tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü gazetecilik anabilim

advertisement
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
GAZETECİLİK ANABİLİM DALI
AHMET EMİN YALMAN: DÖNEMİ VE GAZETECİLİĞİ
(1918-1938)
Doktora Tezi
Asuman Tezcan
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR
Ankara-2007
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
GAZETECİLİK ANABİLİM DALI
AHMET EMİN YALMAN: DÖNEMİ VE GAZETECİLİĞİ
(1918-1938)
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
............................................... ...................................
............................................... ...................................
............................................... ...................................
............................................... ...................................
............................................... ...................................
Tez Sınavı Tarihi..........................
ÖNSÖZ
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağıldığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu
süreçte basın organlarının incelenmesi, yakın tarihe ışık tutacak nitelikte olması
bakımından önemlidir. Basın tarihine ilişkin çalışmalar henüz sınırlı olup, bu alanda
pek çok gazeteci ve gazete araştırılmayı beklemektedir. Biz bu çalışmada, Ahmet Emin
Yalman'ın gazeteciliğini siyasi yaşamdaki gelişmeler paralelinde incelemeye çalıştık.
Gazete koleksiyonlarına ulaşmak ve okumakta yaşanan zorluk Ahmet Emin'in ilk
dönemleri üzerine eğilinmesini zorlaştırmıştır. Özellikle basın tarihi kadar siyasi
tarihimiz için de dönüm noktası olan 1918-1938 arasını, Ahmet Emin'in gazetecilik
yaşamı bağlamında ele almak, bu konudaki boşluğu doldurmada küçük bir adım
sayılabilir.
Araştırmanın temel kaynaklarını, Ahmet Emin'in yazmış olduğu gazeteler
ve dönemin basını teşkil etmiştir. UNESCO'dan almış olduğumuz burs ile inceleme
fırsatı bulduğumuz Hoover Institution Archieves'taki Ahmet Emin Yalman dosyaları,
Türkiye'de ulaşma imkanı olmayan belge ve kaynakları tarama imkanı vermiştir. Yine
konu ile ilgili Almanya'daki Politisches Archiv des Auswartigen Amts'da bulunan 1917
kayıtları, Ahmet EminYalman'ın bu dönemine ışık tutmada yardımcı olmuştur.
Türkiye'de Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivlerinde konu ile ilgili belgelere
ulaşılmıştır. Yine döneme ait araştırmalar, hatıralar çalışmanın diğer kaynaklarını teşkil
etmiştir. Ahmet Emin Yalman'ın yurtiçi ve yurtdışındaki etkinlikleri, yabancı basında
sık sık yazılarının yayınlanması, dönemin olaylarının yoğun ve önemli olması, verileri
bir araya getirmede yorucu bir çabayı zorunlu kılmıştır.
Bu çalışmada öncelikle her zaman yardımlarını gördüğüm değerli hocam
Prof. Dr. Korkmaz ALEMDAR'a teşekkürden daha fazlasını borçlu olduğumu
belirtmek isterim. Hoover Institution Archieves'ta çalışmamda yardımcı olan Prof. Dr.
Rodrique ARON'a, Kovous Barghi'ye, bu süreci benim için daha kolaylaştıran ve
desteğini hiç eksik etmeyen Oğuz'a teşekkür ederim. Gazete koleksiyonlarına ulaşmada
yaşadığım zorluklar sırasında yardımcı olan Milli Kütüphane çalışanlarından İslam
Ateş'in yardımlarını anmadan geçemem. Yine bu çalışma sırasında benden desteğini
esirgemeyen Hesna ve Mert'e hoşgörünüz ve desteğiniz için, National Archieves'taki
Ahmet Emin ile ilgili belgeleri bana ulaştıran Aytül Tamer'e ve Serdar Öztürk'e
katkıları için teşekkür ederim. Son olarak UNESCO çalışanlarından merhume Ayşe
Sesli'yi sevgiyle andığımı belirtmek isterim.
KISALTMALAR
İTC: İttihat ve Terakki Cemiyeti
WPC: Wilson Prensipleri Cemiyeti
HF: Halk Fırkası
Hİ: Hürriyet ve İtilaf
TpCF: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
CHF: Cumhuriyet Halk Fırkası
DP: Demokrat Parti
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TATKO: Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
KISALTMALAR
GİRİŞ
I. BÖLÜM: Ahmet Emin Yalman ve Dönemi
I.. Hayatı………………………………………………………………………….12
A. Çocukluğu………………………………………………………………...12
B.Eğitimi……………………………………………………………………..16
C. Diğer Faaliyetleri………………………………………………………….22
D. Eser ve Çalışmaları……………………………………………………… 24
II. BÖLÜM: II. Meşrutiyet ve Sonrasında Ahmet Emin ……………………...………27
I. Ahmet Emin’in Gazetecilik Hayatına girişi .............................................…28
A. 31 Mart Olayı................................................................................….37
II. İttihat ve Terakki'nin İktidar Yılları.........................................................…38
A. İT'nin İktidar Yıllarında Ahmet Emin ..............................................…45
B. İttihat ve Terakki’nin Karşısında Ahmet Emin......................................56
C. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Karşısında Ahmet Emin...............................62
III. BÖLÜM: Mütareke Dönemi ……………. ..........................................................…69
I. Manda Tartışmaları........................................................................................…69
A. Ermeni Sorunu........................................................................................…73
B. Wilson Prensipleri Cemiyeti...................................................................…76
II.Anadolu'da Milli Mücadele ve Manda Tartışmaları..........................................84
A. Erzurum Kongresi.......................................................................................84
B. Sivas Kongresinde Amerikan Mandası Sorunu..........................................87
C. Manda Tartışmasının Sonu..........................................................................92
III. İşgal Yıllarında İstanbul ve Anadolu'da Basın................................................95
IV.Malta Sürgünlüğü..........................................................................................101
A. Ahmet Emin'in Malta Yılları....................................................................105
V. Anadolu'da Milli Mücadele ve TBMM'nin Açılması.....................................110
A. Malta Dönüşünde Ankara'da Ahmet Emin...............................................112
IV. BÖLÜM: 1923-1925 Yılları Arasında Basın..........................................................116
I. Lozan Anlaşması'nın İmzalanması Süreci........................................................116
II. Vatan'ın Yayın Hayatına Girişi.......................................................................119
A. Ankara'nın Başkent Olması......................................................................121
B. Merkeziyet Tartışmaları ...........................................................................123
C. Ankara'da Yabancı Temsilciler ve Ahmet Emin.......................................125
D. Chester İmtiyazı........................................................................................129
III. Halk Fırkası'nın Kurulması...........................................................................133
IV.Cumhuriyet'in İlanı.........................................................................................141
V. Hilafetin İlgası.................................................................................................151
A..İzmir Basın Toplantısı...............................................................................159
VI. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Kurulması........................................162
A. Gazetelerin Kapatılması............................................................................175
B. Doğu İstiklal Mahkemesi'nde Ahmet Emin..............................................181
V. BÖLÜM: Ahmet Emin'in Gazetecilikten Uzaklaştırıldığı Yıllar.............................185
I. Ticaret Hayatı...............................................................................................185
II. Ahmet Emin'in Gazeteciliğe Geri Dönmesi ...............................................189
A. Tan'ın Ortağı Olarak Ahmet Emin ...........................................................191
SONUÇ.........................................................................................................................214
ÖZET............................................................................................................................221
SUMMARY..................................................................................................................223
KAYNAKÇA................................................................................................................226
EKLER..........................................................................................................................235
GİRİŞ
Bu çalışmanın konusu, basın ve siyaset tarihimizde önemli bir yeri olan
1907’den 1962’ye kadar –aralıklı olarak- gazetecilik yapan Ahmet Emin Yalman’ın
1918–1938 dönemi üzerinedir.
Tezin odaklandığı dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanıp, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulduğu ve siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda atılan adımlarla
devletin yapısının yeni temeller üzerine oturtulmaya çalışıldığı 1918–1938 yıllarını
kapsamaktadır. İncelenen dönem basın tarihi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Basın,
Milli Mücadele ve Cumhuriyet yıllarında gerek kamuoyunun oluşmasında gerekse
muhalif görüşlerin aktarılmasında önemli görevler üstlenmiştir.
I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, 1918'de
imzaladığı Mondros Mütarekesi'nden yaklaşık iki yıl sonra işgal edilmeye
başlanmıştır. Ülkenin iç politikası İttihatçı ve İtilafçıların kendi aralarındaki
hesaplaşmadan dolayı ikiye bölünmüş, basın ise Osmanlı İmparatorluğu'nun
parçalanmasına karşı çözümü Amerikan veya İngiliz mandasında arayan aydınların
tartışmaları ile meşgul olmaya başlamıştır. Basın işgal döneminde bir yandan İstanbul
Hükümeti diğer yandan işgalci güçler tarafından kontrol altına alınmıştır. Bu oluşum
karşısında, özellikle İzmir’in işgali ile büyük bir ivme kazanan Anadolu merkezli
ulusal direniş, Erzurum Kongresi’ni takip eden Sivas Kongresi’nde tek bir çatı altında
birleştirilmiş, işgale ve İstanbul’da tartışılmaya devam edilen manda önerilerine karşı
ulusal bir mücadelenin temel alınacağı belirtilmiştir. Bu süreçte basın, Anadolu’da
ulusal mücadele etrafında birleşenler ve işgal güçleri ile uzlaşma yolunda İstanbul
Hükümetiyle birlikte hareket eden basın olmak üzere iki cepheye bölünmüştür. Bu
bölünme İstanbul basını ve Anadolu basını olarak kategorize edilebilir.1 İstanbul basını
burada coğrafi bir niteleme olmayıp, Anadolu’daki Milli Mücadele’ye karşı olan basın
olarak anlaşılmalıdır. Zira İstanbul’da yayınlanmakta olan Tasvir-i Efkar, İkdam,
1
Uygur Kocabaşoğlu, “1918–1938 Dönemi Basınına Toplu Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi, Yıllık
1981, Aralık 1982, s 109.
1
Vakit, İleri, Akşam, İstiklal gibi gazeteler Milli Mücadele'nin yanında yer alırken,
İstanbul Hükümeti’ne yakınlığı ile bilinen Peyam-ı Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul
karşısında bir yayın çizgisi izlemişlerdir.
Anadolu’daki Milli Mücadele'de halkın desteğini kazanmada basına büyük
önem verilmiştir. Bu amaçla gazete yayınlayarak ve yayınlanmakta olan gazetelerin
kağıt, matbaa gibi ihtiyaçları giderilmeye çalışılarak destek sağlanmaya çalışılmıştır.
Telgrafın etkin bir şekilde kullanılmasıyla ülke çapında haberleşme ağı kurulmuştur.
Ayrıca Anadolu Ajansı ve Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü kurularak haberleşmeye
kurumsal bir nitelik kazandırılmıştır. Koloğlu, 1918’den 1922’ye kadar Milli
Mücadele’yi destekleyen toplam 81 gazete ve derginin yayınlandığını, bunlardan
20’inin kapandığını belirtmektedir.2 Yust, Ankara gazetelerinin tirajlarının 1000 ile
2500 arasında olduğunu, taşrada ise bir iki yayının en çok 700–1000, genellikle de
200–400 arasında satılmış olduğunu yazmaktadır.3
Milli Mücadele’nin kazanılması ardından işgallerin sona ermesiyle İstanbul
basını etkisiz hale gelmiş, muhalif gazeteler yayın politikalarını değiştirmiş, Ankara'da
yeni kurulan devletin etrafında birlik sağlanmıştır. Ancak 1923’te başta İstanbul'da
olmak üzere yeni bir muhalif basın ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu
anlaşması olan Lozan Anlaşması'nın imzalanması sürecinde, iç politika ve basındaki
görüş ayrılıkları, ileride etkileri daha çok açığa çıkacak anlaşmazlıkların temelini
hazırlamıştır. Anlaşma'nın II. Meclis'te onaylanmasından sonra siyasal alanda köklü
değişiklikler yapılmaya başlanmış bu süreçte İstanbul basınında Ankara yönetimine
sert eleştiriler yöneltilmiştir. Başını Hüseyin Cahit (Yalçın), Velit Ebuzziya ve Ahmet
Emin'in çektiği muhalif basın, “işgal döneminin sansürünün kalkması ile,”4 HF'nın
kurulması sürecinde siyasi partilerin fonksiyonları, particiliğin neden olacağı olumsuz
etkiler ve Mustafa Kemal'in parti karşısında tarafsız kalıp kalamayacağı konularını
2
3
4
Orhan Koloğlu, Kuvayi Milliye’den Günümüze Türk Basını, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993,
s 25.
K. Yust, K.Yust, Kemalist Anadolu Basını, (Yayına Haz: Orhan Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği
Yayınları, Ankara, 1995, s 131–137.
Orhan Koloğlu, a.g.e., s 56.
2
tartışmaya açmıştır.5 Genel olarak eleştirilerinde Mustafa Kemal’in yetkilerinin
genişliği ve şahsi yönetime doğru gittiği, alınan kararlarda ve yapılan değişikliklerde
Meclis'in tam egemenliğinin sağlanamadığı noktaları ağır basmaktadır. Muhalif basın,
Cumhuriyet’in ilanı, hilafetin ilga edilmesi ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
(TpCF) kurulması ve bu partinin Doğu'daki isyan sonrasında kapatılmasına kadar
benzer noktaları vurgulamaya devam etmiştir. İstanbul basınından Tanin, Tasvir-i
Efkar, Vatan gibi gazetelerde yöneltilen eleştirilere, Ankara yönetimini savunan yazılar
Hakimiyet-i Milliye, Akşam, İleri, Yeni Gün (1924'ten itibaren Cumhuriyet) ve diğer
gazetelerde yayınlanmıştır. İstanbul basını muhalefetinde çoğu zaman Ankara ile ilke
açısından farklı düşünmediklerini daha çok uygulama konusunda şikayetçi olduklarını
dile getirmiş, Ankara basını ise yayınlarında İstanbul basınına, yapılan inkılaplara ayak
diredikleri, ulusal değerler etrafında birleşmedikleri, yabancı devletlerin etkisinde
yayın yaptıkları, Anadolu'ya geçmeyen gazetecilerin ülke gerçeklerinden uzak
kaldıkları yönünde karşılık vermiştir.
Siyasi iktidarın İstanbul basınına ilk tepkisi, Lozan Anlaşması sonrasında
ilan edilen genel aftan hariç tutulan 150 kişilik listeye, on üç gazetecinin ilave edilerek
yurt dışına sürülmesi ile olmuştur. Ankara yönetimi, 1924'te Hint Hilafet Komitesi
liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali'nin hilafetin kaldırılmaması ile ilgili İsmet Paşa'ya
gönderdikleri mektubun Tanin, Tasvir-i Efkar ve İkdam'da yayınlanması sonrasında,
ilgili gazetecileri İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılayarak basına sert bir
müdahalede bulunmuştur. Gazete sahipleri ile İzmit ve İzmir'de bir araya gelinerek
siyasi iktidar ile basın arasındaki sorunlar giderilmeye ve rejime destek alınmaya
çalışılmış, ancak basında muhalefetin yeniden güçlenmesi ile bu bağ kurulamamıştır.
Siyasi iktidar bu dönemde yeni rejimi sağlamlaştırma yönünde basına karşı şiddetli bir
tutum sergilemeye başlamıştır. 1925'te çıkan Doğu İsyanı sonrasında kabul edilen
Takrir-i Sükun Kanunu ile muhalif gazetelerin önde gelenlerini kapatmış, gerek
Meclis'te gerekse basında muhalif kişi ve kurumların faaliyetlerine izin vermemiştir.
İsyanın çıkmasında muhalif basının ne derece rolü olduğu tartışmalıdır. Gazeteciler,
Doğu ve Ankara İstiklal Mahkemelerinde yargılanmışlar, bir kısmı sürgün cezasına
5
Hüseyin Cahit, “Kuvvetli Hükümet”, Tanin, 1 Nisan 1923; Ahmet Emin, “Halk Fırkası”, Vakit, 21
Kanun-i evvel 1922; Ahmet Emin, “Millet Rehbere Muhtaç”, Vakit, 28 Kanun-i evvel 1922 ve diğer
yazıları.
3
çarptırılırken Ahmet Emin de gazetecilikten uzaklaştırılmıştır. Kocabaşoğlu 1923–
1925 yılları arasını “serbest basın” olarak adlandırmakta ve 1925 Takrir-i Sükun
Kanunu ile serbestlik döneminin son bulduğunu, Türk gazeteciliğinin 1925'ten sonra
siyasal tartışma ortamını yitirdiğini yazmaktadır.6 Yazara göre 1924–1926 yılları
arasında İstanbul basının tirajı 3000 ile 17000 arasında değişmektedir. Taşrada ise özel
ya da resmi gazetelerin 300–1000 arasında olup, ancak bilinen bazı yerel gazetelerin
tirajlarının 1200 ile 5000 arasında değiştiğini kaydetmektedir.7 Erer Takrir-i Sükun
Kanunu sonrasında İstanbul'daki günlük gazete sayısının altıya indiğini ve tirajın hiçbir
dönemde bu kadar düşmediğini belirtmektedir.8
1923–1925 yılları arasında siyaset ve basın alanında yeni bir safhaya
girilmiş olduğu söylenebilir. Genel olarak bakıldığında I. Meclis döneminde var olan
çok sesliliğin, II. Meclis'te sağlanamamış olması, HF'nın kurulması sürecinde Mustafa
Kemal'in yetkilerinin fazlalığı, 150'liklerin adli bir yargılama yapılmadan yurt dışına
çıkarılması, Meclis'te ve kamuoyunda yeterince tartışılmadan Cumhuriyet'in ilan
edilmesi, TpCF'nın kapatılması, gazetecilerin idari mahkemeler yerine İstiklal
Mahkemeleri'nde yargılanması gibi olaylar bu yılların tartışılan uygulamaları arasında
yer almıştır.
1930'larda siyasi iktidar basın alanında yeni düzenlemeler yoluna gitmiştir.
Bunların başında 1930'da Türk Gazeteciler Birliği'nin kurulması, 1931'de yeni bir
Matbuat Kanunu'nun çıkarılması, 1932'de Matbuat Umum Müdürlüğü'nün yeniden
kurulması ve 1935'te I. Matbuat Kongresi'nin toplanması ve 1938'de de Basın Birliği
Kanunu'nun kabul edilmesi sayılabilir. Kocabaşoğlu, bu düzenlemelerin ortak
amacının “bir yandan basını içinde bulunduğu durumdan kurtarmak, bir yandan da
siyasal
iktidarın
basın
üzerindeki
denetimini
kurumlaştırmak”9
olduğunu
belirtmektedir.
6
7
8
9
Kocabaşoğlu, a.g.m., s 100.
İstanbul basınından, İkdam (6000), Vatan (7000-8000), İstiklal (3000), Vakit (17000), Son Saat (8000)
kadar tiraja sahipken taşradan örnek verdiği taşra gazetelerinin tirajlarının Babalık (Konya, 15002500), Envar-ı Şarkiyye (Erzurum, 1700-1800), Halk Dili (Gaziantep, 5000), Yeni Fikir (Bursa, 12001400) civarında olduğunu yazmaktadır. Kocabaşoğlu, a.g.m, s 100.
Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları..,s 158.
Kocabaşoğlu, a.g.m., s 111.
4
Ahmet Emin, uzun gazetecilik yaşamında Osmanlı İmparatorluğu'nun ve
Cumhuriyet yıllarının önemli dönemlerine tanıklık etmiş, kurmuş olduğu ilişkiler ve
bu bağlamda dile getirdiği görüşler bakımından Türk basın ve siyaset tarihinde önemli
bir yere sahiptir. Basın ve siyasi iktidar arasındaki ilişkileri Ahmet Emin örneğinden
yola çıkarak izlemek mümkündür.
Ahmet Emin'in gazetecilik hayatı, II. Abdülhamid'in basın üzerindeki
yoğun denetimine ve baskısına karşı muhalefetin güçlendiği dönemde başlamıştır.
1911'de Eğitim Bakanlığı tarafından Amerika'ya Columbia Üniversitesi’ne eğitim için
gönderilmiş, Ahmet Emin burada sosyoloji, tarih öğreniminin yanı sıra Pulitzer adına
kurulan gazetecilik okulunda The Development of Modern Turkey As Measured By It's
Press (Modern Türkiye'nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi) başlıklı doktora
tezini yazmıştır. Tez, Türk basınını konu alan ilk doktora tez çalışması olması
bakımından önemli bir yere sahiptir. 1914'te yurda döndükten sonra Tanin ve Sabah'ta
çalışmış, 1917'de Mehmet Asım Us ile beraber çıkardığı Vakit'i, 1923'te Vatan takip
etmiştir.
II. Meşrutiyet'ten I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar toplumsal karmaşa ve
belirsizlik, iktidarın sürekli değişmesi, Ahmet Emin'in de tutumlarında değişikliklere
neden olmuştur. I. Dünya Savaşı boyunca İT politikalarını ve Alman müttefikliğini
yazılarında desteklerken savaş sonunda, İT politikalarını yolsuzluklar, izlenen
Türkçülük politikası ve bunun sonuçlarından biri olarak nitelediği Ermeni meselesi
noktasından eleştirmeye başlamıştır. Savaş yıllarında Alman politikasına verdiği
desteğin yerini savaş sonunda Amerika'nın almasında, 1918'in sonundan itibaren
Türkiye'ye gelen Amerikan heyetleri ile ilişki kurması, Wilson Prensipleri
Cemiyeti'nde yer alması önemli rol oynamıştır. Amerikan müzaheretini savunması
noktasında ileri sürdüğü öneriler nedeni ile büyük tepki toplamıştır. Genel olarak
düşüncelerinde Prens Sabahattin ve Amerika'da iken yakından gözlemlediği anglosakson siyasal ve toplum yapısının etkili olduğu söylenebilir. Ahmet Emin Mütareke
döneminde İT kadar Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın ve onun yayın organı olan gazetelerin
karşısında yer almıştır. Bu karşıtlığı onun önce Kütahya'ya sonra da Malta Adası'na
sürgüne gönderilmesi ile sonuçlanmıştır.
5
Milli Mücadele yıllarında Vakit Ankara yönetimini destekleyen bir yayın
politikası izlemiştir. Ahmet Emin, Ankara'da yeni bir devletin temellerinin atıldığı
dönemde Malta'da bulunması nedeni ile bu oluşumdan uzak kalmıştır. Malta'dan
serbest kaldığında Milli Mücadele kazanılmak üzeredir ve Ahmet Emin Anadolu'ya
gelerek Ankara Hükümeti'ne olan desteğini yazılarında dile getirmiştir. Ancak bu
desteği HF'nın kurulmasının duyulmasına kadar devam etmiştir. Ankara Hükümeti'ne
Cumhuriyet'in ilanı sırasında en fazla eleştiri yönelten gazetecilerden biri olarak
İstanbul basınının arasında yer almıştır. Ulusal bir devletin kurulmasından sonra da
yazılarında vatandaşlığın Türklük değil, Osmanlılık'a dayanması, idari yapılanmada
adem-i merkeziyetçiliğin esas alınması ve ülkenin kalkınması için sermaye ihtiyacını,
siyasi amaçlar peşinde olmayan Amerika'dan alınması gerektiğini gazetecilik hayatı
boyunca ifade etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisi olan TpCF'nı Vatan'da
yazıları
ile desteklemiş,
1925'teki
Doğu
İsyanı
sonrasında
Elazığ
İstiklal
Mahkemesi'nde yargılanarak gazetecilikten on bir yıl uzaklaştırılmıştır. Ahmet Emin
bu dönemde ticarete atılarak Dodge Brothers, Goodyear, Caterpillar gibi Amerika'nın
önde gelen ticaret firmalarının makinelerinin Türkiye'ye ithalatı ile uğraşmıştır.
1936'da Mustafa Kemal tarafından gazeteciliğe dönme izninin verilmesi ile
önce Kaynak adlı haftalık bir gazete çıkarmış, daha sonra Mehmet Sertel ve Halil Lütfi
ortaklığında Tan'ı alarak yayınlamaya başlamıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında Tan'da
demokrat cephenin yanında yer alarak Alman ve Sovyet politikalarının karşısında
durmuştur. Tan'daki ortaklığı ise 1938'de Mustafa Kemal'in sağlık durumuna ilişkin
yazı sonrasında kapatılmasına kadar devam etmiştir.
Ahmet Emin'in çalıştığı veya çıkardığı gazeteler (Sabah, Yeni Gazete,
İkdam, Tanin, Vakit, Vatan, Tan), bu gazetelerin yayın politikası, gerek yurt içinde
gerekse yurt dışında kurduğu ilişkiler (siyaset, basın ve finans dünyası ile), gazetecilik
yaşamında diğer gazetecilerle girmiş olduğu polemikler (Ali Kemal, Yunus Nadi), bir
takım uluslar arası oluşumların içinde yer almış olması (Wilson Prensipleri Cemiyeti,
King Crane Komisyonu), Amerikan sermayesi ile girişilen projeleri savunuculuğunu
yapması (Chester Projesi, Amerikan Curtis Hava Yolu Şirketi ile Kayseri'de uçak
6
fabrikası yapımı), siyasi iktidarla girdiği ilişkilerde hızla tutum değiştirmesi (önce
liberal kanattan olan Sabah, Yeni Gazete'de çalışırken, İT'nin güçlendiği yıllarda
Cemiyet'in yayın organlarında çalışması ve İT politikalarını savunması; I. Dünya
Savaşı'ndan yenik çıkılması üzerine İT'yi sert bir şekilde eleştirmeye başlaması, Milli
Mücadele'yi desteklemekle birlikte daha sonra Ankara Hükümeti ile çatışmalara
girmesi, tek parti oluşumunu eleştirirken belli dönemlerde savunması Ahmet Emin'i
basın tarihi açısından incelenmesi gereken bir model haline getirmektedir.
Tezde, Ahmet Emin'in gazeteciliği, siyasi yaşamdaki gelişmeler paralelinde
incelenmiş ve bu bağlamda Ahmet Emin'in siyasi iktidar ile olan ilişkileri basın tarihi
ve siyasi tarih ekseninde ele alınmaya çalışılmıştır. 1918-1938 yılları arasında Osmanlı
İmparatorluğu'nun parçalanması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sürecinde
Ahmet Emin'in düşünce yapısını besleyen veya etkileyen kaynaklar, bu yönde yurtiçi
ve yurtdışında kurduğu ilişkiler, siyasi iktidar ile ilişkileri, iktidarı eleştirmeye yönelten
etkenlerin neler olduğu, Yalman'ın çalıştığı gazeteler ve bu gazetelerin yayın
politikasındaki değişimlerin sebepleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Böylece Ahmet
Emin Yalman örneğinden yola çıkarak Türk basın tarihinin bir kesitinin panoramasını
vermek ve bu bağlamda bir gazeteci modelini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Tezin
esas olarak odaklandığı sorunsal, ulusal bir devlet ve buna paralel ulusal bir basının
oluşturulması sürecinde Ahmet Emin'in hangi noktalarda Ankara Hükümet'ine
muhalefet ettiği, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında girmiş olduğu ilişkiler
doğrultusunda ileri sürdüğü görüşler ve siyasi iktidarla ilişkisi bağlamında nasıl bir
gazeteci modeli sunduğudur. Ahmet Emin'in gazeteciliğinin değerlendirilmesinde iki
boyut göz önünde tutulmuştur. İlki siyasi iktidarın özellikle 1923'ten sonra basın
üzerinde artan denetimi ve bu yönde uygulamaları, diğeri ise Ahmet Emin'in
gazeteciliğinde dış etkilerin rolü ve önemi. Bu iki boyut bize Ahmet Emin'in muhalif
gazeteci kimliğini bütünlüklü olarak değerlendirme imkanı sunmaktadır. Bu amaçla
konu kronolojik olarak ele alınmış ve değişen siyasi iktidarlara ve bunların basın
politikalarına yer vererek Ahmet Emin'in çalışmaları üzerinde durulmuştur.
Çalışma
için
seçilen
1918–1938
dönemi,
sadece
Osmanlı
İmparatorluğu'nun parçalanıp ulusal devletin politikasının şekillenmesi açısından değil
7
aynı zamanda siyasi alandaki farklılaşmaların ve tartışmaların yoğun olması açısından
da önemlidir. Dönem ayrıca ulusal bir basın yaratma ve basın hürriyetinin hangi
temeller üzerinde sağlandığı ve korunabildiği yolunda basın tarihine ilişkin önemli
bilgiler vermektedir. Zira Milli Mücadele yıllarında basın etrafında örgütlenme süreci,
Cumhuriyet yıllarında siyasi alandaki farklılaşmanın basında nasıl tartışıldığı, muhalif
basının siyasi iktidara eleştirilerinin yoğunlaşması sonrasında susturulması incelenen
dönemin basın politikalarını göstermesi açısından önemlidir. Tezin odaklandığı yıllar
1918–1938 yıllarını kapsamakla birlikte, incelenen döneme temel oluşturan tarihsel
gelişimi değerlendirmek amacıyla, Ahmet Emin'in 1907'den başlayarak 1918'e kadar
olan süreci kısaca ele alınmıştır. Çalışmanın çerçevesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun
parçalanması ve Cumhuriyet yıllarında basının siyasal iktidarla ilişkisi ve bu bağlamda
Ahmet Emin'in gazetecilik hayatı ve ileri sürdüğü fikirler çerçevesinde oluşturulmaya
çalışılmıştır. Çalışmanın 1918'den başlamasının nedeni, İT politikalarının başarısızlıkla
sonuçlanması ve bu bağlamda daha önce İT politikalarını savunan Ahmet Emin'in
tutumundaki değişimi net bir şekilde ortaya koymasıdır. 1918 aynı zamanda Ahmet
Emin'in gazete yazılarında Amerikan müzaheretini savunmaya başladığı ve Wilson
Prensipleri Cemiyeti'nde yer aldığı bir yıl olması bakımından da temel oluşturmaktadır.
Araştırmanın 1938'de bitirilmesi ise Mustafa Kemal'in ölümü ile hem bir dönemin hem
de Ahmet Emin'in Tan'daki çalışma sürecinin sona ermesi noktasından uygun
görülmüştür. Çalışma yirmi yıllık bir süreyi kapsamakla birlikte, Ahmet Emin’in on bir
yıl gazetecilikten uzak kaldığı düşünülürse incelenen süre dokuz yıla tekabül
etmektedir.
Tez, Ahmet Emin'in İT yönetiminin son yıllarından 1938'e dek olan
gelişimi ele alan ilk çalışmadır. Ahmet Emin'i veya yayınlarını konu alan dört yüksek
lisans çalışması bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi’nde 1991'de yazılan Batılılaşma
Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman10 başlıklı tezde Yıldırım, “batılılaşma”
kavramından hareketle, Ahmet Emin'in düşüncelerini, ilişkilerini ve çalışmalarını
sosyolojik bir çerçevede ele almıştır. Bir diğer çalışma Demokrasi Kavramı ve Türk
10
Ergün Yıldırım, Batılılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul, 1991.
8
Gazeteciliğinin Çok Partili Yaşam Geçiş Sürecindeki Görünümü: Vatan Örneği11
ismini taşımaktadır. Mumay bu çalışmasında çok partili hayata geçiş sürecinde Vatan'ın
yayın politikasını yüzeysel bir şekilde incelemiştir. 2002'de Gürses12 tarafından yazılan
yüksek lisans tezinde ise çoğunlukla Vakit ve Vatan'da çıkan Ahmet Emin'e ait gazete
yazılarından seçtiklerinin çevirilerine yer vermiştir. Son yapılan tez çalışması ise Türk
Siyasal Yaşamında Vatan Gazetesi 1950–1960)13 başlığı altında Demokrat Parti dönemi
politikalarına eğilmekte ve dönemin siyasal gelişmelerini Vatan'da takip edilen yayın
politikasından yola çıkarak ele almaktadır. Osmanlıca gazete okumanın zorluğu
nedeniyle Ahmet Emin üzerine tezlerin daha çok 1945'ten sonrasına yoğunlaştıkları
görülmektedir. Genel olarak yapılan tezlerin sosyoloji, siyaset bilimi ve tarih kökenli
araştırmacılar tarafından yapıldığı söylenebilir. Bu çalışma basın tarihi çerçevesinde ve
Ahmet Emin'in gazeteciliği üzerine odaklanmaktadır.
Bu çalışmada Ahmet Emin'in gazeteciliğe başladığı ilk yıllardan itibaren
yazdığı gazeteler incelenmiştir. Basın tarihi ile ilgili çalışmalar henüz sınırlıdır. Bu tür
çalışmaların sınırlılığı geçmişe yönelik ilgisizlik kadar, güncel konulara önem
vermekten kaynaklanmaktadır. Bu durum, Türkiye'de sosyal bilimlerin farklı
alanlarında geçmişten gelen birikimi ile bağlantı kurmayı zorlaştırmakta dolayısıyla da
bir düşünsel geleneğin kurulamaması ile sonuçlanmaktadır. Basın tarihine böyle bir
bakış açısından yönelmek, bize döneme dair olayların, tartışmaların, düşünce
akımlarının, siyasi ve ekonomik ilişkilerin açığa çıkmasını sağladığı kadar günümüze
olan etkilerini, uzantılarını da anlamamıza ve yeniden yorumlamamıza imkan verecek,
ayrıca günümüzdeki temel sorunların geçmişle bağlantısı kurularak daha makro
analizler yapmamızı kolaylaştıracaktır. Ahmet Emin Yalman'ı konu alan bu tez, bir
gazeteciden yola çıkarak, Türkiye'nin basın tarihine olduğu kadar siyasi tarihine,
dönemin iç sorunlarına tanıklık etmemizi sağlayacaktır. Bir kişiden yol çıkarak, süreç
içindeki topluma ve döneme uzanan değişimleri, etkileri, savunulan düşüncelerdeki
doğrultuların ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.
11
Aynur Mumay, Demokrasi Kavramı ve Türk Gazeteciliğinin Çok Partili Yaşama Geçiş Sürecindeki
Görünümü: Vatan Örneği, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1996.
12
Banu Gürses, Ahmet Emin Bey'in Milli Mücadele'ye Bakışı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2002.
13
Sanem Gök, Türk Siyasi yaşamında Vatan Gazetesi (1950-1960), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2003.
9
Çalışma, Ahmet Emin'in -İT dönemi dışarıda tutulursa- savunduğu liberal
görüşler ile günümüz liberallerinin çeşitli konulardaki güncel öneri ve tartışmaları
arasında bir örtüşmenin var olup olmadığı hakkında fikir verecek niteliktedir.
Ahmet Emin, sadece Türkiye'de gazetecilik yapmamış yurtdışında da pek
çok gazete ve dergilerde yazılar yayınlamıştır. Yurtdışında kurmuş olduğu bağlantılar,
kaynakların çeşitliliği ve dağınıklığı daha fazla arşiv çalışması gerektirmektedir. Bu
çalışma kapsamında Stanford Üniversitesi’ndeki Hoover Enstitüsü Arşivlerindeki
“Ahmet Emin Yalman” koleksiyonu taranmıştır. Dosyalar henüz tasnif edilmediği için
kaynakta kutu numaraları ile verilmiştir. Yine Amerika'daki National Archives'ta konu
ile ilgili belgelere ulaşma fırsatı yakalanmıştır. Ayrıca Almanya'daki Politisches
Archiv des Auswartigen Amts'taki 1917 yılı kayıtları incelenmiştir. Türkiye'deki arşiv
kaynaklarına ulaşmaktaki zorluk bu çalışma sırasında karşılaştığımız en önemli sorun
olmuştur. Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğü'nde “Ahmet EminYalman”
dosyasının kayıtlarda görünmesine rağmen, dosyanın nerede olduğunun bilinmemesi
nedeniyle içindeki verilere ulaşılamamıştır. Yine Emniyet Müdürlüğü arşivinde kayıtlı
bazı dosyalardan, “gizli” niteliğinde olduğu için yararlanılamamıştır. İstanbul
Üniversitesi Personel arşivlerine yapılan başvuruya cevap alınamamıştır. Türkiye'de
ulaşabildiğimiz başlıca kaynak T.C. Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivleri ve
Atatürk Belgeliği'nde bulunan dosyalardır. İstanbul Basın Müzesi'nde ise sadece
Ahmet Emin'in gazetecilik ile ilgili özel eşyaları bulunmaktadır.
Tez sırasında başvurduğumuz en önemli kaynak Ahmet Emin'in yazdığı
gazeteler ve dönemin basını olmuştur. Gazeteler, kendi zamanlarında en çok etki
yaratmış siyasi ve toplumsal görüşleri kaydetmesi, dönemin olaylarına kayıt sağlaması,
gazetecilerin resmi olduğu kadar gayri resmi kanallardan bilgi sağlaması, yayınları ile
kamuoyunu etkilemeleri ve farklı iktidar odakları ile kurduğu ilişkiler bakımından
önem taşımaktadır. Tezde, yayını çıkaranın kimliği, yayın politikası, dönemin siyasi
iktidarıyla ilişkisi, basın hukukundaki düzenlemeler, finans kaynakları, ticari kurumlar
ile olan ilişkileri, gazetelerden yararlanılırken göz önünde tutulmaya çalışılmıştır. Bu
çalışmada 1907'den başlamak üzere öncelikle çalıştığı gazeteler ve dönemin bazı
gazeteleri taranmıştır. Bu bağlamda 1907 Sabah,
1908 Yeni Gazete, 1914-1916
Tanin'in bazı sayıları, 1916-1917 Sabah, 1917-1923 Vakit, 1923-1925 Vatan, 193610
1938 Tan ve Cumhuriyet koleksiyonları ve dönemin diğer gazetelerinden bir kısmı
incelenmiştir.
Gazete kolleksiyonların tam olmaması nedeniyle ulaşılamayan sayılar, başka
arşiv ve kütüphanelerle karşılaştırılarak okunma yoluna gidilmiştir. Döneme ait literatür
ve anılar gözden geçirilmiştir. Veri toplama aşamasında Ahmet Emin'in hayatta olan
akrabalarından Nur Yalman ve Şen Yalman ile görüşülmüştür. Bu süreçte, ayrıca Orhan
Koloğlu ve Selami Akpınar'a başvurulmuştur.
Tez beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Ahmet Emin'in hayatı,
ailesi, çocukluğu, eğitimi hakkında bilgi verilmektedir.
İkinci bölümde Ahmet Emin'in II. Meşrutiyet döneminden Mondros
Mütarekesi sonrasına kadar, gazetecilik faaliyetleri ve siyasi iktidar ile ilişkisi üzerinde
durulmaktadır. Bu bölümde II. Abdülhamid döneminde izlenen basın politikası, İT'nin
iktidara gelmesi, I. Dünya Savaşı sırasındaki Ahmet Emin'in Sabah ve Vakit'te izlediği
yayın politikası ele alınmıştır. I. Dünya Savaşı sonunda İT'nin iktidarını kaybetmesi ve
Hürriyet ve İtitlaf Fırkası'nın iktidara gelmesi karşısında Ahmet Emin'in tutumu ve bu
bağlamda Sabah başyazarı Ali Kemal ile girdiği polemiğe yer verilmiştir.
Üçüncü bölümde Milli Mücadele'nin başlamasından Lozan Anlaşması'na
kadar olan dönem incelenmektedir. Bu bölümde Ahmet Emin'in Ankara Hükümeti ile
ilişkisi ele alınmaktadır. Mondros Mütarekesi sonrasında ülkenin içinde bulunduğu
durum, “Amerikan mandası” tartışmaları ve Ermeni sorunu, işgallerin başlaması
sonrasında Anadolu'daki örgütlenme, basının bu örgütlenmedeki rolü ve önemi,
İstanbul basının tutumu, Ahmet Emin'in Malta sürgünlüğü, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin açılması siyaset ve basın alanındaki gelişmeler özetlenmiştir.
Dördüncü bölümde Lozan Anlaşması'nın imzalanması sürecinde Meclis'te
ve basında ortaya çıkan görüş ayrılıkları, 1923'te Vatan'ın yayın hayatına girişi, İstanbul
basını ve özellikle Ahmet Emin'in Vatan'daki muhalif tutumu ve 1925'te gazetecilikten
uzaklaştırılma süreci incelenmiştir.
Beşinci bölümde ise gazetecilikten uzaklaştırıldığı dönemdeki ticari hayatı
ve gazeteciliğe tekrar dönüşü ele alınmıştır. Ahmet Emin'in II. Dünya Savaşı yıllarında
Tan'da izlediği yayın politikası ve Yunus Nadi ile girmiş olduğu polemiğe yer
verilmiştir.
11
I. BÖLÜM: Ahmet Emin Yalman ve Dönemi
I. Hayatı
A. Çocukluğu
Ahmet Emin'in hayatının bir kesitini sunmayı amaçladığımız bu bölümde
çocukluğu, yetiştiği ortam, eğitimi üzerinde durulmaktadır. İlerleyen bölümlerde daha
ayrıntılı ele alındığı için gazetecilik hayatı burada sadece genel hatları ile verilmekle
yetinilmiştir.
Ahmet Emin Yalman, 14 Mayıs 1888’de Selanik’te, Osman Tevfik Bey ve Hasibe
Hanım’ın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.14 (EK-1) Babası, Osman Tevfik Bey,
İdadi, Sanayi Mektepleri ve Askeri Rüştiye gibi okullarda “yazı” ve “tarih” dersi
vermekte olup, Mustafa Kemal’in de Rüştiye’de iken öğretmeni olmuştur.
Ahmet Emin’in çocukluğu Selanik’te geniş bir aile ortamında geçmiştir.15
Çocukluk yıllarında, amcasının muhafazakarlığı ile babasının ilerici yönleri arasında
14
Ahmet Emin Erkek kardeşleri Rıfat, Mustafa, Vacit, kızkardeşleri Nigar (Paris Başkonsolosu Galip
Şevki Bey ile evlenmiştir), Sabiha (Zapçı), Sehavet (Terem) ve Belkıs (Bayçu)'tır.
15
Ahmet Emin “Sabetaycı” bir aileye mensuptur. Sabetaycılık, 17. yüzyılda yaşayan Sabetay Sevi'nin
etrafında oluşan Musevilikten Müslümanlığa dönmüş cemaat için kullanılmaktadır. Salahattin Galip,
Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik, Kıraçlı Yayınları, İstanbul, 1977, s 118.
Cemaat Sevi'den sonra Yakubiler, Karakaşlar ve Kapancılar olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Ahmet
Emin Yalman'ın ailesi Yakubiler (Hamdi Beyler de denilir) koluna mensuptur. Kurallara bağlı olarak
yaşayan Yakubiler, genç neslin çağın şartlarına uygun yaşam ve eğitim yönündeki taleplerin etkisi ile,
katı bağlarını gevşetmiştir. Galip, a.g.e., s 118. Modern eğitim kurumları, yabancı dil öğrenmeye
verdikleri önem ile Batı ile güçlü ilişkiler kurabilmişlerdir. Çocuklarının eğitimi için İstanbul'da
Fevziye Lisesi ve Şişli Terakki Lisesi'ni açmışlardır. Ahmet Emin de kısa bir süre Feyziye Okulu'na
gitmiştir.
Bu noktada literatürde Ahmet Emin'in Sabetaycı kökeninin üzerinde çokca durulduğunu belirtmek
gerekmektedir. Biz bu çalışmada sadece basındaki polemiklerinde ve yurtdışında kendisi hakkında
yazılan bazı bilgilerde Ahmet Emin'in “dönme” (Sabetaycılığın bir başka anlatımı olan) olduğuna yer
verildiğini gördüğümüz için burada üzerinde durma gereği duyduk. 1937'de Yunus Nadi ile polemiğe
girdiği dönemde Nadi, Ahmet Emin'i “dönme” olarak nitelemiştir. (Bkz Yunus Nadi, Ahmet Emin
Yalman'a”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1937.)
Uluslararası kaynaklarda da Ahmet Emin'in kimliğinin bu yanı üzerinde durulmaktadır. İngiliz
Büyükelçisi'nin sunduğu raporlarda da Ahmet Emin'in “dönme kökenine dikkat çekildiği
görülmektedir. Hatta Ahmet Emin tanıtılırken “dönme kökenli olduğu için meslektaşları arasında
takdir edilmediği” ifadelerine yer verilmiştir. Foreign Office, 424-288044 (Part 2, 1948); 1953 ve
1957'deki yazılanlarda da “dönme”liğe değinilmeden geçilmemiştir. FO 424-293-001 (Part 7, 1953);
FO 424-296-297 (Part 11, 1957) Yine Bilal Şimşir çalışmasında Malta yıllarında İngiliz Yüksek
Komiseri'nin Ahmet Emin hakkında “dönme”liğini dile getiren bir rapor yazdığını belirtmektedir.
Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, BilgiYayınları, 2. Baskı, Ankara, 1985, s 67.
12
kalmış, amcasına bağlılığına karşın, ilerleyen dönemde babasının etkisi ağır basmıştır.
Ahmet Emin, ismini Alay Emin'i olan büyükbabasından almıştır. Amcası Abdurrahman
Nafiz Efendi'nin Ahmet Emin adını verdiği bir oğlu olmuş ancak bir yıl yaşamıştır.
Amcası bunun üzerine kendisini evlat olarak kabul etmiştir. Ahmet Emin, İstanbul'a
taşınıncaya dek amcasının evinde kalmıştır. Anılarında amcasını, “azami muhafazakar”
olarak tanımlamakta ve namaz kılan, geleneklere son derece bağlı bir insan olarak
resmetmektedir. Babası ise modayı takip eden, şiirden, müzikten, tiyatrodan hoşlanan,
yeniliğe açık bir kişidir. Ahmet Emin aralarındaki bu farklılığa rağmen babasının ve
amcasının birbirlerine son derece saygılı olduklarını kaydetmektedir. Anılarında,
“Amcamın tatlı ve rahat alemini çok çekici bulmakla beraber, buna uzun zaman bütün
bütün bağlı kalamadığını” yazmaktadır.
16
Ahmet Emin’in kişiliğinde, canlı bir kültürel ve ekonomik yaşama sahip
Selanik şehri oldukça etkili olmuştur. Selanik, o dönem “memleketin Batı'ya açılan
penceresi”dir.17 Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra hızla kapitalistleşme
sürecine giren şehir, canlı bir eğitim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Yüzyılın
başında Selanik'te 3 Fransızca, 6 Ladinoca, 4 Rumca, 4 Türkçe, 2 Bulgarca ve 1 de
Rumence gazete yayınlanmaktadır.18 Avrupa’daki mali başkentler ile kurduğu ilişkiler
dolayısıyla şehir hızla gelişmiştir. Yabancı yatırımcılar aracılığıyla birçok banka,
sigorta kuruluşu Selanik’e, diğer Osmanlı şehirlerine göre, erken bir tarihte girmiş, 20.
yüzyılın başında tekstil, matbaa, kağıt, çivi, sabun, ipek, tütün ile ilgili büyük tesisler
kurulmuştur.
Yalman, “20. yüzyılın başlarındaki Selanik en koyu manasıyla bir Türk
şehri idi. Anavatanın çok canlı, çok hassas bir parçasıydı”19 diye yazmaktadır. Ancak
Selanik bu dönemde sınıfsal ve etnik bakımdan kozmopolit kent niteliği taşımaktadır.
Tekeli ve İlkin, Selanik'in 1908'lerde nüfusunun % 27'nin Müslüman, % 40'ının
16
Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. 1 (1888-1918), Rey Yayınları,
İstanbul, 1970 s 22.
17
Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. I, Rey Yayınları, İstanbul, 1970, s 11.
18
Tevfik Çavdar, Talat Paşa, İmge Kitapevi, Ankara, 1993, s 46.
19
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 11.
13
Yahudi, % 13'ünün Rum, % 3'ünün Bulgar, % 17'inin başka ülkelerin tebaası
olduklarını belirtmektedir.20
Selanik, farklı milletleri ve dinleri bir araya getiren Makedonya
bölgesindeki siyasal gelişmelerin de merkezinde bulunmaktadır. 19. yüzyılda hızla
yayılmaya başlayan milliyetçilik akımları sonunda Osmanlı, Sırp, Bulgar ve
Arnavutların bağımsızlık talepleri ile karşı karşıya gelmiştir. Özellikle Türk subayları
burada uyanan milliyetçilik akımları karşısında milli bilinçlerinin farkına varmaya
başlamışlardır. Ahmet Emin tanık olduğu siyasal karmaşayı şöyle anlatmaktadır:
“Selanik galeyan ve gizli isyan içinde bulunan Makedonya'nın bir parçasıydı, hatta
can damarıydı. Dağlardaki çarpışmalar, kundaklamalar bazen şehrin içine kadar
sıçrıyordu. Silah sesleriyle uyandığımız geceler eksik olmuyordu. Komiteciler
tarafından Osmanlı Bankası'na bomba atılması, limanda bulunan bir Fransız
vapurunun kundaklanması yolunda hareketler ortalığa vakit vakit dehşet saçıyordu.
Fakat sansür, gazetelerin bunlardan bahsetmelerine meydan bırakmıyordu.”21
Ahmet Emin anılarında anlattığına göre yazı hayatı, daha dokuz yaşında
iken kendi el yazısı ile hazırladığı on iki sayfadan oluşan Niyet adlı gazete ile
başlamaktadır. Ahmet Emin, Niyet'i yayınlamaya bir iki yıl devam ettiğini, daha sonra
adının Semere-i Say-ı Etfal (Çocukların Çalışmalarının Meyvesi) olarak değiştirdiğini
belirtmektedir.22 Babası Osman Tevfik Bey de gazeteciliğe ilgi duymuş, 1896’da
Razva-i Edeb ve Mütalaa adlı edebi dergiler yayınlamıştır. Yine amcasının damadı olan
Fazlı Necip Bey de Asır isimli bir gazete çıkarmıştır. Ahmet Emin, Niyet'in bu
dönemde yakın akrabalarından Necip Fazlı Bey'in çıkardığı Asır, babası Osman Tevfik
Bey'in yayınladığı Mütalaa dergisinden daha önce yayınlamış olduğuna dikkati
çekmektedir.23 Özellikle babası Osman Tevfik Bey tarafından Selanik'te çıkarılmakta
olan Mütalaa, o sırada, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit (Yalçın), Halit Ziya (Uşaklıgil)
20
Tekeli İlhan, İlkin Selim, “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal Yapısının
Belirleyiciliği”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi, I.Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve
Ekonomik Tarihi Kongresi Tebliğleri, Hacettepe Üniversitesi, Temmuz 11-13 1977, Ankara, 1980.
21
Ahmet Emin, a.g.e., C. I., s 34.
22
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s. 18.
23
Ahmet Emin, “Niyet, Fazlı Necip Bey tarafından kurulan ve önceleri haftada yalnız üç defa, sonra her
gün çıkan Asır gazetesinden ve bundan üç ay sonra babamın kurduğu Mütalaa gazetesinden daha evvel
başlamıştı” diye yazmaktadır. Ahmet Emin, a.g.e., Cilt I, s 18. Osman Tevfik Bey Mütalaa dergisini
1896'da çıkarmıştır. Ahmet Emin, 1888 doğumlu olup 1897'de 9 yaşında olduğuna göre babasının
dergisi, Niyet'ten önce yayın hayatına girmiş olmalıdır.
14
gibi önde gelen yazarların İstanbul'da sansür nedeni ile yayınlanamayan yazılarına yer
vermekte olması bakımından önemli bir yayın organıdır. Ahmet Emin, okul dışındaki
bütün zamanını geçirdiği Mütalaa'nın kendisi için “mükemmel bir mektep” olduğunu
belirtmektedir.
B-Eğitimi
Ahmet Emin ilk önce Şeyh Maruf Efendi’nin özel okuluna gönderilmiştir.
Okulun kurucusu Maruf Efendi, Rufai Tekkesi şeyhi olup, Ahmet Emin tarafından, “O
zamanki Selanik’in atılgan, geniş görüşlü, ilerleme sevdalısı, hatırı çok sayılır bir
siması” olarak tanıtılmaktadır.24 Bir yıl sonra ise 1894’te daha iyi bir okul olan, bugün
Işık Lisesi olarak bilinen, “Feyz-i Sıbyan” Okulu'na25 kaydolmuştur. Ancak “kendisini
çok sarmayan, öğrenme merakını geliştirmeyen”26 Feyz-i Sıbyan Okulu'ndan üç sene
sonra alınarak, 1897’de Mustafa Kemal’in de okulu olan Selanik Askeri Rüştiyesi’ne27
gönderilmiştir. Babası Osman Bey de aynı okulda yazı dersleri vermektedir. Okul II.
Abdülhamid yönetiminin kontrolü altında olup, Ahmet Emin ilk kez burada II.
Abdülhamid yönetiminden duyulan hoşnutsuzluk ile karşı karşıya gelmiştir. Ancak
okuldan diploma almasına iki ay kala coğrafya öğretmeni ile yaşadığı sorun nedeniyle
okuldan ayrılmıştır. Ahmet Emin’in dördüncü okulu Selanik Alman Mektebidir.28
24
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s. 15.
Selahattin Galip, “dönme”lerin çocuklarını Türk okullarına vermemiş olmak için Feyziye Lisesi'ni
açtıklarını yazmaktadır. Galip, Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik, Kıraçlı Yayınları, 1977, İstanbul, s
132. Fevziye Lisesi, 1885’te ilk önce dört sınıflık bir ilkokul olarak Selanik’te kurulmuştur. Kurucuları
Mısırlızade Mustafa Tevfik, Kitapçı Mustafa, İsmail İpekçi, Mehmet Karakaş, Mustafa Cezzar ve
Avukat Mustafa Faik Efendilerdir. Gazetecilik yapan ve ilk Osmanlı Mebusan Meclisi azasından olan
Radoviçli Mustafa Bey de Maarif Müdürü olarak hizmet etmiştir. Okul daha sonra Feyziye adını
almıştır. Şemsi Efendi’nin İlkokulu da daha sonra bünyesine katılmıştır. 1900-1901 yılları arası okul
mali buhrana girince birkaç zengin kişinin okulun idare heyetine girmesi sağlanmış, okul müdürlüğüne
de Cavit Bey (Eski Maliye Nazırı) getirilmiştir. Okul Balkan Savaşları ile, işgal sırasında güç durumda
kalınca İstanbul’a taşınmıştır. 1917’de Okul Müdürlüğü’ne Nakiye Hanım getirilmiştir. Özel Işık
Lisesi, Kısa Tarihçe ve Kutlama Haftası, Yenilik Basımevi, İstanbul, 1975.
26
Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 23.
27
Osman Ergin, Askeri Rüştiyelerde, “tedrisat mülki rüştiyelerden daha muntazam ve daha disiplinli
olduğunu”, bu rüştiyelerden mezun olanların askeri idadilere girmek mecburiyeti olmadığını bunun
için bir kısım mezunun hayata atılıp, memuriyeti seçtiklerini belirtmektedir. Osman Ergin, Türk Maarif
Tarihi, Eser Kitabevi, İstanbul, 1977, s. 507.
28
Alman Lisesi, 1868’de İstanbul’da kurulmuştur. Laik nitelikte ve paralı olduğu için daha çok
toplumun üst kesimlerine hitap etmekte, Türk bürokratları çocukları için bu okulları tercih
25
15
Babasının 1903 yılında İdare-i Mahsusa’da görev alması ile ailesi İstanbul’a taşınmış,
Ahmet Emin de İstanbul'daki Beyoğlu Alman Mektebi'ne kaydolmuştur. Okul, Alman,
İsviçre ve Avusturyalı ailelerin, özellikle de Şark Demiryolları yabancı personelinin
çocukları için kurulmuş olup, Türk öğrencilerin sayısı azdır. Alman Dışişleri
Bakanlığı’ndaki Dış Okullar Dairesi tarafından idare edilen, eğitim ve yönetim kadrosu
dikkatle seçilen Alman Mektebi'nde, Almancadan başka, Fransızca, İngilizce de
öğretilmektedir. Ahmet Emin daha önceden Fransızca bildiğini, İngilizceyi ise bu
okulda öğrendiğini ve bu sayede 1907’de Sabah'ta tercüman olarak çalıştığını
aktarmaktadır.29 Okul müdürü ve aynı zamanda edebiyat hocası olan Dr. Schwatlo,
İngilizce hocası Dr. Giese ve Almanca hocası Prof. Ludwig Szamatolski Ahmet
Emin’in deyimi ile “hayatında en çok iz bırakan” hocalar olmuştur. Ahmet Emin almış
olduğu güçlü eğitim dolayısıyla Almanca, Fransızca ve İngilizceye son derece hakim
olup, ilerleyen yıllarda, yurtdışındaki gazetelerde bu dillerde yazılar kaleme almıştır.
Beyoğlu Alman Mektebi’nde okurken bir yakının evlerine bıraktığı ve
içinde Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre, Cezmi adlı romanı başta olmak üzere
dönemin diğer yasaklanmış kitaplarıyla erken yaşlarda karşılaşması, Ahmet Emin'in
Padişahın politikasına muhalif aydınların düşünceleriyle tanışmasında etkili olmuştur.
Bu yıllarda Ahmet Emin’in düşünce ve inançları değişmeye daha doğrusu
etrafında olup biten siyasal karmaşadan ve II. Abdülhamid yönetiminin getirdiği
hoşnutsuzluktan daha çok haberdar olmaya başlamıştır. II. Abdülhamid yönetiminin
getirdiği baskı ortamı, jurnalcilik ve basın üzerindeki sıkı denetiminin yanı sıra
Yemen’deki isyanı bastırmak için giden askerlerin dramına da tanık olmuştur. Bu
etkiler altında Askeri Rüştiye'den sınıf arkadaşı olan Başçavuş Hüseyin Bey'in
kendisini ikna etmesi ile İT'ye katılmıştır.
Ahmet Emin, Alman Mektebi'ni bitirdikten sonra İstanbul Hukuk
Fakültesi'ne kaydolmuştur. Üç yıl devam ettiği okulu, bir yandan Babıali Tercüme
etmektedirler. Vahapoğlu, 1870 sonrası kapitalizme geçen Almanya’nın, daha çok Mezopotamya ve
Filistin üzerinde etkili olmak istediklerini, benzer Alman okullarının Hayfa, Yafa, Kudüs ve
Betlehem’de de kurulduğunu belirtmektedir. Lutheran misyonerlerin daha çok Almanca eğitim yapan
okulları örgütlediklerini ancak onların faaliyetlerinin diğer misyonerler kadar etkili olmadığını da
söylemektedir. Hidayet, M. Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Türk
Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1990.
29
Ahmet Emin, a.g.e., C. I,. s .37.
16
Odası'nda çalışmaya başlaması bir yandan da Sabah'ta gazeteciliğe devam etmesi
nedeni ile bitirememiştir.
1911'de Ahmet Emin, Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınav sonucu, Cevat
Eyüp (Taşmen, sonra Petrol Araştırmaları Müdürü), Abdullah Hamdi (Toker, Elektrik
İdaresi Umum Müdürü), Ahmed Şükrü (Esmer, Profesör ve gazeteci), Nikola
Ağnidi'den oluşan beş kişi ile Amerika'da üniversite eğitimi hakkı kazanmıştır. 5 Şubat
1911’de Amerika’da Columbia Üniversitesi Siyasi İlimlere sosyoloji okumak için
kaydolmuştur.
Okulda bulunduğu süre içinde Prof. Charles Beard’ın Amerikan
Meşruiyetinin Tarihi, Prof. Farrand’ın Sosyal Antropoloji, Prof. Franklin Henry
Giddings’in Sosyoloji, Prof. Robinson’un İngiliz İktisadi Tarihi, Prof. Shotwell’in
Dinde İhtilal gibi dersleri almış, Prof. Gottheil ve Prof. Seligmann gibi hocalarla da
yakın ilişkiler kurmuştur.
Üniversite eğitimi sırasında Amerikan hayat tarzını yakından öğrenme
fırsatını bulmuştur. Ayrıca buradaki eğitimi sırasında misyoner faaliyetleri ile karşı
karşıya gelmiştir. Misyoner guruplarının katı tavırları karşısında Ahmet Emin iki
Amerika olduğunu söylemektedir:
“Birisi Üniversitede bana nurlu ufuklar gösteren Giddings, Robinson, Shotwell gibi
hocalarımın Amerikası, diğeri Bryan’ın Hariciye Nazırı olmasına imkan veren,
buna tahammül eden cahil politikacıların, demagogların Amerikası.”30
Öğrenciliği sırasında Amerika’da çıkmakta olan Almanca gazetelerden
Staatszeitung’a yazılar yazmış, Alman basın kulübüne ve bazı Alman cemiyetlerine üye
olmuştur. Ayrıca Amerika'da bulunduğu sırada farklı bölgelerde yaşayan Osmanlı'dan
gelen göçmenlerle bağlantı kurmuştur.31 Göçmenlerin Amerikan yaşamına ne kadar
30
31
Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 172.
Amerika'da Peabody, Chicago, Manchester ve diğer yerlerde yaşayan göçmenlerin yaşam seviyeleri,
nerelerden geldikleri ve ne tür işlerde yaşadıkları üzerinde durmuştur. Amerika'da yaklaşık kırk bin
kadar Türk yaşadığını belirten Ahmet Emin, bu kişilerin daha çok köylerden gelerek fabrikalarda,
demiryolu inşaatında işçi olarak çalıştıklarını kaydetmektedir. Büyük şehirlerden gelenler daha çok
büyük şehirlerde yaşamayı tercih etmekte olup, eğitim görenler de azdır. İşçilerin iş ve yaşam
koşulları, gündelik hayatları hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Genellikle kırsal kesimden gelen
göçmenlerin neden Amerika'daki yaşama uyum sağlayamamaları üzerinde durduğu konulardandır.
Naki Konyalı, “Ahmet Emin Yalman'ın Kaleminden Amerika'daki Göçmen Türkler”, Toplumsal Tarih,
Ağustos 2001, S. 93, C. 16, s 26.
17
uyum sağladıkları, nasıl ve ne tür etkiler altında yaşadıkları üzerine yaptığı
gözlemlerini “Amerika'da Türk Muhacirler” başlığı altında yayınlamıştır.32
Yine
Türkiye’de yayınlanmakta olan Yeni Gazete’ye sonra da İkdam’a “Amerika
Mektupları” başlığı altında yazılar göndermiştir.
1912 yazında Columbia Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra, Columbia
Pulitzer Gazetecilik Okulu'na kaydolmuştur. Okulun ilk müdürü Mardin’de doğan ve
on altı yaşına kadar orada yaşamış olan Dr. Talcott Williams’tır. Williams ile kurduğu
yakın ilişki daha sonra küçük şehirlerdeki gazeteler kadar Amerika'nın önde gelen
gazeteleri ile tanışma ve kısa dönemli çalışma fırsatını vermiştir. Williams,
Amerika’nın her tarafında çıkan yerel gazetelerce kurulan National Editorial
Association’ın (Milli Gazete Editörlüğü Cemiyeti) her yıl düzenlenen kongresinin
Colorado Springs ve Houston'daki toplantılarına kendi yerine Ahmet Emin'i
göndermiştir. Williams'ın hazırladığı bu program, Ahmet Emin'in Amerika'da
yayınlanmakta olan birçok gazete ve dergide gözlem yapmasına ve yazılarının
yayınlanmasına yardımcı olmuştur. Bu ziyaretleri sırasında, Ahmet Emin'in Inter
Ocean, St Louis Post-Dispatch, Globe, Republican, Herald, Christian Science Monitor
gibi gazetelerde yazıları yayınlanmış, Amerika’dan ayrılmadan önce New York Evening
Post’un Türkiye muhabiri olmuştur.
Talcott Williams'tan, The Development of Modern Turkey As Measured By
It's Press (Modern Türkiye’nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi) başlıklı doktora
tezinin hazırlanması sırasında da yardım görmüştür. Tezi, Siyasi İlimler Fakültesi'nin
yayını olarak basılmış ve Amerikan basını, kitap ile ilgili olumlu eleştirilerde
bulunmuştur.33 Ahmet Emin'in doktora tezi Türk basını üzerine yapılan ilk akademik
çalışma olması bakımından ayrı bir öneme sahiptir.
1914'te İstanbul’a dönüşünde Ahmet Emin, asker olmak için önce Harbiye
Mektebi'ne giderek kendini yedek subay yazdırmak istemiştir. Yapılan muayene sonucu
47 kilo olduğu için, “askerliğin yorgunluğuna tahammül ve takatı olmadığı gerekçesi
ile “geçici olarak askerlik mesleğinden ihraç” raporu almıştır.34
32
Ahmet Emin, “Amerika'da Türk Muhacirler”, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1918,
Numara 2, s 179-188. Bakınız Naki Konyalı, a.d.m.
33
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 200.
34
Ahmet Emin, Yakın Tarihte....,C. I, s 210.
18
Eğitim Bakanlığı'na başvurusu sonrasında “Bin kuruş maaşla Darülfünun
(İstanbul Üniversitesi) Felsefe Tarihi Muallim Muavinliği'ne” atanmıştır. Felsefe
eğitimi almadığı yönünde itirazda bulunması üzerine, Darülfünun’da Ziya Gökalp
Bey'in sosyoloji, Mülkiye’de de Hasan Bey'in istatistik derslerine asistanlık etmesine
karar verilmiştir. Darülfünun İçtimaiyat Kürsüsü'nde çalışmaya başladığı sırada
Tanin’in başyazarı Muhittin Bey'den (Birgen) gelen teklif üzerine Tanin'in kadrosuna
katılmıştır.
Ziya Gökalp'in İttihat ve Terakki'nin “merkez-i umumisi”nde üye olması ve
Tanin’in de İttihat ve Terakki'nin yayın organı olması dolayısıyla üniversiteden kolayca
izin almıştır. Tanin'de çalışırken Alman cephelerine gönderilmiştir. Dönüşünde aldığı
teklif üzerine Sabah'ta başyazar olarak çalışmaya başlamıştır. 22 Ekim 1917'de ise
Mehmet Asım Us ile Vakit gazetesini çıkarmış ve bu gazetenin başyazarlığını
üstlenmiştir.
Mondros Mütarekesi sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması
gündeme geldiğinde aydınlar, İngiliz ve Amerikan mandasının kabul edilmesi gerektiği
yolunda kamuoyu oluşturmaya başlamışlardır. Ahmet Emin de 1918'in sonunda kurulan
Wilson Prensipleri Cemiyeti'nde çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve bu dönemde gazetede
Amerikan müzaheretinin sağlanması, yabancı uzmanlar getirilmesi ve idare sisteminin
yeniden yapılanması yönünde yazılar kaleme almaya başlamıştır. Ahmet Emin,
Amerikan mandası savunduğu gerekçesiyle ilerleyen yıllarda da sıkça eleştirilmiştir.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na muhalifliği nedeniyle İttihatçılarla birlikte
1919'da gözaltına alınmıştır. Ali Kemal başta olmak üzere Damat Ferit Paşa'ya karşı
yazdığı yazılar nedeniyle 17 Nisan 1919'da Kütahya'da üç ay ikamete mecbur
edilmiştir. 1920'de ise İstanbul'un işgali ile İngilizler tarafından Malta'ya sürgüne
gönderilen İttihatçılar arasında yer almıştır. Ahmet Emin'in Malta'da olduğu süreçte
gazetenin yönetimini Mehmet Asım (Us) üstlenmiştir. Vakit, Anadolu'daki direnişe
destek veren bir yayın çizgisi takip etmiştir. Ahmet Emin, Malta dönüşünde Ankara'ya
giderek yönetim ile yakın ilişkiler kurmuştur. Lider ve kadrosu ile yaptığı röportajları
gazetesinde yayınlamış ve ardından Anadolu'daki cephelerde yaptığı inceleme ve
gözlemleri kaleme almıştır. Ankara Hükümeti ile olan bu dayanışma ve işbirliği
1922'de Halk Fırkası'nın kurulması haberlerinin gazetelerde yayınlanmaya başlayıncaya
kadar devam etmiştir.
19
1923'te ortağı Mehmet Asım ile arasındaki bir anlaşmazlıktan dolayı
gazeteden ayrılarak, Vatan'ı yayınlamaya karar vermiştir. Babası Osman Tevfik,
kardeşi Mehmet Rıfat, Enis Tahsin (Til), Ahmet Şükrü (Esmer) ile komandit bir şirket
kurmuştur. Vatan'ın ilk sayısı 26 Mart 1923'te çıkmıştır. Ankara yönetimini eleştiren
İstanbul basını içinde yer alan Vatan, Halk Fırkası'nın kurulması, Ankara'nın başkent
olması, Cumhuriyet'in ilanı, Mustafa Kemal'in yetkileri gibi konularda Ankara ile
çatışmalara girmiştir. Halk Fırkası'na karşı 17 Kasım 1924'te kurulan Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası'nı desteklemiştir. 1925'te çıkan Şeyh Sait isyanı ile Takriri Sükun
Kanunu'nun kabulü sonrasında Vatan süresiz olarak kapatılmıştır. Ahmet Emin İstiklal
Mahkemeleri'nde yargılanmış ve affedilmesi halinde gazetecilik yapmayacağına söz
vermesi üzerine gazetecilik hayatından uzaklaştırılmıştır. Tekrar gazeteciliğe dönmesi
1936'da Mustafa Kemal ile karşılaşması ve kendisine izin verilmesinden sonra
olacaktır.
Bu süreçte ticaret hayatına atılmıştır. Ankara'da bulunan Amerikan Ticaret
Ataşesi Jullian Gillespie aracılığı ile, Goodyear, Dodge Brothers, Caterpillar gibi
önemli Amerikan firmalarının Türkiye'deki bayiliğini üstlenen TATKO (Otomobil,
Lastik ve Traktör Komandit Şirketi) adlı bir şirket kurmuştur. Ahmet Emin 1925'ten
itibaren iş bağlantıları ile ilgili olarak her yıl Amerika'ya gitmiştir. Yine bu süreçte
Amerika'da üretim yapmakta olan Curtis Havayolları ile anlaşarak Türkiye'de bu
şirketin acenteliğini üstlenme ve Kayseri'de kurulacak bir uçak fabrikasında Wright
motorlarının üretilmesi gibi projelerle ilgilenmiştir. Ancak bu proje hayata
geçirilememiştir. Gazetesi kapalı olduğu sırada çeşitli romanlar çevirmiştir.
Amerika'daki Carnegie Barış Vakfı’nın hazırladığı, I. Dünya Savaşı'nın sosyal ve
iktisadi sonuçlarına dair hazırlanan otuz ciltlik eserin Türkiye’ye dair bölümü yazması
Yalman’dan talep edilmiştir. Kitap Dünya Savaş'ında Türkiye başlığı ile yayınlanmıştır.
1936'da Ankara Karpiç Lokantası'nda Mustafa Kemal ile karşılaşması
sonrasında gazeteciliğe dönme izni verilmiştir. Ahmet Emin önce haftalık siyasi bir
gazete olan Kaynak'ı yayınlamış ancak gazetenin ilgi görmemesi üzerine, İş Bankası'na
ait olan ve zarar ettiği için elinden çıkarmak istediği Tan'ı, matbaası ile satın almıştır.
Ortakları Halil Lütfi Dördüncü ve Zekeriya Sertel olup, Ahmet Emin'in yakın
akrabaları da sermaye koyarak, Gazetecilik ve Neşriyat Türk Anonim Şirketini
20
kurmuşlardır. Tan, ismi ve eski kadrosunda değişime gitmeden, yeni sahipleri ve
kadroya katılan gazetecilerle 1 Ağustos 1936'da yayın hayatına atılmıştır.
Tan'da, Sertellerle birlikte Almanya ve İtalya'da yükselen faşizmin
eleştirisini yapmıştır. Mustafa Kemal’in hastalığına dair bilgilerin gizli tutulmasına
karşın, sağlığı üzerine 7 Ağustos 1938'de yazdığı yazı nedeniyle gazete 9 Ağustos'tan 9
Ekim 1938'e dek üç ay kapatılmıştır. Bu yazı ile ortaklar arasında var olan anlaşmazlık
su yüzüne çıkınca Ahmet Emin gazeteden ayrılmıştır. Bayar’ın, New York Sergisi'nde
Türk Pavyonu'nu idare edecek komisyon üyeliği ve Yayın Müdürlüğü teklif etmesi ile
1938-1939 yıllarında Amerika’da kalmıştır.
C. Diğer Faaliyetleri
Ahmet Emin’in ilk içinde faaliyet gösterdiği Cemiyet, Osmanlı Matbuat
Cemiyeti’dir. II. Meşrutiyet sırasında Abdullah Zühtü önderliğinde kurulan bu Cemiyet
gazete ve gazetecilerin mesleki dayanışmayı tesis etmek, sorunlarını gündeme getirmek
amacıyla kurulmuştur. Belli periyotlarla “Matbuat Konferanslar”ı düzenlemiştir. Ahmet
Emin 1918 tarihli Vakit'te çıkan yazıda cemiyeti, “memleketin ilk meslek cemiyeti”
olarak tanıtmış ve bunun diğer meslekler için de örnek olacağını yazmıştır.35 Aynı
yazıda cemiyetin kuruluş amacının, gazete ve gazeteciler için maddi çıkar olmadığını,
asıl amacının, “matbuatı temiz ve lekesiz bir halde bulundurmak, memleketin
menfaatine ve hayatiyetine muhalif maksatlara alet olmamalarına elden geldiği kadar
çalışmak” olduğunu belirtmiştir.36 Yine gazeteciliğin itibarını yükseltmek ve matbuatın
hukuk hürriyetini savunmak da amaçları arasındadır.
Cemiyet, gazetelerin özellikle de kağıdın dağıtımı açısından önemli bir yere
sahiptir. Kağıt bu dönemde karaborsa olup, Almanya’dan alınmaktadır. 1918’de
Cemiyetin Başkanı Yunus Nadi, Umumi Katibi de Ahmet Emin'dir. Alman Elçiliği
aracılığı ile dağıtılan kağıdın Matbuat Cemiyeti adına gelmesi sağlanarak gerekli
dağıtım buradan yapılmıştır. Gazetelerin idare memurları tarafından verilen kağıt istek
fişleri Ahmet Emin tarafından kontrol edilmiştir. Hatta İleri ihtiyacının iki misli kadar
35
36
Ahmet Emin, “Matbuat Konferansı”, Vakit, 16 Şubat 1918.
a.g.m
21
istekle gelmesi sonucu Ahmet Emin ile arasında küçük bir problem yaşanmış, Yunus
Nadi’nin arabuluculuğu ile sorun çözümlenmiştir.
Ahmet Emin'in içinde faaliyet gösterdiği bir başka oluşum da Masonluktur.
Ahmet Emin, İtalya bağlantılı Macedoia Risorto locasına 1910 yılında kaydolmuştur.37
Ahmet Emin anılarında Amerika’daki öğrenciliği sırasında bazı Alman
Basın Kulübü ve bazı cemiyetlerine üye olduğunu belirtmekte ancak bunların isimlerini
vermemektedir.
Yine Amerika’da bulunduğu sırada buradaki Osmanlı vatandaşları arasında
milli birliği kurma amacıyla Columbia Osmanlı Cemiyeti’ni kurmuşlar ve başkanlığına
da Leonyan adlı bir Ermeni öğrenci, ikinci yıl da Tevfik Mufarric adlı Lübnanlı bir
genci getirmişlerdir. Cemiyet ayda bir konuşma, musiki geceleri düzenleme gibi sosyal
faaliyetlerde bulunmuştur.
Ahmet Emin’in Amerika’daki önemli etkinliklerinden biri de 1911’de
Amerika’da bulunan yirmi bin kadar Türk nüfusu üzerine yaptıkları çalışmalardır.
Genel olarak Salem, Peabody, Providence ve Worchester şehirlerinde çeşitli
fabrikalarda çalışan Türkleri, Ahmet Şükrü (Esmer) ile birlikte okul tatillerinde ziyaret
etmiştir. Daha çok Harput, Sivas, Malatya ve Samsun gibi yerlerden öncelikle ticarete
atılmak için gelen Türk nüfusunun yaşam koşulları, adaptasyon sorunları gibi konular
üzerinde durmuştur.
1918’de Ahmet Emin İstanbul Üniversitesi'nde bir İstatistik Enstitüsü
kurarak, bir kütüphane oluşturulmasında etkin bir rol oynamıştır. Daha önce
Almanya’dayken tanıştığı ve yakın ilişki içinde olduğu Amerika Büyükelçisi Elkus’un
yardımıyla enstitüye Amerika’dan bir çok kitap getirtmiştir.
1919’da sürgün olarak Kütahya’ya gönderildiğinde Anadolu’da çok yaygın
olan içki sorununu ele alan yazılar yazmıştır. Anılarında belirttiği üzere kendisi Dr.
Fahrettin Gökay ile birlikte Yeşilay Cemiyeti'nin kurucularından biridir.
1938'den sonrası dönemi için özetle şunları söyleyebiliriz. 1945'ten sonra
Ahmet Emin'in daha çok Uluslar arası oluşumlarda aktif görev aldığı görülmektedir.
1947’de temelleri atılan Dünya Liberaller Birliği'nin etkinliklerinde yer almış ve Dünya
37
Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection) Bn: 17.
22
Liberalleri Birliği’nin idare heyetine seçilmiştir. Türkiye’ye dönüşünde Hür Fikirleri
Yayma Cemiyeti’ni kurmuştur.
Ekim 1950’de, Amerikan Basın Enstitüsü tarafından Uluslararası Basın
Enstitüsü kurulması yönünde Amerika'ya davet edilen on beş uluslararası gazetecinin
arasında Ahmet Emin de yer almıştır. Bu amaçla New York’taki Columbia Gazetecilik
Okulunda yapılan hazırlık toplantısını Washington, San Francisco, Teksas, Dallas,
Georgia, Atlanta, Chicago gibi bölgelerin ileri gelen gazetecileri ile görüşmeler takip
etmiştir. Bu toplantıların sonunda Uluslararası Basın Enstitüsü kurma kararı verilmiştir.
İdare heyetinin içinde Ahmet Emin de yer almıştır.
IV. Eser ve Çalışmaları
Ahmet Emin'in Amerika ve Avrupa'nın büyük, önde gelen gazetelerinde
olduğu kadar yerel gazetelerinde de çok sayıda makalesi yayınlanmıştır. Almanya'da
çıkan Vossiche Zeitung'ta, Neue Preie, Amerika'da çıkan Almanca Staatszeitung'da sık
sık yazıları çıkmıştır. St. Louis Daily Globe, Post Dispatch, Republican, Herald,
Christian Science Monitor, The Daily Telegraph, The Observer, New York Evening
Post, The New York Times gibi gazete ve dergilerde de yazıları yayınlanmıştır.
Ahmet Emin gazetedeki yazılarının dışında çok sayıda kitap ve çeviriye de
imza atmıştır. Kitaplarını, seyahat gözlemleri, hem anı hem de Türkiye'nin siyasi ve
sosyal gelişimine dair eserleri ve tercüme ettiği kitaplar olmak üzere üç başlık halinde
incelemek mümkündür. Seyahatlerine dair kitaplarından ilkini Havalarda 50.000
Kilometre38 ismiyle 1943'te yayınlamıştır. Ahmet Emin, 1942'de İngiltere tarafından
müttefiklerin savaş durumuna dair bilgi vermesi için davet edilen beş Türk gazetecisi
arasında yer almıştır. Mısır'dan başlayan ve üç buçuk ay süren Amerika, Kanada,
İngiltere gezilerini bu eserinde kaleme almıştır. San Fransisko'da Neler Gördüm?39 adlı
kitabında, 1945'te yapılan San Francisco Konferansı'nı yerinde izlemek üzere Dışişleri
Bakanı Hasan Saka, heyet üyeleri ve gazetecilerle yapılan seyahate dair izlenimlerine
38
39
Ahmet Emin Yalman, Havalarda 50.000 Kilometre, Vatan Matbaası, 3 Cilt, İstanbul, 1943.
Ahmet Emin Yalman, San Fransisko'da Neler Gördüm?, Vatan Matbaası, İstanbul, 1945.
23
yer vermiştir. 1947’de İngiltere’de bulunduğu sıradaki gözlemlerini Dünyadan Haber40
adlı iki ciltlik eserde toplamıştır.
Türkiye'nin siyasal ve sosyal yaşamına dair çalışmaları arasında ilk olarak
doktora tezi olarak hazırladığı The Development of Modern Turkey As Measured By Its
Press41 (Modern Türkiye'nin Gelişmesinin Basın Yoluyla Ölçülmesi) sayılabilir. Kitap
üniversite yayınları arasında 1914'te basılmıştır. Tez çalışmasında Osmanlı'da ilk
gazetenin yayınlandığı dönemden başlayarak II. Abdülhamid dönemi ve 1908 sonrası
gazetecilik alanındaki gelişmeleri 1913 yılına kadar incelemiştir. Ahmet Emin'in bu
eseri, Türk basını üzerine yapılan iletişim ve özellikle de gazetecilik alanında ilk
akademik çalışmadır. Alanında ilk olması nedeniyle tezini verdikten kısa bir süre sonra
üniversite yayınları arasından yayınlanmış, Amerika'daki çeşitli gazete ve kitap
tanıtımlarında da ilgi görmüştür.
Bir diğer eseri Almanya’da Perthes Basımevi'nin siparişi üzerine Almanca
kaleme aldığı Die Türkei42 adlı kitabıdır. Perthes'in bütün ülkeler hakkında bilgi vermek
amacıyla hazırladığı bu serinin Türkiye cildi, Ahmet Emin tarafından 1918'de
yazılmıştır.
1925’te Elazığ İstiklal Mahkemesi'nde yargılandıktan sonra gazetecilikten
uzaklaştırılan Ahmet Emin, Amerika’da Columbia Üniversitesi'nde Tarih Profesörü
James T.Shotwell aracılığı ile Carnegie Barış Vakfı adına I. Dünya Savaşı'na dair
hazırlanan otuz ciltlik eserin, Türkiye ile kısmını yazma teklifi almış, 1200 Dolar ve
masraflar için de 300 Dolar karşılığında anlaşmıştır. Kitap Turkey in The World War,43
(Dünya Savaşı'nda Türkiye) başlığı ile yayınlanmıştır. Kitap dünya basınından yakın
ilgi görmüştür.
1938’de Tan’da Mustafa Kemal’in sağlığı hakkındaki yazısı sonrası
gazetenin üç ay kapatılması ve Ahmet Emin’in ortaklıktan ayrılması üzerine,
Gerçekleşen Rüya44 adlı kitabını yazmıştır. Kitapta, tek parti olgusu ve idari
yapılanmada
izlenmesi
gereken
yollar
üzerinde
durulmaktadır.
Tek
parti
40
Ahmet Emin Yalman, Dünyadan Haber, Vatan Matbaası, 2 Cilt, İstanbul, 1945.
Ahmet Emin Yalman, The Development of Modern Turkey As Measured By Its Press, Ams Press Inc.,
New York, USA., 1968,
42
Ahmet Emin Yalman, Die Turkei, Perthes, Gotha, 1918.
43
Ahmet Emin Yalman, Turkey In The World War, Yale University Press ve Oxford University Press,
London 1930.
44
Ahmet Emin Yalman, Gerçekleşen Rüya, Tan Matbaası, İstanbul, 1938.
41
24
uygulamasının, demokrasi ile çelişmediğini ileri sürerek savunmuştur. Devletçilik
anlayışına karşı, liberal fikirler etrafında özel teşebbüs ve yabancı sermayenin
gerekliliğini ileri sürmüş ve Anglo-sakson sistemine uygun rasyonel ve bireyin
sorumluluğunu temel alan idari bir yapılanmaya gidilmesi gerektiği üzerinde
durmuştur.
Köy Enstitüleri oluşumu hakkındaki çalışması, Yarının Türkiyesi'ne
Seyahat45 başlığı ile 1944’te yayınlanmıştır. Bu eserinde bizzat incelemede bulunduğu
üç Enstitü'deki gözlemlerine ve oluşum hakkındaki düşüncelerine yer vermektedir.
Arifiye, Hasanoğlan Enstitüleri’nde yaptığı gözlemler sonucu özgürlük ve eşitliğin
sağlanması, şiddet ve baskıya dayanmayan disiplin anlayışı, deneyim ve katılıma dayalı
bir eğitim olması, üzerinde en çok durduğu temalardır. “Yeni bir insan ve yeni bir
vatandaş tipi yetiştirme” yolu olarak Köy Enstitüleri'ne büyük önem verir. Köy
Enstitüleri'ni, ülkenin ilköğretim davası, köyü kalkındırma ve merkezden çevreye doğru
giden ilerleme anlayışını, çevreden merkeze doğru yönlendirerek yeni bir vatandaş tipi
yaratma amaçları doğrultusunda önemsemiştir.
II. Dünya Savaşı yıllarında Ahmet Emin, Nazilerin iktidara gelmesini
hazırlayan fikri temeller ve tarihsel koşullar üzerinde durarak, Hitler ve iktidarı
üzerinde sosyolojik bir inceleme yapmıştır. Basındaki yazılarında da müttefiklerin
yanında ve demokrat cephede yer alarak, Nazi yönetimini eleştiren Ahmet Emin
Naziliğin İçyüzü adlı kitabında Nazizmi dünyanın başına felaket getiren bir kasırga
olarak değerlendirmiştir.
Turkey in My Time46 adlı kitabı 1956'da Amerika'da yayınlanmıştır. Yazımı
1938'de başlamış 1954'te tamamlanmış, 1956'da da basılmıştır. Kitabında kişisel
tanıklıklarıyla Türkiye'nin siyasal ve sosyal değişimini anlatmaktadır. 1970'de dört cilt
halinde yazmış olduğu Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim47 bu kitabın daha
ayrıntılı tarzda kaleme alınmış halidir.
21 Ekim 1941’de Vatan’da yayınladığı Berraklığa Doğru48 başlıklı yirmi üç
dizilik yazı nedeniyle, gazete 5 Aralık 1941’de 45 gün süreyle kapatılmıştır. Ahmet
45
Ahmet Emin Yalman, Yarının Türkiyesi'ne Seyahat, Vatan Matbaası, İstanbul, 1944.
Ahmet Emin Yalman, Turkey In My Time, University of Oklahoma Press, Ohlahoma, USA., 1956,
47
Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 4 Cilt, Rey Yayınları, İstanbul,
1970, .
48
Ahmet Emin Yalman, Berraklığa Doğru, Vatan Matbaası, İstanbul, 1959.
46
25
Emin bu yazı dizisini bir araya getirerek 1957’de gazetecilikteki 50. yılı için, Hür
Fikirleri Yayma Cemiyeti'nin Yayınları arasından kitap olarak çıkartmıştır. 1959'da
Vatan Matbaası'nda yeniden basılmıştır.
Ahmet Emin anılarında bir takım romanlar çevirdiğini belirtmektedir.
Malta'da sürgünde bulunduğu zaman Hüseyin Cahit’in etkisinde kalarak onun büyük
hayranlık duyduğu İtalyan yazar Anni Vivanti’nin Mariya Tarnavoskaya adlı romanını,
1925’te yargılandığı İstiklal Mahkemeleri'nden sonra gazetecilikten uzaklaştırıldığı
yıllarda, para kazanmak için Amerikalı bir kadın yazarın İzdivaçta Aşk adlı romanını
takma bir isimle, bir Alman macera romanını Selim Beyin Amerika Hatıraları başlığı ile
çevirmiştir.49 Yine Joseph Kessel'in Aslan50, Stefan Zweig'ın Marie Antoinette51,
Coronin A. J'nin Cennetin Anahtarı52 adlı romanlarını Türkçeye kazandırmış, 1940’ta
Vatan’ı yeniden çıkartmaya başladığında gazete için M. H .Zal takma ismiyle İkinci
Geliş başlıklı bir roman yazmıştır. Yine çevirdiği bir başka çalışma Churchill
Anlatıyor53 başlığını taşımaktadır.
49
Ahmet Emin'in çevirdiği kitaplar ve bunların künyeleri Ergün Yıldırım'ın yüksek lisans tez
çalışmasından alınmıştır. Ergün Yıldırım, Batılılaşma Sürecinde Bir Şahsiyet: Ahmet Emin Yalman,
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1991, s 37.
50
Joseph Kessel, Aslan, (Çev:Ahmet Emin Yalman), Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul, 1964,
51
Stefan Zweig, Marie Antoinette, (Çev: Ahmet Emin Yalman), İstanbul, 1942.
52
A..J. Coronin, Cennetin Anahtarı, (Çev:Ahmet Emin Yalman), Tarihsiz.
53
Winston Churchill, Churchill Anlatıyor, (Çev:Ahmet Emin Yalman), 3 Cilt, İstanbul , 1968.
26
II. BÖLÜM: II. Meşrutiyet ve Sonrası
I. Ahmet Emin'in Gazetecilik Hayatına Girişi
Çalışma, Ahmet Emin'in 1918–1938 dönemini incelemekle birlikte bu
bölümde Ahmet Emin'in gazeteciliğe başladığı 1907'den itibaren 1918'e temel teşkil
eden dönemin siyasal olayları ve Ahmet Emin'in bu süreçteki gazetecilik faaliyetleri
üzerinde durulmuştur.
Ahmet Emin'in gazetecilik hayatı II. Abdülhamid'in iktidarının en sert
olduğu ve muhalefetin giderek güçlendiği bir dönemde, 1907'de başlamıştır.
1876'da saltanatın başına geçen ve otuz üç yıl tahtta kalan II. Abdülhamid
döneminin politikasını, azınlıkların isyanına, Avrupa devletlerinin emperyalist
politikalarına54 ve iç politikadaki güçlenen İTC muhalefetine55 karşı verdiği mücadele
belirlemiştir.
II. Abdülhamid'in yönetimine son vererek meşruti bir yönetim kurmak ve
ülkeyi kalkındırmak amacında olan İTC, devleti kurtarmak güdüsüyle hareket etmiş,
1908'den 1918'e kadar ülkenin politikasına yön vermiştir. Tunaya, İttihatçıların,
54
Güçlenen milliyetçilik olayları sonrasında 1878'de Balkanlardaki toprak kaybı imparatorluk
topraklarının üçte biri, nüfusun yüzde yirmisinden fazlasına ulaşmıştır. Olaylar siyasi ve toplumsal bir
çözülmeyi beraberinde getirmiş, bu bölgelerde yaşayan Müslüman halkın büyük çoğunluğu Osmanlı
sınırlarına göç etmeye başlamıştır.
55
1889'da Tıbbiye'de bir grup öğrenci, Anayasa'nın kabülü ve Meclis'in yeniden açılması için İttihad-i
Osmani Cemiyeti'ni kurmuşlardır. Cemiyet üyelerinin bir kısmı tutuklanırken bir kısmı da Paris'e
kaçmış ve muhalefetlerini orada çıkardıkları yayınlarla devam ettirmişlerdir. Paris'teki örgütün başında
Ahmet Rıza bulunmaktadır. 1906'da II. Abdülhamid'in baskı rejimine karşı Selanik'te Talat Paşa,
Mithat Şükrü, Kazım Nami, İsmail Canpolat ve diğer üyeler tarafından Osmanlı Hürriyet Cemiyeti
kurulmuştur. Bu Cemiyet 1907'de Paris'teki İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşerek önce Terakki ve
İttihat, sonra da İttihat ve Terakki (İT) ismini kabul etmiştir.
Konu hakkında bkz: Tarık Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir
Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Cilt 3, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000; Bernard Lewis, Modern
Türkiye'nin Doğuşu, (Çev:Metin Kıratlı), TTK Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2000; Feroz Ahmad, İttihat
ve Terakki, 1908-1914, (Çev: Nuran Yavuz), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1971; Feroz Ahmad,
İttihatçılıktan Kemalizme, (Çev: Fatmagül Berktay), 3. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996; Sina
Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınları, Ankara, 1998; (Anlatan) Galip Vardar, İttihat ve
Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar Yayınları, İstanbul, 2003; Hikmet Bayur, Türk İnkılabı
Tarihi, Cilt 1, 2. Baskı, Ankara, 1963; Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğu'nda İnkılap
Hareketleri ve Milli Mücadele, Baha Matbaası, İstanbul, 1956; Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt
Olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İletişim Yayınları, İstanbul, 1989;
Ernest Ramsey, Jön Türkler, (Çev: Nuran Yıldız), Sander Yayınları, İstanbul, 1982; Eric Jan Zürcher,
Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998; Eric Jan Zürcher, Milli
Mücadele'de İttihatçılık, Bağlam Yayınevi, İstanbul, 1987. Ayrıca konu ile ilgili olarak yayınlanmış
pek çok hatırat bulunmaktadır.
27
vesayetçi, kendi karizmasına “iman eden”, muhalifliği vatan hainliği sayabilen, “halka
rağmen devrim” yöntemine inanmış bir ekip olduklarını yazmaktadır.56
Cemiyet'in içinde kısa zamanda ayrılıklar kendini göstermiştir. Ahmet
Rıza'nın liderliğindeki harekete karşı ilk karşı çıkış önce Mizancı Murad'tan gelmiştir.
II. Abdülhamid bu tür ikiliklerden yararlanma yoluna giderek Jön Türklerden bazılarına
görev vererek geri dönmeye ikna etmiştir. Mizancı Murat'ın Padişah'ın verdiği görevi
kabul ederek İstanbul'a dönmesi, Cemiyet içinde sarsıntıya neden olurken, bu durum
Ahmet Rıza'nın liderliğini daha da pekiştirmiştir. Ahmet Rıza'nın merkeziyetçi ve
milliyetçi politikasına ikinci bir karşı koyuş da 1899'da Paris'e kaçan Mahmut
Celalettin Paşa'nın oğlu Prens Sabahattin'den gelmiştir. Prens Sabahattin, adem-i
merkeziyetçiliği ve özel girişimciliği esas tutan liberal çizgisi Cemiyet içinde
bölünmeye neden olmuştur. Prens Sabahattin gurubunun II. Abdülhamid'in indirilmesi
için yabancı müdahale ve şiddetin kullanılması yönündeki önerileri, Ahmet Rıza
tarafından kabul edilmeyince Prens Sabahattin ayrılarak 1906'da Teşebbüs-i Şahsi ve
Adem-i Merkeziyet Cemiyeti'ni kurmuştur.
II. Abdülhamid, Avrupalı devletlerin politikalarına karşı, bu devletlerin
kendi aralarındaki çıkar savaşlarından yararlanma yolunu başarı ile uygulamıştır.
Ortaylı'nın da belirttiği gibi, milliyetçilik akımları, iç ayaklanmalar ve dış
müdahalelerle hızla toprak kaybeden imparatorluk, dış politik güçler arasında denge
oyunlarına başvurarak yaşamaya çalışmıştır.57
9 Haziran 1908’de İngiltere Kralı ve Rusya Çarı'nın Reval’de buluşması
Osmanlı İmparatorluğu için bir dönüm noktası olmuş ve bundan sonra “hasta adam”
olarak kabul edilen Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması gündeme gelmiştir. Reval
görüşmeleri sonrasında Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü koruma politikasını
“barışçı yayılma” politikası izleyen Almanya devralmıştır.58
56
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir
Partinin Tarihi, Cilt 3, iletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s 31.
57
İlber Ortaylı, II. Abdülhamdid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, A.Ü. SBF
Yayınları, Ankara, 1981, s 24.
58
Rahtmann, Alman sermayesi ve hükümetinin Osmanlı İmparatorluğu'na el atmasında, Osmanlı
ordusunun eğitilmesi amacıyla Alman subay heyetinin gönderilmesi, Alman silah sanayinin Osmanlı
ile yapılan karlı silah ticareti işine katılması ve Deutsche Bank kanalıyla Anadolu demiryollarının
yapımı için imtiyaz alması gibi etkenleri sıralamaktadır. Lothar Rathmann, Alman Emperyalizminin
Türkiye'ye Girişi, (Çev:Ragıp Zaralı) Gözlem Yayınları, İstanbul, s 29.
28
Reval görüşmesinin Selanik'te duyulması üzerine burada örgütlenmiş olan
İTC eyleme geçmeye karar vermiştir. Resneli Niyazi'nin dağa çıkması, bu buluşmanın
anlamını kavrayan Genç Türklerin tepkisi olarak değerlendirilebilir. II. Abdülhamid'in
isyanı bastırma çabaları sonuç vermeyince 23 Temmuz 1908'de Kanun-i Esasi yeniden
yürürlüğe konulmuştur. İktidara doğrudan gelmeyen İTC, uzaktan denetim ile
gerektiğinde siyasete müdahale etme yoluna gitmiştir.59
Bir yandan uluslararası konjonktürdeki gelişmeler diğer yandan ülke
içindeki karmaşa ve muhalefetin güçlenmesi II. Abdülhamid'in basın üzerinde baskı
rejimi kurması ile sonuçlanmıştır. İskit, II. Abdülhamid'in uyguladığı baskı
politikasının
herkesi
sindirdiğini,
basının
zorla
hükümete
mal
edildiğinden
bahsetmektedir. İskit, Yıldız'dan verilen direktiflerle basının nasıl kontrol edildiğini
şöyle anlatmaktadır:
“Bu direktifler dairesinde yazılan makale ve haberlerin basılmış sütunları Matbuat
Müdürlüğü'ne gönderilir, sansür tetkik ederek çizer, çıkarır, değiştirir ve sonra
imzalayarak idarehanelere gönderirdi. Bu mevaddın tek harf değiştirilmeden aynı
şekilde neşri tabii idi. Bazen memurların iki defa sansür etmeye lüzum gördükleri
şeyler olurdu.”60
II. Abdülhamid döneminde, 1864'te çıkarılmış olan Matbuat Nizamnamesi
yürürlükte olup, çıkarılmak istenen gazetelere ruhsat verilmesi işlemlerinde
Nizamname'de belirtilen hükümlere bağlı kalınmıştır. Gazete çıkarmak için ruhsat
alınmasında Osmanlı vatandaşlarının Dahiliye Nezareti'ne, yabancıların ise Hariciye
Nezareti'ne başvurmaları gerekmektedir. Gazetenin ismi, periyodu, hangi matbaada
basılacağı, gazetenin yayın politikasının belirtilerek, gazetenin sahibi veya müdürü
tarafından imzalı ve mühürlü bir senet verilmekte, yayından önce yetkili tarafından
59
Zürcher bunu padişahın halk üzerinde devam eden etkisine bağlamaktadır. İT üyelerinin yönetimi
alacak kadar kendilerine güvenmemeleri de bir başka üzerinde durduğu noktadır. Eric Jan Zürcher,
Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s 141.
Benzer şekilde Ahmad da, yönetimi devralmak için eğitim ve deneyimden yoksun olan İTC'nin,
toplum nazarında yeterince sosyal statüye sahip olmaması ve Cemiyet üyeleri arasında elde edilen
gücün nasıl kullanılacağı hakkında fikir birliği bulunmaması noktaları üzerinde durmaktadır. Feroz
Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, (Çev: Fatmagül Berktay), 3.Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul,
1996, s 9.
60
Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul, 1939, s 64.
29
imzalanmış bir nüsha Matbuat Müdürlüğü'ne teslim edilmektedir. Çıkacak yayınlara
hükümet aleyhinde yazıların yayınlanmayacağı şartı konulmaktadır. Demirel, kapatılan
gazetelere tekrar yayın izninin, gazete sahiplerinden aleyhte yayın yapmayacaklarına
dair teminat alındıktan sonra verildiğini kaydetmektedir.61
II. Abdülhamid, yurtdışına kaçmış olan Jön Türklerin faaliyetlerini sadece
ülke içinde kontrol ettirmemiş aynı zamanda yurtdışında bu kişilerin çıkarmakta olan
yayınlarını da takip ettirmiştir. Zaman zaman muhalif gazetelerin basılacağı matbaalara
daha fazla para vererek engelleme, siyasi ilişkilerinden yararlanarak yayınlarını
kapattırma,62 muhalifelere para veya devlet içinde görev vererek yanına çekme
politikalarını uygulamıştır.63 Bazı gazete sahipleri ise kapatma cezaları sonucunda
ekonomik zorluklarını dile getiren, Padişaha bağlılıklarını vurgulayan dilekçelerle
yeniden yayınlanma taleplerinde bulunmuşlardır.64 Gazetelerde, günün siyasal ve
toplumsal olaylarının tartışılması yasaklanınca gazeteler daha çok edebi, bilimsel
gelişmelere yer vermeye başlamışlardır. Padişahın hayatına dair yayınlar ve içinde
“hürriyet, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, infilak, dinamit, hal', karmaşa,
Makedonya, Kıbrıs, Girit, Yıldız” gibi kelimelerin kullanılması yasaklanmıştır.65
Koloğlu, II. Abdülhamid'in yasaklattığı kelime listelerinin çoğu kez uydurma olduğunu,
hiçbir zaman böyle resmi liste olmadığını söylemekte ve uygulamadaki aşırılıkta,
sansür memurlarının tutumlarının da etkili olduğunu belirtmektedir.66 İskit, çoğu zaman
“gayretkeş memurların” tashih hatalarına anlam verdiklerini, eğer “bu akla gelmedik
manalar fena bir şeyi ifade ederse” gazete ve dergileri hemen kapattıklarını
yazmaktadır.67 Lewis, yabancı hükümdarların ölüm haberlerinin verilmesinde dahi
61
Fatmagül Demirel, II. Abdülhamid Döneminde Sansür, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2007, s 62.
Demirel Stamboul, Manzume-i Efkar, Konstantinopel Handelsblatt vb gazetelerin başvurularında bu
noktaları dile getirdiklerine dair örnekler vermektedir.
62
Örneğin Fransızca ve Türkçe yayınlanan Meşveret'i Fransız hükümeti ile temasları sonucu kapattırmış,
Ahmet Rıza da gazetesini İsviçre'ye nakletmek zorunda kalmıştır.
63
Ahmet Emin Yalman, The Development of Modern Turkey As Measured By Its Press, Ams Press Inc.,
New York, 1968, s 67.
64
Fatmagül Demirel çalışmasında, İkdam'dan Abdullah Cevdet'in, Manzume-i Efkar'dan Garabet
Panosyan'ın, Tercüman-ı Hakikat'ten Ahmet Mithad Efendi'nin, Sabah'tan Mihran Efendi ve Mizan'dan
Mizancı Murad'ın gazetelerinin tekrar yayınlanması için Padişaha verdikleri dilekçelerden örnekler
vermektedir. Dilekçelerde genel olarak, gazetecilikte verdikleri hizmet, vatan ve millet menfaatlerine
bağlılık, Padişaha sadakat, gazetelerinin kapatılması ile içinde bulundukları mağduriyet noktaları
üzerinde durulmaktadır. Fatmagül Demirel, a.g.e, s 77-80.
65
Server İskit, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bakış, Devlet Basımevi, İstanbul, 1939, s 129.
66
Orhan Koloğlu, Abdülhamid Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul, 1987, s 412.
67
Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri..., s 67.
30
sansür uygulandığına değinerek, 1903'te Sırp Kral ve Kraliçesi'nin ölümlerinin Türk
basınında mide fesadından öldükleri şeklinde verildiğini kaydetmektedir.68 Rum,
Ermeni ve yabancı gazetelere de zaman zaman uyarmadan, kapatmaya kadar uzanan
cezalar verilmiştir.69 II. Abdülhamid olabildiğince yabancı basına nişan, tahsisat verme
yoluna giderek yayınlarını kontrol etme çabasında olmuştur. Yine yurtdışında basılan
Türkiye ve Padişah aleyhindeki kitaplar, elçiliklere emir verilerek tezkip gönderme,
satın alma ya da imha etme yoluna gidilmiştir.70
Dönemin basın rejimi üzerinde durulurken dikkate alınması gereken bir
başka nokta II. Abdülhamid'in gazetelere yaptığı maddi yardımlardır. Bu yardımların
devlet bütçesinden yapılmakta oluşu, basın ve siyasi iktidar arasındaki ilişkilere ışık
tutacak niteliktedir. Zira tiraj ve reklam gelirlerinin sınırlı olduğu bir yapıda, Osmanlı
basını, siyasal iktidara dayanmak durumunda kalmıştır. Genelde II. Abdülhamid'in
basın üzerine uyguladığı baskı vurgulanmakta ancak basının son derece sert bir
muhalefet yaptığı bir süreçte dahi devlete olan bağımlılığı yeterince irdelenmemektedir.
Ahmet Emin, gazeteciliğe bu karmaşa döneminde, 1907'de Mihran
Efendi'nin çıkarmakta olduğu Sabah'ta İngilizce tercümanı olarak başlamıştır.
Gazetenin yazı heyetinde, Ali Reşat, Hasan Bedri Bey, Şinasi'nin oğlu Şinasi Bey,
Almanca tercümanı Yüzbaşı Nuri Bey, Çanakkaleli Doktor Arif İsmet Bey, Fransızca
ve Ermenice tercümanı Karnik Efendi, musahhih Acem Hüseyin Efendi ve muhabir
Mithat ve Münir Beyler ile Mahmut Sadık bulunmaktadır.
II. Abdülhamid'in basın üzerinde kurduğu baskı nedeniyle bu dönemdeki
gazetelerde haber olarak daha çok memur atamalarına yer verilmekte, dış haberlerden
büyük ihtiyatla bahsedilmekte, Türk roman ve hikayelerinin yayınlanması son
dönemlerde yasaklandığı için daha çok yabancı dillerden macera romanları gibi zararsız
konulardan bahseden yazılar yayınlanabilmektedir. Ahmet Emin, Sabah'ta II.
Abdülhamid'in çok önem verdiği Hicaz Demiryolları'na dair Times'ta çıkan üç makaleyi
68
Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, (Çev:Metin Kıratlı), TTK Yayınları, 8. Baskı, Ankara,
2000, s 186.
69
Demirel, Ermenice Mamul gazetesinin 1879'da bir ay süreyle, Rumca Tahidromos gazetesinin 1898'de
kapatılmasından bahsetmektedir. Fatmagül Demirel, a.g.e., s 68-70.
70
Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri..., s 68.
31
çevirmesi, gazete sahibi Mihran Efendi'nin II. Abdülhamid tarafından saraya çağrılması
ve iltifat görmesi ile sonuçlanmıştır.71
Ahmet Emin, anılarında, gazetede basit hikayeler çevirmeye devam ettiği
bir dönemde Mahmut Sadık'ın uyarısı ile karşı karşıya geldiğini yazmaktadır. Mahmut
Sadık, gazetecilerin sorumlulukları hakkında kendisinin Namık Kemal, Şinasi ve diğer
aydınlar gibi mücadele ve fedakarlık yolunu izlediğini hatırlatarak şunları söylemiştir:
“Evet sansür var, elimiz bağlı...Fakat pek dar bir sahalarda kalan imkanlarımızı
kullanırken acaba satırlar arasında okuyucuya yeni bir ufuk gösterebilir miyiz diye
çırpınıyoruz. Sen ise gayet saçma ve yavan küçük hikayeler tercüme edip
duruyorsun.”72
İki tür gazeteci olduğundan söz eden Sadık, gerçek gazetecilerin
memlekete faydalı olabilmek için çabalarken, diğerlerinin Padişaha dalkavukluk
ettiklerini belirtmesi üzerine Ahmet Emin, bu uyarıdan sonra Mihran Efendi'yi değil,
Mahmut Sadık'ı memnun edecek tarzda tercümeler yapmaya dikkat ettiğini
aktarmaktadır.
Ahmet Emin, gazetecilik mesleğinin o dönemde geçinmeye yetmediği için
hocalık, memurluk gibi ikinci bir iş yapmak durumunda kaldıklarından söz etmektedir.
II. Abdülhamid yönetiminde, saray çevresinde yer alarak, himayeye, imtiyaza
kavuşanları eleştirmekle beraber, kendisi de bu dönemde Alman Sefareti Baş tercümanı
olan Dr. Gies'in saraydaki ilişkileri aracılığıyla, henüz on dokuz yaşında iken
Hariciye'ye girmiştir. Bu süreci şöyle anlatmaktadır: “Ben zıt hislerin tesiri altında
idim. Bu aleme başvurmak, ondan iş istemek, Yıldız'ın dünyasına bağlanmak
kötülüklerin mesuliyetine ait olmak manasına gelmez miydi?”73 Gazeteci sıfatıyla
“Yıldız'ın iç alemine girme fırsatını yakalayacağı” düşüncesi ile girişiminden
vazgeçmemiş, Babıali Tercüme Kalemi'nde çalışmaya başlamıştır.
71
Bu yazılar 15 Ağustos, 27 Aralık 1907 ve 1 Ocak 1908'de Sabah'ta “Hamidiye Hicaz Hatt-ı Alisi”
başlığı ile yer almıştır.
72
Ahmet Emin a.g.e., C. I, s 54.
73
Ahmet Emin, a..g.e. C I, s 56.
32
1908 Temmuz'unda II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi aydın ve halk tarafından
sevinç ile karşılanmıştır.74 Hüseyin Cahit (Yalçın), İkdam'da yazdığı “Oh” başlıklı
makalede Meşrutiyet'in ilanından duyulan memnuniyeti dile getirmiştir. Bu yazı
İkdam'ın sahibi Ahmet Cevdet ve Abdullah Zühtü'nün yazısı ile birleştirilerek yayına
konmuştur.75 Abdullah Zühtü, gazetecileri toplayarak istibdadın çöktüğüne, sansür
devrinin kapandığına ve gazetecilere yeni görevler düştüğüne dair bir konuşma yapmış,
bu toplantı sonrasında elli kadar kişi Osmanlı Matbuat Cemiyeti'ni kurmuştur. Ahmet
Emin de, Osmanlı Matbuat Cemiyeti'nde aktif görev alanlar arasındadır. Cemiyet
gazete ve gazetecilerin mesleki dayanışmasını tesis etmek, sorunlarını gündeme
getirmek amacıyla kurulmuş olup, bu amaçla belli periyotlarla “Matbuat Konferanslar”ı
düzenlemiştir. Ahmet Emin, Vakit'te Matbuat Cemiyeti'nin, gazete ve gazeteciler için
maddi çıkar sağlamak değil, “matbuatı temiz ve lekesiz bir halde bulundurmak,
memleketin menfaatine ve hayatiyetine muhalif maksatlara alet olmamalarına elden
geldiği kadar çalışmak”76 için kurulduğunu yazmıştır. Cemiyet'in amaçları arasında
gazeteciliğin itibarını yükseltmek ve matbuatın hukuki hürriyetini savunmak da
bulunmaktadır.
II. Meşrutiyet'in ilanından sonra oluşan özgürlük ortamında iki yüz kadar
gazete imtiyaz almıştır.77 Bu dönemde, sermaye gerektirdiğini bilmeden gazete
çıkaranların yanı sıra bir fikri savunma adına işe girenler de olduğunu yazan İskit,
özellikle de bir takım kişilerin “hınç almak veya şantaj yapmak, külah kapmak
gayesiyle” yola çıktıklarını ve bunların hiçbirisinin yaşamadığını, çoğunun sadece bir
veya iki sayı çıkabildiğini kaydetmektedir.78 İskit, ilk günlerin coşkunluğu ile özellikle
basın ve yayın dünyasının “frensiz” bir hale geldiğinden bahsetmektedir. Devamında:
“Bugünlerin her nevi harekatı gibi matbuat ve neşriyat hareketlerini de hudutsuz bir
matbuat hürriyeti diye tavsif edebiliriz ki, bu da bir nevi hürriyet değil, bir anarşi idi ve
bu vaziyet tabii olarak siyasi şantajlara da vücut vermişti”79 diye yazmaktadır. İskit,
sansürsüz çıkan gazeteleri halkın hayretle okuduğunu, gazetelerin yayınlarının halkı
74
Ahmet Emin Yalman, The Development...., a.g.e, s 88.
Hüseyin Cahit (Yalçın), “Oh”, İkdam, 25 Temmuz 1908.
76
Ahmet Emin, “Matbuat Konferansı”, Vakit, 16 Şubat 1918.
77
Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü İle Basın, Güven Matbaası, Ankara,
1971, s 171.
78
İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri.., s 76.
79
İskit, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri.. s 130.
75
33
ürküttüğünü de yazmakta ve otuz üç sene susmaya alışmış halkın gazeteleri “korku ve
endişe içinde, rahatsız ola ola karşıladıklarını” eklemektedir.80 Ahmet Emin ise,
istibdadın sona ermesi ile herkesin içini dökme ihtiyacı içinde, “varını yoğunu paraya
çevirerek, günlük gazete, haftalık ve aylık dergi yayınlamak üzere yarışa girdiklerini”
yazmakta
ve
baskı
makinelerinin
geceli
gündüzlü
çalışmaya
başladığını81
belirtmektedir.
Ahmet Emin II. Meşrutiyet'in ilanı ile 1908'de Abdullah Zühtü'nün kurduğu
Yeni Gazete'de çalışmaya başlamıştır. Gazetenin kadrosunda Mahmut Sadık, Cenap
Şahabettin, Süleyman Nazif, Hakkı Behiç, Nazım Poroy yer almaktadır. Gazete 1564.
sayısına kadar çıkmış, Babıali Baskını ile kendini kapatmıştır. Ahmet Emin, Yeni
Gazete'de tercüme yapmakla başlamış, kısa sürede başyazının yanı sıra haftada birkaç
kere “Yeni Gazete” imzalı ikinci makaleyi yazmaya, önemli olaylarda röportajlar
yapmaya başlamıştır. Gazetenin sahibi Abdullah Zühtü'nün kendisine başyazıları
imzası ile yayınlanmasını teklif ettiğini, ancak henüz çok genç olduğu için bunun
gazetenin itibarına zarar vereceği düşüncesi ile kabul etmediğini yazmaktadır.82
Yaptığımız gazete taramasında 1908–1910 yılları arasında Yeni Gazete'de Ahmet Emin
imzalı bir yazıya rastlamadığımızı belirtmek gerekir.
Yeni Gazete, İngiltere yanlısı bir yayın politikası izlemiştir. İttihatçıların
Meclis görüşmelerinde Kamil Paşa'nın politikalarına sert eleştiriler yönelttiği sırada
bunlara cevap niteliğinde olan ve Kamil Paşa'yı savunan yazılar Yeni Gazete
sütunlarında yer almıştır. Örneğin: “Kamil Paşa'nın Mevkii” başlıklı yazıda:
“İslam olsun, Hıristiyan olsun ahalinin kısmı azamı Kamil Paşa'ya taraftardır. Bunun
sebebi de Kamil Paşa'nın İngilizlere mütemayil bir politika takip fikrinde olması ve
ahalinin İngilizleri şiddetle sevmesidir. Bundan anlaşılıyor ki Kamil Paşa
aleyhindeki hareket ile efkar-ı umumiye arasında hiçbir münasebet yoktur.”83
demekte, yazının ilerleyen kısımlarında Kamil Paşa'nın aleyhinde bulunmak için bir
sebep olmadığı, bulunanların da kişisel nedenlerle karşı oldukları eklenmektedir.
80
İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri.. a.g.e., s 122.
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 63.
82
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 65.
83
“Kamil Paşa'nın Mevkii”, Yeni Gazete, 4 Kanunisani 1909.
81
34
Bu dönem gazetelerinin yabancı hükümet, banka veya şirketten para
aldıklarını, bunun da gazetenin satışı, ilanı gibi normal sayılır hale geldiğinden
bahseden Ahmet Emin, Yeni Gazete'nin de yayınında “yabancı parası”nın önemli bir rol
oynadığını belirtmektedir. Ahmet Emin, İngiliz Sefareti Baş tercümanı Fitzmaurice,
yardımcısı İrlandalı Ryan, Reuter Ajansı muhabiri Rendall, Times muhabiri Graves'in
sık sık Yeni Gazete'ye geldiklerini ve Abdullah Zühtü ve Saffeti Ziya ile uzun
görüşmeler yaptıklarını kaydetmektedir. Gelenler arasında Kamil Paşa'ya bağlılığı ile
bilinen oğlu Amiral Said Paşa da bulunmaktadır. Ahmet Emin durumu: “Benim aldığım
intiba gazetenin zamanına göre hem İngilizlerden hem de Avusturyalılardan para aldığı
yolundaydı”84 şeklinde açıklamaktadır. Gazetede onun deyimi ile iki cephe oluşmuştur.
Bir yanda “İngiliz bazen de Avusturya menfaatlerine uygun ücretli yazılar” çıkmakta,
diğer tarafta ise Mahmut Sadık, Hakkı Behiç, Nazım Poroy, Acem Hüseyin gibi dürüst,
ülke menfaatlerine uygun yazılar yazan gazeteciler bulunmaktadır.
Ahmet Emin gazetecilik yaparken Hukuk Fakültesi'ne devam etmekte, bir
yandan da Tercüme Odası'nda çalışmaktadır. II. Meşrutiyet dönemi, İT nüfuzunun en
etkili olduğu yıllardır. Ahmet Emin, Askeri Rüştiye'den sınıf arkadaşı olan Mülazım
Hüseyin Bey'in teşviki ile 1908'de İT'nin Kadıköy Kulübü'ne kaydolmuştur. Mizancı
Murad'ın geri dönme talebi Cemiyet içinde bir tartışma yaratmış, Murad'ın geri
dönmesine izin verilmesi gerektiğini düşünen Ahmet Emin, Cemiyet ileri gelenlerinin
katı tavırları karşısında ayrılmaya ve bir daha hiçbir partiye girmeme kararı almıştır.
Ona göre, “Bizde particilik daima ifrat tarafına kaymaya, milli menfaat ve basiret
ölçülerini ikinci dereceye indirmeye mahkumdur.”85 Cemiyet'ten ne zaman ayrıldığına
dair bir tarih vermeyen Ahmet Emin'in, ilerleyen yıllarda İT'nin yayın organı olan
Tanin'de çalışmasından, Cemiyet'in ileri gelenleri ile yakın ilişkiler kurmasından,
bağlarını devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Bu dönemde Ahmet Emin, Viyana'da çıkmakta olan Neue Preie Presse’in
yardımcı muhabirliğin yapmakta, Servet-i Fünun'da çevirileri yayınlanmakta, Berlin'de
çıkmakta olan Vossiche Zeitung'a ara sıra yazılar göndermektedir. Anılarında
84
Ahmet Emin, a.g.e., C I, s 87. Aynı konuyu bir başka yazısında da dile getirir: The Abbys Between the
Commercial and Idealistic Aspects of Journalism and the Need for Balance, The Economic and Social
Studies Conference Board, İstanbul, 1966, s 3-4.
85
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 73.
35
belirttiğine göre bu sıralarda eline ayda otuz altına yakın para geçmektedir ki, kendisi
de bunun yirmi yaşındaki bir genç için büyük para olduğunu belirtmektedir.
A. 31 Mart Olayı
İTC politikalarından memnun olmayan alaylı subay, ulema ve medrese
öğrencilerinden oluşan bir gurup 13 Nisan 1909'da (31 Mart 1325) Volkan'ı çıkaran
Derviş Vahdeti öncülüğünde, şeriat isteğiyle ayaklanmıştır. İsyancıların içinde yer alan
alaylı subaylar, İttihatçılara ve onları temsil ettiğine inandıkları mektepli subaylara
karşı harekete geçmişler, tırmanan olaylar sonucunda Ahmet Rıza’ya benzetilen Adliye
Nazırı Nazım Paşa ve Hüseyin Cahit’e benzetilen Lazkiye Mebusu Emin Arslan Bey
vurulmuş,
Tanin
ve
Şurayı
Ümmet
matbaaları
tahrip
edilmiştir.
Olayların
bastırılamaması üzerine, Hareket Ordusu İstanbul'a gelerek duruma el koymuştur.
Kurulan askeri mahkemelerde isyana katılanlar yargılanıp idam edilmiş, 27 Nisan'da da
II. Abdülhamid hal edilerek yerine Sultan Reşad getirilmiştir.
İsyanın, arkasında İT, II. Abdülhamid veyahut da Prens Sabahattin ile Kamil
Paşa gibi muhalefetin olduğu iddiaları bulunmaktadır. Akşin, isyanın amacının İTC
iktidarına son vererek Kamil Paşa'nın sadaretini sağlamak olduğunu ve isyanın
arkasında İngilizler bulunduğunu belirtmektedir.86 Ahmet Emin de isyanın arkasında
İngilizlerin olduğuna inanmaktadır. İsyanın çıktığı sırada Sultan Ahmet Meydanı'nda
olan Ahmet Emin, olayları yakından gözleme fırsatı bulmuştur. Asilerin sadece
İttihatçılara ve onları temsil eden mektepli subaylara saldırdıklarını yazmakta ve
olayların “doğrudan bir İngiliz tertibi” olduğunu dile getirmektedir. Ahmet Emin:
“Türkiye'nin meşrutiyet yoluyla canlanmaması, müstemleker alemine bir kurtuluş
örneği olmaması, bizi parçalama planlarının yürürlüğe konabilmesi, yurdun ancak
küçük bir kısmının, o da ecnebi vasiliği altında olarak, yaşatılması gibi gayelerle bir
suikast planı yapılmıştı. Derviş adlı bir Kıbrıslı sarhoş arzuhalci, İngiliz gizli
istihbarat servisleri tarafından seçilmiş, ihtilalci ajan olarak yetiştirilmiş, Volkan
86
Akşin, askeri kuvveti elinde tutan ve zaten iktidarda sayılan bir kuruluşun (İT'nin), kendi aleyhinde
böyle bir harekete girişemeyeceğini söylemektedir. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge
Yayınları, 1998, Ankara, s 117.
36
gazetesini ve İttihadi Muhammedi Cemiyetini kurmak, yürütmek ve ortalığı ateşe
vermek maksadıyla sahneye çıkarılmıştı” diye yazmaktadır.87
İTC ile çıkarları zedelenen alaylı subaylar isyana katılmışlar, Prens
Sabahattin de bunu İT'ye karşı bir hareket olarak değerlendirdiği için destekleyici
beyanlarda bulunmuştur. Saray ise isyanda doğrudan bir rol oynamamıştır. Ahmad da,
31 Mart isyanında olayın dinsel yanının ön plana çıkarılarak siyasal yanının
unutulduğunu yazmaktadır. İsyancıların Cemiyet üyelerinin peşine düştüklerini, sadece
İttihatçıların gazetelerini yağmaladıklarını, belirterek, “dinsel bir tutuculuk söz konusu
olduğunda”
saldırıya
uğrayabilecek
Ahrar
Fırkası
ve
Hıristiyan
mebuslara
dokunulmadığını kaydetmektedir.88
Ahmet Emin, II. Abdülhamid dönemine dair yaptığı genel değerlendirmede,
hanedan üyelerinin etrafına kümelenmiş insanların ve jurnalcilerin imtiyazlı hale
gelmesinden, adam kayırmanın yaygınlığından bahsetmekte ve: “Eski derebeylik
devrine ait olan bu sistem, bütün millet ölçüsünde kurulmuştu. Temeli, geri ve küflü
rejime hizmet etmek, düşmanlarını ele vermek ve ona karşılık da himayeye, imtiyaza
mükafata kavuşmaktı”89 diye yazmaktadır. Bu dönemde sürgün olaylarının olağan hale
geldiğini, bu nedenle politika açısından ortalıkta korkunun hüküm sürdüğünü
belirtmektedir.
II. İttihat ve Terakki'nin İktidar Yılları
1909’da İT, Cemiyet ve Fırka olarak ayrılmıştır. Fırka, Cemiyet’in
Meclis'teki gurubu olarak kabul edilmiş, 1913’te de İTC kendini siyasal bir parti olarak
ilan etmiştir. Cemiyet, keskin bir aidiyet üzerine kurulmuş olup, fırka nedeniyle ikili bir
yapı kazanmıştır. Vardar, İT 'ye gizli iken girenler ile Cemiyet'in aleni olduğu zaman
girenler arasında sürekli çatışma olduğunu söylemektedir. Gizli iken girenler,
komitacılık vs işlerini yaparken diğerlerinin mebusluk, nazırlık gibi görevlere
87
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 95.
Feroz Ahmad, İttihat ve Teerakki, 1908-1914, (Çev:Nuran Yavuz), Kaynak Yayınları, İstanbul, 1971, s
82.
89
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 46.
88
37
geldiklerini ve Cemiyet içinde ikincilerin daha çok çıkarcı kişiler olarak
değerlendirildiğini kaydetmektedir.90
1908–1918 arasında üç seçim, dokuz kongre yapılmıştır. 1908 seçimlerinde
Prens Sabahattin'in partisi olan Ahrar Fırkası'na karşı çoğunluk sağlanmış, 1911'deki
seçimde Hürriyet ve İtilaf Fırkası91 (HİF) ile yarışılmış ancak tarihe şaibeli bir seçim
olarak geçmiştir. 18 Ocak 1912’de yapılan seçimler ise “sopalı seçim” olarak
anılmaktadır. Öyle ki İTC her tarafta muhalif adayların seçilmemesi ve Meclis'e
girmemesi için meşru olmayan pek çok girişimde bulunmuştur. Bundan sonra İT
yönetimi baskı ve şiddeti giderek artırmış, mebusları tutuklama ve muhalif gazetecileri
öldürme yoluna gitmiştir. İttihatçılara karşı olan Serbesti'nin başyazarı Hasan Fehmi
1909'da, Sada-i Millet'in başyazarı Ahmet Samim 1910'da, Mizan'ın yazarı Zeki Bey de
1911'de sokak ortasında öldürülmüştür. Ahmet Emin, Ahmet Samim'in bir İT fedaisi
tarafından öldürüldüğünü söylemekte ve devamında da şunları belirtmektedir:
“Sadayı Millet, İstanbul mebusu Kozmidi tarafından çıkarılan bir gazeteydi.
Patrikhanenin parası ile neşredildiği söyleniyordu. Böyle bir gazetede vazife almak,
feveran halindeki milliyet hislerinin karşısında müdafaası güç bir şeydi. Fakat bu hal,
genç fikir adamının gizli eller tarafından vurulmasına ve cinayetin faillerinin takipten
uzak tutulmasına bir sebep olamazdı.”92
I. Dünya Savaşı sonrasında Ahmet Emin İTC'nin fedai teşkilatı kurarak
ortalığı yıldırdığı ve sokak ortasında aleyhinde yazı yazan gazetecileri vurdurduğunu,
söyleyerek eleştirecektir.93
Basın hürriyeti, 23 Temmuz 1908'den 12 Nisan 1909'a kadar devam
etmiştir. Bu süreç içinde farklı siyasi görüşler basında yer bulabilmiştir. 1913'te Babıali
90
Anlatan: Galip Vardar, Yazan Samih N. Kansu, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni Zamanlar
Yayınları, İstanbul, 2003, s 88.
91
İT'nin politikalarına karşı olan bir gurup 1911 Kasımında Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı kurmuştur. Asıl
kurucular Rıza Nur, Mahir Said, Kemal Mithat, ve Miralay Sadık Beylerdir. Sonraları ise Lütfi Fikri,
Gümülcineli İsmail, Reşid, Rıza Tevfik Bey, Damad Ferit, Salih ve İsmail Hakkı Paşa katılmıştır.
1913'te İT'nin iktidarı aldığı dönemde Rıza Nur ve Ali Kemal Beyler yurtdışına görev verilerek
çıkarılmıştır.
92
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 107.
93
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 76.
38
Baskını ile doğrudan iktidara gelen İT tarafından, Hürriyet ve İtilafçıların bir çoğu
sürgüne gönderilmiştir. Savaş yıllarını sürgünde geçiren İtilafçılar, İttihatçılardan
alacakları intikam duygusuyla yaşamışlar ve bu fırsatı I. Dünya Savaşı sonunda
yakalamışlardır. Siyasi istikrarsızlık, İTC ve HİF arasındaki siyasi kamplaşma,
dönemin basınına da yansımıştır.
II. Meşrutiyet'in ilanı sonrasında oluşan özgürlük ortamı kısa sürede baskı
ortamına dönüşmüştür. Bayur, “Dünyada pek az hareket Osmanlı meşrutiyeti kadar
büyük ümitler doğurmuştur ve keza pek az hareket doğurduğu ümitleri bu kadar çabuk
ve kati olarak boşa çıkarmıştır”94 yorumunu yapmaktadır. Tunaya, İttihatçılığın siyasal
bir tarikat95 olduğunu yazmakta ve “kurdukları otoriter rejim icabı açık alternatifi
hemen hemen olmayan İT’nin, muhaliflerini susturma yöntemleri hatırlanırsa
demokratik (meşrutiyetçi) ve çoğulcu ilkelere de ters düştüğü kolayca anlaşılabilir”96
demektedir. Bir başka çalışmasında da, İT'nin bildikleri bir “mazi” ile, bilmedikleri bir
“ati” arasında bocalamış bir kuşak ve zihniyet olduğunu, amaçlarının, toplumu ikinci
planda bırakarak devleti kurtarmak olduğunu belirtmektedir.97
İT, başlangıcından itibaren içinde farklı ideolojileri bir arada barındıran bir
parti olmuştur. Mardin, Jön Türklerin hiç birinin derin bir teori, özgün bir siyasi formül
veya zihinleri devamlı olarak uğraştıran bir ideoloji ortaya koymadıklarını
belirtmektedir.98 Akşin, İttihatçıların görüşlerinde, kimi pozitivizme, kimi İslamcılığa,
kimi Türkçülüğe, kimi adem-i merkeziyetçiliğe, kimi Osmanlıcılığa kiminin de
Batıcılığa ağırlık verdiklerini kaydetmektedir.99 İslamcılık ideolojisi özellikle II.
Abdülhamid
tarafından
Batılı
devletlerin
emperyalist
politikalarına
karşı
Müslümanların dayanışmasını sağlamak için siyasi amaçlar çerçevesinde kullanılmıştır.
Prens Sabahattin'in sözcülüğünü yaptığı Osmanlıcılık, devlet sınırları içinde
yaşayan ve kopmaya hazır unsurları inanç, dil ayrımı gözetmeksizin yurda sadık
94
Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. I, 2. Baskı, Ankara, 1963, s 225.
Tunaya, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, C. III, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2000, s 398.
96
Tunaya, a.g.e., s 400.
97
Tunaya, “II. Meşrutiyetin Siysal Hayatımızdaki Yeri”, Kanun-i Esasinin 100. Yılı Sempozyumu (9
Nisan 1976), Siyasal İlimler Türk Derneği, Ankara, 1977, s 156.
98
Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, 8. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s.
31
99
Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki....,s 42.
95
39
vatandaşlar haline getirerek bir arada tutmak için kullanılan bir tema olmuştur.
Osmanlıcılık, çok uluslu bir imparatorlukta milliyetçilik akımlarının iyice güçlendiği
bir dönemde, hayata geçirilemeyecek bir yol olarak kabul edilmiştir. Prens Sabahattin,
adem-i merkeziyet ilkesi doğrultusunda, Osmanlı'nın bir milletler topluluğu olması
gerektiği yönündeki düşünceleri ile İT'nin merkeziyetçi kanadı sürekli anlaşmazlık
içinde olmuştur. Anglo-sakson modelinde toplum haline gelmek için toplumsal
değişimin gerektiğini, bunun da ancak eğitim ile sağlanabileceğini ileri sürmüştür.
Osmanlı toplumsal yapısının, önerdiği modelden tamamen farklı olması ve böylesi bir
değişimin çok uzun bir süreç gerektireceği gerçeği Prens Sabahattin'in düşüncelerinin
zayıf noktasını oluşturmaktadır. Ahmet Emin, Prens Sabahattin'in liberal görüşlerinden
etkilenmiş ve özellikle I. Dünya Savaşı'nın sonunda Prens Sabahattin'in sosyolojik
görüşleriyle örtüşen Osmanlılık kimliği altında, adem-i merkeziyeti ve özel teşebbüsü
savunan yazılar kaleme almıştır.100
Balkanlarda ve yurt içinde uyanan milliyetçilik sonucunda, Osmanlıcılık
yerini Türkçülüğe bırakmıştır. İttihatçıların kültür örgütü olan Türk Ocağı 1911'den
başlayarak devletin içinde hızla örgütlenmiş ve burada yapılan faaliyetlerle ideolojisini
yaymaya başlamıştır. Buna karşın İTC, farklı düşünce akımlarının bir arada görüldüğü,
bunlar arasında tutarlı bir bütünlük sağlayamayan parti olarak kalmaya devam etmiştir.
Bunda İT kadrosunda yer alanların, düşünceden çok eyleme dönük olmaları ve devletin
içinde bulunduğu sorunlara hemen cevap verecek yöntemler aramaları etken olmuştur.
İT'nin içerisinde Cavit Bey, Hüseyin Cahit gibi liberalizmi savunan kişiler
kadar, milli ekonomi savunucuları da yer alması nedeniyle, iktisadi görüşlerinin net
olmadığı söylenebilir. Örneğin Kara Kemal, Esnaf teşkilatı kurma, Türk sermayedar
yaratma ve gayrimüslimlerin elinde olan mali işleri Türklerin kontrolüne alma çabası
kısa zamanda vurgunculuk, karaborsacılık gibi olaylara neden olmuştur. Ahmet Emin
100
Ahmet Emin, Sabahattin Bey'in amacının esaslı ve devamlı gelişmeye engel olan merkeziyet
usulünü ortadan kaldırarak, demokrasinin gereğine uygun mahalli idareleri geliştirme olduğu halde,
merkeziyetçilerin bu görüşleri Araplara ve diğer unsurlara bağımsızlık verme, Osmanlı
İmparatorluğu'nu dağıtma şeklinde algılayarak, Sabahattin Bey'in sürekli gururunu lekelemeye
çalıştıklarını ileri sürmüştür. Ahmet Emin'e göre Sabahattin Bey'in sisteminin anlayışla karşılanmış
olsa Osmanlı'nın Birleşik Amerika, Federal Almanya'ya benzer bir federasyonla yaşatılabileceğini
böylece Türkiye ve dünyanın başka bir şekil alabilme ihtimalinin olduğunu yazmaktadır. Özellikle
Amerika'daki eğitimi sonrası Sabahattin Bey'in eserlerini ilgi ile okuduğunu ve görüşlerindeki
sağlamlığa hayran kaldığını belirten Ahmet Emin, Malta dönüşünde de Sabahattin Bey'in
Kuruçeşme'deki evinde sık sık görüştüğünü belirtmektedir. Ahmet Emin, a.g.e., s 75-77.
40
bu dönemde savaş zengini denen bir zümrenin ortaya çıktığını ve bunların “milletin
sefalet ve felaketiyle alay eder gibi, israfın, safahatın, ahlaksızlığın en aykırı
derecelerine daldıklarını”101 yazmaktadır. Kapitülasyonları kaldırma yolundaki
mücadelelerine rağmen yabancı sermaye ve dış borçlanma yoluna, iktidar yıllarında
başvurulmuştur.102 Yine Cemiyet'in önemli özelliklerinden biri Masonluk ile
bağlantısıdır. İT özellikle Selanik'teki Makedonya-Risorta ve Veritas Locaları ile yakın
ilişki içinde olmuştur. Bu noktada Ahmet Emin'in de 1910'da Macedonia Risorta
Locası'na 1910'da kaydolduğunu belirtmek gerekmektedir.103
İttihatçılar Meclis'in açılması konusunda çok ısrarlı olmuşlar ancak çok
milletli Osmanlı toplumunu hangi amaç ve program doğrultusunda bir arada
tutabilecekleri üzerine düşünmemişlerdir. Öyle ki, Mehmed A. Ayni, Meclis'i Babil
Kulesi'ne benzetmekte ve toplanan milletvekillerinin birbirlerini anlamadıklarını
belirtmektedir. Ayni şöyle demektedir:
“Vakıa bu mebuslar Osmanlı Mebusan Meclisi'ne gelmişlerdi ama hakikatte bir
“Osmanlı milleti” yoktu. Bu Meclis'e Manastır’dan Pençe Daref’i, Serez’den Hristo
Dalçef’i mebus seçerek göndermişlerdi. Fakat bu adamların Hakkari’den gelen
mebus Taha, Medine’den gelen E.A.Haşim, Lazkiye’den mebus çıkarılan Dürzi
Beylerinden Emin Mehmed Arslan ile hiçbir münasebeti olmayacaktı. Çünkü
bunların dilleri başka, dinleri başka, emelleri başka idi. İşte hakikat böyle olduğu
halde İTC’ndeki idealistler, bütün unsurları –Eski Tanzimatçılar gibi- yine Osmanlı
bağı ile bağlamak hülyasında idiler. Fakat çok geçmeden bu bağın pek çürük
olduğunu anlamışlardır.”104
Dış politika açısından önce İngilizlerle ilişki kurma yolu denenmiştir.
1908'de Reval görüşmesi sonrası İngiltere ile Osmanlı Devleti'nin çıkarlarının
çatışmaya başlaması ve ısmarlanan Sultan Osman ve Sultan Reşat zırhlılarının teslim
edilmemesine bağlı olarak İngiltere ile ilişkiler kesilmiştir. Yine Cemal Paşa'nın verdiği
101
Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 269.
Tunaya, İttihatçı hükümetlerin önce Paris-Londra piyasasını sonra da Alman piyasasını tercih
ederek 9 kez borçlandığını yazmaktadır. Tunaya, İttihat ve Terakki..., s 421.
103
Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection) Bn: 17.
104
Mehmet Ali Ayni, Milliyetçilik, İstanbul, 1943, s 4.
102
41
bilgiye göre Fransızlarla anlaşılmaya çalışılmış ancak bu girişim sonuçsuz kalmıştır.105
Almanya'nın “barışçı yayılma politikası” ile İttihatçıların Türkçülük politikasının
uyuşması, Almanya ile ilişkileri giderek güçlendirecek bir etken olmuştur.106 Mahmut
Şevket Paşa, ordunun düzenlenmesi için yeni askeri okulların açılması, teçhizatın
tamamlanması gibi önlemler alma yoluna gitmiş, Almanya'dan askeri uzmanların
getirtilmesi, silah ve teçhizat alınması, ordunun yüksek kumandasına Almanların
sokulmuş olması, Osmanlı'nın Almanya ile I. Dünya Savaşı'na girme sürecinde
belirleyici olmuştur. Ahmet Emin bu dönemde Almanların basın aracılığıyla
yürüttükleri propagandaya dair şunları yazmaktadır: “Zaten bir kısım Türk gazetelerini
de Almanlar para ile satın almışlar, umumi efkarı da devamlı bir baskı altına
düşürmüşlerdi”107
Ahmet Emin 1911'den I. Dünya Savaşı'na girildiği 1914'e kadar olan süreçte
eğitim için Amerika'da bulunmuş ve ülkedeki siyasi gelişmelerin içinde bire bir yer
almamıştır. 1914'te Amerika'daki eğitimini tamamlayarak Türkiye’ye dönmekte olan
Ahmet Emin, İngiliz savaş gemileri tarafından kovalan iki savaş gemisinin hızla
uzaklaşmasına tanık olmuştur. Bu gemiler Çanakkale’den girerek, Karadeniz'de Rusya
kıyılarını bombalayan Breslau ve Goeben'dir. Diplomatik faaliyetlerin sonuç
vermemesi üzerine Osmanlı Devleti kendini I. Dünya Savaşının içinde bulmuştur. 4
Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da da Fransa ve İngiltere Osmanlı'ya savaş açmıştır.
Ahmet Emin savaşa girme sürecinde vakit kazanma girişimleri içindeki
hükümet makamları ile Türkiye'nin hiçbir şekilde savaşa girmesini istemeyen ılımlı
çevrelerin uluslararası temaslarının aynı zamanda devam ettiğini yazmaktadır.
“Müfritler” dediği takımın savaşa girme niyetlerini, savaşın birkaç haftada biteceği
gerekçesinin arkasına sakladıklarını ve Boğazları kapatarak Rusya'yı etkisiz hale
getireceklerini düşündüklerini söylemektedir. Türkiye'deki Alman subaylarının ülkenin
105
Fransa'ya görüşmeye Cavit Bey gitmiş, iki nokta üzerinde durmuştur: “İlki mühim bir meblağ
istikrazı, diğeri de kapitülasyonların ilgası.” Ancak Fransızlar çok fazla taleplerde bulunurlar ve
kapitülasyonların ilgasına yanaşmazlar. Cemal Paşa, I.Dünya Savaşı Hatıraları, Çağdaş Yayınları,
İstanbul, 1977, s 146.
106
Lothar Rathmann, İngiltere'ye karşı mücadele içinde olan Almanya emperyalizminin önce
Abdülhamid'in Pan-İslamizm sonra da İT'nin Türkçülük politikalarına destek verdiğini belirtmektedir.
Rathmann, Alman Emperyalizminin...,s 15.
107
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 215.
42
savaşa girmesi için sabırsızlandıklarını da eklemektedir.108 Savaş kararı kabine veya
Meclis tarafından alınmamış, Cemiyet'in liderlerinden birkaç kişi diğerlerine haber
vermeden hareket etmiştir. Özellikle Enver Paşa'nın Almanya'ya yakınlığı, Harbiye
Nazırı ve hanedan damadı olması, savaş kararındaki sorumluluğunu ön plana
çıkarmıştır. Bu anlaşmayı bilenlerin Talat, Enver, Cemal ve Halil Bey olduğu iddia
edilmektedir. Ancak bu isimler üzerinde bir uzlaşma yoktur.109 29 Ekim'de bazı
nazırların Halil Bey'in evinde toplanarak Almanya ile yapılan anlaşmayı yırtma ve
bütün Alman subaylarını ülke dışına gönderme teklifinde bulunduklarını söyleyen
Ahmet Emin, Talat Paşa'nın buna hükümet ve İstanbul'un Alman toplarının tehdidi
altında olduğu cevabını verdiğini yazmaktadır.110
Savaşa girip girmeme ve tarafsız kalma konusunda pek çok yorum
yapılmıştır. Bazıları Osmanlı Devleti'nin oyalama taktiğine gidebileceğini,111 tarafsız
kalabileceğini iddia ederken, bazıları da tarih ve coğrafi koşulların onu iki büyük kamp
arasında bıraktığını, savaşın esas konularından birisinin Osmanlı Devleti olduğunu, bu
durumda tarafsız kalınamayacağını ileri sürmüştür. Yine İT'nin diğer devletlerle
anlaşma girişimlerinde bulunmasına rağmen sonuç elde edememesi de bu varsayımı
desteklemek için öne sürülmektedir. Ahmet Emin bu dönemdeki basının savaş taraftarı
olma yönünde yaptığını şöyle açıklamaktadır:
“Harp propagandası artık açıkça ele alınmış, harp taraftarlığı cereyanı her tarafı
sarmıştır. Bütün gazeteler bu istikamette dil kullanmaya başlamışlardır. Vatandaşların
büyük ekseriyeti, Balkan harbinin facialardan sonra üç büyük devlete karşı harbe
108
Ahmet Emin, a.g.e., C. I., s 217.
Örneğin Halil Bey, Talat Paşa'nın kendisinin karardan haberdar olmadığını söylediğini, Enver
Paşa ile yapılan toplantıda Enver Paşa'nın da haberdar olmadığına dair yemin ettiğini yazmaktadır.
Halil Menteşe, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe'nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1986, s 51.
Cemal Paşa ise anılarında, kararın Enver, Talat ve Halil Paşa tarafından imzalandığını kendisinin
sadrazamın haber vermesi ile sonradan duyduğunu yazmaktadır. Cemal Paşa, a.g.e., s 146.
110
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 219.
111
Cemal Paşa Osmanlı'nın tarafsız kalması ile İtilaf Devletlerinin Ruslarla bağlarını devam
ettirmeyi amaçladıklarını, savaşı kazandıktan sonra İstanbul'u Ruslara vermek, Arabistan vilayetlerinin
bağımsızlığını tanımak ve sonrasında kendi himayelerine almak istediklerini yazmaktadır. Cemal Paşa,
a.g.e, s 164-166.
109
43
girişmeyi fena karşılıyordu, fakat teşkilatsızdılar, dilleri yoktu. Memleketteki bütün
teşkilatlı kuvvetler, müfrit harp taraftarlarından mürekkep bir azlığın elinde idi.”112
Aydemir, I. Dünya Savaşı sırasında, 2 milyon 850 bin kişilik teçhizatsız ve
savaşa hazır olmayan Osmanlı ordusunun dokuz cephede çarpıştığını yazmaktadır.113
Savaş dört yıl sürmüş, 1915'te sadece Sarıkamış'ta altmış binden az olmadığı tahmin
edilen asker, soğuktan donarak veya hastalıktan ölmüştür. Savaş boyunca toplam şehit
sayısı 550.000 kadar olup, 891.634 asker köylerine sakat kalarak dönmüştür. Kanal
seferinde üç bin Türk genci kaybedilmiştir. Bütün savaş boyunca 129.644 Türk subayı
esir düşmüştür.114 Çanakkale’de kazanılan zafer sonucu Rusya’nın İtilaf Devletleri ile
ilişkisi kesilmiş, bu sırada Bolşevik İhtilali meydana gelmiş böylece Rusya savaş dışı
kalmıştır.
Rus cephesi kapandıktan sonra Almanya, Amerika'ya 1917’nin Şubat ve
Mart'ında saldırılara başlamıştır. Amerika'nın savaşa İtilaf Devletleri yanında güçlü ve
dinç bir orduyla 6 Nisan'da katılması sonucunda savaşın seyri tamamen değişmiştir. 29
Eylül 1918'de Almanlar 14 madde esasına göre Wilson'a başvurma kararı alırken,
Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalamıştır.
14 Ekim 1918'de Talat Paşa İTC'nin Kongresi'nde yenilgiyi duyurmuştur.
Parti kendisini feshetmeye, Teceddüt Partisi adı altında bir parti kurarak, İTC'nin
devamı sayılmasına karar vermiştir. 3 Kasım'da ise İttihatçıların önde gelenlerinin
yurtdışına kaçmaları ülkede büyük tepki yaratmıştır. Ahmet Emin, halkın tepkisini,
“İttihatçı kelimesi adeta “vatan haini” manasına geliyordu. Halk olup bitenden o kadar
bezmişti ki “vatan”, “millet” lafını edenler için “yakalayın ittihatçıdır” demek içinden
geliyordu”115 şeklinde anlatmaktadır.
112
113
114
115
Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 219.
Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Cilt 3, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1970, s 90.
Tunaya, a.g.e., s 628.
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 312.
44
A. İT'NİN İKTİDAR YILLARINDA AHMET EMİN
Ahmet Emin Amerika'ya gitmeden önce 1908'de İTC'ne girdiğini daha önce
belirtmiştik. Amerika'da bulunduğu sıralarda ise İkdam ve Yeni Gazete'ye zaman zaman
yazılar göndermiştir. 1914'te yurda dönüşünde, Muhittin Birgen'den aldığı teklif
üzerine bir süre İTC'nin yayın organı olan Tanin'de çalışmaya başlamıştır. Ahmet
Emin, “Tanin'de başyazı yazmak, hükümet ve partinin takdirine göre hadiseleri
yorumlamak vazifesi başyazar Muhittin 'de olduğu için” kendisine önemsiz görevler
düştüğünü yazmaktadır.116 Savaş yıllarında gazetede daha çok resmi bildiriler yer
almakta ve sansür ağır bir şekilde uygulanmaktadır. Gazetede Ahmet Emin'den, Enver
Paşa ile azınlıkların bedel vermelerine rağmen askere alınacakları yolunda çıkan
haberleri yalanlamak üzere bir mülakat yapması istenmiştir. Enver Paşa ile
görüşmeden, onun ağzından çıkmışçasına yazdığı mülakatın büyük bir etki yapması
sonucunda Ahmet Emin, savaş muhabiri olarak Alman cephelerini gezmek üzere Enver
Paşa tarafından görevlendirilmiştir. Almanya, Fransa, Belçika, Polonya, Balkan
ülkelerindeki cephelerde yaptığı incelemelerini ve gözlemlerini Tanin'e yollamıştır.
İstanbul'a döndüğünde Türk Ocağı ve İTC kulüplerindeki konferanslarda izlenimlerini
anlatmıştır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi'nde kurulan İstatistik Kürsüsü'nün yönetimini
üstlenmiş, burada çalışırken gazetede, nüfus politikaları üzerine bazı yazılar kaleme
almıştır.117 Kısa bir süre sonra Galiçya’ya yeniden savaş muhabiri olarak gitmiştir.
Dönüşünde Sabah’tan aldığı teklif sonrasında başyazılarını burada yazmaya
başlamış ve gazetenin yönetimini üstlenmiştir. Ahmet Emin Tanin'in İT'nin yayın
organı olduğu için bir eleştiriye yer veremeyeceği ve gazetenin, Muhittin Bey'in tekeli
altında olduğu ve Sabah'ın yönetiminin kendine ait olacağı için teklifi kabul ettiğini
belirtmektedir. Ahmet Emin Sabah'a geçişi hakkında şunları yazmaktadır:
“Ben gazeteciliği, bozuk işleri tenkit etmek ve düzelmesi için uğraşmak diye
anlıyordum. İçimden kabaran bu tarzda bir mücadele hasretini Sabah başyazarı diye
serbestçe yerine getirecektim ve Amerika'da öğrendiklerimi bu sayede memleketin
116
Ahmet Emin, a.g.e., C.I, s 220.
Ahmet Emin, “Nüfus Politikası- Esas Hakkında Bir İki Müteala”, Tanin, 8 Mart 1916 ve
diğerleri.
117
45
hayrı için kullanacaktım. Benim için kendi adım altında tam mesuliyet taşıyacak
yolda bir gazetecilik ancak şimdi başlamış oluyordu.”118
Sabah'taki başyazılarını 21 Kanun-i sani 1917'den itibaren “A.E.” imzası ile
yazmaya başlamıştır.119 11 Temmuz–14 Ağustos 1917 tarihleri arasında basın heyeti ile
Almanya'ya yaptığı ziyaret sırasında başyazılar, “M.A” ve “N.S” imzası ile
yayınlanmış, 15 Ağustos'tan itibaren ise Ahmet Emin başyazılarını ismiyle kaleme
almaya başlamıştır. Gazetedeki toplam çalışma süreci on aydır.
Ahmet Emin, Sabah'ta İT'nin yönetimini eleştirebilmek için iktisadi
alandaki bozukluklara, savaşın getirdiği ahlaki düşkünlüklere değinmeye başladığını bu
nedenle gazetenin satışının iki üç ayda, üç binden on beş bine çıktığını yazmaktadır.
Temkinli bir şekilde ele aldığı bu tür olayları sürekli temas halinde olduğu Ziya
Gökalp'e danıştığını da eklemektedir.120 Kendisinin 1916'dan itibaren yolsuzluklarla
mücadelede “perdeyi günden güne yükselttiği”ni yazmakta ve şöyle devam etmektedir:
“Sansür memurları, rezaletlerden bezmiş, canı yanmış adamlar oldukları için
yazdıklarıma dokunmadılar. Hükümet ve parti umumi merkezi, böyle yazılar
çıkmasını, bir taraftan halkın hoşnutsuzluğuna karşı bir emniyet subabı diye
karşıladılar. Diğer taraftan kendi nüfuzlu adamlarıyla başa çıkamadıkları için bunu
bir yardım saydılar”121
Ahmet Emin'in bu ifadelerinden, yolsuzluk haberlerini iktidarın onayı ile
kaleme almış olduğu anlaşılmaktadır. Savaş dönemi yapılan yolsuzluklar üzerine
yazılar yazmasına karşın122 İT ile ülkenin kaydettiği gelişmeler üzerinde duran
yazılarından ve Almanya ile müttefik olmanın önemini ısrarla vurgulamasından, Ahmet
118
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 260.
Kitaplarında Sabah'a geçişi ile ilgili kesin bir tarih vermemekte, ancak ilerleyen yıllarda yapılan
röportajlarında 1916'da Sabah'a geçtiğini söylemektedir. Yaptığımız gazete taramasında 21 Kanun-i
sani 1917'den itibaren “I.I” imzası ile başyazıları kaleme aldığını tespit ettik. Bu durumda Ahmet Emin
1916'nın sonlarına doğru Sabah'a geçmiş olmalıdır.
120
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 267.
121
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 270.
122
Konu hakkındaki yazılar “A.EI” imzası ile yazılmıştır. “Harp Zenginliği ve Vazifeleri”, 30
Nisan 1917”; İktisadi Cerihalar”, 12 Mayıs 1917; “İhtikara Karşı İcraat”, 22 Mayıs 1917; “İhtikar
Mücadelesi ve Haysiyet-i Hükümet”, 30 Mayıs 1917; “İhtikar Mücadelesinin Neticeleri”, 16 Haziran
1917.
119
46
Emin'in anılarında bahsettiği gibi iktidarın izlediği politikaya yönelik muhalif bir tutum
takınmadığı anlaşılmaktadır.
Sabah'ta işlediğini ileri sürdüğü savaş zenginliği konusunda Ahmet Emin
farklı bir tutum takınmıştır. Onun için önemli olan servetin nasıl elde edildiği değil, ne
tür işlerde kullanıldığıdır. Savaş zenginliğinin ülkede israf, kumar, sefahat yaymasına
meydan bırakılması halinde, belli bir hedefe yöneltilmesi gereken kuvvetlerin kötü bir
şekilde dağıtılmış olacağından bahsetmiş ve devamında:
“Biz burada harp zenginliğinin meşru olup olmadığı meselesiyle uğraşmıyoruz.
Maksadımız harbin küme küme ihdas ettiği servetlerin içtimai ve iktisadi zararlarını
değil faidelerini mucib olmasının teminidir. Hatta faideli yollarda kullanılacak harp
servetlerinin menşeileri ne olursa olsun, memleket için nafi şekilde bir sermaye teşkil
ettiğini de kabul ve tasdik etmeye hazırız”123 diye yazmıştır.
Daha sonra sık sık tekrar edeceği ülkeye yabancı sermayenin getirilmesi
gerektiği konusunu ilk kez bu sıralarda dile getirmiştir.124
Anılarında, ülkenin içinde bulunduğu koşullar hakkında yaptığı geniş
değerlendirmede, beklentilerin aksine Almanların zafer kazanma ihtimalinin ortadan
kalktığını, bu safhada ise Türkiye'nin bütün varlığını ortaya koyarak bir kumar
yazmaktadır.125
oynadığını
Sabah'ı
incelediğimizde
ise
anılarında
ortaya
koyduklarından daha farklı bir tablo ile karşılaşırız. Örneğin, 21 Kanun-i sani 1917'de
kaleme aldığı yazıda, “Muhtelif cephelerdeki vaziyeti tetkik edersek anlarız ki halimiz
geçen seneye nispetle kıyas kabul etmez bir derecede iyileşmiştir” diyerek, savaş ne
kadar devam ederse, elde edilecek barış şartlarının o kadar lehimize olacağını
yazmıştır.126
Ahmet Emin anılarında, 1917 Temmuz'unda basın heyeti ile gittiği
Almanya'dan dönüşünde trende, Mustafa Kemal ile karşılaşmasından söz etmektedir.
Veliaht Vahdettin ile gittiği Almanya'dan dönmekte olan Mustafa Kemal trende, Ahmet
Emin'e savaşın müttefikler tarafından kaybedilmiş olduğunu, hiçbir ümit kalmadığını
belirtmiştir. Ahmet Emin, cephede ve cephe gerisinde süren tüm olumsuzluklara
123
124
125
126
Ahmet Emin, “Harp Zenginliği ve Vazifeleri”, Sabah, 30 Nisan 1917.
Ahmet Emin, “Geniş Nazarlı Siyaset-i İktisadiye”, Sabah, 18 Şubat 1917.
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 260.
Ahmet Emin, “Bundan Sonrası”, Sabah, 21 Kanun-i sani 1917.
47
rağmen, düşmanın dağınık ve zor halde bulunmasına bakarak, müttefiklerin zaferi ile
sonuçlanacağına kendisini ve okuyucuları inandırmaya çalıştığını kaydederken,
konuşma sonrasında büyük bir üzüntü duyduğunu dile getirmektedir.127 Ancak Ahmet
Emin gazete yazılarında, ülkenin I. Dünya Savaşı içinde sosyal ve ekonomik gelişme
adına önemli engelleri atlatarak gelişme yoluna girdiği yönünde yorumlar yapmaya
devam etmiş ve bu yazılarına bazı kişiler tarafından “gereğinden fazla nikbinliğe
kapıldığı” ve ülkedeki “yıkıcı cereyanları hiç hesaba katmadığı” yönünde eleştiriler
yöneltilmiştir. Bu görüşlere verdiği cevaptan Ahmet Emin'in siyasi iktidarı desteklediği
daha iyi görülmektedir. Öyle ki Ahmet Emin bu eleştirilere yazdığı cevapta şunları
söylemektedir:
“İnsan kendini ufak tefek tesirlerden tecrit ederek bitarafane ve kıyaskarane bir
surette ortalığa bakacak olursa kısa bir zaman zarfında memlekette hasıl olan ve kök
tutan intibah eserleri hakkında hayrete düşmemesi ve büyük bir iftihar duymaması
imkan haricindedir. Bu hususta ne kadar nikbin olsak azdır. Memleket bir iki sene
içinde cidden büyük tekamül adımları atmış ve yakın bir ati için büyük ümitlere
meydan verecek istidatlar göstermiştir.”128
1917'de yapılan İTC kongresinden sonra yazdığı yazıda, savaş nedeniyle
idari ve ekonomik gelişmeler konusunda İT'nin çok mütevazi bir dil kullandığını, “üç
savaş yılı içinde meydana gelen gelişme havasının en iyimserlerin görüşlerinin bile
ötesinde olduğunu, her alanda gelişme yollarının açıldığını” söylemiştir.129 Ahmet
Emin'in İTC iktidarına olan desteği, savaşın yenilgi ile sonuçlandığının kesinleştiği
zamana kadar devam edecektir.
Savaş sırasında Osmanlı ile Almanya'nın müttefik olmasını onaylayan bir
tutum takınmış, savaş sonrasında da bu işbirliğinin devam etmesi gerektiğine dair
yazılar kaleme almıştır. Ahmet Emin Almanya ile kurulan ittifak üzerine şunları
yazmaktadır:
127
128
129
Ahmet Emin, a.g.e., C. 1, s 289.
Ahmet Emin, “Akamet Yolu”, Sabah, 28 Ağustos 1917.
Ahmet Emin, “İttihat ve Terakki Kongresi”, Sabah, 19 Eylül 1917.
48
“Almanlar şimdiye kadar hiçbir ecnebi memlekette başka hükümetlerin yaptığı gibi
gönül avcılığına çıkmamışlar, kendi lisan ve adetlerini başkalarına kabul ettirmeye,
kendileri hakkında dürüst bir fikir husule getirmeye çalışmamışlardır. Buna mukabil
Almanya'nın terakki faaliyetini çekemeyenler, Almanları her tarafta yanlış tanıtmak
için elden geleni yapmışlardır.”130
Yazının devamında Ahmet Emin, Almanların, kullandıkları yöntem ve
araçlar itibarı ile takip ettikleri yolun kesin bir surette başarı ile sonuçlanacağını, bu
bağlamda
onların
tecrübelerinden
yararlanmanın
en
doğru
yol
olduğunu
belirtmektedir.131 Alman basını ile ilişkileri güçlendirmek amacıyla 11 Temmuz
1917'de yapılan ziyareti de, iki ülke arasındaki ortak çıkarların savunulmasını daha iyi
hale getirme şeklinde değerlendirmiştir. Savaşın başlangıcından beri iki ülkenin
yayınları arasında bir birlik olduğunu belirterek, gazeteciler arasında az ilişki olmasına
rağmen, her meselede ortak bir bakış açısını takip etmelerini övgüyle karşılamıştır.132
İlerleyen günlerde ele aldığı yazıda ise Almanya ile “menfaat rabıtası” olduğunu bunun
“kalp rabıtası” kurularak geliştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Alman kültürü,
edebiyatı, bilimi, sosyal hayatı hakkında bilgi edinme ihtiyacı üzerinde durarak, bu
yollarla Almanların zannedildiği gibi “menfaat peşinde koşan adamlar olmadıkları”,
“güvenilir, saf kalpli” insanlar olduğunun anlaşılacağını, Almanların ise bundan
“propaganda” diye anlaşılır kaygısı ile uzak durduklarını yazmaktadır. Bu dönemde
Alman Büyükelçisi von Bernstorff ile kurduğu yakın ilişki, Ahmet Emin'in iki ülke
arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi için siyasi boyutun ötesinde kültürel ilişkilerin
kurulması gerektiği yönündeki yazılar yazmasında etkili olmuştur.133 Haftada birkaç
defa Elçi ile çalışma odasında saatlerce dertleştiğini anılarında kaydetmektedir.134
Almanya'ya yapılan basın gezisi sırasında heyette yer alacak gazetecilerin tavsiye ve
tespitinin Ahmet Emin'den talep edilmiş olması, Ahmet Emin'in Alman mercilerinin
gözündeki önemini gösteren bir örnektir.135
130
Ahmet Emin, “Dostluk Yurdu”, Sabah, 28 Nisan 1917.
Ahmet Emin, a.g.m.
132
Ahmet Emin, “Matbuat Heyetinin Seyahati”, Sabah, 10 Temmuz 1917.
133
Ahmet Emin, “Kalp Köprüsü”, Vakit, 8 T.sani 1918.
134
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 272.
135
Geziye Tanin'den Muhittin Bey, Soir'den Abdullah Zühtü, T.Efkar'dan Yunus Nadi,
Tercüman'dan Ağaoğlu Ahmet Bey, Sabah'tan Ahmet Emin, Milli Ajans'tan Hüseyin Tosun Bey
katılmışlardır. Politisches Archiv des Auswartigen Amts. AN: 406. (Ayrıca Bakınız EK-2)
131
49
Sabah'ta çalışma süreci Ahmet Emin'e geniş imkanlar sağlaması üzerine,
kendisinin sahip olduğu bir gazete çıkarmaya karar vermiştir. Ortak olarak, Tanin ve
Sabah'ta çalışırken tanıdığı Mehmet Asım (Us) ile anlaşmıştır. Gazete imtiyazının zor
verildiği bir dönemde, kendisi İTC'nin sözü geçen düşünce adamı Ziya Gökalp'in,
ortağı Mehmet Asım ise Hüseyin Cahit'in (Yalçın) desteği ile Vakit'i çıkarma iznini
almıştır.
Mehmet Asım, hatıralarında “Yedi yüz altın liralık bir sermaye ile”136
ortaklığın kurulduğundan söz etmektedir. Ahmet Emin ise Yakın Tarihte Gördüklerim
ve Geçirdiklerim kitabında 250'er lira sermaye (toplam 500 lira), Turkey in My Time
adlı kitabında ise 400 lira koyarak işe başladıklarını belirtmektedir.137 Ahmet Emin,
anılarında eğitimi, bildiği yabancı diller, gazetecilikteki tecrübe ve şöhreti dolayısıyla
kendisinin Mehmet Asım'dan daha fazla sermaye koyduğunu aktarmakta ve “iş
adamlığı damarından yoksun olduğu için daha fazla kar hissesi istemenin aklına
gelmediğini” söylemektedir. Kar ve zararı ortak paylaşma ve başyazar olduğu için
kendisinin ufak bir maaş farkı alması konusunda anlaşmışlar, Cağaloğlu'nda kapalı
halde bulunan bir “Amedi” matbaasını, gerekli eşya ile birlikte toplam 50 liraya
kiralamışlardır.138 Yazı heyetinin başında Ali Naci (Karacan)'ın olduğu gazetenin ilk
sayısı 22 Ekim 1917’de yayınlanmıştır. 20 paradan satılmaya başlanan gazetenin yazı
heyetinde Necmettin Sadak, Kazım Şinasi, Ali Naci, Ruşen Eşref yer almıştır. Hüseyin
Cahit, Halide Edip, Ziya Gökalp gibi değerli kalemlerin yazıları zaman zaman Vakit'te
yayınlanmıştır. Gazetenin ilk başyazısında Ahmet Emin şunları yazmıştır:
“Adı eski fakat kendi yeni olan gazetemiz bugünkü sahiplerinin elinde bulundukça,
temiz ve lekesiz kalacak, memleket menfaatlerinin ve gazetecilik sevgisinin
aydınlığı içinde saf ve samimi yayınlar yapacaktır.”139
Vakit'in çıkmaya başladığı dönemde, Rusya cephesi Bolşevik İhtilali
sonrasında kapanmış, ancak Amerika'nın savaşa İtilaf Devletlerinin yanında girmesi ile
136
Mehmet Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, Meşrutiyet ve Cumhuriyet
Devirlerine Ait Hatıralar ve Tetkikler, Vakit Matbaası, İstanbul, 1964, s 18.
137
Ahmet Emin, a.g.e., C I, s 293. Aynı kitabın III. Cildinde ve Turkey in My Time'da 450 lira
sermaye ile işe başladığını belirtmektedir. Ahmet Emin, a.g.e., C III, s 37; Ahmet Emin Yalman Turkey
in My Time, University of Oklahoma Press, Oklahoma, 1956, s 56.
138
Turkey in My Time'da ise 100 liraya kiraladıklarını belirtmektedir.
139
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 296.
50
yeni bir dönem açılmıştır. Savaşın kötü gidişatına rağmen Almanya ile olan
müttefikliğe verilen önem, Vakit'teki bazı haberler ve Ahmet Emin'in yazılarından
anlaşılmaktadır. Gazetenin reklamlarını daha çok Alman firmalarının reklamları
oluşturmakta, ayrıca kağıt tedariki gibi konular Almanya ile işbirliğini gerekli
kılmaktadır. 29 Teşrin-i evvel 1917'de gelen Alman gazeteci heyeti hakkında çıkan
yazıda, Alman gazetecilerinin sadece Alman basınını değil, “bütün müttefik Alman
milletinin”140 bir temsilcisi olarak kabul edileceği yazmaktadır. 8 Teşrin-i sani'de ise
basın aracılığı ile iki millet arasında güçlendirilecek dostluk bağlarından söz ederek,
Almanya ile sadece askeri alanda değil, “medeni, içtimai ve iktisadi” alanlarda da
“muazzam eserler vücude getiren Alman dehasını tetkik edebileceğimizi”141 yazmıştır.
Vakit'in yayınlanmaya başladığı ilk yılda, gazete önce -Sabah'ta olduğu gibiİTC ve Almanya'ya yakın bir yayın çizgisi izlemiştir. Ahmet Emin Sabah'ta çalışırken
yakınlık kurduğu Alman Büyük Elçisi Kont von Bernstorff ile görüşmeye ve kendi
ifadesi ile “en az haftada bir”142 bir araya gelmeye devam etmiştir. Yine 1918'de
Perthes Basımevi'nin siparişi üzerine Ahmet Emin, Die Türkei başlıklı bir kitap kaleme
almış ve burada Türkiye-Almanya ilişkileri üzerinde durmuştur.
Vakit'in ilk altı ayı dolduğunda gazeteye dair bir değerlendirme yazısı
kaleme alan Ahmet Emin, gazeteyi hayal ettikleri şekilde çıkaramadıklarını dile
getirmiş ve gazete çıkarmanın güçlüklerinden bahsetmiştir. Yazısında mürettib ve
istihbaratta çalışacak eleman bulmanın zorluğu, savaşın getirdiği sınırlamalar, hacmin
yetersiz olması gibi konulara değinmektedir. Sorunların başında ise Almanya'dan alınan
ve ihtiyaca yetmeyen kağıt gelmektedir. Ahmet Emin, ismi geçen yazısında kağıt
endişesinin, gazetenin içeriğine harcanacak düşünce ve gayretleri lüzumsuz yere işgal
ettiğini yazmaktadır.143 Bütün bu sorunlara karşı Ahmet Emin Vakit'te “zuhulden neşet
etmiş bir iki istisna hariç” hatır için yazı çıkmadığını, ilan sütunundan başka sütunlarda
reklam niteliğinde, nüfuz ve para etkisiyle yazı yayınlanmadığını, sınırlılıklar
dairesinde ülke ve kamu çıkarlarını savunduğunu ileri sürmüştür. Devamında ise ilk altı
ayı: “Maddeten fazla bir eser-i terakki ve eser-i hayat göstermemekle beraber temiz
140
141
142
143
Ahmet Emin, “Alman Misafirlerimiz”, Vakit, 29 Teşrin-i evvel 1918.
Ahmet Emin, “Kalp Köprüsü”, Vakit, 8 Teşrin-i sani 1918.
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 43.
Ahmet Emin, “Vakit'in Altı Ayı”, Vakit, 21 Nisan 1918.
51
vicdani bir meslek tutmuştur”144 şeklinde değerlendirmiştir. 1918'de gazete bir yılını
doldurduğunda da, yayınlarının temiz kalacağı, sadece ülke yararı için yayın yapılacağı
sözlerini tekrar etmiştir.
Vakit'in satışlarının iyi gitmesi ile yeni bir matbaa ihtiyacı duyulmuştur.
Almanya'ya yaptığı bir ziyaret sırasında, “İki yüz liraya, yani bin marka”, iki tarafı
birden basan reaksiyon usulü denen yeni bir baskı makinesi almıştır. Makinenin
bulunmasında ve naklinde Alman Gazete Sahipleri Cemiyeti Başkanı ve Germania
Müdürü Herr Müller yardımcı olmuştur.
Vakit savaşın sonuna yaklaşılmakta olduğu 1918'in ortalarından itibaren
iktidarı eleştirmeye başlamıştır. 11 Haziran 1918'de sansür kaldırılmış sadece
gazetelerin bir haberin savaş sırrı olup olmadığı konusunda danışması için bir makam
tayin edilmiştir. Ahmet Emin sansürün kaldırılması hakkında bir takım yazılar kaleme
almıştır.145 Sansürün kaldırılması ile savaş sırasında yapılan yolsuzlukların ortaya
çıkarılabileceğini ileri sürerek, savaşın yol açtığı tahribatlardan daha sık söz etmeye
başlamıştır. Örneğin bir yazısında: “Menfaat-i umumiyeyi her şeyin fevkinde tutmaya
ve istikbali daima göz önünde bulundurmaya memur bir kuvvet sıfatıyla hükümetin
vazifesini ifa edememesinden birçok şüpheli unsurlar istifade ettiler”146 demektedir.
Yazıda memleketi idare edenlerin, fedakar ve vatanperver olduklarını ancak iki üç
senedir duruma milletin çıkarı doğrultusunda nüfuz edemediklerini, memleketin
çıkarına aykırı birçok işlere seyirci kalmaya mecbur olduklarını belirterek, “Fakat hiç
şüphe etmeyiz ki bu esnada efradı millet içinde onlar kadar acı tesirler hisseden kimse
yoktur” diye yazmıştır. Ona göre sansürün kaldırılması, yöneticilerin hamiyet sahibi
olduklarını ve milletin çıkarını düşünmekten hiç vazgeçmediklerini göstermektedir.
Basın da hürriyeti suiistimal etmeyecek, “garez ve ihtirasa” kapılmayacaktır.147
Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim ile Turkey in My
Time adlı kitaplarında ise bu yazıdan farklı bir biçimde bahsetmektedir. Her iki kitapta
da yer verdiği yazıda, savaş yıllarındaki halkın çektiği sıkıntının “Hükümet kuvvetinin
böyle zor bir devirde, halkın menfaatlerinin tarafında olacak yerde, bir takım özel
144
Ahmet Emin, “Vakit'in İlk Altı Ayı”, Vakit, 21 Nisan 1918.
Ahmet Emin, “Sansürün İlgası”, Vakit, 12 Haziran 1918; “Hükümet ve Matbuat”, Vakit, 2
Temmuz 1918; “Teşhir ve Tenkit Lüzumu”, Vakit, 22 Ağustos 1918; “Matbuat Kuvvetini Tanzim
Yolları”, Vakit, 26 Ağustos 1918.
146
Ahmet Emin, “Sansürün İlgası”, Vakit, 12 Haziran 1918.
147
Ahmet Emin, “Sansürün İlgası”, Vakit, 12 Haziran 1918.
145
52
menfaatlerin yanında” olmasına bağlamaktadır.148 Gazetedeki yazıda hükümete karşı
oldukça yumuşak bir ton hakimken, kitaplarında alıntıladığı yazıda doğrudan hükümeti
eleştirir görünmektedir.
İki ülke arasındaki ittifakın, Almanların Kafkaslar ve Orta Doğu'da
Osmanlı Devleti aleyhine yayılma politikaları sonucu bozulması ile gazetelerde
Almanya
aleyhinde
yazılar
yayınlamaya
başlanmıştır.
Savaşın
yenilgi
ile
sonuçlanacağının anlaşılması ile Vakit'in yayın politikasında keskin bir değişme
gözlenmeye başlamıştır. Örneğin Ahmet Emin 2 Eylül tarihli yazısında, tüm dünya
Almanya'ya sırt çevirirken, bizim fedakarca yanına koştuğumuzu, saf dostluk hislerinin
devam edeceğini düşünürken Almanya'nın bize haber bile vermeden en temel
çıkarlarımızı çiğnemeye kalkışmasını kendi üzerinde “gayrı muntazır ve acı bir darbe
tesiri” yarattığını yazmıştır.149
Almanya'nın tutumundan duyulmaya başlanan rahatsızlık Vakit'te kağıt
krizinde görünür hale gelmiştir. Savaş yıllarında basın yeterince kağıt temin edemediği
için gazeteler sayfa sayısı ve baskı adedini azaltma yoluna gitmiş, bu sorun gazetelerin
fiyatına da yansımıştır. 13 Mart'ta gazeteler 20 paradan 40 paraya çıkarılmış,
Almanya'dan alınmakta olan kağıdın az gelmeye başlaması ile ortaya çıkan sorun,
Ahmet Emin ile Almanya Büyükelçiliğini karşı karşıya getirmiştir. Gelen kağıdın
gazetelere dağıtım işini Osmanlı Matbuat Cemiyeti üstlenmiştir. Cemiyetin Genel
Sekreterliği'ni yapmakta olan Ahmet Emin, gazetelerin isteklerini kontrol etmekte ve
satış miktarlarına göre kağıdı dağıtmaktadır.
9 Ağustos 1918'de Ahmet Emin, Almanya ile ilişkilere dair bir yazdığı
yazıda: “haklarımızı bilmek ve savunmaya hazır olmak şartıyla” Almanlardan iyi bir
dost ve müttefik olamayacağını belirtmiş, Almanların “medeni propaganda”
yapmalarının normal hatta istenilir bir durum olduğunu, ancak gizli olan siyasi
propagandadan şikayetçi olduklarını yazmıştır. Konuyu esas olarak üzerinde durmak
istediği kağıt sorununa getirmiştir. 11 Ağustos'taki yazısında, özetle Alman
Büyükelçiliği'nin kağıt üzerinden, Türk basınını baskı ve etki altında tuttuğunu iddia
etmiştir. Yabancı bir elçiliğin kağıdı tedarik etmesi ve böylece gazeteleri baskı ve etki
altında bulundurmasını milli onura bir tecavüz olarak nitelendirmiştir. Ahmet Emin
148
149
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s. 300; Turkey in My Time, s 58.
Ahmet Emin, “Almanya'nın Kafkas Siyaseti”, Vakit, 2 Eylül 1918.
53
aynı yazıda hükümetin, kağıt sorununda basını himaye etmesi gerektiğini de
belirtmiştir.150 Hükümete, kağıt naklinin zamanında yapılması, savaş zamanında
kağıdın ticari bir mal olmadığı, ancak muhtaç olanlara dağıtılacağı hakkında kanun
çıkarılması konularında basına destek verebileceğini yazmıştır. Nakliyatta çıkan sorun
nedeniyle altı ay içinde 60 vagon kağıt yerine 12 vagon getirilebilmiş, kağıt az miktarda
gelince herkese ihtiyacı doğrultusunda dağıtılamamıştır. Bu durum karşısında gazeteler
tirajlarını azaltma yoluna giderken bazı gazeteler de itiraz etmişlerdir.
Ahmet Emin'in iddialarına karşı 15 Ağustos'ta ise Alman Elçiliği, gazeteye
bir yazı göndermiştir. Yazıda, “Ahmet Emin Bey Elçiliğin sözünü nasıl tuttuğunu bilir”
dedikten sonra elindeki bütün kağıdı Matbuat Cemiyeti'ne verdiğini, “kağıt hakkında
kendi tarafından geçerli olan çeşitli talepleri dikkate almadığını” belirtmiştir.151
Ahmet Emin bu mektuba verdiği cevapta, kağıt sorununda Elçiliğin
“müttefik bir memlekette kağıt tevziini kasten inhisar altına almak” ve gazeteleri
etkileme gibi bir amacının olmadığını belirttiğini ancak sorunun basın ve ülke için onur
sorunu olduğunu da anlamadıklarını yazmıştır. Ayrıca kağıt dağıtımının Osmanlı
Matbuat Cemiyeti'ne devrolunduğu sırada Elçiliğin tezkeresinde gösterildiği gibi bir
takım şartların konulmamış olduğunu, Cemiyet'in kağıdı eşit dağıtmasının zaten doğal
olduğunu, bunu tetkik etmenin de “bir ecnebi sefaretine değil Osmanlı Hükümeti'ne”152
ait bir iş olduğunu kaydetmiştir. Ahmet Emin'e göre kağıdın eşit dağıtımı meselesinin
çıkarılması çok gariptir. Altı ayda 60 yerine 12 vagon kağıt gelmesi, nakliyat ile ilgili
makamların konuya yeterince emniyet vermemelerinden kaynaklanmıştır.
1918 Eylül ayından itibaren savaşın yenilgi ile sonuçlanacağı haberleri
kesinleşmeye başlamıştır. Ekim ayında Talat Paşa ile yaptığı baş başa konuşmada, Talat
Paşa savaşın kaybedildiğini, muhalefetin oluşmasına izin vermemekle hata ettiklerini
söylemiş ve Ahmet Emin'e dürüst bir gazeteci olarak yıkıcı cereyanlara karşı gelmesini
beklediğini aktarmıştır.
3 Kasım'da İttihatçıların önde gelenlerinin yurtdışına kaçmaları ülkede
büyük tepki yaratmıştır. İTC'nin izlediği siyasetin başarısız olması ve savaştan yenik
çıkılması üzerine, İTC aleyhtarı muhalefet harekete geçmiştir. Bu sırada yıldızı
150
151
152
Ahmet Emin, “Kağıt İşleri”, Vakit, 11 Ağustos 1918.
“Almanya Sefaretinin Cevabı”, Vakit, 15 Ağustos 1918.
Ahmet Emin, “Ticari ve Zirai Hazırlıklar”, Vakit, 16 Ağustos 1918.
54
parlayan parti Hürriyet ve İtilaf Fırkası olmuş, İtilaf ve İttihatçıların arasındaki kavgalar
ise en yoğun şeklini almıştır. Ahmet Emin, bu dönemde İttihatçı kelimesinin adeta
“vatan haini” anlamına gelmeye başladığını yazmaktadır.153 Devletin geleceğinin
tamamen belirsiz olduğu bir dönemde bu karmaşa ortamından yararlanmak isteyen
Alemdar'dan Pehlivan Kadri'nin kendisine gelerek İttihatçıları ihbar etmeyi ve çıkarları
yarı yarıya paylaşmayı teklif ettiğini ileri sürmektedir.
İttihatçılar aleyhinde yayınların artması, kişisel düşmanlıkların gazetelerde
fazla yer bulması üzerine, Tasvir-i Efkar, Tercüman-ı Hakikat, Akşam, Servet-i Fünun,
Yeni Gün, Tanin, İkdam, Vakit ve Zaman gazetelerinin temsilcileri ülkede birliği
vurgulamak amacıyla toplanarak bir karar hazırlamışlardır. Burada:
“Gazetelerin lisanında görülen şiddet, vatani heyecan ve endişelerin mahsulü olup,
matbuat birdenbire yeni ahval ve şerait ve yeni meseleler karşısında kalınca
muhitteki cereyanları idare edecek bir kuvvet halinden çıkmış ve bu cereyanların
tesirine az çok tabi olmuştur. Vatanın bu müşkül dakikalarında her hususta kati bir
samimiyetin muhafazası lazım olduğundan matbuat bu ciheti halisane itiraf eder.”154
Denilmektedir.
İsmi geçen gazeteler, okuyuculara zayıflık hissi verebilecek, nifak
uyandırabilecek yayınlardan ve kişisel tartışmalardan uzak durulması konusunda ortak
hareket etme kararı almışlardır.
1917'de Amerika'yı savaş dönemi izlediği politika nedeniyle eleştiren
Ahmet Emin, 1918'de yenilgi kesinleşince Amerika'nın savaşta elde ettiği güç nedeni
ile dünyada kazanacağı konumdan ve Türkiye'nin Amerika ile ilişkilerinin
güçlendirilmesi gerektiğinden bahsetmeye başlamıştır. 1917'de Başkan Wilson'u savaşı
“kızıştırmakla” itham etmiş ve “İtilaf Devletleri'ne milyonlarca dolarlık mal veren
Amerika sermayedarlarını ve onlar vasıtasıyla İngilizlerin esiri olan aciz ve zayıf bir
adamı” olarak nitelemiştir.155 1918 Ekim'inden itibaren ise Amerika'nın savaş sırasında
153
154
155
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 312.
Matbuatın Bir Kararı”, Vakit, 21 Teşrin-i evvel 1918.
Ahmet Emin, “Amerika ve Sulh”, Vakit, 10 Kanun-i sani 1917.
55
elde ettiği gücü vurgulamaya ve sadece barış görüşmelerinde değil, savaş sonrasında da
“cihan diktatörü” rolünü oynayacağına dikkati çekmeye başlamıştır.156
Amerika ile işbirliği yapılması gerektiği yönünde ilk yazısını 30 Kasım ve 1
Aralık 1918'de çıkan “İstikbal Düşünceleri” başlıklı yazılarında dile getirmiştir. 4
Aralıkta kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti içinde yer alarak “Amerika'nın
“müzaheretini” isteme yolunda sıkça yazılar yazmıştır. Özellikle 1919 yılında kaleme
aldığı yazılar nedeniyle hayatının ileriki yıllarında “Amerikan mandası” istediği
yönünde sıkça eleştirilmiştir. Sivas Kongresi sonrasında “manda” tartışmaları bitmiş
olmasına rağmen Ahmet Emin hemen her dönemde, ekonomik ilişkiler, idari yapıda
reform yapılması, yabancı sermayenin ülkeye girmesi, uzmanların getirtilmesi gibi
konularda Amerika'yı ön plana çıkaracaktır.
B. İT'nin Karşısında Ahmet Emin
İT'nin izlediği siyasetin başarısız olması ve savaştan yenik çıkılması
üzerine, İTC aleyhtarı olanların harekete geçtiğine daha önce değinmiştik. Mütareke
sonrasında Vakit, HİF'nı eleştirmekle beraber İTC'ne de eleştirilerini giderek artırmıştır.
Ahmet Emin, 15 Teşrin-i evvel 1918'de, İT'nin “tahakküme meylettiğini” yazmış
yöneticilerin, bir zümrenin çıkarı ile memleket çıkarının sınırını ayıramadıklarını
belirtmiştir.157 İki partiyi de eleştirmesi, Hİ iktidarı tarafından İttihatçılığı savunmak
olarak algılanırken, İttihatçılar da Ahmet Emin'i savunduklarından dönmekle
suçlamışlardır. Bu noktada Ahmet Emin'in 1918'in başında yazdığı bir yazıya değinmek
gerekmektedir. Bu yazısında “müstakil fikirli” olma konusunu ele almış ve burada
“eğer fikirler bir sistem dahilinde değilse, çevresindeki akımların etkisiyle bu fikirlerin
şekilden şekile girebileceğini” yazmıştır. Ona göre bir kişinin “müstakil fikirli” olup
olmadığını anlamanın en kolay yolu, partinin güçlü olduğu veya güçten düştüğü
zamanlardaki tutumundan anlaşılabilir. Güçten düşmeye başladığında kişi veya yayın
organı “münekkitlikten başlayıp muhalifliğe” giderse bu kişi veya yayınların
fikirlerinde müstakil olmayan particiler olduğunun anlaşılacağını158 yazmıştır. 1918'in
156
157
158
Ahmet Emin, “Cihan Diktatörlüğü”, Vakit, 12 Teşrin-i evvel 1918.
Ahmet Emin, “Bizde Fırka Hayatı”, Vakit, 15 Teşrin-i evvel 1918.
Ahmet Emin, “Fikirde İstiklal”, Vakit, 27 Şubat 1918.
56
sonunda kendisi de İTC'nin iktidarı kaybetmesi ile söylemini tamamen değiştirmiştir.
Ahmet Emin Hİ ve İT tarafından kendisine yöneltilen eleştirilere, Vakit'in herhangi bir
partiye taraftarlık veya muhalefet etmeyi değil, vatanın menfaatini esas aldığını,
kendisinin ağız değiştirdiğini iddia edenlerin eski yazılarını okumadığı cevabını
vermiştir.159
Hİ'a karşıt tavrı önce İttihatçılarla birlikte tutuklanmaya (10 Mart 1919),
sonra Kütahya'ya en son da Malta'ya sürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki ilk Bekir
Ağa Bölüğündeki tutuklanma ve Malta sürgünlüğü sırasında İttihatçılar da Ahmet
Emin'in aralarında bulunmasına bir anlam verememişlerdir.
30
Ekim
1918'de
Mondros
Mütarekesi'nin
imzalanması
Vakit'te,
“Mütarekenin Resmi Metni: Dahili İşlerimize Müdahale ve Hakimiyet-i Milliyemize
Tecavüz Yok” şeklinde manşetten yayınlanmış, aynı gün Rauf Bey ile yapılan röportaja
yer verilmiştir. İlerleyen günlerde konuya değinen Ahmet Emin, İtilaf Devletlerinin
bizimle silah teslimi şeklinde değil, müzakere sonucunda bir mütareke imzaladıklarını
yazmış ve devamında da şunları söylemiştir:
“Buraya muzaffer bir işgal ordusu sıfatıyla değil, mütarekeye ait muayyen vezayif-i
askeriyeyi tatbike memur heyetler sıfatıyla geldiler. Buradaki İngiliz ve Fransız
askeri bizim misafirimizden başka bir şey değildir. İstanbul'da bulunmaları, Osmanlı
hukuk-u
hakimyusufcuk_gs_06@hotmail.comiyetini
hiçbir
vecihle
tehdit
edemez.”160
Mütareke'nin imzalanmasından sonra savaş dönemi politikalarından sorumlu
olanlarla bir hesaplaşma dönemi başlamış, Ahmet Emin de birçok yazısında geçmişle
hesaplaşma konusu üzerinde ısrarla durmuştur. Özellikle İT döneminde yaşanan
Ermeni sorununun halledilmesi gerektiğini aksi halde Amerika ve Avrupa
devletlerinden konu hakkında acı sözlere ve uygulamalara maruz kalacağımızı
yazmıştır. Yazının ilerleyen kısmında şöyle devam etmektedir:
“Bu tecavüzlerde her iki tarafın hiç olmazsa müsavi derecede mesuliyeti vardır...Bu
gibi hareketlerin müsebbibi ve mübaşiri ve mensup bulundukları millete leke
159
160
Ahmet Emin, “Memleket Fikri”, Vakit, 16 Teşrin-i evvel 1918.
Ahmet Emin, “Yeni Türk Nesli”, Vakit, 24 Teşrin-i sani 1918.
57
sürenleri cezalandırmak ve böylece cihan medeniyet efkarı umumiyesine bir taziye
vermek en tabi vazifemizdir.” 161
İT'ye eleştirilerini gittikçe artıran Ahmet Emin, İT'yi ülkeyi hasta, çaresiz
hale koymaktan birebir sorumlu bulmaktadır:
“Memleketini böyle hasta, biçare bir hale koyan adamlar, bundan sonra da
hırpalamak, izaç etmek, dahilen zaife uğratmak emelinde bulunabilecekler midir?
Doğrusu biz kendilerinden bilhassa Enver Paşa'dan her şeyi bekleriz. Şimdiye kadar
istibdat lezzetini vatan menafiinin fevkinde tuttuklarını her hareketleriyle ispat eden
adamların memleketi yıkmak bile lazım gelse idare-i kuvvete çalışacaklarına hiç
olmazsa bunu hatırdan geçireceklerine ihtimal vermemek için elde hiçbir neden
yoktur.”162
Ahmet Emin, geçmişle hesaplaşma konusunda İTC'nin uyguladığı
Türkçülük politikası üzerinde sık sık durmuş ve Ermeni meselesinde sorumlu olan
İttihatçıların cezalandırılmaları gerektiğini vurgulamıştır. İT'nin, Osmanlı sınırları
içinde yaşayan farklı unsurların Osmanlılık bağı ile bir arada tutulması mümkün iken,
ırk bağı üzerine yeni bir vatandaşlık kurmaya çalışmasının cahillik değil “cinnetle”
ifade olunabileceğini ileri sürmüştür.163 Özelikle Ermenilere karşı izlenen onun deyimi
ile “imha ve tehcir” politikaları ülkenin hem yurtiçinde hem de yurtdışında onarılamaz
yaralar almasına sebep olmuştur. Sadece Osmanlı'da değil, Amerika'da bile değerli bir
ekonomik yeri olan Ermenilere karşı izlenen politikaların, ekonomik anlamda düşkün
olan ülkemiz için büyük bir sorun teşkil ettiğini yazmıştır. İT liderlerini ima ederek,
“bir kaç cahil ve maceraperest adam yüzünden” ülkenin silinmez bir leke aldığını, bir
kaç kişiyi zengin etmek uğruna bütün ülkeyi yıktıklarını ileri sürmüştür. Sorunun
çözümünü “Ermenileri milli bir yurt sahibi etmek ve Ermeni meselesiyle buna merbut
entrika ve görüntülerden ilelebet kurtulmak için mutlaka Ermeni Cumhuriyeti'ne biraz
toprak ilave etmek lazımdır” şeklinde ortaya koyarak, bu arazide kalan Türkler ile
161
162
163
Ahmet Emin, “Maziye Ait Hesaplar”, Vakit, 4 Teşrin-i sani 1918.
Ahmet Emin, “Çetecilik Emelleri”, Vakit, 6 Teşrin-i sani 1918.
Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 22 Teşrin-i sani 1918.
58
memleketin belli yerlerinde kalan Ermenilerin mübadele edilmesi gerektiğini iddia
etmiştir.164
Özellikle Ermenilere karşı “imha siyaseti”nin ülkenin ekonomik durumu
için büyük bir sorun teşkil ettiğini belirtmiştir.165 Geçmişi tasfiye etmenin yolunu da,
Amerika ve İtilaf Devletlerinden oluşan tahkik komisyonları kurarak, Ermeni
meselesinde suçu sabit olanları Müslüman veya Ermeni olsun cezalandırmak, tehcir
edilen Ermeni ve Rumları yurtlarına iade ve rahatlarını temin işini Amerika'ya
bırakmak, tehcir edilenlerin mal ve mülkünü gasp edenlerin elinden almak ve kayıpları
tazmin etmek şeklinde sıralamıştır. Geleceği inşa etmek için de yabancı uzmanların
getirtilmesi bunun için doğrudan Amerika'ya başvurmak gerektiği üzerinde durmuştur.
Ahmet Emin, milliyetçiliği ılımlı ve aşırı olmak üzere ikiye ayırmaktadır.
Demokratik ülkelerde, aynı ülkede yaşayan insanlar arasında siyasi ve ekonomik bir
birliğin kurulmasıyla, vatandaşlığın kan ve din anlamlarından tamamen ayrı olarak,
aynı bayrağı ve aynı memleketi benimseyen kişiler arasında cereyan etmeye başladığını
yazmıştır.166 Türkçülüğe karşı, Osmanlılığa bağlı siyasal vatandaşlık önerisini getirmiş
ve bu konuda şunları söylemiştir:
“Herhangi bir efradı feda etmeye ve gücendirmeye bugünkü vaziyetimiz müsait
değildir. Binaenaleyh istikbale ait vatandaşlık çerçevesini o kadar geniş bir surette
çizmeliyiz ki vatana merbut olan bilcümle efrad bunun içinde rahatça yer
bulabildikten başka yeni gelebileceklere de yer kalabilsin. Bu maksat için çizilecek
çerçeve de ancak Osmanlılık çerçevesi olabilir.”167
Amerika gibi içinde çeşitli milletleri barındıran ülkede vatandaşlar nasıl eşit
durumda yaşayarak, din ve kültür gibi meselelerde her millet kendi dünyasında
yaşabiliyorsa, bunun “Osmanlı vatandaşlığı” adı altında bizde de uygulanabileceğini
ileri sürmüştür. Vatandaşlık için, bir kişinin kanunen devlete bağlı olmasının, ülkenin
çıkarlarını o ülkenin halkı ile ortak görmesinin yeterli olduğunu, bunun için din ve
164
Ahmet Emin, “Ermeni Meselesi”, Vakit, 1 Ağustos 1919. Aynı görüşleri 21 Teşrin-i evvel 1919
tarihli “Türkçülük ve Memleketçilik II” ve 16 Mart tarihli “Siyaset İhtiyacı” başlıklı yazılarında da
tekrarlamaktadır.
165
Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 22 T.Sani 1918.
166
Ahmet Emin, “Saiyasi Vatandaşlık”, Vakit,27 Teşrin-i evvel 1919.
167
Ahmet Emin, “Bir Hastalık ve Neticeleri”, Vakit, 25 Teşrin-i evvel 1919.
59
kültür birliğinin aranamayacağını, bir devlete bağlılığın 20. yüzyılda hiçbir zaman kan
bağı anlamına gelemeyeceğini yazmıştır.168 Siyasal vatandaşlık hakkında bir başka
yazısında da İngiltere'yi örnek vermektedir. İngiltere'de Protestan, Ortodoks bir
Ermeni'nin, Rum'un veya bir Müslüman'ın kendi dinlerini tesis etmek şartıyla İngiliz
tabiyetini kazanabildiklerini yazmakta, “British” ve “İngiliz” kelimelerinin arasındaki
fark üzerinde durmaktadır. “İngiliz” tabirinin daha çok kültür, edebiyat konularında
kullanılırken, devlet kurumlarından söz edildiğinde “Britanya” kelimesinin seçildiğini,
bir adamın Galli mi, İskoçyalı mı, İrlandalı mı olduğunu hiç kimsenin araştırmadığını
ileri sürmüştür. Bu bağlamda bizim dilimizdeki “Türk” kelimesinin mutlaka din ve
geniş oranda ırk manası barındırdığını, bu nedenle Türk ifadesinin “Osmanlı
vatandaşlığı” gibi geniş bir anlamı ifade edemeyeceğini yazmıştır.169 Siyasal
vatandaşlık için verdiği bir başka örnek Amerika üzerinedir. Amerika'da, belli kuralları
yerine
getiren
herkesin
Amerikan
vatandaşı
sayıldığını
aynı
gerekçelerle
açıklamaktadır.
Anadolu'da başlayan milli hareketin kendini İttihatçılıktan ayrı tutmasını ve
yabancı düşmanlığı gibi aşırılıklardan kaçınmasını, gayrimüslimlere karşı düşmanca
hislerden uzak tutmasını olumlu karşılamıştır. Ancak yeni devletin “Türklük” üzerine
değil, sınırları daha geniş tutulan bir vatandaşlık anlayışı üzerine bina edilmesi
gerektiğini dile getirmiştir.
Yazılarında ileri sürdüğü bir diğer nokta da “asri bir devlet şekline” girmek
için din ile devlet ilerinin ayrılması gerektiğidir. Gelen okuyucu tepkilerine
yazdıklarının halifelik meselesi ile ilgili olmadığını, “Meşihat ve Evkaf Nezareti’nin
bağımsız bir din heyeti olarak halifeye bağlanabileceğini, Osmanlı devletinin de bütün
vatandaşlar için eşit bir kanun heyeti şeklini alabileceğini yazmıştır.170
Ahmet Emin, konu ile bağlantılı olarak, adem-i merkeziyetçiliğin kabul edilmesi
yönünde yazılar kaleme almıştır. Örneğin, 12 Teşrin-i sani 1918'de Amerika'daki bir
hocasının Türkiye'nin yönetim tarzının, ülkenin olabildiğince küçük bölgelere ayrılarak,
halkın kendi ihtiyaçlarına göre kendini yönetmesi gerektiği şeklindeki görüşlerine yer
168
169
170
Ahmet Emin, “Anasır Siyaseti”, Vakit, 12 Şubat 1919.
Ahmet Emin, “Siyasi Vatandaşlık II”, Vakit, 29 Teşrin-i evvel 1919.
Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı 2” Vakit, 22 T.sani 1918, bakınız Hilafetin İlgası bölümüne.
60
vermiş171 ve bu yazısına basından büyük bir tepki gelmiştir. Bu tepkilerde Vakit'in İTC'nden
lütuf gördüğü iddialarına yer verilmiş, Ahmet Emin de herkesin sustuğu sırada İTC'nin
politikalarına hücum etmekten çekinmediğini, İTC yıkıldığı sırada muhalif tavır
takınmadığını yazarak bu iddiaları kesinlikle red etmiştir.172
1 Kanun-u evvel 1918'de ilk kez “Amerika'nın muaveneti” konusunu
gündeme getirmiştir. Yazısında, “Devletin hukuk-u istiklaline katiyyen halel vermemek
ve bir ecnebi devletin himaye ve murakebesi şeklini tazmin etmemek şartıyla
memleketimize ecnebi heyet-i islahiyeleri davet edilmesini”, bu uzmanların da
Amerika'dan seçilmesi gerektiğini söylemiştir.173 Avrupalı devletlerin arasındaki çıkar
mücadeleleri
nedeniyle
muaveneti
Amerika'dan
istemek,
gelecek
uzmanları
Amerika'dan seçmek gerekir. 4 Aralık'ta da Halide Edip'in teşebbüsü ile Wilson
Prensipleri Cemiyeti kurulmuş ve Amerikan yardımı ile 15 ile 25 yıl arasında değişen
bir “terbiye ve irşad sisteminin” kurulması fikirleri gündeme getirilmeye ve basında
tartışılmaya başlanmıştır.
Ahmet Emin'in I. Dünya Savaşı sırasında desteklediği İTC politikalarını,
Mütareke ardından sert bir şekilde eleştirmeye başladığı yazılarından örnekler verilerek
açıklanmıştı. Eleştirilerinin temelde İTC tarafından izlenen milliyetçilik politikası
etrafında birleştiği görünmektedir. Ahmet Emin'in, adem-i merkeziyetçi bir idari
yapılanma ve Türk yerine Osmanlı vatandaşlığı modelinin esas alınmasını önerdiği
yazıları ile Amerika'nın idari yapısının örnek alınmasını önerdiği yazılar arasında
doğrudan bir paralellik vardır. Zira kısa süre içinde Amerikan muaveneti konusunu
gündeme getirmesi ve konu hakkında gelen heyetlerle görüşmeye başlaması ile İTC
politikalarına karşı eleştirilerini daha anlamlı hale getirmektedir.
C. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Karşısında Ahmet Emin
İT'nin iktidardan düşmesi üzerine başlayan karmaşa döneminde, geçmişte İT'ye
muhalif olup yurtdışına gönderilmiş olan muhalifler dönmeye ve örgütlenmeye başlamıştır.
HİF'nın iktidara gelmesini Refik Halid (Karay) hatıratında şöyle anlatmaktadır:
171
Ahmet Emin, “Hakimiyet-i Milliye”, Vakit, 12 Teşrin-i sani 1918.
Ahmet Emin, “Karilerimle Bir Hasbıhal”, Vakit, 15 T.Sani 1918.
173
Ahmet Emin, “İstikbal Düşüncelelri II”, Vakit, 1 Kanun-i evvel 1918. bakınız manda
tartışmalarına
172
61
“Her işte ve her hadise karşısında “Hürriyet ve İtilaf”cılar yalnız “İttihat ve
Terakki”cileri düşünürler: Madem ki onlar senelerce hükümeti ellerinde
tutmuşlardı, artık sıra bizimdi: Şimdi senelerce biz de hükümran olacaktık. İşte, o
gün etrafıma baktıkça, konuştukça herkeste bu kanaati, bu yanlış hükmü
görüyordum.”174
Mütareke döneminde başlayan İttihatçı-İtilafçı hesaplaşmasının basında
gündemi yoğun bir şekilde işgal etmeye başlaması üzerine, ülke menfaatlerini öne
çıkaran ve ılımlı olmaya çağıran yazılar da basında görülmeye başlanmıştır. Örneğin
Hadisat'ta Cenap Şahabettin, “Ahlak-ı Matbuat” başlıklı yazısında şunları yazmıştır:
“Sanki yapacak ve düşünülecek bir işimiz olmadığı halde eğlence uydurmuş olmak
üzere birbirimize sataşmak ihtiyacını duyuyoruz. Dünya Savaşı bir mütareke ile sona
erdi. Hâlbuki şahsi savaşlarımız hala sürüyor. Düşmanın saldırısı bitti; şimdi
vatandaş durmadan birbirine saldırmakta. Bombaların gürültüsünden kurtulduk,
diyorduk, şimdi kalemlerin vesvesi durmuyor. Şehrimizdeki yabancı işgal kuvvetleri
hakkımızda bir fikir edinmek için gazetelerimize göz gezdirseler, ne yarabbi, bunlar
bir yığın ayıp mecmuası... Birbirlerinin rezilliğinden başka söylenecek bir şeyleri
yok sanki deseler haklı değiller mi?”175
Ahmet Emin HİF'nı kişisel düşmanlık hisleriyle hareket ettiği ve partizanca
tutumu nedeniyle İT'nin yaptığı hataları tekrar edeceği düşüncesiyle eleştirmiştir. Öyle
ki iktidarın Hürriyet ve İtilafçıların eline geçmesi halinde “İT'ye rahmet okutacak”larını
yazmıştır.176 29 Teşrin-i evvel'de bir diğer yazısında da İT'ye muhalif olanların sadece
muhalif oldukları için İT benzeri bir parti kurmamaları gerektiğini belirtmiştir.177
8 Kasım’da, içinde bulunulan tehlikeleri hatırlatarak, bunu unutanların
“şahsi ihtirasların, zümre menfaatlerinin arkasından koştuklarını, İT’nin yaptığı
kötülüklere başka maskeler altında devam etmek istediklerini”178 yazmıştır.
174
Refik Halid Karay, Minelbab İlelmihrab, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1964, s 81.
Cenap Şahabettin, “Ahlak-ı Matbuat”, Hadisat, 20 Teşrin-i sani 1918. Aktaran: Salih Tunç,
İşgal Döneminde İstanbul Basını (1918-1922), Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi,
İstanbul, 1999, s 35.
176
Ahmet Emin, “Kelime Mücadelesi”, Vakit, 27 Teşrin-i evvel 1918.
177
Ahmet Emin, “Cihan Hakimiyeti”, Vakit, 29 Teşrin-i evvel 1918.
178
Ahmet Emin, “Mevsimsiz Kundakçılık”, Vakit, 8 Teşrin-i sani 1918.
175
62
HİF kısa zamanda Divan-ı Örfi’de önde gelen İttihatçıların cezalandırılması
için davalar açmaya başlamıştır. Göztepe, hazırlıksız ve intikam duyguları ile işbaşına
gelen Hİ’ın programına yeni bir şekil vermesi gerekirken ortaya polis icraatından başka
bir şey koyamadıklarını, üstelik Ermeni katliamı diye bilinen davanın, Türkler aleyhine
bir intikam divanı gibi takdim edildiğini yazmaktadır.179
Ahmet Emin, HİF'nın iktidarına yönelttiği eleştiriler nedeni ile özellikle Ali
Kemal ile karşı karşıya gelmiştir. Bu dönemde Ali Kemal yönetimindeki Sabah, Damat
Ferit Paşa kabinesinin ve Hİ'ın yayın organıdır.180 Damat Ferit Paşa ile Ali Kemal
dayanışma halinde olup Göztepe, sadrazamın müdafaasını tek başına omuzlarına alan
Ali Kemal’in Damat Ferit Paşa’dan daha fazla düşman kazandığını belirtmektedir.
Ayrıca Damat Ferit’in gazetede yapılan lehine propagandalar karşılığında gazetenin
hisselerini alarak maddi açıdan destek verdiğini aktarmaktadır.181
Ali Kemal'in, Sabah'ta Ahmet Emin'i İttihatçıları korumakla itham etmesi
üzerine aralarında bir polemik başlamıştır. Ahmet Emin ise cevabında Ali Kemal Bey
ve arkadaşlarının gerçek İttihatçılar olduklarını, “İT elinde memleketi batırmaya alet
olan dar, ihtiraskar” fırka zihniyetine varis olduklarını, İT'yi diriltmeye çalışanların
başında kendilerinin bulunduklarını yazmıştır. Kendini ima ederek, bir zamanlar
İttihatçı oldukları halde sonra muhalefete geçenlere de, tarafsız düşünenlere de İttihatçı
demeye devam ettiklerini, aralarında ayrım yapamadıklarını182 belirtmiştir. İlerleyen
günlerdeki yazılarında, “fırkacılık” nedeniyle halkın gerçek sorunları ile ilgilenilmediği
üzerinde durmuş, İT ve Hİ fırkalarından halkın bezmiş olduğunu yazmıştır. Ahmet
Emin: “Bu fırkalardan ikisinin hiçbir hikmet-i vücudu yoktur. Bunlardan biri mevcut
olduğu için diğeri de mevcuttur. Her ikisinin tarz-ı teşkili, mahiyet-i esasiyesi ve saha-i
faaliyeti birbirinin aynıdır”183 demektedir. Ona göre, Hİ, İT sisteminin iflasından sonra
kamuoyunun sevgi ve saygısını kazanmak ve namuslu İttihatçıları etrafına toplamak
yerine, yanlış bir siyaset izleyerek İT'nin muhalifi değil, halefi haline gelmiştir. Çıkar
farkları yerine fikir farklarına dayanmak şartıyla birbirine muhalif iki parti olmasından
179
Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Mütareke Gayyasında, Sebil
Yayınları., İstanbul, 1969, s 121.
180
Ali Kemal aynı zamanda HİF'nın Umumi Katipliği'ni yapmaktadır. Daha sonra Dahiliye Nazırı
olarak kabineye girmiştir.
181
Tarık Mümtaz Göztepe, a.g.e., s 341.
182
Ahmet Emin, “Ali Kemal Bey ve İttihatçılar”, Vakit, 15 Kanun-i evvel 1918.
183
Ahmet Emin, “Fırkaların Fevkinde”, Vakit, 13 Kanun-i sani 1919.
63
yana olduğunu yazmıştır. Yapılması gereken İT'nin dağılmasından sonra bu sisteme sırt
çevirerek, parti gürültüleri dışında, ülkeyi muntazam ve devamlı bir gelişmeye sahip
kılmaktır.184 Bu yöndeki yazılarına Sabah'ta Ali Kemal “Yaşasın İT” yazısıyla sert
karşılık vermiştir. Belli muhitlerin hala “Yaşasın İT!” diye bağırmaya hazır, liderlerini
de “mümkün olduğu kadar kurtarmaya, mazur ve mağdur göstermeye” eğilimli
olduklarını yazmıştır. Ali Kemal:
“İT, bir fırka değil, bir cemiyet değil, hatta bir çete bile değil, fakat bir ocak,
Celalileri solda sıfır sayar, İsmailileri küçük görür hatta Yeniçerileri gölgede
bırakır, göz göz külhaneleriyle, fırınlarıyla, her türlü taksimatıyla dağ gibi bir
ocaktı”185 diye yazarak İT'ye hücum etmeye devam etmiştir.
20 Kanun-i sani'de Ahmet Emin, Ali Kemal'e hitaben yayınladığı yazıda
İT’ye hala bağlılığın olduğunu ancak millete de haksızlık ettiğini dile getirmiştir. İT'nin
ülkeye ne felaketler getirdiğini herkes bilmektedir. İT, “milli iktisat” adına bir avuç
kişiyi zengin eden yağmacılık yolunu tutmuştur. Bu idarenin dönmesini istemek, birkaç
kişi için soyulmayı, aç kalmayı kabul etmek demektir. Ali Kemal Bey “İT hastalığının”
bağımlısı olup, her taşın altında İT bulunduğu vehmiyle, İttihatçıları ezerek bütün
işlerin düzeleceğine inanmaktadır. Oysa ülkede hat safhada sosyal ve iktisadi buhranlar
vardır ve öncelikle bunlarla uğraşmak gerekir. Ali Kemal'e:
“Milli bir mesai programıyla ortaya atılsaydınız, İT zamanına mahsus her nevi
felaketlerin, entrikaların biaman bir düşmanı gibi hareket etseydiniz, bu sırada aciz
ve meskenet içinde vakit geçirilmesine mani olmaya çalışsaydınız bütün milleti
arkanızda bulacaktınız. Halbuki siz bu tarzda hareket edecek yerde kabinenin aczini
örtmeye çalıştınız. 186 diye seslenmiştir.
Ahmet Emin çözüm olarak Ahmet Rıza, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi
tarafsız ve saygı duyulan kişilerin bir araya gelerek milli bir blok oluşturmalarını
önermiştir. Ali Kemal verdiği karşılıkta ise, Ahmet Emin'in yıllarca İT'ye bağlı
kaldığını, bu sayede Darülfünun'a girdiğini şimdi ise İttihatçı olduğunu reddettiğini
yazmıştır. Ali Kemal: “Gençliğin en bariz hasleti mertliktir, vefakarlıktır” diyerek dün
184
185
186
Ahmet Emin, “İflas Etmiş Bir Sistem”, Vakit, 16 Kanun-i sani 1919.
Ali Kemal, “Yaşasın İttihat ve Terakki”, Sabah, 19 Kanun-i sani 1919.
Ahmet Emin, “Ali Kemal Bey'e”, Vakit, 20 Kanun-i sani 1919.
64
övdüklerini bu gün yermeye kalkması halinde daha da küçüleceğini söylemiştir.187
Ahmet Emin ise:
“Sizin bu dakikalarda ne gibi küçük ve dar ihtiraslar ve şahsi garezler arkasında
koştuğunuz ve İttihatçılar, hoşlanmadıkları ve iskat etmek istedikleri adamların
nasıl fikrine değil, şahsına hücum eder ve kendilerini halk nazarında lekelemek için
en bayağı vasıtalara müracaat ederlerse sizin de öylece hareket ettiğinizi ortaya
koymak pek kolay bir şeydir”188 diye yazmış ve gazetesinin sütunlarını kişisel
dedikodularla meşgul etmek istemediğini bildirmiştir.
Ali Kemal de, Amerika'da bir müddet bulunan Ahmet Emin'in bir bilgi
edinemediğini ancak “bir servet, bir ikbal hırsı” kazandığını İstanbul'a gelir gelmez bu
yolda hareket ettiğini söyleyerek karşılık vermiştir. Yazısına şöyle devam etmektedir:
“Ah! Ne parlak bir meslek, ocağa candan ve gönülden bağlan, ocakçıları her fırsatta
göklere çıkar, muhalifleri daima yerin dibine geçir, Talat'ı bir deha-i siyaset diye
yuttur, artık sağdan soldan paralara ihsanlara, memuriyetlere muntazır ol, gel
keyfim gel!”189
20 Şubat'ta İleri'de Ali Kemal'in II. Abdülhamid'e vermiş olduğu jurnaller
yayınlanmıştır. Ahmet Emin, Ali Kemal'in “bizzat Jön Türk tavrı takınarak” verdiği
187
Ali Kemal, “Yine Darülfünun”, Sabah, 23 Kanun-i sani 1919.
Ahmet Emin, “Rusya'daki Esirlerimiz”,Vakit, 24 Kanun-i sani 1919.
189
Ali Kemal, “Bir Beyaname Münasebetiyle”, Sabah, 25 Kanun-i sani 1919. Yazısının devamında
şunları yazmaktadır:
“Tanin'de kah muharrirlik, kah da ansızın Viyana'ya, Berlin'e giderek muhabirlikten ziyade bilinmez ne
kuvvetle koyu bir Alman yardakçılığı ede ede bitiremez, muharebeye girişmenin milletimize,
istikbalimize hizmetlerini, faidelerini saya saya bitiremez, hep o mesleği takip ettiğinden işi büyütür,
nihayet (Vakit)i tesis eyler, o zaman büyük Talat'ın küçücük bir bende-i hası olmakla iktifa etmez, o
nazik o mültefit hesaplarına işlerine gelince nazik ve mültefit Almanlarla senli benli olur, Almanya
sefaretini yuva edinir, Almanya'yı komşu kapısına çevirir. Çat burada çat Berlin'de! Artık Türk ve
Alman muhadatı için neler yapmaz! Gazetesine ne makineler ısmarlamaz, ne kağıtlar getirtmez,
mamafih Talatını o sadr-ı muhteşemini de peresteşkarane tebcilden bir lahza geri kalmaz, bütün
mesaisinin semerelerini öyle ufak tefek değil fakat iri yarı adeta Cahidane toplar. Yiyeceği sırada
çocuğumuz bakar ki ocak tutuşur, kazan devrilir, evvali nimet, o büyük Talat tepetaklak olur, sadareti,
hükümeti, memleketi bıraktığı gibi tabana kuvvet sırra kadem basar. Vakit muahrriri birdenbire şaşalar,
hatta Talat'ın firarına inanmamak bile ister, fakat etrafına şöyle bir dikkatlice bakınca görür ki o
zevahire rağmen ocak yine gizliden gizliye feverandadır, hatta hadımlarına, taraftarlarına şimdi daha
ziyade lütufkardır, bu sefer hazreti Emin gün bugündür diye, ocağın muarızlarına gelişigüzel her
fırsatta salvet eyler, ancak bu sefer yüzüne bir maske takınır, güya İT'den değil imiş, güya vatanın şu
felaketlerinden müteessir imiş gibi sahte vaziyetler alır, yalan yazılar yazar. Bir hamiyet, bir meziyet
sahibi geçinmek ister, bir o yakın maziye bir de şu elim hale bakınız, bu derece meslek düşkünü
mahlukların eline düşmüş zavalllı matbuatımıza acımaz mısınız?” Ali Kemal, “Bir Beyanname
Münasebetiyle”, Sabah, 25 Kanun-i sani 1919.
188
65
jurnaller nedeniyle “islah-ı ahval etmesine imkan olmayan” ve samimiyetine
güvenilemeyen bir adam olduğunu yazmıştır. Ali Kemal ülkeye ihanet etmiştir. İtilaf
Devletlerinin İT'ye karşı ne kadar husumet beslediklerini bildiği halde, ülkenin
çoğunluğunu İttihatçı diye göstermesi, milli menfaatleri tehlike altında bırakmak
demektir.190
10 Şubat 1919'da sansür yürürlüğe girmiştir. Sansürün tekrar uygulanmaya
başlaması üzerine Matbuat Cemiyeti 14 Şubat 1919'da toplanarak ülkenin özgür
tartışmaya olan ihtiyacını vurgulamıştır. Matbuat Cemiyeti'ndeki toplantı sonrasında
Ahmet Emin, sansürün İtilaf Devletlerinin baskısı ile konduğuna inanmadığını dile
getirmiştir.191 Vakit, hükümetin, eleştiriden korktuğu için barış arifesinde sansür
getirmesini, vatanın yararına uymayan bir “gaflet” olarak değerlendirmiştir. Sansürün
İtilaf devletlerinin talebi üzerine konmuş gibi gösterildiğini, İtilaf Devletlerinin kanun
bilir adamlar olarak Kanun-i Esasi aleyhinde bir müdahale isteyemeyeceklerini
yazmıştır.
İtilafçıların, İttihatçılara karşı sert bir tutum takınması ile kısa zamanda
tutuklamalar başlamıştır. Tutuklanan İttihatçılar arasında Ahmet Emin de vardır. Ahmet
Emin, Vakit’in harp yıllarında İT yönetimi ile tek başına mücadele eden, her tür
yolsuzluğa karşı gelen gazete olduğu ve hep itidali, milli birliği tavsiye ettiği için
kendisinin de İttihatçı damgası yediğini yazmıştır.192 Kendi ifadesi ile, İstanbul'daki
Amerikalılarla yakın ilişki içinde bulunması ve Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin aktif
destekçisi olması, ulusal değerlere bağlı olarak bilinen ve saray çevresinden farklı
düşünen Prens Abdülmecid ile sık sık görüşmesi, Padişah ve çevresindeki kliğe
eleştiriler yöneltmesi ve İstanbul'da yapılan yolsuzluklara yer vermesi nedeni ile 10
Mart 1919 sabahı yakalanmıştır. İttihatçılar ise Ahmet Emin'in yakalanmış olmasını
şaşkınlıkla karşılamışladır. Ahmet Emin hapse girişini şu şekilde anlatmaktadır:
“İlk karşıma çıkan Adliye Nazırı İbrahim Bey idi. -Senin bizim aramızda işin ne?
diye hayretle haykırdı. Bu sözlere daha nice ağızdan muhatap oldum ve şu cevabı
190
191
192
Ahmet Emin, “Vesaik Karşısında”, Vakit, 21 Şubat 1919.
Ahmet Emin, “Dünkü Konfera”,Vakit, 15 Şubat 1919.
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 313.
66
verdim: -Bir gazetecilik hüneri...Aranıza karışmanın ve her şeyin iç yüzünü
görmenin ve yazmanın bir kolayını buldum”193
Ahmet Emin hapishaneden gazeteye yazı gönderebilmiş, bunların 13
Mart’ta Vakit’te yayınlanması ise büyük bir etki yaratmıştır. Çıkışında hükümete karşı
yazıları nedeni ile 10 Nisan 1919’da Kütahya’ya ikamete memur edildiği haberini
almış, 17 Nisan'da da sürgüne gönderilmiştir. Ahmet Emin, Kütahya’ya sürülmesinde,
Sabah'ın başyazarı, daha sonra Dahiliye Nazırlığı görevine getirilen Ali Kemal’i
sorumlu olarak görmektedir. Refik Halid, Kütahya'ya gönderilmesini haksız bulmakla
birlikte, Ahmet Emin'in gitmeden önce Sabah'a gelerek çalışanlara veda etmesini de
şöyle yorumlamaktadır: “Bu ne medeni, ne hür bir sürgündü... Menfaya gönderilecek
bir politika kabahatlisi kollarını sallayarak, istediği gibi veda ziyaretleri yapabiliyordu.
Bu tarz tuhafıma gitti.”194 Refik Halid Ahmet Emin'in sürgünde iken gazeteye yazı
göndermeye devam etmesi hakkında da: “İşte Hürriyet ve İtilafçılar böyle adam
sürerlerdi: Veda ziyaretlerine ve gazeteciliğine müsaade ederek”195 diye yazmıştır.
Toplam üç ay kaldığı Kütahya, Ahmet Emin için bir dinlenme yeri ve Anadolu’yu ilk
kez yakından tanıma fırsatı olmuştur. Kütahya’da bulunduğu süre içinde, Anadolu'daki
alkol tüketimi problemine yakından şahit olmuş, gazeteye gönderdiği yazılarda bu
konuyu sıkça işlemiştir.
Kütahya'da
bulunurken
Mustafa
Kemal’in
Anadolu’da
bir
direniş
başlattığını haber almış, kendi ifadesi ile “yeni ümitlerin havası içinde!” Vakit’e
“Vekalet ve İstiklal”196 başlıklı, Amerikan müzaheretini konu edinen yazıyı yazmıştır.
Üç ay süren sürgün hayatından sonra 14 Temmuz'da Vakit'te dönüş yazısı
yayınlanmıştır. Ahmet Emin, döndükten sonra da İstanbul Hükümeti'ni eleştiren yazılar
kaleme almaya devam etmiştir. Örneğin bir yazısında, “Hükümetin manası ve sebeb-i
vücudu bile külliyen hatırlardan çıkmıştır”197 diyerek durumdaki belirsizliği dile
getirmiştir.
193
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 340.
Refik Halid Karay, a.g.e., s 103.
195
Refik Halid Karay, a.g.e., s 104.
196
Yakın Tarihte... Kitabında makalenin ismini “Manda ve İstiklal” olarak belirtmektedir. C. II, s
21. Ancak gazetede “Vekalet ve İstiklal” başlığı ile yayınlamıştır.
197
Ahmet Emin, “Hükümetin Manası”, Vakit, 18 Temmuz 1919.
194
67
III. Bölüm: Mütareke Dönemi
I. Manda Tartışmaları
I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında İtilaf
Devletlerinin işgallere başlaması ile ülke büyük bir umutsuzluk içine düşmüştür. Yurtta
bölgesel nitelikli direniş cemiyetleri kurulmuştur.198 Ülkenin dört büyük devlet arasında
paylaşılma tehdidi karşısında dönemin bazı yönetici, aydın ve gazetecileri manda199
fikrini gündeme getirmişlerdir. Bu dönemde yoğunluklu olarak İngiltere ve Amerika
mandası üzerinde durulmuştur. Bazı aydın ve yöneticiler belli cemiyetler kurarak,
mandayı kabul ettirme yönünde faaliyetlerde bulunmuşlardır.200 Bu aydınlar arasında
hangi ülkenin mandasının kabul edilmesi gerektiğine dair tartışmalar dönemin basınını
da meşgul etmiştir.201
İzmir’in işgalinden beş gün sonra kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti
İngilizler lehinde bir kamuoyu yaratmak, Amerikan taraftarlığına karşı İngiliz
taraftarlığını ve mandasını benimsetmek amacıyla hareket etmiştir. Erol, Amerikan
mandası taraftarlarının, İngiliz mandasını istemeyenlerin katıldığı bir cephe vasfını
kazandığını belirtmektedir.202
198
Cemiyetlerin kurulmasında İttihat ve Terakki önemli bir rol oynamıştır. Başlıcaları arasında
Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Trabzon
Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti, İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti sayılabilir. Bu
cemiyetler Sivas Kongresi ile Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismi altında
birleşmişlerdir.
199
Paris Barış Konferansı'nda gündeme gelen manda, Latince “Mandatum”, Fransızca “Mandat”
kelimelerinden gelmekte olup “Vekalet” anlamında kullanılmaktadır. Osmanlı’da karşılığı
“müzaheret” şeklindedir. Müzaheret, “koruma, arkalama” anlamlarına gelmektedir. Manda, himaye,
vekalet, müzaheret kelimeleri bazen birbirinin karşılığı olarak kullanılmakla beraber, aralarında hukuki
anlamda bir takım farklar vardır. Burada “manda” tartışmaları üzerinde durulacaktır. Devletler
hukukunda manda altında bulunan devlet “bağımsızlığı kısıtlı” devletlerden sayılmaktadır. Kadir
Kasalak, Mili Mücadelede Manda ve Himaye Mücadelesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993, s
20.
200
Wilson Prensipleri Cemiyeti Amerikan mandasını, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti Fransız
mandasını; Askeri Nigehban Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti İngiliz
mandasını savunmuşlardır. Paris Barış Konferansı'nda İtalya mandası teklifi getirilmişse de Türk aydın
ve yöneticileri arasında pek rağbet bulmamıştır. Daha fazla ayrıntı için bakınız Tarık Zafer Tunaya,
Türkiye’de Siyasal Partiler, C. II, İstanbul, 1986.
201
Örneğin, Sabah Fransa, Alemdar ise İngiltere mandasını savunmaları nedeniyle aralarında bir
tartışma yaşanmıştır. Bakınız Kadir Kasalak, a.g.e., s 95.
202
Mine Erol (Sümer), Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, İleri Basımevi, Giresun, 1972, s
49.
68
I. Dünya Savaşı sırasında ABD, “Şark meselesi”ne karışmak istememiş,203
misyoner teşkilatlarının zarar göreceği ve Doğudaki Ermenilere yapılan yardımın
kesilmesi olasılığını göz önünde tutarak Türkiye'ye savaş açmamıştır. ABD ile Türkiye
arasındaki ilişkiler misyoner faaliyetleri ve sınırlı ticaret ilişkisi dışında karşılıklı
ilgisizlik şeklinde seyretmiştir. I. Dünya Savaşı boyunca da ABD'nin Türkiye'ye karşı
politikası Evans'ın deyimiyle “dikkatli bir tarafsızlık”204 olmuştur. 1912 seçimlerinde
işbaşına geçen Demokratların lideri Wilson, küçük devletlerin, ezilmekten kurtulması
ve halkların egemenliğinin sağlanabilmesi için, Milletler Cemiyeti'nin tayin edeceği bir
veya birden fazla devletin mandası altında bulunması yönünde bir öneri getirmiştir.
Kasalak, Milletler Cemiyetince belirlenen mandater devletin çeşitli hak ve
sorumlulukları olduğunu ancak bunun insancıl görünümüne rağmen hukuki statüye
oturtulmuş
sömürgeciliğin
devamını
sağlayacak
yeni
bir
yöntem
olduğunu
belirtmektedir.205
Başkan Wilson tarafından, 8 Ocak 1918’de “Wilson Prensipleri” olarak
bilinen
“Ondört
Madde”
gündeme
getirilmiştir.
Bütün
devletlere
siyasi
bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı garanti altına almak ve bunun için
bir Milletler Cemiyeti kurmak ve de milletlerin kendi geleceklerine hakim olmak olarak
da bilinen “Self Determinasyon”, ilkelerin üzerinde durduğu temel noktalardır.
İlkelerin özellikle 12. maddesi Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. 12.
maddede,
Osmanlı
İmparatorluğu'nun
Türklerle
meskun
topraklarda
Türk
hakimiyetinin kurulması, Türk idaresinde bulunan diğer milletlere özerklik tanınması,
Boğazların, uluslararası idare altında tüm ülkelerin ticaret gemilerine açık olması teklifi
getirilmektedir.
15 Şubat 1919’da Paris Barış Konferans'ında, mandanın uygulanacağı
ülkeler üç gruba, Afrika gibi ilkel toplumlar, savaş sonrası yeni kurulacak devletler ve
Osmanlı gibi savaş öncesinde bağımsız olan devletler şeklinde ayrılmıştır. Yine bu
konferans sırasında Loyd George Amerika'nın Türkiye'nin bütünü üzerinde mandayı
üstlenmesi önerisini getirmiştir. İngiltere özellikle Türkiye’nin Amerikan mandası
olması halinde Suriye, Irak, Filistin’de rahat hareket edeceğini planlamakta ayrıca
203
Mine Erol, a.g.e., s 1.
Laurence Evans, Türkiye'nin Paylaşılması 1914-1924, (Çev: Tevfik Alanay), Milliyet Yayınları,
İstanbul, 1972, s 26.
205
Kadir Kasalak, a.g.e., s 12.
204
69
bölgede Amerika'nın varlığı ile Rusya'ya karşı kendini güvence altına alacağını
planlamaktadır. Evans, İngiltere'nin yaklaşımı hakkında: “İngiltere, sratejik bakımdan
önemli fakat ekonomik yapısı kıraç ve çorak bölgenin Amerika denetimi altına
konmasına büyük bir istek duyuyordu. Çünkü bunun kuzeyden Mezopotamya'ya
yönelecek bir saldırıya karşı çok uygun bir tampon olacağını düşünüyordu” yorumunu
yapmaktadır.206
Ulagay’ın vermiş olduğu, The New York Times'ta yer alan habere göre,
Amerika'nın Türkiye'deki çıkarları üç ana konu etrafında toplanmaktadır, var olan ticari
anlaşma ve kapitülasyonların korunması, ülkedeki Hıristiyan azınlıkların haklarının
garanti altına alınması ve misyonerlerin ülke içinde serbestçe faaliyet gösteren
anlaşmaların devamının sağlanması.207 Ulagay eserinde ayrıca Heyet üyelerinin manda
yönetiminin Siyonist emellere uygun olduğunu belirten rapora da yer vermektedir.208
Doğu sorunundan uzak kalma politikasını takip eden Amerikan yönetimi,
Osmanlı'nın mandayı kabul etmesi halinde ne tür risk ve sorumluluk altına gireceğini
anlamak üzere Başkan Wilson, Henry C. King ve C. R. Crane’i209 Yakın Doğu’da
incelemelerde bulunmak üzere görevlendirmiştir. Heyet, 3 Haziran 1919’da İstanbul’a
gelmiş, elçilikte parti, cemiyet temsilcileri ve bir takım gazetecilerle görüşmüştür.
Görüşülen gazeteciler arasında Halide Edip ve Ahmet Emin ve Rauf Ahmed de
bulunmaktadır.210 Ahmet Emin, heyete ismini verenlerden Charles Crane ile yakın bir
ilişki kurmuştur. Anılarında, bu dönemde Amerika'dan gelen kişi ve heyetler hakkında
şunları söylemektedir:
206
Evans, a.g.e, s 129.
“Türkler Tarafsız Bölgeyi İşgal Ediyor, Kapitıülasyonlar ve Amerikan Çıkarları”, The New York
Times, 13 Ekim 1922, aktaran: Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken
Matbaası, İstanbul, 1974, s 204.
208
Osman Ulagay, a.g.e, s 52.
209
Henry C. King, Oberlin Koleji Profesörü olup, Orta Doğu özellikle Kudüs ile ilgili çalışmalar
yapmıştır. Charles R. Crane ise bir iş adamı iken Amerika’nın Çin Bakanı olmuş, görevden alındıktan
sonra Demokrat Parti’ye katılarak Wilson ile yakın çalışmalar içinde olmuştur. Komisyonda ayrıca
Profesör Albert H. Lybyer, Dr. George R. Montgomery gibi isimler de yer almıştır.
210
Metin Ayışığı, heyetin gazetecilerle görüştükten sonra 7 Haziran 1919'da Filistin'e hareket
ettiğini yazmaktadır. Metin Ayışığı, Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye'ye Gelen Amerikan Heyetleri,
TTK Yayınları, Ankara, 2004, s 77. Heyetin tekrar İstanbul'a dönüşü ise 23 Temmuzdur. Ancak
bildiğimiz kadarıyla Ahmet Emin ikamete mecbur edildiği Kütahya'dan 13 Temmuz tarihinde
dönmüştür. Ahmet Emin heyet ile görüşmesinden anılarında bahsetmekte ancak bir tarih
vermemektedir. 1 Ağustos 1919'ta Vakit'teki yazısında Amerikan Heyetinin Türk cemiyet ve
temsilcileri ile görüşmesinden söz etmektedir. İsmi geçen gazetecilerle 23 Temmuz ile 30 Temmuz
arasında görüşülmüş olması muhtemeldir.
207
70
“King-Crane heyetinden sonra Türkiye’ye kafile kafile Amerikan muhabirleri geldi.
Bunların hepsi, mutlaka Türk davasını benimsiyor, Türk dostu kesiliyordu. İşgal
kuvvetleri tarafından etrafımızda çevrilen ablukayı böylece Amerikalılar vasıtasıyla
yarmak, sesimizi harice duyurmak mümkün oluyordu”211
Heyetle görüşmeye giden Milli Kongre,212 Amerika'nın, Osmanlı Devleti’ni
yeniden organize ve rehabilite etme görevini üstlenmesini istemiştir. King-Crane
Heyeti hazırladıkları raporda, Türklerin ve Ermenilerin bir arada yaşayamayacakları
için Ermenistan’ın kurularak güçlü bir devletin mandası altına konulmasını, sadece
İstanbul ve Ermenistan değil Suriye ve Filistin’i de içine alan tüm imparatorluk
topraklarında manda uygulanmasının uygun olacağını belirtmişlerdir.
Heyet 7 Haziran'da Suriye ve Filistin’e gitmiş, 23 Temmuz'da da tekrar
İstanbul’a dönmüştür. 3 Haziran'da Heyet temsilcisi ile yapılan röportaj Vakit'te
yayınlanmıştır. Heyet hakkında İstiklal'de Rauf Ahmed ve Vakit'te Ahmet Emin bir yazı
kaleme almışlardır. Gelenler özellikle Robert Koleji Müdürü Dr. Gates ile Arnavutköy
Kız Koleji'nin Müdiresi Dr. Patrick ile bağlantı kurmuşlar, Gates de özellikle İstanbul’a
gelen Amerikan heyetlerinin Halide Edip, Ahmet Emin ve Rauf Ahmet ile temasa
geçmesini
sağlamıştır.213
Amerika'nın
Anadolu’nun
tamamında
mandaterliğini
üstlenmesi gerektiği görüşünü ileri süren Robert Kolej Müdürü Dr. Gates yazdığı bir
mektupta, “Türklerin kendilerinin ıslahata girişemeyeceklerini, fena idareden onların da
muzdarip olduklarını söylemekte, Amerika'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu mandası
altına almasını ve bunun Yakın Doğu’ya huzur ve sükun getireceğini”214 belirtmektedir.
Gates, Associated Press muhabirine verdiği röportajda da “Türkiye’deki Ermeni ve
Yahudilerin bağımsız bir devlet kurarak örgütlenebilmeleri için Türkiye’nin bir
süreliğine Amerika mandası olması gerektiği215 yönünde açıklamalar yapması, ülkede
211
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 39.
Milli Kongre, İttihat ve Terakki hariç olmak üzere, elli dört parti ve cemiyet temsilcilerinin bir
araya gelerek oluşturdukları ve partiler üstü yapı niteliğindeki bir oluşumdur.
213
Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, 2. Baskı, Ankara, 1991, s
183.
214
Mine, Erol (Sümer), “Robert Kolej Müdürü, Dr Gates’in Paris Sulh Konferansı Dolayısıyla
Gönderdiği Bir Mektup” Tarih Araştırmaları Dergisi, C. II, sayı 2-3’ten ayrı basım, Ankara, 1964, s
233-236. Erol bu mektubun Mendell Hause arşivinde bulunduğunu belirtmektedir.
215
27 Kasım 1918 “İstanbul Basını Amerikan Denetimine Taraftar” The New York Times, aktaran
Osman Ulagay, a.g.e., s 37.
212
71
yaşayan farklı milletlerin bağımsız bir devlete gidişi, mandanın da bu geçiş sürecinde
belirleyici olacağı düşüncesi ile savunulduğunu göstermektedir.
İzmir’in işgali sonrasında Yunanlıların yaptığı tahribata dair bir rapor
hazırlayarak Türklerin davasının yurtdışında duyulmasında yardımcı olan Amiral
Bristol de gönderdiği raporlarda Amerika'nın sadece Ermenistan değil Türkiye’nin
tümü üzerinde bir manda fikrini savunmuştur. Bu nedenle manda görüşünü savunanlar
tarafından ülkenin parçalanmayacağı gerekçesi ile Bristol sevilen, inanılan bir kişi
haline gelmiştir.
A. Ermeni Sorunu
Amerika'nın Ermenilerle ilgilenmesi, misyoner faaliyetleri nedeniyle,
1831'den itibaren İstanbul, İzmir, Bursa, Trabzon'da okul, kilise ve hastaneler açtıkları
döneme
rastlamaktadır.
Özellikle
Yakın
Doğu'da
Osmanlı
idaresi
altındaki
Hıristiyanların durumu ile yakından ilgilenmek için Ermenilerin sayıca fazla olduğu
yerlerde kolej ve yardım kuruluşları ile dayanışmayı devamlı hale getirmeye
çalışmışlardır. Kısa zamanda misyonerlerin işlettiği okulların sayısı dinsel tesis ve
kiliselerden ayrı 426’yı, bu okullardaki öğrencilerin sayısı 25 bini, hastanelerin sayısı
da 9’u bulmuştur. II. Abdülhamid döneminde ise 1895 olayları Türklerin, Ermenilere
Hıristiyan oldukları gerekçesi ile zulmettikleri yönündeki haberler Amerikan
Senatosu'nu ve kamuoyunu harekete geçirmiştir.216
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermenilerin büyük bir kısmı
Amerika'ya göç ettikten sonra burada Osmanlı Devleti aleyhinde bir kampanya
başlatmaları sonucu Amerikan kamuoyundan büyük bir destek görmüşlerdir. Bir istisna
olarak Amiral Bristol, Ermenilerin büyük çapta öldürülmeleri yolunda verilen raporlara
karşı, bu haberlerin politik amaçlarla İtilaf Devletleri tarafından son derece
büyütüldüğüne dair raporlar sunmuştur. Özellikle Kilikya bölgesindeki olayların
Fransızların Ermenileri silahlandırarak kışkırtması sonucu çıktığını, bölgedeki
patlamanın da Ermeni halkına değil Fransızlara karşı olduğunu dile getirmiştir.217
216
Seçil Akgün, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu,
Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981, s 42.
217
Evans, a.g.e., s 260.
72
Amerika tarafından Ermenilere verilen desteği, olayları bire bir gözlemleyen
Aşkun tarafından şöyle anlatılmaktadır:
“Mustafa Kemal’in Sivas’tan Erzurum’a geçtiği 27.6.1919’a kadar vaziyetimiz,
civarda tahassus etmiş Ermeni kadın ve çocukları açılan itamhaneye doldurmak
işiyle meşgul olan Amerikan misyonerlerinin hiçbir kontrole tabi olmayan
oluşumlarına seyirci kalmaktan ibaretti. Bunların günde 50-60 kamyon gıda vs
maddeleri taşır, Ermenilerse bu yardım imkanından büyük bir gurur duyarak
aldıkları şımarık tavırlarla kin ve nefretimizi uyandırırlardı…O zamanlar içerisi iaşe
maddeleriyle dolu dedikleri bu Amerikan otomobilleri herhalde Ermeniler için tüfek
ve cephane getirmekteydi”218
Ahmet Emin gazetesinde sıklıkla Ermeni sorununa değinmiştir. I. Dünya
Savaşı sırasında Türkiye’de tahminen 1 milyon ile 2.300.00 arasında Ermeni nüfusunun
bulunduğunu yazmış, Ermenilerin, İngiltere ve Rusya'nın kendi politik çıkarları
doğrultusunda kışkırtıldığı ve bu durumun dünya kamuoyunda propaganda aracı olarak
kullanıldığı fikrini işlemiştir.219 Konuya değinen bir yazısında Ermenilerin “Mezalim
namına önlerine konan her türlü masala” inandıklarını dile getirmiştir. Rusların işgal
ettiği arazimizin tahliye edilmesi sırasında Ermeni çeteleri tarafından yapılan
mezalimin ortaya çıkarıldığını, savaşın en şiddetli olduğu zamanda tedbir olarak hat
üzerindeki Ermenilerin tahliye edildiklerini ve bu sırada zarara ve sıkıntıya uğrayanlar
arasında kötü niyetli olmayan bir çok Ermeni vatandaşının da olduğunu belirtmiştir. Bu
olaylardan uzakta olan Ermeni vatandaşların sorumlu olmadıklarını ancak Ermeni
çetelerinin yaptıklarının ortaya konulmasının ve tüm dünyaya duyurulmasının bir milli
namus meselesi olduğunu yazmıştır. Bir başka yazısında da Osmanlı Ermenilerinin
görevinin, “Sakin bulundukları memleketin mevcudiyetine ve hayatına alakadar olmak
ve hisselerine düşen vazifeleri asrımızın vatandaşlık telakkilerine göre ifa etmek”
olduğunu dile getirmiştir.220
Mondros Mütarekesi sonrasında ise Ermeni meselesi ile ilgili söylemini
tamamen değiştirerek İT'yi uyguladığı politikalardan dolayı sert bir şekilde eleştirmeye
218
Vehbi Cem Aşkun, Sivas Kongresi, Kamil Matbaası, Sivas, 1945, s 56.
Ahmet Emin, “Şimali Şark Hududumuz” Vakit, 26 Şubat 1918; “Çeteler Mezalimi ve Avrupa”,
Vakit, 12 Mart 1918; “Ermeni Meselesini Tasfiye Hesabı”, Vakit, 17 Haziran 1918.
220
Ahmet Emin, “Ermeni Meselesini Tasfiye Hesabı”, Vakit, 17 Haziran 1918.
219
73
başlamıştır. 22 Teşrin-i sani 1918'deki yazısında, İttihatçıların Ermenilere karşı imha
siyaseti takip ettiklerini yazmış ve “Ermenileri imhayı tazmim eden adamların Türk
unsurunu da göz göre göre imhaya kalkıştıklarını ve bir kaç adamı zengin etmek
maksadıyla bütün memleketi yıktıklarını” ileri sürmüştür.221 Sorunun çözümü için,
Amerika ve İtilaf devletlerinden oluşan tahkikat komisyonlarının kurulmasını
önermiştir. Ermeni meselesinde suçu olanların cezalandırılmalarını, tehcir edilen
Ermeni ve Rumların yurtlarına iade edilmelerini, bu kişilerin gasp edilen malk ve
mülklerini iade, kayıplarının ise tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmeye başlamıştır.
Ahmet Emin'in Ermeni meselesi üzerine eğilmesi ve savaş sonrasında
İttihatçıları uyguladıkları politika yüzünden eleştirmeye başlamasında King-Crane
Heyeti ile yaptığı görüşmeler etkili olmuştur. Zira King-Crane Heyeti geldiği sırada
görüşmeye çağrılanlar arasında Ahmet Emin de vardır. Öyle ki görüşmenin ertesi günü
kaleme aldığı yazısında, eğer Amerikan müzaheretinden yararlanmak istiyorsak bu
sorunu önemle ele almamız gerektiğini ileri sürmüştür. İT'nin memlekete yaptığı en
büyük fenalığın Ermeni sorunundaki hareketleri olduğunu yazarak, savaş sırasında bu
meseleye dair bir şey yapılmayarak sonuna kadar inkar edilmesinin ülkeye bedelinin
çok yüksek olduğunu belirtmiştir. Çözümü: “Ermenileri milli bir yurt sahibi etmek ve
Ermeni meselesiyle buna merbut entrika ve görüntülerden ilelebet kurtulmak için
mutlaka Ermeni Cumhuriyeti'ne biraz arazi ilave etmek lazımdır”222 şeklinde ortaya
koymuş, ayrıca bu arazide kalan Türkler ile memleketin belli yerlerinde kalan
Ermenilerin mübadele edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin'in bu yazısı
büyük tepkilere neden olmuş ve yıllar sonra bile gündeme getirilmeye devam
etmiştir.223 Bu yazıların özellikle Anadolu'da Milli Mücadele'nin başladığı, Erzurum ve
221
Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 22 T.Sani 1918. Konuya değinen diğer yazısı, “Kendimize
Kasdımız Ne?”, Vakit, 11 Kanunuevvel 1918.
222
Ahmet Emin, “Ermeni Meselesi”, Vakit, 1 Ağustos 1919. Aynı görüşleri 21 Terin-i evvel 1919
tarihli “Türkçülük ve Memleketçilik II” ve 16 Mart 1920 tarihli “Siyaset İhtiyacı”başlıklı yazısında da
tekrarlamıştır.
223
Falih Rıfkı Atay, “Bakınız Ermenistan'a Anadolu'dan toprak katılmak için söylediklerini
savunmak için ne diyor: “İstiklal Mücadelesinin henüz başlamadığı, cephelerin kurulmadığı
memleketimizin nefes alınmaz bir hale geldiği sırada öyle vaziyetler vardır ki bunları defetmek ve
haklarımızı müdafaa etmek yolunda o zaman akla gelen tedbirler ve yazılan yazılar hakkında bugünkü
neticeler ve ölçülerle hükmetmeye kalkışmak mugalatadan başka bir şey değildir.” Atay, bunun apaçık
bir itiraf olduğunu yazarak bu yazıları yazıldığı sırada Erzurum ve Sivas Kongrelerinin toplanmış
olduğunu, İstiklal mücadelesinin başladığını ve programını ilan ettiğini yazar. Falih Rıfkı Atay,
“Yalman Kaçabilir”, Ulus, 27 Ekim 1945. Aynı konuya iki gün önceki "Biz Bunları Unutmayız"
başlıklı yazısında da değinmiştir. F.Rıfkı Atay, “Biz Bunları Unutmayız”, Ulus, 25.10.1945
74
Sivas Kongrelerinin yapıldığı bir sırada ileri sürülmesi üzerinde durulması gereken bir
noktadır. Ahmet Emin'in Amerikan müzaheretini sağlama konusundaki ısrarlı tavrı,
gerek Anadolu'daki yönetimin gerekse halkın kabul edemeyeceği öneriler sunmasına
neden olmuştur.
Ermenistan Devleti'nin kurularak, mandater devletinin Amerika olması
teklifine, ordu göndermek istemeyen ve bu bölgelerin kalkınması için harcanacak
milyonlarca dolar karşılığında elde edilecekleri az bulan Amerika halkı, sıcak
yaklaşmamıştır.
B. Wilson Prensipleri Cemiyeti
4 Aralık 1918'de İstanbul’da, bazı gazeteci ve avukatlar bir araya gelerek,
Wilson Prensipleri Cemiyet'ini (WPC) kurmuşlardır.224 Kurucuları Halide Edip,
Celalettin Muhtar, Ali Kemal ve Hüseyin Hulusi Beylerdir.225 Cemiyet'in ilk idare
heyeti ise Halide Edip, Refik Halid, Ali Kemal, Ragıp Nureddin Beylerden
oluşmaktadır. Cemiyet'in en fazla öne çıkan ismi ise Halide Edip'tir. Akşin, Cemiyetin
“Bir uçta Ali Kemal ve Refik Halid, öbür uçta Yunus Nadi, Ahmet Emin, Halide Edip
gibi aydın Osmanlıların bu noktada nasıl bir görüşle ve ne gibi umutlarla bir araya
gelebilmiş olduklarını” göstermesi açısından önemli olduğunu kaydetmektedir.226
Halide Edip Amerika'nın yardımı elde etmek için bağlantı arayışı içinde olmuştur.
Zekeriya Sertel hatıralarında, Halide Edip’in Amerika'nın emperyalist bir devlet
olmadığına inandığını, “Kurtarmak için bizden bir şey istemeyeceğini, yalnız
Amerika'nın mandasının kabul edilmesi gerektiğini” savunduğunu belirtmektedir.
Büyük Mecmua dergisinde Sertellerle birlikte çalışan Halide Edip için Sertel:
1945'te Ulus,“Bugün memleketin yetişmiş kıymetlerine hücum eden Yalman'ın Türk milletinin başına
yıllardır nasıl bir hüviyetle çıktığını bir kere de bizim göstermemiz farz oluştur” diyerek yazıdan
alıntılar yapmıştır. “Ahmet Emin Yalman'dan Parçalar”, Ulus, 19 Ağustos 1951. Zaman zaman
polemiğe girdiği gazeteler de Ahmet Emin'in bu önerisini hatırlatmışlardır.
224
Bazı kaynaklarda kuruluş tarihi ve kurucuları farklı farklı verilmektedir. Örneğin Kasalak
kuruluş tarihini 14 Aralık 1919 olarak vermektedir. Kasalak, a.g.s., s 54.
225
Tarık Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İstanbul, 1952, s 445-446.
226
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976, s 117.
75
“Gariptir ki, dışarıdaki faaliyetinde Amerikan mandası işleriyle uğraştığı halde,
Büyük Mecmua'da bu konuya hiç dokunmuyor, sadece edebiyatla uğraşıyordu”227
diye yazmaktadır.
WPC 6 Aralık’ta, Başkan Wilson’a bir beyanname göndermiştir. Burada,
Prensiplerin 12. maddesinin barış görüşmelerine esas olması gerektiği dile getirilmiştir.
Beyannamedeki imzalar arasında ise Halide Edip, Yunus Nadi, Ahmet Emin, Dr. Celal
Muhtar, Velid Ebüzziya, Ali Kemal, Celal Nuri, Necmettin Sadak, Mahmut Sadık gibi
dönemin önemli gazetecileri bulunmaktadır. Ancak Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa
Samsun'da adlı kitabında, “manda” fikrinin galip devletlerin politikalarını örtmeye
yarar bir tabir olmakla beraber, özellikle İstanbul'da bulunan bir gurup kişinin ülkenin
tamamen mahvolmaktansa “ehvenişer addolunacak bir devletin himayesiyle” durumu
kurtarmaya çalıştıklarını yazmakta ve devamında: “Ezcümle meşhur prensipleriyle
adeta yeni bir peygamber gibi görülen Wilson'un memleketinden bir takım heyetler
İstanbul'a gelmeye” başladığını, gittikleri yerlerde “hangi devletin mandasını istersiniz”
diye sorduklarını yazmaktadır.228 Yunus Nadi'nin de Wilson'a gönderilen beyannamede
imzası olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmekle beraber,229 Nadi, WPC'ni ve Cemiyet
tarafından çekilen beyannameyi eleştiren bir tavır takınmıştır. 1937'de Tan ve
Cumhuriyet gazeteleri arasında çıkan polemikte Yunus Nadi, Ahmet Emin'i Amerikan
mandasını savunması nedeniyle sık sık eleştirecektir.230 Beyannamede imzası olan
gazeteciler, kaleme aldıkları yazılarında, kamuoyunu bu yönde hazırlayacak fikirleri
dile getirmişlerdir. Yunus Nadi 8 Aralık’taki yazısında beyannameyi savunmuş ve 4.
maddenin istiklalimizi emniyet altına aldığını söylemiştir.”231 Ali Kemal de Sabah’ta
benzer görüşleri dile getirmiştir. Halide Edip, kitabında Wilson Prensipleri'nin bizde
büyük bir etki yarattığını, bölünme tehlikesi karşısında gözlerin Wilson gibi hiçbir
227
Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1968, s 76.
Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa Samsun'da, Cumhuriyet Yayınları, 1998, s 69.
229
Örneğin Metin Ayışığı, “Yunus Nadi imzası taşıyan Wilson'a gönderilen mektupta, Avrupa
Devletlerinin Türkiye'yi yok etme istekleri karşısında kendisinin ve Amerikan milletinin buna izin
vermemesi gerektiği, Türkiye aleyhinde meydana gelen gelişmelere kayıtsız kalınmaması rica edilerek
Wilson'a övgüler yağdırılıyordu” diye yazmaktadır. Metin Ayışığı, a.g.e., s 18. Mektubun tam metni
için Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, İstanbul, 1978, s 89-92.
Duru, Nadi'nin kendi imzası ile Başkan Wilson'a yazdığı bir mektubun Bristol'un bir yazısına
eklenerek Amerika Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiğini belirmektedir. a.g.e., s 89-92.
230
Yunus Nadi, “Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 20 Ekim 1937.
231
Mine Erol (Sümer), a.g.e., s 46
228
76
ülkeye göz dikmeyen adamın tarafına çevrildiğini yazmaktadır.232 Beyannamede
Amerika'nın belli bir süre için barış sağlayarak iktisadi yardımda bulunması, bu yıllar
içinde uzmanlar göndererek yeni bir rejim kurulması ve kalkınmanın sağlanmasını
amaçladığını yazmaktadır.
6 Aralık 1918’de başta Vakit olmak üzere bir takım gazetelerde Cemiyet'in
beyannamesi yayınlanmıştır. Burada uzmanlığa dayanan hükümet sistemi, eşitlik
anlayışına dayalı idare gibi noktaların üzerinde durulduktan sonra yönetim
mekanizmasında köklü değişiklikler için Amerika'dan uzman heyetlerinin çağrılması,
bunların geniş yetkilerle donatılması, yabancı sermayenin siyasi değil iktisadi esas
üzerine girmesi gerekliliği vurgulanmıştır. Mektubun Fransızca bir nüshası da İtilaf
devletlerine gönderilmiştir. Wilson’a gönderdikleri beyannamede: “Dini müsamaha ve
siyasi musavat üzerine kurulmuş gayri-mütecanis halkı başarılı bir şekilde ahenkli bir
hayata kavuşturan Amerika'dan yardım ve tecrübelerini, Türkiye’de gayri-mütecanis
dinler ve ırklar meselesinin halli için kullanılması” yönündeki talepler dile
getirilmiştir.233
Yine beyannamede, ıslahatların tek bir devlete bağlı komisyon tarafından
yapılması gerektiği, bunun Amerika olması, arzularının bağımsızlığı tehdit edecek bir
vasilik olmadığı belirtilmiştir. Gönderilen beyannamede “manda” veya ona yakın bir
tabir geçmemiş, “rehberlik ve yardım” üzerinde durulmuştur. Yönetim, Amerika baş
müsteşarlarının elinde olacak, ordu yerine başında Amerikalı bir başmüfettiş ve onun
seçeceği bir heyetin bulunacağı polis ve jandarma kuvvetleri olacaktır. Bu rehberlik
süreci en az 15, en çok da 25 yıl olarak öngörülmektedir. Amerika'nın seçilmesinde,
Amerika'nın sömürgeci zihniyet taşımaması, laik ve milliyetsiz bir kimliği ve zengin
olup ve bol imkanlara sahip olması gibi etkenler rol oynamıştır. Tevetoğlu, Cemiyet'e
mensup olanların çoğunun faaliyetleri ile iyi niyet taşıdıklarını ortaya koyduklarını,
imza atanların daha sonra Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele'ye katıldıklarını
belirtmektedir. Cemiyet, tam bağımsızlık yerine, kurtuluşu Amerika mandasında bulan
bir “umutsuzluk ve sığıntı kuruluşu”ndan olmaktan öteye gidememiş olsa da yazara
232
Halide Edip Adıvar, Turkish Ordeal, London, 1928, s 15.
Mine Erol (Sümer), “Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’a
Gönderdiği Muhtıra”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C. III, Ankara, 1966, s 237-245.
233
77
göre: “WPC asla, ondan az sonra kurulan ve türlü yıkıcı faaliyetlerde bulunan İngiliz
Muhibleri Cemiyeti gibi Milli Mücadele'ye düşman bir kuruluş sayılmayacaktır.”234
Amerikan mandasını savunanlar, Amerika'nın sahip olduğu ekonomik güç,
Türkiye'nin yeniden yapılanması ve kalkınması için gerekli olan sermayeyi
sağlayabilecek konumda olması, emperyalist politikalar izlememesi, Türkiye'ye
gönderilecek uzman heyetleri ile yeni bir devlet idaresine kavuşulabileceği noktasından
hareket etmişlerdir.
Falih Rıfkı Atay Çankaya'da, İsmet Paşa (İnönü), Refet Bele, Halide Edip
gibi
birçok
yurtsever
kişinin
Anadolu'da
kurtuluş
savaşı
verilebileceğine
inanmadıklarını, Amerikan mandası altına girmekten daha iyi bir çare görmediklerini
belirtmektedir.235 İsmet İnönü, Karabekir'e yazdığı mektupta,
“Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zımmında, Amerika
milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır deniliyor ki ben de tamamıyla
bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikan murakebesine tevdi
etmek, yaşayabilmek için ehven çare gibidir. Fakat bütün bu kanaatin kıymeti, onun
izharındadır”236 ifadelerine yer vermiştir.
Atay, gönderilen bu mektuba dair “Vatanseverliklerine hiç şüphe
olmayanların imzaladığı bir tarihi belge, 1918’deki iç çöküşün ne kadar derinlere kadar
gittiğini gösterir”237 yorumunu yapmaktadır.
Wilson Prensipleri'ni eleştirenler ise 7 Aralık’tan itibaren gazetelerde karşı
yazılar yazmaya başlamışlardır. Cemiyet'in beyannamesini eleştirenler, bir araya gelen
birkaç kişinin, kendimizi idareden mahrum bulunduğumuzu iddia ederek Amerika’nın
himayesini istediklerini, hiçbir “vekalet sıfatına” sahip olmadıkları halde bütün millet
adına söz söylediklerini ileri sürmüşlerdir. Ahmet Emin ise bu eleştirilere, yabancı bir
himaye istemek şöyle dursun, himaye tekliflerinin önünü almayı, özgür gelişmemizi
temin etmek istedikleri yönünde karşılık vermiştir. Ahmet Emin'e göre, bir yabancı
234
Fethi, Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, 2. Baskı, Ankara, 1991.s
149.
235
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s 190.
Feridun Kandemir, Mustafa Kemal Arkadaşları ve Karşısındakiler, Yakın Tarihimiz Yayınları,
İstanbul, 1964, s 117.
237
Falih Rıfkı Atay, a.g.e., s 193.
236
78
devletin himayesi altına girmek düşkün devletlerarasına girmeyi kabul etmek demektir.
WPC “himaye ve vesait” fikrini red ederek, ülkenin “asri” hale gelmesi için
uzmanlardan oluşan “heyet-i islahiye” davet edilmesine taraftardır.238
31 Aralık’ta Vakit, muhtıranın Başkan Wilson’un eline geçtiğini duyurmuş,
Cemiyet'in fikirlerini yaymak için Ahmet Emin, Talim ve Terbiye Cemiyeti’nde bir
konuşma yapmıştır.
Ahmet Emin bu dönemde sıkça Amerika ile işbirliği üzerinde duran yazılar
kaleme almıştır. 30 Kasım ve 1 Aralık 1918'de konu hakkında fikirlerini ilk kez ortaya
atmıştır. “İstikbal Düşünceleri II” başlıklı yazısında Amerika'nın tercih edilme
sebeplerini altı madde halinde sıralamaktadır. Buna göre, Amerika'nın Filipin, Küba
gibi ülkelerde az zamanda büyük uzmanlar yetiştirmesi, ülkemizden uzak olması ve bu
bağlamda sınırlarımızla ilgili bir siyasi emelinin bulunmaması, yüksek medeni fikirlerin
savunucusu olarak ortaya çıkması, dünya üzerinde büyük bir güce sahip olması, Avrupa
devletlerinin kendi aralarındaki rekabetleri, dünyada aleyhimizdeki haksız tahriklerin
önüne geçebileceği inancı, Amerika ile işbirliğini gerekli kılan gerekçelerdir.239 8
Aralık'ta da konuya dair bir başyazı yazmış ve kendisine gelen okuyucu mektuplarına
değinerek şüpheleri gidermeye çalışmıştır. Söz'de yayınlanan eleştirel bir yazıda Ahmet
Emin’e, geniş yetkilerle donatılmış uzmanların kontrolü altında, ülkenin kendi kendini
idare etmesine daha kolay alışılacağına dair bir kanıtı olup olmadığı, ülkenin ıslah
edilmesi için öngörülen 15 ile 25 yıl gibi uzun süreli bir idarenin “milli hakimiyet”
ilkesine ters düşüp düşmediği sorulmaktadır.240 Ahmet Emin verdiği cevapta öncelikle
Cemiyet'in kurucusu olmadığını, İdare Heyeti’nde bile bulunmadığını ancak hararetli
bir taraftarı olduğunu yazmıştır. Ahmet Emin'e göre, Cemiyet'in amacı, buhran devresi
geçinceye kadar Avrupa’nın gözünü boyamak değildir. Cemiyet, esasları kamuoyu
adına değil, kendi adına dile getirmiştir ve bunları zararlı bulanların, daha güzel bir
program koyarak kamuoyunu buna ikna etmeleri gerekmektedir. Cemiyet'in
programının amacı, “istiklali tahdid edecek maruzatının aksine”, “istiklalimizi hal'den
kurtarmak”tır. İsmi geçen yazıda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullardan söz
etmiş ve: “Para da bulsak nüfustan, üretim araçlarından, teşkilattan yoksun bir ülkeyi,
238
239
240
Ahmet Emin, “Bir İzah”, Vakit, 7 Kanun-i evvel 1918.
Ahmet Emin, “İstikbal Düşünceleri II”, Vakit, 1 Kanun-i evvel 1918.
“Wilson Prensipleri Hakkında”, Söz, 20 Kanun-i evvel 1918.
79
güçlü devletlerle olan ilişkilerde tamamıyla eşit bir üye bulundurmak ve her cins saldırı
fikrinin önüne geçmek için gereken maddi ve manevi kudreti nereden alacağız?”241 diye
sormuştur. Aydınların, yabancı kamuoyunu harekete geçirecek, kendimizi anlatacak bir
yayın bile çıkaramadıklarını, teşebbüs kuvveti ve teşkilat yeteneği bulunan ne kadar
uzmanımız olduğunu da belirterek yardım taleplerini meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Ahmet Emin, Amerika ile işbirliği konusunda WPC'nin içinde görüş birliği
olmadığını, bir kısmının işbirliğinden, Amerika yönetiminde manda anlarken,
kendisinin de aralarında olduğu bir kısmının geçici olarak sağlanan Amerika yardımını
anladıklarını belirtmiş, bu yardım ile sınırlar içindeki farklı dil ve dini olan unsurların
karşılıklı hoşgörü içinde yaşayacak şekilde yeniden organize edilmesi gerektiğini
savunmuştur. Devamında, Amerika'nın varlığı ile Yakın Doğu'da Türkiye'nin bütünlük
ve bağımsızlığının Avrupalıların bencil çıkarlarına karşı korunabileceğini ancak bu
düşüncelerinin yurtseverler tarafından yabancı bir devletin vasiliği ve bağımsızlıktan
feragat etme şeklinde algılandığını242 ileri sürmüştür.
Ahmet Emin bu yönde yazılar kaleme aldığı süreçte Vakit'te 1919
Mayıs'ının sonlarından itibaren bağımsızlık üzerinde duran yazılara da yer verildiğini
belirtmek gerekmektedir.243
Kütahya'ya sürgün olarak gönderildiği dönemde kaleme aldığı yazıda da,
tarihte hiçbir milletin kendi arzusu ile bağımsızlığından vazgeçmediğini, hakimiyetini
kendi sesinden alamayan bir milletin ruhsuz bir cesetten farksız olduğunu yazmıştır.
Amaç, yabancı uzmanlardan geniş ölçüde yararlanmak ve yeni bir idare sistemi
kurmak, gereksiz yabancı müdahalelerinden kurtulmak, yabancı sermayeye güven
vermektir.244 Aynı görüşleri 31 Temmuz 1919'da da dile getirerek, dışarıdan bir
müdahale olmasa bile “İstiklalimizi şimdilik yalnız başımıza idameye muktedir”
bulunmadığımızı, “müzaheret” görmeye muhtaç olduğumuzu belirtmiştir.245 Ahmet
Emin'e göre müzaheret edecek devletin, bizi tek bütün bir devlet olarak kabul etme,
241
Ahmet Emin, “Hakikati Görmek Cesareti”, Vakit, 21 Kanun-i evvel 1918.
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 73.
243
Yusuf Razi, “Himaye Değil İstiklal”, Vakit, 25 Mayıs 1919; Mehmet Asım, “Ne Görüyor, Ne
İşitiyoruz?”, Vakit, 25 Mayıs 1919; Ahmet Selahattin Bey, “Himaye ve Vekalet Tartışmaları”, Vakit,
31 Mayıs 1919; Ahmet Selahattin Bey, “Mandaların Mahiyet-i Hukukukiyesi”, Vakit, 2 Haziran 1919.
(Yazıların içeriği için bakınız Salih Tunç, a.g.e., s 242-251.
244
Ahmet Emin, “Vekalet ve İstiklal”, Vakit, 7 Haziran 1919.
245
Ahmet Emin, “İstiklal Düşünceleri”, Vakit, 31 Temmuz 1919.
242
80
“muavenet” için gerekli maddi ve manevi araçlara fazlasıyla sahip olma, çizilen yeni
prensiplere sadık kalma, herhangi bir gizli amacın yönlendirmesi ile ülkenin gelişimini
sekteye uğratacak entrikalardan arınmış olma gibi koşullara sahip olmalıdır. Bu
koşullara sahip devleti seçmede inisiyatifini ise bizim almamız gerekmektedir. Vakit
geçirerek olayları cereyanına bırakırsak, ülkenin belli kısımlarında mandater adı
altında, gerçekte müstemleke sahibi diye belli devletlerin yerleşmesine meydan bırakır,
bağımsızlığımız şöyle dursun mevcudiyetimizi de kaybedebiliriz.246
Dönemin basınında kendisini “manda” taraftarı olarak niteleyenlere karşı
kendisinin “müzaheret”i kullandığını bununla manda, velayet veya vesayeti
anlamadığını, müzahereti de bağımsızlığı feda etmek değil, hukuki bağımsızlığı
sağlama şeklinde kabul ettiğini belirtmiştir.247 Ahmet Emin 1 Eylül tarihli yazsında da
konu hakkında şunları söylemektedir:
“Birçokları bizimle sırf insani nokta-i nazardan iştigal edecek sonra kendi kendine
çekilip gidecek bir devlet bulmamız, bu bir hayaldir diyorlar. Biz iddia ediyoruz ki
böyle bir devlet vardır ve Amerikadır. Mutlak hayırhah bir devlete muhtacız ki,
ecnebi entrikalarına karşı siper olsun ve sükun içinde çalışmamıza imkan
hazırlamakla beraber bizi inkişafımız için icap eden maddi ve manevi vesaite malik
etsin”248
Diğer gazetelerde kendisine yöneltilen “istiklal aleyhtarlığı” iddialarına
cevap verdiği bu yazısında: “Bir adamı, mensub bulunduğu milletin istiklalini fedaya
hazır bulunmakla itham etmek pek ağır bir şeydir. Mevcudiyet-i tarihiyyeye malik bir
millet ancak mukaddreat-ı zatiyesine sahib olmak ve kendi ihtiyaçlarına göre inkişaf
edebilmek suretiyle temin-i beka edebilir” demekte ve “İstiklal istiyoruz” diyenler ile
“müzaheret” istiyoruz diyenler arasındaki farkı, birincileri “bekleme”, ikincileriyse
“ameli siyaset” taraftarı olarak değerlendirmektedir. Ahmet Emin devamında şunları
yazmaktadır:
“Bir köşede durup gayrı müsemmer bir surette kelime kahramanlığı edenlerle daha
ileriye giderek ameli çare arayanlar arasında hiçbir sebeb-i ihtilaf yoktur.
246
247
248
Ahmet Emin, “İstiklal Düşünceleri”, Vakit 31 Temmuz 1919.
Ahmet Emin, “Türk Taraftarlığı”, Vakit, 13 Ağustos 1919.
Ahmet Emin, “İstiklal Aleyhtarlığı Var mı?”, Vakit, 1 Eylül 1919.
81
Müsemmer ve ameli bir siyaset yolu aramayarak sadece beklemeyi ve bu esnada
“istiklal isteriz” diye bağırmayı meslek ittihaz edenlerle, memleketin sayısız
dertlerine ameli bir çare arayanlar arasındaki yegane fark, bir tarafın nazariyeler
üzerine uzanıp yatmasında, diğer tarafın büyük bir maddi ve manevi mesuliyetten
korkmayarak ve kaçmayarak ameli bir yol aramasından ibarettir. Bu farka istiklal
taraftarlığı veya aleyhtarlığı namını
vererek
ameli
siyaset
taraftarlarının
249
namuslarından şüphe etmeye kimsenin hakkı yoktur.”
Ahmet Emin'in bu yazısından bir gün sonra Türk Dünyası'nda yayınlanan
“Manda Meselesi” başlıklı yazısında Ahmet Cemal, mandaya kesinlikle karşı çıkarak,
mandanın kabulünün “esarete rıza göstermek” demek olduğunu belirtmiştir. Asırlardan
beri bağımsız yaşamaya alışmış, milletin namus ve şerefi için kan dökmüş bir milletin
böyle bir düşünceyi hatırından bile geçirmeyeceğini, böyle bir düşünceyi tarihine
hakaret ve ecdadına karşı nankörlük olarak addedeceğini yazmıştır.250 Ahmet Emin'in
ismi geçen yazısına Muslihiddin Adil de Tarik'te karşı bir yazı kaleme almıştır. Adil,
“vekalet” ve “istiklal” düşüncesinin bir arada olamayacağını yazarak, Ahmet Emin'e,
“Eğer samimi iseniz, istiklalciyseniz bu fikirleri fiilen imha edecek tarz-ı tesviyeleri
istiklal fikirleriyle nasıl telif ediyorsunuz?”251 Sorusunu yöneltmiştir.
Celal Nuri, İleri’de “Mandahah olmak haysiyete, izzet-i nefse mugayırdır.
Hatta şekil ve ismini değiştirmek suretiyle olsun manda istemek 640 seneden beri
müstakil yaşayan ve yaşamaya alışan bir devletin tebası için şeyndir”252 diye yazmıştır.
Ahmet Emin “müzaheret” üzerinde durarak, “manda”dan söz etmediğini
söylese de ilerleyen yıllarda karşısına hep bu konu çıkacaktır. 25 Ocak 1923'te
Tanin’de Hüseyin Cahit, Ahmet Emin’e Amerikan mandası taraftarlığı yaptığı yönünde
yazılar yazmaya başlayınca Ahmet Emin şu karşılığı vermiştir:
“Ben bütün yazılarımda yabancı himayesinin, vasiliğin, mandanın daima aleyhinde
bulundum…Koleksiyonlarımız Tanin gazetesine açıktır. Gelsinler, baksınlar, manda
taraftarlığı manasına gelecek bir tek söz bulurlarsa, iddialarında haklı çıkarlar, biz
249
250
Ahmet Emin, “İstiklal Aleyhtarlığı Var mı?”, Vakit, 1 Eylül 1919.
Ahmet Cemal, “Manda Meselesi”, Türk Dünyası, 2 Eylül 1919. (Aktaran Salih Tunç, a.g.e., s
200)
251
Muslihiddin Adil, “Yine İstiklal Hakkında”, Tarik, 2 Eylül 1919. (Aktaran Salih Tun.ç, a.g.e., s
256)
252
Celal Nuri (İleri), “İstiklal” İleri, 13 Eylül 1919
82
Milli Misakta Amerika’yı kastetmek suretiyle yer alan bir yabancı devletinin teknik
müzaheretini sağlamak hedefinin hiçbir zaman dışına çıkmadık.”253
Ali Fuat Paşa da kendisi ile yapılan bir röportajda Ahmet Emin, Mehmet
Rauf ve Halide Edip’i kastederek “Üçünün imza ile Kongre'ye, Amerikan Kongresi'ne
ya da başka bir yere, ilk defa Türkiye’yi mandanıza kabul etmez misiniz, diye bir
müracaatta bunmuşlar” demektedir. Bunun üzerine İstanbul’da manda meselesinin
başladığını ancak Amerika’nın resmi mahafilinin bundan bilgisi olmadığını da
eklemektedir.254
Ahmet Emin anılarında özellikle 1945’te demokrasi cereyanı başlayınca,
Tek Partiye eleştiriler yöneltince, kendisine “Amerikan mandası” taraftarlığı ettiği
yolunda hücumlar yapıldığını, oysa kendisinin hiçbir zaman manda taraftarlığı
yapmadığını, “Amerikan Mandası isteyenlere karşı geldiğini” ifade etmiştir.255
Yazılarında genel olarak, devletin istiklalini tehlikeye düşürmemek, “yabancı mürakebe
ve himayesi” manasını taşımamak üzere, “yabancı uzmanların yardımını istemek ve
bunu da hakkımızda hiçbir kötü emel ve ihtirası olmayan Amerika’dan seçmek”
şeklinde ele aldığını vurgulamıştır. Ahmet Emin Sivas Kongresi’nde de aynı kanaatin
ifade edildiğini, yabancı bir milletin “müzaheret ve işbirliği”nin gerekli görüldüğünü
bununla Amerika’nın kastedildiğini ama doğrudan isimlendirmediğini yazmaktadır.256
II. Anadolu'da Milli Mücadele ve Manda Tartışmaları
A. Erzurum Kongresi'nde Manda Sorunu
Mondros Mütarekesi sonrasında, 15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlılar
tarafından işgal edilmesi, ülkede yarattığı derin kaygı ve isyan duygusu ile
karşılanmıştır. İzmir'in işgali Anadolu'da kısa sürede direniş amaçlı çeşitli dernekler
kurulmasını beraberinde getirmiştir. Halk, işgale tepkisini telgraflar çekerek, mitingler
253
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 36.
Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s. 295. (Frederick P.
Latimer, Jr Collection: Ali Fuat Cebesoy görüşmesi)
255
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 323.
256
Ahmet Emin, a.g.e.,C. I, s 323., Turkey in My Time, s 89.
254
83
yaparak göstermiştir. İşgal yıllarında toplumsal yapıda ve ahlakta büyük çözülmeler
başlamıştır. Berkem anılarında bu yılların başta İstanbul'u olmak üzere genel olarak
toplumsal ortamdaki güvensizliği şöyle anlatmaktadır:
“İnsan hiç kimseye inanamaz, itimat edemez olmuştu..Ortalık hafiyelerle,
jurnalcilerle dolmuştu. Saraya hafiyelik edenler, polis emrinde çalışanlar, İngiliz,
Fransız, İtalya istihbaratına jurnal verenler, İstanbul Muhafızlığı emrinde vazife
görenler vesaire. Bundan başka bir de gönüllü hafiyeler vardı.”257
İzmir'in işgalinden beş gün sonra Samsun'a çıkan Mustafa Kemal
önderliğinde, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay'ın desteğiyle, direniş
Anadolu'da hızla örgütlenmeye ve tek çatı altında birleştirilmeye çalışılmıştır.
Anadolu’daki hareketin liderleri, özellikle işgallerin başlaması ile Avrupalı
devletlerin gütmekte olduğu sömürgeci politikalara karşı Amerika'dan destek arama
yoluna girmişlerdir. Aralarında Karabekir, Rauf ve Mustafa Kemal’in de imzalarının
olduğu Ali Fuat Paşa’ya gönderilen şifreli mektupta, Amerikan manda ve
müzaheretinin dikkatli tahlil edilmesi gerektiği, bağımsızlık ve egemenliğe zarar
gelmemek
şartıyla
ekonomik
ve
fenni
yardımlarına
taraftar
olunabileceği
belirtilmektedir. Yabancılarla yapılacak temasların kongre kararlarına ve millet adına
yapılmasını tercih ettikleri de üzerinde durulan bir başka noktadır.258
23 Temmuz 1919’da Erzurum'da toplanılan Kongre'de, Bekir Sami Bey’in
telgrafı ile Amerikan mandasını savunan teklifler gündeme gelmiştir. Kongre'de
mandanın kabulü yönünde karar çıkmamış ancak 7. maddede “Devlet ve milletimizin
içte ve dışta istiklali ve vatanımızın bütünlüğünü korumak şartıyla 6. maddede belirtilen
sınırlar içinde milliyet esaslarına saygılı ve memleketimize karşı istila emeli
beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sınai, iktisadi yardımını memnunlukla
karşılarız”259 yönünde bir karar alınmıştır. Amerikan mandasını savunanlar tarafından
bu madde, mandanın kabulü şeklinde yorumlanmıştır. Ancak konunun esas tartışılması
Sivas Kongresi'ne bırakılmıştır.
257
258
259
Süreyya Sami Berkem, Unutulmuş Günler, İstanbul, 1960, s 170.
Kadir Kasalak, a.g.e, s 124.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, 3. Baskı, TTK Basımevi, Ankara, 1989, s 151.
84
Erzurum Kongresi sonrası Wilson’a bir muhtıra gönderilmiş, İzmir’in
işgaline verdikleri onay ile kendi koymuş olduğu prensiplere aykırı davrandıkları,
ülkenin parçalanmaması için sonuna kadar mücadele edileceği yazılmıştır. Erol böyle
bir muhtıra gönderen Kongre’nin Amerikan mandasını talep edemeyeceğini
yazmaktadır.260
Sivas Kongresi öncesi manda tartışmaları basında iyice artmıştır. Peyam,
Alemdar’da İngiliz mandasını savunan yazılar kaleme alınırken, Vakit ve İstiklal’de
Amerikan mandası taraftarlığı ses bulmakta,261 İleri, Memleket, Zaman, Tarik ve
İkdam'da ise bağımsızlık teması üzerinde durulmaktadır. Örneğin Tarik'te Muslihiddin
Adil 8 Ağustos'ta: “Biz istiklal taraftarıyız ve bu fikre taraftar olmakla, bütün bir
milletin ve bilhassa Türklüğün beşiği ve mezarı olan Anadolu'nun ruhuna tercüman
olduğumuza kani bulunuyoruz” diye yazmakta ve ilerleyen kısmında da: “Batı'nın
Doğu'yla yaptığı izdivaçlar daima suiistimale açık bulunduğundan bir millet
“mevcudiyet-i siyasiye ve içtimaiyesinin müdafaasını dışarıdan bekleyemez, kaldı ki
kendi mevcudiyetine dayanmayan bir millet yaşamaya da müstehak değildir”262 diye
yazmıştır. Anadolu basınından Doğrusöz, Açıksöz, Albayrak gibi gazeteler ise manda
fikrini savunanları şiddetli bir dille eleştirmiş, bağımsızlığı ısrarla vurgulamışlardır. 7
Ağustos'ta Vakit'te kaynağı “resmi bir makam” olarak gösteren beyan yer almıştır.
Burada, parti ve cemiyetlere üye bazı kişilerin Amerika'dan gelen Tahkik
Komisyonu'na müracaat ederek “millet adına söz söylediklerinin” anlaşıldığını
yazmaktadır. Meclis'in fesh edildiği, seçimin henüz yapılmadığı, temsil yetkisine sahip
bir siyasi grup bulunmadığı ortamda, kimsenin millet adına söz söyleme hakkına sahip
olmadığı belirtilmiştir.263
260
Mine Erol (Sümer), Türkiye’de Amerikan... s 81.
Sivas Kongresi'nin hemen öncesinde ve yapıldığı sırada Ahmet Emin'in, 31 Temmuzda, “İstiklal
Yolu”; 1 Ağustos'ta “Ermeni Meselesi”; 2 Ağustos'ta “Müzaheret ve Kabiliyet”; 7 Ağustos'ta
“Müzaheret Mektebi”; 8 Ağustos'ta “Sütten Ağzı Yanan”; 13 Ağustos'ta “Türk Taraftarlığı” başlıklı
yazıları yayınlanırken, Halide Edip'in aynı gazetede 4 Ağustos'ta “Amerika Tetkik Heyetine” ve 5
Ağustos'ta da başlığı ve girişi sansürlenmiş bir yazısı yayınlanmıştır.
262
Muslihiddin Adil, “İstiklal, Daima İstiklal”, Tarik, 18 Ağustos 1919. (Aktaran Salih Tunç,
a.g.e., s251)
263
“Söz Milletindir”, Vakit, 7 Ağustos 1919.
261
85
Mazhar Müfit (Kansu), İstanbul’dan gelen telgrafları gören Albayrak'ın
sahibi Süleyman Necati Bey'in manda fikrine karşı çıkarak, konu hakkında bütün
çevrede ikaz ve aydınlatmada bulunacağını söylediğini yazmaktadır.264
Mazhar Müfit, kitabında Sivas’a gitme hazırlığında olan Mustafa Kemal'in,
İstanbul’da manda taraftarlarının, Meclis'i Amerikan Senatosu'na müracaat ettirme
gayreti içinde olduklarını, manda oyununa düşürmek istediklerini ama bu oyuna
gelmeyeceğini ifade ettiğini belirtmektedir. Aynı kaynağa göre, Mustafa Kemal, hukuki
egemenliğimize, hariçte temsil hakkımıza, vatan bağımsızlığımıza dokunulmayacağı
iddiasının gülünç olduğunu, Amerikalıların kendilerine çıkar sağlamayan böyle bir
mandayı neden kabul edeceklerini sormuştur.265
Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da toplanmıştır. Burada Erzurum’da onaylanan
Milli Misak, tüm memleket ölçüsünde kabul edilmiş, alınan kararlar kabul edilinceye
kadar da İstanbul ile bağlarını kesme kararı alınmıştır.
B. Sivas Kongresi'nde Amerikan Mandası Sorunu
Erzurum
Kongresi'nde
gündeme
gelen
Amerikan
mandası,
Sivas
Kongresi'nde ayrıntılı olarak müzakere edilmiştir. Amasya’ya gelen Bekir Sami Bey
25-26 Temmuz 1919’da gönderdiği telgrafta, Osmanlı Devleti'nin “tamamının
meşrutiyeti ve hariçte temsil hakkı baki kalmak şartıyla” belli bir süre için Amerika
mandaterliğini en uygun çözüm olarak kabul ettiğini bildirmiştir.
Mustafa Kemal, Bekir Sami’ye gönderdiği cevap yazısında bir takım sorular
yöneltmiştir. Bunlar arasında özetle, tam istiklal talep edildiğinde ülkenin birçok
bölgeye ayrılacağı kanaatinin kaynağı, ülkenin tamamının mı yoksa hukuki
egemenliğin mi kastedildiği, meşrutiyetin sürekliliği ile adil hükümetin Amerika
264
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber, C. I, TTK, Ankara,
1968, s 188. Ancak Karakaya 21 Eylülde Albayrak’ta “Beşeriyetin Amerika’dan Bekledikleri” başlıklı
bir yazının yer aldığını belrtmektedir. Yazıda: “Küçük büyük ihtirasların susturularak milliyet ve
içtimai vaziyetlere hürmet esası üzerine alemde siyasi ve içtimai bir muvazene-i adile tesisi gibi bir
vazife-i aliye-i Amerika’dan beklemekte efkar-ı umumiye müttefik bulunuyor. Biz Amerika’nın fazıl
oğullarından bu vazifede kemal ve fazilet göstermeyi kuvvetle ümit ediyor ve arz ettiğimiz faslı tarihiyi
yine o ellerin pek mesudane bir surette açacağına itimadı tam besliyoruz” diye yazmaktadır. Ali
Karakaya, Milli Mücadele’de Manda Sorunu, Harbord ve King-Crane Heyetleri, Başkent Matbaası,
Ankara, 2001, s 106.
265
Mazhar Müfit Kansu, a.g.e., s 192.
86
tarafından kurulması ifadesinin çelişkili olduğu, Osmanlı Devleti'nin sınırlarının ne
olacağı, savaş öncesi sınırların mı esas alınacağı, Amerikan ve İngiliz mandası talepleri
arasında ne fark olduğu, İstanbul Hükümeti'nin Amerika mandasına nasıl yaklaştığı gibi
noktalar üzerinde durmuştur.266
Ergil, Mustafa Kemal'in Kongre Reisi olarak güdümcülük isteklerini sürekli
“uyutmaya” çalıştığını, konuyu hep komisyona “havale etmek” yolunu tuttuğunu,
başkanı olduğu komisyonda da işleri yavaştan aldığını ileri sürmektedir.267 Yazara göre
Mustafa Kemal, ulusçu kadronun -ulusçuluktan uzak olanların bile- örgütlenme
aşamasında dağılmamasını sağlamayı, Ermeni sorunu gibi gündemi oyalayan konularda
Amerika'nın desteğini almayı amaçlamıştır.
Manda fikrinin ateşli savunucularından Halide Edip de Sivas Kongresi
öncesinde 10 Ağustos 1919'da gönderdiği mektupta, Amerikan mandasının talep
edilmesini savunmuştur. Bu mektupta Halide Edip, Amerikan mandasını isteme
gerekçelerini özetle şöyle sıralar: Aramızda yaşayan Hıristiyan azınlıklar hem Osmanlı
hukukundan yararlanacak hem de bir Avrupa devletine dayanarak kargaşalık
çıkaracaklardır. Bu da yabancı devletin müdahalesine izin verecektir. Milletin refahını,
gelişmesini sağlamak için gerekli sermaye ve güce sahip değiliz. Amerika Filipinlerin
mandaterliğini üstlenerek “modern bir makine” haline getirmiştir. İstilacı Avrupa
siyasetine karşı Avrupa dışında bir devletten destek bulabiliriz. Amerika’nın desteği ile
Doğu ve Türk meselesi halledilebilir. Bunun için onurumuzdan epeyce fedakarlık
yapmamız gerekebilir. Ancak din ve milliyet esasına dayanmayan Amerikan idaresi,
çok farklı cins ve mezhepleri bir arada tutmaktadır. Amerika, Türkiye’yi parçalara
ayırmadan
eski
sınırları
dahilinde
manda
altına
almak
düşüncesindedir.
Topraklarımızda Ermenistan kurmaya eğilimli değillerdir. Halide Edip, Sivas Kongresi
toplanıncaya kadar Amerika komisyonunu alıkoymaya çalıştıklarını bunun için de
Kongre'ye Amerikalı bir gazeteci göndereceklerini mektubunda belirtmiştir.
Sivas Kongresi'nin 4. günü, 8 Eylül tarihinde manda konusu tartışılmaya
başlanmıştır. 8 Eylül'deki oturumlar üzerinde durmadan önce Amerika'dan gelen heyet
ve kişilere değinmek gerekmektedir.
266
267
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 127.
Doğu Ergil, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara, 1981, s 156.
87
Tuğgeneral J. G Harbord’un başkanlık yaptığı 15’i asker, 31’i sivil 46
kişiden oluşan “American Military Mission to Armenia” isimli heyet İstanbul
Hükümeti ile resmen görüşmeden Sivas’a 21 Eylül 1919’da gelmiştir.268 Amacı, sağlık,
maliye, ticaret gibi konularda araştırma yapmak, rapor hazırlamak ve Doğu Anadolu’da
Ermenistan’ın kurulmasının mümkün olup olamayacağını incelemektir. Amerikan
Senatosu'nun manda hakkında alacağı kararda Harbord’un hazırlayacağı rapor
belirleyici olduğu için, Heyet-i Temsiliye, Harbord Heyeti'ni yakından izlemiştir. Hatta
gözlemlerinin bir problem çıkmadan, sağlıklı bir şekilde tamamlanabilmesi için
Anadolu’da farklı birimlere telgraflar çekilerek bölgedeki görevlilerin yardımcı
olmaları sağlanmıştır.
Heyet, Mustafa Kemal ve Rauf Bey ile de görüşmüştür. Erol, Harbord'un
raporunda, “milliyetçilerin ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve onların lideri Mustafa
Kemal Paşa’nın gayesinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü Amerika
gibi tek ve tarafsız bir devletin mandası altında muhafaza etmek”269 şeklinde belirttiğini
ancak bunun esassız olup, yanlış anlama olabileceği veya Harbord’a kasten böyle
söylenmiş olabileceğini kaydetmektedir. Sina Akşin’e göre de Mustafa Kemal ya
yanlışlıkla ya da taktik gereği söylemiştir.270
General Harbord, Mustafa Kemal ve yakın çevresi ile süren iki buçuk saatlik
görüşme sonunda, Osmanlı'nın bütünlüğünün Amerika gibi tarafsız ve büyük bir
devletin müzahereti altında korumak yönünde bir tercih olduğunu ancak Milli
Mücadelecilerin manda anlayışlarının farklı olduğunu, onların iç ve dış siyasete hiç
müdahale etmemek üzere, büyük kardeşin nasihatı ve yardımı gibi düşündüklerini
aktarmaktadır.271
268
Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, TTK basımevi, Akara 1989, s 65.
Mine Erol , Türkiye’de Amerikan ..., s 96.
270
Akşin'e göre Sivas Kongresi'nde Amerikan dostluğuna verilen önemin, saray ve çevresinin
İngiliz desteğine kaşı bir silah olarak kullanılmak istediğni vurgulamaktadır. Akşin, a.g.e., s 532-533..
Ayışığı da manda sözünün taktik gereği ve belki biraz dikkatsizce kullanılmış olduğunu belirtmektedir.
Metin Ayışığı, a.g.e., s 52.
271
General J.G.Harbord, “Mustapha Kemal Pahsa and His Party”, World’s Work, XL, No 1, June
1920. (Bakınız) Fethi Tevetoğlu, “Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-General Harbord Görüşmesi
III”, Türk Kültürü, s 77 Haziran 1969. Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım, Cilt I,
Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s 276.
269
88
Heyetin yanı sıra Edgar Louis Browne272 adlı Amerikalı bir gazeteci de
gelenler arasındadır. Akgün, Browne tarafından Mustafa Kemal'e Sivas Kongresi'nde
Amerikan mandasının onaylanıp onaylanmayacağının sorulduğunu, Mustafa Kemal'in
de Amerika'nın kabul edeceğine dair teminatı gündeme getirdiğini yazmaktadır.
Devamında şunları kaydetmektedir:
“Browne’un bunu sanmadığını söylemesi üzerine de halifeliğin prestijini sarsarak
Türkiye’yi İngiltere ve Fransa’nın ellerine itip dış yardım gereksinmesinde
olunduğunu söylemeye değmeyeceğini anlatan Mustafa Kemal bu suretle mandanın
düşünülmediğini, ancak dış yardımın kabul edilebileceğini, bunun da Amerika’dan
gelmesinin tercih edildiğini bir kez daha belirtiyordu”273
Sivas Kongresi'nde manda hakkındaki müzakere 8 Eylül’de başlamıştır.
Kongre'de İsmail Hami, Karahisar delegesi Şükrü Bey, Bekir Sami, Fazıl Paşa ve Kara
Vasıf, Refet Paşa mandayı savunan konuşmalar yapmışlardır.274 Manda isteyenlerin
gerekçeleri, ülkenin ekonomik anlamda yoksul olması, bizi paylaşmak için bekleyen
ülkelere karşı parasız ve ordusuz bir şey yapılamayacağı, yabancıların sahip oldukları
imtiyazlar nedeniyle yabancı müdahalelere açık olması gibi noktalardır.275
272
Louis Edgar Browne, Chicago Daily News gazetesinde çalışmaktadır. Bilgen, Browne’un
basında çalışan bir istihbaratçı olduğunu belirtmektedir. Deniz Bilgen, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi,
Kaynak Yay, İstanbul, 2004, s. 118. Aynı konuda, Akşin de Browne'un istihbarat görevlisi olduğunun
akla geldiğini söylemektedir. Akşin, a.g.e s 528.
273
Seçil Akgün, a.g.e., s 105.
274
Kara Vasıf, “Bir kere esas itibariyle mandayı kabul edelim de şerait hakkında bilahere
görüşürüz” şeklinde düşüncesini ifade ederken, İsmail Hami Bey de bir muhtıra hazırlamıştır.
Muhtıranın şartları arasında manda komisyonun oluşturulması, adli ve mali bağımsızlık, mandanın
belli bir süre ile sınırlandırılması, sınırların milliyet esasına göre çizilmesi gibi maddeler vardır.
Ordunun muhafazasına dair ise bir kayıt konmamıştır. Mandayı savunanlar, diğer delegeleri ikna etmek
için bunun istiklali ihlal etmeyeceği noktası üzerinde durmuşlardır. Muhtıra sahibi Hami Bey,
kelimenin ve anlamının önemi olmadığını, zaten kelimenin Türkçeye tercüme edilmediğini, hatta
“isterlerse “manda” demek Devlet-i ebed müddet” demektir der işin içinden çıkarız” cevabını
vermiştir. Savunanlar arasında Refet Paşa da Amerikan mandasını kabul etmekten amaçlarının İngiliz
mandasına karşı durmak olduğunu belirtmiştir. Ona göre manda ve bağımsızlık birbirine engel değildir.
Dört devlet yerine bir devletin kefaleti altında olunması halinde, ileride uygun şartlarda kendi
çıkarlarımız takip edilebilir.
Ahmet Nuri Bey ise, manda fikrine kesinlikle karşı olduğunu bildirmiştir. Ahmet Nuri, Amerikan
müzahereti istemenin “sen idareye muktedir değilsin, ben muktedirim” anlamına geleceğini
söylemiştir. Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 1999, s 5262.
275
Manda ve bağımsızlık hakkında çıkan fikir çatışmasında Fazıl Paşa mandadan ne anladıklarını
şöyle açıklamaktadır: “Biz mandayı kabul ediyoruz da, istiklali istemiyoruz demedik! Eğer
maksadımız bu ise, her üçümüzü de hain-i vatan telakki ederim! Manda demek, siyaseten olmaktan
ziyade iktisaden memleketin imar ve i'lası için lazım gelen muavenet ve müzaheret demektir. Zaten
89
Rauf Bey de 9 Eylül'de 5. oturumda söz alarak, müzaheret kavramı üzerinde
durmuştur. Görüşmeler sırasında müzaheret için başvurulacak ülkenin Amerika
olduğunun ima edildiği, bunun açıkça söylenmesinde bir sakınca olmadığını
belirtmiştir. Amerika Kongresi'nden heyet isteme teklifinin kabulü üzerine 11 Eylül
1919’da bir telgraf çekilmiştir.276 Burada, Amerika tarafından bir komitenin Osmanlı
Devleti'nin her köşesine gitmek üzere gönderilmesi, Osmanlı’daki durum ve şartları
incelemesi, bunun barış anlaşmasından önce yapılması talep edilmiştir. Tevetoğlu,
gönderilen telgrafta mandaya yer verilmediğini, Kongre kararlarının açık olduğunu,
mandayı reddettiğini söylemektedir.277
Erzurum Kongresi'ndeki 7. madde Sivas Kongresi'nde aynen kabul
edilmiştir. 7. maddede “Devlet ve milletimizin dahili ve harici istiklali ve vatanımızın
tamamisi mahfuz kalmak şartıyla, milliyet esaslarına riayetkar ve memleketimize karşı
istila emeli beslemeyen herhangi bir devletin fenni, sınai, iktisadi muavenetini
memnuniyetle karşılarız“ ifadesi, bazıları tarafından mandanın kabulü, bu devlet ile de
Amerika'nın kastedildiği şeklinde yorumlanmıştır. Mustafa Kemal, Nutuk'ta 7. maddeye
ilişkin olarak şunları söylemektedir:
“Baylar, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı
düşüncesi vardır? Olsa olsa: “Herhangi devletin teknik, sanayi, iktisat yardımını
sevinçle karşılarız” sözlerinden manda düşüncesine kapılanlar bulunabilir. Ama
mandanın anlamı ve özü elbette bu değildir”278
Devamında bazı demiryollarının yapımı için işbirliği yapılan yabancı
devletlere dair örnekler vermiş ve ülkemize girecek yabancı sermayenin yeter ki “devlet
ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığını ve ülkenin bütünlüğünü ihlale yer vermemesi”
gerektiğini,
bu
nedenle
ismi
geçen
maddedeki
ifadeden
sadece
Amerika
anlaşılamayacağını yazmıştır.
okunan raporda nasıl bir manda istediğimiz musarrahtır. Kuvve-i teşriyemiz, siyaset-i hariciyemiz,
süferamız, istiklalimiz baki kalmak şartıyla bir manda kabul edebiliriz. Mandater ancak
iktisadiyatımıza, ziraatımıza, idaremizin islahına çalışacak, memleketin imarına para sarfedecek ve bu
sarf ettiği para da tabii bize ikraz edilmiş mahiyette olacaktır.” Uluğ İğdemir, a.g.e, s 54.
276
Erol mektubun varlığı hakkında ihtiyatlı bir tavır takınmakta ve bu mektubun Türkçe ve
İngilizcesine zabıtlar ve Sivas Kongresi'ne ait dosyada bulunamadığını yazar.
277
Fethi Tevetoğlu Hoover Enstitüsü'nde (Collection 69033-9. 17, Kutu 1’e kayıtlı) bu telgrafın
orijinalini gördüğünü belirtmektedir.
278
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s 153.
90
Mustafa Kemal, Rauf Bey'in Amerikan müzaheretinin kabulü için Amerika
Senatosu'ndan ülkemizi tetkik edecek heyeti davet etme teklifini getirdiğini, bu amaçla
yazılan bir mektubun gönderilip gönderilmediğini hatırlamadığını da eklemektedir.279
Akşin ve Erol mektubun başta Mustafa Kemal olmak üzere Kongre yöneticileri
tarafından imzalanarak ulaştırması için Browne'a verildiğini yazmaktadır.280 Erol bunu
Mustafa Kemal’in mandacıları oyalamak, susturmak için yapılmış bir hamle olarak
değerlendirir.281 Smith de kitabında Erzurum Kongresi'nde görüşülen Amerikan
mandası konusunun Sivas Kongresi'nde, yönetimin kendi gücüne dayanma kararını
aldığını bildirmektedir.282
Genel olarak oturumlar sırasında Mustafa Kemal sessiz kalmıştır. Bilgen bu
sırada Amerika ile olan ilişkilere büyük önem verildiğini, Milli Mücadele'nin önde
gelenlerinin aslında Amerika mandasına karşı oldukları halde, karşı olunmadığı
yönünde bir tavır izlediklerini yazmaktadır. Yazara göre sebep, saray ve hükümetini
destekleyen İngilizlere karşı, bu hükümeti düşürmek amacındaki Milli Mücadelecilere
Amerikan desteğini sağlamaktır.283
7. maddedeki ifadenin, üstü kapalı olarak Amerikan mandasını ima ettiğini
ileri sürenler de olmuştur. Halide Edip anılarında bu nokta üzerine durmuş ve
Amerika’nın ima edildiğini yazmıştır.284 General Harbord başkanlığında gelen heyet
içinde Ahmet Emin’in Columbia Üniversite’sinden arkadaşı olan W. W. Cumberland
heyetin mali müşaviri olarak görev almıştır. Ahmet Emin, heyette yer alan Prof. Mears
da dahil üç kişilik yakın bir arkadaş gurubu oluşturmuşlardır. Ahmet Emin, Sivas
Kongresi'nde kabul edilen 7. maddede bahsedilen “ecnebi devletten Amerika’nın
kastedildiğinin Harbord Heyeti'ne apaçık anlatıldığını” söylemektedir.285 Bir başka
yerde de Sivas Kongresi’nde yabancı bir milletin “müzaheret ve işbirliği”nin gerekli
279
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 155.
Sina Akşin, a.g.e, s 533, Erol a.g.e, s 93.
281
Erol, a.g.e., s 103.
282
Elanie Diana Smith, Turkey: Origins of the Kemalist Movement ad the Goverment of the
National Assembly (1919-1923), Pres of Judd & Detweiler Inc., Washington D.C., 1959, s 19.
283
Deniz Bilgen, a.g.e. s 184.İsmi geçen kaynakta Browne'nın Sivas'tan ayrılmadan Mustafa
Kemal ile yaptığı görüşmede, Mustafa Kemal'in Amerika'nın yardımını istediklerini, demiryollarının
yapımı ve endüstrinin kurulması için Amerikan sermayesini talep ettiklerini dile getirdiğinden
bahsetmektedir. Hoover Institution Archieve. (Browne’s Papers) Bn:I, FID: 14, No:3. Aktaran: Deniz
Bilgen, a.g.e, s 231.
284
Halide Edip (Adıvar) Turkish Ordeal, s. 15
285
Ahmet.Emin, a.g.e., C. III, s 43.
280
91
görüldüğünü
bununla
Amerika’yı
kastettiğini
ama
Amerika’yı
doğrudan
isimlendirmediğini yazmaktadır.286
C. Manda Tartışmasının Sonu
Harbord, yazdığı “Yakın Doğu’da Hakikatler” başlıklı raporda, Amerikan
maliyesinin denizaşırı ülkede karşılaşacağı zorluklardan, bulaşıcı hastalıklardan, etnik
kavgalara kadar ortam hakkında bilgi verdikten sonra Amerika’nın faydadan çok zarar
göreceğini belirtmiştir. Harbord ayrıca, Rusya ve İngiltere'nin bölgedeki faaliyetlerine
dikkati çekerek, Orta Doğu’ya müdahalenin Amerika'yı stratejik üstünlüklerinden
mahrum edeceğini yazmıştır.287
1 Haziran 1920’de Amerikan Kongresi manda teklifini oylamaya koymuş ve
reddetmiştir. Geri çevrilmesinde yöneticiler kadar Amerikan kamuoyunun tutumu etkili
olmuştur. Bundan sonra Amerika geleneksel içine dönük politikasını izlemeye yönelmiştir.
Manda tartışmaları başladıktan bir yıl sonra etkisini yitirmeye başlamıştır.
Mustafa Kemal İtilaf devletlerinin gerek kendi aralarındaki paylaşım kavgaları gerekse
iç sorunları nedeniyle Osmanlı Devleti ile savaşa girmeyeceklerini dile getirmiştir.288
Bir yandan Hindistan’daki Müslüman halkın İngiltere aleyhinde harekete geçmesi
ihtimali, diğer yandan Rusya'nın Bolşevik Devrimi’nden sonra kendisine müttefik
aramakta olması ve İtilaf devletlerinin iç ve dış koşullarını göz önünde tutan Mustafa
Kemal tüm dikkatini Yunanistan'a karşı mücadeleye yoğunlaştırmıştır.
Amerikan müzahereti konusunun resmen kapanmış olması ve tüm dikkatlerin
Anadolu'daki Milli Mücadele'ye yoğunlaşması nedeni ile Ahmet Emin Sivas Kongresi'nden
sonra, İstanbul Hükümeti'ni eleştiren ve Anadolu'daki Milli Mücadele'yi destekleyen yazılar
kaleme almaya başlamıştır. Bu noktada şunu da belirtmek gerekmektedir ki Ahmet Emin
anılarında, “sistemli bir gelişme için Amerika'nın yardımını sağlamak lehinde Mütareke
286
Ahmet Emin, a.g.e., C. I, s 323., Turkey in My Time, s 89.
Kadir Kasalak, a.g.e, s 89.
288
Mustafa Kemal, Sivasta'ki nutkunda savaş sonrasında ülkenin tamamen yalnız, bitkin
imkanlardan yoksun bir halde olduğunu belirtmiş ve devamında: “Düşmanlarımızdan büyük devletlerin
üzerimize ordular sevki ile yeni baştan bir mücadeleye girmelerine bugünkü dahili ve askeri vaziyetleri
asla müsait değildir. Bizim mukavetimze karşı ellerinde kullanacakları yegane kuvvet, yegane silah
Yunan ordusudur. Bir taraftan birkaç ay “gerilla” muharebesi ile düşmanı işgal eder, diğer taraftan da
yeni baştan ordumuzun intizam ve takviyesi ile muntazam bir cephe teşkil edersek biraz geç de olsa
Yunan ordusunun behemal hakkından geliriz” demiştir. Vehbi Cem Aşkun, a.g.e., s 48.
287
92
yıllarında yaptığı yayınların Milli Misak ruhuna tamamen uygun”289 olduğunu
belirtmektedir. Bununla vurgulamak istediği nokta, Milli Misak ilkesine bağlı kaldığı ve
bunun Amerikan müzahereti konusunda yazdıkları ile çelişkili olmadığıdır.
Anadolu'daki Milli Mücadele'yi hayat belirtilerinden mahrum zannedilen
ülkede, bütün zorluklara rağmen baş göstermesini olumlu karşılamıştır. Özellikle bu
süreçteki yazılarında İzmir'in işgali sonrasında uyanan Anadolu'daki “yeni ruhtan” sık
sık bahsetmiştir. Örneğin bir yazsında şu noktalara değinmektedir:
“Dahildeki yolsuzluklara inzimam eden İzmir darbesi de o kadar ağırdı ki
yorgunluğun, halet-i maraziyenin uyuşturucu tesirleri birdenbire zail oldu. Evvela
yalnız münferit şekiller almış bulunan azm-i milli umumi bir mecra bulabildi.
Adeta bir mucize mahiyetini haiz bu tahavvülün arkasında biz bütün azim ve
safveti ile yeni Anadolu'yu görüyoruz. Kalbimiz öyle temenni ediyor ki bu cereyan
Anadolu için yeni bir hayatın mukaddimesi olsun.”290
“Sivas Telgrafı” başlıklı yazısında da, Anadolu'daki milli harekatın
duyulması ile herkesin derin bir memnuniyet duyduğunu yazmıştır. Ahmet Emin:
“Milletin irade ve arzusu ne istikamette olduğunu anlamak için ortada hakimiyet-i
milliyeden başka bir rehber yoktur”291 demiş olmakla beraber yazılarında Amerika ile
geliştirilmesi gereken ticari ve siyasi ilişkilerden gazetecilik yaşamı boyunca söz
etmiştir. Öyle ki Ahmet Emin Milli Mücadele'nin bütün şiddet ile devam ettiği sırada
“vatandaşlık” kavramını tartışmaya açmıştır. Ona göre Türkçülük yerine Osmanlılık
anlayışı ile hareket edilmesi gerekmektedir. “Sıfat-ı tabiyeti ifade için Osmanlı yerine
Türk kelimesi kullanmanın pek çok mahzurları vardır”292 diye yazarak, çağımızda
“tabiyet” ile ne din, ne de kültür anlamının aranmadığını, kişinin belli bir devlete
kanunen bağlı olmasını, o ülkeyi benimsediğini gösterdiğini belirtmiştir. Örnek olarak
İngiltere'yi veren yazısında, İngiltere'de Anglo-sakson kültürü, Protestan dini hakim
olmasına karşılık Ortodoks bir Ermeni'nin, Rum'un veya bir Müslüman'ın kendi
inançlarını korumakla beraber İngiliz tabiyetini kazanabileceğini aktarmıştır.
289
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 43.
Ahmet Emin, “İstiklal”, Vakit, 3 Teşrin-i evvel 1919.
291
Ahmet Emin, “Sivas Telgrafı”, Vakit, 26 Teşrin-i evvel 1919.
292
Ahmet Emin, “Harekat-ı Milliye”, Vakit, 7 Teşrin-i evvel 1919. Aynı konuya değinen diğer
yazısı 29 Teşrin-i evvel 1919 tarihli “Siyasi Vatandaşlık III” ismini taşımaktadır.
290
93
Ahmet Emin'e göre, İttihatçılar kültürel Türkçülük yerine siyasal
Türkçülüğü getirdikleri zaman o ana dek Müslüman olan ve Türkçe konuşan, vatana
bağlı Arnavut, Arap, Kürt, Gürcü, Çerkez, vs olanlara Türkten başka bir şey oldukları
ilk kez hatırlatılmış ve ülkeye bağlı unsurlar gücendirilmiştir.293 Ülkeye bağlı olmak
itibariyle Anadolu'daki Hıristiyanların da vatandaş olduğunu yazarak iki farklı
gayrimüslim kesimden bahsetmiştir. Tamamen ülkeye bağlı olanlarla, Yunanistan ve
Ermenistan'a bağlı olanları bir tutmamak gerekmektedir. İkincileri “ağzımızla kuş
tutsak bile kendilerini memnun”294 edemeyeceğimizi ancak ülkeye bağlı olanların da
kazanılması gerektiğini yazmıştır.
Ahmet Emin tam bu sıralarda Prens Sabahattin'in fikirlerine değinen bir yazı
kaleme almıştır. Kendisinin ileri sürdüğü vatandaşlık, Türkçülük-Osmanlıcılık, adem-i
merkeziyet fikirleri ile Sabahattin'in fikirleri arasında bir paralellik söz konusudur.
Ahmet Emin'e göre Prens Sabahattin, en mükemmel merkeziyet sisteminin bile farklı
unsurlardan oluşan ülkeyi idare edemeyeceğini, gelişemeyeceğini anlayarak adem-i
merkeziyet fikirlerini ileri sürmüş ancak anlaşılamamıştır.295
Ahmet Emin'in ulusal mücadelenin bütün yoğunluğu ile devam ettiği bir
dönemde kaleme aldığı bu yazılarında genel olarak Anadolu'daki oluşumu destekler
görünmekle beraber, ciddi bir yaklaşım farkı olduğu anlaşılmaktadır. I. Dünya Savaşı
sonrasında dile getirdiği Türkçülük politikasının eleştirilmesi, Osmanlı vatandaşlığı
kavramı, adem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışı gibi üzerinde durduğu konular ile
savaştan yenik çıkmış, topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiş, işgal edilmiş ve
sınırları içindeki milletlerin ayrılıkçı emellerini dile getirdiği bir ortamda Anadolu'da
izlenen ulusalcı politikaya aykırı olduğu görülmektedir.
III. İşgal Yıllarında İstanbul ve Anadolu'da Basın
İstanbul'un işgali ile basına hem Padişah hem de işgal güçleri tarafından
sıkı bir sansür uygulanmaya başlanmıştır.296 Zekeriya Sertel, gazete yazılarının İngiliz,
293
Ahmet Emin, “Türkçülük ve Memleketçilik 1”, Vakit, 20 Teşrin-i evvel 1919.
Ahmet Emin, “Vaziyeti Anlıyor muyuz?”, Vakit, 7 Teşrin-i sani 1919.
295
Ahmet Emin, “Sabahattin Bey”, Vakit, 4 Kanun-i evvel 1919.
296
Yücel Özkaya, Milli Mücadele'de Atatürk ve Basın, (1919-1921), Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 1989, s 10.
294
94
Fransız ve İtalyan sansüründen geçtiğini, sansürden gelen yazıların dörtte üçünün
silinmiş olduğunu, bu nedenle gazetelerin birinci sayfalarının beyaz boşluklarla dolu
olduğunu anlatmaktadır.297 Yine Yakup Kadri Karaosmanoğlu da İstanbul’da
kendilerini en fazla rahatsız eden şeyin Fransız ve İngilizlerin sansür aracılığı ile basın
üzerinde uyguladıkları baskı olduğunu şöyle anlatmaktadır: “En basit bir şey için bütün
bir makaleyi çıkarırlardı. Sonra bununla da yetinmezler, çok kızarlarsa filan saatte sizin
başyazarınız gelsin derlerdi.”298 Karaosmanoğlu İtilaf devletlerinin bu davranışlarının
gazetecilerin “haysiyetlerine” nasıl dokunduğu üzerinde önemle durmaktadır. Özkaya,
İstanbul gazetelerinin 1921'e kadar ulusal bağımsızlık savaşından ve Mustafa
Kemal'den söz etmediklerini belirtmektedir. İstanbul basını, I. ve II. İnönü Zaferi'nden
ve Fransa İle Ankara Anlaşması'nın yapılmasından sonra Anadolu'daki Milli
Mücadele'ye yer vermeye başlamıştır.299 İstanbul'da, Tasvir-i Efkar, İkdam, Vakit, İleri,
Akşam, İstiklal gibi gazeteler Milli Mücadele'nin yanında yer alırken, Peyam-ı Sabah,
Alemdar, Yeni İstanbul gibi gazeteler de karşısında bir yayın çizgisi izlemişlerdir.
Alemdar'da Refi Cevat (Ulunay) ve Refik Halid (Karay), Peyam-ı Sabah'ta Ali Kemal,
Yeni İstanbul'da Sait Molla Milli Mücadele karşıtı ve İngiltere ile anlaşma yoluna
gidilmesi gerektiği yönündeki yazıları ile dikkatleri çekmişlerdir. Örneğin Refik Halid:
“Bizim için tutulacak yegane kurtuluş yolu Mütarekeden sonra, hemen İngiltere ile
beraber yürümek için siyasi teşebbüste bulunmaktı. Bunu nedense yapamadık.
Memleketin zırlak, çatlak, hımhım bir sesi, bir İttihatçı sesi vardı ki, bütün serap
olan ümitlerden sonra hala bu devletin yarını ile uğraşıyor” diye yazmakta ve
devamında “Bu devlet İngiltere'nin yardımını temin etmiş olsaydı İttihatçı çalabilir
mi, dağlara çıkıp köylüleri soyabilir mi, gece yollarda, sokaklarda adam öldürebilir
mi?”300 diye sormaktadır.
Aynı gazetede Refi Cevat, Anadolu'daki hareketi “eşkıyalık” ile
297
Zekeriya Sertel Nebizade Hamdi ile Yeni Ses adında çıkardıkları gündelik gazetede sansürün
baskısına kızarak halkı isyana teşvik eden yazı ve beyannamelere yer verdiklerini daha sonra bir eve
saklandıklarını anlatır. Gazetenin dağıtımı ile işgal kuvvetlerinin harekete geçerek gazeteleri toplatıp,
matbaayı basıp kilitlediklerini yazmaktadır. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, (1905-1950), Yaylacık
Matbaası, İstanbul, 1968, s 67.
298
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü Semineri, 11-12 Ekim
1973, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin Cumhuriyete 50. Yıl Armağanı, İstanbul, s 52.
299
Yücel Özkaya, a.g.e, s 12
300
Refik Halid (Karay), “Yine Muhtıra Münasebetile”, Alemdar, 9 Ocak 1920. Aktaran: İhsan
Ilgar, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973, s 28.
95
açıklamakta ve Yunan hükümetinin Müslüman halka karşı iyi niyet beslediğini Avrupa
huzurunda ispat etmeye çalışırken, bizim kendi milliyetçilerimizin Anadolu
Müslümanlarının mal ve canlarına her gün el uzattığını yazmaktadır.301 Hİ'nın yayın
organı olan Peyam-ı Sabah da Damat Ferit Paşa kabinesi ile İngiliz çıkarlarının
sözcülüğünü yapmıştır. Ali Kemal'in başyazarı olduğu gazetede, Anadolu'daki Milli
Mücadele ve kadro hakkında çok sert bir dil kullanılmıştır. Alemdar ve Peyam-ı
Sabah'ta
Anadolu'daki
mücadele,
“İttihatçılık”
ve
“Bolşeviklik”
olarak
değerlendirilmiştir.302 “Başta İngilizler olmak üzere İtilaf devletleri ile anlaşma yoluna
gitmeyi savunan303 Ali Kemal, Anadolu'daki hareketi sonuçsuz bir macera olarak
addedetmiş ve Milli Mücadelecilerin karşısında olmuştur. Ali Kemal 6 Mart 1920'de
kaleme
aldığı
yazıda
Mustafa
Kemal'in
Samsun'a
çıkışı
hakkında
şunları
söylemektedir:
“Samsun havalisi Ordu Müfettişi ve asayiş memuru Mustafa Kemal Paşa ezelden
mensup olduğu ocağı yeniden tutuşturmak için sağa sola bakmadı, mülk ve milleti
düşünmedi, vazifesini memuriyetini suistimal ederek, hükümet-i merkeziyeye ihanet
eyleyerek ayaklandı, ilk adımda ahali-i İslamiyeyi Havza'da camide toplayarak
surette müheyyiç (heyecan veren) lakin hakikatte mecnunane bir nutuk irad eyledi,
mecnunane çünkü hususuyla o sıralarda bize en ziyade müzaheret eden dost bir
devletin aleyhinde ateşler püskürüyordu.304
Ali Kemal, yazının devamında Mustafa Kemal'in “ısrarını ihanetten ari”
olarak niteleyerek, “mümessiller” dediği işgal güçlerinin durumu Babıali'ye haber
verdiğinde hükümetin böyle hareketleri cezalandırması gerektiğini ileri sürmüştür.
Ona göre Mustafa Kemal'in faaliyetleri sonucu “mümessiller” bize karşı siyasetlerini
değiştirmişlerdir. Yazılarında, Anadolu'daki Milli Mücadele'yi savunan Akşam'ın
yazarı Falih Rıfkı Atay'a ve diğerlerine “finolar”, Milli Mücadele liderleri için de
301
Refi Cevat (Ulunay), “Milliyetçilik Bu Demek mi?”, Alemdar, 1 Nisan 1920. Aktaran :İhsan
Ilgar, a.g.e., s 62.
302
Refi Cevat, “Bolşevik Avı”, Alemdar,29 Eylül 1919; Ali Kemal, “Bolşeviklik ve Türklük”,
Peyam-ı Sabah, 10 Kanun-ı evvel 1919.
303
Ali Kemal Osmanlı devletinin “düvel-i muazzıma” ile barışmak ve hoş geçinmek
mecburiyetinde olduğunu ve bu yolla kalkınmaya çalışması gerektiğini ileri sürer. Avrupa aleyhimizde
olduğu müddetçe Yunanistan ile mücadelemiz yararsızdır. Ali Kemal, “İtidal İle”, Peyam-ı Sabah, 4
Kanun-i sani 1921.
304
Ali Kemal, “Vaziyet Vahim İmiş”, Peyam-ı Sabah, 6 Mart 1920.
96
“Bolşevik ajanları, şakiler”305 gibi deyimler kullanmaktan çekinmemiştir. Falih Rıfkı
ise cephede Yunanlılar ve cephe gerisinde hıyanet olmak üzere iki düşman olduğundan
söz ederek, bu tür yayınları alanların hata ettiğini yazmıştır. Atay, “Sufli, çirkin,
caniyane bir merak saikasıyla bu yılanların ara sıra kıvranışlarını seyretmek için onları
kendi emeğimizle besliyoruz. Alman parasıyla Fransız casuslarına karşı neşrettirilen
“Gazette Jordan” acaba Paris'te çıksaydı, Fransız karinin bütçesinden yaşabilir
miydi?”306 diye sorarak ulusal basın ve ulusal bilinç arasındaki ilişkiye dikkat
çekmiştir.
Ali Kemal, 26 Ağustos'ta Büyük Taarruz başladığında ise şunları yazmıştır:
“Ankara başımızda oldukça bu keşmekeşlerden bu mülk için bir hayır doğarsa,
bilafarz İzmir ve Edirne kurtulursa, üç buçuk senedir havsalaya sığmayan
fedakarlıklarımızın, acılarımızın bir akibet-i hüsnaya hizmet ettiği tahakkuk eylerse
biz Türk olmak itibariyle seviniriz, sevincimizden çıldırırız, fakat aklen, irfanen bu
mertebe yanıldığımız için yalnız kalemimizi kırmak değil, insanlıktan bile istifa
eyleriz”307
Milli Mücadele zaferle sonuçlanınca BMM, Ali Kemal'e bir telgraf
çekerek, Yunan ordusunun imha edildiğini ve kendisinin vaat ettiği üzere “kaleminden
ve insanlığından feragat ettiği haberini” beklediklerini bildirmiştir.308 Vakit de telgrafı
7 Eylül'de aynen yayınlamakla beraber, kendi hesaplarına bir şey beklemediklerini, bu
gibi kişilerde hafızanın olmadığını yazmıştır. Vakit: “Bir vaadi hatırlamak ve tutmak
için ar, hicab gibi şeylerin vücudunu farz etmek lazımdır”309 yorumunda bulunmuştur.
10 Eylül'deki yazısında ise Ali Kemal, Ankara ile farklı yöntemler izlediklerini,
kendisinin de ülkeyi kurtarmak amacıyla hareket ettiğini ancak kendi yolunun yanlış
olduğunu yazmıştır.310 Yust, Ali Kemal'e karşı Ankara'da Peyam-ı Sabah adlı Aka
305
Hıfzı Topuz, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973, s 78.
Falih Rıfkı, “Sade Vahdet Değil, Nizama da İhtiyaç Var!”, Akşam, 18 Haziran 1922.
307
“Kalem ve İnsanlıktan İstifa Vaadi”, Vakit, 7 Eylül 1922.
308
“a.g.m
309
a.g.m.
310
Ali Kemal, “Gayeler”, Peyam-ı Sabah, 10 Eylül 1922.
11 Eylülde Ali Kemal'in gazeteden uzaklaştırıldığına dair haber çıkmıştır. Bir süre sonra İstanbul'daki
Milli Teşkilat tarafından kaçırılan Ali Kemal, Anadolu'ya gönderilmek üzere iken İzmit'te linç
edilmiştir. Ali Kemal'in öldürülmesinde Nurettin Paşa etkili olmuş, Ankara yönetimi de hukuki
yargılama olmadan böylesi bir harekette bulunulmuş olmasından hoşnut olmamıştır. Vakit, daha önce
306
97
Gündüz'ün çıkartmakta olduğu bir mizah gazetesinden bahsetmektedir. Gazetenin
başlığının altında, “İstanbul Peyam-ı Sabahı sahtedir. Gerçek Peyam-ı Sabah budur...
Ali Kemal koronun solistidir. Mihran karalamacıdır” ifadelerine yer verdiğini
yazmaktadır. Yust, 1922 baharında çıkmaya başlayan gazetede Ali Kemal'in
karikatürize edilmiş makalelerine de yer verildiğini belirtmektedir.311
Anadolu'ya kaçan İstanbul basınından Halide Edip, Ruşen Eşref, Yakup
Kadri gibi gazetecilerin Milli Mücadele'ye önemli katkıları olmuştur. Anadolu'daki
basın ise Padişah otoritesinden uzak ve işgal altında olmaması nedeniyle Milli
Mücadele'nin yanında yer almıştır.312 Anadolu gazeteleri Mustafa Kemal'in emir ve
konuşmalarını yayınlayarak, düzenlenen mitinglere, cephelerde elde edilen başarılara,
İtilaf devletlerine çekilen protesto telgraflarına gazetelerde yer vererek halkı haberdar
etmiş ve Milli Mücadele etrafında kamuoyu hazırlamışlardır.
Mustafa Kemal, ulusal mücadelede halkın desteğini kazanmak için basının
önemini kavramış bu nedenle İstanbul'da ve Anadolu'da çıkan gazeteler ve gazetecilerle
sürekli temasta olmuştur. Bizzat Sivas'ta 14 Eylül 1919'da İrade-i Milliye'yi, 10 Ocak
1920'de, Ankara'da Hakimiyet-i Milliye'yi yayınlatarak Anadolu'daki hareketin sesini
duyurmuştur. İsmi geçen gazetelerde Mustafa Kemal'in beyanları, temsil heyetinin
kararları, Milli Mücadele'yi destekleyen Anadolu basınından alıntılar, cephelerdeki
gelişmeler önemli bir yer tutmuştur. Yine Ankara'daki matbaa ihtiyacını karşılamak
hakkında İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkum edilen Ali Kemal'in Anadolu'da mahkemede
yargılanması gerektiğini, ancak İzmit'te halkın Ali Kemal'i tanıması sonucu linç hareketinin meydana
geldiğini yazmıştır. “Ali Kemal İzmit'te Halk Tarafından Linç Edildi”, Vakit, 8. Teşrin-i sani 1922.
1950'de Vatan'ın muhabirlerinden C.Yakup Baykal'ın, Ali Kemal'in mezarının yerini bulması üzerine,
kamuoyunda bir tartışma başlamıştır. Vatan, görüşlerinde aldanarak vatan haini durumuna düşen Ali
Kemal'in cezasını çektiği, ancak kendisinin ve ailesinin bir mezardan mahrum bırakmanın doğru
olmadığını ileri sürmüştür. Tartışmalar sonucunda Ali Kemal'in yirmi sekiz yıl sonra mezarı olmuştur.
311
K.Yust, Kemalist Anadolu Basını, (Yayına Haz: Orhan Koloğlu), Çağdaş Gazeteciler Derneği
Yayınları, Ankara, 1995, s 98.
312
Anadolu'da yayınlanan ve Milli Mücadele'ye destek veren gazeteler arasında İzmir'e Doğru,
Açıksöz, Öğüt, İstikbal, Albayrak, İrade-i Milliye, Babalık gibi gazeteler örnek verilebilir. Bu
örneklerin sayılarını artırmak mümkündür. Yust, Kemalistlerin hakimiyetindeki bölgelerde çıkarılan
yayınları yıllara göre şöyle vermektedir: 1918'de 15 yayın, (bunların ikisi aynı yıl kapanmıştır),
1919'da 14 yayın çıkmış, (üçü kapanmıştır),
1920'de 11 yayın çıkmış, (biri kapanmış),
1921'de 25 yayın çıkmış (onikisi kapanmış),
1922 Ocak- 1 Mayıs 1922'ye kadar yeni 16 yayın, (bunların ikisinini kapanmıştır.)
Yust 1 Mayıs 1922'ye dek Anadolu'da toplam 60 süreli yayından 50'nin gazete, 10'unun dergi
olduğunu belirtmektedir. Fiyat ve tirajları hakkında da, günlük yayınların aylık ücretinin 13 ile 50
kuruş arasında değiştiğini, Anadolu gazetelerinin tirajlarının 1000 ile 2500 arasında olduğunu, taşrada
ise bir iki yayının en çok 700-1000, genellikle de 200-400 arasında satılmış olduğunu yazmaktadır. K.
Yust, a.g.e., s 131-137.
98
için diğer bölgelerle sürekli irtibat halinde olarak, oralarda bulunan matbaaların
Ankara'ya getirtilmesi sağlanmıştır. Bir başka önlem, 1920'de çıkarılan talimatnameye
göre, İstanbul ile her türlü resmi haberleşmenin yasaklanması ve İstanbul'da
aleyhlerinde yayın yapan gazetelerin, halk üzerindeki olumsuz propagandanın önüne
geçmek için Anadolu'ya girmesinin engellenmesidir. Öyle ki Refi Cevat (Ulunay),
Alemdar'ın, Kuvayi Milliye'ye taraftar olan yerlerde okunmaması için bazı tedbirler
alındığından şikayet etmekte ve yazısının devamında şunları söylemektedir:
“Geçen günkü şikayetimizde bunların ne olduğu, nerelerde tutulmakta ve bunun
hangi hakka dayanılarak yapıldığı sorulmuş, binaenaleyh bu hususta gazetemiz
idaresinin, Posta Umum Müdürlüğüne aydınlatıcı bilgi vereceği, gönderilmeyen
veya iade edilen ve edilmekte bulunmuş olan gazetelerimizin gerekçe gösterilerek
idaremize teslimi gerektiği bildirilmişti. O gün bugündür gazetelerimizin yerlerine
gitmediğine dair çeşitli şikayetler almaktayız. Demek ki Kuvayi Milliye'ye taraftar
olan yerlerde hep birer Mustafa Kemal mevcut!”313
Koloğlu, hem dış dünyanın izlenmesinde hem de haber akışının Milli
Mücadele'ye zarar vermeyecek bir şekilde tutulmasında en fazla telgraftan
yararlanıldığını ve telgraf şebekesinin kontrol altında tutulmasına özen gösterildiğini
belirtmektedir.314 Gelen gazete ve yazışmaları kabul eden, geri göndermeyen
memurların Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile yargılanacakları bildirilmiştir. Anadolu'ya
gönderilen İstanbul ve yurtdışı kaynaklı yayınlar önce Ankara'ya bildirilmiş ve bu
gazeteler dikkatle incelenerek seçime tabi tutulmuştur.
Gerek Anadolu halkını doğru bilgilendirmek gerekse ulusal mücadeleyi
yurtdışında da duyurmak amacıyla Halide Edip ve Yunus Nadi Bey'in önerisi ile 6
Nisan 1920'de Ankara'da Anadolu Ajansı315 kurulmuştur. Alemdar, ajansın “uzun yıllar
pek çok yayın organının hemen hemen tek haber kaynağı olması” nedeniyle,
313
Refi Cevat Ulunay, “Yine Gazetelerimizin Tevkifi Hakkında”, Alemdar, 5 Ocak 1920. Aktaran:
İhsan Ilgar, a.g.e., s 24.
314
Orhan Koloğlu, a.g.e., s 22.
315
Anadolu'ya gitmekte olan Halide Edip, Yunus Nadi'ye, Ankara için bir ajansın gerekli olduğunu
belirttikten sonra, Ankara'da bir ajans kurarak yurt içi ve yurtdışına haber ulaştırmayı önermiştir.
Ankara'da Mustafa Kemal ile görüşmelerinde bu düşünceyi dile getirirler. Öneriyi çok olumlu
karşılayan Mustafa Kemal Ajansın kurulması işine hemen başlamış kısa bir süre sonra da Ajansın
kurulmuş olduğu ülkenin her tarafına bildirilmiştir. Yunus Nadi, Ankara'nın İlk Günleri, Ankara, 1955,
s 77.
99
Türkiye'deki haberleşmenin gelişmesinde önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir.
Yurtiçindeki ve yurtdışındaki gelişmeler Ajans aracılığı ile duyurulmuştur.316 Anadolu
Ajansı ile haber alma ve ulaştırma işi kısa sürede organize edilmiş, ajans haberleri
ülkenin büyük bir bölümüne ulaştırılmıştır. Özellikle Anadolu'da olup bitenlerden
haberdar olmayan İstanbul basını için Ajansın bültenleri çok önemli olmuştur.
TBMM'nin açılmasından sonra 6 Mayıs 1920'de Ankara Hükümeti, İstanbul basını ve
haberleşmesine sansür koyunca, Anadolu halkı gelişmeleri sadece Anadolu Ajansı'ndan
öğrenmeye başlamıştır. Özkaya Ajans'ın, izlenen ulusal politika ile ters düşecek
haberleri denetleyerek, BMM'nde alınan kararları halka ileterek, halk ile hükümetin
bütünleşmesini sağladığını belirtmektedir.317 Ajans tarafından yayınlanan bültenler
Anadolu'nun her yerine gönderilmiş, bunlar ya herkesin göreceği yerlere asılarak ya da
bölgenin basınında yer verilerek halka haber ulaştırması sağlanmıştır.
IV. Malta Sürgünlüğü
İstanbul'un işgal edilmesi ile İngilizler tutuklamalara başlamışlardır.
Öncelikli hedefleri, “mütareke uygulamasına” karşı geldikleri gerekçesi ile subaylar
olmuştur. Buna savaş sırasında İngiliz tutsaklarına kötü davrananlar ve Ermeni
soykırımından sanık olanlar da eklenmiştir. Suçlu olarak görülenler daha çok
İttihatçılardır.
Bahriye Nazırı Churchill, Malta Adası'nın, İngiliz donanma üssü olması
nedeni ile, tutsakların sürekli gözetimi altında olacakları bir yer olması nedeniyle
seçildiğini yazmaktadır.318 Tutuklama ve sürgüne göndermede güdülen başlıca amaç,
işgale direnişi engellemektir. Kutay, Malta'ya sürgünler ile İstanbul'dan Anadolu'ya
geçerek Kurtuluş Savaşı'na katılacak kişilerin hizmet alanından uzak tutulmasının
amaçlandığını belirtmektedir.319
Hİ'ın iktidara gelmesi ile İttihatçılara duyulan kızgınlık hat safhaya ulaşmış
ve her yerde partizanca bir tavır egemen olmuştur. Ahmet Emin, yeni hükümetin adının
316
Korkmaz Alemdar, İletişim ve Tarih, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2001, s 99. Alemdar'ın, Ajansın
arşivindeki belgelere de dayanarak yazdığı metin Ajansın kuruluşu ve gelişimi hakkında bilgiler
sunmaktadır.
317
Yücel Özkaya, a.g.e, s 47.
318
Cemal Kutay, Siyasi Sürgünler Adası: Malta, Posta Kutusu Yayınları, İstanbul, 1978, s 8.
319
Cemal Kutay, a.g.e., s 10.
100
kısa sürede rezaletlere karışması ile halkın İT’ye kızgınlığının azalmaya başladığını
söylemektedir. Özellikle dönemin ileri gelenlerini önce Bekirağa Bölüğü'nde tutup
sonra da onları İngilizlere teslim etmeleri Hİ idarecilerine duyulan güven ve hoşgörüyü
gittikçe zayıflatmıştır. Malta’ya sürülenlere ve ailelerine ne tutuklanma gerekçeleri ne
nereye gönderilecekleri ve akıbetlerinin ne olacağı açıklanmadığı için belirsizlik,
oldukça şiddetli ve endişe dolu bir süreç haline gelmiştir.
İttihatçılar Anadolu’daki kurtuluş hareketinin ilk çekirdeği olmuşlar,
İstanbul’daki tutuklamalar ise Anadolu’ya geçişi daha da hızlandırmıştır. Toplam 140
kişiyi bulan tutuklular içinde sadrazamlık, şeyhülislamlık, nazırlık, mebusluk yapmış
devlet adamlarının yanı sıra valiler, komuta düzeyinde de olmak üzere askerler ve
gazeteciler bulunmaktadır. Ebüziya Velit, Aka Gündüz, Ahmet Ağaoğlu, Süleyman
Nazif, Celal Nuri, Hüseyin Cahit ve Ahmet Emin tutuklanarak Malta Adası'na sürgüne
gönderilen gazetecilerdendir. Tevetoğlu, İngiliz Muhibleri Cemiyeti yöneticilerinin ve
İtilafçıların verdikleri jurnallerin, dönemin önemli yönetici ve aydınların Malta’ya
sürgün edilmesinde önemli rol oynadığını belirtmektedir.320 İstanbul Hükümeti'nin
İngilizlerle işbirliği yapmasına, saray çevresini tutan basın da dahil olmuştur. Öyle ki
Malta’ya sürülenler hakkında Sabah'ta imzasız başyazıda şunlar yazılmaktadır:
“Binaenaleyh on senedir memlekette haccacı zalime rahmet okutacak bir idare-i
müstebide ve menfura tesis eylemiş olan bu eşhas ancak şimdi Malta’ya doğru
giderken, o tatlı rüyayı tahakkümün ebediyen başlarına sıçramış olduğunu anlamış
bulunuyorlar”321
Tutuklamaların başladığı sırada, 23 Ocak 1919 günü Londra’da yapılan
toplantıda “suçlu” Türklerin tutuklanıp cezalandırılmaları, eğer suç, işgal edilen
yerlerde işlenmiş ise İngiliz Askeri Mahkemesi'nde, işgal edilmemiş topraklarda
işlenmişse bu kişilerin yargılanmalarının Türk adaletine bırakılamayacağı için
suçluların Malta Adası'na sürülmesine karar verilmiştir. Müttefikler daha sonra
verecekleri karara göre suçluları yargılayacaktır. Şimşir, suçlar sıralanırken hiçbir
hukukçuya danışılmadığını ve bu suçların tamamen keyfi olarak belirlendiğini
320
321
Fethi Tevetoğlu, a.g.e, s 119.
Tarık Mümtaz Göztepe a.g.e., s 174.
101
belirtmektedir.322
Suçlular, mütareke hükümlerine uyulmasına engel olanlar, İngiliz
komutanlarına, subaylarına hakaret edenler, tutsaklara kötü davrananlar, Türkiye’de ve
Kafkasya’da, Ermenilere ya da öteki ırklara mensup tebaaya tecavüz eden ve
taşkınlıklarda bulunanlar, emlakin yağmasına ve tahribine katılanlar şekinde başlıklar
altında toplanarak, yakalanmaları yönünde emir verilmiştir.323 Şimşir, bu kişiler suçlu
iseler neden mahkemeye yollanmadıklarını sormakta ve genelde bu iddiaları
kanıtlayacak delillerin ortada olmadığını belirtmektedir.
1919
yılının
ilk
günlerinde
tutuklamalar
başlamıştır.324
Bekirağa
Bölüğü'nde bulunanların Malta’ya sürülmesine karar verilmesi ile 28 Mayıs’ta Princess
Ena gemisi ile 78 kişi Malta'ya gönderilmiştir. Sürgün olayı Mart 1919’da başlamış ve
Kasım 1920’ye kadar sürmüştür. Bu yirmi aylık süre içinde toplam 144 kişi Malta’ya
yollanmıştır.
Sürgünler arasında yer alan Hüseyin Cahit, Malta’ya gönderildiği sırada
ülkenin içinde bulunduğu psikolojiyi şöyle anlatmaktadır:
“Bir hakikat vardı ki o da memleketin her gün biraz daha mahva, harabeye doğru
gitmesi idi. Son felaketin artık gecikmeyeceği korkusu herkese çöküyordu. Ve işte
bizleri de İngilizler alıp götürüyorlardı. Bu devlette artık velet denilebilecek bir hal
kalmış olsaydı, sadrazamı, şeyhülislamı, vükelası, ayanı, mebusanı, valileri, rüesayı
memurini, zabıtası ve sairesiyle koca bir heyet, ecnebi bir devletin eline teslim
olunur mu idi? Bu da gösteriyordu ki artık çözülmenin son dakikalarını
yaşıyordu.”325
Malta'ya sürgüne gönderilenler arasında İstanbul'da toplanan Mebusan
322
Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, BilgiYayınları, 2. Baskı, Ankara, 1985, s 39.
Gotthard Jaeschke, Kurutuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1991, s 174.
324
1 Şubat 1919'da İngiltere Yüksek Komiseri Calthorpe 23 kişilik bir liste hazırlayarak, Osmanlı
Dışişleri Bakanı'na sunmuş ve bu kişilerin İngiliz Askeri Mahkemelerinde yargılanmak üzere teslim
edilmesini istemiştir. Tutuklanmasını istediklerinin çoğunluğunu asker oluşturmaktadır. Tevfik Paşa
ise devletin kedi yurttaşları üzerinde yargı yetkisini kullanamayacak olmasını egemenlik hakkından bir
taviz olarak değerlendirerek bu teklifi kabul etmemiştir. On beş gün sonra 4 Mart 1919'da Damat Ferit
Paşa sadrazam olunca İngilizlerle tam bir işbirliği dönemi başlamıştır. İlk önce içinde İttihatçıların
bulunduğu 42 kişi yakalanmış ve bu sayı kısa sürede 100'ü bulmuştur. Tutuklananlar arasında yer alan
Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey, Ermeni olaylarında müdahil olduğu gerekçesi ile idam edilmiştir.
28 Nisan'da Ziya Gökalp, Sait Halim Paşa gibi İttihatçıların önde gelenlerinin yargılamaları
başlamıştır.
325
Hüseyin Cahit, “Milli Mücadele Devri ve Sonrası: Mütareke ve Malta” Halkçı, 9 Şubat 1955.
323
102
Meclisi'nin üyeleri de vardır. Anadolu’da Meclis'in açılması halinde, Ankara'dakilerin
Padişah ve meşru hükümete karşı geldikleri şeklinde propaganda yapılabileceğini
bunun halk arasında ayaklanmalara neden olabileceğini söyleyen Karabekir, Meclis'in
önce İstanbul’da toplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu Meclis, İngilizler
tarafından Kuvayı Milliye’nin sonucu değerlendirilecek ve kapatılması ile Anadolu'da
milli hükümetin kurulması için en uygun fırsat yakalanmış olacaktır. Bunun üzerine
Rauf Bey İstanbul’da 12 Ocak 1920’de açılan Meclis'te görev almayı kabul etmiştir.
Rauf Orbay anılarında, Meclis’i İstanbul’da toplamak yönündeki kararın daha 1919
Kasım'ında Mustafa Kemal, Karabekir, Ali Fuat Paşalarla birlikte Sivas’ta yapılan
toplantıda alındığını belirtmektedir.326
Son Osmanlı Meclisi 12 Ocak ile 6 Mart 1920 tarihleri arasında çalışabilmiş,
dağıtılmadan önce 17 Şubatta Misakı Milli'yi kabul etmiştir. Ahmet Emin bu karar
hakkında: “Böylece milli birlik halindeki Türkiye, galip devletlerin idam hükmünü
hiçe saydığını, kendi rızasıyla Arap vilayetlerden vazgeçtiğini, milli yurdunun
hududunu çizdiğini, tam istiklalden başka bir şeye razı olmayacağını, dost bir büyük
milletin yardımıyla esaslı ıslahata girmeye hazırlandığını belli etmişti”327 yorumunu
yapmaktadır.
Mustafa Kemal, bu kişileri Malta sürgünlüğünden kurtarmak için elinden
geleni yapmıştır.328 16 Mart’ta bir bildiri yayınlayarak işgali protesto etmiş ve bunun
326
Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasi Hatıralarım, C. 2, Emre Yayınları, İstanbul, 1993, s
29. İstanbul'daki Meclis'in İngilizler tarafından dağıtılmasından Kurtuluş Savaşı için yararlanılması
yolunda, Rauf Bey gerekirse Meclis'in ortasında bomba patlatarak kendini feda edeceğini söylemiştir.
Mustafa Kemal İngilizlerin tavırlarının tutuklama yönünde olacağı için Meclis'in basılması ve
yakalanması halinde kaçması yönünde Rauf Bey'e telgraf çekmiş ancak Rauf Bey kalmayı tercih
etmiştir.
Rauf Bey, anılarında, İstanbul'dan Anadolu'ya önemli insanlar kaçırdığını, istese kendisinin de
kaçabileceğini, birçok arkadaşının kendisine güvenerek Meclis'e geldiğini ve onları orada
bırakamadığını yazmaktadır. Yine Anadolu'daki arkadaşlarının kuracakları Meclisle, yeni hükümeti
oluşturup idare edebileceklerini, kendisi için asıl olan Meclis'in İngilizler tarafından basılmasını
sağlamak olduğunu belirtir. Rauf Bey: “Bu olmadıkça, Anadolu'da ne Millet Meclisi ne de Milli
Hükümet kurulabilirdi” diye yazmaktadır. Rauf Orbay, a.g.e. s 275.
327
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 53.
328
7 Mart 1921'de Malta sürgünlerinin durumunu görüşmek üzere İngiliz ve Türk delegeleri bir
araya gelmişlerdir. Türk tarafı, 21 İngiliz tutsağına karşı 120 Türk sürgünün serbest bırakılmasını
isterken, İngilizler de Malta'da kalacak olan sürgünlerin kendileri tarafından yargılanmasını talep
etmişlerdir. Ankara'dan gelen kesin talimatta sürgünlerin hepsinin kurtarılması istenirken, Bekir Sami
Bey talimatın dışına çıkarak bazı sürgünlerin İngilizlerin elinde kalmasına razı olmuştur. 16 Mart
1921'de imzalanan Londra Anlaşması'na göre, imza atıldığı sırada Malta'da bulunan 118 sürgünden
64'nün serbest bırakılması kararlaştırılmış, kalan 54 sürgünün ise İngilizlerce, ya da uluslararası bir
mahkeme yargılanması kabul edilmiştir. Anlaşmada Türk vatandaşlarının yabancılarca yargılanmasını
103
Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilmiş bir darbe olduğunu
söylemiştir. Mustafa Kemal, Malta sürgünlerine misilleme olarak Anadolu’da bulunan
yabancı subayları tutuklatmıştır. Anadolu’da yakalanan rehineler 21 kişi kadardır.
II. İnönü Zaferi'nden sonra 40 sürgün salıverilmiştir. Mustafa Kemal ise
bırakılanların arasında yakın arkadaşları olmadığı için, karşılık olarak İngilizlerin çok
önem verdikleri tutsakları Anadolu’da alıkoymaya devam etmiştir.329 Sakarya
Zaferi'nden sonra İngiltere daha uzlaşmacı bir tavır takınmış ve karşılıklı değiş tokuşu
benimsemiştir.330 25 Ekim'de sürgünler Malta’dan yola çıkarılmış, gemiler 30 Ekim'de
İstanbul’a varmış, değiş tokuş İnebolu’dan yapılacağı için İstanbul'a ayak basmalarına
izin verilmeden yola devam edilmiştir.
Ahmet
Emin,
Ankara
yönetiminin,
İngiliz
esirlerinin
listesinin
hazırlanmasında aslen Maltızlı olup İngiliz vatandaşı olarak görünenlerin durumundan
yararlanarak, İngiliz esirlerinin sayısını fazla gösterdiklerini böylece pazarlık payını
artırmaya çalıştıklarını yazmaktadır. İngiliz esirlerinin 30 kişiden 25’i resmi açıdan
İngiliz olmakla beraber, aslen Maltızlı olup, Zonguldak civarına yerleşerek Rum
kadınları ile evlenmişler ve bunların çocukları da kayıtlara İngiliz olarak geçmiştir.
Kalan beş kişi ise Albay Rawlinson ile bir iki İngiliz subayıdır. Ahmet Emin
tutukluların değiş tokuşunu:
“İngiliz” diye gerçek İngiliz aileleri bekleyen vapur subayları, gelenleri görünce,
fena halde surat astılar. Hukuk ölçüleriyle İngiliz olan bu adamların kendilerinin
gözünde İngilizlikle hiçbir ilgisi yoktu. En garibi, biz bu İngilizlerle vapur subayları
arasında tercümanlık vazifesi görüyorduk”331 diye anlatmaktadır.
A. Ahmet Emin'in Malta Yılları
31 Mart günü Malta’ya sürülenler arasında Ahmet Emin de bulunmaktadır.
kabul etmiş olması, kendisine verilen talimatların dışına çıkmış olması nedeni ile dönüşünde Bekir
Sami Bey Dışişleri Bakanlığı'ndan geri çektirilmiştir.
329
Bilal Şimşir, a.g.e, s 412.
330
Uzun süren diplomatik görüşmeler sonucunda önce 1 Haziran'da, Malta'da Türk tutsaklarının
ancak üçte biri salıverildiği için, İngiliz tutsakların da üçte biri olan 10 kişinin salıverileceği
duyurulmuştur. 14 Haziran'da da İngiliz tutsaklarının hepsine karşılık olarak, Malta’dakilerin hepsinin
salıverileceği bildirilmiştir. 29 Eylül 1921'de Londra ve Ankara temsilcileri, 1 Ekim 1921'de tüm
tutsakların değiş tokuşunu kabul etmişlerdir.
331
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 224.
104
Kendisine verilen numara 2787’dir. İngiliz Yüksek Komiseri Londra’ya sunduğu
raporda tutuklananlar arasında Ahmet Emin şöyle tanıtılmaktadır:
“Ahmet Emin Bey (Yalman) Vakit gazetesi başyazarı. Selanik Yahudi dönmesi.
Savaş içinde Alman parasıyla beslendiği söylenir. Savaş öncesinde birkaç yıl
Amerika’da kaldı.”332
14 Mart 1920 akşamı Hilal-i Ahmer Genel Sekreteri olan Dr. Adnan
Adıvar İstanbul'da Ahmet Emin’i evine çağırmıştır. İstanbul'un işgali ve Malta’ya
sürülme olaylarını yabancı kaynaklardan haber alan Adıvar, Ankara’ya gitmek üzere
olup, Ahmet Emin’i de uyararak Anadolu’ya geçmesini istemiştir. Ancak Ahmet Emin
anılarında bunu o zaman kavrayamadığını, ısrarın anlamını anlayabilmiş olsa
kendisinin
de
Malta’ya
sürülenler
arasında
bulunmayacağını,
333
mücadeleye birebir tanıklık edenlerden olacağını yazmaktadır.
Anadolu’daki
16 Mart'tan sonra
Halide Hanım, Dr. Adnan Adıvar, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak Anadolu’ya kaçmışlardır.
20 Mart'ta ise Ahmet Emin’in evi, kendisi olmadığı bir akşam aranmış ve bir takım
evraklarına el konmuştur.
Bu durumda ne yapacağına önce karar veremeyen Ahmet Emin önce
yabancı dostlarına başvurmuştur. Amerikan Elçiliği'ndeki iki arkadaşının ardından
Amerikan Fevkalade Komiseri Amiral Bristol ile görüşmüştür. Amiral kendisine
İngilizlere teslim olmanın anlamsız olduğunu, “Ankara’da görev alan vatandaşların
kendisine yardıma ihtiyaçları olduğunu” belirtmiş hatta kendisine bir araba vererek
kaçmasına yardım etmeyi teklif etmiştir. Kararsız kalan ve son kez de İtalyan
Elçiliği'ne giderek Sforza ile görüşen Ahmet Emin, Sforza'nın Malta’ya sürülenlerin üç
devletin sorumluluk ve teminatı altında olacakları güvencesini vermesi üzerine teslim
olmaya karar vermiştir. Teslim olmak için bir takım mercilere başvurmuştur. Bu süreci:
“O gün akşama kadar Beyoğlu caddesinde dolaşarak beni tevkif etmekle ilgili olan
makamı aradım. Şimdi itiraf edeyim ki tevkif edilmek için başvurmadık kapı
bırakmayan adam, pek gülünç bir durumdadır. Bir filmci karşıma çıkıp, kendini
tevkif ettirmeye çalışan firarinin hikayesi” diye filmimi alsaydı, pek canlı bir
332
333
Bilal Şimşir, a.g.e., s 67.
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 55.
105
komedi meydana getirmiş olurdu. Fakat ben hareketimi garip ve olağandışı
bulmuyordum”334 şeklinde anlatmaktadır.
Bütün gün boyunca teslim olmak için birçok yere başvuran Ahmet Emin
matbaadaki arkadaşının tavsiyesi üzerine sonunda kaçma girişimlerine başlamıştır.
Arandığı bu dönemde kendisine Ali Naci (Karacan), evde saklayarak yardım etmiştir.
Ebuzziya Velit, Süleyman Nazif, Celal Nuri gibi gazetecilerin tevkif edilmesi
karşısında Ahmet Emin uzun bir kararsızlıktan sonra tam teslim olmaya giderken yolda
kendini arayan subaylar tarafından tevkif edilmiştir. Hatta tutuklandığı merkezde
ifadesini alan subaylar Ahmet Emin’in kendini tutuklattırmak çabalarını gülerek
karşılamışlardır. Anılarında ilgili subayın şunları söylediğini aktarmaktadır:
“Burada Vakit başyazarı var. Kendisini Arabyan Hanı'na göndermek için iki silahlı
yollayınız. Gerçi yollamazsanız da olur. Kendisi Malta’ya gitmek için çıldırıyor.
Göndermezsek kederinden belki de intihar edecek. “Malta’ya git, kendini teslim et”
diye eline kağıt verip yolcu vapuruna bile bindirsek, kendi kendine oraya kadar
gidecek.” 335
Malta'ya gittiğinde orada bulanan ve kendisini karşılayan tutuklular da
Ahmet Emin'in kendi isteği ile gelmesini gülerek karşılamışlardır. Ahmet Emin'in
Anadolu'ya geçmek yönündeki kararsızlığında Anadolu'daki Milli Mücadele'nin
seyrinin ve sonucunun ne olacağına dair duyduğu güvensizlik etkili olmuştur. Yabancı
elçiliklere yaptığı başvurular sonucunda, Malta’dakilerin üç devletin sorumluluk ve
teminatı altında olacaklarının belirtilmesi Ahmet Emin'in Malta'ya gitme tercihini de
belirlemiştir. Yine kendisinin 17 Ocak 1920’de kaleme aldığı “Malta Yaranının Hayatı”
başlıklı yazısı da gösterdiği üzere, Malta'daki tutukluların yaşam şartlarının zorlayıcı
olmadığını düşündüğü açıktır. Zira bu yazıda “Siviller ve askerler bir arada vakit
geçiriyorlar ve musiki ile ve diğer eğlencelerle meşgul oluyorlar” ifadelerine yer vermiş
buna da Malta'da bulunan Ağaoğlu Ahmet Bey tepki göstermiştir.
Tutuklama işlemini yapan subayın, Tanin’de yazdığı yazıların konularını ve
savaş muhabiri olarak Almanya'daki görüşmelerini sorgulamasından, Ahmet Emin
334
335
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 60.
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 68.
106
kendisinin bu konu hakkında jurnal edildiğini düşünmektedir. Savunma olarak da,
“cephe arkasını ve askeri cepheyi manevi olarak desteklemek ve şevk yaratmaya
çalışmanın, her kalem sahibi için bir vazife”336 olduğunu bildirmiştir.
Arabyan Han’ında bir gece kaldıktan sonra “Cardiff” kruvazörü ile Malta’ya
yola çıkarılmış, Polverista Kışlası'na, yolculuğunun dördüncü günü gelmiştir. Şimşir,
Ahmet Emin'in 29 Mart'ta Malta’ya vardığını söylediğini ancak İngiliz belgelerinde 31
Mart'ta vardığının belirtildiğini yazmaktadır. Şimşir, “Anlaşılan Ahmet Emin
Yalman’ın seyahat ve macera arzusu ağır basmıştır. İngilizlerin de kendisine biraz
yumuşak davrandıkları dikkati çeker”337 yorumunu yapmaktadır.
Ahmet Emin’in Malta’da bulunduğu süre içinde gazetenin yönetimini
Mehmet Asım devralmıştır. Vakit, Milli Mücadele yıllarında Anadolu hareketini
destekleyen bir yayın çizgisi takip etmiştir. Anadolu'daki milli kuvvetlerden söz eden
yayınlara işgal güçleri ve İstanbul Hükümeti tarafından sansür uygulanmış, Vakit’in
Anadolu hareketini destekleyen tutumu karşısında, Matbuat Müdürü Abdullah Zühtü,
Mehmet Asım'ı Vakit'in yayınlarından memnun olmadıkları yönünde uyarılarda
bulunmuş, buna karşılık da Mehmet Asım şu cevabı vermiştir:
“Hadiseler karşısında sükut ediyoruz. Bir gazete yazdığı şeylerden dolayı mesul
edilebilir. Fakat şu veya bu mesele karşısında sükut ettiği için nasıl mesul
edilebilir?”338
Vakit, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının fotoğraflarını yayınlamasından
dolayı Nemrut Mustafa Divanı'nda yargılanmış ve on gün tatil edilmiştir. Ahmet Emin
Malta'da olduğu süreçte gazete tarafından kendisine her ay önce 20, sonraları 25 İngiliz
lirası gönderilmiştir.
Ahmet Emin, “Malta’ya ilk kafile ile gelenler arasında gazetecilere karşı
umumi bir küskünlük olduğunu”339 belirtmektedir. Kendisine karşı olan küskünlüğün
sebebi ise İT’yi savaş yıllarında eleştirmesinden kaynaklanmaktadır.
336
337
338
339
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 69.
Bilal Şimşir, a.g.e, s 181.
Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, Vakit Matbaası, İstanbul, 1964, s 25.
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 93.
107
Tutuklu bulundukları sırada dışarıya haber vermek ve haber almak büyük
bir problem olmuştur. Anadolu'daki gelişmeleri Times, Matin gazetelerinin yanı sıra
Malta’da çıkan bir ajans bülteninden takip edebilmişlerdir. Daha sonra ise yabancı
gazeteleri elde edip okuma fırsatı bulmuşlardır. Sürgünler için İstanbul’dan gelecek
haberler oldukça önemlidir, bu ihtiyaçlarını İstanbul’dan gelen paketlerin gazetelere
sardırarak almak yoluyla karşılamaya çalışmışlar ancak bir süre sonra bu durum
anlaşıldığı için gazeteler alındıktan sonra kendilerine verilmemeye başlanmıştır.
Ülkenin içinde bulunduğu duruma dair merakla haber bekleyen sürgünler için yeni
gelenlerden haber almak bir başka çare olmuştur.
Gelenler arasında neden geldiğini bilmeyenler çoğunlukta olup, isim
yanlışlığından gelenler de bulunmaktadır. Malta’da bulunanlar, günlük hayatlarında
yabancı dil öğrenmek, bahçe ile uğraşmak spor yapmak, kendi hobileriyle ilgilenmek
ve sosyoloji, felsefe dersleri almak gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kaçma planları
yapan sonra bunu eyleme geçirenler olmasına karşın, Ahmet Emin kaçması halinde
gazetenin kapanması ve birçok kişinin açıkta kalma ihtimalini düşünerek, kaçma
girişiminde bulunmayı düşünmediğini yazmaktadır. Tutuklu bulundukları süre içinde
gerek İngiliz ve gerekse yabancı hükümetlere pek çok protesto mektubu yazarak tutuklu
bulunmalarının haksızlığını dile getirmeye çalışmışlardır. Ancak Şimşir, sürgünlerin
yazdığı protesto mektuplarının oldukça fazla olmasına rağmen, “Türkiye’de polemikleri
ile tanınmış Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman gibi kalem sahiplerinin
Londra’da tek bir mektubuna rastlayamadık. Öteki sürgünler İngilizlerle kavga ederken
bu gazeteciler susmuşlardır”340 demektedir.
Ahmet Emin Malta’da toplam iki yıl kalmıştır. İnebolu’daki esir değişimi
sonucunda tamamen serbest bırakılması ile ilk önce ailesini ziyarete giden Ahmet Emin
daha sonra Ankara’ya geçmiştir.
Dönüş yolculuğu sırasında Zonguldak’ta iken Ankara Hariciye Vekili Yusuf
Kemal Bey'den gelen bir telgrafta, kendisinin Büyük Millet Meclisi Matbuat Umum
Müdürlüğü'ne atandığı ve bu görevi kabul ettiğine dair cevabın beklendiği yazmaktadır.
Ancak Ahmet Emin'in gazeteci olarak kalmak istediği için görevi kabul etmediğini
şöyle belirtmektedir:
340
Şimşir, a.g.e, ss 253.
108
“Yusuf Kemal Beye bir teşekkür telgrafı çektim, teklifi kabul edemeyeceğimi,
memlekete gazeteci sıfatıyla hizmet etmeğe devam arzusunda olduğumu,
İstanbul’da birkaç gün kalarak Ankara’ya ve cepheye koşacağımı ve böylece milli
vazifemi yerine getireceğimi anlattım.”341
Yine kendi ifadesi ile Ankara’da bulunduğu sırada Washington’a elçi olarak
gönderilmesi teklifi yapılmış ancak onu da geri çevirmiştir.
1927 yılında, eski Malta sürgünleri İngiltere Hükümeti'nden tazminat
isteme konusunu gündeme getirmişlerdir. Lozan Anlaşması'na göre bir Türk-İngiliz
hakem mahkemesi (Muhtelit Mahkeme) kurulmuş, İngilizler, Türk Hükümeti'nden
çeşitli başlıklarda tazminat almışlardır. Malta sürgünleri de aynı Karma Hakem
Mahkemesi'ne baş vururarak Malta'da gördükleri muameleden dolayı davacı
olmuşlardır. Davacıların başında ismi geçenler Eczacı Mehmet Bey, Albay Celal Bey,
Mahmut Kamil Paşa, Ahmet Emin, Esat Paşa (Işık) ve Mustafa Abdülhalik (Renda)'dır.
Ahmet Emin’in davasını da Prof. Muslihiddin Adil diğer davalara örnek olmak üzere
üstlenmiş, İngiliz Hükümeti'nden 5400 liralık tazminat talep etmiştir. Ancak Mahkeme,
29 Haziran 1927 günü yetkisizlik kararı yanı sıra Ahmet Emin Bey'den de 240 lira tutan
mahkeme giderlerini ödemesini istemiştir.342
1942'de gazetecilerin İngiltere ziyareti sırasında The Daily Telegraph'ta
yayınlanan yazısında Ahmet Emin, Malta'daki sürgün yılları üzerinde durmuştur. Malta
sürgünlüğü ile tarih boyunca yakın işbirliği içinde olan Türkiye-İngiltere ilişkilerinin
zedelendiğinden ancak II. Dünya Savaşı yıllarında İngiltere ile sağlam bir ittifak
kurulduğundan ve Türkiye'nin cesur ve gözü pek duruşunun Almanya'nın önündeki
engellerden biri haline geldiğinden söz etmiştir.343
V. Anadolu'da Milli Mücadele ve TBMM’nin Açılması
Anadolu'daki Milli Mücadele'ye destek verebilecek önemli bir kesim Malta
Adası'na sürgüne gönderilmiş olmakla birlikte, Mustafa Kemal öve yakın
341
342
343
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 226.
Bilal Şimşir, a.g.e., s 405.
Ahmet Emin Yalman, “Turkey's Unwavering Loyalty”, The Daily Telegraph, 29 Eylül 1942.
109
arkadaşlarının önderliğinde Anadolu'daki direniş hızla örgütlenerek yeni bir devletin
temelini atma yoluna girmiştir. Saray ile HİF işgaller karşısında sessiz kalmış ve işgalci
güçlerle anlaşmanın daha az kayıplara yol açacağına inanmışlardır. Öte yandan liderleri
yurtdışına kaçmış olsa da etkileri hala devam eden İttihatçılar, Anadolu’daki direnişin
hazırlanmasında önemli rol oynamışlardır.
Bu süreçte Erzurum Kongresi'nin ardından ulusal boyutta temsil niteliğinde
olan Sivas Kongresi yapılmış, İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan 16 Mart 1920’de
İstanbul'un işgal edilmesi ile kapatılmıştır. Ancak Mebusan Meclisi kapanmadan önce
Misak-ı Milli’yi kabul etmiştir. Bunun üzerine, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti, ülkenin yönetimini üstlenmiştir. Mustafa Kemal gerekli mercilerle temasa
geçerek Ankara’da bir Meclis kurulmasına karar vermiş ve seçimlerin yapılmasını
bildirmiştir. 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi
(TBMM) ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır.
23 Nisan 1920’de açılan I. Meclis, 15 Nisan 1923’e dek 36 ay faaliyet
göstermiştir. I. Meclis döneminde en önemli konu Anadolu’daki Milli Mücadele'yi
örgütlemek olmuştur. Milli Mücadele sadece işgalci güçlere karşı değil, İstanbul’daki
saray ve çevresine ve bunların neden oldukları iç isyanlara karşı da verilmiştir. İç
isyanların yanı sıra asker kaçakları ve bunların neden olduğu çete kurma, soygunlara
karışma sorunu da gündemi işgal eden konulardan biri olmuştur. TBMM'nde,
Anadolu’da otoriteyi kurmak, casusluk olaylarının önüne geçmek, asker kaçakları
sorununu çözmek, ulusal birliği sağlamak, huzurlu ve güvenli bir ortamın oluşması için
Meclis'in kararlarına uymayan veya bunların aleyhinde bulunanların yargılanması için
29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edilmiştir.344 Kanun öncelikle sivil
mahkemeler ve harp divanlarında uygulanmış ancak istenen sonucun alınamaması
üzerine İstiklal Mahkemeleri'nin kurulmasına karar verilmiştir.345 Kılıç Ali anılarında,
344
Meclisteki görüşmelerde kanunun hangi mahkemelerde yürtüleceği tartışılmış, davaların çabuk
sonuçlandırılması konusunda normal mahkemelerde hemen sonuç alınamayacağı ileri sürülmüştür. Bir
diğer tartışma konusu da yargılamanın nerede yapılacağına ilişkindir. Mahkemenin bulunduğu yere
suçluların getirilmesinde karşılaşılacak güçlükler nedeniyle suçun işlendiği yerde yargılamanın
yapılmasına karar verilmiştir.Ergun Aybars, İstiklal Mahemeleri...., s 27.
345
Asker kaçakları ve bunlara yardım edenleri yargılamak, zararlı propagandalara karşı mücadele
etmek ve Anadolu'da otoriteyi sağlamak üzere kurulan İstiklal Mahkemelerinin kararı kesindir, temyizi
yoktur. Mahkemeler vatana ihanet, ayaklanma, casusluk, halka eziyet, adam öldürme, düşmana yardım
etme, soygun gibi davalara bakmıştır. İstiklal mahkemeleri 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile
110
İstiklal Mahkemeleri'nin Rusya’daki Çeka mahkemelerine benzetildiğini, oysa onların
görevlerinin sadece insanlarına korku vermek iken, İstiklal Mahkemeleri'nin adalet
simgesi ve inkılabın dayanağı olduğunu söylemektedir. Kılıç Ali: “Fakat itiraf
etmeliyim ki bizim mahkemelerimiz de o kadar yumuşak değil, biraz sertçe, ağır değil
oldukça süratli idi”346 demektedir.
I. Meclis'te, farklı gruplaşmalar oluşmuştur. Bunlardan bir tanesi komünist
eğilimli olanı347 diğeri de İttihatçıların oluşturduğu guruplaşmadır. Yine bir diğer
oluşum II. Grup adını alan muhalif harekettir.
Mustafa Kemal Meclis'te kendine yakın kişilerden oluşan ve çoğunluğun
desteğini alan bir grup kurma yoluna gitmiştir. 10 Mayıs 1921’de Meclis'te, Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu (ARMHG) kurulmuş, iktidarın bazı uygulamaları
karşısında, muhalif tavır sergileyen milletvekilleri bir araya gelerek 1922 Temmuz'unda
II. Grubu oluşturmuşlardır.348 II. Gurubun öncülüğünü Hüseyin Avni (Ulaş), Selahattin
Köseoğlu ve Ali Şükrü Beyler yapmıştır. II. Gurubun oluşumu ile Meclis'te
anlaşmazlıklar kendini göstermeye başlamıştır.
A. Malta Dönüşünde Ankara'da Ahmet Emin
4 Kasım 1921'de İstanbul'a gelen Ahmet Emin'in Vakit'te, “Vatana Dönüş”
başlıklı yazısı yayınlanmıştır. Ertesi günkü yazsında Anadolu'nun prensiplere
Ankara'da ve Doğu'da yeniden faaliyete başlayacaktır. Mahkemelerin görevi 1927'de sona ermiş,
1949'da ise Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
346
Kılıç Ali, Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen Hulusi Turgut, İş Bankası Yayınları, 6. Baskı,
İstanbul, 2005, s 373.
347
Aydemir, Mecliste veya çevresinde beliren dört komünist parti veya hareketten bahseder. Bunlar
Yeşil Ordu (hem gizli hem açık), Türkiye Komünist Partisi (gizli), Halk İştirakiyun Partisi (açık) ve
Türkiye Komünist Partisidir. (açık ve resmi) Bu hareketlerin halka dayanmayan, sınıf mücadelesi
yolundan gelmeyen, doktrine dayanmayan, önderleri sosyalist formasyona sahip olmayan, “basit iç
siyaset veya şahıs didinmelerinden ibaret” hareketler olarak niteler. Resmi olarak kurulan Türkiye
Komünist Partisi ise, etki alanı hızla genişleyen Rusya dolayısyla komünizme karşı kontrolü elde
tutmak amacıyla hayata geçirilmiştir. Şevket Süreyya Aydemir,Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt 2,
Remzi Kitabevi, 5.Baskı, İstanbul, 1975, s 368-369.
348
Tunçay, Meclis'te ARMH Grubundan önce başka grupların olduğundan söz etmekte, Mustafa
Kemal'in Nutuk'ta belirttiği 1920 yazında kurulan, Tesanüt Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-i Hukuk
Zümresi gibi gruplardan örnekler vermektedir. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde...., s 35.
II. Grup üyeleri Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş), Canik Mebusu Emin (Gevelioğlu), Erzurum
Mebusu Süleyman Necati (Güneri), Kastamonu Mebusu Mehmet Besim (Fazlıoğlu), Kayseri Mebusu
Rıfat (Çalıka), Sivas Mebusu Vasıf (Karakol), Mersin Mebusu Salahattin (Köseoğlu) Beylerden
oluşmaktadır. Rıfat, Emin ve Vasıf Beyler daha önce I.Grupta yer alırlarken sonra II. Gruba
katılmışlardır.
111
bağlılığından bahsederek, Anadolu'nun yalnız bir prensip sistemi bina etmekle
kalmadığını, ülkeye ait ihtiyaçlardan doğmuş ilkeleri ilk defa koyduğundan söz
etmiştir.349
Ahmet Emin, “Anadolu'nun yeni halini gözümle görmeden masabaşı yazısı
yazmak bana pek ruhsuz bir faaliyet göründü”350 diyerek 3 Kanun-i evvel'de Ankara’ya
hareket etmiştir. Ankara'daki duygu ve izlenimlerini şöyle anlatmaktadır:
“Her şey bana yeni doğmuş, en tatlı ideallerimize göre kurulmuş bir dünya gibi
göründü. Her iş için eski parti ilişiklerine bakılmadan mevcudun en ehilleri, en
iyileri seçilmişti. Herkes mesuliyeti kadar salahiyet ve karar sahibiydi.”351
Ankara’ya geldiğinde, o sırada BMM II. Başkanlığını yapmakta olan Dr.
Adnan Adıvar aracılığı ile Mustafa Kemal ile görüşmüş, kendisine teklif edilen
Matbuat Umum Müdürlüğü teklifini, memlekete hizmeti en iyi gazeteci olarak
yapacağına inandığı için kabul etmediğini açıklamıştır. Ankara'da bulunduğu sırada
Mustafa Kemal'in kendi ağzından anlattığı hayat hikayesini kaleme almıştır.352 Ayrıca
Adnan Adıvar, Fethi Bey, Rauf Bey, İsmet Paşa, Yusuf Kemal Bey ve diğer önde gelen
yöneticilerle röportajlar yapmıştır. Mustafa Kemal'den Anadolu’daki cepheleri,
İstanbul’a yansıtmak için gezme izni almıştır. Bir ay kadar Ankara’da kalarak Meclis’in
ve İstiklal Mahkemesi'nin çalışma tarzını gözlemlemiştir.
Cepheleri dolaşmak isteyen diğer gazeteciler bulunmasına karşın sadece
Ahmet Emin ile milletvekili olan Osman Hamdi Bey'e cephenin her kısmına gitme izni
çıkmıştır. Mustafa Kemal kendi imzası ile Ahmet Emin’e bir yol vesikası ve gerekli
tüm birimlere kendisine her tür kolaylığın gösterilmesi için emir vermiştir.
Cephelerdeki izlenimlerini İstanbul’a dönüşünde 7 Şubat 1922’den itibaren “Anadolu
İntibaları” başlığıyla yayınlamıştır. Anadolu'da Yunanlılara karşı sürmekte olan savaşa
dair Ankara Hükümeti'ni savunur bir takım yazılar yazmıştır.353
349
Ahmet Emin, “Sağlam Temel”, Vakit, 5 Teşrin-i sani 1921
Ahmet Emin, “Anadolu'ya Giderken”, Vakit, 3 Kanun-i evvel 1921.
351
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 237.
352
Ahmet Emin, “BMM Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı”,
Vakit, 10 Kanun-i sani 1922.
353
Ahmet Emin konu hakkında, “Başkumandan ve Milet”, Vakit, 21 Haziran 1922; “İki Tarz-ı
Hal”, Vakit, 15 Temmuz 1922; “İntizar Günleri”, Vakit, 30 Ağustos 1922; “Yunan Gafleti”, Vakit, 1
Eylül 1922; “Son Vaziyet”, Vakit, 7 Eylül 1922.
350
112
13 Ocak 1922’de gazetede “Ankara’dan Ayrılırken” başlığıyla yazdığı
yazıda, kendisine İstanbul’da iken, Ankara'nın eleştiri ve danışmaya kapalı olup,
uymayanların derhal İstiklal Mahkemesi'nin karşısına geçirildiği söylentilerinden
bahsetmiştir. Ahmet Emin devamında Ankara'da “noksanların tenkit ve münakaşa
hususunda burada son derece samimi ve hudutsuz bir hürriyet-i kelam”ın354
bulunduğunu yazmıştır. Ayrıca Ankara'nın ortamını şöyle anlatmaktadır:
“İstilaya uğramış bir memlekette, bir ölüm kalım harbi esnasında böyle rahat bir
münakaşa hürriyeti havasını yaratabilmek pek az millete nasip olmuştur. Ankara’da
hatalı bir tecrübeden derhal ders alınıyor, noksanın ortadan kaldırılması çareleri dinç
kafayla aranıyor, yarın hakkında insanda asıl ümit uyandıran nokta da budur”355
Ahmet Emin, Mustafa Kemal'in, diğer büyük adamlar gibi “şahsi kuvvet
toplamaya ve bu kuvveti keyfi surette kullanmaya meyledecek mi?”356 diye sormakta
ve Malta dönüşü Ankara'ya giderken bu kaygıların kendisinde de olduğunu, kaldığı bir
ay süresince yaptığı görüşmeler ve incelemeler sonucu Mustafa Kemal'in “kalbe ancak
dimağ ile nüfuz etmesi, tabiiliğini koruması, riyakarlığa karşı oluşu, derin zekası,
fevkalade nüfuz-u nazarı, ileriyi görmesi ve hemen eyleme geçmesi” gibi özellikleri
nedeniyle şüphelerinin kalmadığını dile getirmiştir.357 En büyük korku ise Mustafa
Kemal'in şahsi bir kuvvet toplaması ve bunu keyfi surette işlemeye başlarsa ne
olacağıdır. Ahmet Emin hem uyarı mahiyetinde yazılar yazmış hem de bu şüphelere
karşı Mustafa Kemal’in “kendini iktidar şeytanının şerrinden koruyacağı” yönünde
inancını dile getirmiştir. Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in sürekli olarak Meclis'in nüfuz
ve salahiyetini artırma çabasında olduğunu, Meclis'in kuvvetlerini eline almaya
çabalamak yerine, kendi kudretini de Meclis'e vermeye çalışan bir lider portresi
çizdiğini ve bu bağlamda bir örneğinin daha bulunmadığını yazmıştır.358
Ankara'da Ahmet Emin sık sık Meclis'teki oturumlara katılmıştır. ARMHG
çatısı altında toplanan milletvekillerinin hedeflerinin ortak olmasına karşın, “mizaç”
bakımından iki gruba ayrıldıklarını, II. Grubun “programlı, teşkilatlı bir muhalefet”
354
355
356
357
358
Ahmet Emin, “Ankara'dan Ayrılırken”, Vakit, 13 Kanun-i sani 1922.
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 286.
Ahmet Emin, “Mustafa Kemal Paşa”,Vakit, 7 Şubat 1922.
Ahmet Emin, a.g.m.
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 305.
113
olduğunu belirtmiştir.359 Anlaşmazlık özellikle Mustafa Kemal’in Başkumandanlık
süresinin uzatılması görüşmeleri sırasında ortaya çıkmıştır.360 Tartışmalarda Mustafa
Kemal’in bu yetkilerle kişisel yönetim yoluna gidebileceği endişesi temel nokta
olmuştur.361
Aydemir I. Gurubu kayıtsız şartsız hakimiyet-i milliye prensibini en geniş
şekilde
kabul
eden
inkılapçılar,
II.
Grubu
ise
muhafazakarlar
olarak
nitelendirmektedir.362 Aydemir'e göre II. Grubun eğilimi, Mustafa Kemal'in
teşebbüslerine “direniştir.” Genel olarak II. Grubun geleneksel düzenden yana oldukları
ve bu bağlamda ilerici addedilen I. Gruptan farklılaştığı yorumları literatürde sıkça yer
almıştır. Ancak II. Grup saltanatın kaldırılması sırasında tamamen I. Grup ile ortak Ziya Hurşid dışında- hareket etmiştir. II. Grubun kurucularından olan Hüseyin Avni
Bey, saraya eleştiriler yöneltirken, Meclis'in hakimiyeti ilkesini vurgulamıştır. Rauf
Bey’in de belirttiği gibi II. Grubun muhalefeti: “Devlet ve hükümet işlerinin Meclis
murakabesinden sıyrılarak, tek elden idare edilmeye doğru gittiği”363 düşüncesinden
kaynaklanmıştır. Rauf Bey, Mustafa Kemal’in bütün yetkileri üstlenmesinin zaruri
olduğunu, başka çare olmadığını da eklemiştir. Tunçay, II. Grubun esas amacının
“Mustafa Kemal Paşa'nın kişisel egemenlik kurmasına karşı çıkmaktan ibaret”364
olduğunu yazmaktadır. Demirel, II. Grubun muhalefetinin bir grup muhalefeti
olduğunu, iktidara gelme amacını taşımadığını belirtmektedir. Sadece duyarlı olduğu
konularda muhalefet yapmış ve Milli Mücadele başarıya ulaşıncaya kadar da
359
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 244.
Sakarya Savaşı öncesinde kabul edilen Başkumandanlık Kanunu ile Meclis, bir takım yetkilerini
Mustafa Kemal'e vermiş, bu yetki bir yıl içinde her üç ayda yenilenmiş, bu sırada da tartışmalar
çıkmıştır.
361
Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, II. Gurup, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul,
1995, s 433.
Kanun ile ilgili görüşmeler sırasında kürsüye gelerek bir konuşma yapan Mustafa Kemal, kanunun
ülkenin buhranlı günlerinde, milli iradenin bir bölümünün kendisine verilmesi suretiyle kabul
edildiğini, amacının ordunun maddi ve manevi gücünü yükseltmek ve sevk ve idaresini
sağlamlaştırmak olduğunu, gelinen noktada bu sağlandığı için kendisine verilen olağanüstü yetkileri
sürdürmesine gerek kalmadığını söyleyerek, bu yetkilerin kaldırılmasını istemiştir. Aydemir, a.g.e. C.
II, s 403.
6 Mayıs 1922'de Başkumandanlık ünvanı süresiz olarak uzatılırken, kanun ile tanınmış olağanüstü
yetkiler kaldırılmıştır. II. Grup aynı zamanda Yunanlılara karşı bir an önce taarruza geçilmesi
noktasında seslerini yükseltmişlerdir.
362
Aydemir, a.g.e., C. II., s 403.
363
Rauf Orbay, a.g.e., s 74.
364
Tunçay, a.g.e., s 39.
360
114
Meclis'teki uyumun bozulmamasına dikkat etmiştir.365 II. Grubun belli bir lideri yoktur.
Kayalı, II. Grubu, arkasında askeri güç bulunan ya da herhangi bir tarihsel geçmişi olan
bir öndere yaslanmadığını, özerk güçlere dayanan, düşünsel bir tepkiden kaynaklanan
muhalefet olduğunu belirtmektedir.366
II. Grubun karşı olduğu bir diğer nokta da olağanüstü yetkilerle donatılan
İstiklal Mahkemeleridir.367 Muhalifler mahkemelerin Meclis denetimine girmesi
gerektiği yönünde görüşlerini dile getirmişlerdir. İstiklal Mahkemeleri yerine var olan
mahkemelerin gücünün artırılması, İstiklal Mahkemeleri'nin yetki alanının çok geniş
olmasının hukukun üstünlüğü ilkesini sarstığı ve halkın üzerinde olumsuz etkilerinin
olduğu yönünde eleştirilerde bulunmuşlardır.
Mustafa Kemal muhalif grubun ortaya çıkmasında kişisel hoşnutsuzlukların
etken olduğunu belirtmektedir. Mustafa Kemal Nutuk'ta konu hakkında:
“Şimdi bu ayrılan adamlar, bu grup ile öteki grup arasındaki hakikatte aramızda bir
prensip ihtilafı yoktur. Bu ihtilaf, fikir ve içtihad ihtilafı mıdır diye mukayese
ettiğimiz takdirde görürüz ki sırf menfaat ve hissi şeylerden doğma bir şeydir”368
demektedir.
Dönemin basınında II. Grubun muhalifliğini irdeleyen yazılar çıkmıştır.
Ahmet Emin, konuya dair 3 Nisan 1923'teki yazısında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının
hep milletin iradesini esas aldıklarını, bunun için açılan Meclis'e mümkün olduğu kadar
fazla kuvvet ve sorumluluk vermek için çalıştıklarını belirtmiştir. Daha savaş devam
ederken Meclis'te “şahsi ihtirasların kendini göstermeye” başladığını, büyük bir kısmı
“haklı ve faideli olan tenkitlere biraz da garezkarlık” karıştığı yorumunda bulunmuştur.
Ahmet Emin, II. Grup üyelerinin gördükleri hataları samimi olarak tenkit etmek
365
Ahmet Demirel, a.g.e, s 10.
Kurtuluş Kayalı, “I. Mecliste Muhalefet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.
5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985.
367
İstiklal Mahkemelerinin uygulamaları sık sık Meclis gündemine getirilerek yetkilerinin
sınırlandırılması veya tamamen kaldırılmasına yönelik çeşitli önergeler verilmiştir. Mustafa Kemal'in
Başkumandan olması ile mahkemeler Mustafa Kemal'e bağlanmış ve onun direktifleri doğrultusunda
üye seçilmeye başlanmış ve Ankara, Konya, Kastamonu, Samsun ve Yozgat'ta İstiklal Mahkemeleri
kurulmuştur. Bu sırada çıkarılan Tekalif-i Milliye Kanununa uymayanların da bu mahkemelerde
yargılanma yolu açılmıştır.
368
Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK Yayınları,
Ankara, 1982, s 59
366
115
isterlerken zamanla kin ve diğer kişisel hesaplara kapıldıklarını, bu grubun olumlu bir
programlarının olamayacağını dile getirmiştir.369 Anılarında ise II. Grubu şöyle
tanımlamaktadır: “II. Gurup, şu veya bu şekilde saltanata dönülmesini istemekle
beraber, bunu açığa vurmaya cesaret edemiyor, Halife'ye siyasi bazı hak ve salahiyetler
verilmesinden bahsedip duruyordu.”370 Gazetedeki yazısında ise Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının yeni devrede ülkenin “en mükemmel rehberleri” olacağına inandığını
söylemiş ve ardından da asıl hedeflerinin bir gurubun başarısı değil vatanın faydası
olduğunu eklemiştir.371 Ahmet Emin yazılarında İT'nin yeniden canlanma girişimleri
içinde olduğu yönündeki yazısına karşılık372 Hüseyin Cahit yazdığı yazıda bu iddialara
karşı çıkmıştır.373
Suphi Nuri (İleri) Meclis'te Misak-ı Milli bayrağı altında toplanıldığını,
fırkacılıktan uzak durulduğunu ancak çıkan fikir ayrılıkları karşısında Mustafa Kemal’in I.
Grubu kurduğunu yazarak, II. Grubu, Mustafa Kemal ile kişisel görüş farklılıkları olan,
onunla anlaşamayanlar tarafından kurulduğunu yazmıştır.374 30 Nisan 1923’te Hüseyin
Avni (Ulaş) Bey'in, Tevhid-i Efkar’da bir demeci yayınlanmıştır. Hüseyin Avni Bey,
Mecliste I. Grubun kurulması sonucu bağımsız kalan 70-80 kadar mebusun II. Grubu
kurmak durumunda kaldığını açıklamakta ve amaç açısından gruplar arasında bir fark
olmadığını belirtmektedir. Demecinde II. Grubun saltanat taraftarı olduğu yolundaki
iddialarına karşı çıkmış ve “hakimiyet-i milliye” ilkesine sonuna kadar bağlı olduklarını
ifade etmiştir.375 Yakup Kadri, 2 Mayıs'ta İkdam’da yazdığı yazıda Hüseyin Avni Bey'in
demecini eleştirmiş ve II. Grup içinde yer alanları bir araya getirenin ne olduğunu
sormuştur. Hüseyin Avni Bey'in savundukları ile I. Grubun savunduklarının aynı olduğunu,
kişisel anlaşmazlıklar ve hırsın sonucu hareket edilmekte olduğunu yazmıştır.376 3 Mayıs'ta
konuya tekrar değinen Ahmet Emin, muhaliflerin arasında samimi vatanseverlerin yanı sıra
kişisel nedenlerle muhalefet etmeyi iş edinenlerin de olduğunu, gurup içinde bir birliktelik
olmadığını ileri sürmüştür.377
369
370
371
372
373
374
375
376
377
Ahmet Emin, “Meclisin İnfisahi”, Vatan, 3 Nisan 1923.
Ahmet Emin, a.g.e., C.III, s 52.
Ahmet Emin, “Program Bahsi”, Vatan, 9 Nisan 1923.
Ahmet Emin, “İkinci Bir İmtihan”, Vatan, 13 Nisan 1923.
Hüseyin Cahit, “İttihat ve Terakki Ne Yapıyor?”, Tanin, 14 Nisan 1923.
Suphi Nuri (İleri), “Halk Fırkası, İkinci Grup, İttihatçılık”, İleri, 6 Nisan 1923.
Tevhid-i Efkar, 30 Nisan 1923.
Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), “Bu mu İmiş?”, İkdam, 2 Mayıs 1923.
Ahmet Emin, “Muhaliflerin Vaziyeti”, Vatan, 3 Mayıs 1923.
116
IV. Bölüm: 1923-1925 Yılları Arasında Basın
I. Lozan Anlaşması'nın İmzalanması Sürecinde Ortaya Çıkan
Muhalefet
1923-1925 yılları basın ve siyasi tarih açısından ayrı bir öneme sahiptir.
1923'te imzalanan Lozan Anlaşması ile bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin
varlığı fiili ve hukuki anlamda kabul edilmiştir. Bu dönemde yeni bir rejimin temeli
Cumhuriyet'in ilanı ile atılmıştır. Bu yıllar gerek Meclis'te ve gerekse basında
muhalefetin ortaya çıkması ve siyasi iktidarın buna karşı aldığı tutum açısından da ayrı
bir yere sahiptir.
2 Kasım 1922'de saltanata son verilmiş, Abdülmecit Efendi’nin halife
olması kararı alınmıştır. Ahmet Emin 4 Kasım'da “Saltanatın ilgasının İslam ve Türk
alemi için yeni ufuklar açtığını”378 yazmış ve Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığını
ifade etmiştir.
3 Kasım'da Lozan’da görüşmelere başlanacağı Ankara ve İstanbul
Hükümeti'ne bildirildiğinde, Sadrazam Tevfik Paşa'nın Ankara’dan bir temsilci
gönderilmesini istemesi Ankara tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu sırada Tevfik Paşa,
Ahmet Emin'den kendisi ile yapılacak bir mülakatın Vakit’te yayınlaması talebinde
bulunmuştur. Ancak Tevfik Paşa daha sonra Maliye Nazırı ile haber göndererek,
“Kendi takdirince Milli Hükümetin arzu, gaye ve menfaatlerine en ziyade uymak şartı
ile mülakat kaleme alması”nı379 istemiştir. Ahmet Emin, Tevfik Paşa'nın ağzından,
sanki görüşmüşçesine bir mülakat yazmış, Tevfik Paşa da bunun aynen yayınlanmasına
izin vermiştir. Ne var ki Ahmet Emin'in bu hareketi Ankara yönetimi tarafından olumlu
karşılanmamıştır. Ahmet Emin kendisine karşı yapılan hücumlar üzerine Basın Umum
Müdürü Ahmet Ağaoğlu’na bir şikayet mektubu yazmıştır. Ahmet Emin, anılarında
aldığı cevapta, İstanbul Hükümeti'nin bu sırada kendilerine beraberlik müracaatı
378
379
Ahmet Emin, “2 Teşrin-i sani”, Vakit, 4 Teşrin-i sani 1922.
Ahmet Emin, “Son Sadrazam”, Tan, 9 Ekim 1936.
117
yapmasının çok işlerine yaradığını, tenkitlere aldırmamasını, durumun icabı olarak öyle
davranılmak durumunda kalındığını yazmıştır.380
İsmet Paşa başkanlığındaki delege heyeti 20 Kasım 1922’de Lozan’da
görüşmelere başlamış ancak anlaşmazlıklar sonucunda 4 Şubat 1923’te görüşmeler
kesilmiştir. II. Grup Lozan görüşmelerinin tamamıyla Meclis denetiminde olmasını
savunmuştur.381
4 Şubat 1923’te Lozan Konferansı tarafların uzlaşamaması nedeni ile
kesilmiş, İsmet Paşa Meclis'e bir açıklama yapmadan, Mustafa Kemal ile Eskişehir’de
buluşması tepkiye neden olmuştur. İsmet Paşa'nın, Meclis'te Lozan Konferansı'na
ilişkin beyanlarda bulunduğu sırada ise II. Grubun muhalefeti daha da sertleşmiştir.
Meclis'te Lozan'a ilişkin sert tartışmaların sürdüğü sırada, II. Grubun en
keskin eleştirilerde bulunan üyelerinden Ali Şükrü Bey kaybolmuştur. Meclis'te, bir
milletvekilinin bulunamaması ve sonra da cinayete kurban gittiğinin anlaşılması üzerine
sert konuşmalar geçmiştir. Kısa zamanda sonuçlandırılan soruşturmalar sonunda
cinayetin Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman tarafından işlendiği
anlaşılmış, yakalanması için gönderilen silahlı güçlerle çatışmaya giren Topal Osman
öldürülmüştür.
Lozan Anlaşması görüşmelerindeki anlaşmazlık yüzünden seçimlerin
yenilenmesi kararı alınmıştır. Kılıç Ali seçimlerin dış politika bakımından da gerekli
olduğunu, Lozan’da imzalanacak veya kesintiye uğrayacak anlaşma için Meclis'e
380
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 19. Ağaoğlu mektubunda şunları yazmaktadır: “Tevfik Paşa
mülakatının burada pek mahdut ve zaten bedhah bir zümre arasında ika etmiş olduğu tesire hiçbir
zaman iştirak etmedim ve sizin bu husustaki hareket ve efalinize tamamen iştirak ediyorum. Ben de
sizin yerinizde olsaydım aynı vecihle hareket ederdim. Buraca sana karşı büyük bir hürmet ve gazetene
de büyük bir itimattan başka bir fikir beslenmediğini de sana temin ederim. Binaenaleyh müteessir
olmayarak gayet makul ve vatanperver mesleğine devam etmekten farig olma.” Hoover Institution
Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection) Accesion No: 82089 10.01, Bn: 7.
381
Ahmet Demirel, a.g.e., s 11.
Görüşmelerin ilk aşamasında Musul sorunu halledilememiş ve bunun İngiltere ile Türkiye arasında,
barışın imzalanmasından bir yıl sonra ikili görüşmelerle halli yoluna gidilmesi kararlaştırılmıştır.
Çözümsüzlük durumunda ise Milletler Cemiyeti'ne başvurulacaktır. Ancak bu karar, II. Grup
üyelerince Mill Misak'tan verilmiş bir taviz olarak değerlendirilmiştir. Artan muhalefet karşısında I.
Grup üyeleri birlik ve dayanışmalarını korumak için belli mebuslardan bir gizli komite kurmuş, Kılıç
Ali'nin anılarında anlattığına göre, iki günde bir gündüz veya geceleri bir araya gelerek Meclisteki
stratejilerini, tartışmaya başlamışlardır. Bu gizli komiteye Selamet-i Umumiye Komitesi adı
verilmiştir. Kılıç Ali, a.g.e., s 181.
118
başvurmak gerektiğini bu durumda da “ulusal topluluğu yetkiyle temsil eden bir
hükümet olarak çıkmaya” ihtiyaç olduğunu belirtmektedir.382
Gazeteciliğe olan bağlılığından dolayı siyasi hayata atılmayı düşünmediğini
belirten383 Ahmet Emin 1923 seçimleri sırasında İstanbul’dan aday gösterileceğini
haber alması üzerine, “Memleketin yarını hakkında kararlar verileceği sırada ancak bir
devre için mebusluk etmeyi bu prensibe aykırı saymıyordum”384 diyerek teklife olumlu
yaklaşmıştır. Ancak Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Beylerin, kendisinin aday olması
halinde diğer gazetecilerin gücenebileceği yönündeki fikirleri üzerine Vilayet
Meclisi'nde üye olmasına karar verilmiştir.
Yeni Meclis 11 Ağustos’ta toplanmış ve ilk işi de 20 Temmuz'da imzalanan
Lozan Anlaşması'nı onaylamak olmuştur.385 Anlaşma 23 Ağustos 1923’te Meclis'te
oya koyulmuş ve 14 aleyhte oya karşılık 213 lehte oyla onaylanmıştır. Bundan sonra
ülkedeki işgal güçleri ülkeyi terk etmeye başlamışlardır.
II. Meclis'in tamamı I. Grup üyelerinden oluşmuştur. Meclis Başkanlığı'na
Mustafa Kemal, II. Başkanlığa Ali Fuat (Cebesoy), Başbakanlığa da Fethi Bey (Okyar)
geçmiştir. Yeni Meclis'te uyumun tamamen sağlandığı, muhalefetin kalmadığı gibi
görünmesine karşın bir yıl içinde muhalefet yeniden oluşacaktır. İsmet Paşa'nın
Lozan’da iken Bakanlar Kurulu'ndan önce Mustafa Kemal ile şifreli haberleşmesi,
Mustafa Kemal'in de Lozan'daki delegelere birebir talimat vermesi Rauf Bey ile İsmet
Paşa’nın arasının açılmasına neden olmuştur. Ankara’nın bazı noktalarda ısrarlı
olmasının kaynağını Rauf Bey olarak gören İsmet Paşa'nın, Lozan’da iken bir sert bir
mektup yazması gerginliği artırmıştır. Lozan dönüşünde İsmet Paşa ile yüz yüze
gelmek istemeyen Rauf Bey, seçim bölgesine gitmek üzere izin almış ve sonrasında da
istifasını vermiştir. Ahmet Emin, böyle bir ikiliğin çıkmasının memlekete çok zararlı
olduğunu söylemektedir.
382
Kılıç Ali, a.g.e, ss 197.
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 47.
384
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 57.
385
Yunanistan'dan savaş tazminatı alamayışımız, Avusturya bankalarında bulunan 6.5 milyon
liralık Osmanlı altınını Türkiye'nin alamayacağı yönünde karar verilmesi, buna karşın Osmanlı
borçlarının Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde kalması, Misak-ı Milli'ye dahil olan Trakya'daki bazı
araziden, Ege adalarının bir kısmından ve en önemlisi Musul'dan vazgeçilmesi anlaşmanın tam bir
diplomatik başarı olmadığı yönünde yorumlanmasına neden olmuştur.
383
119
Seçimler sırasında ARMHC, Halk Fırkası (HF) olarak yeni bir biçime
kavuşturulmuştur. 6 Aralık 1922’de kurulacağı duyurulan HF, 11 Eylül 1923’te resmen
hayata kavuşmuştur. Partinin temel ilkeleri şeklinde ortaya atılan 9 İlke386 ise temel
programını oluşturmuştur. Mustafa Kemal, ülkenin kalkınması için bir program
dahilinde hareket edilmesi gerektiğini, bunun da siyasi parti ile gerçekleşebileceğini
belirtmiştir. Bu durum İstanbul basınında tepkilere neden olmuştur. Ahmet Emin,
partilerin farklı fikir ve çıkarları temsil eden örgütler olduğunu oysa ülkede
bütünlüğünün sağlanması için, Mustafa Kemal liderliğinde “milli blok” halinde
faaliyetlerde bulunulması gerektiği yönünde yazılar kaleme almıştır.387 İlerleyen
zamanda Ahmet Emin, HF'nın kurulmasını eleştiren yazılar yazacaktır.
II. Vatan'ın Yayın Hayatına Girişi
Ahmet Emin, 1917'de Mehmet Asım (Us) ile birlikte çıkardığı Vakit
gazetesinden, ortaklar arasında 1923 Mart'ında çıkan anlaşmazlık sonrasında ayrılmış
ve kendi başına Vatan adında bir gazete yayınlamaya başlamıştır. Mehmet Asım ile
arasında ihtilaf olmadan yayın hayatını sürdüren gazete, Ahmet Emin’in deyişiyle,
Mehmet Asım Bey'in kardeşi Hakkı Tarık Bey'in gazete işlerine fazla karışmaya
başlaması ile bozulmuştur. Bundan başka yazı İşleri Müdürü olan Enis Tahsin (Til) ve
yazarlardan Ahmet Şükrü (Esmer) de ortaklar arasına alınmadıkları takdirde ayrı bir
gazete çıkarmaya karar vermişlerdir. Ahmet Emin de, gazetenin İdare Müdürü olan
babası Osman Tevfik Bey ile kardeşi Mehmet Rıfat Bey'in ortaklar arasına girmesini
istemiştir. Ahmet Emin, Mehmet Asım Bey'den hissesini satmasını eğer satmazsa ayrı
bir gazete çıkarma teklifinde bulunmuştur. Teklifi kabul edilmeyince hakem yoluna
gidilmiştir. Ahmet Emin Necmettin Molla'yı, Asım Us ise Mustafa Fevzi Bey'i hakem
olarak seçmiştir. (EK-3) Sonuçta Mehmet Asım Bey, Ahmet Emin’in hissesine karşılık
on iki bin lira ödemiştir. Ahmet Emin bunun 1917’de koymuş olduğu sermayenin
386
Dokuz ilke: 1- Hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olduğu, 2-Saltanatın kaldırıldığı ve
hakimiyetin terk edilmez, devredilemez olmak üzere Türkiye halkının temsilcisi BMM’nde olduğu, 3Ülkenin emniyet ve asayişinin sağlanması ve korunması, 4-Mahkemelerin süratle adalet dağıtması, 5İktisadi kalkınmanın sağlanması, 6-Askerlik süresinin azaltılması, 7-Yedek subaylarının geleceğinin
temin edilmesi, 8-Memurlar meselesinin tespiti ve ikmali, halk işlerinin çabuk sonuçlanması. 9-Harap
yerlerin süratle tamir edilmesi gibi kararları kapsamaktadır.
387
Ahmet Emin, “....Sonrası” (başlık tam olarak okunamadı), Vatan, 28 Kanun-i sani 1923.
120
altmış misline yakın olduğunu yazmaktadır.388 Mehmet Asım ise, Ahmet Emin ile
Vakit’i çıkarmaya başladıklarında her ikisinin 400’er lira sermaye koyduklarını,
ortaklığın bozulduğunda ise sermayelerinin yirmi yedi bin lirayı bulduğunu
yazmaktadır.389
Ahmet Emin'in Vakit’teki son yazısı “Muhacirler Meselesi” başlığıyla 18
Mart’ta çıkmış, 19 Mart’ta da eski ortaklar arasındaki şirketin feshedildiği, Ahmet
Emin’in Vatan adında yeni bir gazete yayınlayacağı duyurulmuştur. Vatan’ı çıkarmak
üzere Osman Tevfik Bey, Mehmet Rıfat (Yalman) ve akrabalarından birkaç kişi ile
Enis Tahsin, Ahmet Şükrü bir komandit şirket kurmuşlardır. Vatan, Sabah matbaasında
yayınlanmış daha sonra Almanya’dan bir rotatif makine getirtilmiştir. Ahmet Emin,
Vatan'da 26 Mart 1923’te çıkan ilk yazısında şunları yazmaktadır:
“Biz daima doğruya doğru, eğriye eğri diyeceğiz. Ne bir menfaat düşüncesi, ne de
bir korku gibi bir sebep, bizi gerçek saydığımız kanaatlerden fedakarlık etmeye
sürüklemeyecektir. Vatan, memleketlerini ve gazetecilik mesleğini çok sevenlerin
kurduğu bir gazetedir, bir ticaret kuruluşu değildir. Makale ve haber sütunlarımız
daima temiz kalacaktır. Bu sütunlara ücretle veya herhangi bir nevi tesir be baskı ile
hiç yazı girmeyecektir. Ücretli ilan sütunları ile diğer sütunlar arasında hiçbir ilişki
bulunmayacaktır.”390
Eylül 1923’te basında dizgicilerle bir anlaşmazlık yaşanmış, sorun
giderilemeyince 7 Eylül ile 22 Eylül arasında hiçbir gazete yayınlanmamıştır. Bunun
üzerine tüm gazeteler birleşerek Müşterek Gazete'yi çıkarmışlardır. Haber bölümü ortak
olmakla beraber yorumlar için her gazeteye ayrı bir sütun ayrılmıştır. Anlaşmaya
varılması sonrasında masraflar yükseldiği için, gazete yüz paradan üç kuruşa satılmaya
başlanmıştır.
Vatan'ın da içinde yer aldığı bazı İstanbul gazeteleri, yeni dönemde HF'nın
kurulması, başkentin belirlenmesi, Cumhuriyet'in ilanı, Mustafa Kemal'in yetkileri,
hilafetin ilgası gibi konularda Ankara ile fikir çatışmalarına girmiştir. Bu süreçte
İstanbul basınından Vatan, Tanin, Tasvir-i Efkar gibi gazetelerde yöneltilen eleştirilere,
388
389
390
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 38.
Mehmet Asım Us, Hatıra Notları, s 462.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 39.
121
Ankara yönetimini savunan yazılar Hakimiyet-i Milliye, Akşam, İleri, Yeni Gün
(1924'ten itibaren Cumhuriyet) ve diğer gazetelerde yayınlanmıştır. Bu durum iki farklı
zihniyetin veya yaklaşım şeklinin bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir.
Farklılaşmanın, Osmanlı'dan gelen değer ve kurumları savunanlar veya Ankara
yönetiminin karar alma ve uygulama sürecinde izlediği yol ve üsluba muhalif olanlar
ile Ankara yönetiminin “yeni” değer ve kurumları getirmeye çalışırken devrimci bir yol
izlemesini savunanlar arasında olduğu söylenebilir. 1922'den sonra işgal güçleri
yurtdışına çıkarılmış ve ulusal devlete geçiş süreci artık siyasi alanda atılacak yeni
adımlarla bir temele oturtulmaya başlanmıştır. Bu adımların atılması sırasında Ankara
yönetiminin bazı uygulamaları önce basında muhalefetle karşılaşmıştır.
A. Ankara'nın Başkent Olması
14 Mart 1923'te Ankara'nın başkent olması yönünde tartışmalar gazetelerde
yer almaya başlamıştır. İstanbul'un başkent olarak kalmaması yönünde çeşitli
gerekçeler sunulmuştur. Bunlar arasında, İstanbul'un dağınık bir şehir olması, ticaret
merkezi olması nedeni ile yönetim üzerinde olumsuz etkilerinin bulunabileceği,
savunma açısından güvenli olmaması gibi etkenler sayılabilir. Ankara'nın başkent
olmasını isteyenler ise, Milli Mücadele'nin sembolü olması, yeni bir zihniyetin,
hükümetin
burada
doğmuş
olması,
ülkenin
ihtiyaçları
ile
daha
yakından
ilgilenebileceği, gelişmeyi çevresine yayabileceği noktaları üzerinde durmuşlardır.
Aydemir o dönem Ankara’nın koşullarının çok kötü durumda olduğunu, yerleşmek
kadar, yemek yeme, yıkanma olanaklarının olmadığını, Ankara’da bir tek otel, lokanta
bulunmadığını söylemekte ve Ankara'yı “bütün kasaba kahveleri gibi Ankara’daki
kahveler de havasız, kasvetli ve uyku verici izbeler”391 şeklinde resmetmektedir.
Aralarında Ahmet Emin'in de yer aldığı bazı kişiler Ankara'nın başkent olmasına karşı
çıkmışlardır. Ahmet Emin, Ankara'nın Anadolu'nun ortasında olmasına karşın, ulaşım
açılarından bir merkez olmadığı, altyapısının yetersiz olduğu, dinlenme ve ikamet etme
koşullarının sınırlılığı, gelecek yabancılar için burasının ihtiyaçlardan mahrum bir yer
olması gibi nedenlerle ulaşım ve haberleşme açısından İstanbul'un merkez olarak
391
Şevket, Süreyya Aydemir, Tek Adam, C. II, (1919-1922), Remzi Kitabevi, 5. Baskı, İstanbul,
1975, s 212.
122
kalmaya devam edeceğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin, ne İstanbul'un ne de
Ankara'nın başkent olmaması, başka uygun bir yerin bulunması gerektiği fikrindedir.
Ona göre, Ankara geri kalmış bir şehir olup, hükümet merkezi olduktan sonra da bir
gelişme gözlenmemiştir. Yeni yönetim merkezi olarak Bursa veya Eskişehir'in
seçilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.392 Ona göre ülkede Ankara kadar “umran ve
terakkiye düşman ve bigane” bir yer yoktur. Ankara memleketin en pahalı yeridir.
Özellikle buraya gelen memurlar Ankara'daki pahalılık karşısında çok zor durumda
kalmaktadırlar.393
Ahmet Emin'e göre Ankara, barınma bakımından çok geri olup, en mamur
yerleri olan Ermeni ve Rum mahalleleri de yanmıştır. Yeni nüfusun akın etmesiyle
gelen kişiler şehirdeki her oda, aralık, dağınık bağ evlerinden yararlanma durumunda
kalmışlar, devlet daireleri de eski valilik ve müdürlüklerin bulundukları yerleri işgal
etmiştir.
Ankara 14 Aralık 1923'te resmen başkent olmuştur. 15 Aralık'ta yazdığı
yazıda Ahmet Emin, bu kararı alkışlamayacaklarını, merkez olmak için en az müsait,
imarı en fazla hizmet ve masrafa muhtaç olan bir yerin seçilmiş olmasının hata
olduğunu ifade etmiştir.394
Hüseyin Cahit ise başkentin İstanbul olması gerektiğini savunarak, İstanbul
hükümetleri ile İstanbul'un ayrıştırılması gerektiği noktası üzerinde durmuştur. O güne
kadar Anadolu'ya karşı ilgisiz kalınmasının suçunun İstanbul'a ait olmadığını, bundan
İstanbul Hükümetlerinin idare usulü ve zihniyetinin sorumlu olduğunu belirtmiştir.
Halk hükümeti'nin İstanbul'a gelerek, Anadolu'yu adil bir şekilde yönetmesi,
kalkındırması halinde ortada sorunun kalmayacağını yazmıştır.395
Akşam'da Falih
Rıfkı, Tanin'de Hüseyin Cahit'in Ankara'nın başkent olmasına karşı yazdığı cevapta ise
onun Ankara'ya gelmeyen gazetecilerden olduğunu vurgulamış ve şunları yazmıştır:
“Ankara'ya gelmemiş olanlar yeni devleti İstanbul teşkilatının şurasından kopup
gelmiş yamalarla vücuda gelmiş bir müessese zannına düşüyor. Ben de böyle
sanıyordum, her şey teşekkül halinde olduğu için, vekaletleri ziyaret eden bir
392
393
394
395
Ahmet Emin, “İdare Merkezimiz”, Vatan, 30 Temmuz 1923.
Ahmet Emin, “Merkeze Dair Münakaşa I”, Vatan, 18 Ağustos 1923.
Ahmet Emin, “Hükümet Merkezimiz”, Vatan, 15 Teşrin-i evvel 1923.
Hüseyin Cahit, “Pay-i Taht Meselesi Etrafında”, Tanin, 20 Teşrin-i evvel 1923.
123
müşahid, her adımda bir noksana tesadüf edebilir, fakat şunu itiraf edecektir ki, ruh
büsbütün başkadır. Hariçle münasebatın noksanı sözü vazıh değildir. Hariçten
İstanbul'a ne geliyorsa Ankara'ya da o geliyor..Yalnız burada Beyoğlu muhitleri
yoktur ve bu nokta-i nazardan Ankara'nın hariçle münasebatı olmadığından ziyade,
Ankara'da haricin tesiratı olmadığını söylemek daha doğrudur.” 396
B. Merkeziyet, Adem-i Merkeziyet Tartışmaları
Ahmet Emin, İT'nin dağılmasından sonra idare sisteminin adem-i
merkeziyetçilik yönünde yapılanması gerektiği yönünde yazılar kaleme almaya
başlamış ve bu yöndeki önerilerini, Anadolu'da ulusal bir devlet kurulduktan sonra da
ileri sürmeye devam etmiştir. 12 Kasım 1918'de Vakit'te Amerika'daki bir hocasının
Türkiye'nin yönetim tarzının, ülkenin olabildiğince küçük bölgelere ayrılarak, halkın
kendi ihtiyaçlarına göre kendini yönetmesi gerektiği397 şeklindeki görüşlerine yer
vermiştir.
Ermeni
meselesine
çözüm
getirmek
amacıyla,
kurulacak
Ermeni
Cumhuriyeti'ne arazi vererek, bu arazide kalan Türkler ile ülkenin diğer yerlerinde
kalan Ermenileri mübadele etme önerisi398 ve 14 Ağustos'ta kaleme aldığı “Kürtler ve
Kürdistan” başlıklı yazıları büyük tepki toplamıştır. Bu yazısında, Kürtlerle aradaki
diyalogun gelişmesi için, “Kürt münevverlerinin geride kalan Kürt kitlelerinin ahvaline
yakından alakadar olmalarına yani Kürtler arasında hususi bir hayat-ı harsiye tesis
etmesine bağlıdır” diyerek Kürt memurlarının Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlere
atanması halinde daha bağlılıkla çalışacaklarını belirtmiştir. Ahmet Emin: “Aradaki
siyasi rabıtanın haleldar olmaması her iki tarafın menafii tabiyesi iktizasından olmakla
beraber idari muhtariyet hususunda da sabırsızlık göstermemek Kürtlerin menfaatleri
icabındandır”399 demiştir.
Bu düşüncelerinde Prens Sabahattin'in adem-i merkeziyetçi görüşlerinin
etkisi açıktır. Sabahattin Bey'i konu edinen 6 Şubat 1920 tarihli yazısında, onun 19 yıl
memleket uğruna kuvvetle çarpışan yenilmez bir idealist olduğunu ve savunduğu
fikirlerde haklı olduğunu belirtmiştir. İsmi geçen yazı: “Biz onun dediklerini yapmadık,
396
397
398
399
Falih Rıfkı (Atay), “Ankara Nasıl Bir Yerdir?”, Akşam, 20 Teşrin-i evvel 1923.
Ahmet Emin, “Hakimiyet-i Milliye”, Vakit,12 Teşrin-i sani 1918.
Ahmet Emin, “Ermeni Meselesi”, Vakit, 1 Ağustos 1919.
Ahmet Emin, “Kürtler ve Kürdistan”, Vakit, 14 Ağustos 1919.
124
merkeziyet diye inat ettik ve memleketi tek bir merkezden zorla idare etmeye kalkıştık,
memleketi teşebbüs kudretinden, mahalli gelişmelerden mahrum ettik, dünyanın yeni
şartlarına uymadık”400 diye devam etmektedir.
Ahmet Emin, Ankara'da yeni bir devletin kurulmasından sonra da
merkeziyetçiliği
eleştirmeye
devam
etmiştir.
Ülkenin
birbirine
benzemeyen
bölümlerden oluştuğunu ve bunların arasıda dağlar kadar fark olduğunu, merkezden
yapılan kanun ve idari tedbirlerin ülkenin her yerinin ihtiyaçlarını tatmin
edemeyeceğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin: “İnkişafa hizmet edecek yegane şekil, her
tarafta mahalli bir hayat bulunması, mahalli inkişafı temin etmek mesuliyetinin
şimdikinden çok vasi bir mikyasta her yerin ahalisine terk edilmesidir. O zaman
merkezi makine kendine ait sahalardaki işlerle meşgul olur”401 diye yazmıştır. Ulusal
birlik ve bütünlüğün sağlanmaya çalışıldığı bu dönemde ileri sürdüğü görüşlerin
ülkenin gerçekleri ile uyumlu olmadığı söylenebilir.
Cumhuriyet'in ilanı sonrasında çıkan tartışmalar sırasında, hükümetin hiç
değişmeyen bir ruhu olduğunu bunun da “feodalizm” ile ifade edilebileceğini
söyleyerek, yapılacak şeyin sosyal ve iktisadi koşulları değiştirmek, kişisel olmayan bir
“kanun binası” kurmaya çalışmak olduğunu yazmıştır. Bu amaç için merkeziyet
usulüne son vererek, mahalli idareler güçlendirilmelidir.402
Ahmet Emin “Mahalli İdareler ve Merkeziyet” başlıklı yazısı ile
merkeziyete karşı kendi ifadesi ile “saldırıya” geçmiştir. Burada merkeziyet sisteminin
demokrasiye tamamen aykırı olduğunu, merkeziyetin, halkın iş görme gücüne
inanmayarak, koruyucu niteliğiyle işleri bizzat yapmak istediğini, ancak halkın kendi
kaderine hakim olması ile güzel işler yapılabileceğini ileri sürmüştür.403
Merkeziyet yönetimi Ahmet Emin için kırtasiyecilikten başka bir şey
değildir. Kapitülasyonlardan, yabancı müdahalelerinden, köhne müesseslerin ilga
edilmesinden sonra Türkiye'nin gelişmesine başlıca engel merkeziyetçiliktir.404 Aynı
konuya 8 Ocak 1925’te tekrar değinecektir. Tartışma İstanbul Belediye başkanının halk
tarafından seçilmesi önerisinin HF tarafından kabul edilmemesi üzerine çıkmıştır.
400
401
402
403
404
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 52.
Ahmet Emin, “Ölçüye Göre ---------”,(Okunamadı) Vatan, 31 Ağustos 1923.
Ahmet Emin, “Hastalık Nedir?”, Vatan, 11 Teşrin-i sani 1923.
Ahmet Emin, “Mahalli İdareler ve Merkeziyet”, Vatan, 24 Ağustos 1924.
Ahmet Emin, “Merkeziyet Hastalığı”, Vatan, 29 Haziran 1924.
125
Ahmet Emin yazısında, merkeziyetçiliğin kırtasiyeciliğe yol açtığından ve halkçılık
maskesi altında totaliter bir gidiş olduğundan söz etmektedir. Merkeziyetin kişilere
dayandığını oysa onların sistemin gereği olarak yıprandıkları ve değiştiklerinden
bahsetmekte ve devamında şunları yazmaktadır:
“Gelişmek isteyen bir millet için tabii gaye, işlerin icabını yerine getirmek üzere
çarkları dönen bir devlet idaresine kavuşmaktır. Bu da ancak halkın kendi işini
görmesi, devletin ortalıkta düzen ve ahenk yaratmakla kalması sayesinde sağlanır.
Bugünkü parti hudutları manasızdır. Merkeziyete inanan totaliter ruhlularla gerçek
demokrasiye inanan halk idaresi taraftarları, birbirinden ayrılmalı ve iki ayrı cephe
halinde birbirlerinin karşısına geçmelidir.”405
Halk idaresi kelimesini bol bol kullanmamıza karşın, halkın idare ile ilgisi
olmadığını ve bütün idarenin eski tarzda bir memur, tahsildar, jandarma idaresinden
ibaret olduğunu yazmıştır. Ülkenin belli yerleri birbirinden çok farklıdır ve hepsine
uyması için alınan tedbirler, hiçbirinin ihtiyacına uymamaktadır. Bunun için mahalli
idarelerin temeli kurulmalıdır. 406
Gerçekleşen Rüya adlı kitabında da, Aglo-sakson sisteminde her bireye
önem verildiği ve sorumluluk taşımaya layık adam yetiştirildiği için gelişmiş
olduklarını belirtmektedir. Ahmet Emin, “onların yeni kıymetler yaratarak tüm dünyaya
hakim olduklarını, enerjilerini her sahaya taşıdıklarını, yüksek ve ahlaki ölçülere ve
yüksek bilgi ve ihtiyaç seviyesine varmanın yolunu”407 bulduklarını ileri sürmüştür.
Ona göre, “Merkeziyet ve vesayet içinde dönen çarklar hep boşuna döner, hep aynı
şekilde döner ve pek mahdut bir iyileşme istidadı gösterir.”408
C. Ankara'daki Yabancı Temsilciler ve Ahmet Emin
Ankara'da yeni hükümet kurulduktan sonra ticari ilişkiler kurmak için
Avrupa ve Amerika'dan çok sayıda işadamı gelmeye başlamıştır. Ankara aynı zamanda
ticari bağlantılar kurmak ve belli kurumlarda idare meclisi üyeliği veya yönetim
405
406
407
408
Ahmet Emin, “En Esaslı Mesele”, Vatan, 8 Kanun-i sani 1925.
Ahmet Emin, “Sükun ve İstikrar Şartları”, Vatan, 26 Kanun-i sani1925.
Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya..., s 66.
Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya..., s 69.
126
kuruluna girmek isteyenler için de bir mücadele alanı haline gelmiştir. Öyle ki Yakup
Kadri, “Dünkü Milli Mücadeleciler ve o günkü devrimciler kadrosunun bir kazanç ve
menfaat şirketi karakteri taşımaya” başladığını ve kiminin arsa spekülasyonları, kimi
idare meclisi başkanlıkları, kiminin de taahhüt veya komisyon işlerinin peşine
düştüklerini yazmaktadır.409
Ahmet Emin de iktisadi istismarlar üzerinde durmuştur. Savaş sırasında
halkın mahrumiyetlere katlandığını ancak bundan sonra memleket menfaati üzerine
herkesin titremesi gerektiğini, genel menfaatleri çiğnememek üzere özel girişime destek
verilmesinin önemi üzerinde durmuştur. Bu yönde rüşvet aracılığı ile arka kapıdan
gelen yabancı sermayenin, yasal yollarla ülkeye girmesinin teşvik edilmesi gerektiğini
yazmıştır. “Tufeyliler” dediği bir gurubun zahmetsizce para kazanma hevesine
düştükleri, bir takım umumi menfaatlere bahşiş karşılığı el koydukları yönünde
eleştiriler getirmiştir.410
Ülkenin kalkınması için yabancı sermayeye ihtiyaç olduğunu, bunun da
siyasi amaçlar peşinde olmayan Amerika'dan alınması gerektiği yönündeki fikirlerini
sık sık dile getirmiştir. Öyle ki Ahmet Emin döneminin diğer basın mensuplarıyla
kıyaslandığında, en fazla yabancı sermaye konusunu güdeme getiren gazeteci olduğu
rahatça söylenebilir. Yabancı sermayenin ülkeye girerek, atıl olan servetlerimizi
faaliyet haline getirmesini bizim çıkarlarımız gereği memnuniyetle karşılanması
gerektiğini ilk kez Sabah'ta 18 Şubat 1918'de “Geniş Nazarlı Siyaset-i İktisadiye”
başlıklı yazısında dile getirmiştir.
İT döneminde yolsuzluk haberlerini ele almış, özellikle izlenen milli iktisat
politikasının başarısız uygulamaları sonucu ortaya çıkan vurguncu, karaborsacı
kesimini eleştirmiştir. Halkın yoksulluk içinde yaşarken siyasi nüfuzdan yararlanan
savaş zenginlerinin sefahat ve ahlaksızlık içinde yaşadıklarını bazı yazılarında konu
edinmiştir.
1918'in sonu ve 1919'un başından itibaren ise Amerikan müzahereti ile
birlikte, Amerikan sermayesinin ülkeye girmesi gerektiğinden sıklıkla bahsetmeye
başlamıştır. 1920'de kaleme aldığı bir yazıda, “Sahiplerine meşru bir kar temin etmekle
beraber umumi menfaatleri ihlal etmemek, bilakis iktisadi hayatımızın yükselmesine
409
410
Yakup K. Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984, s 100.
Ahmet Emin, “İktisadi İşlerde Temizlik” Vakit, 1 Temmuz 1922.
127
hizmet etmek şartıyla” yabancı sermayenin ülkeye girmesinin şiddetle desteklenmesi
gerektiğini411 yazmıştır. Amerika'nın yatırımlarında siyasi emeller gütmemesi, dünya
savaşının sonunda büyük bir güç olarak çıkması, demokratik ilkelere bağlılığı, sahip
olduğu ekonomik güç gibi gerekçelerle Amerikan sermayesinin ülkeye girmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda Chester Projesi'ni desteklemiş, gazetedeki
haberlerde Amerika ile olan ticari ilişkiler üzerinde durmuştur.
Ahmet Emin'in, Ankara’da bulunduğu sırada Amiral Bristol tarafından
temas için Ankara’ya gönderilen Amerika’nın yeni Ticaret Ataşesi Julian Gillespie ile
yakın bir ilişki kurmuştur. Gillespie, Ankara'daki hükümetin ileri gelenleri ile
görüşmüş, Mustafa Kemal'e kırk soruluk bir liste hazırlayarak, Türkiye'nin ekonomik
durumu ve gelecekle ilgili beklentilerini öğrenmeye çalışmıştır. Soruları arasında
Ankara yönetiminin Amerikan işadamlarına karşı tutumu, Chester İmtiyazı hakkında
düşünülenler, tekel konusunda güdülecek politikalar bulunmaktadır. Hazırladığı raporu
dönüşünde Amiral Bristol'e ve Amerikan Ticaret Bakanlığı'na sunmuştur. Raporda
Türkiye'nin Amerika'nın mali yardımına ihtiyaç duyduğu, verilecek imtiyazlar
karşılığında Amerikan mali kurumlarından borç alabileceğini, Amerika'nın Avrupalı
devletlerden farklı olarak politik amaçlar yerine sadece ticari çıkar peşinde olduğu ve
içişlerine karışmak istemediği ve ticari ilişkiler kurmak istediği belirtilmiştir. Kilikya
bölgesinin sulama işleri, tarım makineleri gibi konularda Amerikan ihracatçılarının
ileride iş yapılabileceğini yazmıştır. Ahmet Emin bir yazısında, ülkemizdeki tren, yol,
liman yapımı gibi alanlarda Amerikan sermayesinden mümkün olduğu kadar fazla
yararlanılması gerektiğinden bahsetmiş ve bu fikri her vesile ile kati bir lisanla ileri
sürdüğünü belirtmiştir.412 Konu üzerinde böylesine ısrarla durmasını, kendisinin ve
gazete yazarlarından Ahmet Şükrü'nün bir ara Amerika'da bulunmasından veya
Amerika'ya karşı bir cazibesi olmasından kaynaklanmadığını aktarmıştır. Ona göre bir
gazete sahibi veya yazarının gazetesi üzerindeki tasarruf hakkı sınırlı olmalıdır. Kamu
çıkarını herhangi bir özel endişeye veya hisse feda eden gazetecinin, mesleğine ihanet
ve genel hukuku suiistimal edeceğini ileri sürmüştür. Amerika'yı cazip görmesindeki
sebep, daha önce de belirttiğimiz gibi Amerikan sermayesinin sırf iş ilkeleri üzerinde
durarak, yatırımlarını siyasi bir renge büründürmemesi ve kar ve zararın girişimciye ait
411
412
Ahmet Emin, “İktisadi İşlerde Temizlik”, Vakit, 1 Temmuz 1920.
Ahmet Emin, “Amerikalılarla İktisadi Münasebetlerimiz”, Vakit, 12 Şubat 1921.
128
olmasından kaynaklanmaktadır. Amerika'nın her anlamda bütçe fazlası içinde
yaşadığını, Türkiye'ye giren yabancı sermayeye ilgisiz kalındığı için Amerikan
kurumlarının da bizim hayatımıza uzak kaldıklarını yazmıştır. İki ülke arasında
ekonomik ilişkiler başlarsa gerçek bir dostluğun kurulmasında bunun en mükemmel
propagandalardan fazla etkisi olacağını belirtmiştir.413 Ahmet Emin diğer yazılarında
da Amerikan sermayesi ve uzmanlarının getirilmesi konusunu Vatan'da işlemeye
devam etmiştir.414
Ankara'da bulunduğu sırada da gelen Amerikalı temsilcilerle yakın bir ilişki
kurmuştur. Vakit'te New York Foundation Company'nin Orta Doğu temsilcisi Robert
Mcdoll ile bir röportaja yer verilmiştir. Amerikan sermayesinin Türkiye'ye gelmesi için
girişimlerde bulunan McDoll, o zamana dek Türkiye'ye dini ve insani amaçlarla
misyonerlerin geldiğini, oysa gerçek anlamda Amerika'yı işadamlarının temsil ettiğini
söylemiştir. Mcdoll, Anadolu'da tren, maden ve liman imtiyazı almak için
görevlendirilmiştir.
Açıklamasında
Amerikan
sermayesinin
diğer
yabancı
sermayelerine tercih edilmesi gerektiğini çünkü siyasi amaçlarının olmadığını
belirtmiştir.415
Ahmet
Emin
Amerikan
sermayesinin
ülkeye
girmesi
yönündeki
düşüncelerini, 1925'te gazetecilikten uzaklaştırıldığı yıllarda, Amerikan Ticaret Ataşesi
Julian Gillespie aracılığı ile hayata geçirmiştir. Gillespie Ankara'da yaptığı temaslarda
Amerikan sermayesine pazar arayışı içinde olmuş, hazırladığı raporda da bunu
belirtmiştir. Bu pazar arayışında ulaşım, yer altı madenleri, sulama projeleri gibi hayati
yatırımlar ön plana çıkmakta olup, Gillespie de özellikle Anadolu'yu da içine alan ve
Orta Doğu'da önemli stratejik noktalara el atan Chester Projesi ile yakından
ilgilenmiştir. Ahmet Emin de yazılarında Chester Projesi'nin üzerinde önemle
durmuştur. 1925'ten sonra Ahmet Emin Gillespie'nin önerisi ile Goodyear, Dodge
Brothers, Caterpillar gibi büyük şirketlerle, tarım ve diğer makinelerinin satılması
alanında TATKO (Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi) adında bir şirket
kurmuştur. Kardeşi Mehmet Rıfat Yalman ile Türkiye'de farklı yerleri dolaşarak acente
kuracakları yerleri belirlemişler, Ahmet Emin, bu dönemde şirketin işleri ile ilgili
413
414
415
Ahmet Emin, “Amerika ve Sulh”, Vakit, 23 Teşrin-i sani 1922.
Ahmet Emin, “Mütehassısları Nasıl Bulmalı?”, Vatan, 6 Teşrin-i sani 1923.
“Amerika Hakikati Gördü”, Vakit, 15 Kanun-i sani 1922.
129
olarak her yıl Amerika'ya gitmiştir. Yine bu süreçte Amerika'da üretim yapmakta olan
Curtis Havayolları ile anlaşarak Türkiye'de bu şirketin acenteliğini üstlenecek
Kayseri'de bir uçak fabrikası kurulması projesi ile ilgilenmiş, ancak bu proje hayata
geçirilememiştir.
D. Chester İmtiyazı
Chester Projesi ilk kez, Amerikalı Amiral Colby Chester tarafından 1908'de
ortaya atılmış, 1914'e kadar yürürlükte kalmıştır.416 Daha sonra 1922-1923'te yeniden
gündeme gündeme gelmiştir.
Osmanlı yöneticileri proje ile yakından ilgilenmişlerdir. Projenin önemi
sadece demiryolu yapımı konusundaki rekabetle sınırlı kalmamış, yeraltı kaynakları,
özellikle de petrol kaynaklarının paylaşımı sorunu haline gelmiştir.417 Chester Gurubu
bazı değişikliklerle projeyi gündemde tutmalarına karşın Meclis onaylamamış, ardından
da Amerika Dışişleri Bakanlığı, şirketin mali durumundaki ve iç işlerindeki karışıklık
nedeniyle arkasındaki desteğini geri çekmiştir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında Chester Projesi yeniden gündeme gelmiştir. Orta
Doğu petrollerinin paylaşımı konusuna Amerika kayıtsız kalamamış, 1922'de Amiral
Chester'ın oğlu A. Chester ve A. Kennedy, Ankara'ya gelerek yetkililerle görüşmüştür.
416
1908'de İstanbul'a gelen Amiral Chester 1909'da Sivas-Van arası, Çaltı, Harput, Ergani,
Diyarbakır, Siirt, Bitlis'ten geçen ana hat ile Musul, Kerkük, Süleymaniye'ye, uzanacak demiryolu
yapımı, Adana'da Yumurtalık ya da Süveydiye'de Akdeniz'e bağlayacak olan liman yapımı için imtiyaz
talebinde bulunmuştur. On beş yıl gündemde kalan projeye göre Amerikalılar, merkezi ve Doğu
Anadolu’da 4300 km'lik bir demiryolu hattı yapma önerisi getirmişlerdir. İşletme hakkı 99 yıllığına
verilirken, hattın kenarında kalan 20 km'lik alandaki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını işletme hakkına
sahip olacak, ayrıca Chester Gurubu üç limanın yapımını da üstlenecektir. Nafia Nazırlarından Hulusi
Bey gazeteye gönderdiği yazıda, demiryolunun kenarındaki 20 kilometrelik arazinin toplam 80.000
kilometrelik bir alan tuttuğunu, bunun Bulgaristan'ın yüzölçümüne eşit iken, Belçika'nın üç katı kadar
olduğunu belirtmiştir. İşletilecek madenler, Ergani kurşun ve bakır madenleri, Musul ve Kerkük petrol
kaynakları, Keban gümüş ve Van arsenik madenidir.
417
Orta Doğu'daki petrol yatakları kısa zamanda kapitalistlerin ilgisini buraya yöneltmiş, bölgeye
uzanan büyük demiryolu projeleri gündeme gelmiştir. Bölgede İngiltere, Fransa, Rusya ve
Almanya'nın çatışan çıkarları keskin bir rekabete yol açmıştır.
1910'da Meclis'e getirilen Proje, diğer ülkelerin sert muhalefetleri sonucunda belli olmayan bir tarihe
ertelenmiştir. Muhalif olanların başında Bağdat Demiryolu Projesi ile bazı hatların çakışması nedeniyle
Almanlar gelmektedir. Ancak I. Dünya Savaşı'ndaki yenilgiden sonra Almanya'nın bölgedeki etkisi
silinmiştir. Fransızlar ise kendi nüfuz bölgelerine karşı bir tehdit olduğu için projeye karşı çıkmışlardır.
Chester Grubu 1912'ye kadar ısrarla projenin hayata geçirilmesi için temaslarda bulunmuştur. Erhan,
anlaşmanın o dönemde Meclis'te onaylanmamasında Sadrazam Hakkı Paşa'nın etkili olduğunu
yazmaktadır. Çağrı Erhan, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayınevi, Ankara,
2001, s 382.
130
Ankara Hükümeti projeye sıcak yaklaşmış, Avrupalı devletlerin güttüğü emperyalist
politikalardan farklı olarak, Amerikan yatırımını ticari bir anlaşma olarak algılamıştır.
Yine Türkiye'deki kapitülasyonların kaldırılmasında Amerika'nın baskı unsuru olacağı
noktası üzerinde durulmuştur. Batı ve Orta Anadolu’nun Doğu Anadolu’ya demiryolu
ile bağlanması da, askeri ve siyasi anlamda devletin daha da merkezileşmesine yardım
edecektir. Can, Ankara yönetiminin girişimlerinin amacını, “Bir yandan Chester Projesi
aracılığıyla bölge petrolleri üzerindeki olası haklardan tamamen vazgeçmemek, diğer
yandan da Amerika'nın büyük petrol tekellerinin bu tür girişimlerine destek vererek
ikinci bir kapıyı açık tutmak”418 olarak belirtmektedir. Amiral Bristol bir ticaret
ataşesinin Ankara'ya gönderilmesini önermesi üzerine Gillespie dönemin ileri gelen
yöneticileri kurduğu bağlantılarda özellikle Chester Projesi'ne karşı hükümetin
tutumunu öğrenmek istemiştir. Ankara yönetimi ise Türk egemenliğine dokunmayacak
herhangi bir imtiyaz önerisini tetkik etmeye hazır olduğunu fakat somut öneriler
getirilmedikçe özel vaatler üzerinde yorum yapılmayacağı doğrultusunda cevap
vermiştir.419 Amiral Chester da projeyi devam ettirmek ve hayata geçirmek için
Amerika'da yeniden bağlantılar kurarken, Ankara projeye “Türk sermayesinin katılımı
ve Türk kontrolünde olması koşulu”nu420 getirmiştir. 1922'de şirketin yeni ortaklarının
arasındaki anlaşmazlıklar ve Amerikan hükümetinin projeye diplomatik destek
vermemesi ise Ankara'da güvensizlik yaratmıştır. Lozan Anlaşması sırasında problem
olan, Musul'un Türkiye sınırları içinde kalması konusu İngiltere tarafından
onaylanmamış, Fransa ise Chester Gurubu'na verilen imtiyazın daha önce kendilerine
verildiği gerekçesi ile duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş421 ve Chester imtiyazını
kendileri ile önceden imzalanan anlaşmaya ters düştüğü için protesto etmiştir. İstanbul
gazetesi başyazarı Piyer Logof konu ile ilgili bir makale kaleme alarak, Chester Projesi
ile 1914 Türkiye-Fransa ittifakının öneminin kalmadığı görüşlerine karşı çıkmış ve
418
Bilmez Bülent Can, Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923), Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 2000, s 212.
419
Evans, a.g.e., s 335.
420
Bilmez Bülent Can, a.g.e, s 215.
421
Fransa, Osmanlı Devleti'ne 1914'te verdikleri borç karşılığı, kendilerine Samsun-Sivas
demiryolu yapımı ve Samsun limanı yapımı konularında kendilerine öncelik tanındığını ve buna dair
bir anlaşma imzalandığını ileri sürmüştür. Verilen borca karşılık Fransızlar demiryolu yapımına
başlamış ancak I. Dünya Savaşı'nın çıkması ile ara vermişlerdir. Ankara, bu anlaşmanın TBMM'nde
imzalanmadığı, Osmanlı Parlamentosu'nun da anlaşmayı onaylanmadığı ve Fransız bankerlerinin de
tüm koşullara uymadığı için anlaşmanın hükümsüz olduğunu ileri sürmüştür.
131
1914'te Fransa hükümetinin Türkiye'ye 800 milyon frank karşılığında demiryolu
imtiyazı aldığını, bunun da 1 Mayıs 1914'te Meclis-i Mebusan'da onaylandığını
belirtmiştir.422
Ankara ise tam da Lozan Anlaşması görüşmeleri sırasında Amerika'nın
desteğini bir koz olarak kullanmak istemiştir. Nihayetinde karşılıklı görüşmelerden
sonra Proje, 8 Nisan 1923'te Meclis'e onaylanması için getirilmiştir. “Nafia Vekili
Feyzi Bey, Başvekil Rauf Bey, Nafia Encümeni Başkanı Osman Bey, İktisat Vekili
Mahmut Esat Bey ve “uzman” Muhtar Bey projenin ülkeye getireceği yararlardan”423,
kalkınma, güvenlik konularında demiryollarının öneminden söz etmişlerdir.424 Tezel'e
göre Kars Mebusu Ali Rıza Bey haricinde verilen ayrıcalıkların özünü eleştiren
olmamıştır. Ali Rıza Bey, yapılacak işin sadece Chester Gurubu ile olmadığını bütün
bir Amerika ile olduğunu söylemiş ve yarım asır veya on yıl sonra ülkenin iktisadi bir
tehlikeye sürüklenmeyeceğini kimin temin edeceğini sormuştur.425 Ahmet Emin,
projenin imzalanmasını “Türk iktisadi hayatında Amerika'nın daha barış meydana
gelmeden baş role geçtiği” ve Avrupalıların hesaplarının alt üst olduğu şeklinde
yorumlamıştır.426 Projenin Meclis'te onaylanmasından sonra Ankara ve Chester Gurubu
adına anlaşma 12 Mart 1923'te imzalanmıştır. Anlaşmaya göre ortaklık Türk
Hükümeti'nden kilometre garantisi ve para yardımı istemeyecek, Anadolu, Musul,
Kerkük, Süleymaniye bölgesinde 4400 kilometrelik demiryolu, üç tane de liman
yapacaktır. Hattın 40 kilometre genişliğindeki şeritte tüm madenleri işleme ayrıcalığı
99 yıl için tanınacaktır. Projeye, tarımı ıslah etme, demiryolu yapımı ve yer altı
kaynaklarının işletilmesi ile Ankara'nın yeni ve modern bir şehir olarak inşa edilmesi
gibi noktalar da dahil edilmiştir.
422
“Chester Projesi”, Vakit, 14 Nisan 1919.
Bilmez Bülent Can, a.g.e, s 256.
424
Örneğin Rauf Bey konuşmasında, ülkenin kalkınması ve diğer milletlerle rekabet edebilmesi
için projenin gerekli olduğunu ve hayata geçmesi halinde ülkenin ebediyen kurtulacağını belirtmiştir.
Bayındırlık Bakanı Fevzi Bey de Chester Grubu'nun Türk Hükümeti'ne vergi vereceği, Türk
kanunlarına uyacağı, demiryolları için personel yetiştireceği noktaları üzerinde durmuştur.
425
Yahya Sezai Tezel, “I. BMM Anti-Emperyalist miydi? Chester Ayrıcalığı” SBF Dergisi, Cilt
XXV, No:4, Aralık 1970, s 312.
426
Ahmet Emin, a.g.e., C. III., s 55.
423
132
Ahmet Emin, Milli Mücadele yıllarında ve Lozan görüşmeleri sırasında sık
sık Amerika ile ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiği hakkında yazılar kaleme almıştır.427
Aynı konuya Vakit'te M. Zekeriya (Sertel) da değinmiştir.428 Ahmet Emin genel olarak
Amerika’nın Türkiye’ye yüklü miktarda sermaye akıtacağı ve Avrupa emperyalizmine
karşı Türkiye’nin destekçisi olacağı gerekçesi ile projeyi desteklemiştir.429 Bu
desteğinde Ankara'da bulunan Ticaret Ataşesi Gillespie ile kurduğu yakın ilişki de bir
başka önemli faktördür.
Amerikan hükümetinin aylarca projeyi destekler gibi göründükten sonra 20
Haziran 1923'te Amerikan Hariciye Müsteşarı Leland Harrison'un gazetelere
Amerika'nın Chester Projesi'nde rolü olmadığı, garanti vermenin Amerikan usullerine
aykırı düştüğüne dair bir beyanatı yayınlanmıştır.430 29 Ağustos 1923'te Vatan'da
Chester Grubu'nun elindeki imtiyazı Kanadalı bir guruba sattığı haberi yer almıştır. 17
Aralık 1923’te ise Nafia Vekili Muhtar Bey projenin iptal edildiğini duyurmuştur.
Ahmet Emin, projenin iptali hakkında şunları yazmaktadır: “Böylece en karanlık
günlerde gönüllere ferahlık veren ve yurdun kısa zamanda Amerika'nın yardımıyla
cennete çevrilmesi ümidi ile ilgisi olan çok tatlı bir rüya tamamen söndü”431
Ahmet Emin, Chester Projesi'nin Ankara Hükümeti tarafından Lozan
Anlaşması görüşmeleri sırasında bir taktik olarak kullanıldığı noktası üzerinde
durmaktadır. Konu hakkında, “Bu projenin Lozan Konferansı'na ara verildiğinde
Ankara tarafından bir manevra aracı olarak başarıyla kullanıldığını ve Lozan
427
Ahmet Emin, “Amerika İntibahatı ve Biz”, Vakit, 6 Kanun-i sani 1920;”Wilson Prensipleri
Diriliyor mu?”, 5 Kanun-i evvel 1920; “Amerikalılarla İktisadi Müasebetlerimiz”, 12 Şubat 1922;
“Amerika'nın İthamları”, 10 Haziran 1922; “Amerikalılarla Münasebetlerimiz”, 4 Temmuz 1922;
“Amerika ve Sulh”, 23 Teşrin-i sani 1922 vd.
428
Mehmet Zekeriya (Sertel), “Amerika İle Siyasi Münasebetimiz”, Vakit, 28 Teşrin-i evvel
1920;”Amerika Türkiye Ticaretine Ehemmiyet Veriyor”, 21 Şubat 1922; “Anadolu'da Amerikan
Sermayesi”, 4 Teşrin-i evvel 1922.
429
Ahmet Emin, “Chester İşi”, Vatan , 7 Nisan 1923.
430
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 55.
431
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 55. Ankara yönetiminin istekliliğine rağmen projenin hayata
geçmemesinde şirketin gerekli sermayeyi elde edememesi, şirket ortakları arasındaki anlaşmazlıklar,
Amerika'daki resmi çevrelerin ve sermaye gruplarının ilgisizliği, şirket ile Ankara arasındaki işlemlerin
gittikçe uzaması gibi etkenler neden olmuştur. Tezel de Irak petrol bölgesinin Türkiye sınırları dışında
kalacağının anlaşılması ile Amerikalılarların geri çekildiği yorumunu yapmaktadır. Yahya Sezai Tezel,
a.g.m, s 310.
Tezel ve Can Chester Projesi'nden yola çıkarak Kemalist yönetimin, Batılı devlet ve sermaye grupları
ile girdiği ilişkilerden anti-emperyalist bir çizgide olmadığı, başından itibaren “Batıyla uzlaşma ve her
yönüyle bütünleşme eğiliminde olduğunu iddia etmektedirler. Can, a.g.e, s 351, Yahya Sezai Tezel,
a.g.m, s 312.
133
Konferansı'nın ikinci yarısında da taleplerimize uygun sonuçlanmasında çok faydalı
olduğunu söylemektedir.432
III. Halk Fırkası'nın Kurulması
Döneme dair yapılan tartışmalarda ve dönemin basında yer alan bazı
yazılarda, özellikle Mustafa Kemal'in HF'nin kurulması sürecinde yetkilerinin artması
nedeni ile kişisel yönetim kurduğu yönünde kaygılar dile getirilmiştir.433 Bu noktada
HF'nın kurulma sürecinin, rejimin niteliği konusunda bilgi verecek mahiyette olduğu
söylenebilir. Bu bağlamda siyaset bilimi literatüründe konu hakkındaki yorumlara yer
vererek konunun dönemin basınında nasıl tartışıldığını anlamak gerekmektedir.
Tek parti yönetimlerine ve bu bağlamda HF'nın kurulmasına dair siyasi
rejim açısından yapılan değerlendirmelerde, farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Tek
partinin demokrasiyi nihai amaç olarak benimseyip benimsemediği, parti içi
demokrasinin olup olmadığı konuları oldukça tartışmalıdır. Uyar, konu üzerine
çalışanların tamamen birbirine zıt fikirlere varabilecekleri olgular bulabildikleri gibi,
aynı olgudan farklı yorumlara ulaşılabileceğini söylemektedir. Yorum farklılıklarının
nedenini ise tek parti yönetimlerinin kategorize edilmesinin güçlüğüne ve Türkiye'deki
tek parti yönetiminin ideolojik ve teorik açıdan herhangi bir şablona oturtulamayışına
432
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 55.
Örneğin Ahmet Emin, “Bazı Esaslı Noktalar”, Vatan, 27 Eylül 1923 ve konu ile ilgili diğer
yazıları. Ahmet Emin, 1966'da Latimer ile yaptığı röportajda ise Mustafa Kemal'in reformları
“diktatörlük yoluna gitmeden yapabileceğini, maalesef diktatör olmayı tercih ettiğini” söylemiştir.
Frederic Latimer, “Interview with Ahmet Emin Yalman”, The Atatürk Project, Bilkent Üniversitesi.
Zekeriya Sertel de Hatırladıklarım'da Mustafa Kemal'in ölümü üzerine yaptığı genel değerlendirmede:
“Sağlığında biz bu adama karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yapmıştık. Onu, demokrasi ve hürriyet
getirmediği için suçlu sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü o vakit ormanın
içindeydik. Ağaçları görüyorduk ama ormanı bütün büyüklüğü ile göremiyorduk” diyerek eski rejimin
yıkılması, atılan adımları ve bunlara karşı tepkilere değinir. Ve ardından, “Bütün bu koşullar içinde
demokrasi ve hürriyet gelişebilir miydi?” sorusunu sorar. Cevap olarak ise şunları yazar: “Tersine,
devrim düşmanlarına karşı çok sert davranmak gerekir. Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı
ve tedbirli bulunmak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla beraber Hitler ve Mussolini biçiminde bir
diktatörlüğe gitmedi. Kişi yönetiminden çok Meclis egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi.
Bütün koşullar onun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker olmasına rağmen, tam
anlamıyla diktatörlüğe sapmadı. İngilizlerin “Benevolent diktatorship”diye adlandırdıkları biçimde
yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu.” Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Yaylacık
Matbaası, İstanbul, 1968, s 219.
433
134
bağlamaktadır.434 Tek parti yönetimine totaliterlik ve diktatörlük açısından yaklaşanlar
kadar, bunu demokrasiye giden yolda geçici ve bazen gerekli bir süreç olarak
değerlendirenler de vardır.435 Örneğin Demirel, tek parti yıllarında önce II. Grubun
sonra da TpCF’nın tasfiye edilmesinin dönemin olağanüstü koşulları göz önüne
alındığında haklı çıkarılıp çıkarılamayacağını sorgulamaktadır. Demirel, tek parti
yönetiminin geçici değil kalıcı bir sistem olarak benimsendiği kanısındadır.436 Tunaya,
tek parti yönetiminin ülkede başka partilerin kurulmasına ideolojik nedenlerle izin
vermeyen rejim olarak tanımlanabilirse de, tek parti yönetiminin bulunduğu her yerde
“aynı karakterde ve aynı koşulların ürünü” bir dikta rejimin var olduğu anlamına
gelmeyeceğini437 söylemektedir. Bir başka çalışmasında da, bu dönemde bir başka
partinin kurulmasının hukuken yasak olmadığını yazarak, tek parti sistemini,
demokratik sistemin hazırlayıcısı olan, kalıcı değil geçici bir süreç şeklinde
değerlendirmektedir.438 Tunçay tek parti yönetiminin “1923-1945 arasında bir
diktatörlük
olduğuna
kuşku
yoktur.
Ancak
bu
diktatötlüğün
devrimciliği
tartışmalıdır”439 yorumunu yapmaktadır. Duverger, CHP'nin totaliter olmayan,
Batılışmayı esas alan, özünde pragmatik bir parti olduğunu ileri sürmekte ve Kemalist
rejimin demokratik olmamakla birlikte, tek parti sisteminin geçici bir süreç olduğuna ve
demokrasiyi inşa etme yönünde hareket etmesi bakımından diğer tek parti
sistemlerinden ayrıldığına vurgu yapmaktadır.440 Sina Akşin, dönemin otoriter
olduğunu ancak demokratik öğeleri de içinde barındırdığını ifade etmektedir. Akşin,
dönemin demokratik olmayan rejimleriyle örneğin Sovyetler Birliği'ndeki rejimle,
faşizm deneyimleri ile kıyaslayarak, bu dönemin otoriter bir rejim olduğunu ama “az
434
Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayınları, İstanbul, 1998, s
369.
435
Tunaya, bir başka partinin kurulmasının hukuken yasak olmadığını, ancak bunun “fiilen” geçerli
olduğu için “fiili tek parti rejimi” olarak nitelendirmekte ve bunu totaliter değil, demokratik bir
sistemin hazırlayıcısı olarak değerlendirir. Tarık Z. Tunaya, Siyasi Kurumlar ve Anayasa Hukuku,
İstanbul Üni. Hukuk Fak. Yayınları, İstanbul, 1980, s 314. .
436
Ahmet Demirel, a.g.e., s 609.
437
Tarık Zafer Tunaya, a.g.e., s 407.
438
Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul Üni. Hukuk Fakültesi
Yayınları, İstanbul, 1980, s 314.
439
Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek -Parti Yönetimi'nin Kurulması, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1981, s 16. .
440
Maurice Duverger, Siyasal Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1993, s 116
135
çok demokrasi” tanımı içinde bir otoriter rejim olduğunu belirtmektedir.441 Bernard
Lewis de dönemi değerlendirirken, “Kuvvet ve baskının, devrimci değişiklikler
sırasında Cumhuriyet'i yerleştirmek ve korumak için” kullanılmış olmasına rağmen bu
rejimin
Avrupa
ve
Orta
Doğu
diktatörlüklerinden
farklı
olduğunun
altını
442
çizmektedir. Metin Heper, Mustafa Kemal'in Weber'in modelinde öngörüldüğü üzere
“karizmatik lider” modeli yerine, “yasal-ussal otorite”ye denk düştüğünü belirtir ve
bunu Mustafa Kemal'in kamu etkinliklerini kişisel düzeyde yürütmek yerine bu
etkinlikleri kurumlaştırmaya çalıştığını aktarır.443
Bu bağlamda milletin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
açılması, ulusal egemenliğe verilen önem, ümmet anlayışından ulus anlayışına geçiş,
bürokrasinin yürütmeye tabi olması, asker-sivil ayrımı, hukuka verilen önem gibi
öğeler kişisel yönetim yerine hukuki bir çerçevenin esas alındığı yönünde örnekler
sunulabilir.
Trablus, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda büyük toprak kaybı,
ekonomik anlamda iflas, halkın içinde bulunduğu koşullar, ülkenin işgal edilmesi,
modern bir devlet kurmak için Osmanlı devlet ve toplum yapısına karşı yeni bir siyasi
yapılanmanın gereği gibi etmenler dönemin siyasi rejimin otoriter ve pragmatik
nitelikte olmasına temel hazırlayan tarihsel gelişmelerdir. Osmanlı'dan alınan siyasal
kültür, savaşlar sonucunda halkın ve ülkenin içine düşmüş olduğu durum, yeni bir
devletin temellerini ortaya atma ve bunları sağlamlaştırmanın zorlukları göz önünde
bulundurulmalıdır. Yine ülkenin sanayileşme, kentleşme, okuryazarlık, siyasal kültür
ve daha pek çok bileşen değerlendirmede dikkate alınmalıdır. Tek parti yönetimi,
pragmatik amaçlar doğrultusunda modernleşmeye önem vermiş, demokrasiyi öncelikli
bir sorun olarak görmemiştir ancak bu tek partinin nihai noktada demokrasiyi
amaçlamadığı anlamına gelmemektedir. HF 1931'den itibaren devlet parti özdeşliği
yoluna gitmiş olmakla beraber Uyar'ın belirttiği gibi Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele gibi
muhaliflerin Meclis'e girmelerini sağlama, kadınlara oy hakkı tanıma vb. yollarla
441
Sina Akşin, “Ataürk Döneminde Demokrasi”, Ankara Üni. SBF Dergisi, Gündüz Ökçün'e
Armağan, Cilt 47, Ocak-Haziran 1992, Sayı 1-2, s 243-253.
442
Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Çev: Metin Kıratlı, TTK Basımevi, 8. Baskı,
Ankara, 2000, s 289.
443
Metin Heper, “Atatürk'te Devlet Düşüncesi”, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Dr. Nejat
Eczacıbaşı Vakfı yayınları, İstanbul, s 219.
136
toplumsal tabanını genişletmeye çalışmıştır. Ayrıca okuma yazma oranını yükseltme
yolunda önemli adımlar atılmış, kadının toplumsal hayata katılmasının yollarını açmış,
Halkevleri aracılığıyla halk ile siyasal iktidar arasında bağ kurmaya çalışmıştır. Tek
parti yönetiminin demokratik olmadığı ama demokrasinin altyapısını hazırlamada
katkıları olduğu söylenebilir.
Lozan görüşmeleri devam ederken 21 Kanun-i evvel 1922’de gazetelerde
Halk Fırkası adıyla bir parti kurulacağı haberi yer almıştır. Partinin resmen kurulma
tarihi ise 9 Eylül 1923’tür. Fırka “9 Umde”yi programı olarak kabul etmiştir. TpCF'nın
kurulması gündeme geldiğinde, 10 Kasım 1924'te “Halk Fırkası”nın başına
“Cumhuriyet” kelimesi eklenmiştir. 1935'te ise “fırka”, “parti”ye dönüşmüştür.
TpCF'nın 1925'te kapatılmasının ardından, 1930'da “güdümlü” olarak Serbest Fırka
aracılığıyla çok partili hayata geçilme girişiminde bulunulmuş, ancak kısa süre sonra bu
partinin de kapatılması nedeniyle HF 1923'ten 1945'e dek 22 yıl, tek parti olarak
yönetimde söz sahibi olmuştur.
İstanbul
basınında,
HF'nın
kurulması
sürecinde,
siyasi
partilerin
fonksiyonları, Mustafa Kemal'in konumu, parti ismi gibi konular tartışma konusu
olmuştur. İkdam'da Ahmet Cevdet yazıları ile HF'nın kurulmasını desteklerken,
Tanin'de Hüseyin Cahit, Vakit'te Ahmet Emin karşı çıkan gazetecilerin başında
gelmiştir.
Ahmet Cevdet HF'nın kurulmasını,
“İcra edilen inkılâbın icabatına göre memleket hayat-ı umumiyesinde yenilikler
husule getirmek ve o inkılabı müsmir (verimli) neticelerinde bütün halkı müstefid
etmek için, o inkılabı vücude getirenlerin onu iltizam ederek, kuvvetlenmesine ve
devamına taraftar olanların seferber edilmesi ve bir bayrak altında cem edilip
herşeyden evvel, o inkılabın vazettiği esasları muhafazaya amade, kuvvetli teşkilat
halinde bulunmaları bir emr-i zaruridir”444 diye yazarak desteklemiştir.
Ahmet Emin'in HF'na olan tutumu ise sürekli değişkenlik göstermiştir.
Değerlendirmelerinde siyasi konjonktürün belirleyici olduğu söylenebilir. Daha parti
kurulmadan yazdığı yazılarda, “parti” oluşumuna olumsuz yaklaşarak, geçmişteki
444
Ahmet Cevdet, “Ana Fırka”, İkdam, 12 Kanun-i Evvel 1922.
137
hatalardan en önemlisinin “memleket işlerine fırka gözüyle bakılması” olduğunu
yazmıştır. Parti meselesinde mutlaka kişi veya sınıf menfaatinin söz konusu olduğunu,
bizde ise bunun karikatür halinde dışarıdan ithal edildiğini ifade etmiştir.445 1922
Aralığı'nda parti kurulacağı haberi ile endişeye kapılan Ahmet Emin durumu yakından
görmek üzere 8 Aralık'ta Ankara’ya hareket etmiştir. Endişeye kapılmasının sebebini
şöyle açıklamaktadır:
“Halk Partisinin kuruluşunu endişe ile karşılamamın sebebi, memlekette parti
hayatının doğması değildi. Demokrasi yolunda yürümek istediğimize göre bundan
tabii bir şey olamazdı, fakat kurtarıcı karşısına muhalefet olarak kim çıkabilirdi ve
ne iş görebilirdi? Böyle bir partinin kuruluşunu memlekette gerçek demokrasinin
değil tek parti hayatının başlaması diye karşılamak lazım geliyordu.”446
Bir başka yazısında Milli Mücadele'nin dış problemlerden kurtulmakla
bitmeyeceğini, bu süreçte nasıl bir “misak-ı milli” ile çalışılmışsa yeni dönemde de bir
parti programı ile değil, milli misak programı ile çalışılması gerektiğini yazmıştır.
Kalkınma sorunu öncelikle ele alınmalıdır. Ülkede belirginleşmiş sınıf ve çıkar
çatışmaları yoktur. Fırkanın ismi sınıf mücadelesi manasını taşımakta oysa ülkede buna
elverişli bir durum bulunmamaktadır.447
Partinin kurulmasına yönelik eleştirilerinde, Mustafa Kemal Paşa'nın millete
ait olduğu, parti başkanı olması halinde parti dışında kalan kesimleri kaybedeceği
görüşünü vurgulamıştır. Ahmet Emin'e göre partiler arası güç yarışı çirkin ihtiras ve
infiallere yol açabilir. Böyle bir durumda hakem vazifesini kim görecektir? Parti
hayatında çıkarlar esastır, partiye hizmet edenler karşılığında çıkar beklerler.
Devamında:
“Gelecek bir iki sene içinde zıt menfaatler değil, müşterek menfaatler umumi
hayatımıza hakim olmalıdır. Bunu da ancak Paşa Hazretleri temin edebilir.
Memleketin bir memlekete benzemek için mutlaka muhtaç olduğu bir mesai
445
Ahmet Emin, “İstikbal Düşünceleri III/Milli Program ve Fırkacılık”, Vakit, 16 Teşrin-i Sani
1922.
446
447
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 26.
Ahmet Emin, “Halk Fırkası”, Vakit, 21 Kanun-i evvel 1922.
138
programıyla ortaya çıkmaları ve bunun için yeni bir misak-ı milli mahiyetini
kesbetmesine delalet etmeleri pek hayırlı bir şey olur.” 448 diye yazmıştır.
1923'ün ilk ayında, eleştiriler yönelttiği HF'nı savunmaya başlamıştır.
“Hakiki bir inkılap vücuda getirmek” için, “Teşkilat ianesiyle mücadeleler açacak bir
kuvvete fırka namını vermekte bir zarar yoktur” diye yazmış, fırkanın, bütün halka ait
menfaatlerle meşgul olacağını ve sınıf mücadelesine yer vermeyeceğini yazmıştır.
Ahmet Emin yazısında “Memleketi yükseltmekten ve hakiki bir inkılaba mazhar
etmekten ibaret olan milli hedef ve azim süratle takip edilecektir”449 demiştir. Mustafa
Kemal'in barıştan sonra bir kenara çekilmesinin iyi olacağını siyasi hayatta yer alan
kişilerin az çok bildiğini, fakat başladığı işi yarım bırakmak istemeyen Mustafa
Kemal'in mücadelenin devamını görev addettiğini belirtmştir. Hazırlanacak parti
programı ile geleceğe dair esaslar kurulacaktır. Birkaç gün sonra da, sorunu “yüzeysel
olarak” inceleyenlerin Mustafa Kemal'in faal bir durumda bulunmaması ve “milli bir
abide gibi” milletin üstünde yer alarak, milli bir buhran durumunda yeniden faaliyete
geçmesini önerdiklerini yazmıştır. Ahmet Emin, eğer dış mücadele bitince tabii bir
hayat başlayacak olsa bu fikrin pek doğru olacağını, ülke olağanüstü ihtiyaçlar içinde
iken, Paşa gibi bir kuvvetin faaliyet dışı kalamayacağı cevabını vermiştir. Bütün mesele
ülkede zararlı şahsi mücadeleler açılmadan bunların yapılmasıdır.450
“Menfi Anasırlar” yazısında da “İstikbalimize ait fevkalade faaliyetlerle
muayyen bir program dairesinde meşgul olacak bir teşkilat makinesine şiddetle
ihtiyacımız vardı. Bu makinenin ne suretle vücut bulacağını hepimiz merakla
bekliyorduk” diye yazarak HF'nın kurulmasını memnunlukla karşılamış ve bu partiye
muhalif olacakların kişisel ihtiraslar arasında kendini kaybeden, menfi ruhlu fertler”
olduğunu dile getirmiştir.451
Ahmet Emin'in 1923 Ocak ayı ortalarından itibaren HF'nı destekleyen
yazılar yazmasında, 17 Ocak 1923'te İzmit'te Mustafa Kemal'in gazeteciler ile görüşme
sürecinin belirleyici olduğu görülmektedir. Toplantının gündeminin belli olmaması
Ahmet Emin'in, HF üzerine yazdığı yazılardaki söylemini değiştirmesinde etkili
448
449
450
451
Ahmet Emin, “Millet Rehbere Muhtaçtır”, Vakit, 28 Kanun-i evvel 1922.
Ahmet Emin, “Lozan'da Yeni Cephe”, Vakit, 13 Kanun-i Sani 1923.
Ahmet Emin, “Müncilikten Sonra Banilik”, Vakit, 16 Kanun-i sani 1923.
Ahmet Emin, “Menfi Anasırlar”, Vakit, 24 Kanun-i sani 1923.
139
olmuştur. Gazetecilerle yüz yüze yapılan bu ilk görüşmede muhalif tavrının Ankara
yönetimi tarafından nasıl karşılanacağını bilmemesi, onu geri adım atarak, ılımlı bir
tavır almaya sürüklemiştir. İzmit Basın toplantısında genel durum değerlendirilmiş
ancak hilafet meselesi ön plana çıkmıştır. Ahmet Emin 18 Ocak’ta kaleme aldığı “Milli
İstikbal Hazırlıkları” başlıklı yazısında İzmit'teki görüşmeden bahsetmektedir. İzmit’e
giderken kendisinde bir karamsarlık olduğunu, milli misakın gerçekleştirilmiş olsa da
barış sonrası “tabii hayata” dönemeyeceğimizi yazmıştır. Ona göre ülkeyi kalkındırmak
için tek vücut halinde mücadeleye devam etmemiz gerekmektedir. Bunun için henüz
geleceğe ait hedefler tespit edilmemiştir. Ancak İzmit'teki toplantı sonrasında
endişelerinin yersiz olduğunu anlamıştır. Mustafa Kemal, Fırkanın bütün halkın
menfaatleri ile ilgileneceğini, sınıf mücadelesine yer verilmeyeceğini belirtmiştir.
Ahmet Emin, “Mustafa Kemal Paşa'nın verdiği izahat bizi ikna etmiştir. Öyle zan
ediyoruz ki memleketimizde pek çoklarının hayalinden geçmeyen bir tarz ve zeminde
yeni bir istikbal hazırlanmaktadır”452 diye yazmıştır.
Hüseyin Cahit'in de HF oluşumunu, Ahmet Emin'e benzer gerekçelerle
eleştirdiği görülmektedir. Hüseyin Cahit, 1 Nisan 1923'te kaleme aldığı yazısında bu
yöndeki görüşlerini şöyle savunmaktadır:
“Siyasi
mesleklere
müstenid
fırka
hükümetleri
bizim
için
henüz
süs
addolunabilecek, suni, cali işlerdir. Biz her şeyden evvel muntazam bir hükümet
makinesi kurmaya mecburuz. Memlekette olmayan budur ve bunu yapmak için de
siyasi fırkalara değil, vatan fikri etrafında toplanabilecek mukadder, afif, fedakar ve
çalışkan kimsele ihtiyaç vardır.”453
Hüseyin Cahit, Mustafa Kemal'in parti başkanı olmasına eleştiriler
yöneltmiş ve onun Milli Mücadele'nin sembolü olarak Türkiye'ye ait olduğunu yazmış
ve parti mücadelelerinden uzak bir hakem konumunda kalması gerektiğini
belirtmiştir.454 HF'na yönelik olarak da, “Türk devletinin vatandaşı” olduklarını ve
hiçbir vatandaşın da HF'na itaatle mükellef olmadığını455 dile getirmiştir.
452
453
454
455
Ahmet Emin, “Milli İstikbal Hazırlıkları”, Vakit, 18 Kanun-i sani 1923.
Hüseyin Cahit, “Kuvvetli Hükümet”, Tanin, 1 Nisan 1923.
Hüseyin Cahit, Tanin, 23 Eylül 1923.
Hüseyin Cahit, Tanin, 26 Eylül 1923.
140
Ahmet Emin, 1923 Eylül sonlarında Cumhuriyet'in ilan edilmesi sürecinde
HF'na tekrar eleştiriler yöneltmeye başlamıştır. HF ile bir inkılap programının
uygulanamadığını dile getirerek, Meclis'te kararların HF'nda gizli müzakerelerde
alınmasını eleştirmiştir. Mustafa Kemal'in Meclis Başkanı ve aynı zamanda parti
başkanı olmasına karşı çıkarak, böyle bir yönetim tarzının sadece Amerika'da
olduğunu, Türkiye'nin koşullarının farklı olduğunu yazmıştır.456 Uzun bir süre bu
yöndeki düşüncelerini dile getiren Ahmet Emin 21 Ekim 1941'de Vatan'da yazdığı
Berraklığa Doğru başlıklı yazı dizisinde tekrar HF (İsmi Halk Partisi olarak
değişmiştir) oluşumunu övgüyle karşılayacaktır. İki partili sisteminin teorik bakımdan
mantıklı ve makul görünmesine rağmen gerçekte ihtirasın, kinin, nefretin, çok zararlı
bir ikiliğin kaynağı olarak değerlendirecektir.457 Hatta Ahmet Emin, bütün dünyanın,
demokrasi adı altında yapılan rezaletlerden şikayetçi olduğunu, bazen adil bir diktatörü
tercih eder hale geldiğini de yazmıştır. HP'nin izlediği yönetimden övgüyle bahseden
Ahmet Emin:
“Yakından tetkik edersek, görürüz ki iki parti sistemi hiçbir memlekette gayeye
uygun netice vermemiş, daima demokrasiyi doğru yoldan ayırmıştır. Bir
memleketin inkişafa ait emelleri, kendi ihtiyaçlarının tetkikinden doğmuşsa ve
ihtisasın süzgecinden geçmişse bunların, şahıslara müdahalesinin fevkinde bir tek
milli program teşkil etmesi icap eder. Böyle bir milli programı gerçekleştirmek
işini de Halk Partisi gibi bir tek milli partinin ve ondan doğan hükümetin
benimsemesi doğru olur”458 diye yazacaktır.
Parti kelimesini ayrılığın ifadesi olarak değerlendirerek, milli bir program
etrafında herkesi birleştiren “milli bir teşekkül” olarak ele alınması gerektiğini ileri
sürmüştür. Bu dönemde ele aldığı yazılarda Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkelerdeki
demokrasi anlayışını eleştirmektedir. Parti mücadelelerinin özel menfaat guruplarının
mücadeleleri haline geldiği için iflas etmiş olduklarını belirtmektedir. Sınıf
mücadelelerinin kamu yararı ile sonuçlanacağı düşüncesini tamamen yanlış bularak,
ortak yarar adına bir fayda sağlanamadığını ileri sürmüştür.
456
457
458
Ahmet Emin, “Bazı Esaslı Noktalar”, Vatan, 27 Eylül 1923.
Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, Vatan Matbaası, İstanbul, 1959, s 19.
Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, s 19.
141
1970'te basılan anılarında yaptığı genel değerlendirmede ise Ahmet Emin,
düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:
“İddiam odur ki parti ayrılığı yolunda bir müddet gidilmeseydi, Atatürk, bütün
mücadele arkadaşlarını yeni bir milli misakı yürüten bir milli blok halinde bir arada
tutsaydı, Türkiye’de halledilmemiş hiçbir mesele kalmazdı, ikilik istidatları
kökünden önlenirdi. Bu arada din kudreti gitgide kara kuvvetin eline geçmez,
laiklik yanlış anlaşılmaz, terakkiyi destekleyen nurlu bir din anlayışı kök tutardı.
Bir taraftan da çok partili hayat için sağlam bir temel, yavaş yavaş hazırlanırdı.”459
Ahmet Emin'in, tek parti oluşumunu eleştirdiği veya savunduğu yazılarında,
genel olarak “milli misak” ruhuna bağlı kalınması gerektiği düşüncesi ön plana
çıkmaktadır. Ancak onun yaklaşımında tutarlı bir tavırdan ziyade siyasi konjonktürün
koşullarına göre değişen bir anlayış gözlemlenmektedir.
IV. Cumhuriyet'in İlanı
Lozan Anlaşması ile bağımsızlığına kavuşan Türk devletinin şeklinin
belirlenmesi konusu gündeme gelmiştir. Kabinede çıkan atamalarla ilgili uzlaşmaya
varılamayınca Mustafa Kemal kabineye istifa etmelerini tavsiye etmiş, Meclis
tarafından hazırlanan Bakanlar Kurulu listesindeki çoğu kişi görevi kabul etmeyince
bunalım daha da artmıştır. Bunun üzerine Mustafa Kemal “Cumhuriyet'in” ilan
edilmesi zamanının geldiğini ve bu yolla güçlü ve uyumlu bir hükümetin
kurulabileceğini belirten bir konuşmayı 29 Ekim 1923’te Meclis'te yapmıştır.
Onaylama sonucu da Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda değişikliğin yapılması gündeme
gelmiş, böylece Mustafa Kemal hem hükümet bunalımını hem de hükümetin şeklinin
belirlenmesi sorununu çözmüştür.
Cumhuriyet'in ilanı kararı Mustafa Kemal tarafından daha önce verilmiş
olup, 22 Eylül'de Neue Freie Presse gazetesi yazarı Lazar’la görüşmesi sırasında
rejimin Cumhuriyet olacağını bildirmiştir. Cumhuriyet kelimesinin yabancı bir gazetede
ilk kez kullanılması ile basının dikkatini bu konuya yoğunlaşmıştır.
459
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 32.
142
Cumhuriyet fikrini ilk gündeme getirenlerden biri Hüseyin Cahit olmuştur.
Malta dönüşünde rejimin Cumhuriyet olması gerektiği belirten Hüseyin Cahit, Siyasal
Anılar'ında, “Ismarlama bir hükümdar soyu bulmak ve yaratmak pek akla sığacak bir
yol görünmüyordu. Şu halde zorunlu ve doğal olarak Cumhuriyet temeline dayanan
ulusal bir Türkiye'nin kuruluşunu düşünmek gerekiyordu”460 diyerek İstanbul'a
döndüğünde bir Cumhuriyet Partisi kuracağını ve bir tek kişiden başka bu partiye
taraftar bulmasa bile iki kişi olarak çalışacağını kaydetmiştir. Yine Hüseyin Cahit,
1922'de Renin'de idare şeklinin, “olayların ihtiyaçların vücuda getirdiği bir hususiyet
arz etmekle beraber”, Cumhuriyet olduğunu dile getirmiştir.461 Eylül 1923'te
Cumhuriyet'in ilan edileceği kamuoyunda duyulunca Hüseyin Cahit Tanin’de bir yazı
kaleme alarak: “Artık resmen Türkiye Halk Cumhuriyeti olacağız” demiş ve burada
geçen “halk” kelimesinin Bolşevik rejimini çağrıştırdığı için “Türkiye Cumhuriyeti”
demenin daha anlamlı ve doğru olacağını yazmıştır.462 Ahmet Emin ise 26 Eylül'deki
yazısında, saltanatın ilga edilmesinden sonra kurulan sistemin zaten Cumhuriyet
olduğunu, ancak isminin verilmesinin gecikmiş olduğunu ifade etmiştir. Devamında
ise: “Bir yıl evvel Cumhuriyet kelimesi kullanılsaydı, mukavemetle karşılanacağı
şüphesizdi. Bugün artık halkımız Cumhuriyet kelimesini güler yüzle karşılayacaktır,
fakat devlete verilecek Türkiye Halk Cumhuriyeti tabirine gelince biz buna şiddetle
karşıyız”463 demiştir. Karşı olmasının nedeni ise “Halk Cumhuriyeti” ifadesinin
uluslararası camiada, Rusya’nın bir benzeri olarak komünizm yolunda ilerlediğimiz
yönünde izlenim yaratacağı bunun da yabancı sermayeyi ürkütmesine neden olacağıdır.
Velid Ebüziziya, Tevhid-i Efkar'da Cumhuriyet fikrinin “birdenbire ortaya
çıktığını” ileri sürmüş ve yazısının devamında şu ifadelere yer vermiştir:
“Bizim muhafazakar kafamızı beğenmeyenlerin müteceddid ve terakkiperver
dimağları haftalardan beri Ankara İstasyon Bina'sında Cumhuriyet doğurmaya
çalışıyorlar. Bizim bildiğimize göre Cumhuriyet, istasyon binalarında değil; Millet
Meclislerinde doğar. İstasyon binasından ise olsa olsa tren çıkar.....Bir aydır devam
460
Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, (Yayına Haz: Rauf Mutluay), Türkiye İş Bankası Kültür
yayınları, 1976, s 268.
461
Hüseyin Cahit, “İnkılap”, Renin, 17 Kasım 1922.
462
Hüseyin Cahit Yalçın, “Türkiye Halk Cumhuriyeti”, Tanin, 25 Eylül 1923, Ahmet Emin de 26
Eylül tarihindeki “Bir Tereddüt Devresinden Sonra” başlıklı yazısında aynı noktayı vurgulayarak karşı
çıkmıştır.
463
Ahmet Emin, “Tereddüd Devrinden Sonra”, Vatan, 26 Eylül 1923.
143
eden gürültüden Ankara istasyonundan çıkarılacak şeyin bir ucube olacağı zaten
muhakkak idi. Cumhuriyet meselesinin son aldığı şekil, bu istimi çabuk tüketen
sürat katarının yolcuları arasında ihtilaf çıktığını gösteriyor.464
İstanbul basınından İleri'de Celal Nuri (İleri) ve Akşam'da Necmeddin
Sadak, İkdam'da Ahmet Cevdet muhalif basının tutumunu eleştiren, Cumhuriyet'in
ilanını olumlu karşılayan yazılar kaleme almışlardır. İsmi geçen yazarlar, kamuoyunu
meşgul eden Cumhuriyet meselesinin sorun olmaktan çıktığını, değişen şeyin ayrı ayrı
milletvekilleri seçmek yerine kabine usulünün gelmesinden ibaret olduğunu ve böylece
yürütme organının görev ve sorumluluklarının tayin edildiği noktaları üzerinde
durmuşlardır.465 İleri, 23 Nisan 1920'den beri Türkiye'nin rejiminin zaten resmen
Cumhuriyet olduğunu yazarken,466 Sadak Cumhuriyet'in gündeme gelmesiyle Ahmet
Emin'in de yazılarını kastederek:
“Bazı arkadaşlarımız açık arizalar yazdı, aman sakın diktatör olmayınız, fırkaların,
siyasetin
fevkinde kalınız,
dalkavuklara kulak
asmayınız
tarzında telaşlı
istirhamlarda bulundular....Ortada bu kadar gürültüyü haklı gösterecek hiçbir hadise
yokken, biz istibdada tahammül edemeyiz, bu millet kimsenin padişah olmasına
tahammül edemez gibi kulağa çirkin gelen sözler söylendi”467 diyerek basının
gündelik siyasi dedikodularla, anlamsız tartışmalarla meşgul olduğunu yazmıştır.
Cumhuriyet'in gündeme gelmesi ile Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in partiler
üstünde bir hakem rolünde kalması yönündeki düşüncelerini dile getirmeye devam
etmiştir. 5 Teşrin-i evvel'de gazetesinde, Mustafa Kemal'e hitaben bir mektup
yayınlamıştır. Mektubu yazma amacını, “Tek parti sistemi yani diktatörlüğe doğru
kayışı ve bundan ileri gelecek ikiliği önlemek”468 olarak belirtmektedir. Mektupta,
Mustafa Kemal'in etrafına toplanan “hüluskarlar”ın hoş görünmek için her gün yeni
icatta bulunduklarını söylemiştir. TBMM idaresi ancak “ihtisas” ve kanun hakimiyeti
464
Velid Ebuzziya, “Ankara İstasyon Binası Cumhuriyet Doğurabilecek mi?”, Tevhid-i Efkar, 19
Teşrin-i evvel 1923.
465
Necmeddin Sadak, “Türkiye Cumhuriyeti”, Akşam, 27 Teşrin-i evvel 1923; Celal Nuri,
“Cumhuriyet'in İlanına Mecbur İdik”, İleri, 31 Teşrin-i evvel 1923; Ahmet Cevdet, “Teşkilat-ı
Esasiyemiz”, İkdam, 31 Teşrin-i evvel 1923.
466
Celal Nuri, “Cumhuriyet-i Seniye”, İleri, 26 Eylül 1923.
467
Necmeddin Sadak, “Ne oluyoruz?”, Akşam, 11 Teşrin-i evvel 1923.
468
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 81.
144
ile yürüyebilecektir. Bu yolda gitme istidadı maalesef gösterilememiştir. Rejimin adının
Cumhuriyet olması yerindedir. Reis-i Cumhur olarak Mustafa Kemal'in bu “rehberlik”
görevini yerine getirmesinin tek yolunun “hadisat-ı cariyenin idaresini mesul bir
hükümete bırakmak”469 olduğunu yazmıştır. Ona göre, parti başkanlığı unvanının
büyük zararları vardır. Parti inkılap programını uygulamak için gündeme gelmiş, ancak
uygulamalar ülkede bu anlamda bir partiye yer olmadığını göstermiştir. Parti başkanlığı
fikrini ileri sürenlerin Amerika’yı örnek gösterdiklerini, oysa Amerika’nın federal bir
hükümet olduğunu dile getirmiştir. Mustafa Kemal’e çağrısında da, millete milli bir
rehber olarak kalacağını duyurmasını istemiştir.
Ahmet Emin'in bu mektubu gazetelerde şiddetli hücumlara uğramıştır.
Mehmet Asım, Vakit’te yazdığı yazıda “İzmit’ten sonra ne olup da Ahmet Emin’in
fikrini değiştirdiği”ni sormuştur. Ahmet Emin fikrinin hiç değişmediğini, Vakit
sütunlarında müdafaa ettiği kanaate avdet ettiği” cevabını vermiştir. Aradaki zaman
zarfında olağanüstü olayların olduğunu, HF tecrübesinin “menfi” neticeler verdiğini,
“Milli inkılap programının tatbiki için icap eden bir alet olmaktan çok uzak
olduğu”nu470 yazmıştır. Benzer bir soruyu İleri’de Suphi Nuri de yöneltmiştir. Suphi
Nuri, 2 Ekim'de “Gazi Paşa'ya Açık Mektup” başlıklı yazısında Millet Meclisi'nin,
hükümetin ve diğer kurumların yeterince iyi çalışmadığı gerekçesi ile Mustafa Kemal'in
daha çok yetki ile yönetimi devralmasını önermiştir.471 Ahmet Emin İleri'ye, “Onun
mütenakız görüşlerinden çıkan bir sonuç vardır o da Gazi Paşa'ya diktatörlüğü teklif
etmektir. Suphi Nuri Bey bunu yapanların birincisi değildir”472 cevabını vermiştir.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet resmen ilan edilmiştir. İlk Cumhurbaşkanı
olarak da Mustafa Kemal seçilmiş ve ilk Cumhuriyet Hükümeti'ni kurma görevi İsmet
Paşa'ya verilmiştir. Ancak Cumhuriyet'in ilan edilme şekline muhalif basında kısa
zamanda eleştiriler getirilmeye başlanmıştır. Mustafa Kemal'in 22 Eylül'de Neue Freie
Presse ile yaptığı mülakatta rejimin Cumhuriyet olacağını ifade etmesi ile
Cumhuriyet'in resmen ilan olunduğu 29 Ekim tarihi arasında yaklaşık otuz yedi gün
vardır. Bu süreç içinde kararı diğer devlet adamları ile görüşme, gazetecileri bir araya
getirerek kamuoyunu hazırlama yoluna gidilmemiş olması, Cumhuriyet'in ilanına
469
470
471
472
Ahmet Emin, “Gazi Hazretlerine Maruzat”, Vatan, 5 Teşrin-i evvel 1923.
Ahmet Emin, “Milli Rehberlik Bahsi”, Vatan, 7 Teşrin-i evvel 1923.
Suphi Nuri, “Gazi Paşa'ya Açık Mektup”, İleri, 2 Teşrin-i evvel 1923.
Ahmet Emin, “Milli Rehberlik Bahsi”, Vatan, 7 Teşrin-i evvel 1923.
145
eleştirileri arttıran bir unsur olmuştur. Eleştirilerde kararın aceleye getirildiği, ülkede
karar alınmadan bir yabancı gazetede yer aldığı noktaları üzerinde durulmuştur. Başta
Rauf Bey olmak üzere sonradan öğrenen Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar da
kararın alınma tarzından duydukları rahatsızlıkları dile getirmişlerdir. Bu son olaylar iki
zihniyet arasındaki mesafenin daha da açılması ve muhalif bir partinin kurulması ile
sonuçlanmıştır.
Cumhuriyet'in ilan edildiği gün Ahmet Emin, devletin iç ve dış işleri
dururken devletin şeklinin “alelade” tayin etmeye kalkışılması halinde çıkacak pürüzler
için uyarılarda bulunmuştur.473 Birkaç gün sonraki makalesinde ise Cumhuriyet'in
ilanını bir “emrivaki” olarak değerlendirmiştir. Devletin şeklini değiştiren kararlar bir
iki saat içinde, çok sınırlı tartışmalardan sonra alınmıştır. Ahmet Emin'in üzerinde
durduğu ikinci bir nokta ise “milli rehberin şahsına aittir.” En büyük ruhlu adamlar bile
kişisel güç sahibi olmanın cazibesine dayanamamışlardır. “Biz samimi olarak şurasına
kaildik ki Gazi Paşa bu umumi kaidenin mümtaz istisnasını teşkil ederler ve daima da
edeceklerdir”474 diyerek Mustafa Kemal'in elinde toplanan yetkilerin genişliğine dikkati
çekmiştir. Gerçekten de muhalif İstanbul basınında Mustafa Kemal'in yetkilerinin
genişliği bir endişe kaynağı olmuştur. Basının önde gelen kalemlerinden Hüseyin Cahit,
kendilerinin gerçek Cumhuriyetçi oldukları için, türlü kalıplara giren kişilerin
Cumhuriyetçiliklerinden şüphelendiklerini ve izlenen hareket tarzının yarın için örnek
teşkil edebileceğinden korktuklarını belirtmiştir. Endişesinin kaynağını şöyle ifade
etmektedir:
“Çünkü bugün alelacele Teşkilat-ı Esasiye tadilatı yapıldığı gibi yarın da diktatörlük
tesis edilecek tadilat yine böyle alelgafle yapılabilir diye korkuyoruz. Korkumuz
yapılandan değil, yapanın tarzından ve bu tarzın ileride diktatörlük doğurması
ihtimalinden. İlan ediyoruz ki bunu daha açık daha başka türlü söylemek kabil
değildir.475
Cumhuriyet'in ilan edilme şekline itiraz eden İstanbul basınından bir başka
gazeteci Velid Ebüzziya, 31 Ekim'deki yazısında: “BMM 158 rey ile Cumhuriyet'i ilan
473
474
475
Ahmet Emin, “Milli Cephe Yeniden Tesis Edilmelidir”, Vatan, 29 Teşrin-i evvel 1923.
Ahmet Emin, “Cumhuriyetin İlanı”, Vatan, 31 Teşrin-i evvel 1923.
Hüseyin Cahit, “Korktuğumuz Nedir?”, Tanin, 9 Teşrin-i sani 1923.
146
ve Reis-i Cumhur'u intihap eyledi ve evvelki akşam, bu BMM hükümeti idaresinde
uykuya yatanlar, dün sabah Cumhuriyet idaresi altında uyanmak harikasına mazhar
oldular”476 diye yazarak tepkisini göstermiştir.
Yapılan değişikliklerin milletin hayatında bir yansıması olmadığını
söyleyen Ahmet Emin, üslubunu gittikçe sertleştirmiştir. Ona göre tam anlamıyla bir
“devlet makinesi tesis” edilememiştir. Mevcut resmi teşkilatın başlıca prensibi, başta
bulunanlara sadakat ve bunun karşılığında lütuf beklemektir. Bu ise modern bir devletin
değil ortaçağa ait feodalizmin prensibidir. Ülkede eğitim ve refah seviyesi
yükseltilememiştir. Değişim ise sadece şekle dairdir.477 Hüseyin Cahit de “Yaşasın
Cumhuriyet” başlıklı yazısında, Cumhuriyet'in alkış ile, dua ve şenlik ile
yaşamayacağını ancak güzel idare ile yaşayacağını yazarak, rejimin adının
değişmesinin zihniyetteki değişmeyi getirip getirmediğini sormuştur. Kendisinin
Cumhuriyetçi olduğunu ve bunun fiilen uygulanmasını istediğini kaydetmiştir.478
Mustafa Kemal Nutuk'ta Cumhuriyet'in ilanına ilişkin Hüseyin Cahit'in bu
yazısı hakkında:
“'Ben Cumhuriyetçiyim' diyenlerin Cumhuriyet'in kurulduğu gün, kalemlerinden
çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En iyi hükümet biçimi ülküsünün
Cumhuriyet'ten başka bir şey olamayacağına inandığı savında bulunanların:
“Cumhuriyet sözcüğüne bir put gibi tapmam” demelerindeki anlam ve amaç ne
idi?”479 diyerek tepkisini dile getirmiştir.
Ahmet Emin anılarında ise Cumhuriyet'in ilanı süreci hakkında: “Bu suretle
rejimin adı diye Cumhuriyet kelimesi memlekette normal yollarla bir karara
bağlanmadan bir yabancı gazetenin sütunlarında yer almıştı”480 diye yazmaktadır.
Turkey in My Time adlı eserinde ise: “Cumhuriyet düşüncesinin kendisinde bir yanlışlık
yoktu. Ancak yukarıdan gelen dayatma metodu yanlıştı. Bu, kendi kuvvetlerinden emin
476
Velid Ebüzziya, “Efendiler Devletin Adını Taktınız, İşleri de Düzeltebilecek misiniz?”, Tevhid-i
Efkar, 31 Teşrin-i evvel 1923.
477
Ahmet Emin, “İnkılapların Mahsulu”, Vatan, 2 Teşrin-i sani 1923.
478
Hüseyin Cahit, “Yaşasın Cumhuriyet”, Tanin, 31 Teşrin-i evvel 1923. Hüseyin Cahit diğer
yazılarında da uygulamaları eleştirmeye devam etmiştir. Hüseyin Cahit, “Son Vaziyet”, Tanin, 2
Teşrin-i sani 1923; “Fırka Riyaseti”, Tanin, 4 Teşrin-i sani 1923; “Yeni Usül ve Teamüller”, Tanin, 5
Teşrin-i sani 1923; “Yıkmak İstemiyoruz”, Tanin, 8 Teşrin-i sani 1923.
479
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1089.
480
Ahmet Emin, Yakın Tarihte...., C. III, s 76.
147
ve bunu tatbik etmekten tereddüt etmeyen mağrur kişilerin bir takım hareketleriydi”481
şeklinde değerlendirmiştir. İstanbul gazetelerinin Ankara'nın deklare ettiği bu yeni
oluşuma şiddetle karşı koyduğunu, bunların arasında kendi gazetesinin en ılımlı eleştiri
yönelten gazete olduğunu belirtmiş, kendisinin sürekli olarak birlik ve uyumu
vurguladığını, tamamen yeni rejimin yanında olmakla beraber, böylesine önemli bir
değişimin Meclis'te komisyon kararında alınması ve basında özgürce tartışılması
gerektiğini yazmıştır.482
Ankara hükümetine yakınlığı ile bilinen Falih Rıfkı ise, Cumhuriyet'in
ilanına gösterilen tepkileri Akşam'da şöyle değerlendirmiştir:
“Her eserimiz bir mücadeleye sebebiyet verecek, her işimiz bir mukavemete rast
gelecektir. Bu mücadele ve bu mukavemet masum halka ait değildir; inkılaptan
zarar gören menfaatlerindir. Bugünkü bu menfaatlerle anlaşmaya, bu menfaatlere
maddi veya manevi tavizat vermeye meylederiz, o gün Cumhuriyet'in tehlike
günüdür.”483
Mustafa Kemal, Nutuk'ta, basında Cumhuriyet'in ilan edilmesine tepki
gösteren yazılara değinmiştir. Doğrudan gazete ve gazetecinin ismini vermeden yaptığı
değerlendirmede Ahmet Emin'in de yazısına değinmektedir. Ahmet Emin'in yazısında,
Amerika'nın bağımsızlığını sağlayan Washington'un çiftliğe çekilerek Meclis'in altı
ayda anayasayı hazırladığını daha sonra Washigton'a başkanlık vermesini örnek
gösterdiğini ve aynı yazıda Anayasa'nın bu şekilde değiştirilmesinde kendisinin
(Mustafa Kemal'in) ön ayak oluşunu hoş görülmediğini aktarmıştır. Mustafa Kemal
şöyle devam etmektedir:
“Bu yazarın ve benzerlerinin, Cumhuriyet'i kurmak kararının alınışında ve
Cumhuriyet'in kuruluşu ile ilgili yasada gördükleri yanlışlık ve eksiklikleri
eleştirmelerindeki içtenliğe inanabilmek için çok bön olmak gerekir. Eğer bu
481
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 145.
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 145.
483
Falih Rıfkı, “Cumhuriyet'in İlk Günü”, Akşam, 4 Teşrin-i sani 1923. Falih Rıfkı, 7 Teşrin-i
sani'deki yazısında da Cumhuriyet karşısında muhalefet edenleri şöyle gruplandırır: “1-Yeni devletin
Anadolu'da teşekkülünü hiçbir zaman hazmetmemiş olanlar, 2-Hiç bir zaman inkılaba razı olmamış
olanlar, 3- Menfaatleri mutazarrır olanlar.” Falih Rıfkı, “Samimiyetsizlik”, Akşam, 7 Teşrin-i sani
1923.
482
148
yazarlar Cumhuriyet'in ilanı günü yaygaralı saldırılara başlamayıp, önce
Cumhuriyet'in ilanını iyi gözle görseler, içtenlikle karşılasalardı; kamuoyunu
kuşkuya ve güvensizliğe sürükleyecek yerde Cumhuriyet'in iyi ve onun ilanının pek
yerinde olduğunu kamuoyuna aşılayacak yazılar yazsalardı, ondan sonra
yapacakları her türlü eleştirinin içtenliğini ileri sürmekte haklı olabilirlerdi. Ama
gördüğümüz davranış bu olmamıştır.”484
1 Kasım’da Rauf Bey'in, Vatan ve Tevhid-i Efkar’da son kararları eleştiren
beyanatı yayınlanmıştır. Rauf Bey gazetelere verdiği demeçte kendisinin de
Cumhuriyet'e inandığını, TBMM 1920’de açıldığından beri rejimin Cumhuriyet
olduğunu, sadece isminin konulmamış olduğunu belirtmiştir. Formalite yerine
getirilirken Meclis’te konu yeterince tartışılmamış ve kamuoyu hazırlanmamıştır. Rauf
Bey demecinde: “Şekli Cumhuriyet bir günde takrir ettirilerek ilanı, halkça gayrimesul
zevat tarafından tertib edilen bir şeklin emrivaki ihdas edildiği fikri ve endişesi hasıl
oldu. Bu endişe pek tabii görülmelidir”485 demiştir.
Rauf Bey'in gazetelere verdiği beyanat, Halk Partisi tarafından tepki ile
karşılanmıştır.486 Verilen önergede Rauf Bey'in açıklamaları ile Cumhuriyet'i zaafa
uğrattığı, Meclis'te sorguya çekilmesi gerektiği, Rauf Bey'in etrafında oluşmakta olan
muhalefetin güç ve niteliğinin bilinmesinin şart olduğu belirtilmiş, parti grubu İsmet
Paşa Başkanlığı'nda 26 Kasım’da toplanmıştır. Rauf Bey Meclis'teki konuşmasında
Cumhuriyet taraftarı olduğunu ancak milli hakimiyet ve tartışma özgürlüğünden
tavizler verilmesine karşı çıktığını açıklamıştır. Rauf Bey'in İstanbul’da Halife'yi
ziyaret etmiş olması da başlı başına bir eleştiri konusu haline gelmiştir. Oturum
sırasında oldukça sert bir konuşma yapan İsmet Paşa487 Rauf Bey'in muhalefet partisi
484
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1091
“Sabık Heyet-i Vakili Reisi Rauf Beyle Mülakat”, Vatan, 1 Teşrin-i sani 1923.
486
Rauf Bey anılarında, Cumhuriyet'i öğrendiğinde müsterih olduğunu, bazı gazetelerin bunu
beklenmedik bir hadise gibi karşıladıklarını oysa TBMM’nin açıldığı günden beri rejimin fiilen
Cumhuriyet olduğunu sadece isminin konulmamış olduğunu yazmaktadır.
Mustafa Kemal, Rauf Bey'in Vatan ve T.Efkar'da yayınlanan beyanatına büyük tepki duymuş ve
Nutuk'ta sert bir şekilde eleştirmiştir. Mustafa Kemal: “Rauf Bey, yapılan işin yalnız bir ad
değiştirmekten ve üst tabakada biçim değiştirmekden başka bir şey olmadığını söyleyerek Cumhuriyet'i
ilan etmenin, çocukça ve ivedi bir davranış olduğunu anlatmaya çalışmıştır...Mustafa Kemal Rauf Bey
için, “Cumhuriyet yönetimine ne denli ilgisiz ve ondan ne denli uzak olduğunu kanıtlamıyor mu?” diye
sorduktan sonra Rauf Bey'in devlet başkanlığı makamına halifenin gelmesi beklentisi içinde olduğunu
bu nedenle Cumhuriyet kararına tavır aldığını söylemiştir. Nutuk..., s 1099.
487
İsmet Paşa konuşmasında şunları söylemiştir: “Bir halife fetvasının, bizi I. Dünya Savaşı
yıkımına attığını hiçbir zaman unutmayacağız. Bir halife fetvasının, ulus ayağa kalkmak istediği
485
149
kuracağı söylentilerinin bulunduğunu, böyle iken Rauf Bey'in aynı kanaatteymiş gibi
aynı parti içinde olmasının ülkeyi anarşi içinde yönetmek anlamına geldiğini
söylemiştir. Rauf Bey'in parti içinde mi yoksa parti dışında mı kalma arzusu içinde
olduğunu sormuş, Rauf Bey de muhalif parti kurmayacağı yönünde cevap vermiştir.488
1923 sonlarında artık Ankara ve İstanbul basını arasındaki tartışmalar iyice
artmıştır. Yunus Nadi'nin, Rauf Bey'e hitaben, “Cumhuriyet'in ilanı, Mustafa Kemal
Paşa'nın Reisi Cumhur intihabı neyi değiştiriyor ki, bu işlerin acele yapılmış olduğu
hakkında tenkitkar müddeiyata cevaz olabilsin. Yoksa al kan hayatıyla aldığı
hakimiyet, millete çok görülmek mi isteniyor? Yoksa zahirde inkar olunan post
kavgasına hakikatte vücut mu verilmek isteniyor?”489 diye yönelttiği sorulara, Ahmet
Emin başyazısında karşılık vermiştir. İş başında olanların eleştiriyi gerekli gördüklerini
ama eleştiri yapılınca da bunu “garezkarlık” olarak adlandırdıklarını, ya doğrudan zor
kullanarak ya da bir iki hükümet gazetesini eleştirene “saldırtma” yolu ile tartışma
hürriyetinin sınırlandırıldığını yazmıştır. Cumhuriyet ve hakimiyeti milliye taraftarlığı
konusunda kendilerinin de azimli olmalarına rağmen, Ankara gazeteleri başka türlü
düşünmenin mümkün olduğunu havsalarına sığdıramamaktadırlar.490 Rauf Bey'in
demecinde Cumhuriyet taraftarı olduğunu açıkça ifade ettiğini Nadi Bey'in “galiba
beyanatı okumadığını” söylemiştir.
Hakimiyet-i Milliye'de ise “Müfsidler Hadlerini Bilmelidirler” başlıklı bir
yazı yayınlanmış ve tartışma hürriyetinin en kutsal esaslardan biri olduğu belirtilerek
herkesin fikrini açıkça söylemeye ve hangi idare tarzının taraftarı olduğunu ilan etmeye
çağırmıştır. Fakat ortaya açık ve belli bir fikir atmadan yapılanları eleştirenlerin,
Meclis'i, partiyi ve devlet başkanını “namerdane ve kahbece tezyif etmek küstahlığında
zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına saldırdığını unutmayacağız. Tarihin herhangi bir
dönemide, bir halife, bu ülkenin alınyazısına karışmayı aklından geçirirse, hiç kuşku yok, o kafayı
koparacağız!” Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1123.
488
1968'te Abdi İpekçi, İsmet İnönü ile yaptığı röportajda, Rauf Bey'in Cumhuriyet'e karşı aldığı
vaziyeti sorması üzerine İnönü: “Bunlar açıktan alınmış vaziyetler değil. Yani bu hususlarda Rauf
Beyin bize vaziyet aldığı sarih bir delile istinat etmiyor. Haksızlık payı var, mübalağa payı var”
cevabını verecektir. Abdi İpekçi, İnönü Anlatıyor, Cem Yayınları, İstanbul, 1968, s 21. Atatürk'ün
Nutuk'ta Rauf Bey'e karşı tavrını da şöyle değerlendirmiştir: “Nutuk'u yazarken Rauf Beye karşı sert
davrandığı söylenebilir. Ama o günkü şartlar içinde başka türlü yapamazdı. Kendi vaziyetini izah
ederken kanaatlerini sert bir şekilde söylemiştir. Yaşasaydı belki şartlar değiştiğine göre Rauf Bey
hakkında başka türlü konuşurdu.” Abdi İpekçi, İnönü Anlatıyor, s 22.
489
“Nadi Bey'in Rauf Bey'e Cevabı”, Yeni Gün, 2 Teşrin-i sani 1923.
490
Ahmet Emin, “İskat (susturma) Zihniyeti”, Vatan, 5 Teşrin-i sani 1923.
150
bulunanların hür ve serbest düşünen insanlar değil, kelimenin bütün manasıyla
müfsidler”491 olduğunu yazmıştır.
Ahmet Emin'in “tufeyliler” dediği bir gurup insanın, hükümetin işleyişini
ve genel hayatı zehirlediği tarzındaki yorumlarına492 Hakimiyet-i Milliye “İş İş” başlıklı
yazıyla Ankara Hükümeti'nin durmadan iş gördüğü şeklinde cevap yazmıştır.
Hakimiyet-i Milliye'de çıkan bir başka yazıda da, İstanbul'da üç tür kişi olduğundan söz
edilmektedir. Bunlar yabancı sermayenin adamı, saltanat çığırtkanı ve haris politika
zorbasıdır. Birinci guruptakiler parayı, ikinciler irticayı üçüncüler ise yalnız kendilerini
temsil edenlerdir.493 Ahmet Emin, Hakimiyet-i Milliye'nin bütün sorunların kaynağını
İstanbul gazetelerinin ülkenin işlerini renksiz göstermesinde aradığını, Ankara'nın iş
görmediğinden şikayet edilmediğini, ancak daha fazlasını yapmak adına gereken
sermayenin ülkeye girmesi için dışarıda itibarımızın olması gerektiğini yazmıştır.
Ülkede saltanata geri dönmeyi isteyecek kimse olmadığını, Mustafa Kemal'in
Cumhurbaşkanı olmasından iftihar etmeyecek bir Türk bulunmadığını belirtmiştir.
Hakimiyet-i Milliye'nin basının “asayiş berkemaldir” günlerine dönmek istediğini,
gözleri gerçeklere kapatarak kendimizi aldatma yoluna gitmekle kamuoyunu
afyonlamaktan başka bir şey yapılmış olmayacağını yazmıştır.494
Celal Nuri, 6 Kasım'da kaleme aldığı yazısında, Hükümet'in İstanbul'daki
muhalefeti, meşrutiyet dairesinde mutlaka susturması gerektirdiğini yazmıştır. İleri
yazısında şu ifadelere yer vermiştir: “İstanbul tenvir edilmelidir. İstanbul,
Cumhuriyet'in amalini bilmelidir. Cumhuriyet'in maksadı, icraatı, tasavvuratı, yalnız
Tanin'in zehirnak tenkidatından, Tevhid-i Efkar'ın kaba tahrikatından, İkdam'ın uluorta
düşmanelerinden, Vatan'ın kaydırılmış ve kaptırılmış kaleminden anlaşılamaz.”495
Bu tartışmalardan kısa bir süre sonra İstanbul gazeteleri, basına sansür
konulmak istendiğine dair yazılar kaleme almaya başlamışlardır. Tanin'de, İsmail
Müştak konuya değinen makalesinde, özetle, eleştirilerinden kuşkulanılan gazetelerin
kapatılması, gazetecilerin yurtdışına çıkarılması, matbuat üzerine yıldırma politikası
izlenmesi halinde hükümetin güçlenerek, millet ve memlekete bir iyilik mi yapılmış
491
492
493
494
495
“Müfsidler Hadlerini Bilmelidirler” Hakimiyet-i Milliye, 4 Teşrin-i sani 1923.
Ahmet Emin, “Tufeyliler ve Harici İtibar”, Vatan, 7 Teşrin-i sani 1923.
“İstanbul'u İkaz”, Hakimiyet-i Milliye, 7 Teşrin-i sani 1923.
Ahmet Emin, “Asayiş Berkemal”, Vatan, 8 Teşrin-i sani 1923.
Celal Nuri, “Cumhuriyet ve Muhalifler”, İleri, 8 Teşrin-i sani 1923.
151
olacağını sormaktadır. Eğer gazeteciler genel bir etki ve endişenin tercümanı
oluyorlarsa, yapılacak şey gazetecileri susturmak değil, o etki ve endişenin kaynağı
kurutmaktır. En uygun olan ise basın hürriyetini, kamuoyunun takdirine bırakmaktır.496
Matbuat ve İstihbarat Müdürü M. Zekeriya (Sertel), anılarında basına sansür konulması
iddialara karşı Matbuat Müdürlüğü adına bir bildiri yayınlayarak, hükümetin basını
sınırlamak için bir şey düşünmediğini açıklamıştır. Ancak İçişleri Bakanı Ferit Bey,
Zekeriya Bey'in açıklamalarından memnun olmamış ve hükümetin basına sansür
koyma düşüncesi olduğunu ima etmiştir. Bunun üzerine Zekeriya Bey görevinden
istifasını sunmuş, birkaç gün sonra da görevinden alındığı bildirilmiştir. Sertel
kendisinden sonra basına sansür konulduğunu, baskının arttırıldığını yazmaktadır.497
Ahmet Emin konuya değinen yazısında, isim vermeden, hükümetin teklifi ile İstihbarat
Müdürü olan Zekeriya Bey'in gazetesindeki görevini bırakarak yeni görevine
başladığını, ancak kısa sürede yeni görevinden azledildiği için açıkta kaldığını, böyle
bir durumda bu arkadaşın hükümete nasıl güven duyabileceğini sormuştur.498
Basından yükselen sesler karşısında, 18 Teşrin-i sani'de, Matbuat
Kanunu'nun 26. maddesinde bir düzenlemeye gidilerek, BMM veya Cumhurbaşkanı
hakkında kötülemede bulunanlara üç ay ile üç yıl arasında, halife için iki ay ile iki sene,
yabancı devlet başkanları hakkında da üç ay ile iki sene arasında ceza tayin edilmiştir.
Bunun üzerine Vatan'da Ahmet Şükrü, “hükümetin, matbuatın boğazını tatlı sözler
söyleyerek sıktığını” yazmıştır. Bundan böyle Cumhurbaşkanı hakkında yazı yazarken
gazetecilerin üç defa, yabancı devlet başkanları için yazarken iki defa, halife hakkında
yazı yazarlarken de bir defa düşünmeleri gerekeceğini belirtmiştir. Bu kanun hakkında
soru sorulunca saltanat devrinde de böyle bir kanun olduğunun söylendiğini ancak
Cumhuriyet sisteminin kendine ait kanunları bulunduğunu dile getirmiştir.499
Bu dönemde çıkan ikilik, Ankara-İstanbul veya lider kadro ile ona
muhalefet edenler arasındaki bir kutuplaşma şeklinde algılanmaya başlamıştır. Ahmet
Emin ise ikiliğin, keyfi hükümet usulleri ile kanun ve prensip taraftarları arasında
olduğunu dile getirmiştir.500
496
497
498
499
500
İsmail Müştak, “Hürriyet-i Matbuat Meselesi”, Tanin, 12 Teşrin-i sani 1923.
Zekeriya Sertel, a.g.e., s 119.
Ahmet Emin, “İtimadın Manası”, Vatan, 21 Teşrin-i sani 1923.
Ahmet Şükrü (Esmer), “Arslan Usulü”, Vatan, 20 Teşrin-i sani 1923.
Ahmet Emin, “İki Cephe Arasında”, Vatan, 25 Teşrin-i sani 1923.
152
V. Hilafetin İlgası
Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılmasından hilafetin ilga edildiği 2 Mart
1924’e kadar, 16 ay boyunca hilafet konusu Meclis gündeminde kalmıştır. Tunçay,
hilafetin kaldırılmasının gecikmesindeki sebepler arasında dış ve iç politika bağlamında
iki nokta üzerinde durmaktadır. Tunçay'a göre bu sebeplerden ilki Lozan görüşmeleri
sırasında halifenin varlığının gerekli görülmesi, diğeri de devrimleri adım adım
gerçekleştirme taktiğinin izlenmesidir.501
Halife Abdülmecid’in yabancı temsilcilerle görüşmesi, kabul törenleri
düzenliyor olması, Cuma namazına gösterişli şekillerde gitmesi ve son olarak da
kendisine ayrılan ödeneği yeterli görmeyerek artırılmasını talep etmesi Ankara’nın
tepkisini çekmiştir.
Ahmet Emin, daha 1918'de çağdaş bir devlet olmak için, “devleti
teokrasiden tamamıyla ref etmek gerektiği” hakkında yazılar kaleme almıştır. Özellikle
Rusya'daki ihtilalden sonra dünyada din ile devleti birleştiren ve din kurumuna
bağımsız bir mevki tanımayan tek bir medeni memleket kalmadığını yazmıştır.502
Okuyucularından gelen tepkiler üzerine konuya açıklık getirerek, hilafet meselesinin
konu olmadığını, “Meşihat ve Evkaf Nezaretinin” bağımsız bir din heyeti olarak
doğrudan halifeye bağlanabileceğini, buna karşılık da Osmanlı Devleti'nin bütün
vatandaşlar için eşit bir kanun heyeti haline gireceğini yazmıştır.503
Ahmet Emin'in yaklaşımında daha çok dinin toplumsal fonksiyonları ön
plana çıkmaktadır. Savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü yıllarda toplusal çözülmenin
önüne geçilmesi anlamında, dinin ve ahlakın gerekliliğini sık sık vurgulamıştır.
Özellikle yeni kuşak arasında dini ilginin azalmasını, içten bir dini terbiyeden mahrum
yetişmesini endişe ile karşılamıştır. Dinin, ahlakın kaynağı olarak, topluma nüfuz
etmesi gerektiğini belirtmiştir. Özellikle Avrupa ile yüzeysel temaslar sonucunda, “yeni
fikirli” görünmek için hiçbir şeye inanmaz, kutsal değerleri, sosyal ve ahlaki kuralları
501
502
503
Tunçay, a.g.e., s 71.
Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı”, Vakit, 21 Teşrin-i sani 1918.
Ahmet Emin, “Sulh Hazırlığı 2”, Vakit, 22 Teşrin-i sani 1918.
153
tanımaz gibi görünmenin moda olduğunu, oysa Anglo-saksonların, Almanların
gelişmişliklerine rağmen bu değerlere önem vermeye devam ettiklerini belirtmiştir.504
Bu yöndeki düşüncelerinde Amerika'da bulunduğu sırada yaptığı gözlemler
etkili olmuştur. Ahmet Emin, dini bir devlet kurulamayacağını ve modern bir devlet
fikrini kabul etmek gerektiğini, bunun için de devlet haricinde bir cemaat hayatının
kurulmasından başka çare olmadığını ileri sürmüştür. Cemaat hayatı ve İslami din
teşkilatı ile kişiler üzerinde daha fazla dini ve ahlaki nüfuz sağlanabileceğini,
korumasız yetim, fakir ve hastaların devlet haricinde başvurabilecekleri bir merciye
kavuşabileceklerini, cemaat okullarının açılabileceğini, aile kurumunun güçleneceğini,
fuhuşun önlenebileceğini ileri sürmüştür.505 Geçmişte Hıristiyanlığın bilimin önüne
engel iken İslam'ın böyle olmadığını, bu halde neden Hıristiyanlığın ilerlediğini
sormakta ve Batı dünyasında dinin etkisi azalacak yerde arttığını, dinin kendine ait
inanç, ahlak işleri ile meşgul olmaya başladığını ifade etmiştir.506
Sultan Vahdettin'in İngilizlere sığınmasından sonra, 20 Teşrin-i sani'de
Halife Abdülmecid ile görüşen Ahmet Emin, Abdülmecid'in Anadolu'daki mücadeleye
destek verdiğini, vatanperver kişleri sarayına çağırarak “milli bir vahdet” meydana
gelmesi için girişimlerde bulunduğunu belirtmiştir. Ahmet Emin: “Mütarekeden sonra
bir müddetler menafi-i milliyeyi harice karşı müdafaa ile iştigal etmiş olan ve milli blok
diye yad edilen vahdet-i milliye hareketi en ziyade Halife Hazretlerinin teşvikleridir”507
yorumunda bulunmuştur.
Hilafet konusu gündeme, Mustafa Kemal'in 17 Ocak 1923’te İzmit'te,
İstanbul'un altı gazetecisi ile yaptığı toplantıda getirilmiştir.508 İzmit'te basınla yapılan
toplantıya gazetecilerin yanı sıra Dr. Adnan, Halide Edip Hanım da katılmıştır. Mustafa
Kemal konuyu hilafet meselesine getirerek gazetecilerin konu hakkındaki düşüncelerini
sormuştur. Katılımcıların düşünceleri ise genel olarak, hilafetin varlığının korunması ile
504
Ahmet Emin, “Dini Hayatımız”, Vakit, 15 Mayıs 1918. Bir başka yazısında da dini ve sosyal
geleneklere açıkça saygısızlık göstermenin bazılarınca bir marifet sayılmaya başlandığını dile
getirmektedir. Oysa Batıya gidilecek olursa güya oradan taklit ettiğimiz şeylerin hiçbiriyle
karşılaşmayacağımızı belirtir. Ahmet Emin, “Ramazan Ayı”, Vakit, 29 Nisan 1920.
505
Ahmet Emin, “Cemaat Teşkilatı”, Vakit, 9 Kanun-i evvel 1918.
506
Ahmet Emin, “Din ve Siyaset”, Vakit, 20 Kanun-i evvel 1923.
507
Ahmet Emin, “Huzur-u Hilafetpenahi'de”, Vakit 21 Teşrin-i sani 1922.
508
Ahmet Emin, bu toplantının tarihini Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C. III'te, 17
Ocak 1923 olarak verirken, Turkey in My Time adlı eserinde yanlışlıkla Ocak 1924 olarak
vermektedir. s 136.
154
İstanbul’un tüm İslam aleminin merkezi haline gelebileceği yönündedir. Mustafa
Kemal, hilafeti sembol olarak devam ettirilse bile, diğer İslam ülkelerinin tanımadıkları
hilafetin mutlaka ilga edilmesini gerektiğini söylediğinde, böyle bir fikri aklından daha
önce hiç geçirmemiş gazeteciler çok şaşırmışlardır. Mustafa Kemal hilafet meselesini
siyaseten hallettiklerini, yeni bir Türk devleti kurulduğunu, memleketin tek
temsilcisinin Meclis olduğunu belirtmiştir. Konuşmasının devamında da Türkiye'nin
başka bir makam tanımayacağını, hilafetin makamı ve resmi mahiyeti olmadığını da
eklemiştir. Ahmet Emin “Halifenin vaziyetinin devlet makinesi üzerinde dini bir
mahiyette mi kalacağını”509 sorusunu yöneltmiştir. Mustafa Kemal'in hilafet hakkındaki
düşüncesini açıklaması sonrasında Ahmet Emin, “Bir Katolik topluluğuna Papalığın
ilgasından bahsedildiğinde nasıl tepki uyandırırsa” kendilerinin de böyle bir etki altında
kaldıklarını belirtmiştir. Mustafa Kemal gazetecilerin yazacakları yazılarla bu ıslahat
hamlesi için kendisine yardımcı olmalarını istemiştir. Ahmet Emin ise halkın
“mutaassıp bir grubun” tesiri altında olduğunu, bunların ıslahata karşı koymak isterse
tedbirinin ne olacağını sormuş, Mustafa Kemal de, “Bu hilekar nüfuz simsarlarına hiç
kulak asmazsak ve hükümetin hiçbir suretle kendilerine değer vermediğini belirtirsek,
bunlar hiç haline inerler”510 cevabını vermiştir. Mustafa Kemal hilafetin kalması ülkede
tehlikeli bir ikilik yaratacağından, sömürgeci devletlerin politikasından, Müslüman
dayanışmasının durumundan, savaş sırasında ilan edilen “kutsal cihadın” hiçbir sonuç
vermediğinden bahsederek gazetecileri konu hakkında kamuoyunu hazırlamaları için
ikna etmeye çalışmıştır.511
8 Kasım'da Halife'nin istifa edeceği haberi, konu ile ilgili başta Tevhid-i
Efkar, Tanin, Vatan'da tartışmalar yaşanmasına neden olmuştur. Tevhid-i Efkar'da
Halife'nin, Türkiye sınırları dışındaki Müslümanların Hıristiyan boyunduruğunda
olduklarından dolayı, bağımsızlıklarını kazanıncaya kadar, tam bağımsızlık sahibi olan
kuvvet ve nüfuz sahibi Türk Hükümeti tarafından ve Osmanlı hanedanından seçilmesi
509
İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, Burçak Yayınları, İstanbul, 1969, s 28.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 29.
511
Tunçay, çalışmasında, “Osmanlı halifeliğinin, örneğin bir Cihad-ı Mukaddes” ilanının hiç işe
yaramadığı, resmi tarihimizde biraz fazla vurgulanmıştır. Bunun çok doğru olmadığını, diyelim bir
İngiltere'nin Türkiye'ye karşı politikasında kendi imparatorluğunun Müslüman uyruklarının tepkilerini
her zaman kollamak zorunluluğunu duyduğunu kesinlikle söyleyebiliriz” diye yazmaktadır. Yazarın
vurguladığı bir diğer nokta, hilafetin kaldırılmasının, Mustafa Kemal'in kişisel egemenliğe doğru gidiş
olarak değerlendirmekte ve bu yolla kendi gücünü topluma kabul ettirmek, onaylatmak anlamında bir
“kuuvet gösterisi” olarak düşünmüş olabileceğini yazmaktadır. Tunçay, a.g.e., s 71-72.
510
155
gerektiği, aksi halde hilafetin elimizden gideceği yazılmıştır.512 Tanin'de de halifenin
istifası ve yeni halife seçimi söz konusu olduğu takdirde, İslam ülkelerinden
temsilcilerin gelmesi gerektiğini ancak onların da esir konumunda olduklarını
belirtilmektedir.513 Mustafa Kemal, Nutuk'ta Cumhuriyet'in ilanı sonrasında, İstanbul'da
basında halifenin görevden çekildiği ya da çekileceği üzerine söylentiler ve
yalanlamaların yayınlamaya başladığını söylemekte ve Vatan'da 9 Kasım 1923'te yer
alan yazıya değinmektedir. Makalede Halife'nin bütün Müslümanlardan sevgi gördüğü,
dünyanın her yerinden binlerce ve telgraf aldığı vurgulanarak halifeliğin kolayca
sarsılır bir makam olmadığının anlatılmaya çalışıldığını belirtmektedir.514
11 Kasım'da Tanin'de yer alan yazıda, padişah soyundan olanların haklarına
HF'nın önde gelenleri tarafından çirkin saldırılarda bulunulduğu ifadelerine yer
verilmiştir.515 Tevhid-i Efkar’da Ebüzziya, Tanin’de Hüseyin Cahit hilafet lehinde
yazılar yazarak, Ankara’ya ağır eleştiriler yöneltmişlerdir. Mustafa Kemal’in
diktatörlüğe gittiği yolundaki yazılar516 Ankara tarafından tepki ile karşılanmıştır.
Hüseyin Cahit, hilafetin kaldırılması halinde, Türkiye'nin İslam dünyası içinde önemi
kalmayacağını, Avrupa siyaseti karşısında da değersiz duruma düşeceğini ileri
sürmüştür. Hüseyin Cahit: “Milliyet hissini duyan her Türk hilafete dört elle sarılmak
mecburiyetindedir. Çünkü hilafet Türklük için bir kuvvettir. Hilafeti Türkiye
hudutlarından dışarıya çıkaracak surette hareket etmek intihardan farksızdır” diye
yazmıştır.517 Hüseyin Cahit, hilafeti uluslararası alanda politik bir güç odağı olarak
değerlendirmektedir. Baro Başkanı Lütfü Fikri Bey'in Halife'ye yazdığı mektubun 10
Teşrin-i sani'de Tanin'de yayınlanmış olması, Hüseyin Cahit'in hilafet taraftarı olan kişi
ve düşüncelere gazetesinde destek verdiğini göstermektedir. Mustafa Kemal Hüseyin
Cahit'in halifenin istifası hakkında: “Arkadan arkaya verilmiş bir karar karşısındayız.
Millet Meclisi'nin bu kadar baskı altında dışarıda verilen kararları sadece onaylama
durumuna düşürüldüğünü görmek gerçekten çok acı oluyor”518 sözlerini Meclis'i
kendilerine karşı bir kışkırtma, Cumhuriyet Hükümeti'ni millet gözünde kötü gösterme
512
513
514
515
516
517
518
Tevhid-i Efkar, 9 Teşrin-i sani 1923.
“Halife Hazretlerinin İstifa Hakkındaki Şaiyat-ı Tekzibi”, Tanin, 9 Teşrin-i sani 1923.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1103.
Hüseyin Cahit, “Şimdi de Halifelik Meselesi”, Tanin, 11 T.sani 1923.
Hüseyin Cahit, “Korktuğumuz Nedir?”, Tanin, 9 Teşrin-i sani 1923.
Hüseyin Cahit, “Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11 Teşrin-i sani 1923.
Hüseyin Cahit, “Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11 Teşrin-i sani 1923.
156
olarak kabul etmiştir. Hilafetin ilga edilmesi halinde İslam dünyası ve Avrupa siyaseti
karşısındaki gücümüzü yitireceğimizi ileri süren, hilafeti Türkiye sınırlarına çıkarmayı
intihar addeden519 ve kendisini Cumhuriyetçi olarak tanıtan Hüseyin Cahit'in tutumu,
Nutuk'ta şu şekilde değerlendirilmektedir: “Halifeliğe dört elle sarılmak zorunda
bulunan bir yönetim biçiminin, Cumhuriyet olamayacağını anlayabilmek için de büyük
bir yetenek gerekmediğini söylemekle yetineceğim”520
Mustafa Kemal bu dönemde, ülke içinde gizli teşkilatlar kurularak
İstanbul’da Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf ve Toksöz gibi gazetelerin
çevresinde birleşilmeye başlandığını söylemektedir.521
Merkezi Londra’da bulunan İsmailiye tarikatı ve Hint Hilafet Komitesi
liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali’nin522 hilafetin Müslüman halklar arasında bir
manevi bağ olarak devam etmesi gerektiği yönünde İsmet Paşa’ya hitaben yazdığı
mektup, İsmet Paşa’nın eline geçmeden 5 Aralık 1923'te Tanin,523 İkdam ve Tevhid-i
Efkar'da yayınlanmıştır. Bunun üzerine Hakimiyet-i Milliye'de, Ağa Han'ın I. Dünya
Savaşı sırasında, Halife'nin cihat çağrısını fetvanın meşru olmadığını söyleyerek Hint
Müslümanlarının İngiltere'ye bağlı kalması yönünde gayret sarfettiği dile getirilerek,
mektubu gönderenlerin İngiliz politikasının adamları olduğunu belirten bir yazı
yayınlamıştır.524 Mektubun İsmet Paşa'nın eline geçmeden yayınlanmış olması,
mektubu yazan ve yayınlayanların aynı amaç etrafında kamuoyunu etkilemek
519
Hüseyin Cahit, “Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11 Teşrin-i sani 1923.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk....., s 1105.
521
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk....., s 1139.
522
İsimleri geçen Ağa Han ve Emir Ali, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na karşı
İngilizlerin yanında yer almış olmakla beraber, 1920'de Paris'e Barış Görüşmeleri sırasında Paris'e
giderek Enformasyon gazetesine verdikleri beyanda, Türklerin Trakya ve İstanbul'dan çıkarılması
halinde Fransa'nın Akdeniz'de ve Doğu'da konumunun zayıflayacağını, Türkiye bağımsız bırakılmadığı
takdirde Doğu ve Batı arasındaki uyumun bozulacağını bildirerek, “Hind ve Mısır Müslümanları
Türkler gibi mazisi parlak kahraman ve mütemeddin (medeni) bir Müslüman milletini idama mahkum
edilmesi karşısında lakayd kalamazlar” demişlerdir. “Hind Müslümanlarının Nokta-i Nazarı”, Vakit, 13
Şubat 1920.
Tunçay da çalışmasında, başlarında Ağa Han ve Emir Ali'nin bulunduğu 36 kişi tarafından imzalanan
ve Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığı'na 1919'un başlarında çektikleri telgrafı ve yine 20 Kanun-i
evvel 1919'da Ağa Han'ın Times'taki demecini vermektedir. Burada özetle İstanbul ve Osmanlı
Devleti'nin İşgal güçleri karşısındaki konumuna Müslüman dayanışması açısından yaklaşılmaktadır.
(bakınız Tunçay, a.g.e., s 76-81.
523
Hüseyin Cahit'in bu mektubu yayınlamasında Lozan görüşmelerinden uzaklaştırılmış olması da
önemli bir etken olarak dikkate alınmalıdır. Lozan görüşmeleri sırasında heyet içinde bulunanlar
arasında Duyun-u Umumiye konusunda anlaşmazlık çıkmış, Hüseyin Cahit'e oluşan güvensizlik
nedeniyle gelişmeler hakkında bilgi verilmemiştir.
524
Hakimiyet-i Milliye, 9 Aralık 1923.
520
157
istedikleri şeklinde yorumlanmıştır. İsmet Paşa Meclis'teki konuşmasında mektubun
yayınlanmasının propaganda amaçlı olduğunu, Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun 1.
maddesine göre suç teşkil ettiğini söyleyerek, mektubu yayınlayan gazetecilerin
yargılanması için İstanbul'a bir İstiklal Mahkemesi'nin gönderilmesini teklif etmiştir.
Rauf Bey ise söz alarak İstiklal Mahkemesi yerine adliye ve polis teşkilatı aracılığıyla
sorunun çözümlenebileceğini belirtmiştir. İsmet Paşa'nın teklifinin kabul edilmesi ile
gönderilecek İstiklal Mahkemesi'nin üyeleri seçilmiştir.
Konu ile ilgili olarak 9 Kanun-i evvelde Tanin Başyazarı Hüseyin Cahit,
Yazı İşleri Müdürü Baha Bey, İkdam’ın sahibi Ahmet Cevdet, Tevhid-i Efkar Başyazarı
Velid Bey ile İkdam ve Tevhid-i Efkar'ın sorumlu müdürleri tutuklanmıştır.
Yakalananların
arasında,
Halife'ye
10
Teşrin-i
sani'de
“Huzur-u
Hazret-i
Hilafetpenahi'ye” başlıklı açık mektup yazan Baro Başkanı Lütfi Fikri (Düşünsel) de
bulunmaktadır. Lütfi Fikri mektubunda: “Acaba dünyanın neresinde, tarihin hangi
çağında görülmüştür ki, bir millet atalarından miras olan bu kadar önemli bir gücü,
manevi zenginliği hiçbir zor olmadan, kendi isteğiyle elinden çıkarsın? Hayır bu bir
intihardır”525 ifadelerine yer vermiştir. Ayrıca saltanat lehine, Cumhuriyet aleyhinde
yazı yazan Abdülkadir Kemal Bey de mahkemede yargılanmıştır. Duruşmalar 15
Kanun-i evvel 1923'ten 2 Kanun-i sani 1924'e kadar devam etmiştir.
Ahmet Emin tutuklamalar karşısında oldukça uzlaştırıcı bir tavır
takınmıştır. Kaleme aldığı yazıda, zor görevler karşısında bulunan ve idare şeklini daha
yeni tespit eden, buna dair ayrıntılar nedeniyle eleştirilere uğrayan yönetimin mektuba
kızmasının çok doğal olduğunu ifade etmiştir. İki Hintlinin ülkenin içinde tartışmalar
devam ettiği bir sırada müdahale etmesi şüphe uyandıracak bir harekettir. Ancak bu üç
gazetecinin İngiliz entrikalarına alet olduklarının düşünülemeyeceğini, mektubu haber
değeri olduğu için yayınladıklarını söylemiştir. Soruşturma ve uyarmanın tutuklamalara
gerek kalmadan, üç gazeteciyi Ankara'ya çağırarak meselenin aslının kendilerine
sormanın mümkün olabileceğini, eğer cezayı gerektirecek bir durum varsa ancak o
zaman mahkemenin faaliyete geçebileceğini526 yazmıştır. Bir gün sonraki yazısında da
hükümetin tartışma hürriyetini kaldırma gibi bir amacının olamayacağını çünkü
525
Mahmut Goloğlu, Halifelik Ne İdi, Nasıl Alındı, Niçin Kaldırıldı, Kalite Matbaası, Ankara,
1973, s 45.
526
Ahmet Emin, “Dünkü Tevkifler”, Vatan, 10 Kanun-i evvel 1923.
158
Mustafa Kemal'in tartışma hürriyetine şiddetle taraftar olduğunu pek çok kez ispat
ettiğini, savaş sırasında basın sansürü uygulamayan tek hükümetin Ankara hükümeti
olduğunu söylemiştir.527
Ahmet Emin, mektubun yayınlanmasını bir gazetecilik olayı olarak
değerlendirmiştir. Gazetelerin haber ve yorum sütunlarının ayrı olduğunu, bir gazetenin
haber sütununda, gazetenin yayın politikasına uysun veya uymasın, haber değeri olan
her bilgiyi verebileceğini ifade etmiştir. Lozan Konferansı sırasında gazetelerin her gün
Lord Curzon'un Türkiye aleyhindeki sözlerine yer verdiğini, durumun anlaşılması ve
okuyucuların takip edebilmesi için bunun gerekli olduğunu yazmıştır. Ağa Han ve Emir
Ali'nin mektubunun da gazetecilik açısından bir haber değeri olduğunu kaydetmiştir.528
Duruşmalar sırasında Hüseyin Cahit kendini laik ve Cumhuriyetçi olarak
tanımlamış, Mahkeme Başkanı da hilafeti savunması ile bunun bir çelişki olup olmadığı
sorusunu yöneltmiştir. Hüseyin Cahit, hilafetin Türkiye'de kalmasını Türkiye
Cumhuriyeti'nin çıkarına olduğunu, ancak halifenin din namına idari işlere karışmasına
kesinlikle taraftar olmadığını belirtmiştir.529 Mektubun gazetede basılmasında Tanin
Yazı İşleri Müdürü Baha Bey etkili olmuştur. Baha Bey, diğer gazetelerle rekabet
nedeniyle mektubu yayınladığını açıklaması üzerine tutuklanmıştır.530
12 Aralık'ta, Matbuat Cemiyeti Halit Ziya (Uşaklıgil) başkanlığında
toplanarak, tutuklu arkadaşlarının durumunu görüşmüşlerdir. Matbuat Cemiyeti,
gazeteci arkadaşlarının Milli Mücadele'nin en zor günlerinde hiçbir fedakarlıktan
çekinmediklerini,
bulunamayacağını
İstanbul
gazeteciliğinin
bildirerek,
memleket
arkadaşlarının
aleyhine
suçsuzluğuna
bir
davranışta
inandıklarına
ve
Mahkeme'nin adaletine güvendiklerini belirten bir dilekçeyi mahkemeye vermişlerdir.
Ahmet Emin de bilirkişi olarak mahkemede dinlenilenlerin arasında yer
almıştır. Mahkemedeki ifadesinde:
527
528
529
Ahmet Emin, “Hali Tabii İhtiyaç”, Vatan, 11 Kanun-i evvel 1923.
Ahmet Emin, “Dünkü Mahkeme”, Vatan, 16 Kanun-i evvel 1923.
Murat Çulcu, İstiklal Mahkemesinde Gazeteciler Davası, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1993, s
122.
530
Hüseyin Cahit yıllar sonra, 1933'te hilafetin İslamla ilgili olmadığını belirten bir yazı kaleme
almıştır. Yazısında, bu müessesenin yeri ve anlamı kalmadığını ve dış ilişkilerde barışı sağlamak
isteyen Türkiye siyasetine engel teşkil ettiğini belirtmiştir. Hüseyin Cahit bu yazısında: “Mazinin
hataları ve delaletleri ile hesabı kati surette kesmek, gizli ve entrikalı siyasetlerden çekinmek Türk
Cumhuriyeti'nin harici siyaseti için hakiki kuvvetini teşkil etmiştir” demektedir. Hüseyin Cahit
(Yalçın), “Hilafet Meselesi”, Fikir Hareketleri, 29 Ekim 1933.
159
“Herhalde havadis kıymetini haiz bir vesika diye telakki edilir. Gazetecilik nokta-i
nazarından bunun başına serlevha konur, mesela “Dahili İşlerimize Fuzuli Bir
Müdahale” gibi. Sonra gazeteye girmesini tensib ederdim.”531 cevabını vermiştir.
Mahkeme kararını 25 Aralık'ta bildirmiş, mektup olayında kasıt olmadığına
karar verilmiş ve gazeteciler beraat etmiştir. Sadece Lütfi Fikri Bey beş yıl kürek
cezasına çarptırılmıştır. Ahmet Emin davalar sonunda, İstiklal Mahkemeleri'nin,
ortalığı yatıştırmak, yanlış anlama ve şüpheleri dağıtmak, Cumhuriyet Hükümeti'ni
güçlendirmek, ülkede tartışma hürriyetinin var olduğunu göstermek, kendine hakim ve
ihtiraslardan uzak, “yüksek ruh ve gayeli bir hükümet” olduğunu ispat etmek amacıyla
hareket ettiğini yazmıştır.532
Ahmet Emin mahkeme kararlarının açıklanmasından sonra, İstiklal
Mahkemeleri ile İstanbul gazetelerinin temiz olduklarının kesinleştiğini ve tüm
gazetelerin Cumhuriyet taraftarı olduklarını belirtmiştir. Hükümet, İstanbul basınının
temsilcileri ile düzenli aralıklarla ilişki kurması sonucunda samimi köprüler
kurulabilecektir. Mahkeme ile yeni bir basın politikasının gündeme gelmesi dileğinde
bulunarak, hükümetin bütün ülke gazete başyazarlarını Ankara'ya toplaması gerektiğini
yazmıştır.533
Milletvekillerinin maaşına zam yapılması talepleri görüşüldüğü sırada
Meclis'te meydana gelen bir olay gazetecilerin çalışma koşullarının üzerinde
durulmasına neden olmuştur. Urfa milletvekili Ali Saib Bey Vakit'in muhabiri Hüseyin
Necati ve Vakit'in sahibi Hakkı Tarık Bey'i Meclis'te tokatlaması üzerine, muhabirler
üç günlük grev yapma kararı almışlardır. Ali Saib Bey ise Meclis'te yaptığı konuşma
sonrasında düellonun kabul edilmesi için kanun teklifinde bulunmuştur. Ali Saib Bey,
“Mukaddesat-ı milliye ile oynanamaz. Medeniyet ve serbest-i matbuat bu değildir”534
diyerek, bunca zamandır yapılan hizmetlerden bahsetmeyen gazetelerin, Ankara'ya
gönderdikleri muhabirler ile kendilerini küçük düşürdüklerini söylemiştir. Ahmet Emin
konu
hakkında
yazdığı
yazıda,
milletvekillerinin
bir
kısmının
eleştiriye
531
“Ahmet Emin Beyin İsticvabı” Vatan, 18 Kanun-i evvel 1923.
Ahmet Emin, “Asıl Hedef Nedir?”, Vatan, 23 Kanun-i evvel 1923.
533
Ahmet Emin, “Hükümet ve Matbuat”, Vatan, 31 Kanun-i evvel 1923. Ahmet Emin aynı konuyu
13 Kanun-i sani'de de dile getirmiştir. Hükümet ile basın arasında etkin bir iletişimin gerekliliğini
vurgulamıştır. Ahmet Emin, “Ateş, Su, Matbuat”, Vatan, 13 Kanun-i sani 1924.
534
“Düello Hakkındaki Teklif-i Kanun”, Vatan, 29 Kanun-i sani 1924.
532
160
dayanamadıklarını
belirterek,
problemin,
önemli
kararların
partinin
gizli
görüşmelerinde alınmasından ve gazetecilerin de görevleri gereği bunları öğrenerek
yazmak istemelerinden kaynaklandığını vurgulamıştır.535
A. İzmir Basın Toplantısı
İstiklal Mahkemeleri'nden sonra basın ile aradaki soğukluğu gidermek
üzere İstiklal Mahkemesi Başkanı İhsan Bey aracılığı ile, İstanbul gazetecilerinin
başyazarları, İkdam’dan Ahmet Cevdet, Tanin'den Hüseyin Cahit, T.Efkar'dan Velid
Bey, İleri'den Celal Nuri, Akşam'dan Necmettin Sadak, Vakit'den Mehmet Asım,
Tercüman-ı Hakikat'dan Hüseyin Şükrü ve Vatan'dan Ahmet Emin 1 Şubat 1924’te
İzmir’e çağrılmıştır. Ancak daha sonra Velid Bey bu listeden çıkarılmıştır. Asım Us
kitabında, İstiklal Mahkemesi Reisi İhsan Bey'in kendisini çağırarak, Hüseyin Cahit ve
Velid Beylerin davası sırasında oluşan havanın dağılması için İstanbul gazetelerinin
başyazarlarının kendi aralarında anlaşarak Mustafa Kemal’i ziyaret talebinde
bulundukları takdirde kendisinin gerekli izni alacağını belirttiğini yazmaktadır.
Gazeteciler aralarında anlaşmışlar ancak Velid Bey Tasvir-i Efkar’da Mustafa Kemal
tarafından gelen “davet” üzerine İzmir’e hareket edildiğini” yazmış, buna canı sıkılan
Mustafa Kemal de yazının tekzip edilmesini istemiştir. Velid Bey buna yanaşmayınca
Mustafa Kemal, Velid Bey'in kendi arzusu ile gelmek istediğini belirten bir kart
yazması halinde kabul edileceğini bildirmiştir. Velid Bey, çekimser kaldığı için İzmir'e
kadar gitmiş ancak toplantıya kabul edilmemiştir.536
İzmir'de 4 Şubat 1924'te, üç saat süren görüşmede gazeteciler eleştirilerini
dile getirmişler ve karşılıklı konuşmuşlardır. Mustafa Kemal, gazetecilerle yenen
yemekte, basının Cumhuriyet etrafında “çelikten bir kale vücuda getirmesi” gerektiğini
ifade etmiştir. Konuşmasında şu noktalara değinmiştir: “Bütün milletin samimi bir
birlik ve tesanüd içinde bulunması bir zarurettir. Umumun selamet ve saadeti bundadır.
Mücadele bitmemiştir. Gerçekleri, milletin kulağına ve vicdanına lüzumu gibi
ulaştırmakta basının vazifesi çok mühimdir.”537 Hüseyin Cahit de konuşmasında, elde
535
536
537
Ahmet Emin, “Mebuslar ve Gazeteler”, Vatan, 30 Kanun-i sani 1924.
Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım...,s 90.
Ahmet Emin, a.g.e., C.III, s 104.
161
edilen bu mucizenin yerleşmesi için basının samimi hislerle gayret sarfetmeye hazır
olacağını, Cumhuriyet etrafında çelikten de sağlam kalpten bir kale vücuda
getirdiklerini söylemiştir. Amaç ve esaslarda değil, ifadede anlaşmazlıklar olduğunu
belirtmiştir.
Ancak bu işbirliği kısa bir süre sonra basın tarafından bozulmuştur.
Özellikle Hüseyin Cahit birkaç gün sonra hilafet sorunu hakkında şiddetli bir yazı
kaleme almıştır. Ahmet Emin İttihatçılarla kurduğu temasların sonucunda Hüseyin
Cahit'in eski tutumuna geri döndüğünü; İzmir'de tam bir anlayış ve gönül rızasıyla
kabul edilen ilkeleri hiçe saydığını söylemekte ve bu konu hakkında:
“İzmir’de meydana gelen bu barış devam etseydi ve milli rehber sıfatıyla Atatürkle
İstanbul basını arasında sıkı ve devamlı bir işbirliği cephesi kurulsaydı, memleketin
kaderi bambaşka bir şekil alacak, basın hür münakaşa havası içinde vazifesine
devam imkanını bulacak, memleket çok partili hayata çok uygun şartlar içinde
girebilecekti.”538 diye yazmaktadır.
Ahmet Emin 8 Şubat'taki yazısında İzmir toplantısına dair izlenimlerinden
bahsetmektedir.
Mülakatın
basılmayacağı
hakkında
gazeteciler
önceden
söz
vermişlerdir. Mülakatın konusu hilafetin kaldırılmasına ilişkin olmalıdır. Ahmet Emin,
İzmir'deki görüşmeden sonra Ankara ile uzlaşma çabası içine girmiş, yazısında, çok
defa Mustafa Kemal'in savaş zamanı idare kuvvetini daha sonra gösterip
gösteremeyeceği, etrafında oluşan bir zümre ile keyfi bir yönetime mi yöneleceği
konusunda tereddüde düştüğünü belirtmiştir. Ancak İzmir'deki görüşme sonrasında eski
ümit ve güveninin tekrar canlandığını eklemiştir.539 Bu toplantıdan sonra Ahmet Emin,
hilafetin kaldırılmasını destekleyen yazılar kaleme almıştır. Dinin, politikaya alet olarak
kullanılması nedeniyle, ahlakın yaptırım gücü kazanmasında, maddiyatçılık ve
zevkperestliğe setler oluşturmada, dini dayanışmayı canlı bir hale koymada hilafetin
etkisiz kaldığını ileri sürmüştür. Hilafet hanedanının, dünkü saltanat hanedanı olduğunu
söyleyerek, gelecekte hanedana üye birisinin entrika çevirmeyeceğini kimsenin garanti
edemeyeceğini yazmıştır. Dini kurumlar için öncelikle bir cemaat teşkilatı oluşturmak
538
539
Ahmet Emin, a.g.e., C.III, s 105.
Ahmet Emin, “Reisi Cumhur Hazretlerinin Nezdinde”, Vatan, 8 Şubat 1924.
162
ve halkı dini meselelerle doğrudan ilgili bir hale getirmek gerekmektedir.540 Hilafetin,
dinin politik amaçlar doğrultusunda çalıştığı ve bizim sınırlarımız dışında nüfuz
kurmamız için değil, yabancı ülkelerin bizim içimizde entrika çevirmek için köprü
hizmetini gördüğünü dile getirmiştir.541
3 Mart 1924'te Saruhan Milletvekili Vasıf Bey Meclis'e takrir vererek
hilafetin kaldırılması ve mensuplarının yurtdışına çıkarılması, öğretim ve adalet
sistemlerinin birleştirilmesi yönünde bir takrir vermiştir. Meclis'teki görüşmelerde söz
alan İsmet Paşa, “Sizler Türkiye'nin egemenlik haklarını ve bunun içinde kendiliğinden
bulunan bütün politik hakları Türk milletine verdiğiniz zaman, ayrıca bir başka politik
durum ve görüş sahibi bir başka makam düşündünüz mü?“542 diye sormuş ve hilafetin
dış politikada yeri olduğu iddialarına karşı da Türkiye'nin dış politikasının Dışişleri
Bakanlığı'nın sorumluluğunda olduğunu belirtmiştir. Ardından gelen Adalet Bakanı
Seyit Bey yaptığı uzun konuşmada, halifeliğin dinsel olmaktan çok dünyevi bir konu
olduğunu, inançla ilgisi olmadığını anlatmıştır. Seyit Bey, halifenin nasıl atanacağı
veya atamanın gerekli olup olmadığına dair Kuran'da ayet veya hadis bulunmadığını,
hilafetin, dinin temel sorunu olmayıp politik bir sorun olduğunu belirtmiştir. 2 Mart
1924’te hilafetin ilgası konusu ve hanedan üyelerinin yurtdışına çıkarılması kabul
edilmiştir. Hilafetin kaldırılması üzerine Ahmet Emin:
“Dinin politikacılığın alet ve esiri halinden kurtularak serbest faaliyet imkanını ele
geçirmesi ve dini hayatın menfi riyakarlıktan tenzihi şu demektir ki din muvakkat
menfaatlerin silahı olmaktan kurtulacak, dünyevi ve uhrevi saadetin temini
vazifesini serbestçe ifa edebilecektir”543 diye yazmıştır.
Hilafetin kaldırılması konusu hakkında Turkey in My Time adlı eserinde ise
yapılan bu reformların dini inançlara ve ibadet hakkına bir müdahale olmadığını
yazmaktadır. Dini ibadetlerin evde, camide, kilise veya sinagogta özgürce devam
540
541
542
543
Ahmet Emin, “Dini İnkılap”, Vatan, 18 Şubat 1924.
Ahmet Emin, “Ankara Yolunda İlk İntibalar”, Vatan, 3 Mart 1924.
Mahmut Goloğlu, Halifelik Ne İdi ...., s 89.
Ahmet Emin, “Türk Milleti Artık Kabus İçinde Yaşayamaz”, Vatan, 2 Mart 1924.
163
ettiğini, ancak hükümet, okul, mahkeme gibi yerlerdeki dinin diktatoryal otoritesi veya
batıl inançların gücünün kaldırılmış olduğunu vurgulamıştır.544
VI. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Kurulması
Cumhuriyet'in ilan edildiği süreçte Rauf Bey (Orbay), Refet (Bele), Dr.
Adnan (Adıvar), Ali Fuat (Cebesoy) gibi partinin önde gelen kişilerinin gelişmelerden
uzak kalması, HF içinde bölünmenin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır. Rauf Bey
Vatan'a 1 Kasım 1923’te verdiği röportajda, kendisinin Cumhuriyet'in ilanına karşı
olmadığını, ancak bunun ilan edilmesinde izlenen üsluba karşı olduğunu belirtmiş,
Anayasa'nın Meclis'te ve ülke çapında yeterince tartışılmadan acele ve üsule aykırı
olarak değiştirildiğini söylemiştir. Rauf Bey'in İstanbul'da halifeyi ziyaret etmesi de HF
tarafından tepki ile karşılanmıştır. Emir Ali ve Ağa Han’ın İnönü’ye gönderilen
mektubun yayınlanması sonrasında ilgili gazetecilerin İstiklal Mahkemeleri'ne sevk
edilmeleri kararına Rauf Bey karşı çıkmıştır. Ali Fuat, Kazım Karabekir Paşalar da
benzer görüşleri dile getirmiştir. Bu eleştirilerin altında yatan kaygı ise Mustafa
Kemal’in diktatörlüğe gittiği düşüncesidir.
Mustafa Kemal farklı illerde verdiği demeçlerde tek parti anlayışını
korumuş ve örneğin Şubat 1923’te yaptığı konuşmada siyasi fırkaların farklı sınıfların
çıkarlarına dayandığını, HF'nın ise bütün milletin fırkası olduğunu ifade etmiştir.
Trabzon’da 17 Eylülde yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanlığı ve parti başkanlığının
kendisinde olmasını konu edinenlerin, kendisi için “bir taraflılık” olduğunu bilmeleri
gerektiğini söylemiştir. Bu bir taraflılığı: “Cumhuriyet taraflılığı, fikri ve içtimai inkılap
544
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 143. Ahmet Emin 1942'de yayınlanan Berrakklığa
Doğru'daki yaklaşımı nedeniyle gazetesi 45 gün süreyle kapatılmıştır. Bu kitabında, “dini taassup
mefhumu ile umumi din mefhumunun” birbirinden ayrılması gerektiği üzerinde durmuş, inkılabın asıl
düşmanının cehalet ve bağnazlık olduğunun gözden kaçtığını yazmıştır. Bu nedenle din denince akla
“kara kuvvet” gelmeye başladığını, din olgusunun maziye gömülmeye çalışıldığını söylemiştir. Ahmet
Emin konu hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmiştir: “Dün dini taassubun milliyete karşı
gösterdiği inhisarcılığı bugün milli hareket hiç farkında olmadan dine karşı aynen iade
ediyor..Bilmeliyiz ki biz, yalnız dini taassubun inhisarcı ruhunu kendimize mal etmekle kalmıyoruz.
Hiç farkında olmadan yabancılara benzer görünmek ve takdirlerini celbetmek meyillerine de kendimizi
kör körüne kaptırıyoruz ve içtimai varlığımızın en esaslı bir temelini kendi elimizle baltalıyoruz.
Unutuyoruz ki, kendilerine hoş görünmeye çalıştığımız yabancıların kendilerine mahsus dini
tesanütleri vardır ve bunlara dört elle sarılıyorlar” Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, s. 48.
164
taraflılığı”545 olarak belirtmiştir. Gazetelerde ise 20 Eylülde Anadolu Ajansı tarafından
bir tekzip yayınlanarak, Mustafa Kemal’in Trabzon nutkunda “Benim için bir taraflık
vardır” sözünden sonra “Bitaraflık değil” sözünü kullanmadığı açıklanmıştır. Ahmet
Emin, nutuk üzerine, bir tek partinin, kelimenin hiçbir anlamında parti olmadığını
yineleyerek, Cumhuriyet fikrinin veya inkılabın tehdide uğradığında milli rehberin
buna cephe almasını beklediklerini ancak “bu çerçevede muhtelif cepheler meydana
gelirse” Cumhurbaşkanı'nın bir hakim mevkiinde kalacağından şüphe etmediklerini
söylemiştir.546 Hüseyin Cahit de Mustafa Kemal'in parti başkanı sıfatını taşıdıkça yeni
bir siyasi partinin kurulmasına kimsenin cesaret edemeyeceğini ve parti başkanı
olmasını demokratik bulmadığını yazmıştır.547
Ahmet Emin bu geçiş devriyle ilgili olarak, kendisinin zaten çok partili
demokrasiyi değil, bir “milli blok” anlayışını savunduğunu, Mustafa Kemal'in böyle bir
durumda parti adını kullanmaması gerektiğini ve herkesi çağırarak, amacının
“diktatörlük” olmadığını açıkça sergilemesi gerektiğini yazmıştır. Yine Ahmet Emin,
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında kendisi ile candan işbirliği yapan
arkadaşlarının hepsini yeni bir Milli Misak etrafına toplayabileceğini, hedefin üzerinde
birleşmesini sağlayabileceğini söylemektedir. Eğer çok partili hayata derhal geçmesi
daha doğru ise bir devlet başkanı ve hakem konumunda kalabileceğini belirtmiştir. Bu
iki yoldan birinin tutulmaması ise ona göre Türkiye’ye çok şey kaybettirmiştir. Yazının
devamında:
“Bu işte İstiklal Harbi yıllarındaki samimi arkadaşları uzaklaştırıp kendi aralarında
bir nüfuz ve imtiyaz halkası kurmak isteyen bir ekibin çok tesiri oldu, fakat
mesuliyet bir taraflı değildir.”548
Lozan Anlaşması sonrasında Meclis'te varolan özgür tartışma imkanının
ortadan kalktığını belirten Ahmet Emin, Turkey in My Tıme adlı eserinde ise, Mustafa
Kemal'in, büyük sosyal reformları ikna yöntemi ile büyük bir hızla hayata geçirdiğini,
içte ve dışarıda tehlike belirdiğinde, kriz çıktığında demokratik yöntemlerle sabır,
545
546
547
548
Nimet Unan (ed) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, TTK Yayınları, Ankara, 1959, s 191.
Ahmet Emin, “Bitaraflık ve Birtaraflık”, Vatan, 19 Eylül 1924.
Hüseyin Cahit (Yalçın), “Bitaraf ve Bir Taraf”, Tanin, 19 Eylül 1924.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 134.
165
tolerans ve öngörü çerçevesinde hareket ettiğini yazmaktadır. Yazısına şöyle devam
etmiştir: “Hayatını bu erdemlerle geçirme ve keyfilikten kaçınma eğiliminde olmasına
karşın, her zaman bu yüksek standardı yakalayamamıştır. Ne yazık ki liderliğinde
partizan olmayan ulusal prensiplere bağlı kalamadı veya her zaman muhaliflerin
şikayetlerini adil bir tarafsızlıkla tetkik edemedi”549 Mustafa Kemal'in eğer isteseydi
böyle bir lider olabileceğini, ancak maalesef güçlü rakiplere karşı politik mücadeleyi
kazanma isteğine yenik düştüğünü eklemektedir.
Lozan Anlaşması sonrası çıkan kişisel görüş farklılıkları yeni bir partinin
oluşum sürecini hızlandırmıştır. 1924’te gazetelerde yurtdışına çıkarılan bazı zengin
Ermenilerin gizlice ülkeye girdiklerine dair haberlerin yer alması hükümete karşı soru
işaretleri yaratmıştır. Bu dönemde bazı zengin Ermenilerin gizlice Türkiye'ye girerek
mallarını alma yoluna gitmeleri gazetelerde uzunca bir süre gündemi meşgul etmiştir.
Olayların patlak vermesi ile Gümüşgerdanyan, Yanon Değirmenciyan, Sebuhyan gibi
olaya karışan Ermeniler hemen sınıdışı edilmiştir. Basın ifadelerinin alınmadan
gönderilmelerine ve buna izin veren makamın neresi olduğunun açığa çıkarılamamasına
tepki göstermiştir. İsmet Paşa kabinesi ise basının tavrını kendilerine saldırı olarak
değerlendirmiştir. Vatan konu ile bütün haber ve yorumlarında İçişleri Bakanı Ferit
Beyi sorumlu olarak göstermiştir. Tartışmaların gittikçe uzması üzerine Ferit Bey üç
Ermeni zengininin yurda girmesine kendisinin izin verdiğini açıklamış ancak olayların
yatışmaması üzerine 21 Mayıs'ta istifa etmiş ve yerine Recep Bey (Peker) getirilmiştir.
İstifa olayından kısa bir süre sonra Ankara'ya giden Ahmet Emin, Recep Bey'den
ilkelerine bağlı bir devlet adamı olarak övgüyle söz etmiştir. Vatan'ın tarafsız olduğunu,
bir hükümetin iyi veya kötü yanlarının bulunabileceğini, bunu ayırt etmeden hareket
eden bir gazetenin taraftar bir zümre veya amacın aleti haline geleceğini yazmıştır.550
Konu basında Mustafa Kemal- İsmet Paşa; Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar ve Rauf
Bey'den oluşan bir kamplaşma noktasına getirilmiştir.
19 Ekim 1924’te kabul edilen kanunla, ordunun siyasetten ayrılması için,
askerlik görevini yapmakta olanların askerlik görevinden ayrılmadıkça Meclis'te görev
alamayacakları kabul edilmiştir. Basın bunu yeni partinin kurulmasının kesinleştiği
şekilde yorumlamıştır. 26 Ekim'de Karabekir Paşa, Ordu Kumandanlığı'ndan istifa
549
550
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 150.
Ahmet Emin, “Tarafgirlik ve Hürriyet-i Tenkid”, Vatan, 13 Temmuz 1924.
166
ederek milletvekili olarak çalışacağını açıklamıştır. Onu Ali Fuat Paşa’nın istifası takip
etmiş, Refet Paşa ise istifasını sonradan geri çekmiştir. Kumandanların istifası ise
Mustafa Kemal tarafından Nutuk'ta bir “komplo”551 olarak değerlendirilmiştir.
Rauf Bey ve İsmail Canbolat, Refet Paşa etrafında yeni bir parti kurulacağı
haberi ilk kez 6 Ekim 1924’te Son Posta’da ve 7 Ekimde de Vatan'da çıkmıştır. Rauf
Bey ise aynı tarihte gazetecilere bunun gerçek olmadığını söylemiş ancak partinin
oluşum süreci için hazırlıklarına devam etmiştir. 12 Teşrin-i sani'de ise HF'ndan ayrılan
on bir milletvekilinin kurulacak yeni parti için programını hazırlamakta oldukları
Vatan'da haber olarak yer almıştır.
Vatan'da yeni partiye destek veren Ahmet Emin, ülkenin geri kalmışlığından
söz ederek, “zamanın medeni seviyesine yetişmek” için uğraşılırken “fırkacılık” etmek
adına “ihtilaf” sebepleri icat etmek değil, bunları asgari seviyeye indirmek gereğinden
bahsetmiştir. Ahmet Emin'e göre HF bir parti olmayıp, vatani ilkeler üzerine kurulmuş
bir gruptur. Ülke kaderine dair konuların grup içinde gizli olarak görüşülüp
kararlaştırılması, Meclis'in görevini tam olarak yapmasına engel olmaktadır. Uzun
süredir serbest kalmak isteyen kişiler “zümre teşkilatından ayrılarak, fırka zabtı
rabtından kurtulmaları pek doğru ve faideli bir hareket olur.” Yeni parti ile hükümetteki
yolsuzluk, himayecilik, baskı, keyfi ve kanunsuz işleri özgürce eleştirilebilir.552
Anılarında Ahmet Emin, 1924 Ekimi'nde Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey'in
kendisini ziyarete geldiklerini aktarmaktadır. Ziyarette Rauf Bey, tek parti ile
demokrasi olamayacağını, bunun maskeli diktatörlük olacağını söylemiştir. Karabekir,
Refet Paşa, Ali Fuat Paşa, Cevat Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Halide Edip Hanım,
Selahattin Adil Paşa ve diğerleri tarafından yeni bir parti teşebbüsünde bulunacaklarını
haber vermiş ve kendisine işbirliği teklifinde bulunmuş ve Vatan’ın kurulacak partinin
551
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk..., s 1147.
Aydemir konu hakkında şunları söylemektedir: “Fakat bu kumandanlar olayında, Atatürk'ün büyük
Nutku da dahil olduğu yapılan suçlamaların ve “hele orduyu ele geçirip iktidar devirme” gibi çok
büyük ithamları ve komplo iddiasının yeterince aydınlanmadığını iddia etmek mümkündür. Öyle
sanılabilir ki bu ağır ve ölçüsüz görünen iddialar, büyük Nutuk'un verildiği 1927 yılının havası ve bu
olay iddialarına karşı bazı kimse ve çevrelerde hala yaşayan bazı ihtiyatlı düşünceler ve kuşkulara
karşı, ağır ve keskin bir çıkış zaruretini de düşündürebilmektedir. Kaldı ki suçlananlardan hiç birisi,
kendisini savunacak ve kendi açılardan gerçekleri açıklayabilecek durum ve imkanda da değildiler.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.III, 1922-1938, Remzi Kitabevi, 5.Baskı, İstanbul, 1975, s
215.
552
Ahmet Emin, “Fırkacılık Yok”, Vatan, 8 Teşrin-i evvel 1924.
167
yayın organı olmasını istemiştir.553 Ahmet Emin, bu görüşmede üç nokta üzerinde
durduğunu söylemektedir. İlki kendisinin öncelikle gazeteci olduğunu ancak politikanın
dışında kalarak objektif kalabileceğini, 2. olarak Mustafa Kemal’in şimdilik tek parti
üzerinde ısrar ettiğini, “milli blok” düşüncesini ona kabul ettirmek gerektiğini ileri
sürmüştür. Üçüncü olarak da, devam etmekte olan İT muhalefetine dikkat edilmesi
noktasıdır. Ahmet Emin İttihatçıların aleti durumuna düşebilecekleri yönünde yeni
partiyi kurma girişiminde olanlara uyarıda bulunmuştur.554 Rauf Bey ise ısrarla,
kurulacak partide, İttihatçıların önemli isimlerinden Kara Kemal’in tecrübesinden
yararlansalar bile kontrolü kendi ellerinde tutacaklarını ileri sürmüştür.
Ahmet Emin, 1924 Kasım'ının başlarında kaleme aldığı yazılarında Rauf
Bey, Ali Fuat Paşa, Karabekir Paşa, Refet Bey ve Dr. Adnan gibi Milli Mücadele'de
önemli yeri olan kişilere “husumet ilan” edildiğini, bir yandan tartışma ve eleştirinin
davet edildiğini, bunu ülke yararına yapan kişinin de hemen onuruna, namusuna “her
tecavüzün mübah” görüldüğünü yazmıştır. Devamında ise: “Körü körüne emre
uymayan, hakikati gören ve söylemek isteyen şahsiyetleri ibtidadan susturmak için her
vasıtaya müracaat edilir” demiştir.555 Ertesi günkü yazısında da, ufukta beliren fırtınaya
karşı Cumhurbaşkanı'nın ne gibi bir tutum takınacağının merak konusu olduğunu dile
getirmiş ve Mustafa Kemal'in politika dışında kalması gerektiğini yinelemiştir.556
Mustafa Kemal, Nutuk'ta Ahmet Emin'in bu yazılarına değinmiş, Vatan'ın
başyazılarında hükümete muhalif olanların övülürken, hükümeti tutanların kınandığını
söyleyerek yazılardan örnekler vermiştir.557
Vatan, yeni partinin oluşumunu tamamen destekleyen yönde haber ve
yorumlara yer verirken HF'na yönelttiği eleştirileri daha da da artırmıştır. Mübadele
sonucu gelen göçmenlerin durumunu hükümetin ihmal ettiğini söyleyerek eleştirmiş ve
hükümetin güvenoyu almasını politik bir oyun olarak nitelemiştir.558 Ahmet Emin,
gazetenin tarafsız olma yönünde bir yayın çizgisi sürdürdüklerini ancak bunun “lakayt,
kayıtsız bir seyirci” konumunda kalmak şeklinde algılanamayacağını, HF muhitinden
553
554
555
556
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 139.
a.g.e
Ahmet Emin, “Zıddiyet İstidatları”, Vatan, 5 Teşrin-i sani 1924.
Ahmet Emin, “Memleket Buhranı Karşısında Reisi-i Cumhur'un Nutku”, Vatan, 6 Teşrin-i sani
1924.
557
558
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk...., s 1165.
Ahmet Emin, “Meydan Muhaberesinin Neticesi”, Vatan, 10 Teşrin-i sani 1924.
168
çirkin hareketler gördüklerini, yarın iyi hareketlerini gördükleri takdirde bunu
yazmaktan kaçınmayacaklarını belirtmiştir. Buna karşın yeni partiden “takdire layık”
hareketler gördüğünü de eklemiştir.559
17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) resmen
kurulmuştur. Yeni partinin başkanı Kazım Karabekir olurken, Genel Sekreterliği'ne de
Ali Fuat Paşa getirilmiştir. Parti tartışmalarında kişisel anlaşmazlıklar önemli bir etken
olmuştur. Özellikle İsmet Paşa ve Rauf Bey arasında Lozan görüşmeleri sırasında
başlayan anlaşmazlık tarafların daha da netleşmesi ile sonuçlanmıştır. İsmet Paşa’nın
Milli Mücadele'ye diğerlerinden geç katılmış olması, Mustafa Kemal’in doğrudan
desteğini alması, 1923’te Rauf Bey'i Meclis'te ifade vermeye zorlaması, İstiklal
Mahkemeleri'nin İstanbul’a gönderilmesinde önemli rol oynaması gibi nedenlerle İsmet
Paşa’ya karşı hoşnutsuzluk görülür bir hal almıştır. Soyak, yeni partinin, HF ile
yollarını ayırmalarını, hürriyet ve demokrasiye olan bağlılıkları ve Atatürk'ün
belirmekte olan diktatörlük meyline mani olmak şeklinde açıkladıklarını ancak
Atatürk'ün
hayattan
ayrılması
ile
HF'nda
görev
almayı
kabul
ettiklerini
560
belirtmektedir.
Meclis'teki tartışmalardan sonra HF'ndan 42 ile 45 arasında milletvekili
istifa etmiş ve bunların 32’si TpCF'na geçmiştir. Yeni kurulan partinin adında yer alan
Cumhuriyet ifadesine tepki olarak HF da, adını 10 Kasım 1924’te “Cumhuriyet Halk
Fırkası” olarak değiştirmiştir. TpCF kurulduktan kısa bir süre sonra örgütlenmeye
başlamış ve Anadolu’da bazı illerde şubeler açmıştır. Meclis'te İttihatçı adıyla faaliyet
gösteremeyen İsmail Canpolat, Kara Kemal, Ahmet Şükrü Bey gibi bir takım
İttihatçılar da yeni parti içinde yer almışladır.
TpCF, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisidir. Sadece yedi ay
varlığını sürdürmüş ve bu sürecin sadece beş ayında faaliyet gösterebilmiştir. Zürcher,
bu süreç zarfında “partinin ne bir seçim kazandığını, ne bir hükümet kurabildiğini hatta
ne de kendi hazırladığı herhangi bir yasayı Millet Meclisi'nden geçirebildiği”ni561
559
Ahmet Emin, “Salim Bir İstikamet”, Vatan, 14 Teşrin-i sani 1924.
Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s 331. Soyak,
TpCF önde gelenlerinin (Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy'un), “Hem de Milli Şeflik ve Değişmez
Başkanlık” yani bir nevi diktatörlük devrine dönerek en büyük mesuliyet makamlarına geçmekten
çekinmemişler ve bu idareyi her hareketi ile desteklemişlerdir” diye yazmaktadır. Soyak, a.g.e., s 331.
561
Eric Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1925-1925), Çev: Gül Çağalı Güven,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s 3.
560
169
yazmaktadır. Ali Fuat Paşa, Latimer ile yaptığı röportajda partinin öncelikli amacını
şöyle belirtmiştir: “Bu partinin hedefi, gayesi iktidara gelmek değil. Bu partinin gayesi
Mecliste murakebeyi yürütmektir.”562
Mustafa Kemal'in yeni partinin kurulması sırasında hükümetin başına Fethi
Okyar’ı getirerek uzlaşmacı bir yol izlemek istemesi nedeniyle İsmet Paşa 22 Kasım'da
istifa etmiştir. Ahmet Emin, İsmet Paşa'nın çekilmesini duyanların “derin bir oh
çektiklerini” söyleyerek değişiklikten duyduğu memnuniyetini dile getirmektedir. İsmet
Paşa'nın geçmişte kazandığı saygınlığını tükettiğini, usulsüz hareketlere yeterince
metanet gösteremediğini yazarak, çok kısa sürede çözümlenebilecek bir olay için
İstanbul'a İstiklal Mahkemesi göndermesinin unutulamayacağını belirtmiştir.563 Ali
Fuat Paşa da, İsmet Paşa yerine Fethi Bey'in geçmesini basit bir şahıs değişikliği olarak
değerlendirilemeyeceğini ifade etmektedir. Düşüncelerini, “Bunun bir “zihniyet
değişmesi” niteliğini almasına pek çok ihtimal vardı: Hürriyet, usul ve kanun
taraftarlığı”564 şeklinde ifade etmiştir.
Parti kurulduktan sonra, HF'ndan, TpCF'na ağır eleştiriler yöneltilmeye
başlanmıştır. Rauf Bey'in Mondros Mütarekesi'ni imzalamış olması nedeniyle
memleketin felaketine neden olduğu söylenmekte bir yandan da yeni parti kurucuları
post kavgası peşinde olmakla itham edilmektedirler. Bir başka üzerinde durulan nokta
da, HF ile TpCF’nın programları arasında esaslı bir fark olmadığı, TpCF’nın siyasi
ihtiraslar nedeniyle kurulduğu iddiasıdır. Bunun üzerine Ali Fuat Paşa bir açıklama
yaparak, bunu anlamak için iki partinin de programlarının karşılaştırılması gerektiğini,
ancak HF’nın yazılmış bir programı olmadığını söylemiştir. Ayrıca açıklamasında
Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı, yabancı sermayenin gelmesi için gerekli önlemlerin
alınması, laiklik konusunda halkın taleplerine öncelik verilmesi adaletin bağımsızlığı,
birey ve vicdan hürriyeti gibi noktalar üzerinde durmuştur.565
562
Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, (Haz:O.Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, 2001,
İstanbul, s 291 içinde: Frederick P.Latimer, Jr Collection: Ali Fuat Cebesoy, Oral History Research
Office Columbia University, N.York.
563
Ahmet Emin, “Kabine Tebdili”,Vatan, 23 T.sani 1924.
564
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C. II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002, s 126.Aynı eserinde
Ali Fuat Paşa, HF'nın belli bir kesiminin, devlet ve memleket menfaati ile politika menfaatini birbirine
karıştırdıklarını ileri sürmektedir. Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., s 126
565
Rauf Orbay, a.g.e. s 180.
170
Yeni partinin programı HF tarafından olumlu karşılanmamıştır. Mustafa
Kemal, TpCF programını “gizli ellerce” düzenlediğini ve “en hain kafaların ürünü”566
olarak değerlendirerek tepki göstermiştir.
Zürcher, HF'nın programı olmadığını, yegane resmi siyasi bildiri olarak
Nisan 1923’te yayınlanmış “Dokuz Umdesinin” tam bir program işlevini görmediğini,
ancak Kasım 1924’te yayınlanan TpCF’nın programının genel ilkelerin yanı sıra
ekonomi, iç politika, vs konularda başlıklara ayrılmış gerçek bir siyasal program
olduğunu belirtmektedir.567
Ahmet Emin, yeni partinin programı olmasını ön plana çıkarmıştır. Ahmet
Emin, HF'nın oluşumuna ve izlediği politikaya eleştirilerini devam ettirerek, HF'nın
programını sorgulayarak: “Bugün karşımızda fırka namı altında bir heyet var. Fakat bu
heyetin memleket tarzı idaresi gibi en esaslı bir mesele hakkındaki nokta-i nazarını bile
bilmiyoruz”568 diye yazmıştır. 19 Teşrin-i sani'deki yazısında TpCF'nı “ilk Türk siyasi
fırkası” olarak nitelemiştir. Daha önce kurulmuş olan siyasi partileri değerlendirerek İT,
Hİ, HF'nın açık bir “kanaata” dayanmadıklarını, bunların “inhisar gurupları” olduğunu
yazmıştır. İT'de belli bir fikri bütünlük olmadığı için sağdan sola, İslam birliğinden
Turancılığa yönelmiştir. Hİ ise kişisel memnuniyetsizliklerini husumet derecesine
çıkaran bütünüyle menfi bir guruptur. HF'na gelince genel ilkelerden başka hiçbir
programı yoktur.569 TpCF'nın programında yer alan Cumhuriyet taraftarlığı, liberalizm,
demokrasi, halkın ihtiyaçlarını ön plana alma ve dine “hürmetkar” olma gibi
prensiplerini olumlu karşılamıştır.570 Ahmet Emin Mustafa Kemal'in takınacağı tavra
ilişkin olarak da:
“Dar politikacılık böyle bir şahsiyeti esir ederse ve vatani rehberlikten uzaklaştırırsa
Türk milleti kabul etmez bir ziyana uğrayacaktır. Fail bir politika adamının uzun
müddet memleket adamı vaziyetinde kalmasına ihtimal yoktur. İster istemez
şahsiyat mübarezelerine sürüklenecek ve vatani bir rehber sıfatıyla haiz olduğu
mevki ve nüfuzu kaybedecektir”571 diye yazarak uyarılarda bulunmuştur.
566
567
568
569
570
571
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk....., s 1187.
Zürcher, a.g.e., s 140.
Ahmet Emin, “Fırka Divanının İçtimai”, Vatan, 10 Haziran 1924.
Ahmet Emin, “İlk Siyasi Fırka”, Vatan, 19 Teşrin-i sani 1924.
Ahmet Emin, “Yeni Fırkanın Programı”,Vatan, 20 Teşrin-i sani 1924.
Ahmet Emin, “Türkiye'nin Mustafa Kemal'i”, Vatan, 21 Teşrin-i sani 1924.
171
TpCF programında, “Türkiye Devleti, halkın hakimiyetine müstenit
Cumhuriyettir. Hürriyetperverlik (liberalizm) halkın hakimiyeti (demokrasi) fırkanın
esas mesleğidir”572 ifadelerine yer verilmiştir. Ekonomik anlamda serbest ekonomiden
ve ülkeye yabancı sermayenin gelmesinden yanadır. Aydemir, “HF'nın bile henüz
yolunu bulamamış, programını ortaya atamamışken, TpCF’nın kendilerini artık normal
bir istikrar devrinin hayaline kaptırmış göründükleri”573 yorumunu yapmaktadır.
TpCF programında “partinin dine saygılı olduğu”na dair bir maddeye yer
vermiş bu da partinin kapatılmasında “dinin siyasal amaçlar için kullanılması”na
gerekçe olarak gösterilmiştir. Ali Fuat Paşa bu maddeyi partinin “laik” olduğunu
anlatmak için programa koyduklarını belirtmiştir.574 Yine Latimer ile yaptığı
görüşmede, Ali Fuat Paşa “itikat-ı diniyeye hürmetkarız” ifadesini, “Buna nezaketen
hürmet ederiz ama meşgul olmayız” şeklinde anladıklarını ancak HF’nın bunu dini
siyasete alet ediliyor şeklinde yorumladıklarını açıklamaktadır. Konuşmanın devamında
ismi geçen maddede Amerika’yı örnek aldıklarını, bir demokrat bir de cumhuriyet
partisi olmasını istediklerini, her iki partinin de laik olduğunu belirtmektedir.575
TpCF, Cumhurbaşkanı'nın partilerüstü olmasını, Meclis Başkanlığı'nı
bırakması gerektiğini savunmuştur. Erer HF ile TpCF karşılaştırmasında, TpCF’nın
daha halkçı olduğunu, HF toplantıları gizli düzenlenirken, TpCF’nın toplantılarının açık
olduğunu ve yeni partide altı adet ihtisas kolu bulunduğunu belirtmektedir.576 Frey, ise
iktidarla muhalefeti ayıran temel çizgilerden birinin, Kemalizmin değişimi “süratli ve
devrimci bir zihniyetle” gerçekleştirme taraftarı iken, TpCF'nın “evrimsel ve aşamalı”
değişimden yana olması olarak açıklamaktadır.577 Siyasi ve ekonomik anlamda
liberalizmi savunan TpCF, programında halkın desteğinin alınarak inkılaplar yapılması,
merkeziyetçiliğin terkedilmesi gibi maddelere de yer vermiştir. Tunçay, TpCF'nın
kurulması sonrasında, basında yeni parti içinde yer alan İttihatçıların konumun
572
Rauf Orbay, a.g.e., s 166; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s 607.
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C. III, s 223. Aydemir, Türkiye'nin hızlı ve topyekün
değişmesinin, batıda bile çatışmalara neden olan demokratik usullerle başarılamayacağını da
eklemektedir. Yeni düzenin kurulabilmesi için olağanüstü kanunlara ve müdahalelere gerek olduğunu,
bu yapılacak inkılapların da “Halka rağmen halk için” olduğunu belirtmektedir.
574
Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., C. II, s 171.
575
Frederick P. Latimer, Jr. Collection, Oral History Office Columbia University, N.York, Ali Fuat
Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar...., s 322.
576
Tekin Erer, a.g.e., s 137.
577
Frederick Frey, The Turkish Political Elite, Cambridge, Mas:M.I.T. Pres, 1965, s 326.
573
172
sorgulanmaya başladığına değinerek, iki partiyi karşılaştırıldığında CHF'nin, İT “kalıt
ve geleneğine” TpCF'ndan kuşkusuz daha yakın olduğunu578 kaydetmektedir.
TpCF, İstanbul basınından Vatan, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal gibi
gazeteler tarafından desteklenmiştir.579 Yeşil, TpCF’nı destekleyen İstanbul basınının
yeni fırkanın programını esas alarak HF’nın anti-demokratik nitelikte olduklarını
vurgularken, iktidarı destekleyen gazetelerin onları inkılaplara karşı, eski düzenin
özlemi içinde olmakla suçladığını ve yeni partiyi destekleyen İstanbul basını ile
Ankara’yı
destekleyen
iktidar
basını
arasında
bir
farklılaşma
olduğunu
belirtmektedir.580 Ahmet Emin, basına karşı olan hükümetin tutumuna ilişkin olarak,
basının özgür olmadığını, basının kendini sansür etmesine rağmen hükümetin
azabından kurtulamadığını yazmıştır. Özellikle basına karşı sert bir tavır sergileyen
Recep Peker'i eleştirmiş ve yazının devamında da basının hükümetin ve bakanların her
yaptığını onaylamak zorunda olmadığını ama onaylamak zorunda bırakıldıklarını dile
getirmiştir.581
1 Aralık 1924’te Mustafa Kemal, Hür Fikir'e İstanbul basının tutumunu
eleştiren bir beyanat vermiş ve Ahmet Emin de başyazısında bu beyanata değinmiştir.
Basındaki yazılar arasında haksız, doğru olmayanların da olabileceğini ama basının
özgür olmasının daha önemli olduğunu dile getirmiştir. Gerektiğinde Mustafa Kemal'i
de eleştirmenin acı bile olsa gazetelerin görevi olduğunu eklemiştir. Ahmet Emin
sözlerine: “Mustafa Kemal Paşa'nın tarihi şahsiyetine karşı her vakit derin ve umumi
bir minnettarlık baki kalacaktır. Fakat temsil ettiği sistemin her zaman en iyi sistem
olması gerekmez”582 diyerek devam etmiştir.
Bu arada gazetelerde Şubat ortasından itibaren Genç’te çıkan isyandan
bahsedilmeye başlanmıştır. 13 Şubat'ta Elazığ, Diyarbakır, Dersim’de başlayan isyan
hızla diğer illere de yayılmıştır. Yeşil, hilafetin kaldırılması ile başlayan laikleşme ve
ulusal devlete geçme sürecine adapte olamayan aşiret düzeni içinde yaşamakta olan
Kürt kesiminin dini nitelikte bir isyana kalkıştığı yorumunu yapmaktadır. Yazara göre,
modern devlet gereği olarak merkezileşmenin artması, bölgeye mahkeme vs
578
Mete Tunçay, a.g.e., s 108.
Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları, 2. Baskı, Tekin Yay., İstanbul, 1966, s 139.
580
Ahmet Yeşil, TC’nde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareket Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cedit
Neşriyat, Ankara, 2002, s 235.
581
Ahmet Emin, “Haftalık Tarihçe”, Vatan, 8 Teşrin-i sani 1924.
582
Ahmet Emin, “Gazi Paşa ve Gazeteler”, Vatan, 1 Kanun-i evvel 1924.
579
173
göndermesi ile bölgede hakim olan aşiret kanunları iktidarını yitirmeye başlamıştır.
Ancak Aybars 1975 yılında yaptığı çalışmasında, ayaklanmanın özünde “Hilafet ve
Saltanat”ın kaldırılması ve yerine Türk milliyetçiliğinin almasına bir tepki olduğu
düşüncesini yetersiz bulmaktadır. Aybars, milli savaşın en zayıf olduğu günlerde bile
böyle bir tepkinin görülmediğini, ayaklanmanın temelinde Doğunun sosyo-ekonomik
yapısının yattığını belirtmektedir.583 İsyan, değişimle çıkarları bozulacağına inanan ağa
ve şeyhler tarafından çıkarılmıştır. Aynı çalışmada yazar ayaklanmanın arkasında
Musul sorunu nedeniyle İngiliz kışkırtmalarının rol oynadığını da aktarmaktadır. Ali
Fuat Paşa, isyanın başta İngilizler olmak üzere Kürt Teali Cemiyeti, Vahdettin'in
Başkanı olan Tarikat-ı Salahiye Cemiyeti gibi kuruluş ve kişilerce tahrik edildiğini,
isyanda muhalefet ve basının zerre kadar suçu olmadığını belirtmektedir.584 Tunçay ise
ayaklanmanın “daha çok dinsel bir giysi altında ulusal bir başkaldırı” olduğuna
inandığını dile getirmektedir.585 Yazar ayaklanmanın arkasında İngilizlerin olduğu
görüşüne karşı çıkmaktadır. İngilizlerin halifeliği geri getirmek isteyen bir harekete
destek
vermelerinin
kendi
çıkarlarına
aykırı
olduğunu,
Türkiye
Kürtlerinin
bağımsızlığının, mandaları altında olan Irak'taki Kürtleri olumsuz etkileyebileceği için
istemeyeceklerini yazmaktadır.586
İsyanı bastırmak için yerel askeri birlikler gönderilse de olayların giderek
büyümesi, daha büyük çapta askeri müdahaleyi zorunlu hale getirmiştir. İsyancılar
şeriat ve hilafeti geri isterlerken bir yandan da Kürt hükümeti talep etmektedirler. Kısa
zamanda sıkıyönetim ilan edilmiş, Meclis'te Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nda, siyasi
amaçlar doğrultusunda dini kullanma, vatana ihanet suçu kapsamına dahil edilmiştir.
CHF içinde ise isyana karşı daha katı önlemler alınması yönünde bir eğilim
belirmiş, Fethi Bey'in sert önlemler alınmasına sıcak yaklaşmaması HF içinde
eleştirilmesine neden olmuştur. TpCF ise bu olaylar karşısında hükümeti desteklemiş ve
Karabekir, Meclis'te dinin politikaya alet edilmesinin vatana ihanet olduğunu söyleyen
bir konuşma yapmıştır.
583
Ergun Aybars, a.g.e., s 290.
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, C. II..., s 170.
585
Tunçay, a.g.e., s 136.
586
Tunçay ayrıca “İngilizlerin Musul petrollerini kaptırmamak emellerinin dışında, Sovyet
etkisinin yayılma olasılığına karşı, Türkiye'nin çok zayıflamasını istemeyecekleri” düşüncesi üzerinde
durmakta ve “Ayaklanmanın sonuçta Musul ile ilgili çıkarları dolayısyla İngiltere'ye yaramış olması
fazla bir şey değiştirmez” diye eklemektedir. Mete Tunçay, a.g.e., s 137
584
174
Fethi Bey, TpCF liderlerini çağırarak, bazı yerlerdeki parti temsilcilerinin
dini politikaya alet ettiklerini, buralarda parti teşkilatı kurma çabalarına ara verilmesini
istemiştir. TpCF üyeleri ise buna sebep olmadığını, kendilerinin de bu yönde sıkı
emirler verdiklerini, hatalı olanlara da hükümetin soruşturma açma hakkı olduğunu
belirtmişlerdir. Karabekir, “Hükümetsiniz. Her çeşit kuvvetiniz, çeşitli araçlarınız
vardır. Hükümet istiyorsa partiyi kendi kapatsın”587 cevabını vermiştir. Rauf Bey,
“Fırkanın teşkilat namına tek şubesi dahi bulunmayan Doğu illerinde nasıl olur da bir
isyanı tahrik edebilirdi?” sorusunu sormakta ve Şeyh Sait’in daha önce de devlete
isyana kalkıştığı ve sonra da Rus Konsolosluğu'na sığındığının bilindiğini
belirtmektedir.588
2 Mart'ta Fethi Bey, isyanda gerekli insiyatifi kullanmadığı gerekçesi ile
yapılan eleştiriler karşısında güven oylamasına gitmiş ve 93 milletvekilinin güvensizlik
oyu vermesi sonucunda çekilmiştir. İsyanı bastırmak için şiddetli tedbirler alma kararı
doğrultusunda 4 Mart'ta İsmet Paşa kabinenin başına geçmiş ve sadece Doğu’da değil,
tüm ülke kapsamında iki yıl yürürlükte kalacak olan Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal
Mahkemelerini gündeme getirmiştir. İsmet Paşa, 20 Nisan 1925'te Meclis'e verdiği
önergede, İstiklal Mahkemelerinin sürelerinin bitiminden sonra altı ay daha uzatılması,
Meclis'in tatilde olduğu süre içinde Ankara İstiklal Mahkemelerince verilecek idam
kararlarının Meclis onayına gerek kalmadan uygulanması için Mahkemeye yetki
verilmesi, sıkıyönetimin yedi ay daha uzatılması gibi maddelerin kabulünü teklif
etmiştir.
TpCF üyeleri, ülkenin mahkemeleri, polisi, jandarması olduğunu, böylesine
olağanüstü tedbirlere gerek olmadığını ve kanunun sadece Doğu’da değil, tüm ülkede
uygulanabilir olmasını eleştirmişlerdir. İstiklal Mahkemeleri konusu da Meclis'te
muhalefetin tepkisine neden olmuştur. Karabekir, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne idam
yetkisi verilmesine ve mahkemenin vereceği idam kararlarının Meclisçe tasdik
edilmeden uygulanabilecek olmasına karşı çıkmıştır.589 Rauf Bey, isyan nedeniyle
Cumhuriyet'in tehlikede olduğunun kabul edilemeyeceğini bildirirken, Halis Turgut,
587
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar...,s 149.
Rauf Orbay, a.g.e., s 182.
589
Ali Fuat Cebesoy, SiyasiHatıralar ..., s 156. Karabekir, İstiklal Mahkemeleri'nin savaş
zamanına ait olduğunu söylemiş ve “İsmet Paşa İstiklal Mahkemeleri'ni ıslahat aleti sanıyorsa pek
ziyade yanılıyorlar” diyerek tepkisini dile getirmiştir.
588
175
kanunun iki yıl geçerli olmasını, “İsyan, iki yıl mı sürecek?” diye sorarak tepkisini dile
getirmiştir. Basının önde gelen kalemlerinden Hüseyin Cahit de Takrir-i Sükun
Kanunun çıkarılmasını, “Karilerimle Bir Hasbıhal” başlıklı yazı kaleme alarak, artık
siyasi yazılar yazmayacağını, geçmişteki anılarını başmakale olarak yayınlayacağını
duyurarak, protesto etmiştir.590
Bu arada Meclis'teki görüşmelerde söz alan Recep Peker, İstanbul basınının
tutumunu eleştirmiştir. İstanbul basınının, devlet kuvvet ve nüfuzunu bertaraf ederek,
tüm kutsal makamları ve onların nüfuzlarını tahrip edecek bir alet haline geldiğini
söylemiştir. Peker: “Bu matbuat o hale gelmiştir ki, her sabah milletin yüzüne fışkıran
saralı ifrazat, masum halka mütemadiyen devlet kuvvetinin itibara layık bir şey
olmadığı fikrini aşılamıştır”591 demiş ve konuşmasının devamında:
“Herkes matbuatı, hürriyet mefhumu kutsiyetine bürünerek her şeyi yapmaya kadir
ve şerrinden korunmak için isminden bahsedilmeye cesaret edilmeyecek bir kuvvet
gibi görmüş, bilakis devleti ve onun nizam ve intizam vasıtalarını, bu hakaretlere
tahammül gösterdiği için, hakikaten nüfuzsuz, zavallı olarak tanımıştır”592
demiştir.
Recep Bey'in basını eleştiren konuşması üzerine Ahmet Emin cevap
niteliğinde bir makale kaleme almıştır. Yazısında İstanbul basını hakkında hüküm
verirken kusurlarıyla beraber meziyetlerini ve hizmetlerini de hesaba katmak
gerektiğini vurgulamıştır. Devamında: “Her dakika hariç ve dahildeki cehalet ve
taassuba karşı müesser bir faaliyet gösterebilecek milli bir vasıtayı yılan kelimesiyle
tevsif etmek, Recep Bey gibi bir devlet adamından hiç beklemediğimiz bir tarzı
harekettir”593 diye yazmıştır. Recep Bey'in sözlerini anlık bir sinire bağlayarak, bunu
hükümetin siyasetine atfetmeyeceklerini de eklemiştir.
13 Nisan’da İstanbul’daki TpCF şubelerinde aramalar yapılmış, evraklarına
el konulmuştur. 15 Nisan’da ise isyan, elebaşlarının yakalanması ile sona ermiştir. 31
Mayıs 1925'te Mustafa Kemal ayaklanmanın sona erdiğini bildirmiştir. 28 Haziran'da
590
591
592
593
Hüseyin Cahit, “Karilerimle Bir Hasbıhal”, Tanin, 6 Mart 1925.
Tekin Erer, a.g.e., s 150.
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar...., s 156.
Ahmet Emin, “Takrir-i Sükun”, Vatan, 6 Mart 1925.
176
ise asiler hakkında verilen karar hükmünce Şeyh Sait ve adamlarından 29 kişi idam
edilmiştir.
Ahmet Emin isyanın bastırılmasından sonra, eleştirel tavrını değiştirerek
hükümetin başarısından dolayı hükümeti tebrik eden bir yazı yazmış ve: “Bundan
sonrası için en tabii temenni İsmet Paşa kabinesinin tenkil hareketindeki muvaffakiyet
derecesindeki tanzim ve tedavi hareketlerinde de muvaffakiyet gösterebilmesidir”594
demiştir.
1926’da
İzmir’de
Mustafa
Kemal’e
yapılacak
suikastin
ortaya
çıkarılmasından sonra TpCF’nın önde gelenleri sorgulamadan geçirimiştir. Olayda
TpCF’lılar kadar, yeniden partilerini hayata geçirmek isnadıyla İttihatçılar da
yargılanmıştır. Tutuklananlar arasında Hüseyin Cahit de bulunmaktadır. Özellikle İzmir
Suikastı olayı, İttihatçıların tasfiye edilmesi için son adım olmuştur. Erman, Cavid Bey,
Kara Kemal Beylerin gizli toplantılar yaparak, İT'yi yeniden canlandırmak istediklerini,
seçimlerde iktidara gelemedikleri takdirde suikast yolunu denemek düşüncesinde
olduklarını yazmaktadır.595 TpCF'nın altı üyesi (Ahmet Şükrü, Abidin, Halis Turgut,
İsmail Canpolat, Rüştü ve Arif) idam cezasına çarptırılmıştır. Zanlılardan Karabekir,
Cafer Tayyar, Ali Fuad, Refet ve Cemal Paşalar ise Mustafa Kemal’in özel isteği ile
beraat etmişlerdir. Rauf Bey ise bu sırada yurtdışında olduğu için ifadesi alınamamış,
gıyabında hüküm verilmiştir.
Mustafa Kemal'in özellikle Nutuk'ta Rauf Bey'i sert bir şekilde eleştirmesi
dikkat çekmektedir. Ahmet Emin 1966'da kendisi ile yapılan röportajda, Mustafa
Kemal'in Milli Mücadele yıllarında yakın işbirliği içinde olan Rauf Bey, Ali Fuat Paşa
ve diğerleri ile yollarının ayrılması hakkındaki soru üzerine, Nutuk'un tarihsel olayların
kaynağı olmaktan ziyade politik bir nutuk olduğunu, Milli Mücadele yıllarında Mustafa
Kemal ile Rauf Bey'in yakınlığının pek çok kanıtları olduğunu ifade etmiştir. Rauf
Bey'in ülkeye gelemediği, İngiltere ve Hindistan'da olduğu yıllarda bile bağımsızlık
savaşının Atatürk olmadan başarılamayacağını her zaman tekrar ettiğini aktarmıştır.
594
595
Ahmet Emin, “Şeyh Sait'in Derdesti”, Vatan, 16 Nisan 1925.
Azmi Nihat Erman, İzmir Suikasti ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul, 1975.
177
Aynı röportajda Rauf Bey'in, Atatürk'ü, sadece kişisel değil ulusal bir gücü eleştirmeye
yöneltebileceği için, Nutuk'u okumayı reddettiğini de söylemektedir.596
A. Gazetelerin Kapatılması
7 Mart 1925’te Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, İstiklal, Sebilürreşat, Aydınlık
ve Orak Çekiç, Adana’da çıkmakta olan Sayha Takriri Sükun Kanunu'nun 1. maddesine
dayanılarak, Bakanlar Kurulu'nun kararıyla kapatılmıştır. Kapatılma gerekçeleri ise
İstanbul gazetelerinin hükümetin manevi nüfuzunu yıpratması ve isyana zemin
hazırlamalarıdır. 9 Mart’ta ise bunlara İzmir’de Sadayı Hak ve Kahkaha ile Trabzon’da
İstikbal, İstanbul’da Presse du Soir, Resimli Ay, Millet, Bursa'da Yoldaş, Mersin'de
Doğru Öz, Adana'da yayınlanan Toksöz gazeteleri eklenmiştir. 13 Mart'ta da Afyon'da
İkaz gazetesi kapatılmıştır. Gazetelerin kapatılmasından sonra sıkıyönetim ilan edilen
yerlerde haberleşmeye sansür getirilmiştir. 3 Mayıs 1925'te bir kararname çıkarılarak,
bu bölgelerde yayınlanan gazete ve dergilerin sansüre tabi olduğu, dışarıdan gelecek
yayınların sansür tarafından görüldükten sonra dağıtımı yapılacağı kararlaştırılmıştır.
İskit, bu maddelerin büyük bir isyan karşısında zaruri bir tedbir olduğunu yazarak:
“Milli hükümetin matbuat için almak mecburiyetinde bulunduğu ilk ve son tedbirdir”597
yorumunu yapmaktadır. Kısa bir süre ve belli bölgede uygulanan talimatname, isyanın
bastırılmasından sonra yürürlükten kaldırılmıştır.
Erer, isyan bahanesi ile hem partinin kapatıldığını hem de İstanbul
matbuatının susturulduğunu, birkaç bin basan gazetelerin, o günkü posta imkanları ile
Doğu'ya giderek, Türkçe bilmeyen Kürtler arasında bir isyan çıkarma ihtimalinin
olmadığını yazmaktadır. Yine aynı kaynakta Takrir-i Sükun sonrası İstanbul’daki
günlük gazete sayısının altıya indiğini ve bu gazetelerin toplam tirajının 28 bine
596
Frederick P.Latimer, "İnterview with Ahmet Emin Yalman", The Atatürk Project, Bilkent
Üniversitesi. Röportaj 17 Mart 1966'da, Ahmet Emin Yalman'ın evinde gerçekleştirilmiştir.
Elimizdeki röportaj bant kaydının transkripsiyonudur. Röportajı yapanın soyadı metinde boş olarak
bırakılmıştır. Kayıtların orijinali Columbia Üniversitesinde olup, proje kapsamında Atatürk dönemine
tanıklık etmiş bazı kişilerle yapılan röportajları kapsamaktadır. 27 kasetten oluşan görüşmelerin bir
kopyası Bilkent Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Daha önce Ali Fuat Cebesoy ile yapılan röportaja
yaptığımız atıftan projenin Latimer tarafından gerçekleştirilmiş olması gerektiğini düşündük. Ahmet
Emin ile yapılan II. röportajın bitiminde, “The interviewer is Frederick.......Jr” ifadesi yer almıştır.
597
Server İskit, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, s 148.
178
düştüğünü belirtmektedir. Erer, tirajın hiçbir dönemde bu kadar azalmadığını da
eklemektedir.598
Topuz da yaptığı genel değerlendirmede: “Devrimin gerçekleştirilmesi için
Takrir-i Sükun Kanunu ile bir terör havasının yaratılması”nın ve gazetelerin kapatılarak
gazetecilerin yargılanmasının gerekli olmadığını söylemekte ve şöyle devam
etmektedir:
“Halkı devrimlerden uzaklaştıran, yıllar sonra gericilik akımlarının yeniden
başkaldırmasını hazırlayan, çok partili ortama girildikten sonra HP'nin bir daha
Meclis'te çoğunluğu sağlayamamasına sebep olan etkenlerden biri Takrir-i Sükun
Kanunuydu. Bu yasayla basında uzun süren bir sessizlik dönemi başlatıldı.”599
Kapatılan gazete sahipleri, Doğu İstiklal Mahkemeleri'ne gönderilmiştir. 15
Nisan’da ise TpCF’nın İstanbul’daki teşkilatında yapılan aramanın “baskın” olarak
gösterildiği için Tanin’in de kapatılmasına karar verilmiştir. Hüseyin Cahit tevkif
edilmiş ve Ankara İstiklal Mahkemesi'ne gönderilmiştir.600 Mahkemedeki ifadesinde
Hüseyin Cahit, “Terakkiperverler basıldı” ifadesinin kendisinin haberi olmadan
yazıldığını, kendisinin de bunu sabah okuduğunu söylemiştir. Kendisinin sadece
başyazılardan sorumlu olduğunu, diğer yazılardan ise yazı işleri müdürünün sorumlu
tutulacağını belirtmiş ve devamında: “Hem eğer baskın kelimesi fena bir kelime ise,
Terakkiperver Fırkası'nın benim aleyhimde ikame-i dava etmesi lazım gelirdi”601
şeklinde cevap vermiştir. Mahkeme Reisi, Hüseyin Cahit'in Lozan Konferansı
sonrasında takip ettiği yayının hiçbir zaman hükümet lehinde olmadığını söylemesi
598
599
Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları..,s 158.
Hıfzı Topuz, II. Mahmut'tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003, s
154.
600
Bu noktada Hüseyin Cahit'in muhalif tavrına ilişkin olarak bazı noktalara değinmek
gerekmektedir. Kendisinin Terakkiperver Parti'ye girip girmeyeceğini öğrenmek için gelen Yunus
Nadi'ye yeni parti içinde olmayacağını belirtmiş ve Ankara'ya olan muhalefetinin altında yatan
sebepler üzerinde durmuştur. Hüseyin Cahit, Ankara'nın kendisini uzaklaştırdığını ileri sürmektedir.
Düyun-u Umumiye delegesi olmasının şahsi düşmanlık nedeniyle engellendiğini, İttihat ve Terakki'nin
Milli Mücadele'ye destek vermesine rağmen tehdit olarak görülmeye devam ettiğini, Lozan Konferansı
sonrasında Rıza Nur'un entrikaları nedeniyle afaroz edildiğini, daha sonra vatana ihanet ithamı le
İstiklal Mahkemesine verildiğini ileri sürmüştür. Yeni partiye girmesinin çok doğal olacağını ama
girmeyerek serbest ve tarafsız çalışmak istediğini, Mustafa Kemal'in çalışmalarına hayran olduğunu,
knedi muhalefetinin esas ve prensiplerde değil uygulamada olduğunu belirtmiştir. Hüseyin Cahit
(Yalçın), “Yalçın'ın 50 Yıllık Hatıraları: Atatürk Devri”, Halkçı, 23 Haziran 1955.
601
Ayın Tarihi, Numara 14, Matbuat Müdüriyeti Umumiyesi, Ankara, 1925, s 17.
179
üzerine buna dair ifadesini I. İstiklal Mahkemesi'nde verdiğini belirtmiştir. Yargılama
sonucu Hüseyin Cahit, ömür boyu sürgün cezası ile Çorum’a gönderilme kararı
verilmiştir.602
Resimli Hafta603 dergisi ise, “Hüseyin Kenan” müstear ismiyle yazan Cevat
Şakir’in hapishane anılarını anlattığı “Asker Kaçakları Nasıl Asılır?” başlıklı yazı
nedeniyle yargılanmıştır. Yazı, ordunun ileri gelenlerine ve hükümete karşı tahrik,
askeri kaçmaya kışkırttığı gerekçesi ile suç unsuru taşıdığı için derginin sahibi ve
sorumlu müdürü olan Zekeriya Sertel ile yazıyı yazan Cevat Şakir (Kabaağaçlı)
mahkeme önüne çıkarılmışlardır.
İstiklal Mahkemeleri'nin yarattığı korku havası gazetecileri de derinden
etkilemiştir. Örneğin Sertel ne için tutuklanarak Ankara İstiklal Mahkemesi'ne
gönderildiğinin kendisine açıklanmadığını ayrıca idam hükmü ile yargılandığı haberi
karşısında korku dolu günler yaşadığını anlatmaktadır. Sertel, geçmişte Anadolu'daki
Milli Mücadele'ye verdiği desteğin yayınlarından ve yazdığı yazılardan, İstiklal
Mahkemesi'ne
gönderilmesine
anlaşılabileceğini
belirtmiştir.
neden
Cevat
olan
Şakir
yazının
ise
bir
kaldığı
kasıt
taşımadığının
Afyon
Cezaevi'ndeki
gözlemlerini anlattığını kaydetmiştir. Yargılamalar sonucu Doğu’da Şeyh Sait isyanın
devam ettiği günlerde yazının içeriği nedeniyle şu karar verilmiştir:
“Bugün memlekette fevkalade bir vaziyet vardır. Cürmün mevzuunu teşkil eden
hikaye bir tenkit ve bir matbuat cürmü olmaktan ziyade seferber olan efrad-ı
askeriyenin maneviyatını ihlal ve tahrike müstenid ve müretteb bir kasd
mahiyetinde olduğuna heyet-i mahkeme kanaat hasıl etti ve kanun-u cezanın 60.
maddesinin zeyli mucibince her ikinizin de üçer sene kalebent edilmenize karar
verdi”604
Zekeriya Sertel Sinop’a, Cevat Şakir de Bodrum’a üçer yıl kalebentliğe
mahkum olmuşlardır. 6 Mart'ta Aydınlık, Orak-Çekiç, Yoldaş gibi sol yayınlar da
komünizmi yaymak suçundan Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmışlardır.
602
Zekeriya Sertel anılarında Hüseyin Cahit’in “Ankara’daki dostları aracılığıyla mahkeme
üzerinde etki yapmış ve hakkında verilecek hükmü önceden öğrenmişti” demektedir. Zekeriya Sertel,
a.g.e., s 147.
603
Ayın Tarihi'nde İstiklal Mahkemesi kayıtlarında yayının ismi Resimli Hafta olarak geçmektedir.
Sertel ise anılarında Resimli Ay ismini kullanmışlardır.
604
Ayın Tarihi, Numara 14, s 21.
180
Sabiha Sertel, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sükun’dan sonra herkesin
özellikle basının yıldığını yazmaktadır. Basındaki durumdan, “Gazeteler havadis
veriyor, macera hikayeleri anlatıyor, fakat memleketin kalkınması, devrimin
gelişmesiyle ilgili konulara kimse dokunmuyordu”605 diye bahsetmektedir. Ahmet
Emin de gazetelerin kapatılmasından sonra yazılarını daha çok ülkedeki salgın
hastalıklarla mücadele, kadının toplumdaki konumu gibi sosyal içerikli konulardan
seçmeye başlamıştır.
Bu gazetelerin kapatılması ile Vatan beş aydan fazla yayınını devam
ettirmiştir. Vatan’ın satışları 7 binden 15 binlere çıkarken, ilanlar da buna bağlı olarak
artmıştır. Ahmet Emin durum hakkında şunları yazmaktadır:
“En küçük bir dikkatsizlik varlığımıza son verilmesine sebep olabilirdi. Belli ki
Atatürk ve İsmet Paşa, freni basmışlar, bizim diğer muhalif ve müstakil
gazetelerden ayrı tutulmamıza imkan vermişlerdi.”606
Ahmet Emin tam da bu sırada hükümetle de ilişkilerini güçlendirmek
amacıyla 28 Mayıs’ta orduya bir uçak hediye etmek için harekete geçmiş ve Tayyare
Cemiyeti'ne o zaman büyük bir meblağ sayılan 500 lira iane verdiği için, bir altın
madalya almıştır.
Bu gelişmelere paralel olarak, Vatan’ın kalan tek gazete olarak satış ve
reklam gelirlerindeki artış, diğer kapanan gazeteler tarafından kendi ifadesi ile –Ahmet
Emin Akşam dışında kalan İstanbul gazetelerini kastederek- dikkat ve kıskançlıkla
izlenmiştir. Ayrıca daha önce menfaatlerine dokundukları zümreler de kendilerine
husumetle yaklaşmaya başlamışlardır.
Ankara ile ilişkiyi canlı tutmak için bir yandan da Malatya Milletvekili olan
eniştesi Kurmay Yarbay Mahmut Nedim Bey, Ankara’da uğraşmaktadır. Onun
tavsiyesi üzerine Ahmet Emin, İsmet Paşa’ya bir mektup yazmıştır. Mektupta daima
memleket hizmetinde, eğriye eğri diyen bir gazetecilik anlayışı ile çalıştığını, ancak
“birkaç saat içinde meydana gelen bir gazetede yanlış bir haberin yer alması veya bir
takdir hatası yapılmasının daima mümkün olabileceğini” ileri sürmüştür. Mektubun
605
606
Sabiha Sertel, Roman Gibi, 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s 110.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 168.
181
kalanında neler yazdığı bilinmemekle beraber, Ahmet Emin’in bu süreçte Ankara ile
arasında bir sorun ortaya çıktığı açıktır. Araya aracılar koymasına, mektuplar
yazmasına rağmen yöneticilerle görüşme isteğini ve neden Ankara tarafından soğuk
karşılandığını açıklamamaktadır. Anılarındaki ifadeye göre, mektubu okuyan İsmet
Paşa ise mektubu “bağlılık veya pişmanlık ifadesi değil bir siyasi nota” olarak
karşılamıştır.
Yine Mahmut Nedim Bey'in aracılığı ile Recep Bey'den gazeteye beyanat
almak üzere Ankara’ya gitmiştir. Nafia Vekili Süleyman Sırrı Bey ile konuşmak
istemiş ancak kendisi sert bir şekilde geri çevrilmiştir. Ahmet Emin bu durumu şöyle
anlatmaktadır:
“Meğer sık sık Ankara’ya geldiğim zaman bütün vekillerle mülakatlar yapmama ve
kendisini her nasılsa daima ihmal etmeme Süleyman Sırrı Bey kızgınmış. Başım
sıkıldığı bir sırada Ankara’da kendisini aramamı hem benden hınç almak hem de
bazı zümrelere hoş görünmek için iyi bir fırsat saydı, bana şu şekilde çıkıştı: “-Sen
gazetende
memleketin
büyüklerine
daima
çatıyorsun
ve
akıl
öğretmeye
kalkışıyorsun. Nasıl olur da başın sıkışınca beni ziyaret etmeğe cüret edersin?”607
Bu karşılaşma Ankara’da kısa sürede duyulmuştur. Recep Bey'in verdiği
mülakat ise bir müddet aleyhindeki hücumları gevşetmeye yardımcı olmuştur. Ahmet
Emin Ankara yönetimi ile arasındaki problem nedeniyle, gazetesinin kapatılma endişesi
içinde dönüşte hükümeti öven bir yazı kaleme almıştır. Yazıda Türk inkılapçılarının
araçların az, güçlüklerin çok olmasına rağmen “avamfiribliğe”608 kalkışmadıklarını,
memleketi düşündükleri için cehalete savaşmak gibi en zor yolu seçtiklerini ifade
etmiştir. Ahmet Emin: “Hürriyet-i kelama karşı senelerce azami derecede sabır ve
tahammül gösterilmiştir. Fakat bu hürriyet o derecelere kadar suiistimal edilmiştir ki
memlekette anarşi vaziyeti baş göstermiş, hükümet nüfuz-u itibardan mahrum kalmaya
başlamıştır”609 diyerek yapılanlara karşı hükümetin kanuni yollara başvurduğunu
söylemiştir.
607
608
609
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 170.
Halkın hoşuna gidecek şekilde hareket eden, demagog.
Ahmet Emin, “İnkılab Nokta-i Nazarı”, Vatan, 3 Temmuz 1925.
182
Ahmet Emin'in kendi anlatımıyla hükümet, TpCF’nın kapatılmasını haklı
gösterir bir yazının Vatan’da yayınlanmasını beklemiştir. Ahmet Emin'in hem böyle
yazı yazmak “elinden gelmemiş” hem de kadrodaki Enis Tahsin, Ahmet Şükrü bu
yönde bir yazının ters sonuç verebileceğini belirtmişlerdir. 12 Ağustos 1925’te gazetesi
süresiz olarak Elazığ İstiklal Mahkemesi tarafından tatil edilmiş ve kendisi de
İstiklal'den İsmail Müştak, İleri'den Suphi Nuri, Sayha'dan Gündüz Nadir Beylerle
tutuklanarak, Doğu İstiklal Mahkemesi'ne çağrılmıştır. Ahmet Emin anılarında, “Geriye
doğru bakınca hislere dayanan davranışımı doğru bulmuyorum” diyerek devamında da:
“Doğruya doğru, eğriye eğri prensibine inanan bir gazeteci sıfatıyla bunları münasip
bir dille ifade edebilirdim. Diğer müstakil gazetelerin tatilinden sonra hükümetin
Vatan’ı ayrı tuttuğuna ve beş ay müddet varlık imkanı verdiğine göre, o zaman
mesleğimden ayrılmaz, elden geldiği kadar tenkit ruhunu yaşatır, bir aya kadar
evladımın doğumunu beklediğim bir sırada kendimin ve ailemin başına binbir bela
getirmezdim.”610 diye yazar.
Burada belirtilmesi gereken bir başka nokta Ahmet Emin'in belli bir dönem
ısrarla savunduğu görüşleri bir başka dönemde kolayca eleştirebilmesidir. Ankara'daki
hükümete eleştiriler yönelten ve TpCF'nı yayınları ile destekleyen Ahmet Emin,
1941'de kaleme aldığı ancak 1957'de kitap haline getirdiği Berraklığa Doğru adlı
kitabında TpCF'nı eleştirmektedir. Fırkanın başındaki bir takım kişilerin temiz
emellerine rağmen, “fırkanın teşkilatını rejim aleyhtarı cereyanlara bir iltica yeri haline
koyanlar olduğunu”611 yazmıştır. Aydın vatanperverlerin ikiye bölündüğünü, sadece
rejimin değil memleketin de tehlikeye açık hale geldiğini, böyle bir ortamda Takrir-i
Sükun ve İstiklal Mahkemelerinin gündeme geldiğini, hükümet ve partininse “serbest
bir hava ve berraklık aramaktan” hiç vazgeçmediğini eklemiştir.
B. Doğu İstiklal Mahkemesi'nde Ahmet Emin
12 Ağustos'ta gazetesinin süresiz olarak tatil edildiği tebliğ edilmiş ve
Ahmet Şükrü ile birlikte Elazığ'a gönderilecekleri bildirilmiştir. Yolculuk sırasında,
610
611
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 170.
Ahmet Emin, Berraklığa Doğru, s 17.
183
ülkenin içinde bulunduğu gerçek şartları gördükçe, bir gazeteci olarak bunu anlamak ve
okuyuculara açıklamakta başarısız olduklarını, bu nedenle krizin ortaya çıkmasında
payları olduğunu ifade eden bir telgrafı Adana'dan Ahmet Emin, Suphi Nuri, İsmail
Müştak ve Ahmet Şükrü imzalayarak Ankara'ya çekmiştir. Telgrafta: “Ülkenin içinde
bulunduğu gerçek koşulları anlamadan yazmakla yaptığımız hatayı tamamen anlamış
bulunmaktayız. Gönüllü olarak bir daha gazeteciliğe dönmeyeceğimize, hayatımızı
ekonomik ve kültürel işlere vakfedeceğimize söz veririz.”612 diyerek imzalamışlardır.
Ahmet Emin, daha yolda iken, bu telgrafı Elazığ'daki diğer gazetecilere de imza
ettirmek için bir takım taslaklar hazırladıklarını belirtmektedir. Sonradan bu telgrafın
Ankara'ya gönderildiğini, sadece Velid Bey'in imzalamak istemediğini aktarmaktadır.
613
Zekeriya Sertel, konu hakkında, “Ahmet Emin daha yoldayken, Adana’dan Mustafa
Kemal’e telgraflar göndererek yalvarmaya başlamıştı. Affedilirse, bir daha gazetecilik
etmeyeceğine söz veriyordu”614 diye yazmaktadır. Diyarbakır'a götürülen gazeteciler
buradan Mustafa Kemal'e bir başka telgraf göndermişlerdir. Bu durumda aralarında
Ahmet Emin'in de olduğu gazeteciler Ankara'ya bağışlanmaları yönünde Adana'dan,
Elazığ'dan ve Diyarbakır'dan olmak üzere üç telgraf göndermişlerdir.(EK-4)
Yolculukları sırasında iyi karşılanan gazeteciler 21 Ağustos’ta Elazığ’a ulaşmışlardır.
Elazığ'da karşılaştığı ortam için Ahmet Emin şunları yazmaktadır:
“Hayretle şunu gördük ki Elazığ İstiklal Mahkemesi huzurunda yargılanan Türk
gazetecileri615 garip bir çifte hayat yaşıyorlardı. Birisi her gün takım takım ölüm
cezaları veren ve hükümlerini kimseye sormadan, kimseye hesap vermeden yürüten
korkunç bir İhtilal Mahkemesi'nin huzurunda saatlerce titremek, kanun filan
tanımayan Mahkemenin sorguları karşısında sıkıntılı dakikalar geçirmek, her sabah
sehpalarda sallanan
cesetlere
bakarak kendilerini de böyle bir
akıbetin
bekleyebileceğini hatırlamaktı.”616
612
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 153.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 174.
614
Zekeriya Sertel, a.g.e. s 132.
615
Doğu İstiklal Mahkemesi'nde yargılanan gazeteciler Ahmet Emin, Velid Ebüzziya, Sadri,
Müştak, Gündüz Nadir, Ahmet Şükrü, Eşref Edip, Fevzi Lüfi, Suphi Nuri, Abdülkadir Kemal
Beylerdir.
616
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 179.
613
184
Gazetecilerin hayatının diğer yönü ise Elazığ eşrafı tarafından gazetecilerin
ağırlanmaları oluşturmaktadır. Anılarında, Atatürk'ün yakın çevresinden olan Ali Saib
Bey'in kendisine geçmişten bir husumeti nedeniyle sürekli psikolojik işkence ettiğini,
Ali Saib Bey'in kendisine sürekli asılacağını, bunun çok kısa sürede olup biteceği için
korkulacak bir şey olmadığını söylediğini yazmaktadır.617
Mahkemede soruşturmalar sırasında, özellikle Rauf Bey'in kendisine
Avrupa’dan yazdığı mektup üzerinde durulmuştur. Rauf Bey, mektupta ülkedeki tek
parti ve totaliterlik eğiliminden duyduğu kaygıyı dile getirmektedir. Ahmet Emin
mahkemede Rauf Bey'in mektubunun rejime karşı bir isyan şeklinde gösterilmek
istendiğini ve kendisine sorulduğunda:
“Rauf Bey, demokrasiye ve çok partili bir serbest münakaşaya inanan bir devlet
adamıdır. Mektubu, bu ölçülerle ileri sürülen tenkitlerin dışında bir mana
taşımaz.”618 cevabını verdiği yazmaktadır.
Gazetecilerin sorgulamaları 4 ve 6 Eylül 1925'te yapılmıştır. Mahkeme
sonucunda Mustafa Kemal, İstiklal Mahkemesi Başkanlığı'na gönderdiği telgrafta,
gazetecilerin Cumhuriyet'e ve rejime bağlılıklarını, pişmanlıklarını açıkladıklarını ve
aflarını istediklerini, alınacak kararda gazetecilerin bu davranışlarının dikkate
alınmasını istemiştir.619 Ardından da gazetecilere beraat kararı çıkmıştır.
Mahkemede, savcı okuduğu son iddiada, basını devleti lekelemek,
hükümeti diktatörlükle, iktidar partisini korku getiren parti şeklinde göstererek,
kamuoyunu tahrik ettiklerini ve Şeyh Sait isyanı gibi rejim karşıtı isyanlara ortam
hazırladıklarını ifade etmiştir. Ahmet Emin, Eşref Edip gibi gazetecilerin devletin
“güvenliğini bozarak, kargaşa çıkararak ayaklanmaya sebebiyet verdikleri ancak bunun
kasıtlı olmadığı ve Doğu'daki isyanı bilerek etkilemedikleri açıklamıştır. Aralarında
617
Ahmet Emin, Ali Saib Beyin 1926'da Mustafa Kemal'e suikast olayında, tertip edenler arasında
isminin geçmesinden dolayı tutuklanıp idam cezası ile yargılandığını, serbest kaldıktan sonra bile çok
zor zamanlar yaşadığını hatta hasta ve sakat kaldığını yazmaktadır. Ahmet Emin'in anılarına göre Ali
Saib Bey, yıllar sonra TATKO şirketinde Ahmet Emin'i ziyaret ettiğinde, İstiklal Mahkemelerinde
asılmaktan kendisinin kurtardığını söylemiştir. a.g.e., C. III, s 183.
618
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 184.
619
Ergun Aybars, a.g.e., s 333.
185
Ahmet Emin'in de olduğu bir kısım gazeteci için “yeni deliller bulunduğu takdirde
yeniden yargılanmak üzere serbest bırakılmaları”620 yönünde karar açıklanmıştır.
Ahmet Emin, 1925'te İstiklal Mahkemesi'nde yargılandıktan sonra
gazetecilikten uzaklaştırılmış ve 1936'ya dek, on bir buçuk yıl dönememiştir.
Ahmet Emin, gazetesinin kapatılmasından sonra, aynı matbaada ve aynı
kadro ile çıkarılmaya başlanan Millet, Vatan'ın devamı olduğu gerekçesi ile yayını
durdurulmuştur. Millet'in, Vatan abonelerine gönderilmesi, İdare Müdürlüğü'nü Ahmet
Emin'in kardeşi Rıfat Beyin üstlenmesi, yayının aynı matbaada çıkarılmakta olması
üzerine Emniyet Müdürlüğü harekete geçerek 28 Kasım 1925'te Millet'in kapatılması
yönünde karar vermiştir.621 (EK-5) Ahmet Emin bu sırada Amerika'da iken yakın ilişki
kurduğu tarih profesörü James T. Shotwell’den Carnegie Barış Vakfı adına hazırlanan
I. Dünya Savaşı'na dair hazırlanan otuz ciltlik eserin Türkiye ile kısmını hazırlama
teklifi almıştır. Kitap Cihan Harbinde Türkiye başlığı ile yayınlanmıştır.
620
621
Ergun Aybars, a.g.e., s 334.
T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon K: 030.10. Yer No:86.566.14.
186
V. Bölüm: Gazetecilikten Uzaklaştırıldığı Yıllar
I. Ticaret Hayatı
Gazetesinin süresiz olarak kapatılması ile Ahmet Emin rotatif makinesini ve
diğer tesisleri, Milliyet'i çıkarmaya hazırlanan Mahmut Bey’e 60 bin liraya satmış, elde
edilen parayı da komandit şirketin ortakları arasında paylaştırmıştır. Ahmet Emin
kendisine 15 bin lira düştüğünü belirtmektedir. Kısa bir dönem yabancı romanlardan
çeviriler yapmış ve I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye hakkında bir kitap hazırlamıştır.
Kemal Salih (Tel), Ahmet Şükrü, Enis Tahsin ile birlikte resimli bir haftalık dergi
çıkarma girişiminde bulunmuş ancak bunun ismini belirtmemiştir.
Bu dönemde yabancı gazetelere yazma konusunda, İsmet Paşa'dan izin alma
girişiminde bulunmuş ama cevap alamamıştır.
Ahmet Emin, Amerikan Ticaret Ataşesi Julian E. Gillespie ile Ankara'da
yakın bir ilişki kurmuştur. Gillespie, bazı imtiyazlar karşılığında Amerikan mali
kurumlarının Türkiye'ye ihtiyacı olan borcu sağlayabilmesi ve tarım makinelerinin
satılması gibi konularda Amerika ile Ankara yönetimleri arasında işbirliği
arayışındadır.
Ahmet
Emin
1925'te
gazetecilikten
uzaklaştırılınca
Gillespie
aracılılığıyla ticarete atılarak, tarım ve diğer makinelerin ihracatı konusunda faaliyet
göstermiştir.
1925'te Gillespie, İstanbul’da Ahmet Emin’e gelerek, kendisine bir ticaret
şirketi kurmasını teklif etmiş ve kurulacak şirkete Goodyear gibi birkaç önemli
Amerikan şirketinin vekilliğini sağlayabileceğini ifade etmiştir. Kardeşi Rıfat
Yalman'ın da onaylaması ile 50 bin lira sermaye koyarak Goodyear, Dodge Brothers,
Caterpillar Traktörleri, Sullivan Kompresörleri, Harnnischfeger ekskavatörleri gibi
şirketlerle anlaşarak TATKO (Otomobil, Lastik ve Traktör Komandit Şirketi) adında
bir şirket kurmuşlardır. Böylece Ahmet Emin, Amerikan sanayinin Türkiye pazarının
önemli bir aracısı haline gelmiştir. Kardeşi ile birlikte Türkiye’de farklı bölgeleri
dolaşarak acente kuracakları yerleri belirlemiş, kısa zamanda şirketi Amerika’dan en
çok mal getiren müessese haline gelmiştir. Gillespie için Ahmet Emin, “Hiçbir nevi
187
menfaati olmadan, sırf kendi vazifesini görmek ve bize karşı dostluğunu belirtmek için
tıpkı ortağımızmış gibi çalışıyor, her derdimize çare buluyordu” demektedir.622 Ahmet
Emin'in deyişi ile Gillespie hem dostluk göstermekte hem de Amerika'nın Türkiye'ye
ihracatında yeni rekorlar kırma imkanını elde ederek görevini başarılı bir şekilde yerine
getirmektedir.
Ahmet Emin, 1928’de temsil ettiği firmalarla yakından tanışmak üzere iki
buçuk aylık bir Amerika seyahatine çıkmıştır. 1929’da bir iş adamının kurduğu Curtis
Havayolları Şirketi ile anlaşarak Türkiye acenteliğini üstlenmiştir. Anlaşmaya göre:
“1-Curtis uçaklarının Wright motorlarının ve Sperry projektörlerinin Türkiye’ye
satışı,
2-Türk hava yollarının kurulması ve idare edilmesi için teklifler yapılacak ve bir
hava meydanı şebekesi kurulacak,
3-Türkiye tarafından satın alınacak uçakların bir kısmı, Kayseri’de Amerikan
ustalarıyla Türk işçileri tarafından yapılacak ve Kayseri fabrikasının tam bir uçak
fabrikası haline gelmesi ve Wright uçak motorlerinin de burada gitgide yapılması
için Curtis-Wright gurubu Türkiye Hükümetiyle devamlı bir iş birliğine
girişecekti.”623
Hükümet teklifi olumlu karşılamış ve 1929'da üç kişilik bir heyet
oluşturarak etüt yapmak üzere Ahmet Emin ile birlikte iki aylığına Amerika’ya
göndermiştir. Curtis Şirketi dört uçaktan oluşan filoyu Türkiye’ye göndermiş ve daha
sonra Kayseri’de fabrika kurulması için harekete geçilmiştir.
Ancak proje, Hava Kuvvetleri'ndeki görüş ayrılıkları yüzünden devam
etmemiştir. Ahmet Emin hava yolları ile ilgili piyasada hakim olan Fransız
fabrikalarının entrikaları ve Nuri Demirağ’ın uçakları kendi icatlarımıza göre üretme
yönündeki ısrarları sonucu projenin tamamen ortadan kalktığını yazmaktadır.
Ahmet Emin 1928’den itibaren 1935’e kadar her yıl Amerika’ya gitmiş,
çalıştığı şirketlerle ilişkilerini devam ettirmiştir. Burada yaptığı bazı gözlemleri
dönemin yöneticilerine sunmuştur. 1929'daki Amerika seyahatine dair İsmet İnönü'ye
gönderdiği mektupta, Amerikalıların Türkiye'ye olan ilgilerinden söz ederek, kendimizi
622
623
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 197.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 200.
188
tanıtmamız halinde Amerikan firmaları ve mali çevreleri ile birlikte hareket etmenin
etmenin mümkün olduğunu dile getirmiştir. 1930’da Amerika Ticaret Müsteşarı Dr.
Klein Türkiye’ye gelmiş ve Ticaret Ataşesi Gillespie ile birlikte Ankara’ya giderek,
finans temin etme ve işbirliği imkanlarını yoklamışlardır. Ahmet Emin, “O zamana
kadar dış istikrazlar hakkında çekingen davranan milli hükümet, bu fırsatı cazip
buldu”624 diye aktarmaktadır. Eski Maliye Bakanı Saracoğlu bu tetkikleri yapmak üzere
Amerika’ya
gönderilirken,
Ahmet
Emin
de
temsil
ettiği
firmaları
bundan
yararlandırmak düşüncesi ile heyete katılmıştır. Ancak iktisadi buhran içinde olan
Amerika’daki temaslar “nezaket hududunu” aşamamıştır.
Ahmet Emin gazetecilikten ayrıldığı yıllarda kendisine sıkça gazeteciliğe
dönmek isteyip istemediğini soranlara, “Bu hastalıktan kurtuldum, hastalığın geri
tepmesine imkan yok”625 dediğini belirtse de gazeteciliğe dönmek için izin alma
girişimlerinde bulunmuştur. Ahmet Emin, 26 Haziran 1932'de Mustafa Kemal'e ve 6
Temmuz 1932'de İsmet İnönü'ye yazdığı mektupta gazeteciliğe dönme isteğini dile
getirmiştir. Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta şu ifadeler yer vermektedir:
“Yedi seneden beri, içimdeki gazetecilik meslek hevesini söndürmeye çalıştım.
Muvaffak olamadım. Bu gün emelim günlük değil, haftalık bir gazete neşretmektir.
Bu gazete rejimin samimi bir mücahidi olacaktır. Hiçbir zaman menfi ve şahsi bir
rol oynamayacaktır. Bu sözümde ve gayemde samimi olduğuma itimat
buyurursanız yedi sene evvel sözümün iadesini istirham ederim.626
Bu dönemde Yunus Nadi’nin kendisine Cumhuriyet'te 400 lira karşılığında
yazması halinde gazeteciliğe dönmesi için Ankara’dan izin almayı teklif ettiğini
624
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 209.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 212.
626
Hoover Institution Archieves, (Ahmet Emin Yalman Collection), Accession No: 82.89 10.01.
Bn: 19. İsmet İnönü'ye yazdığı mektupta Mustafa Kemal'e ilettiği talebini yineler. 22 Temmuz 1922
tarihli “Aziz Biraderim” diye başlayan mektubunda, “Eğer ben bugünkü idareyi çok yüksek, temiz,
şayan-ı millet bulmasaydım bugün gazete neşrini hatırdan geçirmeyi bir manevi intihar addederdim.
Fakat böyle bir gazete ile rejim mekanizması içinde faydalı bir rol oynayacağım hakkında kanaat ve
hakkımda tam bir itimat yoksa ister Harput yolundan verdiğim söz iade edilsin ister edilmesin gazete
neşrini hatırdan bile geçirmem. Vaziyet budur” diye yazmaktadır. Hoover Institution Archieves,
(Ahmet Emin Yalman Collection), Accession No: 82089 10.01. Bn: 22.
625
189
belirtmektedir.627 Ahmet Emin ise şirketi zor durumda iken terk edemeyeceği cevabını
verdiğini söylemektedir. Bir diğer teklif ise Serbest Fırka'nın kurulduğu sırada parti
kurucusu Fethi Bey’den (Okyar) aldığı tekliftir. Serbest Fırka (SF), hükümetin
faaliyetlerini kontrol etme ve Meclis içinde bir “denetim mekanizması”628 olması için
Mustafa Kemal'in isteği doğrultusunda açılmıştır.
Mustafa Kemal partinin kurulması için gerekli maddi yardımın yanı sıra
yakınlarının da yeni partiye kaydolması için gereken desteği vermiştir. Mehmet Asım,
farklı bir yorum getirerek, Mustafa Kemal'in, BMM’deki tartışmalarda Başbakan
İnönü’nün eleştirilerek düşürülmesini istemesinin bir etken olduğu üzerinde
durmaktadır.629
Ahmet Emin, parti için yayın organı arayışı içinde olan Fethi Bey’in,
kendisinin başyazar olarak gazetenin başına geçmesini, parti adayı olarak Meclis'e
girmesini, bunun için izni Mustafa Kemal’den alma önerisinde bulunduğunu
söylemektedir. Ahmet Emin bu teklife olumsuz cevap verdiğini ve Fethi Bey'e ılımlı
olması, İsmet Paşa’dan iktidarı hemen almak gibi isteklere kapılmaması ve yol
arkadaşlarını dikkatle seçmesi gerektiği uyarılarında bulunduğunu söylemektedir.
Ayrıca Fethi Bey'in tutumunu kendine yakın bulmadığını eklemektedir. Bu uyarılar
karşısında ise Fethi Bey’in kendisine şöyle cevap verdiğini yazmıştır:
“Bir siyasi partinin vazifesi, ilk hamlede iktidara gelerek kendi programını
yürütmektir. Durum buna müsaittir. Bütün memleket bizim harekete geçmemizi ve
bugünkü bozuk düzene son vermemizi sabırsızlıkla bekliyor. Yol arkadaşlarını iyi
seçmek meselesine gelince, saldırış halinde bir kuvvet, arkasından gelenlerin ahlaki
seviyesini yoklamak için vakit kaybedemez. Hedefimize varınca, oturur, bunu
yaparız.”630
627
Ancak 1937'de Tan ile Cumhuriyet gazeteleri arasında başlayan şiddetli polemikte Yunus Nadi
bu iddiayı red etmiştir. Yunus Nadi, “Ahmet Emin Yalman’a”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1937, “Matbuat
ve Millet”, Cumhuriyet, 23 Ekim 1937.
628
Hakkı Uyar, a.g.e., s 319.
629
Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım.....,s 136.Mehmet Asım'a göre Mustafa Kemal partiler
arasında tarafsız kalma düşüncesini dile getirse de bunu gerçekleştirememiştir. Mehmet Asım aynı
eserinde, Mustafa Kemal'in önce Hamdıullah Suphi'ye SF'ye geçmesini tavsiye ettiğini ardından da
gizlice “Sizi bu akşam SF'ye verecektim. Sizinle beraber Türk Ocaklarını da vermiş olacaktım. Buna
gönlüm razı olmadı” dediğini aktarmaktadır. Asım Us, a.g.e., s 145.
630
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 213.
190
SF'yı basında Yarın ve Son Posta gazeteleri desteklemiştir. Fırka ilk önce
Ege bölgesinde örgütlenmiş ve HF'ndan duyulan memnuniyetsizlik dolayısıyla halktan
büyük ilgi görmüştür. Özellikle İzmir ve civarında Fethi Bey büyük tezahüratla
karşılanmıştır. Bu ilginin kontrol dışına çıkması karşısında Mustafa Kemal ile karşı
karşıya gelmek istemeyen Fethi Bey partisini feshetme kararı almıştır.
Ahmet Emin, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’nın “bu manzaraya seyirci
kalamayacaklarını” sonuçta da SF'nın feshedilmesi gerektiğini Fethi Bey'e ilettiğini
belirtmektedir. Ahmet Emin, Fethi Bey'in eşsiz bir tarihi fırsatı kaçırdığını, koşulları iyi
değerlendirerek, İsmet Paşa ile iktidar yarışına girmemiş, ılımlı prensiplere dayalı
muhalefet anlayışını sürdürmüş ve çok partili demokrasi isteğinde samimi olan Mustafa
Kemal’e bu yönde destek olsaydı gerçek demokrasinin Mustafa Kemal’in zamanında
gelişebileceğini belirtmektedir.
II. Ahmet Emin'in Gazeteciliğe Geri Dönmesi
Ahmet Emin, 1936’da eşi ve arkadaşları ile Ankara’da Karpiç lokantasında
bulundukları bir sırada Mustafa Kemal arkadaşları ile lokantaya gelmiş ve yakınındaki
masaya oturmuştur. Mustafa Kemal masasında bulunan Kılıç Ali’yi, Ahmet Emin’in
masasına göndererek eşi Rezzan Hanımı dansa kaldırtmış ve Ahmet Emin'in karşı bir
jest olarak kendi masasında bulunan hanımlardan birini dansa kaldırmasını istemiştir.
Sonrasında Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in masasına davet edilmiştir. Kendisine asıl
mesleğinden uzak düştüğünü bundan memnun olup olmadığını sorması üzerine, eşi
Rezzan Hanım kendisinin bir gazeteci ile evlendiğini ama eşinin bir iş adamı olduğunu
ve bundan memnun olmadığını belirtmiştir. Mustafa Kemal, Selanik Askeri
Rüştiyesi'nde yazı hocası olan Ahmet Emin’in babası Osman Tevfik Bey'in kendisine
hep tam not verdiğini, kendisinin ülkesine ve barış davasına hizmet verdiğini
düşünmesine rağmen, oğlunun siyaset meydanlarında karşısına çıkarak sıfır numara
verdiğini, bu konuda ne düşündüğünü sormuştur. Ahmet Emin cevabında şunları
söylemiştir:
“Yaptıklarınıza o kadar değer veriyordum ki sizinle ilgisi olan her şeyin aynı ölçüye
uymasını içim istedi. Bütün tenkid ve itirazlarım bu emelden ileri geliyor. Araya
191
bazı hatalı görüşlerim karışmış olabilir, pratik icapları ve imkanları ölçmekte vakit
vakit yanılmış olabilirim, fakat size karşı sevgim daima hudutsuzdu ve tenkidlerimin
iyi niyeti ise pürüzsüzdü. Ben hiçbir siyasi emeli ve ihtirası olmayan bir
gazeteciyim. Hiç kimsenin tesiri altında yazı yazmadım ve bütün tenkidlerimde
yalnız memleketin iyiliğini düşündüm.”631
Bu açıklama üzerine Mustafa Kemal, kendisine yayınlanmak üzere bir
açıklama dikte ettirerek bunu yüksek sesle okumasını istemiştir. Ahmet Emin'in
heyecanlanması üzerine eşi Rezzan Hanım bir iskemle üzerine çıkarak açıklamayı
okumuştur. Bu açıklamada şu ifadelere yer verilmiştir:
“On yıldır meslekten uzak düştüm. Bu zaman bir milletin hayatı için kısa bir
devirdir, fakat fertlerin hayatında çok yer tutar. On yıl önce, “Tabiat kuvvetlerinin
“gidişine ayak uydurmakta zorluklar geçirdim. Bu benim kabahatim değildi, “Tabiat
kuvvetlerinin de” kabahati değildi. Kusuru ortalığa hakim olan hal ve şartlarda
aramak icap eder. Tecrübe sahalarında on yıl müddet ders gördükten sonra, bir Türk
şairinin: “Bu memleketi haraplıktan kurtaracak bir adam yok mu?” diye sorduğu
suale: “Evet var!” diye cevap veren adamla yeniden işbirliğine girişmeye kendimi
istidatlı ve hazır görüyorum” 632
Ahmet Emin bu olaydan kısa bir süre sonra Falih Rıfkı aracılığıyla Mustafa
Kemal’den, yazdırdığı açıklamanın yayınlanmasına gerek olmadan mesleğine geri
dönebileceği haberini almıştır.633 TATKO şirketinden hissesine düşen payı alarak
şirketten ayrılmış ve haftalık bir gazete çıkarmaya karar vermiştir. Kaynak adını verdiği
gazetenin yayınlanması için Akşam gazetesi ile anlaşmıştır. Gazete sekiz sayfa olup,
dört sayfalık da resimli ek vermektedir. Beş kuruştan satışa çıkarılmış ancak haftalık
gazete beklediği başarıyı kazanamamıştır.
631
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 218.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 219.
633
Ahmet Emin'in babası Osman Tevfik Bey oğlunun gazeteciliğe dönme izni verilmesi üzerine
Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta şunları yazmıştır: “Hususi menfaat ve ticaret sahalarında
uğraşmanın ve çok sevdiği mesleğinden uzak kalmanın kendisi için bir işkence olduğunu görüyor ve
baba sıfatı ile derin bir teessür duyuyordum. Oğlum son on sene içinde hayatın çetin mektebinde
tecrübe görmüştür. Bu defa gazetecilik sahasındaki faaliyetinin, eski görüş ve nazariye hatalarını
unutturacağına ve teveccüh ve itimadınıza layık olduğunu ispat edeceğine şüphem yoktur.” Hoover
Institution Archieves (Ahmet Emin Collection), Bn:19.
632
192
A. Tan'ın Ortağı Olarak Ahmet Emin
Bu dönemde İsmet Paşa’nın devletçilik politikası ile Bayar’ın sermayeye
ağırlık veren politikası karşı karşıya gelmeye başlamıştır. İş çevreleri devletçiliğe karşı
liberalizmi savunmak amacıyla İş Bankası yardımı ile Tan'ı çıkarmaya başlamıştır.
İsmet Paşa'nın yayın politikasını desteklediği Kadro dergisinde ise devletçilik
savunulmaktadır. Tan, Siirt mebusu Mahmut Soydan tarafından kredileri İş
Bankası'ndan alınarak kurulmuştur. İş Bankası, Ali Naci Karacan’ın idaresinde
çıkardığı Tan'dan zarar ettiği için matbaa ile birlikte gazeteyi satma kararı almıştır.
Sabiha Sertel, İş Bankası tarafından çıkarılmakta olan Tan'ın halk tarafından
benimsenmediğini, başarılı olmadığını bu nedenle gazeteyi matbaası, teçhizatı ile satışa
çıkardıklarını yazmaktadır.634
Ahmet Emin anılarında, İş Bankası Umum Müdürü Muammer Eriş'in
kendisini çağırarak, eğer bir şirket kurarsa tesisleri, bina ve gazete ile uygun fiyata
satabileceği teklifi yaptığını aktarmaktadır. Ahmet Emin teklifin uygun şartlarda
yapılmasının Mustafa Kemal’in isteği doğrultusunda olduğunu söylemektedir. Bu
teklifin Ahmet Emin'e götürülmesinde Ahmet Emin'in özel girişimciliği savunması ve
devletçilik politikasına muhalif olduğunun bilinmesi etkili olmuştur. Bu yolla sermaye
kesimine yakınlığı ile bilinen İş Bankası'nın çıkarmakta olduğu Tan ile Ahmet Emin
yönetiminde çıkarılacak Tan arasında yayın politikası açısından bir devamlılık olacağı
göz önünde tutulmuş olmalıdır. Karşılıklı görüşmelerden sonra 200 bin lira üzerinde
anlaşmışlardır. 50 bini peşin, kalanı ise sekiz yılda taksitlerle, faizsiz olarak
ödenecektir. Mehmet Asım ise, Tan’ın Siirt mebusu Mahmut Bey idaresi sırasında,
şirketin 350.000 lira sermayeli olduğunun ilan edildiğini belirtip: “Halbuki son
günlerde gazete, Ahmet Emin'e devredilmek için kıymet takdir edildiği zaman ancak
160 bin liralık (matbaa binası dahil olduğu halde) değer biçildiğini yazmaktadır.635
Yine aynı yazarın bildirdiğine göre Ahmet Emin'in gazeteyi 180.000 liraya satın
634
635
Sabiha Sertel, a.g.e., s 172.
Asım Us, Hatıra Notları....,s 191.
193
aldığını, ödeme planını da 50 bini peşin, her ay 200 lira vermek sureti ile gerisi
ödenmek üzere anlaşmaya varıldığını eklemektedir. Kocabaşoğlu, İş Bankası'nın arşiv
bilgilerine de dayanan kapsamlı araştırmasında, 27 Ekim 1936'da 165.000 lira
karşılığında Tan'ın Ahmet Emin ve Rıfat Yalman'ın sahibi olduğu Gazetecilik ve
Neşriyat Limitet Şirketi'ne satıldığını belirtmektedir.636
Bu tekliften sonra ortak arayan Ahmet Emin, Zekeriya (Sertel) ve Halil
Lütfi (Dördüncü) ile anlaşmıştır. Ahmet Emin, kendisinin gazetecilikte uzun yıllar
emek vermesi nedeniyle, yarım milyonluk tesislerin, 50 bin lira peşin, gerisi uzun
yıllarda taksitle ödenmek üzere alınmasının mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu
katkısı nedeniyle dörtte birinin sermaye payı kabul edilerek kendisinden aslında
sermaye koymasının istenmemesinin daha uygun olduğunu yazmakta ve eğer böyle bir
teklifi götürürse kabul edilmesinin kesin olduğunu da eklemektedir. Ancak gazeteciliği
ideal bir iş olarak gördüğü için, maddi çıkarı ön plana almamak düşüncesi ile hareket
ettiğini, bu düşünce doğrultusunda “gaflet” içinde ortaklık konusunda şu teklifi
yaptığını ileri sürmektedir:
“Kurulacak altmış bin liralık şirkette ben de on beş bin lira hisse sahibi olayım, bu
hisse diğer ortakların sağlayacakları banka kredisiyle ödensin, bu da faiziyle beraber
yıldan yıla şirketteki kar payımla kısım kısım karşılansın”637
Zekeriya Sertel ise kitabında gazeteyi satın alma işinde Ahmet Emin’in
“foyasının meydana çıktığını” yazmaktadır. Sertel’e göre: “Ahmet Emin, payına düşen
sermayeyi yatırmak istemiyordu. Şirkete sermaye koymadan girip ortak olmaya
çalışıyordu. O, ilk hamlede toplu bir sermayeye ihtiyaç olmadığını sanmış ve işi
böylece idare edebileceğini ummuştu” demektedir. Zekeriya Sertel'in sözlerinden
Ahmet Emin'in ortaklarına bu teklifi götürdüğü anlaşılmaktadır. Ahmet Emin para
konusunu bankalarla görüşmüş, gerekli sermayeyi bulmuştur. Sertel ise: “Buldu ama
parayı veren bankalar ve başkaları ona bunu kara gözlerinin hatırı için vermemişlerdi.
Daha başlangıçta Ahmet Emin kendi özgürlüğünü satmıştı. Biz de ona göre tedbirli ve
636
Uygur Kocabaşoğlu, Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,
2001, s 234.
637
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 224.
194
ihtiyatlı olmaya karar verdik”638 demektedir.
Sertel bu nedenle bir süre gazeteye yazı yazmamıştır. Sabiha Sertel de Ahmet
Emin ile ortaklıklarını: “Az sonra Amerikan emperyalizminin ajanı, eskiden Amerikan
mandasını savunan Ahmet Emin Yalman da gazeteye ortak edildi”639 şeklinde
açıklamaktadır.
Gazete Zekeriya Sertel, Halil Lütfi Dördüncü ve Ahmet Emin ortaklığında
çıkarılmaya başlanmıştır. Şirketin ortakları arasında Ahmet Emin’in kardeşi Rıfat
Yalman da yer almaktadır. Gazetenin yazı işlerini Ahmet Emin üstlenmiştir.
Gazete ortakları arasındaki anlaşmazlıklar iki taraf taraftan da dile
getirilmektedir. Ahmet Emin tek problem olarak komünist görüşlere sahip olan Sabiha
Sertel'i görmüş ve Sabiha Sertel'in köşe yazısını hergün gözden geçirerek gazetenin
yayın politikasına aykırı olan komünizm lehindeki söz ve imaları çıkarmıştır. Ahmet
Emin iki yıl boyunca, Zekeriya Bey'in kendisine daima hak verdiğini, Sabiha Sertel'in
yazıları hakkında daima kendisinin yanında yer aldığını belirtmektedir.640 Sabiha Sertel
ise yazılarının, hükümet yerine yazı işleri müdürünün denetiminden geçtiğini, bu
dönemde Amerikan emperyalizminden söz edemediğini, patronlara karşı işçileri
savunamadığını yazarak, bağımsız bir gazeteci olamadığını anlatmaktadır. Ayrıca,
Ahmet Emin'in gazeteye Refi Cevat Ulunay, Refik Halid Karay gibi hilafet taraftarı,
“kuvvetli yazar fakat fikir bakımından gerici” kişileri kadroya kattığından
hoşnutsuzluğunu dile getirmektedir.641.
Bir diğer sorun da Halil Lütfi Bey'in para konusundaki tutumudur. Düşük
kalitede kağıt almakta ısrar etmesi ve gazetenin tanıtımı ve yeni girişimlere atılmadaki
çekingenliği Ahmet Emin için önemli problemlerden biri olur.
Zekeriya Sertel, gazetenin eski çalışanları kadar Ahmet Emin ile de bir
yakınlık kuramamıştır. Anılarında, Ahmet Emin’in durumu ve gazete adına yaptığı
çocuklukların hoşlarına gitmediğini, gereksiz yazıları yüzünden gazetenin sık sık
kapanmasına neden olduğunu yazmaktadır. Sonunda Halil Lütfi ile birlikte Sertel,
Ahmet Emin’le olan ortaklıklarını bitirmeye karar verdiklerini ve hissesine düşen payı
638
639
640
641
Zekeriya Sertel, a.g.e., s 212.
Sabiha Sertel, a.g..e s 173.
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 224.
Sabiha Sertel, a.g.e., s 173.
195
vererek Tan’dan uzaklaştırdıklarını642 ifade etmektedir. 1938'de Ahmet Emin
gazeteden ayrıldıktan sonra Zekeriya Bey, gazetenin başyazarlığını üstlenmiş ve
kadroda yeniliklere gitmiştir.
Tan'ın, Gazetecilik ve Neşriyat Türk Anonim Şirketi adına ilk sayısı 1
Ağustos 1936’da çıkmıştır.643 Beş kuruştan satılan gazete 16 sayfa olup, dört sayfası
tamamen ilandır. Şirketin başında Ahmet Emin bulunmakta ve başyazarlığını
yapmaktadır. Gazete yazı kadrosunda Zekeriya Sertel, önceleri imzasız olarak yazan
Sabiha Sertel, Burhan Felek, Ömer Rıza Doğrul, Ercüment Ekrem Talu bulunmaktadır.
Burhan Belge yurtdışı gezi, röportajlar, Suat Derviş de hikaye ve röportajlar kaleme
almaktadır. Yine gazetede tefrikalar ve farklı imzalar altında hikayeler yayınlanmıştır.
Sabiha Sertel, gazetenin kadrosundaki uyumsuzluğu “Babil Kulesi”ne benzetmiştir.
Kadro hakkında şunları yazmaktadır: “Asma bahçelerinin bir katında gericiler, bir
katında Burhan Felek gibi fanteziciler, bir katında Ömer Rıza gibi koyu Müslümanlar,
bir katında ilericiler vardı. Ben bu şartlar içinde Tan gazetesine yazı yazmaya
başladım.”644
Erer, Türkiye’de basının iki “merhalesi” olduğundan bahsetmektedir. Ona
göre bunlardan ilki Tan, diğeri de 1948’de yayın hayatına başlayan Hürriyet ile
başlayan modern gazeteciliktir. Erer, Tan ile “İlk kez spor sayfaları, resimli romanlar,
renkli sayfalar her gün 12 ve 16 sayfalık bir hacim içinde ve mücehhez bir matbaa
tesisiyle bu gazetede başlamıştır”645 diye yazmaktadır.
Tan, yayın hayatı boyunca sıkça kapatılan bir gazete olmuştur. Örneğin
gazete 28 Eylül-8 Ekim 1937 tarihleri arasında on gün tatil edilmiştir. Kapatılma
gerekçesi ise Mustafa Kemal'in Bayar'a hitaben yazdığı mektuptaki “şiddetli sürmenaj”
ifadesinin yanlışlıkla “şiddetli süren teessür” diye yazılmış olmasıdır. Bu yazı
sonrasında Tan “esassız ve müheyyiç havadis neşretmek ve resmi vesikayı tahrif etmek
suçundan” tatil edilmiştir. Hataya neden olanların işlerine son verilirken, gazete de bu
yanlışlıktan dolayı okuyucularından özür dilemiştir.
9 Ekim 1937'deki yazısında Ahmet Emin, bu tür hataların önüne geçmenin
642
Zekeriya Sertel, a.g.e., s 212.
Uygur Kocabaşoğlu, Tan'ın 15 Temmuz 1936'dan itibaren Ahmet Emin Yalman'ın Gazetecilik
ve Neşriyat Türk Lmt Şirketi tarafından yayınlanmaya başladığını yazmaktadır. Kocabaşoğlu, a.g.e., s
233.
644
Sabiha Sertel, a.g.e., s 173.
645
Tekin Erer, Basında Kavgalar, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965, s 16.
643
196
basın ve hükümetin elinde olduğunu belirtmiştir. Öncelikle başyazarlık yapacak bir
kişinin devamlı olarak Ankara'da bulunması ve Ankara haberlerini esaslı kontrolden
geçirmesi gerekmektedir. Hükümetin hazırlayacağı kanunla gazetecilik meslek haline
gelmeli, gazeteci yetiştirmek için bir Gazetecilik Enstitüsü ya da Üniversite
açılmalıdır. Bir diğer tedbir de, devlet adamlarının da belli günlerde gazetecileri
aydınlatmalarıdır. Ancak gazetede yapılan bu hata, diğer gazetelerin de konu üzerinde
durmalarına neden olmuştur. Tan da orta sayfasında diğer gazetelerin bu kapatılma
olayı karşısındaki tavırlarına yer vermiştir.646 Örneğin Haber, “Yanlış mı Tahrif mi?”
yazısında, Tan, “Atatürk'ün mektubundaki kelimeleri neden değiştirdi?” diye sorarak,
işin ardında kasıtlı bir tahrifat olduğunu ima etmiştir. Bu yazının İstanbul Basın
Kurumu Başkanı Hakkı Tarık Bey (Us) tarafından yazıldığına dair söylentiler olsa da
Tan, bunun doğruluğuna ihtimal vermediklerini ancak Hakkı Tarık'ın da bunu tekzib
etmesini beklediklerini açıklamıştır. Bir başka tepki de Cumhuriyet'ten gelmiş ancak
Tan bu yorumları cevapsız bıraktığını belirtmiştir. Aynı gün Zekeriya Sertel de
yazısında, gazeteciliği doktorluk, mimarlık gibi serbest meslekler ile karşılaştırmış,
gazetecilikte sorumluluğun daha fazla olmasına rağmen diğer mesleklerdeki gibi
çalışanlar arasında bir dayanışma olmadığını yazmıştır.647 Gazeteler arasında rakibini
kötülemek, onu halk ve hükümet nazarında itibarını sarsmak için fırsat kollayanların
mesleğin dayanışma duygusunu zedelediğinden söz etmiştir.
Tan'ın diğer kapatılması, Ahmet Emin'in 7 Ağustos 1938'de Mustafa
Kemal'in sağlığı üzerine kaleme aldığı yazıdan sonra gerçekleşmiştir. Ahmet Emin'in
yazısı nedeniye gazete 9 Ağustos'tan 9 Ekim'e dek üç ay kapatılmıştır.
Ahmet Emin'in 1937 Eylül'ünün sonlarında Başbakanlığa İsmet İnönü
yerine Celal Bayar'ın getirilmesini değerlendirme tarzı, onun tutum ve beklentilerini
göstermesi bakımından anlamlıdır. Ahmet Emin Bayar'ın iş başına geçmesi ile
uygulanmakta olan devletçilik politikasının yerine liberal bir politika izleneceği
beklentisi içine girmiştir.
21 Eylül 1937'de gazetelerde yer alan Başbakan İnönü'nün yerine Celal
Bayar'ın atanacağı haberi, 26 Eylülde kesinlik kazanmıştır. Ahmet Emin haberin çıktığı
ilk günlerde İnönü'nün inkılap hayatı içindeki yeri ve önemini vurgulamış ve bu
646
647
“Arkadaşların Meslek Rakibi Sıfatile Geçirdikleri İmtihan”, Tan, 9 Ekim 1937.
Zekeriya Sertel, “Gazetecilikte Meslek Terbiyesi”, Tan, 9 Ekim 1937.
197
değişimin ne dış ve iç politikada ne de ekonomik siyaset anlamında bir yön değişikliği
olmadığı, ülke işlerinde şahıslara ait ölçülerle bakmak yerine siyasi görev açısından
bakmak gerektiğini belirtmiştir. Ancak 26 Eylül'de kabinedeki değişimin kesinleşmesi
üzerine, ülkenin önündeki sorunların ekonomik davalar olduğunu, Mustafa Kemal'in
inkılabın bu yeni aşamasında doğrudan bir ekonomistin iş başında olmasını faydalı
gördüğünü, bu mevkiyi de Bayar'ın doldurmasından doğal bir şey olamayacağını
yazmıştır. 28 Eylül 1937’de Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından gazetelere
yapılan tebliğde ise Tan’ın Bayar’ın Başvekil olmasına dair yayını tekzip edilerek şöyle
denilmiştir:
“Şayialar namı altında Tan gazetesinin 28 Eylül tarihli nüshasında çıkan Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu'nun tadili mahiyetindeki yazılar ve intihabatın yenilenmesine ait
rivayetler hiçbir esasa istinat etmeyen haberlerdir. Bazı gazeteler memleketimizin
esaslı işleri ile alakadar rivayetleri hiçbir kontrole tabi tutulmaksızın ve mesul
salahiyetli mercilerde tahkik etmeksizin herhangi uzak ve yabancı bir memlekette
geçiyormuş gibi laubali bir tarzda neşretmeleri milletimizin yüksek menfaatleri ile
hiçbir vakit kabili telif değildir ve Türk efkar-ı umumiyesinin böyle hareketleri
tasvip etmeyeceğinden şüphe yoktur”.648
Ahmet Emin'e göre bu değişim inkılabın yeni bir evresidir. Aynı konuya 11
Ekim'de yapılan “yarın için programlaşmanın esas olacağı” yorumuna Cumhuriyet'te
“dün program yok muydu?” diye bir soru yöneltilmiştir. Yunus Nadi, Bayar'ın işbaşına
gelmesi ile basında “gidene tariz gelene yaranma” hastalığının tekrar nüksettiğini ve
daha Başbakan'ın kabinesini kurmadan, programını okumadan haberler verdiklerini ve
İnönü'yü satırlar arasında eleştirmeye kalkıştıklarını649 yazmıştır. Ahmet Emin'in
Başbakanlığa asker-diplomat yerine, iktisatçı geçmesi gerektiği ifadelerine de,
İnönü'nün iktisadi alanda başarılı olamadığını ima ettiğini, İnönü'nün zamanında en
büyük inkılaplar yapıldığını, yapılan işlerde Bayar'ın arkadaşı olan İnönü ile birlikte
çalıştığı şeklinde cevap vermiştir. Ahmet Emin ise geçmişin mirasını ele alma ve esaslı
surette tasfiye etme gereğinden söz etmiştir. İdare mekanizmasının işleyen, halkın işini
zamanında yapan verimli bir sisteme dönüştürülmesi gerekmektedir. Ona göre amaç işi
648
649
Asım Us, Hatıra Notları, s 212.
Yunus Nadi, “Gidene Tariz Gelene Yaranma Hastalığı”, Cumhuriyet, 30 Eylül 1937.
198
zamanında yapmak ve verim almak esas olduğundan bir bankanın, fabrikanın sistemi
ile hükümet dairesinin iş görme sistemi arasında fark yoktur. Bu anlamda Bayar'ın İş
Bankası yönetimindeki başarılarından söz etmiştir.
Falih Rıfkı da Ulus'taki yazısında devletçiliğin daha başarılı olması için yeni
tedbirlere başvurulacağından bahsederek, Bayar ile başlayan dönemde devletçilik
açısından değişiklik olmayacağının altını çizmiştir. Devletçiliğin kamu hizmetlerinde
kişilerin başaramayacağı işlerde uygulandığını, en liberal devletlerin bile devletçiliği
kabul ettiklerini belirtmiştir. Bayar ise İnönü dönemine ilişkin yanlış anlamalara yol
açabileceği düşüncesi ile Ahmet Emin'i yazıları konusunda uyarmıştır. Bayar kendisine,
yeni hükümetin verimli çalışma ve temizlik mücadelesine daha fazla güç harcayacağı
yolunda bir iddiada bulunulamayacağını, hükümetin başında bulunanların hep aynı
arkadaşlar olduğunu ifade etmiştir.650
II. Dünya Savaşı yıllarının siyaset ve basın dünyasının en çok üzerinde
durduğu konulardan biri propagandadır. Dünya nasyonal sosyalizm, sosyalizm ve
liberal demokrasi olmak üzere üç parçaya ayrılmış ve ideoloji savaşları gündemin en
önemli maddesi haline gelmiştir. İstanbul'da çıkan ve Ali İhsan Sabis'in sorumlu
müdürü olduğu Turkische Post'un yanı sıra Alman haber ajanslarından DNB ve
Transcontinent Presse tarafından dağıtılmakta olan bültenler ve de Berlin Radyosu'nca
günde yedi kez yapılan Türkçe yayınlar aracılığı ile Alman Nazi yönetiminin
propagandası yapılmaya başlanmıştır.651 Yeni Sabah'ta Hüseyin Cahit, Tan'da Ahmet
Emin, Zekeriya ve Sabiha Sertel ise yazıları ile faşizm karşıtı demokrat tutumlarını dile
getirirlerken, Cumhuriyet'te Yunus Nadi Almanya yanlısı bir tavır takınmış, bu durum
da ismi geçen gazeteciler arasında şiddetli bir polemiğin yaşanmasına neden olmuştur.
II. Dünya Savaşı sırasında Almanya'dan kaçan ve Türkiye'ye kabul edilen
bazı bilim adamlarının durumuna dair yazı ve yorumlar ile Alman Propaganda Bakanı
Goebels'in bazı sözlerinin gazetelerde veriliş tarzı, Tan'da Ahmet Emin ile
Cumhuriyet’te Yunus Nadi arasında basın tarihinde iz bırakan bir polemiğin
650
Ahmet Emin, “Celal Bayar'ın Bir Sözü, Derin Bir Hazla Karşıladığım Bir Tariz”, Tan, 2 Ocak
1938.
651
Johannes Glasnec, Türkiye'de Faşist Alman Propagandası, (Çev:Ali Gelen), Onur Yayınları,
Ankara, s 19-21.
199
yaşanmasına neden olmuştur.652 Haziran ayında başlayan tartışma Ekim ortalarında
giderek şiddetlenmiştir.
Ahmet Emin, 1970'te basılan anılarında polemiğin üniversitede görev alan
Alman profesörlerine karşı Yunus Nadi'nin tutumundan kaynaklandığını yazmış ancak
Nazi propagandası konusu üzerinde hiç durmamıştır. Ahmet Emin polemiği şöyle
anlatmaktadır:
“Atatürk, Nazilerden kaçan değerli profesörlere ince düşüncelerle memleketin
kapılarını açmıştı. Kendisi de Nazilikten ve Hitlerden şiddetle nefret ediyordu.
Bunların hepsini bilerek Nadi Beye nazik bir cevap verdim, profesörleri savundum.
Yunus Nadi sert ve haşin cevaplar verdi. Münakaşa kızıştı, Türk basın tarihinde
görülen en sert münakaşalardan biri şeklini aldı. Sonradan haber aldığıma göre
Yunus Nadi Bey, Almanları kıskanan bazı gençlerin tahriklerine kapılmış, hata
ettiğini neden sonra fark etmiş.”653
1933 yılının ilk ayında Almanya’da Nasyonal Sosyalistlerin iktidara
gelmesiyle Hitler iktidarı tarafından Yahudi asıllı Alman bilim adamları yurtdışına
çıkarılmaya başlanmıştır. Darülfünun'u, İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürme işlemleri
sırasında birçok öğretim üyesi tasfiye edilmiş ve bu dönemde ülkelerinden kovulan bir
takım Alman bilim adamlarının İstanbul Üniversitesi'nde sözleşmeli olarak görev
almalarına
izin
verilmiştir.
Gelen
35
profesörden
14’ü
Tıp
Fakültesi'nde
görevlendirilmiştir. Türk yöneticiler Alman bilim adamlarının verimli bir şekilde
çalışabilmeleri için üniversitede laboratuar, teçhizat vs konusunda bir takım yatırımlar
yapmışlardır. Ancak kısa sürede Alman ve Türk bilim adamları arasında problemler
ortaya çıkmıştır. Genel olarak sorun, Alman profesörlerin yeterince doçent ve asistan
yetiştirmemeleri ve yabancı profesörlerin ders izleme yöntemleridir. Ahmet Emin’in
belirttiğine göre yabancı profesörlere yüksek maaş ödenmektedir ve çalışma
koşullarının düzelmesi için hükümet milyonlar harcamıştır. Gelenlerin dikkatli
seçilmediği, bu kişilerden yeterince verim alınamadığı yönündeki tepkileri Ahmet
652
Polemik için ayrıca Emin Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, Gendaş Yayınları, İstanbul,
1998, s 109-144; Rıfat Bali, Devletin Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004,
s 273-285 ve Tekin Erer Basında Kavgalar, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965, s 9-60 kitaplarına
bakılabilir.
653
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 230.
200
Emin, “kısmen muhafazakarlık, kısmen yanlış bir milliyetperverlik, kısmen de hususi
menfaat yüzünden” kaynaklandığı şeklinde değerlendirmiştir.654 Özellikle Tıp
Fakültesi'ndeki profesörlerin hastaları muayene ediyor olmaları tepki ile karşılanmıştır.
Ahmet Emin üniversitede zaman zaman yabancı hocalarla görüşmeler yapmış,
derslerine girmiş ve konu hakkında gazetede bir takım yazılar yayınlamıştır. Ancak
üniversitenin ilan levhasında yer alan bir uyarı Ahmet Emin’in konu üzerinde daha
fazla durmasına neden olmuştur. Rektör Cemil Bilsel imzalı ilanda, Ahmet Emin’in
ders ortasında Prof. Proger’in sınıfına girdiği, bunun sükunu bozabilecek bir durum
olduğu, bir süredir gazetelerde devam eden üniversite ile ilgili yazılarında bir çok
yanlışlıklar olduğu ve bunlara son verilmesi gerektiği yazılmaktadır. İlanı öğrenen
Ahmet Emin gazetedeki cevap yazsında, rektöre defalarla giderek izin istediğini, derse
de dekan izni ile girdiğini belirtmiş ve rektörün olumlu bir eleştiri karşısındaki tavrını
da kınamıştır.655 Bu konu gazetenin başka sütunlarında da ele alınmıştır. Zekeriya
Sertel, “Günün Meseleleri” köşesinde yanlış tavırlarla yabancı profesörleri
kaçırdığımızı, bu kişilerin ülkeye hiçbir şey getirmeseler bile bilimsel metodu, yeni bir
çalışma tarzı getirdiklerini ifade etmiştir.656 Ahmet Emin yabancı profesörleri
savunmaya devam ederek, dedikoduların kişisel çıkarları zedelenenler tarafından
çıkarıldığını, bu kişilerin iyi seçildiğini ve tam verim alınamamasında, yanlarına
yetişecek düzeyde yardımcı verilememesinden kaynaklandığını yazmıştır.
İki gazete arasındaki gerginlik Eylül başlarında Tan'da yer alan bir yazı ile
devam etmiştir. 1937 Eylül'ünde ordu manevra yaparken Türk karasularında bir
denizaltı görülmüş ancak yetkililer haberin doğruluğu netleşinceye kadar bir şey
yazılmamasını istemişlerdir. Ancak Cumhuriyet'te konu ele alınmış ve denizaltının
Rusya'ya ait olduğu belirtilmiştir. Ahmet Emin de 1 Eylül tarihli yazısında, Yunus
Nadi'yi hedef alarak, haber “atlatmanın” gazeteciliğin en büyük zevki olduğunu, ancak
bunun üzerinde kamu çıkarı olmazsa gazetenin “curcuna ve heyecan ticareti” haline
geleceğini yazmıştır.657 Gazetecilik meslek şuurunun yerleştiği ülkelerde bir
gazetecinin meslek güvenliği ve birliğini bozması halinde derhal boykot edildiğini,
meslekle ilgisinin kesildiğini de eklemiştir.
654
655
656
657
Ahmet Emin, “Yarınsız Çalışma”, Tan, 17 Haziran 1937.
Ahmet Emin, “Üniversite Hakkında Bir Münakaşa”, Tan, 3 Haziran 1937.
“Ecnebi Profesörleri Kaçırıyoruz”, Tan, 4 Haziran 1937.
Ahmet Emin, “Bir Gazete Düellosu”, Tan, 1 Eylül 1937
201
Yunus Nadi'nin Ekim ortalarında Alman bilim adamlarının tutumunu
eleştiren yazılar kaleme almaya devam etmesi ile tartışma alevlenmiştir. Nadi, bir
kısım yabancı hocaların öğrenciyi eğitmek, bilimsel araştırma yapmak, Türk asistan
yetiştirmek yolunda sanki bilerek uzak kalmaya çalıştıkları için şikayetçi olmuştur.658
Yazısında bilim adamlarının alınırken yeterince seçici davranılmadığını ve
sözleşmelerinin dolmasını beklemeden görevlerine son verilmesi gerektiğini dile
getirmiştir. Ahmet Emin, Alman profesörlerin hasta tedavisi ile uğraştıklarından ve bu
durumun bir takım kişisel çıkarlarına dokunduğu için dedikodunun en çok Tıp
Fakültesi etrafından çıktığı karşılığını vermiştir. Diğer fakültelerdeki yabancı
profesörlerin katkılarının çok olduğundan ve eski öğrenciler arasından değerli
asistanlar
yetiştirildiğinden
bahsetmiştir.
Yazının
devamında
bu
profesörleri
dedikodularla yıpratarak dilimizi öğrenerek faydalı olmaya çalışanları gücendirme ve
kaçırmanın ülkeye zararlı olacağını belirtmiştir.659 Nadi ise konu ile ilgili olarak
yabancı hocaların Türk “irfan ve haysiyetine” darbe indirdiklerini, buna tahammül
edemeyeceklerini, Ahmet Emin'in konuyu Türk ve yabancı hocaların rekabeti gibi
yansıttığını, böyle bir durum olsa bile yabancı hocaları müdafaa ederek ülkeyi “tahkir”
ettiğini yazmıştır.660 24 Ekim'de de Nadi, aradan dört yıl geçmesine rağmen
üniversitede amaca uygun bir eser yaratılmadığı, profesörlerin Türk asistan
yetiştirmektense yabancı asistanlar getirdiklerini, yabancı hocalara tatminkar ücret
verilirken Türk elemanlarının yeterince teşvik edilmediklerini söylemiştir.661
Ahmet Emin ile Yunus Nadi arasında Alman bilim adamları nedeniyle
tartışmanın başladığı sırada, Alman Nazi Propaganda Bakanı Goebels'in yaptığı bir
konuşma, iki gazete arasında propaganda konusu üzerine bir başka tartışmayı
alevlendirmiştir. Polemik, Nazi Propaganda Bakanı Goebels’in “Davamız Lehistan,
Avusturya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye’de muvaffakiyetle
ilerlemektir” sözlerine dair Ahmet Emin’in Cumhuriyet ve Yunus Nadi’yi Nazi taraftarı
olmakla662 suçlaması ve Nadi’nin buna verdiği cevaplarla daha şiddetlenmiştir.
658
Yunus Nadi, “Maateessüf Üniversite Tam İstediğimiz Müessese Olamadı”, Cumhuriyet, 14
Ekim 1937.
659
Ahmet Emin Yalman, “Üniversite Ecnebi Profesörleri” Tan, 16 Ekim 1937.
660
Yunus Nadi “Laf Anlayan Beri Gelsin”, Cumhuriyet, 20 Ekim 1937.
661
Yunus Nadi, “Avrupalı Hocaların İş Birliği Türk Üniversitesini Yükseltecekti”, Cumhuriyet, 24
Ekim 1937.
662
Ahmet Emin, “Türkiye’de Yalnız Türk Davası Yürür” Tan, 14 Ekim 1937.
202
Tan'da da sık sık propaganda olgusu ve propagandaya karşı nasıl
korunulacağı üzerinde durulmuştur. Konu ile ilgili olarak 3 Mart 1937'de yer alan
başyazıda Ahmet Emin, ülkeler arasındaki gizli mücadelenin en önemli silahlarından
biri haline gelen propagandanın önemine dikkati çekmiş ve bu silaha karşı kendimizi
korumamız gerektiğini vurgulamıştır.663 27 Mayıs tarihli Tan’da “Bugün propaganda
asrındayız” diye başlayan yazıda, gazeteye dünyanın her tarafından propaganda
haberleri geldiğini, her ülkenin kendi görüş tarzını göstermek için bu tür faaliyetlerde
bulunmasının normal olmakla beraber, eğer “ecnebi bir kaynak” Türkiye’de faaliyet
merkezi kurar ve kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışırsa buna göz yumulmayacağı
yazılmıştır. Yazının amacı İstanbul’da bulunan Alman İstihbarat Bürosu'nun
faaliyetlerine dikkat çekmektir. İsmi geçen istihbarat bürosundan gazeteye gönderilen
“Cihan Ticaretinin Yeniden Tesisi” başlıklı yazıda şu ifadeler yer almaktadır:
“Yalnız sizin gazetenize tahsis edilmiş olan bu makalenin başka bir mahalli
gazetede intişar etmeyeceğinden emin olabilirsiniz. Binaenaleyh makaleyi Berlin
muhabirinizden gönderilmiş gibi gösterebilirsiniz. İstihbarat bürosunun ismini de
zikretmenize hacet yoktur. Şimdilik hiçbir ücret mukabili olmamak üzere arada
sırada bu gibi makalelerin Türkçe tercümelerini muhterem gazetenize takdim
etmeme müsaade buyurmanızı dilerim”664
Tan bu mektubu gazetede olduğu gibi yayınlayarak, gazetelerinin Alman
İstihbarat Bürosunun kendi propagandalarına araç olmasını teklif ettiğini, bir Türk
gazetesinin ise sadece Türk görüşünü yayabileceğini yazarak, devam edecek bu tür
faaliyetlere karşı Basın Yayın Umum Müdürlüğü'nü uyarmak istediklerini ifade
etmiştir. Ertesi gün çıkan haberde ise Tan’ın protestosunun Ankara’da hassasiyetle
karşılandığı belirtilmektedir. Ancak 18 Haziran’da yer alan haberde, Almanya’nın bir
“havadis
boykotu”
başlatarak
gazetelerinde
Türkiye’den
hiç
bahsedilmediği,
Almanya’nın Anadolu Ajansı'nın verdiği haberleri kabul etmediği yazılmaktadır.
Bunun nedenini de gönderilen mektubu Tan’ın olduğu gibi yayınlaması olarak
açıklanmıştır. Tan, Almanların bu hareketini garip bulduklarını, buna karşılık verilecek
cevabın Almanya'ya karşı haber boykotu yapmak olmayacağını ve gazete ve ajansların
663
664
Ahmet Emin, “Yeni Bütçede Propaganda Meselesi”, Tan, 3 Mart 1937.
“Türkiye’de Ecnebi Propagandası”, Tan, 27 Mayıs 1937.
203
görevinin dünyanın her yerinde olan biteni tarafsız şekilde duyurmak olduğunu belirten
bir yazı yayınlamıştır.665
Falih Rıfkı Atay da “Gazetelerimiz ve Dış Politika”yazısında Türkiye'de dış
haberler konusunda “tam bir kayıtsızlık ve anarşi” yaşandığını, Anadolu Ajansı'nın
verdiği Türkiye haberlerinin yabancı ajanslarda yayınlanmadığını çünkü yabancı
ajansların haber seçiminde, meslek ve parti prensiplerinin, ülkesi veya kendi
çıkarlarının baskın olduğunu, yabancı gazetelerin hepsinde dış politika haberlerinin
kontrollü olduğunu aktarmıştır. Bizdeki karmaşanın önüne geçmenin de etkili yolunun,
ajans yayınını daha iyi kontrole tabi tutmak ve her gazetede dış politika için sorumlu bir
görevliyi bulundurmak olduğunu belirtmiştir.666 Yine aynı yazarın “Cephecilik” başlıklı
yazısında “her milletin rejimi kendisine” diyerek Türkiye için Kemalizmin esas yön
olduğunu yazmıştır.667
Cumhuriyet ile polemik başlamasında özellikle Cumhuriyet'te “D.N” imzalı
“Türk Gazetelerinde Ecnebi Propagandası” başlıklı yazıda ileri sürülenler etkili
olmuştur. D.N, propaganda ile haberi ayırt etmek gerektiğini, propagandanın belli bir
fikri yayınlamak, ona taraftar toplamaya çalışmak olduğunu yazmıştır. Devamında da
Falih Rıfkı'nın yazısında belirtilen dış haberlerde anarşi olduğu noktasında telaş etmeye
gerek olmadığını ileri sürmüştür. D.N'ye göre, Hitler'in nutkunu, Stalin'in notasını,
Mussoli'nin bir beyanatını vermenin, bu devlet adamlarının propagandasını yapmak
anlamına gelmemektedir.
668
Tan ise bir iki gün önce Cumhuriyet'e ikazda bulunarak,
bazı yazı ve resimlerinin Almanya lehinde yanlı verildiğini ileri sürmüştür. Tan
yazısında, Cumhuriyet'in Nazi bayrağının fotoğrafının altına “bina üzerindeki devasa
bayraklardan biri” diye yazmanın tarafsız gazetecilikten hayli uzak olduğunu ve bunun
açıkça propaganda olduğunu belirtmiştir. Bunu dikkatsizlik ve gaflet olarak
karşıladıkları için uyarıda bulunduklarını bildirmiştir. Bir başka yazısında ise,
propagandayı, “dimağları zehirleyen veba” olarak nitelemiş ve bir milletin kaderine
başka bir milletin gizli amaçlar için yön vermesi olarak tanımlamıştır.669 Ahmet
Emin'in başyazılarında vurguladığı Alman propagandasının Türkiye üzerindeki etkileri
665
666
667
668
669
“Almanların Bize Havadis Boykotu”, Tan, 18 Haziran 1937.
Falih Rıfkı Atay, “Gazetelerimiz ve Dış Politika”, Ulus, 10 Eylül 1937.
Falih Rıfkı Atay, “Cephecilik”, Tan, 14 Eylül 1937.
D.N, “Türk Gazetelerinde Ecnebi Propagandası”, Cumhuriyet, 30 Eylül 1937.
Ahmet Emin, “En Yeni Veba: Propaganda”, Tan, 27 Eylül 1937.
204
konusunda Zekeriya ve Sabiha Sertel de ısrarla durmuşlardır. Zekeriya Sertel,
Almanya'nın Nazizmi dünyada yaymak için kurulan “Hariçteki Alman Yurttaşları
Teşekkülü” adlı kuruluşun en çok önem verdiği ülkeler arasında Türkiye'nin olmasına
dikkati çekmiştir.670
14 Ekim'de Ahmet Emin yazısında Goebels'in Nurnberg'te yaptığı
konuşması üzerinde durmuştur. Osmanlı'dan itibaren Avrupalı devletlerin siyasetinin
taraftarlığının yapıldığını, Mustafa Kemal ile Türk davasının izlenmeye başladığını
yazmış ve: “Böyle temellere dayanan Türk davasına karşı Türkiye'de muvaffakiyetle
yürütülen Nazi davası nerededir? Hangi safhada muvaffakiyetle yürümüştür?”671 diye
sormuştur.
Sabiha Sertel de, antisemitizm ve faşizm mücadelesi yapan bir zümrenin
varlığından bahsedip bunların kitaplar çıkardığını, hükümet içinde ve hatta basında yer
aldıklarını yazması ile tartışmaya ortak olmuştur. Sabiha Sertel, “Faşizmin ülkemize
girmesini istemiyorsak, demokrasi düşmanlarını teşhir etmeliyiz”672 diye yazmıştır.
Yunus Nadi, Goebels'in nutkunda bahsettiği ülkelerin Nazi olmuşlar şeklinde algılayan
gazeteler olduğunu, bunların gereksiz tavır takındıklarını ve Türkiye'de faşizm
propagandasının yapıldığının kendi nazarlarına çarpmadığını söylemiştir.673 Devamında
şikayetçi olan yazarın kendisinin Marx ve Engels hakkında “sürü sürü kitabımsı
broşürler” bastırdığı, “komünizme tövbe ettiğini” söyleyen bazı kişilerin devlet
dairelerine yerleştikleri halde kendilerinin hiçbir endişeye kapılmadıklarını aktarmıştır.
Ahmet Emin “Çok Lüzumlu Bir Hassasiyet” başlıklı yazısında, doğrudan
Cumhuriyet'i Alman Propaganda Nazırı'nın avukatlığı ile itham etmesi Yunus Nadi ile
birebir tartışmasının başlangıcı olmuştur. Bu yazı Cumhuriyet'te yer alan “XX” imzalı
“Bir Nutuk Üzerine Koparılan Lüzumsuz Gürültüler” yazısına karşılık olarak
yazılmıştır. Ahmet Emin ismi geçen yazısında: “Türkiye'de bir gazetenin hayat hakkı
ancak milli davaları ve umumi menfaatleri müdafaa etmekle kaimdir. Ecnebi davalarına
avukatlık etmeye bir Türk gazetecisinin hakkı yoktur”674 diyerek “Eğer kendilerinin
Alman Propaganda Nazırı'nın sözleri hakkındaki yorumlarımız yanlış ve haksızsa bunu
670
671
672
673
674
Zekeriya Sertel, “Almanya'nın Hariçteki Teşkilatı”, Tan, 20 Eylül 1937.
Ahmet Emin, “Türkiye'de Yalnız Türk Davası Yürür”, Tan, 14 Ekim 1937.
Sabiha Sertel, “Herr Gobels Doğru Söylüyor”, Tan, 17 Ekim 1937.
Yunus Nadi, “Bir Nutuk Üzerine Koparılan Lüzumsuz Gürültüler”,Cumhuriyet, 18 Ekim 1937.
Ahmet Emin, “Çok Lüzumlu Bir Hassasiyet”, Tan, 19 Ekim 1937.
205
varsın Almanlar izah etsinler” karşılığını vermiştir. Aynı tarihte Sabiha Sertel de,
Cumhuriyet'te XX imzalı yazarın neden Goebels'in kongrede var dediğine karşı
hassasiyet göstermeyip Tan'ın yazılarına ateş püskürdüğünü sormuştur. Sabiha Sertel
tarihi materyalizm üzerine çevirdiği kitapların bilimsel eserler olduğunu, propaganda
ile ilgisinin bulunmadığını da ileri sürmüştür. Sertel ismi geçen yazıya:
“Herr Goebels'in dünya muvacehesinde söylediği nutukla bizi faşist memleketler
listesine soktu. Bu listeye girmekten Cumhuriyet gazetesi bir iftihar mı duyuyor ki,
buna karşı lakayt kalmamızı istiyor. Biz Türkiye'de demokrasinin hakim olduğuna
kaniiz, onu müdafaa için her düşmana karşı cephe alırız”675 cevabını vermiştir.
Bir diğer yazısında da, Yunus Nadi'nin komünizm propagandası yaptığı
iddiasına, faşizm aleyhine yazmanın neden komünizm olduğu sormuş ve İngiltere,
Amerika, Fransa'nın komünizme düşman oldukları halde faşizme savaş açtıklarını
belirtmiştir.676
Ahmet Emin, doğrudan Yunus Nadi'yi hedef alarak, Cumhuriyet'in
“derebeylik” iddiasında olduğunu, “ecnebi Propaganda Nazırı'nın avukatlığını”
yaptığını yazmış ve “Baba Tahir devrinde değiliz, inkılapçılığı Anayasa'nın
temellerinden biri mevkiine koyan Atatürk Türkiyesindeyiz”677 demiştir. Cumhuriyet'in
“faşistlik propagandası olsa biz hücum ederdik” yönündeki cevabına ise, ayna karşısına
geçmelerini, yazılarının faşist ölçülerine tamamen uygun olduğu karşılığını vermiştir.
Yunus Nadi, Ahmet Emin'in Kurtuluş Savaşı sırasında Türk rejimine
“suikast yaptığı” için İstiklal Mahkemesi'ne gönderildiğinden, yeni dönemde ise rejime
kendilerinden ziyade bağlanmış göründüğünden söz etmiştir. Kendisinin derebeylik ile
itham edilmesine: “Haydi ben derebeyi ailesinden olayım. Ya sen kimsin?
Tekirdağ'ında kazığa kakılmaktan kurtulmak için selameti yalancıktan dinini
değiştirmekte bulan Yahudi fesatçısı Sebatay Sevi'nin torunu değil misin?”678diyerek
olayı tamamen kişisel bir tartışmaya çevirmiştir. Nadi devamında: “Mütareke
675
676
677
678
Sabiha Sertel, “Cumhuriyet Gazetesi Goebels'in Müdafaa Vekili midir?” Tan, 19 Ekim 1937.
Sabiha Sertel, “Meselnin İçyüzü”, Tan, 21 Ekim 1937.
Ahmet Emin, “Muhafazakarların ve Mürtecilerin Eski Silahı”, Tan, 21 Ekim 1937.
Yunus Nadi, Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 22 Ekim 1937.
206
senelerinde Amerikan mandası propagandası yapanlar mı bize milli hassasiyeti
öğretecekler” diye seslenmiştir.
Tan, ertesi günden itibaren de zaman zaman Cumhuriyet'in yazılarına tepki
veren okuyucu mektuplarını yayınlamaya başlamıştır. Ahmet Emin, 22 Ekim'de,
Cumhuriyet'in tamamen faşist, muhafazakar ve geri bir yol tuttuğunu, Nazi ve İtalyan
faşistleri savunduğunu, bunun Türkiye’nin genel siyaseti ile uyuşmaz olduğunu679
yazmış, bir başka yazısında da “Gazeteci “Nadi”, İşadamı “Nadi”yi Cumhuriyet
Matbaasından Kapı Dışarı Etmeli!” başlığı altında Cumhuriyet'in iş gazeteciliği
yaptığını iddia etmiştir.680
Cumhuriyet'te çıkan XX imzalı yazı, Türk gazeteciliğinin sadece “halis
muhlis Türk olanlar” tarafından yapılabileceğini yazarak Tan'da yazan Ahmet Emin ve
Sabiha Sertel'in Türk olmadığını yazmış ve şöyle devam etmiştir: “Onların Türk
isimleri altında başka ırklar, başka zihniyetler, başka hüviyetler saklıdır. Bunlar adına
“dönme” denilen ve Türklükle alakaları olmak ihtimali bulunmayan bir kavim ve
kabilenin, okudukları ölçüde ifritleşmiş fertleridir.”681 İsmi geçen yazar, Sabiha Sertel
ve Ahmet Emin hakkında bazı belgeleri açıklayacağını duyurmuştur. Sabiha Sertel'in
çıkarmakta olduğu “Projektör” dergisinin komünizmi ülkeye sokmak istediği için
hükümet tarafından kapatıldığını ileri sürerek “Bu ilimdir amma sosyoloji ilmi değil,
bolşevik dudunun ortalığa fesad tohumu saçmak ilmidir” diye yazmıştır.
24 Ekim'de Ahmet Emin yazısında Yunus Nadi'nin kendisine yönelttiği
“dönme”lik konusu682 üzerinde durmuş ve hayatı boyunca kendisine üç kişinin
“dönme” dediğini, savaş zamanında kirli işlerle mücadele ettiği sırada, Sait Molla ve
Pehlivan Kadri'nin sarf ettiğini son olarak da Yunus Nadi'nin kullandığını yazmıştır.
Kendisinin atalarının üç asırdan beri Türk ve Müslüman camiasında yer alarak, hep
devlet hizmetinde çalıştıklarını belirtmiştir.683 Yazıda konuyu Yunus Nadi'nin karışmış
olduğunu iddia ettiği şaibeli işlere getirmiştir. Ermeni kaçakçılığı işine Nadi'nin adı
679
Ahmet Emin, “Cumhuriyetin Yazılarının Şuurlu Vatandaşlara Akisleri”, Tan, 22 Ekim 1937.
Ahmet Emin, “Türk Gazeteciliğinin Halle Muhtaç Bir Davası”, Tan, 23 Ekim 1937.
681
“Matbuat ve Millet”, Cumhuriyet, 23 Ekim 1937.
682
Ahmet Emin, “Kirli İşlerle Mücadele Etmekten Yılmıyorum”, Tan, 24 Ekim 1937.
683
Yazıda babası Osman Tevfik Efendi, dedesi Emin Efendi ve atalarından Tersane Emini Hasan
Ağa'dan söz etmiştir. Türk ve Müslüman camiasına asırlardan beri bağlılık ve hizmetlerine rağmen
hala “dönme” kelimesinin var olmasını, Selanik'te yaşayan bir takım vatandaşların kendi içlerinde
evlenerek topluma karışmamalarındaki cehaletten kaynaklandığını belirtmiştir. Babasının neslinin ise
bu tutumu yıkmaya başladıklarını, sonraki neslin ise bu tavra şiddetle isyan duyduğunu anlatmıştır.
680
207
karışınca, kendisinden olayı örtbas etmesini rica ettiğini, bunu yapmayınca da aralarının
bozulduğunu aktarmıştır. Nadi'nin belli şirketlerde ya idare meclisi başkanı veya üyesi
olduğunu, ya da kendi nüfusunu kullandığını iddia etmiştir.684 Kendisinin bir Türk
gazetecisi ve vatandaşı olarak vatana, Şef'e, vicdanına, meslek idealine bağlı kaldığını,
Amerika'da iken de yazılarıyla ve verdiği konferanslarla Türklüğe hizmete çalıştığını
söylemiştir. 1925'te gazeteler kapatıldığında Vatan'ın yayın hayatına devam etmesini
Nadi'nin çekemediğini ve İstiklal Mahkemesi'ne gönderilmesinde onun da parmağı
olduğunu yazmıştır. Aynı tarihte Sabiha Sertel de şiddetli bir yazı kaleme almış, Nadi
tarafından kendisine yöneltilen “dönmelik ve komünistlik” iddialarına, 14 yıllık bir
“muharrir” olarak “kalemi, vücudu, kadrince” hizmet ettiğini,”685 kişisel davalara
dökenlerle tartışmaya gerek olmadığını söyleyerek, Cumhuriyet Mahkemesi'ne
başvuracağını bildirmiştir.686
684
Ahmet Emin, “Ortada Bir Rejim Davası Var”, Tan, 25 Ekim 1937. Ahmet Emin, Bir soğuk hava
deposu için Emniyet Sandığı'ndan 20 bin lira borç alınmasında Nadi'nin nüfusunun kullanıldığını,
bundan sonra buz işi ile ilgilenerek, belediyeye buz ve kar tekeli yaptırmamak için bir ara Belediye
Başkanı Muhittin Üstündağ'a gazetesinde saldırmaya başladığını savunmuştur. Ayrıca 2-3 sene önce
hükümetin bir petrol tekeli yapması konusunda proje hazırladığında Nadi'nin buna şiddetle karşı
çıktığını çünkü kendisinin bu iş ile ilgisi olduğunu yazmıştır. Beykoz'da Serviburnu'nda gaz
depolarının vergi kaçakçılığı nedeniyle kasten yakıldığını, Nadi'nin bu gaz depolarında bir Musevi
vatandaşla ortak iş yaptığını iddia etmiştir. Bir başka yolsuzluk iddiası da Hidiv'in alakalı olduğu
Ticaret ve Sanayi Bankası'nda Nadi'nin idare meclisi üyesi olduğunu, Nadi aracılığı ile büyük krediler
alındığını, halkın bu işlerden zarar gördüğünü de eklemiştir. Bir başka iddiası da, eski Cumhuriyet
yazarı Habib Edib'in elinde, Nadi'nin gazete ve matbaasını 1 milyon liralık bir şirkete devretmek için
“ecnebilerle” temasına dair önemli belge olduğudur. 27 Ekim 1937'deki yazısında da diğer iddiaları
ortaya atmıştır. Nadi'nin 12 sene önce jurnaller verdiğini ileri sürmüştür. Ahmet Emin, “Yunus
Nadi'nin İş Dolaplarından Birkaç Misal Daha”, Tan, 26 Ekim 1937.
685
Sabiha Sertel, “Serseri Köpeklerle Mücadele”, Tan, 24 Ekim 1937.
686
Sabiha Sertel tarafından Cumhuriyet aleyhinde açılan dava 20 Nisan 1938'te Asliye 2. Ceza
Mahkemesi'nde sonuçlanmıştır. Davada Cumhuriyet tarafından Sabiha Sertel'e açıkça hakaret
edildiğine karar verilmiştir. Suçlu Hikmet Münif'e verilen 7 ay hapis, 116 lira para cezası hafifletici
sebepler nedeniyel 4 ay, 20 gün hapse ve 86 lira para cezasına indirilmiştir. Suçlu ayrıca davacıya 100
lira tazminat ve 850 kuruş da mahkeme masrafını ödemeye mahkum edilmiştir.
Sabiha Sertel kitabında, 1941 Haziranında Almanların Yahudilere yaptığı soykırımdan bahseden
yazısının yayınlanmasından sonra Cumhuriyet'te her gün şahısına hücum edilmeye, altında “Bolşevik
dudusu” yazan karikatürler basılmaya başlandığını yazmaktadır. Kendisinin, bu hakaretler karşısında
kişisel polemiğe girmeyerek Cumhuriyet aleyhinde dava açtığını belirtmektedir. Sabiha Sertel
“hayatında ilk kez davacı sandalyesine oturduğunu” ifade etmektedir. Dava Cumhuriyet'in imtiyaz
sahibi Yunus Nadi adına açılmıştır. Yunus Nadi bu sırada milletvekili olduğu için dokunulmazlığı
vardır. Sorumluluk gazetenin sorumlu müdürü Agah Bey üzerinde toplanmıştır. Sertel, “Peyami (Safa)
böylece gizlendiği perdenin arkasında kalıyordu” diyerek, yazılar ve karikatürlerden Peyami Safa'nın
sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Sabiha Sertel, a.g.e., 209.
Nadir Nadi de Perde Aralığından kitabında, Peyami Safa'nın kullandığı “Bolşevik dudu” ifadesine
Sabiha Sertel'in dava açtığını, gazetenin sorumlularının altı ay hapse mahkum edildiklerini
yazmaktadır. Nadir Nadi, 1943'te milletvekiliği sona eren Yunus Nadi'nin dokunulmazlığı sona erince
daha önce açılmış dava nedeniyle hüküm giymesi gerektiğini, bunun için Sabiha Sertel'e başvurarak
davadan vazgeçmesini istediklerini anlatmaktadır. Nadir Nadi, Sabiha Sertel'in bunu kabul etmeyerek
208
Yunus Nadi, Ahmet Emin'e hitaben yazdığı ikinci yazısında ise “Solucan
gibi hep yerde sürünen mülevves hayatın için bir kahramanlık destanı uydurmaya
çalışmışsın” diyerek, Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan ulusal Cumhuriyet idaresini
yıkmak için uğraşanlar arasında olduğunu yazmıştır. Devamında da: “İstiklal
Mahkemeleri beni beraat ettirdi diyorsun. Hayır mahkum oldun ve millet nazarında
hala manen ve ebediyet için mahkumsun”687 şeklinde cevap vermiştir. Kendisinin
karışık işler yaptığı iddiasına karşı ise, parti, rejim, inkılabın buna göz yumduğu
anlamına geleceği için, Ahmet Emin'in rejimi itham ettiğini söylemiştir.688
Polemiğin giderek kişisel bir hal alması Tan'ın diğer yazarlarını da rahatsız
etmiş, Sabiha Sertel, fikir tartışmasının bilimsel belge, istatistik vs ile yapılacağını,
küfürle
yapılamayacağını
yazmak
zorunda
kalmıştır.689
Zekeriya
Sertel
de
okuyucularının tartışma üslubundan rahatsız olduklarını, tepkilerini de küfürleri
okumayarak gösterdiklerini belirtmiştir.690 27 Ekim'de ise Ahmet Emin, ulusal bayram
olduğu için bu polemiklere ara vereceğini duyurmuştur.
Yunus Nadi ile ilgili olarak gündeme getirdiği Habib Edib'in elindeki
belgeyle ilgili691 cevap mektubu 9 Kasım 1937'de Tan'da yayınlanmıştır. Mektupta
kendisinde böyle bir belge olmadığını yazmasına rağmen Ahmet Emin, böyle bir
belgenin olduğunu, Edib'in işten çıkarıldığını, “mahrum bırakıldığı menfaat hissesine
kavuşturulan zavallı adamın böyle bir mektup yazmasının normal” olduğunu
açıklamıştır. Edib, ise beklediği menfaat karşılığında sustuğu yolundaki ifadenin gerçek
olmadığını açıklamıştır. Devamında: “Bay Yunus Nadi ile ortaklık şeklinde hiçbir işe
girişmedim. Yalnız Berlin'den gazetesine muhabirlik ederken bazı şahsi işleri ile de
meşgul oldum. Bu işlerden dolayı hiçbir menfaat beklemedim ve görmedim”692
açıklamasında bulunmuştur.
Ahmet Emin, Yunus Nadi'nin Mustafa Kemal'e ve hükümete başvurarak
kendisinin hükümet veya parti yoluyla susturulmasını defalarla istediğini ancak
Yunus Nadi'nin hapse girmesinden büyük bir kıvanç duyacağını belirttiğini kaydeder. Nadir Nadi,
Perde Aralığından, Cumhuriyet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1965, s 182.
687
688
689
690
691
692
Yunus Nadi, “Ahmet Emin Yalman'a”, Cumhuriyet, 25 Ekim 1937.
Yunus Nadi, “Müfteri Şimdi de İnkılab ve Rejime Saldırıyor”, Cumhuriyet, 26 Ekim 1937.
Sabiha Sertel, “Fikir Kavgası”, Tan, 26 Ekim 1937.
Zekeriya Sertel, “Kavganın Faydası”, Tan, 26 Ekim 1937.
Bakınız dipnot 357
“Bir İzah”, Tan, 9 Kasım 1937.
209
Mustafa Kemal'in buna razı olmadığını yazmaktadır.693 Tan ile Cumhuriyet arasındaki
tartışmanın giderek kişisel kavgaya dönüşmesi siyasi mercilerde de rahatsızlık
yaratmıştır. Erer, tartışmanın Mustafa Kemal ve hükümet tarafından dikkatle takip
edildiğini, kavgada “işe rejim, inkılap gibi kelimelerin karışmasının mücadeleyi
mecrasından çıkaracağını” gösterdiği için iki gazeteye de uyarı yapıldığını
kaydetmektedir. Erer, 26 Ekim 1937'de Mustafa Kemal'in “mutemet bir arkadaşı”
tarafından iki gazeteciye kavgayı kesmelerini tebliğ ettiğini belirtmektedir.694
Ulus’ta çıkan ve Atatürk’ün dikte ettirdiği düşünülen yazıda iki gazete de
şiddetle eleştirilmiş ve tartışmanın kapatılması istenmiştir. Konu hakkında Falih Rıfkı,
medeni ülkelerde basını takip eden insanların ülke ve milletin dikkatini çekecek yazılar
görmek istediklerini, iki kişinin tartışmasının ise kimseyi ilgilendirmeyeceğini, bunların
yalnız dedikoducu, köhne kafaların ilgisini çekeceğini yazmış ve Türk basınının
kişilerin kavgaları için açılmış sütunlar olmadığını eklemiştir.695
İki gazete arasında yaşanan tartışma Basın Birliği'ne taşınmıştır. Ahmet
Emin savunmaya çağrıldığında: “Ben müdafaa etmiyorum, Nadi’yi itham ediyorum”
cevabını vermiştir. Ahmet Emin, Nadi’nin “Memlekette kanun harici hüküm sürmeği
kendisi için bir hak gibi telakki ediyor”696 demiştir. Sonuçta, Ahmet Emin’in
sözlerinde hakaret bulunmadığı bildirilmesi yönünde karar verilmiştir.
1937'nin sonlarında bir diğer şiddetli tartışma, İstanbul Vali ve Belediye
Başkanı Muhittin Üstündağ ile Ahmet Emin arasında yaşanmıştır. Tan, 10 Aralık
1937’de, belediye ile ilgili olarak bir takım yolsuzluk haberleri yapmıştır. Bunlar
belediye otobüsü imtiyazları, hamal kahyalıkları, ihaleler ve Sürp Agop Mezarlığı'nın
arazisi ile ilgili haberlerdir. Ahmet Emin, Üstündağ'ın kamu menfaatleri yerine kişisel
menfaatlere göz yumduğunu, yakınlarına imtiyazlar verdiğini iddia etmiştir.697
Özellikle otobüs işletmeciliğinde herkesin eşit koşullarda ulaşabileceği bir şartnamenin
hazırlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Üstündağ’ın Tan muhabirlerinden Reşat
Feyzi'ye, Ahmet Emin’in bu yazı için kaç para aldığını sorması ile mahkemeye kadar
uzanan bir tartışma başlamıştır. Ahmet Emin ise bunu aynen yazısına geçirerek, izahını
693
694
695
696
697
Ahmet Emin, a.g.e., C. II, s 230.
Tekin Erer, Basında Kavgalar...., s 59.
“Münakaşalardan Sonra”, Cumhuriyet, 31 Ekim 1937.
Asım Us, Hatıra Notları, s 476.
Ahmet Emin, “İstanbul'un Otobüs Dedikodosu”, Tan, 10 Aralık 1937.
210
istemiştir. Ahmet Emin: “Otuz senelik gazetecilik hayatımda bu mesleği daima umumi
menfaat bekçiliği gibi telakki ettim. Para ve diğer herhangi bir menfaat düşüncesiyle,
bir tek satır yazmak şöyle dursun, memleket ve meslek sevgisiyle daima hususi
menfaatlerden ve şahsıma ait endişelerden fedakarlığı göze aldım. Bütün gazetecilik
hayatım bunun canlı bir delilidir” 698şeklinde cevap vermiştir.
13 Aralık'ta Avni Bayer adında bir diş doktorunun noter onaylı notu
kendisine ulaşmıştır. Notta Bayer, Belediye'den otobüs imtiyazı almak için Ahmet
Emin'e başvurduğunu, karşılığında alınacak ruhsat için Ahmet Emin'in bin lira
verilmesini şart koştuğunu yazmaktadır. Atlatıldığını öğrenince, Ahmet Emin'in yayın
yoluyla amacına ulaşmaya çalışacağını vaat ettiğini belirtmiştir. Muhittin Üstündağ,
yaptığı basın toplantısında Bayer’in protestosunun örneğini basın mensuplarına
dağıtmıştır. Tan da aynı beyanata yer vererek Üstündağ ve Bayer’e dava açtıklarını
duyurmuştur. Kısa zamanda Üstündağ’ın yalancı şahit bulduğu, rüşvetin verildiği iddia
edilen günde ise şehir dışında olduğunun anlaşılması ile Ahmet Emin beraat etmiştir.
Bu dönemde gazeteciliğin bir meslek haline getirilmesi, gazetecinin
niteliklerinin tespit edilmesi ve buna uygun olmayanların meslekten çıkarılması gibi
konular tartışılmaya başlanmıştır. Ahmet Emin de milli tüccarın tarif edildiği gibi “milli
gazeteci”nin tanımlanması gerektiğini ileri sürmüştür. Gazetecinin elinde büyük bir güç
olduğunu, olayları aktarırken yazıları, başlıkları, üslubu ile, olaylar arasında seçim ve
vurgu yapması ile okuyucu üzerinde etkide bulunduğunu ve olayların akışında etkili
olduğunu yazmıştır. Devamında Avrupa'nın pek çok ülkesinde sansür nedeniyle
gazetelerin bir haber bülteni, hükümetin görüşlerini yayma aracı haline geldiğini,
ülkemizde ise sansür yoluna gidilmediğini aktarmıştır. Ahmet Emin: “Sansürün hiçbir
şekli bizde yoktur” demiş, buna rağmen ne halk ne de hükümet nazarında gazetelere
tam bir güven duyulmadığını da eklemiştir. Bu durumdan da en fazla gazetecilerin
sorumlu olduklarını, bir birlik ve dayanışma yaratılamadığını savunmuştur. Gazetelerin
ilk yapmaları gereken şey ise mesleklerini, milli ve ahlaki bir “inzibat” altına alarak
güven kazanmaktır. Gazeteciliğin ticari yanı kontrol altına alınmalı, kişisel çıkarlara
alet etmenin önüne geçilmelidir. Ahmet Emin şunları yazmıştır: “Ticaretin ne şirket
idare meclisi azalığı ne açık veya gizli komisyonculuk, ne de adeta müteahhitlik ve
698
Ahmet Emin, “İstanbul'un Otobüs Dertleri”, Tan, 11 Aralık 1937.
211
tüccarlık gibi şekilleri gazetecilik mesleğindeki umumi menfaat bekçiliği ile telif kabul
edemez.”699 Bir başka yazısında da, zor şartlarda sıkı ve sert mücadeleler gerektiren
dönemlerde matbuat ve tartışma hürriyetinin kurban olarak verildiğini ancak Mustafa
Kemal'in “Matbuat hürriyetinin devası matbuat hürriyetidir” ilkesine sadık kaldığını,
tartışma hürriyetini koruyan ülkelerin parmakla gösterilecek kadar az olduğunu,
Türkiye'nin bunlar arasında bulunduğunu yazmıştır.700
Ahmet Emin, 31 Mayıs 1938'de Cumhuriyet'in Onuncu Yıldönümü
nedeniyle çıkarılan affın kapsamına 150'liklerin de girmesi nedeniyle yazdığı yazıda,
cezaya layık olanlar yanında belki daha fazla layık oldukları halde cezasız kalanların
da olduğunu söylemiş ve cezaların mahkemenin kararı ile verilmediğini de belirtmiştir.
Liste acele hazırlanmış, isimlerin her biri üzerinde yeterince durulmamıştır. Ahmet
Emin özellikle Rıza Tevfik ve Refik Halid üzerinde durarak, Halid'in güçlü bir
edebiyatçı olduğunu, politikaya girmesi ile hatalara sürüklendiğini ancak sürgünde
iken dürüst ve ülkeye bağlı olduğunu gösterdiğini yazmıştır.701 Ona göre af, rejimin
sağlam olduğunun, normale gidişin göstergesidir. Bu yazının üzerinden üç ay geçtikten
sonra Ahmet Emin Tan'da 4 Ağustos'ta Refik Halid'in Yezid'in Kızı adlı roman
tefrikasının reklamını vermesi dikkati çekmiştir.
Refik Halid'in romanının reklamının yapılması, diğer taraftan Şükrü Kaya
ile Celal Bayar tarafından yayınlanmaması söylendiği halde Mustafa Kemal'in
sağlığına dair makaleyi yayınlaması, Ahmet Emin'in “bir rejim değişikliğini beklediği
ve o zaman hükümete karşı cephe alma kararı verdiği” şeklinde yorumlanmıştır.702
Mustafa Kemal’in hasta yattığı dönemde yönetimin başına kimin
geleceğine dair belirsizlik hüküm sürmektedir. Ahmet Emin, pek çok kişinin yönetimin
başına kendilerinin geçeceklerine dair kanılarının olduğunu hatta Şükrü Kaya’nın bir
gün kendisine, aydınların ne düşündüklerini, sorumluluk makamına en çok kendisinin
değer görüp görmediklerini sorduğunu ifade etmektedir. Ahmet Emin, milletin Mustafa
Kemal'in sağlık durumunu öğrenmeye hakkı olduğunu düşünerek, konu hakkında
başyazı yazmak istemiştir. Bunu ortaklarına da danıştığını, kendisini hararetle teşvik
ettiklerini belirtmektedir. Ortakları tarafından onaylandıktan sonra, yazı, kendi deyimi
699
700
701
702
Ahmet Emin, “Milli Gazeteci”, Tan, 9 Aralık 1937.
Ahmet Emin, “Şef Atatürk'e Minnet ve Şükran”, Tan, 17 Ocak 1938.
Ahmet Emin, “Siyasi Bir Maziyi Tasfiye”, Tan, 31 Mayıs 1938.
Asım Us, a.g.e., s 288.
212
ile “hoşuma gitmeyecek kadar velveleli şekilde” baş sayfada, “Türk Kalp ve Ruhlarını
Birleştiren Sevgi Bağları” başlığı altında yayınlandığını aktarmaktadır. Yazıda
vatandaşın Mustafa Kemal'in sağlığı hakkında hassas olduğu ifadesine yer vermiş ve:
“Atatürk'ü daima canlı bir enerji kaynağı halinde aramızda görmeye alıştık. Nekahet ve
istirahat devresinin uzaması bize tabi gelmedi.”703 demiştir. Yazı büyük bir etki
yaratmış ve Başbakan Bayar'ın, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya verdiği talimat üzerine
gazete 9 Ağustos'tan 9 Ekim 1938'e dek üç ay kapatılmıştır.
Mehmet. Asım, hatıralarında, Ahmet Emin'in bu makaleyi hem Şükrü
Kaya’ya hem Başbakan Celal Bayar’a daha önce göstererek izin istediğini, olumsuz
cevap almasına rağmen yayınladığını yazmaktadır. Mehmet Asım'a göre bu olay derin
bir infial uyandırmış, Bayar, Yat Kulübü'nde Ahmet Emin ile karşılaştığında: “Ben
sana emretmedim. Bir arkadaş gibi ricada bulundum. Sen Atatürk’ün sıhhatini istismar
ettin. Benim dostluğumu reddettin” deyince Ahmet Emin: “Hata etmişim.
Anlamamışım” cevabını vermiştir. Bayar ise buna karşılık: “Öyle ise benim yanıma bir
anlayan adam gelmeli” demiştir.704 Ahmet Emin de anılarında Bayar tarafından Yat
Kulübü'nde sert karşılandığını ve hastalık hakkında böyle bir yazı yazmanın “ülkeye
suikast” olarak kabul edildiğini kaydetmektedir.
Mehmet Asım, gazete kapatıldıktan sonra Ahmet Emin'in, Şükrü Kaya’ya
bir telefon ederek: “Bir yanlışlık yaptım, dediğini, Şükrü Kaya'nın da cevap olarak,
“Evet biz de yanlışlığı tashih ettik” karşılığını verdiğini eklemektedir.705 Ahmet Emin,
ortaklarının makaleyi önceden görüp onaylamalarına rağmen, Şükrü Kaya'ya haberleri
yokmuş gibi davrandıklarını, bunu öğrendiğinde de gazeteden hemen ayrılma kararı
aldığını yazmaktadır.706 Zekeriya Sertel’in avukatı ve eniştesi olan Celal Derviş
gelerek, şirketten hak istemediğine, her türlü bağı kendi isteği ile kestiğine dair
imzasını istemiştir. Zekeriya Sertel’in anılarında “Ahmet Emin’i işe yaramadığı için
ortaklıktan çıkardıkların ifadesine yer verdiğini belirten Ahmet Emin tepkisini şöyle
dile getirmiştir:
703
704
705
706
Ahmet Emin, “Türk Kalp ve Ruhlarını Birleştiren Sevgi Bağları”, Tan, 7 Ağustos 1938.
Mehmet Asım Us, a.g.e., s 288.
Mehmet Asım Us, a.g.e., s 293.
Ahmet Emin, Turkey in My Time, s 171.
213
“Bu garip insan, nice kişinin gözü önünde ve gazete sütunlarında cereyan eden
hadiselerin aksini iddia etmekle kalmıyor, ben, bir kahbelik hareketi karşısında isyan
ederek, manen çok şeyi bana ait olan gazeteden kendi arzumla isyan halinde ve en
esaslı menfaatleri itmek suretiyle ayrılmamdan sonra beni okurlarıma hala gazetede
çalışır gibi göstermek için haftalarca neler yaptığını da unutmak istiyor”707
9 Aralık'tan sonra başyazılar Zekeriya Sertel tarafından kaleme alınmaya
başlanmıştır. Üç ay sonra tekrar yayınlanmaya başladığında Zekeriya Sertel, gazetenin
tekrar çıkması ile her yerde kapışıldığını söyleyerek, gazetenin unutulmadığını
gösterdiği için okuyuculara teşekkür etmiştir. Gazetenin logosunun altındaki
“Başmuharrir: Ahmet Emin Yalman” ibaresi de “Günlük Siyasi Halk Gazetesi” olarak
değiştirilmiştir.
Gazeteden ayrıldıktan sonra Ahmet Emin Gerçekleşen Rüya başlıklı
kitabını yazmıştır. Gerçekleşen Rüya'da Ahmet Emin, Kemalist rejimle edinilen
kazanımlar üzerinde durmuştur. Kemalist rejimin bir inkılap rejimi olduğu için kendi
kendini eleştirebilmesi gerektiğini, böylelikle eksikliklerini tamamlayabileceğini
belirtmiştir. Bürokrasinin hantallığı, başka ülkelerin kanunlarının aynen adapte
edilmesi gibi konular üzerinde durmuş ve kaçınılması gereken noktaları vurgulamıştır.
Ahmet Emin bu kitabında değindiği demokrasi görüşünde bir değişme gözlenmektedir.
Birden fazla partinin olduğu ülkelerde demokrasinin mutlaka kök salmış olduğu
anlamına gelmeyeceğini yazmış ve birbirlerinden farklı yolda hareket eden partilerin
ortak ihtiyaçları değil, fert, zümre veya sınıfların kendi çıkarlarını dile geldiğini
belirtmiştir. Ahmet Emin şöyle devam etmektedir: “Bir milli kalkınma ve inkişaf
programını, milli bir siyaseti, bir tek parti, birbirine zıt birkaç partiden çok iyi temsil
edebilir. Tek milli partinin en ideal şekli olduğunu görüp anlayanlar gittikçe
çoğalmaktadır.“708 Eleştiri ruhunun parti içinde olması, özel menfaatlerin himaye
görmemesi, açıklığın olması gibi koşullar yerine getirildiği sürece tek parti sistemi
demokrasi için en uygun araç olabilir.
Gazeteciliğin bir meslek haline gelmediğini, gazeteciliğin hala gazete
sahipleri dışındakilere güvenli bir yarın vaat etmemesine sorunlar arasında yer
vermiştir. Gazeteler arasındaki rekabetin kalite rekabetinden ziyade ticari rekabet halini
707
708
Ahmet Emin, a.g.e., C. III, s 242.
Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya, Tan Matbaası, İstanbul, 1938, s 112.
214
alması, bu ticari rekabet adına da mesleğin zarar görüyor olması, meslek çalışanları
arasında bir dayanışmanın olmaması üzerinde durduğu diğer noktalardır.
Ahmet Emin, liberal görüşlerini bu eserinde de tekrarlar. İktisadi devletçiliği
ne kadar gerekli görürsek görelim, Türkiye gibi geri kalmış bir ülkeyi imar etmek için
özel teşebbüsün yardımından yararlanılması gerektiği ve kalkınma için program
yaparken yabancı sermaye kadar teknik adamların da bunun içinde düşünülmesi
gerektiğini belirtmiştir.
Ahmet Emin anılarında, Bayar tarafından kendisine yapılan haksızlığın
kısa sürede anlaşıldığını, Mustafa Kemal’in sağlığına dair bültenler yayınlama yoluna
gidildiğini söylemektedir. Kendisine yapılan haksızlığın tamiri için New York
Sergisinde Türk Pavyonu idare edecek komisyonun üyeliği ve Yayın Müdürlüğü'nün
teklif edildiğini belirtmektedir. Yıllar sonra ise Bayar, 1959’da bir gurup milletvekiline
Ahmet Emin'in Mustafa Kemal’in sağlığı hakkında yazdığı yazıyı kastederek,
uyarılarını dikkate almadığını, tüm amacının da gazetenin satışını artırmak ve Refik
Halid’in yayınlanacak romanına daha çok dikkat çekmek olduğunu söyleyecektir.709
Ahmet Emin, Mustafa Kemal’in ölüm haberini New York yolculuğu
sırasında almıştır. Mustafa Kemal'i tarihi değiştiren büyük bir lider ve inkilapçı olarak
değerlendiren Ahmet Emin, zaferden sonra şahsi hesaplara karışmayarak, kendini
milletine ve memleketin davalarına adadığını kaydetmektedir. Bu döneme ilişkin
yaptığı genel değerlendirmede, I. Meclis'te dayanışma ruhunun, özgür tartışma
ortamının
ve
kişisel
ihtiraslardan
uzak
havanın
sağlandığını
ancak
Lozan
Anlaşması'ndan sonrası için bunun geçerli olmadığını, eğer bu gerçekleştirilmiş
olsaydı, Türkiye için tam bir gelişme devrinin açılabileceğini ileri sürmüştür. Özellikle
tek partinin kurulması sürecinde Mustafa Kemal'in partiler üstü bir konumda kalması,
milli blok etrafında birleşilmesi ve koşullar oluştuğunda çok partili hayata geçilmesi
halinde Mustafa Kemal'in en yakın çalışma arkadaşlarından kopmayacağını, böylece
ahenkli bir çalışma ve dayanışma ile büyük değişimler sağlanabileceğini savunmuştur.
Ahmet Emin, Karabekir, Ali Fuat Paşa, Dr. Adnan ve Halide Edip Adıvar'ın, özellikle
de Rauf Bey'in Mustafa Kemal'den uzaklaşmış olmasını bir kayıp olarak
değerlendirmektedir. 1966'da yapılan röportajda Ahmet Emin yapılan reformları
709
Mehmet Asım Us, a.g.e., s 550.
215
Mustafa Kemal'in "diktatörlük yoluna gitmeden yapabileceğini, maalesef diktatör
olmayı tercih ettiğini" söylemiş, etrafında büyük çıkarları olan bir gurup insanın
toplanarak onu etkisi altına aldıklarını belirtmiştir. Ahmet Emin, İsmet İnönü'nün
Anadolu'ya geç geçmesine işaret ederek, onun rolü olmasa Mustafa Kemal'in böyle
nahoş bir baskı altında kalmayacağını da eklemiştir.710
710
Frederick.....Jr., "İnterview with Ahmet Emin Yalman", The Atatürk Project,
Üniversitesi.
Bilkent
216
SONUÇ
Çalışmamızın konusunu siyasi iktidar-basın ilişkisi bağlamında Ahmet
Emin Yalman'ın gazeteciliği oluşturdu. Bu incelemede Ahmet Emin'in gazeteciliğe
atıldığı II. Meşrutiyet döneminden ve 1918'e kadar olan süreçteki siyasi gruplaşmalara
ve bunun basın alanındaki yansımalarına kısaca yer verdik. Osmanlı Devleti'nin
dağılarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu ve devletin yapısının sağlamlaştırılmaya
çalışıldığı 1918'den 1938'e kadar olan süreç ise bu çalışmanın esas olarak üzerine
odaklandığı yıllar oldu. Ahmet Emin'in Milli Mücadele ve Cumhuriyet yönetiminde
sürdürdüğü gazetecilik hayatını, dönemin önemli siyasi tartışmaları paralelinde ele
almaya çalıştık.
Ahmet Emin, genel olarak değerlendirildiğinde üç yönünün ön plana çıktığı
söylenebilir. İlki Batı ile ilişkilerini İmparatorluğun diğer kentlerine göre çok erken bir
dönemde kurmuş olan Selanik kökenli olması, Amerika'daki eğitim için bulunduğu
süreçte Amerikan toplum ve anglo-sakson düşünce yapısının üzerindeki etkisi ve bu
bağlamda kurmuş olduğu bağlantılar ve bunlara bağlı olarak Cumhuriyet yıllarında
siyasi iktidar ile ilişkileri ve ileri sürdüğü görüşler.
Ahmet Emin Yalman kentli ve orta sınıf bir aileden gelmektedir. Selanik'te
başladığı eğitim hayatını İstanbul ve New Yok'ta devam ettirmiştir. Gerek Sebatayist
kökeni, gerekse Selanik'in Batı'ya en açık bölgelerden biri olması, İstanbul'da da Batı
tipi eğitim kurumlarında öğrenim görmesi ve Amerika'daki eğitim süreci itibariyle,
düşünce yapısının oluşmasında Batı uygarlığının eserlerinin önemli bir yer tuttuğu
söylenebilir. Ahmet Emin bir yandan Batı'ya giden ve gördüklerinden etkilenerek
yurduna döndüğünde Batılı kurum ve değerleri aktarmaya çalışan bir kuşağın üyesi
olarak değerlendirilebilir. Ancak model aldığı Amerikan siyaset ve toplum yapısı ile
Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulların ve izlediği politikanın birbirinden oldukça
farklı olduğu söylenebilir. Sosyoloji ve gazetecilik eğitimi için bulunduğu yıllarda
Amerikan toplum yapısı ve anglo-sakson düşüncesi onun üzerinde güçlü etkiler
yapmıştır. Bu etki, hayatının ilerleyen dönemlerinde Amerikan siyaset, basın ve iş
çevreleri ile sürekli ilişki içinde olmasıyla daha da pekişmiştir. Döneminin diğer
gazetecilerine göre, gerek almış olduğu eğitim gerekse bildiği yabancı diller -İngilizce,
Fransızca ve Almanca- nedeniyle donanımlı bir gazeteci olarak öne plana çıkmaktadır.
217
Ahmet Emin basın hayatına atıldığı dönemde bir yandan II. Abdülhamid'e
karşı güçlenen muhalefetin içinde yer almış bir yandan da Babıali Tercüme Odası'nda
çalışmaya devam etmiştir. 1910'da İTC'ne kaydolmuş fakat Cemiyet'e muhalif Prens
Sabahattin grubu ile yakın ilişki içinde olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki siyasal
karmaşanın en yoğun olduğu süreçte iktidarın sürekli değişmesi Ahmet Emin'in de
kolayca tutum değiştirmesini beraberinde getirmiştir. Öyle ki II. Abdülhamid'e karşı
muhalefet eden İT'ye katılmasına karşın, İT'nin de kendi içinde bölünmesi ile ortaya
çıkan muhalefetin yanında yer almış olması, onun bu dönemde siyasi tutumlarının net
olmadığının göstergesidir.
Amerika'dan eğitimini tamamlayarak döndüğü1914, İT iktidarının en güçlü
olduğu yıldır. Bu sırada çalıştığı Sabah ve Vakit'te İT ile Alman politikalarını
destekleyen yazılar kaleme almıştır. 1917'de çıkarmaya başladığı Vakit'te Alman
firmalarının reklamlarının çoğunlukta olması, bir yandan bu dönemde Alman
Büyükelçisi Von Bernstroff ile kurmuş olduğu yakınlık, yazılarında Almanya ile
geliştirilmesi gereken ilişkiler üzerinde fazlaca durması ile sonuçlanmıştır. Ahmet
Emin'in bu dönemi, İT ve Alman politikalarının taraftarlığı ile açıklanabilir.
1916–1918 arasında devam eden bu destek, 1918'in sonunda Türkiye'nin I.
Dünya Savaşı'ndan yenik çıkması, İT'nin iktidarını kaybetmesine kadar devam etmiştir.
Bu tarihten sonra ise İT'ye en sert eleştiri yönelten gazetecilerden biri olmuş ve Alman
politikası taraftarlığının yerini, Amerikan politikası taraftarlığı almıştır.
Eleştiri yönelttiği konuların başında ise İT'nin izlediği Türkçülük politikası
gelmiştir. Türkçülük politikası ile imparatorluğa bağlı unsurların uzaklaştırıldığını ileri
sürmüş ve Osmanlılık kimliği altında bunların bir arada tutulabileceğini savunmuştur.
Türkçülüğe eleştiri yöneltmesinin bir diğer sebebi bu politikanın Ermeni sorununa
sebebiyet vermesidir. Önceki yazılarında Ermeni sorununun, İngiltere ve Rusya'nın
çıkarları doğrultusunda propaganda aracı olarak kullanıldığını savunmuş, Osmanlı
Ermenilerinin yaşadıkları ülkenin varlığına ve hayatına bağlı vatandaş olarak
görevlerini yerine getirmeleri gerektiği yönünde yazılar kaleme almıştır. Mondros
Mütarekesi sonrasında ise İT yönetimini, Ermenilere karşı izlediği “imha ve tehcir”
politikasından dolayı eleştirmeye başlamıştır. İT'nin iktidardan düştüğü yıllarda,
geçmişi tasfiye etmek gerektiğini, bunun için de Amerika ve İtilaf Devletlerinden
tahkik heyetleri oluşturularak, Ermeni meselesinde suçlu olanların cezalandırılmalarını
218
önermiştir. Ahmet Emin'in bu yazıları kaleme almasında bu sıralarda Amerika'dan
gelen heyetlerle yakın ilişki içinde olması önemli bir etkendir. Bu heyettekilerin
görüşlerine paralel şekilde ele aldığı Ermeni sorununun çözümlenmesi için, kurulacak
Ermeni Cumhuriyeti'ne toprak verme, Ermeni nüfusu ile mübadele gibi önerileri büyük
tepki toplamıştır. Ahmet Emin'in bu konu hakkındaki önerileri hiçbir zaman
unutulmamış ve sürekli gündeme getirilmeye devam etmiştir. Bu görüşlerini özellikle
Erzurum ve Sivas Kongreleri zamanında dile getirmiş olması üzerinde durulması
gereken bir başka noktadır. 1918'in sonunda kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin
içinde yer almış ve “Amerikan müzahereti”ni savunmuş olması da hayatı boyunca
karşılaştığı bir konu olmuştur. Kendisine Amerikan mandası taraftarlığı yaptığı
yönündeki eleştirilere, hiçbir zaman manda taraftarlığı etmediğini, yabancı bir devletin
himayesi anlamına gelmemek üzere, Amerika'dan seçilecek yabancı uzmanlarla
işbirliğini önerdiğini ifade etmiştir. Manda veya müzaheret konularını dile getiren diğer
gazetecilere göre Ahmet Emin'in sürekli bu konu ile ilgili olarak anılmasında, onun
1918'in sonundan itibaren savunmaya başladığı Amerikan siyasetinin savunuculuğuna
hayatı boyunca bağlı kalması ve Amerikan finans, basın ve siyaset dünyası ile girdiği
birebir ilişkilere şüphe ile bakılması belirleyici olmuştur.
Vakit, Anadolu'da başlayan Milli Mücadele'ye destek vermiş olmakla
birlikte İttihatçılarla birlikte tutuklanarak Malta Adası'na sürgüne gönderilmesine
yakından bakılırsa Ahmet Emin'in aslında Anadolu'daki oluşuma temkinli yaklaştığı
anlaşılabilir. Öyle ki Ahmet Emin İngilizler tarafından arandığı dönemde Anadolu'ya
geçmekte kararsız kalmış ve başvurduğu yabancı elçiliklerin Malta Adasındaki
tutukluların durumlarına dair güvence vermesi ile adeta tutuklanması için kendisi
girişimde bulunmuştur. Malta dönüşünde ise Kurtuluş Savaşı neredeyse kazanılmak
üzeredir. Artık Ankara'da yeni bir devletin temelleri atılmış, açılan Meclis ile milli
irade kendini ortaya koymuştur. Ahmet Emin Anadolu'ya geçerek lider kadro ile ilişki
kurmuştur. Malta'dan dönüş yolculuğunda kendisine Anadolu'da görev teklif edildiği
haberini almış ancak Ankara'da iken bağımsız bir gazeteci olarak kalmak isteğini
gerekçe göstererek teklifi kabul etmemiştir. Ahmet Emin bu süreçte Ankara'daki
oluşuma mesafeli kalmaya dikkat etmiştir.
Gazetedeki yazılarında Ankara Hükümet'ine olan desteği, HF'nın kurulma
sürecine kadar devam etmiştir. Ahmet Emin'in Ankara yönetimine muhalefetine birkaç
219
cepheden yaklaşılabilir. Biz bunları üç başlık halinde gruplandırabileceğimizi
düşündük. Bu üç başlık aynı zamanda onun muhalefetinin arka planında yatan unsurları
da göstermesi bakımından açıklayıcı olabilir. İlki, Ankara yönetiminin bazı
uygulamaları ve karar alma sürecindeki yöntemleri karşısındaki tutumu, diğeri Ahmet
Emin'in yeni yönetime dair öneri ve beklentileri ile Ankara yönetiminin temel aldığı
modelin farklılığı ve en son olarak da Ahmet Emin'in muhalif görüşlerini ileri
sürdürdüğü süreçte Amerika ile olan ilgisi ve ilişkileri.
Ahmet Emin, Ankara yönetimine HF'nın kurulması, Ankara'nın başkent
olması ve Cumhuriyet'in ilanı sırasında muhalefet etmiştir. HF'nın kurulması sürecinde
Mustafa Kemal'in yetkileri nedeniyle tarafsızlığı konusunu sürekli gündeme getirmiş,
kişisel yönetime gidildiğini ileri süren yazıları ile “İstanbul basını” içinde yer almıştır.
Ankara'nın başkent olmasında, Cumhuriyet'in ilanında, Ankara'nın karar alma
sürecinde kamuoyunu yeterince ikna etmeden, hızlı değişikliklere gitmesine karşı
olmuştur. Temel olarak Cumhuriyet'in ilkelerine karşı olmadığı söylenebilir. Milli
Mücadele yıllarında Mustafa Kemal'in yakın arkadaşları ile yollarının ayrılması
sonrasında, ayrılanların yanında yer almıştır. Onun muhalefeti ile 1924'te kurulan TpCF
kadrosunun liberal görüşlerinin çakışması noktasında yeni partiyi yazıları ile
desteklemiş, ancak Doğu'da çıkan Şeyh Sait isyanı ile, siyasi iktidarın, TpCF'nı rejime
karşı bir tehdit olarak algılamasından ve giderek baskısını artırmasından dönemin
basını gibi Ahmet Emin de payını almıştır. 1925'teki İstiklal Mahkemesi'nde
yargılanması sürecinde çektiği telgraflarda affedilmesi karşılığında gazetecilik
yapmayacağına söz vermesi ile yaklaşık on bir yıl gazetecilik hayatına dönememiştir.
Ahmet Emin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması sürecinde öneri ve
beklentileri açısından Ankara yönetimi ile farklı yaklaşımlar içinde olmuştur. Ülkenin,
bölgeleri arasındaki gelişmişlik farkı nedeniyle merkezden dayatılan kanunlarla
yönetilemeyeceğini pek çok yazısında dile getirmiş ve adem-i merkeziyete dayanan bir
idari sistemin kurulması gerektiğini savunmuştur. Ona göre merkeziyetçilik bürokratik
formaliteler içinde kalan kalan, verimli olmayan bir yöntemdir. Bir başka üzerinde
durduğu nokta, farklı milletten olanların Amerikan vatandaşlığı altında bir arada
yaşayabildiği gibi bizde de Osmanlı vatandaşlığının esas alınması gerektiğidir. Bu
bağlamda aidiyet Türklük üzerine değil, farklı millet ve kültürleri bir arada tutabileceği
için Osmanlılık üzerine olmalıdır.
220
Yine ısrarla savunduğu bir diğer konu serbest teşebbüs ve ülkenin
kalkınması için yabancı sermayenin gerekliliğidir. Yabancı sermayenin, yatırımlarında
siyasi emeller gütmeyen, iş ilkesi üzerinde duran, demokratik ilkelere bağlı
Amerika'dan sağlanması gerektiğini çok sık dile getirmiştir. Ahmet Emin'in dönemin
basını içinde yabancı sermaye konusunu en fazla gündeme getiren gazeteci olduğu
rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda Chester Projesi'ni desteklemiş, gazetedeki yazı ve
haberlerde Amerika ile olan ticari ilişkiler üzerinde durmuştur. 1925'te gazetecilikten
uzaklaştırıldığı yıllarda, Amerikan sermayesine pazar aramakla görevli Amerikan
Ticaret Ataşesi Julian Gillespie ile kurduğu ilişki sonucunda Goodyear, Dodge
Brothers, gibi büyük firmaların makinelerinin Türkiye'ye ithalatını üstlenmiştir.
Ahmet Emin'in ademi merkeziyet, yabancı sermaye, milliyetçilik
hakkındaki düşünceleri ve Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde bu yönde kaleme
aldığı yazılar tepkiyle karşılanmıştır. Topraklarının büyük bir kısmını milliyetçilik
akımlarının etkisi sonucu kaybeden, ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlamaya çalışan
Türkiye'nin reel gerçekleri ile Ahmet Emin'in savunduğu ademi merkeziyet ilkesine
bağlı idari reform önerisi bağdaşır görünmemektedir. Türkiye'nin kalkınmasında
yabancı sermayenin önemi ve bunun Amerika'dan seçilmesi gerekliliğine dair vurgusu,
kendisinin Amerikan iş ve siyaset çevreleri ile ilişkilerinden dolayı uluslar arası
sermayenin -özellikle Amerikan sermayesi- Türkiye'deki temsilcisi olduğu yönünde
düşünülmesi ile sonuçlanmıştır.
Ahmet Emin'in sık sık kendisi ile çelişkiye düşmesi, söylemini siyasi
konjonktüre göre değiştirmesi muhalif tutumunu değerlendirmeyi zorlaştırmaktadır.
HF'na siyasi konjonktüre göre ya karşı çıkmış ya da savunmuştur. Parti kurulma
aşamasında iken, tek partinin demokrasinin önünde engel teşkil edeceği, Mustafa
Kemal'in partiler üstü tarafsız bir konumda kalması yönündeki yazıları ile Ankara
yönetimine muhalefet etmiştir. 1923'ün başlarında ve İzmit'te Mustafa Kemal'in basın
mensupları ile görüşmesi sonrasında ise HF oluşumunu destekleyen yazılar kaleme
almıştır. Gerçek inkılap için örgüt altında mücadele edecek kuvvete “fırka” demenin
zararı olmadığını, partinin bütün halkın yararı adına faaliyet göstereceğini yazmıştır.
Ancak Cumhuriyet'in ilanı sürecinde tekrar HF'nı tekrar eleştirmeye başlayarak Fırka
ile inkılap programının uygulanamadığını ileri sürmüştür. 1938'de Gerçekleşen Rüya,
1941'de Berraklığa Doğru'da iki parti sisteminin ikiliğin kaynağı olması nedeniyle tek
221
partinin en ideal yöntem olarak benimsenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ahmet Emin,
Milli Mücadele yıllarında nasıl milli misak etrafında birleşilmiş ise Milli Mücadele
sonrasında da bu ilkeye bağlı kalınması gerektiği noktasından yola çıkmış, HF'nı
savunurken, bu parti aracılığı ile milli misakın etrafında gerekli adımlar atılabileceğini
ileri sürmüş, karşı çıkarken ise parti oluşumu ile ayrılık yoluna gidildiğini, bu yolla
milli misakın sağlanamayacağını söyleyerek tutarsız bir tavır sergilemiştir. Yine
gazetesinde açık destek verdiği TpCF'nı ilerleyen yıllarda eleştirmiştir. Örneğin
Berraklığa Doğru kitabında TpCF'nın başındaki kişilerin “temiz emellerine” rağmen,
parti teşkilatının rejim aleyhtarı akımlarla “irtica” yeri haline geldiğini, aydın
vatanperverlerin ikiye bölündüğünü, sadece rejimin değil ülkenin de açık bir tehlike ile
karşı karşıya geldiğini yazmaktadır. Hatta böyle bir durumda Takriri Sükun ve İstiklal
Mahkemeleri'nin gündeme geldiğini, hükümetinse “serbest hava ve berraklık”
aramaktan vazgeçmediğini de eklemesi dikkat çeken bir noktadır. Zira kendisi de
1925'te
Doğu
İstiklal
Mahkemesi'nde
yargılandıktan
sonra
gazetecilikten
uzaklaştırılmıştır. Gazetelerin kapatıldığı dönemde Tayyare Cemiyeti'ne uçak hediye
ederek iktidara hoş görünme çabası, yargılanma sürecinde Mustafa Kemal'e çektiği
telgraflarda affedildiği takdirde gazetecilik yapmayacağına söz vermesi, uzaklaştırıldığı
yıllarda kendisinin ve babasının yazdığı telgraflarda affedilme ve basına dönme talebini
dile getirmesi iktidar karşısında net bir tutum alamadığını göstermektedir. Cumhuriyet
yıllarında Ankara yönetiminin bazı uygulamalarına ve izlediği yöntemlere karşı olan
diğer muhalif gazetecilerle kıyasladığımızda Ahmet Emin'in liberal bir anlayışla
hareket ettiğini ancak bunu yaparken uluslar arası -Amerika- bağlantıları en fazla
gözeten gazeteci olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca muhalif tutumuna rağmen siyasi
iktidarın tepki vereceğini anladığı veya düşündüğü noktalarda söylemini çabuk
değiştirmesi kanımızca onun muhalefetini diğerlerinden farklılaştıran noktalardır.
II. Dünya Savaşı yıllarında demokrat cephenin yanında, Almanya ve
Sovyetler Birliği'nin karşısında yer almıştır. Bu karşıtlık dönemin basınında yaşanan
polemiklerde de kendini göstermiştir. Ne var ki bu durum, savaşa girmemek için denge
politikası izlemek durumunda olan siyasi iktidar tarafından gazetesinin sık sık
kapatılmasıyla sonuçlanacaktır.
222
Ahmet Emin, farklı siyasi iktidarlar tarafından gazeteleri kapatılarak,
sürgüne
gönderilerek,
İstiklal
Mahkemesi'nde
yargılanarak,
gazetecilikten
uzaklaştırılarak ve diğer uygulamalarla basın tarihimizde en fazla cezalandırılan veya
yaptırım uygulanan gazetecilerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bu durum elbette
İmparatorluğun on yılı aşkın sürekli savaşmak durumunda kalması, siyasi belirsizlik ve
gelen iktidarların var olanı korumak adına baskı ve denetimini artırması ile
sonuçlanmıştır. Ulusal bir ekonomi üzerinde yükselemeyen basın, dış etkilere olduğu
kadar iç politikanın da çalkantılarına da açık hale gelmiştir. Cumhuriyet yönetimi de
devralınan siyasi yapı ve kültürü hızlı bir şekilde değiştirme yolunda adımlar atarken
basın üzerinde, baskıyı artırarak veya uzlaşma yoluna giderek, yasal düzenlemeler
yaparak kontrol kurmaya çalışmıştır. Bize göre Ahmet Emin'in gazeteciliği
değerlendirilirken siyasi iktidarın uygulamaları ve denetimi ile dış etkiler göz önünde
tutulmalıdır. Bu bize Ahmet Emin'in çoğu zaman haklı da görülecek gerekçelerle siyasi
iktidara liberal politikalar çerçevesinde muhalefet ettiği ancak bunu yaparken de bazı
uluslar arası düzeydeki ilişkilerinden referans aldığı söylenebilir.
Son olarak üzerinde durmak istediğimiz nokta günümüz liberal gazetecileri
ile Ahmet Emin'in görüşleri arasındaki ortak paydalardır. Günümüzün liberallerinin
“Türkiyelilik veya Türkiye vatandaşlığı” kavramını gündeme getirmeleri ile Ahmet
Emin'in Türklük yerine, Osmanlı kimliğinin esas alınması gerektiğini savunan
düşünceleri arasında bir paralellik olduğu söylenebilir. Yine bir başka ortaklık yabancı
sermayenin savunulmasında göze çarpmaktadır. Ulusalcı politikaların uluslararası
sermaye ve siyasi oluşumların karşısında aşındığı bir dönemde, günümüz basınında da
benzer görüşler dile getirilmektedir. Bu bağlamda Ahmet Emin'i günümüz liberal
gazetecilerinin bir öncülü saymak yanlış olmayacaktır.
223
ÖZET
Bu çalışmanın konusu basın tarihimizde önemli bir yeri olan Ahmet Emin
Yalman üzerinedir. Ahmet Emin, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin kurulma sürecine bir gazeteci olarak yakından tanıklık
etmiştir. Çalışma, Ahmet Emin'in 1918-1938 dönemi üzerine odaklanmaktadır.
Yalman 1907’de başladığı Sabah'taki gazetecilik yaşamına Yeni Gazete'de
devam etmiş, Tanin'in yazı kadrosunda çeşitli görevler almış, 1917'den itibaren ise
ortakları ile çıkarmaya başladığı Vakit, Vatan, Tan, Hür Vatan gazetelerinde ise yayın
politikalarının belirlenmesinde etkin bir rol üstlenmiştir.
Tezde Yalman'ın gazeteciliği, siyasal gelişmeler paralelinde incelenmiş ve
bu bağlamda Yalman'ın iktidar ile olan ilişkileri, basın tarihi ve siyasi tarih ekseninde
ele alınmıştır.
Yalman çıkardığı gazetelerde siyasi konjonktüre bağlı olarak farklı görüşler
dile getirdiği görülmektedir. I. Dünya Savaşı yıllarında Sabah'ta çalıştığı ve Vakit'i
yayınlamaya başladığı ilk dönemde İttihat ve Terakki Partisi (İTP) ile Alman
siyasetinin yanında olan Ahmet Emin, 1918'de savaşın yenilgi ile sonuçlanmasından
sonra partiye sert eleştiriler yöneltmiştir. 1918'in sonundan itibaren Amerikan
siyasetinin savunuculuğunu yapmaya başlamıştır. Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin
içinde yer almış ve “Amerikan yardımı”nı savunmuştur.
İT’den sonra iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf Partisine yönelttiği eleştiriler
nedeniyle 1919’da Kütahya’ya, 1920’de Malta Adasına sürgüne gönderilmiştir.
1917’de çıkarmaya başladığı Vakit’te Anadolu'daki Milli Mücadele'ye destek vermiştir.
Ankara Hükümeti’ne desteği Halk Partisi’nin kurulmasına kadar devam etmiştir.
1923’te yayınlamaya başladığı Vatan’da ise Halk Partisi’nin kurulması, Cumhuriyet’in
ilanı konularında Ankara hükümetiyle çatışmalara girmiştir. 1925’te Ahmet Emin Doğu
İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandıktan sonra gazetecilikten uzaklaştırılmış, 1936’da
yayın hayatına geri dönüştür.
224
Ahmet Emin Yalman'ın fikirlerinde Amerika'da bulunduğu eğitim yılları ve
sonraki yıllarda bağlantı halinde olduğu Amerikan iş, basın ve siyaset çevresi etkili
olmuştur. Ahmet Emin burada edinmiş olduğu liberal fikirleri Türkiye'ye aktarmaya
çalışmıştır. Bu görüşlerin Prens Sabahattin Bey'in görüşleri ile paralellik göstermesi
nedeni ile Ahmet Emin Sabahattin Bey ile yakınlaşmıştır. Bu bağlamda ademi
merkeziyetçilik konusunu gündeme getirmiş, merkeziyetçiliğe karşı çıkarak, idari
anlamda yeniden yapılanmanın gereğini savunmuştur. Yine yazılarında üzerinde
durduğu bir başka nokta “Osmanlı vatandaşlığı” kavramıdır. Farklı kimliklerin
Amerikan vatandaşlığı altında bir arada yaşadıkları örneğinden yola çıkarak, bizde de
Osmanlı vatandaşlığının esas alınabileceğini ileri sürmüştür.
Ahmet Emin özel girişimciliği savunmuş ve yazılarında sürekli ülkenin
kalkınması için yabancı sermayenin gerekliliğine değinmiştir. Yabancı sermayenin,
yatırımlarında siyasi emeller gütmeyen, iş ilkesi üzerinde duran, demokratik ilkelere
bağlı Amerika'dan sağlanması gerektiğine yazılarında sık sık yinelemiştir.
225
SUMMARY
The subject of this study is about Ahmet Emin Yalman, who had an
important role in the history of our journalism.
Ahmet Emin is seen as a journalist who closely followed the disintigration
of the Ottoman Empire and the formation of the Turkish Republic. This study is
focused on the period between 1918-1938.
Yalman started his journalistic life at Sabah, continued Yeni Gazete it at
and Tanin Gazete in a different position. From 1917 he played a major role in shaping
policy of the newspapers he published with his partners. They include: Vakit, Vatan,
Tan, Hür Vatan.
In this thesis, Yalman's journalism is studied parallel to political changes,
and his connections to the ruling party. This has been emphasized in the view of the
press and political science.
In the newspapers which he published we see Yalman articulating diffrent
views. During the years of the First World War, he was working at Sabah and
publishing Vakit. Then he took the side of the Ittihat and Terakki Party (ITP) and
sympathized with Germany's policies. After the 1918 defeat, he directed severe
criticism toward the ITP and defended American policies. He became a member of the
Society Wilson Policies and promoted the idea of “American assistance”.
Because of his critisims of the Hürriyet and İtilaf Party (which came to
power after the ITP), he was exiled to Kütahya in 1919 and then to Malta in 1920.
He supported the National Liberation of Anatolia in the newspaper he
started to publish in 1917. His support of the Ankara goverment lasted until the
founding of the Halk Party. In 1923 he started to criticize the Halk Party and the
Declaration of the Republic in Vatan, which he started to publish.
226
In 1925 after his prosecution n the court of Dogu Istiklal Mahkemesi, he was not
allowed to work as a journalist. He only later returned to journalism after 1936.
The opinions of Ahmet Emin Yalman have been influenced by years of
education in USA and later by American business, press and political circles. Ahmet
Emin then tried to transfer these liberal opinions to Turkey. He and Prens Sabahattin
shared smiliar views, and so they became closer to each other. He advocated the idea of
“non-centralisation” as a central point to the planning of administration. Another main
point of his writings is the concept of “Ottoman citizenship”. He proposed this
“Ottoman citiezenship” bu giving American citizenship as an example, where different
identities are represented under one citizenship.
Ahmet Emin Yalman, defended private enterprise and indicated the
necessity for foreign investment in the development of the country. He repeatedly
indicated that this foreign capital should be obtained from America with no political
strings attached, and that should be based on sound business and democratic principles.
227
KAYNAKÇA
A.Arşivler
Stanford
Üniversitesi
Hoover
Enstitüsü
Arşivi
(Ahmet
Emin
Yalman
Kolleksiyonu, Stanford, California, USA).
Foreign Office, Ahmet Emin Yalman Dosyası, UK.
Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Berlin, Almanya.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
T.C Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
Atatürk Belgeliği
B.Görüşmeler
Nur Yalman -Ağustos 2006
Şen Yalman -Ağustos 2006
Orhan Koloğlu -Ağustos 2006
C. Gazeteler
Yeni Gazete
Sabah
Tanin
Vakit
Vatan
Tan
Cumhuriyet
Ulus
Hakimiyet-i Milliye
Akşam
228
D.Kitaplar
Adıvar, Halide Edip, Turkish Ordeal, London, 1928.
Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki, 1908-1914, (Çev:Nuran Yavuz), Kaynak
Yayınları, İstanbul, 1971.
------------------, İttihatçılıktan Kemalizme, (Çev: Fatmagül Berktay), 3.Baskı,
Kaynak Yayınları, İstanbul, 1996.
Akgün, Seçil, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair
Raporu, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981.
Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul,
1976.
--------------, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınları, Ankara,1998.
Alemdar, Korkmaz, İletişim ve Tarih, Ümit Yayıncılık, Ankara, 2001.
Arar, İsmail, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, Burçak Yayınları, İstanbul, 1969.
Aşkun, Vehbi Cem, Sivas Kongresi, Kamil Matbaası, Sivas, 1945.
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, 3. Baskı, TTK Basımevi, Ankara,1989.
Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,
Ankara 1989.
Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, 1969.
Aybars, Ergün, İstiklal Mahkemeleri, Cilt I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi
Yayınları, İzmir, 1988.
Aydemir, Şevket Süreyya, Enver Paşa, Cilt III, Remzi Kitabevi, İstanbul,1970.
------------------------, Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt II, Remzi Kitabevi, 5.Baskı,
İstanbul, 1975.
Ayışığı, Metin, Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye'ye Gelen Amerikan Heyetleri,
TTK Yayınları, Ankara, 2004.
Ayni, Mehmet Ali, Milliyetçilik, İstanbul, 1943.
Bali N. Rıfat, Devletin Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, İletişim Yayınları, İstanbul,
2004.
229
--------------, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri, Bir Türkleştirme Serüveni
(1923–1945), İletişim Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2001.
Bayur, Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt I, 2. Baskı, Ankara, 1963.
Berkem, Süreyya Sami, Unutulmuş Günler, İstanbul, 1960.
Bilgen, Deniz, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi, Kaynak Yay, İstanbul, 2004.
Can, Bilmez Bülent, Demiryolundan Petrole Chester Projesi (1908-1923), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000.
Cebesoy, Ali Fuat, Bilinmeyen Hatıralar, Temel Yayınları, İstanbul, 2001.
----------------------, Siyasi Hatıralar, Cilt II, Temel Yayınları, İstanbul, 2002.
Cem, Hasan, Dünyada ve Türkiye'de Masonluk, İstanbul 1976.
Cemal Paşa, I.Dünya Savaşı Hatıraları, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977.
Çavdar Tevfik, Talat Paşa, İmge Kitapevi, Ankara, 1993.
-----------------, Türkiye'de Liberalizmin Doğuşu, Uygarlık Yayınları, İstanbul,
1982.
Çulcu, Murat, İstiklal Mahkemesinde Gazeteciler Davası, Kastaş Yayınları,
İstanbul, 1993.
Demirel, Ahmet, Birinci Mecliste Muhalefet, II. Gurup, İletişim Yayınları, 2.
Baskı, İstanbul, 1995.
Demirel, Fatmagül, II. Abdülhamid Döneminde Sansür, Bağlam Yayınları,
İstanbul, 2007.
Duru, Orhan, Amerikan Gizli Belgelerinde Türkiye'nin Kurtuluş Yılları, İstanbul,
1978.
Erer, Tekin, Türkiye’de Parti Kavgaları, 2. Baskı, Tekin Yay., İstanbul, 1966.
-------------, Basında Kavgalar, Rek-Tur Kitap Servisi, İstanbul, 1965.
Erman, Azmi Nihat, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul, 1975.
Erhan, Çağrı, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yayınevi,
Ankara, 2001.
Ergil, Doğu, Milli Mücadelenin Sosyal Tarihi, Turhan Kitabevi, Ankara,1981.
Ergin Osman, Türk Maarif Tarihi, Eser Kitabevi, İstanbul, 1977.
Erol, Sümer Mine, Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, İleri Basımevi,
Giresun,1972.
230
Evans, Laurence, Türkiye'nin Paylaşılması 1914-1924, (Çev:Tevfik Alanay),
Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972.
Frey, Frederick, The Turkish Political Elite, Cambridge, Mas:M.I.T. Pres, 1965.
Galip, Salahattin, Türkiye'de Dönmeler ve Dönmelik, Kıraçlı Yayınları, İstanbul,
1977.
Glasnec, Johannes, Türkiye'de Faşist Alman Propagandası, (Çev:Ali Gelen),
Onur Yayınları, Ankara.
Goloğlu, Mahmut, Halifelik Ne İdi, Nasıl Alındı, Niçin Kaldırıldı, Kalite
Matbaası, Ankara, 1973.
Göztepe, Tarık Mümtaz, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Mütareke
Gayyasında, Sebil Yayınları., İstanbul, 1969.
Ilgar, İhsan, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, Kervan Yayınları, İstanbul,
1973.
İğdemir, Uluğ, Sivas Kongresi Tutanakları, TTK Yayınları, 3. Baskı, Ankara,
1999.
İnan, Arı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları,
TTK Yayınları, Ankara, 1982.
İpekçi, Abdi, İnönü Anlatıyor, Cem Yayınları, İstanbul, 1968.
İskit, Server, Türkiye'de Matbuat Rejimleri, İstanbul, 1939.
--------------, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bakış, Devlet Basımevi,
1939, İstanbul.
Jaeschke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, TTK basımevi, Ankara
1989.
Jaeschke, Gotthard, Kurutuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 199.
Kandemir, Feridun, Mustafa Kemal Arkadaşları ve Karşısındakiler, Yakın
Tarihimiz Yayınları, İstanbul, 1964.
Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber, I.Cilt,
TTK, Ankara, 1968.
Karaca, Emin, Türk Basınında Kalem Kavgaları, Gendaş Yayınları, İstanbul,
1998.
Karakaya, Ali, Milli Mücadele’de Manda Sorunu, Harbord ve King-Crane
Heyetleri, Başkent Matbaası, Ankara, 2001.
231
Karaosmanoğlu,Y. Kadri, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984.
Karay, Refik Halid, Minelbab İlelmihrab, İnkılap ve Aka Ktabevleri, İstanbul,
1964.
Kasalak, Kadir, Mili Mücadelede Manda ve Himaye Mücadelesi, Genelkurmay
Basımevi, Ankara, 1993.
Kılıç Ali, Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen Hulusi Turgut, İş Bankası Yayınları, 6.
Baskı, İstanbul, 2005.
Kocabaşoğlu, Uygur, Türkiye İş Bankası Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2001.
Koloğlu, Orhan, Kuvayi Milliye'den Günümüze Türk Basını, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1993.
-------------------, Abdülhamid Gerçeği, Gür Yayınları, İstanbul, 1987.
Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılap Tarihimiz ve İttihat Terakki, Tan Matbaası,
İstanbul, 1946.
Kutay, Cemal, Siyasi Sürgünler Adası: Malta, Posta Kutusu Yayınları, İstanbul,
1978.
Küçük, Abdurrahman, Dönmeler ve Dönmelik Tarihi, Rehber Yayıncılık,
İstanbul, 1992.
Latimer,
P. Frederick, "İnterview with Ahmet Emin Yalman", The Atatürk
Project, Bilkent Üniversitesi.
Lewis, Bernard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, (Çev:Metin Kıratlı), TTK
Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2000.
Mardin, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895–1908, 8. Baskı, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2001.
Menteşe, Halil, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe'nin Anıları,
Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986.
Nadi, Nadir, Perde Aralığından, Cumhuriyet Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1965.
Nadi, Yunus, Ankara'nın İlk Günleri, Ankara, 1955.
---------------, Mustafa Kemal Paşa Samsun’da, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul,
1998.
Ortaylı, İlber, II. Abdülhamdid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman
Nüfuzu, A.Ü. SBF Yayınları, Ankara, 1981.
232
Orbay, Rauf, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım, 2 Cilt, Emre Yayınları,
İstanbul, 1993.
Özel Işık Lisesi, Kısa Tarihçe ve Kutlama Haftası, Yenilik Basımevi, İstanbul,
1975.
Özkaya, Yücel, Milli Mücadele'de Atatürk ve Basın (1919–1921), Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1989.
Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, (Hazırlayan: İnan Keser), Liberte
Yayınları, Ankara, 2002.
Rathmann, Lothar, Alman Emperyalizminin Türkiye'ye Girişi, (Çev:Ragıp Zaralı)
Gözlem Yayınları, İstanbul.
Sertel, Sabiha, Roman Gibi, 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, 1987.
Sertel, Zekeriya, Hatırladıklarım (1905–1950), Yaylacık Matbaası, İstanbul,
1977.
Smith, Elanie Diana, Turkey: Origins of the Kemalist Movement and the
Goverment of the National Assembly (1919-1923), Pres of Judd & Detweiler Inc.,
Washington D.C., 1959.
Şapolyo, Enver Benhan, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü İle Basın, Güven
Matbaası, Ankara, 1971.
Sonyel, Salahi, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin
Türkiye’deki Eylemleri, TTK Yayınları, Ankara, 1995.
Soyak, Hasan Rıza, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004.
Şimşir, Bilal, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1985.
Tevetoğlu, Fethi, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, 2. Baskı,
Ankara, 1991.
Timur, Taner, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul, 1991.
Topuz, Hıfzı, 100 Soruda Türk Basın Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973.
---------------, II. Mahmut'tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2003.
Tunaya, Tarık Zafer, Siyasi Kurumlar ve Anayasa Hukuku, İstanbul Üni. Hukuk
Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1980.
-------------------------, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, İstanbul, 1986.
-------------------------, Türkiye'de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, Bir Çağın,
233
Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Cilt III, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000.
Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Partinin Kurulması, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1981.
Ulagay, Osman, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası,
İstanbul, 1974.
Unan, Nimet,(ed) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, TTK Yayınları,
Ankara, 1959.
Us, Mehmet Asım, Gördüklerim Duyduklarım Duygularım, Meşrutiyet ve
Cumhuriyet Devirlerine Ait Hatıralar ve Tetkikler, Vakit Matbaası, İstanbul,1964.
--------------------------, Hatıra Notları, 1930–1950, Vakit Matbaası, İstanbul,
1966.
Uyar, Hakkı, Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Yayınları,
İstanbul, 1998.
Vahapoğlu, M. Hidayet, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları,
Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1990.
Vardar, Galip, (Yazan Samih N. Kansu), İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Yeni
Zamanlar Yayınları, İstanbul, 2003.
Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, (Yayına Haz: Rauf Mutluay), Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1976.
Yalman, Ahmet Emin, Gerçekleşen Rüya, Tan Matbaası, İstanbul, 1938.
---------------------------, Havalarda 50.000 Kilometre, Vatan Matbaası, III Cilt,
İstanbul, 1943 .
---------------------------, Yarının Türkiyesine Seyahat, Vatan Matbaası, İstanbul,
1944.
----------------------------, San Fransisko'da Neler Gördüm?, Vatan Matbaası,
İstanbul, 1945.
-----------------------------, Dünyadan Haber, Vatan Matbaası, II Cilt, İstanbul,
1945.
-----------------------------, Turkey In My Time, University of Oklahoma Press,
Ohlahoma, USA,1956.
234
------------------------------, Berraklığa Doğru, Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti
Yayınları, İstanbul, 1957.
------------------------------, The Development of Modern Turkey As Measured By
Its Press, Ams Press Inc., New York, 1968.
------------------------------, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Rey
Yayınları, IV Cilt, İstanbul,1970.
Yeşil, Ahmet, TC’nde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareket Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası, Cedit Neşriyat, Ankara, 2002.
Yetkin, Çetin, Türkiye'de Tek Parti Yönetimi, 1930–1945, İstanbul, 1983.
Yust, K., Kemalist Anadolu Basını, (Yayına Haz: Orhan Koloğlu), Çağdaş
Gazeteciler Derneği Yayınları, Ankara, 1995.
Zorlu Ilgaz, Evet Ben Selanikliyim, Türkiye Sebataycılığı, Belge Yayınları, 7.
Baskı, İstanbul, 1998.
Zürcher, Eric Jan, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 3. Baskı,
İstanbul, 1998 .
---------------------, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, (Çev:Gül Çağalı Güven),
İletişim Yayınları, İstanbul, 2003
.
E. Makaleler
Aktar, Ayhan, “Varlık Vergisi ve İstanbul”, Toplum ve Bilim, sayı 71, Kış 1996.
Erol, Sümer, Mine, “Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Amerika Cumhurbaşkanı
Wilson’a Gönderdiği Muhtıra”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt III, Ankara, 1966.
-----------------------, “Robert Kolej Müdürü, Dr Gates’in Paris Sulh Konferansı
Dolayısıyla Gönderdiği Bir Mektup” Tarih Araştırmaları Dergisi, C. II, sayı 2-3’ten
ayrı basım, Ankara, 1964.
Güldemir, Ufuk, “ABD Gizli Belgelerinde Nazım”, Cumhuriyet Kitap, 16 Kasım
1990.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Atatürkçülüğün Ekonomik ve Sosyal Yönü
Semineri, 11-12 Ekim 1973, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin
Cumhuriyete 50. Yıl Armağanı, İstanbul.
235
Kayalı, Kurtuluş, “I. Mecliste Muhalefet”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye
Ansiklopedisi, 5. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 1985.
Koloğlu, Orhan, “Osmanlı Basınının İçeriği ve Rejimi”, Tanzimattan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, Cilt I., İstanbul, 1985.
Konyalı, Naki, “Ahmet Emin Yalman'ın Kaleminden Amerika'daki Göçmen
Türkler”, Toplumsal Tarih, Ağustos 2001, sayı 93, Cilt 16.
Kızılca, Karagöz Gül, “1942 Yılında Mihver ve Müttefik Devletlerce Düzenlenen
Türk Basın Gezileri”, Kebikeç, sayı 14, Ankara, 2002.
Tekeli İlhan, İlkin Selim, “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in
Toplumsal Yapısının Belirleyiciliği”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi,
I.Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi Tebliğleri, Hacettepe
Üni., Temmuz 11-13 1977, Meteksan Lmt Şirketi, Ankara 1980.
Tevetoğlu, Fethi, “Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-General Harbord
Görüşmesi III”, Türk Kültürü, Haziran 1969.
Tezel, Yahya Sezai, “I. BMM Anti-Emperyalist miydi? Chester Ayrıcalığı” SBF
Dergisi, Cilt XXV, No:4, Aralık 1970.
Tunaya, Tarık Zafer, “II. Meşrutiyetin Siysal Hayatımızdaki Yeri”, Kanun-i
Esasinin 100. Yılı Sempozyumu (9 Nisan 1976), Siysa İlimler Türk Derneği, Ankara,
1977.
Walz, Jay, “Editor, 72, Goes to Jail in Turkey”, The New York Times, 8 Mart
1960.
Yalçın, Hüseyin Cahit, “Yalçın'ın 50 Yıllık Hatıraları: Atatürk Devri”, Halkçı, 23
Haziran 1955.
---------------------------, “Hilafet Meselesi”, Fikir Hareketleri, 29 Ekim 1933.
---------------------------, “Milli Mücadele Devri ve Sonrası: Mütareke ve Malta”
Halkçı, 9 Şubat 1955.
Yalman, Ahmet Emin, “Amerika'da Türk Muhacirler”, Darülfünun Edebiyat
Fakültesi Mecmuası, Numara 2, 1918.
-----------------------------, “Turkey's Unwavering Loyalty”, The Daily Telegraph,
29 Eylül 1942.
236
----------------------------, The Abbys Between The Commercial and Idealistic
Aspects of Journalism and the Need for Balance, The Economic and Social Studies
Conference Board, İstanbul, 1966.
Zorlu Ilgaz, “Gizli bir Etnik Cemaat: Türkiye Sebataycıları”, Birikim Özel sayı:
Etnik Kimlikler ve Azınlıklar, sayı 71–72, Nisan 1995.
237
Download