finansal liberalizasyon üzerine bir inceleme

advertisement
FİNANSAL
LİBERALİZASYON
ÜZERİNE BİR İNCELEME
Prof. Dr. Yıldırım Beyazıt ÖNAL
2. HAFTA
GİRİŞ
• Özellikle 1990 sonrası dönemde sıklaşan ve
derinleşen finansal kriz olgusu “finansal
liberalizasyon süreci krizlere kapı mı
aralamaktadır?” sorusu etrafında yoğun bir
tartışmayı gündeme getirmiştir.
• Birçok ülkede genellikle ekonomide kamu kesimine
kaynak aktarılması isteği ve/veya zorunluluğu
çerçevesinde fiyatların piyasa koşulları tarafından
belirlenmesine izin verilmemektedir.
• Dolayısıyla baskı altına alınmış ekonomilerde faiz
oranı ve döviz kuru, piyasa koşulları tarafından
belirlenecekleri düzeyden düşük olarak
belirlenmektedir. Enflasyonun varlığı durumunda
faiz oranları negatif bile olabilmekte ve yerel para
aşırı değerlenmektedir.
GİRİŞ
• Baskı altındaki finansal sitemi makroekonomik
istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkartmak ve etkin
olarak çalıştırabilmek için “finansal liberalizasyon”
önerilmektedir.
• Teorik temelini Stanford okulunun tanınmış
iktisatçılarından Mc Kinnon (1973)’un
çalışmalarından alan “Finansal liberalizasyon
kuramı”, neoklasik finans teorisinin gelişmekte
olan ülkelere uyarlanmış versiyonudur. Finansal
liberalizasyonun, tasarrufların dünya ölçeğinde
dağılımını düzenleyeceği ve faiz oranlarını ülkeler
arasında eşitleyeceği varsayımından hareket
eden teorinin temel önermesi şudur.”Finansal
baskının kalkması ve finansal derinleşmenin
sağlanması etkin kaynak dağılımını sağlar ve
ekonomik gelişmeyi hızlandırır.”
GİRİŞ
• Gelişmekte olan ülkelerde faiz oranları üzerine
konulan tavanlar ödünç verilebilir fonların elde
edilebilirliğini olumsuz etkileyerek ekonomik
büyümeyi yavaşlatmakta, bir sonraki aşamada
finans sektörünü daraltmaktadır.
• Finansal sistem üzerine konulan sınırlamalar ve
yükümlülüklerin azaltılması veya ortadan
kaldırılmasının bu sistemde faaliyet gösteren
piyasa ve firmaların daha etkin çalışmalarına,
ekonomi kurallarına uygun olarak faaliyet
göstermelerine ve temel fonksiyonlarını daha iyi
yerine getirmelerine katkıda bulunacağı
öngörülmektedir.
GİRİŞ
• Dar anlamda mevduat ve faiz oranları üzerindeki
kontrollerin kaldırılması şeklinde tanımlanan
finansal liberalizasyon, geniş anlamı ile, farklı
nitelikteki kurumların faaliyetlerini ayıran
sınırlamaların, döviz kontrollerinin azaltılması
veya kaldırılması, yabancı kuruluşların ulusal
finansal sisteme girişlerindeki engellemelerin
azaltılması, yerleşiklerin yabancı finansal
piyasalara girmelerine izin verilmesi ve finansal
kazançlar üzerindeki yüksek oranlı vergilerin
azaltılması gibi unsurları da kapsamaktadır.
• Bu bağlamda finansal liberalizasyon uygulamaları
• 1.)İç finansal liberalizasyon,
• 2.)Dış finansal liberalizasyon
• şeklinde 2’ye ayrılarak incelenebilir.
GİRİŞ
• İç finansal liberalizasyon: Ülke içinde finansal
daralmaya yol açan kontrollerin ve sınırlamaların
kaldırılması anlamında ilk adım olarak nominal
faiz oranlarının hükümet tarafından değil,
bankalar tarafından tespit edilmesiyle faiz
oranlarının arz ve talebe göre para piyasasında
belirlenmesi sağlanır.
• İç finansal serbestleşme, merkez bankasının para
politikası üzerinde kontrolünün azaltılması,
nominal faiz oranlarının piyasada belirlenmesi ve
belirli sektörlere ayrıcalıklı kredi verilmesi (selektif
kredi verilmesi) uygulamalarının terk edilmesi gibi
uygulamaları da içerir İç finansal serbestleşme
ise, yerli para ile yapılan her türlü işlem üzerindeki
kısıtlayıcı faktörlerin kaldırılması yada piyasa
güçlerine etki etmeyecek düzeyde azaltılmasını
ifade eder.
GİRİŞ
• Dış finansal liberalizasyon kapsamında
uluslar arası finansal piyasalar ile
bütünleşmenin sağlanması ve döviz
kurlarının müdahalelerden arındırılarak
piyasa koşullarında belirlenmesi gibi
unsurlar yer almaktadır. Uluslar arası
sermaye hareketlerinin
serbestleştirilmesinden önce Kamu ve para
piyasası dengesinin sağlanmış olması
gerektiği konusunda literatürde ortak bir
kabul bulunmaktadır.
Dış finansal serbestleşmenin üç aşaması
• Birinci aşamada, yurt içinde yerleşikler dış piyasadan
serbestçe borçlanabilmekte, yabancılar ise iç mali
piyasalarda serbestçe plasman yapabilmektedir.
Burada içeriye doğru serbestçe her iki kaynaktan
sermaye girişinde sınırlamaların ve denetimlerin
ortadan kaldırıldığı durum ifade edilmektedir.
• İkinci aşamada, yurt içinde yerleşikler dışarıya
serbestçe sermaye transfer edebilmekte ve varlık
edinebilmekte, yabancılar ise aynı şekilde iç piyasadan
borçlanabilmektedir. Burada dışarıya doğru sermaye
çıkışında sınırlamaların ve denetimlerin kaldırılması
söz konusudur.
• Üçüncü aşamada, yurt içinde yerleşikler yabancı
paralar üzerinden serbestçe bütün işlemleri
yapabilmektedir.
• Bu üç öğeden ilk ikisi sermaye hesabının
serbestleştirilmesinin gereğidir. Sonuncusu ise ilk
ikisiyle birlikte finansal serbestleşmeyi oluşturur.
GİRİŞ
• Dünya genelinde geniş kapsamlı ilk finansal
liberalizasyon uygulamaları 1970’li yılların
sonlarında Latin Amerika Ülkelerinde
gerçekleştirilmiştir. Arjantin, Şili ve Uruguay bu
kapsamda uygulanan yanlış politikalar nedeniyle
olumsuz etkilenmişlerdir. Bu ülkelerin yaşadıkları,
gerekli koruyucu ve düzenleyici mevzuatı oluşturmadan finansal liberalizasyona gitmenin beklenen
sonuçları ortaya çıkarmayacağını göstermiştir.
• Finansal liberalizasyon konusundaki esas gelişme
1980’lerin ortaları ve 1990’ların başlarında ortaya
çıkmıştır. Bu dönemde bütün dünyada finansal
liberalizasyon, en kapalı ülkeler olan Japonya ve
Kore dahil olmak üzere yaygınlaşmıştır. IMF ve
Dünya Bankası gibi kuruluşlar bu süreci
hızlandırmışlardır.
GİRİŞ
• Finansal liberalizasyonda gerçek anlamda
avantajlar olduğu, ancak liberalizasyon
sürecinin tehlikeli olabileceği veri iken,
politika sorunu, sürecin doğasında var olan
bu tehlikeden sakınılarak nasıl
liberalizasyon yapılacağıdır.
FİNANSAL LİBERALLEŞME
• Liberalizasyon; kredilerin hangi fiyattan kime
verileceğini ve kimlerin alacağını belirlemede
yetkiyi piyasaya verme süreci olarak
belirlenebilir. Tam liberalizasyon buna ilaveten,
devletin dikkatli değerlendirmelere dayalı
olarak objektif bir şekilde belirlenmiş kriterleri
karşılayabilen herhangi bir şirketin finansal
hizmetler endüstrisine izin vermesini,
bankalara kendi işlerini serbestçe yapmaları
konusunda otonomi vermesini, finansal
kurumların mülkiyetinden el çekmesini ve
uluslar arası sermaye hareketleri üzerindeki
kontrollerden vazgeçmesini de içermektedir.
FİNANSAL LİBERALLEŞME
• Finansal liberalizasyon ile ilgili 6 boyut
belirtilmektedir:
1. Kredi kontrollerinin kaldırılması,
2. Faiz oranlarının deregülasyonu,
3. Bankacılık sektörüne veya daha geniş
olarak finansal hizmetler endüstrisine giriş
serbestisi,
4. Banka otonomisi,
5. Bankalar için özel mülkiyet,
6. Uluslar arası sermaye akımlarının
liberalizasyonu.
FİNANSAL LİBERALLEŞME
•
Birçok gelişmekte olan ülke 1973’te finansal
olarak baskı altında olmakla birlikte bazı bölgesel
farklılıklar bulunmaktaydı. Joseph Stiglitz ve
Moarilou Uy (1996), Doğu Asya’daki finansal
baskının diğer gelişmekte olan ülkelerdekinden
farklılık gösteren 6 duruma dikkati
çekmektedirler. Bunlar:
1. Kredi politikalarını hızlı bir şekilde değiştirme
istekliliğinin olması,
2. Doğu Asya’da yönlendirilmiş kredilerin büyük bir
bölümünün özel sektör teşebbüslerine kanalize edilmiş
olması,
3. Yönlendirilmiş kredi programlarına kılavuzluk etmede
performans kriterinin kullanılması,
4. Doğrudan sübvansiyonların üzerindeki sınırlamalar,
5. Yönlendirilmiş kredi oranları üzerindeki kısıtlamalar,
6. Etkin bir denetim.
•
LİBERALİZASYON SÜRECİ
Avustralya, Fransa, Japonya ve Yeni Zelanda
finansal sektörlerini 1980’lerin ortalarında hızlı bir
şekilde deregüle etmişlerdir. Avustralya 1982 de
banka kredi rehberliği uygulamasını ve 1987 ye
kadar bütün faiz oranı kontrollerini kaldırmıştır. Yeni
Zelanda 1984’den 1985’e kadar iki yıllık süre
boyunca bütün kredi ve faiz oranı kontrollerini
kaldırmıştır. Fransa ve Japonya daha tedrici bir yol
tercih etmişlerdir. Japonya 1979’da faiz oranlarını
deregüle etmeye başlamış ancak 1990’ların
ortalarına kadar tam olarak serbestleştirmemiştir.
Yönlendirilmiş kredi uygulaması ancak 1990’larda
tamamen terk edilmiştir. Fransız hükümet,
sübvansiyon amaçlı krediler üzerinde tek bir faiz
oranına geçerek öncelikli sektörlere kredi verme
uygulamasını, 1980’ler boyunca aşamalı olarak
kaldırmıştır.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
•
Finansal liberalizasyonun hızı, Latin Amerika
ülkelerinde diğer gelişmekte olan ülkelerde-kinden
daha hızlı olmakla birlikte, bu ülkelerde daha fazla
tersine dönen reform örnekleri yaşanmıştır. Şili ilk
olarak 1970’lerin sonunda bir liberalizasyon yapmış;
faiz oranları üzerindeki tüm kontrolleri kaldırmış,
ulusal bankaları özelleştirmiş, yerel bankalar uluslar
arası nitelik kazanmış, yabancı banka ve banka dışı
finansal kurumların sisteme girişleri teşvik edilmiş ve
sermaye kontrolleri azaltılmıştır. Arjantin’de de
1970’lerin sonlarında yönlendirilmiş kredi ve fazi
oranı kontrolleri kaldırılmış ve sermaye akımları
serbestleştirilmiştir. Bununla birlikte, hem Arjantin
hem de Şili’de 1980’lerin başlarında yaşanan finansal
kriz sonrasında sermaye kontrolleri yeniden
koyulmuş ve çok sayıda banka kamulaştırmasına
gidildiği görülmüştür.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
•
•
Literatürde ticari reform, finansal sektör reformu
için en önemli reel sektör ön koşullarından biri
olarak tanımlanır. Deregüle edilmiş bir finansal
sistem, fonları en karlı endüstrilere kanalize
edecektir ve fiyat sistemi yoğun korumanın
beraberinde getirdiği yanlış yönlendirilmiş
teşviklerden ziyade, kıtlık hakkındaki doğru
bilgiyi açığa çıkardığı zaman bunlar sosyal en
çok arzulanır endüstriler olacaktır.
Finansal liberalizasyon öncesinde, ölçülü bir
denetleme sisteminin oluşturulması ve bu
sistemde görev alabilecek personeli işe
alacakların siyasi otoriteden bağımsız olması ve
bu personelin gelir düzeyinin oldukça iyi bir
pozisyonda olması tavsiyesini yerine getiren
ülkelerin oldukça az sayıda olduğu görülmektedir
LİBERALİZASYON SÜRECİ
• Fakat denetleme sistemi, yıllardır ulaşması
gereken en yüksek noktasının daha
ortalarında olduğu düşünülmektedir. Bu
durum; bankaların türev işlemlere geniş
katılımları sonucunu doğurur ki bu durum;
bir bankanın hem kendi piyasa
pozisyonundaki, hem de ticaretini yaptığı
aktiflerin piyasa fiyatlarındaki değişiklerin
bir sonucu olarak aktiflerin piyasa
fiyatlarındaki değişikliklerin bir sonucu
olarak riske maruz kalma pozisyonunun
her saat değişebileceği anlamına
gelmektedir.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
•
Geleneksel görüş; makro ekonomik istikrar
oluşturulup, reel reformlar tamamlanıp ve bir
denetleme sistemi oluşturulduktan sonra, ülkelerin
faiz oranlarını ve kredi akımlarını liberalize etmeleri
gerekliliğine olan vurgusunu devam ettirirken, başka
koşulların da gerekliliğini öne süren gizli fakat, belirgin
bir eğilimin geliştiği görülmektedir. Özellikle Stiglitz
(1994), finansal piyasalardaki piyasa
başarısızlıklarının politik yansımalarını etkili bir
şekilde incelediği çalışmasında; bankaların iflas
etmeyecek kadar büyük olmalarının sağladığı gizli
sübvansiyonu kullanmalarını önlemek ve mevduat
toplamak için rekabet etmek suretiyle varlığını
sürdürmek için büyük risk alma olasılığına karşın
koruma sağlamak için mevduat faiz oranlarının hazine
bonosu faiz oranlarına bağlanması gerektiği
sonucuna ulaşmaktadır.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
• Caprio (1995); faiz oranlarının ancak şu üç
koşul karşılandığında liberalize edilmesi
gerektiğini öne sürmektedir:
1. Bankaların pozitif net değerlerinin olması,
2. Banka yöneticilerinin, kredi risklerini
değerlendirme kabiliyetleri açısından
yeterli deneyime sahip olmaları,
3. Finansal piyasaların standart koşullara
ilaveten rekabet edebilir durumda olmaları.
• Çok az ülke bu tür bir örnek öneriyi takip
etmiştir.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
•
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Kısa vadeli sermaye girişlerinin ölçülü
liberalizasyonu için gerekli ön koşullar;
Sermaye kontrolleri kaldırılmadan en az iki yıl önce
ticari liberalizasyonun başlatılması,
Kontrollerin kaldırılmasına kadar olan üç yıl içinde
ortalama mali açığın GSYİH’nın %5’inden daha az
olması,
Deregülasyondan en az iki yıl önce, yurt içi finansal
liberalizasyonun başlatılması,
Deregülasyondan en az iki yıl önce yerli ve yabancı
bankaların bankacılık sektörüne girişlerinin
serbestleştirilmesi,
Bankacılık sektöründe kamu mülkiyetinin
deregülasyondan en az iki yıl önce %40’ın altına
düşürülmesi,
Piyasa esaslı bir sisteme göre uyarlanmış, ölçülü bir
düzenleme ve denetleme sisteminin kurulması.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
• Fischer ve Resien (1992) ve Williamson
(1993)’e göre sermaye çıkışlarının
liberalizasyonu için uygun ön koşullar ise
aşağıdaki gibidir:
1. Yurt içi faiz oranlarının liberalizasyonu,
2. Sürekli olduğu algılanan bir politik rejim (en
azından süreklilik gösteren 4 yıllık bir
iktidar),
3. Kontrollerin kaldırılmasından önceki üç
yılda GSYİH’nın %5’inden daha az bir mali
açık olarak tanımlanan bir mali disiplin,
4. Vergi tabanındaki aşınmayı sınırlamaya
yönelik düzenlemeler.
LİBERALİZASYON SÜRECİ
•
McKinnon (1973) ve Shaw (1973), faiz oranlarının
piyasa koşullarına göre oluşacak değerlerinin
altında olduğu bir ekonomide, optimalin altında bir
tasarruf miktarı ortaya çıkacağı, bunun da
yatırıma yönelecek fonları azaltacağını öne
sürmüşlerdi. Tasarrufların daha küçük bir kısmı
formel finansal sistem vasıtasıyla kanalize
edilecek, bu da muhtemelen daha az etkin bir
yatırım dağılımı ile sonuçlanacaktır. Buna ilaveten
düşük faiz oranları, düşük getirili projeleri karlı
hale getirecek ve böylece banka kredi
kararlarında bir tesadüfilik derecesi bir veri iken
çok sayıda düşük getirili yatırım olacak, ve bu da
yatırımlar üzerindeki ortalama getiri oranlarının
azalmasına katkıda bulunacaktır.
LİBERALİZASYON
• Finansal liberalizasyonun; krizlere yol
açacağı korkusu ilk olarak Carlos DiazAlejandro’nun
1985’deki
“Good-bye
Financial Repression, Hello Financial
Crash” başlıklı makalesinde gündeme
getirilmiştir.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
• Bu bölümde serbestleşme teorisinin tarihsel
gelişim süreci, serbestleşme teorisinin
eleştirisi, teori ile pratik uygulamaların
karşılaştırılması yer almaktadır.
• 1945-1980 Altın Çağ
• Kısa vadeli spekülatif sermaye
hareketlerinin doğmasına ya da güç
kazanmasına neden olan gelişim süreci,
1970’lerin sonunda, “Altın Çağ” olarak
adlandırılan dönemin kapanması ile
başlamıştır.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
Altın Çağ, ikinci dünya savaşından sonraki 30 yıllık
zamanı kapsayan şimdikine nazaran daha eşitlikçi
ve sosyal bir dönemdi. Dönemin siyasal atmosferine
yöneldiğimizde, karşımıza iki kutuplu bir yapı
çıkmaktadır Bu siyasal yapının ticari ilişkilere
yansıması sonucunda, ülkelerin şimdikine göre
dünya ekonomisi ile daha az entegre olduklarını
söylenebilir. Dış dünya ile yapılan ticaretin de kutup
içerisindeki ülkelerle olduğunu belirtilmelidir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyinden ziyade, hangi bloğa
ait olduğunun önem taşıdığı bu dönemde az
gelişmiş ülkeler gelişmiş ülkelerden birçok taviz
koparmışlardır. Kalkınma iktisadının, bu dönemin
ürünü olması, gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelere
verdikleri önemin ayrı bir göstergesi olarak kabul
edilmelidir.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
• Finansal piyasaların denetimli olması,
hükümetlere ekonomi politikalarında güçlü
olma ve ekonomiyi geliştirmeye ilişkin
politikalara rahatça uygulama olanağı verdi;
döviz fiyatları ve faiz hadleri denetim altında
tutuldu ve göreli istikrarı korudu. Enflasyon
hızları hemen her yerde düşük düzeylerde
kaldı. Fakir Güney’den zengin Kuzey’e
doğru işçi hareketleri ve ters yöndeki
dolaysız yatırımlar, her iki kesime de yarar
sağladı. Çoğunluğu resmi kredilerden
oluşan dış yardımlar çerçevesinde az
gelişmiş ülkelerin gelişmesine önemli katkı
oldu”.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
Ülkelerarası düzeyden ülke düzeyine
inildiğinde, uluslararası ticaret düzeyindeki
kapalılığın az gelişmiş ülkelerin ekonomi
politikalarına “ithal ikameci” model olarak
yansıdığı görülmektedir. Modelin özü, az
gelişmiş ülkenin ithal ettiği yatırım mallarının
ülke içerisinde üretilmesidir. Model içerisinde,
bu malları ülke içerisinde üretecek sektörler
desteklenmektedir. Ülke içerisindeki ücretli
kesim, bu malları satın alacak talep olarak
görüldüğünden, ücretli kesimin kazanımının
yüksek olması sistemin devamını
sağlayacaktır. Daha basit bir anlatımla, sınıflar
arasında denge kurulacaktır.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
1980’ler ve Finansal Serbestleşme
1970’li yılların ortalarından itibaren sistem, kar
oranlarının düşmesi ile sıkıntı içerisine girmiştir.
Uluslararası para sisteminin sona ermesi ve
petrol şokları sorunların giderek artmasına
neden olmuştur. Sonuçta, dünya stagflasyonist
baskı ile karşı karşıya kalmıştır. Dünyanın önde
gelen büyük batı ekonomileri çözümü, üretim
sistemi olarak Post-Fordizm’e yönelmekte,
ekonomik düzen olarak da tam serbestleşmeye
geçişte bulmuşlardır. Burada tam serbestleşme
terimi büyük batı ekonomilerinin 1960’ların
ortalarında kısmi anlamda serbestleşme
yaptıklarını belirtmek için kullanılmıştır.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
• Serbestleşme , devletin üretim araçları
sahipliğinin ve ekonomiyi yönlendirme
gücünün elinden alınması ya da özel
sektöre devri anlamına gelmektedir. Bu
görüşün savunucularına göre, devlet bu
kaynakları ve gücü etkin olmayan bir
biçimde kullanmakta ve yönetmektedir.
Devletin bu varlığı ve gücü elinden alınırsa,
ekonominin içinde bulunduğu kriz
ortamından çıkış sağlanacaktır.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
Özelleştirme, devletin kaynaklar üzerindeki
yetkisinin özel sektöre devredilmesi anlamına
gelmektedir. Serbestleşme sürecinin pratiğe
uygulanmasının en önemli göstergesidir. ABD ve
İngiltere de yoğun bir biçimde başlayan bu
uygulamalar, SSCB’nin yıkılması ile büyük bir hız
kazanarak tüm dünyaya yayılmıştır. Bu dönemde
devletin sadece üretim araçları sahipliğinden değil
aynı zamanda ekonomiye yön veren yetki ve
düzenleme güçlerinden de çekilmesi istenmektedir.
Deregülasyon, düzenlemeden (kurallardan)
arındırma anlamını taşıyıp, 1980’lerle birlikte
devletin yetki ve düzenleme gücünden arındırılması
anlamına gelmiştir. Peki kurallardan arındırma
sonrasında ne olması beklenmektedir ? Neden
böyle bir ihtiyaç duyulmuştur?
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
•
Neo-Klasik Finansal Serbestleşme Teorisi
Bu sorunun cevabı, McKinnon(1973) ve Shaw(1973)
öncülüğünde temeli atılan ve daha sonra Kapur,
Galbis, Vogel, Buser, Mathieson, Roubini ve Martin
gibi iktisatçılar tarafından geliştirilen finansal serbestleştirme teorisinde yatmaktadır. McKinnon ve Shaw
ikilisi, 1973 yılında birbirlerinden bağımsız yayınladıkları kitaplarda ve daha sonra makalelerde finansal
serbestleşme teorisinin: finansal baskı ve finansal
derinlik kavramı üzerine oturduğunu belirtmişlerdir.
“Genelde, mali sektördeki her türlü kısıtlamayı ve
müdahaleyi kapsayacak şekilde kullanılan ve özelde
negatif reel faiz politikaları şeklinde uygulanan iktisat
politikaları McKinnon ve Shaw tarafından “mali baskı”
olarak adlandırılmaktadır”.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
•
Yazarlar sadece mali sektör üzerindeki baskının değil
aynı zamanda mali sektörün dünya ile entegrasyonunu
sağlayacak dış ticaret ve sermaye hareketleri üzerindeki
baskıların da kaldırılmasını istemektedirler.
“McKinnon öncelikle sermaye hareketlerindeki kısıtların
kaldırılması, daha sonra dış ticaret, mali piyasalar ve mal
piyasasının önündeki engellerin kaldırılması biçiminde bir
sıralama bulunduğunu ima eder”. Bir bütün olarak
düşündüğümüzde, finans sisteminin ilişkide olduğu bütün
yapıların serbestleşmesi gerekmektedir.
İki yazar mali baskının en önemli unsurunun negatif reel
faizler olduğunu belirtmektedirler. Negatif reel faizler,
tasarrufları azaltacaktır. Faizler artırıldığı takdirde,
tasarruflar artacak ve büyüme sağlanacaktır. İşte tam bu
noktada karşımıza finansal derinlik kavramı çıkmaktadır.
Shaw’ın bu konu hakkındaki görüşünü, aşağıda sunulan
alıntı çok açık bir şekilde sunmaktadır.
DÜNYA’DA FİNANSAL SERBESTLEŞME
• “Reel faizlerin yüksek olduğu yerde, finans
sistemi derinlik kazanır”. Bu noktada yüksek
faizlerin finans sistemine girmemiş
tasarrufları çekeceği ve yüksek kazanç
sağlayacağından hareket edilerek bu
sonuca ulaşılabilinir.
• Sonuç olarak, ülkelerin büyümesi finansal
serbestleşme ile gerçekleşecektir. Bu
serbestleşmenin gerçekleşmesi için
genelde finansal baskının özelde ise negatif
reel faizlerin kaldırılması gerekmektedir.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
Son 20 yıllık süreçte gelişmekte olan birçok ülke
mali liberalleşme çabaları içerisinde olmuşlardır.
Bu çabaların temel nedeni finansman kısıtının
baskısı altında tutulan ekonomilerde kaynakların
dağılımındaki etkinliğin bozulduğunun
farkedilmesi ve amaçlanan büyüme oranlarına
ulaşılamamasıdır. Bu çabaların hayata
geçirilmesinde kredi kontrollerinin kaldırılması ve
reel mevduat ve kredi faiz oranlarının negatif
oranlardan pozitif oranlara çekilmesi en sık
rastlanan örnekler olarak gösterilebilir. Mali
liberalleşmenin nihai amacı ise tasarrufların
artırılması, yabancı sermaye girişinin
özendirilmesi ve mali kaynakların kullanımında
etkinliğin güçlendirilmesidir.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
24 Ocak 1980 programı, ana çizgisiyle 1988
yılının sonuna kadar iktisat politikalarına
damgasının vuran ve zaman içinde yeni öğelerin
eklenmesiyle zenginleşen bir bütünlük taşır.
Baştan sona kadar alternatifsiz ve çok yoğun bir
ideolojik kampanyayla kamuoyuna sunulan bu
neoliberal model Türkiye ve Dünya için orijinal bir
model değildir. Kararlar 70’li yıllarda IMF’in dış
tıkanma koşulları altında bunalan pek çok az
gelişmiş ülkeye dayattığı standart istikrar politikası
paketi ile daha ziyade Dünya Bankası tarafından
geliştirilen tipik bir yapısal uyum programının tüm
bilinen unsurlarını içermektedir.
1980 öncesinde finansal piyasaların durumu
şu şekilde özetlenebilir:
• Mevduat ve kredi faiz oranları kontrol altındaydı,
yüksek ve dalgalı enflasyon ortamında kredi ve
mevduat reel faiz oranları çoğunlukla negatifti.
• Bankaların ve mevduat sahiplerinin döviz işlemlerine
önemli kısıtlar getirilmişti (kambiyo kısıtlamaları).
• Kişilerin portföylerinde döviz bulundurma olanakları
yoktu.
• Tercihli kredi yolu ile birçok sektöre sübvansiyon
sağlanmaktaydı. Merkez Bankası para politikasının
oluşturulmasında tercihli krediler önemli yer
tutmaktaydı.
• Kalkınmada öncelikli sektörlere ucuz kredi
sağlanmaktaydı.
• Mali piyasalarda gerçekleşen işlemler ve buradan
elde edilen gelirler göreli olarak daha fazla
vergilendirilmekteydi. Aracılık hizmetinin maliyeti
yüksekti.
• Kurumsallaşmış bir mali sistem yoktu.
1980 öncesinde finansal piyasaların durumu
şu şekilde özetlenebilir:
• Yabancı ve yerli bankaların mali sisteme
katılmalarına (entry) önemli kısıtlar
getirilmekteydi.
• Şirketlerin yegane finansman kaynağı banka
kredileriydi. Menkul kıymet piyasası
olmaması nedeniyle şirketlerin hisselerini
satarak finansman sağlama imkanları yoktu.
Pay sahipliği yolu ile çok ortaklı şirketlerin
oluşması denenmiş, büyük başarısızlıkla
karşılaşılmıştı (işçi şirketleri).
• Disponibilite ve zorunlu karşılık oranları
göreli olarak yüksekti.
• TL piyasası yok denecek kadar azdı.
• Şirket ve banka sahipliği içiçe geçmişti.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
• Tüm yukarıda sayılan öğeler mali sistemin
etkinliğini önemli ölçüde azaltmaktaydı.
• 24 Ocak 1980 istikrar kararı ile iki önemli tercihte
bulunulmuştur. Enflasyonun önlenmesi ve dış ödeme
sorunu yaşamamak için ihracatın arttırılmasıdır. Diğer
yandan yatırım ve üretimin arttırılması, istihdamın
arttırılması ve sosyal güvenliğin sağlanması gibi
amaçlar söz konusudur. Bu amaçların
gerçekleştirilmesi için, dışa açık serbest piyasa
koşullarının uygulandığı, ihracata dayalı bir ekonomik
yapılanma içine girilmiştir. Bu çerçevede dış ticarette
korumacılık ve miktar sınırlamaları kaldırılmış, sabit kur
rejimi terk edilmiş ve ihracata yönelik üretim her
yönüyle teşvik edilmiştir. 1980 yılından itibaren aşama
aşama uygulamaya konularak, Gümrük Birliği
anlaşmasıyla liberalizasyon süreci tamamlanmıştır.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
1980 yılında Türkiye büyük bir istikrar ve yapısal
değişim programına başladı. Programın amaçları
finansal derinleşme, daha yüksek tasarruf, yatırım ve
büyüme oranları, dış pazarlarla rekabet ve artan
kaynak etkinliğiydi. Finansal liberalizasyonun bir hedefi
de daha önceleri kontrol edilen nominal faizlerin enflasyonun altında kalması nedeniyle eksi olan reel faizlerin
artıya çekilmesiydi. 24 Ocak 1980’de açıklanan istikrar
programının ana öğesi Türkiye’nin ithal ikameci
büyüme modelinden dışa açık bir büyüme modeline
geçmeyi amaçlamasıydı. İstikrar programının mali
kesimi ilgilendiren bölümünde ise devletin fonksiyonlarının azaltılarak, bütçe açığının daraltılmasının ve
sistemin fonlarının yönünü mali sektöre çevirme isteğinin bulunduğu söylenebilir. Bir ekonomide mali sektörün rolü, fon fazlası bulunan sektörlerden fon açığı bulunan sektörlere kaynakları en az maliyetle aktarmaktır.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
Yapısal reformlara dayanan istikrar
programlarında serbest piyasa ekonomisinin
artacak rolü vurgulanmakta ve makroekonomik
istikrar ve ekonomik büyümenin, kaynakların en
etkin bir biçimde kullanılması ile mümkün olacağı,
bunun için de mali liberalleşmenin programın
ayrılmaz bir parçası olduğunun altı çizilmektedir.
Mali sektörde liberalleşme çabalarının başladığı
ekonomik ortama gözatıldığında enflasyonun
yüksek ve dalgalı, kamu açıklarının yüksek ve
bankaların denetiminin yetersiz olduğu göze
çarpmaktır. Programın uygulamaya konduğu 1980
yılında mali sistemin büyüklüğünün GSMH’ya
oranı yüzde 15.6 ve reel faiz oranları negatif
olarak yüzde 25 ila yüzde 50 arasında
değişmektedir.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
1981 yılında ticaretin liberalizasyonuyla başlayan
Türkiye ekonomisindeki dönüşüm süreci, 1989
yılında yürürlüğe giren 32 sayılı konvertibiliteye
geçiş kararıyla finansal liberalizasyonun
temellerini de atmıştır. Türkiye’de sermaye
hareketlerinin liberalleştirilmesi çalışmaları
1980’lerde yürütülen ekonomik ve finansal
reformlarla bağlantılı olarak başlatılmıştır.
1980’den önce sermaye hareketleri döviz
işlemlerine ilişkin düzenlemelerle kontrol
ediliyordu. Liberalleşme sürecindeki kararnameler
ile sermaye hareketleri kısmen liberalleştirilmiş
ancak süreç 1989 yılında tamamlanmıştır.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
• 1985 ve 1986 yıllarında devlet iç borçlanma
senetlerinin ihale ile satılmasına başlanmasının
ardından bankalar arası para piyasası
oluşturulmuş, devlet iç borçlanma senetlerinin ihale
ile satışının gerçekleşmesinden sonra kamu
finansman açığının önemli bir bölümü para ve
sermaye piyasasından karşılanmaya başlanmıştır.
Kamu kesiminin Merkez Bankası kaynaklarına olan
başvuruları azalmıştır. 1987 yılı Merkez Bankasının
klasik anlamda Merkez Bankacılığı işlevini yerine
getirmesini sağlamak ve para politikası
uygulamasına geçişi hızlandırmak amacıyla
kurumsal düzenlemelere hız verildiği yıl olmuştur.
32 No’lu Kararname 11 Ağustos 1989 tarihinde Resmi
Gazete’de yayımlanmıştır.
•
Bu kararname ve ilgili düzenlemelerle sermaye hareketleri tamamen
liberalleştirilmiş ve konvertibiliteye yönelik en önemli adımlar da atılmıştır. 32
No’lu kararnameyle getirilen temel düzenlemeler şöyledir:
•
Türkiye’de yerleşik kişiler, bankalar ve özel finans kurumlarından hiç bir sınırlama olmaksızın döviz
alabilirler ve döviz bulundurmak için herhangi bir kısıtlamaya tâbi değildirler.
Türkiye’de yerleşik kişiler, Türkiye’de yerleşik olmayan kişilere verdikleri her türlü hizmet karşılığında
aldıkları dövizi ülke içine getirebilirler.
Yurtdışında yerleşik kişilerin İMKB’de kote edilmiş ve SPK izniyle çıkarılmış her türlü menkul kıymeti
alma ve satmaları serbesttir.
Türkiye’de yerleşik kişilerin bankalar ve özel finans kurumları vasıtasıyla yabancı borsalarda kote
edilmiş menkul kıymetleri; Merkez Bankası tarafından alım-satımı yapılan yabancı para birimleri
cinsinden hazine bonosu ve devlet tahvili satın alıp satmaları ve bu kıymetlerin alış bedellerini
yurtdışına transfer etmeleri serb..
Türkiye’de yerleşik kişilerin (TYK), yurtdışında menkul kıymet çıkarmaları, piyasaya sürmeleri ve
satmal.serb.TYK’nin yurt dışından menkul kıymet getirmeleri ve yanlarında yurt dışına çıkarmaları serb.
Yabancı sermayenin satışından ya da tasfiyesinden doğan gelirler bankalar ya da özel finans kurumları
aracılığıyla ülke dışına transfer edilebilir.
Yurtdışından döviz kredisi almak serbesttir.
Türkiye’de yerleşik olmayan kişilerin Türk lirası hesap açtırmaları ve bu
hesaplara ilişkin ana para ve faizleri Türk lirası ya da döviz olarak transfer ettirmeleri serbesttir.
Gayri menkul satışları üzerindeki yasak kaldırılmıştır ve gayri menkul
satışından elde edilen gelirin transfer ettirilmesi serbesttir.
Türkiye’de yerleşik olmayan kişilerin döviz alma ve transfer ettirmeleri ve yurt dışına TL gönderme.serb.
Bankalar ve özel finans kurumları ithalat, ihracat ve görünmez transferler dışında 500.000 ABD doları
ya da eşdeğeri döviz tutarını aşan transferleri bildirmekle yükümlüdürler.
Türkiye’de yerleşik kişilerin yurtdışında temsilcilik ve irtibat büroları vb. açmaları serbesttir.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
1986 yılında mali piyasalarda görülen önemli
gelişmelerden bir tanesi de 2 Nisan 1986 tarihinde
bankalar arası para piyasasının kurulması, İstanbul
Menkul Kıymetler Borsasının açılması ve Sermaye
Piyasası Kurulu’nun izniyle piyasaya kazandırılan kısa
vadeli araçlarla mali araçların çeşitlendirilmesidir. Bankalar
arası para piyasasının kurulması Merkez Bankasına
parsasal gelişmeleri yakından izleme olanağı sağlamıştır.
İMKB’nin de açılmasının da etkisiyle ikinci piyasalarda
işlem hacmi belirgin bir artış göstermiştir. Bankalar arası
piyasanın kurulması, mali araçları çeşitlenmesi ve ikincil
piyasaların genişlemesi Merkez Bankasının açık piyasa
işlemlerine geçebilmesine ve para politikasının daha etkin
yürütülmesine yardımcı olacak gelişmelerdir. Mali
piyasaların gelişmesi ile dolaşıma çıkan paranın nakit
ihtiyacı bulunana kesimlere yönelmesi mümkün
olmaktadır. Böylece atıl fonlar değerlendirilmekte ve
Merkez Bankası kaynaklarına olan talep azalmaktadır.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
• 1990 sonrası dönemde patlak veren iki büyük kriz,
Türkiye'deki finansal serbestleşme ile yakından ilgilidir. 32
sayılı Kararname ile birlikte, Türk finans piyasaları kısa
vadeli sıcak paranın spekülasyonuna açılması ile ulusal
piyasalarda merkez bankası, döviz, kur ve faiz oranlarını
birbirinden bağımsız birer politika aracı olarak kullanabilme
olanağını kaybetmiş ve finans piyasaları kısa vadeli
spekülatif yabancı sermaye hareketlerinin denetimi altına
girmiştir. Türkiye ekonomisinde 1980’li yıllarda gözlenen
makul genişlemeyi, 1990’daki toplam talep kaynaklı
canlanma ve 1991 körfez krizi dönemindeki keskin daralma
izlemiştir. 1989’da Türkiye’nin sermaye hesabında
gerçekleşen serbestleşme, yerli varlık piyasalarına sıcak
para akımları likidite girişi olmasının yolunu açmıştır. Net
portföy yatırımlarında 1990’lı yıllarda ani dalgalanmalar
meydana gelmiştir (1993: 3.9 milyar ABD doları, 1998: - 6.7
milyar ABD doları).
Tablo 7: Türkiye’de Mali Sektördeki Düzenlemeler
Haziran 1982
Bankalara döviz pozisyonu tutma serbestisi verilmiştir. Kambiyo işlemleri
düzenlenmiştir.
1983
•Bakanlar Kuruluna geri dönmeyen krediler konusunda yetki verilmiştir.
•Sermaye Piyasası Kulu göreve başlamıştır.
•29.12.1983’te TPKK hk. 28 sayılı karara göre bankalar TCMB tarafından
belirlenen alt ve üst sınırlar içinde kalarak serbestçe döviz alım satımı
yapabileceklerdir. Vadeli ve vadesiz döviz tevdiat hesapları açabileceklerdir.
7 Temmuz 1984
30 sayılı karar ile yurtiçinde ikamet edenlerin döviz taşımaları, ticari bankalarda
döviz cinsinden hesap açtırmaları, nakit döviz çekmeleri ve yurtdışına döviz
transfer etmeleri serbest bırakılmıştır. MB’nın sadece dolar kurunu ilan etmesi
benimsenmiştir.
1985
•MB haftalık ihaleler ile tahvil ve bono ihraç etmeye başlamıştır.
•3218 Sayılı Serbest Bölgeler Kanunu ile 1999 yılı sonunda 17 serbest bölge
faaliyete geçmiştir.
•Bankalar ihracat ve görünmeyen kalemler nedeniyle yaptıkları döviz
alımlarının%20’sini TCMB’na devredeceklerdir.(zorunlu devir)
•01.06.1985’te 95/6990 Sayılı Yabancı Sermaye Çerçeve Kararı ile yabancı
yatırımcılar yerli yatırımcılarla aynı hak ve sorumluluklara sahip olmuşlardır.
Tablo 7: Türkiye’de Mali Sektördeki Düzenlemeler
Nisan 1986 Bankalararası para piyasası (interbank) yasalaşmıştır.
Temmuz 1987
1 yıllık mevduat faiz oranları serbest bırakılmıştır.
11 Ağustos 1989 TPKK hk.32 sayılı karar çıkmıştır. Yurtdışındaki yerleşiklerin Türk
menkul kıymetlerini, yurtiçinde yabancıların menkul kıymetleri alıpsatmaları serbest bırakılmıştır.
Ağustos 1992
Repo( geri satın alma vaadi ile menkul kıymet satışı)na ilişkin tebliğ
yayınlanmıştır.
1997 Serbest bölge statüsünde işlem yapacak olan İMKB uluslarası Serbest
Bölgesi kurulmuştur.Çeşitli ülkelerin ve Türkiye’deki menkul kıymetlerin
ihraç işlemleri, ikinci el işlemleri kur ve vergi muafiyetleriyle
yapılabilecektir.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
Sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesinden sonra
ekonomik faaliyetler çok daha kırılgan ve oynak hâle
gelmiştir. İstikrarsız faiz oranları ve döviz kurları ve
hükümetin finansal piyasalardaki ağırlığı vadelerin ve
ekonomik birimlerin geleceğe yönelik planlama
dönemlerinin daha da kısalmasına neden olmuştur.
Bütün bunlardan dolayı, sermaye hareketlerinin
liberalleştirilmesi politika yapıcıların işini daha da
zorlaştırmış, ekonomide iniş çıkışlara yol açmış,
ekonomik faaliyetin ağırlıklı olarak yurt dışından
sağlanan daha çok kısa vadeli olan sermayeye bağlı
olmasına neden olmuştur. Bunun yanında, kısa vadeli
sermaye girişleri, maliye politikasının kredi kısıtlarını ve
para otoritesinin para kısıtlarını aşmasında yardımcı
olurken, kısa vadeli sermayeyi çeken yüksek faiz
oranları özel yatırımlar için caydırıcı olmuş ve reel
sektör şirketleri için finansal varlıklara yapılan yatırımlar
fiziksel yatırımlardan daha cazip hâle gelmiştir.
Tablo 8 : Büyük Sanayi Kuruluşlarının Üretim Faaliyeti Dışındaki Gelirlerinin Dönem Kar ve
Zararı Toplamı İçindeki Payı
Yıllar
Birinci 500 Büyük Kuruluş
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
İkinci 500 Büyük Kuruluş
52,7
87,7
219,0
114,4
547,0
113,2
71,8
39,1
37,0
26,3
71,2
127,7
318,5
101,5
491,5
134,9
110,5
52,8
76,7
46,8
Yukarıda tablodaki veriler 1990 sonrasında sanayi işletmelerinde faaliyet dışı
gelirlerin artan önemini açıkça ortaya koymaktadır. Sanayi işletmelerinin, ana faaliyetleri
dışında elde ettikleri gelirler 1990'dan başlayarak üretim gelirlerini besleyen ek bir
kaynak olmaktan çıkmış, kârlarının neredeyse olmazsa olmaz koşullarından biri hâline
dönüşmüştür. Tabloya göre faaliyet dışı gelirlerin vergi öncesi bilanço kârlarına oranı
1998'de %87,7, 1999'da ise %219'la rekor bir seviyeye ulaşmıştır.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
Yabancı sermaye ekonomik büyüme için en
elverişli kaynak olmasına rağmen Türkiye bundan
payını yeterince alamamış aksine aceleye
getirilmiş ekonomik liberalleşme politikaları büyük
finansal krizlere sebep olmuştur. Sermaye
hareketlerinin denetim altında tutulduğu 1981-89
yıllarını, 32 sayılı kararın uygulandığı “açık
sermaye hesabı” dönemiyle, yani 1990 ve sonrası
ile karşılaştırdığımızda, ekonominin büyümedaralma patikasının belirlenmesinde önemli bir
“kopma” meydana geldiği anlaşılıyor. Kısacası,
etkileşim bağlantıları büyüme → cari açık →
sermaye girişleri doğrultusunda idi. Sermaye
hareketlerinin serbestleştiği dönemde büyüme
süreci, doğrudan sermaye girişlerine bağlanır ve
yukarıdaki bağlantı sermaye girişleri →büyüme
→ cari açık doğrultusunda gerçekleşir.
DİĞER BİLGİLER
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
•
Türkiye’de Finansal Serbestleşme
Dünya üzerindeki serbestleşme uygulamalarına
bakıldığında, 1980 yıllarda Latin Amerika’da, 1990
yıllarda Asya’da sürecin hızlandığı görülmektedir.
Temel olarak serbestleşme süreçlerinde aynı sıra,
aynı zamanlama izlenmese de 1990’ların
sonunda dünya üzerinde büyük ölçüde
tamamlanmıştır.
Ülkemiz açısından bu sürecin tarihsel
sıralamasını vermeden önce, uygulama
öncesinde var olan durumu bir gözden
geçirmemiz gerekmektedir. Bu noktada ithal
ikameci süreç içerisinde, mal piyasasının fiyat
denetimleri altında, dış ticaretin ise yoğun tarifeler
altında olduğunu bilinmektedir.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
1980 öncesi Türk finans piyasasının yapısı aşağıda
belirtilmiştir.
a) Mevduat ve kredi faiz oranları kontrol altındaydı,
yüksek ve dalgalı enflasyon ortamında kredi ve mevduat
reel faiz oranları çoğunlukla negatifti. b) Bankaların ve
mevduat sahiplerinin döviz işlemlerine önemli
kısıtlamalar getirilmişti. c) Kişilerin portföylerinde döviz
bulundurma olanakları yoktu. d) Tercihli kredi yolu ile
birçok sektöre sübvansiyon sağlanmaktaydı. e) Mali
piyasalarda gerçekleşen işlemler ve buradan elde edilen
gelirler göreli olarak daha fazla vergilendirilmekteydi. f)
Kurumsallaşmış bir mali sistem yoktu. g) Yabancı ve
yerli bankaların mali sisteme katılmalarına önemli
kısıtlamalar getirilmekteydi. h) Şirketlerin yegane
finansman kaynağı banka kredileriydi. i) Zorunlu
karşılıklar oranları yüksekti. j) TL piyasası yok denecek
kadar azdı. k) Şirket ve banka sahipliliği iç içe geçmişti.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
İthal ikameci politikaların finans alanındaki etkileri faizler ve
bankalar üzerinde çok net bir biçimde görülmektedir. Devlet
kapalı bir ekonomide tek finansman kaynağı olarak gördüğü
bankaları baskı altına alıp, dışarıdan banka girişini
yasaklayıp, faizlerin sistemin işlemesi için düşük olmasını
sağlamaktadır.
“Gelişmekte olan pek çok ülkede, özel sektöre ya da
kamuya ait aktiflerin işlem gördüğü finans piyasaları ya
yoktur ya da oldukça sınırlıdır. Bankacılık sektörü
kaynakların toplanması sürecinde önemli bir rol
oynamaktadır. Bu bağlamda, hükümetler bankacılık
sektörünü genellikle stratejik bir sektör olarak hesaba
katarlar. Dolayısıyla da dolaylı ve dolaysız bir şekilde bu
sektörü denetim altına alma arayışındadırlar.Bu kontroller
farklı şekillerde sağlanmaktadır: sektörün ulusallaştırılmasından, faiz oranlarının piyasa dengesinin altında bir
düzeyde sabitlenmesine ya da devlete bütçe açığını düşük
bir maliyetle finanse etme olanağını sunacak zorunlu rezervlerin oluşturulmasına kadar geniş bir yelpaze mevcuttur”
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
•
Türkiye için kronolojik sıralama aşağıda
görülmektedir.
a) 1980: Mal piyasasında fiyat denetimlerinin
kaldırılması b) 1980: Faiz hadleri üzerindeki
sınırlamaların kaldırılması c) 1981-85: İthalatın
serbestleştirilmesi d) 1982: SPK oluşturulması e)
1984: Döviz alım-satımın serbestleştirilmesi f) 1985:
Bankalar kanununun yürürlüğe girmesi g) 1986:
Bankalar arası para piyasasının kurulması h) 1987:
Açık piyasa işlemlerinin başlaması i) 1988: DövizEfektif piyasasının açılması j) 1989: Altın
piyasasının kurulması k) 1989: Sermaye hareketleri
üzerindeki kısıtlamaların tamamen kaldırılması
Kronolojik sıralama üzerinde finansal serbestleşme
sürecine odaklaştığımız takdirde, üç önemli süreç
görülecektir. Bunlar aşağıdaki gibidir.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
•
a) 1980: Faiz hadleri üzerindeki sınırlamaların
kaldırılması b) 1984: Döviz alım-satımın
serbestleştirilmesi c) 1989: Sermaye hareketleri
üzerindeki kısıtlamaların tamamen kaldırılması
Literatürde finansal serbestleşme yerel ve dış
finansal serbestleşme olarak ikiye ayrılmaktadır.
Ülkemizin yerel serbestleşme süreci 1980 yılında
faiz hadleri üzerindeki sınırlamaların kaldırılması ile
başlamıştır. 1986 ve sonrasında ise merkez bankası
bünyesinde kurulan piyasalarla yerel finansal
yapının kurumsallaşması amacı güdülerek bu süreç
tamamlanmıştır.
Dış finansal serbestleşme hakkında kronolojik bir
yorum yapmadan önce, dış finansal
serbestleşmenin ulaştığı düzeyi saptayabilmek için
başvurulması gereken kriterleri ortaya konmalıdır.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL SERBESTLEŞME
•
•
•
Yerleşik olanlar açısından a) Uluslararası finansal
piyasaya serbestçe borçlanabilme b) Yurtdışına serbestçe
yatırım yapabilme, finansal varlıklar tutabilme c) Döviz
cinsinden banka mevduatına sahip olabilme ve ödeme
yapabilme
Yerleşik olmayanlar açısından a) Yurt içi finansal
piyasalara serbestçe yatırım yapabilme b) Yurtiçinde
borçlanma ve yükümlülük taşıma c) Yurtdışına transfer
yapabilme.
“Türkiye’de 1984 yılında alınan 30 sayılı karar kapsamında
yapılan düzenlemeler bu kriterlere büyük ölçüde
uyulduğunu göstermektedir. Eksiklikler 11 Ağustos 1989
da yürürlüğe konulan 32 sayılı karar ile giderilmiştir. 32
sayılı kararın özellikle 3, 4, 10, 11, 13, 14, 15, 17, 19
maddeleriyle tüm döviz işlemleri ve sermaye hareketleri
serbestleştirilmiştir”. Görüldüğü üzere ülkemizin dış
finansal serbestleşme süreci 10 yıl gibi kısa bir sürede
tamamlanmıştır.
Download