1 SÖYLEŞİ Tarık Aslan: Def anne karnında duyulan sestir Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:41 16 - 22 Şubat 2015 S16 basnews.com İbrahim Kaboğlu Gündem rejim tartışması S08 - 09 ur d .o rg Diyarbakır etkinliğimiz IŞİD’e karşı cephelerde olağanüstü bir başarı elde ederek üstünlük kazanan tek güç olan Kürdler, dünya diplomasinin ilgi noktası oldu. Devlet başkanları, dışişleri bakanları ve çok sayıda diplomatik heyetin ziyaret ettiği Erbil’deki diplomasi trafiği bu kez Batı ülkelerinin başkentlerinde devam ediyor. w Gazetemizin 21-22 Şubat’ta Diyarbakır’da düzenleyeceği “Sykes – Picot Anlaşması’nın 100. Yılında Ortadoğu ve Kürdistan’da Gelecek Perspektifleri” konulu panelde Kürdistan’nın dört bir yanından katılımcılar bir araya gelecek. Kürdçe panele; Prof. Abbas Vali, Bextiyar Alî, Faysal Dağlı, Prof. Kadri Yıldırım ve Dr. Kamal Sîdo katılacak. Türkçe panele ise; Prof. Bilal Sambur, Prof. Ferhat Kentel, Prof. Mesut Yeğen, Prof. Mithat Sancar katılıyor. Panellerin moderasyonunu ise Rawîn Sterk ve Hamiyet Çelebi yapacak. Liluz Otel’deki resepsiyonda Ali Qazî, Amîna Zikrî, Mûayed Teyîp, Azad Cundiyanî, M. Emîn Pêncwînî, Zîrek Kemal, Milletvelleri Altan Tan, Faysal Sarıyıldız, Halil Aksoy, Galip Ensarioğlu, Sırrı Sakık, politikacı Sertaç Bucak ve Dr. Ferhad Pirbal kısa birer konuşma yapacak. w w .a rs iv ak Kürd diplomasisi dünya gündeminde Bask ülkesi MESUT YEĞEN Barzani’nin Avrupa gezisinde görüştüğü çok sayıda dünya lideri Kürdistan’a her türlü yardımı sunmaya hazır olduklarını belirtirken, diplomatik görüşmelerde Peşmerge’ye övgüler de gelmeye devam ediyor. Hollande ile görüşen PYD ve YPJ heyetinin diplomasi trafiği de devam ediyor. S02 - 03 Seçimler ve Kürd dinamiği s13 HAKAN TAHMAZ s09 Rojava’da yeni ittifaklar dönemi Suriye’de gelişen iç savaşla birlikte Kürdlerin kendi topraklarında kanton ilan etmesinin ardından Rojava, radikal grupların hedefi haline gelmişti. Önce El Nusra, sonra ise IŞİD’in aylarca saldırdığı bölgede kurulan kanton sisteminin varlığını sürdürebilmesi ve kazanımların kalıcılaşması için Kürdlerin birçok koldan ittifak arayışları devam ediyor. Hasekê’de rejim güçleri ile çıkan çatışmalar ve Afrin’in kuşatılma tehlikesi, PYD’nin rejim ile giderek açılan makası, muhalefet güçleri ile doldurma arayışına girmesine neden oluyor. S04 - 05 Yeni efsane BİLAL SAMBUR s11 BasHaber SÖYLEŞİ 16 - 22 Şubat 22015 MANŞET YPJ Elysee sarayında Güney Kürdistan siyasetinin diplomasi alanındaki atağı sürerken, Rojava’dan da PYD ve YPJ yöneticilerinden oluşan bir heyet, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande tarafından Elysee Sarayı’ndan ağırlandı. Elysee Sarayı’ndaki görüşmeye YPJ Komutanı Nesrin Abdullah kamuflajlı kıyafetle katılırken, PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah da hazır bulundu. Fransa Cumhurbaşkanlığı’nın özel daveti ve organizasyonu ile gerçekleşen ziyarete PYD Fransa Temsilcisi Xalid İsa da katılırken, görüşmenin oldukça samimi bir havada geçmesi dikkat çekti. Hollande’e Kobanê ve IŞİD’e karşı verilen savaş konusunda heyete bilgilendirmede 03 Dünya diplomasisine Kürd damgası Barzani’nin Avrupa turu 6 Şubat tarihinde Münih Güvenlik Konferansı’na katılmak üzere Almanya’ya giden Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, üç gün süren konferans boyunca aralarından Almanya Başbakanı Angela Merkel, Irak Kürdistan’a gönderilmesi kararlaştırılan Alman askerlerinin durumu, IŞİD’e karşı verilen savaşta Almanya’nın daha fazla nasıl etkili olacağı konularını etraflıca konuştu. bulunurken, Fransız Cumhurbaşkanı’nın PYD ve YPJ heyetini tebrik ettiği ve bundan sonrası için kendilerine hangi konularda yardımcı olunabileceği üzerinde durduğu öğrenildi. Ziyarete ilişkin daha sonra açıklama yapılacağı öğrenildi. Charlie Hebdo’ya ziyaret Hollande ile görüşen heyet ardından ElKaide saldırısı sonucu 12 kişinin yaşamını yitirdiği Charlie Hebdo dergi binasını ziyaret etti. Rojava heyeti dergi ziyaretinde Kürd halkı ve Demokratik Özerklik Yönetim bölgeleri adına Fransız halkına ve çalışma arkadaşlarına başsağlığı dileklerinde bulundu. PYD Eş Baş- .o ur d ak iv “Kürdlere desteğe devam” Güvenlik zirvesinin ardından Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Mesud Barzani arasında bir görüşme gerçekleşti. Peşmerge’ye doğrudan geniş kapsamlı silah yardımı yapan en önemli müttefik ülke olan Almanya’nın Peşmerge’ye destek yollamaya devam edeceğini ifade eden Merkel, IŞİD’in bütün dünyanın düşmanı olduğunu ve dünya için Peşmerge’yi desteklemeyi sürdüreceklerini söyledi. Kürdistan’daki savaş ve gelişmelere dair Merkel’i bilgilendiren Barzani ise görüşmenin son derece olumlu bir havada geçtiğini söyledi. Barzani,“Davamızı kutsal kılan verdiğimiz şehitlerdir.Bütün dünya Kürdistan milletine ve Peşmergenin sergilediği kahramanlığa hayran rg Başbakanı Haydar Abadi ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden başta olmak üzere çok sayıda devletin yöneticileriyle bir dizi temasta bulundu. Avrupa Birliği Dış Siyaset Sorumlusu Federica Mogherini, Norveç Dışişleri Bakanı Burg Brend, Almanya Savunma Bakanı Ursula Von Der Leyen, Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandian ve Lübnan Başbakanı Temmam Selam da Barzani’nin görüştüğü isimler arasında yer aldı. Zirvede hem IŞİD’in saldırılarına karşı Kürdlerin verdiği savaş konusunda bilgilendirmede bulunan, hem de Batılı güçlerin daha aktif bir mücadele yürütmelerini isteyen Başkan Barzani, Güvenlik Zirvesi’nin ardından Fransa’ya geçti. 10 Şubat’a Paris’e geçen Barzani, başta Cumhurbaşkanı François Hollande olmak üzere, çok sayıda bakanla görüşmelerde bulundu. Fransa’nın ardından Avusturya’nın başkenti Viyana’ya geçen Barzani, burada da Cuhmurbaşkanı Heinz Fischer ve devlet yetkilileri ile bir araya geldi. rs I ŞİD saldırılarından önce Kürdistan’ın en önemli gündemi iken dünyanın henüz tartışmaya başlamadığı bağımsızlık konusu, Peşmerge ve diğer Kürd güçlerinin zaferleri ile birlikte uluslararası siyaset merkezlerinin gündemine oturmaya başladı. Musul’u ele geçirdikten sonra Kürdistan’a yönelen IŞİD’e karşı kimsenin beklemediği bir başarı elde ederek tüm cephelerde üstünlük kazanan ve IŞİD’i cephede gerileten tek güç olan Kürdler, dünya diplomasinin ilgi noktası oldu. Devlet başkanları, dışişleri bakanları ve çok sayıda diplomatik heyetin ziyaret ettiği Erbil’deki diplomasi trafiği bu kez Batı ülkelerinin başkentlerinde devam ediyor. Münih’teki Güvenlik Zirvesi’ne davet edilen Mesud Barzani ve beraberindeki heyete Zirve boyunca büyük ilgi gösterilirken, IŞİD ve bölgedeki gelişmeler konusunda da dünya liderleri Barzani’den brifingler aldı. Yüz yüze yapılan çok sayıda görüşmede dünya devletleri Kürdistan’a her türlü yardımı sunmaya hazır olduklarını belirtirken, Barzani’nin devam eden görüşmelerinde Peşmerge’ye övgüler ve yardım sözleri de gelmeye devam ediyor. Öte yandan PYD ve YPJ heyetinin Avrupa’daki görüşme trafiği de devam ediyor. Geçtiğimiz yılın ortalarında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Erbil ziyareti ile başlayan diplomatik ziyaretler halen devam ederken, Erbil dünya diplomasisinin merkezlerinden biri haline geldi. .a Barzani’nin diplomasi cephesinde yürüttüğü çalışmaları gazetemize değerlendiren Dr. Musa Kaval, Kürdlerin artık dünyanın Ortadoğu’daki muhatabı olduğunu ve dolayısıyla bağımsızlık taraftarlarının giderek daha da güçleneceğini söyledi. Kaval, diplomatik faaliyetlerin de bağımsızlığa önemli bir destek olduğuna dikkat çekerek sözlerine şöyle devam etti: “Kürdler, özellikle de Güney Kürdistan siyaseti artık dünyada önemli bir aktör olarak varlık gösteriyor. Ortadoğu’da artık Güney Kürdistan gibi bir aktör var ve herkes bu aktörü her alanda dikkate almak zorunda. Bu aktör 3 alanda öne çıkıyor. Diplomatik alanda yürütülen faaliyetler üç ayrı koldan oluşmaktadır. Kürdler dünyada ekonomik, siyasi ve askeri alanda giderek güçleniyor ve bu diplomatik arayışlar bu üç temel üzerinden yükseliyor. Ekonomik anlamda, petrol ve gaz rezervlerinin Kürdistan’daki kapasitesi Kürdleri dünyanın muhatabı haline getiriyor. Bu güç doğrudan siyaseti ilgilendirdiği için siyaseten Kürdler tanınmış anlamına geliyor. Bir diğer önemli konu ise Peşmerge’nin IŞİD’e karşı verdiği savaştır. Şu an diplomasi atağının en büyük gücü buradan geliyor. Gelecek açısından Ortadoğu ve Batılı devletler arasında kurulacak olan köprü bu gün KBY üzerinden kuruluyor. Avrupa standartlarında bir demokrasiyi Ortadoğu gibi bir yerde inşa etmek çok kolay bir durum değil. Zira bu demokrasi askeri başarılar sayesinde ordulaşmaya çalışılıyor. Avrupalılar artık bunu görmeye mecburdur. Bu diplomasi atağı Kürdleri dünyada tanıtıp her alanda meşrulaştırdığı gibi, bağımsızlığı da kendisiyle birlikte gündeme taşıyor. Kürdlerin dünyada gündem yaratmaya devam ettiği her an bağımsızlığın biraz daha kabul görür hale gelmesi anlamına gelir. Bu günden atılan adımlar, yarın Ortadoğu sakinleştiğinde masada önemli bir koz olarak yerini alacaktır elbette. Bütün bu gelişmelerin doğrudan etki ettiği bir şey varsa o da bağımsızlıktır. Kürdler kendi güvenliklerini sağlamayı başarmıştır. Oturtmaya çalıştıkları demokrasiyi de askeri olarak koruyacak noktaya gelmişlerdir. Dolayısıyla da bağımsızlığın önünde çok fazla engel kalmamıştır ve dünya bugün Kürdistan’da yaşanan gelişmelerle birlikte buna aşina olmaya ve bir anlamda hazırlık yapmaya başlamıştır.” w Bağımsızlık diplomasisi MANŞET BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 3 SÖYLEŞİ w Dr. Musa Kaval: w 02 bakıyor. Bu bizim için elbette önemlidir. Benim gözümde Peşmergenin bir damla kanı bütün dünya servetinden daha değerlidir. Ancak dökülen her kan Kürdistan milletinin şerefi uğruna döküldü. Davamızı kutsal kılan verilen kanı Abdullah dergi binasının önüne yaşamlarını yitirenler anısına çiçek bırakarak, insanlık değerlerini savunmak için teröre karşı ortak hareket edilmesi gerektiği çağrısında bulundu. YPJ Komutanı Nesrin Abdullah da yaptığı konuşmada, Charlie Hebdo saldırısında hayatını kaybedenlerin intikamının Kobanê’de alındığını belirtti. Dergi çalışanları ise Kürd halkının ve YPG’nin IŞİD’e karşı direnişini selamlayarak desteklediklerini ifade ederek heyetin göstermiş olduğu bu anlamlı ve insani tutuma karşı teşekkürlerini iletti. bu şehitlerdir. Tüm şehit annelerinin önünde saygı ve hürmetle eğiliyorum.” diye konuştu. Merkel’in ardından Savunma Bakanı Von Der Leyen de Barzani ile bir görüşme gerçekleştirdi. Leyen ile Barzani, Peşmerge’nin eğitimi için “Peşmerge’ye desteğimiz sürecek” Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ile Paris’te gerçekleştirdiği görüşmede, “Peşmerge Güçleri ile Kürd gruplarına hava operasyonları ve askeri yardımlarla destek olmaya devam edeceğiz” dedi. Peşmerge ve diğer Kürd gruplarının Kürdistan’ın birçok bölgesi ile Kobanê’de elde ettiği başarılardan dolayı memnuniyet duyduklarını dile getiren Hollande, “Kürdistan Bölgesi’ne daha fazla yardımcı olmak için de AB ülkeleri ile uyum içinde çalışacağız. Peşmerge Güçleri’nin askeri ve silah ihtiyacını karşılamak için AB devletleriyle elimizden gelen her türlü çabayı ortaya koyacağız” dedi. Ayrıca Musul’un IŞİD’den alınmasının da büyük önem taşıdığını sözlerine ekleyen Hollande, “Teröristlerin hiçbir yerde barınmaması gerekir” dedi. “Fransa gerçek dostumuz” Barzani de “Fransa, Peşmerge Güçleri’ne yaptığı yardımlarla IŞİD’e karşı savaşta önemli bir rol oynadı ve Kürdistan Bölgesi’nin girdiği darboğazdan kurtulması için yardım elini uzattı. Kürdistan halkını, gerçek bir dostları olduğuna inandırdı” diye konuştu. Peşmerge Güçlerinin Kobanê’ye gidişi ve Kürd gruplar arasındaki uyumlu mücadelenin de ele alındığı toplantıda Barzani, bu süreçteki katkılarından dolayı Hollande’a teşekkür etti. Barzani ayrıca Peşmerge Güçleri ile Irak ordusunun Musul’u IŞİD’den kurtarmak için yaptıkları hazırlıkları ve ülkede devam eden savaşın son durumuyla ilgili Hollande’ı bilgilendirdi. Hollande’ın ardından Fransa Savunma Bakanı Jean Yves Le Drian ile de bir araya gelen Kürdistan Bölge Başkanı Barzani, Kürdistan’daki savaş ve IŞİD’e karşı verilen mücadele konusunda geniş bilgi verdi. Le Drian da IŞİD karışışındaki savaşından dolayı Peşmerge’yi kutlarken, ülkesinin bölgeye ilişkin raporlarında Kürdistan Bölgesi’nin nasıl bir savaş verdiklerini ve nasıl başarılar elde ettiklerinden haberleri olduğunu söyledi. Le Drian, Peşmerge’ye daha fazla yardımda bulunmak için çalışmalarının sürdüğünü aktardı. Barzani Viyana’da Paris’teki temaslarını tamamlayan Barzani, ardından Avusturya’nın Başkenti Viyana’ya geçti. Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ile bir araya gelen Barzani burada yaptığı açıklama, “Bugün Kürd milletinin daha çok dostu var. Görüştüğüm bütün dost ülkelerin devlet başkanları, Peşmerge’ye destek verdiklerini ve kaydedilen kahramanlığı takdirle karşıladıklarını ifade etti” dedi. Fischer de Kürdistan Bölgesi’nin IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyi takdir ettiklerini ve ülke olarak yardımlarını artıracaklarını söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki de, ABD’nin şimdiye dek Peşmerge Güçleri’ne: 100 tank, zırhlı araç ve anti mayın malzemeleri, 1 500 ton askeri malzeme, 18 bin silah, 45 bin havan topu yardımında bulunduklarını söyledi. Bu arada Peşmerge Güçleri’ne silah yardımıyla ilgili Obama yönetimini yetersiz bulanlardan Senator Ted Cruz ise, “Hükümetimiz, ihtiyaç duyulan ölçüde Kürdlere silah vermiyor. Peşmerge’yi kendi güçlerimiz gibi görmeliyiz çünkü etkili ve hazırlar. Ayrıca bizim yakın müttefikimizdirler” şeklinde açıklamada bulundu. Bağımsızlığı tartışmanın zamanı Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda ise İsveç Parlamantosu’ndan dikkat çekici bir ses yükseldi. Hükümetin dış siyasetinin tartışıldığı Parlamento’daki oturumda söz alan Dışişleri Bakanı Margot Wallström, Peşmerge Güçleri ve Kürdistan’a ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Ülkesi ve partisinin Ortadoğu’ya ilişkin yeni siyaseti hakkında konuşan Wallström, “30 milyondan fazla Kürd devletsizdir. Kürdler, İslam Devleti diye anılan IŞİD terörizmine karşı en büyük savaşı veriyor. Batılı ülkeler destek veriyor ancak Kürdistan’ı Peşmerge korudu ve yalnızca Peşmerge sivil halkı koruyor” diye konuştu. İsveç’in Ortadoğu sorununa yönelik siyasetinin değişim vakti olduğunu söyleyen Wallström, “Sosyal demokratlar olarak bizim geçmişten beri Filistin’e desteği var. Şimdi de özgür Kürdistan’ın tartışılması için uygun bir zamandır. Eğer Irak Kürdistanı’nın devletleşme şansı varsa bu uzun bir süre gerektirir ve Ortadoğu haritasını değiştirir. Bölgedeki diğer halka da saygı duymak lazım. İsveç, Kürdlerin kendi kaderini tayin hakkı ve kendini yönetmesi taraftarıdır.” dedi. Falah Mustafa: ‘KBY dikkat çekiyor’ Kürdistan Bölgesi Hükümeti Dış İlişkiler Sözcüsü Falah Mustafa da, KBY’nin hem siyaset hem de uluslararası ilişkilerde kendisini her seviyede dayatmayı başardığını söyledi. Mustafa dünyadaki birçok ülkenin artık Kürdistan’ı muhatap aldığını ve yaşanan diplomasi trafiğinin Kürdistan’ın bağımsızlığı için önemli bir hendeği geride bırakmaya vesile olduğunu söyledi. Mustafa, “Petrol ve doğal gaz dünya siyasetinde yer almamıza ve bizimle ilişkide bulunulmasına imkan veriyor. Kürdistan’daki insan hak ve özgürlükleri, kadın hakları dünya güçlerinin bizimle ilişki kurmasına neden oluyor. Tüm süreçlerimizi tamamlamış olduğumuzu söyleyemeyiz ama var olan durumla ve karşılaşılan engeller ile karşılaştırıldığı zaman çok ileri bir düzeyde olduğumuzu söyleyebiliriz. Hem demokraside, hem yönetimde, hem sosyal gelişim ve ekonomik gelişimde KBY önemli bir konumdadır. Bu şekilde hem bölge siyasetine hem de uluslararası siyasete var olabilmiştir. KBY açık şeffaf bir siyaset ve yaklaşımdan oluşmaktadır. Kendi yaklaşımımız var. Dünya siyasetini anlıyoruz kendi siyasetimizi biliyoruz. Biz barış ve temiz bir ortamda yaşamak istiyoruz. Bütün taraflar ile ilişkilerimizi bu esas üzerinde kuruyoruz. Biz karşılıklı saygı ve ortak çıkar üzerinden ilişkiler kurmak istiyoruz. Bölge devletlerinin içişlerine karışmak istemiyoruz. Türkiye ve İran Cumhuriyetleri diğer bölge ülkeleri ve tüm dünya ülkeleri ile ilişkide olmak istiyoruz. Dünyanın terör gibi sorunları var. Terör ile savaş tüm dünyanın görevidir ve biz de teröre karşı savaşıp kurban veriyoruz. Bu konuda dünya ile buluştuğumuz bir nokta var. Demokrasi ve azınlık haklarını savunuyoruz. Bunların hepsi önemli şeylerdir. Uluslararası güçler KBY ile ilişkiler kurduğunda bunu göz önünde bulunduruyorlar. Bugüne kadar KBY olarak Irak ile birlikte barış içinde yaşama siyasetimiz vardı. Sonra federal bir yapıya dönüştük. Irak’ta bazı geçişler oldu. Otonomi antlaşması vardı. Bağdat yönetimi bizi desteklemedi. Son 11 yıl içerisinde federal bir yapı olarak çok ilerledik ve Irak bizi hiç desteklemedi. Bunun için başka bir geçiş süreci var şu anda. Ve biz bundan vazgeçmeyeceğiz, barış içerisinde haklarımızı alacağız. Bugün bizim sorumuz ‘Irak’taki federasyonun bir faydası var mı yok mu’ olacak. Bağımsızlık Kürdlerin doğal hakkıdır. Şüphesiz bağımsızlık her Kürd’ün umudu ve hayalidir. Bu umut kolay gerçekleşmiyor. Bunun için hem bölge de hem de dünyada kendimizi kabul ettirdik. Diplomatik ilişkiler kurduk. Dünyanın Kürdlerin kendi kaderlerini tayin haklarına saygı duymaları için kurumsallaşmayı gerçekleştirdik. Bugünkü diplomatik ilişkiler de bütün bunların sonucudur ve elbette bağımsızlığa büyük etkisi olacaktır.” 04 BasHaber SÖYLEŞİ 16 - 22 Şubat 42015 ROJAVA ROJAVA BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 5 SÖYLEŞİ 05 Rojava Kürdleri rejimden uzaklaşıyor Anlaşmanın ikinci ayağı Rojava’nın tanınması Bilindiği gibi daha önce de Suriye’de muhalifler ve YPG arasında bazı anlaşmalar imzalanmıştı. Bunlar arasında en dikkat çekeni ise YPG ve ÖSO’nun kimi gruplarını kapsayan Burkan El Fırat Anlaşması idi. Bu anlaşma kapsamında muhalif gruplar da Kobanê’de Kürdler ile ortak hareket ederek IŞİD’in geriletilmesinde katkı sunmuştu. Afrin’de yapılan yeni anlaşmanın bu güne kadar yapılanlardan farkı ise hem Rojava’nın Suriye muhalefeti tarafından resmen tanınmasını hem de her iki tarafın elinde bulunan esirlerin takasını ön görmesi olarak beliriyor. Bu anlaşmanın yanı sıra halen imzalanma- ‘Karşılıklı takas için bu anlaşmayı yaptık’ Yapılan anlaşma ile ilgili özellikle her iki tarafın elinde bulunan esirlerin takas edilmesi gibi önemli bir tartışmanın sürdürüldüğünü belirten Afrin Kantonu Savunma Konseyi Başkanı Ebdo İbrahim, “Bizim kanunlarımızı tanımak, anlamak için ve yine bizim de onları görmemiz tanımamız ve çözüm için bu gerekli idi. Yine bizim içimizde suç işleyenler var. Afrin’de halkımıza kötülük yapanlar onların yanına gidip saklanıyorlardı. Onların aracılığıyla bu insanları mahkemelerimizde yargılayabileceğiz. İnsanlarımızı dolandıran, hırsızlık yapan, yolları kesen kimileri de bizim yanımızda gizlenmişler. Bunları yakalayıp onlara teslim ediyoruz” diye konuştu. Anlaşmanın ikinci maddesinin Cuma hutbelerinin okunması ve bazı dini çalışmaların yapılması olduğunu belirten İbrahim, bu maddeyi kabul etmediklerini ve bunu inanç komisyonuna aktardıklarını söyledi. .a rs ‘İnsanlarımızın güvenliği için gerekeni yapacağız’ Tartışılan ancak henüz imzalanmadığını belirttiği ikinci bir anlaşma daha olduğunun altını çizen İbrahim, “Bu anlaşmadaki maddeler ise öncelikle üç kantonumuzdaki demokratik özerkliğimizin tanınmasıdır. YPG güçlerinin Suriye devriminde resmi bir askeri güç olarak tanınması ve kabul edilmesidir. Bu esaslar üzerine bir araya geldik ve iki anlaşmayı birden duyurmak istedik ancak onlar acele ettiler. Buradaki yapılar ve kuruluşların tanınması ve kantonumuzun geleceği için yaptık. Buradaki Araplar, Kürdler, Süryaniler, Ezdilerin haklarının da güvence altına alınması için bu anlaşmayı yaptık. Burada üzerimize düşen ne ise YPG’den ne isteniyorsa yapacağız. Bu insanların güvenliğini sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağız” şeklinde konuştu. w mış ikinci bir anlaşma ise Rojava’daki üç kanton olan Afrin, Kobanê ve Cizire’nin ve YPG güçlerinin tanınması. Kürd tarafının ısrarcı olduğu Kanton modelinin tanınması meselesi konusunda ise görüşmelerin devam ettiği bildiriliyor. Ayrıca YPG’nin Suriye devriminin meşru gücü olarak kabul görmesi de Kürd tarafının en önemli taleplerinden biri. iv ak ur d .o rg tik özerklik şartlarına göre. Sistemimizin tanınması için herkesle tartışmaya hazırız. Muhalefet ile ilişkilerimizi geliştirip hem kendi sistemimizin ve güçlerimizin tanınması hem de Suriye’nin geleceği için adım atmak çözüm yaratmak için çalışıyoruz. Suriye muhalefeti ile ilişkilerimiz bazı teknik konular dışına çıkmıyor. Ama biz siyasi konularda da ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz. Çağrımızı sürekli yapıyor ve hazır olduğumuzu söylüyoruz.” w uriye’de gelişen iç savaşla birlikte Kürdlerin kendi topraklarında kanton ilan etmesinin ardından Rojava, radikal grupların hedefi haline gelmişti. Önce El Nusra, sonra ise IŞİD’in aylarca saldırdığı bölgede kurulan kanton sisteminin varlığını sürdürebilmesi ve kazanımların kalıcılaşması için Kürdlerin birçok koldan ittifak arayışları devam ediyor. Hasekê’de rejim güçleri ile çıkan çatışmalar ve Afrin’in kuşatılma tehlikesi, PYD’nin rejim ile giderek açılan makası, muhalefet güçleri ile doldurma arayışına girmesine neden oluyor. Hasekê de rejim güçleri ile çıkan çatışmalar ve Afrin’de kuşatılma tehlikesi, PYD’nin rejim ile giderek açılan makası, muhalefet güçleri ile doldurma arayışına neden oluyor. Kürd örgütler arasında Duhok Anlaşması’nda alınan kararların yerine getirilmesi için Rojava’daki uzlaşı arayışları ve kanton yönetimlerinde ortaklaşma çalışmaları sürerken, diğer yandan Rojavalı yetkililer Suriye muhalefetiyle de ortak hareket etmek için çeşitli girişimlerde bulunuyor. Özellikle Kobanê’de 5 ay boyunca IŞİD’in yoğun saldırıları ile hem Rojava’da verilen savaşı hem de Kürdlerin kendi kaderlerinin tayini konusunu dünya gündemine taşımayı başaran Kürdler, IŞİD’i büyük oranda bertaraf ederek bir anlamda dünya kamuoyunu yanına çekmeyi başardı. Ancak en başından beri rejim ve diğer muhalif güçlerle ilişkileri noktasında eleştirilen Rojava siyaseti bir yandan diğer Kürd partileriyle, öbür taraftan da dünyanın kabul ettiği Suriye muhalefetiyle ilişkilerini yeni bir boyuta taşıdı. Kanton yönetimlerinde diğer Kürd partilerine de yetki ve söz hakkı vermek üzere TEV-DEM ile ENKS arasında süren görüşmeler, çeşitli alanlarda çalışma yapmak üzere komitelerin oluşturulması ile devam ediyor. Bu kapsamda kanton sisteminden ‘Demokratik Özerklik’ modeline geçişin de tartışıldığı biliniyor. Öbür taraftan rejimle arasına net bir mesafe koymamakla suçlanan Rojava yönetimi, rejim güçlerinin Hasekê’ye saldırmasının ardından muhalif güçlerle yeni bir arayışa girdi. Olası tehlikelere karşı elde edilen kazanımların korunması hasebiyle, özellikle Arapların yoğun yaşadığı ve Suriye muhalefetinin de güçlü olduğu Halep ve Afrin’de Kürdler ile muhalifler arasında bir anlaşma imzalandı. Medyada ‘şeriat anlaşması’ olarak gösterilse de, anlaşmanın kapsamının kantonu güvenceye almak, gelecekte oluşabilecek saldırıları önlemek, ‘Demokratik Özerkliğin’ kabul edilip kalıcılaşması ile YPG/YPJ’nin resmi askeri güç olarak meşrulaşmasını içeriyor. Rejim güçlerinin yanı sıra, Lübnan, İran ve değişik Arap ülkelerine bağlı grupların cirit attığı Suriye’de, Kürdlerin kazanımlarını koruyabilmesi ve güvence altına alabilmesi için çeşitli ittifaklar yapmasının bir tür zorunluluk olduğunu belirten stratejler, bölgede bir kurumsallaşmanın yakalanabilmesi için Suriye muhalefetiyle birlikte hareket etmenin bir mecburiyet olduğunu belirtiyor. Afrin’de PYD ile Şam Cephesi arasında yapılan anlaşma gereği Adalet Konseyi oluşturulurken, Cuma günleri camilerde hutbe okutulması ve dini çalışmaların yürütülebilmesine olanak verilmesi gündemde. Afrin Kantonu İnanç Konseyi tarafından yürütülen bu çalışma ise bazı çevrelerde, gelecekte şeri kuralların zorlayıcı olabileceği endişesi yaratıyor. w S Çimen Gümüş Anlaşma sonrası Halep’te Kürdlere rejim saldırısı Anlaşmanın haberlerinin yayılması ardından rejim tarafından Halep’te Kürd mahallelerine yönelik toplarla saldırılar yapıldığını kaydeden İbrahim, “Rejim kendisine tehdit olarak gördüğü herkese saldırıyor. Yine kantonların dışındaki Kürdleri korumak için YPG’nin meşru güç olarak görülmemesi nizamı sağlamamızı zorlaştırıyor. Bu anlaşmalar yapıldıktan sonra -ki bunlar sadece mahkemelerle ilgili idi- devlet tahammülsüzlüğünü gösterdi. Eğer bizi kabul etmez ve tanımaz iseler biz de bu anlaşmayı bir kez daha düşüneceğiz” dedi. YPG seküler gruplarla anlaştı ‘YPG’nin Cihadçılarla anlaşma yaptığına’ dönük çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığına vurgu yapan bölgede çalışan gazetecilerden Seyit Evran ise anlaşmaya varılan grupların Cihadçı değil seküler gruplar olduğunu belirtti. Anlaşmanın maddelerinden birinin her türlü yolsuzluğa karşı olduğunu kaydeden Evran, anlaşmanın esasının suçluların cezalandırılması olduğunu kaydetti. Kantonlarda halk mahkemelerinin geçerli olduğuna dikkat çeken Evran, “Anlaşmanın göründüğü gibi olmadığını uzlaştırma mahkemelerinin sadece iki grup arasında geçerli olduğunu söyledi. Anlaşma yapılan grupların daha önce Nusra ve IŞİD tarafından Kürdlere karşı kullanıldığını aktaran Evran, “Bu gruplar da IŞİD ve Nusra’nın gerçeğini anlamış ve ondan uzaklaşmak istiyor. Bu gruplar Selefilere göre daha seküler, bunlara ilmani diyorlar. Bunlar ılımlı gruplar” dedi. Halep’te Kürdlere yönelik gerçekleştirilen saldırılara rağmen kendi bölgelerini koruduklarını dile getiren Evran, rejimin burada zaman zaman Kürd bölgelerine yönelik de saldırılar geliştirdiğini söyledi. Halep’te Kürd mahalleleri dışında yaşanabilecek hiçbir yer kalmadığını aktaran Evran, bölgedeki Arapların da büyük çoğunluğunun en sakin yer olan Kürd ma- hallelerine göç ettiğini belirterek, “Suriye rejimi her fırsatta Kürdlere saldırıyor. Çünkü meşruluğunu en fazla tartışmaya sokan Kürdlerdir, fırsat kolluyor” dedi. Evran, Kürdlerin kendilerine karşı gelişecek saldırılara yönelik ciddi bir hazırlığı olduğunu kaydetti. ‘Hedefimiz Kürdlerin tüm Suriye’de temsiliyeti’ Kürdlerin kendilerini daha güçlü temsil etmeleri için bu anlaşmayı yaptıklarını belirten Afrin Kantonu Başbakanı Hevi Mistefa da, “Muhalefet ile ilişkilerimizi geliştirebilirsek Suriye’nin genelinin de sorunu çözülecektir. Ve Rojava tanınacaktır” dedi. Tüm Rojava bölgesine yönelik tehlike olduğuna dikkat çeken Mistefa, “Biliyoruz ki fırsatını buldukları gibi saldıracaklar. Biz kendimizi savunmaya hazırız. Kendimizi saldırılara karşı hazırlıyoruz” diye konuştu. Anlaşma ile Kürdlerin her yerde temsilinin sağlanmasını hedeflediklerini dile getiren Mistefa, şunları söyledi: “Oturup tartışmalarımızı geliştirelim. Suriye’ye ve Rojava’ya çözüm bulalım. Fakat demokra- TEVDEM ve ENKS komiteleri çalışmaya başladı Geçtiğimiz günlerde Qamişlo’da TEVDEM ve ENKS arasında gerçekleşen toplantıda komiteler oluşturulduğunu ve bu komiteleri her siyasi gruptan temsilcilerin görevlendirildiğini dile getiren Cizire Kantonu Hükümet Başkanı Ekrem Huso, oluşturulan ekonomik ve askeri komitelerin ‘Demokratik Özerklik’ sisteminin daha da güçlenmesi için çalışmalarına başladığını kaydetti. Hasekê’de Kürd bölgelerinde bir sükunet olduğuna işaret eden Huso, kentte gelişecek olası saldırılara ilişkin ise, “Hasekê’de YPG güçleri ve halkımız Rojava’daki tüm oluşumları korumak için hazırdır. İnsanlarımızın yaşamlarını sükunet içinde geçirmeleri için ellerinden ne geliyor ise yapacaklar” dedi. Afrin Kantonu’nun Suriye muhalefeti ile imzaladığı anlaşmayı da desteklediklerini aktaran Huso, “Bu anlaşmanın gerekleri yerine gelirse üç kantonumuz da kabul edilecektir” dedi. Kobanê’de 20 bin sivil var Kobanê’den IŞİD’in temizlenmesinden sonra köylerin kurtarılmasına devam edilirken, köylerde yürütülen savaşın batı, güney ve doğuda sürdüğü bildiriliyor. Savaş ve cephelere ilişkin gazetemize bilgi veren Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Müslüm, “IŞİD, Kobanê çevresine bazı köyleri işgal etmek istiyor ancak bu çabaları boşa çıkıyor. Yakın zamanda Kobanê’nin tüm köylerinin kurtarılacağını söyleyebiliriz. IŞİD’in yerleştiği her yerden Kürd güçleri olarak hep birlikte mücadele ederek onları oralardan çıkaracağız” dedi. Şehrin alt yapısının tamamen çöktüğünü dile getiren Müslüm, acil olarak temiz su ve hastanelere ihtiyaç olduğunu söyledi. Sivillerin kentin kurtarılmasından sonra yoğun bir şekilde dönmeye başladığını dile getiren Müslüm şu anda Kobanê’de yaşayan 20 bin civarında sivil olduğunu söyledi. ‘Kobanêlilere dönme çağrısında bulunacağız’ Kente döşenmiş mayınlardan kaynaklı sivillerin yaşam alanlarının çok kısıtlı olduğunu aktaran Müslüm, Kobanê için tehlikenin hala devam ettiğini söyledi. Kentin sivillerin yerleşmesine müsait olmadığının altını çizen Müslüm, “Uluslararası mayın temizleme örgütleri ve YPG, mayın temizleme işlerini bitirirse biz de Kobanê halkına dönmeleri çağrısında bulunacağız. Köylerin özgürleştirilmesi sürüyor. Köy sayımız çok fazla ve bazı köyler IŞİD’in lojistik ve askeri üs olarak kullandığı köyler. Bu köyleri kurtarabilirsek çok az işimiz kalmış olacak. Günde onlarca köy özgürleştiriliyor. Yakın zamanda IŞİD’in köylerimizden tamamen çıkardığımızı duyuracağız.” ifadelerini kullandı. Tehlike oldukça Peşmerge Kobanê’de kalacak Kobanê’de bulunan Peşmerge güçlerinin Miştenur Tepesine karargah kurduğuna dair çıkan haberler ve Peşmerge’nin Rojava’daki görev süresine dair konuştuğumuz Kürdistan Bölgesi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabar Yawer ise, bu konuyu gündeme almadıklarını ve bunun resmi bir söylem olmadığını söyledi. Yakın zamanda dördüncü Peşmerge grubunun Kobanê’ye gideceğini dile getiren Yawer, Peşmergelerin durumunu iyi olduğunu ve Rojava’daki Kürd kardeşlerine destek sunmaktan gurur duyduklarını söyledi. Kobanê’de tehlike devam ettiği ve askeri ihtiyaç olduğu sürece Peşmergenin orayı terk etmeyeceğini kaydeden Yawer, Kobanê’de, Kürdistan’daki gibi bir oluşum yapmayı düşünüyor musunuz sorusuna ise, “Zaten Kobanê onların vatanı. Halkımızı korumak için oradalar” yanıtını verdi. Köylerde operasyon sürüyor Bu arada Kobanê’de yenilgiye uğratılan IŞİD’in bölgeden tamamen temizlenmesi için köylerdeki operasyonlar devam ediyor. Kürd güçlerinin an an ilerlediği bölgede şu ana kadar 200’e yakın köy kurtarılırken, kalan köylerin temizlenmesi için çalışmalar sürüyor. Çok sayıda IŞİD’linin ölü ele geçirildiği köylerde yer yer bomba yüklü araçlar ve intihar bombacıları operasyonu etkilese de, Kürd güçlerinin kısa sürede tüm köyleri alması bekleniyor. 06 DOSYA BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 BasHaber DOSYA 16 - 22 Şubat 2015 Kürdçe’ye hapis cezası! “Kürdçe kabul gören 200 dil arasında değil!” Okullarda Kürdçe seçmeli derse yönelik tutum, Kürdçe öğretmenlerinin atanmamasının yanı sıra Kürdçe’ye yönelik yasak ve tahammülsüzlük her yerde varlığını sürdürdüyor. 2014 yılının son ayında HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, basılan yeni yıl kartlarının Kürdçe de basılması Meclis Basımevine başvuruda bulunmuş ancak bu talep “Kürtçe’nin dünyada kabul gören 200 ulusal dil arasında bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmişti. 500 öğrenciden 480’i sakıncalı Öğretmenlerin açlık grevi ve davaları öncesinde; 2012 yılında öğrenci alımı yapıldığı sırada bölüme başvuran 500 rg iv ak ur d .o .a rs öğrenciden 480’i sakıncalı bulunmuş ardından 250 öğrencinin kayıtları “uygun görülmediği” gerekçesiyle silinmişti. Formasyon hakkı kazanan 234 kişinin formasyon hakkı iptal edildi. Enstitü Başkanı Prof. Kadri Yıldırım da BasHaber Gazetesine daha önce verdiği röportajında öğrenci alımı sırasında alacağı öğrenciler için listeler gönderildiğini ancak bu listeleri kabul etmeyip adil öğrenci alımı yaptığını söylemişti. Ancak Yıldırım’ın bu tavrı bazı çevrelerce kabul etmeyip “BDP’lileri üniversitede kadrolaştırıyor, Alevileri alıp Artuklu’yu Tuncelileştiriyor” suçlamlarında bulundular. Kürdoloji Bölümü’ne baskılar sürekli artarken 2014 yılının son aylarında Prof. Kadri Yıldırım yolsuzluk yaptığı iddiasıyla gözaltına w Öte yandan okullarda verilen Kürdçe seçmeli ders için bin’in üzerinde öğrenci mezun olurken 2014 yılının Eylül ayında yapılan 40 bin kişilik öğretmen atamasında 18 Kürdçe öğretmeni atandı. Bu yıl Şubat ayında yapılan 15 bin öğretmen atamasında da Kurmanci lehçesinde 7 Zazaki lehçesinde 2 kişi olmak üzere 9 kişi atandı. ler. Yaklaşık 20 öğretmen açlık grevleri sırasında çeşitli film, video ve klip gösterimi yapmıştı. 20 Öğretmenin eylemi 18. gününde sona ererken öğretmenlere yaptıkları gösterimlerde örgüt propagandası yapmaktan dava açıldı. 6 Şubat’ta Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 3 öğretmene 10’ar ay hapis cezası verildi. Hükümetin Kürt açılımında somut adım olarak gördüğü Kürdoloji Bölümü Kürd Siyasi kanadında da Kürdleri anadilde oyalama taktiği olarak görülmüştü. Ancak Kürdoloji Bölümü Mezunları açlık grevine başladıklarında hiçbir siyasi görüşün ve partinin arkasına sığınmadan Anadilde Eğitim hakkının verilmesi ve verilen atama sözünün yerine getirilmesi için hiçbir radikal eyleme başvurmadan sivil itiatsizliğe gittiler. Mezunlar açlık grevi süresince çeşitli kısa film, video ve klip gösteriminde bulundu. Açlık grevinin 14. Gününde “Hakkınızda şikayet var aranızdan 3 kişi emniyete gelip ifade versin” diyerek 3 kişi emniyete giderek ifade verdi. Yapılan film gösterimleri sırasında Güney Kürdistan’dan sanatçı Aras Koyi’nin “Kurdistana Min (Benim Kürdistanım)” kısa filminin de olması ‘Terör örgütü propagandası’ sayıldı. Örgüt Propagandası yaptıkları iddia edilen 3 kişi serbest bırakıldı. Ancak dosya burada kapanmadı ve öğretmenler hakkında örgüt propagandası yapmaktan dava açıldı. SENNUR BAYBUĞA w 55 bin öğretmen atamasından Kürdçe’ye 27 kadro K ürd sorunu, Demokratik Açılım gibi kavramların kamuoyu gündemine girmeye başladığı 2010 yılında Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Prof. Kadri Yıldırım Başkanlığı’nda açılan Yaşayan Diller Enstitüsü (Kürdoloji) Bölümü’ne 2012 yılından itibaren öğrenci alımı yapıldı. O günden itibaren sık sık gündeme gelen Kürdçe ve Kürdçe öğretmenlere dair tartışma ise yeni bir aşamaya geldi. Atamaları yapılmayan binden fazla Kürdçe öğretmeni değişik mesleklere yönelmek durumunda kalırken, atamaları yapılmadığı için açlık grevi yapanlardan 3’üne ise 10’ar ay hapis cezası verildi. TRT 6 gibi, devlet üniversitesinde Kürdçe bölümünün açılması dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, “Devrim” olarak nitelendirilmişti. Çözüm Süreci’nin ilk adımı sayılan ve Kürdlerin yıllardır istediği ve özellikle her yıl eğitim-öğretim yılının başladığı dönemlerde tekrar tekrar gündeme gelen “Anadilde Eğitim Hakkı” için Kürdoloji Bölümü’ne öğrenci alımları yapılmıştı. Ancak bölümü bitiren öğretmenlerin, 2013 yılının Ekim ayında Demokratikleşme Paketi’nde Anadilde Eğitim Hakkı için özel okullarda ve seçmeli ders olarak verilen Kürdçe için bir türlü istenilen atamaları yapılmadı. Kürdoloji’den mezun olan binin üzerinde öğretmenden bazıları hükümetin kendilerine verdiği atama sözü yerine gelmeyince önce basın açıklamalarıyla seslerini duyurmaya çalıştı. Ardından geçtiğimiz yıl Eylül ayında Mardin’de Karayolları Parkında dönüşümlü olarak açlık grevine girdi- Balık hafızamız w 20 Kürdçe öğretmeninin açlık grevi eylemi 18. gününde sona ererken öğretmenlere yaptıkları gösterimlerde ‘örgüt propagandası yapmaktan’ dava açıldı. 6 Şubat’ta Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 3 öğretmene 10’ar ay hapis cezası verildi. Berfin Mijdar alındı. Ancak Yıldırım serbest bırakıldıktan sonra yaptığı açıklamada gözaltına alınma sebebine dair hiçbir soru yöneltilmediğini söyleyerek “bu baskı bana değil Kürd halkına ve Kürd kültürüne yöneliktir” demişti. Yıldırım’ın ardından bu kez öğrenciler Yıldırım’a açılan davanın ardından bu kez de açlık grevi yapanlar hedef gösterildi. 9 Aralık’ta haklarında dava açıldığını öğrenen 18 kişiden Ömer Öncel, Yunus Aslan ve Celil Deniz 6 Şubat’a hakim karşısına çıktı. Davada örgüt progpagandası yapmaktan Ömer Öncel, Yunus Aslan ve Celil Deniz’e 10 ay hapis cezası verildi. Verilen ceza 5 yıl süreyle herhangi bir suça karışmamak, eyleme katılmamak şartıyla ertelendi. Davaya ilişkin açıklamada bulunan Avukat Sezgin Dinç, “Ceza uygulanmayacak olsa bile biz bu karara itiraz edeceğiz. Çünkü örgüt propagandası sayılan filmde ne bir bayrak, ne bir örgütü övecek söz ne de bir slogan bulunmuyor. Yani hiçbir yasadışı durum söz konusu değil” diye konuştu. Öğrencilerin ifadeye ilk çağrıldıklarında da grev alanında bulunduğunu söyleyen Dinç, “Hakkınızda şikayet var. Aranızdan 3 kişi gelsin dediler. İnisiyatif kullanan 3 öğrenci de ifade vermeye gitti. Yani oradaki herkes aslında hedef gösterilmişti. İsim önemli değildi” dedi. “Kürdçe’nin statü sahibi olmasını hazmedemediler” Daha önce Kadri Yıldırıma yapılan gözaltı ve suçlamayı da hatırlatan Dinç, davanın aslında eylem yapan öğretmenlere değil Kürdçe’ye yönelik olduğunu ileri sürdü. Polisin 18 gün boyunca süren eylemde öğretmenlerden radikal bir hamle beklediğini ancak öğrencilerin demokratik çerçevede seslerini duyurmaya çalıştığını vurgulayan Dinç, “Öğretmenler siyasi bir argümanın arkasına saklanmadılar. Onların tahamülsüzlüğü de buna ve Kürdçenin statü sahibi olmasınadır. Bu tür cezalandırmalarla susturma yoluna başvuruyorlar” dedi. “Öğrenciler daha önce fişlenmişti” “Atama yapacağız diye oyaladılar” Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Bölümünden mezun olan yazar İbrahim Genç de davanın 3-4 yıllık bir sürece dayatıldığını söyledi. Kürdoloji’nin öğrenci alımına başladığı dönemde bazılarının istediği gibi öğrenci alımı yapılmadığı için bölümün hedef haline getirildiğini belirten Genç, “2012’den sonra hem bölüm hem de öğrenciler hedef haline getirildi. Öğrenciler terör örgütü yandaşı olarak gösterilerek terörize edilmeye çalışıldı. Ve Öğrencilerin enstüti içerisinde fişlendi. Kürdoloji Bölümü, Kürdçe öğretmenleri her ne kadar övülse de ‘Bu öğretmenlerin önünü nasıl keseriz, doçenliğe geçişini nasıl engelleriz’ gibi bir tutum her zaman vardı. Öğretmenler ve öğrenciler açlık grevlerine gittiklerinde bir çok kesimden destek almışlardı.Bu Uşak Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdikten sonra Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürdoloji Bölümünde yüksek lisans yapan Ömer Öncel atama sözü verilen Kürdoloji mezunlarından biri. Ancak verilen söz yerine getirilmeyince arkadaşlarıyla birlikte açlık grevine girdi. Hükümetten 2 yıl boyunca atama yapmasını beklediklerini ifade eden Öncel, “Hükümet Kürdoloji için ilk ve önemli ayağı demişti. Ve bize atama sözü verilmişti. Kürdoloji Bölümü açıldığından bu yana Bin’in üzerinde mezun verdi. Ancak istenilen atamalar bir türlü yapılmadı. Biz de bu oyalamalara tepki göstermek, anadilde eğitim hakkının verilmesi ve atamaların yapılması için açlık grevine girmeye karar verdik. Ama bazıları bu durumdan da rahatsız olarak hakkımızda dava açtılar” dedi. da öğretmenlerin atamasının yapılması için de doğal bir baskıyı oluşturmuştu. bir baskı oluşmuştu. Ancak mezunlara yönelik tutum anadilde eğitim hakkını engellemek için seçmeli de olsa Kürdçe Dersini fiili olarak uygulatmamaya çalıştılar” diye konuştu. “Kürdçe değersizleştirilmeye çalışılıyor” “Kürdçe öğretmenleri sadece atanmak için greve gitmedi” diyen İbrahim Genç, daha sonra sözlerini şöyle tamamladı: “Anadilde eğitim hakkı için kürdçenin yasal statüye kavusturulmasını ve bölgede resmi dil ilan edilmesini istedikleri için de greve gittiler. Öğretmenler, devletin üstünü örtmeye çalıştığı anadilde eğitim hakkını yeniden gün yüzüne 07 çıkarttıkları için böyle bir davayla cezalandırıldılar. Oysa Davutoğlu geçtiğimiz günlerde Kürdçe öğrenmek istediğini söylemişti. Ancak Osmanlıca için bir gecede yapıla değişilik Kürdçe için yıllardır bir türlü yapılamıyor. İnkar ve imha politikaları geriledi çağdaş yöntemlerle kapitalist moderneti içerisinde tüketim konuma getirilerek Kürdçe değersizleştirilmeye çalışılıyor. Okullardan uzaklaştırılarak doğal asimilasyon oluşturulmaya çalışılıyor. Bırakın okullarda düzenlemeleri halk eğitim merkezlerine bile düzenleme getirilmedi. Halk eğitim merkezlerinde Japonca, İtalyanca, Almanca, Fransızca, Arapça, Osmanlıca var ama Kürdçe yok. Bu da Kürdçe’ye her yerde bir tahammülsüzlüğün olduğunu gösteriyor.” “Bu dava Kürdçe’ye tahammülsüzlüktür” 18 Gün süre açlık grevi boyunca herhangi bir suç işlemediklerini, taşkınlık yapmadıklarını kamu kurum- larına zarar vermediklerini vurgulayan Öncel, dava sürecini şu sözlerle aktardı: “18 günün sonunda dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı 18 kişiyi atayarak atamaların önünü açacaklarını söyledi. Biz de grevimizi sonlandırdık. Ancak grev süresince de bazı gösterimler yapmıştık. Bizim herhangi bir suç işlemediğimizi görenler bizi susturmak için yaptığımız gösterimleri suç sayarak önce bizi gözaltına aldılar. Ardından da örgüt progpagandası yapmaktan hakkımızda dava açtılar. Ve davada biz 3 arkadaşa 10’ar ay hapis cezası verildi. Oysa videoyu izleyen herkes videoda herhangi bir örgütün propagandasının olmadığını görecektir. Bizim amacımız siyasi bir argümanın ya da partinin arkasına sığınmak değil anadilde eğitim hakkı ve atamalardı. Ancak bu davayla anlaşılıyorki Kürdçe’ye sürece rağmen bir tahammülsüzlük halen devam ediyor. Kürdçe de eğitim hakkı istediğimiz için kulağımızı çekmeye ve bizi susturmaya çalıştılar. Ancak verilen cezalara rağmen susmayacağız ve bu davaya itiraz edeceğiz. Tüm hayatını batıda geçirmiş birisi için Kürdistan’ın bir şehrine gitmek nasıl bir şeydi. Bugünlerde okuduğum ve bana yıllardır ülke olarak yaptığımız yolculuğu da hatırlatan bir iki kitap nedeni ile yine içimde taşıtsız bir yolculuğa çıktım gündüz gündüz. Haftaya yine gideceğim ve tedirginim sanırım. 1989 yılında henüz üniversitede öğrenci iken, Kürd devrimcileri üniversitemizden gruplar halinde dağlara giderken ve dağ benim için kitaplardan okuduğum yüksekçe tepeler ve en fazla Latin Amerika’nın gerilla coğrafyası iken, Dersim’e gitmiştim. Dersim’e gitmiştim ve allak bullak olmuştum, akıllı bir gençtim, dağlara giden arkadaşların neden gittiklerini de elbette biliyordum. Ama akşamın bir yarısından sonra bahçenin önüne gelen, ışıkları kapatın diye bağıran askerleri, faşist Almanya’nın işgalci güçlerine benzetip, orada sanki direnişçi partizanları anlatan filmlerin içinde yaşıyor gibi hissetmiştim. O şehirden derhal kaçmak istemiştim, batının otogarlarından halaylarla oralara yolladığımız askerlerin orada tanınmayacak bir canavara dönüştüğünü ilk kez görmüştüm Elazığ otogarında adres sormak için yaklaştığım asker bana silahını doğrulttuğunda, ben o filmin içinde bir zavallı çocuk olmuştum. Bir sürü siyasi davaya girdim, bir sürü dosya gördüm, işkence raporları fezlekeler gördüm. Ama beni benden utandıran ve bir daha geri dönmemek üzere gözlerimdeki ışıltının yarısını alan dosyaları ben asıl Diyarbakır’da gördüm. 2006 yılında, yani Dersim gezimden 17 yıl sonra, henüz 17 yaşında iken dokuz ay önce çıktığı dağdan güvenlik güçlerine sığınan ve yine de ağır işkencelerden geçen ve ömür boyu hapse mahkum edilen bir Kürd gencinin dosyasını baştan incelemek üzere bir haftalığına gittiğim o şehirde. Giderken çok endişeliydim, Dersim’de yaşayıp unutamadığım olayların etkisinde ve batılı önyargısı ile oldukça ‘elitist’ bir kadın olarak bir otele gittim. Beş gün kaldığım bu otelde, bir kere bile rahatsız edilmedim, yabancılanmadım ve en ufak bir taciz hissi yaşamadım. Evimiz gibi, gece sokaklarında aynı güvenle dolaştık iki kadın. Ama ve yine de sokaklarında buradan halaylarla gönderdiğimiz yabancı suratlı askerler dolaşıyordu. Sonra Diyarbakır 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin arşivlerinde yaptığım beş günlük çalışma. 1988 yılından itibaren o bölgede görülmüş ne kadar dosya varsa klasörler klasörlerce dosya, tozlu dosyalar, öksürmekten ciğerlerimin söküldüğü ve her günün akşamı sinirden terleyen ellerimin çamur içinde kaldığı dosyalar. O dosyalardaki insan hikayeleri, hayatlar. Gencecik çocukların hayatları, anne-baba, kardeşleri dağa çıkış öyküleri, dağ hayatları, yakalanmaları, öldürülmeleri, gözaltı süreleri... Ve satır aralarında açıkça görülen insanı canlı olarak dünyaya geldiği için utandıran işkenceler. Günde iki kez, bir sabah, bir öğleden sonra kendimi biteviye duşa atmalarım, kusmalarım... İçtiğim sigaralar... Helikopterden atılıp infaz edilen ve ortadan kaybedilen bir gencin, kod adı aynı olduğu için 17 yaşındaki bu genç yapılarak dağda dokuz ay kalmış ve mutfak işlerinde tutulmuş bir gence yamanan sözüm ona suçları, eylemleri. Sadece pişmanlık yasasından yararlanmayı reddettiği için diğer itirafçıları bırakıp müebbete mahkum ettikleri şimdi otuzlu yaşlarının ortalarında cezaevinde büyümüş bir orta yaşlı adamın kahramanım olduğu o dosyalar. İşledikleri suçlar, yargılayanlardan çok daha hafif olan insanlar, asıl katilin katipler olduğu sayfalar. Kızım o zamanlar iki yaşındaydı, beş gün boyunca aklıma bile gelmedi, o dosyalardaki tüm gençlerin insanların annesi olmuştum. Biz, benim mensubu olduğum bu halk vergilerimi alan bu devlet, bu insanlara neler yapmıştı, biz nasıl bir lanetin suç ortağı idik. Oturduğumuz evlerde gezdiğimiz barlarda en solcumuzun bile, en görenimizin bile nasıl da lanetli perdelerle kapatılmış gözleri vardı. Oranın sokaklarında insanlar ölümü kahvaltı masasında yerken biz ah biz buralarda nasıl da yıllarca izlemiş ve görmemiştik, bizim dosyalarımızda ‘terör’ suçundan yargılanan on kişi vardı oysa oralarda terör suçlusu tüm sokaklar, insanlar, kediler, köpekler ve utanmazca söylüyorum kuşlardı. Çok günahlar işledik biz ve cehennemimiz bu ülkedir. 08 BasHaber SÖYLEŞİ 16 - 22 Şubat 82015 SÖYLEŞİ Prof. İbrahim Kaboğlu: Türkiye’nin gündemi rejim değişikliği Mevcut anayasayı yeterli buluyor musunuz? Kesinlikle yeterli bulmuyorum. Yeterli olmadığı için 20 yıldır sürekli anayasa projeleri yazdık. 2011 seçimlerinden sonra Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in düzenlediği toplantıya davet edilen 24 anayasa profesöründen birisiniz, o seçimler sonrasında da yeni anayasa yapma tartışması vardı. O günkü haliyle ‘bu meclis yeni anayasa yapabilir mi’ sorusu ne anlama geliyordu? Herşeye rağmen anayasa değişiklikleri içerisinde, hak ve özgürlüklere ilişkin olumlu değişiklikler uygulamaya geçirilemedi. 13. Madde’de olduğu gibi. İç Güvenlik Paketi, Anayasa’nın 13. Maddesine açıkca aykırıdır. 2011 toplantısına gelince, doğru Cemil Çiçek’in yaptığı toplantıda ben de vardım ve bu meclis anayasa yapmamalıdır dedim. Yeni anayasa bu meclisin açacağı, hukuki “Bir anayasa hukukçusu olarak başkanlık rejimi mi, değil mi biçimindeki bir tartışmaya başlamam diyorum. Ön tartışmayı yapmadan böyle bir tartışma yapılamaz. Böyle bir tartışma yaptığınız zaman neydi mevcut anayasanın günahları, 1982 rg .o ur d ak iv kapı yoluyla oluşacak yeni bir kurucu meclis tarafından yapılmalıdır. Onun yolunu Anayasa açmalıdır dedim. Nedenini iki açıdan belirttim bir, bu meclis politik bir meclistir. Yasal parti liderlerinin nefeslerini enselerinde hisseden üyeler, soğukkanlı bir biçimde yeni anayasa yazamazlar. İki, bu meclis çok önemlidir, yapacağı çok iş vardır, onlara devam etmelidir. Bunlar içerisinde mevcut olan anayasaya aykırı kanunları elden geçirip aynı zamanda, yeni anayasaya giden yolu hazırlamasıdır. Benim görüşüm buydu. Bu görüş kabul görmedi. Şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı seçilen Zühtü Arslan’ın da dahil olduğu hükümeti destekleyen geniş grup, ‘siz bu meclisle yeni anayasa yapabilirsiniz’ dediler. Zaten Cemil Çiçek’de bunu bekliyordu. Ayrılırken Çiçek’e hayırlı olsun dedim, bu yöntem bizi yeni bir anayasaya götürmez, olsa olsa bir anayasa değişikliğine götürür açıklamasında bulundum. Ama anayasa değişikliği de yapılamadı. Aynı yıllarda Tunus’a gidip geliyordum, sadece Anayasacılar değil, kadınlar, gençler, hukukçular, işçiler ve sendikacıların anayasa için verdikleri mücadeleyi gözlemleyen bir kişi olarak, ülkemdeki ‘bu meclis yeni bir anayasa yapar’’ diyen koca anayasa profer- rs Başkanlık sistemi tartışması bugünün talebi değil yani? 1979’dan beri devam eden bir tartışmadır. Özellikle sivillerin yaptığı bir tartışmadır. .a sağlayacak, özgürlükler sınırlanırsa diye. Burada ilginç olan bir husus var. 1979 yılında Aydınlar Ocağı’nın İstanbul’da düzenlediği bir toplantı ile başladı başkanlık rejimi konusundaki arayışlar. Ve siviller bunu ortaya attı. Türkiye’de başkanlık rejimi kurulmalıdır diye. Siviller askerleri ikna edemedi. Yani 1982 Anayasası ile aslında başkanlık rejimine geçilebilirdi ama bırakın başkanlık rejimine geçmeyi yarı başkanlığa bile geçilemedi. w Başkanlık sistemini nasıl konuşmak lazım? Öncelikle başkanlık sistemini konuşmak gerekir mi? ‘Niçin konuşuyoruz’ sorusuna yanıt vermek gerekir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, tek partiden çok partiye, gerek demokrasinin kesintiye uğradığı dönemlerde gerekse demokrasinin işletildiği dönemlerde, Türkiye’nin aşağı yukarı benimsediği siyasal bir rejimi var. Benimsediği bu siyasal rejimin iki önemli özelliğini belirterek konuya girmek gerekir. Birinci özelliği Türkiye’nin siyasal rejimi, kıta Avrupa’sının genel siyasal rejiminin ortak paydasında yer alıyor. Britanya parlamenterizminin Avrupaya yayılması ve devletlerin farklı biçimlerde bu rejimi kendi ulusal koşullarına uyarlamaları genel çizgidir. İkinci özellik ise, Türkiye’ye özgü yönüdür. Evet, Türkiye büyük ölçüde kıta Avrupası’nda geçerli olan bir siyasal rejim yönünde tercihini yapmıştır. Fakat bunu oralardan alıp kopya etmek, kendi sistemine monte etmek şeklinde değil, kendi tarihsel koşulları çerçevesinde kendi özelliklerini ve arayışını da eklemek suretiyle yapmış buluyor. Bu haliyle monte bir anayasa değil midir zaten? Mevcut Anayasa’ya monte anayasadır diyemeyiz. Çünkü belirttiğim gibi 1876, 1909, 1921, 1924, 1961, 1982 bunlara baktığımız zaman o ikinci özelliği görürürüz. Evet 1909’da tecessüm etmiş, somutlaşmış biçimiyle parlamenterdir bizim tarihimiz. 1961’de ise klasik erkler ayrılığı çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’nin denetiminde kuruldu. 1982 Anayasası yaklaşık olarak 100 yıl boyunca bocalamalar, arayışlar, bir devletten ötekine geçiş, yeni bir devletin kurulması üzerine şekillenmiştir. 1921 Anayasası; meclis, hükümet tamamen ulusal koşullar, Kurtuluş Savaşı’nın getirdiği özellikler, sonra 1924 Anayasası, 1961 2. Dünya savaşı sonrası anayasacılık akımının da etkisi, Türkiye’nin deneyimleri bunlar göz önüne alındığı zaman, Türkiye’de 100 yıllık bir arayış var. Acaba hangi siyasal rejim bize uygun gelir, iktidar hangi siyasal rejim ile daha denetlenebilir sorusu var. Bu en yoğun biçimde 1946-1961 dönemlerinde yaşanmış bulunuyor. 1982 Anayasası ise 1962’e bir reaksiyondur. Şöyle ki; 1961 Anayasası’nda Yargı çok güçlü, üniversiteler ve yargıçlar güçlü kurulmuş görünüyor. Yürütme ise çok ikincil. 1982’nin tepkisi şu; ‘çok güçlü bir Yürütme olacak.’ Yürütme bu nedenle öncelikli, 1982’de Yasama daha sonra Yargı geliyor. Yürütme en önde olacak. Yürütme içerisinde de Cumhurbaşkanı ve Başbakan’da çok güçlü olsun. Bu önemli1961’de ve 1970’lerde yaşanan sorunlara bir bakıma tepki. Zannedildi ki, biz Yürütme’yi güçlü inşa edersek o zaman rejim daha bir kamu düzeni w Yeter Polat Cumhurbaşkanı’nın dillendirdiği sistemle hiçbir ilgisinin bulunmadığına dikkat çekerek, Başkanlık sistemi, hükümet başkanının aynı zamanda devlet başkanı olduğu ve yürütme erkinin yasama organından bağımsız bir şekilde yönetimde bulunduğu, cumhuriyete dayalı bir hükümet sistemi iken, kamuoyunun tartıştığı modelin bir adının dahi olmadığını ileri sürdüler. Başkanlık sistemi tartışması beraberinde, Türkiye’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu çekinceleri kaldırıp kaldırmayacağı, seçim barajının istenildiği takdirde ek maddelerle seçimlerden önce düşürülebilme ihtimalini, HDP’siz parlamentonun seçim sonrasında Türkiye sisyasal yaşamına ve çözüm sürecine etkileri üzerine kafalarda soru işaretlerine yol açıyor. w Türkiye, Başkanlık sistemi tartışması ile, parlamenter sistemin sorgulanmasına ve ülkenin mevcut sorunlarına çözüm olup olamayacağına, yeni sorunlar yaratma olasılığına kilitenmiş durumda. Tartışmanın fitilini ateşleyen olay ise, 19 Ocak’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık etmesi oldu. Başkanlık sistemini savunanlar Türkiye’nin koalisyon hükümetleri nedeniyle sıkıntılı dönemler yaşadığını ve güçlü bir Başkanlık ile bu sıkıntının aşılacağını iddia ediyor. Türkiye siyasi yaşamının neredeyse en önemli tartışmasına dönüşen rejim değişikliğine dair açıklama yapan anayasa profesörleri, örnek gösterilen ABD ve Fransa rejimlerinin, Anayasası’ndan dolayı Türkiye özgürlükler bakımından neden bu kadar acı çekiyor, 1982’nin bu alandaki, merkeziyetçilik zaafı ve yurttaşlığı etnisiteye indirgeyen zaafına daha geniş bir perspektiften bakılması gerekir.” SÖYLEŞİ BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 9 SÖYLEŞİ sörlerine bakınca, ülkemizin geleceğine olan inancım gölgelenmiş oldu. Anayasa’nın ilk üç maddesine dokunmadan anayasayı değiştirmenin ne anlamı var? İlk üç maddeye zaten dokunuldu. Başlangıç kısmı değişti, 1995 ve 2001’de, 14. Madde değişti. Dolayısıyla ilk üç maddede yer alan hususlarla ilgili olarak zaten değişiklik yapıldı. İlk üç madde değişmez diye bir şey yok. Örneğin Türkiye devleti bir cumhuriyettir kimse bunu değiştirmek istiyor mu? Pek zannetmiyorum. Hukuka aykırı olan öğeleri ayıklayabiliriz. 3. Madde’ye baktığımız zaman ‘Türk devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür’ deniyor. Aslında Türkiye devleti ülkesi, milletiyle bölünmez bir bütündür. Şimdi burada değişim, Türkiye ülkesi, Türkiye milleti ve Türkiye devleti ile bölünmez bir bütündür şeklinde olmalı. İlk üç maddede bize önemli bir zemin sağlayan eleştiriye açık maddeler de Türk Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti kavramlarıdır. Anayasa Mahkemesi’nin, 3. Madde’deki millet kavramını Türkiye milleti, Türkiye ülkesi, Türkiye devleti olarak değiştirmesini öneriyorum. Böylelikle diğer milletleri de kapsamış mı olur? Yeterli olmasa da kapsar. Ama bizim görevimiz, bir metin yürürlükte olduğu sürece onu en özgürlükçü biçimde yorumlamaktır. Fakat bunu bu şekilde yorumlamak, yurttaşlık tanımını yapan 66. Madde’nin, ilk 3 maddeye aykırı olduğu- nu söylemeye engel değildir. Çünkü ilk 3 madde Türkiye devleti maddesidir. Ama 66. Madde “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” diyor. Bu anayasal bir kavram değil ve değişmez maddelerde bu yok. O zaman derim ki, ilk 3’ü değiştiremedik madem, samimiysek bunu değiştirirsiniz. Burada önemli olan iradedir. Tabi bu anayasanın tümden yenilenmesine gerek yok anlamına gelmez. Anayasa içinde de yapılabilecek çok şey var. Örneğin, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekinceleri kaldırdığınızda kimse neden kaldırdınız diyemez. Çünkü bu da anayasa için bir efekt olabilir. Oslo görüşmeleri sırasında Hakan Fidan’ın Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılacağına dair Kürd hareketine söz verdiği kamuoyuna yansıdı. Bu mümkün olabilir mi? Bence barış sürecinin aksaklığı oradan kaynaklanıyor olabilir. Ama o zaman da insanın aklına şöyle bir soru geliyor; Kılıçdaroğlu Hakkari’ye gittiğinde ve ‘Avrupa Yerel Yönetim Şartı’nı tam şekilde uygulayacağız’ dediğinde, neden başbakan karşı çıktı da bir bürokrat gidip Oslo’da buna yönelik sözler verdi. İşte bu sorular devleti yöneten demokratik bir yapı mı var, yoksa gizli bir yapı mı var şüphesi uyandırıyor. Çünkü bu durumda muhalefetin Hakkari’de yaptığı açıklamaya karşı hükümetin de ‘evet bizde bunu yapmak istiyoruz. Madem muhalefet de istiyor, gelin birlikte yapalım’ demesi lazımdı. Ama kimse böyle bir şey demedi. Çünkü bu sandığa indirgenen ve ‘bana ne getirecek’ düşüncesiyle yapılan yaklaşımlardır. Seçim barajıda tam da bu nedenlerle indirilmiyor. Gerçek şu ki istenirse muhaefet ile bunu çok çabuk yapabilirler. İkisi de bunda hem fikir. Bu demokratik irade meselesidir. CHP’nin Oslo görüşmesini sürekli gündeme getirmesi anlamsız. Ama eğer gündeme getirecekse de bunu Oslo’da değil, mecliste çözün diye bir alternatif sunup bu sorun Ankara’da çözülür diyebilmelidir. Özerklik Şartı’nın Kürd meselesiyle ilgisi olmadığını mı savunuyorsunuz? Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bir alfabedir. Bunun Kürdlerle direkt bir ilgisi yok, sonuçta bu Kürdler için hazırlanmadı. Bu kadar geniş bir nüfusu ve coğrafyayı Ankara’dan yönetemezsiniz. İstanbullular ‘hayır bu Kürd sorununa indirgenemez’ diyor, Diyabakır’a gidiyorum onlar da ‘bunun sadece Kürd sorunuyla ilgili’ olduğunu zannediyor. Ben de diyorum ki; hayır, bütün Türkiye için her şeye Ankara’daki bürokrat karar veriyor. Bu çok kötü bir yönetim biçimidir. Ülke değerleri, insan ve devlet üçgeninde, devlet araçtır. İlkesel değerler, insan haklarını güvence altına alan mekanizmalar inşa edildiği zaman o tepedir. Ama siz bütün dikkatleri devletin kendisine yönlendirdiğiniz zaman bu da çözümsüzlük anlamına gelir. Çekinceler kaldırılırsa ne olur? CHP bana “Kürd sorunu anayasada nasıl çözülür” diye bir rapor hazırlattı. Ama kamuoyuyla bile paylaşmaya cesaret edemedi. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Kürd sorununun çözülmesi için, yurttaşlık, ademi merkeziyet ve dil sorununun çözülmesi lazım. Diğerleri de konuşulabilir ama esas konular bunlar. Yerel yönetimler konusunda çekincelerin kaldırılması, bu sorunların da önünü açıp çözülmesine vesile olabilir. HDP’nin mecliste olmaması parlamenter sistem ve çözüm süreci açısından bir sıkıntı yaratır mı? Ben HDP’nin mecliste olmadığını düşünemiyorum. Mecliste olmalı ve en güçlü şekilde temsiliyet almalıdır. Mecliste olmamayı hiç dillendirmemeliler. Olmasak da olur dememeliler. Yüzde 10 barajının düşürülmesi eğer AKP isterse hemen yapılabilir. Bunu kaldırmak imkansız değildir AKP isterse bunu hemen yapabilir. AKP bunu açık bir şekilde yapabilir mi? Açık bir şekilde yapabilir mi bilmiyorum. Ama 32. Madde’yi kaldırarak, kanunu değiştirip, barajı düşürerek en sonunda da Anayasa’nın 66. Maddesi’ndeki 1 yıl şartını ‘bunun için geçerli değildir’ şeklinde değiştirebilir. Eğer AKP isterse, ana muhalefet de HDP’de açık bir şekilde destek veriyorken hemen yapabilir. HDP iyi bir Türkiye siyaseti geliştirebilirse ve iyi bir aday belirlerse, güçlü bir kampanya ile yüzde onu zorlayacağını düşünüyorum. 09 Seçimler ve Kürd dinamiği HAKAN TAHMAZ 7 Haziran genel seçim takvimi, aday adayı olacak kamu görevlilerinin 10 Şubat tarihinde istifa etmeleriyle işlemeye başladı. Medyada çıkan istifa haberleri seçimlerin iki koçbaşı olduğunu gösteriyor. AK Parti ve HDP. AK Parti’nin başkanlık sistemi hedefi ve Çözüm Süreci’ni tek başına belirleme arzusu ekseninde süren tartışmanın ağırlıklı yönünü, HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararı oluşturuyor. AK Parti’nin beklentisini zora sadece HDP’nin barajı geçmesi sokabilir gibi gözüküyor. Bu gerçeği görmekten aciz olanlar tartışmayı farklı zeminlere çekme gayreti içindeler. Bunlardan biri de HDP’nin parti ile seçimlere girme kararının İmralı ile yapılan kirli pazarlığın sonucunda alındığı saçmalığının ciddiye alınabilir bir yanı yok. Seçimlerin kaderini belirleyecek olan HDP’nin izleyeceği seçim stratejisi ve taktiği olacak. Bu noktada en önemli hususlardan birini son yıllarda Kürdlerde yaşanan değişimin doğru kavranması ve değerlendirilmesi oluşturuyor. Güney Kürdistan’daki gelişmelerin, Çözüm Süreci’nin, Kobanê’nin ve IŞİD’e karşı Kürd silahlı güçlerinin büyük ve tarihsel direnişlerinin Kürdlerde yarattığı radikal değişimi dikkate alan bir seçim stratejisi oluşturulmalı. HDP’nin ısrarla hayata geçirmeye çalıştığı Türkiyelileşme stratejisiyle dört parçadaki Kürdileşme durumu arasında sağlam bağlar, köprüler kurulmasına ihtiyaç var. Bu durumu hafife alan, kavramayan politik yönelim ve açılım ciddi riskler içeriyor. Daha doğrusu Kürd gerçekliğine teslim olmama tutumu Kürd gerçekliğine sırt dönme tutumuna dönüşmelidir. Bu sadece ana akım Kürd siyasetinin omuzlayacağı türden bir yük ve sorumluluk değil. Bunu, Ortadoğu Kürdlerinin değişmeye başlayan kaderlerinin güçlenmesini amaçlayan ve AK Parti’nin doludizgin gidişini kontrol altına alma hedefine kitlenmiş tüm Kürd siyasal güçleri ve Türkiye’nin tutarlı demokrasi güçleri başarabilir. Bu açıdan HDP’nin alacağı seçim sonuçlarını belirleyecek olan Kürd mahallesine dönük izleyeceği taktik önem arz ediyor. Çözümün kendi doğal olması gereken rotasında ne ölçüde gelişeceğini de seçimlerde ortaya çıkacak yeni parlamentonun bileşimin aritmetiği belirleyecek. HDP, Türkiyelileşmenin Kürd mahallesinde yarattığı kafa karışıklığı önemle dikkate almalı. Özellikle 2014 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını bir de bu zaviyeden değerlendirilmeye ihtiyaç var. Türkiyelileşme Kürdileşmeyle paralel yürütülmek zorunda olunduğu görülecektir. Kürd siyasal hareketi, Kürd siyasetinin çoğulculaşmasıyla arasına koyduğu mesafeyi kaldırmalıdır. Bunun sürmesi, Kürd hareketinin inşa etmeye çalıştığı çoğulcu toplum tahayyülü ile de çatışıyor. Kürd demokratik siyasetinin çoğulculaşması Kürd değişimine, dönüşümüne ve Kürdileşme durumuna dinamizm getirecek bir gelişme olacaktır. Amed’de Kürd demokratik siyasal partilerin ve grupların bir süre önce bu doğrultuda bir araya gelmeleri, arayış başlatmış olmaları umut verici bir gelişmedir. Bu girişimin sonuç verici bir tarzda geliştirilmesi ve güçlendirilmesi herkesin eski ezberin terk edilmesiyle, husumetçi ve hegemonyacı yaklaşım yerine siyasal çoğulculukla ve toplumsal zeminleri güçlendirici tavır almasıyla mümkün olabilir. Son yıllarda bu konuda önemli tecrübeler edinildi. Seçimlerde Kürd siyasal ve toplumsal öznelerle nasıl ilişki geliştirileceğini Şengal ve Kobanê direnişleri açık biçimde ortaya koydu. Dört parçada tarihsel, toplumsal ve siyasal özneler arasında demokratik çoğulcu bir yaklaşım ve demokratikulusal birlikteliği geliştirme çabasına yoğunlaşılmalı; sekter, rekabetçi husumete dayalı tutumlara taviz verilmemelidir. Tarihsel arka plana sahip, yeniden nüksetme sinyali veren düşük düzeyli KDP, PKK gerilimi düşürülmelidir. Bunlar başarıldığı ölçüde HDP hedefine yaklaşacak. 7 Haziran sadece bir fırsat değil; aynı zamanda büyük bir sorumluluğu omuzlamak olacak. 10 HABER BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 BasHaber HDP adayı BasHaber yazarı Sancar: Büyük Tabu’nun 100. yılı Kendimi sorumlu hissettim “Soykırım, Türkiye meselesi” çam, “Yara, parayla kapatılamaz” Türkiye’nin meselenin çözümü için Ermeni Diasporası ile pazarlık yapmak zorunda olduğunu belirten Prof. Akçam, “İnkar politikalarını değiştirip yeni yüzyılın inkar politikalarını hazırlamaktansa oturup Diaspora ile görüşmeler yapılmalıdır. Sadece Türkiye Hükümeti değil değil Türkiye halkları da yüzleşmek için bu pazarlığı yapmak zorundadır. Hükümet de Diasporayla görüşerek, tazminat dahil elinden geleni yapması gerekiyor. Çünkü tazminat ödeyerek bu sorun çözülemez, yaraların parayla kapatılamayacağı unutulmamalıdır. yüzleşmek için tazminatın yanı sıra, Gayrimüslümlerin el konulan mülkleri iade edilebilir, eğitimlerinde, günlük hayatlarında düzenlemeler yapılabilir” dedi. .o rg Siyasete girmenizde ve HDP adayı olmanızda hangi faktörler etkili oldu? Bu kararı vermemde HDP Eşbaşkanı Salahattin Demirtaş’ın beni davet edip böyle bir isteği iletmesi etkin oldu. Selahattin Bey geçtiğimiz Cumartesi görüşmek istedi ve aday olmam yönündeki talebini iletti. Ben de düşünmek istedim. Çünkü yıllardır akademide olmanın verdiği bir tereddüdüm vardı. Siyasetle de çok yakından ilgilendim ve elimden geldiğince inandığım ilkelere katkı sunmaya çalıştım. Bundan sonra da ‘bu şekilde devam etme yönünde bir tercihimin olduğunu’ kendisine söyledim. Demirtaş da ‘bunu anlayışla karşılayabileceğini ama sadece bu açıdan bakmanın doğru olamadığını ve ısrar edeceğini’ söyledi. Ben de bir süre değerlendirdikten sonra bu günkü şartlarda böyle bir talebe ‘hayır’ dememin doğru olmayacağına karar verdim. Birincisi çok özel şartlarda bir seçim yaşanacak ve HDP bu seçime parti olarak girecek. Eğer barajı geçerse bu Ortadoğu’ya yeni bir vizyon ve perspektif sunacaktır. Türkiye demokrasisi açısından da çok önemli bir dönüşümün motoru olacaktır. Ben de böyle bir ortamda, bana düşen bir sorumluluk olduğunu düşünerek aday olmaya karar verdim. HDP’nin barajı aşamaması durumunda “ne olacak?” tartışmaları var. Sizce ne olur? Baraj aşılırsa Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ama barajın aşılmaması durumunda da Türkiye’de her şey çok kötü gider veya tek adam yönetimi olur gibi değerlendirmeleri abartılı buluyorum. Bir defa önümüzde dört ay var son iki ay çok önemlidir. Bu dönemde HDP Türkiye demokrasisi, Ortadoğu’da halkların kardeşliği, Kürdistan ve Kürdler için statü taleplerini birleştiren bir mücadele programı yürütürse, seçim barajını aşmazsa bile, bunun gelecek dönemde güçlü bir sosyal ve toplumsal muhalefetin zeminini oluşturacağını düşünüyorum. ur d ak iv “2015 son değil başlangıç olmalıdır” Katliamın 99. yılında yayımlanan mesajda “katliam” ve “soykırım” ifadelerinin kullanılmaması ve katliamın 100. yılında da etkinlik gerçekleştirilecek olması Türkiye’nin soruna nasıl yaklaşacağı konusunda emin olmadığını gösterirken Akçam, Türkiye’nin barış için adım atmayacağını gördüğünü ve bunun en büyük sebebini içeriden ve dışarıdan güçlü bir baskı olmadığını söyledi. Siyasi partilerin ajandalarında katliama ilişkin yüzleşme çalışmaları olmadığını vurgulayan Akçam, “2015 bir son değil başlangıç olmalı. Türkiye’de siyasi partiler olmak üzere tüm dinamikler bu meselenin çözümü için ciddi bir baskı oluşturmalıdır. Partiler cesaretle çıkıp ‘Almanların yaptığını yapacağız ve özür dileyeceğiz’ demeliler. Kürd meselesinde, Alevi meselesinde çözüm ve barış için nasıl ciddi bir baskı oluştuysa Ermeni Soykırımı için de öyle bir baskı olmalıdır” diye konuştu. rs İlk adım: Erdoğan’ın taziye mesajı Ermeni Soykırımı her fırsatta inkar edilirken ‘bunun aşılma ihtimali’ katliamın 99. yılında yani 24 Nisan 2014’te yayımlanan taziye mesajıyla verildi. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan katliama yönelik ilk kez taziye mesajı yayımladı, ancak “katliam” ve “soykırım” kelimelerini kullanmayan mesajında; “Tehcir gayri insani sonuçlar doğurdu. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir. Ne var ki, tarihi meseleleri hukuki boyutlarıyla birlikte daha iyi anlamamız, kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir. Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir” İfadelerini kullanmıştı. Bir çok kesim bu adımı olumlu bulurken Ermenistan, Erdoğan’ın “katliam” ve “soykırım” kelimelerini kullanmadan yayımladığı mesajın, inkarın bir devamı olduğunu savundu. Ancak geçtiğimiz yıl taziye mesajı yayımlayan Erdoğan’ın bu yıl ise tam aksi davranarak Ermeni soykırımının yıl dönümü olan 24 Nisan’da Çanakkale Zaferi etkinlikleri gerçekleştireceklerini açıklaması ve bu etkinliklere Ermenistan Cumhurbaşkanı’nı davet etmesi ise Türkiye’de mevcut politikanın devam ettiğinin göstergesi sayıldı. Akçam, Erdoğan’ın böyle bir etkinlik gerçekleştirmek yerine o tarihte Erivan’a gitmesi gerektiğini böylece ‘barışın kapılarının’ açılabileceğini söyledi. .a Dink ve Sevag Balıkçı cinayetlerinin hesabı öncelikli Akçam, Türkiye’nin Ermenilerle barışması için atılması gereken adımlardan birinin Türkiye Ermenilerinden, 19 Ocak 2007 yılında öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink ve Batman Kozluk’ta askerlik yaptığı sırada 24 Nisan 2011 yılında öldürülen Sevag Balıkçı cinayetlerinin çözülmesi olduğunu söylüyor. Geçmişte yaşananların devamı olarak nitelendirilen Dink ve Balıkçı cinayetlerinde henüz net bir sonuç ortaya çıkarılmazken Balıkçı ailesi de yüzleşmek için öncelikle cinayetlerin çözülmesini istiyor. w Türkiye’de 3 dönem: Susma-Konuşma-İnkar et! Taner Akçam, Ermeni Soykırımı’na ilişkin yaşananları Ermeni meselesinden ziyade ‘Türkiye meselesi‘ olarak adlandırılırken Türkiye’de Ermeni meselesini 3 dönemde ele almak gerektiğini söylüyor: “Susmak, konuşmamak ve inkar etmek! Soykırım’ın ardından Türkiye’nin en büyük tabusu olan Ermeni meselesine ilişkin susma uzun bir süre aldı. Ancak en büyük sorun konuşmak ve inkar etmek oldu. Türkiye’de Ermeni meselesinin konuşulmaya başlamasıyla birlikte inkar politikası da beraberinde geldi. Önceleri “Geçmişte de böyle kötü şeyler oldu, artık geçmişi kapatalım” düşüncesi egemenken ardından “böyle bir soykırım yaşanmadı. Türkler de katledildi” gibi fikirler yayımlamaya başlandı.” Prof. Akçam, inkar politikalarının önceleri Dersim katliamı için de geçerli olduğunu ancak zamanla Türkiye’nin bu meselenin çözümü için “gerekirse özür dileriz” açıklamalarında bulunduğunu ve aynı özürü Ermeni Soykırımı için de yapabileceğini söyledi. Kürd meselesi, Alevi meselesi gibi Ermeni meselesinin de çözülebileceğine inandığını belirten Ak- G Özcan Şahin azetemiz Yazarlarından Prof. Dr. Mithat Sancar HDP’den aday olacağını açıkladı. “Başından beri Kürdistani siyasetin diyalog içinde olması ve asgari müştereklerde bir arada durulması gerektiğini düşünüyorum. Kürd Ulusal Kongresi’nin toplanması için de adımlar atmaya ve katkı sunmaya çalışacağım” diyen Sancar, kendisinin adaylığı, HDP’nin seçim barajı karşısındaki durumu, barajı geçememesi halinde ne gibi bir tutum sergilenebileceği hakkındaki sorularımızı yanıtladı. “1991 yılında Ermeni soykırımına ilişkin suskunluk aşılmaya başlandı. Zamanla yüzleşme de başlayabilir” değerlendirmesinde bulundu. w “100 yıl sonra acele etmemize gerek yok. Artık yaşananlar daha sağlıklı bir yolla ilerlemeli” yorumunda bulunurken Ermeni halkının en büyük sorusu; ‘Türkiye yaşananları soykırım olarak kabul edip bu soykırım ile yüzleşecek mi?’ Bu konuda çalışma yapan bir çok tarihçi, araştırmacı ve ilgili ise Türkiye’nin tazminat ödememek için soykırımı kabul etmediğini savunsa da Ermeniler tazminattan önce özür beklediklerini her fırsatta dile getiriyor. w T ürkiye’nin geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma bağlamında temel açmazlarından biri olan ve hala resmi söylemde inkarı devam eden 1915 soykırımının 100. yıldönümüne kısa bir süre kaldı. İttihat ve Terakki Partisi yönetimi döneminde Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirdiği katliamda öldürülenlerin ve techir edilenlerin sayısı hala net olarak bilinmiyor. Soykırıma dair çalışmalarıyla tanınan Prof. Taner Akçam’ın verilerine göre hayatını kaybeden ve techir edilenlerin sayısı 1 milyonun üzerinde. 24 Nisan 1915’te başlayan soykırımın devamı olarak kabul edilen inkar politikaları sürerken Ermenilerin ve Türkiye halklarının en büyük merakı Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırımın 100. yılında bu yarayla yüzleşip yüzleşmeyeceğidir. Osmanlı Döneminde ‘sadık millet’ olarak adlandırılan Ermenilerin 1. Dünya Savaşı sırasında Talat Paşa’nın emriyle techire zorlandılar. O dönemde yayımlanan bildiri ile önce Ermeni aydın ve entellektüelleri gözaltına alınırken, diğerleri başta İstanbul olmak üzere Edirne, Aydın, İzmir, Mardin, Bolu, Kastamonu, Çanakkale, Kütahya, Erzurum, Sivas, Adana, Urfa gibi yaşadıkları kentlerden techire zorlandı. Soykırıma ilişkin kaynaklarda sayıları 1 milyonun üzerinde olan Ermenilerin çoğunun techir sırasında yaşamını yitirdikleri geriye kalanların da katledildikleri ifade ediliyor. Techir ve soykırımda yaşananlardan geriye kalanlara “kılıç artığı” denilirken Türkiye’de kalan bir çok Ermeni kimliğini yıllarca gizleyerek yaşamak zorunda kaldı. 24 Nisan 2015’te 100.yılını dolduracak olan katliam için Etyen Mahçupyan, HABER 16 - 22 Şubat 2015 Anketlerin barajı aşma konusunda belirsizliği devam ederken, sizin beklentiniz nedir? Anketler biraz değişik sonuçlar veriyor. Yüzde 9 gibi bir bantta gidiyor ama ben görünmeyen pek çok faktörün seçmen tercihinde rol oynayacağı kanısındayım. HDP’ye daha önce oy vermemiş insanların da oy vereceğini düşünüyorum. Bunun gerçekleşmesi için de HDP’nin aday profili ve seçim kampanyasının çok dikkatli işlenmesi gerekiyor. HDP’nin barajı yüzde 10 sınırında değil daha üstünde oy alacağını düşünüyorum. Bu bir temenni veya aday olmamın getirdiği bir propaganda hissi değil gayet gerçekçi bir düşünce. Böyle bir ihtimalle birlikte AKP’nin anayasayı değiştirebilecek çoğunluğu elde edecek olması, bunu yapabileceği anlamına gelmiyor. Çünkü karşısında güçlü bir toplumsal muhalefet olduğu zaman AKP’nin bunu yok sayma veya ekarte etme gücü olacağını da düşünmüyorum. Dolayısı ile barajı aşamamak Türkiye’de siyasi dengeleri yeniden düşünmeyi gerekli kılacak ve kısa sürede barajın düşürüldüğü yeni bir seçim tartışması başlayacaktır. Şimdiye kadarki konumların artık etkisizleştiğinin görüldüğü yeni bir siyasi tablo ortaya çıkacaktır. Muhalefet adına yürütülen tartışmaların Türkiye’ye bir şey kazandırmadığını göreceğiz ve yeni bir çoğulcu demokratik, özgürlükçü toplumsal muhalefet arayışı güçlenecektir. Seçim barajının adaletsizliği yeni parlamentonun sosyolojik meşrutiyetini sorgulatacaktır. Geçen hafta Ahmet Türk HDP’nin baraj altında kalması durumda yerel bir parlamento oluşturabileceklerin işaret etti. Bu konudaki yaklaşımınız nedir? Tabi ki HDP barajı aşamazsa kendi talepleri ve hedeflerini gerçekleştirmek için başka demokratik yollar arayacaktır ve bu meşrudur. Bu Kürdistan’a çekilmek ve HDP projesinden vazgeçmek anlamına gelmeyecektir ama yeni bir siyaset yolu geliştirme hakkı da doğacaktır. Kürd siyaseti yıllardır bu barajın düşürülmesini talep ediyor. Buna rağmen parlamentoya girdi ve çok zor şartlarda çalışarak başarılı oldu. 2011’de eşine az rastlanır bir şekilde her ilde tek tek seçmen hesaplayarak çıkabilecek en yüksek bağımsız milletvekili sayısını çıkardılar. Şimdi bütün bunları denedi ve parlamentoyu denedi bunun için adımlar attı. Buna rağmen baraj bu güne kadar baraj düşürülmediyse artık yeni bir hamle yapma hakkı vardır. Bunun sorumluları da artık bu güne kadar barajı düşürmeyenlerdir. Kürd siyasi hareketini bu barajlı seçim oyununa devam etmesini telkin edenler haksızlar ve bir kez daha düşünmeliler. HDP barajın altında kalırsa ve bundan sonra yeni adımlar atarsa bunun sorumluları bu barajı düşürmeyenlerdir. Böyle bir durum ortaya çıktığında ben demokratik bütün zeminlerde katkımı ve üzerime düşen görevi yerine getiririm. HDP demokratik bütün yolları ve imkanları kullanma hakkına sahiptir bu yolda ben de elimden gelen katkıyı sunmaya çalışırım. Eğer seçilirseniz, HDP içerisinde öncelikleriniz ne olur, nasıl bir misyon üstlenirsiniz? Benim şahsi önceliklerim HDP’nin hedefleri ile örtüşüyor. Ben Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi, Türkiye’de özerklik temelinde bir idari yapılanma olması, bütün ezilen ve mağdurların hakları için elimden geleni yapacağım. Bunun yanı sıra Çözüm Süreci’ne katkı sunmak için elimden gelen çalışmayı yürüteceğim ve Kürdistan’ın bütününde bir diyalog zeminin yerleşmesi için de çalışacağım. Ben başından beri Kürdistani siyasetin diyalog içinde olması ve asgari müştereklerde bir arada durması gerektiğini düşünüyorum. Kürd Ulusal Kongresin’in toplanması için de adımlar atmaya ve katkı sunmaya çalışacağım. Siyasi bir partinin çatısı altında olmak ‘tarafsız’ tavrınızı zorlar mı? HDP içinde farklı görüşler savunanlar oldu ve hep vardı. Bazı konularda alınan kararların gereklerine riayet etmek ile farklı görüşleri savunmak farklıdır. Bazı politikalarını eleştirenler ve tavır sergileyenler de oldu ama HDP zaten böyle bir yapıya sahipti. Elbette parti üyesi olmanın gerektirdiği bazı ahlaki yükümlülükler vardır. Ben objektiflik adına görüşlerimi kamuoyuyla paylaşmaya devam edeceğim. Sonuç itibarı ile seçilirsem sadece bir akademisyen olamayacağım, ama akademisyen kimliğim de devam edecektir. 11 Çözüm Süreci’nin yeni efsanesi BİLAL SAMBUR Hükümet sözcüleri, İmralı’dan Çözüm Süreci’ne dair daha ileri bir adım beklediklerini önceden ifade etmişlerdi. Beklenen adım, PKK’nin komple silah bırakmasından başka bir şey değildir. Ak Parti, PKK’ye silah bıraktıran parti olarak seçime girmek istemekte ve bunun üzerinden ciddi bir sonuç almayı ummaktadır. Ak Parti, seçimde 400 milletvekili elde etme hedefini önüne koymuş bulunmaktadır. Hükümetin ileri adım söylemi, Öcalan’ın önümüzdeki Newroz’da muhtemelen yeni bir silah bırakma çağrısı yapacağına dair bir beklentinin oluşmasına neden oldu. HDP Heyeti’nin İmralı’ya ziyareti heyecanla beklendi. İmralı’ya gidip döndükten sonra heyetin yaptığı açıklamada, süreçte yeni bir şey olmadığı, her şeyin rutin gittiği ve önümüzdeki günlerde dönüm noktası niteliğinde yeni bir gelişmenin beklenmemesi gerektiği ifade edildi. Çözüm Süreci’nde rutinin dışında hiçbir şey olmadığı ve İmralı’ya sadece gidip gelindiği söylenmesine rağmen, tahkim edilmiş antlaşma şeklinde yeni bir mutabakata varıldığı bazı medya organlarında özellikle yer almaya başladı. Tahkim edilmiş antlaşma söylemleri, detaylı bir şekilde Kürd hareketinin kalıcı bir şekilde silah bırakmasını anlatmaktadır. Bu durum, yeni bir şey değildir. Çözüm Süreci’nin başlamasından itibaren, değişik yazarlar tarafından gün gün örgütün ve hükümetin atacağı adımlara dair yol haritalarının yayınlandığını hatırlayalım. Ancak o yol haritalarının belirlediği takvimler çoktan aşılmış olmasına rağmen, o haritalarda denilenlerin neredeyse hiçbiri gerçekleşmemiştir. Başka bir ifade ile yol haritaları adı altında, kurgular gerçek olarak kamuoyuna empoze edilmiştir. Daha önceki tecrübeler çerçevesinde, daha önce yayınlanan yol haritalarının kamuoyundaki çözüm sürecini algısını değiştirmeye yönelik bir PR çalışmasından öte şeyler olmadıklarını söyleyebiliriz. Tahkim edilmiş antlaşma söylemlerinin, daha önceki yol haritalarıyla benzer nitelikte olup olmadığı ve aynı kaderi paylaşıp paylaşmayacağı sorusu önümüzde durmaktadır. Kürd siyasi hareketi, rutinin dışında hiçbir gelişme olmadığını söylemesine rağmen, tahkim edilmiş anlaşma şeklindeki iddianın, önümüzdeki günlerin yeni gelişmelere gebe olduğu beklentisini yaratmaya yönelik bir algı operasyonu olup olmadığı sorusunu akıllara gelmektedir. Çözüm Süreci’nin önündeki en büyük tehlike, bu sürece duyulan güvenin psikolojik alt yapısının giderek zayıflamaya başlama ihtimalidir. Çözümün hep seçimlere endekslenmesi, çözüm sürecinin seçimleri kazanmaya yönelik bir taktik olduğuna dair kanaatin toplumda oluşmasına neden olmaktadır. 7 Haziran milletvekili seçimleri öncesinde demokratikleşme konusunda hiçbir gelişmenin olmaması ve seçim barajının düşürülmesi gibi minimum demokratik standartların sağlanamaması, seçimlerde sonuç olmak için çözüm sürecinin araçsallaştırıldığı düşüncesinin kemikleşmesine yol açmaktadır. Tahkim edilmiş anlaşma gibi psikolojik nitelikli operasyonel söylemlerle, çözüm sürecinin oyalama ve vakit kazanma hamleleri olarak algılanması, toplumun demokrasi, barış, hukuk ve adalet konularındaki beklentilerinin hayal kırıklığıyla sonuçlanmasına neden olmaktadır. Psikolojik algılarla demokrasi, barış, hukuk ve adalet gerçekleşmemektedir. Aleviler ve Kürdler gibi ciddi demokratik talepleri olan kesimler, seslerini yükseltmeye başlamakta ve önemli bir sosyal hareketliliğin içine girmiş bulunmaktadırlar. Alevi kesimlerinin yapmış olduğu miting ve ders boykotları, önümüzdeki günlerde bu sosyal hareketliliğin yoğunlaşacağını göstermektedir. Barış, algı operasyonlarının yarattığı hayal kırıklıklarıyla tüketilmemeli, içi dolu demokratikleşme politikalarıyla beslenilmelidir. BasHaber SÖYLEŞİ 16 - 22 Şubat12 2015 DOSYA ‘Bu diktatörlüğü getirir’ Türkiye’de antidemokratik uygulamaların her zaman var olduğunu ifade eden Urfa Barosu eski başkanı Ali Fuat Bucak da, paketin Türkiye’yi hukuk devleti olamadan polis devleti haline getireceğini söyledi. İç Güvenlik paketinin demokrasiyi ortadan kaldıracağını savunan Bucak, “Eylem, gösteri ve yürüyüşler imkansız hale getiriliyor. Demokratik haklar ortadan kaldırılıyor. Seçim bile olsa bu yasayla birlikte ülkede bir diktatörlük olacaktır” dedi. 13 Şubat Okul boykotu eylemleri öncesinde pakette yer alan “uzaklaştırma ve koruma altında tutma” maddesince eyleme katılacak bazı isimlerin gözaltına alındığına dikkat çeken Bucak, “Eylem öncesinde ve eylem sırasında yaşananlar ileride paketin yasallaşmasıyla birlikte yaşanacakların küçük bir örneği. Eğer paket meclisten geçerse bu tür baskı ve gözaltılar sık sık yaşanacaktır” diye konuştu. getirip tüm yetkiyi kolluk kuvvetlerine veren bu paket sadece Kürdler için değil Türkiye’de yaşayan tüm halklar için büyük bir tehlikedir. Bir an önce bu paketten vazgeçilmelidir” dedi. Tüm tepkilere rağmen paketin meclisten geçmesi halinde siyasi partilerin anayasa mahkemesine başvurarak yasanın iptalini isteyebileceklerini belirten Elçi, bireylerinde bu yasayla yaşanan hak ihlallerinde bireylerin de hem anayasa mahkemesine hem de AİHM’ne başvurbileceklerini ifade etti. rg ak ur d .o “Türkiye halkları için büyük bir tehlike” İç Güvenlik Paketi’nin meclisten geçmemesi için 21 kentin baro başkanıyla birlikte Diyarbakır’da ortak açıklama yaptıklarını ve bu konudaki mücadelelerinin devam edeceğini söyleyen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, paketin Türkiye halkları için büyük bir tehlike arz ettiğini söyledi. Paketin, Türkiye’nin hukuk devleti olma hayalini ortadan kaldırdığını vurgulayan Elçi, “Paket, Türkiye’nin demokratikleşmesini, hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırıyor. Yargıyı etkisiz hale iv Hükümet memnun, siyasi partiler tepkili İnsan hak ve özgürlüklerine kısıtlama getiren pakete yönelik toplumun bir çok kesimi gibi muhalefet partileri de tepki gösterirken, Hükümet yeni yasadan memnun olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Bir çok parti yasada değişilik yapılması gerektiğini belirtirken pakete yönelik en sert açıklama HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan gelmişti. Demirtaş, yasanın gündeme geldiği ilk günlerde birbiri ardında sert açıklamalarda bulunarak rs Polise sınırsız yetki Kolluk kuvvetlerinin yetkilerini genişleten pakette , bilye ve sapan ateşli silahlar kapsamına alınırken molotof kullananlara uyarıda bulunmadan ateş etme hakkı getiriliyor. Paketin en çok tarrtışılan maddelerinden biri kolluk kuvvetlerinin “makul şüpheli” adı altında savcının izni olmadan keyfi bir şekilde arama ve sorgulama yapabilmesini sağlıyor. Ayrıca polis, evde ifade alabilecek, toplumun can güvenliğini tehdit ettiğini düşündüğü kişileri, “uzaklaştırma ve koruma altına alma” adı altında gözaltına alabilecek. Kolluk kuvvetlerinin, savcının izni olmadan gözaltına alma süresini 48 saate çıkaran pakette, toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde, slogan atma ve yüzü kapatmak suç sayılayacak. Paket slogana 6 aydan 3 yıla kadar, yüz kapatmaya ise 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası getiriyor. Vali ve kaymakamlara da emir verme yetkisi getiren ve yargıyı devre dışı bırakarak sorumluluğu kentlerin idaresine bırakan İç Güvenlik Paketi’nde vali, gerektiğinde kolluk amir ve memurlarına, suçun aydınlatılması, faillerinin bulunması için gereken acele önlemlerin alınması için doğrudan emir verebilecek. .a obanê’nin işgaline sessiz kalınmasını protesto amaçlı 6-7 Ekim 2014’te birçok kentte çıkan eylemler sonrasında gündeme gelen İç Güvenlik Paketi’ne yönelik tartışmalar devam ediyor. Meclise sunulması beklenen Paket için geçtiğimiz hafta İstanbul başta olmak üzere bir çok kentte özellikle baro başkanlarının öncülüğünde protesto eylemleri düzenlenirken, yasaya yönelik duyulan endişelerde Türkiye’nin polis devletine dönüşeceğine dair endişeler dile getiriliyor. Ekim ayında yaşanan eylemlerde 42 kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda insan yaralanmış, 2 bin 495 kişi gözaltına alınmış 700 kişi de tutuklanmıştı. Bu eylemlerin hemen ardından Hükümet İç Güvenlik Paketi adı altında 43 maddelik “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik İçin Yasa Tasarısı” hazırladı. Ocak ayında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun imzasına sunulan paket, sokak eylemlerine verilecek cezaların arttırılmasını, gözaltı ve tutuklamalar için “makul şüphe”nin yeterli sayılmasını öngören, arama, dinleme, el koyma ve savunma hakları gibi konularda özgürlükleri kısıtlıyor. Bu hafta meclise gelmesi beklenen pakete ilişkin tartışmalar sürerken toplumun bir çok kesimi ve hukukçular yasanın Türkiye’yi faili meçhul cinayetlerin yaşandığı, kolluk kuvvetlerinin şiddetinin hat safhada olduğu 90’lı yılların da gerisine götüreceğinde hem fikir. w İstanbul Barosu’ndan Av. Şule Recepoğlu da paketin anti demokratik bir uygulama olduğunu vurgulayarak, 2007 yılında aynı şekilde polise geniş yetki verildiğini ve bu yolla 80 kişinin hayatını kaybettiğini hatırlattı. Bu yasal değişiklikle birlikte iktidarın topluma sessizliği ve sindirmeyi dayattığını söyleyen Recepoğlu şöyle konuştu: “Bu yasal değişiklikle elde edilmek istenen sonuç, devletin baskısı ve otoritesine karşı sessizlik, sindirme ve gözdağı vermektir. Halkın demokratik hakkı olan eylemler için kaygı ve korku yaratmaya çalışıyorlar. Paketi toplumun güvenliği için hazırladıklarını ifade ediyorlar. Ancak hukukta toplumun güvenliği diye bir ibare yok. Aksine bireyin hak ve özgürlüklerinin gözetilmesi ve korunması var. Kamu görevlileri bireyin hak ve özgürlüklerini kısamayacağı unutulmamalıdır. Buna rağmen paket tüm bunları ön görerek bireyi yok sayıp polise sınırsız yetki ve cezasızlık getiriyor bu da faili belli cinayetleri arttıracaktır.” K Rabia Çetin w ‘Eylemler iktidarı kaygılandırdı’ DOSYA BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 13 SÖYLEŞİ Türkiye polis devleti mi oluyor? w 12 yasaya karşı gerekirse halkı sokağa çağıracaklarını söylemişti. Demirtaş daha sonra; “Dertleri Saray’ı korumak. O yüzden polise ‘çekip silahını istediğini alnından vurabilirsin’ hakkı veriyor. Bir mitingde kaşkol taktı diye polis öldürebilecek çocuklarınızı . Bu yasayı çıkarıyorlar çünkü isyan büyümüştür” açıklamalarıyla tüm vekilleri pakete karşı birleşmeye çağırmıştı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da İç Güvenlik yasasısının 12 Eylül Darbe yasasıyla aynı olduğunu belirterek, “İç güvenlik diye bir kavram mı kaldı, yasasını getiriyorsunuz 12 Eylül darbe yasalarını tahkim etmek istiyorlar” açıklamasında bulunmuştu. Hükümet kanadı ise paketi her fırsatta överek toplumun yararına olduğu mesajını veriyor. Pakete yönelik ilk açıklama Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan gelmişti. Davutoğlu, Aralık ayında Cizre’de yaşanan şiddet olaylarını ve ölümleri örnek göstererek, “Cizre, bize paketin gerekliliğini gösterdi” açıklamasında bulunmuştu. İçişleri Bakanı Efkan Ala da, İç Güvenlik paketini toplumun can ve mal güvenliğini sağlamak adına reform paketi olarak yorumlamıştı. Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat Paketle birlikte 5 bin polisin daha sahada görev yapacağı söyleyen Ala şöyle dedi: “Aslında milletimizin can ve mal güvenliğini emniyet altına alırken, aynı zamanda hak ve özgürlüklerini her türlü şiddete karşı da garanti altına alan, onları rahatlıkla kullanılmasını sağlayacak olan kapsamlı bir iç güvenlik reform paketidir bu.” Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da benzer açıklamalarda bulunarak İç Güvenlik Paketi’nin vatandaşın huzuru, güvenliği ve barış içerisinde yaşaması için hazırlandığını ve meclisin kapanmadan yasalaşacağını söyledi. Paket yasalaşmadan polis şiddeti arttı Hükümet paketi överken paket daha yasalaşmadan toplumsal gösteri ve yürüyüşlerde var olan polis şiddetinin biraz daha arttığı gözlemlendi. Geçtiğimiz günlerde Antep’te esnafın yaptığı eylemde herhangi bir olay çıkmadan polisin kitleye biber gazı sıkmasını isteyen Çevik Kuvvet Amiri C.G.G, polisi halkın üzerine iterek, “Sık lan sık” diye bağırması tartışmalara sebep oldu. Amir hakkında soruşturma başlatıldığı ve görevden uzaklaştırıldığı duyurulsa da bir çok kesim bu tür uygulamaların paketin yasalaşmasıyla birlikte artacağını ileri sürdü. Ayrıca Alevi Derneklerinin öncülüğünde zorunlu din dersine karşı 13 Şubat’ta gerçekleşen okul boykutunda İzmir ve İstanbul başta olmak üzere birçok kentte eylem yapanlara sert müdahalelerde bulunulurken bir çok kişi de gözaltına alındı. Hukukçular: Yanlıştan dönün Geçtiğimiz hafta meclise sunulması beklenen ancak son anda ertelenen pakete yönelik en sert tepki de hukukçulardan geldi. Diyarbakır, İzmir, İstanbul, Ankara başta olmaz üzere bir çok kentte barolar, hukukçular pakete karşı eylem gerçekleştirdi. Bir çok kentte paketin insan haklarını ihlal edeceği gerekçesiyle basın açıklaması düzenlenirken İstanbul’da Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Berfîn Mijdar / Dimilkî: Roşan Lezgîn / Diyarbakır: Mustafa Turan /Ankara: Salih Batırhan İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal da avukatlar adliyede oturma eylemi gerçekleştirdi. Adliyelerdeki eylemleri başlatan Özgürlükçü Hukuçular Derneği 5 Şubat’ta İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde oturma eylemi gerçekleştirdi. İç Güvenlik Paketi’ne ilişkin “Faşist yasa” tanımlamasında bulunan avukatlar, yasanın hukuk devletini ortadan kaldırdığını savundu. Daha önce de 21 kentin baro başkanı Diyarbakır’da bir araya gelerek İç Güvenlik Paketi’ne karşı yürüdü. Yürüyüşün ardından basın açıklaması yapan Baro başkanları ve avukatlar, İç Güvenlik Paketi’nin yanlış olduğunu ifade ederek hükümete, “bu yanlıştan bir an önce dönün” çağrısında bulundu. Yine İstanbul’da Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Adalet için Hukukçular Grubu, Kartal Hukukçular Derneği, Çağdaş Avukatlar Grubu Çağlayan Adliyesi’nde 2 günlük oturma eylemi gerçekleştirdi. Bu oturma eyleminde de avukatlar yasanın rejim değişikliğini amaçladığını ileri sürdü. Avukatlar iktidarı uyararak, paketin geri çekilmesini istedi. İç Güvenlik Paketi’ne karşı eylemler devam ederken paketin meclisten geçip geçmeyeceği, değişiklik yapılıp yapılmayacağı önümüzdeki günlerde belli olacak. Paket hakkında gazetemize değerlendirmede bulunan avukatlar, paketin ülkeyi karanlığa sürükleyeceği yorumunda bulundu. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, Türkiye’nin polis devletine dönüştürüleceğini ve 90’lı yıllarda yaşanan gözaltında kayıpların, işkencelerin bu paket ile yeniden yaşanacağını söyledi. İstanbul Barosu’ndan Avukat Şule Recepoğlu paket ile birlikte devlet baskısı ve otoritesine karşı topluma sessizlik ve sindirme politikalarının dayatıldığını ifade ederken, Urfa Barosu eski Başkanı Ali Fuat Bucak da yeni paketten ile birlikte Gezi olaylarında yaşanan ölümlerin zanlıları olan polislerin de faydalanacağına dikkat çekti. Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. 13 Bask ülkesi MESUT YEĞEN ETA’dan dolayı az biraz yine bilirdik ama Bask Ülkesi’ni ya da İspanya’nın ‘çoğullaşma’ deneyimini zamanın başbakanı Tansu Çiller’in ‘Bask modelini tartışmalıyız’ sözlerinin ardından tanır olduk. Tansu Çiller ettiği laftan bin pişman olup, sefil bir kirli savaşın başbakanı olmayı tercih ettiyse de Bask Ülkesi, Bask deneyimi, Türkiye’de Kürd meselesiyle uğraşan ve çoğul bir Türkiye’nin peşinde olan siyaset ve yazı erbabı için önemli bir ilham kaynağı olmaya devam etti. Bask Ülkesi gibi Kürdistan’ın da kolonyalizm felaketinden önce ‘bugünkü egemene’ tabi olmuş olması ve Basklılar gibi Kürdistanlıların da dil ve toprak birliğine sahip bir topluluk, bir millet oluşu bu ilhamı bugüne dek hep canlı tuttu. Euskal Herriko Unibertsitatea (Bask Ülkesi Üniversitesi) ve TESEV’in geçen hafta Bilbao, Vittoria ve San Sebastian’da gerçekleştirdiği “Demokratikleşme ve Barış İnşası” başlıklı panel ve toplantılar vesilesiyle Bask Ülkesi deneyimini kanlı canlı haliyle, biraz daha yakından tanıyabildim. Bask’lı siyasetçi, akademisyen ve yerel yöneticilerle yaptığımız toplantı ve sohbetlerden Bask deneyiminin bugünkü durumuna dair çok şey öğrendim. Öğrendiklerimden anladığım şu: Bask deneyimi yirmi sene önce olduğu gibi bugün de Kürd meselesiyle ilgilenenlere kıymetli şeyler anlatıyor. Bu kıymetli şeylerden bir ikisi şunlar... Bask meselesinin en önemli uzuvlarından biri olarak ETA malum silah bırakmıştı ama bugün silahlı faaliyetin tüm sonuçları ortadan kaldırılabilmiş değil. ETA silah bırakmış olmasına rağmen 500 kadar militanı cezaevinde ve Bask ülkesindeki cezaevlerine nakledilmek ve en fazla otuz yıl cezaya çarptırılmak gibi talepleri kabul edilmiş değil. ETA destekçilerinin şikayet ettiği, İspanyol hükümetlerininse pek kulak asmadığı bu durum aynı anda en az iki şey gösteriyor. İlkin, belli ki barış görüşmelerinde muhatap değişikliği önemli sorun yaratabiliyor. ETA’nın tek taraflı silahsızlanma kararı aldığında iktidarda olan Sosyalist Parti’nin yerine iktidara gelen Partido Popular anlaşılan ETA taleplerini karşılamaya hiç hevesli olmamış. İkinci olarak, belli ki silahsızlanma işinde zamanlama, momentum çok önemli. ETA galiba silahlı faaliyete verilen popüler desteğin hızla azalmakta oluşunun önemini zamanında tespit edememiş. ETA’nın silahlı faaliyetine Basklıların verdiği popüler destek istikrarlı bir biçimde azalırken hükümetlerin ETA taleplerini karşılamak için hevesli olmaması anlaşılmaz değil. Bugün görünen şu: ETA’nın silahlı faaliyete dönmesine onay veren yok ve bu durum ETA taleplerinin karşılanmasını zorlaştırıyor. Bask deneyiminin bugünkü hali eğitim ve dil meselelerinde de şaşırtıcı sonuçlara işaret ediyor. Bask ülkesinde hem eğitim hem de ikinci resmi dil olmasına rağmen Bask dili günlük hayatın, sokağın dili olamamış. Baskça bilmek yerel hükümette memur olmak için şart kılınmış, eğitim ve yayın uzun zamandır Bask dilinde yapılıyor olmakla beraber hayatın dili İspanyolca olmaya devam etmiş. Bu hal, ‘büyük ve kudretli’ kültürlerin yanı başındaki az nüfuslu ulusal toplulukların dilinin geleceğe aktarılması işinin zorluklarını gösterdiği için önemli. Kürdçenin çok büyük bir nüfus tarafından konuşuluyor oluşu Bask ve Kürdistan deneyimlerini farklı kılmakla beraber dili hayatın, sokağın dili kılmak meselesi Kürdistan için de önemli olacak, bu açık. Bask deneyiminin bir de çok iyi işlemiş bir tarafı olmuş belli ki. Katalanlar gibi Basklıların da bir kısmı selfdeterminasyon hakkının tanınmasını talep ediyor; ancak Katalanların merkezi hükümetle yaşadıkları büyük mesele mali ilişkilerle ilgili ve bu türden büyük meseleler Bask Hükümetiyle merkezi hükümet arasında yaşanmıyor. Özerklik anlaşmasına göre Bask ülkesinde vergileri Bask hükümeti topluyor ve münhasıran merkezi hükümetin ifa ettiği faaliyetlerin maliyetinin yüzde altı kadarını karşılıyor. Böylece, vergi toplama hakkına sahip olmayan Katalonya hükümetiyle merkezi hükümet mali meselelerde didişmeye devam ederken Bask ülkesinde bu önemli bir mevzu gibi görünmüyor. Bu da özerklik anlaşmalarının baştan iyi tasarlanmasının kıymetine işaret ediyor. 14 BasHaber SÖYLEŞİ 16 - 22 Şubat14 2015 DÜNYA Diyarbakır’da Kuzey-Güney buluşması Kerkük’te gizlenen ne? Berhem Alî Mustafa Turan T .o ur d ak iv rs .a w erlin’in meşhur Warschauer Caddesi’nin metro istasyonunu duvarında renga renk grafitilerle süslendiği ve adeta bir sanat eseri gibi olan Eastside galerisinden yola çıkarak bir zaman şehri Batı ve Doğu diye ayıran Oberbaum Köprüsü’nden geçiyorum. Çok geçmeden bir kumpirciye rastlıyorum. Kumpir Almanya’ya ve özellikle Berlin’e bir türlü ayak uyduramamış. Kumpir dükkanını yeni açmış Alman genç ile sohbete başlıyoruz. Bu fikri nereden aldığını sorunca adamın yüzüne geniş bir gülümseme yayılıyor: “Kürdistan’daki her yeri gezdim Amed’den Kerkük’e kadar.” Aslına bakılırsa böyle bir tepki şaşırtmamalı. Almanya’nın Kürd imajında geçen yıllardan beri ciddi ve olumlu bir değişim sözkonusu. Tarihsel olarak Almanya’nın Kürdistan Bölgesi ile ilişkileri Hristiyanmuhafazakâr partilerin bloğu olan CDU/CSU’nun eski lideri merhum Franz-Josef Strauß’nin 80’li yıllarda Mesud Barzani ile kurduğu dostane ilişkilere dayanır. Petrol teminatı hususunda Suudi Arabistan seçeneği dışında farklı arayışlar içinde olan Strauß’un daha o zamanlarda Barzani ile petrol konusunda bir anlaşmaya varmak niyetinde olduğu iddia edilir. Akabinde gündemden düşen işbirliği ihtimali 2000’lerin ortasında yeniden canlandırıldı. Kasım 2005 yılında Angela Merkel, federal seçimleri kazanmadan evvel Barzani ile biraraya gelip ilişkilerin geliştirilmesine ön ayak oldu. O dönemde Barzani ile kurulan ilişkiler bugün de devam eder ve KDP temsilcilerinin 2012 yılında Hannover’de düzenlenen CDU Kongresi’ne katılması ve uzun süre partinin savunma ve dış politika sözcülüğü yapan Friedrich Pflüger’ın kurduğu ‘Pflüger Uluslararası Danışma Şirketi’nin Kürdistan Bölgesi’ndeki faaliyetleri bunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. 2008’dan itibaren Alman Hükümeti, Bölgesel Kürdistan Yönetimi’ne geziler düzenler. 2009 yılında Erbil’de Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın bir elit akademisi olarak nitelendirdiği “Avrupa Teknoloji ve Eğitim Merkezi” (European Technology and Training Center) ve 2010 yılında (Bağdat’da ekonomi bürosunu açtıktan bir sene sonra) bir Alman Ekonomi Bürosunu (Deutsches Wirtschaftsbüro) kurar. İkincisi “Alman piyasasına Irak piyasasını bağlayan köprü işlevi” üstlenmektir. Aynı senede, Nabucco Projesi’ni daha cazip hale getirme amacıyla Hazar Denizi’ndeki ham petrol kaynaklarına ilave olarak Irak’ta bulunan kaynakların Türkiye üzerinden hatta bağlamayı öneren enerji şirketi RWE, 2010 yılında Erbil’de Bölgesel Kürdistan Yönetimi ile 20 milyon kubiklitre petrol antlaşmasına vardı. RWE’nin bu anlaşmayı Bağdat ile değil de Erbil ile imzalaması bölgede faaliyet gösteren Alman şirketlerin KBY’yi fiilen bağımsız bir ekonomik ünite olarak tanıdıklarının bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Nitekim, 2014 yılı için öngörülen referandumda Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlığı kazanıp statükoyu resmi bir seviyeye taşıyacaktı. Fakat İŞİD’e karşı savaş halindeyken adeta etnik ve mezhepsel hatlarında parçalanan Irak’ta bu karar oy kutusunda değil savaş alanında verilecekmiş gibi görünüyor. Bu bağlamda savaşın öncesinde Irak Yönetimi ile Bölgesel Kürdistan Yönetimi arasında dava konusu olan ‘Ninowa ve Kerkük ilçelerin savaş sonrasında kimde kalacağı’ sorusu özel bir öneme sahip. Erbil ile Kerkük arasında kalan, tahminen 16 milyon varil petrol ile ülkenin en büyük ham petrol havuzunu teşkil eden Kerkük sahası Bölgesel Kürdistan Yönetimi’nin içinde yer alırken, Kerkük-Ceylan petrol hatı ve onun muhitinde bulunan petrol pompaları ve rafinerileri onun dışında yer alıyor. Dolayısıyla bağımsız bir ‘Güney Kurdistan’ın’ kendi petrol kaynaklarından faydalanıp yurtdışına ihraç edebilmesi mezkur bölgenin arz ettiği alt yapısına sahip olmalı. Bu konuda özellikle petrolun Kuzey’e doğru ihraç edilme imkanını sağlayan Kerkük-Ceylan hattının tamamen KBY’nin kontrolünde olması elzemdir. Ancak hem petrol kaynaklarına hem de Kerkük-Ceyhan hattı başta olmak üzere petrol endüstrisinin alt yapısına sahip olabilecek bir Kürdistan bölgenin güç dengesini kendi lehine çevirbilecektir ve Irak’tan bağımsız ve etkili bir ekonomik aktör olabilecektir. Son olarak bu Şubatta Mesud Barzani’nin Güney Almanya’daki Münih şehrinde düzenlenen Güvenlik Konferansı’na çağrılması ve bu şekilde Irak’ın hem El Abadi’den hem Barzani tarafından temsil edilmesi Almanya Hükümeti’nin bağımsız bir Bölgesel Kürdistan Yönetimi’ni desteklemekte kararlı olduğu şeklinde yorumlanabilir. Dört sene ara verdikten sonra yine bu prestijli ve dünyanın her dört köşesinden siyasetçilerin bıraraya geldiği konferansa katılan Merkel’in Barzani ile yaptığı görüşmelerin içeriği spekülasyon konusu olsa da askeri alandaki rakamlar nettir: Güvenlik Konferansı’nın hemen öncesinde Almanya Savuma Bakanlığı tarafından yayınlanan bir rapora göre yalnız son silah ikmalinin tutarı 13 milyon Euro miktarında ve 30 Milan anti-tank silahı, 500 füzesi, 200 tanksavar (panzerfaust), 4000 G3 tüfeği ve 10.000 el bombasını kapsıyor. Kürdistan Yönetimi bugün Almanya için İŞİD’e karşı önemli bir askeri müteffiki iken, yarın önemli bir ticari ortak haline gelebilir. Buna ilaveten, Almanya’nın AB’de sahip olduğu başat rol sayesinde bu ikili ticari ilişkiler KBY’nin Avrupa piyasısına açılmasında da önemli bir rol oynabilir. Bu müstakil ticari ortaklığın ilk adımları İŞİD savaşı gölgesinde atılmaktadır. Erbil’deki Alman Ekonomik Bürosu’nun 11-13 Mayıs tarihleri arasında ev sahipliği yapacağı bir uluslararası ticari fuarı olacaktır. Fuarın ismi ise “Kuzey Irak Fuarı” değil de, “Kürdistan Fuarı” olacaktır. w B David Leopold emaslarda bulunmak için Diyarbakır’a gelen Kürdistan Parlamentosu Heyeti, Büyükşehir Belediyesi, DTK, tüm Kürd siyasi parti ve oluşumları, sivil toplum örgütleri ve işadamlarıyla görüşmeler gerçekleştirdi. Heyet üyeleri arzularının son yıllarda büyük gelişmeler kateden Kuzeyle Güney arasındaki siyasi, sosyal, ulusal ve kültürel yakınlaşmanın daha da arttırılması olduğunu belirtti. Heyet, Diyarbakır temasları ardından Suruç ve ardından da Kobanê’ye geçecek. Diyarbakır’da çeşitli temaslarda bulunduktan sonra Suruç’a ardından Kobanê’ye geçecek olan Kürdistan Parlamentosu Heyeti Diyarbakır temaslarını tamamladı. Büyükşehir Belediyesi ve DTK Eş Başkanlarıyla yaptıkları görüşmelerden sonra PAK, HAK-PAR, KADEP, PDK Bakur, PDK-T, DDKD, ÖSP ve Azadi Hareketi gibi siyasi parti ve oluşumların ardından aralarında Baro, İHD ve iş dünyasının temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Heyetin ilk durağı Büyükşehir Belediyesi oldu. Burada Eş Başkanlar Fırat Anlı ve Gültan Kışanak tarafından çiçeklerle karşılanan heyet, görüşmede ziyaret sebeplerinin, son yıllarda büyük gelişmeler kateden Kuzey ile Güney Kürdistan arasındaki siyasi, sosyal, ulusal ve kültürel yakınlaşmanın daha da artırılması olduğu belirtildi. Heyet adına konuşan Kürdistan Parlamentosu Enerji ve Doğal Kaynaklar Komisyonu Üyesi Ali Halo, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Parlamentosu, KBY Başkanı ve halkının selamlarını iletti. KBY Parlamentosu’nun bölgeyle ilişkilere önem verdiğini vurgulayan Halo, KBY Parlamentosunun özellikle Kuzey-Güney ilişkilerine büyük önem verdiğini belirterek Diyarbakır’ın HDP’li belediyeler döneminde gözle görülür bir ilerleme kaydettiğini ve bunun övgüyü hak ettiğini dile getirdi. Ortadoğu’da yeni bir sürecin başladığını belirten Halo arzularının bu süreçte Kürdlerin hep birlikte siyasi ve ulusal kazanımlar elde etmeleri olduğunu söyledi. Bazı güçlerin dolaylı veya dolaysız IŞİD’i desteklediklerini gördüklerini belirterek şöyle dedi: “Buna karşı demokrasinin kazanması için bizim Kobanê, Kerkük, Mahmur ve diğer yerlerde kazanmamız gerekmektedir. Güney Kürdistan ve Rojava’da Kürdler anti-terör cephesinin mücadele bayraktarlığını üstlenmiştir.” Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı da ‘Kürdlerin bu yüzyılda nasıl özgürlüklerini ellerine almışsa, bu çetelerin saldırılarını da boşa çıkaracaklarını söyledi. Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak da heyetin yarısının kadın olmasının Kürdlerin kadın mücadelesine ne kadar önem verdiğini gösterdiğini dile getirdi. Halo, Parlamento İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Salar Mahmûd, PDK Parlamenteri Muhamed Ali Yasin Taha, Parlamento Kadın Komisyonu Başkanı ve Sivil Toplum Komisyonu Üyesi Êvar Îbrahîm Huseyîn, Parlamento Etik Komisyonu ve Sivil Toplum Komisyonu Üyesi Necîba Latîf Ahmed, Parlamento’nun Süryani, Keldani ve Asuri Grubu üyeleri ve Belediyecilik ve rg Berlin-Erbil ilişkilerinde yeni dönem w Bir süredir YNK’ye yakın medya organlarında ilginç bir habere yer veriliyor. Ismarlama olduğu anlaşılan bu yazıların bazı siyasi çevreler tarafından teşvik edildiği oldukça açık. Durduk yerde söz konusu medya organlarında yayımlanan yazılarda hep bir ağızdan ‘’Türkiye IŞİD aracılığıyla Kerkük’ü işgal etmek istiyor’’ şeklinde haberlerin yayılması normal olabilir mi? Elbette burda mesele Türkiye’nin tavrını sorgulamak değil, Tahran’dan estiği belli olan bu haberlerin nerden çıktığına dikkat çekmek. Kerkük’ün bugünkü durumuna ve YNK’ye bağlı medya organlarının ‘’Türkiye IŞİD aracılığıyla Kerkük’ü işgal etmek istiyor’’ iddialarına gelecek olursak; Bu iddiaların tozu dumanı aralanınca aslında; Kerkük’e yerleştirilmeye çalışılan İranlı askeri yetkililerin ve Şii Bedir Tugayları Komutanı Hadi Amiri’nin öncülüğünü yaptığı Haşdi Şabi adlı silahlı grupların varlığının gizlemek için servis edildiği anlaşılıyor. Şii Milis Komutanı Hadi Amiri, YNK’nin üst düzey yetkililerinden biri olan Kerkük Valisi Necmeddin Kerim tarafından çok samimi bir şekilde karşılandı. Maalesef, YNK’li bazı yetkililer, PDK, Goran, PSDK ve diğer Kürdistanlı partilerin Kerkük’te Şii silahlı grupların varlığından duyduğu endişeyi taşımıyor. Ancak gönül rahatlığıyla söylenebilir ki; Kerkük’te IŞİD’e karşı kahramanca savaşan ve canını hiç çekinmeden feda eden YNK’li Peşmerge ve komutanlar da, Şii milislerin varlığından aynı endişeyi duyuyor. IŞİD bir kaç gün önce Kerkük’e kapsamlı bir saldırı başlattı ve aynı şekilde Peşmerge Güçleri’nin sert müdahalesiyle karşılaştı. Örgüt yaşadığı bu büyük yenilgiden sonra Kerkük ile işgal ettiği alanları bir birine bağlayan köprülerin birçoğunu havaya uçurdu. Askeri uzmanlar bu durumu, ‘’IŞİD’in en azından bundan sonra Kerkük’ü işgal etme amacıyla saldırma niyeti yok. Aksine işgal ettiği toprakları olası bir Peşmerge operasyonuna karşı korumayı hedefliyor’’ şeklinde yorumluyor. Uzmanların bu öngörüsü doğruysa eğer, IŞİD’in Kerkük’e saldırma arzusu daha önceki dönemlere nazaran azalmış demektir. Kerküklülerin deyişiyle, mevcut durumda Kerküklü Kürdler ve Kürdistan açısından asıl tehdit edici tehlikeli unsur, Haşdi Şabi adlı Şii silahlı grupların Kerkük’teki varlığıdır. Şu anda en az 50 ülkenin IŞİD yapılanmasını bitirmek için ittifak kurduğu ve bugün ya da yarın, IŞİD’in Kerkük ve çevresinde temizleneceği biliniyor. IŞİD’e yardım eden herkes de, Kerkük’ten el ayak çekip ait oldukları yerlere gitmek zorunda kalacaktır. Ne var ki, bu karışık durum içersinde, Kürd silahlı grupları dışında, Irak merkezi yönetimi tarafından desteklenen silahlı grupların Kerkük’teki varlığı, bu kentin demografik yapısını bozmaya yönelik bir senaryodur ve son bir kaç yıldır Irak eski Başbakanı Nuri el-Maliki bu senaryoyu uygulamada bir türlü başarılı olamamıştır. Şimdi bu senaryo kolayca başarı şansı elde etmiş bulunuyor ve kanımca bu güçlerin Kerkük, Duz, Celewla ve Sadiye’den çekilmesi kolay ve barışçıl yöntemlerle olmayacak. ‘Türkiye’nin Kerkük’te gözü yok’ denemez. Hepimiz hatırlıyoruz; Kürdistan’ın yaşadığı bu tecrübe öncesindeki bir kaç yıl boyunca Türkiye, Kerkük’teki Türkmenlerin konumu için KBY’ye ne tür müeyyideler, baskılar uyguluyordu. Ancak Kerkük konusunda Türkiye artık eskisi gibi değil. Şimdi Kerkük üzerinde uygulanmaya çalışılan planlar ne Ankara’nın, ne IŞİD’in, ne Kürdlerin, ne de Irak’ın işine yarıyor. Bu da Kerküklülerin, Kerküklü Kürdlerin ve Kürd güçlerinin büyük bir bölümünün ortak kaygısı ve büyük sorunu oluyor. HABER BasHaber 16 - 22 Şubat 2015 15 SÖYLEŞİ Ulaşım Komisyonu Üyesi Kemal Yelda Marqûz, Kadın Komisyonu ve İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Bahar Abdulrahman Muhammed ve Goran Hareketi Parlamenteri ve Sivil Toplum, Kültür ve Medya Komisyonu Üyesi Perwa Ali Hama’dan oluşan heyet, ardından DTK’ye geçerek burada DTK Eş Başkanları Hatip Dicle ve Selma Irmak’la görüştü. Kürdistan Parlamentosu heyetinin gelişinin mutluluk verici olduğunu belirten DTK Eş Başkanı Selma Iramak, savaş cephelerinde omuz omuza IŞİD’e karşı savaşan Kürd gençlerinin ulusal birliği müjdelediğini söyledi. Kürdler arasında fikir ayrılıklarının ulusal birliğe olumsuz etki etmemesi gerektiğini söyleyen Irmak, “Bize düşen fikir ayrılıklarının ulusal birliğe zarar vermesinin önüne geçmektir ve Kürd gençlerinin ortaya çıkardığı ruh, hem gerillanın Qendil’den Kerkük, Mahmur ve Şengal’e geçişi hem de Peşmerge’nin Kobanê’ye geçişi sırasında halkın bu geçişleri görkemli karşılaması, bu ruhun halkın günlüne nasıl işlendiğinin göstergeleridir” dedi. Heyet ertesi gün Liluz Hotel’de ilkin Kuzey Kürdistan’daki kürd siyasi parti ve oluşumları temsilcileriyle, ardından da Sivil Toplum Örgütleri ve Diyarbakır işadamları dernekleri yöneticileriyle bir araya geldi. Diyarbakır’daki temaslarını tamamlayan heyet Suruç’a geçti. Suruç’ta Çadır kentlerde kalan Kobanêli göçmenlerin durumlarını incelemesi beklenen heyetin daha sonra Kobanê’ye geçip kentin yeniden inşası için yapılması gerekenler ve bu konuda KBY’nin yapabileceği katkılarla ilgili bir rapor hazırlayıp bunu Parlamento’ya sunması bekleniyor. BasHaber’e açıklamalarda bulunan heyet üyelerinden PDK Milletvekili Muhamed Ali Yasin Taha, Kürdistan Parlamentosu’ndaki tüm tarafların sivil toplum konularından sorumlu temsilcilerinin bulunduğu bir heyetle Kuzey Kürdistan’a gelişlerinin amacının buradaki sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını yakından takip etmek ve siyasi ilişkilerin birlik temelinde daha da güçlendirilmesi için görüşmelerde bulunmak olduğunu bildirdi. Diyarbakır temaslarının ardından Kobanê’ye geçmeyi planladıklarını belirten Yasin Taha, “Kobanê, bizim için çok önemlidir. Kobanê’de birinci aşama yani kurtuluş tamamlanmıştır. Artık ikinci aşama olan Kobanê’nin yeniden inşası için ne gerekiyorsa biz elimizden geleni yapacağız. PKK ile PDK arasında herhangi bir sorun olup olmadığı yönündeki sorumuza karşılıkta Yasin Taha, medya üzerinden bir sorun olduğu algısının yaratıldığını, birkaç gün önce Kürdistan Parlamentosu Peşmerge Komitesi toplantısında KBY’de mücadele eden tüm güçlere ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla ziyaretlerde bulunulması kararı alındığını ve Peşmerge ile Gerilla’nın el ele verip birlikte savaştığını, kanlarının birbirine karıştığını, dolayısıyla PKK ile PDK arasında bir sorunun olmadığını söyledi. Sorun olması durumunda her iki tarafın bu sorunları çözme gayreti gösterebilecek birikime sahip olduğunu dile getiren Taha, Kürdistan halkını üzebilecek bir sorun olmadığını ve aslında bu konuda ‘sorun varmış algısını niye yarattığı’ sorusunun medyaya sorulması gerektiğini söyledi. 15 “Dahili ve harici bedhahlar” FERHAT KENTEL Devlet Bahçeli hazretleri Etyen Mahçupyan için “işgal artığı” demiş. Neyi kastettiğini pek anlamadım; kendisini bu memleketli; Etyen’i ve ait olduğu kavmi ise işgalci gibi mi görmeye kalkmış? Ya da “birileri memleketimizi işgal etmişti; biz onları kovaladık ama topraklarına el koyduğumuz zaten buralı olan Ermenileri arada tam anlamıyla temizleyemedik” mi demek istedi? Bu vesileyle aslında bir şeyler mi itiraf etmek istedi? Neyse, derin düşünmeye gerek yok; Devlet efendinin düşman ihtiyacını Etyen karşılamış ve arada bir de Freudçu anlamda bir lapsus kaçırıvermiş anlaşılan... Yeryüzü öfke, şiddet ve nefretle donanmış durumda. İslamofobi başta olmak üzere, diğer dinlere duyulan öfke, korku, nefret ve giderek dünya çapında büyüyen bir kutuplaşma ve bu kutuplaşmanın ulusal ya da yerel ölçekli küçük versiyonları kuşatmış durumda her yanımızı. Açık fiziksel şiddet, medyadan övünülerek gösterilen şiddet, yakaladığı silahsız insanların kafasını kameraların önünde kesince bir halt olduğunu zanneden yaratıklar; başörtülü Müslümanı gördüğü zaman kovboyluk damarı nüksedip kurşunlayan insan müsveddeleri; yakaladıkları yaban domuzunu taşlarla linç edip, zavallı hayvanın önünde sırıtarak “beni de çek beni de çek!” diye “ânı ölümsüzleştirmeye çalışan” ve nasıl tanımlanabileceğini bilemediğim zavallı yaratıklar... Kutuplaşma, Türkiye siyasal kültürünün üzerinden atamadığı, adeta doğallaşmış bir bileşeni. Türkiye’de siyaset konuşanlar, siyasallaşanlar hazırdaki kutuplaşma siperlerine ya da herkesin kendi çapına göre ürettiği kutupçuklara girip kullanıyorlar bu bileşeni. Bu kutuplaşma ve kutuplaşmaya bağlı dil Osmanlı’nın yıkılışının travmalarıyla üretildi muhtemelen. Jakoben-Kemalist rejim sonuna kadar bu dili kullandı ve sosyal mühendislik, eğitim gibi mekanizmalarla toplumun her yeni nesli bu dille sosyalleşti. Tabii ki, içinde bol bol “hainler”, “kökü dışarıdalar” vb. söylem parçaları olan bu dil darbelerle her seferinde bir kere daha hayat buldu. Ve Türkiye’de, “siyaset yapacaksan, yumruğunu masaya vuracaksın!” inanışını üreten “erkekçe” siyaset bu mantıkla işleyen dili çok güzel besledi. Yani millete “dahili ve harici hainler, bedhahlar” gösteren, “memleketin tersaneleri işgal edilmiş” retorikleri sunup, sürekli düşmanlara işaret eden bu dil bugün de başta iktidar sınıfının olmak üzere, toplumumuzun çeşitli kesimlerine hizmet vermeye devam ediyor. Aslına bakılırsa, önce “öteki” inşa edip, sonra ötekinden nefret eden ve nefreti araçsallaştıran bu dilin sahiplenilmesinde bir özgüven eksikliği yatıyor. Zaten sürekli komplolarla, komitacılıkla, yabancı güçlerle, cemaatçi yapılarla, kayırmacılıkla, paralel organizasyonlarla iktidara gelen siyasal güçler başka siyasal güçlerin de benzer şekilde iktidara gelebileceğini bildiği için kendi gücüne de güvenemiyor. Kendi içinden çıkacak olan “potansiyel hainlere” karşı, sürekli “ihanet” diliyle teyakkuz yaratıyor. Yani kendine güvenmeyen bütün gruplar, sağcısı da solcusu da, CHP’lisi de DP’lisi de, AP’lisi de, Türkiye’nin bütün kanallarını dolaşıp, izlenme rekorları kıran “Kurtlar Vadisi” dizisinin kahramanları da (yani senaryosunu yazanlar /yazdıranlar da), Samanyolu TV’de “Şefkat Tepe” dizisinin kahramanları da (yani senaryosunu yazanlar /yazdıranlar da), hepsi “ihanet”, “dış mihrak” söylemini tepe tepe kullanıyorlar. Tepeden tırnağa bütün aktörlerin bu dili kullanmasına bakınca komik, biraz da zavallı bir durum var aslında... Fakat tabii ki işin daha önemli yanı şu: biz bu tür bir dili tüketmek konusunda çok hevesliyiz; çünkü hayatın karmaşıklığını anlamaya çalışmak yerine, en kolay yoldan, kodlarımıza nakşolmuş ve kültürel sermayelerimizde mevcut olan ezberlerle bir kampa bağlanmayı tercih ediyoruz. Bu kültürden sıyrılmak kolay değil ama imkânsız da değil; ipuçlarını inşallah önümüzdeki hafta tartışmak üzere... 16 MÜZİK BasHaber SÖYLEŞİ 16 - 22 Şubat16 2015 Tarık Aslan: Def, anne karnında duyulan sestir Birsen Tezer, Erkan Oğur gibi isimlerle çalıştım. Bunu devam ettirmek için aktarmam gerektiğini düşündüm ve kurslar vermeye başladım bildiğini aktarmak insanı daha çok geliştiriyor bu yüzden ben de yaklaşık 10 yıldır kurslar ve dersler vererek bunu devam ettirmeye çalışıyorum. Sizin Def ile ilişkiniz nasıl başladı? Çocukken müzik ve halk danslarıyla ilgiliydim. Kendimi daha özgür hissedebileceğim başka bir alan bulamıyordum. Kiminin morfini namaz niyazdı benim ise müzikti. Babam tır şoförüydü ve ara sıra İran’a giderdi. Bir gün süs olarak kullanmak amacıyla İran’dan Def getirmişti. Evin duvarına asıyorduk. Ben de onu elime aldım ve bir daha bırakamadım. Yaklaşık beş altı yıl boyunca kendi kendime çalarak profesyonelliğe doğru gittim. Gruplarla çalıştım, festivallere gittim. Sezen Aksu, Def Kürdlerin kültürel bir argümanı olmasına rağmen kullanımı çok yaygın değil. Bu neden kaynaklanıyor? Yakın bir sürece kadar hep başka bir statüde bakıldı defe. Bizim toplumumuzda dini argümanlara biraz mesafeli yaklaşımlar var. Bunun da etkisi olabilir. Bunun sesinden korkanlarda oluyor. Örneğin bir söylentiye göre Viranşehir’de yakın zamanda Def çalarak gezen bir derviş uğramış ve Def çalarak geçmiş oradan köyün meydanındakiler zikre durmuş derler. İstem dışı olduğu söylenir. Çünkü aslında Defin sesi, insanın anne karnında duyduğu bir sestir. Anlam verilemiyor ama bilenene göre kan basıncını ve kalp atışını hızlandıran bir etkisi var. Bu da insanın transa geçmesine neden olabiliyor. Def sesinin insan üzerinde büyük bir etkisi oluyor. .a rs iv ak ur d .o rg kardeş olan İranlı müzik grubu Kamkars bu enstrümanı müzikte kullanmak için mahkemelere kadar giden bir süreci başlatmış ve bunun tanınmasında öncü olmuştur. Ben yaklaşık 20 yaşıma kadar Kuzeyde bu enstrümanın herhangi bir yerde kullanıldığını görmedim. Bence bu da Kürdçe ıslığın bile yasak olduğu dönemlerin yıkımından kaynaklanıyor. w Defi son yıllarda orkestralarda ve diğer müzik aletleri ile birlikte kullanılırken görüyoruz. Def kullanımının böyle yaygınlaşmasını nasıl okuyabiliriz? Def hakkında yazılı bir kaynak yok. Bu yüzden tamamen toplumun içinden çıkan bir çalgı ve genellikle tekkelerde ve dini törenlerde kullanılmış. Dini müziklerde en çok sünnet sayılan çalgı Def ve neydir. Kemençe, saz, rıbab gibi çalgılar dini ritüellere uygun görülmeyen çalgılardır. Bunu bu kalıptan çıkarıp evrensel kültüre katılımını sağlamasına vesile olanlar İran Kürdlerdir. 1990’lara kadar da bizim oralarda sadece sufiler ilahi ve kasideler okumakta kullanmıştı. Defin özellikle batıda yaygınlaşmasında en etkili olan şey Kamkars isimli İranlı müzik gurubunun mahkemeye başvurmasıyla oluyor. İran’da Def kutsal bir çalgıdır. Hepsi w Def nerelerde kullanılır. Defi diğer çalgılardan ayıran özellikler nelerdir? Def, Zerdüştiler, Ezdiler ve aynı zamanda İslamda da kullanılıyor. Ama Defi kullanan en eski kültür Şaman kültürüdür. Aynı zamanda Bendir olarak da adlandırılıyor ama o biraz daha farklıdır. Def Kürdlere has bir isimdir. Bazı bölgelerde Daff olarak da geçiyor. Daha çok dini törenlerde, cenazelerde, bayramlarda çalınıyor. Tarihsel geçmişine baktığımızda M.Ö 1000’li yıllara kadar giden bir serüveni var. İlk yapılış sebebinin Tanrı ile insanı buluşturmak olduğu söylenir. Aslen bir tekke çalgısı olmakla birlikte zikir için de kullanılmış. Birçok tanım yapılmış Def üzerine, hatta birçok jinekolog bu sesin, çocukların anne karnında duyduğu, annenin kalp atış sesine çok benzediğini söyler. Bu yüzden insan kulağının duyduğu ilk ve en eski seslerdendir. Bu yolla da nağme- den önce ritmi öğrendiğimizi söyleyebiliriz. w Laser Mario Peki, sizce Defin sesi dişil mi eril mi? Bence kadın. Çünkü erkeğin baskıcı ve dikte edici bir yapısı vardır. Gücü kontrol edebilmeli ve dengeli olabilmelisin bu da biraz daha kadının alanına giriyor. Zaten dikkat ederseniz defe talep de kadınlardan geliyor. Kadınlar defi daha çok sahipleniyor. Ama öte yandan profesyonel anlamda kullananlar daha çok erkekler. Doğu toplumlarında en çok göze çarpan, özellikle de Kürdistan’da hayatın her alanında sesine sıkça rastlanan enstrümanların başında kuşkusuz Def geliyor. Def, Kürdistan’daki hayatın, coğrafyanın, insanın insanla ve insanın doğayla olan ilişkisinin ritmini en iyi yansıtan alet olsa gerek. Cenaze törenlerinden bayramlara, düğünlerden dini törenlere hemen her aktivitede Def Kürdistan’ın vazgeçilmez sesi. Bu çalgı, Ezdi, Zerdeşti ve tasavvufi tarikat ritüellerinde önemli bir yere sahiptir. Kürdistan’ın her tarafında büyük bir kıymet gören def, Kuzey Kürdistan’da ise biraz geriye düşmüş ve daha çok duvarları süslemek üzere görünür olabilmiştir. Son zamanların en dikkat çeken Def çalarlardan biri olan Tarık Aslan da bir duvarı süsleyen defi indirip çalmaya başlayarak bu yolda yürümeye başlar. Babasının İran’dan getirdiği defi çalmaya başlayan Aslan, Sezen Aksu’dan Tara Jaf ’a, Erkan Oğur ve daha birçok sanatçının orkestra kadrosunda yer alan bir müzisyen. Yaklaşık 10 yıldır Def dersleri de veren ve birçok ünlü isimle birlikte çalışmış olan Tarık Aslan, “Defin sesi, insanın anne karnında duyduğu bir sestir. Hatta birçok jinekolog bu sesin, çocukların anne karnında duyduğu annenin kalp atış sesine çok benzediğini söyler Bu yüzden insan kulağının duyduğu ilk ve en eski seslerdendir” diyor. Aslan ile defin bilinen diğer enstrümanlardan ayrımını ve Kürd kültürü ile olan bağını konuştuk.