ŞEHİTLİK ZİYARETİ 7 Temmuz 2010 Çarşamba, Saat 09.00

advertisement
ŞEHİTLİK ZİYARETİ
7 Temmuz 2010 Çarşamba, Saat 09.00- 20.00
Kahvaltı sonrası iki araçla hareket edildi. Toplam katılımcı sayısı 65 idi.
Çanakkale İskeleden Eceabat İlçesine geçildi. Kilitbahir kalesine kadar Birinci
Dünya Savaşı’nın sebeplerinin yüzyıllar öncesine kadar uzandığı aktarıldı:
Sömürgecilik daha 15.yy.da Rönesans’la gelişen bilimin imkânlarıyla
insanlarda oluşan yeni ülkeler, yeni insanlar, yeni bitkiler, yeni uygarlıklar keşfetme
duygusundan kaynaklanarak başlamış ve bunlara Avrupa’ya ucuz baharat ve değerli
maden getirme isteği de eklenmişti. Giderek bu ülkelerin zenginliklerinden daha
fazla yararlanma yolu, büyük devletleri sömürgeciliğe yöneltmiş; bu karlı ortam
sömürge imparatorlukları kurmalarına da imkân sağlamıştır.
İtalya gibi Almanya da ulusal birliğini sağlayıp askeri anlamda ağır sanayi
merkezli silahlanmaya başladı. Alman Krupp fabrikalarında büyük toplar 1,
diğerlerinde başka silahlar yapılırken; modern denizaltılar ve savaş gemileri birer
birer denize indiriliyordu. Artık Avrupa’da bir silahlanma süreci başlamıştı ve bu
süreç, körükleyici gelişmelerle daha da derinleşiyordu.
Balkanlar’da Rusya ile Avusturya arasında nüfuz çatışması kaçınılmazdı. Akdeniz’e açılmak isteyen Rusya, Panislavist sloganla Balkanlar’ı nüfuzuna almak
istiyordu. Oysa Avusturya da Balkanlara sahip olmayı arzu ediyordu çünkü kendi
ülkesinde de Slavlar vardı.
Fransız ihtilali ile ‘milliyetçilik’ fikri çeşitli uluslar üzerinde etkili olmuş,
ulusal sınırlar içerisinde ulusal devletler kurma düşüncesi gelişmiş ve yer yer
bağımsızlık savaşları baş göstermişti.
Bu toplar 1875 yılından itibaren Almanya’dan sipariş edilip, Çanakkale Boğazı’nın en dar
noktasındaki karşılıklı olarak her bir tabya bonetinin arasına yerleştirilmiştir. Bu tarz modern topların
sayısı 200’ü aşar. Fatih Sultan Mehmet’in başlattığı ‘güneyden gelecek tehlikeye karşı tahkimat’
(Boğaz’ın en dar noktası sahillerinde askeri savunma için) yapma girişimi, Osmanlı Devleti’nin güç
kaybına paralel olarak geliştirilerek devam etmiştir. Her dönem Padişahının hizmetine rağmen II.
Abdülhamit’in ortaya koyduğu emek kayda değer niteliktedir. Eskileri modernleştirip, pek çok yeni
tabyalar yaptırmış, Avrupa’dan (büyük çoğunlukla da Almanya’dan) sipariş ettirdiği sahil savunma
toplarını yerleştirtmiştir. İşte 18 Mart 1915 Türk zaferinin gerisinde bu topların büyük katkısı
olmuştur.
1
1
Savaş nedenleri arasında diğerleri kadar olmasa bile hanedan çekişmeleri,
rekabeti ve dedikodularının da etkisi vardı.
Belki I. Dünya Savaşına neden olan faktörlerin son aşaması bloklaşmadır.
O tarihte doğu politikasına büyük önem veren Almanya, İngiltere’nin
Osmanlı devleti’nden desteğini geri çekmesinden doğan boşluğu doldurmaya
istekliydi. Ayrıca; Osmanlı Devleti’nin milli hedefleriyle Alman politik ve askeri
hedefleri arasında -Osmanlı Devleti’nin coğrafi konumundan doğan - bir uyuşma
vardı:
Halbuki ne Almanya iki cepheli bir savaşta Avrupa’da kısa sürede kesin
sonuç alabilecek durumdaydı; ne de bir yıl önce Balkan Savaşından yenik çıkmış;
askeri gücü yetersiz, ekonomik durumu bozuk Osmanlı Devleti, uzak hedefli saldırı
nitelikli hareketlerle Alman askeri stratejisine yardımcı olabilecek konumdaydı.
Nitekim Marn Meydan Savaşı’nın Almanlar tarafından kaybedilmesi, Avrupa’da
savaşın kısa sürede mevzi savaşına dönüşmesine ve Alman Başkomutanlığı’nın
baskısıyla Osmanlı Devleti’nin yeterince hazırlanmadan savaşa girmesine neden
olacaktır.
Çıkması olası bir genel savaşta politik ve askeri hedeflerine ulaşmak için
Osmanlı ordusundan yararlanmayı hesap eden Almanya, Tümgeneral Liman von
Sanders başkanlığında askeri bir heyet gönderdi. Eksiklerin giderilmesi ve Türk
ordusunun kısa sürede savaşa hazırlanması için Türk ve Alman subayları el ele
vererek büyük bir gayretle çalışmaya başladılar.
Almanya 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etmiş, bir gün sonra TürkAlman anlaşması 2 Ağustos 1914’te imzalanmış olduğu için yapılan anlaşmaya göre
Türkiye antlaşmayı imzaladığı gün Almanya’nın yanında savaşa girmeyi kabul etmiş
oluyordu. Er veya geç gireceği savaşta giderlerini karşılayabilmek için Almanya'dan
%6 faizle borç olarak 5.000.000 lira almak zorunda kalmıştı. Şartlı olarak alınan bu
paranın 250.000'i anlaşmanın imzasından on gün sonra; 750.000'i İngiltere ve
Rusya'ya savaş ilanından on gün sonra, kalanı ise savaşa girildikten bir ay
sonrasından başlayarak 400.000'er lira olarak verilecekti.
Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu, 3 Ağustos 1914’te bir yandan
seferberlik ilan ederken diğer taraftan da silahlı tarafsızlığını ilan etti.
2
Kilitbahir kalesi ziyaret edilerek gerekli bilgiler verildi. Fatih Sultan Mehmet
döneminde nasıl ‘denizin kilidi’ anlamını taşıyorsa, Çanakkale muharebeleri döneminde de aynı fonksiyonu icra ettiği vurgulandı.
Namazgah tabyasında ise bir yıllık savaşın tüm aşamasında yaşanan sahil
savunması ve deniz mayın hatları ile ilgili bilgiler aktarıldı. 3’ncü Kolordu ile
19’ncu Tümen Komutanlığına Mustafa Kemal Bey bölgeye gelişi ile Müstahkem
Mevki Komutanlığının faaliyetleri aktarıldı.
Çanakkale Boğazı’nın en dar noktasına aynı gün (3 ve/veya 4 Ağustos 1914)
mayın döşenmeye başlandı ve 8 Mart 1915 gününe kadar ara ara yeni hatlar
oluşturmaya devam edildi.
Bu arada Akdeniz’de bulunan iki Alman savaş gemisi İngiliz donanmasının
takibinden kaçarak 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğaz’ından içeri girdi. Gemiler
Alman Deniz Bakanı’ndan bu yolda bir emir almıştı. Bu, Türkiye için de bir sürpriz
değildi. İngiltere’de yapımı tamamlanmış olan Sultan Osman ve yapılmakta olan
Reşadiye dretnotlarının verilmemesi ihtimaline karşı -ki sonradan İngilizler bu parası
ödenmiş gemileri vermediler- Karadeniz’de üstünlüğü sağlamak için Avusturya
donanmasının gönderilmesini, daha önce Türk Hükümeti teklif etmişti. Avusturya
donanması kendi kıyılarını korumak için Adriyatik’ten ayrılmak istemediğinden
Akdeniz’deki iki Alman gemisinin Türk Donanmasına katılmasıyla Karadeniz’de
üstünlüğün sağlanması düşünülmüştü.
Almanya ile savaşan devletlere de, gemilerin Osmanlı Devleti tarafından 80
milyon marka satın alındığı ilan edilerek mesele kapatıldı. Alman komutanı Amiral
Souchon, aynı zamanda Türk Donanmasının Birinci Komutanlığına atandı.
30 Ağustos 1914’te bir General’in idaresinde subay, torpidocu, telefoncu ve
top çavuşu olarak toplam 160 Alman personeli Çanakkale’ye geldi. Değişik tabyalara
dağıtılan Alman personel, Türk erlerin eğitimine başladı.
Boğaz’da Alman teknik yönetimi ile deniz mayın hatları, projektörler, sabit
torpido istasyonlarının kurulması işlemi günler geçtikçe daha da yoğunlaşıyordu.
Enver Paşa’nın gizli izni ile Yavuz ve Midilli ile birlikte on bir parçadan
oluşan küçük Türk su üstü gücü, 29 Ekim 1914 sabahı Rus limanları bombardıman
etti ve birkaç gemiyi de batırdı. Böylece Türkiye fiilen savaşa girmiş oldu.
3
Türkiye her ne kadar bu istenmeyen gelişmeye Rus donanmasının neden
olduğunu, ilk saldırının Rus gemilerinden geldiğini iddia etmiş ve Rusların bu
hatalarını tamir etmelerini istemişse de bunun bir yararı olmamıştır. Ruslar, 1 Kasım
1914’te Türkiye’nin doğu sınırlarından saldırıya geçmekle kalmamış, İngilizler de
Akabe’yi bombardıman edip Urla iskelesindeki iki Türk gemisini batırmıştır.
Misilleme niteliğinde 18 İngiliz ve Fransız gemisinden oluşan Birleşik Filo,
3 Kasım 1914’te Boğaz giriş tahkimatını bombardıman etti. Bu gün ilk şehitler
verilmiş, ilk gaziler belirmiştir. Bombardımanda kayıp bilânçosu yaklaşık 85 idi.
Bu menfur ve mesnetsiz saldırıdan sonra günden güne sayısı artan Birleşik
filo 19 Şubat 1915 gününe kadar sabırla Boğaz girişinde beklemeyi sürdürmüştür.
Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa zaten bölge savunmasının
tümünden sorumlu idi. Takviye amaçlı olarak 3’ncü Kolordu Komutanlığına atanan
General Esat (Bülkat) Paşa 4 Kasım 1914’te bölgeye gelmiştir.
Çanakkale Boğazı'nın savunmasına yardımcı olmak ve Birleşik Filo'nun
Boğaz'ı geçmesi halinde, fedai olarak görev yapmak üzere Turgut Reis ve Barbaros
adlı iki muharebe gemisi, 17 Şubat 1915'te Nara Burnu kuzeyine geldi.
3’ncü Kolordu dahilinde yeni oluşturulan 19’ncu Tümen Komutanlığına
Mustafa Kemal Bey, 25 Şubat 1915'te Eceabat'a gelmiştir.
Kış ayları sebebiyle diğer cephelerde durağanlaşmış mücadelelerin içinde
İtilaf Devletleri, deniz güçleriyle Çanakkale Boğazı’nda kolay bir zafer kazanıp,
önemli sonuçlar elde edeceğinden son derece emindi. Çanakkale kolayca geçilecek,
Rusya’ya gerekli silah yardımı yapılacak ve bu devletin Doğu Avrupa’yla
bütünleşmesini kolaylaşacaktı.
Diğer yandan Almanya’nın doğuya yayılması önlenecek, Boğazlar ve İstanbul teslim alınıp Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılacaktı. Sonuçta İngiltere, Mısırdaki varlığını güvenceye alacak, Ortadoğu’daki zengin petrol yataklarına sahip
olacaktı. Böylece emperyalist güçler şöhretlerine şöhret katacaklardı.
İngilizler ve Fransızlar bu ana düşünceyi uygulamaya koymak için en ufak
ayrıntılara kadar büyük hazırlıklar yaptılar. Hazırlanan donanma, o zamana kadar eşi
benzeri görülmemiş büyüklükte bir donanma idi. Yakın dönemde yaşanan Balkan
hezimetini de bildikleri için, Türklerden hiçbir direnç beklemiyorlardı.
4
Boğaz girişinde kadroda Rus Askold gemisi de dahil toplam 62’yi buluyordu.
11 Ağustos 1914’ten itibaren Çanakkale Boğazı girişinde günden güne kalabalıklaşan İtilaf Donanması, İngiltere’den gelen emirle, 19 Şubat 1915’ten itibaren
bir aydan daha fazla Boğaz’ın her iki yakasını ağır bombardımana tabi tuttu. Artık
Türk mevzilerinin tamamen sustuğunu sanan İtilaf Donanması 18 Mart 1915 günü
son bir hamle ile rahatça Çanakkale Boğazı’nı ve İstanbul yolunu geçebileceklerini
düşündüler.
General Hamilton komutasındaki Akdeniz Sefer Kuvveti, bir İngiliz Deniz
Tümeni, bir Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu, bir Fransız Doğu Sefer
Kuvveti’nden oluşuyordu.
18 Mart 1915 günü kahraman Türk komutan ve askerinin inancı, mayın
hatlarının direnci ve çoğu Alman yapımı güçlü sahil toplarının aman vermez ateşi
karşısında zamanının en modern üç büyük savaş gemisini (Bouvet, Ocean,
İrresistible) yitirip, pek çoğu da ağır hasara uğrayınca geri çekilmek zorunda kaldılar.
Böylece tüm dünya Çanakkale Boğazı’nın sadece donanma gücüyle geçilmesinin
imkânsız olduğunu bir defa daha anlamış oldu.
Amiral de Robeck ile 18 Mart 1915’te Boğaz serüvenini başlatmak gibi,
büyük bir yanılgıya düşmüştür. Çünkü Çanakkale harekâtının baş mimari Deniz
Bakanı Churchill, Türklerin askeri güç ve kapasitesini ciddiye almamıştı. Ona göre,
Çanakkale Boğazı Harekâtı, “Türklere sınırlı bir cezalandırma harekâtı” oluşturacaktı. Kim bilir Türkler, azametli İngiliz donanmasını Boğaz sularında görünce
şaşırıp korkuya kapılacaklar ve direnişten vazgeçeceklerdi. Bu düşüncesiyle Churchill, kahraman Türk komutan ve askerini kendi sömürge askerleriyle karıştırmıştı.
İşte bu zafer öyle bir Türklük zaferi idi ki, yaklaşık olarak 300 yıldır
kimsenin baş edemediği en büyük sömürgecilerin en büyük donanmasını dermansız
bırakan ecdadın zaferi idi. Bu zafer tüm mazlum milletler adına kazanılmış; onlara
uyanmaları ve kendilerine gelmeleri için Türkün hediye ettiği zaferdi.
Her ne kadar Türk zaferine gölge düşürmek için gemilerinin demode (eski)
olduğunu iddia etmeye çalışan İngilizleri kimsenin dikkate alacağı yoktu. Öyle ki
380 mm.lik çaplı mermi fırlatan dünyan en büyük ve en modern gemisinin toplarını
5
bile ilk defa Türkler üzerinde denensin diye hemen Çanakkale’ye gönderen
İngiliz’di.
Peşinden yine İngilizler, 7/8 Mart 1915 sabaha karşı Karanlık Liman koyuna
26 mayın döken Nusret Mayın gemisini, Türk zaferinin en büyük faktörü olarak
göstermeye çalıştılar. Halbuki kıyı savunma toplarının mucizevi başarısı olmasaydı,
filodan hangi gemi geri dönmek/kaçmak için bu kadar çaba harcardı; peşinden de
Nusret’in döktüğü mayınlara doğru sürüklenmeye başlardı?
Zaten dönemin Türk medyası da İngilizlerin gülünç iddialarını gündeme
getirip gerçeğin böyle olmadığını pek çok farklı açıdan değerlendirmişlerdir.
Yine bu zafer öyle bir zaferdir ki, hiçbir düşman gemisi Çanakkale kentine 13
km. mesafedeki Dardanos –Soğanlıdere bile yaklaşamadan perişan olmuştur.
İtilaf Devletlerinin, başarıya ulaştırılamayan deniz harekâtının, karadan da
denenebileceğini hesaba katan Türk komutanları, bir yandan yinelenebilecek bir
saldırıya karşı Boğaz savunmasını pekiştirmeyi (yeni mayın hattı döşenmesi; hasar
gören topların ateşe hazırlanması ve yeniden getirilen toplarla takviyesi gibi)
sürdürürken, öte yandan da, yapılabilecek çıkarmalara karşı bölgedeki kara
birliklerini güçlendirme kararı aldılar.
Gezi güzergahı olarak; Namazgah ve Rumeli Hamidiye tabyasından geçilerek, Rumeli Mecidiye tabyasına yaklaşık bir ay önce getirilen Krupp marka sahil
savunma topu ziyaret edildi. Güneye doğru devam edilerek Baykuş (Yıldız)
Tabyasından geçilerek Soğanlıdere’ye ulaşıldı. Kara muharebeleri de orijinal
mekanlarında aşağıdaki şekliyle aktarıldı.
Kara muharebeleri öncesi yapılan atamalar hakkında bilgi verildi.
Bu amaçla Mareşal Liman von Sanders, 5’nci Ordu Komutanlığına atanmıştır
ve karargah da Gelibolu’dadır. 26 Mart’ta Gelibolu’ya gelen Mareşal, aynı gün
Bolayır’a hareket etmiştir. Gerek bu hareketi, gerekse gelişinin ilk haftasından
itibaren bölgede aldığı ve almayı düşündüğü düzenlemeler, Onun, büyük ölçüdeki
‘çıkarmaları’, Saros Körfezi’yle Anadolu kıyılarından beklediğini kanıtlamıştır. Paşa,
kıyının zayıf gözetleme birlikleriyle tutulup, kuvvetli ihtiyatlar ayırarak düşmanı
karaya çıktıktan sonra karşı taarruzlarla denize dökmeyi hedeflemiştir.
6
28 Mart 1915’ten itibaren Çanakkale bölgesinde İngiliz ve Fransızların
havada etkinliklerinin arttığı gözlenmiştir. 29 Mart’ta tamamlanan Bozcaada’daki
uçak hangarına uçaklar çıkarılmış, 9 Nisan 1915’te İngiliz ve Fransız uçak filosu
36’yı bulmuştur.. Ayrıca atış kontrolü için İngiltere’den bir balon takımı getirilmiştir.
Kavaksuyu-Beşigeler arasında 150 km.lik geniş bir kıyı şeridinde savunmakla
görevlendirilen 5’nci ve 7’nci Tümenler Gelibolu berzahı/dar geçidi kesiminde; 9’
ncu ve 19’ncu Tümenler Gelibolu Yarımadası’nın güneyinde; 3’ncü ve 11’nci
Tümenler Anadolu yakasında konuşlanmıştır.
Boğaz önünde E 15 İngiliz denizaltısı 17 Nisan günü Türklerin eline geçtikten
sonra İngilizler tarafından batırılmıştır. Personelden 25’i yaralı olarak kurtarılmıştır.
Kurtarılanlar arasında gönüllü yedek üsteğmen rütbesiyle Çanakkale’nin yakın
döneme kadar İngiliz Viskonsolosu Plmer de vardır. Plmer’in bu sergilediği tavır,
milleti ve devleti adına ne kadar özveri ile çalışılması gerektiğinin en canlı
örneklerinden birini oluşturur. Milliyetçilik her halde böyle bir şey olsa gerektir.
İtilaf güçleri amfibi harekâta karar verirce, Akdeniz Sefer Kuvveti asker
sayısı 75.056’ya ulaştığı gibi, ilgili birlikler Gelibolu’ya seyretmeye başlamışlardır.
Bu ara 28 Mart 1915’ten itibaren Çanakkale bölgesinde İngiliz ve
Fransızların havada etkinlikleri arttı. 29 Mart’ta tamamlanan Bozcaada’daki uçak
hangarına uçaklar çıkarıldı. 9 Nisan 1915’te İngiliz ve Fransız uçak filosu 36’yı
buldu. Ayrıca atış kontrolü için İngiltere’den bir balon takımı getirildi.
Beş piyade tümeni, bir piyade tugayı ile yeni gemilerle ikmal edilen Birleşik
Filo’nun tamamından oluşuyordu.
İlk kademede, 1’nci Fransız Tümeni’nden bir Tugay Kumkale’ye çıkarıldı. 48
saat süreli Kumkale operasyondan amaç, buradaki Türk savunma kuvvetlerini tespit
etmek/çaresizce bekletmek ve İntepe toplarını olabildiğince faaliyetten uzak
tutmaktı. İki günlük mücadele İtilaf güçlerinin isteği şekilde gelişti. Başbakanlık
Osmanlı Arşivindeki BOA, HR. SYS, 2323/1 kayıtlı belgede şu bilgiye yer
verilmiştir: “27 Nisan: Kumkale'deki kıtalar Fransızlardan oluşmakta olup içlerinde
bulunan Müslümanlar bizim tarafa firar etmişlerdir.” Aksi görüş de Genelkurmay,
Çanakkale Cephesi 2’nci Kitap, s. 85’te ise, “Tümen birliklerinin zayiatıysa, oldukça
7
ağırdı: 467 şehit, 763 yaralı, 505 Fransız tarafına firar olmak üzere toplam kayıp,
1735’i bulmuştu.” ifadesi yer almaktadır. Bu gündem hala çözüm beklemektedir.
Güneyde Beşigeler ve kuzeyde Bolayır bölgelerinde de, boş taşıt ve refakat
gemileriyle çıkarma gösterileri yapılmıştır. Beşigeler sahilinde öğleye doğru sis
basması ve ateş imkânının kalmaması yüzünden amfibi hareketten vazgeçilmiştir.
Bu kuvvetlerden, Kabatepe kıyılarına çıkarılması planlanan asıl kuvvetlerin,
Kabatepe’nin kuzeyine çıkacak olan iki tümenli Anzak Kolordusunun ilk hedefi,
Conkbayırı-Kocaçimen çizgisidir. Burası alındıktan sonra, Maltepe’ye ilerlenerek,
Yarımada,
kuzeye
karşı
tıkanacak
ve
Kilitbahir
platosuna
saldırı
için
hazırlanılacaktır.
Liman Paşa’nın, çıkarmalar yönünden Yarımada’nın bir bütün olarak güney
bölgesini, Anadolu yakasına kıyasla ikinci derecede değerlendirmesi sebebiyle,
Arıburnu kuzeyinde Azmakdere’den Seddülbahir’e kadar 35 km uzunluğundaki
geniş ve önemli kıyıların savunması, sadece 9’ncu Tümen’e bırakılmıştır.
9’ncu Tümen de sorumluluk bölgesinin kuzey kesimi için Yarbay Şefik
(Aker) komutasındaki 27’nci Piyade Alayını görevlendirilmiştir. Bu alay, üç tabur ve
ağır makineli tüfek bölüğünden oluşmaktadır. Asker mevcudu yaklaşık 2000 kişidir
ve 2’nci Tabur Komutanı Binbaşı İsmet Bey emrinde ağır makineli tüfek yoktur.
19’ncu Tümen’e gelince: Kurmay Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk)
komutasındaki bu Tümen, Bigalı ve Maltepe dolaylarında Ordu ihtiyatıdır. 19’ncu
Tümen, bu bölgedeki pozisyonuyla, Saros, Anadolu yakası ve Yarımada güneyinde
olmak üzere, üç yönden beklenen çıkarmalardan her hangi birinde kullanılacak gibi
değişik ve oldukça zor bir görev yüklenmiştir.
24 Nisan 1915 saat 14.00’de Mondros üssünden hareket eden Anzak
Kolordusuyla yüklü konvoy ve 2’nci Filo, 25 Nisan saat 01.30’da gece karanlığında
çıkarma yerinden dokuz kilometre mesafede buluşma noktasına geldiler. Buradan
itibaren ilk hücum dalgasını oluşturan 1500 kişilik birlik, koyu karanlıkta Kabatepe
genel doğrultusuna yöneldi (Saat 03.00). Bundan bir saat sonrasında, kuzeye
yönelmiş olan bu ilk hücum birliği, tabii korunaklı ve savunmasız Arıburnu kıyılarına hiçbir askerin burnu kanamadan rahatça sahile çıktılar (saat 04.30).
8
Türkler tarafından iyi tahkim edilmiş ve yanlardan desteklenen Kabatepe
kumsalları yerine Arıburnu yarlarının altındaki kıyı şeridine çıkmaları doğru ve son
derece de akıllıca idi. Amfibi kara harekâtında en temel etken, sağ salim askerin
karaya ayak basabilmesi kuramından dolayıdır.
Çıkarmada düşmanın bütün çaba ve düzenlerine rağmen her hangi bir baskın
hareketi söz konusu olmamıştır. Çünkü 8’nci Bölük Komutanı, 25 Nisan saat 02.30
sıralarında uzak kıyı sularında yaklaşan bazı siluetler seçmiş, bunların olası bir
çıkarma hazırlığı ve baskınına belirti teşkil edeceğini sezinleyerek 2’nci Tabur
Komutanını uyarmıştır. Durum, Tabur kanalından telefonla Tümen ve Alay katlarına
da duyurulmuştur.
Arıburnu sahiline bilerek ve isteyerek çıkmalarına rağmen özellikle
Anzak’ların karşılarında ‘kaderin adamı Mustafa Kemal’i bulması üzerine,
başarısızlıkları ile ilgili asılsız üç bahane uydurdular:
İngilizler daha sonra yaptıkları resmi açıklamada “Nişan şamandırası bir mil
kuzeye kaydırıldığı için yanlış yere çıktık” dediler; “Kıyı açıklarındaki akıntının
tüm kafileyi kuzeye sürüklediğini” bahane ettiler. Ayrıca “yükseklere tırmanırken
çok zorlandıklarını” her vesile ile dile getiren İngilizler, saat 10.15’te zaten hedef
zirveye çok yakın olan 263 rakımlı tepeye nasıl ulaştılar? Sorusuna cevap vermeleri
gerekir.
27’nci Piyade Alayı ilk bombardıman sesleriyle uyanmış ve Alay Komutanı
Yarbay Şefik Bey, Alayını alarma geçirmiş ve Alayının harekete hazır olduğunu
9’ncu Tümen Komutanı Halil Sami Bey’e telefonla bildirmiştir.
2’nci Taburun ne tür bir sıkıntı içinde olduğunu çok iyi bilen 27’nci Alay
Komutanı, sahildeki güvenlik perdesi yırtılmadan kıyılara varmak ve düşmanı
durdurmak istemiştir. 9’ncu Tümen komutanlığına, hareket izni için almak için ısrar
etmiş; üçüncü kez isteği 05.45’te kabul edilmiştir. Tümen tarafından verilen emirlere
göre hareket edecekti.
Türkleri baskına uğratamamanın şaşkınlığı içinde kalan ve Arıburnu kıyı
eteklerine yerleşen Anzak birlikleri, bir koldan Haintepe etekleri-Korkuderesi
yönüne, diğer koldan Balıkçı Damları-Sazlıdere içlerine doğru ilerlemeye başlayınca,
9
bu kıyıları gözetlemekle görevli iki mangalık küçük Türk birliğinin şiddetli
ateşleriyle karşılaşmıştı.
Karşılarındaki zayıf Türk güvenlik birliklerini atan üstün Anzak birlikleri,
Kanlısırt’ı ele geçirdilerse de, Kabatepe’deki Türk bölüğü ve bataryasının direnişi
karşısında ağır kayba uğradı ve ileri hareketleri durduruldu.
Ancak, saatler ilerledikçe üstün Anzak kuvvetleri karşısında, uğradıkları
kayıplar pahasına büyük bir özveriyle çarpışan bölgedeki zayıf Türk birliklerinin
çekilmek zorunda kaldıkları görüldü. Arıburnu ve hemen derinliğindeki sırtlarda hiç
piyade birliği kalmamış, ara vermeden karaya yeni birlikler çıkaran İngilizlerin bir
tümene yakın kuvveti, Conkbayırı doğrultusunda serbest kalmıştı.
Bu arada Arıburnu’ndan Balıkçı damlarına ilerleyen bir Anzak taburunun
saldırısı da, buradaki 8’nci Bölük’ün bir takımının çetin direnişiyle karşılaştı ve
buradaki düşman hareketi yavaşladı.
Yine Arıburnu’na çıkarılmak istenen bir Avustralya bölüğünü ve bunu
izleyen diğer saldırıları ağır kayıplara uğratan bu takım, sonunda çevresinde iyi
gitmeyen savaşlar yüzünden, çok kayıp vermiş; kat kat üstün Anzak’lar Cesarettepe’yi işgal ederek, egemen araziye uzanmaya başlamışlardı. Aynı takım, elinde
kalan az bir kuvvetiyle, Conkbayırı güney sırtlarına atlayarak direnişe karar verdi ki,
Takımın ‘arazi ve genel durumu’, böylesine karmaşık bir savaş içerisinde doğru
değerlendirip bir avuç eriyle mücadeleyi sürdürmesi gerçekten övünç vericidir.
27’nci Alay aldığı emir üzerine harekete geçerken, Kabatepe’den gelen bir
telefon haberinde, Anzak’ların iki taburla Arıburnu’na çıktığı ve buralarda kanlı
savaşlar olduğu, çıkarmaların sürdüğü, Anzaklar’ın, Kanlısırt-Kırmızısırt ve daha
kuzeyindeki sırtları işgal ettiği öğrenildi. 27’nci Alay, Kemalyeri hizasına
geldiğinde, Conkbayırı’ndan silah sesleri geliyor, Düztepe-Conkbayırı ekseninde
bulunan perakende Türk birliklerinin bu doğrultuda ilerleyen Anzaklar’ı oyalamaya
çalıştıkları görülüyordu.
Anzak ilerlemesinin gelişmesine ve hazırlıklarını artırmasına fırsat vermek
istemeyen 27’nci Alay Komutanı, Kemalyeri-Merkeztepe ekseninde taarruza karar
vermiş; kısa hazırlıktan sonra da saat 08.00’de taarruza geçmiştir.
10
Bu sırada, 19’ncu Tümen’in 57’nci Alayı’nın da, Kocaçimen’e yöneldiği
9’ncu Tümen’den bildirilmiş ve 27’nci Alay’dan 19’ncu Tümen’le bağlantı kurması
istenmiştir. 27’nci Alayın taarruzları gelişmiş ve Karayörük deresindeki Anzak
perakendeleri, tamamıyla temizlenmiştir.
Mustafa Kemal ile birlikte 19’ncu Tümen birliklerinin Conkbayırı’na
ilerlemeleri sevindirici bir durumdu. Böylece İngiliz çıkarması kuzey kanadından
kavranmaya başlamıştır.
27’nci Alay Komutanı Şefik Bey, Conkbayırı’ndan taarruza geçen 19’ncu
Tümen Komutanı Mustafa Kemal’e, karşısındaki Anzak’ların durumu ve kendi
taarruz planı ilgili bir rapor gönderir ve harekatın koordine edilmesini önermiştir.
Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in bölgesinde gelişen ve Conkbayırı’na
kadar sarkan kritik durum karşısında, inisiyatifini kullanarak giriştiği ve
Yarımada’nın kaderini değiştiren karar ve harekatı gerçekten övgüye değer niteliktedir.
Nitekim, 25 Nisan sabahı Kabatepe yönünden gelen şiddetli bombardıman ve
çıkarmalarla ilgili olarak, gerek Maltepe’deki 77’nci Alay 05.10’da gerekse 9’ncu
Tümen’den alınan raporlar üzerine, Mustafa Kemal, Tümenini alarma geçirir. Süvari
bölüğünü de keşif için, bölgenin kilit noktası olan Kocaçimen’e yönelterek tehlike
halinde sonuna kadar direnmesini emreder.
Gerçekten Kocaçimentepe ve yanı başındaki Conkbayırı, bölgeye en egemen
tepelerdi. Bunlar elden çıkarsa Boğaz’ın savunması tehlikeye düşerdi.
Saat 07.00 olmuştu. 5’inci Ordudan Tümene hiçbir emir verilmeyince,
inisiyatifi ele alan Yarbay Mustafa Kemal, iki Alayını ve Kurmay Başkanını
Bigalı’da bırakarak, 57’nci Alayına Kocaçimen’e harekete “hazır ol” emrini verdi.
3’ncü Kolordu komutanlığına hitaben bir rapor yazdırarak hareket seyrini aktardı.
Böylece Mustafa Kemal, hem Yarımadanın kilit noktalarına düşmandan önce
el atmış, hem de Ordu komutanına ihtiyatını istediği yerde kullanma imkanını vermiş
oluyordu.
11
Son durumu da 3’ncü Kolordu’ya da bildiren 19’ncu Tümen Komutanı, saat
08.00’de 57’nci Alayı arkasına alarak, Kocaçimen’e yönelir. Saat 09.40’ta buraya
ulaşan Alaya on dakikalık mola verdirir.
Kurt
Geçidi
istikametinden
Conkbayırı’na
çıkan
Mustafa
Kemal,
Conkbayırı’na ilerleyen Anzak kuvvetleri ve onların karşısında çekilen perakende
Türk erleriyle yüz yüze gelir. Durum, çok kritiktir. Balıkçı damlarında direnen
takımdan sağ kalıp da yukarıya doğru çekilen erlere keskin ve yüksek bir sesle
haykırarak:
“Neden kaçıyorsunuz?, düşmandan kaçılmaz, düşmanla savaşılır. Cephaneniz
kalmadıysa süngüleriniz vardır... Süngü tak!... yere yat!... ”
Yarbay Mustafa Kemal’in tam zamanında vaziyete el koyması, olumlu
etkisini hemen göstermiş, ilerleyen Anzaklar da, bu durumu görünce bir anda
şaşırmış, onlar da yere yatarak mevzi almıştı. Böylece zaman kazanılmış,
Conkbayırı’na ilerleyen 57’nci Alay’ın öncü bölüğü marş marşla yetiştirilerek,
düşmandan önce kilit noktası Conkbayırı tepesinin tutulması sağlanmıştı. Bunu hiç
zaman kaybedilmeden çok kısa emirlerle 57’nci Alay’ın 261 Rakımlı Tepeye doğru
taarruzu izler.
Mustafa Kemal, bu saldırı için emri altındaki komutanlara verdiği emirde:
“Size ölmeyi emrediyorum! Biz ölene kadar geçen sürede yerimizi yeni kuvvet
ve komutanlar alacaktır”.
Komutanlar bu kesin emir üzerine, donanmanın yoğun ve cehennem gibi
bombardımanlarına karşın hızla Anzaklar üzerine atılır. Kahraman Mehmetçik,
önüne çıkan Anzak gruplarını geriye doğru sürmede ve hedeflerinden de uzaklaştırmada başarı sağlarlar.
Yükseklerden sel gibi akan bu Türk taarruzunu General Hamilton şöyle
anlatır: “Gebe dağlar, Türk doğurmakta devam ediyor. Bizim mevziimizin en yüksek
ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlardı.”
Bu sıralarda 9’ncu Tümen’den 27’nci Alay’ın da, Kemalyeri batısında
düşmanla savaşa tutuştuğunun bildirilmesi üzerine, Yarbay Mustafa Kemal, bu
12
Tümenden, “57’nci Alay’la düşmanın sol kanadına taarruzda olduğunu açıklayarak
27’nci Alay’ın da sağ kanada yönelen taarruzunu sürdürmesini ve Alay
Komutanı’nın kendisiyle bağlantı kurmasını” istemiştir.
Böylece Arıburnu’ndaki bunalım, şimdilik atlatılmış ve düşman ilerleyişi her
iki yanından sıkıca kavranmıştı.
Bu önlemlerle yetinmeyen 19’ncu Tümen Komutanı, Bigalı’da bıraktığı
72’nci ve 77’nci Alayların da Arıburnu doğrultusunda harekete geçecek biçimde her
an hazırlıklı olmalarını Kurmay Başkanına emretmişti.
57’nci Alay’ın başarılı taarruzuyla Anzaklar 261 Rakımlı tepeden çekilmişti.
Bu şekilde öğleye kadar gelişen harekât sonunda, Conkbayırı dolayları için, şimdilik
tehlike kalmamış ve gerçekten çok kritik durum aşılabilmişti.
Bir İngiliz yazar, o günkü Arıburnu taarruzları için şöyle der: “Müttefik
devletler için harekâtın en kötü rastlantısı, bu deha sahibi küçük rütbeli (Yarbay
Mustafa Kemal) Türk Komutanı’nın tam o anda, o noktada (Conkbayırı’nda)
bulunmasıydı. Çünkü aksi takdirde Anzak Kolordusu pekâlâ o gün Conkbayırı’nı ele
geçirebilirdi. Savaşın kaderi o anda belli olurdu”.
Bu arada Gelibolu’dan deniz yoluyla gelerek Kilye iskelesinden Maltepe’ye
çıkan 3’ncü Kolordu Komutanı Esat Paşa ile buluşan 19’ncu Tümen Komutanı, daha
önce Tümeninin bütün gücüyle Arıburnu’ndaki Anzak’ları denize dökmesine
müsaade edilmesiyle ilgili Orduya yaptığı önerilerinin karşılıksız kaldığını, Kolordu
Komutanına yansıtma fırsatını bulur ve mevcut durumdan yakınır.
Bu öneri, Esat Paşa tarafından yerinde ve uygun bulunur. Arıburnu Cephesi
Komutanlığı Yarbay Mustafa Kemal’e verilerek, Paşa, “27’nci Piyade Alayı da
19’ncu Tümen emrine alınmak suretiyle Arıburnu’ndaki Anzak’ların denize
dökülmesini” emreder.
Birliklerde oluşan aşırı yılgınlık karşısında irkilen General Birdwood bile
Hamilton’a gönderdiği raporunda: “Bütün askerlerin geri çekilmek zorunda
kalacağını” bildirmekten kendini alıkoyamamıştı. Durum ciddiyeti sonunda
Hamilton’un birliklerine verdiği emirde şu ilginç cümleler yer alıyordu: “….İşin zor
13
tarafını atlattınız. Artık size kalan iş, güvenliğimizi tamamıyla sağlayıncaya kadar
siper kazmak, siper kazmak, siper kazmaktır...”
Hamilton’un bu emrinde, kuşkusuz her hangi bir taktik karar hüviyeti
elbetteki yoktu. Emrin dayandığı fikir, çıkmazda kaldığına inanan idarecinin, bundan
sonraki olayları oluruna bırakmaktan daha başka bir şey değildi.
General Hamilton’u bu durumlara düşüren, kuşkusuz Yarbay Mustafa Kemal
komutasındaki 19’ncu Tümen’di. Bu Tümenin, beş taburdan ibaret 27’nci ve 57’nci
Alayları, sayıca kendisinden dokuz kat üstün düşman kuvvetlerine, derinlikte
ilerleme şansı tanımamıştı. 19’ncu Tümen, onları çıktıkları kıyılara kadar sürüp,
denize dökülme stresi içine sokmak suretiyle hayli korkulu anlar yaşatma başarısını
göstermiştir.
Savaş sonuna kadar devam edecek olan Birleşik filo ve uçak bombardımanları Türklere pek çok şehit verilmesine; yaralananlar ve sağ kalanların ise, genellikle
sağır olmalarına veya çıldırmalarına yol açıyordu.
28 Nisan gününden itibaren Arıburnu bölgesindeki savaşlar yavaşlamış
oluyor, taraflar gece ve gündüz tahkimatlarını geliştirerek, her geçen gün biraz daha
toprağa gömülüyorlardı.
Savaşların, 28 Nisan’da statik durumunu koruması üzerine, 3’ncü Kolordu
Komutanı Esat Paşa, Başkomutanlığa ve bir suretini de 5’inci Orduya sunduğu bir
raporunda (özetle):
“İngilizleri denize dökmeyi amaçlayan yeni bir taarruzun yapılabilmesi için,
bir Tümene ihtiyaç duyulduğundan, bu Tümenin kesinlikle ve ivedilikle Kolordu
emrine gönderilmesini” istedi.
25 Nisan sabahı Arıburnu’na çıkarma yapan İngiliz kuvvetleri, kıyıdaki zayıf
Türk gözetleme birliklerini atarak, Conkbayırı’nı tehdit eder duruma gelmişlerse de,
19’ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk)’in hiçbir yerden emir
almaksızın inisiyatifini kullanarak, müdahalesiyle Boğaz için hayati önem taşıyan bu
kilit nokta, İngilizlere kaptırılmamıştır. Bir başka deyişle Çanakkale Savaşlarının
kaderi, daha ilk günde Türkler lehine çevrilmiştir.
14
Büyük bir özveri örneğiyle Mehmetçiklerinin önlerinde kılıç çeken Türk
subayları, hep birlikte ileri atılıyorlar ama yoğun ağır makineli tüfek ateşleriyle adeta
biçiliyorlar ve yere seriliyorlardı. Böylesine kahramanlık örneği hücumlar birbirini
izliyor, bütün gün Arıburnu’nda belki de dünya savaş tarihinin nadiren
kaydedebildiği en kanlı savaşlar oluyor ve akşam karanlığına kadar sürüp gidiyordu.
Sağ koldaki Alaylar da, çok yıpranmış olmalarına ve en fazla subay kaybı
vermelerine rağmen, sert ve inançlı mücadeleleriyle yer yer Anzak mevzilerine
girmeyi başarıyorlardı.
Yarbay Mustafa Kemal, 1 Mayıs’ta bütün gün süren savaşlar sonunda yayınladığı emirde şöyle der:
“Benimle beraber burada savaş eden bütün askerler kesinlikle bilmelidirler
ki, bize verilen namus görevini tam olarak yerine getirmek için bir adım geri gitmek
yoktur. Rahatlıkla uyuma yolunu aramanın, bu rahatlıktan yalnız bizim değil, bütün
milletimizin ebedi olarak yoksun kalmasına sebep olacağını hepinize önemle
hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın, fikir birliğinde olduğuna ve düşmanı denize
dökmedikçe yorgunluk belirtisi göstermeyeceklerine şüphem yoktur.”
Burada İngilizlerin, 9/10 Mayıs ve 13/14 Mayıs geceleri Bombasırtı
mevzilerine yönelttiği baskın hareketleri hakkında, Arıburnu Kuvvetleri Komutanı
Mustafa Kemal’in Çanakkale Hatıraları’ndaki çok veciz ve heyecan dolu şu anlamlı
sözlerini yansıtmak; aynı Türk askerinin vatan coşkusunu da aktarmak bir ödevdir:
“Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız, size Bombasırtı olayını
anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani
ölüm muhakkak... Birinci siperlerin hiçbirisi kurtulamamacasına hepsi düşüyor. İlk
siperdekiler, onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve
tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve
en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok.. Okumak bilenler Kuran-ı
Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet
çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve
tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Savaşı’nı kazandıran bu
yüksek ruhtur.
15
İngilizlerin, Arıburnu’nda çıkarma hareketlerine başladığı 25 Nisan’dan
5 Mayıs’a kadar buradaki bütün birliklere, 19’ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa
Kemal (Atatürk) komuta etmiş, sevk ve idarede kayda değer bir aksaklık da
olmamıştır. Yeni düzenlemeyle Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk)’in, fiiliyatta 25
Nisan 1915’te başlayan ve 23 gün süren Arıburnu Kuvvetleri Komutanlığı bitiyor,
doğrudan 19’ncu Tümen Komutanlığı görevi devam ediyordu.
Kuzey Grubu’nun 19 Mayıs genel taarruzuna katılacak birliklerin personel
sayısı 42.112’dir. Buna topçu, Kolordu bağlıları ve lojistik teşkiller de eklenirse
50.000’i bulmaktadır. Bu savaşlarda, 51’i subay olmak üzere 3420 şehit, 97’si subay
olmak üzere 6064 yaralı ve 486 kayıptır ki, kayıp genel toplamı yaklaşık 10.000’i
bulmuştur.
Arıburnu cephe kesiminde 19 Mayıs’ta taarruza geçilmesiyle ilgili yüksek
komuta kademesince alınan karar, genelde uygundur. Ancak taarruzun, buradaki
kuvvetlerin İngilizler tarafından takviyeye gidilmeden başlatılmadığı için geç
kalındı; bunun üzerine yapılan sevk ve idare büyük kayıp verdi. Yine bu taarruzda,
araziyi tanımayan yeni gelmiş birliklerin ve özellikle bölgeye taze kuvvet olarak yeni
gelen 2’nci Tümen’in harekatında da görüldüğü gibi, başarı şansı konusu önceden
değerlendirilmedi.
Çok iyi hazırlanmış güçlü bir tahkimata karşı taarruzda, daha esaslı hazırlık
ve askerlik tekniğinin tüm tabiye gereklerinin yerine getirilmesi zorunluluğunun göz
önünde tutulmadı. Ağır topçu ve top cephanesinin azlığı, baskın prensibinin tam
uygulanamaması, birliklerin, gece mevzi değiştirmelerinde görülen karışıklıklar,
hücumların derinlik içinde değil, yoğun ve sıkışık hatlar halinde ve hatta kollar
halinde yapılması, harekâtı olumsuz yönde etkilemiştir.
***
Yarımada güneyinde, ilk etapta çıkarılması planlanan 29’ncu İngiliz Piyade
Tümeni için “S, V, W, X, Y” kapalı adlarıyla anılan beş ayrı çıkarma yeri
belirlenmişti.
Hamilton’a göre, çok önemli olan bu harekâtla karaya çıkan kuvvetler, Kirte
doğrultusunda erkenden birleştirilebilir, Türk savunması çözülür; yukarıda açıklanan
16
beş yerde yapılan çıkarmalar, derinlikte birleşerek Alçıtepe üzerine bir sel gibi
akardı. Sözü edilen bu çıkarma hareketlerini, başarısı ve karaya çıkan kuvvetlerin
hedefe ulaşmasını sağlamak için, Seddülbahir sularındaki deniz desteği çok kuvvetli
tutulmuştu.
Nitekim Birleşik Donanmanın onda sekize yakın büyük çoğunluğu,
yarımadanın ucunu, denize karşı üç yanıyla açık hedefler veren Seddülbahir Kirte
eksenini kolayca yangın yerine çevirecekti ki, gerçekte de böyle olmuştu.
Seddülbahir bölgesindeki savaşlar, donanmanın dayanılmaz bir ateş barajı
altında sürmüş, Türk askerine özgü sonsuz inanç ve özverisi, bu cehennemi afeti,
Alçıtepe eteklerinde aylarca göğüsleyip Seddülbahir'in kaderine egemen olmuştur.
9’ncu Tümen Komutanı, 22 Nisan’dan itibaren cephedeki 25’inci Alay’ın,
26’ncı Alay’la değiştirilmesine karar verdi. Bu kararda etken olan faktörün, 26’ncı
Alay Komutanı Yarbay Hafız Kadri’ye yeteneği açısından daha çok güven
duymasından kaynaklandığı anlaşılmıştır.
3’ncü Taburun kuruluşunda ağır piyade silahı yoktu. Esasen 25’inci Alayın
ağır Makineli Tüfek bölüğü değiştirme sırasında geri alındığı için, 26’ncı Alayın
ağır Makineli Tüfek Bölüğü de kurulmamıştı.
Her nedense bölgenin ağır silah
ihtiyacı en kritik dönemde ihmal edilmişti.
Tekke Koyunu (W), 12’nci Bölük; Ertuğrul Koyunu (V), 10 ncu Bölük;
Tekke Koyu, 9’ncu Bölük; Eski Hisarlık Sırtları (S), 3’ncü Taburdan ayrılan diğer
bir takım ile –yoğun bombardımandan sonra- kahramanca savunuldu. İkiz Koyunda
(X), gözetleme postası fazla direnemedi. Sarıtepe Altı’nda (Y), saat 06.45’de İngiliz
Tugayı, hiçbir direnişle karşılaşmadan bütün mevcuduyla çıkarmayı tamamlayarak
egemen sırtlar çizgisine yerleşmişti. Tugay, böylece Türk savunmasının arkasına
düşmüş oluyordu. Neyse ki İngilizler, bu fırsatı değerlendiremezler, kıyı başında
hareketsiz kalırlar. Mevcut durumla ilgili Türkler ne kadar sevinse azdır. Şu bir
gerçektir ki, İngilizler, burada büyük bir fırsat kaçırmıştır.
Seddülbahir bölgesindeki çıkarmalar, Çanakkale Cephesi’ne yönelen bütün
amfibi hareketlerin ağırlık merkezini oluşturmaktadır. 25 Nisan için ilk hedef
17
Alçıtepe seçilmiş ve planlar buna göre hazırlanmıştı. Alçıtepe bloğunu bir günde
koparabileceklerini hayal eden İngilizler, bütün gün yaptıkları çabalarında, hiç
ummadıkları sert direnişlerle karşılaşarak, çıkabildikleri kıyılarda ezilip duraklamak
zorunda kalmışlardır. 14 tabur ve çeşitli deniz müfrezelerle takviyeli 29’ncu İngiliz
Tümeni’ne karşı beş çeşitli çıkarma yerinde, sadece 26’ncı Alay’ın 3’ncü Taburu ve
ihtiyat 2’nci Tabur’u ile karşı konulmuştur. Günün öğleden sonraki saatlerinde
kullanılabilen Sarafim Çiftliğindeki 25’inci Alayın bir taburu ise, Sarıtepe altına
çıkarılan İngiliz Tugayını etkisiz hale getirmeye yetmiştir.
Böylece Hamilton’un 25 Nisan’da uygulamaya koyduğu ve geniş umutlar
bağladığı harekât planından beklenen sonuç alınamayarak başarısızlığa uğramıştır.
Harekât planının, Seddülbahir -Kirte-Alçıtepe eksenine göre kurulmuş bulunan esas
yapısıyla günün gerçekleri, birbirine o kadar uzaktan seyirci kalmışlardır ki, kaçırılan
fırsat ve her noktada uğranılan yenilgiler yüzünden, Alçıtepe hedefi, onlar için bir
hayalden öteye gidemedi. Bu hedefler Çanakkale savaşları süresince de hiçbir zaman
gerçekleştiremeyecekleri sadece bir rüyadan ibaret kalacaktır.
Bütün bölükler, dört kilometrelik bir cephe çizgisinde İngilizlerle yakın
temasta. Seddülbahir-Harapkale-Gözcübaba Tepesine yerleşmiş bulunan doğu kanat
birlikleri, eski mevzilerini koruyor ve Ertuğrul Koyu, bu kanadın kontrolünde
tutuluyordu. Tabur merkezi ve batı kanadı, kıyılar çizgisinden kopmuş ve kuzeye
kıvrılmıştı. Aytepe’nin elden çıkmasıyla cephenin en kritik bir noktası çökmüş
sayılırdı. Her iki kanadın yan ve gerileri açıktı. Tabur Komutanı’nın elinde bir
mangadan başka ihtiyatı yoktu. Özellikle subay kaybı ağırdı. Takımların çoğu
çavuşlara kalmıştı.
Mevziler, geriden kuvvet gelinceye kadar pekiştirerek tutulmadı. Böylesine
aceleye getirilip yetersiz ve gece eğitimleri ve araç-gereçleri eksik birliklerle büyük
ölçüde bir gece taarruzu düzenlemesine gidildi. Bu yüzden başarısızlık kaçınılmazdı.
Üç gün süren kıyı savaşlarında Türkün çetin direnişi karşısında yok olmaktan
zor kurtulabilen İngilizler, ancak çok az bir derinlikte ilerleyebilmişler ve kendileri
açısından hiç değilse sınırlı ölçüde de olsa kıyı başı anlamına gelen sağlam bir toprak
18
parçasına ayak basabilmişlerdi. Çıkarmaların başından beri asıl hedefleri olan bölgeye egemen kilit noktayı oluşturan Alçıtepe’ye henüz epeyce uzaktaydılar.
Tümenin yerleştiği mevziler, esaslı ölçüde bir tahkimattan yoksundu. Gerçek
durum bu iken ne gariptir ki, General Hamilton hatıratında: “Türkler bir ay içerisinde
çok muazzam tahkimat vücuda getirmişlerdi” şeklinde yanlış bilgilere rastlanmaktadır.
Çanakkale Cephesi’nin en büyük eksik yanı olan yarım hazırlıklar, karışık
düzenler ve kuvvetlerin parça parça kullanılması gibi olaylar sürüp gidiyordu.
Sonu geldi sanılan Kirte savaşlarının şansı birden açılır gibi oldu. Nitekim
Binbaşı Mahmut Sabri, ilerideki birliklerin çözülüp yüz geri etmeleri üzerine, ihtiyat
grubunu alarak öne fırladı, rastladığı perakendeleri de çevirip emrine aldı ve asıl
mevziler üzerine atıldı. Tam zamanında başlatılan bu ileri hareket öteki birlikleri de
canlandırdı. Böylece çekilen birlikler durup hep birlikte tekrar ileri atıldılar ve eski
mevziler geri alınarak boşaltılan cephe yeniden kuruldu. Üç saatten beri Türk
savunmasına çarparak sersemleyen İngiliz birlikleri, elde ettikleri bu fırsattan
yararlanma olanağını bulamamışlardı.
Aslında iyi bir harekât planına dayanarak yürütülen ve Alçıtepe’yi batıdan
yapılacak derinlikte bir kuşatmayla Yassıtepe üzerinden düşürmeyi hedefleyen
İngiliz-Fransız saldırıları, çetin Türk savunması karşısında boşa çıkarılmıştır.
Her ne kadar İngiliz ve Fransızlar denize dökülemese de Kirte savaşları,
ihtiyatları yerinde ve zamanında kullanmak bakımından, Çanakkale Cephesi’nin
diğer kesimlerinde yapılan hazırlıksız taarruzlar yanında parlak bir yer tutar. Yine bu
savaşlar, Seddülbahir cephe kesiminde İngilizlerin dar bir alanda sıkışıp kalmasını
sağlayan ilk başarılı hareketleri içerir.
Dağınık düzende yapılan Türk hücumu, ne kadar istekle de başlasa yetersiz
kaldı. Bu nedenle İngilizlerin alabildiğine destek fırsatı bulduğu girme yerini
parçalayıp ele geçirmek mümkün olmadı. Seddülbahir burnunda sahilin kapalı
kısımlarına
çıkarak
sığınabilen
düşman
kuvveti,
Anadolu
bataryalarımızın ateşleri altında barınamayacak vaziyette kalmışlardır.
19
sahilindeki
Gerçek şu idi ki, Çanakkale harekât sahnesinde, İngiliz ve Fransız savaş
gemilerinin, bir yağmur sağanağı halinde ölüm saçan topçu ateşlerine hedef olmak,
Türk askeri için, kaçınılmaz ve katlanmak zorunda olduğu büyük bir talihsizlikti. Bu
korkunç olaylarla kucak kucağa yaşanılacak ve bile bile ve seve seve kutsal topraklar
uğruna can verilecekti.
Artık gündüz İngiliz donanması ateşleri altında sipersiz yerlerde/açıkta
kalınmaması emrine uyularak, bütün hücum birlikleri gerideki mevzilerine alındı.
Bütün gösterilen çaba ve özverilikler güzel şeylerdi ama arka arkaya ve daima
hazırlıksız girişilen gece hücumlarının, Türk birliklerini eritmiş olduğu da bir
gerçekti. Bu başarısızlıkta, yetersiz hazırlık, hücum birliklerinin birbirine karışması
gibi sevk ve idarede işlenen hatalar başlıca etkendi.
Bu arada Albay von Zodenstern görevinden alındı. Yerine 15’inci Kolordu
Komutanı General Weber atandı.
İkinci Kirte Savaşı (İngiliz ve Fransız İkinci Kirte Saldırısı 6-8 Mayıs)
aşamasında İngiliz-Fransız kuvvetleri 25.000’den fazla asker, 300’den fazla ağır
makineli tüfek, 105 kara topçusu, 400’den fazla deniz topçusu; Türk kuvvetleri:
10.000 asker, 24 ağır makineli tüfek, 40 top.
Çanakkale’yi anlatabilmek için, onun oluşumundaki ruha dikkat etmek
gerekir daima. Adeta birbirini kıskandıran bu gibi yarış halindeki kahramanlıklar
görülecek, hiç kimse can ve şan hesabına düşmeden dövüşüp milli görevlerini, yine
milli tevazu içerisinde yerine getirerek, büyük ulusunun tarihine armağan edecekti.
İkinci Kirte savaşının birinci günü çok işler başararak, İngiliz taarruzlarının
bugün de asıl hedefi olan Alçıtepe bloğunu yarı çember içerisine almak isteyen
müttefik Başkomutanlığı, gerçekten bir daha düş kırıklığına uğramıştır. Türk askeri,
inatla tuttuğu mevzilerinde çok iyi dövüşerek, her iki kanat harekâtını da
çökertmiştir.
Gerek Birinci Kirte savaşlarında, gerekse üç gün süren İkinci Kirte
Savaşı’nda, Seddülbahir çıkarma harekâtının hedefi, ilk planda ve kısa zamanda
Alçıtepe'ye el koymak ve Boğaz tabyalarını düşürmekti. Türk kuvvetlerinin Kirte
20
mevziini yiğitçe ve özverilikle savunmaları karşısında, İngiliz-Fransız kuvvetleri bir
başarıya ulaşamadılar.
Nitekim Sefer Kuvvetleri Başkomutanı General Hamilton, bu savaşlar
sonunda, Londra’ya gönderdiği bir telgraf raporunun daha ilk cümlesinde, “Hedefime
varamadım. Harekât başarısızlıkla sonuçlanmıştır” derken, bunu izleyen satırlarında:
“Türklerin daima tahkimatı denebilecek şekilde çok kuvvetli mevzilerde
bulundukları, bu yüzden üzerlerine varılamadığı destek kuvveti yetiştirilemezse bu
işin içinden çıkmanın imkânı olamayacağını” belirtmektedir ki, bu da, İkinci Kirte
Savaşı’ndaki Türk başarılarının Müttefik Başkomutanlığı katını nasıl sarstığı ve
bocalattığını açıkça göstermektedir.
Aslında Türklerin Seddülbahir’de yuvalandıkları mevziler, diz ve boy
çukurlarından ibaret basit toprak tahkimattan ibaretti. Onların daima tahkimatı
benzeri olarak niteledikleri gerçek öğe, karşılarına granit bir duvar gibi dikilen Türk
askerinin savaş azim ve iradesiydi.
İngiliz ve Fransızların Üçüncü Kirte Savaşı (4-6 Haziran 1915) harekatıyla
ilgili olarak kısa bir eleştiri yapmak gerekirse denebilir ki, taktik alanda göze çarpan
en önemli hataları, ellerinde önemli ölçüde ihtiyat kuvvetleri bulunduğu halde
bunları, zamanında ve özellikle başarı sağlanan kesimde ileri sürüp başarıyı
geliştirmede kullanmamalarıdır.
Diğer önemli bir nokta da, harekâtın planlayıcısı ve birinci derecede
sorumlusu durumundaki Akdeniz Seferi Kuvvet Başkomutanlığı’nın gereğinde
kendisinin müdahalesini sağlayabilecek ihtiyat kuvvetini elinde bulundurmaması ve
bir de Başkomutanlık yetkisini kullanarak mevcut ihtiyatları zamanında başarıyı
geliştirecek yönde kullandırma etkinlik ve gücünü göstermemesidir.
Türk tarafı içinse denebilir ki, Türk birliklerinin bu günkü savunma ve karşı
taarruzlarında gösterdiği kahramanlık ve cesaret yüksek düzeyde olmuştur.
Fransız zayiatının 2031, İngiliz zayiatının 6000’e ulaştığı kaydedilmektedir.
5’inci Ordu Komutanı Liman Paşa raporda, Güney Grubu’nun 9000 kişi
kaybettiği belirtilmektedir.
21
Üçüncü Kirte savaşı, ağır kayıplar pahasına da olsa Türk birliklerinin başarısı,
İngiliz ve Fransız kuvvetlerininse, yenilgisiyle sonuçlanmıştır.
İngiliz ve Fransız birliklerinin taarruzu durdurularak geri atılmak suretiyle
harekâtın başından beri hedeflenen Alçıtepe’ye bu kez de ulaşılamamıştır. Bütün
kazançları, birkaç yüz metrelik mevzi kesimini ele geçirmekten öteye gidememiştir.
Bu da, verdikleri ağır kayıplarla oranlanamayacak kadar önem taşımamaktadır.
Bu savaşlar sonunda, her iki tarafta verilen ağır kayıpların yanında, oldukça
yorgun ve bitkin düşmüştür.
Bütün siperler, bağlantı yolları, setr (kapatma) hendekleriyle birbirine
bağlanmıştı.
Ayrıca
sağ
kanatta
olanlar,
Kanlıdere’ye,
sol
kanattakilerse
Kerevizdere’ye bağlantılıydı. İşte Fransızların, savaşların başından beri gözlerinde
büyüttüğü ve raporlarında, “Daime Tahkimatı” diye yakındıkları tahkimat, “Sahra
Tahkimatı” denilen basit toprak siperlerden ibaretti.
Bu savaşların sonucu hakkında bir değerlendirme yaparken, önce 5’inci Ordu
Komutanı Liman Paşa’nın 22 Haziran 1915’te Enver Paşa’ya gönderdiği uzun ve
ayrıntılı raporunda sadece önemli kısımlarını içeren şu ilginç satırları üzerinde
durmak gerekir.
Bu raporunda Liman von Sanders: “Düşman öteden beri ve özellikle son
zamanlarda yaptığı saldırılarda, anlatılamayacak derecede çok cephane ve az insan
harcıyor. Merak nedeniyle düşmanın bir dakikada obüs ve gemi toplarıyla 150 mermi
attığı sayılmıştır.
Biz ise, pek çok insan, az cephane feda ediyoruz. Feda edebildiğimiz
cephaneyse, düşmanınki gibi donanma ve obüs cephanesi değildir.”
Bu çok kısa açıklama, Türk erinin ne büyük güçlük ve ağır koşullar altında
vatan toprağını savunduğunu ve bu uğurda gözünü kırpmadan ölüme atıldığını
anlatmaya yetmektedir.
İki gün süren kanlı boğuşmalarda, göze çarpan en büyük özellik, Türk komuta
kademelerindeki serinkanlılık, alınan kararlardaki ustalık, karşılıklı iş birliği
22
zihniyeti, uygulamaların noksansız yapılışıyla uygulayıcıların yarattığı yiğitlik, inanç
ve içtenliktir.
Zığındere Savaşları 28 Haziran’da İngilizlerin, asıl kuvvetleriyle sağ
kanadımızdaki 11’nci Tümen cephesinde, Zığındere batısında giriştikleri saldırılar,
Güney Grup Komutanı Weber Paşa’yı endişeye düşürmüştü.
Paşa, bir ara cepheyi Alçıtepe’ye kadar geriye almak istemişse de, kendisi
bundan vazgeçirilmişti.
İngilizlerin bugünkü başarısı, Yarımada’ya ayak bastıklarından bu yana elde
ettiği başarının en büyüğü ve önemlisiydi.
İngilizlerin, böylece son bulan 28 Haziran saldırılarında, Türk birliklerinin
kayıpları oldukça fazla olmuştur.
Güney Grubu bölgesinde henüz görev almamış durumda bulunan deneyimi,
bilgisi ile tanınan 2’nci Kolordu Komutanı Mirliva Faik Paşa’dan yararlanmaktı.
Aynı düşünceyi paylaştığı anlaşılan Güney Grup Komutanı Weber Paşa da,
2’nci Kolordu Komutanı Faik Paşa yönetiminde yapmayı tasarladığı yeni bir saldırı
için 5’inci Orduya bir öneride bulunmuştu.
Liman von Sanders’in 29 Haziran saat 07.30’da Almanca olarak gönderdiği
telefon emriyle Faik Paşa’nın Güney Grubu emrine verildiği bildirildi.
Bu sırada Yarımada’da denetlemelerini sürdürmekte olan Başkomutan Vekili
Enver Paşa da, 12’nci Tümen cephesinde cereyan eden bu kanlı saldırı ve karşı
hücumları heyecanla izlemiş, Tümenin gösterdiği kahramanlık ve şahlanmaya hayran
kalarak Tümene takdirlerini bildirmiştir.
2 Temmuz akşamüzeri büyük umutlarla başlatılan baskın tarzındaki hücum,
gecede sürdürülmüş, hatta 3 Temmuz sabahı da büyük çaba harcanmasına rağmen,
beklenen sonuca ulaştırılamamıştı.
Bu olumsuz sonuç da, 2’nci Kolordu Komutanı Mirliva Faik Paşa’nın, Liman
von Sanders’in emirleriyle Yarımada’daki görevini sona erdirmişti.
23
Peşinden bölgeye ve yeni göreve getirilen 1’nci Kolordu Komutanı Mehmet
Ali Paşa, birliklerine 5 Temmuz’da yapılacak saldırı için gerekli emirleri verdi.
Sonuç olarak, 1’nci Kolordu’nun hiçbir başarı sağlamayan 5 Temmuz 1915
tarihli bir günlük taarruzu 5.025 kayba mal olmuştu.
Zığındere Savaşlarının işte böylesine sona ermesi Güney Grup Komutanı
Weber Paşa’nın da sonu olmuş, yerine Başkomutanlık Vekâleti’nin 6 Temmuz 1915
tarihli emriyle Güney Grup Komutanlığı’na (2’nci Ordu Komutanı) Vehip Paşa
atanmıştır.
İngilizler, 28 Haziran 1915’ten 5 Temmuz 1915’e kadar süren Zığındere
savaşlarında, tasarladıkları hedefe varamamışlar, gerek İngiliz gerekse Fransızlar,
Zığındere savaşlarında son derece yorgun ve bitkin düşmüşlerdir. Kazandıkları
mevzi başarılarını geliştirmeye kalkışamamıştır.
Bu nedenle yeniden yapmayı düşündükleri bir taarruzu da, 12 Temmuz 1915
gününe yaşanacak olan “İkinci Kerevizdere Savaşı”na kadar geciktirmişlerdir.
Mevzi savaşları karakterine dönüşen cephelerde, yeterli hazırlık yapılmadan
ve yeterli topçu desteği sağlanmadan girişilen hücum ve karşı saldırılarla başarıya
ulaşılamamış, aksine ağır kayba uğranılmıştır.
Nitekim hemen yukarıda sıralanan nedenlerden ötürü gerek Sağ Kanat
Komutanlarından önce 2’nci Kolordu gerekse daha sonra 1’nci Kolordu Komutanları, İngilizlerin sol kanadına yönettikleri hücumlarda, hiçbir başarı sağlayamamış ve
İngilizleri mevzilerinden söküp atamamışlardır.
Üstelik daha yukarıda açıklandığı gibi emirlerindeki birlikleri, ağır kayba
uğramaktan da kurtaramamışlardır.
İkinci Kerevizdere Savaşı (12-13 Temmuz 1915) öncesi Trakya’da Mirliva
Vehip Paşa Komutasındaki 2’nci Orduyu Seddülbahir cephesine harekete geçiren
Başkomutanlık, Vehip Paşa’yı da Güney Grup Komutanlığı’na atadı.
Paşa, 9 Temmuz’da cepheye gelerek emir ve komutayı teslim aldı. Bunu,
10 Temmuz’da 14’ncü Tümen Komutanı Kazım (Karabekir) ve 13 Temmuz’da da,
24
5’inci Kolordu Komutanı Fevzi (Mareşal Çakmak) paşaların bölgeye gelmeleri
izleyecekti.
İki günlük kanlı savaşlar sonunda, İngilizler, her ne kadar Kemal Bey
tepesinin (83 Rakımlı tepe) bulunduğu sırtlarda Kerevizdere’ye egemen bir hat
tutmuşsa da, Türk birliklerinin direnişini kıramamış ve hedefine ulaşamamıştı.
Daha sonraları bulunulan savunma hatlarının pekiştirilerek oluşturulan bu
cephe İngiliz ve Fransızların, Seddülbahir bölgesini boşalttığı güne kadar Türklerde
kalmıştır.
İki gün süren Kerevizdere savaşlarının en yoğun geçtiği 4’ncü, 6’ncı ve 7’nci
Türk Tümenlerinin sorumluluk bölgelerinde verilen Türk kayıpları toplamı, 113’ü
subay olmak üzere 9.462 askerdi.
Keza 12-13 Temmuz İkinci Kerevizdere savaşları İngiliz ve Fransız
kuvvetlerine de insan kaybı açısından pahalıya mal olmuştu.
Örneğin, 7.500 mevcutlu 52’nci İngiliz Tümeni, 2500’ünü; İngiliz Deniz
Tugayı, 600 den fazla personelini kaybetmişti.
Fransızlar, 800 kişilik zayiatlarıyla bu kez İngilizlerden daha şanslı
çıkmışlardı.
Kısaca, her iki tarafa da oldukça ağır kayba mal olan bu savaşlar, İngiliz ve
Fransız saldırılarını boşa çıkarmanın verdiği rahatlık ve kendine güven duygusu
içinde Türk direnme ve moral gücünü daha çok artırmıştır. Bu durum, Türk savunma
bölgelerinde ve özellikle Güney Grubu bölgesinde yayılma olasılığı bulunan
hareketlere karşı önlem alma ve soğukkanlılık içinde yeniden düzenlenme alışkanlığı
sağlamıştı.
İngiliz ve Fransızlara gelince, onlar da, iyice hazırlanmadan yer yer yaptıkları
taarruzlardan vazgeçerek, daha tedbirli ve ihtiyatlı hareket etmenin bilincine
varmıştır.
Cephede yeni düzenlemeler yapılmıştır:
Mirliva Mehmet Ali Paşa Komutasındaki Asya Grubu (2’nci, 3’ncü ve 11’nci
Tümenler), karargâhıyla Kalvert çiftliğinde;
25
Mirliva Vehip Paşa Komutasındaki Güney Grubu (2’nci, 5’inci ve 14’ncü
Kolordular), karargâhıyla Salim Bey çiftliğinde;
Mirliva Esat Paşa Komutasındaki Kuzey Grubu (5’inci, 9’ncu, 16’ncı ve
19’ncu Tümenler), karargâhıyla Kemalyeri’nde;
Yarbay Wilmer Komutasındaki Anafarta Bölge Komutanlığı (iki piyade ve
iki jandarma taburu, bir topçu taburu), karargâhıyla Çamlıtekke’de;
Yarbay Hamdi Komutası’ndaki Tayfur Bölge Komutanlığı (4’ncü Süvari
Alayı), karargâhıyla Tayfur’da;
Albay Fevzi komutasındaki Saros Grubu (6’ncı, 7’nci ve 12’nci Tümenler ve
Bağımsız Tugay), karargâhıyla Gelibolu’dadır.
Anafartalar/Suvla çıkarmasını gizlemek için yapılan Seddülbahir Savaşları
başlamak üzere iken, elde edinilen deneyimlere göre, bundan önceleri yapıldığı gibi,
ele her taze kuvvet geçtiğinde hücum etme alışkanlığına son vermiş olan Güney
Grup Komutanı Vehip Paşa, Liman von Sanders ile bu kez ters düşmüştü. Sonunda,
cepheyi ziyaret eden Başkomutan Vekili Enver Paşa, cephede gerçekleştirilen küçük
bir tatbikat denemesiyle ikna edildi. Vehip Paşa’nın “uygulanması gereken en doğru
planın savunma planı olacağı görüşü” benimsendi.
Böylece bugünkü durumda Güney Grubu’nun taktiği, “önce savunmada
kalmak, İngiliz veya Fransızların saldırısı halinde, bu saldırıları kırdıktan sonra karşı
taarruza geçerek onları hem kuvvetçe güçsüzleştirmek ve hem de saldırı istek ve
inatlarını kırarak, moral bakımından yıpratmayı amaçlayan planın uygulanması
kararlaştırıldı.
6-7 Ağustos günleri yapılan savaşlardan sonra, Seddülbahir bölgesindeki
çarpışmalar, birkaç mevzi harekat dışında, 13 Ağustos akşamına kadar geçen sürede,
sadece karşılıklı topçu bombardımanları, küçük çaplı gece baskınları, ve bomba
atışları ve lağım patlamalarıyla mevzi halde sürekli devam edip gitmiştir.
Bu arada, yalnız 52’nci İngiliz Tümeni’nce, daha önce Türk savunma hattı
gerisinde bağlık kesimde ellerinde kalan bir mevzi parçasının, batıya doğru
26
genişletme amacıyla, Kasım 1915’te girişilen harekat dışında, Çanakkale boşaltılmasına kadar (8/9 Ocak 1915) tarafların durumunda bir değişiklik olmamıştır.
****
İngilizler Güneyde yaptığı gibi 6-7 Ağustos Suvla çıkarmasını perdelemek
amacıyla aynı uygulamayı Kuzeyde de gerçekleştirmiştir. Kanlısırt’taki başarılarını,
deniz ve kara topçusunun yoğun ve etkili ateşleri sağlamıştı. Türk karşı hücumlarını
da, yine bu topçuların ateşi önlüyordu.
Bununla beraber, yine de karşı hücuma kalkmada zaman kaybedilmemişti.
İngilizler, bir kısım siperler dışında mevzilerinden sökülüp atılamadı.
Başarısızlığın en önemli nedeni, el bombası azlığıydı. İngilizler ise, hesapsız ölçüde
el bombası kullanıyorlardı. Bu yüzden Kanlısırt’taki savaşlarda, Türk birlikleri, ağır
kayıp verdiler.
8
Ağustos’ta
İngilizlerin
Conkbayırı’na
yönelttiği
harekât
gelişme
göstermeye başlamıştı.
Kanlısırt savaşlarının, en önemli özelliği, el bombası silahının büyük bir rol
almasıydı. İngilizler, bu silahı daha fazla sayıda kullandığından, hem mevzilerini
korumasını, hem de, Türk karşı taarruzlarını durdurmayı başarmışlardır.
Bu yüzden 6-10 Ağustos arasında Türk kaybı: 1.530’u şehit, 4.750’si yaralı
olmak üzere 7.164’tü bulmuştu. Avustralyalıların zayiatıysa, 1.700’den fazla idi.
Bu savaşlarda İngilizler, Türk birliklerini tespit ve üzerlerine çekmeyi
sağlamışlar ve 16’ncı Tümeni hayli yıpratmışlardır.
Türklerin dikkatini Kanlısırt’a çektikten sonra, General Hamilton planının ilk
evresi uygulamaya konulacak ve gün doğmadan Conkbayırı güneyi Kocaçimen
bloğuna egemen olan İngilizler, Çanakkale Boğazı’na ulaşarak, Boğazı kontrol eder
duruma girecekti.
19’ncu Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, bir kısım İngiliz kuvvetinin
7 Ağustos sabahı Şahinsırtı’nı ele geçirdiğini ve diğer kuvvetleriyle de,
Conkbayırı’na ilerlediğini haber alınca, elindeki ihtiyat taburunu (14’ncü Alay 1’nci
27
Taburu) Kocaçimentepe’ye ve son ihtiyatı olan 72’nci Alay’ın iki bölüğünü de,
Conkbayırı’na yöneltmişti.
Düztepe dolayına varan bu kuvvetler, Şahinsırtı’na ulaşan İngiliz birlikleriyle
çarpışmaya başladı. 14’ncü Alay 1’nci Tabur Komutanı’nın durumu Tümen
komutanına bildirmesi üzerine, 19’ncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal (Atatürk),
tabur komutanını iki bölüğüyle ne pahasına olursa olsun Conkbayırı’nı tutmasını
emretti ve bu emir uygulanarak, bu iki bölük, Conkbayırı Kurtgeçidi hattını
İngilizlerden önce tutmasını başardı. 72’nci Alay’ın iki bölüğü de bu hattın solundaki
mevzilere yerleşti.
Böylece İngilizlerin hedeflediği saldırı doğrultularını (Conkbayırı ve
Kocaçimentepe’yi) ilk kapayan bu kuvvetler oldu. Bunlar, ilerlemekte olan İngiliz
birlikleriyle yiğitçe savaşa tutuştular. Bu sırada 14’ncü Alay, bir kısmıyla
Asmalıdere dolayında İngilizlere karşı direniyor, bir kısım kuvvetleriyle de üstün
kuvvetler karşısında çekiliyordu.
Bu arada, bu kesimdeki İngiliz birlikleri de, Conkbayırı’na tırmanıyordu.
Bu durum karşısında 9’ncu Tümen Komutanı, Conkbayırı’na ilerlemekte olan
64’ncü ve 25’nci Alaylardan 25’inci Alayına, hızla Conkbayırı’na yetişmesini
emrederken, 64’ncü Alayına, Asmalı dere’de direnen 14’ncü Alayı destek ederek,
karşı taarruza geçmesi emrini verdi.
Bu direniş karşısında İngilizler, Kocaçimentepe’ye saldırıdan vazgeçmiş,
Yeni Zelanda ve Hint Tugayları ile Conkbayırı’na saldırıya karar vermişti.
Gerçekten kara ve gemi toplarıyla 19’ncu Tümen’in sağ kanadını Conkbayırı
ve gerilerini şiddetle bombardımana başlayan İngilizler, bu topçu ateşini müteakip
Conkbayırı’na saldırıya geçtiler.
Saldırıya hedef olan buradaki 14’ncü Alayın 1’nci Tabur’u, üstün kuvvet
karşısında hücuma geçti. Bu sırada Besimtepe’ye yetişerek mevziye giren Üsteğmen
Besim’in dağ bataryasının etkili ateşleri ve yetişen 25’inci Alay’ın savaşa
katılmasıyla İngiliz birliklerinin saldırısı tümüyle durduruldu.
28
Bu savaşta çok kayıp veren İngilizler, saldırılarını yineleyememişler,
Conkbayırı sırtlarıyla Şahinsırt’ta kalarak tahkimata başlamışlardır.
9’ncu Tümen Komutanı Albay Kannengiesser’in yaralanmasını öğrenen
5’inci Ordu Komutanı, Kocaçimen kesimindeki kuvvetlerin komutasını 4’ncü Tümen
Komutanı Yarbay Cemil’e verilmesini ve Anafarta Bölgesi Komutanı Binbaşı
Wilmer’in de, bu komutanlık emrine girmesini emretti.
Nitekim 4’ncü Tümen’in Komutanı Yarbay Cemil, “Conkbayırı Savaşları”
adlı kitabında, bu gerçek durumu şöyle yansıtmaktadır.
“Conkbayırı’nın en çetin ve kanlı boğuşmalarını 9’ncu Tümen’in
25’inci Alay’ı ile 64’ncü Alayı yapmıştır. Bu sırada, kıymetli iki sınıf arkadaşım
25’inci Alay Komutanı Yarbay Nail ile Binbaşı Mehmet Ali şehit olmuştu. 64’ncü
Alay Komutanı Yarbay Servet, daima büyük gayret ve cesaretle karşı taarruzlar
yaparak İngiliz saldırılarını durdurmuştur.”
Amacı daha büyük Türk birlikleri yetişmeden Kocaçimen-Conkbayırı hattını
ele geçirmekti. Fakat birliklerinin savaş alanında yaptığı bazı yanlış hareketler
nedeniyle bu amacına ulaşamadı.
8 Ağustos 1915 günü saat 06.00’ya doğru bütün cephede İngiliz saldırıları ve
Türk karşı taarruzları başlamış, boğuşmalar gittikçe şiddetini arttırmıştı.
Bu sırada, Conkbayırı’ndaki iki tarafın kuvvetleri, tepeler hattı üzerinde 2530 metre mesafeyle birbiri karşısında bulunuyorlardı.
Kocaçimen ve Conkbayırı bölgelerindeki birliklerin Anafartalar Grubu
Komutanlığı’nın emrine verilmesinden ötürü Kuzey Grup Komutanlığı, bu
bölgelerde olup biten olaylardan gereğince bilgi alamaz olmuştu.
Bununla beraber, bölgenin taşıdığı önemi dikkate alan Kuzey Grup Komutanı
Esat Paşa, İngilizlerin Conkbayırı’na saldırısını haber alınca, ilk önlem olarak,
elindeki ihtiyat 10’ncu Alayı, 19’ncu Tümen emrine gönderdi. Ayrıca Güney Grup
Komutanı Vehip Paşa’dan kuvvet istedi.
Vehip Paşa, derhal Albay Ali Rıza Komutasındaki 8’nci Tümeni (23’ncü ve
24’ncü Alaylar), Kuzey Grup Komutanı emrine göndermişti. 24’ncü Alayı ile
29
Conkbayırı’na yöneltilen Albay Ali Rıza’ya, buradaki birlikleri de emrine alarak,
İngilizlerin bu kesimden atılması görevi verildi.
Albay Ali Rıza, 8/9 Ağustos gecesi Conkbayırı’na taarruza geçtiyse de,
İngilizleri buradan atamadı.
8’nci Tümen bölgesinde (Conkbayırı’nda), 25’inci, 24’ncü, 64’ncü Alaylarla
11’nci, 33’ncü Alayların bazı taburları da dâhil yaklaşık toplam 12 tabur, birbirine
karışmış ve ağır kayba uğramış durumdaydılar.
İşte 8 Ağustos’ta bu durum yaşanırken, 19’ncu Tümen Komutanı Albay
Mustafa Kemal, Conkbayırı’ndaki bu kritik durumu belirterek Kuzey Grup
Komutanlığı aracılığıyla 5’inci Ordu Komutanlığı’nı uyarılmasıyla ilgili Kuzey Grup
Komutanlığı’na telefonla yaptığı ilginç önerisi aynen şöyledir:
8 Ağustos 1915 (Gizli Telefon)
Kuzey Grup Komutanlığı’na
“Conkbayırı’ndaki durumun henüz şayanı dikkat ve nazik olduğu anlaşılıyor.
Bu hususta Ordu Komutanı’nın ciddi surette nazar-ı dikkatini çekmeye aracı
olmanızı, memleketin selameti adına istirham ederim.”
Bu uyarı üzerinedir ki, 19’ncu Tümen Komutanı Kurmay Albay Mustafa
Kemal aynı gün Anafartalar Grup Komutanlığı’na atanmıştır. Emir üzerine
19’ncu Tümen Komutanlığı Vekaleti’ni 27’nci Alay Komutanı Yarbay Şefik’e
bırakarak yeni görev yerine hareket eden Mustafa Kemal, 9 Ağustos’ta 4’ncü Tümen
Komutanlığı’na şu emri gönderdi:
“1. Anafartalar Grup Komutanlığı’na atandım. Şimdi komutayı ele aldım.
2. 12’nci Tümen’in Mestantepe ve 7’nci Tümen’in Damakçılıkbayırı
doğrultusunda taarruzuna ilişkin 8 Ağustos’ta eski grup komutanlığınca hücum emri
verilmiş olduğuna göre, Kocaçimen-Conkbayırı hattında bulunan Tümenler, ilkin bu
taarruzu temin ve tespit edeceklerdir:”
30
Bu arada Besimtepe ile Kocaçimen tepeye saldırı eden General Cox Grubu,
hedeflerine ulaşamamıştı. Abdurrahmanbayırı’nda sayısı 5.000 olduğu sanılan Türk
kuvvetleri, bu taarruzu durdurmayı başarmıştı.
9 Ağustos 1915 günü Conkbayırı’nda saat 04.30’da İngiliz Savaş gemileri ve
Arıburnu cephesi kuzeyindeki tüm kara topçusu, Kurtgeçidi-Conkbayırı hattını ve
gerisini şiddetli bir bombardımana başladı. Bunu İngiliz birliklerinin saldırısı izledi.
İlk saldırıda bir kısım İngiliz birlikleri, Conkbayırı kuzeyindeki doruk çizgisinde
bulunan bazı Türk siperlerine kadar yanaşmayı başarmıştı; ancak buradaki Türk
birliklerinin kendi ihtiyatlarıyla yaptığı karşı saldırı sonunda İngiliz saldırısı
durduruldu ve hatta geri atıldı.
En sol kanattaki kıtalar, belirlenen saatte saldırıya geçmiş ve Besimtepe’yi ele
geçirmişlerse de, Türk birliklerinin karşı taarruzları sonucu eski mevzilerine
çekilmek zorunda kaldılar.
Bu zamana kadar Türkler, Conkbayırı hemen kuzeyindeki sırtları takviyeye
başlamışlar ve Damakçılıkbayırı üzerinden karşı taarruza geçmişlerdi.
Kurmay Albay Mustafa Kemal Komutası’nda oluşturulan Anafartalar Grubuna Kocaçimen ve Conkbayırı kesimindeki kuvvetler de katılmış bulunuyordu.
Böylece Suvla limanından doğuya uzanan geniş alana egemen olan KocaçimenConkbayırı bloğunun sorumluluğu Mustafa Kemal’in omuzlarına yüklenmişti.
Her ne kadar dünkü (9 Ağustos) Anafartalar taarruzu başarıyla sonuçlanmışsa
da, bununla yarımadanın güvencesi henüz sağlanmış sayılmazdı.
Mustafa Kemal’in 9 Ağustos akşamı Conkbayırı’ndaki 8’nci Tümen
karargâhına geldiği zaman buradaki birliklerin durumu şöyleydi:
8’nci Tümen’in sol kanadında 10’ncu Alay bulunuyor, grup emrine verilmiş
olan iki Alaydan 28’nci Alayın gece yarısına doğru cepheye ulaşacağı sanılıyor,
41’nci Alay’ın ise, ne zaman katılacağı kestirilememekteydi.
Yarbay Pötrich Komutasındaki 9’ncu Tümen’in 64’ncü Alayı, iki tabur,
33’ncü Alayı bir tabur halinde olup 25’inci Alay’ı ise dağınık, emir ve komutadan
31
çıkmış, Alay komutanı, tek başına kalmıştı. Tümen karargâhı da, İngiliz topçusunun
ateşleriyle darmadağınık olmuştu.
Yarbay Cemil komutasındaki 4’ncü Tümen, ikişer taburlu iki zayıf Alay
(14’ncü ve 11’nci Alaylar) ve 32’nci Alayın iki taburdan az bir kuvvetiyle
Kocaçimen kuzeyinden 7’nci Tümen sol kanadına kadar uzanan bölgede
Abdurrahmanbayırı
Asmalıdere
güneyindeki
sırtlarda
bulunuyordu.
Kısaca
Conkbayırı kesimindeki cepheyi koruyan 8’nci Tümen (23’ncü, 24’ncü Alaylar) idi.
Kurmay Albay Mustafa Kemal, 10 Ağustos saat 04.30’da baskın tarzında bir
taarruza karar vermişti. Diğer komutanlar ise, gelmekte olan kuvvetlerin
beklenmesini öneriyorlardı.
Bu konuda Mustafa Kemal, şöyle demekteydi:
“Hakikatte hakları vardı. Fakat bu başarıyı fazla kuvvete sahip olmaktan çok,
elimizde bulunan kuvvete azim ve şiddet vermekle ve onları benim tasarladığım gibi
kullanabilmekte görüyordum. Geçirilecek zaman, bizden çok İngilizlere yararlı
olacaktı. Onun için tüm önerilere karşın, kesin olarak hücum edecektim.”
Mustafa Kemal, yukarıdaki karar çerçevesinde 10 Ağustos’ta yapılacak
taarruz için, 8’nci Tümen Komutanına aldıracağı düzen hakkında gereken direktifi
vermişti.
Bu direktife göre kısaca: Tüm kıtalar süngü takmış olarak, Conkbayırı
güneyindeki 260 Rakımlı Tepeyle Conkbayırı kuzeyini görmeye elverişli olan boyun
noktasındaki
birlikten
saat
04.30’da
havaya
kaldırılacak
kürek
işaretiyle
başlayacaktı. Gece gelecek 28’inci Alay, 261 Rakımlı Tepeyle Düztepe arasından
taarruz edecek, 41’nci Alay ihtiyatta kalacaktı.
Mustafa Kemal’in bu direktifini taarruz için birliklere verdiği şu emri izledi:
(kısaltılmıştır)
“a. 8’inci Tümen, kendine katılan taze kuvvetlerle yarın fecirle beraber
Conkbayırı-Şahinsırtı’ndaki İngilizleri geri atacak ve takip edecektir.
Diğer Tümenler, hücumdan sonraki taarruzu kolaylaştıracaklardır.
32
b. 7’nci ve 12’inci Tümenler, bugün ilerledikleri hatları tahkim edecek ve elde
bulunduracaklardır.”
Hücum, planlandığı biçimde her hangi bir topçu hazırlık ateşine dayanmadan,
baskın tarzında (havaya kaldırılan kamçı ve kürek işaretiyle) başladı.
Mehmetçikler, süngülerini takmış oldukları halde, hep beraber ve birden bire
ok gibi siperlerinden fırladılar; İngiliz siperlerine daldılar. Boğuşma kısa sürdü.
Conkbayırı’ndaki iki İngiliz taburundan kurtulabilenler, düzensiz bir şekilde
geriye çekildiler.
Sağ kanattaki 23’ncü Alay, kaçan İngilizlerin peşine takıldı. Ağıl kesimine
hücum eden Türklerle General Baldwin birlikleri arasında saatlerce süren kanlı
boğuşmalar oldu. Bu boğuşmalar, buradaki süngü savaşları, Yarımada’da bu güne
kadar geçen süngü savaşlarının en korkuncu olmuştu.
6-10 Ağustos’ta Conkbayırı dolaylarında, aralıksız savaşların, olağanüstü
kanlılığını kanıtlamak için iki tarafın verdiği zayiatla ilgili aşağıdaki sayılara göz
atmak yeterli olacaktır.
İki tarafın toplam zayiatının (20.000 Türk, 25.000 İngiliz) 45.000’i bulmuş
olması ilginçtir. Bu bir insan kıyımı anlamına gelir. Buralarda Türk şehitleri, vatan
topraklarını koruma uğruna kan akıtmışlardı.
İngilizler ya da onun dominyon askerleri, niçin ölmüşlerdi? Bunun hesabını,
onları bu topraklara gönderen hırslı politikacılarıyla yöneticilerinin kendi
toplumlarına vermeleri gerekir.
Burada önemli bir noktaya değinmek gerekmektedir. Oda şudur:
6-10 Ağustos günlerinde gerçekleşen savaşlar hakkında yayınlanmış yerli ve
yabancı çeşitli yayınlarda, İngilizlerin Conkbayırı’nı ele geçirip geçirmediği sorunu
kuşkulu olarak gösterile gelmiştir.
Her nedense Britanya İmparatorluğu Müdafaa Komitesi Tarih Encümeni’nin
nezareti altında resmi belgelere dayatılarak yazılmış olan Çanakkale-Gelibolu Askeri
Harekatı II’nci cildinin 206’ncı sayfasında, Wellington Taburunca Conkbayırı tepeler
33
hattının ele geçirildiği ve buradan parıldayan Boğaz sularının görüldüğü
yazılmaktadır.
Buna karşı elimizdeki Türk belgelerinde Conkbayırı tepeler hattının,
Türklerin elinden çıkmadığı kanıtlanmaktadır.
Yine bu konuda, İngiltere İmparatorluk Savunma Komitesi Tarih Şubesi’nce
derlenip 1923 Ağustos ayında yayınlanan ve dilimize “Harekatı Bahriye” adıyla
Türkçeye çevrilen eserin 3’ncü cildinin 7-10 Ağustos günlerindeki savaşlar hakkında
yapılan açıklamalardan, (sayfa 164-175) Conkbayırı’nın elde edildiğine ilişkin kesin
bir ifadeye rastlanmamaktadır.
Kısaca ve sonuç olarak denebilir ki, Anafartalar Grubu Komutanlığı’na
atanan Kurmay Albay Mustafa Kemal, yorgun ve ağır kayıp uğrayarak, yıpranmış
Türk birliklerine yeni bir ruh ve dinamizm vermiş ve onları 10 Ağustos’ta sadece
süngülerini kullanarak, baskın tarzında yeniden taarruza geçirmiştir.
Çanakkale Savaşlarının en kanlı çarpışmalarını oluşturan bu hücum sonucu,
İngiliz birlikleri geri atılmış; ağır kayıplara uğratılarak, saldırı güçlerini yitirmişler,
başarısızlığa uğramışlar ve taraflar, savunma hatlarında yerleşmişlerdir.
****
Anafartalar-Suvla’da gelişmekte olan yeni durum üzerine, 5’inci Ordu Komutanı, Saros Grubu’ndan bir Alayı, Anafartalar doğrultusunda harekete geçirerek,
bölgedeki Grup Komutanı Yarbay Wilmer ile bağlantı kurmasını emretti. Öte yandan
da durumun kritikliğini görerek, bölgenin sorumluluğunu yüklenebilecek, bir
komutan arayışına girdi.
Kendisiyle görüşülen Mustafa Kemal, “bütün mevcut birlikleri emrime
vermekten başka çare yoktur” diyordu. “Bu kadar birlik çok gelmez mi?” sorusuna,
“az bile gelir” diye cevap veriyordu. Böylece Mustafa Kemal kendisini daha
yukarıda da değinildiği gibi, Anafartalar Grubu Komutanı olarak cephede buluyordu.
5’inci Ordu Komutanı Liman von Sanders, son gelişmelerden, KocaçimenConkbayırı çizginin önemini daha iyi anlamıştı. Onun ve Türk komutanlarının ana
fikri, 9’ncu İngiliz Kolordusu’nun Anafartalar kesimine yaptığı taarruzları
34
durdurmak, Damakçılıkbayırı-Mestantepe çizgisini ele geçirip Kocaçimen tepenin
güvenliğini sağlamak ve İngiliz Anzak Kolordusu ile 9’ncu Kolordunun birleşmesine
engel olmaktı.
Anafartalar bölgesindeki bu gelişmeler karşısında Grup Komutanı Kurmay
Albay Mustafa Kemal, 9/10 Ağustos gecesi birliklerine, bulundukları hattı tahkim
ederek, savunma için düzenlenmeleri emrini verdi. Kendisi de 10 Ağustos’ta
Conkbayırı kesiminde gerçekleştirilecek taarruzu düzenlemek ve yönetmek üzere, o
bölgeye hareket etti.
Anafartalar bölgesinde geçen 9 Ağustos savaşlarda, 13 Türk taburu, 22 İngiliz
taburunu yenmiş, daha da önemlisi İngilizlerin kesin zafer ümitleri bir kez daha
kırılmıştı. Kısaca Mustafa Kemal’in, 9 Ağustos sabahı Anafartalar bölgesinde
giriştiği karşı taarruzu, 9’ncu İngiliz Kolordusu’nun Suvla’daki ileri harekâtını
durdurmuş, İsmailoğlu tepesi ile Anafarta sırtı Türk birliklerinin elinde kalmıştı.
5’inci Ordu Komutanı Liman von Sanders, 9 Ağustos günü Başkomutanlığa
sunduğu raporda: “Saat 15.00 durumunun iyi olduğu, İngiliz saldırılarının
püskürtülüp arazi kazanıldığını” belirttiği gibi, saat 23.45’te gönderdiği ikinci raporunda da, “Anafartalar ve Kocaçimen kesimlerinde İngiliz saldırılarının tamamen
durdurulduğunu” belirtmiştir.
“Suvla ve Anzak’ta savaşa sokulan 50.000 kişilik İngiliz kıtalarının üç günde
verdiği kayıp, 18.000’den aşağı değildi.
Gökçeada’ya varan Hamilton, kendisini daha da büyük üzüntüye düşüren
Conkbayırı’ndaki birliklerinin yenilgisi haberini aldı.
Bu arada 5’inci Ordu ve Anafartalar Grup Komutanlığı’nın, sözü edilen
düzenlemelerle ilgili olarak ve Başkomutanlık Vekâleti’nden 5’nci Ordu’ya
gönderilen bir emirde, Bolayır bölgesinin sorumluluğu, 1’nci Orduya verilmiş,
böylece Liman von Sanders, rahat bir nefes almıştı.
Bu emir üzerine, 1’nci Ordu Komutanı Golç Paşa, karargâhını Gelibolu’da
kurdu.
35
Bunun üzerine Hamilton, 17 Ağustos’ta Lord Kitchener’e gönderdiği bir
telgrafta, özet olarak “ivedi 45.000 kişilik destek kuvvetiyle, 50.000 kişilik yeni
birlik (taze kuvvet) gönderildiği takdirde, kesin zaferi elde edeceğine inandığını”
yazıyor ve raporunu şu ilgi çekici sözlerle bitiriyordu: “Bütün gerçeği tüm açıklığıyla
size bildirmeyi çok doğru buluyorum. Çok cesur savaş eden, iyi sevk ve idare edilen
asil Türk Ordusunun karşısında bulunuyoruz.”
Kayacıkağılı (Bombatepe) Savaşı (27 Ağustos), Anafartalar bölgesinde
yapılan son harekât olmuştur. Bundan sonraki gün ve aylarda, Anafartalar ve
Arıburnu cephesindeki savaşlar, hareketliliğini yitirmiş İngiliz kuvvetleri, çekilip
gidene kadar mevzi savaşları halinde çarpışmalar sürüp gitmiştir.
Başkomutan General Hamilton’un Anafartalar savaşlarında, ilk hedef olarak
ulaşmak istediği Kocaçimen-Tekketepe hattı, yalnız gerçekleştirmek istediği kuşatma
manevrasına dayanak olması açısından değil, karaya çıkan İngiliz kuvvetlerinin
güvenliği açısından da büyük önem taşımaktaydı. Bu hat, Türklerin elinde kaldıktan
ve tahkim edildikten sonra yapılan kuvvetli saldırılardan da hiçbir sonuç alınamadı.
Böylece Hamilton planı, iflas etmiş ve İngiliz kuvvetleri erimişlerdi.
Aslında oldukça iyi düzenlenmiş olan ve Türklerin ihmal ettiği bir bölgede
uygulama alanı bulan İngiliz kuşatma planı, en elverişli koşullar içinde ve fırsatlar
karşısında başarısızlığa uğradı.
Bu takdire değer planın, başarısızlığa uğramasında, Kolordu ve Tümen
komutanlarının, genel durumun gereklerini kavrayacak nitelikte olmamalarının, azim
ve iradeden yoksun bulunmalarının etkisi büyüktür; fakat Başkomutan Hamilton da,
bunları azim ve süratle harekete geçirecek enerji ve dinamizmden yoksundu.
Anafartalar savaşı, Çanakkale Savaşı’nın kaderini belirlemişti. Bu savaşının
başlangıcında çok dağınık olan Türk kuvvetlerinin hızla kesin sonuç yerine yöneltilmeleri, özellikle bu kuvvetler yetişinceye kadar Türk güvenlik kuvvetlerinin
gösterdikleri direnişler grup komutanlarının tasarrufu mümkün olan bütün kuvvetlerini, kesin sonuç yerine göndermeleri ve Ordu Komutanı’nın bu konuda gösterdiği
azim ve şiddet, hatalı durumun kısa bir zamanda düzeltilmesini sağlamıştır.
36
Burada bir noktayı da belirtmek lazımdır ki, kesin sonuç yerine toplanan
kuvvetlerinin, genç, cesur ve sevk idare yeteneği yüksek olan Kurmay Albay
Mustafa Kemal’e verilmesi iyi bir talih olmuş, onun kuvvetli iradesi bütün zorlukları
yenmişti.
İngilizlerin Anafarta ovasındaki mevzileri, mahkûm durumdaydı. Fakat
yanları denize dayalı olup güçlü bir donanmanın desteğinde ve tüm teknik araçlardan
yararlanılarak, güçlü ve oldukça derin bir tahkimat sistemi vücuda getirmişlerdi.
Kuşkusuz eldeki topçu kuvveti ve sınırlı cephanesiyle Türk Ordusunun, İngilizlerin
bu mevzilerini yarmaya imkân yoktu.
Kısacası İngilizlerin her türlü geniş imkânlarına karşın gösterdiği aczi,
Türklerin yoksunluk ve imkânsızları sonucunda, Çanakkale’de yeniden mevzi
savaşları dönemi başlamış oldu.
Anafartalar ve Arıburnu bölgelerini boşaltma (20 Aralık 1915) düşüncesi
artık İtilafların tek çaresi gibi gözüküyordu.
Hamilton’un görevden alınmasına karar verildi ve O, Doğu Sefer Kuvvetleri
Başkomutanlığı’nı bırakarak, İngiltere’ye döndü. Yerine atanan General Sir Charles
Monro, 28 Ekim’de Mondros’a ulaştı. Kritik durumu değerlendiren Çanakkale
Boğazı Komitesi, 3 Kasım’daki toplantısı sonucunda Kitchener’in Gelibolu’ya
gönderilmesine karar verildi. 9 Kasım’da Mondros’a vararak Monro ve Birdwood ile
görüştü. Kitchener, Birdwood’la birlikte Gelibolu mevzilerini üç gün teftiş etti.
Çanakkale durumu hakkındaki tartışmalar günlerce sürer ve hatta boğazın
yeniden donanmayla zorlanmasıyla ilgili Keyes Planı bile gündeme geldi. Ama
sonunda, Lord Kitchener, 4 Kasım’da General Birdwood’a çektiği bir telgrafta,
“Çanakkale’den birlikleri geri almak için, sükûnetle ve çok gizli olarak bir plan
hazırlanmasını” istedi.
Sanki kışın habercisi gibi ağır havalar 26 Kasım akşamı yoğun bir yağmurla
başladı. Aynı zamanda fırtına etkisini Yarımada’nın her tarafında göstermeye
başladı. Siperleri bir metre su bastı. 27 Kasım günü de saat 16.00’da ilk kar taneleri
döküştürmeye başladı. Kar ve tipi, korkunç yüzünü göstermekte gecikmedi. Isı sıfırın
altına düştü ve siperlerde görevli bulunanlar için hava şartları dayanılmaz bir durum
37
aldı. Ertesi gün sabah olduğunda düşman askerleri hiç tanımadıkları bir görüntü ile
karşılaştılar. Her tarafı kar kaplamıştı ve her yer buz tutmuştu. Kırık ve çıkığın haddi
hesabı yoktu. Durum düşman açısından umutsuzdu. Birkaç gün içinde yüzlerce asker
donarak öldü.
Bu sıralarda Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal, hastalandığından,
tedavi görmek ve dinlenmek üzere, 10 Aralık 1915’te İstanbul’a gitmişti. Yerine
5’nci Kolordu Komutanı Fevzi Paşa (Mareşal Çakmak) atanmıştı.
5’nci Ordu Komutanı Liman von Sanders, Seddülbahir’den yapılan tahliye
için şöyle der:
“Bütün dikkatlerimize karşın, İngiliz ve Fransızlar, tüm kuvvetlerini geri
çekmekte başarılı olmuştur.”
İngilizlerin, Gelibolu yarımadasını boşaltması ilgili olarak Liman von
Sanders’in Başkomutan Vekâleti çektiği ilk telgraf şöyleydi:
“Tanrıya şükür, Gelibolu yarımadası tamamen düşmandan temizlenmiştir.
Diğer ayrıntılar, ayrıca sunulacaktır.”
Sekiz buçuk ay süren Çanakkale Savaşlarında tarafların kaybı, kesin
olmamakla beraber şöyle özetlenebilir:
Türklerin belgelere dayanan en kesin sayı, 5’nci Ordu Komutanlığı’nın son
aylara ilişkin olarak Başkomutan Vekâletinin sunduğu kayıp raporlarından derlenen
sayılardır. Buna göre Türk kaybı toplam olarak 213.882’yi bulmuştu.
Bu kuvvetlerden İngilizler, 205.000; Fransızlar ise, 47.000 kişi kayıp
vermişlerdir.
Bu kuvvetlerden İngilizler, 205.000; Fransızlar ise, 47.000 kişi kayıp
vermişlerdir.
Lojistik Destek: Ordular, savaş sırasında istenilen hedefe ulaşamazlarsa, bunun
sebeplerinin en büyüklerinden birinin, idari işlemlerin ve lojistik desteğin yeterli
derecede iyi planlanmadığı veya yürütülemediğinden ileri geldiği son derece
ortadadır. Çünkü, cephede düşman karşısında iyi beslenemeyen, giyeceği, silah ve
cephanesi yeterli olmayan bir birliğin, ne kadar üstün ve kabiliyetli komutanların
38
idaresi altında olursa olsun, verilen emirleri yerine getirebilmesi mümkün değildir.
Cephede aç, cephanesiz kalan erin, sargı yerinde yaralarını sardıramayarak inleyen
yaralının durumu, hep lojistik desteğin yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır.
Savaş sırasında diğer cephelerde orduların idari faaliyetleri ve lojistiği
konusunda birçok aksaklık meydana gelirken, Çanakkale Cephesinde durum biraz
daha iyi ve olumludur. Çünkü burada ordunun ihtiyacı olan lojistik destek, mümkün
olduğu kadar zamanında ve istenilen yere ulaştırılmaya çalışılmıştır. Çünkü Türk
ordusunun Çanakkale’de gösterdiği başarısında, komutanların yüksek sevk ve idare
kabiliyetlerinin yanı sıra, diğer cephelere göre ulaşım hatlarının nispeten daha kısa
olmasının ve bu nedenle lojistik desteğin zamanında yapılmasının da büyük rolü
olmuştur.
39
Download