ŞEHİTLİK ZİYARETİ 7 Temmuz 2010 Çarşamba, Saat 09.00- 20.00 Kahvaltı sonrası iki araçla hareket edildi. Toplam katılımcı sayısı 65 idi. Çanakkale İskeleden Eceabat İlçesine geçildi. Kilitbahir kalesine kadar Birinci Dünya Savaşı’nın sebeplerinin yüzyıllar öncesine kadar uzandığı aktarıldı: Sömürgecilik daha 15.yy.da Rönesans’la gelişen bilimin imkânlarıyla insanlarda oluşan yeni ülkeler, yeni insanlar, yeni bitkiler, yeni uygarlıklar keşfetme duygusundan kaynaklanarak başlamış ve bunlara Avrupa’ya ucuz baharat ve değerli maden getirme isteği de eklenmişti. Giderek bu ülkelerin zenginliklerinden daha fazla yararlanma yolu, büyük devletleri sömürgeciliğe yöneltmiş; bu karlı ortam sömürge imparatorlukları kurmalarına da imkân sağlamıştır. İtalya gibi Almanya da ulusal birliğini sağlayıp askeri anlamda ağır sanayi merkezli silahlanmaya başladı. Alman Krupp fabrikalarında büyük toplar 1, diğerlerinde başka silahlar yapılırken; modern denizaltılar ve savaş gemileri birer birer denize indiriliyordu. Artık Avrupa’da bir silahlanma süreci başlamıştı ve bu süreç, körükleyici gelişmelerle daha da derinleşiyordu. Balkanlar’da Rusya ile Avusturya arasında nüfuz çatışması kaçınılmazdı. Akdeniz’e açılmak isteyen Rusya, Panislavist sloganla Balkanlar’ı nüfuzuna almak istiyordu. Oysa Avusturya da Balkanlara sahip olmayı arzu ediyordu çünkü kendi ülkesinde de Slavlar vardı. Fransız ihtilali ile ‘milliyetçilik’ fikri çeşitli uluslar üzerinde etkili olmuş, ulusal sınırlar içerisinde ulusal devletler kurma düşüncesi gelişmiş ve yer yer bağımsızlık savaşları baş göstermişti. Bu toplar 1875 yılından itibaren Almanya’dan sipariş edilip, Çanakkale Boğazı’nın en dar noktasındaki karşılıklı olarak her bir tabya bonetinin arasına yerleştirilmiştir. Bu tarz modern topların sayısı 200’ü aşar. Fatih Sultan Mehmet’in başlattığı ‘güneyden gelecek tehlikeye karşı tahkimat’ (Boğaz’ın en dar noktası sahillerinde askeri savunma için) yapma girişimi, Osmanlı Devleti’nin güç kaybına paralel olarak geliştirilerek devam etmiştir. Her dönem Padişahının hizmetine rağmen II. Abdülhamit’in ortaya koyduğu emek kayda değer niteliktedir. Eskileri modernleştirip, pek çok yeni tabyalar yaptırmış, Avrupa’dan (büyük çoğunlukla da Almanya’dan) sipariş ettirdiği sahil savunma toplarını yerleştirtmiştir. İşte 18 Mart 1915 Türk zaferinin gerisinde bu topların büyük katkısı olmuştur. 1 1 Savaş nedenleri arasında diğerleri kadar olmasa bile hanedan çekişmeleri, rekabeti ve dedikodularının da etkisi vardı. Belki I. Dünya Savaşına neden olan faktörlerin son aşaması bloklaşmadır. O tarihte doğu politikasına büyük önem veren Almanya, İngiltere’nin Osmanlı devleti’nden desteğini geri çekmesinden doğan boşluğu doldurmaya istekliydi. Ayrıca; Osmanlı Devleti’nin milli hedefleriyle Alman politik ve askeri hedefleri arasında -Osmanlı Devleti’nin coğrafi konumundan doğan - bir uyuşma vardı: Halbuki ne Almanya iki cepheli bir savaşta Avrupa’da kısa sürede kesin sonuç alabilecek durumdaydı; ne de bir yıl önce Balkan Savaşından yenik çıkmış; askeri gücü yetersiz, ekonomik durumu bozuk Osmanlı Devleti, uzak hedefli saldırı nitelikli hareketlerle Alman askeri stratejisine yardımcı olabilecek konumdaydı. Nitekim Marn Meydan Savaşı’nın Almanlar tarafından kaybedilmesi, Avrupa’da savaşın kısa sürede mevzi savaşına dönüşmesine ve Alman Başkomutanlığı’nın baskısıyla Osmanlı Devleti’nin yeterince hazırlanmadan savaşa girmesine neden olacaktır. Çıkması olası bir genel savaşta politik ve askeri hedeflerine ulaşmak için Osmanlı ordusundan yararlanmayı hesap eden Almanya, Tümgeneral Liman von Sanders başkanlığında askeri bir heyet gönderdi. Eksiklerin giderilmesi ve Türk ordusunun kısa sürede savaşa hazırlanması için Türk ve Alman subayları el ele vererek büyük bir gayretle çalışmaya başladılar. Almanya 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etmiş, bir gün sonra TürkAlman anlaşması 2 Ağustos 1914’te imzalanmış olduğu için yapılan anlaşmaya göre Türkiye antlaşmayı imzaladığı gün Almanya’nın yanında savaşa girmeyi kabul etmiş oluyordu. Er veya geç gireceği savaşta giderlerini karşılayabilmek için Almanya'dan %6 faizle borç olarak 5.000.000 lira almak zorunda kalmıştı. Şartlı olarak alınan bu paranın 250.000'i anlaşmanın imzasından on gün sonra; 750.000'i İngiltere ve Rusya'ya savaş ilanından on gün sonra, kalanı ise savaşa girildikten bir ay sonrasından başlayarak 400.000'er lira olarak verilecekti. Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu, 3 Ağustos 1914’te bir yandan seferberlik ilan ederken diğer taraftan da silahlı tarafsızlığını ilan etti. 2 Kilitbahir kalesi ziyaret edilerek gerekli bilgiler verildi. Fatih Sultan Mehmet döneminde nasıl ‘denizin kilidi’ anlamını taşıyorsa, Çanakkale muharebeleri döneminde de aynı fonksiyonu icra ettiği vurgulandı. Namazgah tabyasında ise bir yıllık savaşın tüm aşamasında yaşanan sahil savunması ve deniz mayın hatları ile ilgili bilgiler aktarıldı. 3’ncü Kolordu ile 19’ncu Tümen Komutanlığına Mustafa Kemal Bey bölgeye gelişi ile Müstahkem Mevki Komutanlığının faaliyetleri aktarıldı. Çanakkale Boğazı’nın en dar noktasına aynı gün (3 ve/veya 4 Ağustos 1914) mayın döşenmeye başlandı ve 8 Mart 1915 gününe kadar ara ara yeni hatlar oluşturmaya devam edildi. Bu arada Akdeniz’de bulunan iki Alman savaş gemisi İngiliz donanmasının takibinden kaçarak 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğaz’ından içeri girdi. Gemiler Alman Deniz Bakanı’ndan bu yolda bir emir almıştı. Bu, Türkiye için de bir sürpriz değildi. İngiltere’de yapımı tamamlanmış olan Sultan Osman ve yapılmakta olan Reşadiye dretnotlarının verilmemesi ihtimaline karşı -ki sonradan İngilizler bu parası ödenmiş gemileri vermediler- Karadeniz’de üstünlüğü sağlamak için Avusturya donanmasının gönderilmesini, daha önce Türk Hükümeti teklif etmişti. Avusturya donanması kendi kıyılarını korumak için Adriyatik’ten ayrılmak istemediğinden Akdeniz’deki iki Alman gemisinin Türk Donanmasına katılmasıyla Karadeniz’de üstünlüğün sağlanması düşünülmüştü. Almanya ile savaşan devletlere de, gemilerin Osmanlı Devleti tarafından 80 milyon marka satın alındığı ilan edilerek mesele kapatıldı. Alman komutanı Amiral Souchon, aynı zamanda Türk Donanmasının Birinci Komutanlığına atandı. 30 Ağustos 1914’te bir General’in idaresinde subay, torpidocu, telefoncu ve top çavuşu olarak toplam 160 Alman personeli Çanakkale’ye geldi. Değişik tabyalara dağıtılan Alman personel, Türk erlerin eğitimine başladı. Boğaz’da Alman teknik yönetimi ile deniz mayın hatları, projektörler, sabit torpido istasyonlarının kurulması işlemi günler geçtikçe daha da yoğunlaşıyordu. Enver Paşa’nın gizli izni ile Yavuz ve Midilli ile birlikte on bir parçadan oluşan küçük Türk su üstü gücü, 29 Ekim 1914 sabahı Rus limanları bombardıman etti ve birkaç gemiyi de batırdı. Böylece Türkiye fiilen savaşa girmiş oldu. 3 Türkiye her ne kadar bu istenmeyen gelişmeye Rus donanmasının neden olduğunu, ilk saldırının Rus gemilerinden geldiğini iddia etmiş ve Rusların bu hatalarını tamir etmelerini istemişse de bunun bir yararı olmamıştır. Ruslar, 1 Kasım 1914’te Türkiye’nin doğu sınırlarından saldırıya geçmekle kalmamış, İngilizler de Akabe’yi bombardıman edip Urla iskelesindeki iki Türk gemisini batırmıştır. Misilleme niteliğinde 18 İngiliz ve Fransız gemisinden oluşan Birleşik Filo, 3 Kasım 1914’te Boğaz giriş tahkimatını bombardıman etti. Bu gün ilk şehitler verilmiş, ilk gaziler belirmiştir. Bombardımanda kayıp bilânçosu yaklaşık 85 idi. Bu menfur ve mesnetsiz saldırıdan sonra günden güne sayısı artan Birleşik filo 19 Şubat 1915 gününe kadar sabırla Boğaz girişinde beklemeyi sürdürmüştür. Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa zaten bölge savunmasının tümünden sorumlu idi. Takviye amaçlı olarak 3’ncü Kolordu Komutanlığına atanan General Esat (Bülkat) Paşa 4 Kasım 1914’te bölgeye gelmiştir. Çanakkale Boğazı'nın savunmasına yardımcı olmak ve Birleşik Filo'nun Boğaz'ı geçmesi halinde, fedai olarak görev yapmak üzere Turgut Reis ve Barbaros adlı iki muharebe gemisi, 17 Şubat 1915'te Nara Burnu kuzeyine geldi. 3’ncü Kolordu dahilinde yeni oluşturulan 19’ncu Tümen Komutanlığına Mustafa Kemal Bey, 25 Şubat 1915'te Eceabat'a gelmiştir. Kış ayları sebebiyle diğer cephelerde durağanlaşmış mücadelelerin içinde İtilaf Devletleri, deniz güçleriyle Çanakkale Boğazı’nda kolay bir zafer kazanıp, önemli sonuçlar elde edeceğinden son derece emindi. Çanakkale kolayca geçilecek, Rusya’ya gerekli silah yardımı yapılacak ve bu devletin Doğu Avrupa’yla bütünleşmesini kolaylaşacaktı. Diğer yandan Almanya’nın doğuya yayılması önlenecek, Boğazlar ve İstanbul teslim alınıp Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılacaktı. Sonuçta İngiltere, Mısırdaki varlığını güvenceye alacak, Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarına sahip olacaktı. Böylece emperyalist güçler şöhretlerine şöhret katacaklardı. İngilizler ve Fransızlar bu ana düşünceyi uygulamaya koymak için en ufak ayrıntılara kadar büyük hazırlıklar yaptılar. Hazırlanan donanma, o zamana kadar eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir donanma idi. Yakın dönemde yaşanan Balkan hezimetini de bildikleri için, Türklerden hiçbir direnç beklemiyorlardı. 4 Boğaz girişinde kadroda Rus Askold gemisi de dahil toplam 62’yi buluyordu. 11 Ağustos 1914’ten itibaren Çanakkale Boğazı girişinde günden güne kalabalıklaşan İtilaf Donanması, İngiltere’den gelen emirle, 19 Şubat 1915’ten itibaren bir aydan daha fazla Boğaz’ın her iki yakasını ağır bombardımana tabi tuttu. Artık Türk mevzilerinin tamamen sustuğunu sanan İtilaf Donanması 18 Mart 1915 günü son bir hamle ile rahatça Çanakkale Boğazı’nı ve İstanbul yolunu geçebileceklerini düşündüler. General Hamilton komutasındaki Akdeniz Sefer Kuvveti, bir İngiliz Deniz Tümeni, bir Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu, bir Fransız Doğu Sefer Kuvveti’nden oluşuyordu. 18 Mart 1915 günü kahraman Türk komutan ve askerinin inancı, mayın hatlarının direnci ve çoğu Alman yapımı güçlü sahil toplarının aman vermez ateşi karşısında zamanının en modern üç büyük savaş gemisini (Bouvet, Ocean, İrresistible) yitirip, pek çoğu da ağır hasara uğrayınca geri çekilmek zorunda kaldılar. Böylece tüm dünya Çanakkale Boğazı’nın sadece donanma gücüyle geçilmesinin imkânsız olduğunu bir defa daha anlamış oldu. Amiral de Robeck ile 18 Mart 1915’te Boğaz serüvenini başlatmak gibi, büyük bir yanılgıya düşmüştür. Çünkü Çanakkale harekâtının baş mimari Deniz Bakanı Churchill, Türklerin askeri güç ve kapasitesini ciddiye almamıştı. Ona göre, Çanakkale Boğazı Harekâtı, “Türklere sınırlı bir cezalandırma harekâtı” oluşturacaktı. Kim bilir Türkler, azametli İngiliz donanmasını Boğaz sularında görünce şaşırıp korkuya kapılacaklar ve direnişten vazgeçeceklerdi. Bu düşüncesiyle Churchill, kahraman Türk komutan ve askerini kendi sömürge askerleriyle karıştırmıştı. İşte bu zafer öyle bir Türklük zaferi idi ki, yaklaşık olarak 300 yıldır kimsenin baş edemediği en büyük sömürgecilerin en büyük donanmasını dermansız bırakan ecdadın zaferi idi. Bu zafer tüm mazlum milletler adına kazanılmış; onlara uyanmaları ve kendilerine gelmeleri için Türkün hediye ettiği zaferdi. Her ne kadar Türk zaferine gölge düşürmek için gemilerinin demode (eski) olduğunu iddia etmeye çalışan İngilizleri kimsenin dikkate alacağı yoktu. Öyle ki 380 mm.lik çaplı mermi fırlatan dünyan en büyük ve en modern gemisinin toplarını 5 bile ilk defa Türkler üzerinde denensin diye hemen Çanakkale’ye gönderen İngiliz’di. Peşinden yine İngilizler, 7/8 Mart 1915 sabaha karşı Karanlık Liman koyuna 26 mayın döken Nusret Mayın gemisini, Türk zaferinin en büyük faktörü olarak göstermeye çalıştılar. Halbuki kıyı savunma toplarının mucizevi başarısı olmasaydı, filodan hangi gemi geri dönmek/kaçmak için bu kadar çaba harcardı; peşinden de Nusret’in döktüğü mayınlara doğru sürüklenmeye başlardı? Zaten dönemin Türk medyası da İngilizlerin gülünç iddialarını gündeme getirip gerçeğin böyle olmadığını pek çok farklı açıdan değerlendirmişlerdir. Yine bu zafer öyle bir zaferdir ki, hiçbir düşman gemisi Çanakkale kentine 13 km. mesafedeki Dardanos –Soğanlıdere bile yaklaşamadan perişan olmuştur. İtilaf Devletlerinin, başarıya ulaştırılamayan deniz harekâtının, karadan da denenebileceğini hesaba katan Türk komutanları, bir yandan yinelenebilecek bir saldırıya karşı Boğaz savunmasını pekiştirmeyi (yeni mayın hattı döşenmesi; hasar gören topların ateşe hazırlanması ve yeniden getirilen toplarla takviyesi gibi) sürdürürken, öte yandan da, yapılabilecek çıkarmalara karşı bölgedeki kara birliklerini güçlendirme kararı aldılar. Gezi güzergahı olarak; Namazgah ve Rumeli Hamidiye tabyasından geçilerek, Rumeli Mecidiye tabyasına yaklaşık bir ay önce getirilen Krupp marka sahil savunma topu ziyaret edildi. Güneye doğru devam edilerek Baykuş (Yıldız) Tabyasından geçilerek Soğanlıdere’ye ulaşıldı. Kara muharebeleri de orijinal mekanlarında aşağıdaki şekliyle aktarıldı. Kara muharebeleri öncesi yapılan atamalar hakkında bilgi verildi. Bu amaçla Mareşal Liman von Sanders, 5’nci Ordu Komutanlığına atanmıştır ve karargah da Gelibolu’dadır. 26 Mart’ta Gelibolu’ya gelen Mareşal, aynı gün Bolayır’a hareket etmiştir. Gerek bu hareketi, gerekse gelişinin ilk haftasından itibaren bölgede aldığı ve almayı düşündüğü düzenlemeler, Onun, büyük ölçüdeki ‘çıkarmaları’, Saros Körfezi’yle Anadolu kıyılarından beklediğini kanıtlamıştır. Paşa, kıyının zayıf gözetleme birlikleriyle tutulup, kuvvetli ihtiyatlar ayırarak düşmanı karaya çıktıktan sonra karşı taarruzlarla denize dökmeyi hedeflemiştir. 6 28 Mart 1915’ten itibaren Çanakkale bölgesinde İngiliz ve Fransızların havada etkinliklerinin arttığı gözlenmiştir. 29 Mart’ta tamamlanan Bozcaada’daki uçak hangarına uçaklar çıkarılmış, 9 Nisan 1915’te İngiliz ve Fransız uçak filosu 36’yı bulmuştur.. Ayrıca atış kontrolü için İngiltere’den bir balon takımı getirilmiştir. Kavaksuyu-Beşigeler arasında 150 km.lik geniş bir kıyı şeridinde savunmakla görevlendirilen 5’nci ve 7’nci Tümenler Gelibolu berzahı/dar geçidi kesiminde; 9’ ncu ve 19’ncu Tümenler Gelibolu Yarımadası’nın güneyinde; 3’ncü ve 11’nci Tümenler Anadolu yakasında konuşlanmıştır. Boğaz önünde E 15 İngiliz denizaltısı 17 Nisan günü Türklerin eline geçtikten sonra İngilizler tarafından batırılmıştır. Personelden 25’i yaralı olarak kurtarılmıştır. Kurtarılanlar arasında gönüllü yedek üsteğmen rütbesiyle Çanakkale’nin yakın döneme kadar İngiliz Viskonsolosu Plmer de vardır. Plmer’in bu sergilediği tavır, milleti ve devleti adına ne kadar özveri ile çalışılması gerektiğinin en canlı örneklerinden birini oluşturur. Milliyetçilik her halde böyle bir şey olsa gerektir. İtilaf güçleri amfibi harekâta karar verirce, Akdeniz Sefer Kuvveti asker sayısı 75.056’ya ulaştığı gibi, ilgili birlikler Gelibolu’ya seyretmeye başlamışlardır. Bu ara 28 Mart 1915’ten itibaren Çanakkale bölgesinde İngiliz ve Fransızların havada etkinlikleri arttı. 29 Mart’ta tamamlanan Bozcaada’daki uçak hangarına uçaklar çıkarıldı. 9 Nisan 1915’te İngiliz ve Fransız uçak filosu 36’yı buldu. Ayrıca atış kontrolü için İngiltere’den bir balon takımı getirildi. Beş piyade tümeni, bir piyade tugayı ile yeni gemilerle ikmal edilen Birleşik Filo’nun tamamından oluşuyordu. İlk kademede, 1’nci Fransız Tümeni’nden bir Tugay Kumkale’ye çıkarıldı. 48 saat süreli Kumkale operasyondan amaç, buradaki Türk savunma kuvvetlerini tespit etmek/çaresizce bekletmek ve İntepe toplarını olabildiğince faaliyetten uzak tutmaktı. İki günlük mücadele İtilaf güçlerinin isteği şekilde gelişti. Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki BOA, HR. SYS, 2323/1 kayıtlı belgede şu bilgiye yer verilmiştir: “27 Nisan: Kumkale'deki kıtalar Fransızlardan oluşmakta olup içlerinde bulunan Müslümanlar bizim tarafa firar etmişlerdir.” Aksi görüş de Genelkurmay, Çanakkale Cephesi 2’nci Kitap, s. 85’te ise, “Tümen birliklerinin zayiatıysa, oldukça 7 ağırdı: 467 şehit, 763 yaralı, 505 Fransız tarafına firar olmak üzere toplam kayıp, 1735’i bulmuştu.” ifadesi yer almaktadır. Bu gündem hala çözüm beklemektedir. Güneyde Beşigeler ve kuzeyde Bolayır bölgelerinde de, boş taşıt ve refakat gemileriyle çıkarma gösterileri yapılmıştır. Beşigeler sahilinde öğleye doğru sis basması ve ateş imkânının kalmaması yüzünden amfibi hareketten vazgeçilmiştir. Bu kuvvetlerden, Kabatepe kıyılarına çıkarılması planlanan asıl kuvvetlerin, Kabatepe’nin kuzeyine çıkacak olan iki tümenli Anzak Kolordusunun ilk hedefi, Conkbayırı-Kocaçimen çizgisidir. Burası alındıktan sonra, Maltepe’ye ilerlenerek, Yarımada, kuzeye karşı tıkanacak ve Kilitbahir platosuna saldırı için hazırlanılacaktır. Liman Paşa’nın, çıkarmalar yönünden Yarımada’nın bir bütün olarak güney bölgesini, Anadolu yakasına kıyasla ikinci derecede değerlendirmesi sebebiyle, Arıburnu kuzeyinde Azmakdere’den Seddülbahir’e kadar 35 km uzunluğundaki geniş ve önemli kıyıların savunması, sadece 9’ncu Tümen’e bırakılmıştır. 9’ncu Tümen de sorumluluk bölgesinin kuzey kesimi için Yarbay Şefik (Aker) komutasındaki 27’nci Piyade Alayını görevlendirilmiştir. Bu alay, üç tabur ve ağır makineli tüfek bölüğünden oluşmaktadır. Asker mevcudu yaklaşık 2000 kişidir ve 2’nci Tabur Komutanı Binbaşı İsmet Bey emrinde ağır makineli tüfek yoktur. 19’ncu Tümen’e gelince: Kurmay Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) komutasındaki bu Tümen, Bigalı ve Maltepe dolaylarında Ordu ihtiyatıdır. 19’ncu Tümen, bu bölgedeki pozisyonuyla, Saros, Anadolu yakası ve Yarımada güneyinde olmak üzere, üç yönden beklenen çıkarmalardan her hangi birinde kullanılacak gibi değişik ve oldukça zor bir görev yüklenmiştir. 24 Nisan 1915 saat 14.00’de Mondros üssünden hareket eden Anzak Kolordusuyla yüklü konvoy ve 2’nci Filo, 25 Nisan saat 01.30’da gece karanlığında çıkarma yerinden dokuz kilometre mesafede buluşma noktasına geldiler. Buradan itibaren ilk hücum dalgasını oluşturan 1500 kişilik birlik, koyu karanlıkta Kabatepe genel doğrultusuna yöneldi (Saat 03.00). Bundan bir saat sonrasında, kuzeye yönelmiş olan bu ilk hücum birliği, tabii korunaklı ve savunmasız Arıburnu kıyılarına hiçbir askerin burnu kanamadan rahatça sahile çıktılar (saat 04.30). 8 Türkler tarafından iyi tahkim edilmiş ve yanlardan desteklenen Kabatepe kumsalları yerine Arıburnu yarlarının altındaki kıyı şeridine çıkmaları doğru ve son derece de akıllıca idi. Amfibi kara harekâtında en temel etken, sağ salim askerin karaya ayak basabilmesi kuramından dolayıdır. Çıkarmada düşmanın bütün çaba ve düzenlerine rağmen her hangi bir baskın hareketi söz konusu olmamıştır. Çünkü 8’nci Bölük Komutanı, 25 Nisan saat 02.30 sıralarında uzak kıyı sularında yaklaşan bazı siluetler seçmiş, bunların olası bir çıkarma hazırlığı ve baskınına belirti teşkil edeceğini sezinleyerek 2’nci Tabur Komutanını uyarmıştır. Durum, Tabur kanalından telefonla Tümen ve Alay katlarına da duyurulmuştur. Arıburnu sahiline bilerek ve isteyerek çıkmalarına rağmen özellikle Anzak’ların karşılarında ‘kaderin adamı Mustafa Kemal’i bulması üzerine, başarısızlıkları ile ilgili asılsız üç bahane uydurdular: İngilizler daha sonra yaptıkları resmi açıklamada “Nişan şamandırası bir mil kuzeye kaydırıldığı için yanlış yere çıktık” dediler; “Kıyı açıklarındaki akıntının tüm kafileyi kuzeye sürüklediğini” bahane ettiler. Ayrıca “yükseklere tırmanırken çok zorlandıklarını” her vesile ile dile getiren İngilizler, saat 10.15’te zaten hedef zirveye çok yakın olan 263 rakımlı tepeye nasıl ulaştılar? Sorusuna cevap vermeleri gerekir. 27’nci Piyade Alayı ilk bombardıman sesleriyle uyanmış ve Alay Komutanı Yarbay Şefik Bey, Alayını alarma geçirmiş ve Alayının harekete hazır olduğunu 9’ncu Tümen Komutanı Halil Sami Bey’e telefonla bildirmiştir. 2’nci Taburun ne tür bir sıkıntı içinde olduğunu çok iyi bilen 27’nci Alay Komutanı, sahildeki güvenlik perdesi yırtılmadan kıyılara varmak ve düşmanı durdurmak istemiştir. 9’ncu Tümen komutanlığına, hareket izni için almak için ısrar etmiş; üçüncü kez isteği 05.45’te kabul edilmiştir. Tümen tarafından verilen emirlere göre hareket edecekti. Türkleri baskına uğratamamanın şaşkınlığı içinde kalan ve Arıburnu kıyı eteklerine yerleşen Anzak birlikleri, bir koldan Haintepe etekleri-Korkuderesi yönüne, diğer koldan Balıkçı Damları-Sazlıdere içlerine doğru ilerlemeye başlayınca, 9 bu kıyıları gözetlemekle görevli iki mangalık küçük Türk birliğinin şiddetli ateşleriyle karşılaşmıştı. Karşılarındaki zayıf Türk güvenlik birliklerini atan üstün Anzak birlikleri, Kanlısırt’ı ele geçirdilerse de, Kabatepe’deki Türk bölüğü ve bataryasının direnişi karşısında ağır kayba uğradı ve ileri hareketleri durduruldu. Ancak, saatler ilerledikçe üstün Anzak kuvvetleri karşısında, uğradıkları kayıplar pahasına büyük bir özveriyle çarpışan bölgedeki zayıf Türk birliklerinin çekilmek zorunda kaldıkları görüldü. Arıburnu ve hemen derinliğindeki sırtlarda hiç piyade birliği kalmamış, ara vermeden karaya yeni birlikler çıkaran İngilizlerin bir tümene yakın kuvveti, Conkbayırı doğrultusunda serbest kalmıştı. Bu arada Arıburnu’ndan Balıkçı damlarına ilerleyen bir Anzak taburunun saldırısı da, buradaki 8’nci Bölük’ün bir takımının çetin direnişiyle karşılaştı ve buradaki düşman hareketi yavaşladı. Yine Arıburnu’na çıkarılmak istenen bir Avustralya bölüğünü ve bunu izleyen diğer saldırıları ağır kayıplara uğratan bu takım, sonunda çevresinde iyi gitmeyen savaşlar yüzünden, çok kayıp vermiş; kat kat üstün Anzak’lar Cesarettepe’yi işgal ederek, egemen araziye uzanmaya başlamışlardı. Aynı takım, elinde kalan az bir kuvvetiyle, Conkbayırı güney sırtlarına atlayarak direnişe karar verdi ki, Takımın ‘arazi ve genel durumu’, böylesine karmaşık bir savaş içerisinde doğru değerlendirip bir avuç eriyle mücadeleyi sürdürmesi gerçekten övünç vericidir. 27’nci Alay aldığı emir üzerine harekete geçerken, Kabatepe’den gelen bir telefon haberinde, Anzak’ların iki taburla Arıburnu’na çıktığı ve buralarda kanlı savaşlar olduğu, çıkarmaların sürdüğü, Anzaklar’ın, Kanlısırt-Kırmızısırt ve daha kuzeyindeki sırtları işgal ettiği öğrenildi. 27’nci Alay, Kemalyeri hizasına geldiğinde, Conkbayırı’ndan silah sesleri geliyor, Düztepe-Conkbayırı ekseninde bulunan perakende Türk birliklerinin bu doğrultuda ilerleyen Anzaklar’ı oyalamaya çalıştıkları görülüyordu. Anzak ilerlemesinin gelişmesine ve hazırlıklarını artırmasına fırsat vermek istemeyen 27’nci Alay Komutanı, Kemalyeri-Merkeztepe ekseninde taarruza karar vermiş; kısa hazırlıktan sonra da saat 08.00’de taarruza geçmiştir. 10 Bu sırada, 19’ncu Tümen’in 57’nci Alayı’nın da, Kocaçimen’e yöneldiği 9’ncu Tümen’den bildirilmiş ve 27’nci Alay’dan 19’ncu Tümen’le bağlantı kurması istenmiştir. 27’nci Alayın taarruzları gelişmiş ve Karayörük deresindeki Anzak perakendeleri, tamamıyla temizlenmiştir. Mustafa Kemal ile birlikte 19’ncu Tümen birliklerinin Conkbayırı’na ilerlemeleri sevindirici bir durumdu. Böylece İngiliz çıkarması kuzey kanadından kavranmaya başlamıştır. 27’nci Alay Komutanı Şefik Bey, Conkbayırı’ndan taarruza geçen 19’ncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal’e, karşısındaki Anzak’ların durumu ve kendi taarruz planı ilgili bir rapor gönderir ve harekatın koordine edilmesini önermiştir. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in bölgesinde gelişen ve Conkbayırı’na kadar sarkan kritik durum karşısında, inisiyatifini kullanarak giriştiği ve Yarımada’nın kaderini değiştiren karar ve harekatı gerçekten övgüye değer niteliktedir. Nitekim, 25 Nisan sabahı Kabatepe yönünden gelen şiddetli bombardıman ve çıkarmalarla ilgili olarak, gerek Maltepe’deki 77’nci Alay 05.10’da gerekse 9’ncu Tümen’den alınan raporlar üzerine, Mustafa Kemal, Tümenini alarma geçirir. Süvari bölüğünü de keşif için, bölgenin kilit noktası olan Kocaçimen’e yönelterek tehlike halinde sonuna kadar direnmesini emreder. Gerçekten Kocaçimentepe ve yanı başındaki Conkbayırı, bölgeye en egemen tepelerdi. Bunlar elden çıkarsa Boğaz’ın savunması tehlikeye düşerdi. Saat 07.00 olmuştu. 5’inci Ordudan Tümene hiçbir emir verilmeyince, inisiyatifi ele alan Yarbay Mustafa Kemal, iki Alayını ve Kurmay Başkanını Bigalı’da bırakarak, 57’nci Alayına Kocaçimen’e harekete “hazır ol” emrini verdi. 3’ncü Kolordu komutanlığına hitaben bir rapor yazdırarak hareket seyrini aktardı. Böylece Mustafa Kemal, hem Yarımadanın kilit noktalarına düşmandan önce el atmış, hem de Ordu komutanına ihtiyatını istediği yerde kullanma imkanını vermiş oluyordu. 11 Son durumu da 3’ncü Kolordu’ya da bildiren 19’ncu Tümen Komutanı, saat 08.00’de 57’nci Alayı arkasına alarak, Kocaçimen’e yönelir. Saat 09.40’ta buraya ulaşan Alaya on dakikalık mola verdirir. Kurt Geçidi istikametinden Conkbayırı’na çıkan Mustafa Kemal, Conkbayırı’na ilerleyen Anzak kuvvetleri ve onların karşısında çekilen perakende Türk erleriyle yüz yüze gelir. Durum, çok kritiktir. Balıkçı damlarında direnen takımdan sağ kalıp da yukarıya doğru çekilen erlere keskin ve yüksek bir sesle haykırarak: “Neden kaçıyorsunuz?, düşmandan kaçılmaz, düşmanla savaşılır. Cephaneniz kalmadıysa süngüleriniz vardır... Süngü tak!... yere yat!... ” Yarbay Mustafa Kemal’in tam zamanında vaziyete el koyması, olumlu etkisini hemen göstermiş, ilerleyen Anzaklar da, bu durumu görünce bir anda şaşırmış, onlar da yere yatarak mevzi almıştı. Böylece zaman kazanılmış, Conkbayırı’na ilerleyen 57’nci Alay’ın öncü bölüğü marş marşla yetiştirilerek, düşmandan önce kilit noktası Conkbayırı tepesinin tutulması sağlanmıştı. Bunu hiç zaman kaybedilmeden çok kısa emirlerle 57’nci Alay’ın 261 Rakımlı Tepeye doğru taarruzu izler. Mustafa Kemal, bu saldırı için emri altındaki komutanlara verdiği emirde: “Size ölmeyi emrediyorum! Biz ölene kadar geçen sürede yerimizi yeni kuvvet ve komutanlar alacaktır”. Komutanlar bu kesin emir üzerine, donanmanın yoğun ve cehennem gibi bombardımanlarına karşın hızla Anzaklar üzerine atılır. Kahraman Mehmetçik, önüne çıkan Anzak gruplarını geriye doğru sürmede ve hedeflerinden de uzaklaştırmada başarı sağlarlar. Yükseklerden sel gibi akan bu Türk taarruzunu General Hamilton şöyle anlatır: “Gebe dağlar, Türk doğurmakta devam ediyor. Bizim mevziimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.” Bu sıralarda 9’ncu Tümen’den 27’nci Alay’ın da, Kemalyeri batısında düşmanla savaşa tutuştuğunun bildirilmesi üzerine, Yarbay Mustafa Kemal, bu 12 Tümenden, “57’nci Alay’la düşmanın sol kanadına taarruzda olduğunu açıklayarak 27’nci Alay’ın da sağ kanada yönelen taarruzunu sürdürmesini ve Alay Komutanı’nın kendisiyle bağlantı kurmasını” istemiştir. Böylece Arıburnu’ndaki bunalım, şimdilik atlatılmış ve düşman ilerleyişi her iki yanından sıkıca kavranmıştı. Bu önlemlerle yetinmeyen 19’ncu Tümen Komutanı, Bigalı’da bıraktığı 72’nci ve 77’nci Alayların da Arıburnu doğrultusunda harekete geçecek biçimde her an hazırlıklı olmalarını Kurmay Başkanına emretmişti. 57’nci Alay’ın başarılı taarruzuyla Anzaklar 261 Rakımlı tepeden çekilmişti. Bu şekilde öğleye kadar gelişen harekât sonunda, Conkbayırı dolayları için, şimdilik tehlike kalmamış ve gerçekten çok kritik durum aşılabilmişti. Bir İngiliz yazar, o günkü Arıburnu taarruzları için şöyle der: “Müttefik devletler için harekâtın en kötü rastlantısı, bu deha sahibi küçük rütbeli (Yarbay Mustafa Kemal) Türk Komutanı’nın tam o anda, o noktada (Conkbayırı’nda) bulunmasıydı. Çünkü aksi takdirde Anzak Kolordusu pekâlâ o gün Conkbayırı’nı ele geçirebilirdi. Savaşın kaderi o anda belli olurdu”. Bu arada Gelibolu’dan deniz yoluyla gelerek Kilye iskelesinden Maltepe’ye çıkan 3’ncü Kolordu Komutanı Esat Paşa ile buluşan 19’ncu Tümen Komutanı, daha önce Tümeninin bütün gücüyle Arıburnu’ndaki Anzak’ları denize dökmesine müsaade edilmesiyle ilgili Orduya yaptığı önerilerinin karşılıksız kaldığını, Kolordu Komutanına yansıtma fırsatını bulur ve mevcut durumdan yakınır. Bu öneri, Esat Paşa tarafından yerinde ve uygun bulunur. Arıburnu Cephesi Komutanlığı Yarbay Mustafa Kemal’e verilerek, Paşa, “27’nci Piyade Alayı da 19’ncu Tümen emrine alınmak suretiyle Arıburnu’ndaki Anzak’ların denize dökülmesini” emreder. Birliklerde oluşan aşırı yılgınlık karşısında irkilen General Birdwood bile Hamilton’a gönderdiği raporunda: “Bütün askerlerin geri çekilmek zorunda kalacağını” bildirmekten kendini alıkoyamamıştı. Durum ciddiyeti sonunda Hamilton’un birliklerine verdiği emirde şu ilginç cümleler yer alıyordu: “….İşin zor 13 tarafını atlattınız. Artık size kalan iş, güvenliğimizi tamamıyla sağlayıncaya kadar siper kazmak, siper kazmak, siper kazmaktır...” Hamilton’un bu emrinde, kuşkusuz her hangi bir taktik karar hüviyeti elbetteki yoktu. Emrin dayandığı fikir, çıkmazda kaldığına inanan idarecinin, bundan sonraki olayları oluruna bırakmaktan daha başka bir şey değildi. General Hamilton’u bu durumlara düşüren, kuşkusuz Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki 19’ncu Tümen’di. Bu Tümenin, beş taburdan ibaret 27’nci ve 57’nci Alayları, sayıca kendisinden dokuz kat üstün düşman kuvvetlerine, derinlikte ilerleme şansı tanımamıştı. 19’ncu Tümen, onları çıktıkları kıyılara kadar sürüp, denize dökülme stresi içine sokmak suretiyle hayli korkulu anlar yaşatma başarısını göstermiştir. Savaş sonuna kadar devam edecek olan Birleşik filo ve uçak bombardımanları Türklere pek çok şehit verilmesine; yaralananlar ve sağ kalanların ise, genellikle sağır olmalarına veya çıldırmalarına yol açıyordu. 28 Nisan gününden itibaren Arıburnu bölgesindeki savaşlar yavaşlamış oluyor, taraflar gece ve gündüz tahkimatlarını geliştirerek, her geçen gün biraz daha toprağa gömülüyorlardı. Savaşların, 28 Nisan’da statik durumunu koruması üzerine, 3’ncü Kolordu Komutanı Esat Paşa, Başkomutanlığa ve bir suretini de 5’inci Orduya sunduğu bir raporunda (özetle): “İngilizleri denize dökmeyi amaçlayan yeni bir taarruzun yapılabilmesi için, bir Tümene ihtiyaç duyulduğundan, bu Tümenin kesinlikle ve ivedilikle Kolordu emrine gönderilmesini” istedi. 25 Nisan sabahı Arıburnu’na çıkarma yapan İngiliz kuvvetleri, kıyıdaki zayıf Türk gözetleme birliklerini atarak, Conkbayırı’nı tehdit eder duruma gelmişlerse de, 19’ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk)’in hiçbir yerden emir almaksızın inisiyatifini kullanarak, müdahalesiyle Boğaz için hayati önem taşıyan bu kilit nokta, İngilizlere kaptırılmamıştır. Bir başka deyişle Çanakkale Savaşlarının kaderi, daha ilk günde Türkler lehine çevrilmiştir. 14 Büyük bir özveri örneğiyle Mehmetçiklerinin önlerinde kılıç çeken Türk subayları, hep birlikte ileri atılıyorlar ama yoğun ağır makineli tüfek ateşleriyle adeta biçiliyorlar ve yere seriliyorlardı. Böylesine kahramanlık örneği hücumlar birbirini izliyor, bütün gün Arıburnu’nda belki de dünya savaş tarihinin nadiren kaydedebildiği en kanlı savaşlar oluyor ve akşam karanlığına kadar sürüp gidiyordu. Sağ koldaki Alaylar da, çok yıpranmış olmalarına ve en fazla subay kaybı vermelerine rağmen, sert ve inançlı mücadeleleriyle yer yer Anzak mevzilerine girmeyi başarıyorlardı. Yarbay Mustafa Kemal, 1 Mayıs’ta bütün gün süren savaşlar sonunda yayınladığı emirde şöyle der: “Benimle beraber burada savaş eden bütün askerler kesinlikle bilmelidirler ki, bize verilen namus görevini tam olarak yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur. Rahatlıkla uyuma yolunu aramanın, bu rahatlıktan yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebedi olarak yoksun kalmasına sebep olacağını hepinize önemle hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın, fikir birliğinde olduğuna ve düşmanı denize dökmedikçe yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine şüphem yoktur.” Burada İngilizlerin, 9/10 Mayıs ve 13/14 Mayıs geceleri Bombasırtı mevzilerine yönelttiği baskın hareketleri hakkında, Arıburnu Kuvvetleri Komutanı Mustafa Kemal’in Çanakkale Hatıraları’ndaki çok veciz ve heyecan dolu şu anlamlı sözlerini yansıtmak; aynı Türk askerinin vatan coşkusunu da aktarmak bir ödevdir: “Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız, size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperlerin hiçbirisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İlk siperdekiler, onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok.. Okumak bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşı’nı kazandıran bu yüksek ruhtur. 15 İngilizlerin, Arıburnu’nda çıkarma hareketlerine başladığı 25 Nisan’dan 5 Mayıs’a kadar buradaki bütün birliklere, 19’ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) komuta etmiş, sevk ve idarede kayda değer bir aksaklık da olmamıştır. Yeni düzenlemeyle Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk)’in, fiiliyatta 25 Nisan 1915’te başlayan ve 23 gün süren Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı bitiyor, doğrudan 19’ncu Tümen Komutanlığı görevi devam ediyordu. Kuzey Grubu’nun 19 Mayıs genel taarruzuna katılacak birliklerin personel sayısı 42.112’dir. Buna topçu, Kolordu bağlıları ve lojistik teşkiller de eklenirse 50.000’i bulmaktadır. Bu savaşlarda, 51’i subay olmak üzere 3420 şehit, 97’si subay olmak üzere 6064 yaralı ve 486 kayıptır ki, kayıp genel toplamı yaklaşık 10.000’i bulmuştur. Arıburnu cephe kesiminde 19 Mayıs’ta taarruza geçilmesiyle ilgili yüksek komuta kademesince alınan karar, genelde uygundur. Ancak taarruzun, buradaki kuvvetlerin İngilizler tarafından takviyeye gidilmeden başlatılmadığı için geç kalındı; bunun üzerine yapılan sevk ve idare büyük kayıp verdi. Yine bu taarruzda, araziyi tanımayan yeni gelmiş birliklerin ve özellikle bölgeye taze kuvvet olarak yeni gelen 2’nci Tümen’in harekatında da görüldüğü gibi, başarı şansı konusu önceden değerlendirilmedi. Çok iyi hazırlanmış güçlü bir tahkimata karşı taarruzda, daha esaslı hazırlık ve askerlik tekniğinin tüm tabiye gereklerinin yerine getirilmesi zorunluluğunun göz önünde tutulmadı. Ağır topçu ve top cephanesinin azlığı, baskın prensibinin tam uygulanamaması, birliklerin, gece mevzi değiştirmelerinde görülen karışıklıklar, hücumların derinlik içinde değil, yoğun ve sıkışık hatlar halinde ve hatta kollar halinde yapılması, harekâtı olumsuz yönde etkilemiştir. *** Yarımada güneyinde, ilk etapta çıkarılması planlanan 29’ncu İngiliz Piyade Tümeni için “S, V, W, X, Y” kapalı adlarıyla anılan beş ayrı çıkarma yeri belirlenmişti. Hamilton’a göre, çok önemli olan bu harekâtla karaya çıkan kuvvetler, Kirte doğrultusunda erkenden birleştirilebilir, Türk savunması çözülür; yukarıda açıklanan 16 beş yerde yapılan çıkarmalar, derinlikte birleşerek Alçıtepe üzerine bir sel gibi akardı. Sözü edilen bu çıkarma hareketlerini, başarısı ve karaya çıkan kuvvetlerin hedefe ulaşmasını sağlamak için, Seddülbahir sularındaki deniz desteği çok kuvvetli tutulmuştu. Nitekim Birleşik Donanmanın onda sekize yakın büyük çoğunluğu, yarımadanın ucunu, denize karşı üç yanıyla açık hedefler veren Seddülbahir Kirte eksenini kolayca yangın yerine çevirecekti ki, gerçekte de böyle olmuştu. Seddülbahir bölgesindeki savaşlar, donanmanın dayanılmaz bir ateş barajı altında sürmüş, Türk askerine özgü sonsuz inanç ve özverisi, bu cehennemi afeti, Alçıtepe eteklerinde aylarca göğüsleyip Seddülbahir'in kaderine egemen olmuştur. 9’ncu Tümen Komutanı, 22 Nisan’dan itibaren cephedeki 25’inci Alay’ın, 26’ncı Alay’la değiştirilmesine karar verdi. Bu kararda etken olan faktörün, 26’ncı Alay Komutanı Yarbay Hafız Kadri’ye yeteneği açısından daha çok güven duymasından kaynaklandığı anlaşılmıştır. 3’ncü Taburun kuruluşunda ağır piyade silahı yoktu. Esasen 25’inci Alayın ağır Makineli Tüfek bölüğü değiştirme sırasında geri alındığı için, 26’ncı Alayın ağır Makineli Tüfek Bölüğü de kurulmamıştı. Her nedense bölgenin ağır silah ihtiyacı en kritik dönemde ihmal edilmişti. Tekke Koyunu (W), 12’nci Bölük; Ertuğrul Koyunu (V), 10 ncu Bölük; Tekke Koyu, 9’ncu Bölük; Eski Hisarlık Sırtları (S), 3’ncü Taburdan ayrılan diğer bir takım ile –yoğun bombardımandan sonra- kahramanca savunuldu. İkiz Koyunda (X), gözetleme postası fazla direnemedi. Sarıtepe Altı’nda (Y), saat 06.45’de İngiliz Tugayı, hiçbir direnişle karşılaşmadan bütün mevcuduyla çıkarmayı tamamlayarak egemen sırtlar çizgisine yerleşmişti. Tugay, böylece Türk savunmasının arkasına düşmüş oluyordu. Neyse ki İngilizler, bu fırsatı değerlendiremezler, kıyı başında hareketsiz kalırlar. Mevcut durumla ilgili Türkler ne kadar sevinse azdır. Şu bir gerçektir ki, İngilizler, burada büyük bir fırsat kaçırmıştır. Seddülbahir bölgesindeki çıkarmalar, Çanakkale Cephesi’ne yönelen bütün amfibi hareketlerin ağırlık merkezini oluşturmaktadır. 25 Nisan için ilk hedef 17 Alçıtepe seçilmiş ve planlar buna göre hazırlanmıştı. Alçıtepe bloğunu bir günde koparabileceklerini hayal eden İngilizler, bütün gün yaptıkları çabalarında, hiç ummadıkları sert direnişlerle karşılaşarak, çıkabildikleri kıyılarda ezilip duraklamak zorunda kalmışlardır. 14 tabur ve çeşitli deniz müfrezelerle takviyeli 29’ncu İngiliz Tümeni’ne karşı beş çeşitli çıkarma yerinde, sadece 26’ncı Alay’ın 3’ncü Taburu ve ihtiyat 2’nci Tabur’u ile karşı konulmuştur. Günün öğleden sonraki saatlerinde kullanılabilen Sarafim Çiftliğindeki 25’inci Alayın bir taburu ise, Sarıtepe altına çıkarılan İngiliz Tugayını etkisiz hale getirmeye yetmiştir. Böylece Hamilton’un 25 Nisan’da uygulamaya koyduğu ve geniş umutlar bağladığı harekât planından beklenen sonuç alınamayarak başarısızlığa uğramıştır. Harekât planının, Seddülbahir -Kirte-Alçıtepe eksenine göre kurulmuş bulunan esas yapısıyla günün gerçekleri, birbirine o kadar uzaktan seyirci kalmışlardır ki, kaçırılan fırsat ve her noktada uğranılan yenilgiler yüzünden, Alçıtepe hedefi, onlar için bir hayalden öteye gidemedi. Bu hedefler Çanakkale savaşları süresince de hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekleri sadece bir rüyadan ibaret kalacaktır. Bütün bölükler, dört kilometrelik bir cephe çizgisinde İngilizlerle yakın temasta. Seddülbahir-Harapkale-Gözcübaba Tepesine yerleşmiş bulunan doğu kanat birlikleri, eski mevzilerini koruyor ve Ertuğrul Koyu, bu kanadın kontrolünde tutuluyordu. Tabur merkezi ve batı kanadı, kıyılar çizgisinden kopmuş ve kuzeye kıvrılmıştı. Aytepe’nin elden çıkmasıyla cephenin en kritik bir noktası çökmüş sayılırdı. Her iki kanadın yan ve gerileri açıktı. Tabur Komutanı’nın elinde bir mangadan başka ihtiyatı yoktu. Özellikle subay kaybı ağırdı. Takımların çoğu çavuşlara kalmıştı. Mevziler, geriden kuvvet gelinceye kadar pekiştirerek tutulmadı. Böylesine aceleye getirilip yetersiz ve gece eğitimleri ve araç-gereçleri eksik birliklerle büyük ölçüde bir gece taarruzu düzenlemesine gidildi. Bu yüzden başarısızlık kaçınılmazdı. Üç gün süren kıyı savaşlarında Türkün çetin direnişi karşısında yok olmaktan zor kurtulabilen İngilizler, ancak çok az bir derinlikte ilerleyebilmişler ve kendileri açısından hiç değilse sınırlı ölçüde de olsa kıyı başı anlamına gelen sağlam bir toprak 18 parçasına ayak basabilmişlerdi. Çıkarmaların başından beri asıl hedefleri olan bölgeye egemen kilit noktayı oluşturan Alçıtepe’ye henüz epeyce uzaktaydılar. Tümenin yerleştiği mevziler, esaslı ölçüde bir tahkimattan yoksundu. Gerçek durum bu iken ne gariptir ki, General Hamilton hatıratında: “Türkler bir ay içerisinde çok muazzam tahkimat vücuda getirmişlerdi” şeklinde yanlış bilgilere rastlanmaktadır. Çanakkale Cephesi’nin en büyük eksik yanı olan yarım hazırlıklar, karışık düzenler ve kuvvetlerin parça parça kullanılması gibi olaylar sürüp gidiyordu. Sonu geldi sanılan Kirte savaşlarının şansı birden açılır gibi oldu. Nitekim Binbaşı Mahmut Sabri, ilerideki birliklerin çözülüp yüz geri etmeleri üzerine, ihtiyat grubunu alarak öne fırladı, rastladığı perakendeleri de çevirip emrine aldı ve asıl mevziler üzerine atıldı. Tam zamanında başlatılan bu ileri hareket öteki birlikleri de canlandırdı. Böylece çekilen birlikler durup hep birlikte tekrar ileri atıldılar ve eski mevziler geri alınarak boşaltılan cephe yeniden kuruldu. Üç saatten beri Türk savunmasına çarparak sersemleyen İngiliz birlikleri, elde ettikleri bu fırsattan yararlanma olanağını bulamamışlardı. Aslında iyi bir harekât planına dayanarak yürütülen ve Alçıtepe’yi batıdan yapılacak derinlikte bir kuşatmayla Yassıtepe üzerinden düşürmeyi hedefleyen İngiliz-Fransız saldırıları, çetin Türk savunması karşısında boşa çıkarılmıştır. Her ne kadar İngiliz ve Fransızlar denize dökülemese de Kirte savaşları, ihtiyatları yerinde ve zamanında kullanmak bakımından, Çanakkale Cephesi’nin diğer kesimlerinde yapılan hazırlıksız taarruzlar yanında parlak bir yer tutar. Yine bu savaşlar, Seddülbahir cephe kesiminde İngilizlerin dar bir alanda sıkışıp kalmasını sağlayan ilk başarılı hareketleri içerir. Dağınık düzende yapılan Türk hücumu, ne kadar istekle de başlasa yetersiz kaldı. Bu nedenle İngilizlerin alabildiğine destek fırsatı bulduğu girme yerini parçalayıp ele geçirmek mümkün olmadı. Seddülbahir burnunda sahilin kapalı kısımlarına çıkarak sığınabilen düşman kuvveti, Anadolu bataryalarımızın ateşleri altında barınamayacak vaziyette kalmışlardır. 19 sahilindeki Gerçek şu idi ki, Çanakkale harekât sahnesinde, İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin, bir yağmur sağanağı halinde ölüm saçan topçu ateşlerine hedef olmak, Türk askeri için, kaçınılmaz ve katlanmak zorunda olduğu büyük bir talihsizlikti. Bu korkunç olaylarla kucak kucağa yaşanılacak ve bile bile ve seve seve kutsal topraklar uğruna can verilecekti. Artık gündüz İngiliz donanması ateşleri altında sipersiz yerlerde/açıkta kalınmaması emrine uyularak, bütün hücum birlikleri gerideki mevzilerine alındı. Bütün gösterilen çaba ve özverilikler güzel şeylerdi ama arka arkaya ve daima hazırlıksız girişilen gece hücumlarının, Türk birliklerini eritmiş olduğu da bir gerçekti. Bu başarısızlıkta, yetersiz hazırlık, hücum birliklerinin birbirine karışması gibi sevk ve idarede işlenen hatalar başlıca etkendi. Bu arada Albay von Zodenstern görevinden alındı. Yerine 15’inci Kolordu Komutanı General Weber atandı. İkinci Kirte Savaşı (İngiliz ve Fransız İkinci Kirte Saldırısı 6-8 Mayıs) aşamasında İngiliz-Fransız kuvvetleri 25.000’den fazla asker, 300’den fazla ağır makineli tüfek, 105 kara topçusu, 400’den fazla deniz topçusu; Türk kuvvetleri: 10.000 asker, 24 ağır makineli tüfek, 40 top. Çanakkale’yi anlatabilmek için, onun oluşumundaki ruha dikkat etmek gerekir daima. Adeta birbirini kıskandıran bu gibi yarış halindeki kahramanlıklar görülecek, hiç kimse can ve şan hesabına düşmeden dövüşüp milli görevlerini, yine milli tevazu içerisinde yerine getirerek, büyük ulusunun tarihine armağan edecekti. İkinci Kirte savaşının birinci günü çok işler başararak, İngiliz taarruzlarının bugün de asıl hedefi olan Alçıtepe bloğunu yarı çember içerisine almak isteyen müttefik Başkomutanlığı, gerçekten bir daha düş kırıklığına uğramıştır. Türk askeri, inatla tuttuğu mevzilerinde çok iyi dövüşerek, her iki kanat harekâtını da çökertmiştir. Gerek Birinci Kirte savaşlarında, gerekse üç gün süren İkinci Kirte Savaşı’nda, Seddülbahir çıkarma harekâtının hedefi, ilk planda ve kısa zamanda Alçıtepe'ye el koymak ve Boğaz tabyalarını düşürmekti. Türk kuvvetlerinin Kirte 20 mevziini yiğitçe ve özverilikle savunmaları karşısında, İngiliz-Fransız kuvvetleri bir başarıya ulaşamadılar. Nitekim Sefer Kuvvetleri Başkomutanı General Hamilton, bu savaşlar sonunda, Londra’ya gönderdiği bir telgraf raporunun daha ilk cümlesinde, “Hedefime varamadım. Harekât başarısızlıkla sonuçlanmıştır” derken, bunu izleyen satırlarında: “Türklerin daima tahkimatı denebilecek şekilde çok kuvvetli mevzilerde bulundukları, bu yüzden üzerlerine varılamadığı destek kuvveti yetiştirilemezse bu işin içinden çıkmanın imkânı olamayacağını” belirtmektedir ki, bu da, İkinci Kirte Savaşı’ndaki Türk başarılarının Müttefik Başkomutanlığı katını nasıl sarstığı ve bocalattığını açıkça göstermektedir. Aslında Türklerin Seddülbahir’de yuvalandıkları mevziler, diz ve boy çukurlarından ibaret basit toprak tahkimattan ibaretti. Onların daima tahkimatı benzeri olarak niteledikleri gerçek öğe, karşılarına granit bir duvar gibi dikilen Türk askerinin savaş azim ve iradesiydi. İngiliz ve Fransızların Üçüncü Kirte Savaşı (4-6 Haziran 1915) harekatıyla ilgili olarak kısa bir eleştiri yapmak gerekirse denebilir ki, taktik alanda göze çarpan en önemli hataları, ellerinde önemli ölçüde ihtiyat kuvvetleri bulunduğu halde bunları, zamanında ve özellikle başarı sağlanan kesimde ileri sürüp başarıyı geliştirmede kullanmamalarıdır. Diğer önemli bir nokta da, harekâtın planlayıcısı ve birinci derecede sorumlusu durumundaki Akdeniz Seferi Kuvvet Başkomutanlığı’nın gereğinde kendisinin müdahalesini sağlayabilecek ihtiyat kuvvetini elinde bulundurmaması ve bir de Başkomutanlık yetkisini kullanarak mevcut ihtiyatları zamanında başarıyı geliştirecek yönde kullandırma etkinlik ve gücünü göstermemesidir. Türk tarafı içinse denebilir ki, Türk birliklerinin bu günkü savunma ve karşı taarruzlarında gösterdiği kahramanlık ve cesaret yüksek düzeyde olmuştur. Fransız zayiatının 2031, İngiliz zayiatının 6000’e ulaştığı kaydedilmektedir. 5’inci Ordu Komutanı Liman Paşa raporda, Güney Grubu’nun 9000 kişi kaybettiği belirtilmektedir. 21 Üçüncü Kirte savaşı, ağır kayıplar pahasına da olsa Türk birliklerinin başarısı, İngiliz ve Fransız kuvvetlerininse, yenilgisiyle sonuçlanmıştır. İngiliz ve Fransız birliklerinin taarruzu durdurularak geri atılmak suretiyle harekâtın başından beri hedeflenen Alçıtepe’ye bu kez de ulaşılamamıştır. Bütün kazançları, birkaç yüz metrelik mevzi kesimini ele geçirmekten öteye gidememiştir. Bu da, verdikleri ağır kayıplarla oranlanamayacak kadar önem taşımamaktadır. Bu savaşlar sonunda, her iki tarafta verilen ağır kayıpların yanında, oldukça yorgun ve bitkin düşmüştür. Bütün siperler, bağlantı yolları, setr (kapatma) hendekleriyle birbirine bağlanmıştı. Ayrıca sağ kanatta olanlar, Kanlıdere’ye, sol kanattakilerse Kerevizdere’ye bağlantılıydı. İşte Fransızların, savaşların başından beri gözlerinde büyüttüğü ve raporlarında, “Daime Tahkimatı” diye yakındıkları tahkimat, “Sahra Tahkimatı” denilen basit toprak siperlerden ibaretti. Bu savaşların sonucu hakkında bir değerlendirme yaparken, önce 5’inci Ordu Komutanı Liman Paşa’nın 22 Haziran 1915’te Enver Paşa’ya gönderdiği uzun ve ayrıntılı raporunda sadece önemli kısımlarını içeren şu ilginç satırları üzerinde durmak gerekir. Bu raporunda Liman von Sanders: “Düşman öteden beri ve özellikle son zamanlarda yaptığı saldırılarda, anlatılamayacak derecede çok cephane ve az insan harcıyor. Merak nedeniyle düşmanın bir dakikada obüs ve gemi toplarıyla 150 mermi attığı sayılmıştır. Biz ise, pek çok insan, az cephane feda ediyoruz. Feda edebildiğimiz cephaneyse, düşmanınki gibi donanma ve obüs cephanesi değildir.” Bu çok kısa açıklama, Türk erinin ne büyük güçlük ve ağır koşullar altında vatan toprağını savunduğunu ve bu uğurda gözünü kırpmadan ölüme atıldığını anlatmaya yetmektedir. İki gün süren kanlı boğuşmalarda, göze çarpan en büyük özellik, Türk komuta kademelerindeki serinkanlılık, alınan kararlardaki ustalık, karşılıklı iş birliği 22 zihniyeti, uygulamaların noksansız yapılışıyla uygulayıcıların yarattığı yiğitlik, inanç ve içtenliktir. Zığındere Savaşları 28 Haziran’da İngilizlerin, asıl kuvvetleriyle sağ kanadımızdaki 11’nci Tümen cephesinde, Zığındere batısında giriştikleri saldırılar, Güney Grup Komutanı Weber Paşa’yı endişeye düşürmüştü. Paşa, bir ara cepheyi Alçıtepe’ye kadar geriye almak istemişse de, kendisi bundan vazgeçirilmişti. İngilizlerin bugünkü başarısı, Yarımada’ya ayak bastıklarından bu yana elde ettiği başarının en büyüğü ve önemlisiydi. İngilizlerin, böylece son bulan 28 Haziran saldırılarında, Türk birliklerinin kayıpları oldukça fazla olmuştur. Güney Grubu bölgesinde henüz görev almamış durumda bulunan deneyimi, bilgisi ile tanınan 2’nci Kolordu Komutanı Mirliva Faik Paşa’dan yararlanmaktı. Aynı düşünceyi paylaştığı anlaşılan Güney Grup Komutanı Weber Paşa da, 2’nci Kolordu Komutanı Faik Paşa yönetiminde yapmayı tasarladığı yeni bir saldırı için 5’inci Orduya bir öneride bulunmuştu. Liman von Sanders’in 29 Haziran saat 07.30’da Almanca olarak gönderdiği telefon emriyle Faik Paşa’nın Güney Grubu emrine verildiği bildirildi. Bu sırada Yarımada’da denetlemelerini sürdürmekte olan Başkomutan Vekili Enver Paşa da, 12’nci Tümen cephesinde cereyan eden bu kanlı saldırı ve karşı hücumları heyecanla izlemiş, Tümenin gösterdiği kahramanlık ve şahlanmaya hayran kalarak Tümene takdirlerini bildirmiştir. 2 Temmuz akşamüzeri büyük umutlarla başlatılan baskın tarzındaki hücum, gecede sürdürülmüş, hatta 3 Temmuz sabahı da büyük çaba harcanmasına rağmen, beklenen sonuca ulaştırılamamıştı. Bu olumsuz sonuç da, 2’nci Kolordu Komutanı Mirliva Faik Paşa’nın, Liman von Sanders’in emirleriyle Yarımada’daki görevini sona erdirmişti. 23 Peşinden bölgeye ve yeni göreve getirilen 1’nci Kolordu Komutanı Mehmet Ali Paşa, birliklerine 5 Temmuz’da yapılacak saldırı için gerekli emirleri verdi. Sonuç olarak, 1’nci Kolordu’nun hiçbir başarı sağlamayan 5 Temmuz 1915 tarihli bir günlük taarruzu 5.025 kayba mal olmuştu. Zığındere Savaşlarının işte böylesine sona ermesi Güney Grup Komutanı Weber Paşa’nın da sonu olmuş, yerine Başkomutanlık Vekâleti’nin 6 Temmuz 1915 tarihli emriyle Güney Grup Komutanlığı’na (2’nci Ordu Komutanı) Vehip Paşa atanmıştır. İngilizler, 28 Haziran 1915’ten 5 Temmuz 1915’e kadar süren Zığındere savaşlarında, tasarladıkları hedefe varamamışlar, gerek İngiliz gerekse Fransızlar, Zığındere savaşlarında son derece yorgun ve bitkin düşmüşlerdir. Kazandıkları mevzi başarılarını geliştirmeye kalkışamamıştır. Bu nedenle yeniden yapmayı düşündükleri bir taarruzu da, 12 Temmuz 1915 gününe yaşanacak olan “İkinci Kerevizdere Savaşı”na kadar geciktirmişlerdir. Mevzi savaşları karakterine dönüşen cephelerde, yeterli hazırlık yapılmadan ve yeterli topçu desteği sağlanmadan girişilen hücum ve karşı saldırılarla başarıya ulaşılamamış, aksine ağır kayba uğranılmıştır. Nitekim hemen yukarıda sıralanan nedenlerden ötürü gerek Sağ Kanat Komutanlarından önce 2’nci Kolordu gerekse daha sonra 1’nci Kolordu Komutanları, İngilizlerin sol kanadına yönettikleri hücumlarda, hiçbir başarı sağlayamamış ve İngilizleri mevzilerinden söküp atamamışlardır. Üstelik daha yukarıda açıklandığı gibi emirlerindeki birlikleri, ağır kayba uğramaktan da kurtaramamışlardır. İkinci Kerevizdere Savaşı (12-13 Temmuz 1915) öncesi Trakya’da Mirliva Vehip Paşa Komutasındaki 2’nci Orduyu Seddülbahir cephesine harekete geçiren Başkomutanlık, Vehip Paşa’yı da Güney Grup Komutanlığı’na atadı. Paşa, 9 Temmuz’da cepheye gelerek emir ve komutayı teslim aldı. Bunu, 10 Temmuz’da 14’ncü Tümen Komutanı Kazım (Karabekir) ve 13 Temmuz’da da, 24 5’inci Kolordu Komutanı Fevzi (Mareşal Çakmak) paşaların bölgeye gelmeleri izleyecekti. İki günlük kanlı savaşlar sonunda, İngilizler, her ne kadar Kemal Bey tepesinin (83 Rakımlı tepe) bulunduğu sırtlarda Kerevizdere’ye egemen bir hat tutmuşsa da, Türk birliklerinin direnişini kıramamış ve hedefine ulaşamamıştı. Daha sonraları bulunulan savunma hatlarının pekiştirilerek oluşturulan bu cephe İngiliz ve Fransızların, Seddülbahir bölgesini boşalttığı güne kadar Türklerde kalmıştır. İki gün süren Kerevizdere savaşlarının en yoğun geçtiği 4’ncü, 6’ncı ve 7’nci Türk Tümenlerinin sorumluluk bölgelerinde verilen Türk kayıpları toplamı, 113’ü subay olmak üzere 9.462 askerdi. Keza 12-13 Temmuz İkinci Kerevizdere savaşları İngiliz ve Fransız kuvvetlerine de insan kaybı açısından pahalıya mal olmuştu. Örneğin, 7.500 mevcutlu 52’nci İngiliz Tümeni, 2500’ünü; İngiliz Deniz Tugayı, 600 den fazla personelini kaybetmişti. Fransızlar, 800 kişilik zayiatlarıyla bu kez İngilizlerden daha şanslı çıkmışlardı. Kısaca, her iki tarafa da oldukça ağır kayba mal olan bu savaşlar, İngiliz ve Fransız saldırılarını boşa çıkarmanın verdiği rahatlık ve kendine güven duygusu içinde Türk direnme ve moral gücünü daha çok artırmıştır. Bu durum, Türk savunma bölgelerinde ve özellikle Güney Grubu bölgesinde yayılma olasılığı bulunan hareketlere karşı önlem alma ve soğukkanlılık içinde yeniden düzenlenme alışkanlığı sağlamıştı. İngiliz ve Fransızlara gelince, onlar da, iyice hazırlanmadan yer yer yaptıkları taarruzlardan vazgeçerek, daha tedbirli ve ihtiyatlı hareket etmenin bilincine varmıştır. Cephede yeni düzenlemeler yapılmıştır: Mirliva Mehmet Ali Paşa Komutasındaki Asya Grubu (2’nci, 3’ncü ve 11’nci Tümenler), karargâhıyla Kalvert çiftliğinde; 25 Mirliva Vehip Paşa Komutasındaki Güney Grubu (2’nci, 5’inci ve 14’ncü Kolordular), karargâhıyla Salim Bey çiftliğinde; Mirliva Esat Paşa Komutasındaki Kuzey Grubu (5’inci, 9’ncu, 16’ncı ve 19’ncu Tümenler), karargâhıyla Kemalyeri’nde; Yarbay Wilmer Komutasındaki Anafarta Bölge Komutanlığı (iki piyade ve iki jandarma taburu, bir topçu taburu), karargâhıyla Çamlıtekke’de; Yarbay Hamdi Komutası’ndaki Tayfur Bölge Komutanlığı (4’ncü Süvari Alayı), karargâhıyla Tayfur’da; Albay Fevzi komutasındaki Saros Grubu (6’ncı, 7’nci ve 12’nci Tümenler ve Bağımsız Tugay), karargâhıyla Gelibolu’dadır. Anafartalar/Suvla çıkarmasını gizlemek için yapılan Seddülbahir Savaşları başlamak üzere iken, elde edinilen deneyimlere göre, bundan önceleri yapıldığı gibi, ele her taze kuvvet geçtiğinde hücum etme alışkanlığına son vermiş olan Güney Grup Komutanı Vehip Paşa, Liman von Sanders ile bu kez ters düşmüştü. Sonunda, cepheyi ziyaret eden Başkomutan Vekili Enver Paşa, cephede gerçekleştirilen küçük bir tatbikat denemesiyle ikna edildi. Vehip Paşa’nın “uygulanması gereken en doğru planın savunma planı olacağı görüşü” benimsendi. Böylece bugünkü durumda Güney Grubu’nun taktiği, “önce savunmada kalmak, İngiliz veya Fransızların saldırısı halinde, bu saldırıları kırdıktan sonra karşı taarruza geçerek onları hem kuvvetçe güçsüzleştirmek ve hem de saldırı istek ve inatlarını kırarak, moral bakımından yıpratmayı amaçlayan planın uygulanması kararlaştırıldı. 6-7 Ağustos günleri yapılan savaşlardan sonra, Seddülbahir bölgesindeki çarpışmalar, birkaç mevzi harekat dışında, 13 Ağustos akşamına kadar geçen sürede, sadece karşılıklı topçu bombardımanları, küçük çaplı gece baskınları, ve bomba atışları ve lağım patlamalarıyla mevzi halde sürekli devam edip gitmiştir. Bu arada, yalnız 52’nci İngiliz Tümeni’nce, daha önce Türk savunma hattı gerisinde bağlık kesimde ellerinde kalan bir mevzi parçasının, batıya doğru 26 genişletme amacıyla, Kasım 1915’te girişilen harekat dışında, Çanakkale boşaltılmasına kadar (8/9 Ocak 1915) tarafların durumunda bir değişiklik olmamıştır. **** İngilizler Güneyde yaptığı gibi 6-7 Ağustos Suvla çıkarmasını perdelemek amacıyla aynı uygulamayı Kuzeyde de gerçekleştirmiştir. Kanlısırt’taki başarılarını, deniz ve kara topçusunun yoğun ve etkili ateşleri sağlamıştı. Türk karşı hücumlarını da, yine bu topçuların ateşi önlüyordu. Bununla beraber, yine de karşı hücuma kalkmada zaman kaybedilmemişti. İngilizler, bir kısım siperler dışında mevzilerinden sökülüp atılamadı. Başarısızlığın en önemli nedeni, el bombası azlığıydı. İngilizler ise, hesapsız ölçüde el bombası kullanıyorlardı. Bu yüzden Kanlısırt’taki savaşlarda, Türk birlikleri, ağır kayıp verdiler. 8 Ağustos’ta İngilizlerin Conkbayırı’na yönelttiği harekât gelişme göstermeye başlamıştı. Kanlısırt savaşlarının, en önemli özelliği, el bombası silahının büyük bir rol almasıydı. İngilizler, bu silahı daha fazla sayıda kullandığından, hem mevzilerini korumasını, hem de, Türk karşı taarruzlarını durdurmayı başarmışlardır. Bu yüzden 6-10 Ağustos arasında Türk kaybı: 1.530’u şehit, 4.750’si yaralı olmak üzere 7.164’tü bulmuştu. Avustralyalıların zayiatıysa, 1.700’den fazla idi. Bu savaşlarda İngilizler, Türk birliklerini tespit ve üzerlerine çekmeyi sağlamışlar ve 16’ncı Tümeni hayli yıpratmışlardır. Türklerin dikkatini Kanlısırt’a çektikten sonra, General Hamilton planının ilk evresi uygulamaya konulacak ve gün doğmadan Conkbayırı güneyi Kocaçimen bloğuna egemen olan İngilizler, Çanakkale Boğazı’na ulaşarak, Boğazı kontrol eder duruma girecekti. 19’ncu Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, bir kısım İngiliz kuvvetinin 7 Ağustos sabahı Şahinsırtı’nı ele geçirdiğini ve diğer kuvvetleriyle de, Conkbayırı’na ilerlediğini haber alınca, elindeki ihtiyat taburunu (14’ncü Alay 1’nci 27 Taburu) Kocaçimentepe’ye ve son ihtiyatı olan 72’nci Alay’ın iki bölüğünü de, Conkbayırı’na yöneltmişti. Düztepe dolayına varan bu kuvvetler, Şahinsırtı’na ulaşan İngiliz birlikleriyle çarpışmaya başladı. 14’ncü Alay 1’nci Tabur Komutanı’nın durumu Tümen komutanına bildirmesi üzerine, 19’ncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal (Atatürk), tabur komutanını iki bölüğüyle ne pahasına olursa olsun Conkbayırı’nı tutmasını emretti ve bu emir uygulanarak, bu iki bölük, Conkbayırı Kurtgeçidi hattını İngilizlerden önce tutmasını başardı. 72’nci Alay’ın iki bölüğü de bu hattın solundaki mevzilere yerleşti. Böylece İngilizlerin hedeflediği saldırı doğrultularını (Conkbayırı ve Kocaçimentepe’yi) ilk kapayan bu kuvvetler oldu. Bunlar, ilerlemekte olan İngiliz birlikleriyle yiğitçe savaşa tutuştular. Bu sırada 14’ncü Alay, bir kısmıyla Asmalıdere dolayında İngilizlere karşı direniyor, bir kısım kuvvetleriyle de üstün kuvvetler karşısında çekiliyordu. Bu arada, bu kesimdeki İngiliz birlikleri de, Conkbayırı’na tırmanıyordu. Bu durum karşısında 9’ncu Tümen Komutanı, Conkbayırı’na ilerlemekte olan 64’ncü ve 25’nci Alaylardan 25’inci Alayına, hızla Conkbayırı’na yetişmesini emrederken, 64’ncü Alayına, Asmalı dere’de direnen 14’ncü Alayı destek ederek, karşı taarruza geçmesi emrini verdi. Bu direniş karşısında İngilizler, Kocaçimentepe’ye saldırıdan vazgeçmiş, Yeni Zelanda ve Hint Tugayları ile Conkbayırı’na saldırıya karar vermişti. Gerçekten kara ve gemi toplarıyla 19’ncu Tümen’in sağ kanadını Conkbayırı ve gerilerini şiddetle bombardımana başlayan İngilizler, bu topçu ateşini müteakip Conkbayırı’na saldırıya geçtiler. Saldırıya hedef olan buradaki 14’ncü Alayın 1’nci Tabur’u, üstün kuvvet karşısında hücuma geçti. Bu sırada Besimtepe’ye yetişerek mevziye giren Üsteğmen Besim’in dağ bataryasının etkili ateşleri ve yetişen 25’inci Alay’ın savaşa katılmasıyla İngiliz birliklerinin saldırısı tümüyle durduruldu. 28 Bu savaşta çok kayıp veren İngilizler, saldırılarını yineleyememişler, Conkbayırı sırtlarıyla Şahinsırt’ta kalarak tahkimata başlamışlardır. 9’ncu Tümen Komutanı Albay Kannengiesser’in yaralanmasını öğrenen 5’inci Ordu Komutanı, Kocaçimen kesimindeki kuvvetlerin komutasını 4’ncü Tümen Komutanı Yarbay Cemil’e verilmesini ve Anafarta Bölgesi Komutanı Binbaşı Wilmer’in de, bu komutanlık emrine girmesini emretti. Nitekim 4’ncü Tümen’in Komutanı Yarbay Cemil, “Conkbayırı Savaşları” adlı kitabında, bu gerçek durumu şöyle yansıtmaktadır. “Conkbayırı’nın en çetin ve kanlı boğuşmalarını 9’ncu Tümen’in 25’inci Alay’ı ile 64’ncü Alayı yapmıştır. Bu sırada, kıymetli iki sınıf arkadaşım 25’inci Alay Komutanı Yarbay Nail ile Binbaşı Mehmet Ali şehit olmuştu. 64’ncü Alay Komutanı Yarbay Servet, daima büyük gayret ve cesaretle karşı taarruzlar yaparak İngiliz saldırılarını durdurmuştur.” Amacı daha büyük Türk birlikleri yetişmeden Kocaçimen-Conkbayırı hattını ele geçirmekti. Fakat birliklerinin savaş alanında yaptığı bazı yanlış hareketler nedeniyle bu amacına ulaşamadı. 8 Ağustos 1915 günü saat 06.00’ya doğru bütün cephede İngiliz saldırıları ve Türk karşı taarruzları başlamış, boğuşmalar gittikçe şiddetini arttırmıştı. Bu sırada, Conkbayırı’ndaki iki tarafın kuvvetleri, tepeler hattı üzerinde 2530 metre mesafeyle birbiri karşısında bulunuyorlardı. Kocaçimen ve Conkbayırı bölgelerindeki birliklerin Anafartalar Grubu Komutanlığı’nın emrine verilmesinden ötürü Kuzey Grup Komutanlığı, bu bölgelerde olup biten olaylardan gereğince bilgi alamaz olmuştu. Bununla beraber, bölgenin taşıdığı önemi dikkate alan Kuzey Grup Komutanı Esat Paşa, İngilizlerin Conkbayırı’na saldırısını haber alınca, ilk önlem olarak, elindeki ihtiyat 10’ncu Alayı, 19’ncu Tümen emrine gönderdi. Ayrıca Güney Grup Komutanı Vehip Paşa’dan kuvvet istedi. Vehip Paşa, derhal Albay Ali Rıza Komutasındaki 8’nci Tümeni (23’ncü ve 24’ncü Alaylar), Kuzey Grup Komutanı emrine göndermişti. 24’ncü Alayı ile 29 Conkbayırı’na yöneltilen Albay Ali Rıza’ya, buradaki birlikleri de emrine alarak, İngilizlerin bu kesimden atılması görevi verildi. Albay Ali Rıza, 8/9 Ağustos gecesi Conkbayırı’na taarruza geçtiyse de, İngilizleri buradan atamadı. 8’nci Tümen bölgesinde (Conkbayırı’nda), 25’inci, 24’ncü, 64’ncü Alaylarla 11’nci, 33’ncü Alayların bazı taburları da dâhil yaklaşık toplam 12 tabur, birbirine karışmış ve ağır kayba uğramış durumdaydılar. İşte 8 Ağustos’ta bu durum yaşanırken, 19’ncu Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, Conkbayırı’ndaki bu kritik durumu belirterek Kuzey Grup Komutanlığı aracılığıyla 5’inci Ordu Komutanlığı’nı uyarılmasıyla ilgili Kuzey Grup Komutanlığı’na telefonla yaptığı ilginç önerisi aynen şöyledir: 8 Ağustos 1915 (Gizli Telefon) Kuzey Grup Komutanlığı’na “Conkbayırı’ndaki durumun henüz şayanı dikkat ve nazik olduğu anlaşılıyor. Bu hususta Ordu Komutanı’nın ciddi surette nazar-ı dikkatini çekmeye aracı olmanızı, memleketin selameti adına istirham ederim.” Bu uyarı üzerinedir ki, 19’ncu Tümen Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal aynı gün Anafartalar Grup Komutanlığı’na atanmıştır. Emir üzerine 19’ncu Tümen Komutanlığı Vekaleti’ni 27’nci Alay Komutanı Yarbay Şefik’e bırakarak yeni görev yerine hareket eden Mustafa Kemal, 9 Ağustos’ta 4’ncü Tümen Komutanlığı’na şu emri gönderdi: “1. Anafartalar Grup Komutanlığı’na atandım. Şimdi komutayı ele aldım. 2. 12’nci Tümen’in Mestantepe ve 7’nci Tümen’in Damakçılıkbayırı doğrultusunda taarruzuna ilişkin 8 Ağustos’ta eski grup komutanlığınca hücum emri verilmiş olduğuna göre, Kocaçimen-Conkbayırı hattında bulunan Tümenler, ilkin bu taarruzu temin ve tespit edeceklerdir:” 30 Bu arada Besimtepe ile Kocaçimen tepeye saldırı eden General Cox Grubu, hedeflerine ulaşamamıştı. Abdurrahmanbayırı’nda sayısı 5.000 olduğu sanılan Türk kuvvetleri, bu taarruzu durdurmayı başarmıştı. 9 Ağustos 1915 günü Conkbayırı’nda saat 04.30’da İngiliz Savaş gemileri ve Arıburnu cephesi kuzeyindeki tüm kara topçusu, Kurtgeçidi-Conkbayırı hattını ve gerisini şiddetli bir bombardımana başladı. Bunu İngiliz birliklerinin saldırısı izledi. İlk saldırıda bir kısım İngiliz birlikleri, Conkbayırı kuzeyindeki doruk çizgisinde bulunan bazı Türk siperlerine kadar yanaşmayı başarmıştı; ancak buradaki Türk birliklerinin kendi ihtiyatlarıyla yaptığı karşı saldırı sonunda İngiliz saldırısı durduruldu ve hatta geri atıldı. En sol kanattaki kıtalar, belirlenen saatte saldırıya geçmiş ve Besimtepe’yi ele geçirmişlerse de, Türk birliklerinin karşı taarruzları sonucu eski mevzilerine çekilmek zorunda kaldılar. Bu zamana kadar Türkler, Conkbayırı hemen kuzeyindeki sırtları takviyeye başlamışlar ve Damakçılıkbayırı üzerinden karşı taarruza geçmişlerdi. Kurmay Albay Mustafa Kemal Komutası’nda oluşturulan Anafartalar Grubuna Kocaçimen ve Conkbayırı kesimindeki kuvvetler de katılmış bulunuyordu. Böylece Suvla limanından doğuya uzanan geniş alana egemen olan KocaçimenConkbayırı bloğunun sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarına yüklenmişti. Her ne kadar dünkü (9 Ağustos) Anafartalar taarruzu başarıyla sonuçlanmışsa da, bununla yarımadanın güvencesi henüz sağlanmış sayılmazdı. Mustafa Kemal’in 9 Ağustos akşamı Conkbayırı’ndaki 8’nci Tümen karargâhına geldiği zaman buradaki birliklerin durumu şöyleydi: 8’nci Tümen’in sol kanadında 10’ncu Alay bulunuyor, grup emrine verilmiş olan iki Alaydan 28’nci Alayın gece yarısına doğru cepheye ulaşacağı sanılıyor, 41’nci Alay’ın ise, ne zaman katılacağı kestirilememekteydi. Yarbay Pötrich Komutasındaki 9’ncu Tümen’in 64’ncü Alayı, iki tabur, 33’ncü Alayı bir tabur halinde olup 25’inci Alay’ı ise dağınık, emir ve komutadan 31 çıkmış, Alay komutanı, tek başına kalmıştı. Tümen karargâhı da, İngiliz topçusunun ateşleriyle darmadağınık olmuştu. Yarbay Cemil komutasındaki 4’ncü Tümen, ikişer taburlu iki zayıf Alay (14’ncü ve 11’nci Alaylar) ve 32’nci Alayın iki taburdan az bir kuvvetiyle Kocaçimen kuzeyinden 7’nci Tümen sol kanadına kadar uzanan bölgede Abdurrahmanbayırı Asmalıdere güneyindeki sırtlarda bulunuyordu. Kısaca Conkbayırı kesimindeki cepheyi koruyan 8’nci Tümen (23’ncü, 24’ncü Alaylar) idi. Kurmay Albay Mustafa Kemal, 10 Ağustos saat 04.30’da baskın tarzında bir taarruza karar vermişti. Diğer komutanlar ise, gelmekte olan kuvvetlerin beklenmesini öneriyorlardı. Bu konuda Mustafa Kemal, şöyle demekteydi: “Hakikatte hakları vardı. Fakat bu başarıyı fazla kuvvete sahip olmaktan çok, elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet vermekle ve onları benim tasarladığım gibi kullanabilmekte görüyordum. Geçirilecek zaman, bizden çok İngilizlere yararlı olacaktı. Onun için tüm önerilere karşın, kesin olarak hücum edecektim.” Mustafa Kemal, yukarıdaki karar çerçevesinde 10 Ağustos’ta yapılacak taarruz için, 8’nci Tümen Komutanına aldıracağı düzen hakkında gereken direktifi vermişti. Bu direktife göre kısaca: Tüm kıtalar süngü takmış olarak, Conkbayırı güneyindeki 260 Rakımlı Tepeyle Conkbayırı kuzeyini görmeye elverişli olan boyun noktasındaki birlikten saat 04.30’da havaya kaldırılacak kürek işaretiyle başlayacaktı. Gece gelecek 28’inci Alay, 261 Rakımlı Tepeyle Düztepe arasından taarruz edecek, 41’nci Alay ihtiyatta kalacaktı. Mustafa Kemal’in bu direktifini taarruz için birliklere verdiği şu emri izledi: (kısaltılmıştır) “a. 8’inci Tümen, kendine katılan taze kuvvetlerle yarın fecirle beraber Conkbayırı-Şahinsırtı’ndaki İngilizleri geri atacak ve takip edecektir. Diğer Tümenler, hücumdan sonraki taarruzu kolaylaştıracaklardır. 32 b. 7’nci ve 12’inci Tümenler, bugün ilerledikleri hatları tahkim edecek ve elde bulunduracaklardır.” Hücum, planlandığı biçimde her hangi bir topçu hazırlık ateşine dayanmadan, baskın tarzında (havaya kaldırılan kamçı ve kürek işaretiyle) başladı. Mehmetçikler, süngülerini takmış oldukları halde, hep beraber ve birden bire ok gibi siperlerinden fırladılar; İngiliz siperlerine daldılar. Boğuşma kısa sürdü. Conkbayırı’ndaki iki İngiliz taburundan kurtulabilenler, düzensiz bir şekilde geriye çekildiler. Sağ kanattaki 23’ncü Alay, kaçan İngilizlerin peşine takıldı. Ağıl kesimine hücum eden Türklerle General Baldwin birlikleri arasında saatlerce süren kanlı boğuşmalar oldu. Bu boğuşmalar, buradaki süngü savaşları, Yarımada’da bu güne kadar geçen süngü savaşlarının en korkuncu olmuştu. 6-10 Ağustos’ta Conkbayırı dolaylarında, aralıksız savaşların, olağanüstü kanlılığını kanıtlamak için iki tarafın verdiği zayiatla ilgili aşağıdaki sayılara göz atmak yeterli olacaktır. İki tarafın toplam zayiatının (20.000 Türk, 25.000 İngiliz) 45.000’i bulmuş olması ilginçtir. Bu bir insan kıyımı anlamına gelir. Buralarda Türk şehitleri, vatan topraklarını koruma uğruna kan akıtmışlardı. İngilizler ya da onun dominyon askerleri, niçin ölmüşlerdi? Bunun hesabını, onları bu topraklara gönderen hırslı politikacılarıyla yöneticilerinin kendi toplumlarına vermeleri gerekir. Burada önemli bir noktaya değinmek gerekmektedir. Oda şudur: 6-10 Ağustos günlerinde gerçekleşen savaşlar hakkında yayınlanmış yerli ve yabancı çeşitli yayınlarda, İngilizlerin Conkbayırı’nı ele geçirip geçirmediği sorunu kuşkulu olarak gösterile gelmiştir. Her nedense Britanya İmparatorluğu Müdafaa Komitesi Tarih Encümeni’nin nezareti altında resmi belgelere dayatılarak yazılmış olan Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı II’nci cildinin 206’ncı sayfasında, Wellington Taburunca Conkbayırı tepeler 33 hattının ele geçirildiği ve buradan parıldayan Boğaz sularının görüldüğü yazılmaktadır. Buna karşı elimizdeki Türk belgelerinde Conkbayırı tepeler hattının, Türklerin elinden çıkmadığı kanıtlanmaktadır. Yine bu konuda, İngiltere İmparatorluk Savunma Komitesi Tarih Şubesi’nce derlenip 1923 Ağustos ayında yayınlanan ve dilimize “Harekatı Bahriye” adıyla Türkçeye çevrilen eserin 3’ncü cildinin 7-10 Ağustos günlerindeki savaşlar hakkında yapılan açıklamalardan, (sayfa 164-175) Conkbayırı’nın elde edildiğine ilişkin kesin bir ifadeye rastlanmamaktadır. Kısaca ve sonuç olarak denebilir ki, Anafartalar Grubu Komutanlığı’na atanan Kurmay Albay Mustafa Kemal, yorgun ve ağır kayıp uğrayarak, yıpranmış Türk birliklerine yeni bir ruh ve dinamizm vermiş ve onları 10 Ağustos’ta sadece süngülerini kullanarak, baskın tarzında yeniden taarruza geçirmiştir. Çanakkale Savaşlarının en kanlı çarpışmalarını oluşturan bu hücum sonucu, İngiliz birlikleri geri atılmış; ağır kayıplara uğratılarak, saldırı güçlerini yitirmişler, başarısızlığa uğramışlar ve taraflar, savunma hatlarında yerleşmişlerdir. **** Anafartalar-Suvla’da gelişmekte olan yeni durum üzerine, 5’inci Ordu Komutanı, Saros Grubu’ndan bir Alayı, Anafartalar doğrultusunda harekete geçirerek, bölgedeki Grup Komutanı Yarbay Wilmer ile bağlantı kurmasını emretti. Öte yandan da durumun kritikliğini görerek, bölgenin sorumluluğunu yüklenebilecek, bir komutan arayışına girdi. Kendisiyle görüşülen Mustafa Kemal, “bütün mevcut birlikleri emrime vermekten başka çare yoktur” diyordu. “Bu kadar birlik çok gelmez mi?” sorusuna, “az bile gelir” diye cevap veriyordu. Böylece Mustafa Kemal kendisini daha yukarıda da değinildiği gibi, Anafartalar Grubu Komutanı olarak cephede buluyordu. 5’inci Ordu Komutanı Liman von Sanders, son gelişmelerden, KocaçimenConkbayırı çizginin önemini daha iyi anlamıştı. Onun ve Türk komutanlarının ana fikri, 9’ncu İngiliz Kolordusu’nun Anafartalar kesimine yaptığı taarruzları 34 durdurmak, Damakçılıkbayırı-Mestantepe çizgisini ele geçirip Kocaçimen tepenin güvenliğini sağlamak ve İngiliz Anzak Kolordusu ile 9’ncu Kolordunun birleşmesine engel olmaktı. Anafartalar bölgesindeki bu gelişmeler karşısında Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal, 9/10 Ağustos gecesi birliklerine, bulundukları hattı tahkim ederek, savunma için düzenlenmeleri emrini verdi. Kendisi de 10 Ağustos’ta Conkbayırı kesiminde gerçekleştirilecek taarruzu düzenlemek ve yönetmek üzere, o bölgeye hareket etti. Anafartalar bölgesinde geçen 9 Ağustos savaşlarda, 13 Türk taburu, 22 İngiliz taburunu yenmiş, daha da önemlisi İngilizlerin kesin zafer ümitleri bir kez daha kırılmıştı. Kısaca Mustafa Kemal’in, 9 Ağustos sabahı Anafartalar bölgesinde giriştiği karşı taarruzu, 9’ncu İngiliz Kolordusu’nun Suvla’daki ileri harekâtını durdurmuş, İsmailoğlu tepesi ile Anafarta sırtı Türk birliklerinin elinde kalmıştı. 5’inci Ordu Komutanı Liman von Sanders, 9 Ağustos günü Başkomutanlığa sunduğu raporda: “Saat 15.00 durumunun iyi olduğu, İngiliz saldırılarının püskürtülüp arazi kazanıldığını” belirttiği gibi, saat 23.45’te gönderdiği ikinci raporunda da, “Anafartalar ve Kocaçimen kesimlerinde İngiliz saldırılarının tamamen durdurulduğunu” belirtmiştir. “Suvla ve Anzak’ta savaşa sokulan 50.000 kişilik İngiliz kıtalarının üç günde verdiği kayıp, 18.000’den aşağı değildi. Gökçeada’ya varan Hamilton, kendisini daha da büyük üzüntüye düşüren Conkbayırı’ndaki birliklerinin yenilgisi haberini aldı. Bu arada 5’inci Ordu ve Anafartalar Grup Komutanlığı’nın, sözü edilen düzenlemelerle ilgili olarak ve Başkomutanlık Vekâleti’nden 5’nci Ordu’ya gönderilen bir emirde, Bolayır bölgesinin sorumluluğu, 1’nci Orduya verilmiş, böylece Liman von Sanders, rahat bir nefes almıştı. Bu emir üzerine, 1’nci Ordu Komutanı Golç Paşa, karargâhını Gelibolu’da kurdu. 35 Bunun üzerine Hamilton, 17 Ağustos’ta Lord Kitchener’e gönderdiği bir telgrafta, özet olarak “ivedi 45.000 kişilik destek kuvvetiyle, 50.000 kişilik yeni birlik (taze kuvvet) gönderildiği takdirde, kesin zaferi elde edeceğine inandığını” yazıyor ve raporunu şu ilgi çekici sözlerle bitiriyordu: “Bütün gerçeği tüm açıklığıyla size bildirmeyi çok doğru buluyorum. Çok cesur savaş eden, iyi sevk ve idare edilen asil Türk Ordusunun karşısında bulunuyoruz.” Kayacıkağılı (Bombatepe) Savaşı (27 Ağustos), Anafartalar bölgesinde yapılan son harekât olmuştur. Bundan sonraki gün ve aylarda, Anafartalar ve Arıburnu cephesindeki savaşlar, hareketliliğini yitirmiş İngiliz kuvvetleri, çekilip gidene kadar mevzi savaşları halinde çarpışmalar sürüp gitmiştir. Başkomutan General Hamilton’un Anafartalar savaşlarında, ilk hedef olarak ulaşmak istediği Kocaçimen-Tekketepe hattı, yalnız gerçekleştirmek istediği kuşatma manevrasına dayanak olması açısından değil, karaya çıkan İngiliz kuvvetlerinin güvenliği açısından da büyük önem taşımaktaydı. Bu hat, Türklerin elinde kaldıktan ve tahkim edildikten sonra yapılan kuvvetli saldırılardan da hiçbir sonuç alınamadı. Böylece Hamilton planı, iflas etmiş ve İngiliz kuvvetleri erimişlerdi. Aslında oldukça iyi düzenlenmiş olan ve Türklerin ihmal ettiği bir bölgede uygulama alanı bulan İngiliz kuşatma planı, en elverişli koşullar içinde ve fırsatlar karşısında başarısızlığa uğradı. Bu takdire değer planın, başarısızlığa uğramasında, Kolordu ve Tümen komutanlarının, genel durumun gereklerini kavrayacak nitelikte olmamalarının, azim ve iradeden yoksun bulunmalarının etkisi büyüktür; fakat Başkomutan Hamilton da, bunları azim ve süratle harekete geçirecek enerji ve dinamizmden yoksundu. Anafartalar savaşı, Çanakkale Savaşı’nın kaderini belirlemişti. Bu savaşının başlangıcında çok dağınık olan Türk kuvvetlerinin hızla kesin sonuç yerine yöneltilmeleri, özellikle bu kuvvetler yetişinceye kadar Türk güvenlik kuvvetlerinin gösterdikleri direnişler grup komutanlarının tasarrufu mümkün olan bütün kuvvetlerini, kesin sonuç yerine göndermeleri ve Ordu Komutanı’nın bu konuda gösterdiği azim ve şiddet, hatalı durumun kısa bir zamanda düzeltilmesini sağlamıştır. 36 Burada bir noktayı da belirtmek lazımdır ki, kesin sonuç yerine toplanan kuvvetlerinin, genç, cesur ve sevk idare yeteneği yüksek olan Kurmay Albay Mustafa Kemal’e verilmesi iyi bir talih olmuş, onun kuvvetli iradesi bütün zorlukları yenmişti. İngilizlerin Anafarta ovasındaki mevzileri, mahkûm durumdaydı. Fakat yanları denize dayalı olup güçlü bir donanmanın desteğinde ve tüm teknik araçlardan yararlanılarak, güçlü ve oldukça derin bir tahkimat sistemi vücuda getirmişlerdi. Kuşkusuz eldeki topçu kuvveti ve sınırlı cephanesiyle Türk Ordusunun, İngilizlerin bu mevzilerini yarmaya imkân yoktu. Kısacası İngilizlerin her türlü geniş imkânlarına karşın gösterdiği aczi, Türklerin yoksunluk ve imkânsızları sonucunda, Çanakkale’de yeniden mevzi savaşları dönemi başlamış oldu. Anafartalar ve Arıburnu bölgelerini boşaltma (20 Aralık 1915) düşüncesi artık İtilafların tek çaresi gibi gözüküyordu. Hamilton’un görevden alınmasına karar verildi ve O, Doğu Sefer Kuvvetleri Başkomutanlığı’nı bırakarak, İngiltere’ye döndü. Yerine atanan General Sir Charles Monro, 28 Ekim’de Mondros’a ulaştı. Kritik durumu değerlendiren Çanakkale Boğazı Komitesi, 3 Kasım’daki toplantısı sonucunda Kitchener’in Gelibolu’ya gönderilmesine karar verildi. 9 Kasım’da Mondros’a vararak Monro ve Birdwood ile görüştü. Kitchener, Birdwood’la birlikte Gelibolu mevzilerini üç gün teftiş etti. Çanakkale durumu hakkındaki tartışmalar günlerce sürer ve hatta boğazın yeniden donanmayla zorlanmasıyla ilgili Keyes Planı bile gündeme geldi. Ama sonunda, Lord Kitchener, 4 Kasım’da General Birdwood’a çektiği bir telgrafta, “Çanakkale’den birlikleri geri almak için, sükûnetle ve çok gizli olarak bir plan hazırlanmasını” istedi. Sanki kışın habercisi gibi ağır havalar 26 Kasım akşamı yoğun bir yağmurla başladı. Aynı zamanda fırtına etkisini Yarımada’nın her tarafında göstermeye başladı. Siperleri bir metre su bastı. 27 Kasım günü de saat 16.00’da ilk kar taneleri döküştürmeye başladı. Kar ve tipi, korkunç yüzünü göstermekte gecikmedi. Isı sıfırın altına düştü ve siperlerde görevli bulunanlar için hava şartları dayanılmaz bir durum 37 aldı. Ertesi gün sabah olduğunda düşman askerleri hiç tanımadıkları bir görüntü ile karşılaştılar. Her tarafı kar kaplamıştı ve her yer buz tutmuştu. Kırık ve çıkığın haddi hesabı yoktu. Durum düşman açısından umutsuzdu. Birkaç gün içinde yüzlerce asker donarak öldü. Bu sıralarda Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal, hastalandığından, tedavi görmek ve dinlenmek üzere, 10 Aralık 1915’te İstanbul’a gitmişti. Yerine 5’nci Kolordu Komutanı Fevzi Paşa (Mareşal Çakmak) atanmıştı. 5’nci Ordu Komutanı Liman von Sanders, Seddülbahir’den yapılan tahliye için şöyle der: “Bütün dikkatlerimize karşın, İngiliz ve Fransızlar, tüm kuvvetlerini geri çekmekte başarılı olmuştur.” İngilizlerin, Gelibolu yarımadasını boşaltması ilgili olarak Liman von Sanders’in Başkomutan Vekâleti çektiği ilk telgraf şöyleydi: “Tanrıya şükür, Gelibolu yarımadası tamamen düşmandan temizlenmiştir. Diğer ayrıntılar, ayrıca sunulacaktır.” Sekiz buçuk ay süren Çanakkale Savaşlarında tarafların kaybı, kesin olmamakla beraber şöyle özetlenebilir: Türklerin belgelere dayanan en kesin sayı, 5’nci Ordu Komutanlığı’nın son aylara ilişkin olarak Başkomutan Vekâletinin sunduğu kayıp raporlarından derlenen sayılardır. Buna göre Türk kaybı toplam olarak 213.882’yi bulmuştu. Bu kuvvetlerden İngilizler, 205.000; Fransızlar ise, 47.000 kişi kayıp vermişlerdir. Bu kuvvetlerden İngilizler, 205.000; Fransızlar ise, 47.000 kişi kayıp vermişlerdir. Lojistik Destek: Ordular, savaş sırasında istenilen hedefe ulaşamazlarsa, bunun sebeplerinin en büyüklerinden birinin, idari işlemlerin ve lojistik desteğin yeterli derecede iyi planlanmadığı veya yürütülemediğinden ileri geldiği son derece ortadadır. Çünkü, cephede düşman karşısında iyi beslenemeyen, giyeceği, silah ve cephanesi yeterli olmayan bir birliğin, ne kadar üstün ve kabiliyetli komutanların 38 idaresi altında olursa olsun, verilen emirleri yerine getirebilmesi mümkün değildir. Cephede aç, cephanesiz kalan erin, sargı yerinde yaralarını sardıramayarak inleyen yaralının durumu, hep lojistik desteğin yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır. Savaş sırasında diğer cephelerde orduların idari faaliyetleri ve lojistiği konusunda birçok aksaklık meydana gelirken, Çanakkale Cephesinde durum biraz daha iyi ve olumludur. Çünkü burada ordunun ihtiyacı olan lojistik destek, mümkün olduğu kadar zamanında ve istenilen yere ulaştırılmaya çalışılmıştır. Çünkü Türk ordusunun Çanakkale’de gösterdiği başarısında, komutanların yüksek sevk ve idare kabiliyetlerinin yanı sıra, diğer cephelere göre ulaşım hatlarının nispeten daha kısa olmasının ve bu nedenle lojistik desteğin zamanında yapılmasının da büyük rolü olmuştur. 39