1980 SONRASI TÜRKĠYE`NĠN ENFLASYON VE BÜYÜME

advertisement
T. C.
SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
ĠKTĠSAT ANA BĠLĠM DALI
1980 SONRASI TÜRKĠYE’NĠN ENFLASYON VE
BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ: AMPĠRĠK BĠR UYGULAMA
Neslihan OLGUN
Yüksek Lisans Tezi
DanıĢman
YRD. DOÇ. DR. SAVAġ ERDOĞAN
KONYA-2012
ii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI
Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe
ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik
davranıĢ ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalıĢmada baĢkalarının eserlerinden
yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.
Neslihan OLGUN
iv
ÖNSÖZ
Ġktisadın en önemli konularından biri olan enflasyon, çoğu ülkenin çözmek için
çaba harcadığı konulardan birisi olarak karĢımıza çıkmaktadır. Kimi görüĢe göre
enflasyon büyümeyi sağlayan önemli bir kaynak, kimi görüĢe göre ise enflasyon
ekonomik büyüme için önemli bir sorun. Bu çalıĢmada, enflasyon ve ekonomik
büyüme arasındaki iliĢkinin belirlenmesi ve enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde
etkili olup olmadığı ampirik olarak belirlenmeye çalıĢılmıĢtır.
Bu çalıĢmanın belirlenmesinde ve tamamlanmasında bana her zaman destek
olan, yardımlarını asla esirgemeyen, sayın danıĢman hocam Yrd. Doç. SavaĢ
ERDOĞAN‟a sonsuz teĢekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.
ÇalıĢmam boyunca benden hiçbir zaman desteğini, sabrını esirgemeyen ve
kıymeti hiçbir maddi değerle ölçülemeyen annem Emine OLGUN ve babam Nadir
OLGUN‟a, maddi ve manevi her koĢulda yanımda olan sevgili ağabeyim Mehmet
OLGUN ve ablam Nagehan UGURLU‟ya, teĢekkürü borç bilirim.
Konya, 2012
Neslihan OLGUN
v
Öğrencinin
T.C.
SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Tezin Adı
Adı Soyadı
Ana Bilim /
Bilim Dalı
Neslihan OLGUN
Numarası: 094226001009
DanıĢmanı
Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN
Ġktisat
1980 SONRASI TÜRKĠYE’NĠN ENFLASYON VE
BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ: AMPĠRĠK BĠR UYGULAMA
ÖZET
Bu çalıĢmada Türkiye‟de enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki
ampirik bir uygulama yardımı ile sınanmaya çalıĢılmıĢtır. ÇalıĢmada enflasyon ve
ekonomik büyüme tarihsel süreç içerisinde geliĢimi ele alınmıĢtır.
1980-2010 dönemine ait enflasyon ve GSYĠH yıllık verileriyle, enflasyon ve
ekonomik büyüme arasındaki uzun dönem iliĢkisi ve nedensellik yönü incelenmiĢtir.
Analizin sonucunda enflasyon ve ekonomik büyüme arasında uzun ve kısa dönemli
pozitif bir iliĢkinin varlığına ulaĢılmıĢ ve yüzde 10 anlamlılık düzeyinde enflasyonun
ekonomik büyümenin nedeni olduğu ortaya konmuĢtur.
vi
Öğrencinin
T.C.
SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Tezin Adı
Adı Soyadı
Ana Bilim /
Bilim Dalı
Neslihan OLGUN
Numarası: 094226001009
DanıĢmanı
Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN
Ġktisat
THE RELATIONSHIP OF TURKEY’S
INFLATION AND GROWTH AFTER 1980: AN
EMPIRICAL APPLICATION
ABSTRACT
In this study, the relationship between inflation in Turkey and economic
growth is tried to examine with the help of an empirical application. Inflation and
economic growth in historical process is investigated in terms of its improvement.
Inflation (1980-2010) and annual GDP, the long term relationship between
inflation and economic growth and direction of causality was investigated. The
results shows that there is long-and short term positive relationship between inflation
and economic growth and It has been pointed out that inflation is cause of economic
growth at 10 percent significance level.
vii
Kısaltmalar Listesi
ABD : Amerika BirleĢik Devletleri
AIC : Akaike Information Criteria (Akaike Bilgi Kriteri)
DF : Dickey Fuller
DPT : Devlet Planlama TeĢkilatı
GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla
GSYĠH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
IMF : Uluslararası Para Fonu
TCMB :Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TEFE : Toptan EĢya Fiyat Endeksi
TL : Türk Lirası
TÜFE : Tüketici Fiyat Endeksi
TÜĠK : Türkiye Ġstatistik Kurumu
ÜFE : Üretici Fiyat Endeksi
VAR : Vector Autoregression Model
viii
Tablolar Listesi
Tablo 1: TÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları……………………………...11
Tablo 2: ÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları………………………………..13
Tablo 3: 1938-1945 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları.…………..46
Tablo 4: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………..47
Tablo 5: 1946-1960 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları…………...51
Tablo 6: 1946-1960 Yılları Arası GSMH Büyüklüğü………………………………52
Tablo 7: 1961-1967 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları…………...54
Tablo 8: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………..55
Tablo 9: 1968-1972 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları…………...57
Tablo 10: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………57
Tablo 11: 1973-1979 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….59
Tablo 12: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)………………………………60
Tablo 13: Sabit Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı (P: Plan G: GerçekleĢen,
%)……………………………………………………………………………………61
Tablo 14: 1980-1988 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….66
Tablo 15: 1980-1988 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...67
Tablo 16: 1989-1995 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….71
Tablo 17: 1989-1995 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...71
Tablo 18: Aralık 1999 Kararları Hedefleri………………………………………….73
Tablo 19: 1996-2000 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….75
Tablo 20: 1996-2000 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...75
Tablo 21: Enflasyon Hedeflemesi Rejimi Hedef Ufku ve GerçekleĢmeler…………79
Tablo 22: 2001-2007 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları………….80
Tablo 23: 2001-2007 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri…………………...81
Tablo 24: 2007-2010 Yılları Arası Temel Ekonomik Göstergeler………………….83
Tablo 25: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Değerleri…………………………………........84
Tablo 26: DeğiĢkenlere Ait Uygun Gecikme Sayısı (AIC) ve ADF Değerleri……102
Tablo 27: Regresyon Sonuçları…………………………………………………….104
Tablo 28: Otokorelasyon Düzeltilmesi Ġle Regresyon Sonuçları………………….105
Tablo 29: Modeldeki Hata Teriminin Durağanlık Testi (ADF Birim Kök Testi)…105
ix
Tablo 30: Hata Düzeltme Modeline Ait Regresyon Analizi Sonuçları……………107
Tablo 31: VAR Analizine göre Gecikme Sayısı (Akaiki Bilgi Kriteri)……………108
Tablo 32: DeğiĢkenler Arasındaki Granger Nedensellik Testi Sonuçları………….108
x
ĠÇĠNDEKĠLER
BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI……………………………………………...……….ĠĠ
TEZ KABUL FORMU…….………………………………………………...……ĠĠĠ
ÖNSÖZ…………………………………………………………………...……...…ĠV
ÖZET………………………………………………………………………………..V
ABSTRACT………………………………………………………………………..VĠ
KISALTMALAR LĠSTESĠ………………………………………………............VĠĠ
TABLOLAR LĠSTESĠ……………………………………………………..........VĠĠĠ
GĠRĠġ…………………………………………………………………………….......1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM-ENFLASYON TANIMI ve KAPSAMI.……………..…...3
1.1. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri………………………………………4
1.1.1. Talep Enflasyonu…………………………………………………...4
1.1.2. Maliyet Enflasyonu………………………………………………....5
1.1.3. Yapısal Enflasyon…………………………………………………..6
1.1.4. Ġthal Enflasyon……………………………………………………...7
1.1.5. Fiyat Enflasyonu (Kar Enflasyonu)…………………………….......7
1.2. Büyüklüklerine Göre Enflasyon Türleri……………………………….......8
1.2.1. Ilımlı Enflasyon (Sürünen Enflasyon)……………………………...8
1.2.1. Yüksek Oranlı Enflasyon...................................................................8
1.2.3. Hiperenflasyon……………………………………………………...9
1.3. Enflasyonu Ölçme Yöntemleri…………………………………………...10
1.3.1. Fiyat Endeksi ÇeĢitleri……………………………………….........10
1.3.1.1. Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)……………………….10
1.3.1.2. Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)…………………….........12
1.3.1.3. GSMH Deflatörü……………………………………........13
1.3.1.4. Çekirdek Enflasyon…………………………………........13
1.3.2. Fiyat Endekslerini Hesaplamanın Yöntemleri…………………….14
1.4. Enflasyonun Etkileri……………………………………………………...16
1.4.1. Enflasyonun Tasarruf Hacmi Bakımından Etkileri…………..........17
1.4.2. Enflasyonun Kaynakların Kullanımı Bakımından Etkileri…..........18
xi
1.4.3. Enflasyonun Ödemeler Dengesine Etkisi…………………………18
1.4.4. Enflasyonun Vergi Üzerine Etkisi…………………………….......19
1.4.5. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerine Etkisi……………………….19
1.4.6. Enflasyonun Borçlu ve Alacaklı Üzerine Etkisi…………………..20
1.4.7. Enflasyonun Ücretler Üzerine Etkisi………………………….......20
1.4.8. Enflasyonun Sosyal Sınıflar Bakımından Etkisi…………………..21
ĠKĠNCĠ BÖLÜM-EKONOMĠK BÜYÜME………………………………….......22
2.1. Ekonomik Büyümeyi Belirleyen Unsurlar……………………………….22
2.1.1. Sermaye Birikimi……………………………………………….....23
2.1.2. BeĢeri Sermaye…………………………………………………....24
2.1.3. Nüfus ve ĠĢgücü ArtıĢı………………………………………….....24
2.1.4. Teknolojik GeliĢme………………………………………………..24
2.2. BaĢlıca Büyüme Modelleri…………………………………………….....25
2.2.1. Klasik Ekonomik Büyüme Modeli……………………………......26
2.2.1.1. Adam Smith…………………………………………........27
2.2.1.2. Thomas R. Malthus…………………………………........28
2.2.1.3. David Ricardo………………………………………….....29
2.2.2. Marksist Ekonomik Büyüme Modeli………………………….......31
2.2.3. Joseph Schumpeter Ekonomik Büyüme Modeli…………………..33
2.2.4. Keynes‟in Ekonomik Büyüme Modeli……………………………34
2.2.5. Harrod- Domar Ekonomik Büyüme Modeli…………………........35
2.2.6. Neoklasik Ekonomik Büyüme Modeli……………………………38
2.2.7. Ġçsel Ekonomik Büyüme Modeli…………………………….…....41
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM-TÜRKĠYE’DE
GERÇEKLEġEN
ENFLASYON
VE
EKONOMĠK BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ………………43
3.1. 1980 Öncesi Türkiye Ekonomisi…………………………………………43
3.1.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem………………………………......44
3.1.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem………………………………......48
3.1.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem………………………………......52
3.2. 1980‟den Günümüze Türkiye Ekonomisi...………………………….......62
3.2.1. 1980-1988 Dönemi ve 24 Ocak Kararları…………….……….......63
3.2.2. 1989-1995 Dönemi ve 5 Nisan Kararları…………………….……68
xii
3.2.3. 1996-2000 Dönemi ve Enflasyonla Mücadele Programı...……......72
3.2.4. 2001-2007 Dönemi ve Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı……….75
3.2.5.
2008
Küresel
Ekonomik
Krizi
ve
Günümüz
Ekonomik
GeliĢmeleri…………………………………………………………………….…….78
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM-ENFLASYON
ĠLE
ĠKTĠSADĠ
BÜYÜME
ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN AMPĠRĠK ARAġTIRMASI……………………….86
4.1. Literatür Taraması…………………………………………………...…...86
4.1.1. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Pozitif Etkilerinin
Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar…………………………………………………….87
4.1.2. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Negatif Etkilerinin
Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar…………………………………………………….88
4.1.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir EĢik Değer
Çerçevesinde Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar……………………........91
4.2. Ekonometrik Metodoloji………………………………………………....92
4.2.1. Birim Kök Testi…………………………………………………...93
4.2.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi)…………………….95
4.2.3. Nedensellik Testi………………………………………………….97
4.2.3.1. Granger Nedensellik Testi…………………………..........98
4.3. Veri Tanımlaması…………………………………………………….....101
4.4. Ekonometrik Sonuçlar………………………………………………......101
4.4.1. Birim Kök Testi………………………………………………….101
4.4.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi)……………….......103
4.4.3. Granger Nedensellik Testi…………………………………….....107
SONUÇ……………………………………………………………………………109
KAYNAKÇA……………………………………………………………………...113
1
GĠRĠġ
Enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki literatürde önemli bir yere
sahiptir. Bu iki kavram arasındaki iliĢki geçmiĢten günümüze kadar tartıĢılmıĢtır.
Bu konuda yapılan çalıĢmaların büyük bir çoğunluğunda enflasyonla ekonomik
büyüme arasında pozitif bir iliĢki olduğu ortaya konmuĢ, bazı çalıĢmalar enflasyonun
ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini belirtilmiĢtir. Bazı çalıĢmalar ise
enflasyonun belirli bir oranını eĢik noktası kabul ederek, enflasyonun bu düzeye
kadar ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediğini, belirlenen eĢik değerinin
üzerinde gerçekleĢen enflasyon oranın da büyümeyi negatif yönde etkilediğini
belirtmiĢlerdir. Görüldüğü gibi enflasyonla ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin
yönü tam olarak belirlenememiĢtir.
Bu çalıĢmada temel amaç, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin
yönünü belirlemek ve böylelikle literatürdeki çalıĢmalara yeni bir bakıĢ açısı
getirmeye çalıĢılmıĢtır.
Bu çerçevede dört bölümden oluĢan çalıĢmanın ilk bölümünde, enflasyonun
tanımlanması, nedenlerine göre enflasyon türleri, büyüklüklerine göre enflasyon
türleri, enflasyonun ölçme yöntemleri ve enflasyonun etkilerini açıklayarak
enflasyon hakkında bilgi verilmiĢtir.
Ġkinci bölümde ise, ekonomik büyümenin tanımı, ekonomik büyümenin
unsurları ve baĢlıca büyüme modelleri anlatılarak ekonomik büyüme kavramı
açıklanmıĢtır.
Üçüncü bölümde enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisinin Türkiye
ekonomisindeki tarihsel geliĢimi analiz edilmiĢtir. 1980 öncesi ve sonrası geçen
süreçte enflasyon, GSMH ve GSYĠH verilerinin geliĢmesi dönemlere ayrılarak
ayrıntılı bir Ģekilde incelenmiĢtir.
Son bölümde ise, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiye yönelik
literatür incelemesi ile çalıĢmada kullanılan ekonometrik yöntem açıklanmıĢtır.
2
Türkiye ekonomisinin 1980 ile 2010 yılları arası enflasyon (TÜFE) ile GSYĠH
verileri kullanılarak iliĢkinin yönü Granger Nedensellik testi ile araĢtırılmıĢ elde
edilen sonuçların değerlendirildiği sonuç bölümü ile çalıĢma tamamlanmıĢtır.
3
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
ENFLASYON TANIMI VE KAPSAMI
Latince ĢiĢkinlik anlamına gelen enflasyon, en basit tanımıyla fiyatlar genel
düzeyinde meydana gelen sürekli artıĢ demektir (Ünlüönen ve Tayfun, 2005: 260).
Diğer bir tanımlamayla enflasyon, toplam talebin toplam arzı aĢması sonucu fiyatlar
genel düzeyinin sürekli olarak ve anlamlı bir Ģekilde yükselmesi olarak
tanımlanmaktadır ve fiyat endeksleriyle ölçülmektedir (Eren, 1999: 69). Bu tanımda
baĢlıca üç önemli unsur üzerinde durmak gerekir.
a) Birinci nokta, fiyatlardaki artıĢ, sadece birkaç malda değil, ekonomideki
bütün mallarda ya da en azından ekonomideki malların büyük bir çoğunluğu için söz
konusu olmalıdır (Dinler, 2000: 404). Bu nedenle, fiyatlar genel düzeyi ekonomideki
belirli bir mal sepetinde yer alan malların fiyatlarının genel bir ortalamasını ifade
etmektedir (Bocutoğlu, 2009: 82). Böyle bir sepetin fiyatı da sepetteki malların
bazılarının fiyatları değiĢmediği veya malların fiyatlarının düĢtüğü halde, sürekli
artabilir. Bu nedenler enflasyonu, bütün malların fiyatlarının sürekli arttığı bir durum
olarak görmemek gerekir (Ünsal, 2005: 14).
b) Ġkinci nokta, enflasyon tanımında yer alan fiyatlar genel düzeyinin sürekli
bir artıĢ içinde olması gereklidir (Eğilmez, 2005: 266). Eğer bir ekonomide fiyatlar
bir kez artıp daha sonra durağan duruma gelirse, bu artıĢa enflasyon olarak
tanımlanması doğru olmayacaktır. Enflasyon kavramı bir süreci ifade eder (Eren,
1999: 70).
c) Üçüncü nokta, ekonomide toplam talep ile toplam arz arasında belirli bir
fiyat (cari fiyat) seviyesinde kurulmuĢ olan denge bozulmakta ve daha yüksek bir
fiyat seviyesinde tekrar denge sağlanmaktadır. Bazen de toplam arz toplam talep
arasındaki
eĢitlik
sağlanmıĢken,
ekonomik
karar
birimlerinin
enflasyon
beklentilerindeki değiĢmeler de enflasyona yol açabilmektedir. Toplam talep ile
4
toplam arz arasındaki dengenin bozulması ve yeni dengenin daha yüksek bir fiyat
seviyesinde gerçekleĢmesi sürekli bir hal aldığında, ekonomi enflasyon sürecine
girmiĢ demektir (Bocutoğlu, 2009: 82).
1.1. Nedenlerine Göre Enflasyon Türleri
Enflasyonun yaĢandığı ekonomilerde belirli bir fiyat düzeyinde toplam talep ile
toplam arz arasında kurulmuĢ bulunan dengenin çeĢitli nedenlerle bozulmaktadır.
Enflasyon ile mücadelede baĢarı sağlamak için öncelikle enflasyonun hangi
nedenlerden kaynaklandığını belirlemek gerekmektedir (Ülgen, 2002: 231).
Enflasyon nedenlerine göre, sırasıyla talep enflasyonu, maliyet enflasyonu, yapısal
enflasyon, ithal enflasyon ve fiyat enflasyonu olarak beĢ grupta inceleyebiliriz.
1.1.1. Talep Enflasyonu
Toplam talebin toplam arzdan fazla olmasına bağlı olarak genel fiyatlardaki
artıĢ talep enflasyonu olarak ifade edilmektedir (Türk, 2007: 88). Bir ekonomide
devletin açık finansman politikası izlemesi (karĢılıksız para basması), kredi hacminin
geniĢlemesi, kiĢilerin ve kurumların kendi bünyelerinde saklı tuttukları paralarını
dolaĢıma dahil etmeleri ve ödemeler dengesi fazlalığından doğan gelir artıĢları gibi
sebeplerle toplam talebin toplam arzı aĢması sonucu ortaya çıkan fiyatların sürekli
yükselmesine talep enflasyonu denir (Ülgen, 2002: 231).
Ekonomide denge talep lehine genelde Ģu üç nedenle bozulabilmektedir:
a) Kamu harcamaları, Devletin daha fazla yatırım yapmak istemesinden dolayı
artmaktadır. Devlet, bireylerin ekonomik, sosyal, kültürel ve klasik ihtiyaçlarını
yerine getirmektir. Bu ihtiyaçları bütçe harcamaları ile yerine getirmektedir. Bütçe
harcamalarındaki açık finansmanı enflasyonun baĢlıca sebeplerindendir (Özer, 1979:
11). Kamu harcamaları, kamu gelirlerinden fazla olursa kamu sektörü açık veriyor
anlamına gelir. Dikkat edilmesi gerekli nokta bu açığın para miktarı artırılarak
finanse edilip edilmediğidir. Eğer bu açık, özel sektör yatırımlarını daraltacak bir
Ģekilde bireylerden karĢılanma yoluna gidilirse toplam talebi değiĢtirmez. Zira, kamu
açığı daha yüksek vergi oranları veya borçlanma ile finanse edilirse özel kesim
5
yatırım ve tüketim harcamalarındaki azalma toplam talepte azalmaya neden olur.
Enflasyon problemi yaĢanan ülkelerde kapatılamayan kamu kesimi açıkları
enflasyonun en baĢta gelen nedenlerindendir.
b) Özel sektör yatırımlarının, özel sektör tasarruflarından fazla olması
durumda, özel sektör açık verecektir. Yatırımlar ile tasarruflar arasındaki fark, para
miktarını artırıcı Ģekilde kapatıldığında toplam talepte artıĢ yaĢanabilir.
c) DıĢ ticaret bilançosunun fazlalığından oluĢan gelir artıĢları Ģeklinde oluĢan
enflasyona ülkemizde pek rastlanılmamasıyla birlikte, dıĢ ticaret bilançosunun fazla
vermesi ve dolayısıyla, yurtiçi talep, yurtiçi arzdan fazla olur. Üretim süreci içinde
yaratılan gelir yurtiçinde kalırken, ihracat fazlası nedeni ile yurtiçindeki mal miktarı
azalır, yani toplam talep ihracat fazlası kadar artar. Ancak, ihracat fazlasının yurtiçi
talebi olan mallardan kaynaklanması gerekmektedir (Güngör, 2006: 5).
1.1.2. Maliyet Enflasyonu
Toplam talep fazlalığı yani enflasyonist açık olmaksızın, maliyetlerdeki bir
artıĢ nedeniyle fiyatlar genel düzeyindeki yükselmeye maliyet enflasyonu denir.
Öyleyse fiyatlar genel düzeyindeki artıĢın nedeni üretim faktörleri olan emek, doğal
kaynaklar, sermaye ve müteĢebbis payının artmasıdır (Unay, 1997: 376).
Maliyet enflasyonunun çoğunlukla dolaylı vergiler, faiz hadlerinin yüksek
oluĢu ve ücret düzeylerinin iyi ayarlanamamasından kaynaklandığı öne sürülürse de
daha birçok faktörün de buna etki yaptığı bilinmektedir. Bunları sıralarsak:
- ĠĢgücü talebinin iĢgücü arzından fazla olması durumunda ücretler ve
dolayısıyla maliyetler artar,
- Devletin destekleme alım politikaları,
- Faiz hadlerinin yüksek olması firmaların sağladıkları, kısa ve orta vadeli
kredilerin pahalıya mal oluĢuna neden olur,
6
- Kötü hava Ģartlarının tarım ürünlerinin arzını azaltır çiftçiler aynı masrafla
daha az ürün elde edince masraflar artar bu da maliyetinin yükselmesine sebep olur,
-
Devalüasyonun etkisi. Devalüasyon ithal malların fiyatını yükseltir bu da,
ithal edilen girdilere bağlı malların üretim masraflarının artmasına ve maliyet
enflasyonunun meydana gelmesine yol açar,
-
ĠĢçi sendikalarının kuvvetlenmesi, ücret artıĢları emeğin verim artıĢından
daha hızlı olursa maliyetler yükselecek ve bu da fiyatlara yansıyacaktır. Nominal
gelir Ģeklindeki ücret artıĢı aynı zamanda talebi etkileyecektir,
-
Hammadde fiyatlarının yükselmesi de maliyetleri yükseltir ve fiyatların
artıĢına neden olur. Özellikle hükümetin tarım ürünleri girdilerinin fiyatlarını
artırması üretim masraflarını da yükseltir (Türkbal, 2000: 401-402; Özgüven, 1975:
345-346).
1.1.3. Yapısal Enflasyon
Bir ekonomide fiyat artıĢını harekete geçiren global talep de ve global arzdaki
kaymalardır. Ancak ekonominin bir dizi yapısal özellikleri enflasyonun yayılmasını
hızlandırabilir ve enflasyonun durdurulmasını güçleĢtirebilir (ġahin, 1997: 471).
Ekonomideki yapısal bozukluklar ve darboğazlar nedeniyle oluĢan enflasyona
yapısal enflasyon denir. Tarımsal ürünler arzının yeterince esnek olmaması, nüfus
artıĢının hızlı olması ve köylerden Ģehirlere göç olması, talep yapısının üretim
yapısına uymaması, dıĢ ticaret dengesinin sürekli açık vermesi ve ithal kapasitesinin
esnekliği yapısal enflasyonun sebepleri arasındadır. Ayrıca tarım, sanayi ve hizmetler
sektörlerinin verimlilik farklılığı, üretim faktörleri arası dengesizlik, piyasalarda
görülen tekelci eğilimler ve piyasa baĢarısızlığı tasarruf ve dolayısı ile yatırım azlığı
sermaye piyasalarının yokluğu ve kurumsal bozukluklar yapısal enflasyonun
sebeplerindendir (Kanca, 2002: 45).
Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde toplumda yüksek enflasyon beklentisi
oluĢacak ve bu beklenti enflasyonun süreklilik kazanmasına sebep olacaktır.
BaĢlangıçta parasal bir olgu olan enflasyon, kısa sürede toplumsal bir boyut
7
kazanmaktadır. Bu süreç de siyasi düĢüncelerle yüksek taban fiyatları, yersiz ücret
artıĢları, veya endeksleme mekanizmaları gibi, nominal ücret ve fiyatlara yapıĢkanlık
kazandıran uygulamalar enflasyonun dinamikleri haline gelmektedir (Aktaran:
Doğan, 2005: 6-7).
1.1.4. Ġthal Enflasyon
Bazı girdilerin ithal edildiği dıĢa bağımlı ekonomilerde, ülke parasının sürekli
değer kaybetmesi sonucu ya da baĢka nedenlerle ithal girdi fiyatlarının yükselmesi,
maliyetlerin artmasına sebep olur. Bu Ģekilde ekonominin dıĢarıya bağlı olması
nedeniyle ortaya çıkan fiyat artıĢlarına, ithal enflasyon denir. (Dinler, 2000: 409).
Diğer bir tanımlamaya göre, enflasyonun bir ülkeden diğerine geçiĢine ithal
enflasyon denir. Ġthal enflasyon birbirinden farklı kanallardan ve değiĢik süreçlerden
geçerek bir ülkeden diğerine aktarılmaktadır (Altınok, 2002: 257).
Özellikle, Türkiye gibi toplam ithalatı içinde ara ve yatırım mallarının payının
fazla olduğu ülkelerde, ithal girdi fiyatlarındaki yükselmeler sanayi kesiminde
enflasyona sebep olabilmektedir. Ġthalat maliyetlerinin yükseliĢinden kaynaklanan
enflasyona ithal enflasyon denilmektedir (ġahin, 1997: 470).
1.1.5. Fiyat Enflasyonu (Kar Enflasyonu)
Ekonomik hayatta fiyatlar her zaman serbest rekabet piyasası kurallarına göre
iĢlemez. Bazı malların fiyatları üretici sektörlerin özellikleri, devletin takibettiği gelir
dağılımı ve sosyal politika gibi politikalar bakından siyasi bir nitelik taĢır. Firmalar
faaliyette bulundukları sektörlerde imal ettikleri malları çoğu zaman, kendi
aralarında anlaĢarak diledikleri fiyatları tüketicilere kabul ettirebilmektedirler (Türk,
2007: 89). Aralarında anlaĢarak, rekabeti ortadan kaldıran firmalar (kartel, tröst vb.)
fiyatlarını yapay olarak yükseltmeyi baĢarabilirler (Dinler, 2000: 409).
Bu açıklamalardan da anlaĢıldığı üzere, ekonomik hayatta bazı sosyal tabakalar
ve baskı grupları ürettikleri hakiki piyasa değerleri üzerinden gelir elde ederek efektif
talep seviyesini yükseltmekte, toplam arz toplam talebi karĢılayamadığı vakit,
enflasyonun oluĢmasına sebep olmaktadırlar (Türk, 2007: 89).
8
1.2. Büyüklüklerine Göre Enflasyon Türleri
Enflasyon, fiyatlar genel seviyesinin sürekli olarak yükselmesi olduğuna göre,
fiyatlar genel seviyesindeki yükselmenin Ģiddetine ve süresine göre değiĢen
kavramlarla nitelendirilmektedir (Bocutoğlu, 2009: 82; ġahin, 1997: 463).
Enflasyonu ılımlı enflasyon, yüksek oranlı enflasyon, hiperenflasyon olmak üzere
büyüklüklerine göre üç tip enflasyondan söz edebiliriz.
1.2.1. Ilımlı Enflasyon(Sürünen Enflasyon)
Fiyatlar genel düzeyinin yavaĢça yükselmesidir. Ilımlı enflasyon genellikle
iktisadi faaliyetlerin ve piyasaların canlandığı dönemlerde görülmektedir (Ülgen,
2002: 236). Ilımlı enflasyon yıllık %10‟nun altında kalan tek haneli enflasyon
haddidir (Parasız, 2000; 187-188). Bu düzeyde bir enflasyonun ekonominin reel
dengeleri üzerinde bozucu etkileri ortaya çıkmaz. Hatta, ılımlı enflasyon giriĢimcileri
iyimserlik havası verir, yatırım Ģevkini artırır. Dolayısı ile milli hasıla ve istihdam
seviyesi yükselir (ġahin, 1997: 464). Ilımlı enflasyon ortamında para her üç
fonksiyonunu (hesap birimi, mübadele ve değer saklama) yerine getirebilmektedir.
Ayrıca reel faiz oranı çok düĢük olmadığından kiĢiler tasarruflarını para olarak
değerlendirmekte, bankada mevduat olarak tutmakta sakınca görmemektedirler
(Ülgen, 2002: 236). Ilımlı enflasyon ortamında insanların bekleyiĢleri nispeten
istikrarlıdır. Ġnsanlar nominal koĢullarda sözleĢme yapmaktan çekinmezler, baĢka bir
Ģekilde ifade edersek sözleĢmeler enflasyona endekslenmez (Parasız, 2005: 198).
1.2.2. Yüksek Oranlı Enflasyon
Dörtnala enflasyon, daha çok Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü için Latin
enflasyonu olarak da bilinir. Fiyat artıĢlarının yıllık %10 la %1000 arasındaki
enflasyona yüksek oranlı enflasyon denilmektedir (Parasız, 2000: 188).
Yüksek oranlı enflasyon, kamu harcamalarının sürekli artması, gelirlerin
üretimdeki artıĢla orantısız olması, sürekli bütçe açıkları, yatırım finansmanlarının
emisyonla karĢılanması gibi nedenlere bağlı olarak fiyatlar genel düzeyinin sürekli
artıĢ göstermesi sonucunda ortaya çıkan bir enflasyon türüdür.
9
Bu tür enflasyonun yaĢandığı ekonomilerde ciddi sorunlar ortaya çıkmaktadır
(Ülgen, 2002: 235). Genel olarak yapılan sözleĢmeler bir fiyat endeksine ya da
yabancı bir paraya (dolara) endekslenmektedir. Çünkü paranın değeri hızla
kaybolmaktadır. Finansal piyasalar zayıflamakta ve fonlar faiz oranları yerine
tayınlamayla tahsis edilmeye baĢlamaktadır. Finansal kuruluĢlar
yetkilileri
kendilerine göre güvenilir olan kiĢilere kredi vermektedir. (Parasız, 2005: 198).
KiĢiler ve firmalar paralarının değer kaybına karĢı kendilerini koruyabilmek için
büyük mücadele vermektedirler. Para likit olarak tutulmak istenmez. Enflasyonun
üzerindeki faiz getirisi garantili olan değerli kağıtlar ya da gayri menkul hatta
dayanıklı tüketim malları satın alırlar (Dinler, 2000: 404).
1.2.3. Hiperenflasyon
Fiyatlar genel düzeyinin çok hızlı yükselmesi ve paranın iç değerinin aĢırı ve
hızlı bir Ģekilde düĢmesi sonucu enflasyon hızının çok artması durumuna
hiperenflasyon denilmektedir (Ülgen, 2002: 237).
Fiyatlar genel düzeyinin aylık %50‟yi aĢtığı enflasyona hiperenflasyon denir.
Yüksek oranlı bir enflasyondur. SavaĢ, ihtilal veya anormal durumlarda ortaya çıkar
(Unay, 1999: 320). Hiperenflasyonu diğer enflasyon çeĢitlerinden ayıran özelliği,
piyasadaki iĢlemlerin ulusal para yerine döviz üzerinden yapılması ve dolayısıyla
ulusal para sisteminin çökmesidir (Ünsal, 2005: 101).
Diğer bir ifadeyle likidite meylinin sıfıra inmesidir. Paranın değeri günün her
saatinde değiĢmektedir. Hiperenflasyon döneminde paranın mübadele fonksiyonu
ortadan kalkmakta, para yerine, altın, döviz ve mal talep edenler çoğalmaktadır.
Bankalar kredi musluklarını sonuna kadar açarlar.
Hiperenflasyonun baĢlıca özelliklerini sıralarsak:
-
Paradan
kaçıĢ,
paran
değer
ölçüsü
olma
fonksiyonunu
yerine
getirememesidir,
-
Milli piyasaların ve iç fiyatların bozulması, fiyatlar yabancı döviz
fiyatlarından çok daha hızlı yükselir,
10
-
Milli paranın değerini kaybetmesinden dolayı ihracat hemen hemen ortadan
kalkmasıdır (Özgüven, 1975: 345).
Hiperenflasyon dolaĢımdaki parayı tahrip etmekte, yabancı paraların ya da
yabancı parayla mevduat hesaplarının yerli paranın yerini almasına neden
olmaktadır. Hiperenflasyonlar karĢılıksız para rejimlerinde ortaya çıkmaktadır.
Hiperenflasyon döneminde giderek daha büyük rakamlı kağıt para basımı teknik
olarak mümkün ve kolaydır. Alman hiperenflasyonu döneminde Ocak 1922‟den
Ekim 1923‟e kadar fiyat endeksi 1‟den 10.000.000.000‟a yükselmiĢtir (Parasız,
2005: 198).
1.3. Enflasyonu Ölçme Yöntemleri
Bir ekonomide genel fiyat düzeyinde meydana gelen sürekli artıĢa enflasyon
denir. Enflasyon, enflasyon haddi ile ölçülür. Enflasyon haddi, genel fiyat düzeyinde
belirli dönemde meydana gelen yüzde artıĢ oranını ifade eder. Enflasyonun
tanımında yer alan genel fiyat düzeyi kavramını ve dolayısıyla da enflasyon haddi,
fiyat endeksi ile ölçülür (Ünsal, 2005: 96-97).
1.3.1. Fiyat Endeksi ÇeĢitleri
Fiyat endeksini tanımlarsak, seçilmiĢ belli sayıda mal ve hizmetin değiĢik
dönemlerdeki ağırlıklı ortalama fiyatını, bir temel (baz) dönemi ortalama fiyatına
oranı olarak ifade edilir (Uygur, 2001: 359). Endeks oluĢturmak için ilgilenilen
piyasaya göre (tüketici, üretici, ihracat, ithalat vb.) söz konusu piyasayı temsil edecek
bir mal ve hizmet sepeti oluĢturulur ve seçilmiĢ maddelerin fiyatları dönemsel olarak
izlenmektedir. Fiyat endeksleri, fiyatlarının izlendiği mal ve hizmet piyasasına göre
isimlendirilmektedir (TÜĠK, 2008: 15). Bunlar tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat
endeksi, GSMH deflatörüdür (Eren, 1993: 11).
1.3.1.1. Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE)
Tüketici Fiyat Endeksi fiyat seviyesinin belirlenmesinde kullanılan en yaygın
yöntemlerden birisidir. Tüketicilerin satın alımlarını gösteren bir sabit mal ve hizmet
satın alım maliyetlerini ortaya koyan bir endekstir. Bu sayede belli bir tüketici
11
grubunun yaĢam standardını koruyabilmesi için harcaması gereken para miktarındaki
değiĢimleri ortaya koymaktadır (Altınok, 2002: 260).
TÜFE değiĢik amaçlar için kullanılır amaçlardan önemlileri:
- Makro ekonomik anlamda enflasyonun ölçülmesi ve diğer ülkelerin
enflasyonlarıyla karĢılaĢtırılması,
- Hükümetlerin ekonomik politikalarının belirlenmesi,
- Ücretlerin ve fiyatların ayarlanması,
- Herhangi bir değer verisinin enflasyondan arındırılması (deflatör olarak
kullanılması),
- Ticari faaliyetlerin yönlendirilmesi,
- Milli muhasebe hesaplarına gösterge olması,
- Fiyat analizlerine gösterge olmasıdır.
2003 Temel Yıllı TÜFE‟de, 12 ana grup, 44 alt grup ve 454 madde kapsar.
Sepette çeĢitleriyle birlikte toplam 851 ürün bulunmaktadır (TÜĠK, 2008: 20-26).
Tablo 1: TÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları
Ana Harcama Grupları
Ağırlık(%)
Gıda ve alkolsüz içecekler
29,42
Alkollü içecekler ve tütün
4,67
Giyim ve ayakkabı
8,09
Konut, su, elektrik, gaz vb.
16,91
Mobilya, ev aletleri ve ev bakım hizmetleri
6,47
Sağlık
2,71
UlaĢtırma
10,42
HaberleĢme
4,82
Eğlence ve kültür
3,6
Eğitim
2,15
Lokanta ve oteller
5,87
ÇeĢitli mal ve hizmetler
4,87
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Fiyat Endeksleri ve Enflasyon, 2008: 24
12
1.3.1.2. Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE)
Türkiye enflasyonla mücadelede 2005 yılında yeni bir döneme girmiĢtir. Fiyat
hareketlerinin ölçülmesinde yeni endeksler ile hesaplama dönemine geçilmiĢtir.
Tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) yeniden düzenlenmiĢ, 2005 yılı ocak aynı
enflasyon değerinin hesaplanması amacıyla devreye girmiĢ ve bu yeni endeks ile ilk
oran ġubat ayında açıklanmıĢtır. TÜFE‟deki değiĢimin yanı sıra, Toplam EĢya
Fiyatları Endeksi‟nin de yerini Üretici Fiyatları Endeksi almıĢtır. Türkiye‟de yıllardır
Üretici Fiyatları Endeksi yerine, Toptan EĢya Fiyatları Endeksi kullanılmaktaydı.
2004 yılından itibaren, Avrupa Birliği‟ne uyum süreci çalıĢmalarının hızlanması,
bununla birlikte istatistikler içinde uyum çalıĢmalarının eĢ zamanlı olarak
tamamlanması sonucunda, 2005 yılından itibaren Türkiye‟de ÜFE hesaplanmaya
baĢlanmıĢtır (Günal, 2007: 385-386).
Üretici fiyatları endeksi (ÜFE), ülke ekonomisinde üretim faaliyetleri içinde
yer alan maddelerin fiyatlarında aydan aya ortaya çıkan değiĢimleri ölçmekte
kullanılan bir endeks türüdür (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 273).
DeğiĢik amaçlar için kullanılabilecek bir endeks olan ÜFE, aĢağıdaki
konularda karar alıcılara yardımcı olur:
- Enflasyon ve ekonomideki fiyat hareketlerinin izlenmesi,
- Hükümetlerin ekonomik politikalarının belirlemesinde,
- Ücretlerin ve fiyatların ayarlanması,
- Üretim ve verimlilik hesapları,
- Muhasebe hesapları,
- Fiyat analizlerine iliĢkin çalıĢmalar,
- Yatırım kararları
2008 yılı itibariyle, ÜFE‟de 5 ana sektör altında 759 madde kapsar (TÜĠK,
2008: 39-41).
13
Tablo 2: ÜFE Ana Harcama Gruplarının Ağırlıkları
Ana Sektörler
Ağırlık(%)
Tarım, avcılık ve ormancılık
20,23
Balıkçılık
0,42
Madencilik ve taĢocakçılığı
1,51
Ġmalat sanayi
72,07
Elektrik, gaz ve su
5,77
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Fiyat Endeksleri ve Enflasyon, 2008: 38
1.3.1.3. GSMH Deflatörü
Nominal, yani cari fiyatlarla GSMH‟yi, reel, yani fiyat değiĢimlerinin
etkisinden arındırılmıĢ GSMH‟ye böldüğümüzde GSMH zımni deflatörünü
hesaplarız. Zımni deyimi de bu endeksin kendiliğinden ortaya çıkmasından dolayıdır.
Bu tanımdan da anlaĢılacağı gibi GSMH zımni deflatörü en geniĢ kapsamlı
fiyat endeksi olarak karĢımıza çıkmaktadır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 274-275).
GSMH Deflatör = (Cari Fiyatlarla GSMH / Sabit Fiyatlarla GSMH) × 100
GSMH Deflatörü, fiyatlar da oluĢan değiĢiklik yüzdesini açıklar. Fiyat
endeksleri belirli bir mal sepeti temel alınarak hesaplanır. GSMH, bir ekonomide
belirli bir zaman içerisinde üretilen tüm mal ve hizmetlerin değerini içerdiği ve
fiyatlar düzeyindeki değiĢikliği daha iyi açıkladığı için GSMH Deflatörü kullanılarak
hesaplanan enflasyon oranı daha güvenilirdir (Günal, 2007: 387).
1.3.1.4. Çekirdek Enflasyon
Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine iliĢkin tahmin edici gücü yüksek
olan, enflasyonun eğilimini belirleyen bir göstergedir (TÜĠK, 2008: 11). Merkez
Bankası enflasyon hedefi olarak tüketici fiyatlarındaki değiĢmeleri almaya baĢladığı
için para politikasının baĢarısı açısından tüketici fiyatlarındaki temel eğilimleri
saptamak önemli bir hale gelmiĢtir (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 275).
Karar alıcılar ve iktisat politikası uygulayanlar, enflasyonun orta-uzun vadeli
trendini bilmek isterler. Bu amaçla mevsimlik ve geçici etkilerden arındırılmıĢ fiyat
14
endeksleri de hesaplanmakta ve bu tür endekslerden hesaplanan enflasyon çekirdek
enflasyon adını almaktadır. BaĢka bir ifadeyle çekirdek enflasyon, enflasyonun arz
kaynaklı dalgalanmalarını dikkate almayıp asıl olarak talep etkisini dikkate
almaktadır. Enflasyonu bir zaman serisi olarak düĢünürsek, çekirdek enflasyon bu
zaman serisinin kalıcı trend kısmını yansıtmaktadır (Uygur, 2001: 366).
Çekirdek enflasyon, fiyatlarda gözlenen geçici etkilerin arındırılması
sonucunda fiyatlar genel düzeyindeki artıĢ anlamına gelmektedir. Bu geçici etkilerin
arındırılması için özel kapsamlı fiyat endeksleri ile hesaplama yapılmaktadır.
Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından, 2005 yılı Ocak ayından itibaren hesaplanıp
yayımlanan “Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri” Türkiye için çekirdek enflasyon
göstergeleri olarak yayımlanmaktadır. (TÜĠK, 2008: 11).
Çekirdek enflasyonu hesaplamak için TÜFE kapsamına giren kalemlerden;
gıda ve enerji fiyatları, ipotek faizi ödemeleri, kamu tarafından belirlenen fiyatlar,
ulaĢım maliyetleri ve dolaylı vergilerin endeksin hesaplandığı mal sepetinden
çıkarılması yoluna gidilmiĢtir (Bocutoğlu, 2009: 99).
1.3.2. Fiyat Endekslerini Hesaplamanın Yöntemleri
Fiyat endekslerini hesaplamanın baĢlıca üç yöntem kullanılmaktadır bunlar;
Laspeyres Endeksi, Paasche Endeksi ve Fisher Endeksidir (Tunay, 2007: 63).
TÜFE ve TEFE, Laspeyres Endeksi yoluyla hesaplanmaktadır. Bu endekse
göre, baz alınan herhangi bir dönemin fiyat endeksinin; o mal sepetinden hesaplanan
mal miktarlarının cari dönemde ki değeriyle, baz alınan dönemdeki değerine
oranlamasıyla bulunur. Endeksin baz alınan yıldaki değeri 100 olarak kabul edilir.
TÜFE veya TEFE değerlerindeki değiĢmeler kullanılarak, fiyat genel seviyesindeki
değiĢmeler hesaplanır (Aktaran: Turhan, 2007: 5).
Laspeyres Endeksinin daha iyi anlaĢıla bilmesi için örnek olarak TÜFE‟nin
hesaplanması göz önüne alınmıĢtır, ancak TEFE‟nin hesaplanması da formülasyon
olarak tamamen aynıdır.
15
n
W
TÜFE = LP =
i 1
i ,t
 Pi ,t 


 Pi , 0 
Bu ağırlıklar (w i,t ) tüketici harcamalarının genel düzeyine oranla her bir mal
kaleminin öneminin yansıtan bir baz dönemde tüketicinin harcama alıĢkanlıklarını
temel alır.
wi =
Pi , 0 Qi , 0
 P
n
i 1
i , 0,
Qi , 0 
Dolayısıyla, TÜFE aĢağıdaki gibi ifade edilebilir:
 P
Qi , 0 
 P
Qi , 0 
n
TÜFE =
i 1
n
i 1
i ,t
i ,0
EĢitlikte; Q i , 0 baz alınan dönemde (t=0) i‟inci malın tüketilen miktarını; P i , 0
da baz alınan dönemde i‟inci malın fiyatını göstermektedir (Tunay, 2007: 64).
Birçok ülkede kullanıldığı gibi Türkiye‟de enflasyonu ölçmek için kullanılan
fiyat endeksleri sabit ağırlıklı Laspeyres Endeksleridir (Uygur, 2001: 362). Laspeyres
Endeksinin fiyat düzeyinin veya fiyat düzeyindeki değiĢmelerin kusursuz bir ölçütü
olmadığı belirtilmelidir. Bu endeks baz dönemdeki miktarlar kullanılarak
hesaplandığından, nispi fiyat değiĢmesinden kaynaklanan ekonomik birimlerin
mallar arası ikame yapması durumunu dikkate almaz. Endeksle ilgili ikinci sorun,
zaman içinde üretim kalitesi değiĢmelerine karĢın endeks de bu değiĢmelerin dikkate
alınmayıĢı. Son olarak, endeks piyasaya yeni çıkan mal ve hizmetleri kapsamına
almaz (Tunay, 2007: 64-65).
GSMH ve GSYĠH deflatörleri Paasche Endeksi ile hesaplanır. Açıklamaları
somutlaĢtırmak için aĢağıda GSYĠH deflatörünün hesaplaması göz önüne alınmıĢtır,
kuĢkusuz GSMH deflatörünün formülasyonu da aynı olacaktır.
16
 P
Qi , t 
 P
Qi , t 
n
Pt =
i 1
n
i 1
i ,t
i ,0
EĢitlikte; Q i,t cari dönemde üretilmiĢ ve satılmıĢ i‟inci malın miktarını; P i,t
i‟inci malın cari fiyatını ve P i , 0 aynı malın baz yılındaki fiyatını gösterir (Tunay,
2007: 65).
Paasche Endeksi ise, cari yıl için temsili bir mal ve hizmet sepeti seçer ve
önceden bu sepetin değerini, içinde bulunulan yıldaki fiyatlar ile bulur ve aynı sepet
daha önceki senelerden birinde alınmıĢ olsaydı maliyeti ne olurdu sorusunun
cevabını bulur. Buradaki iki maliyetin oranı bize iki sene arasındaki enflasyonu verir
(Çepni,2005: 70).
Endeks cari dönemdeki ağırlıkları kullandığından, fiyatı nispi daha az artan
mallara olması gerekenden daha fazla ağırlık vermekte ve dolayısıyla bu yöntemle
hesaplanan deflatör fiyat artıĢlarını olduğundan düĢük göstermektedir. Diğer yandan,
Paasche Endeksi ile yapılan hesaplamalar belirli dönemler itibariyle toplam mal ve
hizmet üretimlerini yansıttığından, Laspeyres Endeksinin aksine hem üretim kalitesi
değiĢmelerinin hem üretim hacmi değiĢmelerinin ve hem de piyasaya yeni çıkan mal
ve hizmetlerin fiyatlar üzerindeki etkilerini kapsar. Bununla birlikte, Paasche
Endeksi ile hesaplanan deflatör ile uzun dönemli karĢılaĢtırmalar da yanıltıcı
olabilecektir (Tunay, 2007: 66).
Bu formüllerden tek birini kullanmak yerine bu iki endeksin geometrik
ortalaması alınarak yapılan hesaplamaya Fisher Endeksi denir (Çepni,2005: 72).
FI = LI  PI
1.4. Enflasyonun Etkileri
Günümüz ülke ekonomilerinin yaĢadıkları en önemli sorunlardan birisi
enflasyondur. Enflasyonun birçok olumsuz etkisi bulunmaktadır. Enflasyon, fiyatlar
17
genel düzeyini yükseltmekte, yatırımları ve tasarrufları azaltmakta, ödemeler
dengesini ülke lehine bozmakta ve gelirler reel olarak azalmaktadır (Ülgen, 2002:
237).
Enflasyon döneminde genel fiyat düzeyi yükselir. Ancak bu durumda tüm mal
ve hizmetlerin fiyatları aynı oranda yükselmez. Bir zaman içinde bazı malların
fiyatları daha fazla yükselir bazı malların fiyatları ise daha az yükselir. Bazı malların
fiyatında ise yükselme gecikerek ortaya çıkar. BaĢka bir Ģekilde ifade edersek
enflasyon malların nispi fiyatlarını değiĢtirir. ĠĢte bu olgu bir dizi ekonomik ve sosyal
etkiler meydana getirir. Para bütün mallar için ortak değer ölçüsü olma iĢlevini
giderek yitirir. Para değer ölçüsü iĢlevini yitirdiğinde karar birimlerinin ekonomik
hesap yapmaları zorlaĢır. Etkin bir kaynak dağılımı yapılamaz. Kısa ömürlü projelere
spekülatif alanlara daha fazla kaynak tahsissi yapılır.(ġahin, 1997: 473). Enflasyonun
yarar ve zararlarını birlikte dikkate alarak, etkilerini genel Ģekilde inceleyelim
(Türkbal, 2000: 409).
1.4.1. Enflasyonun Tasarruf Hacmi Bakımından Etkisi
Enflasyonun tasarruflar üzerindeki etkisini düĢük gelirli guruplar, orta gelirli
guruplar ve yüksek gelirli guruplar olarak ayrı ayrı incelenmelidir (Bocutoğlu, 2009:
85). Enflasyon döneminde faiz oranlarının enflasyonun üzerinde olması gereklidir.
Beklenen enflasyon oranı çok iyi hesaplanmalı faiz oranları buna göre
belirlenmelidir. Aksi takdirde enflasyon döneminde parasını faiz geliriyle
değerlendirme yolunu seçenler zararlı çıkarlar (Dinler, 2000: 412). Bu noktada reel
faiz oranı kavramını açıklamakta fayda var. Reel faiz oranı, nominal faiz oranı ile
enflasyon oranı arasındaki farktır.
Reel Faiz Oranı = Nominal Faiz Oranı – Enflasyon Oranı
Bu duruma göre, bireylerin tasarruflarını faiz geliri elde etmek amacıyla
değerlendirmeleri için nominal faiz oranının enflasyon oranından yüksek olması
gerekir (Bocutoğlu, 2009: 85).
18
DüĢük ve orta gelirli guruplar, faiz oranlarının enflasyon oranı altında kalacağı
endiĢesiyle tasarruflarını faize yatırmaktansa harcama yoluna giderler. Bu durum
tüketim harcamalarını artırır. Böylece bir yandan tüketim mallarının fiyatları
yükselirken diğer yandan düĢük ve orta gelirli gurupların tasarruftan kaçmasına ve
yatırımları besleyen tasarruf kaynaklarının kurumasına yol açar.
Yüksek gelirli guruplar, enflasyon döneminde daha da zenginleĢir ve
tasarrufları çoğaltır. Ancak tasarruflar yatırımlara yönelmez (Bocutoğlu vd., 2000:
224). KiĢiler, enflasyonist dönemlerde tasarruf yerine arsa, bina, altın, döviz ve
dayanıklı tüketim mallarını tercih ederler (Türkbal, 2000: 409). Para değerini ne
kadar hızla kaybederse harcamalar da o derece artar. Bu durum adeta; para önünden
kaçıĢtır. Fiyatların yükseleceği korkusu harcamaları etkiler. Harcamaların artması da
fiyatları yükseltir (Özgüven, 1975: 347).
1.4.2. Enflasyonun Kaynakların Kullanımı Bakımından Etkisi
Enflasyon kaynakların kullanımı üzerindeki olumsuz etkilerini yalnız tüketim
harcamalarının artması Ģeklinde göstermez (Türk, 2007: 92).
Enflasyon devrelerinde, döviz fiyatları da yükselir ve makine ve teçhizat
malları ithali azalır. Bununla birlikte, yatırımların gerektirdiği prodüktivite ve
maliyet hesapları kesinlikle yapılamaz. Bu da tahminlerin isabetsiz olmasına sebep
olur ve dolayısıyla teĢebbüslerin yatırım cesaretini kırar (Özgüven, 1975: 347).
Ġthalatın azalmasıyla birlikte ithal edilemeyen malların yurt içinde üretilmesi
durumunda ise; fiyat, kalite ve servis açısından uluslararası rekabetten uzak kalitesiz
mal üretimi gerçekleĢmektedir. Ülke kaynakları, enflasyon ekonomisi kuralları
doğrultusunda rekabetçi üretim alanlarından uzaklaĢmakta ve kaynak dağılımı
bozulmaktadır (Ülgen, 2002: 239).
1.4.3. Enflasyonun Ödemeler Dengesine Etkisi
Enflasyon dönemlerinde ülke içi fiyatların yükselmesi, döviz kurlarında gerekli
düzenlemeler yapılmadığı taktirde, ithal mallarının daha ucuz hale gelemsine, ihraç
mallarının fiyatlarının ise yükselmesine neden olmaktadır (Dinler, 2000: 413).
19
Cari iĢlemler dengesi ülkenin aleyhine bozulur. Ülkeye yabancı sermaye giriĢi
yavaĢlar iken ülke dıĢına çıkan sermaye hızlanır; sermaye hesabı dengesi ülke
aleyhine bozulur (ġahin, 1997: 473). Ġhracatı artırmak için devalüasyonlara
baĢvurulur ve ithalatı daraltıcı önlemler alınır (Türkbal, 2000: 410).
1.4.4. Enflasyonun Vergi Üzerine Etkisi
Artan oranlı bir vergi sistemi, toplam gelir enflasyonla yükselirken toplam
gelirden tüketime tahsis olunacak gelir kısmını azaltacaktır. Diğer yandan transfer
harcamaları da nominal olarak belirleniyorsa, vergilerin yarattığı frenleyici etkiye
katkıda bulunacaktır (Parasız, 1999: 235).
Enflasyonist dönemde mükellefler reel gelirleri artmasa da vergi ödemek
zorunda kalmaktadırlar. Enflasyon sebebiyle ortaya çıkan yüksek kârların
vergilendirilmesi, elde edilen gelirin enflasyon sonucu artarak yüksek oranlı vergi
dilimlerine dahil olması ve yine enflasyon nedeniyle satın alma gücünde meydana
gelen aĢınmadan dolayı mükellefler elde ettikleri gelirlerinin bir kısmını vergi
idaresinden saklama yoluna gitmektedirler (Aktaran: IĢık ve Acar, 2003: 120). Bu
durum vergi hasılatının azalmasına ve Hazine‟nin kamu harcamalarını finanse etmek
için borçlana ya da para basma yoluna gitmesine sebep olmaktadır, bunun sonucu
olarak faiz oranları yükselmekte ve sonuçta enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki
olumsuz etkisi de artarak devam etmektedir (IĢık ve Acar, 2003: 120).
1.4.5. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerine Etkisi
Bir ülkede fiyatlar genel düzeyi yükselirken, bu artıĢlar tüm mallarda aynı
oranda gerçekleĢirse ve toplumdaki tüm kesimlerin gelirleri enflasyon oranında
artarsa, böyle bir enflasyondan kimse zarar görmez. Ekonomideki tüm kesimler eski
satın alma güçlerini koruyacaklarından, enflasyon gelir dağılımı üzerinde olumlu ya
da olumsuz bir etki yaratmaz (Dinler, 2000: 412).
Oysa enflasyon düĢük gelirliler ile yüksek gelirliler arasındaki farkın
büyümesine sebep olur ve gelir dağılımı dengesini de bozmaktadır (Ülgen, 2002:
238). Enflasyon gelir dağılımını sabit gelirler aleyhine bozucu bir etki yaratmaktadır.
20
Genellikle sabit ve dar gelirli grupların tüketim eğilimlerinin diğer gelir gruplarından
daha yüksek olduğu kabul edilir. Böylece tüketim fonksiyonunda aĢağıya doğru bir
kayma enflasyonist baskıyı azaltıcı yönde etkilemektedir. Sabit gelirlilerin
gelirlerinde artıĢ olsa bile bu artıĢ gecikmeli ve diğer gelirlerden oransal olarak daha
az olacaktır. Hatta kiĢiler sabit gelirli olmasalar bile, gelirlerindeki artıĢı ancak bir
gecikme ile oluyor ya da gelirlerindeki yükselme diğer gruplarınkinden daha düĢük
oranda oluyorsa, bu durumda da toplam tüketimde bir azalma olacaktır (Parasız,
1999: 235). Buna karĢın, imalatçının, tüccarın üreticinin, serbest meslek erbabının
gelirleri fiyat hareketlerini yakından takiberler. Bu sebeple, enflasyon devrelerinde
milli gelirin dağılımı genellikle zengin sınıf lehine değiĢir, iĢçi, memur, esnaf,
enflasyon dolayısıyla fakirleĢir; enflasyon zengini, daha zengin fakiri daha fakir hale
getirir (Türk, 2007: 95).
1.4.6. Enflasyonun Borçlu ve Alacaklı Üzerine Etkisi
Enflasyon döneminde milli para ile borç vermek kayıplı, borç almak ise
kazançlı bir iĢtir. Enflasyonun etkisi ile mili paranın değeri sürekli olarak düĢtüğü
için, Türk Lirası cinsinden borç verenler vadesi sonunda borç verdikleri parayı geri
alsalar bile, enflasyon oranında zarara uğrarlar. Borç alanlar ise, vadesi sonunda borç
aldıkları parayı geri öderken enflasyon oranında kazançlı çıkarlar (Bocutoğlu vd.,
2000: 225).
1.4.7. Enflasyonun Ücretler Üzerine Etkisi
Fiyatların nominal ücretlerden daha hızlı yükselmesi reel ücretleri düĢürür.
Nominal ücretlerin enflasyon oranında yükselmesi sağlanabildiği sürece reel
ücretlerdeki azalma önlenecektir. Ama nominal ücretlerin enflasyon oranında
yükseltilmesi, uygulamada bir önceki dönemin enflasyon oranından yararlanılarak
yapılmaktadır. Enflasyonun hızlandığı dönemlerde bu uygulama reel ücretlerde
düĢmeye yol açacağından iĢgücünü yeterince koruyamayacaktır. ĠĢçi sendikaları
enflasyon bekleyiĢlerini de dikkate alarak bir önceki yıl enflasyon oranından daha
yüksek bir ücret artıĢı istediklerinde ise maliyet enflasyonu yoluyla enflasyonun
körüklenmesine yol açtıkları suçlamasına maruz kalacaklardır. Enflasyonun
21
yavaĢlamakta olduğu dönemlerde ise geçmiĢ dönem enflasyon oranıyla endeksleme,
enflasyonu hızlandırıcı etki yapacaktır (ġiĢik, 1982: 49).
1.4.8. Enflasyonun Sosyal Sınıflar Bakımından Etkisi
Sabit gelirliler enflasyondan en çok zarar görenlerdir. Ücretler, maaĢlar ve kira
gibi sabit geçinenlerin satın alma gücü azalır. Sabit gelirler sık sık değiĢmediğinden
ve fiyat değiĢmelerine uygun olarak ayarlanmadığından yükselen fiyatları geriden
takip ederler. Üretici sınıf, fiyatlar yükselip karlar arttığı için çok daha avantajlı
duruma geçerler (Özgüven, 1975: 346-347). Üreticiler ve satıcılar, mallarının
fiyatları yükseldiğinden genelde karlı duruma geçerler. Kredi alarak yatırım
yapanlar, enflasyonist dönemlerde borç yüklerini azaltırlar (Türkbal, 2000: 409).
Enflasyon bu olumsuz ekonomik etkilerin yanı sıra çok ciddi sosyal etkiler
yaratır, para fonksiyonunu yitirir. Gelir dağılımının sabit gelirler aleyhine bozulması
sosyal dengeleri bozar. Spekülasyon eğilimi, kolay yoldan para kazanma ve rant
kollama arzusu canlanır. MeĢru olmayan iĢler ve rüĢvet yaygınlaĢır. Enflasyon ahlaki
değerlerin yıpranmasına, çalıĢma arzusunun ortadan kalkmasına yol açar (ġahin,
1997: 473).
22
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
EKONOMĠK BÜYÜME
Ekonomik büyüme hakkında çok çeĢitli tanımlar yapılmıĢtır. Basit bir Ģekilde
ekonomik büyümeyi tanımlarsak; “bir ülkede üretilen mal ve hizmet miktarının
zaman içinde artmasına ekonomik büyüme denir. Ġktisadi büyüme reel Gayri Safi
Yurt Ġçi Hasılanın (GSYĠH) zaman içinde sürekli artması anlamına gelir” (Ünsal,
2005: 15).
Ġktisat literatüründe ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma ve ekonomik
geliĢme çoğu defa aynı anlamda kullanılmaktadırlar. Fakat bu sözcüklerin anlamları
farklıdır. Aralarındaki farkı en tutarlı Ģekilde Alfred Amonn oluĢturmuĢtur. Amonn‟a
göre ülke ekonomisi zaman içinde iki yönde değiĢim gösterir.
a)
Gövdesi ile büyür geniĢler; örnek verecek olursak nüfus artar, nüfus
artıĢıyla birlikte iĢ gücü çoğalır, bununla birlikte üretim faktörlerinde artıĢlar yaĢanır.
b)
Bünye ve çatısı ile değiĢir; örnek verecek olursak milli gelir içindeki
sanayi, tarım, hizmet sektörlerinin payları değiĢir.
ĠĢte ülke ekonomisinde nüfus, iĢgücü, toprak ve üretim faktörlerinde meydana
gelen artıĢlara büyüme denir. Ekonominin bünye ve çatısında meydana gelen
değiĢmelere de kalkınma ya da geliĢme denir (Acar, 1998: 5).
2.1. Ekonomik Büyümeyi Belirleyen Unsurlar
Bir ekonomide ekonomik büyümeyi etkileyen birçok faktör bulunmaktadır.
Ekonomik büyüme; milli gelirde ve buna bağlı olarak kiĢi baĢına düĢen milli gelirde
meydana gelen önemli ve kalıcı artıĢları ifade eder. Bunun sağlanmasında hangi
faktörlerin etkin olduğu ve hangi hızda devam edeceği belirleyen faktörler
farklılıklar göstermektedir. Çünkü her ülkenin kaynaklarının, sosyal ve ekonomik
durumunun farklı olması bu konuda bir genelleme yapabilmemizi engellemektedir.
23
(Ülgen, 2002: 30). Bununla birlikte klasik iktisatçılardan günümüze kadar gelen
iktisadi ekollerin bu konulardaki yaklaĢımlarında bazı ortak unsurlar bulunmaktadır
(Bocutoğlu vd., 2000: 388). Bu temel unsurlar; sermaye birikimi, beĢeri sermaye,
nüfus ve iĢ gücü artıĢı ve teknolojik değiĢmedir.
2.1.1. Sermaye Birikimi
Sermaye, üretim sürecinde kullanılan makine, teçhizat, bina, fabrika vb. gibi
daha önceden üretilmiĢ mal stoklarından meydana gelmektedir. Emek miktarı sabit
olduğunda; toplam sermaye ve iĢçi baĢına düĢen sermaye miktarı yükseltilirse,
toplam üretim miktarı artmaktadır. Ancak zamanla sermayenin değerinde bir aĢınma
oluĢmaktadır. Bunu önlemek için yani sermaye stokunu belirli bir düzeyde
tutabilmek için yeni yatırım yapmak gerekmektedir. Ancak yatırımları artırmak
kolaylıkla gerçekleĢtirilemez. Bunu yetersiz kılan en önemli faktörlerden biri tasarruf
yetersizliğidir (Ülgen, 2002: 305). Özellikle az geliĢmiĢ ülkelerde tasarruf miktarları
oldukça düĢük seviyededir. Bunun yanı sıra dıĢ yardıma baĢvurmanın sınırları ve
dezavantajları da bulunmaktadır (Bocutoğlu vd., 2000: 390).
Sermayenin kaynağı tasarruftur. Tasarruf kısaca harcanmayan gelir olarak
ifade edilir. Bir ülkenin tasarruf etme seviyesi yüksekse sermaye birikimi hızlı,
tasarruf etme seviyesi düĢükse sermaye birikimi yavaĢtır. Sermaye birikimini için
tasarrufların yatırıma dönüĢmesi gerekir.
Sermaye birikimi için ilk Ģart, tasarruf düzeyinin yüksek olmasıdır. GeliĢmekte
olan ülkelerde tasarruf etme seviyesi düĢüktür.
Sermaye birikimi için ikinci Ģart, yapılan tasarrufların yatırıma dönüĢmesidir.
Bireyler ve iĢletmeler bankalara güvenmiyorsa, ya da enflasyon yapılan tasarrufları
öldürüyorsa, yapılan tasarruflar yastık altına ya da döviz, altın gayrimenkul alımında
kullanılır. Az geliĢmiĢ ülkelerdeki gelir dağılımındaki adaletsizlik diğer yandan
israfın olması tasarruf seviyesinin düĢük olmasına neden olur.
Sermaye birikimi için üçüncü Ģart, yatırımların rasyonel bir Ģekilde
yapılmasıdır (Unay, 1997: 475).
24
2.1.2. BeĢeri Sermaye
Ekonomik büyümenin diğer önemli bir belirleyicisi beĢeri sermayedir. BeĢeri
sermaye insanda bilgi birikimini ve becerisini artıran ekonomik büyümenin en temel
kaynaklarından biridir (Parasız, 2000: 282). Diğer bir tanıma göre beĢeri sermaye,
insan kaynaklarına yapılan ve iĢgücünün niteliğini arttıran yatırımlara denir. Bu
durum, iĢ gücü miktarındaki artıĢ sonucunda meydana gelecek üretim artıĢına
eĢdeğer oranda, bekli de daha fazla bir artıĢ sağlayabilir. Ülke ekonomisinin
geliĢmesinde önemli rol oynayan beĢeri sermaye unsurlarından biriside eğitimdir.
Okulda öğretim, mesleki geliĢtirme programları, kurslar ve eğitim yatırımları insan
becerilerini geliĢtirmektedir. Ayrıca eğitimli insanlar birbirleri ile iletiĢimleri daha
güçlü olur, geliĢen ve değiĢen teknolojiye daha rahat uyum sağlarlar. Bu sebeple
insan kaynaklarına yatırım yapmak, kaliteyi ve kaynakların verimliliğini artırıcı
etkide bulunur (Berber, 2006: 29).
2.1.3. Nüfus ve ĠĢgücü ArtıĢı
Ekonomik büyümenin diğer önemli bir belirleyicisi nüfus ve iĢgücü artıĢıdır.
Nüfus artıĢıyla birlikte iĢgücünde meydana gelen artıĢ, uzun yıllar boyunca
ekonomiyi olumlu etkilediği görülmüĢtür. Nüfus artıĢı bir yandan iç pazarın
geniĢlemesini sağlarken diğer yandan nitelikli iĢgücünün artmasına neden olur.
Bununla birlikte artan nüfus geliĢmiĢ ülkelerde emek arzında getireceği fazlalığın
negatif ve pozitif etkileri her zaman sorgulanmıĢtır (Berber, 2006: 29).
2.1.4. Teknolojik GeliĢme
Ekonomik büyümenin diğer önemli bir belirleyicisi teknolojik geliĢmedir.
Tasarruf, yeni sermaye yatırımı, beĢeri sermaye birikimi ve nüfus artıĢı ve iĢgücü
ekonomik büyümeye büyük bir katkı yapar. Ancak teknolojik değiĢmenin ekonomik
büyümeye katkısı (yeni teknolojilerin bulunması, uygulaması ve yeni mallar) çok
daha büyüktür (Parasız, 2000: 283).
Teknolojik geliĢme; aynı miktar kaynak kullanımı ile mevcut teknolojinin
ilerlemesi sonucu daha fazla üretim elde etme anlamına gelmektedir. BaĢka bir ifade
25
ile; var olan ürünlerin üretiminde; yeni yöntemlerin geliĢtirilmesi, yeni nitelikte
ürünlerin üretilmesi, yönetim, organizasyon ve pazarlama tekniklerinde sağlanan
geliĢme ve yenilik Ģeklinde ortaya çıkan bir durumdur.
Teknolojik geliĢmeyi özelliklerine göre farklı biçimlerde görebilmekteyiz.
Bunlardan bazıları ifade etmek istediğimizde bunların teknolojik geliĢmenin
ortalama maliyetlerdeki düĢürücü etkisi veya yeni ürünlerin üretilmesine imkan
veren iyileĢmeler olarak ifade etmek mümkün olacaktır (Ülgen, 2002: 306).
Teknolojik geliĢmenin yararlarını toplamak için sermaye arttırılmalıdır. En
güçlü ve eriĢilmesi çok daha zor olan temel teknolojiler beĢeri sermaye Ģeklinde
biçimlenmektedir (Parasız, 2000: 283).
2.2. BaĢlıca Büyüme Modelleri
Büyüme konuları ile klasik iktisatçılar da incelemiĢlerdir. Fakat büyüme
teorilerindeki geliĢmeleri 1940-1960 yılları arasında sunulan büyüme modellerine
borçluyuz. Keynes ekonominin iĢleyiĢini kısa dönemde statik bir anlayıĢla incelemiĢ
ve kısa dönemde eksik istihdamdan tam istidama ulaĢmanın yollarını aramıĢtır.
Keynes sonrası bazı iktisatçılar ise ekonominin uzun dönemli büyüme problemleri
incelemiĢler ve büyüme modellerini geliĢtirmiĢlerdir (ġahin, 1997: 547).
Büyüme kavramı; bir ülkede üretim kapasitesinin, üretimin, dolayısıyla milli
gelirin artması sonucu, kiĢi baĢına milli gelir düzeyinin bir yıldan diğer yıla daha
yüksek düzeye gelmesini sağlayan devamlı artıĢlar olarak tanımlanmaktadır.
Ekonomik hayatın temel verileri olan; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve teknolojik
geliĢme düzeyinde meydana gelen artıĢlar; o ülkede kiĢi baĢına düĢen milli gelirde
sürekli bir artıĢa neden oluyorsa o ülke ekonomisinin büyüdüğünden bahsetmek
mümkün olmaktadır (Ülgen, 2002: 296).
Ekonomik büyüme yaklaĢımlarını; Klasik Ekonomik Büyüme Modeli,
Marksist Ekonomik Büyüme Modeli, Joseph Schumpeter Ekonomik Büyüme
Modeli, Keynes‟in Ekonomik Büyüme Modeli, Harrod-Domar Ekonomik Büyüme
26
Modeli, Neoklasik Ekonomik Büyüme Modeli ve Ġçsel Ekonomik Büyüme Modeli
olmak üzere yedi baĢlık altında incelenmesinin uygun olacağı düĢünülmüĢtür.
2.2.1. Klasik Ekonomik Büyüme Modeli
Klasik büyüme modeli A. Smith (1723-1790), D. Ricardo (1772-1823),
Malthus (1766-1834), J.S. Mill (1806-1873) ve James Mill (1773-1836) gibi klasik
iktisatçıların düĢüncelerinin ortak bir yansımasıdır. Ancak modele en büyük katkıyı
D. Ricardo yaptığı için klasik büyüme modeli Ricardo modeli olarak da
tanınmaktadır (Acar, 2002: 61).
Klasik iktisatçılar, teknolojik değiĢmenin ve sermaye birikiminin büyümenin
lokomotifi olduğunu düĢünmekteydiler. Ancak klasik iktisatçılar insanların ne kadar
prodüktif (verimli) teknoloji elde ederse etsinler, ne kadar yeni sermaye yatırımlarına
giriĢirse giriĢsinler, asgari geçinme düzeyinde yaĢamaya mahkum olacaklarına
inanıyorlardı. Klasik iktisatçılarda bu kanının oluĢmasının sebebi prodüktivite
(verimli) artıĢlarının nüfusta bir artıĢa, gerçekleĢen bu artıĢın ise, prodüktivitenin
düĢmesine neden olacağıydı. Bu iktisatçılara göre, ekonomik büyüme, kiĢisel geliri
geçinme düzeyinin üst kısmına taĢıdığında, nüfus artacaktır. Nüfus artıĢı ise, azalan
verimlerin ortaya çıkmasına ve prodüktivitenin düĢmesine neden olacaktır. Bunu
sonucunda gelir seviyesi asgari geçinme düzeyine düĢmek zorunda kalacak ve nüfus
büyümesi kontrol altına alınmıĢ olacaktır (Parasız, 1997: 3).
Klasik büyüme modeli Ģu varsayımlara dayanmaktadır;
-
Sermaye birikimini uyaran önemli faktör kardır. Sanayi devriminin ilk
yıllarında karlar yüksek olduğundan tasarruf artıĢı ve sermaye birikimi oldukça
hızlıdır.
-
Sanayi kesiminde teknik ilerleme oldukça hızlıdır. Emeğin marjinal ürün
eğrisi artan bir fonksiyondur.
-
Tarım kesiminde teknik ilerleme hızı çok düĢüktür. Toprak miktarında veri
olması sebebiyle bu kesimde azalan verim durumu mevcuttur. Sanayi kesimindeki
teknik ilerlemeler ve artan prodüktive, tarım kesimindeki azalan verim halinin
üstesinden gelemediğinden ekonominin bütünü için azalan verimler kanunu
iĢlemektedir.
27
-
Üretim fonksiyonu veridir. Malthus‟un nüfus teorisine göre ücret seviyesi
kısa dönemde emek arz ve talebine bağlı olarak değiĢse bile uzun vadede en az ücret
seviyesinde seyredecektir.
-
Ekonomide sürekli olarak tam istihdam durumu ve tam rekabet Ģartları
koĢulları vardır (Alkin, 1975: 46-47).
Klasik büyüme modeli günümüzün geliĢmiĢ ülkelerinin geliĢme sürecini
açıklayamamaktadır. Keza bu model, günümüzdeki az geliĢmiĢ ülkelerin geliĢmesine
yeterince yardımcı olacak özelliklere sahip değildir. Çünkü, modelin dayandığı
varsayımlar gerçeğe ve geçirilen büyüm tecrübelerine uymamaktadır. Örneğin
ekonomilerin devamlı olarak tam rekabet ve tam istihdam koĢullarında çalıĢması
mümkün değildir. Ayrıca Maltus‟un nüfus kuramı da giderek önemini kaybetmiĢtir.
Ancak model, ilk kez ortaya konan ve sistemli bir model olduğundan önem
taĢımaktadır (Acar, 2002: 65-66).
2.2.1.1. Adam Smith
Adam Smith‟le (1723-1790) birlikte, iktisadın, pozitif ve normatif içerikli bir
bilim olarak doğuĢu baĢlamıĢtır (ġavaĢ, 1999: 259). Smith‟in 1776‟da Milletlerin
Zenginliğinin Doğası ve Nedenlerine Dair Bir Ġnceleme baĢlığını taĢıyan kitabı
yayınlandı (Skousen, 2005: 12).
Smith‟in görüĢlerini değerlendirirken yaĢadığı dönemin gerçeklerini ve
birikimini de göz önünde bulundurmamız gerekir. Aksi takdirde hem kendisine
haksızlık yapmıĢ oluruz hem de vermiĢ olduğu yorumları yanlıĢ değerlendirebiliriz.
Smith‟in eserlerini yazdığı dönemde, Feodalist üretim iliĢkilerinden Kapitalist
üretim iliĢkilerine geçiĢin yaĢandığını dolayısıyla Fizyokratların görüĢlerinin yaygın
kabul gördüğünü, dıĢ ekonomik iliĢkilerde ise Merkantilist yaklaĢımın hakim
olduğunu hatırlamamız gerekir. Smith yeni geliĢmekte olan kapitalizmin ideolojik
sözcülüğünü yapıyor ve sınırlı üretim yapma olanağı sağlayan lonca sisteminin,
ticaretin önündeki engellerin, mülkiyetin önüne konan engellerinin değiĢmesinin
gerekçelerini ortaya koyuyordu (Gürak, 2009: 72).
28
Smith ekonomik büyümenin açıklanıĢını sermaye birikimi, iĢbölümü ve
uzmanlaĢma, uluslararası ticaret, nüfus artıĢı ve görünmez el niteliğindeki fiyat
mekanizması konularındaki düĢüncelerin ortak bir sonucu niteliğindedir.
Smith, Ricardo‟ya benzer bir yaklaĢımla ekonomik büyüme sürecinde üretim
faktörlerinin paylarındaki değiĢmeyi gözlemiĢtir. Büyümede, tabii üst sınıra eriĢmeyi
ve durgunluğa giriĢin nedenlerini de faktör paylarındaki değiĢmeye bağlayarak
açıklamaktadır (Berber, 2006: 57). Tabii kaynakları zengin, yeni iskan edilmiĢ bir
ülkeden hareket ederek, ekonomi geliĢirken kar haddiyle ücret haddi arasındaki
iliĢkiyi inceler. Ülkenin, kaynaklara oranla kapital stoku küçük olduğu için, kar haddi
yüksektir. Ayrıca, kapital birikimi hızlı olduğu için, ücret haddi de yüksektir. Fakat,
kapital stoku büyüdükçe kar haddi azalır. Ancak, kapital birikimi nüfus artıĢını
izlediği sürece, ücret oranı yüksek kalır. Nihayet, nüfus artar, kapital stoku çok büyür
ve ekonomi elde edeceği nihai zenginliğe eriĢir ve bu aĢamada durgunluk baĢlar;
kapital birikimi yavaĢlar, ücretler düĢer (Kazgan, 2000: 95). Smith diğer klasiklerden
ayrılarak durgunluğu olumsuz bir süreç olmadığını kabul etmiĢ bu nedenle de
iyimser klasik olarak adlandırılmaktadır (Berber, 2006: 57).
2.2.1.2. Thomas R. Malthus
Robert Malthus (1766-1834), Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme adını verdiği
ünlü kitabı 1798 yılında yayınlandı (SavaĢ, 1999: 344). Malthus, nüfus teorisi
meydana getirdi ve bu teori bütün ekolün de formülü olacaktır (Lajugie, 1965: 24).
Malthus‟un görüĢleri azalan verim kanununa dayanmaktadır (Samuelson, 1966: 30).
Malthus‟un yaĢadığı dönemde hem sanayi dünyasında ve hem de politikada
“devrim” niteliğinde önemli değiĢmelerin meydana geldiği bir döneme rastlamıĢtır.
Adam Smith‟in yaĢadığı yıllarda henüz kımıldamaya baĢlamıĢ olan Sanayi Devrimi,
Malthus‟un yaĢadığı dönemde bütün canlılığı ile ortaya çıkmıĢtı. Sanayi Devrimi, bu
dönemde sadece üretim ve ulaĢım sektörlerinde yeni teknolojiler yaratmakla
kalmadı. Aynı zamanda yeni iĢletme organizasyonları ve daha geliĢmiĢ bankacılık ve
kredi kurumları oluĢturdu, fabrika sistemini bütün yararlı ve zararlı yönleriyle günlük
yaĢama dahil etmiĢti. ġehir nüfusu hızla artarken, yeni teknolojik ilerlemeler
29
sebebiyle bu nüfusun istihdam olanakları da devamlı Ģekilde azalıyordu. ĠĢsizlik,
fakirlik, yaygın hastalıklar ve politik huzursuzluk bu dönemin temel özellikleri
arasındaydı (SavaĢ, 1999: 339).
Malthus teorisinde, nüfus, yiyecek maddelerinde daha çabuk artar; fikri
kötümserliğin temelidir. Nüfus, geometrik bir dizi dahilinde (2.4.6.8.16.32.64)
artarken yiyecek maddeleri aritmetik oranda (2.4.6.8.10.12) ancak artar. Bu yüzden
iki olay arasında bir dengesizlik meydana gelir. BaĢka bir ifadeyle, insanlık, kıtlığa
doğru gidiyor. (Lajugie, 1965: 24).
Malthus, her memlekette nüfus artıĢını sınırlandıran faktörlerin cari olduğunu
iĢaret ediyordu. Kitabında ölüm oranlarını attıran olumlu engeller üzerinde durmuĢtu.
Bunları sıralarsak; hastalık, açlık ve harp gibi faktörlerdir. Kitabının daha sonraki
baskılarında ise, daha çok doğum oranlarını azaltabilecek önleyici tedbirler üzerinde
durmuĢtur. Malthus, evlenmelerin geciktirilmesine sebep olabilecek ahlaki bir
çekinme üzerine durmuĢtur. Aslında hayat mücadelesinin, tabiatın hikmeti olduğunu
iddia etmiĢ ve fakirlerin tembelleĢmelerine mani olduğunu iddia etmiĢtir (Samuelson,
1966: 31).
2.2.1.3. David Ricardo
David Ricardo (1772-1823), iktisat tarihinde üzerinde en çok durulan ve çeĢitli
yönlerden tartıĢılan bir iktisatçıdır (SavaĢ, 1999: 309).
D. Ricordo‟nun modeli, 19. Yüzyıl baĢındaki Ġngiltere‟nin yaĢadığı
sorunlardan büyük ölçüde esinlenmiĢtir (Özsağır, 2008).
Ricardo‟nun yaĢadığı
dönemde, Ġngiltere‟de yatırımlar sayesinde sanayi üretimi ve istihdamı hızla
artmaktaydı. Teknolojik yenilikler kapitalistler için sürekli yeni kar olanakları
oluĢtururken aynı zamanda tarım ürünlerine olan talep de artıyor fakat verimli tarım
alanları azalıyordu. Sanayi üretimindeki artıĢın bu durumda sürekli devam etmesi
Ricardo‟ya göre olanaksızdı. Çünkü tarım sektöründeki artan maliyetler nedeniyle
ücret düzeyi artacak, kar oranları düĢecek ve sonunda ekonomik büyüme kaçınılmaz
olarak sona erecekti. Bunu nedeni yeni yatırımlara neden olan etken, kar motifidir ve
kar oranı düĢerse büyüme sona erer, düĢüncesindeydi (Gürak, 2009: 75).
30
Ricardo büyüme konusunu incelemeden öte üretimden, üretim faktörlerinin
alacağı payları incelemiĢlerdir. Temelde bölüĢüm iliĢkileri inceleme konusudur.
Ricardo üretimin 3 gelir grubunun arasında paylaĢılacağı söylemiĢtir. Buradan
hareketle üretimde üç faktör etkilidir. Bu üç faktörü sıralayacak olursak; müteĢebbissermayedar, toprak sahibi, emek sahibidir (Özsağır, 2008). Ricardo‟ya göre, toprak
sahibi ile sermayedarın çıkarları arasında bir çatıĢma vardır. Toprak sahibi oturduğu
yerde gelirini arttırmakta, buna takiben müteĢebbislerin karı, çalıĢma ve
uğraĢmalarına rağmen azalmaktadır. Ricardo‟da sermayedar ile iĢçi sınıf arasında bir
çıkar çatıĢması ise söz konusu olamaz. Çünkü, ücretler esasen iĢçilerin kendi
tercihleri ve Malthus nüfus kanunu dolayısıyla, uzun dönemde mutlaka asgari bir
seviyede olacaktır (Hiç, 1976: 3-4).
Ricardo‟nun modelin varsayımlarını incelersek;
- Sermaye birikimini uyaran, kardır. BaĢlangıçta karlar yüksek olduğundan,
tasarruf ve sermaye birikimi de hızlıdır,
- Sanayide teknik ilerleme hızı yüksektir ve emeğin marjinal ürün eğrisi artan
bir fonksiyondur,
- Tarımda ise, teknik ilerleme hızı çok düĢüktür. Toprak miktarı da veri
olduğundan, bu kesimde azalan verim kanunu egemendir. Sanayi kesimindeki teknik
ilerlemeler ve artan verim, tarım kesimindeki azalan verim halini yenemediğinden,
ekonominin tümü için azalan verim kanunu iĢlemektedir,
- Üretim fonksiyonu veridir,
- Malthusun‟un nüfus kanununa göre ücret haddi kısa dönemde emek arz ve
talebine bağlı olarak değiĢse bile, uzun dönemde en az ücret haddi düzeyinde
kararlanacaktır,
- Ekonomide devamlı olarak tam istihdam hali ve tam rekabet koĢulları vardır
(Aklin, 1981: 42-43).
31
Ricardo‟nun modelinde herhangi bir ekonomi kendiliğinden ve tabii geliĢme
sonucunda durgun ekonomi haline girecektir. Demek ki, ekonominin gidiĢini iki
bölümde ele alabiliriz. Birincisi geliĢme hali ikincisi ise durgun ekonomi halidir.
GeliĢme döneminde karlar yüksektir. Bu nedenle de sermaye birikiminin hızı
yüksektir. Fakat, kaliteli toprak kıt olduğundan ve gittikçe daha verimsiz toprakları
iĢlemek mecburiyetinde kalındığı için emek ve sermayede azalan verim kanunu tabi
olacaktır. Durgunluk halinde ise ücretler seviyesi ancak geçim seviyesinde
sürdürecek düzeye iner, rant milli gelirin önemli bir kısmını elde eder ve kar en az
seviyeye iner. Demek ki, sadece yenileme yatırımları yapılacaktır. GeliĢme
döneminde karlar ve ücret fonu yüksek olduğuna göre, sermayedarların emek
istihdamı hususunda aralarında mevcut rekabet ücretleri yükseltecek ve kısa
dönemde piyasa ücreti asgari geçim seviyesinin üstüne çıkabilecektir. Fakat, bu
durumda Maltusun‟un teorisine göre uzun dönemde nüfus mutlaka artacaktır.
Neticede, ücretler tekrar asgari seviyeye düĢecek ve durgunluk döneminde ise artık
nüfus artıĢı duracaktır (Hiç, 1976: 5; SavaĢ, 1999: 325).
2.2.2. Marksist Ekonomik Büyüme Modeli
Karl Marx sosyalist büyüme modelinin oluĢturulmasında en büyük paya
sahiptir (Acar, 1998: 29). Marksist büyüme teorisi, kapitalizmin iç çeliĢkilerinin,
durgunluğa yer bırakmaksızın sürekli büyüme sağladığını gösterir; dinamik büyüme
sürecinde iç çeliĢkilerin gittikçe Ģiddetlenerek, sistemi “patlayıcı” bir nitelik
verdiğini ileri sürer (Kazgan, 2000: 319).
Klasik iktisatçılar nasıl sermaye birikimini iktisadi büyümenin temel faktörü
olarak kabul etmiĢlerse, sosyalist sistemdeki sermaye birikimi de aynı Ģekilde önem
taĢır. Sosyalist modele göre, kapitalist modelde üretim yeniden üretimi de
içermektedir. Yani, artık değer elde etmek için kullanılan sermaye yeniden aynı
amaca dönük olarak kullanılmaktadır. BaĢka bir Ģekilde ifade edersek, kapitalist
sistemde birikim, artık değerin kapitale dönüĢümünden ibarettir. Öte yandan,
sermaye birikimi ile beraber sermaye kapital büyüdükçe, emek daha fazla sermeye
ile donatılmakta, bu ise emeğin veriminin yükselmesine neden olmaktadır.
32
Modelin ana kavramları ve varsayımları ile ele alırsak. Karl Marx özellikle D.
Ricardo‟nun emek değer teorisinden çok Ģey almıĢtır. Fakat Marx‟ın büyüme
teorileri Ricardo‟nun büyüme teorisinden tamamen farklıdır.
- Emek-Değer Teorisi: Marx‟ın teorisine göre bir malın değerini o malın
üretimi için gerekli olan emek zaman birimleri belirler.
P=C+V+S
P = Bir yıl içinde iĢçi baĢına yaratılan değer
C = Üretilen sabit sermaye
V = Üretilen değiĢir sermaye
S = ĠĢçi baĢına artı değer oranını gösterir.
Buradaki sabit sermaye üretimde kullanılan fiziki ekipmana; makineler, araçgereç, binalar ve çeĢitli mallardan meydana gelmektedir. DeğiĢir sermaye kullanılan
emeğe yapılan ücretleri içermektedir. Değer yaratan sermaye değiĢir sermayedir.
Sonuç olarak artı değer toplam değer ile bu değeri elde etmek için yapılan
harcamalar arasındaki farktan ibarettir ( Acar, 1998: 29-30).
- Büyümeyi belirleyen oranlar: Marks'ın büyüme modelinde üç oran vardır:
a - Artı değer oranı
a = S/V
b - Kar oranı
k = S/(C+V)
c - Sermayenin organik bileĢimi
b = C/V
S = Artı değeri
C = Sabit sermaye
V = DeğiĢir sermaye oranını gösterir.
Zaman içinde rekabet nedeniyle sermayenin organik bileĢimi (c/v) artacak ve
artık değer (s/v) sabit olduğundan kar oranı düĢme eğilimine girecektir. Kar oranı
sıfır olduğu zaman artık yeni yatırımlar olmayacak, dolayısıyla “efektif talep”
azalacağından ekonomik buhran kaçınılmaz olacaktır (Gürak, 2009: 79).
33
Ancak, burada Ģu noktayı gözden kaçırmamalıyız. Sermayenin organik
bileĢiminin artması yani daha fazla sermaye kullanımı, ortalama kar oranını
azaltırken, toplam artı değeri ve toplam karıda artırdığını gözden kaçırmayalım.
Sermaye birikiminin ikinci önemli sonucu ise kapitalistler arasındaki rekabet
sermayenin belirli ellerde toplanması sürecini artıracaktır ( Berber, 2006: 95).
Sonuç olarak ekonominin iĢleyiĢi içinde zamanla sermayenin organik bileĢimi
büyümekte, yani üretimde kapitalin yoğunluğu artmakta ve emek daha fazla sermeye
ile donatılmaktadır. Bu ise emeğin verimliliğini artırır. Emeğin verimliliğinin
yükseltilmesi ise iĢin daha az emekle yapılması demektir. Böylece, kapitalist daha az
emeği daha verimle çalıĢtırıyor ve toplam karının artırma yolunu bulmuĢtur.
Üretimde emeğin payı azalırken karın payı artıyor bu durum uzun dönemde bir talep
yetersizliğine neden olacak ve sistemi çöküĢe götürecektir ( Acar, 1998: 32).
2.2.3. Joseph Schumpeter Ekonomik Büyüme Modeli
Schumpeter, gerek toplumların geliĢmesinin gerek ekonomik dalgalanmaların
izahında giriĢimcinin rolünü ve yenilikleri ön plana almıĢtır (Hiç, 1976: 52).
Shumpeter‟e göre baĢlangıçta ekonomi durgun bir yapıdadır. Karın ve faizin
çok düĢük olduğu bu safhada giriĢimci yeni bir üretim tekniği veya yeni bir ürün
bularak ekonomide bir hareket yaratır. Bu yeniliklerin uygulanmaya konması için
yapılan yatırımların etkileri değiĢik zamanlarda ortaya çıkmakta ve kapitalist
sistemin geliĢmesini sağlayan dalgalanmalara yol açmaktadır (Acar, 2002: 73-74).
J. Schumpeter, Marx görüĢlerinin aksine, kapitalist sistemin dinamizminin
gereği, sistemin devamlı geliĢeceğini savunmuĢtur. Kapitalist sistemin bu yolla
sağlayacağı hasıla, ülkenin bütün fertlerinin refahlarının artması sonucunu
doğuracaktır. Bu refah artıĢı kapitalist sistemin sonunu getirecektir. Schumpeter‟e
göre kapitalist sistemin çözülmesi, ekonomik krizlerle değil de, asıl sistemin
getireceği refah artıĢı sayesinde olacaktır. Refah düzeyi artmıĢ olan iĢçilerin ve
liberal bir ortamda yetiĢen aydınların maddi yönden tatmin olmalarına rağmen,
sisteme olan manevi tatminsizlikleri artacaktır (Turan, 1987: 97). ĠĢçiler refaha
ulaĢmıĢ olmakla beraber kapitalistlere karĢı birer rakip gibi davranmaya devam
34
edeceklerdir. Diğer taraftan liberal bir ortamda yetiĢen aydınlarında kapitalist sisteme
karĢı sürdürdükleri eleĢtiriler sermayedarların ve giriĢimcilerin yıpranmasına neden
olacak, sonuçta ise kapitalizm Marx‟ın ifade ettiği gibi bir ihtilale gerek kalmaksızın
terk edilerek yerini sosyalizme bırakacaktır (Acar, 2002: 75).
2.2.4. Keynes’in Ekonomik Büyüme Modeli
Birinci
Dünya
SavaĢının
baĢlarına
kadar
klasik
sistemin
otomatik
dengelerinden kuĢku duyulmamıĢtır. Bunun nedeni kısa dönemli bunalımlar ya
Say‟ın
arz-talep
intibaksızlıkları
ile
ya
da
konjonktür
dalgalanmalarıyla
açıklanıyordu. Ancak Birinci Dünya SavaĢını izleyen dönemde özellikle 1929‟da
baĢlayan büyük dünya bunalımının etkisiyle, geliĢmiĢ batı ülkelerinde sürekli ve
yaygın bir nitelik alan iĢsizlik ile otomatik tam istihdam görüĢünü bağdaĢtırmanın
artık olanağı kalmamıĢtır (Aklin, 1981: 69).
Keynes,
ekonomilerin
durgunluğu
atlatabilmelerinin
çaresinin
talebin
geniĢlemesine bağlı olduğunu belirtmiĢtir. Kısaca özetlemek gerekirse, geniĢleyen
talep stokları eritecek eriyen stoklar yatırımları teĢvik edecek, artan yatırımlar
büyümeyi hızlandıracak ve böylece eksik istihdam dengesinden tam istihdam
dengesine doğru yürümeye baĢlanacaktır (Acar, 2002: 78). Bu sürecin iĢleyiĢi,
otonom yatırımlarda meydana gelen bir artıĢın geliri, bir katsayı (çarpan katsayısı) ile
çarpıyormuĢ gibi artıracağı düĢüncesine dayanır. Gelir artıĢı ∆Y, yatırım artıĢı ∆I,
çarpan katsayısı k ile ifade edersek;
∆Y=∆I × k
Olarak bilinen basit çarpan modeli ortaya çıkar. Bu ifadeden çıkan sonuç,
Keynes yatırım artıĢının geliri ne ölçüde artıracağı ile ilgilendiğidir (Berber, 2006:
106).
2.2.5. Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Modeli
Klasik makro analizin ileriye dönük dinamik yapısının aksine, Keynesgil
modelin statik bir yapısı vardır. Bu sebepten Rey Harrod ve Evsey Domar, temel
olarak Keynes‟in kısa dönem kapsamı içerisinde olan statik denge yaklaĢımının
35
kalkıĢ noktasını ele alarak (Hamberg, 1971: 3), Keynes‟in kısa dönemli olan büyüme
yaklaĢımını uzun dönemde yorumlayıp büyümeyi açıklamıĢtırlar. Aslında Harrod ve
Domar‟ın modelleri ayrı olmasına rağmen aralarında çok az bir fark bulunduğu için,
Harrod-Domar modeli altında beraber ele alınmaktadırlar (Parasız, 1998: 383).
Harrod-Domar ekonomik büyüme modeli Keynesin ihmal ettiği yatırımların
kapasite etkisini modele dahil etmiĢlerdir. Net yatırımın ekonomi üzerine iki etkisi
vardır. Birincisi yatırımın gelir artırıcı etkisidir. Bu keynesyen modelin çarpan
etkisiyle ifade edilen yatırımın kendisinden daha büyük bir artıĢa yol açmasıdır.
Yatırımın ikinci etkisi üretimde kapasite artıĢına yol açmasıdır (Özsağır, 2008).
Modelde büyüme; toplam talep, üretim ve istihdam arasındaki iliĢkilere
dayandırılarak açıklanmaktadır. Ekonominin büyüme hızı iki kavrama göre
belirlenmektedir; marjinal tasarruf eğilimi ve sermaye hasıla katsayısıdır (Ülgen,
2002: 298).
Harrod-Domar modeli, milli gelir (Y), emek (L), ve sermaye stokundan (K)
oluĢan üç ana değiĢkene dayanır ve bunlar arasındaki iliĢkileri inceler. Aynı
zamanda, milli gelirin dengede olduğunu ve tasarruf-yatırım eĢitliğini varsayar.
Modelde mevcut üretim kapasitesi tam olarak kullanılmakta ve boĢ kapasite
varsayımına yer verilmemektedir.
Harrod-Domar büyüme modeli, üç kavramdan yararlanarak ekonomik
büyümeyi açıklar. Bu kavramları sıralarsak; üretim fonksiyonu, tasarruf meyli ve
sermaye/hasıla katsayısıdır (Unay, 1997: 481).
-Üretim Fonksiyonu
Harrod-Domar büyüme modelinde üretim fonksiyonunda emek ve sermaye
faktörlerini dikkate almıĢ ve bu girdileri sabit oranlarda birleĢtirmektedir; birbirlerini
mükemmel tamamlamaktadır (ġahin,1997: 548).
-Tasarruf Meyli Katsayısı
Gelirin, tasarrufa ayrılan oranına tasarruf meyli (s) denir. Gelirin tüketilmeyen
kısmı da, marjinal tasarruf eğilimini ifade etmektedir. Modelde tasarruf meyli
36
katsayısı sabit kabul edilmektedir. Böyle olunca modelde ortalama tasarruf meylinin,
marjinal tasarruf eĢit olduğu varsayılmıĢtır.
S S
dir.

Y Y
Aynı zamanda milli gelirin tasarrufa ayrılan kısmı tamamen yatırıma
dönüĢtüğü kabul edilir, I=S olduğundan milli gelir sürekli dengededir (Unay, 1997:
482 ve ġahin,1997: 549).
- Sermaya-Hasıla Katsayısı
Harrod-Domar modelinde sermaye verimliliği yerine, onun tersi olan
sermaye/hasıla katsayısı kullanılmaktadır. Bu katsayı bize, yatırım ülkelerindeki
sermaye stokuna yapılan eklemeleri belirtmektedir. Sermaye stokunu (K), yatırımları
(I) ve sermaye stokuna yapılan eklemeleri ∆K ile gösterecek olursak,
I=∆K
K
Toplam sermaye stoku ile yaratılan hasıla arasındaki oran  
L
yazabiliriz.
ortalama sermaye-hasıla oranıdır. Sermaye stokuna yapılan eklemelerle oluĢturulan
 K 
 I 
hasıla artıĢı arasındaki orana 
 ya da 
 marjinal sermaye-hasıla oranı
 Y 
 Y 
denir. Ortalama sermaye-hasıla oranı ile marjina sermaye hasıla oranı birbirine eĢit
varsayılırsa
K K
yazılabilir (Aklin, 1981: 184).

Y Y
- Sermaye ya da Yatırım Verimliliği Katsayısı
Sermaye verimliliği ise sermaye hasıla katsayısının tersi Ģeklinde ifade
edilmektedir.
Y
nın ifade ettiği bu katsayı (σ), bir birim sermayeye düĢen tam
K
istihdamdaki milli gelir artıĢını yansıtmaktadır.
Y Y

dır.
K K
Bu temel kavramlara ek olarak, modelde emek miktarının büyüme hızı (n)‟de
sabittir. Öyleyse modelde üç parametre bulunmaktadır; s, σ ve n‟dirler.
37
Bu temel varsayımlara dayanan büyüme modelinde devlet harcamaları ve dıĢ
iliĢkiler dikkate alınmamıĢtır. Ekonomide gecikmelerde yoktur, üretim aynı anda
tüketimi, yatırım ise üretimi artırmaktadır (Ülgen, 2002: 299 ve Unay, 1997: 483).
Modelin büyüme hızını belirleyen üç oran kabul edilmiĢtir. Bunlar fiili büyüme
oranı, gerekli büyüme oranı, tabii büyüme oranıdır
Fiili büyüme oranı; ekonomide fiilen gerçekleĢen büyüme oranıdır. Gerekli
büyüme oranı da mevcut sermaye stokunun tamamının kullanılmasını mümkün kılan
büyüme oranıdır (ġahin, 1997: 551).
Ekonomide gerekli büyüme oranı ile fiili büyüme oranı birbirine eĢit olması
gerekmez. Böyle bir eĢitsizlik ortaya çıktığı zaman ekonomide canlanma ya da
duraklama bulunur (Unay, 1997: 486).
Üçüncü büyüme oranı da tabii büyüme oranıdır. Tabii büyüme oranı da,
iĢgücü, doğal kaynaklar, sermaye, üretim teçhizatı, teknolojik seviye ve teknik bilgi
gibi faktörlerin elverdiği ölçüdeki büyüme oranıdır (Acar, 2002: 87).
Eğer milli gelirin artıĢ hızı emek talebinin artıĢ hızına eĢit olursa emek
piyasasında denge kurulabilecektir. Domar‟ın belirttiği gibi, ekonominin gerekli
oranda büyümemesi boĢ kapasite ve iĢsizlik oluĢturur. Eğer ekonomide gerekli
büyüme hızı, tabii büyüme hızına eĢitse; milli gelir, yatırımlar ve emek arzı aynı
hızla yükseliyor demektir (Unay, 1997: 486).
Harrod-Domar modeline göre tam istihdamdaki büyüme oranı denge büyüme
oranı olup; istisnai ve imkansız bir durumdur. Ekonominin dengede büyümesini
sağlayacak mekanizma yoktur. Bunun nedeni, milli gelirdeki atıĢ oranı; sermaye
hasıla katsayısı, marjinal tasarruf meyli, iĢgücü büyüme oranı ve teknolojik
geliĢmelerden etkilenmektedir. Bu yüzden ekonominin dengede büyümesini
sağlamak oldukça güçtür. Çünkü ekonomi denge büyüme durumunda olduğunda,
yukarıda ifade edilen değiĢkenlerin herhangi birinde meydana gelebilecek bir
değiĢme ekonominin dengede büyümesini önlemektedir. Buna göre Harrod-Domar
büyüme modeline göre sistem istikrarsızlık göstermektedir (Ülgen, 2002: 301).
38
2.2.6. Neoklasik Ekonomik Büyüme Modeli
Neoklasik düĢünce doğrultusunda birçok model geliĢtirilmiĢtir. Ancak son
yıllarda hemen hemen tüm makro ekonomi kitaplarında Solow‟un büyüme modeli
ele alınmaktadır. Bizde solow‟un ekonomik büyüme modelini ele alacağız (Parasız,
1997: 81). Neoklasik ekonomik büyüme modelinin temel varsayımları; ölçeğe göre
getirinin sabit olduğu, sermayenin marjinal verimliliğinin azaldığı, teknolojik
değiĢmelerin dıĢsal olarak belirlendiği, faktörler-arası ikamenin mümkün olduğu ve
bağımsız bir yatırım fonksiyonunun bulunmadığı (tasarruf-yatırım eĢitliğinin
sağlanması) varsayımlarıdır (Kirbitçioğlu, 1998: 8).
Harrod-Domar modelinde piyasa ekonomisindeki istikrarsızlığı ön plana
çıkartmakta, ekonomilerin bıçak sırtında dengede olduğunu söylemektedir. Dengeli
büyümeyi sağlayacak büyüme hızının sağlanamadığı durumda ise ekonomilerin
enflasyonist ya da deflasyonist istikrarsızlık sürecine gideceği söylenir. Solow
modelinde bunun tam tersi bir yaklaĢım sergiliyor. Piyasa ekonomilerinin
istikrarlılığı benimsenirken, uzun dönemde ekonomilerin mutlak suretle dengeli
büyüme sürecine gireceklerini öngörülmektedir.
Dengeli büyüme sürecini, sermaye birikimi, nüfus artıĢı ve teknolojik
değiĢmelerin karĢılıklı etkileĢimi ortaya konularak açıklanıyor. KarĢılıklı etkileĢimde
Ģu kurallar geçerlidir; nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢme büyüme oranını etkiler.
Ancak büyüme oranı, nüfus artıĢını ve teknolojik değiĢmeyi etkileyemez. Büyüme ile
nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢme arasında tek yönlü nedensellik iliĢkisi vardır. Bu
nedenle teknolojik değiĢme ve nüfus artıĢları modelin dıĢsal değiĢkenidir.
Solow modeli üretimde sabit getirinin geçerli olduğu, emekle sermayenin
birbirleri yerine ikame edilebilir ve azalan verimler kanununun geçerli olduğu bir
üretim fonksiyonudur. Üretim fonksiyonu Cobb-Douglas üretim fonksiyonu olarak
da bilinir. Üretim fonksiyonu;
y = f(k) olarak yazılır.
39
Üretim fonksiyonu denkleminin anlamı; iĢçi baĢına düĢen çıktı, iĢçi baĢına
sermayenin doğru yönlü bir fonksiyonudur. Yalnız burada sermaye için azalan
verimler kanununun geçerli olduğunu hatırlamalıyız. Sermaye baĢlangıçta az olması
durumunda her bir ek sermaye daha fazla çıktı artıĢına sebep olmaktadır. Sermayenin
fazla olması durumunda ise her bir ek sermaye daha az çıktı sağlamaktadır (Berber,
2006: 143-144-145).
Solow modelinde mal talebi tüketim ve yatırımdan oluĢmaktadır. BaĢka bir
ifadeyle iĢçi baĢına üretim (y), iĢçi baĢına tüketim (c), iĢçi baĢına yatırım (i) Ģeklinde
gösterilebilir:
y = c+i
Solow modelinde kiĢilerin gelirlerinin s kadarlık kısmını tasarruf ettikleri geri
kalan (1- s) kadar olan kısmını da kullandıkları varsayıldığından, iĢçi baĢına tüketim
fonksiyonunu Ģöyle ifade ederiz:
c = ( 1- s )y
y = ( 1- s )y + i
i = sy
Bir önceki kısımda iĢçi baĢına çıktı, iĢçi baĢına sermayenin bir fonksiyonu
olduğunu: y = f(k) denklemiyle açıklamıĢtık. Denklemde yerine konulmak suretiyle,
iĢçi baĢına yatırımın iĢçi baĢına çıktının fonksiyonu olduğunu gösteren denkleme
ulaĢılır:
i = sf(k)
Belirli bir dönemde iĢçi baĢına sermaye stokun iki nedenle değiĢir. Birincisi
iĢçi baĢına yapılan yatırımla, ikincisi sermaye stokunda meydana gelen yıpranmayla.
∆k = i – dk
∆k = sf(k) – dk
40
Denkleme göre iĢçi baĢına sermaye düzeyi (k) ne kadar büyük olursa, iĢçi
baĢına tasarruf–yatırım ve yıpranmada (dk) o kadar büyük olur (Ünsal, 2005: 569570).
Solow modelinde tasarruf ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢki, daha fazla
tasarruf daha hızlı ekonomik büyümeye neden olmaktadır. Tasarruf oranındaki artıĢ
ekonomi yeni durum durumuna ulaĢıncaya kadar büyümeyi artırır. Ekonomide
tasarruf oranın yükseldiğinde sermaye stoku ve üretim düzeyi de yüksek olacaktır.
Ancak bu büyüme sürüp gitmeyecektir.
Bir durgun durumu seçtiği zaman, kamu otoritelerinin amacı, toplumu
oluĢturan bireylerin ekonomik refahını yükseltmektir. Aslında bireyler ekonomideki
sermaye miktarıyla ilgilenmezler, insanlar tüketebilecekleri mal ve hizmet miktarıyla
ilgilenirler. Böylece kamu otoriteleri en yüksek tüketim düzeyindeki durgun durumu
seçmek isterler. En yüksek tüketimli durgun duruma sermaye düzeyinin Altın Kuralı
denir (Parasız, 1997: 90).
Yukarıdaki açıklamalarda analizi basitleĢtirmek için, nüfusun değiĢmediği
varsayılmıĢtır. Bu alt bölümde bu varsayım terk edilecek ve temel büyüme modeli
nüfus artıĢını kapsayacak. Nüfus artıĢının (n) olduğu bir ekonomide iĢçi baĢına
sermaye düzeyindeki değiĢme, yatırımın olumlu etkisi ile yıpranmanın ve nüfus
artıĢının olumsuz etkilerinin toplamı arasındaki farktır.
∆k = i – (d + n )k
∆k = sf(k) – ( d + n )k
Teknolojik değiĢmenin (g) olmadığı bu denkleme teknolojik değiĢmeyi ilave
ettiğimizde:
∆k = i – (d + n + g )k
∆k = sf(k) – (d + n + g)k
41
ĠĢçi baĢına sermaye düzeyi, bir yandan etkin iĢçi baĢına yatırım- tasarruf (s)
kadar artar, öte yandan etkin iĢçi baĢına yıpranma (dk), nüfus artıĢı (nk) ve teknolojik
ilerleme (gk) kadar azalır (Ünsal, 2005: 580).
2.2.7. Ġçsel Ekonomik Büyüme Modeli
Solow modeli ekonomik büyümenin nasıl meydana geldiğini tam olarak
açıklayamamaktadır. Modelin bu eksikliği, ekonomik büyümenin nasıl meydana
geldiği ve ekonomik büyümeyi etkileyen politikaların neler olduğunu açıklamayı
amaçlayan yeni bir yaklaĢımın ortaya çıkmasına yol açmıĢtır (Ünsal, 2005: 594).
Ekonomik büyümeyi Solow‟un öngördüğü Ģekilde, sistemin dıĢında belirlenen
faktörlerle açıklayan yaklaĢımın yerini, ekonomik büyümeyi etkileyen tüm
faktörlerin; bilgi, beĢeri sermaye, arge, teknolojik değiĢmeler, finansal yenilikler,
devletin yeni rolü ve piyasa yapıları gibi birçok değiĢkenin sistemin kendi içinde
olduğunu öne süren yaklaĢımlar almıĢtır. Yeni büyüme teorileri olarak ta bilinen
içsel büyüme modellerinin savunucularını; Paul M. Romer, Robert E. Lucas ve
Robert J. Barro Ģeklinde sıralanabilir (Berber, 2006: 170).
Ġçsel ekonomik büyüme modelinin dayandığı varsayımlar:
- Ekonomik büyüme, sistemin içinde aranmalıdır ve sistemi dıĢarıdan etkileyen
dıĢsan bir faktör bulunmamaktadır.
- Teknolojik değiĢme içseldir ve ekonomik kararlardan etkilenir.
- Azalan verimlere dayalı üretim fonksiyonu yerine, artan verimlere dayalı
üretim fonksiyonu kullanılmaktadır.
- Ġçsel büyüme modeli tam yakınlaĢma hipotezini kabul etmemektedir. Az
geliĢmiĢ ülkelerin, geliĢmiĢ ülkelerle olan gelir farkının artmaması için gerekli
tedbirleri alması gerektiğini vurgular.
- Eğitim, sağlık, kamu politikası ve yatırım gibi faktörler, uzun dönemde
ekonomik büyümeye olumlu katkı sağlamaktadır.
- Optimal büyümeye ulaĢabilmek için, devletin ekonomiye müdahale etmesi
gerekir.
42
- Bilgi, herkesin ulaĢabildiği kamusal mal niteliğindedir, bilginin kullanımında
kimsenin dıĢlanması söz konusu değildir.
- Teknolojik geliĢme sonucunda ortaya çıkan bilgiden, diğer ekonomik
birimlerim ne kadar yararlandığı önemlidir.
- Biriken sermaye faktörü, zaman içinde içsel olarak büyümekte ve sermaye
faktörünün
marjinal
verimliliği
zaman
içinde
artmaktadır
(http://www.ekodialog.com/Konular/ekonomik-buyume-modelleri-teorileri.html).
Ġçsel büyüme modelleri büyümeyi dıĢsallıktan kurtarmıĢ, üretim artırılmasında
itici güç rolü oynayan faktörleri tanımlamıĢ, içselleĢtirmiĢ ve birikim süreçlerini
incelemiĢtir. Daha önceki modellerde çok dikkate alınmayan beĢeri sermaye, bilgi
birikimi, ar-ge faaliyetleri ve kamu politikaları gibi unsurlar bu modellerle ön plana
çıkmıĢtır (Berber, 2006: 184).
43
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKĠYE’DE GERÇEKLEġEN ENFLASYON VE
EKONOMĠK BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠNĠN TARĠHSEL
GELĠġĠMĠ
Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasından bu yana kadar geçen sürede önemli
ekonomik geliĢmeler göstermiĢtir. Bu bölümde, Türkiye ekonomisinin geliĢimini
1923-1980 ve 1980 sonrası olarak iki dönemde değerlendirilebilir. Bu iki dönemin
ortak hedefi ekonomik kalkınmanın gerçekleĢtirilmesi ve geliĢmiĢ ülkeler arasına
katılmak olarak belirlenmiĢtir (Boratav ve Türkcan, 1993: 54).
Türkiye‟de 1950 ve 1960‟lı yıllarda ciddi bir enflasyon sorunu yaĢanmamıĢtır.
Ancak, 1970‟li yıllarda görünen ödemeler dengesi krizleri ve gerçekleĢtirilen
devalüasyonlar enflasyonun belirgin bir ivme kazanmasına sebep olmuĢtur (Aktaran:
Çamlıca, 2010: 30). Enflasyon 1970‟li yıllardan itibaren ekonomide büyük bir sorun
haline gelmeye baĢlamıĢ ve uygulamaya konulan bütün ekonomik politikaların
baĢlıca hedef göstergesi olarak belirlenmiĢtir. Türkiye ekonomisi 2000‟li yılların
baĢına kadar kronik ve yüksek oranlarda enflasyon yaĢarken, bu dönemde zaman
zaman yüksek büyüme rakamları da gerçekleĢmiĢ ve bu büyüme oranlarının
enflasyondan kaynaklandığı iddia edilmiĢtir (Turhan, 2007: 1).
3.1. 1980 Öncesi Türkiye Ekonomisi
Bu bölümde Türkiye‟de enflasyon ve büyüme arasındaki iliĢkiler, dönemin
içinde bulunduğu konjonktür durumuna göre, Cumhuriyetin ilanından çok partili
hayatın baĢlangıcına kadar geçen dönem (1923–1945), çok partili sistemden planlı
kalkınma dönemine kadar geçen dönem (1946–1960), ithal ikameci planlı kalkınma
döneminden 24 Ocak 1980 kararlarına kadar geçen dönem (1961–1979) olmak üzere
3 dönem olarak ele alınması uygun görülmüĢtür.
44
1923–1945 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları, birden çok
ekonomik sistem özellikleri içinde barındırmaktadır. Bir yandan kuruluĢ döneminin
Ģartları gereği üretim yetersizliği, sermaye kıtlığı, yaĢam mücadelesinin getirdiği
sıkıntılar nedeniyle devletçi politikalar uygulanırken, diğer yandan günümüz
ekonomilerinin önceliklerinden olan liberal ekonomi uygulamalarının zemini
hazırlanmıĢtır. Ama dönem genelinde, devletin ekonomiye hakimiyetinin ve
müdahalelerin ağırlığı daha fazla olmuĢtur (Erdoğan, 2006: 31).
1946 yılında Türk Lirası %116 oranında Devalüe edilmiĢtir, ekonomin dıĢ
dünya ile iliĢkileri belirli bir gerçekçilik getirilmiĢtir. 1954 yılına kadar süren
olağanüstü geliĢme ve fiyat istikrarı dönemi bu yıldan itibaren yerini ciddi sıkıntılara
bırakmaya baĢlamıĢtır (Uluatam, 1981: 20). Bu dönemde iktisat politikaları 1954‟e
kadar liberasyon, 1954‟den sonra yerine devletçilik ve müdahaleciliğe bırakmıĢtır
(BuluĢ, 2003: 56).
Enflasyonu durdurmaya ve iktisadi tıkanıklıkları gidermeye yönelik bu hayli
dağınık tedbirler 1958 yılında Hükümetin, uyguladığı politikanın baĢarısızlığını fiilen
kabul etmesiyle yerini daha geniĢ kapsamlı bir istikrar politikasına bırakmıĢtır
(Uluatam, 1981: 21). 1958 istikrar tedbirleriyle yeni bir devalüasyon yapılmıĢ 1 dolar
%220 artıĢla 900 kuruĢa yükseltilmiĢtir (BaĢol, 1983: 65).
1950–1960 döneminde izlenen ekonomi politikalarındaki aksaklıklar göz
önüne alınarak ülke ekonomisin istikrarlı bir Ģekilde ancak yol gösterici planlarla
kalkınabileceğini varıldı. Devlet Planlama TeĢkilatı kurulmuĢ ve 1961 yılında
Ġktisadi Kalkınma Planının hedefleri ve stratejileri saptanmıĢtır (Parasız, 2003: 175).
3.1.1.1923-1945 Yılları Arası Dönem
Gerek dünya ekonomisinin gösterdiği geliĢmeler gerekse ulusal iktisadi
politikalar açısından, 1923‟den 1946‟ya kadar geçen süreyi üç alt dönem halinde ele
alarak inceleyeceğiz. Bu alt dönemlerden ilki 1923‟den 1929‟a kadar süren, dıĢa açık
ekonomi koĢulları altında gerçekleĢen güçlü bir iktisadi iyileĢme dönemidir. Ġkinci
alt dönem, 1930„da Büyük Ġktisadi Bunalım‟ın baĢlamasından 1939‟da Ġkinci Dünya
SavaĢı‟nın patlamasına kadar geçen on yıllık devletçilik dönemini kapsar. Bu
45
dönemde, iç pazarı koruma amacıyla daha önce alınan önlemleri, 1932‟de
benimsenen devletçilik dönemi, yani devletin önderliğinde sanayileĢme atılımı
izlemiĢtir. Türkiye 1939 yılından sonra savaĢa katılmamıĢ olmasına rağmen, büyük
bir orduyu harekete hazır durumda tutmuĢ ve ithalatın aksaması ve üretim
düzeylerinin önemli ölçüde düĢmesi yüzünden ekonomi çok büyük sıkıntılarla karĢı
karĢıya kalmıĢtır. Bu koĢullar altında, üçüncü alt dönemde 1940-1945 yılları arası
Ġkinci Dünya SavaĢı dönemidir. Bu dönemde devletçilik uygulamasının yerini
kıtlıklarla baĢ etmeye ve ordu ile kent merkezlerinin gereksinimlerini karĢılamaya
yönelik bölük pörçük önlemler almıĢtır (Owen ve Pamuk, 2002: 24).
Cumhuriyetin kuruluĢundan önceki on iki yıl (1911-1923) savaĢlarla geçmiĢtir.
Bağımsızlık SavaĢını kazanılmıĢ ve 29 Ekim 1923‟de Cumhuriyet ilan edilmiĢtir.
Yeni devletin izleyeceği ekonomi politikaları Lozan BarıĢ görüĢmelerinin kesintiye
uğradığı bir zamanda 1923‟de Ġzmir Ġktisat Kongresinde belirlenmiĢtir. Bu Kongreye
ticaret, sanayi, tarım ve iĢçi temsilcileri katılmıĢtır (Acar, 1995: 21). Ġzmir Ġktisat
Kongresi‟nde alınan kararlar 1923-1929 tarihleri arasında Türkiye‟nin hızla
sanayileĢmesine öncelik verilmiĢ ve bu amacın gerçekleĢmesi için liberal iktisat
politikaları uygulanmıĢtır (Morgil, 2002: 38). Bunun nedeni, uygulanan politikaların
özel giriĢim ve dıĢa açık bir yapı içinde meydana gelmesiydi. DıĢa açık politikanın
benimsenmesinin diğer bir nedeni ise, Lozan AntlaĢması‟nın hükümleriydi. Bu
sebeple 1929 yılına kadar Gümrük tarifesinde artıĢlar gerçekleĢtirilememiĢtir
(Uludağ, Arıcan, 2003: 5).
1929 yılında dünya ekonomisinde ortaya çıkan büyük ekonomik kriz
Türkiye‟de liberal iktisat politikalarının uygulanmasını sona erdiren faktörlerden biri
olmuĢtur (Morgil, 2002: 38-39). Diğer faktörleri incelersek, 1923-1929 yılları
arasında izlenen liberal iktisat politikalarından fazla baĢarılı sonuç elde edilememesi
ve Batı ülkelerinde klasik iktisat politikalarının 1929 buhranına çözüm getirememesi
üzerine Devletin ekonomiye müdahale etmesini savunan yeni görüĢlerin ortaya
atılmaya baĢlamasıdır (Parasız, 1998: 29).
Dünya ekonomisinin girdiği büyük bunalım yıllarında Türkiye ekonomisi dıĢa
kapanarak devlet eliyle bir sanayileĢme dönemine girmiĢtir. 1929‟da Lozan
46
anlaĢmasının kısıtlamalarının da son bulmasıyla ithalatı denetleyen koruma
önlemlerine baĢvurularak koruma duvarları altında eskiden ithal edilen sınai tüketim
mallarında ithal ikameci yatırımlara gidildi. Böylece bunalım döneminde azgeliĢmiĢ
ülkelerin sanayisiz yapıyı değiĢtirmeye yönelik ilk adımlarına Türkiye de katıldı.
1930 ve 1939 yılları arasında Türkiye planlama deneyimi de yaĢadı (Eroğlu, 2003).
Birinci beĢ yıllık sanayi planı 1934 yılında yürürlüğe girdi baĢarılı olması
nedeniyle 1938 yılından itibaren uygulanmaya konmak üzere ikinci bir beĢ yıllık
plan hazırlandı.
Ancak bu plan II. Dünya SavaĢının baĢlamasıyla uygulamaya
konulamadı (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 50). Türkiye savaĢa girmemiĢ olmasına
rağmen Ġkinci Dünya SavaĢının ve savaĢ ekonomisinin bütün sıkıntılarını geçirmiĢtir
(Aktan, 1978: 49). Hükümetin fazlasıyla artan savunma harcamalarını emisyonla
finanse etmeye zorlamıĢ ve bunun yanında vergilerde ve kamusal ürünlerin
fiyatlarında yeni düzenlemelere gidilmesinin sonucu, ekonomide fiyat istikrarı
bozulmuĢ ve enflasyonist bir sürece girmiĢtir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 339).
Tablo 3: 1938-1945 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
TEFE
1938
100.0
…
100.0
…
0,03
…
1939
102.1
2,1
101.3
1,3
0,03
1,8
1940
110.8
8,5
126.6
25
0,04
22,5
1941
132.5
19,6
175.4
38,5
0,05
38,9
1942
220.9
66,7
339.7
93,7
0,1
96
1943
322.0
45,8
590.4
73,8
0,17
65,2
1944
330.1
2,5
459.3
-22,2
0,13
-23,7
1945
333.0
0,9
444.6
-3,2
0,12
-3,4
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553
Türkiye‟de 1923 ile 1938 yılları arasında sağlıklı bir fiyat tespiti yapılmadığı
için, net verilerin elde edilmemesinden dolayı, aynı dönemde büyüme oranlarıyla,
enflasyon oranları arasındaki iliĢki incelenememiĢtir. 1938 yılından itibaren
enflasyon rakamlarına ulaĢılmasıyla birlikte, bu yıldan itibaren enflasyon oranlarıyla
büyüme oranları arasındaki iliĢki incelenmiĢtir (Turhan, 2007: 53).
47
Tablo 3‟de 1938-1945 yılları arasında 1938 fiyatları ile hesaplanan TÜFE,
TEFE ve GSMH fiyat deflatörü enflasyon oranları gösterilmektedir. Toptan eĢya
fiyatları endeksi 1942 yılında en yüksek düzeye çıkmıĢ, bu yıldan sonra endekste
düĢme görülmüĢtür. Aslında düĢüĢ, fiyatları son derece hızlı yükselen mallara karĢı,
halkın satın alma gücünün kalmaması veya satın almaktan vazgeçmesinin bir sonucu
sayılabilir (Özer, 1979: 28).
Tablo 4: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)
Yılı
GSMH
(Sabit Fiyatlarla)
Değer
Büyüme Hızı
TL
(%)
Tarım
Sanayi
Hizmetler
1938
8 538
9,5
5,4
15,7
12,1
1939
9128
6,9
3,8
16,7
6,9
1940
8 678
-4,9
-1,2
-10,2
-6,8
1941
7 780
-10,3
-16,5
-2,4
-6,4
1942
8 217
5,6
19,4
-2,5
-5
1943
7 413
-9,8
-12,5
-1,4
-9,6
1944
7 038
-5,1
-10,7
-6,1
2,2
1945
5 960
-15,3
-23,5
-16,6
-6,3
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 646
Cumhuriyet hükümeti Ġkinci Dünya SavaĢına kadar, iktisadi büyümeyi ve
özellikle sanayi hasılasının büyümesini önemli ölçüde hızlandırmayı baĢardı.
1940‟lara gelince, toplam hasılanın ve sanayi hasılasının büyüme hızı, bu dönemde,
savaĢ koĢullarının etkisiyle bir hayli yavaĢlamıĢtır (Tezel, 1994: 488).
Tablo 4‟de 1948 fiyatlarıyla 1938-1945 yılları arası gerçekleĢen GSMH sektör
payları büyüklükleri gösterilmiĢtir. Bu dönemde en yüksek büyüme 1938 yılında
%9,5 oranında olurken, en fazla daralmanın yaĢandığı 1945 yılında -%15,3 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
1942 yılından sonra enflasyon ve büyüme oranlarında pozitif bir iliĢki olduğu
gözlenmektedir. 1942 yılında enflasyon oranlarındaki yükselme büyüme hızını
olumlu etkilemiĢ 1942 yılında GSMH oranı %5,2 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1942
yılından sonra enflasyondaki azalmayla birlikte, büyüme hızında daralmalar
yaĢanmıĢtır.
48
SavaĢ
süresinde
GSMH‟daki
geliĢmeleri
incelediğimizde
ekonomik
faaliyetlerin giderek yavaĢladığını görmekteyiz. Bunda bir yandan dünya ticaret
hacminin durgunluk içine girmesi, diğer yandan emek gücünün büyük ölçüde silah
altına alınması ve yurt içi ekonomik faaliyetlerin büyük ölçüde askeri amaçlara
yönelik olması etkili olmuĢtur (Parasız, 1998: 58).
3.1.2.1946-1960 Yılları Arası Dönem
Ġkinci Dünya SavaĢı sona erdiğinde, sadece savaĢa katılan ülkeler değil,
savaĢan ülkeler ile yakın siyasi ve ekonomik iliĢkileri olan ülkeler de ağır bir
ekonomik çöküntü içindeydiler. Türkiye‟de savaĢ sonrası dönemde ekonomik, sosyal
ve siyasi yaraların sarılmasına yönelik uluslararası düzeyde alınan karar ve
uygulamalardan doğrudan etkilenmesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla siyasi alandaki
etkileri dikkati çeken 1946 devalüasyonunu bu çerçevede ele almak gerekir (Doğruel
ve Doğruel, 2005: 139).
Türkiye‟de ilk devalüasyon 7 Eylül 1946 tarihinde gerçekleĢtirildi (Turan,
1987:74). TL‟nın yabancı paralar karĢısındaki resmi değeri düĢürüldü. 7 Eylül‟de 1
dolar =130 kuruĢken 282 kuruĢ olarak belirlenmiĢtir (Parasız, 1998: 69). Hükümetin
1946 yılında TL‟nin değerinin düĢürmesinin bazı sebepleri vardır. Bunlar ihracat
ürünleri fiyatlarını, savaĢ döneminde ortaya çıkan enflasyondan arındırmak ve elde
biriken mal stoklarının ihracatını sağlamak için yapılmıĢtır. Diğer bir sebep ise,
IMF‟e katılmadan önce, bu kurumdan izin alınmadan kur ayarlamasına gitmektir
(Karluk, 2002: 443).
Fakat, devalüasyon ile dıĢ ticaret dengesinde beklenen olumlu geliĢmeler
sağlanamamıĢ, aksine denge daha da bozulmuĢtur. Avrupa‟nın savaĢ sonrası,
Türkiye‟nin devalüasyon nedeniyle daha da ucuzlamıĢ olan ihraç mallarına olan
yüksek ithal talebi mevcut kapasitenin süratle tamamlanmasına, buna rağmen bu kez
savaĢ sonrası her ülkenin büyük ihtiyaç duyduğu sanayi mallarının Türkiye
tarafından da yaptığı devalüasyon oranında daha da yüksek fiyatla ithal edilmek
zorunda kalınmasına yol açmıĢtır. KuĢkusuz bu olumsuz koĢullar dıĢ ticaret açığı
meydana gelmesine sebep olmuĢtur (Uludağ ve Arıcan, 2003: 341).
49
1950 seçimlerinde, iktidar partisi olan CHP, iktidardan düĢtü. 1945‟de çok
partili demokrasi rejimi benimsenerek uygulamaya konulmuĢtur. 1946‟da yapılan
genel seçimlerde bir iktidar değiĢmesine yol açmamıĢtır (Hiç, 1980: 9). Ġktidar
hükümeti 1950 yılında, iktidarı devrettiğinde, baĢarısız olan 1946 devalüasyonunun
ağır tahribatlarına rağmen, Türk parasının iç ve dıĢ değeri, 1950 yılından sonraki
dönemlerden çok daha istikrarlı durumda idi (Çelebi, 2002: 60).
Bu dönemde savaĢın sıkıntıları bitmiĢ, milletlerarası iliĢkiler kurulmuĢ, çeĢitli
dıĢ yardımların alındığı iktisadi kalkınma için elveriĢli bir dönem baĢlamıĢtı. Bu
dönemde Türkiye‟ye çeĢitli dıĢ kaynaklardan hibe ve kredi Ģeklinde yardımlar
yapılmıĢtı (Aktan, 1978: 52). Özellikle 1950‟li yılların baĢında uygulanan tarım
destekleme politikaları, Kore SavaĢı nedeniyle ülke ekonomisi açısından olumlu
sonuçlar doğurmuĢ. Özellikle Kore SavaĢı esnasında tarım ürünlerinde ortaya çıkan
dıĢ talep artıĢı ülkemiz ihracatında artıĢa neden olmuĢ; bu durum da liberal ekonomi
politikalarının uygulanmasını teĢvik etmiĢtir (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 52). Bu
olumlu geliĢmeler tersine dönünce ve ekonominin iç ve dıĢ dengeleri bozulunca,
Hükümet dıĢ ekonomik iliĢkileri denetim altına almak zorunda kalmıĢtır.
Hükümet döviz darboğazını aĢmak için ithalatta liberasyona son verdikten
sonra bazı önlemleri yürürlüğe koymuĢtu. Bunları sıralarsak: Gümrük vergisinde
değer esasına geçilmesi, gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, ithal malları fiyat kontrol
dairesinin kurulması ve Milli Koruma Kanunu‟nun çıkartılması. Ülke 1958 yılında
döviz darboğazı nedeniyle, ithalat ve yatırım yapamadığı gibi kurulu tesisleri de girdi
yokluğundan çalıĢtıramıyordu. Bu durum iç piyasada mal kıtlarının; enflasyonunun
ve iĢsizliğin artmasına yol açmıĢtır. Bu durumda hükümet üyesi bulundukları Avrupa
iktisadi ĠĢbirliği TeĢkilatı‟ndan (OEEC) yol göstermesini, teknik ve mali yardımda
bulunmasını resmen talep etti. KuruluĢun hazırladığı rapor, yetkili organlarca kabul
edildikten sonra, Türkiye‟ye bir istikrar paketi olarak sunulmuĢtur (Tokgöz, 2001:
14).
Yapılan bu devalüasyon Türkiye‟nin isteğiyle değil IMF‟in zorlamasıyla
uygulandı. Devalüasyon gereği aslında 1954 yılında ortaya çıkmıĢtı ama hükümetin
önlem almakta isteksiz davranması 1954-58 döneminin kriz ortamında geçmesine
50
neden oldu (Altınok ve Çetinkaya: 57). 4 Ağustos 1958 yılında alınan istikrar
kararlarıyla Türk Lirasının dıĢ değeri 1 dolar = 280 kuruĢtan, 1 dolar = 900 kuruĢa
düĢürülmüĢtür (Karluk, 2002: 160). 1958 Ġstikrar önemleri Ģöyleydi:
- Kredi ve mevduat faiz oranlarının yeniden belirlendi,
- DıĢ ticarete kota sisteminin getirilmesi,
- Piyasada var olan aĢırı satın alma gücünün azaltılması için kamu sektöründe
fiyatlara zam yapılması 1956‟dan beri ikinci kez yürürlüğe giren Milli Kanununun
Kaldırılmasıdır (Uludağ ve Arıcan, 2003: 27).
4 Ağustos 1958‟de alınan istikrar tedbirleri ile önce paramızın dıĢ değeri fiili
bir devalüasyona tabi tutularak dıĢ ticaretteki tıkanıklıklar giderilmeye çalıĢıldı. Para
hacmini kontrol altına almak için emisyonların durdurulması kararlaĢtırılmıĢ, iktisadi
devlet teĢebbüslerinin Merkez Bankasından çekebilecekleri para miktarı tahdit
edilmiĢti. Ġçeride enflasyon oranını azaltmak için Devlet sanayinde fiyatlar artırıldı
ve bankaların kredi muslukları iyice sıkıldı; kredilere tavanlar konuldu ve ancak
istenilen faaliyetlere kredi veren selektif kredi sistemi uygulandı. Bu tedbirler
sonucunda enflasyon durdurulmuĢtur, hatta 1959 yılı sonuna doğru ekonomide bir
durgunluk baĢlamıĢtı. Bunun üzerine istikrar tedbirleri biraz gevĢetildi (Aktan, 1978:
55).
Bu dönemde Türkiye‟de yaĢanan olaylara kısaca değinildikten sonra, bu
süreçte yaĢanan enflasyon ve GSMH oranları arasında ne yönde bir iliĢki olduğuna
incelersek.
Ġkinci Dünya SavaĢı döneminde ilk kez enflasyonla tanıĢmıĢtır. Fakat 1950‟li
yıllardaki durum bir parça farklıdır. 1950 yılının ilk yarısında meydana gelen iktidar
değiĢikliğinden sonra ülkemizde yeni bir iktisat politikası anlayıĢının geliĢtirildiğine
görüyoruz. Yeni iktisat politikası bir yandan Türk ekonomisinin yapısının diğer
yandan o dönemde moda görüĢ olan Keynesgil talep yanlı teorilerin etkisi altında
kalmıĢtır (Parasız, 1998: 110).
51
Tablo 5: 1946-1960 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
1946
320.4
-3,8
427.7
-3,8
0,12
-5
1947
352.2
1,5
433.3
1,3
0,12
5,6
1948
329.7
1,4
466.7
7,7
0,12
8,6
1949
354.5
7,5
503.5
7,9
0,12
0,4
1950
339.2
-4,3
452.2
-10,2
0,12
-2,1
1951
335.5
-1,1
482.5
6,7
0,14
6,5
1952
352.6
5,1
486.3
0,8
0,14
2,7
1953
369.5
4,8
497.5
2,3
0,15
4,8
1954
402.8
9
552.2
11
0,16
5,1
1955
450.7
11,9
592.0
7,2
0,17
11,3
1956
502.6
11,5
691.5
16,8
0,2
11,8
1957
565.4
12,5
820.8
18,7
0,24
23,3
1958
654.1
15,7
944.7
15,1
0,28
14,2
1959
802.0
22,6
1 128.9
19,5
0,33
19,9
1960
861.3
7,4
1 188.7
5,3
0,34
3,3
TEFE
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553
Tablo 5‟de görüldüğü gibi 1954 yılında artmaya baĢlayan fiyatlar, 1958 ve
1959 yıllarında en üst düzeylere ulaĢmıĢtır. Bu dönemde yaĢanan enflasyonda, talep
enflasyonu Ģeklinde bir görünüm mevcuttur. Ekonomik sektörler arasında denge
bozulmuĢ, üretim ve ithalat ile beslenen mal ve hizmet arzı, toplam talebe
yetiĢememiĢ ve fiyatlar genel düzeyi (TEFE) yükselmiĢtir (Özer, 1979: 28).
Enflasyon oranları 1953 yılından sonra yükselmeye baĢlamıĢ 1960 yılında
daralmıĢtır. Bu dönemde en yüksek TÜFE oranı %22,6 oranından, TEFE %19,5
oranında 1959 yılında gerçekleĢmiĢtir.
1958 yılını izleyen birkaç yıl ekonomi bu yeni istikrar politikasın uyum
sağlaması çabalarıyla geçti. 1960 yıllarından itibaren fiyat artıĢlarının sınırlanması
baĢarılabilse de üretim alanında geçmiĢ yılların aĢırı ve hesapsız geliĢmelerinin
bedelini ödemek zorunda kaldı. 1958, 1959 ve 1960 yıllarındaki çok düĢük geliĢme
bu bedelin en somut göstergesidir (Uluatam, 1981: 22).
52
Tablo 6: 1946-1960 Yılları Arası GSMH Büyüklüğü
Yıl
1946
1947
1948
1949
1950
1951
1952
1953
1954
1955
1956
1957
1958
1959
1960
GSMH (Sabit Fiyatlarla)
Değer
Büyüme Hızı
TL
(%)
7 864
31,9
8 192
4,2
37 065
15,9
35 213
-5
38 506
9,4
43 446
12,8
48 621
11,9
54 091
11,2
52 480
-3
56 642
7,9
58 428
3,2
62 995
7,8
65 844
4,5
68 521
4,1
70 869
3,4
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 646
Tablo 6‟da görüldüğü gibi 1968 fiyatları ile 1946–1960 GSMH değerlerinde
sürekli dalgalanmaların yaĢandığı görülmektedir. Sürekli dalgalanmaların yaĢandığı
dönemde en yüksek büyüme hızı 1946 yılında %31,9 oranında, en düĢük büyüme
hızının da 1950 yılında -%5 oranında gerçekleĢtiği görülmektedir. GSMH büyüme
hızının 1949 ve 1954 yıllarında negatif değerler alırken, diğer yıllarda pozitif
değerler almıĢtır. Buna göre; 1946–1960 yılları arasında, Türkiye ekonomisi büyüme
eğiliminde olmasına rağmen, sürekli dalgalanmalar yaĢadığından dolayı, ülkede
sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleĢmediği görülmektedir (Turhan, 2007: 56).
3.1.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem
1954 yılından baĢlayarak dıĢ tıkanma ve göreceli durgunluk konjonktürüne
karĢı uygulanan istikrar ve uyum politikaları 1961 yılı ile son buluyor bu dönemden
sonra ekonomi yeni bir geniĢleme sürecine hazır hale getiriliyordu. Bu yeni
dönemde, 1954‟te baĢlayan korumacı dıĢ ticaret politikalarının belirlediği ve
uluslararası pazardan çok iç piyasanın sürüklendiği geliĢme biçimi bu yeni dönemde
de egemen olmaya devam etmiĢtir. Ancak, 1962 sonrasını, hem bir önceki
53
dönemden, hem de Cumhuriyet tarihinin bütün diğer dönemlerinden farklı olarak
ayıran belirleyici özellikleri vardır. Bir kere, 1962 sonrası iktisat politikaları
planlama uygulamasına oturtulmuĢtur (Boratav, 1998: 94). Planlama dönemine, 27
Mayıs 1960 askeri hareketinden sonra yapılan yasal ve Anayasal düzenlemelerle
geçildi (Kepenek ve Yentürk, 2000: 142).
1961 Anayasası hazırlanırken, çıkarılan bir kanunda Devlet Planlama TeĢkilatı
(DPT) kurulmuĢtur. Devlet Planlama TeĢkilatı, Kalkınma Planlarını hazırlamak ve
yürütmekle görevlendirilmiĢtir (ġahin, 2002: 133). 1962 yılına yetiĢtirilemediği için
ilk kez 1963 yılında yürürlüğe girmek üzere arka arkaya, beĢer yılık dönemi
kapsayan 3 adet plan hazırlanarak uygulanmıĢtır. Birinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı
1963-1967, ikinci Kalınma Planı 1968-1972, üçüncü Kalkınma Planı ise 1973-1977
dönemleri arasında yürürlükte kaldı. 15 yıllık uzun vadeli plan döneminden sonra,
1979-1983 yıllarını kapsayan dördüncü kalkınma planı da hazırlanmıĢtır. Ancak,
içinde bulunulan iktisadi ve siyasi bunalım nedeniyle bu plan uygulanamamıĢtır fakat
literatürde yerini almıĢtır.
Bu ilk dört planda, ekonominin her yıl belli bir hızla büyümesi temel amaç
kabul edinilmiĢ, sanayileĢmeye öncelik verilmiĢ, plan dönemleri daha uzun dönemli
stratejilerin bir parçası olmuĢtur (Bulut, 2006: 218; Kazgan, 2002: 95). Planlama
döneminde dıĢ ticaretteki geliĢmeler önceki dönemlerde oluĢan genel çerçevede
yürümüĢtür. Türkiye ithal ikameci, yerli sanayiyi korumayı ve geliĢtirmeyi
amaçlayan bir dıĢ ticaret politikası izlemiĢtir. Ġhracat önceki dönemlerde büyük
ölçüde tarımsal ürünlere dayanmıĢtır (ġahin, 2002: 168). 1956 ile 1959 yılları
arasında yaĢanan enflasyon artıĢlarından dolayı 1963 sonrası dönemlerde her
kalkınma
planına
ekonomideki
enflasyoncu
eğilimlerin
önleneceğine
dair
politikaların belirtilmesine dikkat edilmiĢtir (Uluatam, 1981: 22).
Birinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planında (1963-1967), kamu kesimini emredici bir
biçimde
yönlendirmeyi,
özel
kesimi
ise
çeĢitli
araçlar
ile
özendirmeyi
hedeflemektedir. Birinci plan, kalkınma için gereken fedakarlıklara, lüks malların
tüketimini sınırlandırmaya ve tasarruf artırıcı tedbirlere özel bir vurgu yapmıĢtır.
Ayrıca, ağır sanayiye yönelik bir sanayileĢmeyi, vergi reformunu, fiyat istikrarını
54
sağlayacak tedbirlerin sürekli olarak alınmasını, iĢsizliği giderecek etkin bir istihdam
politikasının uygulanması planın genel hedefleri içerisinde yer almıĢtır (Aktaran:
BuluĢ, 2003: 58).
Planlı dönem içinde dıĢ ticaret bilançosu sürekli açık vermiĢtir. Ġthalatta önemli
dalgalanmaların olmasına karĢılık, ihracatta yavaĢ fakat sürekli artıĢ olmuĢtur.
Ġhracatın ithalatı karĢılama oranı 1963‟de %53,5 iken 1967 sonunda %76 düzeyine
yükselmiĢtir. Ġthalatın ortalama %95‟i ara ve yatırım mallarına ayrılmıĢtır. Ġhracat
içinde tarım ürünlerinin payı %75 civarındadır (Tokgöz, 1998: 18).
Tablo 7: 1961-1967 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
1961
873
1,3
1 223
2,9
0,36
4,1
1962
906
3,8
1 293
5,7
0,39
9,5
1963
965
6,5
1 347
4,2
0,41
5,7
1964
972
0,8
1 363
1,2
0,42
2,6
1965
1 037
6,7
1 474
8,1
0,44
4,3
1966
1 094
5,5
1 545
4,8
0,47
6,4
1967
1 163
6,3
1 662
7,6
0,5
6,5
TEFE
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553
Tablo 7‟de görüldüğü gibi gerek 1960‟lı yılların baĢında gerek BeĢ Yıllık
Kalkınma Planının (1963-1967) uygulandığı dönemde, 1958 yılında yürürlüğe konan
istikrar politikasına uyulmaya devam edilmiĢtir. 1964 yılında TÜFE %0,8 oranında,
TEFE %1,2 oranında gerçekleĢmiĢ ve bu dönemin en düĢük değerine ulaĢmıĢtır.
1964 yılında Kıbrıs sorununun yarattığı durgunluğu gidermek için geniĢletici para ve
maliye politikası uygulanmıĢ 1965 yılında bir sıçrama olmuĢ TÜFE %6,5 oranında
TEFE %8,1 oranında gerçekleĢmiĢtir (Parasız, 2003: 1979). Birinci Kalkınma Planın
uygulandığı yıllar arasında ortalama TÜFE %5,16 oranında, TEFE %5 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
55
Tablo 8: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)
Yıl
GSMH
(Sabit Fiyatlarla)
Değer Büyüme Hızı
TL
(%)
Tarım
Sanayi
Hizmetler
1961
72 286
2
-4,9
11,7
4,2
1962
76 754
6,2
5
3,5
8
1963
84 188
9,7
9,6
12
8,9
1964
87 619
4,1
-0,4
11,2
4,8
1965
90 386
3,1
-3,9
9,5
5,6
1966
101 204
12
10,7
15,2
11,5
1967
105 461
4,2
0,1
8,2
5,2
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647
Tablo 8‟de görüldüğü gibi 1961 ile 1967 yılları arasında en düĢük büyüme hızı
1961 yılında %2 oranında, en yüksek büyüme oranı ise 1966 yılında %12 oranında
gerçekleĢmiĢtir. Birinci Kalkınma Planında ekonomisin %7 oranındaki büyüme hızı
amaçlanmıĢtır ancak ulaĢılamamıĢ geliĢme hızı %6,7 olarak gerçekleĢmiĢtir.
Sektörlerdeki
gerçekleĢen
büyüme
oranları
planlanandan
düĢük
olarak
gerçekleĢmiĢtir. Tarım sektöründe %4,2 yerine, %3,2 sanayide %12,3 yerine %9,7
hizmetler sektöründe %6,8 yerine %6,6 olarak gerçekleĢmiĢtir. Özellikle sanayi
sektöründe planlanan hedefe ulaĢılamaması büyük bir önem taĢımaktadır (BaĢol,
1983: 66-67).
Ġkinci BeĢ Yılık Kalkınma Planı (1968-1972), birincide olduğu gibi ekonomik
büyüme hızı ortalama %7 oranında hedeflenmiĢtir. Ġkinci Planın en önemli özelliği
ekonomik geliĢmenin bütün diğer unsurlarının, örneğin istihdam hacminin
yükseltilmesi, tasarrufların artırılması, ekonominin dıĢa bağımlılığının azaltılması vb.
büyüme hızına bağımlı olarak ele alınmıĢtır. Ġkinci plan büyüme hızına birinci
plandan daha fazla bir belirleyicilik yüklemiĢtir ve bu hedefe nasıl ulaĢılacağı
konusunda farklı bir yaklaĢım göstermiĢtir. Kalkınma sorununa birinci plandan iki
noktada farklılık arz etmiĢtir. Bu farklılıklar, ekonomik büyümede sektörlere verilen
öncelik ve kentleĢme sorununa yaklaĢımdır (Altıok, 2011: 176).
56
Ġkinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planındaki (1968-1972) diğer hedefler Ģöyledir:
- Sanayi sektörü ekonominin sürükleyici niteliğini kazanacaktır,
- Tarımsal üretimde hava Ģartlarına bağlılık azaltılacak ve tarım sektörü
ortalama olarak %4,1 oranında büyüyecek,
- Ekonomide enflasyon veya deflasyon olmayacak,
- DıĢ kaynaklara bağlılık azaltılacak ve dıĢ tasarrufların GSMH içindeki payı
1967 yılında %2 iken 1972‟de %1,7‟ye düĢürülecek,
- Yatırım harcamaları yılda %11,4 oranında artırılacak,
- 1967 de GSMH‟nin %19,9‟u olan toplam tasarruflar, %24,3 oranına
çıkartılacaktır (Hatiboğlu, 1981: 77).
Birinci Kalkınma Planının; tarım, imalat, sanayi, hizmetler ve kamu kesiminde
sağladığı olumlu geliĢmelerin kaynağının dıĢ borçlardan karĢılanması, bununla
beraber ithal ikameci ve korumacılığa dayalı sanayileĢme nedeniyle ülkede döviz
sıkıntısı yaĢanmaya baĢlanmıĢtır. Döviz sıkıntısına çözüm bulmak amacıyla
devalüasyon yapılmıĢtır (Turhan, 2007: 60). Türkiye Cumhuriyet‟inde üçüncü büyük
istikrar kararları 10 Ağustos 1970 tarihinde alınmıĢtır. 1970 yılına gelene kadar,
ekonomi darboğazlarla karĢılaĢmıĢ, dıĢ ticaret açığı yeniden büyümüĢ, TL aĢırı
derecede değerlenmiĢ, iĢçi döviz giriĢleri azalmıĢtır. 1970 istikrar kararları ile %66,6
oranında devalüasyon yapılarak 1dolar = 15.100 TL kuru belirlenmiĢ, ihracatta katlı
kur uygulamasına devam edilmiĢ, ithal teminat oranları azaltılmıĢ, miktar
kısıtlamaları sınırlandırılmıĢ, faizler ve vergiler yükseltilmiĢ maaĢlar ve ücretler
dondurulmuĢ, KĠT ürünlerine %50 oranında zam yapılmıĢtır (Karluk, 2002: 444).
Ġhraç edilemeyen milli ürünlerimizin ihracında, dıĢ ticaret dengemizde, milli
üretimimizi çoğaltmada, dıĢ ülkelerdeki vatandaĢlarımızın dövizlerinin Türkiye‟ye
akmasında 10 Ağustos 1970 Devalüasyonunun faydaları olmuĢ. Ancak, Türk
Ekonomisinin muhtaç olduğu istikrarı sağlayamamıĢtır. Paramızın dıĢ değerinin
düĢmesi, içerdeki fiyatların sürekli olarak artmasına neden olmuĢ, yeni vergiler ve
diğer zamlar, fiyatları daha da yükseltmiĢtir. Ġthalat ve ihracat açığı büyümüĢ,
57
ödemeler bilançosundaki açık devam etmiĢtir (Çelebi, 2002: 61). Halk ekonomideki
darboğazla beraber siyasal ve sosyal huzursuzlukları sokağa taĢımaya baĢlamıĢ ve 21
Mart 1971 askeri muhtırası gerçekleĢmiĢtir. Ġkinci Kalkınma Planı döneminde üç ayrı
hükümetin kurulması bu dönemde yaĢanan siyasi istikrarsızlığında bir göstergesi
olmaktadır (Turhan, 2007: 60).
Tablo 9: 1968-1972 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
1968
1 211
4,1
1 715
3,2
0,52
3,9
1969
1 280
5,7
1 839
7,2
0,56
7,2
1970
1 431
11,8
1 962
6,7
0,6
8,5
1971
1 743
21,8
2 274
15,9
0,71
17,4
1972
2 010
15,3
2 683
18
0,78
10,2
TEFE
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 553-554
Ġkinci Kalkınma Planının uygulandığı 1968–1972 dönemine iliĢkin Tablo 9‟da
enflasyon rakamları gösterilmektedir. Planın uygulandığı ilk iki yılda enflasyon
oranları tek haneli gerçekleĢirken, 1970 yılında enflasyon oranı çift haneli rakamlara
dönüĢmüĢtür. En düĢük TÜFE %4,1 oranında ve TEFE %3,2 oranında 1968 yılında
gerçekleĢmiĢtir. En yüksek TÜFE %21,8 oranıyla 1971 yılında, TEFE %18 oranıyla
1972 yılında gerçekleĢmiĢtir.
Tablo 10: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)
Yıl
GSMH (Sabit Fiyatlarla)
Büyüme
Değer TL
Hızı (%)
Tarım
Sanayi
Hizmetler
1968
31 635 197
6,7
1,9
10,0
8,3
1969
33 002 579
4,3
-1,4
12
5,4
1970
34 468 624
4,4
2,8
-0,5
7,3
1971
36 897 377
7
5,1
8,9
7,6
1972
40 279 248
9,2
1
10,6
13,4
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647
Ġkinci Kalkınma Planında hedeflenen tablo 10‟da görüldüğü üzere %7 büyüme
oranı %6,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. Sektörlerdeki gerçekleĢen büyüme oranları
58
planlanandan düĢük olarak gerçekleĢmiĢtir. Tarım sektöründe %4,1 yerine, %3,1
sanayide %12 yerine %9,1, hizmetler sektöründe %6,3 yerine %6,6 olarak
gerçekleĢmiĢtir. Tarım ve sanayi sektöründeki hedeflere ulaĢılamazken hizmetler
sektöründe planlanan hedef aĢılmıĢtır (Altıok, 2011: 180).
Üçüncü BeĢ Yılık Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarını kapsamakta ve onbeĢ
yıllık uzun dönemli planın üçüncü kısmını oluĢturmaktadır. Türkiye ile Avrupa
Topluluğu arasında 1963 yılında imzalanan ortaklık anlaĢmasının 1 Ocak 1973
yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte gümrük indirimlerinin gerçekleĢmesi ve geçen
on yıllık dönem içinde ulaĢılan sonuçlar ve karĢılaĢılan sorunlar, özellikle sanayide
hedeflenen artıĢ hızının gerçekleĢtirilememesi, belirli bir yapısal değiĢikliği mecburi
kılmıĢtır. Bundan dolayı, Üçüncü Kalkınma Planı onbeĢ yıllık perspektif içerisinde
değil, yeni hazırlanan ve 22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin ilk dilimi olarak
hazırlanmıĢtır (Aktaran: Erdoğan, 2006: 45). Üçüncü Kalkınma Planı Ģu temel
hedefleri benimsemiĢtir:
- Yıllık büyüme hızı %7,9 oranında belirlenmiĢ,
- Tarım sektöründe yıllık üretim artıĢı %4-4,5 ve sanayi sektöründe %11,5-12,5
bulunması planlanmıĢ,
- GSYĠH‟nın oluĢumunda sektörlerin payı tarım %23, sanayi %27 ve hizmetler
%50 olacak,
- Yatırımların %12‟si tarımda, %45‟i sanayide, %43‟ü de hizmetlerde
gerçekleĢecek,
- Toplam
tasarrufların
1972‟deki
%19,6
düzeyi,
1977‟de
%25,5‟e
yükseltilecek,
- DıĢa bağımlılığın azalması için ihracatın 1963-71 arasındaki %7‟lik yıllık
artıĢı %9,4‟e yükseltilecektir (Hatiboğlu, 1981: 78; Tokgöz, 1998: 23).
Üçüncü plan hedeflediği büyüklüklerin çoğuna petrol krizi, ödemeler bilançosu
dengesizliği sorunu gibi nedenlerle ulaĢamamıĢ ve böylece hızlı büyüme yanında
59
üretim yapısının değiĢtirilmesi gibi iki önemli amaca ulaĢılamamıĢ. Bunun belirgin
niteliklerinden birisi, baĢta altyapı sorunu olmak üzere, ekonominin darboğazlara
girmesidir. 1960-1973 dönemine baktığımızda kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal
ikameci stratejilerin bulunduğu görülmektedir. Ġthal ikameci politikalar dayanıksız
tüketim mallarına yönelik olduğu sürece büyüme devam etmiĢ, fakat bu durum
1960‟ların ortalarından itibaren ithal ikameci politikalar dayanıklı tüketim malları ve
ara mallar hedef aldığında sonuçlar tatmin edici olmaktan uzak kalmıĢtır. Çünkü
Üçüncü Plan döneminde dayanıklı tüketim malları sanayinin göreli öneminin
azaltılması hedeflenirken bu gerçekleĢtirilemedi sanayide ithal ikameci stratejinin
ana hedefi olan ara ve yatırım malları üretimine geçiĢ ve dıĢa açılma sürecini
zayıflatmıĢtır (Altıok, 2011: 185).
Tablo 11: 1973-1979 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
TEFE
1973
2 327
15,8
3 233
20,5
0,94
21,1
1974
2 686
15,4
4 200
29,9
1,23
30,5
1975
3 196
19
4 624
10,1
1,49
21,2
1976
3 720
16,4
5 345
15,6
1,72
15,3
1977
4 558
22,5
6 633
24,1
2,13
24
1978
6 987
53,3
10 123
52,6
3,13
46,7
1979
11 318
62
16 591
63,9
5,5
75,6
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554
Tablo 11‟de görüldüğü gibi Üçüncü Kalkınma Planında TÜFE ve TEFE
değerleri çift haneli rakamlarla devam etmiĢtir. Üçüncü Planda TÜFE en yüksek
1975 yılında %19, TEFE en yüksek 1974 yılında %29,9 oranında gerçekleĢmiĢtir.
Enflasyon oranları 1977‟de hızını artırarak 1979 yılında TÜFE %62, TEFE %63,9
oranında gerçekleĢmiĢtir. Planlı dönemin uygulandığı 1973-1977 yılları arasında
TÜFE ortalama % 17,82, TEFE ortalama %20,04 oranında gerçekleĢmiĢtir.
60
Tablo 12: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla %)
Yıl
GSMH (Sabit Fiyatlarla)
Büyüme
Değer TL
Hızı (%)
Tarım
Sanayi
Hizmetler
1973
42 255 004
4,9
-8,1
12
9,2
1974
43 633 172
3,3
6,2
7,1
0,7
1975
46 275 414
6,1
3
9,1
6,4
1976
50 437 968
9
6,9
8,9
10
1977
51 944 339
3
-2,1
6,6
3,9
1978
52 582 171
1,2
2,7
3,1
-0,1
1979
52 324 176
-0,5
-0,2
-5
1,1
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923- 2009: 647
Üçüncü Kalkınma Planında büyüme hedefi yılda %7,9 olarak hesaplanmıĢtır
anacak, büyüme %7 oranında bir geliĢme göstermiĢtir. Planda tarım sektörünün
gelirleri payında hedeflere yaklaĢılmasına karĢın, sanayi sektörü gelirlerinde oldukça
geri kalındığı ve bu geri kalıĢın doğrudan doğruya hizmetler sektöründeki
geliĢmelerden etkilendiğini söyleyebiliriz (BaĢol, 1983: 68).
Üçüncü Plan döneminde dıĢ ekonomik iliĢkilerde Ģok etkisi yapan büyük iniĢ
çıkıĢlar meydana gelmiĢtir (Tokgöz, 1999: 165). Dünya ekonomisi Aralık 1973
yılında petrol fiyatlarında yaklaĢık %400‟lük artıĢla birinci petrol Ģokuyla sarsıldı.
Dünyada bu Ģokun etkisi atlatılamadan 1979 yılında petrol fiyatlarının yaklaĢık
%100 artmasıyla yeni bir petrol Ģoku daha yaĢandı. IMF Petrol Ģokundan itibaren
istikrar paketi için ısrar etmeye baĢladı. Hükümet, bir süre devalüasyon kararı
almaktan ve istikrardan kaçınmanın yollarını aradı. KuĢkusuz iç ve dıĢ dengeler bu
arada daha da bozuldu ve 1 Mart 1978‟de TL dolara karĢı %29 oranında devalüe
edilerek 1$ = 19,5 TL‟den 1$ = 25,25 TL‟ye yükseltildi. O dönemde genel kanı
TL‟nin hala aĢırı değerlenmiĢ olarak kaldığı yönünde olunca Mart ve Haziran
1979‟da iki kez daha devalüe edildi ve son olarak 1$ = 47 TL oldu. Ancak TL hala
aĢırı değerliydi ve hükümet alına devalüasyon kararlarına rağmen iç talebi düĢürücü
herhangi bir önlem almıyordu. Bunun sonucunda enflasyon giderek yükseldi,
büyüme hızı yavaĢladı 1978 yılında %1,2, 1979 „da yılında -%0,5 olmuĢtur (Parasız,
2003: 277-280).
61
Dördüncü BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, ağır bir ekonomik ve siyasal bunalım
döneminde bir yıl gecikme ile 1978 yerine 1979 yılında uygulamaya konuldu.
Ekonomik bunalım dıĢ ödeme güçlüğü ve enflasyon gibi geleneksel göstergeleriyle,
önceki bunalımlardan çok daha ağır bir özellik taĢıyordu. Ham petrol fiyatlarının
1974 yılı baĢında ve devam eden yıllarda sürekli olarak yükselmesi ve Türkiye‟nin
yoğun ekonomik iliĢki içinde bulunduğu ülkelerde ekonomik durgunluk ve
enflasyonun birlikte görülmesi, kaçınılmaz olarak, ülkenin dıĢ ticaret ödemeler
durumunu sarstı. Ġthalat gelirlerinin hızla artmasına karĢılık ihracat sınırlı kaldı
(Kepenek ve Yentürk, 2000: 152).
Tablo 13: Sabit Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı (P: Plan G: GerçekleĢen, %)
I. Plan
II. Plan
III. Plan
IV. Plan
Sektörler
P
G
P
G
P
G
P
Tarım
17,7
13,9
15,2
11,1
11,7
11,8
12,2
Madencilik
5,4
5,6
3,7
3,3
5,8
3,7
6,1
Sanayi
16,9
20,4
22,4
26,8
31,1
28,2
27,4
Enerji
8,6
6,5
8
9
8,5
7,4
10,6
UlaĢtırma
13,7
15,6
16,1
16
14,5
20,6
16,3
Turizm
1,4
1,3
2,3
2,1
1,6
1
1,2
Konut
20,3
22,4
17,9
20,1
15,7
16,9
14,6
Eğitim
7,1
6,6
6,7
4,7
5
3,3
4,8
Sağlık
2,3
1,8
1,8
1,5
1,4
1,1
1,4
Kaynak: http://www.dpt.gov.tr/Kalkinma.portal
1963–1980 arası dönemde yapılan kalkınma planlarında, sektörel yatırım
dağılımlarının planlanan ve gerçekleĢen değerleri planlı dönem içinde önemli bir
değiĢme göstermemiĢtir. Tablo 13‟de dikkati çeken önemli unsur planlanan yatırım
oranlarının bir önceki plan gerçekleĢmelerine yakın olmasıdır. Üç ana sektörü
incelersek, birinci plan döneminde tarım sektörünün yatırımlar içindeki dağılımı %14
civarında olmasına rağmen bu oran diğer plan dönemlerinde düĢüĢ göstermiĢ ve
%12‟lere gerilemiĢtir. Sanayi sektörü birinci planda %20‟lik seviyelerde iken diğer
62
planlarda bu oran %28‟lere kadar çıkmıĢtır. Hizmetler sektörünün payı %50‟lerde
seyretmiĢtir (Erdoğan, 2006: 45-46).
1960-1979 yılları arası genellikle planlı yıllar olarak adlandırılır. Ġlk kapsamlı
plan uygulamasına 1963 yılında baĢlandı bu yılı izleyen ilk iki plan döneminde
planlamacılığın iktisadi kararlarındaki belirleyiciliği oldukça kuvvetliydi. 1974
birinci petrol Ģokunu izleyen yıllarda ise, Türkiye ekonomisinin içine girdiği
çalkantılı ortamda, planlama ilkelerini uygulamak artık mümkün olmamaya baĢladı.
Ġlerleyen yıllarda korumacılık ve müdahalecilik olarak eleĢtirilen yapılanmalar
altında Türkiye ekonomisi 1970‟lerin sonlarında kriz ortamına girdi. Planlama
uygulamalarını belirleyen ithal ikameci kalkınma modeli ve bu modelin gerektirdiği
ekonomik düzenlemeler, 24 Ocak 1980 kararlarına kadar varlığını sürdürdü. Türkiye
1980 yılından itibaren dıĢa açık bir kalkınma modelini benimsedi (Doğruel ve
Doğruel, 2005: 171).
3.2. 1980’den Günümüze Türkiye Ekonomisi
Bu bölümde Türkiye‟de enflasyon ve büyüme arasındaki iliĢkiler, dönemin
içinde bulunduğu konjonktür durumuna göre, 24 Ocak kararlarından 1988 ekonomi
programına kadar geçen dönem (1980-1988), 1988 ekonomi programın kararlarından
5 Nisan kararlarına kadar geçen dönem (1989-1995), 5 Nisan kararlarından
Enflasyonla Mücadele kadar geçen dönem (1996-2000), Enflasyonla Mücadeleden
Güçlü Ekonomiye kadar geçen dönem (2001-2007) ve son olarak 2008 Küresel krizi
olmak üzere beĢ dönem olarak alınması uygun görülmüĢtür.
1950-1980 dönemi, Türkiye‟de aĢağı yukarı her on yılda bir ekonomik kriz
yaĢanmıĢtır. 1958, 1970 ve 1980 yılları farklı özelliklere sahip olsalar da ekonomiyi
tekrar rayına oturtmaya yönelik istikrar programları uygulamaya konulmuĢtur. Ancak
1970‟lerin sonlarına doğru yaĢanan kriz daha ciddi boyutta olmuĢ ve bu krizin
ardından uygulamaya konan ve 12 Eylül yönetimi sonrasında da uygulanmaya
devam edilen 24 Ocak 1980 istikrar programı ülkedeki temel iktisat politikası
yaklaĢımını ve iktisat sistemini değiĢtiren önlemler içerdiği için uzun yıllar
tartıĢılmıĢtır (Günay, 2007: 354).
63
Türkiye‟de siyasal iktidarlar 1980‟li yılların baĢından beri enflasyonun en
önemli makroekonomik sorun olduğunu kabul etmekte ve enflasyonla mücadeleyi
öncelikli konu olarak ilan etmektedirler. Fakat bazı yıllarda sağlanan ve
sürdürülebilir olmayan kısmi baĢarıların ötesinde enflasyonu sürekli bir iniĢ
temposuna oturtmak mümkün olamamaktadır (Eğilmez ve Kumcu. 2005: 376).
3.2.1. 1980-1988 Dönemi ve 24 Ocak Kararları
Ekonomik bunalımın yoğunlaĢması ve 1977-78 yıllarında alınan önlemlerinin
yetersiz kalması üzerine hükümet, 24 Ocak 1980‟de yeni bir ekonomi politikasını
uygulamaya koydu (Kepenek ve Yentürk, 1997:182). Programın uygulanmaya
baĢladığı ilk dönemden, 12 Eylül 1980‟e kadar azınlık hükümeti ve siyasi
istikrarsızlık söz konusudur. 12 Eylül 1980‟den sonra bir askeri hükümet baĢa
geçmiĢtir ve demokrasi askıya alınmıĢtır. Programın uygulanmasında söz konusu
siyasal Ģartların etkisinin olduğuna kuĢku yoktur (ġahin, 1998: 187). 24 Ocak
öncesinin ekonomik tablosu Ģöyledir:
- 1974‟ten itibaren etkisini göstermeye baĢlayan asıl petrol Ģokları ile onların
dolaylı Ģokları Türkiye‟de ithalat maliyetini büyük ölçüde artmıĢtır,
- Ekonominin ara malları ile yatırım malları ile büyük ölçüde ithalata bağlı
olması, sanayi üretimin iç piyasaya dönük karakteri, ihraç gücünün zayıflığı ve
genellikle ekonominin döviz kazanma gücünün yetersiz olması, 1974 sonrasında
dolaylı dolaysız petrol Ģoklarının büyük bir bölümünü ekonominin sırtına
yüklemiĢtir,
- Ekonominin, döviz harcamadan iĢleyemeyecek bir durumda bulunmasına ek
olarak enerji bakımından da dıĢa bağlılığı döviz enerji darboğazlarını daha da
daraltmıĢtır,
- Döviz ve enerji darboğazlarının yarattığı ara malı kıtlığı ve enerji yetersizliği
üretimi büyük ölçüde aksatmıĢ, fazla kapasitelerinin oluĢmasına yol açmıĢ bu durum
üretim maliyetini yükselterek, arzı daraltmıĢtır,
64
- Genel arz daralıĢı ve maliyetlerdeki artıĢlar karĢısında toplam nakdi talep
gereği kadar daralmamıĢ ve bu durum sonucunda enflasyon çarkı gittikçe artan bir
hızla dönerek %100‟ü aĢan bir enflasyon dönemi yaĢanmıĢtır,
- Döviz sıkıntısı, dıĢ borç ödemelerini sıkıntıya sokmuĢ ve Türkiye‟nin dıĢ
kredi sağlama hususundaki ekonomik itibarı çok zayıflamıĢtır,
- Bütün bunlara ek olarak iç olaylar, huzursuzluklar ve Ģiddet hareketleri
ekonomik kararlara ve ekonomik faaliyetlere olumsuz yönde etkilemiĢ, özellikle
uzun vadeli karar ve uygulamalar aksamıĢtır (Kılınçbay, 1999: 163).
24 Ocak kararlarının temel felsefesi ekonomide devlet müdahalesini en az
seviyeye indirerek piyasa ekonomisine iĢlerlik kazandırılması idi. Devletin yerini
özel kesimin alması, ekonomide makro ve mikro dengelerin belirlenmesinde idari
kararların yerine, fiyat mekanizmasının geçerli olması amaçlanmıĢtı.
24 Ocak istikrar programı ile geleneksel sanayileĢme politikası olan ithal
ikameci politikadan ihracata dönük sanayileĢme politikasına geçilmiĢtir. Sınai mamul
ihracatına dayalı ihracat artıĢı bu programın en önemli noktasını oluĢturmuĢtur.
24 Ocak Kararları ekonomik bunalımdan çıkmak amacı ile yürürlüğe
konulmuĢtu. BaĢka bir ifadeyle, sözü edilen uzun vadeli amaçlarından önce bir dizi
kısa vadeli amaçları vardı (Parasız, 1998: 183). Kısa vadeli bu amaçları sıralarsak,
acil dıĢ ödeme güçlüklerini çözümlemeyi, enflasyon hızını düĢürmeyi, atıl
kapasiteleri harekete geçirerek büyüme hızını artırmayı amaçlamıĢtır (Karluk, 1999:
405).
24 Ocak istikrar tedbirleri paketinin ekonomiyi istikrara kavuĢturma yolunda
hareket noktası Ģunlardır:
- Enflasyonun hızını yavaĢlatmak, fiyat istikrarını sağlamak ve enflasyonun
devlet sektöründen kaynaklanan tesirlerini yumuĢatmak, hafifletmek,
- Üretim çarkını harekete geçirmek, bunun için de döviz, enerji ve ona bağlı
olmayan öteki girdilerin arzını artırmak,
65
- Ekonominin döviz kazanma gücünü harekete geçirmek için ihracatı hızla
teĢvik etmek ve öteki döviz kazanan aktiviteleri güçlendirmek,
- Zorunlu ithalat dıĢında döviz harcamalarını en az düzeye indirmek,
- Yeni tasarruf, faiz, kambiyo politikalarını uygulamak (Kılınçbay, 1999: 164).
24 Ocak Kararları Sonucunda;
- Ġhracat hızla geliĢmiĢ, özellikle ihracatta sanayi mallarının payı artmıĢtır.
Gerçekçi döviz kuru, reel faiz ve liberal dıĢ ticaret politikaları sonucunda ihracat
1980‟de 2.9 milyar dolardan 1983‟de 5.9 milyar dolara yükselmiĢtir,
- Ġhracat ve diğer döviz gelirlerindeki artıĢ sonucunda ödemeler dengesi
açıkları azalmıĢ ve döviz darboğazı geniĢletilmiĢtir.
- Yabancı sermaye, iĢçi döviz gelirleri ve turizm gelirleri artmıĢtır,
- 1981 liberasyonundan sonra ithalat hızla geliĢtiği için dıĢ ticaret açığı
büyümüĢtür,
- Kısa dönemde yokluklar, kuyruklar ve karaborsa ortadan kalkmıĢtır,
- Uluslar arası piyasalardan sağlanan taze krediler ile dıĢ finansman ihtiyacını
karĢılanmıĢ ve ithalat artırılmıĢtır,
- Fiyatlar, özellikle kararların uygulandığı yıl olan 1980‟de Cumhuriyet
tarihinde ilk defa üç haneli olmuĢ TEFE %107,2 oranında gerçekleĢmiĢ. Fakat
1981‟den sonra enflasyon oranları hızla inmiĢ, 1981-1987 döneminde yıllık ortalama
%30‟lar civarında seyretmiĢtir,
- Fiyat oranlarının artırılması ve faiz oranlarının artırılması, banka
mevduatlarını yükseltmiĢtir,
- 1980 yılında GSMH oranları -%2,5 oranında gerçekleĢmiĢ, 1981‟den sonra
ekonomi yeniden büyümeye baĢlamıĢtır. 1980-1983 döneminde GSMH sabit
fiyatlarla %4 oranında artmıĢtır,
66
- KĠT ürünlerine kısa aralıklara zam yapılmıĢ, KĠT‟lerin zararları kapatılmıĢ bu
durum sonucunda hazineye olan yükleri hafifletilmiĢtir,
- MaaĢ ve ücretlere, enflasyon oranının altında zam yapılmıĢtır. Bu durum,
çifçiler ile çalıĢanların milli gelirden aldıkları payın azalmasına ve gelir dağılımının
bozulmasına neden olmuĢtur (Karluk, 1999: 407).
Özetle, 1980-1983 yılları arasında piyasalarda arz-talep dengesi sağlandı,
ödemeler bilançosu açıkları küçüldü, döviz darboğazından çıkıldı, dıĢ ödemeler
rahatladı ve enflasyon azalma sürecine girdi. Bununla birlikte, GSMH büyüme
oranları düĢük düzeyde kaldı, iĢsizlik arttı, para piyasası dengesizlikleri sürdü.
Devletin ekonomideki yeri daraltılmadı, buna karĢılık sosyal dengesizlikler büyüdü
(ġahin, 1998: 189).
Tablo 14: 1980-1988 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
1980
22 795
101,4
34 377
107,2
10,42
89,6
1981
30 546
34
47 027
36,8
15,05
44,3
1982
39 221
28,4
59 725
27
19,31
28,3
1983
51 536
31,4
77 941
30,5
24,32
26
1984
76 479
48,4
117 145
50,3
36,13
48,5
1985
110 895
45
167 751
43,2
55,24
52,9
1986
149 265
34,6
217 406
29,6
74,92
35,6
1987
207 329
38,9
287 193
32,1
100
33,5
1988
360 130
73,7
483 346
68,3
170
69,7
TEFE
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923- 2009: 554
1980 sonrasında sıkı para politikası uygulanmadığı halde 24 Ocak istikrar
önlemlerinin yarattığı talep Ģoku, etkisini göstermiĢ ve tablo 14‟de görüldüğü gibi
enflasyon 1981 yılında TÜFE %34 düzeyine inmiĢtir. Ancak, 1984 yılından sonra
para politikasında sağlanan rahatlama ile desteklenen ve zamanla %60‟lar düzeyinde
karar kılarak kronikleĢen ve daha da önemlisi halk tarafından kanıksanan bir
enflasyon ortamına girmemize neden olmuĢtur (Eren, 1999: 77).
67
Tablo 15: 1980-1988 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri
Yıl
GSMH
(Sabit Fiyatlarla)
Değer Büyüme
TL
Hızı
(-000)
(%)
GSMH
(Cari Fiyatlarla)
Değer Büyüme
TL
Hızı
(-000)
(%)
GSYĠH
GSYĠH
(1998 Fiyatlarla) (Cari Fiyatlarla)
Değer Büyüme Değer Büyüme
TL
Hızı
TL
Hızı
(-000)
(%)
(-000)
(%)
1980 50 869,9
-2,8
5 303,0
84,4
30 409,3
-2,4
7,00
83,5
1981 53 316,8
4,8
8 022,7
51,3
31 886,1
4,9
10,60
51,1
1982 54 963,2
3,1
10 611,8
32,3
33 022,4
3,6
14,1
32,8
1983 57 279,0
4,2
13 933,0
31,3
34 663,9
5
18,6
32,5
1984 61 349,8
7,1
22 167,7
59,1
36 990,5
6,7
29,5
58,2
1985 63 989,0
4,3
35 350,3
59,5
38 559,5
4,2
47,1
59,5
1986 68 314,8
6,8
51 184,7
44,8
41 263,3
7
68,6
45,5
1987 75 019,3
9,8
75 019,3
46,6
45 177,4
9,5
100,4
46,3
1988 76 108,1
1,5
129 175,1
72,2
46 135,3
2,1
173,7
72,9
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923- 2009: 645-647; http://www.dpt.gov.tr/
Tablo 15‟de, Türkiye‟de 1980- 1988 yılları arasında büyüme rakamları
gösterilmiĢtir. Buna göre, Türkiye‟de 24 Ocak 1980 kararlarından sonra GSMH
büyüme hızı (1987 fiyatları ile), kararların alındığı ilk sene -%2,8 gibi bir daralma
meydana gelmiĢtir. Ancak 1980 yılını devam eden yıllarda olumlu geliĢmeler
yaĢanmıĢtır. 1986 yılında iç talepteki artıĢ ve petrol fiyatlarındaki düĢmenin yarattığı
uygun koĢulların da etkisiyle büyüme hızı %6,8 oranında gerçekleĢmiĢtir. Bu süreç
1987 yılında da devam etmiĢ ve bu dönemdeki en yüksek büyüme rakamı 1987
yılında %9,8 oranında gerçekleĢmiĢtir (Turhan, 2007: 66).
GSYĠH büyüme hızı,
kararların alındığı
ilk sene %83,5 oranında
gerçekleĢmiĢtir. 1981 yılında enflasyon oranlarının düĢmesiyle GSYH oranında da
bir daralma yaĢanmıĢ, bu düĢüĢ 1984 yılına kadar devam etmiĢtir. 1984 yılında
fiyatlardaki yükselmelerle birlikte büyüme hızı yeniden 1984-1985 yıllarında
hızlanmıĢtır.
68
3.2.2. 1989-1995 Dönemi ve 5 Nisan Kararları
Türkiye‟nin ekonomisinde köklü dönüĢümü simgeleyen 24 Ocak 1980
kararlarından sonra, ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla bazı yıllarda, düzeltici
önlemler alınıyordu (Kepenek ve Yentürk, 1997: 444). 24 Ocak 1980 kararları ile
birlikte ihracata dönük, dıĢa açık bir politika izlenmeye baĢlanmıĢtır. 1980-1984
yılları arasında yüksek oranda borç ertelemesi ve 1984 yılı sonrası yeni dıĢ
kaynakları
bulabilme
baĢarısıyla
ardı
ardına
pozitif
büyüme
oranlarına
ulaĢılabilmiĢtir. 1988 durgunluğunu takip eden yıllarda büyüme dalgalanmaları,
görece olarak daha kısa aralıklarla gerçekleĢmiĢ büyüme hızındaki istikrarsızlık nicel
olarak ĢiddetlenmiĢtir (Tarı ve Kumcu, 2005: 163). Özellikle 1990 yılından itibaren
kamu kesimi açıklarının hızla artıĢı, devletin gelirlerinin yıllık dıĢ borç ödemesini
dahil karĢılayamaz duruma gelmesi, bu nedenle iç borçlanmaya yönelmesi ve
Merkez Bankası kaynaklarını fazlaca kullanması ve eritilmesi yeni bir istikrar
programının acilen yürürlüğe girmesini zorlamıĢtır (Uludağ ve Arıcan, 2003: 62).
1988 ekonomi programı 1994 krizini hazırlayan temel neden olmuĢtur. ġöyle
ki (Aktaran: Erdoğan, 2006: 52-53).
- 1980–1986 döneminde düĢük tutulan ücret artıĢları, 1988 yılında reel iĢçilik
ücretlerini 1969 senesinin altına indirmiĢtir. 1988 sonrasında,
kayıpların telafi
edilmesi için artan reel ücretler, maliyet artıĢlarına yol açmıĢ, ucuz iĢçi avantajına
bağlı olan ihracatı yavaĢlatmıĢtır.
- Döviz kurları artıĢlarının enflasyon oranının altında kalması sonucu TL aĢırı
değer kazanmıĢ, ihracat artıĢları yavaĢlamıĢ, ithalat artıĢları hızlanmıĢtır. Bu durum
dıĢ ticaret açıklarını arttırmıĢtır. 1993 sonuna gelindiğinde dıĢ ticaret açıkları 13,5
milyar doları bulmuĢtur.
- Döviz kurları yavaĢ artarken faizler yüksek kaldığından kısa vadeli yabancı
sermaye (sıcak para) Türkiye‟de dolar bazında %40‟lara yaklaĢan kazançlar elde
etmeye ve dıĢ ticaret açıklarını finanse etmeye baĢlamıĢtır.
69
- Yurt dıĢından borçlanma yurt içinden borçlanmaya kıyasla daha ucuz
olduğundan, Ģirketler yabancı paradan borçlanmıĢlar, bankalar döviz pozisyonlarını
açmıĢlardır. 1993 sonuna varıldığında, bankaların döviz pozisyonu açıkları 5 milyar
doları aĢmıĢtır.
Denge bozukluklarına bağlı bütün bu geliĢmeler, ülkede riskleri arttırmıĢ, kriz
beklentilerini beslemiĢtir. 1994 Ocak ortalarında kriz patlak vermiĢtir. 1994 krizi de
enflasyonun 120‟leri bulması, yüzde 300‟lere varan döviz kuru artıĢları ve yüzde
900‟lere varan faizlerle sonuçlanmıĢtır.
Ġstikrar programı, enflasyon oranını azaltma, TL‟ye kararlılık kazandırma,
dıĢsatımı artırma ve bunlar gerçekleĢtirerek, sürdürülebilir bir ekonomik ve
toplumsal geliĢme sürecini elde etmeyi hedeflemiĢtir. Bu hedeflere ulaĢılması, baĢta
kamu kesimi açıklarının azaltılması ve bir dizi yapısal yeni düzenlemelerle
gerçekleĢtirilecektir (Kepenek ve Yentürk, 1997: 444).
5 Nisan kararları çerçevesinde 5 Nisan ve daha sonra uygulamaya konulan
baĢlıca önlemler, ana baĢlıklar altında aĢağıda özetlenmiĢtir:
- Türk Lirası %39 oranında dıĢ değer kaybına uğramıĢtır,
- 5 Nisan‟da TL‟yi cazip hale getirebilmek için Hazine Bonosu, tahvil ve repo
gelirlerinden alınan %5 vergi kaldırılmıĢtır,
- Bankaların faiz oranlarındaki değiĢikliği 2 gün önceden Merkez Bankası‟na
bildirme zorunluluğu kaldırılmıĢtır,
- Döviz kurları serbest bırakılmıĢ, Merkez Bankası‟nın kur belirleme sistemi
değiĢtirilmiĢtir. Kurlar 10 bankanın verilerine göre belirlenmeye baĢlanmıĢtır,
- 10 yıl aradan sonra ilk defa IMF ile stand-by anlaĢması yapılmıĢtır,
- KĠT ve TEKEL ürünleri çok büyük oranda pahalılaĢtırılmıĢtır,
- Akaryakıt kesintileri, %10‟dan %25 çıkartılmıĢ,
70
- Hazinenin Merkez Bankasından alacağı avansa sınırlandırma getirilmiĢtir
(Karluk, 1999: 416).
5 Nisan 1994 Ġstikrar Programını hedeflerine ulaĢma performansı bakımından
değerlendirirsek, özetle Ģunları söyleyebiliriz: 5 Nisan Ġstikrar Kararları piyasalardaki
yangını durdurabilmiĢtir. Fakat, GSMH da yüzde 6 ya varan düĢme pahasına
gerçekleĢmiĢtir. Buna karĢılık, 5 Nisan kararları yapısal hedefleri gerçekleĢtirmede
baĢarılı sağlayamamıĢtır. Program uygulamasını takip eden yıllarda yıllık enflasyon
oranları %70-%80‟lerde seyretmiĢtir. Kamu kesimi gelir-gider dengesizliği, vergi
yasalarındaki düzenlemeye rağmen giderek artmıĢtır. Hazırlanan program bütünüyle
uygulanamamıĢtır ve Türkiye de ekonomik kriz gündemden düĢmemiĢtir (ġahin,
2000: 227).
Plan fiyat istikrarını sağlama konusunda baĢarılı olamadı. Program
uygulamasını takip eden yıllarda yıllık enflasyon oranı çok yüksek düzeylerde
gerçekleĢmiĢtir.
Bu
durumun
baĢlıca
nedenlerini,
enflasyon
hedefinin
tutturulamaması sonucu, yeni KĠT zamlarının, maaĢ ve ücret artıĢlarının ve kamu
personel giderlerinin artıĢının zorunlu hale gelmesi, kamu harcamalarında yapılan
kısıntıların
sürdürülememesi,
vergilerin öngörülen miktarda toplanamaması,
enflasyon beklentilerinin faizleri yükseltmesi, döviz kurlarındaki hızlı artıĢın ithal
maliyetlerine yansıması ve iç talepteki durgunluğun üretimi azaltmasıdır. (Tecer,
2003: 94-95).
Tablo 16: 1989-1995 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
Yılı
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
GSMH
DeğiĢim
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
TÜFE
(%)
TEFE
(%)
Deflatörü
(%)
588 092
63,3
792 203
63,3
298
75,5
942 712
60,3
1 206 526
52,3
470
57,6
1 563 958
66
1 874 942
55,3
747
59,2
2 660 293
70,1
3 039 281
62,1
1 222
63,5
4 418 747
66,1
4 814 220
58,4
2 045
67,4
9 115 875
106,3 10 624 985 120,7
4 238
107,3
17 137 846
88
19 762 471
86
7 932
87,2
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554
71
Tablo 16‟da 1989-1995 yılları arası fiyat değiĢim oranları verilmiĢtir. 5 Nisan
kararlarının alındığı yıl TÜFE %106,3 oranında TEFE %120,7 oranlarıyla
Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamlarına ulaĢmıĢtır. Bir sonraki yıl enflasyon üç
haneli
rakamlardan
düĢmüĢ
TÜFE
%88
oranında
TEFE
%86
oranında
gerçekleĢmiĢtir.
Tablo 17: 1989-1995 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri
Yıl
GSMH
(Sabit Fiyatlarla)
Değer
Büyüm
TL
e Hızı
(-000)
(%)
GSMH
GSYĠH
(Cari Fiyatlarla)
(1998 Fiyatlarla)
Büyüm
Büyüm
Değer TL
e Hızı Değer TL e Hızı
(-000)
(%)
(-000)
(%)
GSYĠH
(Cari Fiyatlarla)
Büyüm
Değer TL
e Hızı
(-000)
(%)
1989 77 347,3
1,6
230 369,9
78,3
46 251,4
0,3
305,5
75,9
1990 84 591,7
9,4
397 177,5
72,4
50 532,1
9,3
528,3
72,9
1991 84 887,0
0,3
634 392,8
59,7
51 000,3
0,9
847,0
60,3
1992 90 322,5
6,4
1 103 604,9
74
54 052,3
6,0
1 469,7
73,5
1993 97 676,5
8,1
1 997 322,5
81
58 399,2
8,0
2 664,1
81,3
1994 91 733,0
-6,1
3 887 902,9
94,7
55 213,1
-5,5
5 200,1
95,2
1995 99 028,2
8
7 854 887,1
102
59 183,6
7,2
10 434,6
100,7
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647; http://www.dpt.gov.tr/
Tablo 17‟de 1994 yılında Türkiye ekonomisi GSMH büyüme hızına göre %6
oranında küçülürken, sonraki üç yılda iç tüketim harcamaları ve ithalattan
kaynaklanan hızlı bir büyüme gerçekleĢmiĢtir (Tecer, 2003: 95). GSYĠH değerlerine
göre 1990 ile 1991 yılları arasında büyüme hızı daralmıĢ 1992 yılından sonra
hızlanarak en yüksek büyüme hızı bu dönemde 1995 yılında %100,7 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
3.2.3. 1996-2000 Dönemi ve Enflasyonla Mücadele Programı
Türkiye ekonomisi 1996 yılında piyasalar üzerinde etkili olan üç önemli
geliĢme ile karĢı karĢıyaydı. 1995 yılı sonunda yapılan genel seçimler sonrası siyasal
belirsizlik, 1996 yılında Gümrük Birliği anlaĢmasının baĢlaması ve IMF ile yapılan
Stand-by anlaĢmasının sona ermesidir (Tokgöz, 1998: 38).
Türkiye ekonomisi 1995 yılında baĢlayan hızlı büyüme oranları, 1998 yılının
Nisan aynına kadar devam etmiĢ, ancak hem yurtiçindeki siyasi istikrarsızlık hem de
72
1997 Güneydoğu Asya‟da ve daha sonra 1998 Rusya krizi ile sona ermiĢtir (Eroğlu,
2005).
Bu geliĢmelerin sonucunda 1999 yılının sonuna doğru ekonomik son derece
karamsar bir yapı içindeydi, ekonomik büyüme -%6.1 oranında gerçekleĢmiĢ,
enflasyon oranları TÜFE %64,9 TEFE %51,3‟e, Hazine‟nin yıllık bileĢik faizi
ortalama %106‟ya ulaĢmıĢ, bütçe açıkları artmıĢ ve taĢınamaz bir noktaya ulaĢmıĢtır.
Son 30 yıldır iki haneli enflasyon yaĢayan Türkiye ekonomisi sondaki aĢamada
hiperenflasyona geçmesi beklenmeye baĢlamıĢtır (Eğilmez ve Kumcu, 2005: 384).
Bu duruma bir de 1999 yılının seçim yılı olması nedeniyle ortaya çıkan belirsizliğin
yarattığı etkiler eklenmiĢtir. 1999 yılında yeni kurulan koalisyon hükümeti
ekonomideki bu kötü gidiĢatı önlemek ve dıĢ kaynak bulmak amacıyla IMF ile
anlaĢmaya oturmuĢ bu durum yeni bir sürecin baĢlatılması Ģeklinde değil de daha
önceki baĢlayan stand-by arayıĢlarının devamı ve sonucu niteliğinde olmuĢtur.
Üçlü koalisyon hükümeti Temmuz–Aralık aylarını kapsayan, daha önceki
sürecin devamı olarak Yakın Ġzleme AnlaĢması uygulamasını baĢlatmıĢ ve 1999
Aralık ayında da 2000-2002 yıllarını kapsayan üç yıllık orta vadeli stand-by
anlaĢmasını imzalamıĢtır. Bu çerçevede Ocak 2000‟de sıkı para ve döviz kuru
politikası ile bankacılık sektöründe yapısal dönüĢümleri içeren Enflasyonu DüĢürme
Programı uygulanmaya baĢlamıĢtır (Eroğlu, 2005). Enflasyonu düĢürme programının
temel amaçları Ģunlardır;
- Tüketici enflasyonunu 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12 ve
2002 yılı sonunda %7 seviyesine indirmek,
- Reel faiz oranlarını makul düzeylere düĢürmek,
- Ekonomik büyümeyi artırmak,
- Ekonomideki kaynakların daha etkin adil dağılımını sağlamak (Öcal, 2007:
452).
Enflasyonu DüĢürme Programı üç temel unsur üzerine kurulmuĢtur. Bunlardan
birincisi, sıkı bir maliye politikası uygulanarak faiz dıĢı fazlanın artırılması, yapısal
73
reformların gerçekleĢtirilmesi ve özelleĢtirmenin hızlandırılmasıdır. Ġkincisi unsur,
enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası. Üçüncü temel unsur ise, bu unsurların
enflasyon ve reel faizlerin düĢürülmesine yapacağı katkıyı desteklemek ve ekonomik
birimlere uzun vadeli bakıĢ açısı kazandırmak için enflasyonun düĢürülmesine
odaklanmıĢ kur ve para politikası uygulamasıdır (Günay, 2007: 370).
Tablo 18: Aralık 1999 Kararları Hedefleri
Büyüme Hızı
%
5,5
Sabit Sermaye Yatırımları ArtıĢı
%
11
Kamu Yatırımları
%
14,5
Özel Yatırımlar
%
9,5
Toplam Tüketim ArtıĢı
%
4,5
Kamu Tükerim
%
4,5
Özel Tüketim
%
4,5
Ġhracat (milyon USD)
%
28.250
Ġthalat (milyon USD)
%
46.000
Cari ĠĢlemler Açığı (milyon USD)
%
2.828
Bütçe Açığı / GSMH
%
11,5
Faiz DıĢı Fazla / GSMH
%
5
Ġç Borç Stoku
%
61
TEFE Ortalama
%
38,5
TEFE Yılsonu
%
20
TÜFE Ortalama
%
44,3
TÜFE Yılsonu
%
25
Döviz Kuru Sepeti ArtıĢı
%
20
Kaynak: Karluk, 2005: 432
Enflasyonu DüĢürme Programında döviz kuru bir kez daha çapa olarak
kullanılmıĢ ve 1 dolar +0,77 euro‟dan oluĢan bir kur sepetinin değeri 2000 yılı
baĢından itibaren her üç ayda 12 ay sonrası için, günlük değerleri de içerecek Ģekilde,
önceden ilan edilmiĢtir. Sepetteki artıĢın 2000 ve 2001 yılında giderek azalacağı
açıklanmıĢ, kur artıĢındaki azalmayla birlikte enflasyonunda giderek düĢeceği
varsayılmıĢtır (Uygur, 2001: 404-405).
Programın açıklanmasıyla faiz oranları hızla düĢtü bu da ertelenmiĢ tüketim
isteklerini uyardı. Bankaların düĢük faizlerle verdikleri tüketici kredilerinin de
desteğiyle tasarruflar hızla tüketime yöneldi. DüĢük döviz kuru politikasının
özendirdiği sıcak para giriĢlerine dayanan ithalat artıĢları da enflasyonun, 2000 yılı
74
için hedeflenen, %20-25 düzeylerine indirilmesini engelledi ve TÜFE %54,9
oranında TEFE %51,4 oranında gerçekleĢti (Tecer, 2003: 99). Kur çapası sebebiyle
enflasyon oranının altında bir artıĢ gösteren döviz kuru TL‟nin değerlenmesine yol
açarak cari iĢlemler dengesi açığını büyüttü. Kriz öncesi ülkeye gelen sıcak paranın,
özellikle bankaların açık pozisyonlarını kapatmak için döviz talep etmeye
baĢladıkları bir dönemde dıĢarıya kaçmaya çalıĢması, ekonomide likidite sıkıntısına
yol açarak Kasım 2000‟de faizlerin hızlı bir Ģekilde yükselmesine yol açtı. Merkez
Bankasının, piyasanın ihtiyaç duyduğu likiditeyi zamanında karĢılayamaması sonucu
Kasım 2000‟de yaĢanan kriz, IMF‟in 7,5 milyar dolarlık krediyi devreye sokmasıyla
aĢıldı. Programın kırılganlığı gösteren Kasım 2000 krizinden sonra, ġubat 2001‟de
yaĢanan kriz, öncekine göre daha büyük ölçekli dövize spekülatif bir saldırı
baĢlatarak, benzer sürecin daha Ģiddetli bir Ģekilde yaĢanmasına ve gecelik faizlerin
%6000‟lere çıkmasına sebep oldu. Bu krizin ardından kur çapasından vazgeçilerek
kur dalgalanmaya bırakıldı ve serbest kur politikası uygulamaya konmuĢ oldu
(Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 58).
Tablo 19: 1996-2000 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
1996
30 911 933
80,4
34 775 574
76
141 20
78
1997
57 411 783
85,7
63 218 658
81,8
25 587
81,2
1998
106 017 630
84,7
108 629 843
71,8
44 859
75,3
1999
174 787 793
64,9
166 270 384
53,1
69 868
55,8
2000
270 777 960
54,9
251 801 511
51,4
105 415
50,9
TEFE
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554
Tablo 19‟de 1996 ile 2000 yılları arası fiyat değiĢim oranları verilmiĢtir.19962000 yılları arasında en düĢün enflasyon oranı 2000 yılında gerçekleĢmiĢtir. 2000
yılında TÜFE %54,9 oranında, TEFE %50,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1996 ile 2000
yılları arasında TÜFE ortalama %74,12 oranında, TEFE ortalama % 66,82 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
75
Tablo 20: 1996-2000 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri
Yıl
GSMH
(Sabit Fiyatlarla)
Büyüme
Değer TL
Hızı
(-000)
(%)
GSMH
GSYĠH
GSYĠH
(Cari Fiyatlarla)
(1998 Fiyatlarla)
(Cari Fiyatlarla)
Büyüme
Büyüme
Büyüme
Değer TL
Hızı
Değer TL
Hızı
Değer TL
Hızı
(-000)
(%)
(-000)
(%)
(-000)
(%)
1996 106 079,7
7,1
14 978 067,2
90,7
63 329,6
7,0
19 857,3
90,3
1997 114 874,1
8,3
29 393 262,1
96,2
68 097,6
7,5
38 762,5
95,2
1998 119 303,1
3,9
53 518 331,5
82,1
70 203,1
3,1
70 203,1
81,1
1999 112 043,8
-6,1
78 282 966,8
46,3
67 840,5
-3,4
104 595,9
49,0
2000 119 144,4
6,3
125 596 128,7
60,4
72 436,3
6,8
166 658,0
59,3
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647; http://www.dpt.gov.tr/
1996–2000 yılları arasında sanayi sektörünün milli gelir içindeki payı
%27,82‟lar civarında, hizmetler sektörünün payı %58 civarında, tarım sektörünün
payı %13,32 civarında gerçekleĢmiĢtir. Tablo 20‟de GSMH büyüme oranı 1998
yılında daralmıĢ, 1999 yılında -%6,1 oranında gerçekleĢmiĢtir. 2000 yılında GSMH
büyüme hızı yeniden artmıĢ %6,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1996–2000 yılları
arasında GSMH büyüme oranı ortalama %3,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. GSYĠH
oranları 1997 yılından 1999 yılına kadar azalmıĢ, 2000 yılında yükselmiĢtir. GSYĠH
en yüksek 1997 yılında %95,2 oranında, en düĢük 1999 yılında %49,0 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
3.2.4. 2001-2007 Dönemi ve Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı
2000 yılında uygulamaya konulan IMF destekli Enflasyonu DüĢürme Politikası
para ve maliye politikalarının yarı heterodoks politikalarla bir arada kullanıldığı,
döviz kuru çapasına dayalı bir program olarak ĢekillenmiĢtir. Bu program önceki
programların bütün eksik yönlerini göz önünde bulundurarak ĢekillenmiĢtir. Bu
program Kasım 2000 kriziyle sonuçlanması, aslında programın içsel tutarsızlığından
çok bankacılık kesimine iliĢkin hızlı bir dönüĢüm zorlamasının yarattığı güven
bunalımı
ve
ondan
kaynaklanan
likitide
sorununun
çözülememesinden
kaynaklanmıĢtır. Enflasyonu DüĢürme Programı, önceki programlardan farklı olarak
programın kendisinden değil uygulamasında oluĢan hatalarla baĢarısızlığa uğramıĢtır
(Eğilmez ve Kumcu, 2005: 396).
76
Türkiye 2000 Kasım ayında dövize yönelen yoğun spekülatif saldırıyı çok
yüksek faiz ile, önemli döviz rezervi kayıpları ve önemlisi 7,5 milyar dolarlık IMF
kredisini devreye sokması ile geri püskürtebilmiĢ ve döviz kuru çizelgesini yüksek
bir maliyetle savunabilmiĢtir. Ancak bu durum daha sonra olabilecek bir saldırıya
karĢı savunma gücü büyük ölçüde azalmıĢtı.
Kasım 2000 krizi aĢıldı derken, üç ay sonra 19 ġubat 2001‟de BaĢbakan ile
CumhurbaĢkanı arasındaki bir tartıĢma ikinci bir spekülatif saldırıyı baĢlattı ve bu
kez döviz krizi baĢladı (Uygur, 2001: 22).
ġubat krizinden sonra döviz kurlarını dalgalanmaya bırakılarak müdahalesiz
esnek döviz kuru sistemine geçildi, faizleri denetim altına aldındı (Eğilmez ve
Kumcu, 2005: 396). 2001 yılı baĢında dalgalı kur sistemine geçilerek programın terk
edilmesinin nedeni ödemeler dengesi finansman açığı olarak değerlendirilmemelidir.
DıĢsal Ģok olarak nitelendirilen yapısal aksaklıklar sermaye çıkıĢlarına neden olmuĢ
ve programın uygulanabilirliliğini engellemiĢtir. Programda kararlı bir Ģekilde
sürdürüle bilmesi, olumsuz dıĢ etkenlere rağmen, cari iĢlemler açığının finansmanını
ve dıĢ kaynak imkanlarına bağlı olan likidite artıĢının sürekliliğini sağlayabileceği
düĢünülmektedir (Kadıoğlu vd., 2001: 32).
Merkez Bankası baĢkanı, 19 ġubat‟ta ertesi gün valörlü olarak satılan 7,6
milyar doların, uygulanan para programı çerçevesinde piyasaya likidite verilmediği
için 6,1 milyar dolarlık kısmının geri alındığını ve 1,5 milyar dolarlık fiili satıĢ
yapıldığını açıklamıĢtır. Ancak, likidite oranının kısılması faiz oranlarının aĢırı
yükselmesine sebep olmuĢ ve mevcut para programının ve buna dayalı döviz kuru
politikasının uygulanabilirliği kalmamıĢtır. Devalüasyon beklentileri artmıĢ ve
piyasalarda fiili bir devalüasyon yaĢanmıĢtır. Merkez Bankası dalgalı kur sistemine
geçileceğini söylemekle yetinmiĢtir ve bunun dıĢında öğleye kadar bir açıklama
yapmamıĢtır. Piyasalarda dolar kuru 1.000.000. TL‟nin üzerine çıkmıĢ ve fiili %3540 civarında bir devalüasyon yaĢanmıĢtır (Günal, 2007: 371-372).
ġubat 2001 krizinin sonrasında Türkiye ekonomisinde; (Karluk, 2002: 479)
- Ekonomi %8-9 oranında daralmıĢtır,
77
- Ulusal gelir 51 milyar dolar azalmıĢtır,
- KiĢi baĢına düĢen gelir 725 dolar gerilemiĢtir,
- 19 banka ve 125 iĢ yeri kapanmıĢtır,
- ĠĢsizlik artmıĢtır,
- Enflasyon oranı %70‟i aĢmıĢtır,
- Hazine‟nin faiz ödemeleri %101 artmıĢtır,
- Ġç borç stoku 2000 yılının dört katına ulaĢmıĢtır.
Türkiye ekonomisinde uygulamaya konulan 1994 ve 1999 kura dayalı istikrar
programının baĢarısız olması ve yaĢanan krizler sonrası, 2001 yılında sabit kur
sistemi bırakılarak dalgalı kur sistemine geçilmiĢtir (Mangır, 470). Böylece Türkiye
ekonomisi yeni bir döneme girdi. 14 Nisan 2001 günü Güçlü Ekonomiye GeçiĢ
Programını açıklanarak uygulamaya konulmuĢtur. Programın temel amacı krizlerle
ortaya çıkan güven bunalımını aĢmak ve istikrarsızlığın hızlı bir Ģekilde ortadan
kaldırılarak eski alıĢkanlıklara bir daha geri dönülmesine imkan vermeyen yeni ve
çağdaĢ kurumsal yapıların oluĢturulması, iktisadi etkinliği sağlayacak yapısal
reformların gerçekleĢtirilmesi, makro ekonomik politikaların enflasyonla mücadelede
etkin bir Ģekilde kullanılmasıdır (Akyıldız ve Eroğlu, 2004: 58). Bu doğrultuda;
-
Programın
öngörülen
hedeflere
ulaĢması
ve
ekonominin
yeniden
yapılandırılması konusunda kesin bir siyasi taahhüdü ve desteği içermektedir,
- Kamuda kaynak tahsisi sürecinde Ģeffaflık ve hesap verilebilirliğin
sağlanması, rasyonel olmayan müdahalelerin bir daha geri dönüĢ olmayacak Ģekilde
önlenmesi,
iyi
yönetiĢimin
ve
yolsuzlukla
mücadelenin
güçlendirilmesi
hedeflenmektedir,
- Bütün bunlarla, katlanılan fedakarlıkların boĢa gitmesinin önlenmesi ve
piyasalarda güven ortamının yeniden oluĢması amaçlanmıĢtır.
Yeni programın bu temel ilkeler çerçevesinde, Program‟ın bu temel ilkeler
çerçevesinde alt hedeflerini yazarsak;
78
- Dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir
biçimde sürdürmek,
- Bankacılık sektöründe, kamu ve TMSF bünyesindeki bankalar baĢta olmak
üzere hızlı ve kapsamlı bir yeniden yapılandırılmayı, böylelikle bankacılık kesimi ile
reel sektör arasında sağlıklı bir iliĢki kurmayı,
- Kamu
finansman
dengesini
bir daha
bozulmayacak bir biçimde
güçlendirmeyi,
-
Toplumsal uzlaĢmaya dayalı, fedakarlığın tüm kesimlerce adil bir biçimde
paylaĢılmasını öngören ve enflasyon hedefleri ile uyumlu bir gelirler politikası
sürdürmek,
- Bütün bunları etkinlik, esneklik ve saydamlık ile bağlayacak yapısal
unsurların altyapısını oluĢturmayı kendisine alt hedefler olarak seçmiĢtir (TCMB,
2001: 12-13).
Program‟ın nihai amacı, ekonomide sürdürülebilir bir geliĢme ortamını
sağlayarak kaynak kullanma sürecindeki verimliliği artırmak, dıĢa açık bir
yaklaĢımla piyasa Ģartlarında rekabet gücünü artırmak ve böylece ekonomik
büyümeyi, yatırım ve istihdamı artırarak refah seviyesini kalıcı bir biçimce
yükseltmektir (Karluk, 2002: 489).
Merkez Bankası, Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı‟nda para politikasını
oluĢtururken enflasyon hedeflemesi yapacağını açıklamıĢtır. Böylece, yaratacağı para
arzının hedeflediği enflasyonla tutarlı olmasına çalıĢacaktır (Karluk, 2005: 437).
2002 yılı baĢında para politikasının genel çerçevesine iliĢkin yaptığı
açıklamada, para politikasında nihai hedefin enflasyon hedeflemesine geçmek
olduğunu, ancak gerekli ön koĢulların tamamlanmadan enflasyon hedeflemesine
geçilmeyeceğini duyurmuĢtur. Merkez Bankası 2002-2005 döneminde örtük
enflasyon hedeflemesi uygulamıĢtır. Bu sürede, dalgalı kur rejimine uyum artmıĢ ve
enflasyon hedeflemesi rejimine geçiĢ için elveriĢli bir ortam oluĢmasına yönelik
79
önemli mesafeler alınmıĢtır. Merkez Bankası 2006 yılı baĢından itibaren açık
enflasyon hedeflemesi rejimine geçmiĢtir (Günal, 2007: 405).
Tablo 21: Enflasyon Hedeflemesi Rejimi Hedef Ufku ve GerçekleĢmeler
Yıllar
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
Hedef
35
20
12
8
5
4
4
7,5
6,5
5,5
5
GerçekleĢme
29,7
18,4
9,3
7,7
9,7
8,4
10,1
6,5
6,4
Kaynakça: http://www.tcmb.gov.tr/
Tablo 21‟de görüldüğü gibi 2002-2005 yılları arasında hedeflenen orandan
daha düĢük seviyede gerçekleĢen enflasyon 2006-2008 yılları arasında hedeflenen
orandan daha yüksek seviyede gerçekleĢmiĢtir. Açık enflasyon hedeflemesinin
uygulandığı yıllarda para politikasının kontrolü dıĢındaki faktörlere, gıda ve enerji
fiyatlarının artıĢı, küresel ekonomiye iliĢkin belirsizliklerin artması ve 2008‟de iyice
belirginleĢen
küresel
kriz
sebebiyle,
Merkez
Bankası
enflasyon
hedefini
tutturamaması, hedefin revize edilmesi tartıĢmalarını baĢlatmıĢ ve bu durum, Merkez
Bankası‟nı kredibilite sorunuyla karĢı karĢıya bırakmıĢtır. Merkez Bankasının Nisan
2008 Enflasyon Raporu‟nda, enflasyon hedefinin çapa özelliğini yitirdiğini, gıda ve
enerji fiyatlarına iliĢkin yeni risklerin ortaya çıkmasıyla, yüzde 4 olarak belirlenmiĢ
olan enflasyon hedefine ulaĢmanın belirlenen sürede çok zor olacağını ifade ederek
enflasyon hedeflerlerinin güncellenmesini teknik açıdan gerekli görmüĢtür. Merkez
Bankası, hükümete, gıda ve petrol fiyatları ile küresel ekonomiye iliĢkin
belisizliklerin devam etmesine bağlı olarak, enflasyon hedeflerinin 2009 yılı için
%7,5, 2010 yılı için %6,5 olarak değiĢtirilmesini ve 2011 yılının da %5,5 olarak
belirlenmesi teklif etmiĢtir. Hükümetin de olumlu görüĢ bildirmesiyle, enflasyon
hedefi resmen revize edilmiĢtir (Eroğlu ve Eroğlu, 2009: 105-106).
80
Tablo 22: 2001-2007 Yılları Arası Fiyat Endeksleri ve DeğiĢim Oranları
GSMH
DeğiĢim
Fiyat
DeğiĢim
(%)
Deflatörü
(%)
Yılı
TÜFE
DeğiĢim
(%)
2001
418 081 170
54,4
406 911 241
61,6
163 740
55,3
2002
606 217 697
45
610 773 773
50,1
236 409
44,4
2003
759 590 774
25,3
767 131 859
25,6
289 596
22,5
2004
824 902 377
8,6
878 856 359
14,6
317 004
9,5
2005
892 372 465
8,2
930 643 289
5,9
333 951
5,3
2006
978 040 222
9,6
1 017 193 114
9,3
373 056
11,7
2007
1 064 107 761
8,8
1 081 276 280
6,3
TEFE
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 554
Eylül 2008 tarihinden önce, Türkiye ekonomisi, cari açık sorunu baĢta olmak
üzere, dıĢ borç artıĢının da yarattığı problemlerle karĢı karĢıya kalmıĢtır. Türkiye‟ye
yoğun olarak döviz giriĢinin devam ettiği bu dönemde, kısa dönemli sermaye
hareketlerini çeken en önemli sebep, Türkiye‟nin dünya ortalamasına göre, yüksek
oranlı reel faiz uygulaması olmuĢtur. Yüksek reel faiz oranlarından yararlanmak için
gelen kısa dönemli sermaye hareketleri, ülkedeki döviz miktarını artırmıĢ, bu
durumun sonucunda TL‟yi aĢırı değerli konuma gelmiĢtir.
Türk Lirasının aĢırı değerli konuma gelmesi, enflasyon düzeyinin 2001
krizinden sonra ortalama %10 düzeyinde seyrettiği Türkiye‟de, ihracatın artıĢ hızını
yavaĢlatmıĢtır. Çünkü enflasyonist ortam üretimin maliyetini
yükseltmiĢtir
Dolayısıyla ihracatın maliyeti de yükselmiĢ, ithalatçı ise aĢırı kurun etkisiyle teĢvik
edilmiĢtir (Ener, 2011: 321-322).
Artan ithalatın enflasyon üzerinde etkisi ise, piyasalardaki mal miktarının
artması sebebiyle pozitif yöndedir. Fakat ithal edilen mallarının piyasada bol hale
gelmesi, özellikle küçük ve orta boy iĢletmelerin bu rekabete dayanamamasına ve
birçoğunun kapanmasına neden olmuĢtur. Bu durum iĢsizlik artıĢını da beraberinde
getirmiĢtir (Ener, 2011: 317). TÜFE oranı 2004 yılında Tablo 22‟de görüldüğü gibi
%8,6 oranında gerçekleĢerek %10 altına inmiĢtir. Ancak enflasyondaki düĢüĢ ve
81
GSMH büyüme oranında ki artıĢ iĢsizlik oranlarının düĢmesine katkıda
bulunamamıĢtır (Günal, 2007: 375).
Tablo 23: 2001-2007 Yılları Arası GSMH ve GSYĠH Değerleri
Yıl
GSMH
(Sabit Fiyatlarla)
Büyüme
Hızı
Değer TL
(%)
GSMH
(Cari Fiyatlarla)
Büyüme
Hızı
Değer TL
(%)
GSYĠH
GSYĠH
(1998 Fiyatlarla)
(Cari Fiyatlarla)
Büyüme
Büyüme
Değer
Hızı
Hızı
TL
(%)
Değer TL
(%)
2001 119 144,4
6,3
176 483 953,0
40,5
68 309,3
-5,7
240 224,0
44,1
2002 107 783,0
-9,5
275 032 365,9
55,8
72 519,8
6,2
350 476,0
45,9
2003 116 337,6
7,9
356 680 888,2
29,7
76 338,1
5,3
454 780,6
29,8
2004 123 164,9
5,9
428 932 343,0
20,3
83 485,5
9,4
559 033,0
22,9
2005 135 308,0
9,9
486 401 032,2
13,4
90 499,7
8,4
648 931,7
16,1
2006 145 650,6
7,6
575 783 962,1
18,4
96 738,3
6,9
758 390,7
16,9
101 254,6
4,7
843 178,4
11,2
2007
Kaynak: Türkiye Ġstatistik Kurumu, Ġstatistik göstergeler 1923-2009: 647; http://www.dpt.gov.tr/
Tablo 23‟de 2000-2006 yılları arası GSMH büyüklüklerini vermektedir. 2000
yılında
yürürlüğe
giren
Enflasyonu
DüĢürme
Programının
beklentileri
karĢılayamaması Kasım ve 2001 krizinin de etkisiyle daralma yaĢanmıĢ GSMH
büyüme oranı -%9,5 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1945 yılından beri en düĢük değer
olarak gerçeklemiĢtir. 14 Nisan 2001 Güçlü Ekonomiye GeçiĢ programı ile büyüme
oranı %7,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. 2000-2006 yılları arasında en büyük GSMH
oranı 2004 yılında %9,9 oranında gerçekleĢmiĢtir. Enflasyon oranlarındaki daralma
ile birlikte GSYĠH oranlarında da aynı yönde azalma yaĢanmıĢtır. 2001-2007
döneminde en düĢük GSYĠH büyüme hızı 2007 yılında
%11,2 oranında
gerçekleĢmiĢtir.
3.2.5. 2008 Küresel Ekonomik Krizi ve Günümüz Ekonomik GeliĢmeleri
2007 yılında ABD‟de baĢlayan ve 2008 Eylül ayında ABD‟nin en büyük 4.
Yatırım Bankası olan Lehman Brothers‟ın iflasını açıklayarak batmasıyla etkisi
bütün dünyaya yayılmaya baĢlayan kriz, 1929 Büyük Dünya Buhranından sonra,
dünyanın yaĢadığı en büyük kriz olarak tanımlanmaktadır (Ünal ve Kaya, 2009:4).
82
2008 yılının ikinci yarısında küresel boyuta ulaĢan krizin temel sebebini
ABD‟de mortgage piyasasında yaĢanan sorunlar oluĢturmaktadır. ABD‟de ortaya
çıkan ve tüm dünyayı olumsuz etkileyen emlak sektörüne iliĢkin sorunların temeli,
beĢ yıl önce bazı finansal kuruluĢların kredibilitesi zayıf olan kiĢilere de mortgage
kredisi vermeye baĢlamasıdır.
ABD‟deki bankalar, ekonomiyi inĢaat sektörü aracılığı ile canlandırmak için,
ödeme gücü ve kredibilitesi düĢük riskli kiĢi ve kurumlara, subprime mortgage
kredileri vererek, yüksek riskli kredilerin hacmi 1,5 trilyon dolara ulaĢmıĢtır.
Bankalar daha sonra daha fazla kredi verebilmek için, riskli gruba verilen
kredilerden doğan alacaklarını teminat göstererek, emlak tahvilleri çıkarıp bunları
piyasadaki benzerlerine göre daha yüksek faizle, ağırlıklı olarak riskli yatırımlardan
yüksek kârlar elde etmeyi amaçlayan hedge fonlara satmıĢlardır. ABD‟deki mortgage
piyasasında verilen kredilerin yaklaĢık olarak üçte birinin değiĢken faizli krediler
olması da mali piyasaları zor duruma sokmuĢtur (Susam ve Bakkal, 2008: 73-74).
Kısaca, 2007 yılında konut piyasasında baĢlayan çöküntü finansal piyasalarda
büyük bir istikrarsızlığa neden olmuĢ ve daha sonra da likidite krizine dönüĢerek
dalga dalga bütün dünyaya yayılan küresel krizin zeminini oluĢturmuĢtur. Bu krizin
kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatmakla beraber bu krizi,
kredinin değil ona dayanılarak yapılan iĢlemlerin yarattığı bir çeĢit kriz olarak
tanımlamak daha doğrudur (Öztürk ve Gövdere, 2010: 385).
KüreselleĢen ve finansal piyasaların yanı sıra reel piyasaları da etkisi altına
alan kriz, tüm dünya ile ticari ve finansal bağları bulunan Türkiye‟yi ekonomik
açıdan olumsuz yönde etkilemiĢtir. Türkiye ekonomisi, 2008 krizinden temelde dört
farklı kanaldan etkilenmiĢtir. Bu kanallar dıĢ talepte azalma, dıĢ kredi azalması, iç
kredi daralması, ekonomiye duyulan güvenin azalması Ģeklindedir. GeliĢmiĢ ülke
finansal piyasalarında baĢlayarak 2008 yılı son çeyreğinden itibaren tüm dünya
ülkelerini kapsayacak Ģekilde derinleĢen küresel ekonomik kriz, hem talep hem de
maliyet boyutlu aĢağı yönlü baskı sonucu bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de
enflasyon oranını hızla azaltıcı etkide bulunmuĢtur (Aras, 2010: 99-100).
83
Küresel krizle birlikte, uluslar arası piyasalardan borçlanmanın maliyeti
yükselmiĢtir. Krizdeki uluslar arası finans kuruluĢları kendi kendilerini kurtarma
çabası içine girmiĢlerdir. DıĢarıdan aldıkları kredileri yurt içinde dağıtan
Türkiye‟deki bankaları bu süreç olumsuz etkilemiĢtir. Ancak 2001 krizi sırasında
bankacılık sektörü ile ilgili gerekli düzenlemelerin yapılmıĢ olması bu sürecin daha
ağır sonuçlar çıkarmasına engel olmuĢtur. Yurt dıĢındaki banka ve finans
kurumlarının yaptığı gibi yüksek riskli alanlara kredi vermesine bu düzenlemeler
engel olmuĢtur (Ener, 2011: 323).
Tablo 24: 2007-2010 Yılları Arası Temel Ekonomik Göstergeler
Yıllar
GSYĠH
(%)
Enflasyon
Oranı
(TÜFE%)
Enflasyon
Oranı
(TEFE %)
ĠĢsizlik Oranı
(Yıl Ort.)
Bütçe Dengesi
(Milyon TL)
2007
4,7
8,8
6,3
10,3
-62 790965
2008
0,7
10,4
12,7
11,0
-69 936 378
2009
-4,8
6,3
1,2
14,0
-38 785 808
2010
8,9
8,6
8,5
11,9
-71 561 147
Kaynak: http://www.dpt.gov.tr
Dünya ekonomilerin yavaĢlaması sonucunda talepteki azalmayla birlikte emtia
ve petrol fiyatlarında hızlı bir gerileme yaĢanmıĢ, buda enflasyonun küresel ölçekte
belirgin bir Ģekilde düĢüĢ eğilimine girmesine enden olmuĢtur. Bu dönemde
ülkemizde de benzer bir düĢüĢ yaĢanmıĢtır(TCMB, 2009a: 2).
2008 yılının son çeyreğinde enflasyon oranlarında hızlı düĢüĢ olacağını
öngören Merkez Bankası, iktisadi faaliyetler üzerinde oluĢabilecek potansiyel
tahribatı sınırlamaya odaklanmıĢ, bu süreçte bir yandan kısa vadeli faiz oranlarını
süratli bir Ģekilde aĢağı çekerken diğer yandan dengeleyici bir likidite politikası
izleyerek piyasalardaki sıkıĢıklığı rahatlatmayı amaçlamıĢtır (TCMB, 2009b: 2).
84
Tablo 25: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Değerleri
Dönem
2008
2009
2010
Cari
Cari
Sabit
fiyatlarla GeliĢme fiyatlarla GeliĢme fiyatlarla GeliĢme
GSYH
hızı
GSYH
hızı
GSYH
hızı
Milyon
Milyon
Milyon
(TL)
%
($)
%
(TL)
%
I
215 606
14,7
178 819
35,1
24 446
7
II
239 363
17,8
188 940
24,6
25 226
2,6
III
262 392
13
216 667
20,7
28 010
0,9
IV
233 173
6,1
156 668
-15,1
24 240
-7
Yıllık
950 534
12,7
742 094
14,4
101 922
0,7
I
207 926
-3,6
125 955
-30
20 843
-14,7
II
228 572
-4,5
145 460
-23
23 267
-7,8
III
262 710
-0,3
173 946
-19,7
IV
254 350
9,1
171 343
9,4
25 660
5,9
Yıllık
952 559
0,2
-16,9
97 003
-4,8
I
241 881
16,3
160 332
27,3
23 390
12,2
II
267 144
16,9
173 821
19,5
25 645
10,2
III
297 184
13,6
196 516
13
28 672
5,3
IV
297 541
17
204 260
19,2
28 033
9,2
Yıllık
1 103 750
15,9
734 929
19,2
105 739
9
616 703
27 233
-2,8
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/.
Küresel kriz sıkıĢan finansal koĢulların yanı sıra yatırım ve tüketim
harcamalarının da azalmasına neden olduğu ve artan tasarruf eğiliminin de etkisiyle
iç talepte sert bir daralmaya yol açtığı görülmektedir. Tablo 25‟de görüldüğü gibi
GSYĠH büyüme oranlarında 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren belirgin oranda
bir yavaĢlama eğilimine girmiĢ 2009 dördüncü çeyreğine kadar devam etmiĢtir
(Öztürk ve Gövdere, 2010: 386).
85
Dünya piyasalarının yaĢadığı likidite sıkıntısı, kriz döneminde döviz kurunun
artmasına aĢırı değerli Türk Lirası‟nın ortadan kalkmaya baĢlamasına neden
olmuĢtur. Bu durum ithalatın maliyetini yükseltmiĢ dolayısıyla ithal malı miktarı
azalmıĢtır. AĢırı değerli kurun ortadan kalkmaya baĢlamasıyla, krizin baĢlangıç
dönemlerinde, Türkiye‟nin ihracatında da bir miktar yükseliĢ görülmüĢtür. Fakat
Türkiye‟nin ihracat yaptığı ülkeler arasında önemli bir yeri olan Avrupa Birliği
ülkelerinin krizde olması Türkiye‟nin ihracatındaki artıĢı yavaĢlatmıĢtır. Özellikle
otomotiv ve tekstil ürünleri ihracatında bu etki daha fazla hissedilmiĢtir (Ener, 2011:
324).
86
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ENFLASYON ĠLE ĠKTĠSADĠ BÜYÜME
ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN AMPĠRĠK ARAġTIRMASI
Bu bölümde ilk olarak enflasyonun ekonomik büyüme üzerine etkisini
inceleyen çalıĢmalar ele alınmıĢtır. Kısa literatür taraması sonrası, çalıĢmanın esasını
teĢkil eden enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢki araĢtırılması için gerekli
olan test ve yöntemler kısaca tanımlandıktan sonra, bu test ve yöntemlere ait sonuçlar
kullanılacak değiĢkenlere göre ele alınıp yorumlanmıĢtır.
4.1. Literatür Taraması
Ġktisat literatüründe ekonomik büyüme ve enflasyon arasındaki iliĢki farklı
Ģekilde tartıĢılmıĢtır. Bu tartıĢmalar dünya ekonomisinin içerisinde bulunduğu
döneme bağlı olarak değiĢiklik göstermiĢtir. Ġkinci Dünya SavaĢının ardından
geliĢmiĢ ülkelerde yüksek enflasyon ve büyüme hızı gözlenmiĢtir. Bu dönemdeki
Keynesçi ve Parasalcı iktisatçılar enflasyonun ekonomik büyümeyi olumlu yönde
etkileyeceğini ileri sürmüĢlerdir. Ancak, 1970‟lerde bir çok ülkede yüksek enflasyon
oranları devam ederken, ekonomik büyüme oranlarının düĢmeye baĢlamasıyla
birlikte, enflasyonun büyümeyi pozitif yönde etkilediği Ģeklindeki tezler tartıĢılmaya
baĢlanmıĢtır (Türkekul, 2007: 163). 1980‟li yıllara kadar Phillips eğrisi yaklaĢımı
doğrultusunda bu iki değiĢkenin aynı yönde olduğuna yönelik yaygın düĢünce, bu
dönem sonrasında geçerliliğini yitirmiĢ ve orta ve uzun dönemde bu etkileĢim zıt
yönlü olduğu öngörülmüĢtür (Karaçor vd, 2009: 60).
Ancak ifade etmek gerekir ki, enflasyonun ekonomik büyümeyi ne yönde
etkilediği konusunda tartıĢmalar devam etmektedir. Bunun temel sebebi olarak,
enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkinin teorik altyapısının oldukça zayıf
olmasıdır. Çünkü yapılan tartıĢmalar daha çok gözlemlere ve ampirik bulgulara
dayandığı için araĢtırmacıların iliĢkinin yönü ve derecesi konusunda tam bir
mutabakata varamamalarının temelinde de bu yatmaktadır (Artan, 2006: 114).
87
ÇalıĢmanın bu kısmında, enflasyonun büyüme üzerindeki etkilerini araĢtıran
ampirik çalıĢma sonuçları, enflasyon ile büyüme arasındaki iliĢkinin pozitif, negatif
ve belirli bir eĢik değer göz önüne alınması çerçevesinde incelenmektedir.
4.1.1. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Pozitif Etkilerinin
Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar
Lucas (1973), 18 ülkenin 1951-1967 yılları arasındaki verileri ile en küçük
kareler yöntemi kullandığı çalıĢmasında, ABD gibi fiyat istikrarı olan ülkelerde,
enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki olduğunu, fakat Arjantin
gibi fiyatların sürekli değiĢtiği ülkelerde ise enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
pozitif bir iliĢkinin çok nadir oluĢtuğunu ileri sürmüĢtür.
Christina (1996), ABD‟de 1884-1994 yılları arasındaki verilerin (1941-1951
hariç) ekonometrik analizi yapılmıĢtır. En küçük kareler yönteminin kullandığı
çalıĢmasında, enflasyondaki yüzde 0.10 düzeyindeki bir artıĢın ekonomik büyümeyi
%1 oranında artırdığı sonucunu bulmuĢtur.
Feldstein (1996), ABD‟ye ait 1970-1994 yılları arasında verilerin ekonometrik
analizi yapılmıĢtır. Enflasyon oranının düĢük düzeyde seyretmesinin, ekonomik
büyüme üzerinde pozitif etkileri olacağını belirtmiĢtir.
Nell (2000), Güney Afrika‟da 1960-1999 yılları arasında verilerin zaman serisi
analizleri sonucunda, tek haneli enflasyonun yaĢandığı bölgelerde, enflasyonun
ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkileri olabileceğini belirtmiĢlerdir.
Black vd. (2001), ABD ekonomisinin, 1963-1989 dönemi ile 1983-1994
dönemi, yatay kesit analizi sonucunda ılımlı enflasyon dönemlerinde enflasyonla
ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki olduğu sonucuna varılmıĢtır.
Mallik ve Chowdhury (2001), BangladeĢ (1974-1997), Hindistan (1961-1997),
Pakistan (1957-1997) ve Sri- Lanka (1966-1997) dönemleri için, enflasyon ve
ekonomik büyüme arasındaki iliĢkilerin, koentegrasyon ve hata düzeltme modeli ile
incelenmesi sonucunda, ilgili ülkelerde ılımlı enflasyonun ekonomik büyümeyi
88
olumlu yönde etkilediği fakat hızlı bir ekonomik büyümenin enflasyonu hızlandırdığı
saptanmıĢtır.
Gillman vd. (2002), 1961-1997 yılları arasında OECD ve APEC ülkeleri için
yaptıkları panel veri analizinde, normal ve yüksek enflasyon oranlarının, ekonomik
büyüme üzerinde pozitif etkilerin olduğu sonucunu bulmuĢlardır.
Heylen vd. (2004), 86 ülke için 1975-2000 yılları arasında, enflasyonun beĢeri
sermaye ve büyüme üzerindeki etkileri araĢtırmıĢlardır. Enflasyon krizlerinin beĢeri
sermaye üzerinde olumlu etkileri olduğu, beĢeri sermaye artıĢının da ekonomik
büyüme üzerinde artıĢlara neden olacağı sonucunu bulmuĢlardır.
4.1.2. Enflasyonun Ekonomik Büyüme Üzerinde Negatif Etkilerinin
Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar
Kirmanoğlu (2001), 1964 ile 2000 yılları arasındaki veriler ile kısıtsız VAR
modelini kullandığı çalıĢmasında, enflasyonun gerek ekonomik büyümeyi gerekse de
özel sektör yatırımlarını ters yönde etkilediğini tespit etmiĢtir.
Karaca (2003), çalıĢmada kullanılan veriler 1987: 1-2002: 4 dönemine ait, üçer
aylık 1987 yılı sabit fiyatlarıyla GSYĠH ve 1987= 100 bazlı TÜFE serilerini
kapsamaktadır. Granger nedensellik testi ve en küçük kareler yönteminin kullanıldığı
çalıĢmada, enflasyondan ekonomik büyümeye tek yönlü bir nedensellik iliĢkisi
olduğunu ve enflasyonda meydana gelen her 1 puanlık artıĢın büyüme oranını 0,37
puan düĢürdüğü belirlenmiĢtir.
Berber ve Artan (2004), çalıĢma kapsamında veriler üçer aylık olup 1987: 1
2003: 2 dönemini kapsamaktadır. 1987 yılı sabit fiyatlarıyla GSYĠH, TEFE ve TÜFE
serileri kullanılarak Granger nedensellik testi ve en küçük kareler yöntemi ile test
edilmiĢ. Granger nedensellik analizi sonucunda, enflasyondan ekonomik büyümeye
doğru tek yönlü bir nedensellik iliĢkisinin olduğu ve enflasyon oranındaki %10‟luk
bir artıĢın ekonomik büyümeyi %1,9 oranında düĢürdüğü tespit etmiĢlerdir.
Terzi ve Oltulular (2004), 1923-2003 dönemi verileri kullanılarak enflasyon ve
sektörel (hizmet, tarım ve sanayi) büyüme arasındaki iliĢkiler birim kök ve
89
nedensellik analizleri ile incelemiĢlerdir ve ekonometrik analizlerden üç önemli
sonuç elde etmiĢlerdir. Bu sonuçlara göre; (1) Nedensellik iliĢkisi enflasyondan
sektörel büyümeye doğru olup, enflasyon oranı tarım sanayi sektörlerindeki büyüme
oranlarını negatif etkilemektedir; (2) Bulgular sadece hizmet sektöründen enflasyona
doğru çift yönlü bir nedenselliğin olduğunu ve enflasyondan hizmet sektörüne doğru
negatif olan nedenselliğin aksine hizmet sektöründen enflasyona doğru olan
nedenselliğin yönünün pozitif olduğunu göstermektedir; (3) Yüksek oranlı
enflasyonun
Türkiye
ekonomisinde
büyümenin
önünde
önemli
bir
engel
oluĢturmaktadır.
Artan (2006), bu çalıĢma 1987: 1-2003: 3 dönemine ait, enflasyon, enflasyon
belirsizliği ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi tespit etmiĢ. Yapılan analiz
sonucunda, ekonomik büyüme üzerinde enflasyon belirsizliğinin negatif etkilerinin,
enflasyona göre daha yüksek olduğu tespit edilmiĢtir. Buna göre, enflasyon
oranındaki %1‟lik bir artıĢ büyümeyi %0,56 oranında bir azaltmaya neden olurken,
enflasyon belirsizliğindeki %1‟lik bir artıĢ büyümeyi %3,95 oranında bir azalmaya
neden olduğu saptanmıĢtır.
Kaya ve Yılmaz (2006), Türkiye‟deki yedi bölgenin,1983-2001 yıllarına ait
verilerini, panel birim kök, eĢbütünleĢme ve nedensellik testlerine göre analiz
etmiĢlerdir. Sonuç olarak, Marmara bölgesi dıĢındaki bölgelerde enflasyonun
ekonomik büyümeyi negatif etkilediği belirlenmiĢtir. Panel veri analizlerin de ise
enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı bir Ģekilde
etkilediğini ortaya koymuĢlardır.
Turhan (2007), çalıĢmada 1988: 1-2005: 4 dönemi üçer aylık veriler Granger
nedensellik analiziyle test edilmiĢ. Analiz sonuçlarına göre, GSYĠH deflatörü
cinsinden enflasyon oranları ile büyüme oranları arasında tek yönlü negatif bir iliĢki,
TEFE ve TÜFE endeksleri ile büyüme arasında ise herhangi bir nedensellik iliĢkisine
rastlanamamıĢtır. Ayrıca, enflasyon oranındaki yüzde 10‟luk bir artıĢın büyümeyi
yüzde 2,5 oranında azalttığını belirlemiĢtir.
90
Türkekul (2007), çalıĢmada 1988: 1-2005: 4 dönemi için test edilmiĢ,
enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği ayrıca Granger nedensellik
ve VAR analizi sonucunda enflasyon ekonomik büyümeyi tek yönlü bir nedensellik
iliĢkisi tespit edilmiĢtir.
Yapraklı (2007), 1987:1-2007:1 dönemi üçer aylık veriler ile çok değiĢkenli eĢbütünleĢme analizi ve hata düzeltme-geliĢtirilmiĢ Granger nedensellik testleri
kullanılarak ekonometrik açıdan analiz edilmiĢ. Analiz sonuçlarına göre uzun
dönemde ekonomik büyümenin enflasyondan negatif olarak etkilendiğini, hata
düzeltme modeline dayalı Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ise
enflasyondan büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik iliĢkisi olduğu
belirlenmiĢtir.
Uysal vd. (2008), bu çalıĢma kapsamında enflasyon ve büyüme arasındaki
iliĢki VAR Analizi ve eĢbtünleĢme yöntemi yardımıyla 1950-2006 dönemi için
araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmada Granger nedensellik testi sonuçlarına göre enflasyondan
ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik bağlantısının bulunduğu ve elde
edilen nedensellik iliĢkisine göre, VAR modelde enflasyon değiĢkeni için katsayılar
negatif olduğundan enflasyon oranlarında meydana gelen artıĢ büyümeyi olumsuz
yönde etkileyerek azalttığı belirlenmiĢtir.
Omay (2008), çalıĢmada 1986: 6-2007: 1 dönemini kapsamakta iki değiĢkenli
GenelleĢtirilmiĢ Otoregresif KoĢullu DeğiĢen Varyans modeli yardımıyla büyüme,
enflasyon oranı ve belirsizliklerin arasındaki Granger nedensellik iliĢkileri
incelenmiĢtir. Yapılan analizlerle tam dönem ve alt dönemler itibari ile elde edilen
sonuçlar doğrultusunda, merkez bankasının fiyat istikrarını korumasına yönelik
politika duruĢunun optimal olduğu sonucuna varılmıĢtır.
Karaçor vd. (2009), bu çalıĢma kapsamında 1990-2005 dönemine ait üçer
aylık, 1987 yılı sabit fiyatlarıyla GSYĠH ve 1987= 100 bazlı TEFE serileri
kullanılarak eĢbütünleĢme ve nedensellik analiziyle test edilmeye çalıĢılmıĢtır.
Yapılan ekonometrik analizler, enflasyonun ekonomik büyüme oranını negatif yönde
etkileyen bir değiĢken olduğu sonucuna iĢaret etmiĢlerdir.
91
Akyazı ve Ekinci (2009), 1991: 1-2007: 12 dönemi için yapılan analiz
sonucunda enflasyon ve büyüme arasında negatif bir nedensellik iliĢkisi olduğunu
bulmuĢlardır.
Saraç (2009), 1988: 1-1007: 4 dönemi çeyrek dönem verileri ile sınır testi
yöntemi kullanılmıĢ. TÜFE‟ye göre enflasyon oranları ile ekonomik büyüme
arasında hem kısa uzun dönemde negatif bir iliĢki olduğunu, TEFE‟ye göre
enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında ise sadece kısa dönemli negatif
yönlü bir iliĢki olduğu bulunmuĢtur.
4.1.3. Enflasyonun Ekonomik
Büyümeyi
Belirli Bir EĢik Değer
Çerçevesinde Etkilerinin Olduğunu Açıklayan ÇalıĢmalar
Sarel (1996), 87 ülkenin 1970-1990 yılları arası verileri kullandığı
çalıĢmasında, enflasyonun %8‟in altında kaldığı zamanlarda enflasyonun ekonomik
büyüme negatif bir etkide bulunmadığını, ekonomik büyümeyi az da olsa olumlu
yönde etkileyebileceğini ileri sürmüĢtür. Buna rağmen enflasyonun %8‟in üstünde
olduğu durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceğini
çalıĢmasında tespit etmiĢtir.
Fischer vd. (1996), 1992-1994 yılları arası 25 geçiĢ ekonomisinin yıllık verileri
ile gerçekleĢtirdikleri yatay kesit çalıĢmalarında enflasyonun %50‟nin altında olduğu
durumlarda ekonomik büyümenin sağlandığını ve dalgalı kur sistemi ile düĢük mali
açıkların da büyüme üzerinde pozitif etki meydana getirdiklerini belirtmiĢlerdir.
Burdekin vd. (2000), 21 tane geliĢmiĢ ve 51 tane geliĢmekte olan ülkenin 19671992 yılları arası verilerinin kullanıldığı çalıĢmalarında, geliĢmiĢ ülkelerde
enflasyonun %8 oranının üzerinde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkilediğini ortaya koymuĢlardır. GeliĢmekte olan ülkelerde ise enflasyonun
%3 oranının üstünde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi olumlu etkilediğini
hesaplamıĢlardır
Pollin ve Zhu (2005), 80 OECD ülkesine göre 1961-2000 yılları arası
enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢki test edilmiĢtir. Enflasyonun eĢik
92
değerinin %15- 18 arasında bir düzeyde olduğu belirlenmiĢ, bu düzeyde bir oranın
ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkiler oluĢturduğunu saptamıĢlardır.
Li (2006), 1961-2004 yılları arası 90 geliĢmekte olan ülke 28 geliĢmiĢ ülke için
yaptığı çalıĢmasında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal olmayan bir
iliĢki olduğunu ortaya koymuĢtur. ÇalıĢmasında, geliĢmekte olan ülkeler için %14ve
%38 olmak üzere iki tane eĢik değer hesaplamıĢtır. Buna göre, enflasyonun %14 eĢik
değerinin altında kalırsa, ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediğini, iki eĢik
değer arasında kalırsa enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği ve
%38‟in üstüne çıktığında enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin
azaldığını ancak yinede negatif yönde etkilemeye devam ettiğini belirtmiĢtir. Diğer
yandan çalıĢmada geliĢmiĢ ülkeler için eĢik değer %24 olarak bulunmuĢtur.
Enflasyonun bu eĢik değerin altında kaldığı sürece ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkileyeceği fakat bu oranın üzerine çıktığında ise ekonomik büyüme
üzerindeki olumsuz etkilerin azalacağı sonucuna ulaĢmıĢtır.
4.2. Ekonometrik Metodoloji
Ekonometrik araĢtırmalarda zaman serileri modelleri yaygın olarak kullanılan
modelleridir. Zaman serileri gelecek tahmini veya öngörüleri için bir kaynak veya bir
araç olma özelliği taĢır. Bu durum bir nedensellik iliĢkisinden ziyade, serinin ileriye
doğru güvenilir bir uzantısı olduğu dayanır (Dikmen, 2009: 283).
Zaman serisi verilerine dayalı yapılan ekonometrik modellerde serilerin zaman
serisi özelliklerinin bilinmesi ve bu özelliklerin dikkate alınması gerekir. Bilindiği
gibi iktisadi zaman serileri, trend, mevsim, konjonktür ve düzensiz hareketlerin etkisi
altında bulunmaktadır. Yani zaman serileri bu bileĢenlere sahiptir. Bunlar,
deterministik ve stokastik özelliklerdir. Zaman serilerinde deterministik özellik,
genellikle
serilerde
sabit,
trend
ve
mevsimsellik
bileĢenlerin
bulunup
bulunmamasıdır. Serilerin stokastik özellikleri ise daha çok değiĢkenlerin durağanlık
yapısının incelenmesi ile ilgilidir.
DeğiĢkenler arasındaki iliĢkilerin ekonometrik olarak anlamlı iliĢkiler olması
için analizi yapılan serilerin durağan seriler olması gerekir (Tarı, 2010: 374). Zaman
93
serisi verilerinin durağan olması durumunda yapılan çalıĢmaların geçerliliği söz
konusudur. Zaman serilerinde durağanlık testi genellikle birim kök testi ile
yapılmaktadır (Erdoğan, 2006: 82).
4.2.1. Birim Kök Testi
Zaman serisi analizinde durağan ve durağan dıĢı seriler arasında farklar vardır.
Durağan seride uzun dönemde sabit bir ortalama, sabit bir varyans ve gecikme
uzunluğu arttıkça teorik otokorelasyonun azaldığı görülür. Diğer yandan durağan dıĢı
bir seride seriyi geri çevirecek uzun dönemli bir ortalama olmadığı, değiĢen varyans
durumu, yani varyansın zamandan bağımsız olduğu ve teorik otokorelasyonun
azalarak yok olmadığı görülür. Dolayısıyla bir serinin uzun dönemde özelliğini
anlamak için geçmiĢ dönem değerlerinin seriyi ne Ģekilde etkilediğinin belirlenmesi
gerekir. Bu nedenle serinin zaman yolu sürecini anlamak için, Yt ve Yt-1 iliĢkisinin
tahmin edilmesi gereklidir. Bu amaçla geliĢtirilen yöntemlerden en yaygın olarak
kullanılan Birim Kök Testidir (Dikmen, 2009: 288-289).
Uygulamada çok sayıda birim kök testi mevcuttur. Birim kök testi
uygulamalarında literatürde ilk olarak Dickey- Fuller‟in çalıĢmaları yer almaktadır
(GöktaĢ, 2005: 29).
Birim kök sınamasının tanıtmanın en kolay yolu Ģu modeli ele almaktır:
Yt = Yt-1 + ut
(1) ġeklindedir.
Burada kullanılan u t
klasik varsayımlara uyan, yani, ortalaması sıfır,
 2 varyansı değiĢmeyen, ardıĢık bağımlı olmayan, olasılıklı hata terimidir. Böyle bir
hata terimi beyaz gürültü hata terimi diye adlandırılır. Yani t dönemindeki Y‟nin (t1) dönemindeki kendi değerine göre oluĢturulan regresyon modelidir. Eğer Yt-1
katsayısı 1‟e eĢitse birim kök sorunuyla, yani durağan olmama durumuyla karĢı
karĢıyayızdır.
Yt =  Yt-1 + ut
(2)
94
Hesaplarda  = 1 bulunursa o zaman Yt olasılıklı değiĢkeninin birim kökü
vardır deriz. Birim kökü olan bir zaman serisi, rassal yürüyüĢ olarak bilinir. Rassal
yürüyüĢ, durağan olmayan bir zaman serisi örneğidir (Gujarat, 1999: 718).
(1) nolu denklemin sağ ve sol tarafından Yt-1 çıkarılarak,
∆ Yt = (  -1) Yt-1 + ut
(3) denklemi elde edilir.
Burada, ∆ Yt = Yt - Yt-1 dir. (  – 1) de  olarak ifade edilirse,
∆
=
 Yt-1 + ut
(4) olarak yazarız.
 = 1 olduğunda  = 0 olduğunda da,
∆ Yt = (Yt - Yt-1 ) = ut
(5)
EĢitliği olacak ve bundan dolayı Yt (birinci fark) durağan olacaktır (Tarı, 2010:
388).
Bir zaman serisinin bir kere farkı alındığında farkı alınan dizi durağan ise,
orijinal dizi birinci-derece entegre edilmiĢ dizidir, yani bu dizi I(1)‟dir. Aynı Ģekilde
seri ikinci farklı alındıktan sonra seri durağan hale dönüĢüyorsa, dizi ikinci-derece
entegre edilmiĢ dizidir, yani bu dizi I(2)‟dir. Genel olarak bir zaman serisi d kere
farkı alındığında d‟ninci dereceden entegre edilmiĢ ise I(d) ile tanımlanır. Böylece
herhangi bir durağan dıĢı seri için birinci veya daha yüksek dereceden entegre bir
zaman serisi söz konusu olabilir. Eğer d= 0 ise veya I(0) ise süreç durağan bir zaman
serisini ifade eder (Akratan: Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 310).
Bir serinin durağan olup olmadığını anlamak için α parametresinin pozitif
olduğu varsayımı altında, durağanlık testi için hipotezler;
H0 : δ ≥ 0 Yt serisi durağan değildir.
H1 : δ < 0 Yt serisi durağandır.
Buna göre δ = 0 olması ve özdeĢ durum olan α = 1 olması durumunda H0
hipotezi kabul edilir. Bu durum zaman serisinin durağan olmama durumunu
göstergesidir (Sözen, 2010: 97).
95
  0 hipoteziyle, geleneksel yolla hesaplanan t istatisliği  istatistiği yani
Dickey Fuller sınaması olarak bilinir. Bu istatistiğin kritik değeri Dickey-Fuller
tarafından Monte Carlo benzetmesiyle tablolaĢtırılmıĢtır (Dickey and Fuller, 1979:
427).
Dickey Fuller  istatistiğini hesaplamak için tahmin edilen  katsayısını
kendi standart hatasına böler,   1 hipotezinin reddedilip reddedilmediğini görmek
için Duckey Fuller çizelgesine baĢvurulur. Ancak bu çizelgeler yeterli düzeyde
olmaması nedeniyle MacKinnon tarafından geniĢletilmiĢtir (Gujarati, 1999: 719).
Eğer 
istatistiğinin hesaplanan mutlak değeri |  | DF değerini veya
MacKinnon DF‟nin kritik mutlak değerini |  | aĢıyorsa verilen zaman serilerinin
durağan olduğu hipotezini reddedemeyiz. Fakat bu değer kritik değerin altında ise,
zaman serisi durağan değildir (Kutlar, 1998: 242).
Dickey Fuller (1979) Monte Carlo simülasyonu ile aĢağıdaki üç model
oluĢturulabilir.
∆Y t =  Y t 1 + u t
∆Y t = m 0 +  Y t 1 + u t
∆Y t = m 0 +  Y t 1 + m 1 t + u t
Bu üç denklem arasındaki fark son denklemde deterministik trendin olmasıdır
(Kutlar, 2005: 312). Ġlk iki denklem sabiti içerip içermediğine göre oluĢturulmuĢ iken
son denklemde hem sabit sayı içermesi hem de deterministik trend yer almaktadır.
Bütün denklemlerde  , değeri sıfıra eĢit olduğu durumda (   0)  t serisi bir birim
kök ihtiva etmektedir (Aktaran: Erdoğan, 2006: 84).
4.2.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi)
Durağan olmayan serilerde durağan hale getirilmesi için, serilerin birinci,
ikinci, üçüncü, vb. farkları alınmaktadır. Farkların alınması, sadece değiĢkenin
96
geçmiĢ dönemlerde maruz kaldığı kalıcı Ģokların etkisini yok etmekte kalmayıp, aynı
zamanda dönemler arasında, bu Ģoklar dıĢında var olabilecek, uzun dönemli
iliĢkilerin de ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Bu nedenle, bu Ģekilde
durağanlaĢtırılmıĢ seriler arasında bulunacak regresyon ise, uzun döneme ait tüm
bilginin de yok edilmesi nedeniyle, bir uzun dönem denge iliĢkisi vermeyecektir
(Tarı, 2010: 415).
Koentegrasyon yaklaĢımı, zaman serilerinin durağan olmaması halinde, fark
alma iĢlemi ile durağanlaĢtırılan serinin değiĢkenleri etkileyen dıĢsal Ģoklara rağmen,
değiĢkenler arasında uzun dönemli bir denge iliĢkisinin olabileceğini ifade eder
(Dikmen, 2009: 301).
Literatürde koentegrasyon analizine iliĢkin çeĢitli testler ve bu testlerin
dayandığı çeĢitli tahmin yöntemleri vardır. Ġki grupta incelemek mümkündür. Birinci
grupta yer alanlar tek denklemli modele, ikinci grupta yer alanlar ise bir denklemler
sistemine dayanmaktadır. Tek denkleme dayalı koentegrasyon analizi Engle-Granger
tarafından geliĢtirilmiĢ daha sonra da Johansen tarafından çoklu koentegre vektörleri
tahmin etmek amacı ile en çok benzerlik yöntemine dayanan bir yöntem
geliĢtirilmiĢtir (GöktaĢ, 2005: 116).
Johansen yöntemi, aĢağıda gösterilen VAR(p) ifade edilir.
∆Z t = πZ t 1 + Π 1 ∆Z t 1 + …………… + Π p 1 ∆Z ( p 1) +  +  D t + u t
(6)
Burada,  sabit vektör, D merkezi mevsimsel değiĢkenler matrisi, Z ise
N  1‟lik değiĢkenler vektörü, Π 1 ………… Π p 1 N  N‟lik bilinmeyen parametreler
matrisi, π katsayıların uzun dönem matrisi ve u t ise çok değiĢkenli dağılımlı
dönemlerini ifade eder (Aktaran: Erdoğan, 2006: 84-85).
Π katsayılar matrisidir. Buradaki temel amaç katsayılar matrisinin değiĢkenler
arasındaki uzun dönemli iliĢkiler hakkında bilgiye sahip olup olmadığının
incelenmesidir. Katsayılar matrisi için üç ayrı durum vardır (GöktaĢ, 2005: 126).
Rank (Π) = p Bütün değiĢkenler durağandır, eĢbütünleĢme vektörü yazılamaz.
97
Rank (Π) = 0 ise, Π matrisinin hiçbir doğrusal birleĢimi durağan değildir.
Serilerin durağan halleri ile VAR modeli oluĢturularak iliĢkiler böyle açıklanabilir.
0 < Rank (Π) = r < p ise, eĢbütünleĢme iliĢkisi söz konusudur (Tarı, 2010:
428).
(6) numaralı denklem aĢağıdaki semboller yardımıyla yeniden düzenlenirse;
Z 0 t = ∆X t ,
Z 1t = (∆X t 1 ,………., ∆X t k 1 , D, 1)
Z kt = X t  k ,
Γ = (Γ 1 ,……...., Γ k 1 , ϕ,  )
Z 0 t = ΓZ 1t + ΠZ kt + u t
(7)
(t = 1……T)
Biçimindedir ve Π‟nin değeri biliniyorsa Γ‟nin en çok benzerlik tahmini;
n
n
n
t 1
t 1
t 1
 Z 0t Z ''1t = Γ  Z 1t Z1't + Π  Z kt Z1't
(8)
ġeklindeki denklem olmakta n örnek büyüklüğünü ifade etmektedir (GöktaĢ,
2005: 129).
4.2.3. Nedensellik Testi
Nedensellik testi iki değiĢken arasında sebep-sonuç iliĢkisinin olup olmadığını,
eğer varsa iliĢkinin yönünü test etmek amacıyla kullanılmaktadır (Berber ve Artan,
2004: 10).
Nedensellik testi, iktisat teorisinden gelen bilgiye dayanarak aralarında iliĢki
olduğu beklenen değiĢkenlerin ampirik testlerle çözümlenmesini zorunlu kılmaktadır
(IĢığıçok, 1994: 37). Ampirik testlerden birisi olan, regresyon analizi, değiĢkenler
arasındaki bağımlılık iliĢkileri ile uğraĢmaktadır. Ancak, değiĢkenler arasındaki bu
bağımlılık, bir nedensellik iliĢkisi ifade etmeyebilir. Yani, mutlaka bağımsız
değiĢken X‟in sebep ve bağımlı değiĢken Y‟nin sonuç olduğu anlamına gelmez.
Ġstatistiksel olarak, iki değiĢken arasındaki sıkı bir iliĢki, bir birliktelik ifade eder
(Tarı, 2010: 436).
98
Ekonometrik yaklaĢım ile zaman serileri çözümlemesi yaklaĢımının birbirini
tamamlamalarına iliĢkin çabalar, nedensel iliĢkilerin araĢtırılmasının önemini ortaya
çıkarmıĢtır. Böylece zaman serileri çözümlemesi yaklaĢımı ile değiĢkenler arasındaki
iliĢkiler belirlenmekte ve iktisat teorisi veri alınarak ekonometrik model
kurulmaktadır.
O halde, X ve Y gibi iki değiĢken arasındaki nedensel iliĢkinin araĢtırılmasının
temel amaçları Ģu Ģekilde sıralanabilir:
-
Mevcut verilere dayanarak X ve Y‟nin gelecek dönemlerdeki
değerlerinin öngörülmesidir,
-
Y gibi bir değiĢkenin sadece kendi geçmiĢ değerleri ile mi, yoksa X
gibi diğer bir değiĢkenin geçmiĢ değerleri ile mi daha iyi öngörülebilmesi,
-
Ekonometrik modellemede hangi değiĢkenin içsel hangilerinin dıĢsal
değiĢken olduklarının belirlenmesidir,
-
DeğiĢkenlerdeki nedensel iliĢkilerin yönünün belirlenmesi,
-
Bir değiĢkendeki değiĢmenin diğer değiĢken üzerindeki etkisinin kaç
dönem sonra ortaya çıkacağı, baĢka bir deyiĢle, bir değiĢkende Ģimdiki dönemde
meydana delen bir değiĢmenin etkisinin kaç dönem öncesine kadar dayanacağının
belirlenmesi,
-
Dağılımlı gecikme geniĢliğindeki veya parametrelerdeki yapısal
değiĢimin belirlenmesi (IĢığıçok, 1994: 90).
4.2.3.1. Granger Nedensellik Testi
Uygulamada zaman serileri arasındaki nedensellik iliĢkisinin tespit edilmesinde
en sık kullanılan yöntem Granger (1969) tarafından geliĢtirilen Granger nedensellik
testidir (Berber ve Artan, 2004: 10). Bu analiz iki denklem kullanılarak
yapılmaktadır:
99
m
Y t = a 0 +  ai Yt i +
i 1
b X
m
Xt = c0 +
c X
i 1
i
m
i 1
i
t i
+ ui
(9)
m
t i
+
d Y
i 1
i t i
+ ui
(10)
Yukarıdaki 9 ve 10 nolu denklemler için her eĢitlik ayrı ayrı yapılır. Buna göre,
Granger nedensellik testi her iki eĢitliğe göre yapılıĢı aĢağıda verilmiĢtir.
I. AĢama: Hipotezlerin kurulması
Granger nedensellik analizi, yukarıdaki denklemlerde hata terimlerinden önce
yer alan bağımsız değiĢkenin gecikmeli değerlerinin katsayılarının grup halinde sıfıra
eĢit olup olmadığı test edilerek yapılır. (a) nolu denklemdeki b i katsayıları belirli bir
anlamlılık düzeyinde sıfırdan farklı bulunursa, X‟in Y‟nin nedeni olduğu sonucuna
varılır. Aynı Ģekilde (b) nolu denklemde d i katsayılarının belirli bir anlamlılık
düzeyinde sıfırdan farklı olması da Y‟nin X‟in nedeni olduğunun göstergesidir. Bu
durumda Y ile X arasında karĢılıklı bir nedensellik iliĢkisi var demektir. Sadece (a)
nolu denklemdeki b i katsayıları sıfırdan farklı ise X‟den Y‟ye doğru tek yönlü,
sadece (B) nolu denklemdeki d i katsayıları sıfırdan farklı ise Y‟den X‟e doğru tek
yönlü nedensellik vardır. Hem b i hem de d i katsayılarının sıfırdan farklı olmaması
ise bu iki değiĢken arasında herhangi bir nedensellik iliĢkisi olmadığının
göstergesidir (Karaca, 2003: 250).
II. AĢama: Kısıtlamalı iliĢkideki hata terimleri kareleri toplamının bulunması,
m
b X
i 1
i
(11) terimini dıĢarıda bırakıp,
t i
m
Yt = a0 +
a Y
i 1
i t i
 ui
(12) iliĢkisini tahmin ederiz.
100
Bu kısıtlamalı iliĢkinin hata terimlerinin kareleri toplama
n
e
t 1
2
t
bulunur. Bu
ifade RSS R olarak ifade edilir.
III. AĢama: Kısıtlamasız iliĢkideki hata terimleri kareleri toplamının
bulunması,
m
Yt = a0 +
 aiYt i +
i 1
m
b X
i 1
i
t i
+ ui
(13)
ġeklindeki kısıtlamasız iliĢki tahmin edilerek, bunun da hata terimlerinin
kareleri toplamı
n
e
t 1
2
t
bulunur. Bu ifade RSS UR olarak gösterilir.
IV. AĢama: Test istatistiğinin hesaplanması,
Hipotezin testinde aĢağıdaki F istatistik değeri hesaplanır:
F=
( RSS R  RSS UR ) / m
RSS UR /( n  k )
(14)
Bu formüldeki, RSS R : kısıtlamalı iliĢkilerdeki hata terimlerinin kareleri
toplamını, RSS UR : kısıtlamasız iliĢkideki hata terimlerinin kareleri toplamını, m:
dıĢarıda bırakılan gecikmeli değiĢken sayısını, n: örnek hacmi ve k: kısıtlamasız
regresyon modeldeki tahmin edilen parametre sayısını gösterir (Tarı, 2010: 438).
V. AĢama: Tablo değerli ile karĢılaĢtırma ve karar verme aĢaması,
Hesaplanan F değeri m ve (n-k) serbestlik derecesinde, anlamlılık düzeyindeki
tablo değerinde büyük ise H 0 hipotezi reddedilir. H 0 hipotezinin reddedilmesi ise
regresyonda yer alan katsayıların genel olarak olduğunu baĢka bir ifadeyle
değiĢkenler arasındaki bir nedensellik iliĢkisinin olduğunu gösterir (Aktaran:
Erdoğan, 2006: 89).
101
SeçilmiĢ olan regresyon denkleminin uygun olup olmadığının ve gecikme
sayısının belirlenmesinde Akaiki Bilgi Kriterinden (AIC) kullanılacaktır. AIC değer
modeldeki tahmin edilen katsayılar ile modele ait artıkların kareleri toplamına bağlı
olarak değiĢir. Gecikme sayılarının belirlendiği durumlarda, Akaike değeri en küçük
olan model uygun model olarak seçilir. Ekonometrik bir modelde Akaiki değeri
aĢağıdaki formül yardımıyla hesaplanır.
AIC= In[  ei / n] +
2
2k
n
(15)
Bu formüldeki; k: gecikmeli modeldeki parametre sayısı, n: gözlem sayısını
gösterir (Terzi ve Zengin, 2003: 58).
4.3. Veri Tanımlaması
Bu çalıĢmada ilgili yıllara ait TÜFE ve GSYĠH verileri Türkiye Cumhuriyeti
Merkez Bankası ve Türkiye Ġstatistik Kurumu online veri tabanlarından elde edilerek
uygulamada kullanılmıĢtır. Ekonometrik çalıĢmalarda kullanılan değiĢkenlerin
sembolleri aĢağıda verilmiĢtir.
TÜFE: Toplam TÜFE Değerleri –log(TÜFE)
GSYĠH: Toplam GSYĠH Değerleri –log(GSYĠH)
4.4. Ekonometrik Sonuçlar
Bu çalıĢmada, 1980-2010 yılları arası cari fiyatlarla GSYĠH ve TÜFE verileri
kullanılarak ekonomik büyüme ve enflasyon arasındaki iliĢki irdelenmiĢtir.
Dönemsel olarak ele alınan verilerin zaman serileri ihtiva etmesi sebebiyle
öncelikle seriler durağan hale getirilmiĢtir. Serilerin durağan hale getirilmesi ile,
değiĢkenler arasındaki eĢ-bütünleĢme iliĢkisi incelenmesi yapılmıĢtır. Seriler kendi
aralarında kointegre olduktan sonra ise uzun ve kısa dönem arasındaki değiĢmeyi
ifade eden hata düzeltme modeli uygulamıĢtır. Hata düzeltme sonucunda oluĢturulan
regresyon model sonuçlarına göre değiĢkenler arasındaki iliĢki Granger nedensellik
testi yardımı ile test edilmiĢtir.
102
4.4.1. Birim Kök Testi
Zaman serisi olarak ifade edilen ve analize konu olan verilerin uygulamaya tabi
tutulabilmesi için birim kökün ortadan kaldırılması gerekir. DeğiĢkenlere ait birim
kök testi GeniĢletilmiĢ Dickey Fuller ADF birim kök testi yardımı ile test edilmiĢtir.
Tablo 26: DeğiĢkenlere Ait Uygun Gecikme Sayısı (AIC) ve ADF Değerleri
DeğiĢken Adı
DeğiĢken
Durumu
GSYĠH
Uygun
Gecikme
Sayısı
ADF
Değeri
2
-2,497973
0
Mc Kinnon Kritik değeri
%1
%5
%10
-3,689194
-2,971853
-2,625121
-2,143070
-3,679322
-2,967767
-2,622989
Yalın
ENFLASYON
Yalın
GSYĠH
Birinci
farkı
0
-0,891138
-3,679322
-2,967767
-2,622989
ENFLASYON
Birinci
farkı
1
-2,871651
-3,752946
-2,998064
-2,638752
6
-5,457117
-3,689194
-2,971853
-2,625121
0
-4,971973
-3,689194
-2,971853
-2,625121
GSYĠH
Ġkinci Farkı
ENFLASYON
Ġkinci Farkı
Tablo 26‟da görüleceği üzere, yalın halde değerlere baktığımızda GSYĠH‟nın
ve enflasyon için en uygun gecikmenin AIC göre sırası ile 2 ve 0 olduğunu
görülmektedir. Bu sonuçlara göre, değiĢkenlerin tamamı için %5 anlamlılık
düzeyinde sıfır hipotezi reddedilmemiĢtir. Bu durumda değiĢkenlerin yalın halde
birim köke sahip olduğunu göstermektedir.
AraĢtırma kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı düzeyde birim köke
sahip olduğundan, bu değiĢkenlerin birinci sıra farkları alınmıĢ ve birinci sıra
103
farklarla ifade edilen zaman serilerinin durağanlığı ADF birim kök testi ile yeniden
incelenmiĢtir. Bu değiĢkenlerin ADF regresyon eĢitliğindeki gecikme uzunlukları
Akaike Bilgi Kriteri çerçevesinde tahmin edilmiĢtir. Birinci sıra farklarla ifade edilen
zaman serileri için ADF regresyon eĢitliğindeki uygun gecikme yapıları araĢtırma
kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı için bir olarak tahmin edilmiĢ. Bu
tahminlere ait bilgiler Tablo 26‟da özetlenmiĢtir.
Tablo 26‟da görüleceği üzere, birinci sıra fark değerlerine baktığımızda
GSYĠH‟nın ve enflasyon için en uygun gecikmenin AIC göre sırası ile 0 ve 1
olduğunu görülmektedir. Bu sonuçlara göre, değiĢkenlerin tamamı için %5 anlamlılık
düzeyinde sıfır hipotezi reddedilmemiĢtir. Bu durumda değiĢkenlerin birinci sıra fark
değerlerinde birim köke sahip olduğunu göstermektedir.
AraĢtırma kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı düzeyde birim köke
sahip olduğundan, bu değiĢkenlerin ikinci sıra farkları alınmıĢ ve ikinci sıra farklarla
ifade edilen zaman serilerinin durağanlığı ADF birim kök testi ile yeniden
incelenmiĢtir. Bu değiĢkenlerin ADF regresyon eĢitliğindeki gecikme uzunlukları
Akaike Bilgi Kriteri çerçevesinde tahmin edilmiĢtir. Ġkinci sıra farklarla ifade edilen
zaman serileri için ADF regresyon eĢitliğindeki uygun gecikme yapıları araĢtırma
kapsamında yer alan değiĢkenlerin tamamı için bir olarak tahmin edilmiĢ. Bu
tahminlere ait bilgiler Tablo 26‟da özetlenmiĢtir.
Ġkinci sıra fark olarak ifade edilen değiĢkenler için ADF birim kök testine ait
bulgular 26 No‟lu tabloda gösterilmiĢtir. Elde edilen veriler, ikinci sıra farklarla ifade
edilen değiĢkenlerin hepsinin %1 ve %5 anlamlılık düzeyinde durağan olduğunu
göstermiĢtir. Bu bulgular, analizimizde yer alan değiĢkenler için bütünleĢme
sıralarının iki I(2,2) olduğunu ifade etmektedir.
4.4.2. Koentegrasyon Testi (EĢbütünleĢme Analizi)
DeğiĢkenler
arasındaki
Engle-Granger
(1987)
eĢbütünleĢme
testinin
yapılabilmesi için, değiĢkenlerin aynı dereceden durağan olmaları gerekmektedir. Bu
analizde değiĢkenlere yapılan ADF birim kök testi sonuçlarında serilerin hepsinin
bütünleĢme sıralarının 2 olduğu saptanmıĢtır.
104
Aynı derecede durağan olan bu serilere Engle-Granger yöntemi kullanılarak
yapılacak olan eĢ-bütünleĢme testinde ilk olarak model ait parametrelerde en küçük
kareler yöntemiyle tahmin edilmiĢtir.
GSYĠH=  0   1 Enflasyon +  t
(16 Nolu)
Tablo 27: Regresyon Sonuçları
(16) nolu model (GSYĠH =  0   1 Enflasyon +  t )
0
1
1980- 2010 Dönemi
5,33
1,06
Olasılık Değeri
62,23
206,83
R 2 = 0,999
D- W = 0,303
F- istatistik = 42779
Uzun döneme ait yukarıdaki regresyon denkleminde, enflasyonun büyüme
üzerine pozitif yönde ve anlamlı bir Ģekilde etkisinin olduğu görülmüĢtür. Modeldeki
değiĢkenin GSYĠH‟yı açıklaması ise %99 düzeyinde gerçekleĢmiĢtir. Buna karĢılık
modelde
pozitif
yönde
otokorelasyon
söz
konusu
olmaktadır.
Pozitif
otokorelasyonun giderilmesi için Durbin Watson düzeltmesi kullanılmıĢtır ve
sonuçlar aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir. Buna göre otokorelasyonun giderilmesi ile
elde edilen modelde; enflasyon, GSYĠH‟ı pozitif yönde ve %1,05 düzeyinde
açıklama göstermiĢtir.
105
Tablo 28: Otokorelasyon Düzeltilmesi İle Regresyon Sonuçları
(16) nolu model (GSYĠH =  0   1 Enflasyon +  t )
0
1
1980- 2010 Dönemi
3, 26
1,05
t- Değeri
55,41
184,22
R 2 = 0,99
D- W = 1,17
F- istatistik = 33914
Bu modele ait tahmini hata terimi değerleri (  t ) ise uzun dönemde iliĢkisinin bozucu
terimini ifade eder. ġayet bu uzun dönem dengesindeki sapmanın durağan olduğu
ortaya çıkarsa, değiĢkenler arasındaki bir eĢ-bütünleĢme (eĢ-bütünleĢme) olduğu
anlaĢılır. Buna göre, yukarıda (16) nolu eĢitlikte tahmin edilen hata teriminin
(artuklar) durağan olup olmadığı ADF birim kök testi ile araĢtırılmıĢ ve sonuçlar
Tablo 29‟de özetlenmiĢtir.
Tablo 29: Modeldeki Hata Teriminin Durağanlık Testi (ADF Birim Kök Testi)
McKinnon Kritik Değer
DeğiĢkenler
ADF Değeri
%1
%5
%10
t
-2,977260
-3,679322
-2,967767
-2,622998
106
ADF birim kök testine bakıldığında, tahmin elde edilen hata teriminin %5
anlamlılık düzeyinde durağan olduğu kabul edilir.
16 No’lu Modele Ait Hata Terimi
.10
.05
.00
-.05
-.10
-.15
-.20
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2010
HATA
Hata teriminin durağan olduğu anlaĢıldığından 12 nolu denklem ile ifade edilen
regresyon iliĢkisinin eĢ-bütünleĢmiĢ olduğu kabul edilir.
Modeldeki değiĢkenler arasında bir eĢ-bütünleĢme olması, uzun dönem
iliĢkisinin olduğunu göstermektedir. Modelden elde edilen hata terimi, modeldeki
bağımlı değiĢkende kısa dönem değerleri ile uzun dönem değerleri arasında bir köprü
kurmaktadır ve bağlantı sağlamaktadır (Kutlar, 2005: 349). Hata düzeltme modelinin
geliĢtirilme amacı budur. Hata düzeltme modeli aĢağıda verilmiĢtir.
∆GSYĠH =  0   1 ∆enflasyon +  t 1
(17)
Bu modelden elde edilen sonuçlar aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir.
107
Tablo 30: Hata Düzeltme Modeline Ait Regresyon Analizi Sonuçları
(17) nolu model (∆GSYĠH =  0   1 ∆enflasyon +  t 1
0
1
 t 1
1980- 2010 Dönemi
-0,04
0,845
-0,4831
Olasılık (t- istatistik)
-0,36
5,20
-2,39
2
R = 0,51
D-W = 2,19
F- Ġstatistik = 13,56
1980-2010 yıllarını kapsayan dönem için yapılan hata düzeltme modeli ele
alındığı zaman, bu yıllar arasındaki hata düzeltme modelinde enflasyon kısa
dönemde GSYĠH üzerinde pozitif yönlü 0,845 oranında etkisinin olduğu
görülmektedir. Hata düzeltme terimine ait parametre -0,48 olarak hesaplanmıĢtır ve
%1 anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak sıfırdan farklıdır. O halde, enflasyon
ile büyüme arasında meydana gelen dengesizliklerin %48‟i bir yıllık dönemde
ortadan kalkmakta olup sistem yaklaĢık olarak 2 yılda tekrar dengeye gelmektedir.
4.4.3. Granger Nedensellik Testi
Granger nedensellik testinden önce otoregresif modele ait gecikmenin
belirlenmesi gerekmektedir. Gecikme değerlerinin belirlenmesinde kullanılan
yöntem, VAR Analizinde Akaiki Bilgi Kriteri değerlerinin kıyaslanması yöntemidir.
Maksimum gecikme uzunluğu 3 olmak üzere VAR modeli için uygun gecikme yapısı
Akaiki kriterine göre belirlenmiĢtir. VAR modeli için gecikme yapısının
belirlenmesine ait Akaike Bilgi Kriteri değerleri Tablo 31‟de özetlenmiĢtir.
108
Tablo 31: VAR Analizine göre Gecikme Sayısı (Akaiki Bilgi Kriteri)
∆GSYİH,2 - ∆Enflasyon,2
1
2
3
-4,275*
-3,902
-3,551
Yukarıdaki gecikme uzunlukları belirlenmiĢ olan VAR modeli çerçevesinde
gerçekleĢtirilen ikili Granger nedensellik testi bir gecikmeli sonuçları aĢağıdaki
tabloda verilmiĢtir.
Tablo 32: DeğiĢkenler Arasındaki Granger Nedensellik Testi Sonuçları
∆Enflasyon ∆GSYĠH’nın nedeni değildir
∆GSYĠH ∆Enflasyon nedeni değildir
F- değeri
p değeri
Sonuç**
3,443
0,035
0,07532*
0,85106
RET
KABUL
*%10 anlamlılık düzeyinde
** Sonuçlar (H0): Esas Hipoteze göre yapılmıştır
Dönemler itibari ile yapılmıĢ olan nedensellik analizinde, 1980-2010 yılları
arasında %10 anlamlılık düzeyinde enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek
taraflı bir nedensellik iliĢkinin olduğu ortaya çıkmıĢtır.
109
SONUÇ
Enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisi, uzun yıllardır iktisat literatüründe en
önemli tartıĢmalardan birisi olmuĢtur. Bu çalıĢmada öncelikli olarak enflasyon ve
ekonomik büyüme ile ilgili iktisadi kuramlara ait teorik yaklaĢımlar araĢtırılmıĢtır.
Sonraki süreçte Türkiye ekonomisinde, enflasyon ve ekonomik büyümenin tarihsel
süreci Cumhuriyetin ilanından, 2010 yılına kadar geçen süreçte, dönemin içinde
bulunduğu konjonktüre bağlı olarak, belirli tarihlere göre gruplara ayrılmıĢ ve
inceleme konusu olmuĢtur. Bu inceleme yapılırken, cari düzeyde fiyatlardaki
geliĢimi gösteren enflasyon rakamları ile cari düzeydeki GSYĠH rakamları
kullanılarak analiz edilmiĢtir.
Cumhuriyetin ilanından, 1945 yılları arasında uygulanan ekonomi politikaları
birden çok ekonomik sistemi içinde barındırmaktadır. Bir yandan devletçi politikalar
uygulanırken, diğer yandan liberal ekonomi uygulamalarının zemini hazırlanmıĢtır.
1923 yılından 1929 buhranına kadar maliye politikalarının baĢarıyla uygulanması
sonucunda önemli bir enflasyon oranına rastlanılmamıĢtır, ancak 1929 ekonomik
buhranından sonra fiyat oranlarında azalmalar meydana gelmiĢtir. Ayrıca 1923-1929
yılları arasında sağlıklı fiyat tespiti yapılmadığından dolayı enflasyon değerlerine ait
net veriler elde edilememiĢtir. Bu dönemde Ġkinci Dünya SavaĢı baĢlamıĢ, Türkiye
savaĢa girmemesine rağmen savaĢın ekonomik sıkıntılarını yaĢamıĢtır. Fiyat istikrarı
bozulmuĢ ve Ġkinci Dünya SavaĢına kadar, hızlanan büyüme savaĢ koĢullarının
etkisiyle bir hayli yavaĢlamıĢtır.
1945-1960 dönemi çok partili dönemden, planlı kalkınma dönemine kadar
geçen süreçtir. Bu dönemde 1954 yılına kadar liberal ekonomi politikaları
uygulanırken 1954 yılından sonra yerini devletçi politikalara bırakmıĢtır. Bu
dönemde Türkiye‟de ilk devalüasyon 1946 yılında gerçekleĢtirilmiĢtir. 1946
devalüasyonu ile 1 dolar= 130 kuruĢken 282 kuruĢ olarak belirlenmiĢtir. Hükümetin
TL‟nin değerini düĢürmesindeki sebep, ihracat ürünleri fiyatlarını, savaĢ döneminde
ortaya çıkan enflasyondan arındırmak ve mal stoklarının ihracatını sağlamak içindir.
1954-58 dönemi kriz ortamında geçmesi nedeniyle 4 Ağustos 1958 yılında alınan
yeni istikrar kararlarıyla TL‟nin dıĢ değer 1 dolar= 280 kuruĢtan 900 kuruĢa
110
düĢürülmüĢtür. Alınan istikrar kararları ile 1959 yılından sonra enflasyon ve GSMH
oranları düĢmüĢ, GSMH 1960 yılında yılın da %3,4 oranında gerçekleĢmiĢ.
Ekonomideki durgunluk baĢlayınca bu kararlar biraz gevĢetilmiĢtir. Dönem içince
ekonomi büyüme eğiliminde olmasına rağmen, sürekli dalgalanmalar yaĢanmıĢ bu
durum sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleĢmediğini göstermektedir.
1960 yılında yeni Anayasanın hazırlanmasıyla uzun vadeli bir planlı döneme
girilmiĢtir. Ġlk plan 1963 yılında yürürlüğe girmek üzere arka arkaya, beĢer yıllık
dönemi kapsayan üç adet plan hazırlanarak uygulanmıĢtır. Bu dönemde, dıĢ
ticaretteki geliĢmeler önceki dönemlerde oluĢan genel çerçevede yürütülmüĢ ve ithal
ikameci, yerli sanayiyi korumayı ve geliĢtirmeyi amaçlayan bir dıĢ politikası
izlenmiĢtir. Bu dönemde uygulanan politikalarla dıĢa bağımlılığı azaltmak amaçlansa
da bu istek gerçekleĢtirilememiĢtir. 1970 yıllarda kriz ortamına girilmiĢ 1973 ve
1979 yıllarında iki kez petrol Ģoku yaĢanmıĢtır. Hükümet 1978 yılında %29 oranında
devalüasyon yaparak 1$= 25,25 TL‟ye yükseltilmiĢtir. Bu dönemde planlama
uygulamalarını belirleyen ithal ikameci kalkınma modeli ve modelin gerektirdiği
ekonomik düzenlemeler, 24 Ocak 1980 kararlarına kadar varlığını sürdürdü. 1980
yılından sonra Türkiye dıĢa açık bir kalkınma modeli benimsedi.
24 Ocak kararlarının alındığı tarihte TL %49 oranında devalüe edilerek dolar
kuru 47 TL‟den 70 TL‟ye yükseltilmiĢtir. 24 Ocak kararlarının alındığı yıl enflasyon
ilk kez üç haneli rakamlarda gerçekleĢmiĢ TÜFE %101,4 oranında TEFE %107,2
oranına yükselmiĢtir. GSYĠH oranı 1980 yılında %83,5 oranında gerçekleĢmiĢtir.
1980 ile 1988 yılları arasında enflasyondaki düĢüĢle birlikte GSYĠH büyüme hızları
da azalmıĢ, 1988 yılında fiyatlardaki artıĢlarla birlikte GSYĠH oranı %72,9 oranında
gerçekleĢmiĢtir. 1980 yılından sonra ilk kez 1994 yılında TÜFE %106,3 oranında
TEFE %120,7 oranında yüksek oranlı enflasyonla karĢı karĢıya kalınmıĢtır.
1990 ile 2000 yılları arasında enflasyonla mücadelede baĢarısız uygulamalar,
dıĢsal faktörlerinde etkisiyle, ekonomik krizlerle sonuçlanmıĢtır. 5 Nisan kararları ve
2000 Enflasyonu DüĢürme Programı da istenilen baĢarıya ulaĢılamamıĢtır.
111
Enflasyonu DüĢürme Programı, programın kendisinden değil uygulamasında
oluĢan hatalarla baĢarısızlığa uğramıĢ ve Kasım 2000 kriziyle sonuçlanmıĢtır. Kasım
2000 krizi aĢıldı derken, üç ay sonra 19 ġubat 2001‟de bu kez döviz krizi baĢlamıĢtır.
Türkiye ekonomisinde 2001 yılında sabit kur sistemi bırakılarak dalgalı kur
sistemine geçilmiĢtir. Türkiye ekonomisi yeni bir döneme girdi ve 14 Nisan 2001‟de
Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programını açıklayarak yürürlüğe konulmuĢtur. Merkez
Bankası, Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı‟nda para politikasını oluĢtururken
enflasyon hedeflemesi yapacağını açıklamıĢtır.
Türkiye ekonomisi 2008 krizinde dört kanaldan etkilenmiĢtir. Bunlar, dıĢ
talepte azalma, dıĢ kredi azalması, iç kredi azalması ve ekonomiye duyulan güvenin
azalmasıdır. 2008 yılında TÜFE %10,4 oranında gerçekleĢirken 2009 yılında
azalarak %6,3 oranında gerçekleĢmiĢtir. Enflasyon oranındaki bu daralmayla birlikte
2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren GSYĠH büyüme hızları belirgin olarak bir
yavaĢlama eğilimine girmiĢ ve bu yavaĢlama 2009 yılının dördüncü çeyreğine kadar
devam etmiĢtir.
ÇalıĢmamızın son kısmında enflasyon ve ekonomik büyüme iliĢkisi ile ilgili
literatür araĢtırması ve ekonometrik analiz yapılmıĢtır. Enflasyon ve ekonomik
büyüme iliĢkisi 1970‟li yıllara kadar Phillips Eğrisi yaklaĢımı doğrultusunda
açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Ġkinci Dünya SavaĢı‟ndan sonra yüksek enflasyon ve
büyüme hızları gözlenmiĢ bundan dolayı, enflasyonun büyümeyi bazı nedenlerden
dolayı olumlu yönde etkileyeceğini ileri sürülmüĢtür. Bu görüĢ enflasyon öncesi
bireylerin servet dengesine ulaĢabilmek için tasarruflarını artırması bu durum faiz
oranlarını düĢürecek ve yatırımlar artarak ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır.
Diğer bir neden ise, enflasyonun yatırım portföyünü finansal sektörlerden reel
sektöre doğru kaydırması sermayenin yoğunluğunu yükseltmek suretiyle ekonomik
büyümeyi artıracaktır. Fakat 1980 yılından sonra yapılan çalıĢmaların doğrultusunda
enflasyonun ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilediğini açıklamaktadır. Ayrıca
yapılan bazı çalıĢmalarda belirli bir eĢik değeri bulunmuĢ ve bu değere kadar
enflasyonun ekonomik büyümeyi olumlu etkilediği görülürken, belirlenen değerin
üzerinden itibaren enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği
112
bulunmuĢtur. Ancak bu konuda tam bir görüĢ birliğine ulaĢılamadığını belirtmemiz
gerekmektedir.
ÇalıĢmada 1980-2010 yılları arasında enflasyon ve cari değerlerde GSYĠH
rakamları ele alınarak nedensellik iliĢkisi incelenmiĢtir. Öncelikle değiĢkenlerin
birim kök içerip içermediklerine bakılmıĢ, durağanlık olarak ifade edilen birim kök
testinde değiĢkenlerin ikisinin de ikinci farkında durağan oldukları tespit edilmiĢtir.
Serilerin ikinci farklarında durağanlığın sağlanması sonucunda uzun dönemli
iliĢkinin araĢtırılması için koentegrasyon testi yapılmıĢtır.
Koentegrasyon testi sonucunda, enflasyonla cari değerlerle ifade edilen GSYĠH
arasında uzun ve kısa dönemde pozitif iliĢkinin olduğu görülmüĢtür. ÇalıĢmamızda
kullandığımız değiĢkenlerin arasındaki nedenselliğin yönünün tespit edilmesi için
vektör otoregresif modeller yardımı ile uygun gecikme sayısı tespit edilmiĢtir.
Granger Nedensellik testi sonucunda ise %10 anlamlılık düzeyinde enflasyondan
GSYĠH doğru tek taraflı bir nedenselliğin ortaya çıktığı görülmüĢtür.
113
KAYNAKÇA
Acar, Yalçın (1995). Tarihsel Açıdan Türkiye Ekonomisi ve Ġzlenen Ġktisadi
Politikalar (1923-1963) (3. Baskı). Bursa: Uludağ Üniversitesi Basımevi.
Acar, Yalçın (1998). Büyüme Teorileri ( 3.Baskı). Bursa: VipaĢ A. ġ. Yayınları.
Acar, Yalçın (2002). Ġktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri (4. Baskı). Bursa: VipaĢ
Yayın.
Aklin, Erdoğan (1981). Gelir ve Büyüme Teorisi. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi
Ġktisat Fakültesi Yayınları.
Aktan, ReĢat (1978). Türkiye Ġktisadı (3. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilimler Fakültesi Yayınları No:425.
Akyazı, Haydar ve Ekinci Aykut (2009). Enflasyon Hedeflemesi, Büyüme ve Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası. Bankacılar Dergisi, 68.
Akyıldız, Hüseyin ve Eroğlu, Ömer (2004). Türkiye Cumhuriyetin Dönemi
Uygulanan Ġktisat Politikaları. Süleyman Demirel Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari
Bilimler Fakültesi Yayınları, C.9, S.1, 43-62.
Alkin, Erdoğan (1975). Gelir ve Büyüme Teorisi. Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi
Yayınlarından No: 210 Ġktisat Fakültesi No: 362
Altınok, Serdar (2002). Ġktisat Bilimine GiriĢ. Konya: Baskı Sebat Ofset Matbaacılık.
Altınok, Serdar ve Çetinkaya, Murat. Devalüasyon ve Türkiye‟de Devalüasyon
Uygulamaları ve Sonuçları. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S: 47-64.
Altıok, Metin (2011). “Ekonominin Planlama Tabanına Oturtulması ve DıĢa Bağımlı
GeniĢleme (1960-1980) Dönemi”, Türkiye Ekonomisi, Editör: Kerim Özdemir,
Serap Durusoy (1. Baskı). Ġstanbul: Lisans Yayıncılık.
Aras, O. Nuri (2010). Son Ekonomik Krizin Türkiye‟de Enflasyon Hedeflemesine
Etkisi. Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2(2), 97-104.
Artan, Seyfettin (2006). Türkiye‟de Enflasyon, Enflasyon Belirsizliği ve Büyüme.
TartıĢma Metni: Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No: 2006/14.
114
BaĢol, Koray (1983). Türkiye Ekonomisi. Ġzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Ġktisadi ve
Ġdari Bilimler Fakültesi Yayım No:2.
Berber, Metin (2006). Ġktisadi Büyüme ve Kalkınma (3. Baskı). Trabzon: Derya
Kitabevi.
Berber, Metin ve Artan Seyfettin (2004). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi:
Türkiye Örneği. TartıĢma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2004/21
Black, David C., Dowd, Michael R. and Keith, Keith (2001). The Inflation/Growth
Relationship: Evidence from State Panel Data. Applied Economics Letters, 8(12),
771- 774.
Bocutoğlu, Ersan (2009). Makro Ġktisat Teoriler ve Politikalar (5. Baskı). Trabzon:
Murathan Yayınevi.
Bocutoğlu, Ersan, Berber, Metin ve Çelik, Kenan (2000). Ġktisada GiriĢ. Trabzon:
Akademi Yayınevi.
Boratav, Korkut (1998). Türkiye Ġktisat Tarihi 1908-1985. Ġstanbul: Gerçek Yayınevi.
Boratav, Korkut ve Türkcan, Ergun (1993). Türkiye‟de SanayileĢmenin Yeni
Boyutları ve KĠT‟ler. Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
BuluĢ, Abdülkadir (2003). Türk Ġktisat Politikalarının Tarihi Temelleri. Konya:
Tablet Kitabevi.
Bulut, Cihan (2006). Ekonomik Yapı ve Politika Analizi Türkiye Ekonomisi
Performans Değerlendirmesi. Ġstanbul: Der Yayınları.
Burdekin, Richard C. K., Denzau, Arthur T., Keil, Manfred W., Sitthiyot, Thitithep
and Willett, Thomas D. (2000). When Does Inflation Hurt Economic Growth?
Different
Nonlinearities
for
Different
Economies.
http://www.claremontmckenna.edu/rdschool/papers/2000-22.pdf, EriĢim Tarihi:
23.05.2011.
Christina, D. Romer (1996). Inflation and The Growth Rate of Output. Working
Paper. National Bureau of Economic Research. No: 5575.
115
Çamlıca, Ferhat (2010). Yeni Keynesyen Bir BakıĢ Açısıyla Türkiye‟nin Enflasyon
Dinamikleri Yönünden Yapısal Analizi. Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye
Cumhuriyet Bankası ĠletiĢim ve DıĢ ĠliĢkiler Genel Müdürlügü, Ankara.
Çelebi, Esat (2002). Türkiye‟de Devalüasyon Uygulamaları (1923-2000). DoğuĢ
Üniversitesi Dergisi, 2(1), S:55-66.
Çepni, Elif (2005). Ekonomik Göstergeler ve Ġstatistikler Rehberi (2. Baskı). Ankara:
Seçkin Yayıncılık San. ve Tic. A.ġ.
Dickey, David A. ve Fuller, Wayne (1979). Distribution of the Estimators of
Autoregressive Time Series With a Unit Root. Journal of the American Statistical
Association, C: 74: 427-431.
Dikmen, Nedim (2009). Ekonometri Temel Kavramalar ve Uygulamalar (1. Basım).
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Dinler, Zeynel (2000). Ġktisada GiriĢ (6. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi.
Doğan, Çetin (2005). Fiyat Ġstikrarı Sorunsalı (1. Basım). Ankara: Nobel Yayın.
Dağıtım.
www.reocities.com/enchantedforest/glade/6314/ithal_enf.doc,
EriĢim
Tarihi: 02.03.2011.
Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye‟de Enflasyonun Tarihi. Ankara:
TCMB Yayınları.
Eğilmez, Mahfi ve Kumcu, Ercan (2005). Ekonomi Politikası Teori ve Türkiye
Uygulaması (9. Basım). Ġstanbul: Remzi Kitabevi.
Ener, Meliha (2011). “1990 Sonrası Finansal SerbestleĢme Süreci, Spekülatif
Sermaye Hareketleri ve Krizler”, Türkiye Ekonomisi, Editör: Kerim Özdemir,
Serap Durusoy (1. Baskı). Ġstanbul: Lisans Yayıncılık.
Erdoğan, SavaĢ (2006). Türkiye‟nin Ġhracat Yapısındaki DeğiĢme ve Büyüme ĠliĢkisi:
Koentegrasyon ve Nedensellik Testi Uygulaması. Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Eren, Aslan (1999). Türkiye‟nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunları (3. Baskı).
Muğla: Muğla Üniversitesi Yayınları.
116
Eren, Ercan (1993). Makro Ġktisat Kavramlar Tarihsel YaklaĢım, Ġstikrar Politikaları
ve Açık Ekonomi (2. Basım). Bursa: Ezgi Kitabevi.
Eren, Ercan (2001). Makro Ġktisat (3. Basım). Ġstanbul: Avcıol Basım Yayın.
Eroğlu, Nadir (2003). Türkiye‟de Ġktisat Politikalarının GeliĢimi. 80. Yılında Türkiye
Cumhuriyeti Sempozyumu, Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılap Tarihi AraĢtırma ve
Uygulama Merkezi, T.C. Marmara Üniversitesi, Ġstanbul.
Eroğlu,
Nadir
(2005).
Türkiye‟de
Ġktisat
Politikaların
GeliĢimi,
http://www.genbilim.com/content/view/5014/190/, EriĢim Tarihi: 08.12.2011.
Eroğlu, Nadir ve Eroğlu, Ġlhan (2009). Enflasyon Hedeflemesi Rejimi Çerçevesinde
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası‟nın Kredibilite ve Hesap Verilebilirlik
Sorunu. Maliye ve Finans Yazıları, 23 (85), 79-109.
Feldstein, Martin (1996). The Costs and Benefits of Going from Low Inflation to
Price Stability. NBER Working Papers, No: 5469.
Gillman, Max, Kejak, Michal and Valentinyi, Akos (1999). Inflation, Growth, and
Credit Services. Transition Economics Series, Institute for Advenced Studies,
1999(13).
GöktaĢ, Özlem (2005). Teorik ve Uygulamalı Zaman Serileri Analizi (1. Basım).
Ġstanbul: BeĢir Kitabevi.
Gujarati, Damodar N. (1999). Temel Ekonometri (Çeviren: Ümit ġenesen ve Gülay
Günlük ġenesen). Ġstanbul: Literatür Yayıncılık.
Günal, Mehmet (2007). Para Banka ve Finansal Sistem (2. Baskı). Ankara: Yeni
Dönem Yayınları.
Güngör, A. Ġhsan (2006). Enflasyon Beklentilerinin OluĢum ġeklinin Enflasyon
Üzerindeki Etkileri ve Dezenflasyon Programı Uygulamasındaki Sonuçları.
Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ekonometri
Anabilim Dalı, Ankara.
Gürak, Hasan (2008) Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi. Bursa: Ekin Yayınları
117
Hatiboğlu Zeyyat (1981). GeliĢme Ġktisadı ve Türkiye‟nin Ġktisadi GeliĢmesi.
Ġstanbul: Ġstanbul Teknik Üniversitesi Matbaası GümüĢsuyu.
Heylen, Freddy, Pozzi, Lorenzo and Vandewege, Joost (2004). Inflastion Crises,
Human Capital Formation and Growth. Working Papers of Faculty of Economics
and Business Administration, Ghent University, 2004(260).
Hiç, Mükerrem (1968). 1965 Yılı Fiyat ArtıĢları Münasebetiyle Türkiye‟de
Enflasyon. Ġstanbul: Sermet Matbaası.
Hiç, Mükerrem (1976). Büyüme Teorileri ve GeliĢen Ekonomiler. Ġstanbul: Ġstanbul
Üniversitesi Ġktisat Fakültesi Yayınları.
Hiç, Mükerrem (1980). Türkiye Ekonomisinin Analizi. Ġstanbul: Ġ.Ü. Ġktisat Fakültesi
Yayınları.
IĢığıçok, Erkan (1994). Zaman Serilerinde Nedensellik Çözümlemesi. Bursa: Uludağ
Üniversitesi Basımevi.
IĢık, Nihat ve Acar, Mustafa (2003). KayıtdıĢı Ekonomi: Ölçme Yöntemleri,
Boyutları, Yarar ve Zararları Üzerine Bir Değerlendirme. Erciyes Üniversitesi
Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21, 117-136.
Kadıoğlu, Ferya, Kotan, Zelal ve ġahinbeyoğlu, Gülbin (2001). Kura Dayalı Ġstikrar
Programı Uygulaması ve Ödemeler Dengesi GeliĢmeleri: Türkiye 2000.
http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/kur.pdf, EriĢim Tarihi: 10.12.2011.
Kanca, Osman C. (2002). Türkiye‟de Ġç Borç Sorunu ve 1980-2001 Yılları Arası
Enflasyonist ĠliĢkisi, Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Diyarbakır.
Karaca, Orhan (2003). Türkiye‟de Enflasyon-Büyüme ĠliĢkisi: Zaman Serisi Analizi.
DoğuĢ Üniversitesi Dergisi, 4(2), 247-255.
Karaçor, Zeynep, ġaylan, ġerife ve Üçler, Gülbahar (2009). Türkiye Ekonomisinde
Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi Üzerine EĢbütünleĢme ve Nedensellik
Analizi (1990- 2005). Niğde Üniversitesi ĠĠBF Dergisi, 2(2), 60-74.
118
Karluk, Rıdvan (1999). Türkiye Ekonomisi Tarihsel GeliĢim Yapısal ve Sosyal
DeğiĢim (6. Baskı). Ġstanbul: Beta Yayınları.
Karluk, Rıdvan (2005). Cumhuriyet‟in Ġlanından Günümüze Türkiye Ekonomisi
Tarihsel GeliĢim Yapısal ve Sosyal DeğiĢim (10. Baskı). Ġstanbul: Beta Yayınları.
Kaya, Vedat ve Yılmaz, Ömer (2006). Bölgesel Enflasyon Bölgesel Büyüme ĠliĢkisi:
Türkiye Ġçin Zaman Serisi ve Panel Veri Analizleri. Ġktisat, ĠĢletme ve Finans, 21
(247), 62-78.
Kazgan, Gülten (2000). Ġktisadi DüĢünce veya Politik Ġktisadın Evrimi (9. Basım).
Ġstanbul: Remzi Kitabevi.
Kazgan, Gülten (2002). Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi Birinci
KüreselleĢmeden Ġkinci KüreselleĢmeye (1. Baskı). Ġstanbul: Ġstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (1997). Türkiye Ekonomisi (9. Baskı). Ġstanbul:
Remzi Kitabevi.
Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2000). Türkiye Ekonomisi (11. Baskı).
Ġstanbul: Remzi Kitabevi.
Kılınçbay, Ahmet (1999). Türk Ekonomisi Modeller Politikalar Stratejiler (5. Basım).
EskiĢehir: Bilim Teknik Yayınevi.
Kibritçioğlu, Aykut (1998). Ġktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme
Modellerinde BeĢeri Sermayenin Yeri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, 53 (1-4), 207-230.
Kirmanoğlu, Hasan (2001). Is There Inflation- Growth Tradeoff In the Turkish
Economy?.
http://www.econturk.org/Turkisheconomy/kirmanoglu.pdf,
EriĢim
Tarihi: 31.10.2011.
Kutlar, Aziz (1998). Bilgisayar Uygulamalı Ekonometriye GiriĢ (1. Basım). Sivas:
Beta Basım Yayım Dağıtım A.ġ.
Kutlar, Aziz (2005). Uygulamalı Ekonometri (2. Basım). Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
119
Lajugie, Jean de (1965). Ġktisadi Doktrinler (Çeviren: Necmettin Mete). Ġstanbul:
Remzi Kitabevi.
Li, Min (2006). Inflation and Economic Growth: Threshold Effects and Transmission
Mechanisms.
http://economics.ca/2006/papers/0176.pdf,
EriĢim
Tarihi:
06.05.2011.
Lucas, Robert E. (1973). Some Ġnternational Evidence On Output- Ġnflation Tradeoff.
The American Economic Review, 63(3), 326-334.
Mallik, Girijasankar and Chowdhury, Anis (2001). Inflation and Economic growth:
Evidence From Four South Asian Countries. Asia- Pasific Development Journal,
8(1), 123-135.
Mangır, Fatih. Finansal Deregülasyonun (1989–2001) Türkiye Ekonomisi Üzerine
Etkileri: Kasım 2000 ve ġubat 2001 Krizleri. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Morgil, Orhan (2002). “Büyüme ve SanayileĢme Politikaları”, Atatürk‟ten Günümüze
Türkiye Ekonomisi, Editör: Bahaeddin Yediyıldız, Siyasal Kitabevi, (1. Baskı),
Ankara.
Nell, Kevin S., (2000). Is Low Inflation a Precondition for Faster Growth? The Case
of South Africa. Studies in Economics, Department of Economics, University of
Kent, October, No: 0011.
Omay, Tolga (2008). Enflasyon ve Büyüme Belirsizliklerinin Enflasyon ve Büyüme
Ġle Olan ĠliĢkileri: Türkiye Örneği. Çankaya Üniversitesi Fen–Edebiyat Fakültesi
10(12), 81-108
Owen, Roger ve Pamuk, ġevket (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi
(Çeviren: AyĢe Edirne). Ġstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları.
Öcal, Tezer (2007). Makro Ġktisat. Ġstanbul: Ġkinci Sayfa.
Özer, Ġlhan (1979). 1970 Sonrası Enflasyonu Nedenleri Sonuçları Önleme
Yöntemleri. Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Yayını No:1979/199.
120
Özer, Ġlhan (1979). 1970 Sonrası Enflasyonun Nedenleri Sonuçları Önleme
Yöntemleri. Ankara: Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Yayınları.
Özgüven, Ali (1975). Ġktisat Ġlmine GiriĢ (1. Baskı). Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi
Yayınları.
Özsağır, Arif (Haziran 2008). Dünden Bugüne Büyümenin Dinamiği. KAMU ĠĠBF
Dergisi.
http:/iibfdergi.kmu.edu.tr/usesfiles/file/haziran2008/Cilt8/say14/332_647.pdf,
EriĢim Tarihi: 01.02.2011.
Öztürk, Serdar ve Gövdere Bekir (2010). Küresel Finansal Kriz ve Türkiye
Ekonomisine Etkileri. Süleyman Demirel Üniversitesi Ġktisadi ve Ġdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 15 (1), 377-397.
Parasız, Ġlker (1997). Modern Makro Ekonominin Temelleri (1. Baskı). Bursa: Ezgi
Kitapevi.
Parasız, Ġlker (1998). Türkiye Ekonomisi 1923‟den Günümüze Ġktisat ve Ġstikrar
Politikaları (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Parasız, Ġlker (1999). Para Ekonomisi (2. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Parasız, Ġlker (2000). Modern Makro Ekonominin Temelleri (2. Baskı). Bursa: Ezgi
Kitabevi.
Parasız, Ġlker (2003). Türkiye Ekonomisi. Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
Parasız, Ġlker M. (2005). Ġktisadın A B C‟si (7. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
Pollin, Robert and Zhu, Andong (2005). Inflation and Economic Growth: A CrossCountry Non- Linear Analysis. Working Paper. Political Economy Research
Institute University of Massachusetts Amherst, No: 109.
Samuelson, Paul A. (1966). Ġktisat (2. Baskı) (Çeviren: Y. Demirgil). Ġstanbul:
MenteĢ Kitabevi).
Saraç, Taha B. (2009). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Ekonomisi
Üzerine Ekonometrik Bir Uygulama (1988–2007). Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enistütüsü, Konya.
121
Sarel, Michael (1996). Nonlinear Effects of Inflation on Economic Growth. IMF Staff
Papers, 43(1), 199-215.
SavaĢ, Vural F. (1999). Ġktisatın Tarihi (3. Baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi
Yayınları.
Sevüktekin, Mustafa ve Nargeleçekenler, Mehmet (2007). Ekonometrik Zaman
Serileri Analizi (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Sözen, Ġlyas (2010). Ham Petrol DeğiĢimlerinin Makro Ġktisadi DeğiĢkenlerle ĠliĢkisi:
Bir Zaman Serisi Analizi. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Ortadoğu AraĢtırma
Enstitüsü, Ġstanbul.
Susam, Nazan ve Bakkal, Ufuk (Temmuz-Aralık 2008). Kriz Süreci Makro
DeğiĢkenleri ve 2009 Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek?. Maliye Dergisi,
72-88.
ġahin, Hüseyin (1997). Ġktisada GiriĢ (5. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
ġahin, Hüseyin (2000). Türkiye Ekonomisi: Tarihsel GeliĢimi-Bugünkü Durumu (6.
Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
ġahin, Hüseyin (2002). Türkiye Ekonomisi: Tarihsel GeliĢimi- Bugünkü Durumu (7.
Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.
ġiĢik, Ülkü (1982). Enflasyon Kuramında GeliĢmeler ve Türkiye‟de Enflasyon: 19621977 (1. Baskı). Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme Ġdaresi Enstitüsü.
Tarı, Recep (2010). Ekonometri (6. Baskı). Kocaeli: Umuttepe Yayınları.
Tarı, Recep ve Kumcu, Funda Sera (2005). Türkiye‟de Ġstikrarsız Büyümenin Analizi
(1983-2003 Dönemi). Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
9/2005/1, 156-179.
Tecer, Meral (2003). Türkiye Ekonomisi (1. Basım). Ankara: Türkiye ve Orta Doğu
Amme Ġdare Enstitüsü.
Terzi, Harun ve Oltulular, Sabiha (2004). Türkiye‟de Ekonomik Büyüme- Enflasyon
Süreci: Sektörler Ġtibariyle Ekonometrik Bir Analiz. Bankacılar Dergisi, 50, 19-33.
122
Terzi, Harun ve Zengin, Hilmi (2003). Temek Ekonometri Teori ve Uygulama.
Trabzon: Derya Kitabevi Yayınları.
Tezel, S. Yahya (1994). Cumhuriyet Döneminin Ġktisadi Tarihi (1923-1950) (1.
Baskı). Ġstanbul: Tarihi Vakfı Yurt Yayınları.
Tokgöz, Erdinç (1998). “Türkiye Ġktisadi GeliĢme Tarihinin Ana Çizgileri (19231997)”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Editör: Ahmet ġahinöz (1.Basım).
Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.
Tokgöz, Erdinç (1999). Türkiye‟nin Ġktisadi GeliĢme Tarihi (1914-1999) (5. Baskı).
Ankara: Ġmaj Yayınevi.
Tokgöz, Erdinç (2001). “Türkiye Ġktisadi GeliĢme Tarihinin Ana Çizgileri (19232000)”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Editör: Ahmet ġahinöz. Ankara: Ġmaj
Yayınevi.
Tunay, Batu (2007). Makro Ekonomi Teori ve Politika. Ġstanbul: Arıkan Basım
Yayım Dağıtım LTD. ġTĠ.
Turan, Zübeyir (1987). Genel Ġktisat. Niğde: Kutay Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd.
ġti.
Turhan, Salih E. (2007). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Örneği.
Yüksek Lisans Tezi, KahramanmaraĢ Sütçü Ġmam Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, KahramanmaraĢ.
TÜĠK, (2008). Fiyat Endeksleri ve Enflasyon, Türkiye Ġstatistik Kurumu, No: 3129.
TÜĠK, (2010). Ġstatistik Göstergeler 1923-2009. Türkiye Ġstatistik Kurumu, No: 3493.
Türk, Ġsmail (2007). Maliye Politikası Amaçlar, Araçlar ve ÇağdaĢ Bütçe Teorileri
(20. Baskı). Ankara: Turhankitabevi.
Türkbal, Aydın (2000). Ġktisada GiriĢ (2. Baskı). Ġstanbul: Aktif Yayınevi.
Türkekul, Berna (2007). Türkiye‟de Enflasyon- Büyüme ĠliĢkisi: Tarım Sektörü
Ġtibariyle Ekonometrik Bir Analiz. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 44(1),
163- 175.
123
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (2001). Türkiye‟nin Güçlü Ekonomiye GeçiĢ.
Programı.
www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf
,
EriĢim
Tarihi: 04.06.2011.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (2009b). Enflasyon Raporu (Rapor No: 2009III). Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (ġubat 2009a). Küresel Mali Kriz ve Türkiye
Ekonomisi. www.tcmb.gov.tr, EriĢim Tarihi: 11.12.2011.
Türkkekul, Berna (2007). Türkiye‟de Enflasyon-Büyüme ĠliĢkisi: Tarım Sektörü
Ġtibariyle Ekonometrik Bir Analiz. Ege Üniversitesi. Ziraat Fakültesi Dergisi,
44(1)/2007, 163-175.
Uluatam, Özhan (1981). Enflasyon ve Devlet Gelirleri (1963-1978). Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Yayınları No: 462.
Uludağ, Ġlhan ve Arıcan, EriĢah (2003). Türkiye Ekonomisi (Teori-PolitikaUygulama) (1. Basım). Ġstanbul: Der Yayınları.
Unay, Cafer (1997). Genel Ġktisat (1. Baskı). Bursa: Ekin Kitapevi.
Unay, Cafer (1999). Makro Ekonomi (7. Baskı). Bursa: VipaĢ Yayınevi.
Uygur, Ercan (2001). “Türkiye‟de Enflasyon”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz,
Editör: Ahmet ġahinöz. Ankara: Ġmaj Yayınevi.
Uygur, Ercan (2001). “Türkiye‟de Enflasyon”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz,
Editör: Ahmet ġahinöz. Ankara: Ġmaj Yayınevi.
Uygur, Ercan (2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 ġubat Krizleri.
TartıĢma Metni (2. Baskı). Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2001/1.
Uysal, Doğan, Mucuk, Mehmet ve Alptekin, Volkan (2008). Türkiye Ekonomisinde
Vektör Otoregresif Model ile Enflasyon-Büyüme ĠliĢkisinin Analizi. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4 (8), 55-71.
Ülgen, Gülden (2002). Ġktisat Bilimine GiriĢ (1. Basım). Ġstanbul: Der Yayınları.
Ünal, Ali ve Kaya, Hüseyin (2009). Ekonomi ve Politika AraĢtırmaları Merkezi,
Ġstanbul, www. ekopolitik.org, EriĢim Tarihi: 10.12.2011.
124
Ünlüönen, Kurban ve Tayfun, Ahmet (2005). Ekonomi (1. Baskı). Nobel Yayın
Dağıtım.
Ünsal, Erdal M. (2005). Mikro Ġktisat (6. Baskı). Ankara: Ġmaj Yayıncılık.
Yapraklı, Sevda (2007). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme Arasındaki ĠliĢki: Türkiye
Ġçin EĢ-bütünleĢme ve Nedensellik Analizi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 10(2), 287- 300.
http://www.ekodialog.com/Konular/ekonomik-buyume-modelleri-teorileri.html.
EriĢim Tarihi: 23.07:2011.
Download