Sevgi All The Light We Cannot See, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir Alman ile bir Fransız'ın yaşadığı aşkı konu alıyor. Çift savaşın getirdiği zorluklar ve o dönemdeki sosyal düzene rağmen aşklarını sürdürmeye çalışıyor. Yaşım genç olması dolayısıyla birini sevmek hakkında henüz çok deneyimim veya bilgim olmayabilir. 4 yıldır süren bir ilişkim var ve belki henüz gerçek aşk nedir tatmamışımdır bile. Aşk aslında o kadar soyut bir konu ki... Soyut olduğu kadar da aşkın, sevginin tanımı kişiden kişiye göre değişiyor. Bence aşkı tanımlayışımız geçmişimize, tecrübelerimize göre şekilleniyor. Bazı arkadaşlarım için birini sevmek, hayatlarında başlarına gelen en büyük şey, fakat bazıları için karanlık, bir yol. 21 yaşında olan ve bu yaz evlenecek arkadaşım da var, sevdiği kişiyle artık beraber değil diye birkaç hafta içinde 3 gram eroin alıp ölümle burun buruna gelmiş, şu an terapide olan arkadaşımda. Bir oda düşünün içersinde bugüne kadar yaratılmış bütün sanat eserleri mevcut. Tablolar, şarkılar, filmler, kitaplar. Gözünüzü kapatıp rastgele 3 tane eser seçseniz, en azından biri aşk acısı veya aşkın yüceliği hakkında olacağına eminim. Peki sen, ben ve bütün insanlar için bu tanımını doğru düzgün yapamadığımız, bir formülü veya gözle görebildiğimiz bir cisim bile olmayan aşk neden bizim için bu kadar önemli? Neden sırf o duygu için kendi kişisel doğrularımızdan çıkıp, alakası bile olmadığımız bir insana dönüşüyoruz. Neden ben bu yazıyı yazarken bile sevdiği kadın veya erkek için ağlayan yüz binlerce, hatta milyonlarca insan var ? Bence bunun sebebi yalnızlık. Sosyalleşmek, birileriyle bilgi aktarımı yapmak, bizim en temel ihtiyacımız. Nicola Tesla'nın sustuğunu düşünün veya Albert Einstein'ın notlarını çöpe attığını. Şimdi nerde olurduk veya nasıl bir yaşam sürerdik? Nefret etsek de etmesek de şu an insanlık olarak geldiğimiz nokta sosyalleştiğimizden kaynaklanıyor. Yalnızlık bizim en kötü, en acımasız düşmanımız. Yalnızlıkla baş edebilecek bir tür değiliz biz insanlar. Odanda yalnız kaldığında veya başını o yastığa koyduğunda kafanda oluşan düşünceler seni, sosyal değerlerini, doğru saydığının, inandığın her şeyi ezip geçiyor. Bana bu kağıdı yazma diyen, insanları işe gitme bugün ne olacak dedirten o ses. Bunlar sadece benim gibi basit insanların karanlık düşünceleri. Hiçbir zaman ne ailesi, ne bir sevdiği, bir dostu olmayan birinin yatağa yattığında aklına gelen düşünceleri tahmin edin birde. Peki nasıl her insan bu düşüncelerle baş edebiliyor. Çünkü yanında konuşabileceği,ona değer veren biri var. Pedro Alonso Lopez'i düşünün, sevdiği kadın onla olmak istemediği diye 300'den fazla kadını tecavüz edip öldürmüş. O karanlık düşüncelere, yalnızlığa karşı gelememiş. Orda o anda o düşüncelerden kurtaracak biri olsaydı hayatı nasıl olurdu kim bilir. Benim görüşüm aşkın tanımının aslında o kadarda birine değer vermek, onun için hayat doğrularından, hedeflerinden vazgeçmek olmadığı kanısında. Tabiki biriyle yeterince vakit geçirdikçe onu tanıyıp değer verirsin. Onla birlikte hayatını paylaşmak, her anında, her başarında veya her üzüntünde onun yanı başında olmasını istersin. Ama işin en başında, o kadına veya erkeğe verdiğinin değerin sebebi senin yalnız kalma korkundur. Önceden dediğim gibi aşkın yüceliği veya aşkı için dünyalarca zorluktan geçen insanların binlerce hikâyelerini okuyoruz. Ama aslında tek yaptıkları şey; aynı karnını doyurmak, su içmek veya barınmak gibi temel bir ihtiyacını karşılamak. Dediğim gibi henüz aşk hakkında çok bir deneyimim yok, normal bir ilişki için deyim sadece, belki ilerde aslında aşkın gerçek anlamını anlayabilirim fakat benim şu ana kadar anladığım bunlar. Kitap beni bu tarz düşüncelere itti. Bence birini sevmek kendimiz için yaptığımız bir eylem.