T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ "Ankara'da AtamasıYapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma" Yüksek Lisans Tezi Bedri Özdemir Ankara – 2014 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ "Ankara'da AtamasıYapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma" Yüksek Lisans Tezi Bedri Özdemir Tez Danışmanı Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya Ankara - 2014 TEZ ONAY SAYFASI T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ "Ankara'da AtamasıYapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma" Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya ........................................ Doç. Dr. Kezban Çelik ........................................ Doç. Dr. Feryal Turan ........................................ Tez Sınavı Tarihi:.................................................. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (06.01.2014) Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Bedri ÖZDEMİR İmzası ÖNSÖZ Öncelikle bu tezin oluşturulması sürecinde bana her türlü desteği sağlayan, sağduyulu davranışlarıyla beni sürekli sürece motive eden değerli tez danışmanım Prof. Dr. Nilay ÇABUK KAYA’ya gönülden teşekkür ediyorum. Ayrıca tez jürimde yer alan, değerli vakitlerini bana ayırıp çalışmamı mikroskobik bir titizlikle inceleyen, değerli yorumlarını benimle paylaşan hocalarım Doç. Dr. Kezban ÇELİK'e ve Doç. Dr. Feryal Turan’a çok teşekkür ediyorum. Tez sürecinin her noktasında benimle tartışmaktan sıkılmayan, takıldığım yerlerde bana yardımcı olan, moral desteğiyle her zaman beni cesaretlendiren canım dostum Aslı AKÇAYÖZ'e, tez yazım sürecinde yaşadığım dert ve sıkıntıları üşenmeden dinleyen ve hep yanımda olan sevgili dostum Alpaslan ÇELİKDEMİR'e, zor zamanlarımda hep yanımda olan, fikir ve düşünceleriyle her zaman bana yol gösteren diğer değerli dostlarım; Hanefi ACAR'a, Harun DİNÇOĞLU'na, Okşan GÜRTUNA ve Mahmut TANER'e teşekkürlerimi bir borç bilirim. Ayrıca, hemen hemen her günümü birlikte geçirdiğim ve samimi desteğini eksik etmeyen, bana mutlu ve huzurlu bir iş ortamı sağlayan çalışma arkadaşlarımın her birine çok teşekkür ederim. Son olarak, tez yazım sürecinin tamamında sevgisiyle, hoşgörüsüyle beni motive eden, uygun fiziksel koşulların oluşması için olağanüstü bir çaba ortaya koyan, bu süreci atlatmam konusunda elinden gelen her türlü desteği benden esirgemeyen biricik sevgilim, değerli eşim Özgün Çakar ÖZDEMİR'e sonsuz teşekkürü bir borç bilirim. KISALTMALAR AB Avrupa Birliği ABD Amerika Birleşik Devletleri AKP Adalet ve Kalkınma Partisi Akt. Aktaran AÖF Açık Öğretim Fakültesi AYÖP Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu DB Dünya Bankası Der. Derleyen DTCF Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ed. Editör FAK Fakülte IMF Uluslararası Para Fonu İİBF İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi İK İnsan Kaynakları İŞ-KUR Türkiye İş Kurumu KPSS Kamu Personeli Seçme Sınavı KTÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi MEB Milli Eğitim Bakanlığı ODTÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler ÖSYM Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi PEP Plaza Eylem Platformu PDR Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Ünv. Üniversite STK Sivil Toplum Kuruluşu TUİK Türkiye İstatistik Kurumu TÜSİAD Türkiye Sanayicileri ve İşadamları Derneği YÖK Yüksek Öğretim Kurumu İÇİNDEKİLER 1. GİRİŞ .................................................................................................................................. 1 1.1. Araştırma Problemi ....................................................................................................... 8 1.2. Amaç ........................................................................................................................... 11 1.3. Önem ........................................................................................................................... 13 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE ......................................................... 21 2.1. Neoliberal İstihdam Politikaları ve İşgücü Piyasalarına Yansımaları ......................... 21 2.1.1. Refah Devletinin Çöküşü ve Devletin Değişen Yapısı ........................................ 26 2.1.2. Yeni Ekonomik Düzen ve Geleceksizlik ............................................................. 29 2.1.3. Esneklik, Enformelleşme ve Güvencesiz İstihdam Rejimleri ............................. 32 2.2. Türkiye'de Neoliberalizm ve Beyaz Yakalı İşsizliği ................................................... 34 2.2.1. Beyaz Yakalılar Kimlerdir? ................................................................................. 34 2.2.2. Türkiye'de Beyaz Yakalı İşsizliği ........................................................................ 37 2.2.3. Eğitsel Sermayenin Dönüşümü ve Prekaryalaşan Beyaz Yakalılar ..................... 42 2.2.4. Meritokratik Bir Kültürde Büyüyememek ........................................................... 48 3. METODOLOJİ ................................................................................................................ 52 3.1. Araştırma Modeli ........................................................................................................ 52 3.3. Sınırlılıklar .................................................................................................................. 56 3.4. Zamanlama .................................................................................................................. 59 4. TARTIŞMALAR VE BULGULAR ............................................................................... 60 4.1. Giriş ............................................................................................................................ 60 4.2. Öğretmenlerde Mesleki Aidiyet, Değer ve Refah Algıları ......................................... 61 4.3. Entellektüel Emeğin Dönüşümü: Nostaljiden Bugüne Öğretmenlik .......................... 70 4.4. Kliental Ağlar ve İş Bulma Çilesi ............................................................................... 79 4.5. Gündelik Yaşam Pratikleri, Geçici İşler ve İşsizlikle Mücadele ................................ 83 4.6. Sosyal Parazitler: Bumerang Kuşağı........................................................................... 88 4.8. KPSS: Yeniden Hortlayan Kabus ............................................................................... 94 5. SONUÇ VE ÖNERİLER ............................................................................................... 101 KAYNAKÇA ...................................................................................................................... 107 ABSTRACT ........................................................................................................................ 114 ÖZET .................................................................................................................................. 115 EK 1: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME FORMU......................................................................... 116 EK 2: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME SORULARI ................................................................... 117 EK 3: AYÖP GÖRÜŞME FORMU .................................................................................... 121 EK 4: AYÖP GÖRÜŞME SORULARI .............................................................................. 122 EK 5: ÖRNEK MÜLAKAT GÖRÜŞMESİ ........................................................................ 124 EK 6: KATILIMCI LİSTESİ .............................................................................................. 135 1. GİRİŞ Çalışmaya yüklenen anlam ve önem, tarihin farklı dönemlerinde insanın doğayla girdiği mücadeleye göre biçimlenmiştir. İnsanın yükselme arzusu, kendini aşma ve yaşamını kendi emeği üzerinden kurgulama çabası, özgürlüğünün ve varoluşunun serüvenini kendi alın teri üzerinden üretmesi tarihin akışını sürekli değiştirmiş, onun düz-çizgisel bir yönde ilerlemesinin önüne geçmiştir. Ancak zamanın ruhu, üretenlerin elinde yükselen bir dünyayı değil, yoksulluğu ve sefaleti yapısallaştıran bir paradigmayı öne çıkartmakta, çalışmanın kişiye verdiği doyumdan yığınları mahrum bırakmaktadır. Burjuva ideolojisi, insan talihinde özlem çekmek ve yetersizlik için doğal bir yer ayırmayı reddederek, bizi ters giden evliliklerimizden ya da kullanılmamış heveslerimizden ötürü kolektif bir teselli bulma olanağından yoksun bırakmaktadır ve bizleri, kimsek o olamama konusunda hiç bitmeyen yeteneksizliğimizden ötürü, utancın ve zulmün münzevi duygularına mahkum etmektedir (Botton, 2008:131). Hayatımızı ürettiğimiz, bizleri toplumun üretken bir üyesi haline getiren iş nedir, insan için iş ne anlama gelmektedir? Yaşantımızı borçlu olduğumuz bir döngü mü; yoksa basit bir zorunluluk mu? Temel olarak iş; zaman ve mekana göre sabit bir evreni olmayan ve sosyal olarak yapılanmış bir fenomendir. Bazı aristokratik toplumlarda ve eski anti-demokratik Yunanlılar'da hor görülen ve kölelikle eşit tutulan çalışma, diğer toplumlarda demokrasinin temel taşı olarak müjdelenmektedir (Grint, 1998:55). İşin ne olduğuna ilişkin ilk yazılı kaynak taraması Eski Yunan’a kadar gitmektedir. Eski Yunan’da iş özgür olmayanların yapmaları gereken, acı 1 verici bir etkinlik olarak ele alınır ve yaşamak için çalışmak zorunda kalmak aşağılanırdı. Kişinin toplumsal alandaki değeri ne yapmadığı üzerinden şekillenirdi (Çelik, 2006:361). Bu anlamda iş, bireyin sosyalizasyonundan toplumsal kimliğinin inşasına kadar hayatının her döneminde etkili bir tecrübedir. Bir işte çalışmak, çoğu insan için önem arz etmekte ve çoğu zaman kişisel değerin bir ifadesi olarak kabul görmektedir. Çalışmanın insan doğasındaki tartışmasız önemi, üretilen emek karşısında kişinin ödül ve takdir kazanma dürtüsünden gelir, çünkü çalışma ile statü, ekonomik ödül, dini inanış ve kişisel potansiyelin bir şekilde ortaya konulması sağlanmış olur (Grinth, 1998:1). Ancak, günümüz dünyasında çalışma fiiliyatının çok daha teknik ve mekanik bir arka planı vardır. Günümüz koşullarında çalışmanın toplumsal olarak tanımlanabilen, toplumsal bütünün üretim ve yeniden üretiminde norma bağlı, standart bir işlevi yerine getiriyor olması da gerekmektedir (Gorz, 2001:12). Modern kapitalizmde işgücü piyasalarının uzmanlaşma ve profesyonelleşmeye bağlı olarak çeşitlenmesi, istihdamı basit bir eylemlikten daha fazlası, kendi içinde pek çok kompartımana ayrılmış bir olgu olarak görmeye yöneltmektedir. Bu nedenle çalışma; içerdiği yetki ve yetenekler, prosedürler ve ihtiyaçlar türdeşleştirilmiş olduğundan yeni normların, ihtiyaçların, yeni yetki ve yeteneklerin bireysel ve kolektif olarak keşfedilmesini, yaratılmasını ve öz belirlenimini baskı altına alan ya da sınırlayan etkili bir toplumsallaştırma, norma bağlama ve standartlaştırma aracıdır (Gorz, 2001:13). 2 Çalışma olgusunun insan hayatında kapladığı yer şüphesiz çok büyüktür; ancak günümüz dünyasında ulusların ve toplumların en önemli sosyo-ekonomik sorunlarının başında işsizlik olgusu gelmektedir. Kavramsal anlamda işsizlik; çalışma kabiliyeti ve arzusu olup, ücret karşılığında herhangi bir işte çalış(a)mayan işgücüne verilen isimdir. Daha teknik bir terminoloji ile ifade edersek; işsizlik, bir ekonomide emek talebinin emek arzını karşılayamaması olarak da tanımlanabilir; ancak küresel dünyamızın karmaşık istihdam yapısını anlamak açısından bu ortodoks tanım fazlasıyla yetersizdir. Tek başına emek arzının emek talebine eşit olması işsizlik olgusunu ortadan kaldırmaz. İstihdamın gerçekleşebilmesi için emek arzının talep edilen işçinin niteliklerine de uygun olması gerekmektedir, aksi takdirde piyasada istihdam söz konusu olamaz (Güney,2009:135). İşsizlik, 1970'li yıllardan itibaren nüfus artış hızı yüksek, buna karşın ekonomik gelişmesi yavaş ülkeler başta olmak üzere, aynı zamanda sanayileşmiş batı ülkelerini de önemli ölçüde etkileyen bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (Gündoğan, 1999:65). İşgücü piyasasının mevcut haliyle dünya ekonomisinde işsizliğin artmasına neden olan yapısal özellikleri; ekonominin kuralsızlaştırılması, üretim yapısındaki değişim, işgücündeki yapısal değişim olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmeler dünya genelinde istihdamı olumsuz bir biçimde etkileyerek işsizliği kronik bir problem haline getirmektedir (Uyanık, 2008:214). Gelişmekte olan ülkelerde işsizlik, daha çok yoksullukla iç içe deneyimlenirken, gelişmiş ekonomilerde otomatizasyona ve gelişen teknolojilere bağlı olarak işgücüne katılma oranlarında belirgin düşüşler yaşanmaktadır. Refah sistemlerinin işssizlik yarattığı ve ekonomik büyüme oranlarının işsizlikle doğru 3 orantılı olduğu tezlerini tartışmaya açan Therborn, işsizlik düzeyinin belirlenmesinde her ülkenin izlediği kendi iş politikasının önemli olduğunu ifade etmektedir. İngiltere'de işsizlik, özellikle de uzun dönemli işsizlik tamamen erkeklerin karşılaştıkları bir problem iken, İtalya ve Fransa'da öncelikle kadın ve gençleri etkilemektedir. Teknolojik gelişmelerin de beraberinde kaçınılmaz bir biçimde işsizliği getirdiği kesinlikle söylenemez, çünkü bu konuda verilebilecek en iyi örnek en yüksek teknolojik gelişme ve en düşük işsizlik oranına sahip olan Japonya'dır (Therborn, 1986 akt. Grint, 1998:52). Tüm dünyada sürekli artan işsizlik oranları 21. yüzyılda devletlerin ve toplumların kâbusu olmuş durumda. 2008 yılında ABD'de patlak veren küresel ekonomik krizin etkilerinin her geçen gün daha fazla görünür olduğu, emek gücünü baskı altında tutmaya dönük küresel ekonomi politikalarının her defasında daha da belirginleştiği bir süreçten geçmekteyiz. Ülkeler, özellikle teknolojik olarak gelişirken, üretim sistemleri de buna paralel olarak değişmekte ve mevcut işgücünün bu gelişmelere ayak uydurması zorlaşmaktadır. Bunun sonucunda da, nüfus artışına bağlı olarak artan işgücüne istihdam imkanları yaratmak sorun haline gelmektedir (Güney, 2009:135). İçinde bulunduğumuz dönemi diğerlerinden ayırt eden en dramatik fark, kapitalist ekonomik sistemin kitlesel işsizliği giderek yapısallaştıran bir rotada ilerlemesidir (Bora ve Erdoğan, 2011:30). Küresel sermayenin girdiği dar boğazdan kurtulması için yürürlüğe konulan neoliberal ekonomi-politikalar, yaşamı her geçen gün daha fazla olanaksızlaştırmakta ve yeryüzündeki kaynakların büyük bir bölümünün özel teşviklerle sermayeye transfer edilmesine neden olmaktadır. Bu durumun doğal sonucu olarak ortaya; işsizlik ve yoksulluk dışında başka bir manzara 4 çıkmamaktadır. Çünkü, global kapitalizm, dar bir tüketici nüfusuyla kendini döndürmeye ayarlı. Bu yapı, yedek emek gücü ordusunu hep yedekte bekletebilecek bir yapı. Toplumun en alt sınıf katmanında yer alanları, üretim süreci dışındaki pozisyonları ve mutlak yoksunlukları, dışlanmışlıkları üzerinden tanımlayan yoksulluk kavramının gündemi kaplamasının manası ve lüzümu da daha çok bununla igilidir (Bora ve Erdoğan, 2011:30). Kamuda istihdamın yeniden yapılandırılması, bürokrasinin azaltılarak batı tarzı girişimcilik kültürünün kitlelere dayatılması, özellikle de gelişmekte olan ekonomileri adeta belirsiz bir geleceğe doğru sürüklemektedir. Son 30 yıllık süreç içinde, neoliberal ekonomi politikalarının küresel boyutta daha hissedilir hale gelmesiyle birlikte işsizlik, vahşi kapitalizm dönemlerini aratmayacak bir seyir izlemektedir. Tunus, Mısır gibi Kuzey Afrika ülkelerinden Arap Yarımadası'na kadar uzanan geniş bir coğrafyadan, Yunanistan, İtalya ve İspanya'daki ve Amerika'daki Wallstreet eylemlerine kadar isyanlar ve direnişler kapitalist birikim sürecinin nasıl işsizlik yarattığını gözler önüne sermesi açısından oldukça önemlidir (Değirmenci, 2011:514). Söz konusu süreç; İngiltere ve Amerika'da Thatcher ve Reagan ile başlayan, Türkiye'de ise Özal ile devam eden, sosyal devlet kazanımlarının önce törpülendiği ve sonra giderek yok edildiği, dünyadaki eşitsizliğin herhangi bir fırsat eşitliğine dahi yer vermeyecek bir biçimde derinleştirildiği, kamusal sorumluluk fikrinin budandığı bir dönemi kapsamaktadır (Peker, 2005). Anlaşılan şu ki; refah devletinin en başarılı sosyal politikalarından biri olan "tam istihdam" paradigması günümüz koşullarında tamamen çökmüş durumda. İşgücünün boşa çıkması ile ayırt edilebilecek bu yeni kapitalizm sürecinde, tam istihdam ulaşılabilir bir hedef 5 olmaktan çoktan çıkmıştır. Halen çalışmakta olanların koşullarını iyileştirme taleplerinin önünü kesmeye yarayan bir yedek işgücü ordusu ise sistemin ve hayatın çeperlerinde varlığını sürdürmeye devam etmektedir (Bora, 2011:304). Dünya sisteminde başlayan bu yeniden yapılanma süreci, neoliberal siyasal reformlar ve özellikle son dönemlerde yaşanan küresel ekonomik krizler Türkiye’de de işsizlik oranını azımsanmayacak derecede arttırmıştır. Özellikle de genç işgücü bu süreçten olumsuz anlamda etkilenmektedir. Türkiye nüfusu içinde genç nüfus oranının yüksek ve çalışabilir durumda olduğu düşünüldüğünde genç işsizliği, büyük bir sosyo-ekonomik sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Genç işgücünün mobilitesinin yüksek olması, genç işgücüne olan talebin daha çok kısa dönemli, geçici ve düşük ücretli işlerde yoğunlaşması ya da istihdam piyasasından tamamen dışlanması sonucunu doğurmaktadır (Gündoğan, 1999:69). TUİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) 2013 Temmuz döneminde yaptığı hanehalkı işgücü araştırmasına göre; geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırıldığında Türkiye'de işsiz sayısı 363 bin kişi artarak 2 milyon 686 bin kişiye yükselmiş ve işsizlik oranı 0.9'luk bir puan artışı ile %9.3 seviyesinde gerçekleşmiştir.1 Ancak ölçülebilen, kayıtlı işsizlik verileri ülkemizdeki gerçek işsiz sayısını ve işsizlik oranlarını ortaya koymaktan çok uzakta görünüyor. Bunun nedeni kayıt dışı işsizliğin ülkemizde yaygın bir biçimde tecrübe ediliyor olmasıdır. Devletin, genellikle her konuda tanımlayıcı bir cevaba sahip olduğu görülür. İşsizlik hususunda devlet, nüfusu ekonomik açıdan aktif olanlar ve ekonomik açıdan aktif olmayanlar arasında bölmüştür. Eğer, insanlar vergilerini, sigortalarını vs. ödüyorlarsa, çalışıyorlardır; aksi durumda ise yaptıkları şey çalışma 1 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13607 6 değildir (Grint, 1998:10). Devlet politikalarının yığınları istatistik olarak görmesi ve onları katı, ceberrut bir bakış açısıyla sınıflandırması işsizlik çalışmalarında reel gerçekliğin ne olduğu konusunda da çeşitli zorlukları gündeme getirebilmektedir. Neoliberal transformasyon, işgücü piyasalarında taşeronlaşma ve esnekleşme gibi yeni ve güvencesiz çalışma örüntülerini yaygınlaştırmasının yanı sıra, ücretlerde korkunç düşüşlere ve çalışma koşullarında da kölelik uygulamalarını aratmayacak manzaraların yaşanmasına neden olmaktadır. Güvencesiz emek ve hayat rejimi geleceğin sürekli rehin bırakılması, asla tümüyle hak edilememesi ve garantiye alınamaması demektir. Sürekli ve uzun süreli bir iş sözleşmesinin yokluğu, insanın şimdiki zamandaki çabasını iş piyasasındaki rekabet gücünü arttırmak ve kapasitesini genişletmek üstünde yoğunlaştırmasına yol açtığı ölçüde geleceğin sömürülmesini daha da şiddetlendirmektedir. Böylece, sermayenin zamanı sömürgeleştirmesi daha da derinleşmektedir (Erdoğan, 2011: 99). Şüphesiz işşizliği her toplumda farklı cinsiyet, meslek ve yaş gruplarından pek çok kimse farklı şiddet ve şekillerde tecrübe etmektedir; ancak bu çalışmada işsizlik olgusu beyaz yakalı işsizliği ile sınırlandırılmaktadır. Tahsilli olup, alanında uzmanlaşmış profesyoneller olarak beyaz yakalılar; küresel işgücü piyasalarında yaşanan değişim ve dönüşümlerden şiddetli bir biçimde etkilenen heterojen bir kitle. Üniversite eğitimin ardından girilen onca sınava rağmen beyaz yakalılar işsizlik ve geleceksizlik kabusuyla karşı karşıya. Günümüz koşullarında, doktorundan mühendisine diploma sahibi beyaz yakalıların büyük bir bölümü üretim araçlarına sahip değillerdir ve eskiden olduğu gibi diploma edinerek sınıf değiştirme şanslarını 7 yitirmişlerdir. Beyaz yakalı mesleklerde parçalanma dinamikleri hangi şekillerde ortaya çıkmaktadır, beyaz yakalıları işgücü piyasalarında değersizleştiren, onları proleterleştiren yeni ekonomik düzenin ve ideolojik söylemin sınırları nelerdir? Bir zamanların parlak çocukları şimdilerde neden hayata tutunmak için daha fazla çabalamak zorunda? Bu çalışmada genel anlamda bu sorular üzerinde durularak beyaz yakalı mesleklerin ne uzayan ne de kısalan boyutuna oluşturan öğretmenliğin son zamanlarda düştüğü durum, yani öğretmen emeğinde yaşanan dönüşüm Ankara'da yürütülen saha çalışmasından elde edilen veriler ışığında değerlendirilecektir. 1.1. Araştırma Problemi Kamuda istihdam konusunda Türkiye'nin büyük bir dönüşümden geçtiği, özel sektörde de çalışma koşulların giderek kötüleştiği, ceberrut yeni istihdam rejimlerinin ortaya çıktığı ve bu süreçte sınıfsal pozisyonların, daha doğrusu toplumun sınıf haritasının değiştiği görülmektedir. Bir toplumda sağlam bir ekonomik sistemin oluşabilmesi ve onun yapısallaşması için bugüne kadar hep orta sınıfın güçlü kalması yönündeki genel kanı ve inanışlar, 2008 yılında ABD'de patlak veren ve tüm dünyaya yayılan finansal krizle adeta yerle bir oldu. Daha çok orta sınıf profesyonellerin işsiz kaldığı bu krizde bir çok ekonomist, orta sınıf balonunun patladığını ve bunların bir kısmının sınıf piramidinin üst basamaklarına tırmanırken, geri kalan büyük çoğunluğun ise aşağıya düşeceğine dair çözümlemelerde bulundular. Geleneksel ekonomi politikaları orta sınıfın güçlü olması gerektiğini ve bunun da devlet eliyle organize edilmesini elzem olarak görürken, yeni kapitalizmin 8 ruhu ise tam tersi yönde işlemeye devam etmektedir. Marx; kapitalizm geliştikçe pazarın gereksinim duyduğu işgücü talebinin sermaye birikimine bağlı olarak artmayacağını, bunun sonucunda da yedek işsizler ordusunun ortaya çıkacağını ve bununda; ücretlerin istikrarlı bir biçimde düşmesine, emeğin değersizleşmesine yol açacağını belirtmişti. Henüz kabul görmesede gelinen son noktada orta sınıf gençler yedek işsizler ordusuna eklemlenerek yoksullaşmış, mülksüzleşmiş ve proleterleşmiştir. Orta sınıfı derinden etkileyen, hatta onu çözülmenin eşiğine getiren bu dönüşümün eğitim ve sağlık alanında kendini daha çok hissettirdiği, bu alanlarda kamu hizmetlerinde belirgin bir niteliksizleşmenin ve hızlı bir metalaşmanın yaşandığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Eğitim ve sağlık alanında istihdam edilen kitlelerin daha çok beyaz yakalı olduğu dikkate alındığında, bu süreçten en çok etkilenen gruplardan birinin de beyaz yakalılar olduğu konusunda şüpheye yer kalmamaktadır. Son derece düşük ücretlerle hatta birçok durumda ücretsiz, güvencesiz, geçici süreli çalışma koşulları, çalışıyor olmakla işsizliğin arasında kırılgan bir istihdam rejimi oluşturmaktadır. İşsiz beyaz yakalılar, kâh asgari geçimlik bir gelir uğruna, kâh gerçek bir işe kavuşma umuduyla, kâh salt çalışıyor olma statüsünü önemsedikleri için bu koşullara katlanmak durumunda kalabiliyorlar (Bora, 2011:210). Bu bağlamda, bu tez çalışmasında Türkiye'de son 30 yıldır etkisini tüm dünyada ve Türkiye'de hissettiren neoliberal dönüşümün işgücü piyasalarına yansımalarını beyaz yakalıları, bihassa bu kategoride yer alan öğretmenler referans alınarak incelenmektedir. Çalışmada cevap aranılan başlıca sorular; İşsizlik öğretmenlerin sınıfsal konumlarında ne gibi bir etki yaratmaktadır, öğretmenler 9 işsizlik sürecinde yaşamlarını nasıl düzenliyorlar ve bunu yaparken daha çok hangi mekanizmaları kullanıyorlar? Kötü işlerde çalışan öğretmenlerin durumu nasıl değerlendirilmelidir? Çünkü; burada da bir tür işsizlikle mücadele deneyimi ortaya çıkmaktadır. Beyaz yakalıların dünyasında çalışmanın temel referansının para olmadığını, daha çok kariyer ve başarıyı öne çıkaran bir yaşam tarzının temsilcileri olarak zihinlerde kodlandığı gerçeğinden yola çıkarak öğretmenlerde yaptıkları işe yönelik olarak tatminsizlik duygusunu yaratan temel dürütünün ne olduğunu araştırmak, bu tezin esas gündemini oluşturmaktadır. Kuramsal çerçevenin yer aldığı ikinci bölümde; Keynesyen refah devletinden neoliberal modele uzanan tarihsel süreç irdelenmektedir. Neoliberal politikaların ekonomik sonuçları neredeyse her yerde benzer şekillerde ortaya çıkmaktadır. Ekonomik eşitsizlikte büyük artış, dünya halklarının ekonomik durumlarının giderek kötüleşmesi, mülksüzleşme ve tüm yeryüzünde işsizliğin ürkütücü boyutlarda tavan yapması şeklinde yansımaları olmaktadır. Bu anlamda, neoliberal aklın küresel bağlamda ülkelerin istihdam politikalarına ne şekilde yön verdiği, bu dönüşümün orta sınıf üzerinde nasıl bir parçalanmaya ve ayrışmaya neden olduğu ikinci bölümün ana temasını meydana getirmektedir. Bilindiği üzere; Türkiye'de öğretmenler, yıllarca toplumsal dönüşümün ve modernleşme sürecinin aktif özneleri, taşıyıcıları olarak görülmüş, bu nedenle öğretmen imajı geleneksel yaşam tarzlarının ve dinsel kimliklerin karşısında konumlandırılmıştır (Ertürk, 2010:113). Yeniliğin, bilginin, aydınlanmanın ve muassır medeniyetin sembolü haline gelen öğretmenlik; enformasyon devrimi ile 10 birlikte bilgiye erişimin kolaylaşması, yeni ve daha çok gelir getiren mesleklerin popülerleşmesi, eğitim kurumunun piyasalaşarak metalaşması gibi nedenlerden dolayı sıradan bir meslek haline gelmiştir. Öğretmenlik, Cumhuriyet’in yükselen şehirli sınıfları içinde yer almaktan, saygın bir toplumsal misyonu taşımaktan artık bir hayli uzakta görünüyor. Daha çok orta sınıfların pek de seçkin olmayan bir kesiminde daha aşağıya düşmeme durumuna işaret etmektedir (Üstün, 2011:276). Bu bağlamda, tezin üçüncü bölümünde Ankara'da işsizliği deneyimleyen öğretmenlerle yürütülen çalışamanın metodolojisine ilişkin bilgiler yer alırken, dördüncü bölümde de Ankara'da öğretmenlerle yürütülen araştırmanın sonuçları değerlendirilmekte, Türkiye konteksinde öğretmen işsizliğinin temel dinamikleri sorgulanarak özel eğitim kurumlarında öğretmenlerin karşılaştığı güçlükler de paylaşılmaktadır. 1.2. Amaç Bir işe sahip olmak; bir ülkedeki mevcut işgücünün o ülkenin ekonomik faaliyetlerinde nakdi ücret karşılığında çalıştırılması olarak tanımlanabilir; ama çalışmanın bireyin dünyasındaki karşılığı yalnızca bu basit tanım ile sınırlı kalmıyor. Genel olarak çalışmak; yetişkinlerin toplum içinde üretken gençlik rollerini benimsemesi, sorumluluk almasını sağlayan, sosyalizasyon sürecinin önemli bir basamağı olarak görülmektedir. Bu bakımdan çalışmak, gençlere yalnızca mesleki tecrübe sağlamaz, aynı zamanda aile ve akranlarının dışındaki insanlarla etkileşime girme fırsatı sunar. Ayrıca, çalışma ortamları gençlere sorumluluk ve bağımsızlık duygusu kazandırarak onları çeşitli koşullar altında karar almaya zorlamaktadır (Petersen ve Mortimer, 2006:19). Çalışma yaşamına ilişkin sorunların birikerek 11 çoğaldığı modern zamanlarda işsizliği, akla gelen ilk ve basit formlarıyla görmek onun kendi içinde ne kadar da büyük bir sorun silsilesi barındırdığını görmemizi engellemektedir. Bu nedenle işsizlik; yalnızca geçinme güçlüğü, borçlanma ve yaşam standardının düşmesi anlamına gelmez, aynı zamanda insanların duygu dünyalarını ve kendilik algılarını da etkiler ve dönüştürür (Bora, 2011:117). Sonuçta, insanı doğa karşısında anlamlı bir aktör haline getiren şey yine onun üretkenliğidir. Çalışıp üreterek, terleyerek doğanın ve yaşamın devamlılığını sağlayan insan için çalışmak, fazlasıyla kutsal bir deneyimdir. Bu anlamda, bu tezin temel amacı; anlamacı bir yaklaşımla çalışma hayatına ilişkin güçlükleri genel bir çerçeve içinde aktarmak ve neoliberal ekonomi politikaların kıskacında Türkiye'de beyaz yakalı işsizliğini ele almak, neoliberalizmin beyaz yakalı mesleklerde yarattığı kırılganlığı ve prekarizasyonu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktır. Dünyada neredeyse bütün toplumların ekonomi politikalarına yön veren bir fenomen olarak neoliberalizmin, Türkiye'de özel sektörde ve kamuda istihdam yaşamını nasıl biçimlendirdiği, işsizliğin yapısallaşması ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşması sürecinde nasıl bir rol üstlendiğini beyaz yakalı işsizliği kapsamında tartışmaktır. Türkiye'de üniversite mezunlarının, yani belli alanlarda uzmanlaşmış, profesyonelleşmiş beyaz yakalılar'ın işsizliği nasıl deneyimledikleri, işsizlik sürecinde ne tür mücadele stratejileri geliştirdikleri, beyaz yakalı işsizliğini üreten ve onu besleyen ideolojik mekanizmaların neler olduğunu ortaya koyabilmektir. Bilhassa, bu süreci en şiddetli biçimde yaşayan ve süreçten en çok zarar gören meslek kolllarından biri olan öğretmenliğin emek süreçleri bağlamında dönüşümünü irdelemek, ataması yapılmayan öğretmenlerin gündelik yaşamlarını nasıl idame 12 ettirdiği ve işsizlik sürecinde hangi mücadele biçimlerine tutunduğunu saptamak öne çıkarmaktadır. Bu kapsamda, Ankara'da yaşayıp işsizliği farklı şekillerde deneyimleyen 30 öğretmenin durumu yapılan alan araştırmasıyla tezin ilerleyen bölümlerinde ele alınacak, onların mevcut durumları ve konumları hakkındaki düşünceleri sorgulanacaktır. 1.3. Önem İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek ve yaşamını düzenleyebilmek için çalışmak ve üretmek zorundadır. Bir işe sahip olma, bireyi toplumsal hayata kazandırmanın en önemli yoludur. Günümüzde "çalışma hakkı" bireylerin en önemli toplumsal hakları arasında sayılmakta olup toplumlar, yeteneklerine uygun bir işte çalışmak isteyen vatandaşlarına bu olanağı sağlamakla yükümlüdür (Gündoğan, 1999:64). Devletin akla gelen ilk anlamı da; refah üretmek, çok boyutlu planlamalar dahilinde vatandaşlarını işgücü piyasasına kazandırmak ve onların kendi yaşamlarını üretebildiği koşulları yaratmaktır. Bu, bütün devletlerin asli görevleri arasındadır. Özellikle de, gençleri ilgi ve yetenekleri doğrultusunda istihdam etmek, onların belli bir kariyer ve gelecek bilincine sahip olması için gerekli tedbir ve önlemleri almak zorundadır; çünkü, bir ekonomik düzenin düzgün bir şekilde işleyip işlemediği, geçerli ücret karşılığı çalışmak isteyen herkese iş temin edilip edilemediği ile ölçülmektedir ve bir ülkede bazı kişilerin çalışmak istedikleri halde iş bulamamaları, doğrudan mevcut ekonomik politikaların kusuru olarak görülmelidir (Aren, 1975:17). Bu bakımdan, devletlerin sosyal ve ekonomik geleceği işsizliğin kontrol edilebilir bir biçimde azaltılmasına ya da tamamen ortadan kaldırılmasına bağlıdır. 13 Bu anlamda, işsizliğin terörizmden daha tehlikeli olduğunu, işsizliğin yoğun olarak görüldüğü, istihdam kapasitesinin düşük olduğu ekonomilerde zamanla ciddi toplumsal riskler oluşabileceğini öne süren yaklaşımlar literatürde yoğun bir şekilde ağırlığını hissettirmektedir. İşsizliğin birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri, 1930’lu yılların başından bu yana araştırılmaktadır. Araştırma bulguları, öğretmenlerin işsiz kalmanın hem yoksulluğa; hem de bireysel, ailevi, sosyal sorunlara, fizyolojik, psikolojik, psiko-somatik rahatsızlıklara yol açtığını göstermektedir. Bu sorunların kaynağı, işsizliğin, zorunlu yaşamsal giderlerini karşılayacak bir gelirden yoksun kalmanın ötesinde, bireye kendi yaşamını ve durumunu etkileme gücünü kaybettiğini hissettirmesidir (Promberger, 2008 akt. Mütevellioğlu ve Çizel, 2010:281). Bu nedenden ötürü bir toplumda sağlıklı, huzurlu ve özgür bir yaşamın teminatı, o toplumda uygulanan istihdam politikaları ile doğrudan doğruya ilişkilidir. Ayrıca, yaygınlaşan işsizlik demokratik rejim karşıtı siyasal akımları da beslemektedir. Demokrasi karşıtı rejimlerin iktidara gelişinde ekonomik bunalımın neden olduğu kitlesel işsizliğin önemli bir rol oynadığını hatırlamak gerekir (TÜSİAD, 2004:15). Tarihin farklı dönemlerinde işsizliğin ortaya çıkardığı toplumsal riskler büyük ve dramatik olayların vuku bulmasına, insanlığın yüzünü kızartacak gelişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. Batı Avrupa'da, 1930'ların büyük buhranı sonucu meydana gelen yoğun işsizlik; faşizmin, nasyonel sosyalizmin ve sonunda holocast'ın ve de dünya savaşının büyük dehşetini iyice doruğa çıkarmıştır (Overbeek, 2003:1). Bugünlerde de benzer bir durum söz konusu. Çalışmak için Avrupa'ya giden göçmenlere karşı ırkçı tutumların refah toplumlarında arttığı bilinmektedir. Ayrıca, 14 istihdamın durmadan artan genç nüfusun ihtiyaç ve beklentilerine göre düzenlen(e)miyor olması daha farklı riskleri de beraberinde getirmektedir. Özellikle de gençler arasında işsizliğin yüksek oluşu, toplumda siyasi şiddet ve hatta bir başkaldırıya bile neden olabilir. Tehlike yalnızca eğitimsiz işsizlerle ilgili değildir. Aynı zamanda eğitimli ve büyük hedefleri olan gençler için de geçerlidir. Bu açıdan hiçbir toplum işsizliğe karşı gençlerin göstereceği ciddi tepkiyi gözardı edemez (Casson, 1979:3 akt. Gündoğan, 1999:71). Çünkü işsizlik; gençlerde başarısızlık duygusunun giderek perçinleşmesine, toplumsal aidiyetin zamanla kaybolmasına neden olabilir. İşsiz kalmanın en vahim sonucu olarak karşımıza umutsuzluk çıkmaktadır. Kierkegaard'ın ölümcül hastalık olarak nitelediği umutsuzluk; bugün gençlerin, özellikle de üniversite mezunu olduğu halde işsiz kalan, niteliksiz ve geçici işlerde çalışmak zorunda bırakılan genç beyaz yakalıların kâbusu olmuş durumda. İşsizlik, geçimle ve yaşam standardıyla ilgili sıkıntıların yanında veya orta ve üst sınıftan işsizlerin durumunda, sınıfsal konum bu sıkıntıları görece katlanılır kılsa bile önemli duygusal ve manevi krizlere yol açmaktadır. Bu krizler, öz değer duygusunun aşınmasına, hayatın ve varoluşun anlamını sorgulamaya kadar varabilmektedir. Bu anlamda, beyaz yakalı işsizlerin, tahsille edindikleri kültürel sermayenin işe yaramaması, değersizleşmesi nedeniyle özel bir duygusal ve manevi yıkım yaşadıklarını varsayabiliriz (Bora, 2011:69). Amerika Psikoloji Merkezi tarafından yapılan bir araştırma sonucuna göre beyaz yakalılarda antidepresan ilaçların kullanılmasında yüzde 80’lere varan artışlar görüldüğü tespit edilmiş. Bunun en önemli sebepleri arasında; aşırı çalışma, iş stresi ve işsizlik korkusu yer almaktadır. 15 Ortalama çalışma süresi son 20 yıl içerisinde ortalama 700 saat artış göstermiş ve gün başına yaklaşık 3,5 saatlik fazla çalışma yapılmakta. Diğer taraftan işsizlik korkusu, taşeronlaşma ile oluşan işsizlik ve ücret azalmaları, işten çıkarılmalarda daha düşük ücretli yerlerde çalışılmaya başlanması beyaz yakalıların depresyon içerisinde yaşamasının en temel sebepleri arasında gösterilmektedir.2 Araştırmanın esas gündemini oluşturan öğretmen işsizliği, beraberinde bambaşka bir sosyal problem olan intihar vakasınıda gündeme getirmektedir. Şüphesiz bu durum diğer meslek kollarında da yaygın bir biçimde gözlenmektedir. İşsizlik ve diğer sosyal sorunlar bir araya geldiğinde bireyi intihara sürükleyen koşullar kolaylıkla ortaya çıkabilmekte, kişi o süreçte kendisine bırakılan tek seçenek olarak intiharı tercih etmektedir. Bugüne kadar intihar ve işsizlik arasındaki ilişkiyi açıklamaya dönük olarak pek çok akademik çalışma ortaya konuldu ve ortaya çıkan sonuç; işsizliğin intar riskini arttırdığı, kişinin işsizlik sürecinde intihar etmese bile ağır psikolojik sorunlarla karşı karşıya geldiğidir. Global ölçekte, farklı ülkelerde işsizliğe bağlı olarak meydana gelen intihar vakalarını ölçen kapsamlı komperatif bir çalışma literatürde henüz mevcut değil, ancak Amerika'da yürütülen bir çalışmaya göre; 2009 yılında meydana gelen, "Büyük Durgunluk" olarak bilinen küresel ekonomik kriz, o dönemde ciddi intihar vakalarına yol açtı ve yalnızca o yıl içinde yaklaşık 5000 kişi işsizlik nedeniyle hayatına son verdi.3 Türkiye'de de işsizlik nedeniyle 30'un üzerinde öğretmenin intihar ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda işsizliğin ürkütücü sonuçlarıyla karşılaşmaktayız. 2 http://www.birgun.net/worker_index.php?news_code=1262781256&year=2010&month=01&day=06 3 http://www.latimes.com/science/sciencenow/la-sci-sn-great-recession-economic-crisis-suicide 20130917,0,4608835.story 16 21. yüzyıla ilişkin emek ve iş gücü söylemlerinde beyaz yakalıların yoğun bir biçimde yer tuttuğunu söylemek pekala mümkün. Yakın dönemde, beyaz yakalı işsizliği, bir toplumsal-politik mücadelenin konusu olarak da daha fazla görünür olmaya başlamıştır (Bora, 2011:70). Slovaj Zizek'e göre; günümüzde grev yapanların kimliği değişmiştir. Düne kadar grev denilince dünyanın her yerinde akla gelenler işçi sınıfıydı. Gelin görün ki; artık işçi sınıfı için işçi olabilmek bile ayrıcalıktır ve dışarıda işsiz benzerlerine bakınca durumlarından daha fazlasını isteyecek güçleri bile kalmamıştır. Grev yapma eylemi, daha eğitimli bir sınıfa kaymıştır. Doktorlar, mühendisler, öğretmenler ve hatta polisler…4 Zizek, yeni dünya düzeninin ruhunu çözümlerken bizleri bir bakıma geçmişten kalan ön yargılarımızla yüzleştiriyor. Refah devletinin akla gelen en belirgin meslek imgelerinde yaşanan dönüşümü ve değişimi ortaya koyuyor. Zizek'in ingiltere'de 2011 yılında Londra'da başlayan isyan ve yağma olayları için yaptığı bu çözümleme bizleri orta sınıf üzerinde yeniden ve farklı bir biçimde düşünmeye zorlamaktadır. Makineleşmenin ve otomasyonun sistemli bir biçimde yaygınlaşması, küresel finans sisteminde patlak veren ekonomik krizler, neoliberal ekonomi politikalarla dünya genelinde kamuda istihdamın azalması ve iş güvencesinin artık nostaljik bir talebe dönüşmesi, şu sıralar bizleri beyaz yakalıları her zamankinden daha çok anlamak zorunda bırakıyor. Dünyanın pek çok yerinde beyaz yakalılar ayaklanıyor ve kendilerine sunulan yerleşik rolü reddediyorlar. Bugün İngiltere'de, Amerika'da ve son zamanlarda Brezilya ve Türkiye'de patlak veren kitle hareketlerine baktığımızda bir çoğunun orta sınıf 4 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1077061&CategoryID=97 17 reaksiyonlar olduğunu, beyaz yakalıların artık belirgin ve sistemli bir direniş ruhaniyeti üzerinden yeni toplumsal hareketlere eklemlendiğini görmekteyiz. Bugün, beyaz yakalıların büyük çoğunluğu, çalışma koşulları bakımından mavi yakalılardan farklı görünmemektedir. Hem nitelik gerektiren işlerin vasıfsızlaşması, hem de okul bitiren ve söz konusu alanlarda iş yapabilir duruma gelen insanların sayısının yoğun bir şekilde artması, geçmişte ayrıcalıklı olan meslekleri değersizleştirmektedir. Koşulları görece iyi olan azınlıktaki beyaz yakalıların ise, mevcut koşulları her geçen gün mavi yakalılara daha çok yaklaşmaktadır (Erdayı, 2012: 65-80). Çalışma ilişkilerinde meydana gelen bu transformasyon akademide beyaz yakalı literatürünü yeniden gözden geçirmeyi zorunlu hale getirmektedir. Bilindiği gibi beyaz yakalı meslekler kategorisinde Türkiye'de kamuda en büyük istihdam profilini öğretmenler oluşturmaktadır. Güvencesizleş(tir)me ve değersizleş(tir)me sorunu öğretmenlerin dünyasında daha belirgin ve daha dramatik bir formda karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde değişen ekonomik koşullar öğretmenlik mesleğine ilişkin algı ve beklentileri olumsuz anlamda değiştirmiştir. Son yirmi yıldır dünyanın pek çok ülkesinde ulusal eğitim sistemleri reform sürecine tabi tutulmakta. Müfredat değişiklikleri, istihdam biçimlerinin esnekleşmesi, eğitim yönetimi ve finansmanındaki dönüşümler olarak karşımıza çıkan reform sürecinin en önemli boyutu piyasa mekanizmasının ve piyasa aklının eğitim alanına tercüme edilmesidir (Ertürk, 2010: 115). Bu manzaranın arka planında muhakkak dünyanın sürüklendiği ekonomik ve politik konjektürün etkisi vardır; ancak eğitimin metalaşan bir alana dönüşmesi, eğitimde yaşanan bu krizi tarihin hiçbir döneminde bu kadar gün yüzüne çıkarmamıştı. 18 Bugün öğretmenlerin istihdam sorunlarına kulak kabarttığımızda ortada korkunç bir toplumsal sancıyla karşılaşmaktayız. Her yıl üniversitelerin eğitim fakültelerinden mezun olup yaklaşık 300.000 kişi olduğu söylenen işsiz öğretmenler ordusuna katılan binlerce öğretmen var. Öğretmen adaylarının devlet okullarına öğretmen olarak atanmak umuduyla girdiği KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı), bu kesimde, üniversite sonrası işe yerleşme şansını sürekli azaltarak işsizliği yaygınlaştırmaktadır. Devlet okullarına çok az sayıda kadrolu öğretmen ataması yapılırken, umutlarını bir sonraki sınava erteleyenlere her yıl binlerce aday daha eklenmekte, böylece sınava girenlerin ve atama bekleyenlerin sayısı her geçen yıl artmaktadır (Demirer, 2012: 178). Özel sektörde de ücretlerin düşük, çalışma saatlerin fazla olması, ayrıca insanı hiçleştiren baskıcı ve saldırgan çalışma kültürlerinin yaygınlaşması öğretmenleri daha farklı alternatiflere yönlendirmekte, onları girişimci olmaya itmektedir. Öğretmen emeğinde yaşanan dönüşümün işsizliği ve iş tatminsizliğini arttırdığı, mesleki aidiyet duygusunu körelttiği açıkça ortadadır. Sürekli tekrarlanan benzer tecrübeler, yılgınlık ve yorgunluk yaratmaktan öteye gitmeyen sınavlar öğretmenlerin değer dünyasında kırılgan bir duygu durumu yaratmış durumda. Şimdi, binlerce öğretmen; işsizliğin soğuk, ölümcül duygusundan uzaklaşmak ve kendi geleceğini kurgulayabilmek için tek çıkış yolu olarak kamuda öğretmenliği görmekte, imkanı olanlar ise başka alanlarda ticaret yaparak bu zorluğu aşmaya çalışmakta; ancak MEB'in (Milli Eğitim Bakanlığı) neoliberal istihdam stratejileri mevcut sorunu her geçen gün daha çetrefilli bir noktaya sürüklemektedir. Bu anlamda, gelişmekte olan bir ekonomi olarak Türkiye'nin temel tartışma konularından biri olan bu travmatik sorun, bu tezin esas gündemini oluşturmaktadır. 19 Türkiye'de diplomalı işsizlerin sorunlarına dikkat çekmek açısından bu çalışma önem arz etmektedir. Ayrıca, Türkiye gibi ekonomisi dışa bağımlı, merkez ülkelere ham madde satıp dışarıdan teknoloji ve yenilik ihraç eden üçüncü dünya toplumlarının kronik problemlerinden biri olan işsizliğe yeni, proaktif, insanı referans alan politikaların geliştirilmesi açısından da bu çalışma yol gösterici bir nitelik taşımaktadır. 20 2. KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE 2.1. Neoliberal İstihdam Politikaları ve İşgücü Piyasalarına Yansımaları Ekonominin değişen doğasında çoğu zaman sabit kalan, asla değişmeyen bir şey varsa eğer o da; eşitsizliğin ve sömürünün doğrudan kendisidir. Kapitalist ekonomik sistemde sarsılmaz bazı parametreler vardır ve bunlardan biri de; eşitsizliğin kurumsallaşmasıdır. Dev kalkınma projeleri, milyar dolarlık büyük yatırımlar küresel ekonomiyi biçimlendirirken, öte taraftan emekçiler terlemeye ve üretmeye devam etmektedirler. Bu bölümde, herşeyin muazzam boyutlarda değiştiği günümüz dünyasında, küresel istihdam politikalarında yaşanan kırılganlık ele alınarak neoliberal hegemonyanın çalışma hayatını nasıl biçimlendirdiği üzerinde durulacaktır. İkinci dünya savaşı sonrasında, hem soğuk savaş ve komünizm tehdidine karşı politik bir önlem olarak, hem kitlesel tüketim için gelir dağıtma stratejisi çerçevesinde, hem de emekçi sınıfların yüz küsür yıllık sosyal mücadelelerinin basıncı altında kapitalist sistem bir sosyal refah rejimini kurumlaştırmak zorunda kalmıştı (Bora ve Erdoğan, 2011:14-15). Tam istihdama dayalı refah devleti modelinde; yoksulluğun azaltılması, sosyal güvenliğin toplumun her katmanını kapsayacak şekilde inşaa edilmesi ve kamu sübvansiyonlarıyla sosyal yaşamı var eden kurumların (eğitim, sağlık, ulaşım) modernize edilmesi öngörülen ülküler arasındaydı. Ancak, 1970'li yıllarda ortaya çıkan petrol kriziyle birlikte baş gösteren ekonomik durgunluk, artan uluslararası rekabet, finansal krizler, teknolojik gelişmeler ve hizmet sektöründe yaşanan büyüme dünya sisteminde yer alan aktörleri 21 farklı bir ekonomi politika arayışına sürükledi. Piyasanın kendi kendini düzenleyeceğine dair yaygın keynesyen gelenek, yerini kontrole ve baskıya dayalı olan neoliberal modele bıraktı. Neoliberalizm, yayılımcı büyümenin sona ermesi ve soğuk savaş döneminden kalma eski sömürü pratiklerinin terk edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Soğuk savaş döneminde ABD'nin yaptığı askeri harcamalar ve 70'li yıllarda başlayan OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler) petrol krizi onu yeni bir hegemonya arayışına sürüklemiştir. Dünya üzerindeki hegemonik konumunu Japonya, Almanya ve Sovyetler gibi ülkelere kaptırmak istemeyen ABD, Keynesyen yeniden dağıtım projesinden farklı olarak yeni bir eko-politik model olarak Neoliberalizm ile dünyayı yeniden biçimlendirme çabasına girmiş ve neoliberal devlet formasyonuna yönelik ilk deneme Şili'de General Pinochet'nin yaptığı askeri darbeden sonra uygulamaya konulmuştur. Darbe, devleti ve toplumu sosyalizme doğru sürükleyen politikalar izlediği için demokratik yollarla iktidara gelen Salvador Allende hükümetine karşı gerçekleştirilmiştir (Harvey, 2005:7). Şili'de başlayan neoliberal dönüşüm, Allende hükümeti döneminde kamulaştırılan ve halkın hizmetine sunulan hizmetlerin yeniden metalaştırılması şeklinde gerçekleşmiştir. Neoliberalizm yapısı gereği, ulusal kalkınmacılığı hedef alan bir çizgidedir. Bu yönüyle, domestik bir ekonomide devletin müdahaleci karakterinin değişmesinde önemli bir kırılma noktasıdır (Cerny, Soederberg ve Menz, 2005:17). Bu nedenle, neoliberalizmin yıkıcı sonuçları ulusal kalkınmacılığın hala etkin olduğu gelişmekte olan ekonomilerde (Emerging Economies) daha yoğun bir şekilde görülmektedir. Gelişmekte olan ekonomilerde üretim ve verimlilik artışları yaşanmasına rağmen istihdamdaki artış paralel bir biçimde gerçekleşmemekte; işsizlik oranları üçüncü 22 dünya toplumlarında giderek artmaktadır. Küresel ölçekte talep azalmasını da beraberinde getiren küresel kriz, bu durumu daha da vahimleştiren bir etken olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle, önümüzdeki dönemlerde kriz boyunca küresel finans şirketlerini kurtarmak ve finans piyasalarını canlı tutmak amacı ile trilyonlarca dolar sübvanse eden hükümetler, iş sosyal politikalar, emeğin kayıplarının azaltılması, istihdam politikaları gibi alanlara geldiğinde borç sürdürülebilirliği, mali imkânsızlık, mali disiplinin önemi, finansal problemler gibi tartışmaları emekçi sınıfların önüne sürmekte, işsizliğin uzun vadede iyileştirilmesinin güç bir değişken olduğu tezini öne sürmektedirler (Voyvoda, 2009:48). İlk bakışta neoliberalizmin, ikinci savaş sonrası refah devletinin toplumsal ve siyasi düzenlemelerine karşı bir eleştiri olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Oysa, neoliberalizm, refah devleti eleştirisinin ötesinde ya da nezninde refah devletinde sınırlarına dayanmış olan temel modern-demokratik değer ve pratiklerin tümüne karşı radikal bir saldırıyı temsil etmektedir. Yani, artık neo-liberalizm kendine düşman olarak, selefinde olduğu feodal beyler ve mutlakiyetçi düzen değil, 18. ve 19. yüzyılın mücadeleleri sonucunda varılmış olan toplumsallık ve siyaset kavrayışının bizzat kendisini almak zorundadır (Özkazanç, 2005). Ekonomide ve sosyal sistemde neoliberal modeli savunan düşünürler, neoliberalizmin erdemlerini temellendirirken artan işsizliği, küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak ulusal ekonomilerde başlayan yangını ve ulusal değerlerin yozlaşarak global değerlerin içinde kaybolmasını birer başarı olarak görmekte ve hayatın her alanında karlılığı yücelten ideolojik bir paradigmayı öne çıkartmaktadırlar. Bu düşünürlerden biri de Venezuella'lı ünlü düşünür Fernando Coronil'dir. Coronil'e göre; pek çok üçüncü 23 dünya ülkesinde vuku bulmasından dolayı neoliberal küreselleşme, ekonomik büyümeyi, hatta bu ülkelerde ulusal aidiyet duygusunun aşınmasını kolaylaştırmıştır Arjantin'de ulusal petrol şirketinin özelleştirilmesi, büyük çapta işten çıkartmaların (o dönemde 5000 işçinin işine son verilerek işçi sayısı 500'e düşürüldü) yanı sıra, işletmede karlılığı önemli ölçüde arttırarak, 1982 ve 1990 yılları arasında 6 milyar dolar zarar eden işletme, 1996 yılında özelleştirildikten sonra 9 milyon dolar kar elde etmiştir(Coronil, 2001:73). Coronil, küresel kapitalist söylemin havariliğini her ne kadar üstlense de neoliberalizmden bizlere miras kalan şey yalnızca eşitsizlik, büyük çapta yoksulluk ve toplumlarımız arasındaki informalite değil, aynı zamanda kaynakları elinden alınmış ve değersizleştirilmiş, kurumsal yapısı parçalanmış ve kamu teşebbüsleri özelleştirilmiş, yolsuzluk ve aşırı dış borç ile uluslararası finans kurumlarının ağırlığı altında ezilen devletlerdir (Buono ve Lara, 2007:25). Ulusal aidiyetin aşındırılması, kalkınmacılığın aynileştirilerek yeryüzünün tek bir organizmaya dönüştürülmesi, neoliberal idelogların en büyük arzusu olarak ortaya çıkmaktadır. Neoliberalizmin savunucuları arasında ağzı en iyi laf yapanlar, bir yandan varlıklı azınlık yararına politikalar uygulamaya koyarlarken, bir yandan da yoksullara, çevreye dünya yüzündeki herkese, hizmetlerin en büyüğünü sunuyorlarmış gibi konuşurlar (Chomsky, 2000:8) Neoliberalizm esas olarak yoksulluğu ve nedenlerini doğrudan yoksulun üzerine yıkmaktadır. Neoliberal söylem, devletin sosyal güvenlik harcamalarının yoksulları tembelleştirdiğini ve onları, emek güçlerini satmak için emek piyasasına girmekten alıkoyduğunu vurgular (Özçelik, 2013:426). Yoksulların yoksul olmasının kendi kabahatleri olduğu tezi öne sürülmektedir. Gerekli yetenek, zeka ve hırstan 24 yoksun insanlar olarak onları damgalamaktadır. Piyasa, bu açıdan, ahlakî bir rol üstlenmiş olur ve bu rol, rekabetçi olamayanların elenmesi şeklinde kendini gösterir (Kurmuş, 2010:24). Çünkü neoliberal modelde işsizlik insanın bütün dünyayla, içinde yaşadığı zamanla ve mekanla ilişkisini kötüleştiriyor; en önemlisi de insanın umutlarını, geleceğe olan inancını ve beklentilerini aşındırıyor ve hatta köreltiyor. İşin güvencesizleşmesi, geçicileşmesi ve işsiz kalma tehlikesi, emekçileri sürekli bir olağan üstü hale, genelleşmiş bir güvensizlik durumuna mahkum etmeyi ve böylece sömürünün kabulünü sağlamayı hedefliyor. Kolektif mücadele için insanın geleceğe ilişkin bir umudunun ve inancının olması gerektiğini düşündüğümüzde, neoliberalizmin tam da bunu hedef aldığını ve sistematik bir dayanışmayı veya kolektifliği yıkma programı olduğunu söyleyebiliriz (Erdoğan, 2011:113). Güvencesiz çalışma, son otuz yılda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan kapitalist ülkelerde hızla artmış ve çalışma yaşamında bir istisna olmaktan çıkarak norm haline gelmiştir (Oğuz, 2011:8). Kişinin neoliberal modelde çalışma yaşamı boyunca becerilerini değiştirmeden ilerlemesi mümkün değil artık. Günümüzde, en az iki yıllık üniversite eğitimi almış genç bir Amerikalı, çalışma yaşamı boyunca en az on bir defa iş değiştirmeye ve bu kırk yıllık sürede de en az üç defa temel becerilerini yenilemeye hazır olmalıdır (Sennett, 2005:21). Bu anlamda, neoliberalizm ve küreselleşme, dünya çapında çağdaş bir metalaştırma biçimini temsil etmektedir (Bush, 2007:206). Bu yapısal dönüşüm, şüphesiz en çok da gençlerin canını yakmış durumda. Bir çoğu, ömrü boyunca güvenceden yoksun bir biçimde, durmadan iş değiştererek ve niteliklerini sürekli yenileyerek çalışmak zorunda olduğunun farkında. Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Britanya'da geçici 25 emek, emek gücünün en hızlı büyüyen sektörü; emeklilik ve sağlık sigortası olan geçici işler bugün ABD'nin emek gücünün %8'ine denk geliyor. Perakende satış alanında, restoranlarda ve diğer hizmet işlerinde sigortasız ve kısa süreyle istihdam edilen insanların sayısı da eklendiğinde bu Amerikan emek gücünün beşte biri gibi bir orana tırmanıyor (Sennett, 2009:40-41). Sonuç olarak; neoliberal öğretilerin somut yaşamda iyice belirginleşmeye başlamasıyla birlikte yoksulların eğitim, sağlık gibi temel kamu hizmetlerine erişimi iyice zorlaşmıştır ve işsizlik kurumsallaşarak dünyanın her yerinde olağan bir fenomen haline gelmiştir. Emek süreçlerinde yaşanan bu dönüşüm, geçmişi nostalji ile hatırlayacağımız bir deneyim olarak zihinlerimize kazımış görünmektedir. 2.1.1. Refah Devletinin Çöküşü ve Devletin Değişen Yapısı Teorik arka planını John Maynard Keynes'in attığı refah devletinin temelleri 18. yüzyılda sanayi devriminin yaşandığı İngiltere'de atılmıştır. Refah devleti olgusu, Keynes'in büyük buhran sonrası klasik liberal öğretilere yönelttiği eleştiriler ile biçimlenmeye başlamıştır. Keynesyen ekonomik politikalar, kapitalizmin kendi kendine sağlıklı ve pürüzsüz bir biçimde dengeye gelemeyeceğini, bu nedenle devletin ekonomiye müdahale etmesi ve düzenlemelerde bulunması gerektiği savından hareket etmekteydi (Sapancalı, 2001:115). II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından mevcut siyasal ortam, devletin piyasa ekonomisinde etkin olması gerektiği yönündeki kanıları güçlendirmişti. Buna paralel olarak refahın dağıtımında ve bölüşümünde en belirgin katalizör olarak devlet olgusu ağırlığını hissetirmekteydi. Keynes, devletin ekonomiye müdahale ederek refah üreten bir aygıt olması 26 gerektiğini, serbest piyasa anarşizminin refahın dağıtımında sorunlu bir yönelim olduğunu, refahın toplumun her katmanında hissedilen bir gerçekliğe dönüşmesi gerektiğini kendi adıyla anılan kalkınma modelinde sistemleştirmişti. Bu model; II. Dünya savaşından çıkan üzgün ve umutsuz Avrupalı'ların sürüklendiği sosyal ve ekonomik bunalımı aşmak, daha nitelikli koşullarda insanları istihdam etmek, yoksulluğu ve eşitsizliği minimize etmek amacıyla yürürlüğü konulan bir takım sosyal politikaları içermekteydi. Savaş sonrası süreçte kamu politikasının temel amacı; ekonomik büyüme, endüstriyelleşmenin hızlı bir biçimde genişlemesi, tam istihdamın sağlanması, refah devleti ve vergi sistemi aracılığıyla gelirin ve zenginliğin belli bir dereceye kadar yeniden dağıtımıydı. Bu modelle birlikte, özellikle sosyal politikayla ilgili olarak büyük bir eşitlik taahüdü söz konusuydu. Merkez-sağ ve sağ kanatlı partiler bile bir zamanlar, özellikle büyük bunalımın ve ikinci dünya savaşının eşiğindeyken bu amaca sözde bağlılık göstermişti (Cerny, Menz ve Soederberg, 2005:17). Keynes, mevcut politik sorunların iktisadi etkinlik, bireysel özgürlük ve sosyal adaleti tesis etmekle ortada kalkacağını savunmuştur. Çağdaş refah devleti anlayışının özellikle Avrupa'da yerleşik kalkınma anlayışı haline gelmesiyle ülkelerin ekonomik, politik ve kültürel süreçlerinde nitelikli kalkınma, yasal ve kurumsal gelişme ağırlığını daha fazla hissettirmiştir. Altın Çağ olarak da bilinen bu dönemde devletlerin sosyal politikalarını; yurttaşların yaşam standartlarını geliştirmek, nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerinden faydalanmalarını sağlamak, emeklerini satarak yaşamını kazanmaktan başka bir olanağı olmayan işçi sınıfının koşullarının iyileştirilmesi oluşturuyordu. Bu süreçten sonra Avrupa, adeta bir refah 27 imgesi haline gelmiştir. Ancak, refah devletinin ömrü 70'li yıllarda ortaya çıkan petrol krizine kadar sürmüştür. Gelişmiş refah ekonomileri, bu kriz ile birlikte sarsılarak yeniden bir yapılanma sürecini deneyimlemiştir ve hala da deneyimlemektedir. Avrupa ruhu, yurttaşlarına yayılımcı emperyalizm ile sunduğu konforu şimdi neoliberal küreselleşme ile geri almaktadır. O zamandan bu yana güvencesiz istihdam, sosyo-kültürel çalışmalarda sıklıkla üzerinde durulan bir fenomen haline gelmiştir. Neo-liberal istihdam politikalarıyla gelecekte kadrolu istihdamın artık nostaljiye dönüşeceği, refah devletine ilişkin hiç bir örüntünün çalışma yaşamında yer almayacağına ilişkin tezler sosyal bilimciler tarafından sıklıkla gündeme getirilmektedir. Peki gelecekte neler olacak, çalışma hayatına ilişkin trend istihdam politikalar gelecekte emekçilerin yaşamını nasıl biçimlendirecek? Neoliberal derin siyaset, sınıfsal yapıların ve 80 kadar sınıfsal yapı ve ittifakların parçalanmasına dayanmaktaydı. Bu minvalde sermayenin, öncelikle, işçi sınıfının bütünlüğünü parçalamaya yönelik çeşitli stratejileri devreye soktuğunu söylemek mümkün. Bunun en belirgin sonucu da, sosyal adalet ilkesinin zedelenmesidir. Teorik olarak piyasa kuralları ekonomide kaynakların nasıl dağıtılacağını düzenlerken, bu dağıtımda kimin ne kadar kaynaklardan faydalandığı gibi konuları göz ardı etmektedir (Bozdağlıoğlu, 2008:61). Bu bağlamda neoliberal toplum inşasında refahın organize edilerek eşit bir biçimde toplumsal alana yayılması olanaksız gözükmektedir. Çünkü, neoliberal modelde istihdam dinamik bir olgu olarak görülmemektedir. Ekonomik sistem istihdam yaratmadan, tam tersine 28 istihdamı azaltarak ve düzensiz bir biçimde büyüme eğiliminde olduğundan sistemli ve adil bir refah rejimi ortaya çıkamamaktadır. 2.1.2. Yeni Ekonomik Düzen ve Geleceksizlik Neoliberalizm’in tanımını yapmak kolay değil. Nereden baktığınıza bağlı olarak birçok tanım türetebilirsiniz. Hangi tanımı yaparsanız yapın, neoliberalizme başka bir açıdan bakan başka bir kişinin bu tanımınızı eksik veya yanlış bulacağına emin olabilirsiniz (Kurmuş, 2010:15). Kısaca neoliberalizm; tüm ekonomik etkinlikleri piyasa mekanizmaları tarafından belirlenmesine öngören yeni bir ekonomik ve politik anlayıştır (Apple, 2004:1). Yeni kapitalizm kültüründe sermaye birikimini sağlamanın, karlılığı arttırmanın en akılcı yönü neoliberal modeldir. Neoliberal yaklaşım, devletin yeniden yapılandırılmasına ilişkin reform programını savunurken asıl olarak devletin zenginlik dağıtan bir kurum olmaktan çıkartılması gereğini öne sürmekte, bunun yolu olarak da özelleştirme ve devletin küçülmesi yolunu göstermektedir. Yani, devlet ekonomiye müdahale etmemeli, ekonomik girişimlerde bulunup üretici konumunda yer almamalı, buna karşılık piyasanın düzenlenmesine yönelik daha etkin önlemler almalıdır (Ataay, 2006:181). Günümüzün egemen akılsallığı ve yeni ekonomik düzeni olarak neoliberalizm, doğrudan çağdaş kapitalizmin aklıdır. Neoliberalizm, kendini tarihsel oluşum olarak ve yaşamın genel normu olarak tamamen kabul etmiş ve arkaikleştirici referanslarından kurtulmuş bir kapitalizmin aklıdır (Dardot ve Laval, 2012:2). Neoliberal hegemonya halen devam eden bir süreçtir. Neo-liberal toplum 29 projesinde eğitim, sağlık, ulaşım vb. gibi kurumların sermaye birikim süreçlerine eklemlenecek bir biçimde metalaştırılması ve piyasa kurallarına uygun bir şekilde yeniden yapılandırılması öngörülmektedir. Neoliberal modelde baskın öğreti, özelleştirmelerle devletin sistematik bir biçimde deregülasyona tabi tutulması ve serbest finansal piyasalardan oluşan bir ekonomik alanın inşaa edilmesidir. Böylelikle, kamuda istihdamın küçülmesi, özel sektör içinde yedek işgücü havuzlarının oluşturulması ve esnek istihdam yoluyla güvencesiz, sendikasız istihdamın yaygın bir hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Neoliberal dizgenin sermaye birikim süreçlerinde öngördüğü bu model, aynı zamanda yapılan işin niteliğini ve bireyin mesleğiyle arasında kurduğu tutkulu-idealist bağlaşıklığı da söz konusu dönüşümün bir parçası haline getirmektedir. Küreselleşmenin hızlandığı, ekonomilerin karşılıklı bağımlılığının arttığı ve ulusal ekonomilerin yoğun olarak dış rekabete maruz kaldığı 1980 sonrası dönemle birlikte, refah devletinin, yapısal ve finansal nedenlerden kaynaklı bir kriz yaşadığı yaygın biçimde kabul görmektedir (Öztürk, 2011:101). Bu dönem, devletin yapısal anlamda değiştiği, özellikle de yeni bürokrasi anlayışlarının "Kamu Yönetimi Reformu" adı altında ortaya çıktığı, pazar fetişizminin tüm sürece damgasını vurduğu bir dönem olarak adlandıırlmaktadır. Hiç tereddüt etmeden ve açık yüreklilikle kabul edilmesi gerekir ki son 30 yılın neredeyse tümü, neoliberalizmin toplum hayatının her cephesinde, uluslararası ilişkilerde, insan düşüncesinde ve günlük hayatımızdaki egemenliği altında geçmiştir. Bu öyle bir egemenliktir ki, konuştuğumuz dilden okuduğumuz kitaplara, ailemizden diğer insanlarla olan ilişkilerimize, çalışma hayatımızdan düşünme biçimimize, davranışlarımıza, yeni alışkanlıklar edinmemize 30 kadar hayatımızın tüm yönlerini etkilemiş ve değişik derecelerde biçimlendirmiştir (Kurmuş, 2010:15). Neoliberalizm, özellikle 1970’lerin sonunda bir yandan ulusal ekonomilerde mali dengelerin bozulması, diğer yandan da üretim süreçlerinin kitleselleşmesi ve sermayeler arası rekabetin artışı ile şekillenmiş, özellikle merkez ekonomilerde güçlü örgütlülük geleneği karşısında ücret maliyetlerinin azaltılamaması, kâr oranlarında düşüş ve buna karşılık sermayenin yeni taleplerinin oluşması ile küresel bir nitelik kazanmıştır. Durgunluğun karşısında üretimin uluslararasılaşması, kârlılığın azaldığı ulusal ekonomilerin dışa açılma yoluyla devletin düzenlemeci işlevinin ortadan kaldırılması, fiyat kontrollerinin yok edilmesi, ticaret engellerinin azaltılması ya da tamamen ortadan kaldırılması, özelleştirilme ile kamunun ekonomideki rolünün dönüştürülmesi, kamu harcamalarının kısıtlanması ve mali disiplinin sağlanması, enflasyonun düşürülmesi gibi uygulamalar bu sürecin temel belirleyicileri haline gelmiştir (Voyvoda, 2009:40). Sonuç olarak, istihdamın ağırlıklı olarak 1980'li yıllardan itibaren hizmetler sektörüne kayması ile birlikte mavi yakalıların istihdamdaki payı azalırken beyaz yakalıların istihdamdaki payı artış göstermiştir; ancak beyaz yakalıların işgücü içerisindeki payının artışına koşut olarak yüksek ücret, iş güvencesi, iş verenle kurulan yakın ilişkiler, özerklik, saygınlık gibi tarihsel olarak görece sahip oldukları imtiyazları tedrici olarak aşınmıştır (Erdayı, 2012:65-80). Çünkü, çağdaş kapitalizmin mantığı yığınları bir işten başka bir işe savrulan ve bunu özgürlük şeklinde etiketleyen yeni bir ideolojiden beslenmektedir. Daimi istihdam bu anlamda yerini daimi işsizliğe ve iş arayışına bırakmaktadır. 31 2.1.3. Esneklik, Enformelleşme ve Güvencesiz İstihdam Rejimleri Küresel kapitalist ekonomik sistemde yaşanan krizler ve neoliberal öğretiler, beraberinde yeni istihdam biçimlerini ve saldırgan, acımasız iş kültürlerini doğurmaktadır. Her defasında koşulların daha da kötüye gittiği, modern köleleğin kurumlaştığı bir yapısallaşma döneminden geçmekteyiz. 1950'lerle 1970'ler arasında altın çağını yaşamış olan sosyal devletin hızla tasfiye edilmesi kapitalizmin vahşi yüzüyle yeniden karşı karşıya getiriyor bizleri. Teknolojik gelişmelerle birlikte istihdamın giderek enformelleşmesi ve esnekleşmesi sadece sistem dışı kalan insan sayısını arttırmamakta, aynı zamanda içeridekiler için de çalışma koşullarını kökten değiştirmektedir. Güvenceli ve istikrarlı bir çalışma hayatı, yirminci yüzyılın güzel anılarından biri haline gelmiştir (Bora, 2011:304). Kapitalizmin dönemsel ihtiyaçlarına paralel olarak, yaşamın her alanına girmekte olan neoliberal politika, uygulama ve tarzları, gerçekliğin, neoliberalizmin diliyle yeniden inşası için çeşitli işlevler üstlenmektedir. Bu süreçte devlet, sermaye için yeni kâr olanakları yaratma potansiyeline sahip olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve çevre gibi alanları piyasaya dahil edecek kurumsal çerçeveyi yaratmakta ve korumaktadır (Harvey, 2005:2). Harvey'in de altını çizdiği şekliyle yeni ekonomik sistemin kurumsal çehresi, sosyal alanlarda da başlayan bir metalaşma ve piyasalaşma eğilimleriyle biçimlenmektedir ve bu alanlarda başlayan metalaşma süreci, gündelik hayat pratiklerinden kültüre kadar her alanda hızlı bir değişim sürecini ortaya çıkarmaktadır. Neoliberalizm bu yönüyle elbette yoksulluk ve sefalet yaratmaktadır, fakat siyaseten bundan daha önemli olan, bunu emek eksenli bir hegemonik hat oluşturabilmenin koşullarını ortadan kaldırarak yapıyor olmasıdır. Zira neoliberal bölme ve parçalama stratejilerinin yapıp ettikleri emeğin birleşik bir özne olabilme 32 potansiyelini akamete uğratmaktan ibarettir. Bu da, doğrudan doğruya siyasi sonuçlar doğuran temel bir saldırı stratejisidir.5 Esnek istihdam, modern finansal kapitalizmin adeta dinamosu durumda. Esneklik kavramı, sermayenin işçileri istediği zaman, istediği kadar ve istediği biçimde istihdam etme serbestisine sahip olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla esneklik somut ifadesini, işgücü piyasasının kuralsızlaştırılması ve parçalanması yoluyla kısa süreli, yarı-zamanlı, geçici, sözleşmeli, mevsimlik, düzensiz çalışma gibi farklı istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılmasında bulur (Çerkezoğlu ve Göztepe, 2010:82). Çalışma hayatında esneklik; çalışanlara evden, ofisten ya da başka bir yerden çalışma kolaylığı sağlıyor, çalışma deneyimini rutinden kurtarıp onu bir eğlenceye dönüştürüyor görünse de esneklik, yeni bir sömürü pratiğinden başka bir şey değildir. Esnek çalışma rejiminin yığınlarda tutku ve heyecan şeklinde algılanması, çalışanları özgürleştiriyor gibi görünmesi onu her geçen gün daha da popüler bir deneyim haline getirmekte; ancak bürokratik rutine karşı isyan ve esneklik arayışı, bizi özgürleştirmek yerine aslında yeni ve farklı kontrol yapıları üretmektedir (Sennett, 2005:48-49). Prekarizasyonun yaygın mekanizmalarından biri, uzun ve ucu belirsiz deneme süreleriyle çalıştırmadır. Bu deneme sürelerinde boğaz tokluğuna, hatta bazen ücretsiz çalışmak söz konusudur (Bora, 2011:210). Artık gündelik dilde kült haline gelen "ne iş olsa yaparım" cümlesinde belirginleşen çaresizlik duygusu tam da bu manzarayı resmektedir. Yedekte bekleyen işsizler, emeğini satarak yaşamaya çalışan 5 http://toplumsaldayanisma.org/Article/Detail/35 33 proleteryanın burjuvazi karşısındaki mücadelesini de sekteye uğratmaktadır. Bilhassa, fabrikalarda her yıl yapılan toplu sözleşmelerde burjuvazinin, yani sermayenin proleteryaya olan alışıldık tavrı, işçiyi bir hiç olduğuna ikna etmek, onun yokluğunu aratmayacak çaresiz bir işgücü ordusunun zaten kendisi için hazırda beklediğini onlara hissettirmek ve bunu yaparak karlılığını maksimize etmektir. Bugün ucuz işgücü denildiğinde akla gelen ilk ülkelerden biri olan Çin'de üniversite mezunları mavi yakalılardan daha az kazanıyor ve iş bulma konusunda bir adım önde oldukları da söylenemez. Üniversite mezunu olup; ancak çalışmaya hazır olmayan genç fazlası büyüyen, gelişmekte olan ekonomilerde tavan yaratmış durumda. Türkiye'de bunlardan sadece biri. Nitelikli bilgiyi öğrenemeden mezun olan gençler meslek hayatlarına atıldıklarında gençleri işe alıp çıkarmadan para kazanan endüstrilere yem olmaktadırlar. Bu anlamda, esnek istihdam rejimi çalışanlara herhangi bir gelecek vaad etmemektedir, aksine köleliği yeni bir formda ezilenlere sunmaktadır. 2.2. Türkiye'de Neoliberalizm ve Beyaz Yakalı İşsizliği 2.2.1. Beyaz Yakalılar Kimlerdir? Emek çalışmalarında adını sıklıkla duyduğumuz beyaz yakalılar kimlerdir? Kimlere beyaz yakalı denir, onları beyaz yakalı yapan şey tam olarak nedir? Kendi başına bir sınıf mı; yoksa kendi içinde heterojen bir topluluk mu? Daha çok hangi işlerde çalışırlar, sınıfsal pozisyonları neye göre belirlenir? Beyaz yakalılar denildiğinde akıllara gelen temel, karakteristik özellikler nelerdir? Şüphesiz bu 34 sorulara cevap vermek önemlidir; ancak ücretli emek içerisindeki en önemli çalışan gruplarından birisi haline gelen ve 21. yüzyılda öneminin artması muhtemel görünen beyaz yakalıların net bir tanımının yapılması güçtür. Bu güçlüğün en önemli nedeni, beyaz yakalıların yürüttükleri işlerin heterojen bir yapıya sahip olmasıdır (Erdayı, 2012:78). Bu çok boyutluluğuna rağmen en klasik anlamıyla beyaz yakalıları belli bir ücret karşılığında kafa işçiliği yapan büro emekçileri (Clerical Workers) olarak tanımlayabiliriz. Beyaz yakalıların çalıştıkları sektörler; finans, sigorta, reklamcılık, bankacılık gibi işlerden avukatlık, mali müşavirlik, doktorluk gibi spesifik mesleklere kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Beyaz yakalılar daha çok idari işlerde, zihin ve beyin gücüne bağlı işlerde çalışmaktadırlar. Beyaz yhakalıların karşısında konumlandırılan mavi yakalılar ise en genel anlamıyla mal ve hizmetlerin üretim sürecinde kas gücüyle mesleğini icra eden kimseler olarak tanımlanmaktadırlar. Ancak, günümüz ekonomisinin karmaşık yapısı istihdam profillerinde de düz-çizgisel sınıflamaların yapılmasını olanaksızlaştırmaktadır. Örneğin, beyaz yakalılar denildiğinde mimarlar, mühendisler, teknisyenler gibi teknik işlerde çalışanlar ya da yöneticiler ve denetçiler gibi üst düzey çalışanlar veya büro işçileri gibi rutin işleri yürüten çalışanlardan sadece biri ya da bir kaçı akla gelebilmektedir. Yine, beyaz yakalılardan bazen kamu çalışanları anlaşılırken, bazen de hizmet sektörü çalışanlarının tümü anlaşılabilmektedir (Erdayı, 2012:69). Korkut Boratav'ın da söylediği gibi; orta sınıf bloğunun içine tıkıştırılan önemli bir katmandan söz etmemiz gerekiyor: Hekim, avukat, danışman, mimar, mühendis, mali müşavir gibi genellikle eğitim yoluyla edinilmiş becerilerini işverenlere değil, müşterilere satarak geçimlerini sağlayan bağımsız profesyonel gruplar… Bu katman, nitelik, ideoloji, değer sistemleri ve hayat tarzları bakımından eğitimli, beyaz yakalı 35 işçi sınıfı ile benzerlikler taşımaktadır; ama üretim ilişkileri açısından sınıfsal farklılıklar ağır basmaktadır.6 Üniversite mezunu olmanın sadece meslek edinme ve iş garantisi değil, toplumsal statü ve misyon anlamına da geldiği zamanlar sona ermiş görünüyor (Bora, 2011:304). Mavi yakalılardan farklı olarak beyaz yakalıların eğitim görmüş olmalarından dolayı kendilerini ayrıcalıklı hissetmeleri, çalışma ortamlarında da bunu pekiştiren ideolojik bir söylemin olduğu yadsınamaz; ancak reel anlamda düşünüldüğünde, çoğu beyaz yakalıyı mevcut koşullarında mavi yakalılardan ayrıştıran herhangi bir kriterin olmadığını rahatlıkla söylenebiliriz. Beyaz yakalıları daha çok hizmet sektöründe çalışan kimseler olarak gören bazı yaklaşımlar vardır; ancak kapitalist gelişmeye paralel olarak hizmet sektörü, bugün artık oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır ve bu genişleme bu sektörde çalışanları homojen bir yığın olarak görmeyi güçleştirmektedir.7 Bu bağlamda hizmet endüstrisini yalnızca beyaz yakalıların çalıştığı bir alan olarak değerlendirmek yanıltıcı olabilir. Bir danışmanlık şirketinde kafa işçiliği yapan bir beyaz yakalı da, yine aynı şirkette kas gücüyle çalışan bir mavi yakalı da aynı şekilde hizmet sektöründedir ve çoğu zaman benzer ücretlere çalıştıkları da görülebilmektedir. O nedenle sınıfsal kategorizasyonu doğrudan çalıştıkları sektör üzerinden kurmak doğru değildir. Yaşam tarzı düzeyindeki farklılıklar, gündelik yaşam habitusları, kısacası kültürel ve sosyal sermayeleri de bir sınıf kategorizasyonu yapmak için yeterli değildir. Kişilerin sınıfsal durumlarını belirleyen şey en nihayetinde üretim araçlarıyla kurdukları ilişkidir. Bu bağlamda, çoğu beyaz yakalının nesnel konumlarının gereği işçi sınıfına aidiyet olduğu söylenebilir. 6 http://www.e-skop.com/skopbulten/korkut-boratav-yanitliyor-gezi-direnisi-sinifsal-bir-baskaldirimi/1352 7 http://marksist.net/utku_kizilok/beyaz_yakalilar_orta_sinif_mi_isci_sinifinin_bir_kesimi_mi.htm 36 2.2.2. Türkiye'de Beyaz Yakalı İşsizliği İşgücü piyasasını diğer piyasalardan farklı kılan önemli bir özellik de bu piyasanın insan unsurunu içermesidir. Dolayısıyla emeğin alınıp satıldığı bir piyasanın bir mal piyasası gibi değerlendirelemeyeceği tartışma götürmez bir gerçektir. İşgücü piyasasında ortaya çıkabilecek bir dengesizlik insanı hem ekonomik hem de sosyal açıdan mağur edecek bir işsizlik sorununu ortaya çıkaracaktır (Ataman, 1998:59). Bir toplumda sağlıklı, huzurlu, güvenli kısacası mutlu bir yaşantının tesisi pek çok bağlamda ekonomik özgürlük ile, o toplumda uygulanan refah politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu anlamda, ekonomik gelişmenin ve refahın önündeki en büyük engel olarak işsizlik yer almaktadır. Ekonomik gelişme, aynı zamanda tüm aktif işgücünün de istihdam edilmesini gerektirmektedir. İşsizlik de üretimin temelinde yer alan en önemli kaynağın israf edilmesi, bir toplumun en değerli varlığı olan insan gücünün yeteri ve gereğince değerlendirilememesi ile eş anlam taşımaktadır. Toplumda işsiz olanlar, milli gelire katkıda bulunmamalarına rağmen, milli gelirin bölüşümünden pay almaktadırlar. Diğer bir ifade ile, işsizler istihdam olunan nüfus üzerinde bir yüktür. Bir başka yönden işsizlik, kurulu sosyal güvenlik ve endüstri ilişkileri sistemlerini de sarsmaktadır (Bozdağlıoğlu, 2008:59). Ondokuzuncu yüzyılda endüstriyel kapitalizmin gelişmesi avarelik, mülksüzlük ve eksik istihdam temelinde ortaya çıkan yoksulluğun karakterini işsizlik şeklinde dönüştürmüştür (Perry, 200:11). Yani, yoksulluk modern zamanlarda yerini işsizliğe bırakmıştır. Özellikle, iki dünya savaşı arasında bu durum daha sistematik bir hal almıştır. Kapitalist gelişim, bilim ve teknolojinin de üretime uygulanmasıyla emeği organizasyonel anlamda yapılandırmış 37 ve onu parçalara ayırarak değersizleştirmiştir. Ancak, günümüzde bir işe sahip olmak yoksulluk riskini doğrudan ortadan kaldırmamaktadır, aksine istihdam çoğu zaman yoksullukla iç içe deneyimlenmektedir. Bu durum, mesleki yaşamlarına yeni başlayan gençlerin dünyasında daha görünür bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Küresel ekonominin kırılgan ve oynak yapısı, işsizlik riskini sürekli gündeme getirmekte, kariyerine yeni başlayan gençleri işgücü piyasalarından dışlayan yeni bir ekonomik aklı yaygınlaştırmaktadır. Mevcut ekonomik sistem, dünyanın bir çok yerinde gençlerin büyük bir bölümünü istihdam edemezken, istihdam edilenler de daha çok kayıt dışı, geçici ya da part-time gibi güvencesiz koşullarda çalıştırılmaktadır. Dünya ölçeğinde yaklaşık 75 milyon gencin işsiz olduğu tahmin edilmektedir. İşsizliğin kıskacında olan bu gençler eğitim sürelerini uzatarak, sürekli göç ederek ya da diğer mücadele stratejilerine (Coping Strategies) başvurarak mevcut süreçten en az zararla çıkma çabası içerisinde. Ayrıca, günümüzde "Junk-Job" olarak bilinen, yani mesleki tatmin sağlamayan, kısacası kişide kariyer ve gelecek bilinci uyandırmayan abur cubur işler giderek yaygınlaşmakta ve çoğu endüstriyelleşmiş ülkede bu işler daha çok gençlerin yapması gereken işler şeklinde karakterize edilmektedir (Petersen ve Mortimer, 2006:38). Bu nedenle, işsizlik olgusu gençlerin dünyasında yalnızca geçim sorunu ya da dışlanma deneyimi olarak ele alınmamalıdır (Bora, 2011:305). Gündelik hayatın tüm kompartmanlarında etkisi hissedilen, kişinin en basit gündelik yaşam pratiklerinden anlam dünyasına kadar tüm yaşantısını biçimlendiren bir olgu olarak işsizlik; bireyde ölümcül bir çaresizliğin belirginleşmeye başladığı, ideallerin ve hedeflerin küçüldüğü, sınırlı bir yaşamın içinde yaşanılan zamanın yakalanmaya çalışıldığı, hastalıklı varoluşsal bir duruma da 38 karşılık gelebilmektedir. Bu bağlamda, bu araştırmada öğretmen emeğinde yaşanan yapısal dönüşümün yanı sıra, öğretmenlerin çalışma yaşamında nasıl bir psikolojik savaşın içinde olduğu sorunu üzerinde de durulmaktadır. Özellikle, iş bulma sürecinde karşılaşılan güçlükler, özel eğitim kurumlarında ortaya çıkan baskıcı, saldırgan çalışma rejimleri de ele alınmaktadır. Levin'e göre gençleri işsizliğe sürükleyen dört önemli faktör söz konusudur. Bunlar; işgücü piyasasına dahil olmaya çalışan genç nüfusun artması, gençlerin üretken emeğini patronlara kâr biçiminde transfer etmenin ötesine geçmeyen zorunlu asgari ücret uygulamaları ve benzeri sosyal politikalar, yetersiz eğitim ve genel anlamda gençlerin ileri yaşta olan diğer gençlere göre daha ağır ekonomik koşulların etkisi altında olmalarıdır (Levin, 1983:231-247 akt. Petersen ve Mortimer, 2006:21). Levin'nin üzerinde durduğu söz konusu etkileri öğretmenlerin çalışma koşullarında da görmek pekala mümkün. Öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarının yaygınlaşması ve buna paralel olarak öğretmenlik mesleğinin kitleselleşmesi beraberinde öğretmen işsizliğini gündeme getirmektedir, ancak profesyonel mesleklerde yaşanan bu dönüşüm yalnızca öğretmenlikle sınırlı değildir. Bu çalışma, öğretmen işsizliğini mikroskobik bir çerçevede ele alsa da, beyaz yakalı işsizliğine yönelik olarak da makro bir bakış açısı sunmaktadır. Türkiye'de de işsizlik olgusu, bir şekilde herkesin tecrübe ettiği bir fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. İşsizlik, uzun zamandan bu yana Türkiye'nin kemikleşmiş, kronik milli sorunları arasında yer almış, pek çok siyasal parti lideri işsizliği minimize etmeye, onu ortadan kaldırmaya dönük vaatlerle seçmenden oy alarak iktidara gelmiştir. Ancak gelinen son durum itibariyle Türkiye'de işsizlik 39 ürkütücü boyutlara ulaşmış durumda. Türkiye'de 1994 ekonomik krizi, başta bankacılık sektörü olmak üzere, vasıflı işgücüne kitlesel bir işsizlik darbesi vurarak beyaz yakalı işsizliğini gündeme getirmiştir. 1994 krizi, şiddetliydi fakat görece kısa sürdü. Sadece ekonomik değil, siyasal düzlemde de sarsıcı sonuçlara yol açan 2001 ekonomik krizi de, beyaz yakalı işsizliğinin patlaması, daha doğrusu görünür hale gelmesi bakımından yüksek bir eşik olmuştur (Bora, 2011:51). Beyaz yakalı mesleklerde işsizlik deneyimi, daha çok hizmetler olarak adlandırılan sektörlerde yoğun olarak ortaya çıkmaktadır. Geleneksel bir işgücü kategorisi olarak beyaz yakalılar, geçmişte daha güvenceli çalışma alanlarında istihdam edilirken, son dönemlerde neoliberal reformlar ile çalışma alanları daraltılmıştır. Türkiye'de istihdam planlamaları yapılırken işsizliğin kendini gerçekleştirdiği farklı haller çoğu zaman üzerinde durulmaya değer görülmememiştir. İşsizlik; bireyin kendisiyle ilgili bir sorun olarak yığınlara yansıtılmış, iş gücü piyasasındaki yapısal yetersizlikler eleştiri konusu bile yapılmamıştır. Türkiye'de işsizliğin yapısına bakacak olduğumuzda temel sorunun yalnızca işsizlik oranlarının yüksekliğiyle ve işsizlik rakamlarıyla ilgili olmadığını görürüz. Mevcut işlerin niteliksizleşmesi ve nitelikli iş türlerinde meydana gelen azalma, insanı dışsallaştıran, üretkenliği ve kalkınmayı referans almayan çalışma kültürülerinin yaygınlaşması gibi değişkenler de mevcut iş gücünü istihdam piyasasının dışına doğru savurabilmektedir. Türkiye'de işsizliğin dramatik başka bir boyutunu da beyaz yakalı işsizliği oluşturmaktadır. Artık nitelikli iş gücünün, yani eğitimli profesyonel grupların da işsizliği travmatik bir biçimde tecrübe ettiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Burjuvazi, şimdiye dek saygı duyulan ve saygılı bir korkuyla bakılan bütün mesleklerin 40 halelerini söküp attı. Doktoru, avukatı, rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli emekçisi durumuna getirdi (Marx & Engels, 1848:25). Marx ve Engels'in "Komünist Parti Manifestosu" adlı çalışmasında da üzerinde durduğu gibi bir dönem saygıyla anılan mesleklerin bugün can çekiştiğini görüyoruz. Bu noktaya gelinmesinde şüphesiz küresel çapta yaşan ekonomik krizlerin etkisi vardır; ancak Türkiye'de beyaz yakalı işsizliğini besleyen, onu yapısallaştıran bir diğer faktör de çalışma çağına gelen genç, aktif nüfusun sürekli artmasıdır. Maaşlı çalışanların sosyal seviyesi, özellikle bu grubun sürekli artan genişlemesiyle birlikte düşmüştür. Beyaz yakalı çalışanların proleterleşmesi şeklinde terimleştirilen bu nitelik değişimi, pek çok şekilde kendini göstermektedir (Braverman, 1998:241). Büro işlerinde emek süreçlerinde yaşanan bu kırılma, şüphesiz iyi eğitimli, profesyonel büro çalışanlarında iş tatminsizliğinden aidiyetsizliğe değin pek sorunu da gün yüzüne çıkardı. Bu durum, onları sendikalaşmaya ve saldırgan istihdam politikaları karşısında daha fazla mücadeleye etmeye zorladı. Şirketlerin kurumsal yapısında meydana gelen değişiklikler işsizliği ve güvencesizliği yaygınlaştıran iş modellerini, çalışma kültürlerini çalışanlara dayatmaktadır. Burada esas olan karlılığın en rasyonel haliyle maksimize edilmesi ve maliyetlerin azaltılması. Bugün şirketler bürokrasi katmanlarını azaltmaya, daha düz ve esnek organizasyonlar haline gelmeye uğraşıyor. Bu durum, atama ve işten çıkarmaların net ve sabit kurallara bağlı olmadığı ve işteki görevlerin de pek net tanımlı olmadığı anlamına geliyor; network kendi yapısını sürekli değiştiriyor (Sennett, 2005:22). Bu durum, doğal olarak beyaz işsizliğini dinamize ederek yaygınlaştırıyor. Beyaz yakalı çalışanların kalıcı ve üretken olabilecekleri iş 41 pozisyonları esnek çalışma adı altında aşındırılmaktadır. Esneklik, bir tür özgürlük deneyimi olarak çalışanlara sunuluyor. Esneklik, kapitalizmin üzerindeki laneti silmenin başka bir yolu olarak kullanılıyor. Katı bürokrasi biçimleri eleştirilip, risk almaya vurgu yapılarak, esnekliğin insanlara kendi yaşamlarını şekillendirmede daha fazla özgürlük tanıdığı söyleniyor. Oysa yeni düzen, sadece geçmişin yürürlükten kaldırılmış kurallarının yerine yeni kontrol biçimlerini hayata geçiriyor (Sennett, 2005:10). Karmaşık mesleklerde, artık kişinin aynı temel üzerine daha fazla tuğla koyarak bilgi birikimini büyütmesi mümkün değil; yeni alanların ortaya çıkışı her şeye baştan başlamayı gerektiriyor ve bunu da en iyi genç çalışanlar yapabiliyor (Sennett, 2005:100). 2.2.3. Eğitsel Sermayenin Dönüşümü ve Prekaryalaşan Beyaz Yakalılar İstihdamın niteliği, süresi, edinilen ücret, statü gibi değişkenler kişinin mesleki aidiyetinin oluşmasında belirleyici unsurlardır. Bu durum, özellikle de beyaz yakalıların dünyasında daha çok belirgindir. Çünkü, işsizlik 1970'lerden bu yana bütün dünyada sürekli artarken, eğitimin-öğrenimin iş bulmada sağladığı avantaj giderek göreceleşmektedir. Vasıflı işgücü için, yani beyaz yakalılar için de, işsizlik istisnai bir durum olmaktan çıkmaktadır (Bora, 2011:7). Beyaz yakalılar 20. yüzyılın sonuna kadar gelir düzeyi yüksek, orta sınıf içerisinde yer alan bir grup olarak akıllara gelmekteydi. Ancak değişen ekonomik ve politik koşullar, neoliberal istihdam stratejilerinin hem kamu hizmetlerinde hem de özel sektörde yaygın bir paradigmaya dönüşmesi tüm dengeleri bir anda değiştirdi. Başarısızlık, artık sadece en yoksul ve çaresiz kesimleri bekleyen bir kader olmaktan çıkarak, orta sınıfların yaşamında da daha sık karşılaşılan, sıradan bir olay haline geldi (Sennett, 2005:125). 42 Bugüne kadar eğitim yoluyla sınıf piramidinde yükselen, zenginleşen orta sınıf meslekler için mevcut dengeler değişmiş gözükmektedir. Günümüzde eğitim; dikey yönlü bir sınıfsal hareketliliğin katalizörü olarak değilde, daha çok yatay yönlü bir sınıfsal hareketliliğin referansı olarak değerlendirilebilir. Entellektüel emeğin sıradanlaşması ve standardize edilmesi daha çok bununla ilgilidir. Eğitsel sermaye, kişiyi içinden geldiği alt sınıflardan formel olarak ayırsa da, başka bir sınıf konumuna geçmesine artık imkan vermemektedir (Erdoğan, 2011:79). Üniversiteli olmak, bir diploma sahibi olmak 21. yüzyılda basit bir tatmin duygusundan daha fazlası olamamaktadır. Üniversiteli olmanın sunduğu iş olanakları ise; hiç de genç mezunların hayal ettiği gibi değil. Bir çoğu düşük ücretlerin ve yoğun çalışma saatlerinin çevrelediği bir istihdam piyasasında kaderlerine terk edilmiş durumdalar. Geçmiş zamanlarda alt sınıftan gelip üst sınıfa tırmanmanın akla gelen ilk yolu üniversite okumak ve bir diploma sahibi olmaktı, yani kendini sınıfsal anlamda dönüştürmenin, toplumun seçkin ve özel bir üyesi olmanın tek yolu kısacası eğitimdi. Ancak, şimdi üniversiteler endüstriye işçi yetiştiren, endüstriyel kapitalizmin işgücü açığını kapatan kurumlar haline getirilmiş durumda. Bu değişim ve dönüşüm ister istemez eğitimin niteliğini düşürerek, elde edilen diplomayı da değersizleştirmektedir. Beyaz yakalıların dünyasında üniversiteyi bitirmenin, herhangi bir uzmanlık alanında diploma edinmenin anlamı, yine onun onun sınıfsal pozisyonuna göre değişebilmektedir. Eğitsel sermayenin temel kaynağı olarak diploma, bu farklı sınıf konumlarını kesmektedir. Ancak, formel bir nitelik olarak diplomalılık eğitsel sermayenin dağılımı açısından homojen bir etki üretmemektedir. Zira diplomayı geçer akçe haline getiren koşullar vardır. Aynı alandaki iki lisans 43 diplomasından biri proleterliğin yeni biçimlerine dahil olmaya hizmet ederken, diğeri soylular sınıfına dahil olmanın gereklerinden biri olarak iş görebilmektedir (Erdoğan, 2011:79). Entellektüel emeğin değersizleşmesi, beyaz yakalıları emek çalışmalarının yeni gündemi haline getirmiştir. Sermayenin yakın dönmede ve global olarak uygulanan birikim stratejisi bir yandan kalıcı işsizlikle karakterize olan yeni yoksulluk biçimlerini üretirken, bir yandan da geleneksel proleteryanın yanında prekarya veya fleksitarya adı verilen yeni emek biçimlerini de yaygınlaştırmaktadır (Erdoğan, 2011:76). Prekarya kelimesi, neoliberal ekonomi politik sistemlerde, özellikle geçici, güvencesiz işlerde çalışan yeni işgücünü tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu işgücü sınıfı fabrikalarda olduğu gibi kolektif çalışma koşullarının aksine daha çok dağınık, örgütsüz, bireysel ortamlarda çalışmaktadırlar. Bu yönüyle postmodern bir sınıftır prekarya. Güvencesiz işlerde ve düşük ücretlerle çalışan beyaz yakalıların artık yeni bir adı var: Prekarya. Zamanımızın proleteryası perekaryadır (Bora veErdoğan, 2011:30). Prekarya kavramı, 2000’li yılların başından itibaren Avrupa’da güvencesiz çalışmaya karşı verilen toplumsal mücadele deneyimlerinde ortaya çıkmıştır. Precarious (güvencesiz) ve Proleterya sözcüklerinin biraraya getirilmesiyle oluşturulan prekarya kavramı, Türkiye’de de özellikle Tekel direnişinden sonra güvencesiz çalışmaya ilişkin tartışmalarda kullanılmaya başlanmıştır (Oğuz, 2011:7). Sınıfları maddi proleterleşme koşulları bağlamında ele alan Braverman, beyaz yakalı çalışmanın ayrı bir sektör olarak geliştiğini üzerinde durmaktadır. Bununla birlikte, beyaz yakalıların büyük bir bölümünün bu süreçte niteliksizleştiğine ve işçi sınıfının bir parçasını oluşturduğuna dikkat çekmektedir 44 (Braverman, 1998 akt. Öngen, 1996:196). Ancak, prekarya kavramının bir sınıf şeklinde tanımlanması konusunda ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. Çünkü, prekarya kavramını, güvencesizliğe karşı politik bir hareketi tetikleme işlevinin ötesinde yeni bir sınıf tanımlamasının temeli olarak görmek yanıltıcıdır (Oğuz, 2011:20). Öte taraftan, endüstriyel alana göre daha hiyerarşik bir yapılanma gösteren beyaz yakalı sektör içinde öyle konumlar vardır ki bunları işçi sınıfı içinde değerlendirmek hiç te kolay değildir. Örneğin; idari ve teknik kademelerde çalışan ve meslek hiyerarşisi içinde olan ücretlililerin kendilerini genellikle işçi sınıfından çok orta sınıfla özdeştirdikleri bilinmektedir (Öngen, 1996:195). Bu anlamda, prekarya örgütlenmelerinin sınıf bilincinden ve devrimci metodolojiden uzak, dağınık, savruk, küçük faydalar için mücadele veren post-modern örgütlenmeler olduğu yönünde eleştiriler oldukça yaygındır. İşsizliğin yapısal etkisi olan yalıtılma ve pasifizasyon, kolektif eylem ve dayanışmadan uzak durma ile iç içe geçmektedir. Eğitimli, orta sınıf işsizlerin anlatılarına bakıldığında, ağırlıkla kendi kendisiyle meşgul, kendine dalmış, toplumsal ontolojisi kendiliği ile kolektif kişilikler arasına çekilen duvarda temellenen, kendini yalıtık bir monad olarak kuran bir özne ortaya çıkmaktadır (Erdoğan, 2011:113). Bourdieu sosyolojisinin önde gelen temsilcilerinden biri olan Wacquant’a göre de; prekarya baştan ölü doğmuş bir gruptur; çünkü amacı üyelerinin güvenceli bir iş bularak ya da devlet desteği gibi mekanizmalarla çalışma dünyasından tamamen çıkarak gruptan kurtulabilmelerini sağlamaktır. Dolayısıyla, ona göre; marksizmde proletaryaya yüklenen misyonun aksine, prekarya ancak kendisini hemen yok ederek var olabilir (Wacquant, 2007 akt. Oğuz, 2011:91). 45 Marx, beyaz yakalı işgücünün diğerlerine göre daha yüksek ücret aldıklarını kabul etmekle beraber, bunun geçici bir olgu olduğunu ve eğitimli işgücünün artması, eğitim olanaklarının yaygınlaşması gibi nedenlerle, beyaz yakalı işgücünün sahip olduğu bu avantajı gelecekte yitireceğini savunmuştur. Weber'e göre ise; özellikle uzmanlığa ve yönetim işlevlerine duyulan gereksinim eğitilmiş işgücünün önemini artırmaktadır. Diplomaya sahip olan işgücü, diğerlerine göre daha farklı ve üstün bir konum sağlamaktadır. Bu tür işgücü, elde ettiği görece yüksek ücretin yanında, işyerinde sahip olduğu yetki ve görece özerklik ve daha elverişli yükselme olanakları gibi avantajlardan yararlanabilmektedir. Weber, Marx’dan farklı olarak sınıfı, üretimde değil, tüketimde, daha doğrusu pazar karşısındaki konuma göre belirlemektedir (Şengönül, 2008:171-208). Geçmişten bu yana marksist geleneğin büyük kısmı proletaryayı sadece işçi sınıfına indirgeyerek hatalı bir yoruma düşmüştür. Klasik anlamdaki proleterleşme, üretim araçları elinden alınmış, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde mülksüzleşmiş ücretli emeğin sömürüsü ile elde edilen artı-değer sürecine veya kapitalist sermaye birikimine gönderme yapmaktaydı, ancak bugünün endüstriyel toplumunda proleterleşme, artık sadece üreten emekçinin sömürüsü ile sınırlı kalmıyor; bireylerin dünyayı kavrama, algılama, arzulama, hayal etme kapasitelerinin ellerinden alınmasını içerecek şekilde genişlemektedir.8 Bu nedenle, beyaz yakalıları, fabrikada çalışan mavi yakalılardan farklı bir sınıfmış gibi göstermeye çalışmak artık literatürde kabul gören bir paradigma değildir. Değişen yaşam koşulları doktorları, mühendisleri, öğretmenleri ve diğer meslek kollarından beyaz yakalıları zor şartlarda çalışmaya zorlamaktadır. Yetenekli fakir oğlanın-ya da nadiren kızın- doktor ya da avukat olma buhran- 8 http://birgun.net/haber/proleterlesen-gencligin-isyani-1040.html 46 dönemi hayali bugün adeta alışılmış bir hayal gibi görünüyor. Kaba tahminler, anne ve babası vasıfsız emekçi olup da kendisi orta sınıfın alt basamaklarına yükselen çocukların oranının Britanya'da ve Amerika'da %20, Almanya'da yaklaşık %15 ve Çin'de yaklaşık %30 olduğunu göstermektedir (Sennett, 2009:64). Sonuç olarak, neoliberalizmin ürettiği yeni işgücü olarak prekarya, beyaz yakalılara ilişkin emek çalışmalarında sıklıkla karşılaştığımız bir kavram. Geçmişte beyaz yakalılar, okumuş ve eğitim görmüş olmalarından dolayı kendilerini ayrıcalıklı hissediyorlardı; ancak şimdilerde ise beyaz yakalı işlerdeki nitelik değişimi, onların kendilerini vasıflı ve seçkin hissetmesini giderek güçleştiriyor (Bora ve Erdoğan, 2011:33). Geçici ve güvencesiz koşullarda istihdam beyaz yakalıları prekaryalaştırmakta, onları ön görülemez bir geleceğe doğru savurmaktadır. İşsizlik deneyimine bağlı olarak beyaz yakalıların bunalımları derinleşmektedir ve işsizlik krizi, siyasal-kurumsal büyük krizlerle, aidiyet kriziyle, kimlik kriziyle, cinsiyet kimliğine ilişkin krizlerle, velhasıl bir dizi reaksiyonla krize girmektedir (Bora, 2011:50). Türkiye'de yaşanan gezi olayları bu krizin en somut yansımalarından biriydi. Alanlarda, çatışma bölgelerinde işsiz, geleceksiz beyaz yakalıların yer alması, kendilerini bu hareketin birer öznesi olarak kodlamaları ve bunu ideolojik bir gösteriye dönüştürmeden gerçekleştirmeleri prekaryanın yeni toplumsal hareketler klasmanında aktif bir sınıf olduğuna yönelik kanıları güçlendirdi. İşsizlikten, düşük ücretlerle kötü koşullarda çalışmaktan, hor görülmekten ve yaşam tarzına yönelik baskılardan bunalan gençler, kendilerine bırakılan tek seçenek olarak isyanı tercih ettiler. Emek düşmanlığına varacak istihdam politikalarıyla, çevreyi ve doğayı tahrip eden, insanı yaşamdan dışlayan dev-hiper kalkınma projeleriyle, yığınları güvencesiz 47 ve yoksul bir yaşama sürüklemekle tehdit eden siyasal iktidarlara ve vahşi ekonomik sistemlere karşı prekaryanın da zamanla reaksiyon ortaya koyacağı çok açık ve yaşanan tüm bu gelişmeler beyaz yakalılar üzerindeki ortodoks algıları kırarak, onların anlam dünyası keşfetmek üzere araştırmacıları yeni çalışamlara sürükleyecektir. 2.2.4. Meritokratik Bir Kültürde Büyüyememek Eşitlik ve adalet kavramlarının değersizleştiği, özgürlüğün ise güçlünün ‘serbestliği’ olarak algılandığı bir dünyada sayıları giderek artan bir kitle/çokluk kaybedenler safına itiliyor. Üstelik sonuçlarından bağımsız olarak tanım gereği adil gibi görünen bu oyunda dışlanmış olmak, kişinin kendi kusuru olarak görüldüğü için oyun dışına itilme, aynı zamanda kahredici bir tahakküm biçimini almaktadır (Özkazanç, 2005). 21. yüzyılda gelinen son durumda beyaz yakalıları şüphesiz zor bir yaşam beklemektedir. Meritokrasi günümüzün baskın ideolojilerinden biri artık ve meritokratik eğilimler beyaz yakalılarda yoğun bir biçimde kendini hissettirmektedir. Çünkü; çalışma durumu, başarı, yetenek, bir başarı hakkettiğine dair inanç, bir güvence ve toplumsal aidiyet sağlamanın ötesinde, işin kendisine ilişkin bir anlam ve doyum da sağlayabiliyor (Bora, 2011:121). İş pozisyonu, beyaz yakalılarda paradan daha önce gelebiliyor. Çünkü, beyaz yakalılar hiyerarşik bir iş kültüründe büyüyorlar, meritokratik öğretilere göre geleceklerini ve kariyerlerini planlıyorlar. Ailelerinden kendilerine şırınga edilen en güçlü duygu çoğu zaman başarı ideolojisi oluyor. Başarılı olmak, bir işte en iyisi, olmak, kendinden söz ettirmek orta sınıf ruhaniyeti içerisinde en baskın imgeler olarak karşımıza 48 çıkmaktadır. Orta sınıfların çoçuk yetiştirme biçimlerinin disiplini içselleştirme, yani suçluluk yaratma üzerine kurulu olduğu hatırlandığında, bu duygular için son derece verimli topraklarda bulunduğumuz görülecektir. Dolayısıyla, kaygısız ve bağlanmaktan kaçan bir kuşaktan çok, fazla kaygılı, yetersizlik duygusu güçlü ve geride kalma endişesi içinde yaşayan genç insanlardan söz etmek daha doğru olur gibi görünmektedir (Bora, 2011:121). Çağın popüler ideolojisi olarak meritokrasi terimi ilk kez ingiliz sosyolog Michael Young tarafından "Amerikan Rüyası" mitiyle de yakından ilişkili olan "Meritokrasinin Yükselişi" adlı hicivli romanında kullanılmıştır. Meritokratik modeli bugün başta ABD'de olmak üzere pek çok dünya toplumlarında kanıksanmış durumda. Meritokrasi, tam da neoliberal paradigmanın üzerine oturduğu saç ayaklarından biri sadece. Yetenek, başarı, zeka veya çeşitli bireysel üstünlüklerin referans alınarak ödüllerin dağıtıldığı, kısacası sınıflar arası geçişlerde liyakatın esas alındığı, bilgi, hırs ve yeteneğin hiyerarşik basamakları tırmanmada önemli derecede rol oynadığı bir sosyal sistem. Merit, bireylerin karakteristik özelliklerini ifade ederken iken, meritokrasi bir bütün olarak toplumların karakteristik özelliklerini ifade eder. Meritokrasi bir bütün olarak bir toplumda yaşayan bireylerin kendi bireysel çaba ve yeteneklerine paralel olarak ödüller kazandığı ve hiyerarşik sistemde ilerlediği bir sosyal sisteme gönderme yapmaktadır (McNamee ve Miller, 2009:2). Meriktoktarik modelde yapılan işler; adam kayırma, torpil ya da ahbap-çavuş ilişkisi (Crony Relationships) olmadan, her türlü patronaj ilişkiden uzakta doğrudan bilgi birikimi, yeteneği ve vizyonuna göre kişilere verilmektedir. Kamu yönetiminde verimlilik ve performansı maksimum seviyede tutmak, dağıtılan ödüllerle rekabet 49 kültürünü yükseltmek ve yaygınlaştırmak meritokratik sistemde ulaşılması gereken nihai hedefler olarak öne çıkmaktadır. Türkiye'nin meriktokrasi deneyimi hangi dinamikler üzerinde duruyor ve Türkiye'de meritokratik sistem hangi ilkelere göre işliyor? Eğitim ve kişisel performans ile elde edilen nitelikler kişinin kariyerini ne yönde biçimlendiriyor? Bu sorulara türk toplumunu referans alarak iç açıcı cevaplar vermek pek mümkün görünmüyor. Kuşak değişimi uzmanlarının çalışmalarına göre; Türkiye'nin AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ile birlikte değişen sosyo-ekonomik ve kültürel çehresinde yeni nesillerin geleceği her zamankinden daha büyük riskler taşımakta. Hem emek gücünü ve gündelik yaşamı ağır ekonomik tedbirlerle, kemer sıkma politikalarıyla (Austerity Plans) baskı altına alan siyasal bir iktidarın, hem de kamu kaynaklarını fütursuzca yağmalayan menfaat çetelerinin varlığı nitelikli aktif nüfusu belli bir idealin peşine düşmekten alıkoymaktadır. Çalışma yaşamının yozlaşması, saldırgan iş kültürlerinin yaygınlaşması ve işsizliğin her zamankinden daha rahatsız edici olduğu bir noktaya doğru evrilmesi gençlere bırakılan tek seçenek olarak karşımıza çıkmaktadır. Başbakanın kendisi herhangi bir yabancı dil bilmediği halde genç bir öğretmenin işsizliğini bununla ilişkilendirebiliyor. Çoğu zaman eğitimliprofesyonellerin geleceği modern-feodal derebeylerinin iki dudağının arasından çıkacak kelimelere görebelirlenmiştir. Türkiye, çoğu zaman oligarşik örüntülerin sosyal-ekonomik yapıyı kontrol ettiği, güç savaşların sürekli benzer topluluklar arasında yaşandığı bir lokasyon olmuştur. Türkiye 16. yy’dan itibaren küresel modernlik sürecine kendi özgül dinamikleriyle eklemlenen bağımlı kapitalist bir coğrafya olarak, her evrede Batı modernliğine paralel; ama kendine özgü de bir 50 dönüşüm sergilemiştir (Özkazanç, 2005). Yıllarca eğitim görüp düşük vasıf bile gerektirmeyen işlerde çalışıyor olmak, düşük ücretlerle istihdam edilmek bugün beyaz yakalıların düşünü ortadan kaldırmış görünüyor. Bir çoğunun daha iyi bir geleceği arzulamaya dönük küçücük bir inancı bile kalmamıştır. Yılların kendilerini öğrettiği tek şey; kendilerine resmedilen hayatın düşündüklerinden çok farklı olması. 51 3. METODOLOJİ 3.1. Araştırma Modeli Bilimsel bir araştırmanın yürütülebilmesi için gerekli olan tüm prosedürleri kabaca metodoloji (yöntem) olarak tanımlayabiliriz. Doğayı, toplumu, bireyi, kültürü ve bunlar arası ilişkileri betimleme, açıklama, kestirme ve yorumlama uğraşısında bulunmak isteyen insan, sanattan felsefeye, dinden mitolojiye, geleneklerden bilime kadar yayılan geniş bir seçenekler demeti ile karşılaşır. Her biri bir diğeri kadar aynı konular hakkında tutarlı ve geçerli betimlemeler, açıklamalar, kestirimler, yorumlar üretebilen bu etkinlikleri birbirinden ayıran, kullandıkları yöntemdir (Çelebi, 1991:41-45). Metodoloji, yapılan araştırmaya ilişkin kavramların, teori ve temel düşüncelerin sorgulanmasını sağlayan bir araçtır. Bir araştırmada metodolojik bir izlek söz konusu değilse, o araştırmanın gerçekliğin bilgisine erişmesi olanaksızdır. Toplumsal gerçekliğin bilgisine ulaşmak, benzer ya da farklı tecrübe ve yaşantılar üzerinden karşılaştırmalar yaparak genellemelere ulaşmayı ve nihayetinde de kuram üretmeyi gerektirmektedir. Toplumsal gerçekliğin tüm boyutları hakkında istatistiki bilgi toplamak da her zaman mümkün değildir. Bu tür olanaklar mevcut olmadığından, sosyal bilimcilerin yaptıkları genellemeler benzer olguların farklı zaman dilimleri ya da mekanlarda sürekli tekrarlamasından yola çıkılarak karşılaştırma yapılması ve bu olguların bir “örüntü” oluşturup oluşturmadığı üzerine kuruludur (Toprak, 2008:18). Beyaz yakalılar da homejen bir sınıf profili oluşturmadıkları için işsizliği farklı şiddet ve şekillerde tecrübe ederek kendi içinde farklılaşabilen bir güruhtur. 52 Bu nedenle araştırma sürecinde işsizliğe ilişkin farklı tipolojilerin elde edilmesi kaçınılmazdır. İnsanlar, sosyal hayatta karşılaştıkları olayları anlamlandırırken onları bir algılama süzgecinden geçirir ve ona göre anlamlandırırlar. Aynı olayı gören, yaşayan iki kişinin olayı değerlendirme ve anlamlandırmasında iki farklı sonucun çıkması her zaman karşılaşılan bir durumdur. Çünkü insanlar paradigmalar yardımıyla düşünür. Tecrübelerimiz, kültürümüz, ailemizden, arkadaşlarımızdan ve çevremizden edindiğimiz bilgiler bizim paradigmalarımızı oluşturur (Böke, 2009:1011). Bu çalışma ele aldığı konuyu yorumlama tarzı itibariyle nitel bir araştırmadır. Nitel araştırmalar çok sayıda yöntem ve kaynak kullanarak insan deneyimlerine ilişkin sözlü ve yazılı anlatımları inceler. Bilindiği gibi nitel bir araştırmadan bilimsel sonuçlar elde etmek için o araştırma modeline uygun veri toplama teknikleri kullanılmalıdır. Nitel bir araştırmada da görüşme, temel veri toplama araçlarındandır. İnsanların gerçekliğe ilişkin algılarına, anlamlarına, tanımlamalarına ve gerçeği inşa edişlerine vakıf olmanın en iyi yoludur (Punch, 2005:165-166). Derinlemesine görüşme, araştırılan konunun bütün boyutlarını kapsayan, daha çok açık uçlu soruların sorulduğu ve detaylı cevapların alınmasına imkan veren, yüz yüze ve birebir görüşülerek bilgi toplanmasına imkan veren bir veri toplama tekniğidir. Derinlemesine görüşmede karşıdaki kişinin duygu, bilgi, tecrübe ve gözlemlerine görüşme yoluyla ulaşılır (Tekin, 2006:101-116). Nitel araştırmalarda çok sık başvurulan bir veri toplama tekniği olarak derinlemesine görüşme, görüşülen kişilere kendilerini birinci elden ifade edebilme fırsatı verirken araştırmacıyı da görüşme yaptığı kişilerin anlam dünyalarını, bakış açılarını içinde bulundukları özel 53 durumlara ait duygu, düşünce ve tecrübelerini yine onların ifadeleri yardımıyla derinlemesine anlama imkanı sunar (McCracken, 1988:9). Bu araştırmada da algı ve beklentilerin doğal ortamında gerçekçi ve bütüncül bir tarzda ortaya konulması amaçlanmış ve bunun için de veri toplama tekniği olarak derinlemesine mülakat yöntemi tercih edilmiştir. Bu kapsamda, Ankara ilinde yaşamakta olan, işsizliği herhangi bir şekilde deneyimleyen öğretmenlerle derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir.Yürütülen bu araştırmanın saha çalışması Haziran ve Temmuz 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olup toplamda 30 öğretmen ile derinlemesine görüşme yapılmıştır. Görüşmeler, görüşülen kişilerin izni alınarak kayıt edilmiştir. Araştırma sürecinde görüşmelere başlamadan önce görüşmelerin uygun bir ortamda yapılabilmesi için katılımcılardan önceden randevu alınmıştır. Derinlemesine görüşme yapılırken işsizliği tecrübe eden öğretmenlerin hikayeleri dinlenerek işsizlik sürecinde nasıl bir duygu dünyasında yaşadıkları ve gündelik hayatta karşılaştıkları güçlükler tespit edilmeye çalışılmış, bunun için de görüşmeye başlamadan önce mülakat yapılacak her bir öğretmene bu araştırmanın amacı, niçin yapıldığı, neden kendisiyle görüşüldüğü açık ve yalın bir dille anlatılmıştır. Mülakat sırasında derinlemesine mülakat yönteminin en önemli parametrelerinden biri olan "Aktif Pasiflik" durumuna özellikle dikkat edilmiştir. Aktif Pasiflik; görüşmeyi gerçekleştiren kişinin görüşmecilere müdahale etmeden onların düşüncelerini, hislerini en gerçekçi şekilde paylaşmaları, doğal ve samimi bir biçimde karşı tarafa derdini anlatabilmesi ve onu dinleyen, yani mülakatı 54 gerçekleştiren araştırmacının bu ortamın oluşması için gereken çabayı göstermesi olarak tanımlanabilir. Örneğin; görüşme sürecinde görüşmeleri zenginleştirmek ve daha çıplak bilgiler alabilmek adına zaman zaman soru formunda yer almayan sorulara da başvurulmuş, mülakatların belli bir derinlik kazanması hedeflenmiştir. Bu samimiyet ortamının oluşması içinde araştırma süresince görüşmecilerle mesafeli bir ilişkiden kaçınılarak empatiye dayanan bir tavır içerisinde olunmuştur. Araştırma boyunca araştırmanın genel kompozisyonuna uygun olarak farklı branşlardan işsiz öğretmenlerin görüşmelere katılımına özen gösterildi. Yani amaçlı bir örneklemin (Purposive Samle) zamanla oluşması sağlandı. Çünkü farklı branşlarda işsizliğin farklı şekillerde tecrübe edildiği, işsizliğin getirdiği yükün branşlara göre çeşitlenebildiği gözden kaçırılmaması gereken bir sosyal gerçekliktir. Sosyal bilimlerde metodoloji tartışmalarında sık sık üzerinde durulan "Selection Bias", yani örneklemin zaten beklenen sonuçları verecek şekilde belirlenmiş olması, bu araştırma için söz konusu değildir. Çünkü, görüşmeci profili tek tip, prototip öğretmenlerden oluşmamaktadır. Görüşmelerde, öğretmenliği idealleştiren, herşeye rağmen bu mesleği icra etmek isteyen kimselerin yanı sıra, bu mesleği hayatında yalnızca basit bir seçenek olarak gören öğretmen adaylarıyla da görüşülmüştür. Ayrıca, görüşme yapılan kimselerin farklı sosyo-ekonomik ve sınıf profilinden seçilmesine özen gösterilmiştir. Çünkü farklı sınıfsal pozisyonlarda işsizliğin yarattığı şiddetin derecesi de farklı olacağından, özellikle maddi sıkıntı yaşamayan, öğretmenlik yaparak hayatını kazanmak zorunda olmayan katılımcılarla da mülakatlar yapılarak işsizliğin sınıfsal pozisyonla olan ilişkisi kurulmuştur. Araştırma sürecinde tekrara düşmemek, aynı hikaye ve sorunlarla karşı karşıya 55 kalmamak amacıyla işsizliğin arka planında yer alan ve onunla doğrudan ilgili olan başka sosyal sorunlarda gündeme getirilmiştir. Örneğin; öğretmenlerin atandıktan sonra hiç de istemedikleri halde kendi yaşam tarzına ve kültürel habituslarına uygun olmayan kentlerde yaşanmaya zorlanması, bir anda kendini demografik bir parçalanmışlığın içinde bulması ya da özel eğitim kurumlarında çalışmayı zorlaştıran iş hayatı ideolojileri üzerinde de durularak işsizlik olgusunun total bir paradigmadan, makro bir perspektiften yorumlanması hedeflenmiştir. Her araştırmanın kendine özgü bir araştırma evreni ve örneklemi vardır; ancak bu araştırma, nitel bir araştırma olması nedeniyle bir evren ve örnekleme sahip değildir. Ancak, kartopu örneklem modeli yoluyla görüşmecilere ulaşılmaya çalışılmıştır. Kartopu örnekleme metodunda ilk önce ulaşılması güç olan o çalışma evreninden bir öğeye/bireye ulaşılır, sonra o öğrenin yardımı ile diğer bir öğeye, sonra onların yardımıyla başka öğrelere ulaşılarak, hedeflenen örnek büyüklüğüne ve çeşitliliğine ulaşılmaya çalışılır (Böke, 2009:129). Görüşmeler sırasında görüşmeci öğretmenlere yakın çevresinde kendisiyle aynı koşullarda olan, işsizliği Ankara'da tecrübe eden başka öğretmen eş, dost ya da arkadaşlarının olup olmadığı sorularak örnek grup genişletilmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken, işsizliği farklı şekillerde deneyimleyen öğretmen tipolojilerine ulaşılmak amaçlanmıştır. 3.3. Sınırlılıklar Türkiye'de işşizlik araştırmaları daha çok bütüncül karakteristik özellikler göstermektedir. Özellikle belli bir sınıf ya da belli bir toplumsal grup üzerinde işşizliğe ilişkin çalışmalar oldukça yetersizdir. İşsizlik, çoğu zaman bütün toplumun 56 yaşayabileceği bir deneyim ve tecrübe olarak görülmüş; ancak işsizlik olgusunun farklı sosyal ve sınıfsal katmanlarda, farklı kimlik ve statülerde hangi şekillerde tecrübe edildiği üzerinde pek durulmamıştır. Şüphesiz işsizlik olgusu, toplumsal organizasyonun bir çok katmanında, farklı sınıf profillerinde insanların karşı karşıya geldiği çetrefilli bir sorundur; ancak bu çalışmada işsizlik; beyaz yakalılar olarak bilinen, belli bir meslek kolunda uzmanlaşmış, üniversite mezunu kafa emekçileriyle sınırlandırılmaktadır. Her ne kadar beyaz yakalı işsizliği ve onun ardındaki gelişmeler üzerine odaklansa da, araştırmada görüşmeci profili, beyaz yakalı kategori içerisinde yer alan işsiz öğretmenlerle sınırlı tutulmuştur. Çünkü, beyaz yakalıların içinde; doktorlar, mühendisler, bankacılar, gazeteciler vb. gibi diğer profesyonel meslek sahipleri de bulunmaktadır. Ayrıca, burada işsizlik olgusu iktisadi anlamda işsizlik terminolojisi ile ele alınmamaktadır, deneyim ve algılama anlamında işsizlik üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Nitel araştırmalarda güven duygusu oldukça önemlidir. Karşı tarafa, yani görüşmeciye bu duygunun verilmesi araştırmanın objektif bir dayanak noktası oluşturması açısından elzemdir. Aksi takdirde yanlış bilgiler araştırmanın gerçekle olan bağına zarar verecektir. İnsan unsurunun söz konusu olduğu bilimsel araştırmalarda insana özgü hassas konularda çalışma yapmak ciddi anlamda dikkat gerektirmektedir. Bunlar; özel hayatın gizliliği, kişiye ait mahrem bilgiler ve iletişim teknolojisinin gelişimi ile önemi artan kimlik bilgileri olabileceği gibi özel popülasyonlar olarak da bilinen, korumaya muhtaç küçük yaştaki insanlar, akıl hastaları ya da tutuklu ve hükümlüleri kapsayan bilimsel çalışmaları da içerebilir (Demir, 2009:35). Bu bağlamda, Öğretmenlerin sosyal, kültürel ve gündelik hayat 57 pratiklerine ilişkin edinilen bilgiler, onların daha çok işsizlik ve geleceğe ilişkin endişeleriyle, kişisel hikaye ve deneyimleriyle sınırlı tutulmuş, mümkün mertebe genel izlenim ya da politik tartışmalardan kaçınılmıştır. Ayrıca, öğretmenlerle yapılan görüşmelerin çoğunda ses kayıt cihazı kullanılmış ve görüşmeye başlamadan önce tüm görüşmecilere ses kaydı almamızın kendisi açısından sorun teşkil edip etmediği sorularak onların rahat bir biçimde sorulara motive olmaları sağlanmıştır. Görüşmeye başlamadan önce tüm görüşmecilere yapılan kaydın dinlenilmesi için kendisine verilebileceği ve kayıtta yer alan, istenilmeyen kısımların isteği doğrultusunda silinebileceği söylenmiştir. Ses kayıt cihazıyla kayıt yapmak ilk etapta görüşmecilerde basit bir tedirginliğe yol açmış olsa da, araştırma ile ilgili elde edilen bilgilerin araştırma dışında hiç bir yerde kullanılmayacağı, araştırma kapsamında kimlik bilgilerinin kesinlikle saklı tutulacağı hususunda kendilerine teminat verilmiştir. Yapılan mülakatlarda görüşmeyi kayıt olmadan yapmak isteyen, bu konuda ciddi endişeleri olan öğretmenlerle de karşılaşılmıştır. Bu durumda ise görüşülen kişinin sorulara verdiği cevaplar görüşme formlarına not edilmiştir. Ayrıca tüm görüşmelerde gözden kaçan detaylar elle not edilerek görüşme formuna aktarılmıştır. Araştırma sürecinde yalnızca işsizliği tecrübe eden öğretmenlerin görüşlerine başvurulmamıştır. Aynı zamanda, onların sorunlarını dile getiren ve bu bağlamda öğretmenlere örgütlenme olanağı sunan platformlarla da iletişime geçilmiştir. Bu platformlardan biri olan AYÖP (Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu) temsilcileri yapılan görüşmelerde; beyaz yakalı işsizliği bağlamında Türkiye'de başlayan neoliberal dönüşüm süreci gündeme getirilmiş, temsilcilerle mevcut 58 istihdam politikalarının birer beyaz yakalı olarak öğretmenlerin gündelik yaşamını ve geleceğini ne yönde etkilediği kritik edilmiştir. 3.4. Zamanlama Şüphesiz zamanlama, işsiz öğretmenlerle yapılan görüşmelerin ne kadar sürede ve hangi mekanda yapılacağına ilişkin planlamalarda araştırma boyunca elde edilecek verinin kalitesini, geçerliliğini ve güvenirliğini olumlu ya da olumsuz şekillerde etkileyecektir. Görüşmeler; en az yarım saat, en fazla ise bir saatle sınırlandırılmış. Görüşme süresi gereksiz uzatılarak görüşülen öğretmenlerin konudan kopmaları, düşünce uçuşmasına yakalanmasının önüne geçilmiştir. Ayrıca, görüşmeler organize edilirken mekân seçiminde görüşülecek kişinin mekân tercihi baz alınarak, onun kendini daha özgür bir biçimde ifade edeceği, duygu ve düşüncelerini rahatlıkla karşı tarafa aktarabileceği mekanlar tercih edilmiştir. 59 4. TARTIŞMALAR VE BULGULAR 4.1. Giriş Bugün sosyal bilimler alanında yürütülen çalışmaların esas konularından biri de; emek kavramının tanımlanması, emek süreçlerinde yaşanan değişim ve dönüşümlerin insan toplulukları üzerindeki etkisinin incelenmesidir. Serbest piyasayı anlamanın başlangıç noktası ücretli emek olduğu kadar, istihdam edilmeyen emek veya ücretsiz hayattır da aynı zamanda (Bora, 2011:28). Kapitalist ekonomik sistemin değişen koşullara adapte olma temposu ve kendini sürekli ve yeniden üreten yapısı emek çalışmalarında araştırmacıları farklı problem kategorileri üzerinde düşünmeye zorlamaktadır. Bu araştırmada da Türkiye'de neoliberal toplum tasarımının beyaz yakalı mesleklerde ne gibi bir aşınma yarattığı öğretmenlik bağlamında değerlendirilmektedir. Bu kapsamda bu araştırma; saha çalışmalarının yürütülmesinden bulgu ve değerlendirmelerin ortaya konulması sürecine kadar geçen 6 aylık bir süreci kapsamaktadır. 2013 Haziran ve Temmuz aylarında Ankara'da yürütülen saha çalışmasından elde edilen veriler kullanılarak beyaz yakalı işsizliği bağlamında öğretmenliğin günümüzde yaşadığı mesleki dönüşüm sorgulanmaktadır. Araştırma kapsamında işsiz ya da kötü koşullarda çalışan 30 öğretmen ile derinlemesine görüşme yapılmış, öğretmenlere ilişkin işsizlik ve güvencesizlik deneyimleri çeşitli alt başlıklarda anlatılmıştır. Bu alt başlıklarda; eğitim kurumunda yaşanan piyasalaşma ve metalaşma pratiklerinin öğretmenlerin dünyasında neye karşılık geldiği ve öğretmen emeğinde nasıl bir dönüşüm yaşandığı, öğretmen işsizliğini 60 üreten yapısal süreçlerin neler olduğu ve bu yapısal bozuklukların bir türlü neden giderilemediği, öğretmenlerde mesleki aidiyetin hangi bileşenler üzerinden kurgulandığı, iş tatminsizliğinin daha çok hangi şekillerde ortaya çıktığı, öğretmenlerin işsizlik sürecinde ne gibi mücadele stratejileri geliştirdikleri öne çıkan konular arasında yer almakta olup araştırma sürecinde derinlemesine mülakat yapılan görüşmecilerin listesi ekler bölümünde EK-6'da yer almaktadır. 4.2. Öğretmenlerde Mesleki Aidiyet, Değer ve Refah Algıları Çalışma yaşamına ilişkin yürütülen araştırmalarda üzerinde sıklıkla durulan temalardan biri de; mesleki tatmin duygusu, çalışanların yaptığı işe yönelik olarak değer ve refah algılarının neler olduğu, hangi bileşenler üzerinden kendi geleceğini, kariyerini kurguladığıdır. Değer ve refah algıları; kişilerin davranışlarında, herhangi bir duruma ilişkin tercihlerinde bir bileşen olarak ortaya çıkar ve bireylerin içinde varolduğu değer dünyasına, sınıfsal pozisyonlarına, eğitsel sermayelerine, sosyalizasyon-kültürlenme süreçlerine bağlı olarak da farklılaşabilirler. Orta sınıflar için bu durumun daha özgül boyutları vardır, çünkü orta sınıflar açısından eğitim ve mesleki aidiyet, toplumsal aidiyetin ağırlıklı bileşenleridir. Öğretmen, mühendis, bankacı ya da gazeteci olmak, bir işte çalışmaktan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Sahip olunan bu kimlikten mahrum kalmak da çalışmamanın ötesinde, öncelikle değer ve anlam kaybına uğramak anlamına gelmektedir (Bora, 2011:117). Günümüzde başarı olgusu giderek önemi artan, giderek bireyselleşen ve kişiselleşen bir kavram haline gelmektedir. Başarı ideolojisi (Achievement Ideology), orta sınıfın en görünür katmanlarından biri olan beyaz yakalıların dünyasında karakteristik bir 61 dürtüdür. Başarı ideolojisinde mutlu ve huzurlu olmak doğrudan bireysel başarının kendisiyle mümkün olacağı için orta sınıfların değer dünyasında eğitimin karşılığı; bir üst sınıfa geçebilme olanağı, daha iyi bir gelecek, parlak bir kariyer ve daha çok maddi getiri ile eş anlamlı olabilmektedir. Modern dünyanın değer evreninde başarı; bir işi gerektiği gibi yapmak ve o işi en iyi şekilde tamamlayarak yalnızca somut fayda elde etmekten ziyade, yapılan işten hem maddi hem de manevi prestij sağlamak ve bunun yaşattığı gururu etraftaki diğer insanlarla paylaşabilmektir. Beyaz yakalılara ailede, okulda, hayatın diğer kategorilerinde sürekli güçlü, ayrıcalıklı oldukları hissettirilmiş ve beyaz yakalılarda işverene ve işyerine duyulan aidiyet duygusu o kadar güçlüdür ki, işyeri, yaptıkları işin farkında olarak ya da olmayarak yaşamlarının doğrudan merkezine oturmaktadır.9 Toplumsal hareketlilik, toplumdaki düzen ve akışı sağlayan temel dinamiklerden biridir. Bireylerin farklı statü ve sınıf konumlarından başka konumlara geçme çabası da toplumsal bir hareketliliktir. Toplumsal hareketliliğin eğitim, gelir ve meslek ile doğrudan ilişkisi vardır ve orta sınıflarda bu hareketlilik daha çok meslek aracılığıyla ile dinamize olmaktadır. Meslek seçimi, şüphesiz her bireyin hayatında bir dönüm noktasıdır. Meslek ve kariyer bilinciyle geleceğini planlayan, kendisi için en doğru mesleği seçen kişilerin ilerleyen hayatlarında daha mutlu, üretken ve başarılı bir iş hayatına sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Ancak, 21. yüzyılda mesleki idealizm adeta çökmüş durumdadır. Mevcut ekonomik koşullarda gençlerin mesleki geleceklerini ideallerine uygun bir biçimde düzenlemesi her zamankinden daha zor. Mesleki koşulların değişmesi ve bir çok mesleğin standardize 9 http://bianet.org/biamag/toplum/114032-yakasi-beyazlar 62 edilerek yeni ekonomik düzenin öğretileriyle paralel bir hale getirilmesi, bireylerin mesleklerine ilişkin algı ve beklentilerini olumsuz anlamda etkilemektedir. Değişen yaşam koşulları beraberinde gençleri bu değişimi anlamaya ve herşeye rağmen bu sürece adapte olmaya zorlamaktadır. Ülkemizde de bir çok genç meslek seçiminde ideallerini, ilgi alanlarını ve yeteneklerini görmezden gelerek üniversite sınavından aldığı puana göre ya da çevresindeki insanların yönlendirmeleriyle bilinçsizce tercih yapabilmekte ve meslek tercihlerinde daha çok; iş bulma kolaylığı, maddi getiri, toplumsal saygınlık, popülerlik gibi kriterleri öne çıkarmaktadırlar. Ancak, üniversite sonrasında bu algı genel olarak değişmekte, genç mezunlar yaptıkları işlerde daha çok para kazanmak yerine; iş yerinde mutlu ve huzurlu olmak, stres ve sansasyondan uzak, ilgi, beklenti ve becerilerine uygun, daha minimal ve güvenceli bir çalışma yaşamını arzu etmektedirler. Meslek seçimi konusunda pek çok dışsal değişken söz konusudur; ancak öğrenciyi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirecek işlevsel bir kariyer planlaması mevcut eğitim sisteminde henüz söz konusu değildir. Lise, hatta ortaöğretim sürecinde kazanılması gereken bir davranışın üniversite sonrasında edinilmesi mevcut eğitim sisteminde belirgin yapısal bozukluklar olduğuna işaret etmektedir. Lise dönemi gençler için meslekle ilgili karar vermeleri açısından kritik bir zaman olarak değerlendirilir. Gençler bu dönemlerinde, meslek olarak seçecekleri alanları belirlemek ve meslekleri hakkında karar vermek durumundadırlar (Çoban, 2005:40). Meslek bilincinin gençlere erken yaşlarda verilmemesi ileride mutsuz, anti-üretken ve iş yaşamında başarısız nesillerin yetişmesine neden olabilmektedir. Bu manzara, öğretmenlik mesleğinde son zamanlarda yaygın olarak görülmektedir. Öğretmenlik, iş tatminsizliğinin en yoğun olarak görüldüğü mesleklerden biri artık. İşe yönelik tatmin düzeyinin öğretmenlerde oldukça düşük seviyelerde olduğu 63 yadsınamadığı gibi, bu durum dershane, özel kurs, kolej gibi metalaşmış, piyasalaşmış eğitim kurumlarında daha dramatik bir noktaya doğru evrilebilmektedir. Yoğun çalışma temposu, düşük gelir, iş ortamının siyasallaşması, geleceksizlik, güvencesizlik ve diğer klasik sorunlar bir araya geldiğinde mesleğin cazibesi kolaylıkla kaybolabilmektedir. Özellikle de, düşük gelir ve çalışma koşullarındaki uygunsuzluklar bu konuda belirleyici olmaktadır. Toplumda saygınlığın adeta tek referansı haline gelen para, yeni kuşakları daha çok kazanabilecekleri alanlara doğru savurmaktadır. Öğretmenlik, geçmişte çalışma koşullarındaki rahatlık ve iş güvencesinin olması gibi özelliklerinden dolayı özellikle de alt ve orta sınıflarda yoğun bir biçimde talep gören bir meslekti. Çünkü o dönemde öğretmen olmak demek; şehirli sınıfa, kent kültürüne en kestirme yoldan dahil olmak ve sınıf piramidinde bir basamak yükselmek anlamına gelmekteydi. Şimdilerde ise, durum eskisinden biraz daha farklı. Çevremize baktığımızda öğretmenliği, yani mesleğini ideal bir paradigmanın sınırları içerinde değerlendiren çok az öğretmenle karşılaşmaktayız. Öğretmenlerin bir çoğu geleceksizlik kabusundan kurtulup bir an önce iş hayatına katılmak ve kendi ayaklarının üzerinde durabilmek için zorlu bir mücadelenin içerisinde kendilerini görmektedirler. Bu beklenti, yalnızca iş bulmak ve bu işten para kazanmakla da sınırlı kalmamakta, yaşanılan şehirden hayat standartlarına kadar her parametre öğretmenlerin dünyasında sık sık kritiği yapılan konular arasında yer almaktadır. Araştırma kapsamında görüşülen öğretmenlere; neden bu mesleği seçtiği, mesleğini seçerken kendisini yönlendiren herhangi birinin olup olmadığını, üniversite sınavından aldığı puanın meslek seçimine ne yönde etki ettiği ve mesleğini seçerken 64 kendi özgür iradesiyle bir karar alıp almadığını ölçen sorular yöneltildi. Görüşmelere katılan pek çok öğretmenin doğrudan aslında bu mesleği tercih etmediği, ailesinin ya da çevresindekilerin yönlendirmesiyle öğretmen olmak zorunda kaldıkları görülmektedir. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Sosyal Bilimler Öğretmenliği Bölümü mezunu olan Ertuğrul öğretmen hayatının belli dönemlerinde işsiz kalmış; ancak şu anda özel bir eğitim kurumunda idarecilik yapmakta. Öğretmenlerin meslek seçimiyle ilgili sorumuza; meslek seçiminde ilgi ve beğenilerin değil de; sınav sisteminde gösterilen somut başarının önemli olduğunu dile getirmektedir. "Tamamen eğitim sisteminin yönlendirmesi. Ben, aslında bu mesleği istemedim. Üniversite sınavından aldığım puan bu bölüme yettiği için mecburen bu bölüme yerleştim. Aldığım puana göre elimden gelenin iyisi öğretmen olmaktı; ama bazen düşünüyorum, keşke başka bir meslek seçseymişim..." Mesleki tatmin öğretmenler arasında söz konusu branşta iş bulma kolaylığı, atanma kriterleri, yapılan işin nitelik ve konforuna bağlı olarak farklılaşmaktadır. Ebutalip örneğinde olduğu gibi öğretmenliğin kendi içinde de parçalanma dinamikleri değişmektedir. Rehber öğretmenler ya da diğer adıyla psikolojik danışmanlar yaptıkları işin niteliği, iş yerinde konumlanma biçimleri ve iş alanlarının geniş olması gibi faktörlere bağlı olarak diğer alanlardaki öğretmenlerden daha farklı bir meslek imajını temsil etmektedirler. Hacettepe Üniversitesi PDR (Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik) bölümü mezunu olan Ebutalip, özel bir kolejde rehber öğretmen olarak görev yapmakta. Kendisine bu mesleği neden seçtiği, meslek tercihinde nelerin etkili olduğunu sorduğumuzda; atanabilme kolaylığı, iş güvencesi, 65 aile baskısı ve mesleğin popülerliği gibi değişkenleri öne çıkarmakta ve diğer öğretmenlerle benzer sorunları kendisinin yaşamadığını ifade etmektedir. "Kendimi açıkçası öğretmen olarak görmüyorum, ben daha çok olayın psikolojik danışmanlık boyutundayım. Dört yıllık lisans eğitimi boyunca okulda öğretmenliğe dair ne bende ne de yakın çevremde belirgin bir kimlik oluşmadı. Hatta, hocalarımız her zaman bizlere "sizler rehber öğretmen değilsiniz, daha çok psikolojik danışmansınız"derdi. Kısacası okulda böyle bir hava vardı. Bizde bu atmosferin bir parçası haline gelerek kendimizi diğer öğretmenlerden farklı ve şanslı görüyorduk. PDR mezunları sizinde bildiğiniz gibi çok farklı iş kollarında iş bulabilme şansına sahip. Şirketlerin İK birimlerinden rehabilitasyon merkezlerine kadar bir çok alanda iş bulabiliyoruz. Bu da, ister istemez mesleğime ilişkin aidiyet duygumun güçlü ve dinamik kalmasını sağlıyor. Ayrıca, PDR mezunlarının kamuya atanmasında da herhangi bir sıkıntı da söz konusu değil. KPSS'ye girip sıfır puan alıp atanan arkadaşlarım bile var." Meslek seçiminde ailesinden gelen baskılara direnip, yalnızca kendi ideali peşinden giden öğretmenler de yok değil. Azize, anne babasının ısrarlarına rağmen İİBF'ye (İktisadi ve İdari Birimler Fakültesi) gitmeyip hayali ve ideali olan Felsefe bölümünü kazanmış. Bu bölüme yerleşmek için hem mevcut eğitim sistemine hem de ailesinin bu konuda kendisini yönlendirme arzusuna karşı uzun soluklu bir mücadele vermiş. Kaybettiği onca zamana rağmen Felsefe bölümüne yerleşerek bu bölümden mezun olmuş; ancak diğer genç mezunlar gibi o da mezuniyet sonrası işsizlik kabusuyla karşılaşmış. İlk başta bir dershanede ücret almadan staj yaparak meslek hayatına başlamış. Ücretsiz çalışma yerini ücretsiz bıkkınlığa bırakınca dershaneden ayrılmış. Şimdilerde ise bir lisede ücretli öğretmenlik yaparak geçimini kazanmakta. Kendisine bu mesleği neden seçtiği, yaptığı işi özel kılan herhangi bir 66 şeyin olup olmadığını sorduğumuzda meslek seçme sürecinde yaşadığı kargaşayı şu şekilde özetlemektedir: "Kendi isteğimle bu bölümü yerleştim, hatta geç girdim, çok geç girdim bu bölüme... Sınava ilk girdiğimde de Felsefe bölümünü kazanıyordum; ama annem babam bu bölümü okumamı istemiyordu. Daha sonrasında ben hiç çalışmadım. Baktılar bizimkiler puanlarım sadece o kısımlara tutuyor, iktisat falan istediler önce, oralara falan gideyim diye... Hani KPSS'de uzmanlık sınavlarına girebilmem için en azından... Ben hiç istemedim. Sosyoloji falan da düşünmedim, doğrudan Felsefe okumak istedim; çünkü lisede okuduğum şeyler beni biraz yönlendirdi ve lisedeki felsefe hocamı çok sevmiştim, hep onun gibi bir kadın olmak istedim her nedense..." Üniversite sonrasında öğretmenleri bekleyen ucu açık, belirsiz süreç bir tür panik şeklinde deneyimlenmektedir. Ne yapacağını bilememe hali, seçeneklerin sınırlı, yetersiz ve tatminsiz oluşu meslek seçimi konusunda nefretle iç içe geçmiş bir hayal kırıklığına neden olmaktadır. Özellikle, alt sınıflardan gelen, saygın bir diploma sahibi olmayan veya yaşı ilerlemiş işsizlerde yenilik, serbestlik, kendini gerçekleştirme, risk alma vb. vurgular yerine güvenlik ve ön görülebilir bir gelecek kaygısına bırakmaktadır (Erdoğan, 2011:103). Ancak, uzun işsizlik sürecini ailesinin yardımıyla finanse eden, ekonomik anlamda kötü durumda olmayan ve yıpratıcı bir işte çalışmaya mecbur olmayan öğretmenlerde kendini gerçekleştirme, kendi kendinin patronu olma arzusu baskın bir duygu haline gelebilmektedir. Hacettepe Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünden mezun olan Güner hayatının bir döneminde öğretmen olmayı düşünmüş; ancak sınavlarda başarısız olunca hayali olan çevirmenlik işine girmiş. Uzun zamandan beri freelance çevirmenlik işiyle uğraşmakta olan Güner de tıpkı Azize gibi meslek seçiminde ailesi tarafından baskı 67 gördüğünü; ancak bu durumun hayatında çok da büyük bir kırılma noktası haline gelmediğini, zamanla herşeyin yoluna girdiğini dile getirmekte. "Babam istediği için bu mesleği seçtim; ama sonradan da pişman olmadım yani. Bu durumu bir şekilde benimsemeye çalıştım ve sanırım başardımda. Sonuçta, her zaman bir seçenek çıkıyor insanın karşısına, illaki öğretmen olunacak diye bir olay yok. Şu anda yaptığım işten memnunum, iyiki de öğretmen olmamışım diyorum bazen. Elbette, bende zaman zaman tıpkı diğer insanlar gibi işime yabancılaşıyorum; ama dediğim gibi, bu durum hayatımı hiçbir zaman sekteye uğratmadı..." Bireyin kendi yaşamı üzerindeki kontrolünü yitirmesi ve bu korkuyu tüm hayatı boyunca hissetmesi neredeyse tüm çalışma alanlarında karşımıza çıkan bir olgu. Üstelik bu korku yalnızca işsizlik ve geleceksizlik şeklinde vuku bulmamaktadır. İşsizlik korkusu zaten kendi başına bile çok büyük bir problemken, bu süreci bütünleyen diğer risklerde bir araya geldiğinde durum daha vahim bir hal almaktadır. Yeni ekonomik düzen, zaman içinde oradan oraya, bir işten diğerine sürüklenen yaşamlardan besleniyor (Sennett, 25-26:2005). Neoliberal model; bir taraftan kutsal aileyi yüceltirken, öte taraftan da aile kurumuna zarar veren vahşi iş kültürlerini yüceltmektedir. Bir yaşamdan diğerine sürüklenen göçmen çalışanlar Türkiye'de de son zamanlarda bilindik bir manzara. İş motivasyonu ve iş aidiyetini yıpratan bu deneyim çalışanlarda ağır, travmatik problemlere neden olabilmektedir. Göçmen çalışanlar, istihdamın değişen çehresine ilişkin olarak yersizleşme, yurtsuzlaşma sorununu gündeme getirmektedir. Çalışanlarını sürekli yer değiştirmek, oradan oraya hareket etmek zorunda bırakan endüstriler giderek çoğalmakta ve bu durum, eğitim endüstrisinde daha çok dershane gibi piyasalaşmış özel kurumlarda 68 vuku bulmaktadır. Bir açık öğretim dershanesinde Türkçe öğretmeni olarak çalışan Mehmet'te bu durumdan muzdarip. Evli olduğu halde sürekli seyahat etmek zorunda. Fragmantal bir hayatın içinde yaşayan Mehmet'in en büyük hayali bir gün kamuda öğretmenlik yapmak. Kendisine bu çalışma temposu hakkında neler düşündüğünü, bu durumun mesleğine ilişkin düşüncelerini ne yönde etki ettiğini sorduğumuzda yaşadığı çileyi aşağıdaki gibi özetliyor: "Haftanın dört günü sürekli seyehat halindeyim. Çalıştığım dershanenin çevre illerdeki şubelerinde öğretmen çalıştırmak dershane için daha maliyetli olduğu için dershane yönetimi, merkez şubelerde çalışan öğretmenleri ders vermeleri için o bölgelere yönlendirmekte. Sürekli seyehat ettiğim için ne kendime ne de aileme vakit ayırabiliyorum. Ayrıca, geleceğe dönük hiçbir planım yok. Yıllardır bu böyle devam ediyor. Bazen istifa edip başka işler yapmak istiyorum; ancak şaşırıp kalıyorum. Yapabileceğim hiçbir şey yok..." Mehmet örneğinde de görüldüğü gibi çalışma hayatına ilişkin güçlükler yalnızca işsizlik, düşük gelir ya da güvencesizlik gibi yapısal sorunlarla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda, mesleki aidiyeti aşındıran yeni çalışma rejimleri de yaygınlaşıyor. Özellikle, kamuda istihdam edilen evli öğretmenlerin farklı bölgelerde çalışması, boş zamanlarını ya da tatil günlerini dinlenmek için değil de, birbirileriyle bir araya gelmek için değerlendirmeleri ülkemizde artık sık sık rastladığımız bir manzara. Devletin ya da öğretmen istihdamını düzenleyen ilgili birimlerin bu konuda yürüttüğü ciddi bir çalışma şimdilik söz konusu değil. Anne ya da babasından ayrı büyüyen bebekler, elde edilen gelirin tasarruf yerine yapılan yolculuklara ve barınmaya ayrılması, aile bilicinin ve evlilik kurumunun zayıflaması bu sorunun dramatik boyutlarını oluşturmaktadır. 69 4.3. Entellektüel Emeğin Dönüşümü: Nostaljiden Bugüne Öğretmenlik Bu bölümde, neoliberal ekonomi politikaların kıskacında Türkiye'de öğretmenliğin nasıl bir dönüşüme uğradığı ve öğretmenlerin bu süreçte nasıl bir biçimde konumlandırıldığı, küresel kapitalist eğilimlerin kitlelerde okul ve eğitim algısını nasıl değiştirdiği, öğretmenliğe ilişkin imaj, algı ve beklentilerin ne yönde olduğu tartışılmaktadır. Bilindiği gibi her toplumda gelecek nesilleri yetiştiren, onları çağdaş yaşamın üretken ve uyumlu bireyleri haline getiren aktörler şüphesiz öğretmenlerdir. Ülkemizde de cumhuriyetle birlikte başlayan aydınlanma ve kalkınma eğilimlerinin taşıyıcıları çoğu zaman öğretmenler olmuştur. Köy enstitülerinde yetişen pek çok öğretmen doğduğu yerde, yani köyünde öğretmenlik yaparak köylünün sorunlarına çözümler bulmuş ve onların gündelik yaşamlarını bilimsel bilgiye göre düzenlemelerini sağlamıştır. Ancak, değişen ekonomik ve politik koşullar son 30 yılda eğitime ve öğretmenliğe ilişkin idealist bakış açılarını değersizleştirerek onu hızlı bir metalaşma sürecine sürüklemiştir. Kapitalizmin dönemsel ihtiyaçlarına paralel olarak eğitim sistemlerinde çeşitli biçimlerde hayata geçirilen neoliberal politikalar, eğitimci emeğini de kökten bir biçimde dönüşüme uğratmıştır. Eğitime ilişkin algıların tümden değişmeye başladığı bu süreç, öğretmen emeğinin kullanım değerinden değişim değerine doğru dönüşümüne sahne olmuştur (Demirer, 2012:167). Neoliberal ekonomi politikaların sosyal alandaki yansımaları yalnızca kamu hizmetlerinde istihdamın daralması ve prekarizasyona uğratılmasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda, kamuda çalışmayı küçümseyen ve onu değersiz kılan bir retorik de 70 yaratılmıştır. Önce neoliberal, Anglo-Amerikan rejiminde başlayan ve günümüzde giderek Ren modelindeki politik ekonomilere de yayılan, refah devletine yönelik saldırı, devlete bağımlı olan kişileri yardıma muhtaç insanlar olarak değil, sosyal parazitler olarak gösteriyor. (Sennett, 2005:146-147). Kamuda istihdamın daralması ve güvencesizleşmesi hususunda memurluğu itibarsızlaştıran ideolojik bir söylem eşlik etmektedir (Bora, 2011:55). Liberal girişimci ruhaniyet, mezun gençlere resmi ideolojinin ve girişimci kapitalizmin argümanlarıyla her defasında salık verilmekte; özellikle, memurları uyuyan, yatan asalaklar olarak görme eğilimi her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır. Daha iyi koşullarda, güvenceli bir biçimde ve ücret ayrımcılığına maruz kalmadan çalışma talebi, insancıl bir talep olarak değil de; asalaklık olarak yorumlanmakta. Bu bağlamda, neoliberalizm tipik olarak bireyi girişimci olarak tahayyül etmektedir. Girişimcilik, bireyin tüm davranışlarını yönlendirmesi gereken temel bir haslet olarak ortaya çıkar. Girişimci, kendi hayatı üzerinde girişimde bulunarak yaşam kalitesini arttırmaya çalışan, aktif, sorumlu, rasyonel, tercih sahibi bireyin kendisidir. Birey, böylelikle tüketici ve müşteri kimliğinin yanısıra, iş yaşamında başarılı, toplumsal risklere karşı kendini hazırlayan, kendinin ve ailesinin kaderinden sorumlu kişi olarak öne çıkarılır. Rekabeti tüm toplumsal yaşama yayarak bireylerin kendi kendini yönetmelerinin teşvik edilmesi yoluyla yönetim temel strateji hâlini alır (Özkazanç, 2005). Çalışma hayatına ilişkin bu söylem, orta sınıfta yaygın bir biçimde kabul görmektedir; çünkü orta sınıflarda manevi prestij meselesi daha şeffaf. Genç insanların karakter oluşumu sırasında, iş dünyasında kariyer yapmak için risk alma gerekliliği vurgulanıyor; gençlerin giderek artan bir yüzdesi bu cazibeye 71 kapılarak öğretmenlik ya da memurluk gibi işlerden uzak durmaktadırlar (Sennett, 2009:58). Arka planı geçmiş yıllara dayansa da, öğretmen emeğinde sistemli dönüşüm 2000'li yıllarda ilk kez uygulamaya konulan KPSS sınavıyla ortaya çıkmıştır. KPSS ile birlikte öğretmen olma ve atanma kriterleri değişmiş, öğretmen adayları kendilerini bir anda nitelik ve yeterliklerini ölçmekten uzak bir sınavın içinde bulmuşlardır. KPSS, aynı zamanda işsizliği meşrulaştıran bir söylem yaratmıştır. Yeterli puanı alamayan adayların işsizliği hakettiği, öğretmenlik yapamayacak yeterlikte olduğuna dair bir algı yaratılarak kamuda öğretmen istihdamı daraltılmıştır. KPSS, tam da neoliberal bir akılsallığın gerektirdiği bir aygıt olarak o dönemde devreye sokulmuştur. Ayrıca, maliyetleri düşürmek ve ucuz işgücü sağlamak amacıyla MEB ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik gibi yeni bir istihdam rejimleri yaratarak öğretmen emeğindeki aşınmanın baş aktörü haline gelmiştir. Kamu hizmetlerinde neoliberal değer ve uygulamaların yaygınlaşması ve bununla birlikte öğretmen emeğinde başlayan değersizleşme süreci, doğal olarak eğitim hizmetlerinin kalitesinde de düşüşe neden olmuştur. Ücretli emekçilere dönüşen öğretmenler, bu süreçte modern dünyanın standartlarına göre kendilerini yenileyememiş, tam tersine giderek daha da niteliksizleşmişlerdir. Öğretmenlik, Cumhuriyet’in yükselen şehirli sınıfları içinde yer almaktan, saygın bir toplumsal misyonu taşımaktan artık bir hayli uzakta görünüyor. Daha çok orta sınıfların pek de seçkin olmayan bir kesiminde daha aşağıya düşmeme durumuna işaret ediyor (Üstün, 2011:276). 72 Araştırmamızda görüşme yaptığımız öğretmenlerin bir çoğu bu işi yapmaya mecbur olduğu için yaptığını, önüne daha iyi bir seçenek çıktığında öğretmenlik yapmak istemediğini belirtmiştir. Öğretmenlerin bir çoğu bu mesleğin artık yapılacak bir tarafının olmadığı düşüncesinde ve çoğu farklı iş hayalleri kurarak, yeni ticari formüller deneyerek kendilerine yeni bir beceri ve yaşam alanı yaratma çabası içerisinde. Konya Selçuk Üniversitesi Biyoloji Öğretmenliği Bölümü'nden mezun olan Serkan okulunu bitirdikten sonra Ankara'ya yerleşerek burada kendine bir hayat kurmuş. Evli ve 3 yaşında bir kızı var. Kendisi daha önce özel bir kolejde Biyoloji Öğretmeni olarak çalışmış; ancak kolej yönetimi KPSS sınavına hazırlandığını öğrenince Serkan'ı tazminat ödemeden işten kovmuş. KPSS sınavından da istediği sonucu alamayan Serkan şu anda işsiz ve kariyer sitelerinde kendine uygun iş ilanlarına bakarak zaman geçiriyor. Kendisine neden bu mesleği seçtiği, mesleki tatmin düzeyinin ne durumda olduğu, daha önceleri ne gibi işlerde çalıştığı ve günümüzde bu mesleği icraa etmenin, ideal bir öğretmen olmanın zorluklarının neler olduğunu sorduğumuzda: "Üniversite sınavına girdiğim dönemde iş olanakları çok fazlaydı. Dershanelerde ve diğer eğitim kurumlarında çalışma imkanı çok fazlaydı, şimdi ise hiçbir şey eskisi gibi değil. Bu mesleği tamamen kendi isteğimle seçtim. Mesleğim ekonomik anlamda kesinlikle beni tatmin etmiyor, sosyal anlamda ise ben kendimi hiçbir zaman öğretmen olarak görmedim, öyle de hissetmedim; ancak kamuda öğretmen olsaydım bu konuda daha farklı şeyler söyleyebilirdim." Türkiye'de eğitsel aygıtın hızla metalaşması eğitsel sermaye ile ekonomik sermaye arasındaki ilişkiyi radikal bir şekilde dönüştürmüştür. Dahası eğitime yapılan yatırım yoluyla edinilen eğitsel sermaye, Türkiye toplumunun yaşadığı 73 sınıfsal yarılma sürecinde üst ve orta sınıfların kendilerini alt sınıflardan ayırma stratejilerinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu süreçte eğitsel aygıt, 1980'lere kadar toplumsal-sınıfsal farkları kısmen ve yer yer törpüleyen özelliğini kaybetmiş, sınıflar arası hareketliliğin bir faktörü olmaktan çıkmıştır (Erdoğan, 2011:78-79). AYÖP temsilci Hasan bey 2009'dan bu yana öğretmenlerin sorunlarını gündeme getiren, kamuoyunda AYÖP (Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu) olarak bilinen bir STK'nın (Sivil Toplum Kuruluşu) Ankara temsilcisi. Kendisi aynı zamanda bir dershanede coğrafya öğretmenliği yapmaktadır. Hasan beye öğretmenliğin mesleki saygınlık, imaj ve konum olarak ne durumda olduğunu, bu işi yapmanın günümüz koşullarında herhangi bir cazibesinin olup olmadığını, mesleğe ilişkin genel algı ve beklentilerin neler olduğunu sorduğumuzda öğretmenlerin gelirlerindeki azalmanın mesleğe ilişkin algıları değiştirdiğini ifade etmektedir. "Ülkemizde öğretmenliğin manevi anlamda saygınlığı tabi ki hala var; fakat bu manevi saygınlık maddiyatla belli bir düzeyde desteklenmediği zaman kamuoyu nezdinde ister istemez mesleğin saygınlığı biraz daha düşmüş durumda. Bunun, birazda kamuoyunun bu konulardaki algılarıyla ilgili olduğunu düşünüyorum." Eğitim fakülteleri giderek kan kaybetmektedir. Son on yılda eğitim fakültelerinin sayısı 54'ten 75'e yükselmiştir. Öğrenci sayısı ise 151.000'den 200.000'ne çıkmıştır. Eğitim fakülteleri, Fen-Edebiyat ve İktisadi ve İdari Birimler'den sonra üçüncü büyük yüksek öğretim kurumları haline gelmiştir. Eğitime gerekli ve yeterli yatırımların yapılmayışı ve bu alanda devletin uyguladığı sağlıksız ve dengesiz büyüme politikaları işgücü ile istihdam arasındaki paralel dengeyi yok etmektedir. Her yıl eğitim fakültelerinden yaklaşık 50.000 kişi mezun olmakta; ancak devletin yıllık istihdam kapasitesi ortalama 30.000 ile sınırlı kalmaktadır. Ayrıca 74 önceden mezun olup atamayı bekleyen diğer öğretmenleri de düşünecek olduğumuzda bu sayı atamayı bekleyen öğretmen sayısı yığılarak her yıl artmaktadır. Beden Eğitimi Öğretmeni olan Anıl henüz 26 yaşında. Daha önce de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü okumuş, ancak bu bölümden formasyon alamayacağını anlayınca ikinci sınıfta eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış. Daha sonra Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü kazanarak bu bölümden başarıyla mezun olmuş. Kendisiyle öğretmenliğin sorunları üzerine konuşurken Türkiye'nin eğitim politikasında neyin değiştiğini, neden öğretmenliğin böylesine kabüllenilmeyen, çalışma şartları artık çok zor olan, bir çok öğretmenin işsiz kaldığı bir mesleğe dönüştüğünü, devletin bu konudaki yatırımlarının mı yetersiz olduğunu, yoksa mevcut istihdam politikalarının mı çok yanlış olduğunu sorduğumuzda: "Yani saydığınız herşey etkili aslında. İstihdam politikaları da bozuk... Yani amaç öğretmen yetiştirmek değil bence, sadece işçi yetiştirmek... Yani, herhangi bir özelliği yok... Eğitim seviyesini düşük seviyede tutmak... Bunu zaten okullarımızda da görüyoruz, üniversitelerimizde de görüyoruz. Üniversitelerde de nitelikli bir eğitim yok...". Bir dershanede asgari ücrete Türkçe öğretmenliği yapan Mehmet de tıpkı Anıl gibi istikrarsız ve dengesiz eğitim politikalarının öğretmenliği aşındıran, standartlaştıran bir etkisi olduğu kanısında. Yıllardır kronikleşmiş yapısal sorunların gelinen son noktada öğretmenliği ve öğretmenleri değersizleştirdiğini düşünmektedir. Mehmet'e, Türkiye'de kamuda uygulanan istihdam politikaları hakkında neler düşündüğünü, değişen ekonomik ve politik koşulların öğretmenlerin gündelik hayatına ne şekilde yansıdığını ve bu değişim ve dönüşümün bir öğretmen olarak kendisini endişelendirip endişelendirmediğini sorduğumuzda; söz konusu 75 dönüşümün yapısal nitelikli olduğunu, herşeyin plansız ve programsız bir akılla yürütüldüğünü ifade eden cevaplar alıyoruz: "Açıkçası, geçmişe oranla kamuda istihdamın azalıp azalmadığı konusunda herhangi bir bilgim yok. Onun verileri benim elimde yok zaten; ama üniversiteden mezun olan öğrenci sayısında yaşanan artış ile ekonomik sistemin ihtiyaç duyduğu işgücü kapasitesi arasında müthiş bir dengesizlik olduğunu söyleyebilirim. Öğretmenler için konuşuyorum, her yıl eğitim fakültelerinden binlerce insan mezun oluyor, ama bunların yalnızca yüzde 10'u kamuda öğretmen olabiliyor, geri kalanı da benim gibi sağda solda üç kuruşa çalışıyor, işsiz geziyor ya da başka işler yapıyor." Öğretmenlik mesleğinde yaşanan niteliksizleşmenin değişen öğrenci profili ile yakından ilişkili olduğuna yönelik görüşler de öğretmenler arasında oldukça yaygın. Öğrencilerin, özellikle de metropol şehirlerde yetişmiş öğrencilerin taşradakilere göre daha şımarık ve daha saygısız olduğu, öğretmenliği küçümseyen ve değersizleştiren bir okul kültürünün büyük şehirlerde yaygınlaştığı çoğu öğretmenin ortak düşüncesi. Özel eğitim kurumlarında bu durumun daha travmatik bir duruma evrildiği de görülmektedir. Öğrencileri potansiyel müşteri olarak gören kolej, dershane yöneticilerinin onları kaçırmamak adına okuldaki disiplinsiz, anomik her türlü davranışa göz yumduğu, insiyatifi veliye bırakan, öğretmeni dışsallaştıran ve çoğu zaman onları günah keçisi konumuna düşüren disiplin anlayışının idareciler nezdinde yaygınlaştığı, öğretmenlerin öğrenciler karşısında değersizleştirildiği görüşülen öğretmenlerin dile getirdiği rahatsızlıklar arasında. Anlaşılan şu ki; eğitim kurumlarındaki metalaşma ve piyasalaşma pratikleri öğretmenlerin anlam dünyasında doğrudan duygusal bir çöküşe karşılık gelmektedir. Bir dershanede Türk 76 Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak çalışan Aslı'nın bu konudaki düşünceleri aşağıdaki gibidir: "Şu zamanda öğretmen olmak salaklık; öğretmenlik kesinlikle saygın bir meslek değil. Öğrencide bir kere saygı söz konusu değil. Hiçbir öğrenci bizi öğretmen olarak görmüyor bir kere. Elbette geçmişte olduğu gibi öğretmen ile öğrenci arasında otoriteye dayanan katı sınırlar söz konusu değil. Bu iyi bir gelişme; ancak en ufak bir gerilimde öğrenci çıkıp "hocam sizin maaşınızı ben ödüyorum" dediğinde çıldırıyorum. Para ödeyerek hocaları satın aldıklarını düşünüyorlar. Eğitimin metalaşması hem eğitimin kalitesini düşürüyor hem de öğrenci profilinde ağır bir yozlaşmaya yol açıyor. Öğrenciler bu süreçte tutkudan, toplumsal realiteden ve idealden uzak bir hayatın temsilcileri haline geliyorlar. Ayrıca dershanede iş tanımı oldukça belirsiz. Bir anda kendimi dershaneyi tanıtan reklam broşürlerini dağıtırken buluyorum. Hatta zaman zaman yol ortasında öğrencilerimle karşılaşıyorum. Broşür dağıtırken beni gördüklerinde "hocam sizinki de iş mi, iyisimi siz bu işi bırakın" deyip alaycı alaycı konuşuyorlar. Bu da ister istemez meslekte soğukluğa neden oluyor." Aslı gibi çalıştığı iş yerinde benzer rahatsızlıkları yaşayan Harun da özel eğitim kurumlarında yöneticilerin öğretmenlere vasıfsız işçi gözüyle baktığının, öğretmenlerin iş tanımlarının belirsiz olduğunun ve çoğu zaman ayak işlerinde kullanıldıklarının altını çizmektedir. "Sonuçta öğretmen statüsü ile orada çalışıyorsun; ama öğretmenlik dışında yaptığın bir sürü şey var. Atıyorum sekreterlik de yapıyorsun orada, telefonla öğrencileri arıyorsun, dershaneye çağırıyorsun gelmeleri için. İş tanımı belirsiz yani... Yeri geliyor dershaneyi tanıtan broşürleri dağıtmak için bile bizi kullanıyorlar..." 77 Öğrenci profilinde yaşanan değişimin yanısıra teknolojik gelişmelerin de etkisi olduğunu düşünen görüşler öğretmenler arasında mevcut. Teknolojik gelişmeler her iş kolunda olduğu gibi öğretmenlikte de yapılan işi değersizleştiren söylemleri ortaya çıkarmaktadır. Bugün 21. yüzyıl eğitim anlayışı teknolojiden maksimum düzeyde faydalanmayı gerektirirken Türkiye'de hala klasik eğitim anlayışı sürdürülmektedir. Bu tezatlık, kendini 21. yüzyılın değişen dünyasına hazırlamak isteyen ve hiçbir şekilde modern dünyanın yeniliklerinden geri kalmak istemeyen öğrencilerle geleneksel yöntemlerle mesleğini icra eden öğretmenler arasında belirgin bir çatışmaya neden olmaktadır. Günümüz koşullarında öğrencilerde iletişim ve öğrenme alışkanlıklarının değişmesi, güvenilir bilgiye erişimin artık her zamankinden daha kolay olması gibi faktörler öğretmenlerde endişe verici duyguların kabarmasına yol açabilmektedir. Bir lisede ücretli öğretmenlik yapan Azize'ye teknolojik gelişmelerin öğrenci profilini ve öğretmenliği ne şekilde biçimlendirdiğini, öğretmenlikte yaşanan aşınmanın değişen öğrenci profili ile bir ilgisi olup olmadığını sorduğumuzda: "Kesinlikle öğrenci profili... Yani nasıl diyeyim... Herşeyin, işte herşeyin çok hızlı olması, gelişmesi olabilir. İnternet, bilgisayar teknolojileri... Herşeye çok çabuk ulaşabiliyorlar, işte senin düşünemeyeceğin şeyleri düşünmeye başlıyor çocuklar. Bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Bu gelişmeler bir noktada öğretmenleri değersizleştirebiliyor. Ayrıca eski-geleneksel eğitim sistemin devam etmesi de bu jenerasyon için çok yanlış. Yani, çocukların istedikleri şey artık görsellik. Sen orada sıkıcı olabiliyorsun ve bu sıkıcılığı aşamadığın zaman öğrenciler mesleki yeterliliğini sorgulamaya başlıyor." 78 4.4. Kliental Ağlar ve İş Bulma Çilesi Geçmişten bu yana, insanların kendilerine sunulan kaderi değiştirmek adına büyük riskler aldıkları, bunun için olağan üstü bir çaba içerisinde oldukları çoğu zaman toplumların en belirgin karakteristik özelliklerinden biri olmuştur. Geçmiş dönemlerde, risk almak, kişinin karakterinin sınandığı zorlu bir test gibiydi. On dokuzuncu yüzyıl romanlarında Stendhal'in Julien Sorel'i ya da Balzac'ın Vautrin'i gibi figürler, karşılarına çıkan büyük fırsatları değerlendirip, kendilerini psikolojik açıdan geliştirirlerdi ve her şeyi riske atma arzuları onları adeta birer kahramana dönüştürürdü (Sennett, 2005:83). Günümüzde de benzer bir durum söz konusu. Sennett'in dediği gibi risk almak artık çağımızın yeni söylencesi. Risk almayı, hayata sıfırdan başlayarak başarı ve statü edinmeyi efsaneleştiren ideolojik bir söylem medyada, politikada ve iş dünyasında yaygın bir biçimde kitlelerin gözüne sokulmaktadır. Artık, risk alma isteği sadece girişimci kapitalistlere ya da olağanüstü maceracı bireylere özgü bir özellik olarak görülmüyor. Risk, kitleler tarafından her gün omuzlanması gereken bir zorunluluk (Sennett, 2005:84). Çünkü günümüzde çalışmanın anlamı her zamankinden çok daha farklı. Çalışmak, yalnızca basit bir ekonomik doyumu mümkün kılmak ve temel ihtiyaçları karşılamak için insanların arzu ettiği bir deneyim değildir. İnsanlar sadece para kazanmak için iş güç sahibi olmuyor, çünkü çalışmak başka boşlukları da doldurmaktadır (Bora, 2011:50). Mezuniyet sonrasında öğretmenlerin karşılaştığı en yorucu, en bunaltıcı deneyimlerden biri de iş arama etkinliğidir. Yerleşik, geleneksel iş kültürü, bizzat iş aramayı da iş başvurusunu da bir imaj etkinliği olarak sunmaktadır. İnsan kaynakları bürolarının, kişisel gelişim el kitaplarının vb. telkin ettiği iş görüşmesi taktikleri, 79 insanların etkili bir imaj ile kendini pazarlaması sürecine odaklanmaktadır (Bora, 2011:63). İş ilanlarında firmaların talep ettiği iş deneyimi ve nitelik beklentileri üniversiteden yeni mezun olan öğretmenler için dramatik sonuçlar doğurabilmektedir. Deneyim ve nitelik konusunda kırmızı çizgileri olmayan şirketlerde çalışmak ise; uzun süre düşük ücretlere maruz kalmak, hem psikolojik anlamda hem de ekonomik anlamda şiddete maruz kalmakla eşdeğer bir hal alabilmektedir. Günümüzde gençleri işe alıp çıkarmaktan para kazanan endüstriler oldukça yaygın. Ayrıca birçok işletmenin staj ya da daha farklı istihdam modelleriyle maliyetleri düşürdüğü, işgücünü ucuzlatarak karlılıklarını arttırdıkları bilinmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre; Türkiye'de, yaptığı göreve uygun çalışanların oranı sadece yüzde 20 düzeyinde. Daha da ilginci, çalışanların yüzde 84’ü yeni bir iş için kariyer sitelerinde avlanıyor. Çalıştığı şirkete kendini bağlı hissedenlerin oranı ise sadece yüzde 35.10 İş bulma sürecinde; yabancı dil becerisi, yaşanılan şehrin olanakları, mezun olunan okulun itibarı ya da itibarsızlığı gibi nedenlerden dolayı beyaz yakalılarda kariyer beklentileri düşebilmekte ya da buna koşut olarak artabilmektedir. Necmi Erdoğan'ın (2011) "diploma develuasyonu" olarak adlandırdığı bu durum, diplomaların denkliğinin yalnızca kağıt üstünde eşit olduğunu, o diplomadan elde edilen fayda ve beklentilerin de sınıfsal pozisyona göre değişebildiğini göstermektedir. Türkiye bağlamında diploma develüasyonunun en iyi örneklerinden biride; taşra üniversitelerinden mezun olan gençlerin, büyük metropol üniversitelerden mezun olanların girebildikleri işlerin hayalini bile kuramaz hale gelmeleridir (Erdoğan, 2011:77). Taşra da açılan yeni üniversiteler kalkınma adına şüphesiz güzel gelişmelerdir; ancak bu üniversitelerden mezun olan gençlerin işgücü 10 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1074449&Date=04.01. 2012&CategoryID=79 80 piyasasına eklemlenmesi, kendine eğitimi ve becerileri doğrultusunda bir kariyer oluşturabilmesi oldukça zor görünüyor. Diğer taraftan ülkemizde her yıl binlerce gencin mezun olduğu Açık Öğretim Fakülteleri (AOF) sorunu var. Bu gençleri, onların tatmin düzeylerini karşılayacak bir biçimde istihdam etmek, hem ciddi bir istihdam politikasının gerekliliğini, hem de ülkedeki mevcut ekonomik yapılanmanın buna uygun olması gerçeğini gündeme getirmektedir. Amerika'da da "Community College" denilen benzer bir üniversital yapılanma söz konusu; fakat Amerika muazzam bir ekonomi olduğu için bu okullardan mezun olan niteliksiz beyaz yakalılar kendilerine serbest pazarın uygun kompartmanlarında iş bulabiliyorlar ve zamanla mesleklerinde yükselebiliyorlar. Beyaz yakalıların istihdam sorunlarıyla ilgilenen ve bu konuda örgütlü bir mücadelenin içinde olan Plaza Eylem Platformu da (PEP) beyaz yakalı çalışanların mobbing, rekabet, stres, performans baskısı, güvencesiz/esnek çalışma gibi ortak sorunları etrafında mücadele etmek için oluşturulmuş bir platform. PEP'in tohumları 2008’de IBM'deki sendikalaşma sorunu ve işten çıkarmalarda atıldı. Platformda çoğunlukla sigortacı, reklamcı, bankacı ve araştırma şirketi çalışanları örgütleniyor, üç senedir 1 Mayıs'ta alanlarda yürüyorlar. Maslak'ta plazaların arasında bildiri dağıtmanın yanında, deneyim paylaşım atölyeleri ve iş hukuku seminerleri düzenliyorlar.11 Radikal Gazetesi muhabirinin direnişe katılan beyaz yakalılarla yaptığı röportajda, o ölümcül gerçekle bir kez daha karşılaşıyoruz. Plaza'da çalışan beyaz yakalılardan biri ekonomik faşizmin kendileri için yeni bir sınıf atlama vizyonu sunmadığını şu sözlerle özetlemektedir. 11 http://www.radikal.com.tr/turkiye/beyaz_yakali_capulcular_barikati_maslak_plazalarina_tasidik1136523 81 "Biz Maslak’ta çalışıyoruz, milyon dolarlık plazalar arasındayız; ama yürüyecek yolumuz yok, yemek yiyecek yer yok. 10 liralık ticket’imiz var ama 15 liradan ucuza yiyemiyorsun ki..." 2 İş başvurularında kişinin kendini işverene sunma stratejisi de işe alım süreçlerinde önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka plaza çalışanı ise hem iş arama sürecinde hemde çalışırken bu konuda yaşadığı baskıyı aşağıdaki gibi özetlemektedir: "İşimiz varken de iş arıyoruz. Bir işe sahipsek bile performans değerlendirmesi ile işe tekrar alınıyoruz. İş aramak, uzmanlık alanlarımızdan biri sayılabilir. Her üniversite mezununun iş bulamayacağını en yetkili ağızlardan duyduk. İstihdam yaratmak artık bir politika konusu değil, iş arayanın kendisini işe alınabilir kılması ise yeni politika oldu."12 Uzun süren işsizlik döneminde iş aramak, işsiz kişinin dışarıdan ve ailesinden gelen baskıları minimize etmesi açısından bir zaman kazanma dönemi olarak da görülebilir; ancak iş arama etkinliği, yıpratıcı ve yorucu bir süreç olmasının yanın sıra yaşamın her döneminde çalışanların karşısına çıkabilecek bir kabus. İş başvurularında talep edilen vasıflar, birçok meslek alanında çıtayı gitgide yükseltiyor. Dil vs. becerilerini arttırma tembihlerinin, adeta sosyal darvinist bir ideolojik söylem olarak yayıldığını gözlüyoruz (Bora, 2011:206-207). Kendini sunma stratejisi, iş görüşmelerinde adeta bir yetenek savaşı gibi gerçekleşebimektedir. Bu manzarayı pek çok meslek kolunda görmek mümkün. En basit, ciddi birikim gerektirmeyen işlerde bile rekabet oldukça yükse seviyelerde. Sosyal Bilgiler öğretmeni olan Ömer'in de bu konuda ilginç bir deneyimi var. Uzun 12 http://plazaeylemplatformu.wordpress.com/ 82 süre işsiz kalan Ömer son çare olarak çeşitli kafelerde, barlarda garson olarak çalışmaya karar vermiş. İş arama sürecinde ne gibi güçlükler yaşadığını sorduğumuzda düşüncelerini yaşadığı bir tecrübe üzerinden bizimle paylaşmaktadır. "İşsiz kaldığım bir dönem bir kafeye iş için başvurmuştum. Mekan sahibi özgeçmişimi bırakmamı istedi, ayrıca İtalyanca bilip bilmediğimi sordu. O an çok şaşırmıştım. "İtalyanca niye ki?" diye soramadım. Sonuçta mekan öyle turistik bir yere falanda benzemiyordu. Anlayacağın, en basit işlerde bile iş bulmak giderek zorlaşıyor." Sınıfsal yarılmalar sadece saygın metropol üniversiteleri ile değersiz taşra üniversitelerinin mezunları arasındaki eğitsel sermaye farkında değil, genç mezunların iş bulma sürecinde devreye sokulan sosyal sermaye farkında da kendini göstermektedir (Erdoğan, 2011:80). Sosyal sermayesi güçlü olan mezunların iş arama sürecinde rahatlıkla iş bulabildikleri, en azından işsizliğin doldurabilecek çeşitli projelerde çalışarak hayatlarına yön yerini verebildikleri görülmektedir. 4.5. Gündelik Yaşam Pratikleri, Geçici İşler ve İşsizlikle Mücadele Türkiye'de de işsizliğin ve güvencesiz çalışma biçimlerinin giderek yaygınlaştığı, çalışma hayatına ilişkin huzursuzlukların şiddetle arttığı bir dönemdeyiz. Peki işsizlik sürecinde neler yapılmalıdır, zaman nasıl değerlendirilmeli, gündelik yaşam nasıl planlamalıdır? Şüphesiz bu konuda yazılmış onlarca kitap vardır. Toplumsal değişim, toplumsal bağların daha güçlü olduğu 83 geleneksel yapıdan daha rekabetçi ve daha bireysel bir toplumsal formasyonuna doğru olunca, bu değişim hayatın tüm kategorilerinde olduğu gibi çalışma yaşamında da çeşitli değişiklikleri gündeme getirmektedir. Yeni ekonominin değişken doğasına ayak uydurmak her geçen gün daha da zorlaşırken, işsizlik; küresel ekonominin durmadan değişen temposuna parelel olarak farklı formlarıyla karşımıza çıkmaktadır. İşsizlik, zorunlu olarak belli dışlanma süreçlerini de beraberinde getirmektedir. İşsizlik, insanın bütün insani nitelik ve kapasitelerini hedef alan bir kısırlaştırma veya hadımlaştırma sürecidir aynı zamanda. Ekonomik üretim sürecine sokulmama veya bu süreçten dışarı atılmaya başka toplumsal alan ve pratiklerden dışlanmak da eşlik etmektedir (Erdoğan, 2011:91). İşsizliğe bağlı olarak gençliğin normal sosyalleşme süreci bozulur. Her genç insan çalışma hayatına girmekle yeni bir sosyal kimlik ve statü elde etmeyi bekler. İşsizlik ise bu süreci engeller ve yalnızca genç insanın yaşamı için gerekli maddi koşulları elde etmesini önlemekle kalmaz, onun sosyo-kültürel dünyasını da derinden etkiler. Yani, işsiz genç yalnızca bir gelirden yoksun kalmaz, bunun yanında çalışma hayatının ve iş tecrübesinin kendisine kazandıracağı sosyalleşme sürecinin de dışında kalır (Forondo, 1991:242) Ailesinden ya da herhangi bir yakınından ekonomik destek görmeyenlerin bu anlamda daha zor koşullarda yaşadığı yadsınamaz. İşsizliğin gençlerin anlam dünyasındaki karşılığı; daha az tüketmek, kendini toplumsal yaşamdan izole etmek, kendi içine kapanık yaşamak şeklinde gerçekleşmektedir. Başlangıçta, kişi işsiz kalmanın şokunu bir kere üzerinden attığında işsizliğe, önce yığılmış ev işlerinin halledilip biraz da dinlenmeye zaman ayırılabilecek geçici bir vakit olarak bakılır. Sonraki aşama ise; en kısa sürede iş bulma ümidiyle aktif olarak iş arama süresidir. 84 Ancak; altı ay gibi bir zaman sonra insanlar iş bulma konusunda ümitlerini kaybederek aramaktan vazgeçerler ve bekleme aşamasına geçerler. Bu dönemden sonra kişi yavaş yavaş yıpranır. En son aşamada ise artık işsizlik işler arasındaki geçici bir deneyim olmaktan çok bir hayat şekli olarak görülmeye başlanır (Grint, 1998:53) Araştırmada öğretmenlere mezun olduktan sonra işsiz kalıp kalmadığı, kaldıysa bu sürecin ne kadar sürdüğü, İşsizliği hangi şekillerde tecrübe ettiği, işsizken zamanı nasıl değerlendirdiği ve gündelik yaşamlarını daha çok hangi faaliyetlerin meydana getirdiğiyle ilgili sorular yöneltildi. Görüşmelerden elde edilen sonuca göre; öğretmenlerin bir çoğu hayatının belli dönemlerinde işsiz kalmış ve iş ararken daha çok kariyer sitelerini takip ederek zaman geçirmiş. İşsizlik süreci çoğunda kaygılı ve endişeli geçmiş. Bir çoğu işsizlik sürecinde boşluğa düştüğünü, psikolojik yorgunluk yaşadığını ve hiç bir hedefe motive olamadığını dile getirmektedir. Ayrıca, işsizlik sürecinde öğretmenlerin çeşitli erteleme mekanizmaları geliştirdikleri görülmektedir. Bunlar daha çok; askere gitme, lisansüstü eğitim görme, yurtiçinde ya da yurtdışındaki çeşitli değişim programlarına katılma, işsizliği ailenin yanında tecrübe etme gibi deneyimlerden oluşmaktadır. İşsiz öğretmenlerin gündelik yaşamlarına baktığımızda, pek çoğunun öğrencilikten kalma yaşam biçimlerini ve alışkanlıklarını devam ettirme eğilimde oldukları görülmektedir. İşsizlikle başa çıkma sürecinde mezunlar arasında tercih edilen en yaygın yöntem, herhangi bir yüksek lisans programına kayıt yaptırmaktır. Yüksek Lisans yapmak, beyaz yakalılar arasında işsizliği ertelemek anlamında yaygın kaçış yöntemlerinden biridir. Yüksek Lisans doğrudan veya mutlaka akademisyenlik veya 85 uzmanlaşma hedefinden ziyade, yaygın bir biçimde, öğrencilik hayatını uzatma ve iş arama zorunluluğundan kaçınma amacına yaramaktadır. Hatta aynı amaçla yapılan doktoralar bile vardır (Bora, 2011:204). Bu kaçış pratiği, yurtdışına gitmek şeklinde de deneyimlenebilmektedir. Yurtdışı deneyimi, işsizliğin yaşattığı sıkıntı ve acılardan kaçınmanın bir yolu olarak gençler arasında oldukça yaygın ve popüler. Yüksek lisans, doktora için ya da çeşitli değişim programlarıyla yurtdışına kısa ya da uzun vadede gitmek, en azından yabancı bir dil öğrenmek işsizliğin yarattığı boşluğu doldurmanın bir başka yolu olarak değerlendirilmektedir. Kimya öğretmenliği bölümünden mezun olan Aydan'da mezuniyet sonrası ne yapacağını bilememiş. İlk etapta kendisini tatmin eden bir iş bulamadığı için bir gençlik programına katılarak bir kaç aylığına Avrupa'ya gitmiş. Orada geçirdiği süreç boyunca yeni arkadaşlıklar edinmiş, dil becerisini geliştirerek işsizliğin travmatik halinden bir nebze olsun uzaklaşmayı başarmış. "Okuldan mezun olduktan sonra yaklaşık 1,5 yıl işsiz kaldım. Sonra bir arkadaşımın önerisiyle Polonya'da yürütülen, daha çok gençlerin yer aldığı bir çevre projesine başvurdum. Kabul alınca bu fırsat kaçmaz deyip Polonya'ya gittim. Harika vakit geçirdim orada. Bize orada haftalık harçlık da veriyorlardı, keyfim yerindeydi yani, ta ki Türkiye'ye dönene kadar..." İşsiz geçirilecek bir dönemi askerlik gibi zorunlu bir görevi aradan çıkararak değerlendirmek üniversite mezunu gençler arasında yaygın bir davranış biçimi. Felsefe Grubu Öğretmenliği bölümünden mezun olan Hasan'da iki yıl boyunca işsizliği aktif biçimde tecrübe etmiş. Zaman zaman küçük işlerde çalışmış; ancak yaptığı işlerden hem tatmin olamamış hem de anlamlı bir yaşam anlatısı 86 oluşturamamış kendine. Girdiği sınavlardan da herhangi bir sonuç alamayınca askere gitmeyi, hiç de değilse bu zorunluluğu aradan çıkarmayı denemiş. "İşsizlik sürecinde bulunduğum şehirden ayrılmak istemedim, ailem de bunu destekledi, bu nedenle işsizlik sürecinde ailemin yanına dönmek zorunda kalmadım; ancak kendi başımın çaresine bakabilmek için de burada Ankara'da çeşitli işlerde çalıştım. Garsonluk, barmenlik tarzı işler... Bunun dışında, sürekli sınava girip atanma beklemekten sıkıldığım için askerliği de aradan çıkarttım. Askerden döndükten sonra da bu kısır süreci tekrar yaşamaya başladım ve halen yaşamaktayım. Şu anda önümüzdeki KPSS sınavına hazırlanıyorum; ancak çok umutlu değilim. Çünkü müthiş bir yığılma var, nasıl olur bilemiyorum..." İşsiz öğretmenler arasında yaygın kaçış pratiklerinden bir diğeri de; işsizliği ailenin yanında deneyimlemek. İşsizlik sürecinde gençlerin işsizlikle başa çıkma stratejilerinden biri olarak anne-baba evine dönmek ülkemizde sık sık başvurulan bir yöntem. Kira derdinden kurtulmak, evin kişiye yüklediği sorumluluk ve masraflardan kaçınmak, sınava aile ortamının güven veren, stresden uzak atmosferinde hazırlanmak sık sık karşılaşılan bir manzara. Sosyal Bilgiler Öğretmeni olan Uğur'da defalarca sınava girmesine rağmen bir türlü istediği sonucu elde edememiş. Tekrarlanan benzer süreçler kendisinde yılgınlık ve yorgunluk yaratmasına rağmen sonuna kadar mücadele etme yolunu tercih etmiş. Çeşitli işlerde çalışarak sınava hazırlanma sürecini finanse edecek parayı biriktirmiş ve daha uygun bir seçenek olmadığından Ankara'daki evini kapatarak bir dönem ailesinin yanında yaşamak zorunda kalmış. O dönem yaşadıklarını şu şekilde özetlemektedir: "Beni 1 yıl finanse edecek parayı toplayıp köşeye attıktan sonra ancak sınava hazırlanabilme olanağı bulabildim. Sınava hazırlanma süreci 87 çok masraflı, dershanesiydi, kitaplarıydı, sınav ücretiydi derken korkunç bir fatura çıkıyor önünüze. Ayrıca sigara içiyorum ve zaman zaman arkadaşlarımla buluşup onlarla zaman geçirmeyi seviyorum. Sanırım ailemle kalmayıp, kira ödeyen biri olsaydım herşey daha zor olacaktı ve yaşam standartım şimdiki gibi olmayacaktı." 4.6. Sosyal Parazitler: Bumerang Kuşağı Daha çok orta sınıf aile yapılarında görülen bir kavram olarak Bumerang Kuşağı (Boomerang Generation) kendi yaşamı üzerinde sosyal, psikolojik ve özellikle de ekonomik kontrolü olmayan, basit bir kriz anında bile ailesinin kendisine sunduğu refahla yaşamını organize etmek zorunda kalan gençleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Bumerang (Boomerang) kelimesi burada; "geri tepme", "geri tepen plan" gibi anlamlara tekabül edip, özellikle üniversite aracılığıyla geleneksel aile yaşantısını terk edip, özgürleşme ve kendi ayaklarının üstünde durma arzusuyla yola çıkan gençlerin düştüğü çelişkili durumu ifade etmektedir. Yaşları 18 ile 40 arasında değişen bu kuşağın temsilcilerinde öne çıkan en belirgin özellikler; ilerleyen yaşa rağmen finansal anlamda özgürlüğe halen kavuşamamış olmak, hiç istemediği halde halen ailesiyle aynı evde yaşamak, işsiz olmak ya da uzun bir zaman aralığında düşük ücretli işlerde çalışmaktır. Düşük gelirli, sıradan işlerde çalışan gençler de; çoğu zaman kendilerini günü kurtarmanın ötesine geçemeyen bir çaresizlik sarmalının içinde bulmaktadırlar. Bumerang Kuşağı, bugün Amerika'da ve Avrupa'da popüler kültürün adeta bir parçası haline gelmiş durumdadır. Toplumdaki çeşitli kurum, süreç ve olguların oluşması ve değişimi de aile kurumunun yapısını, ailenin üyeleri arasındaki ve aile içindeki kuşaklar arasındaki 88 ilişkileri de değiştirir. Aile toplumun iktisadi, kültürel, siyasal kurum ve süreçlerine etki ederken, onlardaki değişikliklerden de etkilenir ve o değişikliklere kendisini uyarlar. Onun içindir ki aile kurumu avcı toplayıcı toplumdan günümüzün sanayi ötesi toplumuna kadar varlığını sürdürmüş, ama bunun için de kendisini uyarlamış ve büyük değişikliklere uğramış bir kurumdur (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2013:3). Aile kurumu, gelişmiş ekonomilerde büyük bir değişim sürecinden geçmektedir. Özellikle yoğun işsizliğin görüldüğü ekonomilerde adeta bir sigorta görevi görmektedir. İşsizlik sürecinde gençlerin son sığınağı aileleri olduğu için, bu süreçte aile, en önemli kurum haline gelebilmekte ve ailelerin sahip olduğu maddi kaynaklar gençlerin işsizlik tecrübesini biçimlendirmektedir. Bu bağlamda, özellikle de gençler açısından iş bulmak; birey olabilmenin, aileden bağımsız yaşamanın, evlenmenin, ayrı bir evde yaşamanın, kısacası bağımsız bir bireye dönüşmenin tek yolu olarak görülebilir (Çelik, 2006:1). İşsizlik süresi uzadıkça, işsizliğin yol açtığı sıkıntılar da ona paralel olarak artacaktır. İşsizliğin sıkıntı kaynağı olması doğrudan yüklediği maliyetler ile ilgilidir. Bu açıdan işsizliğin hem bireye ve ailesine hem de topluma önemli maliyetler yüklediği bilinmektedir (Mütevellioğlu ve Çizel, 2011:27). İşsizlik sürecinde ailenin dinamo işlevi üstlenmesi ve bu süreci finanse eden bir aygıta dönüşmesi modern refah rejimlerinden görülen bir durum değildir. Bu, daha çok gelişmekte olan, Türkiye gibi üçüncü dünya ekonomilerine özgü bir manzaradır. İşsizlik sürecinde gençlerin yaşadığı güçlük; bağımlı olmak ve bunun verdiği acıdır. Babaya bağımlı olmak acı veren bir şeydir. Belli bir yaştan sonra bu istenmemektedir. Ama asıl gençler için sorun olan bağımsız olamamak değil, bağımlı olmak ile aileye verilen yüktür. Bağımsız olmak otonom bir birey olmak için değil, aileye olan yükü ortadan kaldırmak için istenmektedir (Çelik, 2006:365). 89 Aile ile geçirilen zamanın zorunlu olarak uzaması, aileden transfer edilen norm ve değerlerin geleneksel bağlamda yeniden üretimi gençlerin değişim odaklı arzularını köreltmekte, onları yaratıcılıktan uzak depresif bir ruhaniyete sürüklemektedir. Bu durum, ister istemez kuşak çatışmasını besleyen bir hal almaktadır. Değişen ekonomik koşullar işsiz beyaz yakalıları da bu türden zorlama yaşantının içerisine sürüklemektedir. Giderek daha bağımlı hale gelen beyaz yakalılar vahşi neoliberal ekonomi politikalarının kıskacında büyük bir çaresizliğin öznesi haline gelebilmektedirler. Üniversite yaşamıyla birlikte başka bir şehirde, ailesinden uzakta özgürlüğü ve kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenen bu gençler, mezuniyet sonrası hayatın ağır yaşam koşullarıyla ve ekonomik düzenin acımasızlığıyla karşılaştıklarında ne yapacakları konusunda büyük bir dram yaşamaktadırlar. Derinlemesine mülakat yapılan mezun öğretmenlerin bir çoğunda görülen eğilim; işsizlik süreciyle birlikte ortaya çıkan yaşamsal zorlukları dindirmenin ve bu zorluklarla baş edebilmenin en pratik yolu olarak ailelerini görmeleri, özellikle; barınma, beslenme ve diğer zaruri ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde aile desteğinin önemine dikkat çekmeleridir. Görüşmecilerin çoğu geleceğe ilişkin herhangi somut bir planının olmadığını, günü kurtarmak için bile olağanüstü bir çaba sarfetmek zorunda kaldıklarını dile getirmektedirler. İlerleyen yaşa rağmen halen aile desteğiyle ihtiyaçları karşılamanın ve birlikte aynı evde olmanın utanç verici bir deneyim olduğunu düşünen görüşmeciler bile var. Finansal ve sosyal bağımsızlığını elde edemeyip, herşeye rağmen ailesiyle birlikte yaşamaya direnen; ancak onlardan somut destek almayı sürdüren görüşmeciler ise bu rahatlığın fazla uzun 90 süremeyeceğinin farkında. Görüşme yaptığımız işsiz öğretmenlerden biri olan Uğur, işsizliğin getirdiği psikolojik çöküntüyü sırf yaşamamak için çeşitli işlerde çalışmış. KPSS'ye defalarca girmiş olmasına rağmen atanmak için gerekli puanı bir türlü alamamış ve şimdi tekrar sınava hazırlanan uğur 34 yaşında ve ailesiyle birlikte yaşamakta. "2007 yılında okuldan mezun oldum. sırf işsiz kalmamak ve aileme daha fazla yük olmamak adına başka şehirlerde inşaatlarda çalıştım. Baktım olmuyor, kafe, bar demeden garsonluk yaptım. Muhasebecilik yaptım... Şimdi bakıyorum da aradan 7 yıl geçmiş ve ben hala işsizim, hala mesleğimi yapamıyorum. 34 yaşındayım ve ailemle birlikte kalmak artık tahammül edemediğim bir durum..." 4.7. Ücret Faşizmi ya da Ücretli Öğretmenlik Emek süreçlerinde başlayan enformelleşme eğilimleri özellikle de genç mezunları vurmaktadır. Esnek istihdam stratejisi, güvenceli istihdamın kalesi sayılan kamu sektörünü de etkilemektedir. Kamu sektöründe rasyonelleşme ve bir çok kamu hizmetinin özelleşmesi, bu sektörü beyaz yakalıların bir güvence sığınağı olmaktan uzaklaştırıyor (Bora, 2011:54). Öğretmen emeğinde de benzer manzaralar ortaya çıkmaktadır. Öğretmen emeğine ilişkin çalışmalarda adını sıklıkla duyduğumuz "ücretli öğretmenler" güvencesiz istihdamın en önemli ayağını oluşturmaktadır. Tam zamanlı, güvenceli işlerde çalışamayan, prekarizasyona en çok maruz kalan ücretli öğretmenler; öğretmen sayısının yetersiz olması halinde “Milli Eğitim Bakanlığı Yönetici ve Öğretmenlerinin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Kararı” nın 9. maddesi kapsamında görevlendirilen kişilerdir. 11350 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 01.07.2006 tarihinden itibaren yürürlüğe giren söz konusu kararda, öğretmen 91 sayısının yetersiz olması halinde, yüksek öğretim mezunu olan kişilerden ders ücreti karşılığında öğretmen görevlendirilebileceği belirtilmiştir (Soydan, 2012:1-13). Bu öğretmenler girdikleri ders saati oranında ücret almakta olup Türkiye'de istihdam edilen öğretmenlerin yaklaşık %10'unu oluşturmaktadırlar. Ücretli öğretmenler, her koşulda işsizlik deneyimiyle iç içe ve mezun sayısı arttıkça yeni adaylar bu yedek işsizler ordusuna katılmaktadırlar. Her türlü örgütlenme hakkından mahrum bırakılan ücretli öğretmenlerin mesleklerini yapabilmeleri MEB tarafından belirlenen kurallara göre şekillenmektedir. Bu bağlamda, ücretli öğretmenlerin mevsimlik işçilerden herhangi bir farkı kalmamaktadır. Bir çoğu iş güvencesinden yoksun bir şekilde istihdam edilmekte olup, girdiği ek derslerden herhangi bir ücret almamaktadırlar. Okulların kapanmasıyla birlikte işşizliği yeniden deneyimleyen ücretli öğretmenlere bu anlamda "devletin taşeron işçileri" demek yerinde bir tespit olur. Kadrolu öğretmenlerle aynı işi yapmasına rağmen normal öğretmen maaşının yaklaşık üçte biri kadar maaş alan, yalnızca çalıştığı günler için sigorta primi yatırılan ve istenildiği anda işine son verilen ücretli öğretmenlerin durumu gerçek anlamda vahimdir. Yeri geldiğinde okulda kendi meslektaşları tarafından bile mesleki ayrımcılığa maruz kaldıkları, hatta bir çoğunun okulda öğretmenler odasını bile kullanamadığı bilinmektedir. Ücretli öğretmenlik konusunda, görüşme yaptığımız öğretmenlerin çoğu yöneltilen sorulara birbirine paralel cevaplar verdi. Katılımcılara daha önce ya da şimdi ücretli öğretmenlik yapıp yapmadıkları ve ücretli öğretmenlik gibi bir istihdam modelinin MEB tarafından neden uygulandığı soruldu. Sorulara cevap veren öğretmenlerin neredeyse tamamı MEB'in maliyetleri düşürmek ve 92 eğitim endüstrisine ucuz işgücü kazandırmak amacıyla bu modeli uyguladığını dile getirdiler. Daha önce ücretli öğretmenlik için başvuru yapan Hasan, ücretli öğretmen olabilmenin bile belli bir yönetmeliği olduğunu, bu işi yapmanın artık eskisinden daha zor olduğunu ifade etmekte. Kendisine daha önce ücretli öğretmenlik yapıp yapmadığını, MEB'in neden bu tür istihdam modellerini yaygınlaştıran bir tutum içerisinde olduğunu sorduğumuzda: "Yani bunlara başvurdum, fakat şartlarım uygun olmadığı için başvurumu devam ettiremedim. Bunun faydalı bir politika olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu da yine bahsettiğimiz şeye karşılık geliyor aslında. Ücretli öğretmenlik belli bir kariyer umuduyla yetiştirilen gençlerin vasıfsız işçiliğe yönlendirilmesinden başka birşey değil. Özlük haklarından yoksun, herhangi bir maddi güvenceden yoksun, tıpkı mevsimlik işçiler gibi görüldükleri için bu modelin faydasız ve biz öğretmenler için talihsiz bir istihdam politikası olduğunu düşünüyorum." Ücretli öğretmenliğe yönelik dışlama mekanizmaları yalnızca yapısal nitelikli değil. Ücretli öğretmenlik statüsü aşağılayıcı ve ayrıştıcı bir etiket olarak kadrolu öğretmenler ve okul yöneticileri tarafından da kullanılmakta. Dışlanma deneyimi yaşayan ücretli öğretmenlerin bir çoğu ders verdiği okullarda öğretmen odasını kullanamadığını, angarya işler yaptığını, en uygunsuz ders programlarının hep kendilerine verildiğini ifade etmektedirler. Coğrafya Öğretmenliği bölümünden mezun olan Kadir işsiz ve ailesinden uzakta Ankara'da yaşayan işsiz bir öğretmen. İlerleyen yaşına rağmen ailesinden aldığı destekle hayatını sürdürmekte. Zaman zaman küçük ve geçici işlerde çalışmış ve de hayatının bir döneminde bir lisede ücretli öğretmenlik yapmış. Ancak, bugüne kadar ciddi ve kalıcı bir işi hiç olmamış. Kendisi ücretli öğretmenlik konusundaki deneyimini şu şekilde özetlemektedir: 93 "Yani anlamıyorum ben bu olayı... Mazlumun mazluma yaptığını kimse kimseye bir başkasına yapmıyor...Yaklaşık dört ay kadar bu çileyi yaşadım. Müdür okula ilk başladığım gün ücretli öğretmen olmamdan dolayı öğretmenler odasını kullanmamın yasak olduğunu söyledi, okuldaki öğretmenlerde benimle çok fazla konuşmuyordu. Kendimi 4 ay boyunca orada bir yabancı gibi hissettim orada. Ayrıca, okulun angarya işlerini hep üzerime yığdılar, ekmek parasıdır deyip tahammül ettim; ama bir yere kadar dayanabildim." Matematik öğretmeni olan Serhat da çok kısa süreliğine de olsa ücretli öğretmenlik yapmış ve o da gittiği okulda benzer bir dışlanma deneyimini yaşamış. O süreçte ne gibi güçlükler yaşadığını, ücretli öğretmenlik tecrübesini bizimle paylaşmasını istediğimizde yaşadıklarını aşağıdaki şekliyle özetlemektedir: "Yaklaşık iki hafta kadar bir lisede ücretli öğretmenlik yaptım. İşin gerçeği öğrencilerle çok fazla sorun yaşamadım, diğer öğretmenler de çok fazla muhattap almadı beni. İdareciler tarafından da çok fazla ciddiye alınmadığımı hissettim o süreçte. Ya şimdi işsizlik çok fazla, ücretli öğretmenlerde okuldaki geçici boşlukları dolduran aparatlar gibi kullanılıyor ev sonra kendi kaderinize terk ediliyorsunuz." 4.8. KPSS: Yeniden Hortlayan Kabus Ülkemizde eğitime ilişkin sorunlar tarihin farklı dönemlerinden bu yana farklı şekillerde var olagelmiştir. Bu sorunların bir ayağını da eğitim emekçilerinin çalışma yaşamına ilişkin huzursuzlukları oluşturmaktadır. Türkiye’de kamu alanında kapsamlı bir yeniden yapılandırma süreci yaşanmakta ve kamu hizmetleri yeni liberal yaklaşımın temel argümanları referans alınarak yeniden düzenlenmektedir. Bu süreç, eğitim alanında da yeni politik yaklaşımları ve düzenlemeleri beraberinde getirmektedir (Soydan, 2012:1-13). Söz konusu düzenlemelerden biri de kamuda 94 istihdamın ne şekilde, hangi kriterlere göre yapılacağı sorunudur. Memurluk atamalarında torpil, adam kayırma gibi istenmeyen durumların önüne geçmek amacıyla 2000 yılında KPSS sınavı uygulamaya konuldu. KPSS ile birlikte memurluk atamaları, sınavdan alınan puan türüne ve puan üstünlüğüne göre yapılmaya başlandı. Böylelikle KPSS, kamuda istihdamın adeta tek seçeneği haline getirildi. Bu anlamda, ortada müthiş paraların döndüğü dev bir sınav endüstrisi oluşmuş durumda. Merkezi sınav sistemi, sınava hazırlık endüstrisini besleyerek hem öğretmenin emeğinin giderek daha büyük ölçüde metalaşmasına hem de eğitimin bir endüstri haline gelmesine neden olmaktadır (Ertürk, 2010:140). Kariyerlerini kamuda memurluk şeklinde planlayan üniversiteli gençlerin öncelikle KPSS sınavına girmesi, ilgili puan türünden yeterli dereceyi elde etmiş olması gerekmektedir. Memuriyetin orta sınıf camiada ne kadar önemli bir kariyer merdiveni olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Osmanlı-Türk toplumsal yaşamında ve devlet geleneğinde bürokratik elitlerin önemli bir yeri vardır. Bürokratik elitler genelde topluma yön veren bir zümre olarak ön plana çıkmışlardır. Haliyle devlet ve toplum hayatında her zaman elitist bir bakış açısının temsilcileri olmuşlardır (Pustu, 2007:198). Türkiye'de kamu bürokrasisi en kaba haliyle gelir ve statüsü yüksek, alanında uzman üst-düzey profesyoneller ile gelir ve statüsü üst-düzey profesyonellerden daha aşağıda yer alan yarı-profesyonellerin olduğu bir yapılanma şeklindedir. Bürokrasi mekanizması yıllarca bu bölünmüşlük üzerinden biçimlenmiştir. Özellikle, sosyal bilimler alanında tahsil görmüş, orta sınıf ideolojisiyle yetişmiş gençler cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin kritik kurumlarında yükselme, kariyer yapma çabası içerisinde olmuş ve bu gelenek 95 kuşaktan kuşağa aktarım şeklinde devam etmiştir. Ancak, günümüzde bu durum biraz değişmiş görünüyor. Artık, memuriyet toplumsalın inşasında öncü bir rol, kamu görevi de siyasal işlevleri olan bir konum olmaktan çıkmış, ne uzayan ne de kısalan güvenceli bir çalışma haline gelmiştir. Küçük memurlar ve alt-orta sınıflar için zaten hep böyle olan şey, şimdi üst orta sınıfın eğitimli çoçukları için de öyledir (Bora, 2011:122). Torpil ve kopya skandallarıyla sürekli gündemdeki yerini koruyan KPSS, öğretmen adaylarının kabusu olmuş durumda. Alan farklılığını dikkate almadan, tüm branşlardan öğretmenlerin tek, protitip bir sınava tabi tutulması ve bu sınavdan alınan puana göre atamaların yapılması medyada, kamuoyunda sık sık tartışılmıştı. ÖSYM'nin 2013 yılında yaptığı değişiklik bir nebze bu mizanseni gidermeye dönük olsa da, KPSS halen travmatik bir olgu olarak zihinlerdeki sıcaklığını korumaktadır. Türkiye'de kayıt dışı çalışan kesimin büyük bir bölümünü gençler oluşturmaktadır. Bu kategoride yer alan binlerce öğretmen bulunmaktadır. KPSS sınavını kazanıp atanmayan, kalıcı ve güvenceli diğer işlerde de çoğu zaman çalışma olanağı bulamayan öğretmenlerin ayakta kalmak ve hayatlarını devam ettirebilmek için yürüttükleri varolma çabası, çoğu zaman dershanelerde sigortasız ve güvencesiz istihdamla sonuçlanmaktadır. Üstelik asgari ücretten bile daha düşük gelirlere razı olmak zorunda bırakılmaktadırlar. Prekarizasyon ağlarının içinde olan Gökan sosyoloji bölümü mezunu ve bir kafede haftanın iki günü garson olarak çalışıyor. Kendisine daha önce KPSS sınavına girip girmediğini, KPSS'nin bir öğretmeni ölçme sürecinde uygulanan doğru ve ideal yöntemlerden biri olup olmadığını sorduk. Mevcut eğitim politikalarına tepkisini koymak amacıyla daha önce KPSS sınavına 96 girmemiş. Ayrıca, herhangi bir eğitim kurumundan pedogojik formasyon almayı da reddetmiş. Felsefe Grubu Öğretmeni olmak istediğini; ancak bunun mevcut koşullarda mümkün olmadığının farkında olan Gökan'a göre; "KPSS, bir öğretmenin yeterliliğini ölçen bir sınav değil. Bütün öğretmenler bu sınava girmeyi reddetmeli, eşitsizlikler karşısında örgütlü bir mücadelenin içinde olmalıdır" diyerek düşüncelerini aşağıdaki şekilde özetlemektedir. "Hayır, girmedim; çünkü bir tür tükenmişlik sendromu yaşıyorum, girsem ne değişecek sanki! Ayrıca, sınava hazırlanmak için gerekli maddi imkanlara da sahip değilim. KPSS'yi uygun birşey olarak görmüyorum. Bu sistemin yıkılması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmen olmak istiyorum; ama bunun yöntemi kesinlikle KPSS değil. KPSS'nin öğretmen yeterliliğini ölçmek ile herhangi bir ilgisi yok. KPSS sadece endüstri... KPSS'den elde edilen gelirle o yıl atanan öğretmenlerin iki yıllık maaşlarının karşılandığını buradan da söylemek istiyorum. Böyle bir döngü var, herkes bu sınava kanalize edilmiş durumda, devlete hiç bir maddi yükü yok yani..." Emek piyasasasında iş bulamayan üniversiteli işsizler için adeta yeni bir bekleme odası oluşturulmuştur. Üniversiteden sonra alınması gereken sertfikalar ya da geçilmesi gereken sınavlar... (Değirmenci, 2011:519). KPSS, Gökan'ın da belirttiği gibi büyük paraların döndüğü dev bir endüstriye dönüşmüş durumda. Öte taraftan, çeşitli kariyer programlarına, eğitim kurslarına katılarak özgeçmişini parlatma çabası, işsizler arasında yaygın mücadele formlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir dershanede yarı-zamanlı fizik öğretmenliği yapan Burak da ileride daha iyi bir iş bulabileceği umuduyla çeşitli sertfika programlarına katılmış. Edindiği sertfikaların bir işe yaramadığını görünce yeniden KPSS sınavına hazırlanmaya başlamış. Fizik öğretmenliğinde açılan kadroların sınırlı oluşu, KPSS sınavından 97 alınan yüksek puanlara rağmen atanamayan binlerce fizik öğretmeni olduğunu söyleyen Burak yaşadığı sıkıntıları aşağıdaki gibi ifade etmektedir: "Daha önce AB sertfika programlarına katıldım; ancak bir işe yaramadı. Bu yıl KPSS'ye girmeyi düşünüyorum; ama atanmam için minimum 91 ya da 92 gibi bir puan almam gerekiyor. Ayrıca, fizik bölümü için her yıl olduğu gibi bu yıl da kadro açılmama ihtimali var. KPSS'den başarılı olmak için oturup adam akıllı çalışmak lazım; çünkü bilgi soruları oldukça fazla. Ancak, böyle bir riski göze aldığımda bu seferde öbür taraf aksamaya başlıyor, yani bir taraftan da para kazanmak zorundayım..." KPSS sınavının öğretmen adaylarında stres ve kaygıyı arttırmak dışında, nostaljik bir yıkım yarattığı da görülmektedir. Sürekli benzer tecrübelerle karşılaşmak, benzer sınavlarla test edilmek genç öğretmen adaylarında yorgunluk, bıkkınlık ve mesleki yabancılaşma dışında başka bir duygu yaratmamaktadır. Ayrıca; uzun süre eve kapanıp ders çalışmak ve öte taraftan ekonomik dengeleri de paralel bir biçimde sağlamanın olağanüstü bir çaba gerektirdiğini söylemek yerinde bir tespit olur. Görüşme yapılan öğretmenlerin çoğu KPSS'nin kendilerini üniversiteye giriş sınavındaki o travmatik döneme tekrardan sürüklediğini, o dönemdeki kötü hatıraları yeniden kendilerine yaşattığını belirtmektedir. Hacettepe Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü'nden mezun olan Şahika çeşitli dershanelerde yarı zamanlı olarak çalışan bir öğretmen. Daha önce bir kaç defa KPSS'ye girmiş; ancak istediği sonucu elde edemeyince kamuda kariyer yapmaktan vazgeçmiş. Kendisine KPSS'nin kendisi için ne ifade ettiğini, bir öğretmen için ne anlama geldiğini sorduğumuzda: "Ben KPSS'yi hiçbir zaman sevemedim, benimseyemedim. Bilmiyorum hani... Benim için gerçekten hiçbir anlamı olmayan bir sınav. Bir kaç defa girdim; ancak üniversite sınavına hazırlanırken 98 yaşadığım o kötü duyguyu yeniden depreştirdi. İstemiyorum yani, o duyguyu tekrar yaşamak istemiyorum. Bana acı ve mutsuzluktan başka bir şey sunmuyor bu sınav..." Alt sınıflardan gelenler memuriyet gibi güvenceli işler isterken, orta sınıf ailelerin çoçukları "önlerini kapatacak" güvenceli işler yerine, yeni fırsatları değerlendirmelerine imkan verecek kariyerler peşinde koşmaya meylediyorlar. Ancak, yalnızca sınıfsal konum ve ekonomik kaynaklar değil, zamanın ve yaşın ilerlemesi de burada etkili oluyor. İster ekonomik, ister zamansal nedenler belirleyici olsun, gelecek endişesi yoğunlaştıkça risksiz bir iş hayatı daha cazip hale geliyor (Erdoğan, 2011:80). Türkiye'nin prestijli üniversitelerinden biri olan ODTÜ'den (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) mezun olan Hakan bir dershanede matematik öğretmeni olarak çalışmakta. Hakan'ın durumu diğerlerinden biraz daha farklı. Kendisine kamuda öğretmen olmayı isteyip istemediğini sorduğumuzda kesin ve kararlı bir şekilde atanmak istemediğinin altını çiziyor. Başarı ve mutluluğun yalnızca güvenceli bir iş ile sınırlı olmadığını, içinde yaşanılan mekanın, kentin ve kültüründe bireyin gelişiminde önemli olduğunu vurgulayan bir sebep sunuyor bizlere: "Ya böyle çok salakça gelebilir gerekçesi; ama ben tipime karışılmasını artık istemiyorum. Yani böyle... Hani geleneksel kurallar koyulmasını istemiyorum. "Şöyle olsun, şu saatte olsun, böyle olsun" falan demiyorum; ama mutsuz olacağım bir şehirde, bir kültürde güvenceli bir işte çalışmaktansa, kendimi daha üretken ve huzurlu hissedebileceğim, rutinin ve geleneksel eğitim anlayışının olmadığı metropol bir şehirde kötü koşullarda çalışmayı tercih ederim. Bu nedenle, KPSS'yi hayatımda bir alternatif olarak bile hiç düşünmedim." 99 KPSS'ye ve memuriyete ilişkin algılar ekonomik herhangi bir dayanağı olmayan, bu anlamda ailesinden destek almayan öğretmenlerde daha önemli bir imge konumunda. Özel sektörün güvencesiz çalışma ortamından kurtulup bir an önce kamuda öğretmen olma arzusu bu kitlelerde ütopik bir özleme dönüşebiliyor. Öğretmenlerin sorunlarını kamuoyuna duyuran bir STK olan AYÖP'te çalışan Canan da gelinen son noktada umutsuz. Aynı zamanda bir dershanede öğretmenlik yapan ve KPSS'ye hazırlanan canan özel eğitim kurumlarında uygulanan çalışma koşullarından dert yanıyor: "KPSS hazırlanıyorum; çünkü bir an önce daha rahat koşullarda çalışabileceğim bir işim olsun istiyorum. Bir kere dershanede öğretmenler hiç insani şartlarda çalıştırılmıyor. Bir öğretmenin bir günde girmesi gereken maksimum saat dört ya da beştir, en fazla da altıdır. Ama ben on iki saat derse girdiğim günleri hatırlıyorum ve bunu altı gün boyunca yaptığınızı düşünürseniz toplamda 72 saat yapar. Ayrıca dershanede sözleşmeler her yıl yeniden yapılıyor, mesela gelecek yıl için dershanede çalışıp çalışmayacağım bile belli değil." 100 5. SONUÇ VE ÖNERİLER Modern toplumların en önemli sorunlarından birisi, istihdam edilemeyen bir sınıfın ortaya çıkması ki; bu sınıf genellikle gençlerdir ve bu insanların ekonomik ve sosyal aktivitelerin dışında kalmasıdır (Gündoğan, 1999). Beyaz yakalılarda bu bağlamda istihdam edil(e)meyen bir sınıf artık. Beyaz yakalılar denildiğinde mimarlar, mühendisler, teknisyenler gibi teknik işlerde çalışanlar ya da yöneticiler ve denetçiler gibi üst düzey çalışanlar ve büro işçileri gibi rutin işleri yürüten çalışanlardan sadece biri ya da birkaçı akıllara gelebilmektedir. Yine beyaz yakalılardan bazen kamu çalışanları anlaşılırken, bazen de hizmet sektörü çalışanlarının tümü anlaşılabilmektedir (Erdayı, 2012:65-80). Ancak, entellektüel emeğin prekarizasyonu bağlamında düşündüğümüzde, beyaz yakalılı mesleklerde işsizliği üreten dinamiklerin ve işsizliğe yönelik algıların mesleklerde farklılaştığı görülmektedir. Bu anlamda, bu çalışma işsizliği öğretmenlerin dünyasındaki karşılığı ile ele almaktadır. Diğer meslek kollarındaki prekarizasyon deneyimleri ancak başka bilimsel çalışmaların araştırma konusu olabilir. İnsanların eğitime yatırımları iyi ve güvenceli iş bulma umuduyla artmakta; ancak bu artışa karşın maaşlı, güvenceli iş sayısında azalma olmaktadır. Sürekli iş bulamama korkusuyla yetişen ve üniversitesini bitirse de, yüksek lisans yapsa ya da doktora yapsa bile işsiz olabileceğini ya da esnek çalışma koşullarına maruz kalacağını gören gençler artık umutlarını kaybetmeye başlamıştır (Değirmenci, 2011:519). Yaşananlar, yalnızca basit bir işsizlik deneyimi olarak görülmemeli; çünkü işsizlik beraberinde pek çok olumsuz durumun ortaya çıkmasında da önemli 101 rol oynamaktadır. İşsizliğin, sadece gelir kaybıyla, geçim sıkıntısıyla alakalı olmayan bir öz değer duygusu kaybına yol açtığıda çok açık. İşsizlik, özellikle beyaz yakalılarda, bir aidiyet boşluğunu ve kimlik kaybını da beraberinde getiriyor. Çünkü beyaz yakalılar, aldıkları üniversite eğitimi ve edindikleri diplomayla liyakatlerini kanıtladıklarına inandıkları oranda, kendilerini seçkin bir konumda görmeye yatkındırlar (Bora, 2011:64). Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de işgücü piyasaları neoliberal ekopolitik doktrinlere göre şekillenmektedir. Özünde bir ekonomi politik kuramı olan neoliberal düşünce, uluslararası düzeyde belirlenecek olan özel mülkiyet, serbest piyasa ve serbest ticaret kurallarının ulusal devletler aracılığıyla hayata geçirilmesinin toplumsal refahı tesis etmenin en iyi yolu olduğunu savunmakta (Gambetti, 2009) ve devletin organizasyonel anlamda küçülmesi gerektiği tezini öne sürmektedir. Ancak, bir şiddet biçimi olarak neoliberalizm, her alanda işsizliği, yoksulluğu olağanlaştıran, dünya sistemini durmadan krizlere sürekleyen bir mefhum olarak akıllarda yer almaktadır. Neoliberal istihdam politikaları bağlamında beyaz yakalı işsizliğine ilişkin en dramatik tablo, şüphesiz öğretmen işsizliği ile ortaya çıkmaktadır. Çünkü, öğretmenlik, geldiği son durum itibariyle anlam, değer ve statü kaybına en çok uğrayan mesleklerden biri artık ve işsizlik deneyimi öğretmenlerde daha uzun süreli, daha yıkıcı şekillerde tecrübe edilmektedir. Öğretmenliğin esnekleştirilmesi, çoğu özelleştirme biçimlerinde temel bileşendir ve bu durum; hem öğrencilerin okul içerisinde edindikleri tecrübelerin kalitesini hem de öğretmenliğin toplum içinde algılanma şekillerini endişe verici bir biçimde değiştirmektedir (Ball ve Youdell, 2007:9). Neoliberal eğitim politikalarıyla her geçen gün kamusal 102 özelliğini yitiren eğitimin bütçeden aldığı pay sürekli azalmakta, bu da; doğal olarak öğretmen istihdamını daraltarak, öğretmen işsizliğini yaygınlaştırmaktadır. Bilhassa, öğretmenlerin çalışma alanlarının oldukça sınırlı oluşu, yani eğitim endüstrisi dışında başka meslek alanlarında çalışma olanaklarının olmayışı ve işsiz öğretmen sayısının her geçen gün yığılarak artması bu toplulukta ciddi bir moralsizlik yaratmış durumda. Küresel ölçekte eğitim politikalarında yaşanan değişimler, eğitimin metalaşması ve istihdam kapasitesinin daraltılması ve de ücretlerdeki azalma hem maddi hem de manevi anlamda belirgin bir mesleki prestij kaybını gündeme getirmektedir. Ankara'da işsiz öğretmenlerle yürütülen bu araştırmada öğretmenlerin geleceğe ilişkin beklentileri, işsizlik sürecinde ne gibi geçici işlerde çalıştığı, kazandığı gelirle yaşam standartlarını ne şekilde oluşturduğu, mesleki ayrımcılığa maruz kalıp kalmadığı saptanmaya çalışıldı. İşsiz ya da kötü koşullarda çalışan öğretmenlerin zor zamanlarda ne gibi tutunma stratejileri geliştirdikleri, gündelik yaşamlarını herşeye rağmen nasıl kurguladıkları, geleceksizlik ve güvencesizliğin kıskacında kariyerlerine nasıl yön verdikleri tespit edildi. Araştırmadan elde edilen sonuca göre; görüşülen kişilerin neredeyse tamamına yakınının önceden kafe, bar, restoran gibi hizmet sektörünün akla ilk gelen sektörlerde çalıştığı görülmektedir. İşsizlik sürecinden kaçınma stratejileri olarak; askere gitmek, işsizliği ailenin yanında deneyimlemek, yüksek lisans gibi seçeneklerle eğitimin uzatılması gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Araştırmanın temel çıktılarından biri de; üniversiteden yeni mezun, işsiz genç öğretmenlerde mesleki tatminsizlik daha yüksek seviyelerde olduğudur. Genç öğretmenler, neoliberal modelde yedek işgücü havuzlarında 103 biriktirilerek, özel sektörün ceberrut çalışma rejimine kurban edilmektedir. Çalışma hayatının içindeki sömürü yalnızca emek sömürüsü ile de sınır kalmayıp, bir çoğu, özel eğitim kurumlarında eski Roma dönemlerini aratmayacak kölelik uygulamalarına maruz bırakılmakta, düşük ücret ve yoğun çalışma saatlerinin dışında sosyal hakları da kolaylıkla gasp edilebilmektedir. İzin günlerinde bile çalışmaya zorlanan, gündelik işlerini halletmek için izin alamayan, öte taraftan öğretmenlik dışında angarya işleri de yürütmeye çalışan, maaşları zamanında ya da hiçbir şekilde ödenmeyen bu genç öğretmenlerin durumu orta yaş öğretmenlere göre çok daha kötü. Ayrıca eğitimin politik kaygılarla sürekli suistimal edilen bir alan olması ve bozuk yapının üstüne gelen her yenilik öğretmenlerde bıkkınlık yaratmış durumda. Günümüzde pek çok öğretmenin meslek algısı basit bir zorunluluktan öteye geçememekte, bu da; öğretmenlerin niteliksizleşmesine ve eğitimde kalite standartlarının düşmesine neden olmaktadır. Türkiye'de an itibariyle yaklaşık 300.000 öğretmen işsiz bir biçimde atanmayı beklemektedir. Atama bekleyen öğretmenlerin durumu ne olacak, devletin bu konuda yürüttüğü herhangi bir program söz konusu mu? Şimdilik bu sorular askıda durmaktadır. Devlet, neoliberal politikalarla kamuda istihdamı sistemli bir biçimde sınırlandırmak istiyor; fakat özel sektörde de çalışanların ve istihdam örgütlerinin makul karşılayabileceği bir revizyona gitmemektedir. Herkesin kendi kaderini çizmek zorunda olduğu, düzenleme ve denetleme mekanizmasının olmadığı, emek düşmanlığının yaygınlaştığı kaotik bir piyasada işsizler kendi geleceklerini üretmek zorunda. Sonuç olarak; fordist üretim sisteminden post-fordizme doğru dönüşüm, yani refah devleti yaklaşımından rekabet devletine dönüşüm işgücü piyasalarında 104 önemli birçok değişikliği de beraberinde getirmiştir (Uyanık, 2008:213). Eğitim kurumu da bu değişimden olumsuz manada etkilenmiştir. Eğitim kurumlarında başlayan özelleşme eğilimleri öğretmenlerin yaşam kalitesi düşürerek, güvencesiz ve esnek koşullarda çalışmak, geçici ya da kısa süreli istihdam edilmek, demoğrafik bir parçalanmaşlığın içinde olmak, yani sürekli yer değiştirmek vb. gibi güçlükleri ortaya çıkarmaktadır. Yeni kapitalizmin esnek ve kısa vadeli zaman anlayışı, kişinin işinden anlamlı bir anlatı ve dolayısıyla bir kariyer oluşturmasını engellemektedir (Sennett, 2005:129). Öğretmenler de Sennett'in üzerinde durduğu gibi yaşamlarından artık anlamlı bir hikaye çıkaramıyor. Bugün kamuda binlerce öğretmen açığı olduğu halde MEB, maliyetleri düşürmek ve hem kamu hem de özel sektör için yedek bir öğretmen havuzu yaratmak amacıyla ilkel ve adil olmayan istihdam stratejilerini yürürlüğe sokmaktadır. Ücretli öğretmenler aynı işi yaptıkları halde kadrolu bir öğretmenin kazandığı ücretin üçte birini bile zor elde ediyor, ayrıca sigortası olmadan ve ne zaman işine son verileceğini bilmeden istihdama zorlanıyor. Böyle bir çalışma rejiminin olduğu bir toplumda hiç bir birey geleceğini sağlıklı bir şekilde planlayamamaktadır. Sonuç olarak; kamusal hizmet birimi olma niteliği taşıyan devletin sistemli bir yeniden yapılandırma sürecinden geçmesi eğitim kurumunda ciddi sorunları gün yüzüne çıkarmaktadır. Eğitimin omurgasını oluşturan öğretmenlerin istihdam sorunları giderek daha karmaşık bir hale bürünmektedir. Bugün, öğretmenlerin en büyük sorunlarından biri olarak gösterilen "mesleki itibar kaybı", genç öğretmen adaylarında büyük bir hayal kırıklığı yaratmış durumda. Türkiye'de yaklaşık 300 binden fazla öğretmenin kamuda öğretmenlik yapmak için korkunç bir mücadele verdiği düşünüldüğünde mesleki aşınmanın ne kadar ürkütücü boyutlarda olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Ayrıca, Türkiye'de öğretmenlik 105 mesleği öğrencilerin başarılarını ya da başarısızlıklarını klişe yöntemlerle ölçmekten başka birşey yapamaz duruma getirilmiştir. Eskiden öğretmenlerden büyük edebiyatçılar, büyük yazarlar çıkardı ve öğretmenler o dönemde hayatı biçimlendiren, öğrencilerine rol-model sunan öncü kimselerdi. Ancak, şimdilerde öğretmenlik mesleği işsizlikle cezalandırılan, rutinden ibaret ve basit bir memurluktan öteye gidemeyen ve az kazandıran bir meslek olarak görülmektedir. Çünkü, öğretmenlere mevcut eğitim sisteminin sunduğu prosedür bu şekildedir. Bilindik kalıpların ya da yöntemlerin dışında yeni, güncel ve farklı eğitim paradigmalarını mümkün kılmaya çalışsalar bile öğretmenler, okullarda sürekli bürokratik despotizme uğramakta, içlerindeki farklılık arayışı ideolojik baskılarla köreltilmektedir. Bugün pekçok özel okulda eğitim ve öğretim hayatı rutinden ve şekilcilikten öteye gidemeyecek kadar yozlaşmıştır. Bu dönüşümün akla gelen ilk nedeni eğitimin hızlı bir metalaşma sürecine girmesi ve eğitimde niteliğin yerini tamamen niceliğin almış olmasıdır. 106 KAYNAKÇA Ataman, B.C. (1998). İşsizlik Sorununa Yeni Yaklaşımlar. Cilt:53(1). Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Dergisi Yayınları Aren, S. (1975). İstihdam, Para ve İktisadi Politika. Ankara: Bilgi Yayınevi Apple, M.W. (2004). Neoliberalizm ve Eğitim Politikaları Üzerine Eleştirel Yazılar. Ankara: Eğitim-Sen Yayınları Ball, S.J., Youdell, D. (2007). Hidden Privatisation in Public Education: Education International 5th World Congress. London: Blackwell Publishing Bora, T., Bora, A., Erdoğan, N., Üstün, İ. (2011). Boşuna mı Okuduk?: Türkiye'de Beyaz Yakalı İşsizliği. Ankara: İletişim Yayınları Botton, A. D. (2008). Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı. İstanbul: sel yayıncılık Bozdağlıoğlu, E. Y. (2008). Türkiye'de İşsizliğin Özellikleri ve İşsizlikle Mücadele Politikaları. Sayı:20. ss.46-64. Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Braverman, H. (1998). Labor and Monopoly Capital: The Degradation of Work in the Twentieth Century. Newyork: Montly Reviewed Press Buono, R.A.D., Lara, J.B. (2007). Imperialism, Neoliberalism and Social Struggles in Latin America. Leiden: Brill Press Bush, R. (2007). Poverty and Neoliberalism: Persistence and Reproduction in the Global South. London: Pluto Press Böke, K. (2009). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri. İstanbul: Alfa Yayınları Casson, M. (1979). Youth Unemployment. London: The Macmillan Press 107 Cerny, P.G., Menz, G., Soederberg, S.(2005). Internalizing Globalization: The Rise of Neoliberalism and the Decline of National Varieties of Capitalism. Newyork: MacMillan Chomsky, N. (2000). Halkın Sırtından Kazanç: Neoliberalizm ve Küresel Düzen, İstanbul: Om Yayınevi Coronil, F. (2001). Toward a Critique of Globalcentrism: Speculations on Capitalism’s Nature. Millennial Capitalism and the Culture of Neoliberalism içinde. Jean Comaroff ve John L. Comaroff (Ed.). London: Duke University Press Çaroğlu, A., Kalaycıoğlu, E. (2013). Türkiye'de Aile, iş ve Toplumsal Cinsiyet Araştırması Çerkezoğlu, A., Göztepe, E. (2010). Sınıfını Arayan Siyasetten Siyasetini Arayan Sınıfa:Güvencesizler. Tekel Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı Hareketi içinde. Gökhan Bulut (Der.). Ankara: Nota Bene Yayınları Çelebi, N.(1991). Metodolojik Sorunlara Bir Bakış. Cilt: 35(2). ss. 41-45. Ankara: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi Çelik, K. (2006). Unemployment Experience of Youth in Ankara and Şanlıurfa. Ankara: Doktora Tezi Çoban, A.E. (2005). Lise Son Sınıf Öğrencilerinin Mesleki Olgunluk Düzeylerinin Yordayıcı Bazı Değişkenlere Göre İncelenmesi. Cilt:6(10). Malatya: İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Dardot, P., Laval, C.(2012). Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine Deneme. Işık Ergüden (Çev.). İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Değirmenci, S. (2011). "Vasıf"-sızlık Sorunu Olarak Üniversiteli İşsizlik. Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite içinde. Fuat Ercan ve Serap Korkusuz Kurt (Ed.). İstanbul: Sav Yayınları 108 Demirer, D.K. (2012). Eğitimde Piyasalaşma ve Öğretmen Emeğinde Dönüşüm. No:1(32). İstanbul: Çalışma ve Toplum Dergisi Erdayı, A. U. (2012). Beyaz Yakalıların Tanımlanması Üzerine. Cilt:14(3). ss.65-80. İstanbul: İŞ-GÜÇ" Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi Ertürk, E. (2010). Türkiye'de Öğretmenlik Mesleğinin Dönüşümü. Sınıftan Sınıfa: Fabrika Dışında Çalışma Manzaraları içinde. ss.113-149. Ayşe Buğra (Der.). İstanbul: İletişim Yayınları Forondo, O.V. (1991). The Social Sciences and The Problem of Youth Unemployment in The World. Facing The Future: Young People and Unemployment Around the World içinde. Paris: Unesco Publication Gambetti, Z. (2009). İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal Siyasetin Tasfiyesi. No:40. İstanbul: İ.Ü. Siyasal Bilgiler Dergisi Grint, K. (1998). Çalışma Sosyolojisi. Veysel Bozkurt (Çev.). İstanbul: Alfa Yayınları Gorz, A. (2011). Maddesiz: bilgi, Değer ve Sermaye. Işık Ergüden (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları Gorz, A. (2001). Yaşadığımız Sefalet: Kurtuluş Çareleri. Nilgün Tutal (Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları Gündoğan, N. (1999). Genç işsizliği ve Avrupa Birliği'ne Üye Ülkelerde Uygulanan Genç istihdam Politikaları. Cilt No: 54(1). Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Dergisi Güney, A. (2009). İşsizlik, Nedenleri, Sonuçları ve Mücadele Yöntemleri. Cilt No: 10(4). ss. 135-159. İstanbul: Kamu-İş;İş Hukuku ve İktisat Dergisi Harvey, D. (2005). A Brief History of Neoliberalism. Newyork: Oxford University Press 109 Kurmuş, O. (2010). Türkiye'de Neoliberalizm. Cilt No: XXXIV(268). Ankara: Mülkiye Dergisi Levin, H. M. (1983). Youth Unemployment and Its Educational Consequences: Educational Evaluation and Policy Analysis. ss. 231-247. Newyork: Sage Publication McNamee, Stephen J., Miller, Robert K. (2009). The Meritocracy Myth, Second Edition, Maryland: Rowman & Littlefield Publishing Mütevellioğlu, N., Bato Çizel, R., Güzeller, C. O. (2011). İşsizliğin Psikolojik Sonuçları: Antalya Örneği. Cilt No:2(1). ss. 26-41.Antalya: Çalışma İlişkileri Dergisi Mütevellioğlu, N. ve Bato Çizel, R. (2010). İşsizlik ve Sosyal Haklar: Bir Alan Araştırmasının Bulguları. ss.279-298. Sosyal Haklar Ulusal Sempozyumu II Marx, K., Engels, F. (1848). Komünist Parti Manifestosu. Erkin Özalp (Çev.). Ankara: Sol Yayınları Oğuz, Ş. (2011). Tekel Direnişinin Işığında Güvencesiz Çalışma/Yaşama: Proletaryadan “Prekarya”ya mı?. Cilt: XXXV(271). Ankara: Mülkiye Dergisi. Overbeek, H. (2003). The Political Economy of European Employment: European İntegration and the Transnationalization of the (un)employment Question. Newyork: Routledge Öngen, T. (1996). Prometheus'un Sönmeyen Ateşi: Günümüzde İşçi Sınıfı. İstanbul: Alan Yayıncılık Özçelik, P. K. (2013). Neoliberal Küreselleşme Süreci ve Yoksulluk. Cilt No:5(2). Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi Özen, Y., Gül, A. (2007). Sosyal ve Eğitim Bilimleri Araştırmalarında Evren ve Örneklem Sorunu. Sayı: 15. ss. 395-420. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi 110 Özkazanç, A. (2005). Türkiye’nin Neo-Liberal Dönüşümü ve Liberal Düşünce. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Gelişme ve Toplum Araştırmaları Merkezi Tartışma Metinleri, No.85 Öztürk, Ş. (2011). Sosyal Poltiikada Aktifleşme Stratejisi: Refah Devletinin Çıkış Yolu mu, Çöküş Yolu mu?. Kamu-İş Dergisi, Cilt No:12(1) Peker, E.B. (2005). Bitmeyen Çoçukluk, Erken Yetişkinlik ve Yeni Kapitalizm. Sayı:192 İstanbul: Birikim Yayınları Dergisi Perry, M. (2000). Bread and Work: Social Policy and the Experience of Unemployment 1918-39. London :Pluto Press Petersen, A. C. & Mortimer, J. T. (2006). Youth Unemployment and Society. Newyork: Cambridge University Press. Pustu, Y. (2007). Osmanlı-Türk Devlet Geleneğinde Modernleştirici Unsurlar Olarak Bürokratik ElitlerG Cilt No: 9(2). ss. 197-214. Ankara: Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Birimler Dergisi Punch, K.F.(2005). Sosyal Araştırmalara Giriş: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar. Ankara: Siyasal Kitabevi Sapancalı, F. (2001). Yeni Dünya Düzeni ve Küresel Yoksulluk. Cilt No: 3(2). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sennett, R. (2005). Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri. Barış Yıldırım (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları Soydan, T (2012). Eğitimin Yapısal Dönüşümü Bağlamında Öğretmenlerin İstihdamı: İstihdam Biçimi Farklılıkları Üzerine Öğretmen ve Yönetici Görüşlerine Dayalı Bir Araştırma. Cilt No: 2(2). ss.1-13. Edirne: Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Sennett, R. (2009). Yeni Kapitalizmin Kültürü. Aylin Önocak (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları 111 Şengönül, T. (2008). Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını Sosyoloji Dergisi. Sayı:19. ss.171-208, İzmir Toprak, B. (2008). Türkiye'de Farklı Olmak: Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi TÜSİAD. (2004). Türkiye'de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik. Yayın No: TÜSİAD-T/2004-11/381, İstanbul Uçkaç, A. (2010). Türkiye'de Neoliberal Ekonomi Politikaları ve Sosyo-Ekonomik Yansımaları. Sayı 158. Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Maliye Dergisi Uyanık, Y. (2008). Neoliberal Küreselleşme Sürecinde İşgücü Piyasaları. Cilt No: 10(2). ss.209-22. Ankara: Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Voyvoda, E. (2005). Neoliberal Dönüşüm, Kriz ve Emek. Cilt No:7(27). Eğitim Bilim Toplum Dergisi Wacquant, L. (2007). Territorial Stigmatization in the Age of Advanced Marginality Tekin, H.H. (2006). Nitel Araştırma Yönteminin Bir Veri Toplama Tekniği Olarak Derinlemesine Görüşme. Cilt No:13. ss.101-116. Sosyoloji Dergisi 112 İnternet Kaynakları http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13607 http://www.birgun.net/worker_index.php?news_code=1262781256&year=2010& month=01&day=06 http://www.latimes.com/science/sciencenow/la-sci-sn-great-recession-economiccrisis-suicide 20130917,0,4608835.story http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=107706 1&CategoryID=97 http://toplumsaldayanisma.org/Article/Detail/35 http://www.e-skop.com/skopbulten/korkut-boratav-yanitliyor-gezi-direnisisinifsal-bir-baskaldiri-mi/1352 http://marksist.net/utku_kizilok/beyaz_yakalilar_orta_sinif_mi_isci_sinifinin_bir_ kesimi_mi.htm http://birgun.net/haber/proleterlesen-gencligin-isyani-1040.html http://bianet.org/biamag/toplum/114032-yakasi-beyazlar http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=107 4449&Date=04.01.2012&CategoryID=79 http://www.radikal.com.tr/turkiye/beyaz_yakali_capulcular_barikati_maslak_plaz alarina_tasidik-1136523 http://plazaeylemplatformu.wordpress.com/ 113 ABSTRACT NEOLIBERAL LABOR POLICIES AND WHİTE COLLAR UNEMPLOYMENT IN TURKEY "A Study on Non-Appointed Teachers in Ankara" Özdemir, Bedri M.Sc. Department of Sociology Supervisor: Prof. Dr. Nilay ÇABUK KAYA January 2014, 137 pages Neoliberalism as a new economic conjuncture is a multifaceted problem on literature, but this study aims to analyze the white-collar unemployment in the context of neoliberal labor policies in Turkey. Nowadays, all kinds of precarious work is characterized on white collars, and this situation becomes a widespread view on Turkish labor markets. Especially, non-apointed teachers as a part of white-collar community have faced with the precarious working conditions in private education sectors or other working areas. As a result of neoliberal transformation, white collar jobs have been becoming disreputable in emerging economies such as Turkey. In this regard, the outcome of this study that find an answer the question of what kind of coping strategies non-appointed teachers experience in the process of unemployment or short-term, temporary and insecure working conditions. Keywords: Neoliberal Labor Policies, White Collar Unemployment, Non-Appointed teachers, Precarious Employment 114 ÖZET TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ "Ankara'da Ataması Yapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma" Özdemir, Bedri Yüksek Lisans, Sosyoloji Bölümü Tez Danışmanı Ocak 2014, 137 Sayfa Yeni bir ekonomik konjoktür olarak neoliberalizm literatürde çok yönlü bir problem; ancak bu çalışma neoliberal istihdam politikaları bağlamında Türkiye'de beyaz yakalı işsizliğini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Günümüzde, her türlü güvencesiz iş beyaz yakalılar üzerinde karakterize edilmektedir ve bu durum Türkiye'de işgücü piyasalarında yaygın bir görünüm haline gelmiş durumda. Özellikle, beyaz yakalı topluluğun bir parçası olan ataması yapılmayan öğretmenler, özel eğitim kurumlarında ve diğer çalışma alanlarında güvencesiz çalışma koşullarıyla karşılaşmaktadırlar. Neoliberal dönüşümün bir sonucu olarak, beyaz yakalı meslekler Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde itibarsızlaşmaktadır. Bu bağlamda, bu çalışmanın temel çıktısı; işsizlik sürecinde ya da kısa süreli, güvencesiz ve geçici işlerde ataması yapılmayan öğretmenlerin ne tür mücadele stratejileri geliştirdiği sorusuna yanıt bulabilmektir. Keywords: Neoliberal İstihdam Politikaları, Beyaz Yakalı İşsizliği, Ataması Yapılmayan Öğretmenler, Güvencesiz İstihdam 115 EK 1: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME FORMU TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ "Ankara'da Ataması Yapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma" Görüşmenin Yapıldığı Tarih ve Yer: Öğretmen Görüşme Formu 1. Adı ve Soyadı 2. Cinsiyeti □ Erkek □ Kadın □ Diğer 3. Yaşı 4. Medeni durumu 5. Öğrenim durumu □ Bekar □ Dul □ Ayrı yaşıyor □ Evli □ Boşanmış □ Lisans □ Doktora □ Yüksek Lisans □ Post-Doktora 6. Mezun olduğu okul Tarih: 7. Mezun olduğu bölüm 8. Ailenizle birlikte mi yaşıyorsunuz? □ Evet □ Hayır 9. Çalışma Durumu □ Çalışıyor (Kiminle:.......................) □ İşsiz (13. soruya geçiniz) 10. Çalıştığı yer ve görevi 11. Ne zamandan beri çalışıyor? 12. Sosyal Güvence □ SSK □ Bağkur □ Emekli Sandığı □ Özel □Yok 13. Kazanç/Gelir ..........................................TL (cevap vermeyebilir) 14. Ne zamandan beri işsizsiniz? 15. Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz, ailenizden ekonomik destek alıyor musunuz? 116 EK 2: ÖĞRETMEN GÖRÜŞME SORULARI 1-) Biraz kendinizden bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz, kendinizi tanıtmak adına neler söyleyebilirsiniz? 2-) Neden bu mesleği seçtiniz? Mesleğinizi seçerken sizi yönlendiren herhangi biri oldu mu; üniversite sınavından aldığınız puan yettiği için mi bu bölüme yerleştiniz; yoksa kendi isteğinizle yaptığınız bilinçli bir tercih miydi? 3-) Sizce öğretmenlik eski mesleki saygınlığını devam ettiriyor mu? Geçmişten bu yana meslekte nasıl bir dönüşüm yaşandı? Bu konuda neler söylebilirsiniz. 4-) Mesleğinize ilişkin tatmin düzeyiniz ne durumda? Mesleğiniz; sosyal ve ekonomik anlamda tatmin edici mi ve gelecekteki kariyer beklentilerinizi karşılıyor mu? Karşılamıyorsa bunun sebepleri neler olabilir? 5-) Türkiye'de kamuda uygulanan istihdam politikaları hakkında neler düşünüyorsunuz? Değişen ekonomik ve politik koşullar öğretmenlerin gündelik hayatına ne şekilde yansıyor? Bu değişim ve dönüşüm öğretmen olarak sizi endişelendiriyor mu? 6-) Gezi Parkı Olayları ile Türkiye'de uygulanan gençlik politikaları arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Daha çok orta sınıf mensubu gençlerin, yani beyaz yakalıların başlattığı bu mücadelenin arka planında hangi bileşenler var, sizce yaşananlar 117 yalnızca yaşam tarzına yönelik baskılar, hükümetin anti-çevreci politikalarıyla mı ilgili, yoksa gençleri huzursuz eden daha büyük yapısal sorunlar mı söz konusu? 7-) Kendini bu mesleği yapmak zorunda hissediyor musun? Öğretmenler yeteneklerine ve özel becerilerine bağlı olarak işgücü piyasasında daha farklı iş alanlarında çalışabilir mi? İşgücü piyasasında öğretmenlerin farklı iş alanlarında çalışmasını engelleyen dışlayıcı bir mekanizma söz konusu mu? 8-) Sizin daha önce böyle bir girişiminiz oldu mu, başka bir alanda çalışmayı ya da iş kurmayı hiç düşündünüz mü? Olduysa mesleği ayrımcılığa maruz kaldınız mı? Bu konudaki deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? 9-) Daha önce ücretli öğretmenlik ya da sözleşmeli öğretmenlik yaptınız mı? Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik hakkında neler düşünüyorsunuz? MEB sizce neden bu tür istihdam modellerini uyguluyor? 10-) Pedogojik formasyon aldınız mı? Almadıysanız yakın zamanda almayı düşünüyor musunuz? 11-) Pedogojik formasyon öğretmenlere neler kazandırıyor? Bu eğitimi alan kimseler bu mesleği daha mı iyi yapıyor? Sizce formasyon öğretmen olmak için elzem bir koşul mu? 12-) Mezun olduktan sonra işsiz kaldınız mı? Kaldıysanız ne kadar sürdü bu durum? 118 13-) İşsizliği nasıl tecrübe ediyorsunuz? Zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz, işsizken gündelik yaşamınızı daha çok hangi faaliyetler meydana getiriyor? (Şu anda işsiz olanlar için) 14-) İşsizken hiç memlekete, yani ailenizin yanına dönmek zorunda kaldınız mı? (Şu anda işsiz olanlar için) 15-) Yaşadığınız işsizlik deneyimi kendi yetersizliğinizle mi ilgili; yoksa bu sorun tamamen Türkiye'nin ekonomi politik yapısından kaynaklanan yapısal bir sorun mu? (Şu anda işsiz olanlar için) 16-) İşsizlik nedeniyle yaşanan öğretmen intiharları hakkında neler düşünüyorsunuz? 17-) İş ararken daha çok hangi yöntemleri kullanıyorsunuz? 18-) Çalıştığınız iş yerinde ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? İş yerinde kendinizi verimli, üretken ve mutlu hissediyor musunuz ya da iş yerine ilişkin belli bir aidiyet duygusuna sahip misiniz? 19-) KPSS sınavı hakkında neler düşünüyorsunuz, sizce bu sınav, öğretmenleri seçme ve belirleme sürecinde uygulanan doğru ve ideal bir yöntem midir? Değilse, en ideal ve doğru olanı nedir, ne olmalıdır? 20-) KPSS sınavına girdiniz mi? Girdiyseniz kaç puan aldınız? Atanmak için kaç puan almanız gerekiyor? 119 21-) Kamuda öğretmenlik yaptığınız zaman daha mutlu, daha üretken ve daha rahat olacağınıza inanıyor musunuz, neden? 120 EK 3: AYÖP GÖRÜŞME FORMU TÜRKİYE'DE NEOLİBERAL İSTİHDAM POLİTİKALARI VE BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ "Ankara'da Ataması Yapılmayan Öğretmenler Üzerine Bir Araştırma" Görüşmenin Yapıldığı Yer ve Tarih: AYÖP Görüşme Formu 1. Adı ve Soyadı 2. Cinsiyeti □ Erkek □ Kadın 3. Yaş 4. Öğrenim Durumu □ Lisans □ Doktora □ Yüksek Lisans □ Post-Doktora 5. Çalıştığı Yer ve Görevi 121 □ Diğer EK 4: AYÖP GÖRÜŞME SORULARI 1-) Biraz AYÖP'ten biraz bahseder misiniz? Ne gibi çalışmalar yürütülüyor, kimler bu platformda görev alıyor ve ne gibi sorumluluklar üstleniyorlar? Öğretmenlerin sorunlarını ne gibi çalışmalarla kamuoyuna duyuruyorsunuz, bugüne kadar yürüttüğünüz faaliyetler nelerdir? 2-) Sizce öğretmenlik eski mesleki saygınlığını devam ettiriyor mu? Geçmişten bu yana meslekte nasıl bir dönüşüm yaşandı, bu konuda neler söylebilirsiniz? 3-) Türkiye'de kamuda uygulanan istihdam politikaları hakkında neler düşünüyorsunuz? Değişen ekonomik ve politik koşullar beyaz yakalıların ve öğretmenlerin gündelik hayatına ne şekilde yansıyor? 4-) Öğretmenler yeteneklerine ve özel becerilerine bağlı olarak işgücü piyasasında daha farklı iş alanlarında çalışabilir mi? İşgücü piyasasında öğretmenlerin farklı iş alanlarında çalışmasını engelleyen dışlayıcı bir mekanizma söz konusu mu? 5-) Ücretli öğretmenlik hakkında neler düşünüyorsunuz? MEB tarafından uygulanan bu istihdam modeli öğretmenlik mesleğine zarar veriyor mu, veriyorsa hangi şekillerde bu meydana gelmektedir? 6-) Pedogojik formasyon öğretmenlere neler kazandırıyor? Bu eğitimi alan kimseler bu mesleği daha mı iyi yapıyor? Sizce pedogojik formasyon öğretmen olmak için elzem bir koşul mu? 122 7-) KPSS sınavı hakkında neler düşünüyorsunuz, sizce bu sınav, öğretmenleri seçme ve belirleme sürecinde uygulanan doğru ve ideal bir yöntem midir? Değilse, en ideal ve doğru olanı nedir, nasıl olmalıdır? 8-) Gezi Parkı Olayları ile Türkiye'de şiddetli bir biçimde uygulanan neoliberal politikalar arasında sizce nasıl bir bağ kurulabilir? Bu olaylarda öğretmenlerin ve diğer beyaz yakalıların rolü nedir? 123 EK 5: ÖRNEK MÜLAKAT GÖRÜŞMESİ B.Ö: Biraz kendinizden bahseder misiniz, neler yapıyorsunuz, kendinizi tanıtmak adına neler söyleyebilirsiniz? H.Ç.S: Gazi Üniversite'si Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Öğretmenliği bölümünden beş yıllık bir eğitim sürecinin ardından 2009 yılında mezun oldum. Mezun olduğumdan bu yana kalıcı herhangi bir işte çalışmadım, sadece alanımla ilgisi olmayan geçici işlerde çalıştım. Şu anda işsizim ve aynı zamanda KPSS sınavına hazırlanmaktayım. B.Ö: Neden bu mesleği seçtiniz? Mesleğinizi seçerken sizi yönlendiren herhangi biri oldu mu; üniversite sınavından aldığınız puan yettiği için mi bu bölüme yerleştiniz; yoksa kendi isteğinizle yaptığınız bilinçli bir tercih miydi? H.Ç.S: Ben bu bölümü puanım yettiği için tercih ettim, ayrıca lisede hocalarımın da yönlendirmesi oldu; ancak özel olarak bu bölüme yerleşmeyi düşünmemiştim, idealim öğretmen olmak değildi. Herhangi bir idealim de yoktu açıkçası. Sadece puanımı değerlendirdim ve bu bölümün benim için uygun olacağını düşündüm. O nedenle bu bölümü seçtim. B.O: Sizce öğretmenlik eski mesleki saygınlığını devam ettiriyor mu? Geçmişten bu yana meslekte nasıl bir dönüşüm yaşandı? Bu konuda neler söylebilirsiniz? 124 H.Ç.S: Yani büyüklerimizden duyduğum kadarıyla ve kendi tecrübelerime göre eski saygınlığı yok artık öğretmenliğin. Açıkçası ben bu dönüşümün ekonomik nedenlerden çok, mevcut eğitimin kalitesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Eskiden daha disiplinli ve daha bilimsel bir eğitim vardı. Şimdi ise ne öğrencilere birşeyler öğretmek ne de öğrencilerin gözünde öğretmenlerin saygınlığını arttırmak adına hiçbirşey yapılmadığı kanaatindeyim. Artık pek çok yerde öğretmenlere kalifiye olmayan birer işçi gibi davranıldığını söyleyebilirim. B.O: Devletin eğitim ve öğretmen politikası nasıl olmalı sence? H.ÇS: Yani, bence devlet öğretmen politikalarını öğrenciye göre belirlemelidir. Nitelikli öğrenciler yetiştirmek istiyorsa kaliteli öğretmenler yetiştirmeye özen göstermelidir; ama devletin bu konudaki düşüncesi eğitimin kalitesinden çok istihdama yönelik olduğu için bu durumda hem öğretmenler hem de öğrenciler mevcut sistemden mağdur olmaktadırlar. B.O: Artık üniversiteler öğretmenden çok eğitim endüstrisine işçi yetiştiriyor. Bunu mu söylemek istiyorsun? H.Ç.S: Çok bariz bir şekilde işçi yetiştirdiğini düşünüyorum. Ne yazık ki sistem yetiştirdiği işçiyi en kötü koşullarda bile istihdam etmeyi beceremiyor. B.Ö: Mesleğinize ilişkin tatmin düzeyiniz ne durumda? Mesleğiniz; sosyal ve ekonomik anlamda tatmin edici mi ve gelecekteki kariyer beklentilerinizi karşılıyor mu? Karşılamıyorsa bunun sebepleri neler olabilir? 125 H.Ç.S: Mesleğim beni tatmin etmiyor; çünkü mesleğimi şu an yapamıyorum. Senelerdir atanamamış vaziyette bekliyorum ve böyle bir durumdan ne gibi bir kariyer beklentim olabilir, onu bilemiyorum. B.Ö: Mesleğini neden yapamıyorsun, neden atanamıyorsun? H.Ç.S: Atanamamamın neden şu; senelerdir KPSS sınavına giriyorum... B.Ö: Yeteri kadar çalışmadan mı sınava giriyorsun? H.Ç.S: Hayır, çalışıyorum elbette. Böyle bir süreçte kendimi sınava tamamen vermem mümkün. değil. Hem sınava çalışıyorum, hem hayatta kalmaya çalışıyorum. Ailemin yanında değilim. Ekonomik anlamda ayakta durmak ve aynı zamanda sınava etkin bir şekilde çalışmak çok zor. Kira paramı çıkarmak için aynı zamanda çalışmam da gerekiyor. Ailemden olabildiğince az destek almaya özen gösteriyorum. Yıllarca benim için çabaladılar ve 4 yıldır mezun olmama rağmen halen onlardan ekonomik destek alıyorum. Bu gerçekten kabul edilecek bir durum değil. Bu yüzden daha önce girdiğim sınavlarda başarısız oldum. Açıkçası, tüm sorun böyle bir sınava mahkum olmakta. B.Ö: Ailenle birlikte yaşamadığını söyledin. Ailen başka bir şehirde ve sen buradasın, yani Ankara'da yaşıyorsun. Aynı zamanda burada bir tür varoluş savaşı vermektesin, bu da sınava dönük motivasyonuna zarar vermekte, doğrumu? H.Ç.S: Kesinlikle doğru. 126 B.Ö: Peki, Türkiye'de kamuda uygulanan istihdam politikaları hakkında neler düşünüyorsun? Değişen ekonomik ve politik koşullar öğretmenlerin gündelik hayatına ne şekilde yansıyor? Bu değişim ve dönüşüm bir öğretmen olarak sizi endişelendiriyor mu? H.Ç.S: Elbette, karşılaştığım her değişim beni ve benim gibileri endişelendiriyor; çünkü hiçbiri bizim yararımıza olmuyor. Devlet nasıl bir istihdam politikası izlerimde başım en az şekilde ağrır biçiminde hareket ediyor. Her değişim de bize negatif bir biçimde yansıyor, müthiş bir istikrarsızlık var. Daha doğrusu kimse geleceğinden emin değil. B.Ö: Bir tür geleceksizlik korkusu mu söz konusu? H.Ç.S: Evet, yani benim buna şahsi bir çözümüm de yok; ama kesinlikle bir korku ve tedirginlik var. B.Ö: Müsadenle yeni bir soruya geçmek istiyorum. Sorum şu: Seninde bildiğin gibi yakın zamanda ülkemizin bir çok bölgesinde gezi parkı olayları yaşandı. Gezi Parkı Olayları ile Türkiye'de uygulanan gençlik politikaları arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Daha çok orta sınıf mensubu gençlerin, yani beyaz yakalıların içinde olduğu bu mücadelenin arka planında hangi bileşenler var, sizce yaşananlar yalnızca yaşam tarzına yönelik baskılar ya da hükümetin anti-çevreci politikalarıyla mı ilgili, yoksa gençleri huzursuz eden daha büyük yapısal sorunlar mı söz konusu? 127 H.Ç.S: Yani, bahsettiğiniz kesim zaten her fırsatta sıkıntılarını hükümete dile getirmişti ve her şekilde bastırılmıştı. Gezi eylemlerinden önce gerçekleşen 1 mayıs olaylarında da devletin halkın tepkilerini ne şekilde bastırmaya çalıştığını hep beraber gördük. Ben gezi eylemlerinde şunu görüyorum: Bahsettiğiniz etkenler kesinlikle var, bunun yanı sıra bu olayların patlak vermesinin arka planında bana göre insanların özel sektörün kölesi haline getirilmesi gerçeği var. Kesinlikle böyle bir sorun var, insanlar bu durumdan çok rahatsız ve gezi olaylarına değin sesini çıkarmaya imkan bulamıyorlardı. Gezi parkının yıkılmasıyla birlikte başlayan protestolar buna bir alt yapı hazırladı diyebilirim. Benim gördüğüm bu şekilde ve neden bunlar daha önce olmadı bunu kestiremiyorum. Demek ki bu tip başka duyarlılıklarla ortaya çıkması gerekiyordu. Çıktı da, halk uyandı ve artık sokaklarda hakkını arayabileceğini biliyor. Halkın devlet tarafından çok sert bir tepkiyle karşılaştığı doğru; ama en azından bir eşik aşıldı, o korku eşiği aşıldı. Bundan sonra devamı gelir diye umut ediyorum ve bekliyorum. B.Ö: Diğer bir soruya geçiyorum, sorum şu: Kendini bu mesleği yapmak zorunda hissediyor musun? Öğretmenler yeteneklerine ve özel becerilerine bağlı olarak işgücü piyasasında daha farklı iş alanlarında çalışabilir mi? İşgücü piyasasında öğretmenlerin farklı iş alanlarında çalışmasını engelleyen dışlayıcı bir mekanizma söz konusu mu? H.Ç.S: Yani, bana göre herkesin farklı iş kollarında çalışmasını engelleyen bir mekanizma var. İnsanlar aslında hiçbir beceri gerektirmeyen işlere alınırken bile kendisinden diploma, sertfika tarzı şeyler bekleniyor ve atanmayı bekleyen öğretmenler de buna en çok maruz olan gruplardan biridir. Kendimizi yetiştirdiğimiz 128 alan öğretmenlik ve bu saatten sonra başka bir işi de yapamayız, çünkü başka bir iş alanda çalışacak kadar vasıflı değiliz. Eğer çalışmamız, hayattta kalmamız gerekirse, en kötü ve en yorucu işlerde çalışmak zorunda bırakılıyoruz. Ben mesela hayatta kalabilmek için kafelerde, barlarda çalışıyorum, geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalıyorum ve oldukça komik ücretlere bunu yapıyorum. Yani, bu konuda karşılaştığım şey bu. B.Ö: Sizin daha önce böyle bir girişiminiz oldu mu, başka bir alanda çalışmayı ya da iş kurmayı hiç düşündünüz mü? Olduysa mesleği ayrımcılığa ya da meslek faşizmine maruz kaldınız mı? Bu konudaki deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? H.Ç.S: Bir iş kurmayı hiç denemedim; çünkü bu hem belli bir tecrübeye, cesareti ve sermayeye sahip olmayı gerektirir. Diğer işlerle ilgili olarak da şunu söyleyebilirim: Zaten çalıştığım işler herhangi bir şeye maruz bırakmıyordu, yani ben öğretmen olduğum için dışlanıcam gibi bir ortama fırsat vermiyordu; çünkü zaten en alt tabakadan işlerde çalışıyordum. Yani bir yerde garson ya da barmen olarak çalıştığınız zaman kimse size şey yapmaz, senin asıl mesleğin ne diye sormaz. Zaten yorucu bir işte ve komik ücretlere çalışan birisinizdir. Bu yüzden bununla ilgili söyleceklerim bunlar. B.Ö: Daha önce ücretli öğretmenlik ya da sözleşmeli öğretmenlik yaptınız mı? Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik hakkında neler düşünüyorsunuz? MEB sizce neden bu tür istihdam modellerini uyguluyor? 129 H.Ç.S: Yani bunlara başvurdum, fakat şartlarım uygun olmadığı için başvurumu devam ettiremedim. Bunun faydalı bir politika olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu da yine bahsettiğimiz şeye karşılık geliyor aslında. Ücretli öğretmenlik belli bir kariyer umuduyla yetiştirilen gençlerin vasıfsız işçiliğe yönlendirilmesinden başka birşey değil. Özlük haklarından yoksun, herhangi bir maddi güvenceden yoksun, tıpkı mevsimlik işçiler gibi görüldükleri için bu modelin faydasız ve biz öğretmenler için talihsiz bir istihdam politikası olduğunu düşünüyorum. B.Ö: Eğitim fakültesi çıkışlı olduğun için eğitiminin son senesinde pedogojik formasyon aldın. Peki sence pedogojik formasyon öğretmenlere neler kazandırıyor? Bu eğitimi alan kimseler bu mesleği daha mı iyi yapıyor? Sizce formasyon öğretmen olmak için elzem bir koşul mu? H.Ç.S: Ben bu konuda bilimsel düşünüyorum. Formasyonun öğretmen olmak için önemli bir kıstas olduğu kanısındayım ve kesinlikle öğretmenliği meslek olarak sürdürmek isteyen herkesin bu süreçten geçmesi gerektiğine inanıyorum; fakat devletin de bu konudaki politikaları yine bahsettiğimiz gibi istihdama gelip dayanıyor. Bir kaldırılıp tekrar yeniden gündeme getiriliyor. İnsanlar da bu konuda oldukça şaşkın vaziyette. Artık kimse işin bilimsel ya da işin öğrenci-öğretmen boyutunda değil, herkes ekmeğinin derdine düşmüş olduğu için pedogojik formasyon da atladığımız, üzerinde durmadığımız meselelerden biri haline geliyor. Ben kesinlikle gerekli olduğunu düşünüyorum. 130 B.Ö: Mezun olduktan sonra işsiz kaldınız mı? Kaldıysanız ne kadar sürdü bu durum? İşsizliği nasıl tecrübe ediyorsunuz? Zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz, işsizken gündelik yaşamınızı daha çok hangi faaliyetler meydana getiriyor? H.Ç.S: İşsizlik sürecinde bulunduğum şehirden ayrılmak istemedim, ailem de bunu destekledi, bu nedenle işsizlik sürecinde ailemin yanına dönmek zorunda kalmadım; ancak kendi başımın çaresine bakabilmek için de burada Ankara'da çeşitli işlerde çalıştım. B.Ö: Ne gibi işler? H.Ç.S: Garsonluk, barmenlik tarzı işler. Bunun dışında, sürekli sınava girip atanma beklemekten sıkıldığım için askerliği de aradan çıkarttım. Askerden döndükten sonra da bu kısır süreci tekrar yaşamaya başladım ve halen yaşamaktayım. Şu anda önümüzdeki KPSS sınavına hazırlanıyorum; ancak çok umutlu değilim. Çünkü müthiş bir yığılma var, nasıl olur bilemiyorum. B.Ö: KPSS'nin olumsuz sonuçlanması durumunda neler yapacaksın, bunun için herhangi bir plan yaptın mı? H.Ç.S: Herhangi bir plan yapmadım; çünkü yapamıyorum ve bunun nedeni de şu: Bunu yapabilmem için kendime bir kariyer planı çıkarmam lazım; fakat mevcut durumda benim tek alternatifim öğretmen olabilmek. Bunu da olamadığım için başka şansım yok. Bahsettiğim türde işlerde çalışarak hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Tek başıma yaşamıyorum, ev arkadaşlarımla birlikte yaşıyorum; çünkü buna 131 zorunluyum. Hayatımı bir çok anlamda küçültmek zorundayım. Bir sürü harcamadan kaçınmak zorundayım. Ben bu şekilde sürdürüyorum hayatımı. B.Ö: Peki işsiz kaldığın süreçte ailenin yanına dönmek zorunda kaldın mı hiç? H.Ç.S: Yani, dönmek zorunda kalmadım; çünkü arkadaşlarım parasız kaldığım dönemde destek oldular. Çünkü benim de onlara destek olacağımı biliyorlardı. Ama benim kadar şanslı olmayanlar olduğunu da biliyorum. Yani ailesinin yanına dönüp senelerce, işsiz bir biçimde onların eline bakan insanlar olduğunu biliyorum. Ama ben öyle bir durumda kalmadım. O bakımdan biraz şanslı görüyorum kendimi. B.Ö: Yaşadığın işsizlik deneyimi sence kendi yetersizliğinle mi ilgili, yoksa bu sorun Türkiye'nin ekonomik politik yapısından kaynaklanan yapısal bir sorun mu? H.Ç.S: Kesinlikle yapısal bir sorun. Yani, bir insanın kendini yetersiz olarak görmesi çok saçma. Türkiye'de çünkü bu işler beceriyle, yeterlilikle yürümüyor, şansla yürüyor. Kim bilir belki bir kaç sene sonra doktorlar da bizimle aynı duruma düşücek. Çünkü onlarda da müthiş bir talep, belki de müthiş bir yığılma var. Atanamayacaklar falan... Yani bu işler şans eseri oluyor ve ben kendimi suçlamak istemiyorum. Zaman zaman insan kendini suçluyor tabiki. Niye böyle yaptım, niye böyle oldu falan... Ama kesinlikle hayır, kesinlikle bu isithdam politikalarıyla ilgili. B.Ö: Bunu kabul etmiyorsun yani? H.Ç.S: Tabiki etmiyorum. 132 B.Ö: Peki daha önce çeşitli yerlerde çalıştığını söyledin. Çalıştığın yerlerde ne gibi zorluklarla karşılaştın? İş yerinde kendini verimli, üretken ve mutlu hissettin mi, çalıştığın yerlerde herhangi bir aidiyet duygusuyla mı hareket ettin? H.Ç.S: Çalıştığım yerlerde... Tabi çalıştığın yere göre de değişen birşey bu. Ama genel olarak insan kendini küçük düşmüş hissediyor böyle bir işte çalıştığı zaman. Yani, siz karşınıza gelen herkese hizmet etmek zorundasınız. Sizi daha iyiye götürecek bir iş yapmıyorsunuz ve severek yaptığım birşey de değildi, sadece hayatta kalmak için...Ve bunun da farkında olarak senelerdir mücadele ediyorum. B.Ö: KPSS sınavı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu sınav öğretmenleri seçme ve belirleme sürecinde uygulanan doğru ve ideal bir yöntem midir? Değilse, doğru ve ideal olan ne olabilir, ne olmalıdır? H.Ç.S: Kesinlikle ideal bir yöntem değil, hatta bunu öğretmenlerin dışına da genelleyebiliriz. KPSS insanları kendi uzmanlıklarında sınayan bir sınav değil, komik bir sınav... B.Ö: Sınava girdin mi hiç? H.Ç.S: Elbette, defalarca girdim. B.Ö: Kaç puan aldın? H.Ç.S: Yani alanlara göre değişiyor... 133 B.Ö: Öğretmenlik puanın kaçtı? H.Ç.S: Ben genelde 85'in üstünde falan alıyorum; ama atanmam bir türlü gerçekleşmiyor. B.Ö: Peki kamuda öğretmenlik yapmayı isityor musun? H.Ç.S: Kesinlikle. Çünkü dershanelerden ya da diğer özel eğitim kurumlarından çok daha avantajlı. Yani sonuçta özlük haklarınız var, sosyal güvenliğiniz var falan... B.Ö: Öğretmen olduğun zaman daha mutlu, daha üretken bir birey haline mi gelcen? H.Ç.S: Ya bu noktadan sonra ne olur bilmiyorum. Çünkü, insan bu kadar süre umutsuzluğa kapıldıktan sonra bir daha kendini nasıl toparlar bilmiyorum. 134 EK 6: KATILIMCI LİSTESİ AdSoyad Yaş Anıl 26 Aslı 28 Aydan 22 Ayla 30 Azize 29 Banu 23 Bengü 30 Burak 24 Burçin 36 Canan 31 Mezun Olduğu Çalışma Deneyimi Okul/Bölüm Niğde Ünv. Beden Eğitimi ve Spor Okulundan yaklaşık 6 ay önce mezun olan Yüksekokulu Anıl şu anda işsiz, bir KPSS dershanesine Beden Eğitimi gidiyor, sınava hazırlanıyor. Öğretmenliği Okul bittikten sonra bir çok dershanede Osmangazi Ünv. çalıştı. Şu anda da bir dershanede Türkçe Fen-Edebiyat Fak. öğretmeni olarak görev yapmakta ve aynı Türk Dili ve Edebiyatı anda pedogojik formasyon eğitimine devam etmektedir. Üniversiteden mezun olduktan sonra Hacettepe Ünv. KPSS sınavına girdi; sınavı Eğitim Fak. kazanamayınca bir dershanede çalışmaya Kimya Öğretmenliği başladı ve halen aynı dershanede görevine devam etmekte. Selçuk Ünv. Mezuniyetten sonra uzun bir dönem işsiz Fen-Edebiyat Fak. kaldı. Şimdilerde ise Ankara'da bir lisede Sosyoloji Bölümü ücretli öğretmenlik yapmaktadır. Şu sıralar işsiz. İŞ-KUR'un açtığı meslek Sakarya Ünv. danışmanlığı sertfika programına devam Fen-Edebiyat Fak. etmekte. Sertfika alınca meslek danışmanı Felsefe Bölümü olmayı planlıyor. Daha önce çeşitli kolejlerde çalışmış; Gazi Ünv. ancak isitkrarlı bir kariyer edinememiş. Eğitim Fak. Şimdi ise özel bir dershanede Tarih Tarih Öğretmenliği Öğretmeni olarak çalışmakta, en büyük ideali kamuda memur olmak. Ankara Ünv. Son olarak bir dershanede rehber öğretmen DTCF olarak çalışırken bir anda işten kovulmuş. Felsefe Bölümü Şimdilerde ise ne yapacağını bilmiyor. Özel bir dershanede fizik öğretmeni olarak Gazi Ünv. çalışmakta olup, kazancı yetersiz olduğu Eğitim Fak. için barınma ve diğer zaruri ihtiyaçlarını Fizik Öğretmenliği gidermek için ailesinden ekonomik destek almaktadır. Gazi Ünv. Bir açıköğretim dershanesinde çalışan Teknik Eğitim fak. Burçin yoğun çalışma koşullarına rağmen Bilgisayar işinden memnun, kamuda öğretmenliği Öğretmenliği artık düşünmüyor. Ondokuz Mayıs Ünv. Özel sektörde öğretmenlik yapıyor, öte Eğitim Fakültesi taraftan kamuya atanmak için KPSS Türkçe Öğretmenliği sınavına hazırlanıyor. 135 Mezuniyetten sonra kısa bir dönem işsiz kaldı; ancak şu anda özel bir kolejde rehber öğretmen olarak görev yapıyor. Mezuniyet sonrası bir süre işsiz kaldıktan sonra bir özel okulun akşam lisesi biriminde ders vermeye başladı. Çeşitli sebeplerden dolayı Ankara'ya yerleşmek zorunda kaldı ve şu anda özel bir kolejde idarecilik yapmaktadır. Gökan yaklaşık iki yıldır işsiz. Haftanın iki günü cep harçlığını çıkarmak için bir kafede part-time garsonluk yapıyor. Frelance çevirmenlik yapan Güner, uzun süre kamuda memur olmak için mücadele vermiş; ancak artık bunu istemiyor. İleride bir ofis kurma hayaliyle yaşıyor. Mezun olduktan sonra bir süre özel ders vererek geçimini sağladı; ancak bunu etik bulmadığı için bıraktı. Şimdi ise özel bir dershanede matematik öğretmeni olarak çalışmakta. Mezun olduktan sonra uzun bir süre Palyaçoluk da dahil olmak üzere geçici pek çok işte düşük ücretlerle çalıştı. Şu anda bir açık öğretim dershanesinde Türkçe öğretmeni. Aynı zamanda müzisyenlik yapıyor. Ebutalip 25 Hacettepe Ünv. Eğitim Fak. PDR Ertuğrul 33 KTÜ Eğitim Fak. Sosyal Bilgiler Öğr. Gökan 27 Hacettepe Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü Güner 36 Hacettepe Ünv. Edebiyat Fakültesi İngiliz Dil Bilimi 24 ODTÜ Fen-Edebiyat Fak. Matematik Felsefe (Yan Dal) 29 Hacettepe Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı 27 Gazi Ünv. Eğitim Fak. Felsefe Grubu Öğr. Yaklaşık 3 yıldır işsiz, KPSS sınavına hazırlanmakta. 33 Bülent Ecevit Ünv. Eğitim Fak. Coğrafya Öğretmenliği AYÖP Ankara temsilcisi, aynı zamanda özel bir dershanede Coğrafya öğretmenliği yapmakta. Hakan Harun Hasan Hasan Basri İlksen 28 Kadir 27 Ondokuz Mayıs Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Matematik Bölümü Gazi Ünv. Eğitim Fak. Coğrafya Öğr Özel bir kolejde akşam lisesi için matematik dersleri veren İlksen, aile desteği ve kolejden kazandığı cüzi ücretlerle geçimini sağlıyor, aynı zamanda KPSS sınavına hazırlanıyor. Yaklaşık iki yıldır işsiz olan Kadir daha önce garsonluk ve fotoğrafçılık yapmış. Şimdi ise KPSS sınavına hazırlanıyor. 136 Kenan 26 Mehmet 32 Murat 23 Murat 25 Serhat 32 Serkan 30 Şahika 26 Ömer Uğur Vadi 23 33 38 Gazi Ünv. Eğitim Fak. Resim Öğretmenliği Kırıkkale Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Gazi Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Matematik Gaiz Ünv. Eğitim Fak. Türkçe Öğr. İstanbul Ünv. Fen-Edebiyat Fak. Matematik Bölümü Selçuk Ünv. Eğitim Fak. Biyoloji Öğretmenliği Hacettepe Ünv. Eğitim Fak. İngilizce Öğretmenliği Ankara Ünv. Eğitim Fak. Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bülent Ecevit Ünv. Eğitim Fak. Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Ankara Ünv. Eğitim Fak. PDR Mezun olduktan sonra bir süre işsiz kalıp, daha sonra reklam ajansında düşük ücretle çalıştı. Son altı aydır özel bir kolejde resim öğretmenliği yapıyor, aynı zamanda yüksek lisans eğitimine devam etmekte. Bir dershanenin KPSS biriminde Türkçe öğretmeni olarak çalışmakta, aynı zamanda KPSS sınavına hazırlanmakta. Şu anda ayda 500 TL karşılığında özel bir dershanede yoğun bir tempoyla çalışmakta. Şu sıralar işsiz olan Murat KPSS sınavına hazırlanıyor, vakit buldukça babasının kuruyemiş dükkanında çalışıyor. Yedi aydan beri işsiz. Özel ders vererek cep harçlığını çıkarıyor ve aynı zamanda KPSS'ye hazırlanıyor. Çeşitli dershanelerde biyoloji öğretmeni olarak çalıştı, şimdi ise özel bir kolejde biyoloji öğretmeni olarak çalışmakta. Yüksek lisans eğitimine devam ediyor, diğer taraftan bir dil dershanesinde parttime olarak çalışıyor. Bir barda garson olarak çalışan Ömer KPSS'den ümidini kesmiş. İleride kendi mekanını açma planları yapıyor. Şu anda işsiz. Daha önce inşaatlarda da çalışmış olan Uğur KPSS sınavına hazırlanıyor. Çeşitli KPSS dershanelerinde öğretmenlik yapmanın yanı sıra çeşitli sektörlerde kendine ait işletmeleri var. 137