1 SÖYLEŞİ S08 - 09 Sayı:36 - 12 - 18 Ocak 2015 w w w .a rs iv ak Çözümde sessizlik dönemi Çözüm Süreci’nin seçimlere dayanması ile birlikte taraflar sessizlik moduna geçmeye karar verdi. Bu nedenle geçtiğimiz aydan bu yana sürece ilişkin yaşanan gelişmeler kamuoyuna yansıtılmadı. Hükümet ve KCK tarafından önerilen İzleme Heyeti’nin Mart’ta KCK yönetimi ile toplanması planlanıyor. S02 - 03 MİTHAT SANCAR HDP’nin seçimlere kendi ismi ile girmesine yönelik tartışmalar gündeme damgasını vurdu. HDP’nin seçim barajını aşamaması halinde Çözüm Süreci’nin nasıl etkileneceği ve parlamento dışı kalacak olan Kürd siyasetinin geleceği tartışılıyor. HDP yetkilileri bu konudaki tartışmalara ‘barajı aşma sorunlarının olmadığı’ ifadesiyle katılıyor. Katliamın ardından Katliam ve gerçeklik s03 MESUT YEĞEN Charlie Hebdo s05 HAKAN TAHMAZ Fırça izlerinde Dersim ve sürgün S16 basnews.com ur d Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL .o rg Rıza Topal s09 Acınızı paylaşıyoruz Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Fransa’nın başkenti Paris’te Charlie Hebdo Dergisi’ne yönelik gerçekleştirilen katliama ilişkin Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a bir başsağlığı mesajı yolladı. Barzani, “Sayın Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Charlie Hebdo Dergisi’ne yönelik gerçekleşen ve gazetecilerin yanı sıra masum vatandaşların hayatını kaybettiği terör saldırısını üzüntüyle karşılıyorum. Şahsım ve Kürd halkı adına, size, Fransa halkına ve kayıp yakınlarına başsağlığı diliyor ve bu insanlık dışı saldırıyı kınıyorum” dedi. Öte yandan Fransa’nın Erbil Konsolosluğu’nu ziyaret eden Kürdistan Bölge Parlamentosu Başkanı Yusuf Muhammed, Paris’te 12 kişinin katledildiği kanlı saldırıyı kınayarak, “Kürd halkı Fransa’nın acılarını paylaşıyor’’ mesajı verdi. 02 BasHaberSÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak 22015 MANŞET Seçim savaşı tam gaz Besê Çelik A&G - Adil Gür HDP barajı aşamazsa sıkıntı yaşanır Yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki HDP %10 seçim barajına oldukça yakın duruyor. Seçimlere 5 aylık bir süre var. HDP şayet özellikle batıda aday belirleme yöntemiyle ve bu beş aylık süreçte tabi ki Çözüm Süreci’ni nasıl olgunlaştıracağı çok önemli, fakat barajı aşamadığı zaman ne olur? Bunun yaratacağı etkinin çok olumsuz olacağını düşünüyorum. Birincisi tüm Türkiye üzerinde siyasi baskıların çoğalacağını düşünüyorum. İkincisi önümüzde yeni Meclisle yeni Anayasa gibi çok ciddi bir görev bekliyor. Bu anlamda 2015 seçimleri çok önemli, yani Türkiye uzun bir dönemdir yeni Anayasayı konuşuyor. Ve bu yeni Anayasa içerisinde en önemli konu Çözüm Süreci, Kürd sorunundaki çözümün büyük bir kısmı yeni Anayasa ile bağlantılı bu manada yapılacak bir Anayasa’da ve bu yeni Anayasa’yı da yeni Meclisin yapacağını düşünürsek Kürd siyasi hareketinden gelen bir partinin olmayışı çok ciddi sıkıntılar doğuracaktır. Elbette ki bunun sadece siyasi sonuçları olmayacaktır. Bu anlamda sokak gösterileri olabilir. Tabii ki de bunu şidetsel bir hava yaratmak için söylemiyorum. Daha seçimlere 5 ay var. Bu 5 aylık süre içerisinde sadece Kürdlerin yaşadığı veya göç ettiği yerlerde değil, Türkiye’nin her yöresinde ki seçmenlere ulaşabilir. Sadece bir bögenin partisi değil, rg .o ur d Arınç: Demirtaş baraj altında kalmakla tehdid ediyor Demirtaş’ın HDP Genel Merkezi’nde geçtiğimiz hafta basına yönelik yaptığı toplantıda bir gazetecinin, ‘’Bülent Arınç’ın yüzde 6’yı bile alamayacağınızı, ayrıca çözüm süreci ekseninde eğer HDP baraj altı kalırsa sürecin dağa taşınıcağına ilişkin endişeli değerlendirmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz sorusuna, ‘’Biz emin olun ki, Bülent Arınç’ın hevesini kursağında bırakacağız, hiç şüpheniz olmasın’’ cevabına Arınç’ın sert yanıtı gecikmedi. Arınç, “HDP, parti olarak iddiası varsa, seçime girer ve sonucuna katlanır. Selahattin Demirtaş demiş ki ‘Biz parti olarak seçime girer, yüzde 10’u aşamazsak, Türkiye karışır, çözüm süreci tehlikeye girer, PKK’nın işine yarar’ Benim buna itirazım var. Bizi tehdit ediyor, bunu kabul edemeyiz. İddiası varsa parti olarak girer, sonucuna katlanır. Yüzde 10’u aşarsanız selam durur saygı gösteririz” dedi. Arınç’ın ifadelerine ise HDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan yanıt verdi. Bu ifadelerin bir “nefret söylemi” olduğuna vurgu yapan Hasip Kaplan: “Nefret söylemi yakışmıyor. Böyle bir dili kullanmaması gerekiyordu. Çok deneyimli bir siyasetçi. Toplumu refüze eden, insanları farklılaştıran bir nefret söylemi yakışmıyor. Çünkü kendisi yöneten durumunda. HDP’nin korkusu şimdiden sarmış yüreklerini. Gümbür gümbür geleceğiz’’ diye konuştu. AKP Hükümeti bakımından sandığın artan etkisini kırmak için baraj tartışmasının bilinçli bir şekilde üretildiği iddialarına muhalefetten, “Demokraside sandık her şey değildir” kampanya yanıtına önümüzdeki 5 ay boyunca yeni tartışmaların eklenerek, seçim kampanyalarının ‘kıran kırana’ devam edeceği bekleniyor. İzleme Kurulu Kandil’e gidiyor Süreci izlemek üzere oluşturulması planlana İzleme Heyeti’nin Hükümet ve KCK tarafından önerilen 18 isimden ikisi üzerinde tartışma devam ediyor. 16 kişilik kurulun 8’i AKP, 8’i HDP’nin belirlediği isimlerden oluşuyor. Aktör Kadir İnanır’ın da AKP kontejanından kurula girdiği ancak isminin tartışmalı olduğu bildiriliyor. İzleme Heyeti’ndeki 8 kişinin Mart ayının ilk haftasında Kandil’de KCK yönetimini ziyaret etmesi planlanıyor. Şubat ayının ilk haftasında ilan edilmesi beklenen ‘demokratikleşme paketi’nin ardından 16 kişilik İzleme Heyeti’nin bir araya gelmesi ve 15 Şubat ile 25 Şubat arasında İmaralı’ya gitmesi bekleniyor. 2015’te resmileşen müzakere heyetinde yer alan MİT ve Kamu Güvenliği Müşteşarlığı (KGM) yetkilileri Öcalan ile “resmi” görüşmelere başlayacak. Sonraki aşamada resmi görüşmelere HDP Heyeti ve İzleme Heyeti üyeleri de katılacak. Bu arada yerel yönetimlerin geleceği ile ilgili de tartışmaların devam ettiği, yasanın nasıl uygulanacağı konusundaki belirsizliği aşmak üzere İmralı’da MİT ve KGM heyetlerinin 3 ayrı görüşme gerçekleştirdiği bildiriliyor. rs S ürecin seçimlere dayanması ile birlikte taraflar kamuoyu üzerinden tartışmaların tehlikelerini gözönüne alarak sessizlik moduna geçmeye karar verdi. Bu nedenle geçtiğimiz aydan bu yana sürece ilişkin yaşanan gelişmeler kamuoyuna yansıtılmadı. Geçtiğimiz ay MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve HDP İmralı heyeti arasında yapılan görüşmede kamu düzenini zorlayan YDG eylemlerine son verilmemesi halinde sürecin devam edemeyeceği Hükümet şartı olarak öne sürülmüştü. Bu görüşme ardından önce İmralı sonra da Kandil ile görüşen HDP heyeti sessiz diplomasi uygulamaya başlayarak sürece zarar verecek şekilde kamuoyu ile bilgi paylaşımını sınırladı. Öcalan’ın da YDG eylemlerinin kesilmesine ilişkin talebini dikkate alan KCK yönetiminin, otobüs yakma, kepenk kapatma gibi kamu düzenini etkileyen ve halkı rahatsız eden eylemlerin yanlış olduğu belirtilerek, Öcalan’ın belirlediği çizginin dışına çıkılmaması talimatı verdi. iv ak Çözüm’e sessizlik ve baraj damgası! .a göre belli olacak, Türkiyeli demokratın HDP’ye oy verecekleri görülürse o zaman evet parti olarak girer. Ama bu adım başarılı olmamışsa da parti olarak girmez. Aslında tartışmalar böyle sürmüyor ve ben ayıp olarak görüyorum. CHP’den akın akın HDP’ye giden seçmen yok şu and. Demirtaş Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dedi ki bu seçime dönük bir politika değildir. Bu daha uzun mesafeli bir hedefimizdir. Onun için oy oranı çok umurumuzda değil. Haklıydı ve doğruydu da söylediği. Gördük ki geleneksel Kürd oyu % 6 falan iken en fazla % 9’a çıktı. Ama daha sonra 6-8 Ekim olaylarından sonra o beyaz Türkler fabrika ayarlarına w HDP seçim barajını aşamazsa ne olur tartışmasını anlamsız buluyorum. Şu manada anlamsız. Son yerel seçimler öncesinde de oldu, vay Sırrı Süreyya Önder, ‘CHP’nin oylarını böldü’ gibi. Sürekli Kürd siyaseti üzerinde böyle bir tartışma yürütülüyor. Bir kere bunu doğru bulmuyorum. HDP’nin barajı geçip geçmeyeceği senaryolarına da yani evet belki biraz baraja yakın duruyorlar ama kesin bir şey söylemek mümkün değil. HDP Türkiyelileşmeye çalışıyor. Başarılı olup olmayacağı ayrı bir hikaye, başarılı olabilmesi içinde seçime böyle girmek istiyorlar. Seçime parti olarak girip girmeyecekleri seçime 2 ay kala o zaman ki duruma w HDP Türkiyelileşmeye çalışıyor YSK’nın Resmi Gazete’de ‘Milletvekili Genel Seçimi 7 Haziran 2015 Pazar günü yapılacak’ açıklamasının ardından, ‘Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli seçimi’ diye ifade edilen ‘kritik seçim’ için geri sayım başladı. Bir yandan Çözüm Süreci’nin nasıl bir model ile ilerleyeceği tartışması diğer yandan, ‘Yeni Türkiye’nin yeni anayasasının AKP hükümetinin, 367 milletvekili çoğunluğunu yakalama hesabına kilitlenmiş durumda. Bunun yanı sıra, YSK’nın aday olacak ‘Kamu görevlilerinin 10 Şubat 2015 Salı günü görevlerinden istifa etmeleri’ni de tarihe bağlaması, kamu görevlerini sürdüren ve yeni dönemde milletvekilliği dahil daha üst kamu görevlerine talip olacakların ajandalarında yoğun bir trafiğin yaşanmasına neden oldu. Bu trafiğe bağlı olarak kamuoyunda ‘Kürdsüz parlamento olursa ne olur?’ ve ‘Çözüm Süreci 7 Haziran’dan önce nasıl bir mecraya evrilecek’ sorularını barındaran tartışmaların Ankara kulislerinde ağırlık kazandığı gözleniyor. Çalkantılı bir ‘yeni seçim serüveni’nin kapılarının aralandığı izlenimi yaratan sürecin şoku AYM’nin bireysel başvuruları reddetmesiyle, ‘Yüzde 10 seçim barajı düşürülecek mi?’ sorusuna yanıtlar aranmadan son buldu. w Konda - Bekir Ağırdır MANŞET BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 3 SÖYLEŞİ Hakan Fidan’ın geleceği 10 Şubat ve 15 Mart gibi iki kritik tarihin de süreci hızlandırdığı bildiriliyor. Seçimlerde aday olacak devlet memurlarının 10 Şubat’a kadar istifa etmesi gerektiği için, bu tarih süreçte rol alan çok sayıda bürokratın geleceği ile çakışıyor. Özellikle MİT Başkanı Hakan Fidan’ın görevde kalıp kalmaması veya milletvekili seçildikten sonra Dışişleri Bakanı olması konusu hala belirsizliğini koruyor. Erbil’in rolü Çözüm Süreci’nin başlamasında ve sürmesinde en önemli rollerden birini üstlenen Erbil’in süreçte giderek daha da aktifleşmesi KCK içinde br kanadın muhalefetine neden olduğu da bildiriliyor. Erbil’in garantör aktör olarak süreçte kalmasını istemeyen kesimlerin son zamanlarda PDK ile PKK arasındaki çelişkileri kışkırttığı ve Erbil’i devre dışı bırakmaya çalıştığı bildiriliyor. Hükümetin ve Öcalan’ın Erbil’in rolüne önem verdiği bildirilirken, Erbil ile Kandil arasında Şengal merkezli yaşanan sıkıntının aslında süreci de baltalamaya yönelik bir girişim olduğu iddia ediliyor. Bu arada sürece resmi olarak katılacak olan KGM’nin, Erbil ve Kandil’de de KCK’lilerle görüşmesi ilk görüşmenin 21 Mart’ta Erbil’de yapılması bekleniyor. Öte yandan süreci, özellikle gerillanın çekilmesini izleme ve KCK yönetimi ile resmi görüşmeleri hızlandırmak için Kürdistan Bölge Yönetimi’nin onayı ile Erbil’de MİT’in bir ofis açtığı da bildiriliyor. 03 Bir katliam, gerçeklik ve hakikat MİTHAT SANCAR Charlie Hebdo’ya yapılan kanlı baskın ve on iki insanın acımasızca katledilmesi üzerine düşünürken, sıkça olduğu gibi yine gerçeklik ile hakikat arasındaki ilişkiye takıldım. Nedir buradaki gerçeklik, nedir bu gerçekliğin ötesine uzanan hakikat? Bu sorunun bende kestirme bir cevabı yok. Kendinden emin değerlendirmelerin sağanak gibi aktığı bir ortamda, aptalca ıslanmaktan sakınmak için, bir saçağın altına girmek iyidir. Garantisi elbette yok, ama sakince bir tefekkür sanki daha mümkün hale gelir o vakit. Böyle durumlarda en güvenilir saçaklar, edebiyat ve sinemadır benim için. Burada aklıma ilk gelenler ise, bir yazar ve iki film oldu. Yazarın adı Juan Carlos Onetti. Memleketi Uruguay. 1909’da Montevideo’da doğmuş, 1994’te Madrid’de ölmüş. 1970’lerde bir patlama yaşayan Latin Amerika edebiyatının biraz gölgede kalmış, bizde değilse de dünya edebiyat çevrelerinde “büyüklüğü” sonradan anlaşılmış yazarlarından. İlk romanı olan “El Pozo”yu 1939’da yazmış. Türkçeye “Kuyu” diye çevirebileceğimiz, Latin Amerika edebiyatının ilk modern romanı olarak nitelenen bu kısa kitap, kırkıncı doğum gününün arifesindeki bir adamın kendi iç kuyusuna bakarak yaptığı hesaplaşmayı anlatır. Romanın bir yerinde okuduğum şu pasaj, “gerçeklik” ile “hakikat” arasındaki farkı, yalın ama çarpıcı bir biçimde anlatıyor bana göre: “Denir ki, yalan söylemenin çeşitli türleri vardır; fakat bunlardan en iğrenç olanı, gerçeği, bütün gerçeği söylemek ve bunu yaparken olayların ruhunu gizlemektir. Zira olayların içi her zaman boştur; olaylar, içlerine doldurulan duyguların biçimini alan kaplardan başka bir şey değildirler.” Charlie Hebdo katliamını, olayları art arda sıralayarak anlamak çok zor. Gerçi olayları göz ardı ederek hakikati yakalamak mümkün değil, fakat sadece olaylar üzerinde durmak da hakikati gizleme gibi bir işlev görebilir. Saldırının hangi örgüt tarafından nasıl planlanıp icra edildiği, güvenlik zaaflarının bulunup bulunmadığı, varsa bunların sebepleri gibi konular “gerçeği” ortaya çıkarmak açısından şüphesiz önemlidir. Ancak bu gerçeklik ne olursa olsun, zihinleri asıl meşgul eden mesele, İslam ile hiddet ve şiddet arasındaki bağlantıdır. 11 Eylül 2001’den bu yana, bu bağlantının kaynakları konusunda iki ana tez ve tutum giderek daha fazla hakim hale geldi. Bir yanda, El Kaide’den IŞİD’e çeşitli islamcı örgütlerin “kötülüğün” sınırlarını sürekli genişleten, kendi çıtasını her seferinde daha da yükselten vahşetleri; diğer yanda Batı diye tanımlanan gücün politikalarının başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yarattığı yıkımlar. İslam fikir ve siyaset dünyasında, kötülüğün asli, hatta yegane kaynağının Batı medeniyetinin ve kültürünün özü/doğası olduğu fikri açık veya örtülü ciddi bir ağırlık kazanırken; Batı’da da kötülüğün temellerinin bizatihi İslam’ın özünde yattığına dair algı alttan alta yaygınlaşmakta. Bu özcü anlayışlar, karşı tarafı dönüşmesi/değişmesi imkansız bir kötü olarak görenlerin her iki kesimde de hızla çoğalmasına yol açıyor. Karşısında kötülüğü özünde taşıyan bir düşmanın bulunduğu inancı, öz sorgulamayı, iç hesaplaşmayı çok fazla zorlaştırıyor. Oysa yıkım ile öz yıkım arasındaki sınırların silinmekte olduğu bu kısır döngüden çıkışın en güvenilir yolu yüzleşme ve hesaplaşma şartlarının ve savunucularının her kesimde güçlenmesidir. Bu hesaplaşmanın nasıl olabileceğine dair iki etkileyici örnek olarak gördüğüm iki sinema başyapıtını hatırlatarak bitireyim. Her iki film, dünyanın Yugoslavya’dan Somali’ye ve de Türkiye’ye iç savaşlar ve katliamlarla sarsıldığı 1990’ların ilk yarısının ürünü. Biri Mathieu Kassovitz’in yönettiği Protesto (La Haine); diğeri Michael Haneke’nin yönettiği Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası (71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls)… 04 BasHaberSÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak 42015 HABER Kobanê’de zafere 4 mahalle kaldı Guwer’de çatışmalar 100 bin Peşmerge bakanlığa bağlı değil! Kürdistan Bölgesi’nde Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesi tartışılırken, halen 100 bin Peşmerge’nin, Peşmerge Bakanlığı’na bağlanmadığı ortaya çıktı. Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) Peşmerge Bakanlığı’na bağlı olmayan 100 bin Peşmergesi bulunuyor. IŞİD’le savaşın başlaması, Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesi gerektiği konusu daha çok gündeme Dr. Kerkûkî: IŞİD kaçıyor Kerkük cephesi komutanlarından Dr. Kemal Kerkukî, şehrin batısında Peşmerge’nin IŞİD ile çok yakın temasta, olduğunu, bazı yerlerde aradaki mesafenin sadece 50 metreye kadar kısaldığını belirterek 3 taraftan IŞİD’i geri püskürttüklerini söyledi. BasHaber’e konuşan Kerkukî, şehrin kuzeyi, doğusu ve batısının Perşmerge denetiminde olduğunu söyleyerek, IŞİD’in, sadece Kerkük’ün güneyinde biraz varlık gösterebildiğini, ancak planlamalarına göre kısa süre içerisinde bu taraftan da püskürtüleceklerini söyledi. Kerkukî cephedeki durum ile ilgili şöyle dedi: “Artık IŞİD rg .o ur d “Irak haritası değişmeli” Geçtiğimiz günlerde İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ile biraraya gelen Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Peşmerge’nin elde ettiği başarıları vurgulayarak Irak’ta artık haritanın değişmesi gerektiğini ifade etmişti. Barzani, “Federal hükümetin tartışmalı bölgelerdeki sorunları çözmesi için 10 yıldır sabrediyoruz. Sorun artık çözülmüştür. Bu bölgelerde Irak birlikleri vardı ve bir güvenlik boşluğu oluşmuştu. Peşmerge birlikleri bu boşluğu doldurdu” sözleriyle bağımsızlık mesajları vermişti. Barzani’nin açıklamalarının ardından IŞİD’in elinde bulunan Musul’un özgürleştirilmesi için de Peşmerge’nin yeni bir operasyona hazır olduğu açıklamaları geldi. Kobanê’nin yeniden inşası yakın Geçtiğimiz haftalarda Kobanê’nin en stratejik yeri olan Miştenur Tepesi ve Mekteba Reş denilen belediye binasının olduğu bölgenin kurtarılmasının ardından kentte işgal altında 3 mahalle kaldığı bildirildi. Peşmerge ve YPG’nin ortak saldırılarına, koalisyon güçlerinin hava bombardımanı desteği de devam ediyor. Kentte savaş devam ederken, Kobanê yönetiminden, kentin yeniden inşası için dayanışma ve yardım çağrıları geliyor. ak Yekgirtû’dan Ordu desteği Kürdistan İslami Birlik Partisi (Yekgirtû) üst düzey yöneticilerinden Selim Koyi, Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin önerisi üzerine Peşmerge’nin kurtardığı alanları ziyaret ettiklerini ve gördükleri manzara karşısında şok olduklarını söyledi. Selim Koyi, Barzani ile gerçekleştirdikleri görüşmede ayrıca teröre karşı tek yürek şeklinde mücadele etmenin önemi üzerine durduklarını dile getirerek, ”Başkan Barzani’ye Peşmerge Güçleri’nin Ulusal Ordu olarak restorasyonu için attığı adımlardan dolayı kutladık” dedi. iv Asuriler de Ulusal Ordu’da Asuri-Süryani Peşmerge Gücü Tel Skuf’ta yerleştiriliyor. Bed Nahrenyn Partisi Genel Sekreteri Romyo Hekari, Asuri-Süryani savaşçıların Peşmerge Bakanlığı bünyesinde örgütleneceğini açıkladı. Romyo Hekari, kendi güçlerinin tamamiyle Ulusal Ordu’ya dahil edileceğini ve Peşmerge Bakanlığı bünyesinde örgütlendirileceğini ifade etti. Hekari, 500 kişilik askeri birliklerinin Musul’un kuzey doğusundaki Tel Sikuf nahiyesinde yerleştirileceğini ve bu bölgenin savunmasını üstleneceğini söyledi. Bölgeye yerleşecek birliğin amacını ”Kurtarılmış alanların güvenliğini sağlamak” şeklinde ifade eden Hekari, bölgede güvenlik sağlandıktan sonra halkın geri dönmesinin önünün açılacağını belirtti. rs ağır bir şekilde cezalandırılması gerektiğini ifade etti. Eski Bakan, YNK Politbüro Sorumlusu Mele Bahtiyar’ın, Barzani’ye konu hakkında bir mektup gönderdiğini de söyledi. “Peşmerge’nin Kürdistan milletinin gücü” olduğunu ifade eden Cafer Şeyh Mustafa, YNK dahil bütün partilerin Başkan Barzani’ye, görevini yerine getirmesi için yardımcı ve destek olması gerektiğini söyledi. .a G üney Kürdistan’da Peşmerge’nin siyasi partilerin etkisinden arındırılması ve tek çatı altında toplanması için başlatılan Ulusal Ordu çalışmaları sürüyor. Geçtiğimiz günlerde Ulusal Ordu kurulması kararına itiraz eden kimi yöneticilerinin aksine YNK’den de karara destek gelmeye başladı. Peşmerge’nin tek çatı altında toplanması için yapılan Ulusal Ordu çalışmaları devam ederken, Barzani’nin bu konudaki kararına dair farklı çevrelerden destek gelmeye devam ediyor. Barzani’nin talimatından sonra Asuri Bed Nahrenyn Partisi Genel Sekreteri Romyo Hekari de, Asuri-Süryani savaşçıların Peşmerge Bakanlığı bünyesinde örgütleneceğini açıkladı. Kürdistan İslami Birlik Partisi ise bu konuda PDK ile ilkesel olarak anlaşmaya vardıklarını belirtti. Federal Kürdistan eski Peşmerge Bakanı Cafer Şeyh Mustafa ise, Başkan Mesud Barzani’nin Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesi için verdiği 7 maddelik talimatı “cesurca bir karar” olarak değerlendirdi. Eski Bakan, Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesinin kutsal bir amaç olduğunu ve bu amaca engel olanların w Ayrıca Şengal’in geleceğine dair süren tartışmalara da Şengal Peşmerge komutanlarından açıklama geldi. Şengal Komutanlarından Qasım Simêl, Şengal’in geleceğine halkın karar vereceğini söyledi. Şengal’in Peşmerge ağrılıklı güçlerin ortak operasyonuyla özgürleştirilmesi ardından Şengal’in statüsü ile ilgili başlayan tartışmalara Ezdi Peşmerge komutanlarından da tepki geldi. Ezdi Peşmerge komutanlarından Kasım Simêl, Şengal’in geleceğine Şengal halkının karar vereceğini söyledi. Simêl Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin Şengal’in IŞİD tarafından işgalinden duyduğu derin üzüntüye vurgu yaparak, “Sayın Barzani her defasında en büyük isteğinin Şengal’in kurtarılması, halkının kendi yurduna, evine barkına geri dönmesi olduğunu dile getiriyor” dedi. Simêl, Mesud Barzani ve Nêçirvan Barzani’nin Şengal Dağı’nda Şerfedin Türbesine yaptıkları ziyaretlerinin Ezdiler için çok anlamlı olduğunu ve güven aşıladığını belirterek şöyle devam etti: “Yaklaşık 4 aydır, Bölge Başkanı Barzani savaş cephelerinde Ezdilerin yerleşim yerlerinin kurtarılmasına öncülük ediyor.” Ulusal Ordu’ya destek 5 Eylül’den bu yana IŞİD işgali altında olan Kobanê’de devam eden savaşta giderek sona yaklaşılıyor. 120 gündür devam eden savaşta Kürd güçleri sokak ve mahalleleri IŞİD güçlerinin elinden kurtarıyor. Bölgeden gelen haberlere göre IŞİD sadece kentin güneyindeki mahallelerde tutunabiliyor. 13 mahallesi olan Kobanê’de şu ana kadar 9 mahalle kurtarılırken 4 mahallenin kurtarılması için mücadele devam ediyor. Kobanê’de soğuk mevsim şartlarından dolayı sivillerin de zor günler yaşadığı bildiriliyor. Dördüncü ayında devam eden Kobanê’deki savaşta Kürd güçleri başlattıkları hamle ile birlikte her gün yeni sokak ve mahalleleri kurtarıyor. IŞİD’in yoğun intihar saldırıları ve ağır silahlarla yaptığı saldırılara YPG güçleri sokak savaşları, Peşmerge güçleri ise havan topları, Grad ve Katuyşa füzeleri ile karşılık veriyor. Rojava’da Kobanê dışında Afrin’de durum sakin iken Cizire kantonunda zaman zaman YPG ile IŞİD güçleri arasında çatışmalar devam ediyor. gelmeye başlamıştı. Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, geçtiğimiz haftalarda Peşmerge Bakanlığı’na gönderdiği 7 maddelik talimatta, Peşmerge Güçleri’nin parti kurallarına göre yapılandırılmaması gerektiğini iletmişti. Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin, Barzani’nin öteden beri bu konuda girişimlerde bulunduğunu söyledi. Hüseyin, “Bu konuda sorunlar olabilir, ancak kimse Peşmerge’nin birleştirilmesinin önünde duramaz” dedi. w “Şengal, Kürdistan’dır” 1 w IŞİD’in Guwer’e yönelik saldırıları sırasında şiddetli çatışmalar yaşanırken 30 Peşmerge ve asayiş görevlisi yaşamını yitirdi. Öte yandan çok sayıda IŞİD mensubu öldürülürken IŞİD’in üst düzey komutanı yaralandı. BasNews’in güvenlik yetkililerinden aldığı bilgilere göre, Guwer cephesinde Peşmerge Güçleri ile IŞİD mensupları arasında yaşanan çatışmada 30 Peşmerge ve asayiş görevlsi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren asayiş görevlilerinin Erbil’den takviye edilen Erbil Asayiş Müdürlüğü’ne bağlı görevliler olduğu belirtildi. Peşmerge Güçleri Hazır Cephesi Kuvvetleri komutanlarından Feridun Ciwanroyi ise, IŞİD’in Guwer cephesindeki saldırısı üzerine kendilerinin de çatışmaya müdahale ettiğini belirterek, çatışmada örgütün ağır bir darbe aldığını söyledi. Ciwanroyi çatışmalarda çok sayıda IŞİD mensubunun öldürüldüğünü, örgütün üst düzey bir sorumlusunun da yaralandığını aktardı. KOBANÊ BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 5 SÖYLEŞİ kırılma yaşıyorken, Peşmerge ise tam tersi, moral açısından günden güne iyiye gidiyor. Hatırlarsınız, IŞİD, Musul’a girdiğinde ABD’nin Irak’a sattığı Musul’daki bütün ağır silahları ele geçirdi. Ama Peşmergeyle savaşında, o silahlarıyla bile Peşmerge’nin maneviyatla bütünleşmiş savaşçılığı karşısında günden güne kaçmak zorunda kalıyor. Şu an Kerkük civarında, çatışmaların yaşandığı bölgede yerleşimci bulunmamaktadır. Bu alanda yaşayanların hepsi Araptır ve bunların hepsi, IŞİD’le birlikte Peşmerge’ye karşı savaştıkları için IŞİD kaçınca onlar da kaçmak zorunda kalmışlar.” Kobanêliler dönmek için gün sayıyor Urfa’nın Suruç ilçesine yerleşen ve sayıları 200 bini bulan Kobanêliler evlerine dönmek için gün sayıyor. Kamplarda kalan Kobanêliler yaşam şartlarından memnun olmadıklarını ve kentlerine dönmek istediklerini söylüyor. Kışın bastırmasıyla birlikte yaşam şartları daha da zorlaşan Kobanêliler, Kürd güçlerinin ilerledikleri yolundaki haberlerle umutlandıklarını belirterek, “Bir saat sonra Kobanê’ye dönecekmişiz gibi bekliyoruz” diyor. Enver Müslim: Soğuk bize işlemez, başaracağız! Kobanê’deki son duruma ilişkin BasHaber’e bilgi veren Kobanê Kantonu Eşbaşkanı Enver Müslim, soğuk kış şartlarından dolayı sözlerine “Soğuk bize işlemez ne olursa olsun başaracağız” diyerek başladı. Kobanê’de savaşın halen şiddetle devam ettiğini aktaran Müslim, IŞİD’in yenilgisine rağmen hala Kobanê’yi işgal etme planından vazgeçmediğini ve bunun için destek alarak savaşmaya devam ettiğini belirterek, “Ama Kobanê’nin doğusunda ve güneydoğusundaki direnişin karşısında fazla duramıyorlar” dedi. Kurtarılmış kimi bölgelerin etrafında çatışmaların şiddetli bir şekilde sürdüğünü aktaran Müslim, Kürd güçlerinin büyük bir ilerleme kaydettiklerini ve IŞİD’in tamamen temizlenmesine ramak kaldığını belirtti. Müslim, Kobanê’de toplam 13 mahalle olduğunu ve bunlardan 9’unun Kürd güçleri tarafından kurtarıldığını 4’ünün ise her an kurtarılabileceğini kaydetti. Dünyaya yardım çağrısı Kobanê’de bulunan sivillerin durumunu değerlendiren Müslim, mevsim şartlarından kaynaklı koşulların çok zor olduğunu ve siviller için viraneye dönmüş kentte zaten ağır olan şartların soğuk havayla birlikte kat be kat arttığını söyledi. Kobanê’de mazot ve odun olmadığı için ciddi bir ısınma problemi yaşandığını belirten Müslim, “Isınma probleminden doyalı sürekli sağlık sorunları yaşanıyor. Yeterince yiyecek bulamıyoruz. İlaç konusunda çok ciddi sıkıntılarımız var. Burada çok sayıda çocuğun ayağında ayakkabısı yok” dedi. Sivillerin sayısının sürekli arttığına dikkat çeken Müslim, bu durumdan kaynaklı ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını söyledi. Müslim şöyle devam etti: “Sivillerin her konuda çok ciddi ihtiyaçları var. Bunların karşılanmaması yeni sağlık sorunları da çıkarabilir. O nedenle duyarlı olan herkese yardım çağrımızı yineliyoruz. Bu nedenle insani yardım koridoruna acilen ihtiyaç duyduğumuzu bir kez daha duyurmak istiyorum” diye konuştu. Dayanışma savaşın seyrinde etkili oldu Peşmerge, YPG ve YPJ’nin dayanışmasının savaşın seyri konusunda etkili olduğunu dile getiren Müslim, “IŞİD bu hamle karşısında sürekli geriliyor. Ve böyle devam ederse çok kısa bir süre sonra Kürd topraklarını tamamen temizleyeceğiz” dedi. Savaşın saatlik aralar dışında başından beri aynı tempoda gittiğini belirten Müslim, “IŞİD, tüm imkanları ile hala Kobanê’yi düşürmeye çalışıyor. İntihar eylemlerini daha yoğun yapmaya başladılar ve her yolu deniyorlar. Bombalı araçlarla yaptığı intihar saldırılarında ise esas amacı kentte taş üstünde taş bırakmamak ve viraneye çevirmektir. Kürd güçleri karşısında kırıldıkları için böyle yöntemlere başvuruyorlar. Bu yöntemlerle de başarıya ulaşamazlar. Başarıya ulaşacak amaç, bizim Kobanê’yi onlardan temizlememizdir” Anlaşmanın uygulanması için ENKS’yi bekliyoruz Cizîre Kantonu Yasama Meclisi Eşbaşkanı Hekim Xalo ise, Duhok Anlaşması sonrasında yaşanan sorunlarla ilgili değerlendirmelerde bulunarak, anlaşmasının ilk maddesinin yerine getirildiğini ancak ENKS içinde yaşanan sorunlardan kaynaklı sürecin ağır işlediğini söyledi. Son seçimlerde ENKS içinde bazı sorunlar çıktığı dile getiren Xalo, “TEV-DEM ise ‘bir sorun varsa bizim oluşturduğumuz yapı içinde halledilmeli’ diyerek çağrıda bulundu. Yapılan toplantıda 21 kişi hazırdı fakat 9 kişi yoktu. Biz de bundan kaynaklı eksik olan 9 kişinin de hazır olacağı bir toplantı istedik. Önümüzdeki dönemlerde herkesin katılacağı bir toplantı ile bu sorunları çözeceğiz. Hatta TEV-DEM 30 kişilik komitenin sayısının da arttırılabileceği önerisinde bulundu. Bunu oluşturmak için çok geç kaldık. Ve ENKS’nin artık çözüm için adım atması gerekiyor. Bizim için Duhok Anlaşması çok önemlidir. Biz ENKS’yi bekliyoruz” diye konuştu. Xalo, geçtiğimiz haftalarda basıldığı iddia edilen ENKS bürolarıyla ilgili bilgi sahibi olmadıklarını kaydederek, “Böyle bir şey yapılmışsa bile bu oluşumun politik tavrı değildir. Biz bunu onaylamıyoruz. Böyle bir durum varsa bunun üzerinde durup çözmeliyiz” dedi. 05 Katliamın ardından MESUT YEĞEN Paris’te gerçekleştirilen gazeteci/çizer katliamının halka halka sonuçları olacağını kestirmek güç değil. 11 Eylül’ün sonrasında olduğu gibi ülkeler işgal edilmeyecek belki ama Müslümanların Batı’yla ‘ev sahibi’ ve ‘misafir’ olarak karşılaştığı iki büyük coğrafyada, Avrupa’da ve Ortadoğu’da zaten çoktandır iyi gitmeyen şeyler muhtemelen daha da kötüye gidecek. Musibetten hayır çıkması olmayacak iş değil ama bu seferki musibet hayra vesilece olacağa benzemiyor. Fransa başta, sekülerlikle, Hrıstiyanlıkla, Batı’yla ‘misafir’ olarak karşılaştıkları Avrupa’nın pek çok yeri Müslümanlar için şimdikinden de zor yerler olacak. Avrupa’nın epey bir zamandır sevdiği içe büzüşme hali, Müslümansızlaştırılmış, göçmensizleştirilmiş Avrupa hayali büyük ihtimalle daha da büyüyecek. Ortadoğu da, başta Suriye, bugünkünden kötüye gidecek. Batı nazarında, İslamcılığı rakip bilen, kontrol altında tutan diktatörlükler, diktatörler, seküler ya da değil, kıymete binecek. Afganistan’ın ve Irak’ın işgaliyle büyüyen ve radikalleşen İslamcılığı daha da büyütmesi muhtemel İslamcılık tedibi güçlenecek. Bu da, Batı’nın mutlak kötü, Müslümanların da mutlak mağdur oldukları fikrine daha çok yer açacak Ortadoğu’da. İslam’ın, Müslümanların sekülerlikle ve Batı’yla karşılaşmasının ve iç içe geçmesinin en kadim, en otantik mekanı olarak Türkiye’nin de bu gidişattan nasibini alması kaçınılmaz görünüyor. Avrupa’da ve Ortadoğu’da muhtemelen olacak olanların Türkiye’yi etkilememesi mümkün değil ama galiba buna da gerek kalmayacak çünkü bundan önce ya da bununla beraber, Türkiye’nin kendi kadim sekülerler ve dindarlar gerilimi bu gidişattan nasiplenecek. Nasıl nasipleneceği de muamma değil. Hem bir zamandır yapılan edilen ve yazılan çizilen, hem de son birkaç günde sarf edilen sözler kadim gerilimimizin Paris’teki katliamdan nasıl nasipleneceğini gösteriyor. Taraflar şimdikinden daha kuvvetli olarak karşısındakine “Siz İslamcılar!”, “Siz islamofobikler!” demenin ötesine gidebilecek gibi görünmüyor. “Dinden, diyanetten, İslam’dan bir halt olmazla”, “Müslüman/İslamcı ‘bunu’ yapmaz, ‘bunu’ yapan Müslüman/İslamcı olamaz” vecizeleri etrafında sürecek görünüyor sekülerler dindarlar gerilimimiz. Bir zamandır zaten alevlenmiş kadim gerilimimiz belli ki daha da harlanacak Paris katliamının ardından. Ne yapmak lazım gelir peki? “Daha adil bir dünya/ Türkiye”, “daha çoğulcu bir kamusal alan”, “bir diğerimize tahammül” vb. hep söylediğimiz ‘işe yaramayan doğruları’ tekrar etmenin fayda etmediği zamanlardayız, bu belli. Bunları ikame edebilecek, bugün işe yarayabilecek bir doğru var mı, onu da bilmiyorum. İşe yarar bir doğru yok diye, işe yarar, hepimizce, ya da pek çoğumuzca adil bulunacak doğruyu buluncaya, inşa edinceye kadar boş oturmak da olmaz. Bu boş zamanlarda karşımızdaki hakkında, karşımızdaki üzerine düşünürken, kendi üzerimize, yan yana durduklarımız üzerine de düşünebiliriz. Hatta karşımızdaki hakkında, karşımızdakinden çok kendi üzerimize, yan yana durduklarımız üzerine düşünmeyi deneyebiliriz. İşe yarar doğruyu bilmiyoruz ama “sekülerler ve dindarlar, birbirimizin gözünü oymadan, nasıl bir arada yaşayacağız” sorusunun cevabını buluncaya kadar, seküler ya da dindar, her neysek onun üzerine düşünmeye çalışabiliriz. Sekülersek islamofobi, Müslüman, dindar ya da İslamcıysak İslamcılık üzerine düşünmeye başlayabiliriz. İslamcının caniliğindense İslamofobinin, sekülerin islamofobluğundansa Paris’te katliam yapan, Suriye’de kelle uçuran İslamcının caniliği üzerine düşünmeyi deneyebiliriz. Karşımızdakine küfretmek yerine yanımızda durana “saçmalama, ya da sakin ol” diyebiliriz. “Siz islamofobikler!”, “Siz İslamcılar!” kadar rahatlatıcı olmayacaktır ama bu karanlık zamanlarda bütün önerebileceğim bu. 06 SÖYLEŞİ BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 BasHaber SÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak 2015 Araştırmacı - Yazar Mehmet Bayrak: Yakın tarihimizi bilmeden yüzleşme olmaz Koruculuk sistemi Hamidiye Alayları’nın kırıntılarıdır Tüm bunlarla Kürdler, Ermeniler yüzleşmek istemiyor mu? Dolayısıyla Kürdlerin hesaplaşması ya da yüzleşmesi ya da mahkum etmesi isteniyor Hamidiye Alayları’yla. Doğru ama Hamidiye Alayları devletin milis kuvvetiydi zaten aynı korucular gibi. Biz onlarıda mahkum edeceğiz, bunun dışında haksızlık eden ne kadar Kürd Zilan’a Dersim’e gitmeden, Maraş’la Çorum’la yüzleşememişken toplumsal barış nasıl mümkün olabilir? Tüm bu katliamların soykırımların sürgünlerin olabilmesinin sebebi Kürdlerin de Alevilerin de büyük bir aldanmışlığıyla, aldatılmışlığıyla alakalı. Bunu önce böyle görmek lazım. Bir aldatılmışlık tabiri caizse ideolojik düşünsel iğfal edilmişlik artı örgütsüzlük. Darmadağın edildi bu örgütlenmeler ve özellikle Aleviler, kimliği üzerinden Alevi Kürdleri tek yanlı bir aşka mahkum oldular Cumhuriyet rejimi boyunca. Geçmişte Osmanlı‘yı tanıyorlar, bunlar göreceli olarak biz reform getiriyoruz, Şeyh-ül İslamlığı kaldırıyoruz, laikliği getiriyoruz diyerek tek yanlı bir aşka mahkum ettiler bu toplulukları ve bu mahkumiyet çok uzun süre devam etti. Bu unsurlar, devlet aygıtının gerçek ideolojisini anlayamadılar. Aleviler, Kürdlerden sonra örgütlenebildi Alevi örgütlenmesi bundan da sonra 1995’te ancak tescil edilebildi Alevi adını. Ondan önce Alevi adı rg .o da yasak, bu adla dernek kurmak yasak, örgüt kurmak yasaktı. 1993 yılında yaşanan Sivas‘taki Madımak Katliamı bu konuda bir ivme görevi yaptı. Avrupa’da da önemli bir Alevi toplumu vardı dolayısıyla ona bir tepki olarak yoğun bir örgütlenme başladı. Avrupa’da bugün bir konfederasyon tarzında dünyanın birçok ülkesinde örgütlüler ve bütün Avrupa aslında birçok açıdan da bunun öncülüğünü yaptı tabiri caiz ise ve yoğun bir sorgulamaya geçildi işte Sivas‘taki anmalar veya diğer bölgelerdeki anmalar o süreç üzerine yoğunlaşmaya başlandı ve bunlar hem kendisiyle hem devletle yüzleşmeyi getiriyor haliyle. ur d ak iv katliamları özellikle Kürd coğrafyasında iki kimlikle de resmi ideolojiye ters bir coğrafya. Zaten ülkede dikkat edilirse en büyük Alevi Kürd havzalarından biri Dersim merkezli Fırat havzası bölgesidir, bir tanesi de Maraş merkezi İç Toroslar havzasıdır ve bunlar Malatya ve Sivas üzerinde komşudur aynı zamanda, köprü görevi görüyor. Malatya ve Sivas’ın bir bölümü Fırat havzasına bağlıdır, bir bölümü İç Toroslar havzasına bağlıdır. rs İşbilikçi Kürd ağalarına ve eşrafına ihtiyaç var Niye yapılamaz? Çünkü Ankara hükümetlerinin işbirlikçi Kürdlere ihtiyacı var. Korucular yine Şark Islahat Planı’nın bir öngörüsüydü. İhtiyaç duyulması halinde milis kuvveti olarak kullanılmak üzere. Ondan dolayı ne Kemalist yönetim dönemi, ne İnönü, ne Demokrat Parti döneminde ve ne de sonraki iktidarlarda da dikkat edilirse bir toprak ve tarım reformu yapılmadı. Çünkü işbirlikçi Kürd ağalarına ve Kürd eşrafına ihtiyaç var o nedenle yapılmadı. Her defasında da yazdım, yapamazsınız. Şark Islahat Planı cevaz vermiyor. Şark Islahat Planı Mesut Yeğen’in deyimiyle‚ ‚TC’nin Kürd Anayasası’nın adıdır. Yakın dönem Alevi Resmi ideoloji öyle kurumsallaşmıştı ki; bunun bütünüyle çöktüğünü söylemek için çok çok iyimser olmak lazım. Bir kere devlet aygıtının ister karanlık de ister aydınlık de, ne dersen de bu aygıtın direnmeye çalıştığı bir gerçek. Bu son operasyonla bu aygıt kısmen güya cezalandırılmaya çalışıldı. Fakat iktidar kavgasıyla buna da tekrar perde çekildi. Dolayısıyla en kaba unsurlarının da tasfiye edildiği söylenemez. Devlet resmi ideolojisinin de bütünüyle tasfiye olduğu söylenemez. Ama bu bir süreç IŞİDir çok önemli darbe aldı. Bu konuda büyük fay kırıkları oluştu açık söylemek lazım. İşte bizim yayınladığımız belgelerle yeni yayın süreciyle bu konuda yapılan çalışmalarla büyük ölçüde darbelendi. Çok büyük ölçüde darbelendi devletin resmi ideolojisi. Ama bunun için tabi ki daha zaman var ve mücadeleyi sürdürmek gerekiyor. .a Neden? Her din kendini hakim kılmak amacıyla önceki kültürel değerleri alt üst ediyor, imha ediyor. 7. yüzyıla tarihlenen Hezarmert‘te bulunan bir Kürdçe şiirde o zaman ki Zerdüşti ve Mazdekçi Kürdlerin İslam Hilafeti tarafından nasıl aşağılandığı nasıl katledildiği anlatılıyor, daha 7 yüzyıl önce yazılmış bir şiirde. Bu Aleviliğin önceliğidir. Kızılbaş Kürdlerden önceki zümrelerden söz ediyorum, topluluklardan sözediyorum. O tarihten bu tarihe devam ediyor. Selçukluda var, Osmanlıda var biliniyor. Belki de o tarihlerde milliyet bilinci olmadığı için din üzerinden yapılıyordu bu katliamlar. Daha sonra özellikle de Abdülhamit döneminden itibaren buna aynı zamanda milliyet unsuru da eklendi. Bu sebeple Abdülhamit‘ten itibaren etnodinsel arındırma hareketi başlatıldı. Dikkat edelim Ermeni katliamı 1895-96’dır. O tarihte yine Kızılbaş Kürdlere dönük katliamlar var. Bugün yeterince bilinmiyor. Yine 19.yüzyılın başında Osmanlı Seraskeri Veziri Azam Gürcü kökenli Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa başkanlığındaki ordu, Dersim bölgesinde büyük bir katliam yapıyor, bu bilinmiyor. Bir gece çağırıyor Dersim aşiretleri reislerini görüşme amacıyla, Erzincan bağlarında bunların yüz ellisinin kellesini gece hile ile kesiyor. Aşiret reislerinden sözediyorum. 19. yüzyılın başlarında oluyor ve biz yakın tarihimizi yeterince bilmiyoruz. Bunlar yeni yeni ortaya çıkıyor. Resmi ideoloji çöktü mü? w Bir araştırmacı olarak dünyada Kürd Kızılbaşların yaşadığına benzer katliamlar var mı? Neden bu kadar nefret ediyorlar Kızılbaş Kürdlerden? Kızılbaşların taaa Selçukludan hatta İslam halifeliklerinden bu tarafa başı hoş değil zaten. Hakim dinler, hakim zihniyetler o dönemden itibaren Kızılbaşların başına gelenlerin sorumlusudur. En eski Kürd edebiyat ürünlerinin milattan 400 yıl önce başladığı biliniyor. Boraboz’dan itibaren Semavi dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte büyük bir kültürel kayıp ve baskılanma var. Biz biliyoruz ki Hilafet döneminde, Hristiyanlığın yayılma döneminde, dünyanın en büyük kütüphanesi olan İskenderiye tamamen darmadağın ediliyor. Ömer döneminde de yakılıp, yok ediliyor tamamen. varsa ki, ağırlıkla Müslüman Kürdlerden sözedilebilir o konuda. Yani devletin yedeğinde yer alan unsurlar olarak biz onları elbette mahkum edeceğiz eleştireceğiz.. 1924’de Hamidiye Alayları lağvedildi ama Mustafa Kemal, 1925 hareketi döneminde yine Hamidiye Alayları kalıntılarını Mahalli Milis Kuvvetleri adıyla topladı tekrar. Unutmayalım ki o zaman Abdulhamit nasıl ki Hamidiye Alayları‘na ihtiyaç duyduysa, ihtiyaç olunan her yerde bu unsurlara başvuruldu. Nitekim dünyanın hiçbir yerinde belki örneği yoktur bu Koruculuk sisteminin. Koruculuk sistemi Hamidiye Alayları‘nın Cumhuriyet dönemindeki devamıdır. Bunun da izleri Şark Islahat Planı’nda var. Orada bir madde var: 1925 isyanında isyancıların yanında ve içinde yer alan Kürd unsurlar çeşitli biçimlerde tasviye edilecekler, dağıtılacaklar diyorlar, nitekim ölüm 15 bin kişi, sürgünler hariç. Ve Ankara hükümetinin yanında yer alanlar ise yerlerinde kalacak ve daha da güçlendirileceklerdir. Bundan dolayı Kürdistan‘da hiçbir zaman bir toprak ve tarım reformu yapılmadı, yapılmaz. w Yeter Polat w Türk resmi tarihinin ideolojik temelleri ve Kızılbaş Kürdlüğü konulu otuzun üzerinde çalışma yapmış önemli belgelerin kamuoyuna duyurulmasını sağlamış olan Mehmet Bayrak, 1948 yılında Orta Anadolu Kürd yerleşim bölgelerinden biri olan Binboğa Dağları eteklerindeki Kayseri’nin Sarız İlçesi‘ne bağlı Dallıkavak Köyü‘nde doğmuş. Türkçe ile ilk kez ilkokulda tanışan Bayrak ortaokul ve lise eğitimini Kayseri’de yapmış. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Bölümü‘nden 1970’de mezun olmuş. Üniversiteyi bitirdikten hemen sonra yazma serüvenine atılan Mehmet Bayrak, ilk olarak 1971’de dönemin eski ve yeni kuşak sosyalistlerini biraraya getiren Gelecek Dergisi’nde başlıyor. Teyfik Fikret ve Devrim adlı ilk yazısı aynı zamanda 1973’de yayımlanan ilk kitabının da adı oluyor. 1972’den sonra daha çok Türkoloji alanında, halk edebiyatı ve Alevi-Bektaşi edebiyatı bağlamında eserler veren Bayrak, 1975’te Özgürlük Yolu Dergisi’nin çıkmasının ardından folklor ve Kürd kültürü üzerine kendi adıyla ve mahlas isimlerle araştırmalarını yayımlamayı sürdürüyor. “O dönemde TRT muhabiri olduğum için kendi ismimi daha az kullanarak yazılar yazmak durumunda kaldım” diyen Mehmet Bayrak, 1980’li yıllardan itibaren özelIikle foklor ve tarih üzerinden Kürd sorunuyla, Kürd kimliği ile ilişkilenmeye yoğun biçimde başlıyor. 1984’de Alevi önderlikli halk hareketleri ve çağdaş destanlar konulu kitabı yayımlanıyor ve kendi deyimiyle ‘Türkolojiden Kürdolojiye’ kitap boyutunda geçişi tam da bu yıllarda gerçekleşiyor. 1985’de Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri adıyla ilk inceleme antoloji çalışmasını ortaya çıkaran Bayrak, yine 1986’da ilk kez bir Alevi yazar olarak Pir Sultan Abdal Dergisi’nde yazmaya başlıyor. Bu aynı zamanda Alevi bir yazarın yazdığı ilk Pir Sultan Abdal kitabı olarak anılıyor dönemi içerisinde. O tarihten bu tarihe çok sayıda kitabı yayımlanan Mehmet Bayrak temel olarak, Alevilik, Kürdoloji, Türkoloji konularında ve ezilen cins olarak kadın konularında da kitaplar yayımlamaya devam ediyor. Çalışmalarımın düşünsel miğferi dediği konular yine, ezilen ulus Kürdler ve diger halklar, din olarak ezilen Aleviler ve diğer inançlar, ezilen sınıf olarak emek kesimi, ezilen cins olarak kadınları kapsıyor. Bu kimliklerin tümünü ilgi alanı ve yanında yer aldığı kimlikler olarak tanımlayan Mehmet Bayrak’a neden diye sorduğumuzda, “çünkü tümü yok sanan, baskılanan yada yasaklanan kimliklerdir’’ diyor. Yakın tarihini bilmeden yüzleşme olmaz Şimdi geliyorum senin o son sözüne bu yüzleşme nasıl olacak önce biz yakın tarihimizi iyi bileceğiz. Yakın tarihimizi iyi bilince bu devlet aygıtının ne kadar kirli olduğunu bir daha göreceğiz. Ne yapmak istediğini daha iyi anlayacağız. Ve gerek yerel gerek ulusal ve uluslararası platformlara bu konuları götüreceğiz, taşıyacağız. Daha yakın tarihte işte birkaç hafta önce ben İstanbul’daydım, Dersim ile ilgili bir panele katıldık, sonra bir geceye katıldık. Orada açıklanan bir belge var ama ben o belgeyi daha önce görmüştüm. Hasan Saltık’ta göstermişti. 1937-1938 katliamında biliyorsun zehirli gaz kullanılıyor. Bombalama ile başlıyor tabi 37’de, bunu ilk olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na açıklamıştı İhsan Sabri Çağlayangil. Refik Saydam katliam döneminde Sağlık Bakanı sonra Başbakan oldu, Başbakan iken 1942’de Genelkurmay‘a yazı yazıyor, yazı bugün elimizde, o belge açıklandı orda zaten. 1942’de ‚‘İnsanlara karşı Dersim‘de zehirli gaz kullanılması bir insanlık suçudur, bir doktor ve bir yönetici olarak bunu tasvip etmiyorum bu bir insanlık suçudur‘ diyor. Buna rağmen 1944’te Genelkurmay Başkanlığı mağara aramaları, eşkıya takibi konusunda bir broşür yayımlıyor. Yani Başbakan böyle diyor buna rağmen Genelkurmay 1944’te broşür yayımlıyor, elimizde var bu broşür. Belgeler var evet şimdi ne olacak? Ne oldu şimdi tüm bunları bilerek? Bu belge ile birlikte zaten açık söyleyeyim benim de katkılarımla Dersim’i Yeniden İnşa İnisiyatifi var, dernek oldu şimdi bunlar konuyu uluslararası ceza mahkemesine götürdüler. İnsan Hakları Mahkemesi‘ne götürecekler. Bu belgeler devamlı üstüste biniyor, bunlar ortaya çıkınca mahkumiyet kaçınılmazdır. Maraş Katliamı ve diğerleri çok daha yakın dönem bu konuda artık ifşaatlar başladı. Çok yakın dönem ve devlet bununla yüzleşemediği gibi, o mahalli unsurlarda bulunanlarda utanıyorlar belki, yani insan olan zaten utanır gerçekten utanması gerekir. Bir bölümü çıkarlarına halel gelmesin diye bir bölümü utancından, devlet de mahkum olacağından korktuğu için bununla yüzleşmekten imtina ediyor. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Bunu unutmayalım hiçbir zaman, gerek Kürdler gerek Aleviler eskisinden çok daha örgütlüdür. Avrupa Birliği‘ne girmeye çalışan Türkiye, Avrupa Birliği müktesebatını ve uluslararası yasaların da önemli bir bölümünü kabul etmiş durumda, dolayısıyla artık bu olay kaçınılmazdır. Yani Türkiye’deki yönetimler tüm yakın tarihiyle en azından 100 yılı baz alırsak yüzleşmek zorundadır. Çünkü Cumhuriyet, İttihat‘ın devamıdır. İttihat’tan itibaren tarihiyle yüzleşmek ve bu konuda diğer Avrupa ve dünya ülkeleri nasıl adımlar atıyorsa aynı adımları atmak ve halkıyla barışmak zorundadır. Başka bir çıkar yol yok. Şark Islahat bilinmeden ne Kürd ne de Alevi meselesi anlaşılır Cumhuriyet döneminde olup bitenleri hatırlatır mısınız? Meşrutiyet hareketiyle, Cumhuriyet’e gelinceye kadar 20 dolayında Kürd kimlikli gazete ve dergi yayınlanmış. Osmanlı döneminden söz diyorum. Keza o tarihlerde demokratik nitelikte 15 dolayında Kürd kimlikli siyasi parti ve demokratik örgüt var. Kürd Kadınları Teali Cemiyeti yada Kürd Talebe-Hevi Cemiyeti gibi gençlik örgütleri var. Durum böyleyken Cumhuriyet döneminde tümü yasaklanıyor red ve inkar dönemi başlıyor. Bunun en somut belgesi 1925 tarihinde gizlice hazırlanan Şark Islahat Planıdır. Benim ilk kez ortaya çıkardığım Şark Islahat Planı bilinmeden ne Kürd meselesini ne de Alevilik meselesini anlayabiliriz. Niçin söylüyorum bunu; 28 maddeden oluşan bu planının daha birinci maddesinde şu söyleniyor: ‘Aşağı- daki plan bütünüyle hayata geçirilinceye kadar Kürdistan’da askeri yönetim devam ettirilecektir‘ deniyor. Tedip, Tenkil, Taqtil, Tehcir, Temsil, Temdin ve Tasfiye’yi iyi bilmeliyiz, bu ne anlama geliyor? Bu demektir ki zaten planın devam eden maddelerinde: Te‘dip; askeri yöntemlerle hizaya getirme, Tenkil; cezalandırma, Taqtil; katletme, Tehcir; zorla göçettirme, Temsil; asimile etme, Temdin; medenileştirme adına Türk-İslamlaştırma ve tasfiye politikaları uygulanarak Kürd/ Alevi kimliği yok edilinceye kadar Kürdistan’da yada Kürd toplulukları arasında askeri yönetim devam ettirilecek deniliyor. Nitekim 1925’de bu plan hazırlandıktan sonra 20 yıl süreyle Umumi Müfettişlik rejimi hükümrandı bu ülkede. Röportajın tamamı basnews.com sitesinde yayımlanacaktır. 07 Ergenekoncu bir ruh var havada FERHAT KENTEL Birileri Charlie Hebdo’da çıkan karikatürleri haklı çıkaracak şekilde (ya da çıkarmak üzere) kan döküyor. Bu ilginç, fakat bilindik bir tavır. Hani “soykırım deme sakın, yoksa atalarımızın yarım bıraktığı işi tamamlarız!” diye tehdit edenlerin ürettiği mantıkla aynı. Hedefe tam da öldürülecek / nefret edilebilecek kurbanlar koyabildiği ölçüde kendi varlığını da sürdürüyor. Fransa’daki olay bizzat bu yola baş koymuş “İslamcılar” tarafından yapılmış ya da her daim hazır olan “İslamcı” taşeronlar kullanılarak tezgahlanmış bir “operasyon” olabilir. Her halükârda korkunç! Ancak hem küresel hem ulusal ölçeklerde korkunç türevleri var. Bir hatırlatma: mesela bizde, memleketi Kürdlere, Ermenilere, dincilere, AKP’cilere bırakmamaya yemin etmiş sözde “vatanperver” Ergenekoncular Hrant’ın mahkemesinde bozuk para atıyorlardı. Karşısına geçen herkese tepeden bakan, “sen!” diye hitabeden Türk mahkemesinin yargıçları, savcıları süt dökmüş kedi gibiydiler bu pervasız güçlerin karşısında. Çünkü onlardan çok daha güçlü olduğunu bildikleri çok derin bir yapılanma vardı karşılarında. Sonra Hrant’ı öldürdüler; Zirve katliamını yaptılar. Fırat’ın ötesini ise tam bir cehenneme dönüştürdüler. İşte şimdi onlar serbest kaldılar. Ve bugün Cizre’de cirit atan ve plakaları sökülmüş “akrep”lerde izlerini, sağda solda, sosyal medyada seslerini ve ürettikleri kültürü ve dili duymak hiç zor değil. Ve ne yazık ki hepimizin, bütün belaların sebebi olarak görebileceğimiz düşmanlarımız var artık. Ve ne yazık ki, böyle bir zamanda bütün toplum karşısında eşit mesafede durabilme ihtimali bile sağaltıcı olabilecek devlet-hükümet kanadından da mangalda kül bırakmayan öfke ve şimşekler yollanıyor “düşmanlara” karşı... Farkında değiller yarattıkları canavarın... Ya da farkındalar ve belki de bizzat bunu istiyorlar... Kârlı bir savaş! Ergenekoncuların en büyük başarısı bu memlekette “adam vurulabilir” duygusunu güçlü bir şekilde beslemek oldu. Bu nedenle Samsun Emniyet’inde Hrant’ı ensesinden vurmuş bir katilin eline bayrak verip kahramanlık pozları verdirdiler. Ama herkesi katil yapmak zor; bu yüzden çok daha mükemmel bir sonucu elde ettiler; herkesi birbirinden “nefret edebilir” kıvama getirdiler. Öte yandan, “İslamcı örgüt” etiketi arkasına saklanıp “terör” yapan bir takım insanlarla bir türlü nasıl ilişki kuracağını bilemeyen bir takım yazar-çizer takımı Paris saldırısı karşısında da nadide mantık oyunları sergilediler. Hem “ ‘Olay’ı Müslümanlar yapmış olamaz; bu, gizli servislerin islamofobiyi beslemek üzere tezgahladıkları bir ‘komplo’ ” dediler... Hemen akabinde de Charlie Hebdo’nun –neredeyse- bu cezayı nasıl da hak ettiğini anlattılar! “Bunlar Müslüman değil” diye anlatıp duruyorlar. Tabii ki o katiller her şeyden önce katil... Peki paralelcilerle, Gezicilerle uğraşmaktan hâlâ bıkmayıp, Türkiye’nin şehirlerini talan eden inşaat şirketlerine toz kondurmayanlar? Soma katliamında “bu kazalar işin fıtratında var; İngiltere’de de oldu” diye metin yazan danışmanlar? Müslüman kadınları kilisede çektirdiği fotoğraf yüzünden linç edenler? 700 bin liralık saat takan adam? “Bakara-makara” diye dalga geçen diğer adam? Eğer “o da değil, bu da değil” ise neden bütün bu sahtelerle mesafe koyamıyor bu “dindar” ya da bir anda “AKP’ci”ye dönüşüveren, son mahsul aparatçik “beyaz Türk” yazar-çizerkonuşur cemaati? Bu arada “solcu” cemaatte de eski defterler karıştırılmaya başlandı. 1969’un “Kanlı Pazar” olayları ve öncesindeki Necip Fazıl’ın, Mehmet Şevki Eygi’nin “ölüm çağrıları” yapan sözleri hatırlanmaya başlandı... Gene bu arada... Yeni “güvenlik paketi”ne, “makul şüphe”ye, “kamu düzeni”ne paralel olarak, Ocak ortasında Güney Kore’den 1.9 milyon adet biber gazı kartuşu ve gaz bombası Türkiye Hükümeti’ne teslim edilecekmiş! Gerçekten hem küresel hem de ulusal Ergenekonların başarısı karşısında saygı duymak lazım! BasHaberSÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak 82015 CHARLIE HEBDO çok fazla çünkü Ortadoğu’da süren savaş içerisinde insanlara moral veren tek şeyin mizah olduğunun farkındalar. Mizah muhafazakarlığın ve iktidarların her zaman karşısında olmuştur. Mizah dergileri hiçbir zaman kutsal değerlere dil uzatmamıştır. Bunu yaparken de iktidarlarında eleştirmeyi es geçmemiştir. Bu muhafazakarlık ve iktidar karşısında daha çok ses çıkarmak gerekiyor ama ne yazık ki korkunç olan şey bizzat bir başbakanı çizip eleştirmenin sizi hedef haline getireceği duruma gelmiş olmaktır. Charlie Hebdo’nun Peygamber çizimi ile Türkiye’de Tayip Erdoğan’ın rg .o ur d ak rs iv çizimleri neredeyse eş tutuluyor bu da bizde mizah ve ifade özgürlüğü açısından kaygılara neden oluyor. Erol Önderoğlu – Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Karikatüristler halkı bilgilendirme, muhakeme gücünü arttırma ve eleştirme hakları karşısında yaşanabilecek en ağır bedeli yaşamış oldular. Hiçbir demokratik toplumda, dünyanın hiçbir yerinde görmemeleri gereken bir muamele ile karşılaştılar. Bu kişilerin cezalandırılması değil toplumlarını belirli bir seviye getirmek isteyen tüm yönetimlere ve sivillere karşı yapılmış bir saldırıdır. Dolayısıyla hiç ‘ama’sız bir şekilde bu saldırıyı kınıyoruz. Bugün demokratik toplumlar bu temel hakların .a Je Suis Charlie w hedef aldığını ifade ederken, birçok açıklamada da katliam ile Peygamber karikatörleri eşitlenerek, ‘saldırının Peygamber’e hakarete’ bir yanıt olduğu vurgulanıyor. Öte yandan Fransa’daki radikal İslamcı saldırıların özellikle Avrupa’da Müslüman göçmenlere yönelik ırkçı saldırıların artmasına neden olacağı yolunda endişeler var. Avrupalı devlet yöneticileri saldırıların İslamı da hedeflediğini ifade ederek İslafobi’nin yaygınlaşmasını engelleme amaçlı retorik kullanırken, ırkçı Pediga taraftarlarının son saldırılardan sonra güçlenebilecekleri endişesi var. Almanya merkezli olarak tüm Avrupa’ya yayılan ırkçı Pediga hareketi özellikle IŞİD ve El Kaide tehdidini öne sürerek radikal İslamcıların Avrupa uygarlığını tehdit ettiği gerekçesi ile yabancı düşmanlığı yapıyor. Toplam 20 kişinin ölümüne neden olan katillerin Paris’te düzenledikleri seri saldırılarda polis tarafından düzenlenen operasyonlarda öldürülmeden önce görüştükleri gazetecilere El Kaide üyesi olduklarını ifade ettikleri bildirilirken, El Kaide’nin bildiri yayınlayarak Fransa’yı tehdit ettiği bildiriliyor. Bu arada özellikle Almanya ve İngiltere’de yeni saldırılara karşı alarm durumuna geçildiği bildiriliyor. Dünya İslam Alimleri Birliği Genel Sekreteri Ali Qeredaxî de Paris’te Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıyı “çirkef” olarak niteleyerek kınadı. Basın toplantısı düzenleyen Qeradaxî bu tür saldırıların hiç bir dine, millete ve davaya hizmet etmediğini belirterek, sadece savaş, çelişki ve çatışmaları körükleyen bu tür saldırıları hiç bir semavi dinin benimsemediğini ve saldırıyı yapanların Müslüman olmadığını söyledi. Bu arada saldırıların ardından 3 gün yas ilan edilen Fransa’da Pazar günü yapılacak olan Cumhuriyet yürüyüşü yapılacak. Çok sayıda dünya liderinin katılacağı yürüyüşte Başbakan Ahmet Davutoğlu’da yer alıyor. Katliama tepkiler Mesud Ata – Yeni Harman Mizah Dergisi Böyle bir saldırı sonucunda Avrupa’da, özellikle sağ kesimin göçmenlere karşı ırkçı yaklaşımlarını da göz önüne aldığımızda olabilecekleri önceden görebiliyoruz. Ama bizim Leman Dergisi olarak öncelikle yapmamız gereken şey bu vahşete dikkat çekmek. Bunun dışında Avrupa’da kimlik ve din ayrımı olmadan bütün Avrupalı olmayanlar da tehlike altına girmiş oluyor. Türkiye’de de uzun yıllardır dergimize ve muhalif olan, öfkesini dile getirenlere karşı hedef göstermeler saldırılar olmuştur. Bu süreçte okurlarımızın bize desteği 09 Charlie Hebdo katliamı w F ransa’nın başkenti Paris’te bulunan karikatür dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik 6 Ocak Çarşamba günü düzenlenen silahlı saldırı ve sonrasında meydana gelen ve 20 kişinin hayatını kaybettiği saldırılar dünyada geniş tepkilere yol açtı. Geçtiğimiz yıllarda Hz. Muhammed’in karikatürlerini yayımladığı için radikal İslamcılardan tehdit alan Charlie Hebdo Dergisi’ne giren El Kaide üyesi 2 saldırgan dergi çalışanlarının üzerine ateş açtı. Gazeteci ve karikatüristlerden Stéphane Charbonnier (Charb), Georges Wolinski, Jean Cabut, Bernard Maris (Bernard Amca), Bernard Verlhac (Tignous), Mustapha Ourad, Philippe Honoré (Honoré), Michel Renaud olmak üzere 12 kişinin hayatını kaybettiği 5’i ağır olmak üzere 10 kişinin de ağır yaralandığı baskında saldırganların, “Peygamberimizin intikamını alıyoruz” dedikleri öğrenildi. Fransa’yı sarsan ve dünya basının gündemine bomba gibi düşen saldırıdan 1 saat önce Charlie Hebdo, resmî Twitter hesabından IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi’yi hicveden bir karikatür yayınladığı öğrenildi. 12 kişiyi katledenlerin Cezayir asıllı Fransız vatandaşı Kouachi kardeşler olduğu ve Yemen El Kaide’sine mensup oldukları ortaya çıktı. Paris’te Charlie Hebdo’ya yönelik katliam gerçekleştiren Kouachi kardeşler, iki saldırı daha düzenleyerek, biri matbaa diğeri Yahudi marketinde çok sayıda insanı rehin aldı. Buralarda meydana gelen olaylarda biri polis, dördü rehine, üçü saldırgan 8 kişi öldü. Fransa’da karikatüristleri hedef alan katliamın en çok konuşulduğu ülkelerden biri de Türkiye oldu. Türkiye’de İslamcı basın genel olarak katliamı kınadıktan sonra “ama” ile başlayan yorumlarında Peygamber’i resmeden karikatürlerin yayınlanmasına da tepki gösterdi. Bu arada Türkiye’de İslamcı kesimin olaya ilişkin tepkileri de tartışmalara neden oluyor. Çok sayıda kişi ve kurum saldırının İslamı da CHARLIE HEBDO BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 9 SÖYLEŞİ w 08 güvence altında kalması için önlem almak sorumluluğu ile baş başa kalıyorlar. Biz yaptığımız meslek dolayısıyla hoşgörüsüzlüğün karşısında bulunuyoruz. Avrupa’da zaten çok tepkisel gelişen göçmenlik meseleleri çok daha şiddetli hareketlere neden olabilir. Orada ırkçılığın her türlüsünün karşısında duran kesimler, başlı başına ırkçı olanlar ve bu tür olaylar karşısında sokaklara dökülen on binlerce insan var. Bu tür sorunlar başlı başına toplumsal olarak gözler önünde duruyor. Fakat dünya görüşünü silah zoruyla terbiye etmeye çalışan eylemlerin faturasının da göçmenlere kesilmemesi için dikkat edilmelidir. Türkiye’de de çok az da olsa bu saldırılar karşısında tavır almak yerine ağzının suyu akan kesimler var. Bunlarla ilgili yargı makamlarının kim olduklarına bakmadan harekete geçmesi gerekiyor çünkü bu tür söylemlerin tehlikesi fazladır. Olayların hastalıklı bir seyir izlemesi istenmiyorsa yargı makamları bunun ifade özgürlüğü dışında olduğunu göstermeli ve harekete geçmelidir. Leman ve Penguen dergilerine karşı yapılan söylemler tehlikeli ve düşündürücüdür. Sefer Selvi – Evrensel Gazetesi Karikatüristi Oradaki eleştirmenler kendi dinlerini de eleştiriyordu. Ama bu örgütler kendi sıkışıklıklarını gidermek için ses getirecek bir hedef olarak Charlie Hebdo’yu seçtiler. Maksatları daha çok kendilerinden bahsettirmek ve güçlü olduğunu göstermek olduğunu düşünüyorum. Tuncay Akgün - Leman Mizah Dergisi karikatüristi Buradaki saldırıyı bizzat kendimize yapılmış olan en büyük saldırı, dolayısıyla bu saldırıyı direk bize yapılmış bir saldırı gibi hissettik ve bunun Türkiye’de yankıları olacağını düşünecek durumda da değildik. Bir yanda bunun acısını yaşarken bir yandan da ne yazık ki bunu bir baskı unsuru olarak kullanmak isteyenler oldu. Türkiye’deki kötü manzarada bu olayla birlikte kendini açığa vurmuş durumdadır. Bu saldırı Avrupa’daki sağcı ve ırkçı yaklaşımları da derinleştirecektir. Aslında bir açıdan böyle bir bakış açısı da var bu ayrışmayı büyütüp kendilerince buradan bir şey devşirmek isteyenler olacaktır. Ama bir taraftan da beklenmedik bir şekilde orada ortak bir duygu ve birliktelik de yaratabilme ihtimali de duruyor. Bu olay bir şeylerin başlangıcı gibi görünüyor. İhsan Eliaçık – Gazeteci - Yazar Bu saldırıyı yapanlar dinle hareket ettiklerini söylüyorlar ama dinde böyle bir şey yok İslam dışı buluyor ve İslam’a zarar verdiğini düşünüyorum. Kuran’da alay edilme üzerine ayetler vardır. Bunlarda alay edilen yerden uzaklaşılması gerektiği açıkça ifade edilir. İnsanlar Allah ve Kuran ile alay edebilirler bu onların kendi seviyesini gösterir. Cezasını insanlar veremez hele ki insan öldürerek bunu yapmaya çalışmak İslam’ın hiçbir yerinde yazmaz. Eğer gerçekten Allaha inansaydılar gözlerini kırpmadan öldüremezlerdi bunların Allaha inancı yok. Bu olay Avrupa’daki ırkçı ve İslamafobik tutum ve eylemlere neden olabilir. Bugün Avrupa’nın bazı yerlerinde Kuranlar yırtıldı ve camilere saldırılar gerçekleşti. Bu giderek büyüyebilir fakat yapılması gereken bunlara ilk başta karşı çıkmaktır. Olayla ilgili görüşler belirtilirken kullanılan ifadelerde genlikle “ama” kelimesi kullanılıyor bunun altında evrensel adalet ilklerinden ziyade, mahalle, din, grup ve parti ölçülerini baz almaları yatıyor. Bizden mi, değil mi diye bakıyorlar ve ikircikli cümleler kuruyorlar. Bu sadece bizde değil, Avrupa’da da var. Boko Haram örgütü 2000 kişiyi öldürdü ve Avrupa aynı şiddetli açıklamaları yapmadı. Bu ama – fakatçılık herkeste var. Öldürme olayını duyar duymaz gözümüz kapalı buna itiraz etmek zorundayız yoksa “ama”lı fakatlı cümlelerle kimse bir yere varamaz. Hayko Bağdat – Gazeteci Yazar Bu eylem fikir ve düşünce dünyasına ve aynı zamanda kaleme yapılmış bir saldırıdır. Memleketimizde de bu tür saldırılara çok alışığız. Çok değişik kesimlerden insanlar buna benzer eylemlerden hayatını kaybetti. İlginç olan şeylerden biri Avrupa’da yükselen ırkçılık ve islamafobinin dindirilmeye çalışıldığı bir döneme denk gelmesidir. Almanya’da ırkçı bir yürüyüş yapılacaktı ama üç katı insan sokağa çıkıp ırkçılara karşı yürüyüş yaptı. Hem IŞİD’le beraber dünyaya servis edilen görüntülerin hem de mültecilerin Avrupa’da yarattığı varsayılan sorunların sonucu olarak yükselen ırkçılığın artık elle tutulur hale geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu gelişmeler Türkiye açısından da çok önemlidir. Türkiye son dönemdeki Süriye politikaları nedeniyle marjinal cihatçı örgütlere destek olmakla itham edilen bir ülke özellikle Türkiye’nin IŞİD ve El Nusra’ya katılımlarda bir koridor olarak kullanıldığı biliniyor. Aynı zamanda Kobanê direnişi sırasında Kürdlere destek vermemekle itham edildi. Bu açıdan Türkiye’nin de Avrupa’daki ülkelere karşı ciddi bir sınav vereceği bir dönemle karşı karşıyayız. Siyasetçilerin bu olaya karşı sergileyeceği tutum çok önemlidir. HAKAN TAHMAZ Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya saldırı düzenleyip 12 kişiyi öldüren saldırganların kimlikleri tartışılıyor. Hiç kuşku yok ki, iki yıl önce 3 Kürd kadının öldürülmesi olayında olduğu gibi bir süre sonra birkaç sanık hakim karşısına çıkarılacak. Ama tetiği çektiren gizli el, istihbarat örgütlerinin ve devlet erkanın arşivinde yer alacağından emin olabiliriz. Bu katliamla kim, kime, neden ve ne mesaj verdi sorularının yanıtları gizli kalmaya devan edecek. Bu soruların yanıtları bulunmaya başlandığında Fransa’nın nereye doğru sürüklendiği görülecektir. Ya da katliamla sadece Fransa’ya mesaj verilmek istenmediği anlaşılacaktır. Irak savaşı sonrasında artan bu türde İslami terör eylemlerinin kolayca Avrupa’nın, Paris’in merkezinde gerçekleştirilmiş olmasından bütün Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’nin de çıkarması gereken sonuçlar var. Görüldü ki, hiç bir ülke güvenli değil. Türkiye ile bu türden eylemler yapan örgüt veya grupların isimleri son yıllarda çok fazla birlikte alınıyor. Türkiye, dış politikasını masaya yatırmak durumunda. Özellikle Ortadoğu’ya mezhepçi yaklaşımını, Suriye savaşı ve IŞİD politikası konusunda Avrupa kamuoyunun derin kuşkularını gidermeye dönük açılımlara gidilmesi kaçınılmaz olmuştur. Bütün uzmanların katliamın büyük bir profesyonelce gerçekleşmiş olduğuna dikkat çekmeleri tetikçilerin ardında güçlü istihbarat örgütüne sahip bir ülkenin olması olasılığını güçlendirmektedir. Charlie Hebdo dergisinin genel yayın yönetmeni Stephane Charbonnier’in uzun süredir tehdit edildiği ve bu nedenle dergi ofisinin koruma altında olduğu ve dergi yayın kurulu toplantısı sırasında bu eylemin gerçekleşmiş bilgileri hesaba katıldığında eylemin her hangi bir örgütün/grubun uluslararası bir destek almadan yapabilmesinin mümkün olmadığı daha iyi anlaşılır. Eylemi kim, hangi örgüt yapmış olursa olsun eylemciler bir büyük planın uygulayıcıları ve küresel bir mesajın taşıyıcıları olma ihtimali çok güçlü. Tetikçiler çoğu kez büyük bir oyunun parçası olduklarının farkında olmadan katliamları geliştirirler ve sonuçları hesaplanandan çok daha büyük olur. Bu katliamın her şeyden önce iki büyük sonucu olacak. Birincisi, Avrupa’da İslamofobi ve ırkçılık güçlenmeye hızla devam edecek. Bu islamlofaşizmi besleyecek. İkincisi ise, 11 Eylül ikiz kule saldırıları sonrasında olduğu gibi kendini güvende hissetmeyenler özgürlükleri kısıtlayıcı güvenlikleri artırıcı önlemler ve politikalar geliştirecekler. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, katliamın hemen ertesi günü Fransa parlamentosunun iki kanadını ve grubu bulunan partileri liderlerini toplantıya çağırarak ülkeye teröre karşı birlik mesajı verdi ve alınması gereken önlemleri görüştü. Bu benzer katliamlar sonrasında gördüklerimizin aynısı. Küresel güçler sadece tetiği çekenlerin peşine düşmek ve özgürlükleri sınırlama gitmek yerine Rakel Dink’ın Hrant’ı uğurlama töreninde söylediği gibi “bir çocuktan katil yaratan sistemi sorgulamaya” yönelse dünya daha güvenli, daha fazla yaşanabilir olacaktır. Yirmili yaşlardaki katillerin yeşerdiği toplumsal, kültürel ve sosyal gerçekliğe dokunmadan alınacak güvenlikçi önlemlerin bir işe yaramadığı gerçeği ortada dururken özgürlüklerin daha fazla budanması dün olduğu gibi bu günde beyhude bir çaba olacaktır. Türkiye Sivas katliamında Türkiye’nin entelektüel ve sanatçı insanlarının yok edilmesini sorgulayarak kültürel, sosyal gerçeklerle yüzleşmeye başlayabilir. Dünya, Irak’ın işgal yıllarında Felluce katliamın, boğazları kesilen şoförlerin, Şengal’de kadınlara yapılan zulmün video görüntülerini ve Rojava’daki savaşı film izler gibi izlemekle yüzleşerek başlayabilir. Bütün bunları dünyayı nasıl vahşet alanına dönüştürdüğü görülmek zorunda. Son on yıldır Ortadoğu’ya yaşatılanlarla yüzleşmede dünya artık hiç kimse için güvenilir değil. Güvenli devlet efsanesinin sonuna gelindi. Bütün insanlık tehdit altında. 10 HABER BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 BasHaber Paris’in yolları Ankara’ya çıkıyor Güvenlik Paketi Güvensizlik tartışması HRW: İnsan haklarını çiğniyor Polisin görev ve yetki sınırlarını genişleten ve kişi hak ve özgürlüklerinde kısıtlama getirdiği gerekçesiyle eleştirilen İç Güvenlik Paketinin onaylanması halinde muhalefet, “Polis devleti oluyoruz” diye tepki gösterirken insan Hakları İzleme Örgütü (HRW) yaptığı açıklamada yasa tasarısı için “İç Güvenlik Yasa tasarısı insan haklarını çiğniyor” uyarısında bulundu. Bilye ve sapan silah kapsamına alınıyor Toplumun birçok kesiminin ve siyasi partilerin tepki gösterdiği ve özellikle Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde son 1 ayda yaşanan şiddet olayla- Kobanê Yasa tasarısının ilk “sanal” ürünü: gazeteciye gözaltı gencinin sınırında çekilmiş “Makul şüpheli” yasası ve İç Güvenlik Paketi’nde bulunan “Sanal ortamda nefret ve teröre çağrı da artık suç sayılacak” ibaresinin ilk ürünü olarak Hollandalı Gazeteci Frederike Geerdink gözaltına alındı. Frederike Geerdink, terörle mücadele polisi tarafından Diyarba- kır’daki evinden gözaltına alındıktan yaklaşık üç saat sonra salıverildi. Geerdink’in gözaltına alınma sebebi ise yasada belirtilen nefret ve teröre çağrı olarak gösterildi. Emniyet tarafından gözaltı sebebine ilişkin açıklama gelmezken, Fredenke Geerdink serbest bırakıldıktan sonra yazdığı yazısında emniyete alınma sebebini şu ifadelerle belirtmişti; PKK ve Öcalan bayrağı tutan birkaç Kürd .o ur d ak iv Kobanê protestolarının en şiddetli şekilde yaşandığı Cizre’de olaylar daha sonra da ara ara devam etti. Ancak 26 Aralık’ta Kobanê ve Şengal’de hayatını kaybeden iki YPG’linin cenaze töreni sırasında polisin meydanda uyarı yapmadan gaz bombası ve tazyikli suyla müdahale etmesiyle olaylar yeniden alevlendi. Müdahale nedeniyle cenaze törenleri yapılamazken olaylar akşam saatlerine kadar devam etti. Gece yeniden başlayan çatışamlarda Cizre’de polis, özel harekat timleri, bir grup sivil ile YDG-H arasında çatışmalar başladı. Olaylar Hüda-Par taraftarları ile PKK’nin gençlik yapılanması YDG-H çatışmalarına dönüştü. 27 Aralık’ta devam eden çatışmalarda 3 kişi hayatını kaybetti. 10 kişi ise yaralandı. 2015’in ilk günlerinde yeniden çatışmalar başlarken YDG- H’ın polisin mahallelere girmesini engellemek için açtığı hendeklerin kapatıldığı gün 14 yaşındaki Ümit Kurt’un polis tarafından açılan ateşle öldürüldüğü iddia edildi. Daha önce de yaralanan bir kişinin yaşamını yitirmesiyle Cizre’de son 1 ay içerisinde 5 kişi hayatını kaybetti. Taraflar bu durumun Barış Süreci’ni sabote edilmek istendiği için yaşandığını belirtirken, Hrant Dink cinayetinde ismi geçen Trabzon emniyet istihbaratından bir ismin Cizre’ye İlçe Emniyet Müdürü olmasının da olayları fitillediği iddia edildi. w 2 bin 695 gözaltı, 700 tutuklama Kobanê protestolarıyla gündeme gelen Kamu Düzeni ve İç Güvenlik Paketi onaylanmadan 6 Ekim’den bu yana 2 bin 495 kişi gözaltına alındı. Tutuklanan 700 kIŞİDen üçte birinin çocuklardan oluştuğu bildiriliyor. Başbakan Davutoğlu, paketi açıklarken vatandaşın bu paket ile emniyette olacağını vurgularken 700 kişinin tutuklanması ve “makul şüpheli” tanısı ile binlerce insanın da gözaltına alınması pakete yönelik kuşkulara neden oluyor. ükümet ile PKK arasında sorunun barışçıl yollardan çözümüne dair müzakere sürecinin başladığı dönemde, 9 Ocak 2013’de, Kürd kadın siyasetçilerden PKK kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan ve Avrupa Kürd Gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez’in Paris’teki Kürd Enformasyon Merkezi’nde katledilmesinin üzerinden iki yıl geçti. Geçtiğimiz sürede Fransa’da yürütülen soruşturma sonucunda henüz dava açılmazken, Türkiye tarafından sürdürülen soruşturmada da somut bir sonuca ulaşılmadığı bildiriliyor. Barış süreci tartışmalarının başladığı ve Kürd sorununa demokratik yollardan çözüm arayışlarının somutlaştığı günlerde Paris’te PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan ve Avrupa Kürd Gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez’in katledilmeleri ile ilgili sır perdesi halen aralanmış değil. İki yıl önce Paris’in güvenlik önlemlerinin en üst seviyede olan ve sürekli kameralarla izlenen caddesi Gare du Nord’da bulunan Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda yapılan katliamın halen aydınlatılamadı. Fail olduğu iddiası ile Ömer Güney’in tutuklanmasına, cinayetlerin planlandığı anda alınan ses kaydının yayınlanmasına ve Paris cinayetlerin talimatının verildiği MİT’e ait resmi evrakların ortaya çıkmasına rağmen dava açılmaması ve cinayeti azmettirenlerin ortaya çıkarılmaması akla çok sayıda soru getiriyor. Cinayetlerin üstünden iki yıl geçmesine rağmen Türkiye hükümeti de Fransa hükümeti de dava ile ilgili kamuoyuna yansıyan ve olayın esas faillerini ortaya çıkaran bir sonuca ulaşmadı. Uzun süren bir hazırlık ve ince bir plan ile gerçekleştirildiği ortaya çıkan bu katliamın yeni başlamış Çözüm Süreci’ni sabote etmek için yapıldığı sorularını akıllara getirmişti. Katliamın hemen ardından zanlı Ömer Güney tutuklanmıştı. Kürd toplumunda derin bir sarsıntı ve öfkeye yol açan bu katliamın kimler tarafından azmettirildiği halen ortaya çıkarılmaz iken, yayınlanan ses kayıtları ve belgeler ile oklar MİT’e yönlendirilmişti. rg Cizre olayları nasıl başladı? rs Cizre olayları örnek pakete gerekçe Toplumun birçok kesimi ve muhalefet yasa tasarısına tepki gösterirken Başbakan Ahmet Davutoğlu, ölümlerle devam eden Cizre olaylarını örnek göstererek, paketin ne kadar gerekli olduğunu savundu. Cizre’de 2014’ün son günleri ile 2015’in başında devam eden ve 5 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan olaylarda birçok kesim provakasyon değerlendirmesinde bulunurken Başbakan Davutoğlu ise İç Güvenlik Paketi’nin bu tür çatışmaların önünü kesmek için hazırlandığıını ifade etti. Davutoğlu Cizre olayları ve İç Güvenlik Paketi için: “Bu gelişmeler şu anda Meclisimizde olan İç Güvenlik Reformu ve Özgürlüklerin Korunması Reformu Paketi’nin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Zaten İç Güvenlik Reformu ile kastettiğimiz tam da budur. Birileri yüzlerine maske takarak, başka yöntemlerle terör estirerek belli bölgelerde, mahallelerde bütünüyle farklı düşünenleri oralardan uzaklaştırma, tasfiye etme yoluna giderlerse buna izin verilmeyeceğini herkesin bilmesi lazım” değerlendirmesinde bulundu. .a Molotof kullanana doğrudan ateş etme yetkisi Hükümetin sokaktaki eylemleri eleştirerek yapacağını duyurduğu düzenlemelerde Türk Ceza Yasası’nın “mala zarar vermenin nitelikli halleri” ve “görevi yaptırmamak için direnme” başlıklı maddeleri yeniden düzenlenecek. Molotofun silah sayılmasına yönelik düzenleme yeniden ele alınacak ve kullananlara 8 ile 12 yıl arasında ceza verilmesi gündeme gelecek. En önemlisi polisin silah kullanımının sınırları genişletilerek, molotof kullanan göstericilere doğrudan ateş edilebilecek. Yine havai fişek- H lerin saldırı amacıyla kullanılmasına da 3 yıla kadar hapis cezası getirilecek. w rında çocukların kullandığı bilye ve sapan da silah kapsamında değerlendirilirken paketin tartışılan diğer maddeleri ise şu şekilde: Tasarı polisin yetkilerini genişletiyor, aramalarda hakimden alacağı izin için kolaylıklar getiriyor ve gösteri yürüyüşleri için yeni kısıtlamalar getiriyor. Yeni düzenlemeyle birlikte molotofkokteyli saldırı aracı sayılacak. Maskeli eylemcilere ceza gelecek. Gösteriye silahla katılanlara verilecek ceza artırılıyor. Silahlı eylemciye 2.5-4 yıl arasında hapis cezası verilecek. Polisin şahıs ve araç aramalarında yetkisi genişletilecek. Polisin gözaltı süresi vali yardımcısı ve üs amirinin denetiminde 24 saat olacak. Bu süre, savcı kararıyla 48 saate uzatılabilecek. Eylemlerde verilen zararları bundan sonra eylemci ödeyecek. Sanal ortamda nefret ve teröre çağrı da artık suç sayılacak. Polisin yetkilerinin denetimi için Kolluk Gözetim Komisyonu kurulacak. Komisyonda STK’lar da yer alacak. İstihbari dinlemeleri denetlemek için de Meclis’te komisyon kurulacak. Bu komisyona tüm partilerden milletvekilleri katılacak. w İ çişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun imzasını taşıyan 43 maddelik “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazın Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde” değişiklik yapılmasına ilişkin tartışmalar sürüyor. Kısa süre önce çıkartılan ve meclise sunulan Kamu Düzeni ve İç Güvenlik Paketi daha onaylanmadan yaşananlar “güven tartışmasına” neden oldu. Polisin yetkilerini genişleten, aramalarda hakimlerden alınacak izinler için kolaylıklar getiren, gösteri ve yürüyüşlere yeni kısıtlamalar getiren ve vali ile kaymakamlara da amirlik öngören yasa için birçok kesim, “devletin baskısı ve otoritesine karşı sessizlik ve sindirme ve göz dağı verilmeye çalışılıyor” yorumunda bulunuyor. Öte yandan yasanın çıkartılmasının hemen ardından Cizre’de yaşanan olayların artması ve 5 kişinin yaşamını yitirmesi de yasanın getireceği sonuçlar olarak değerlendiriliyor. Hükümetin, IŞİD kuşatmasında olan Kobanê’ye yönelik tutumu nedeniyle birçok kentte 6-7-8 Ekim 2014’te protestolar yaşanmış ve çıkan olaylarda 40’ı aşkın kişi hayatını kaybetmişti. Çözüm Süreci’nin de tıkanmasına neden olan olaylar sonrasında hükümet, sokak eylemlerine verilecek cezaların arttırılmasını, gözaltı ve tutuklama için ‘makul şüphe’nin yeterli sayılmasını öngören bir yasa teklifini meclise sundu. Arama, dinleme, el koyma, savunma hakları gibi konularda özgürlükleri kısıtlayan Kamu Düzeni ve İç Güvenlik Paketi hazırlanarak meclise sunuldu. Büyük tartışmalara neden olan Güvenlik Paketi Yasa Tasarısı’nda polisin görevini kullanmasına büyük bir sınırsızlık getirilirken, “makul şüpheli” yasası da kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlayarak, tutuklamaların önünü büyük oranda açıyor. HABER 12 - 18 Ocak 2015 fotoğrafını içeren bir tweet. Facebook hesabımın açılış sayfası. Geçen ay Brüksel’de birlikte bir konferansa katıldığımız PYD lideri Salih Müslim’in bir fotoğrafı. Ve yazdığım yazılardan bazı bölümler.” Barışa komplo mu? Oslo görüşmelerinin başarısız olmasının ardından çatışmalarla geçen iki yıl sorunu içinden çıkılmaz hale getirmişti. 2012’nin son günlerinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çözüm Süreci’ne ilişkin mesajları ve PKK Lideri Abdullah Öcalan için kullandığı yumuşak söylemin ardından 3 Ocak 2013 tarihinde Kürd parlamenterler Ahmet Türk ile Ayla Akat Ata İmralı’da Öcalan’ı ziyarete gitmiş, kamuoyunda yeni bir umut dalgası yayılmış, 6 gün sonrasında da Paris katliamı yapılmıştı. Cinayetlerin zanlısı Ömer Güney’in saldırılardan 15 ay önce, Paris Kürd Derneği’ne üye olarak Fransa’daki Kürd diasporasına karıştığı biliniyor. Katil zanlısının PKK’nin kurucusu Sakine Cansız ile birlikte diğer iki Kürd kadın siyasetçinin yakınlara kadar sokularak işlediği bu cinayetlerin iyi planlanmış olduğu konusunda uzmanlar hemfikir. Güçlü istihbarata sahip olduğu bilinen Fransa’da, geçen süre içinde cinayetin tüm yönleri ile açığa çıkarılması, aydınlatılması ya da en azından soruşturmada yol alınması, dava açılmaması ve azmettiricilerin ortaya çıkarılmadı. Katil zanlısının Almanya, Fransa ve Türkiye’de çok sayıda bağlantısının ortaya çıkmasına rağmen soruşturmanın genişletilmesine dair bir gelişme yok. Soruşturmanın bunca bilgiye rağmen ilerlememesi ve faillerin ortaya çıkarılmaması, bu katliamın barış sürecini hedefleyen bir komplo olduğu yolundaki görüşleri güçlendiriyor. Güney’in arkasında kim var? Zanlı Ömer Güney’in kısa süre içinde Sakine Cansız’a çok yakın olabilecek kadar örgüt içinde güven kazanması farklı çevrelerden profesyonel destek aldığı yolundaki görüşleri güçlendiriyor. Cinayetlerin üzerinden uzun süre geçtikten sonra internet ortamında yayınlaman ve Ömer Güney ile iki MİT görevlisine ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarında ise, PKK’nin Fransa ve Belçika’daki üst düzey yöneticilerine yönelik suikast planları yapıldığı konuşmalar ifşa edilmişti. Yine aynı günlerde yayınlanan MİT’in filigramlı bir belgesine göre Ömer Güney kastedilerek Fransa’da yapılması planlanan operasyon için onay istendiğine dair ibareler yer almış, altında MİT görevlileri ile dönemin Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in imzası yer almıştı. Güney’in katliamdan önce sık sık Türkiye’ye gidip geldiği ortaya çıkarılmış, olayın ardından Paris’teki evinde yapılan aramada ele geçirilen 5 ayrı telefonda çok sayıda Türkiye numarası tesbit edilmişti. Fransa makamlarının Türk makamları nezdinde yaptığı başvurulara doyurucu yanıtlar verilmediği iddia edilmiş ve soruşturmanın Ankara boyutunun üstünün örtülmek istendiği iddia edilmişti. Geçtiğimiz aylarda AKP Hükümeti ile Fetullah Gülen Cemaati arasında yaşanan iktidar savaşları ardından ortaya saçılan iddialara göre MİT içinde yuvalanan Cemaat mensuplarının bu cinayetin arkasında olduğu iddia edilmiş, kimi PKK yetkilileri de Cemaati işaret eden açıklamalar yapmıştı. “Fransız savcı ‘bütün yollar Türkiye’ye çıkıyor’ dedi” Soruşturmada yol alınmadığını belirten Leyla Şaylemez’in babası Cumali Şaylemez, 16 Haziran 2014’te ailelerin savcılarla bir araya geldiğini söyledi. Görüşmenin detaylarını aktaran Şaylemez şöyle dedi: “Savcılarla konuştuğumuzda bize Hollanda, Almanya, Türkiye ve Fransa’yı kapsayacak şekilde bir araştırma yaptıklarını söylediler. ‘Yaptığımız araştırmada şu ana kadar bütün yollar Türkiye’ye çıkıyor. Ankara’ya, MİT’e çıkıyor’ dediler. Savcılar bu sözleri ile Kürd halkının bildiği bir doğruyu teyit ettiler. Savcılar bize araştırmalarının hala sürdüğünü ve sonuca doğru yaklaştıklarını söyledi.” Ankara’ya selam göndererek kaçış planını anlatmış Soruşturma savcısı ile yapılan son görüşmede ailelerin ümitli gittiğini ancak hiçbir gelişme olmadığını gördüklerini dile getiren Fidan Doğan’ın babası Hasan Doğan ise, savcının kendilerine bazı konularda bilgi aktardığını söyledi. Doğan şunları aktardı: “Ömer Güney’in arkadaşı olan Ruhi Semen Almanya’dan ziyaretine geliyor. Ve zanlı ona gizli bir şekilde kağıt veriyor. Bunun fark edilmesi üzerine ziyaretçi tutuklanıyor. Ve telefonuna çektikten sonra yırttığı kağıt parçasında katilin kaçış planın yazdığını söyledi. Zanlı arkadaşına şunları söylemiş: ‘Ankara’ya git. Selamlarımı söyle. Bana bir harçlık göndersinler ve bir de bana verdiğiniz emanetiniz emin ellerdedir, de. Benim emanetlerini iyi sakladığımı ve emanetlerinin emin ellerde olduğunu söyle’ diyor.” 11 Susarak ölüyoruz SENNUR BAYBUĞA Aslında yazı voltası atarken, 19 yıl önce bugünü yarı hayal yaşamaktaydım. Metin Göktepe’nin, aynı binada aynı kantinde okuduğumuz zamanlarda, giymeyi çok sevdiği o kazağı gözlerimin önündeydi. Eminim kendisini en kendisi hissettiği kazaktı o,benim de vardı öyle aylarca üzerimden çıkarmadığı kazaklar, yoksulluktan değil, gençlikten. Aynı bahçenin çocuklarıydık üniversitede biz, aynı tarihin mağdurları.13 Aralıkta Ümraniye Cezaevine saldırdı devlet. 1996 yılıydı, koğuş işgali ve görüşmelerle varılan mutabakat sonrası 4 Ocak’a kadar süren bir sessizlik ve 4 Ocak’ta da koğuşlara yapılan saldırı ile dört kişinin acımasızca katledilmesi. Bu katliamda ödürülenlerin Alibeyköy’deki cenazelerine yine acımasızca yapılan saldırı ve gözaltına alınan Metin’in dövülerek öldürülmesi. Yazarken, yıllar sonra yazarken bile’ neler yaşadı bu ülkede insanlar ve hala ne kadar az şey değiştiyi ‘yaşıyorum. Salt kötülüktür Metin’in katli, sebepsiz ve insanlık dışı, salt kötülük. O günlerde benim düğünüm oldu. Katılanların yarısının üniversiteden arkadaşlarım olduğu o düğün. Salonun tüm müzik programını katliam ve Metin’in ölümü nedeniyle iptal ettirmiştik. Yarı yas yarı düğün. Sonra arkadaşlarımızla kendi türkülerimizi söylediğimiz bir acı şenliğe dönüşen o gün. Belli belirsiz hayal meyal gözümde canlanan çoktandır içime attığım acılar. O düğünden bana kalan tek anı belki de hiç ölmeyecek olan Metin Göktepe ve Ümraniye’de yaşamlarını yitiren insanların acısıdır. .Devlet dersinde öldürülen çok arkadaşımız var bizim, devlet dersinde öldürülmeyen ama bu derslerin katile çevirdiği insanların öldürdüğü başka insanlar da var hayatımızda. Öldürmede ve ölmede eşit ve aynı silahları kullanan insanların kimine katil kimine militan diyoruz, devlete her daim katil diyor olsak da. Ama hep ölüm, devlet öldürüyor, biz ölüyoruz, sonra biz öldürüyoruz yine biz ölüyoruz. İki gün önce İstanbul’un orta yerinde turistlerin en çok dolaştıkları Sultanahmet’te, bir kadın, polis kulübesinin önünde karnındaki bebeği, kendini ve orada bulanan küçük bir kızı olan bir polisi havaya uçurdu.’Eylemi’ önce bir ‘sol’ örgüt,’feda eylemi’ yapan militanın adını da vererek üstlendi.Ertesi gün o sol örgütün eylemi yanlışlıkla üstlendiği ortaya çıktı ve eylemcinin muhtemeldir ki yine Müslümanlıkla ilgisi olan Dağıstanlı birisi olduğu açıklandı.,ve benim sayfalarımda ufak ufak kınama ve telin yorumları yazılmaya başlandı, iki gün sonra,suspus insanlar yazmaya başladılar. En masumları yanlışlık yapan ‘sol örgütü’ mizah malzemesi haline getirdi. Ve Fransa’da, Charlie Hebdo isimli mizah dergisine saldırıda bulunan üç terörist, 12 kişiyi öldürdü. Alameti farika olarak da İslamcı örgütlerle ilişiklerini gösteren ipuçları bıraktılar. Dünden beri hepimiz ayaktayız, herkes şokta, kalabalık protesto gösterileri düzenleniyor dünyanın her yerinde. Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan herkes can evinden vurulmuş gibi. İki gündür basını takip ediyorum, yapılan katliamın bizim basının bir yakasında, ‘ama’lı cümlelerle haber yapılmasındaki vicdan karalığını ve suç ortaklığını anlamaya çalışıyorum. Bir dergiye saldırı oluyor 10 çalışan öldürülüyor ve başka bir basın organı amalı mamalı cümlelerle acılarla alay eden yorumlar yazıyor. Devlet dersi almış, ezber etmiş ve Metin’i ve Ümraniye Cezaevinde yatan tutsakları ve Sultanahmet’te daha bir dişinin karnında olan doğmamış bir çocuğu ve maaşından başka hayatı olmayan bir polisi öldüren zihin dünyası ile bunların arasında ne fark var anlamaya çalışıyorum. Fransa’da meydana gelen katliama ilişkin herkes bir şeyler söyleyecek, siyasetin entelektüelleri gözlemlerini tahlillerini yazacaklardır. Toplumsal, kültürel, siyasi ve ekonomik binlerce sebebi var katliamın ve katliamı yaratan insanın. Ben yine yakınımdayım, içime bakıyorum. Zira adım adım bir insanın nasıl komşusunun katili olabileceği sorusu beni hala zehirliyor. Metin öldürüldüğünde susan, cezaevlerinde insanlar fareler gibi sıkıştırılıp katledildiğinde susan, katille empati kurabildiği zaman onu görmezden gelen ve kahramanlaştıran bu ülkenin eli kanlı ve sabıkalı basınının Fransa’da meydana gelen katliama verdiği tepkinin yine bu toplumun kaybettiği ve aramayı terk etmememiz gereken vicdanı olduğunu biliyorum. Ölülerimiz ve kefensiz gömdüğümüz binler ayağa kalkmadan kendimize gelebilecek miyiz gerçekten. BasHaberSÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak12 2015 KADIN En büyük sorun mevsimlik tarım işçiliği Adıyaman’ın kadın konusunda en büyük sorununun tüm bölgede yaşanan erken yaşta, evlilikler, kuma, kadına yönelik şiddet ve cinayetler ve yine işsizlik ve mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı sorunlar olduğunu belirten Semra, kadınların mevsimlik tarım işleri yaparken zaman zaman trajedilerle karşı karşıya kaldıklarını söyledi. Kadınların çalışma yaşamında erkeklere nazaran daha az ücret aldığını ve daha çok çalıştığını kaydeden Semra, kadınların işten daha rahat atıldığını bu sıkıntılarla daha çok karşılaştıklarını söyledi. İşten çıkarılmalarda öncelikle kadınların hedef alındığını aktaran Semra, kentteki temel kadın sorununu belirlemek için ve bu konuda çalımlara yapabilmek için önümüzdeki dönemlerde bir anket Kadınlara 8 Mart armağanı: AKAY-DER Bir elin parmağı kadar olmayan bir sayı ile iki yıldır kadın konusunda çalışmalarını yürüten AKAY-DER, 2012 yılının şubat ayında resmen açılmış olmasına rağmen, kadına yönelik bilinçlendirme çalışmalarını hedefine alarak yürüttüğü mücadelede 8 LGBTİ’lere özel cezaevi Özcan Şahin T rg oplumdaki ayrıştırıcı, ırkçı, türcü, cins ayrımcı ve nefret içerikli söylem ve eylemden her dönem mağdur olan, polisin, medyanın hedefi olmaktan bir türlü kurtulamayan ve son günlerde sık sık cinayetlerle gündeme gelen LGBTİ’ler için Adalet Bakanlığı özel bir cezaevi inşa ediyor. Toplum içinde yaşama alanı bulamadıkları için zaten adeta hapis hayatı yaşayan LGBTİ’ler, bununla birlikte artık zindan içinde zindan yaşayacak deyim yerindeyse. Bakanlığı onayladığı ve İzmir’de kurulması planlanan LGBTİ cezaevine sivil toplum ve LGBTİ örgütlerinden tepki yağıyor. Nasıl bir işleyişi olacağı, tipinin ne olacağı, infaz koruma memurlarının kimler olacağı iv ak ur d .o Medine Memiş olayından sonra kuruldu 2009 yılında Adıyaman’ın Kahta İlçesi’nde yaşanan Medine Memiş olayından sonra kadınların tepki gösterip bir araya gelerek “Ne yapabiliriz” sorusu üzerinden kurdukları bir dernek olan AKAY-DER, kadınların bir daha diri diri gömülmemesi, şiddete maruz kalmaması, kendi hak ve özgürlüklerinin farkında olması ve en önemlisini de kadınlara sahip çıkan kadınlarında olduğunu göstermek amacıyla kuruldu. Sınırlı sayıda kadın tarafından kurulan dernek, kadına yönelik her tür şiddeti gündemine alarak mücadele ederek toplumun bilinçlendirmeyi hedefliyor. İki yıldır özellikle aile içi şiddet, top- lumsal cinsiyet, çocuklara yönelik cinsel istismar ve hukukla ilgili konularda eğitim çalışmaları yapıyor. Son olarak, ekonomik, cinsel, medeni ve yaşamsal haklar başta olmak üzere yaşamın her alanında kadını ilgilendiren bütün konularda 16 haftalık bir eğitim veren kurum, tamamlanan bu eğitim sonrasında sertifikaları dağıtmaya hazırlanıyor. Şu anda “Kadın dostu kentler projesi” adlı bir projeleri kabul edilen dernek, bu kapsamda önümüzdeki günlerde bunun çalışmasını yürütecek. rs Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde açılışı yaparak kadınlara en anlamlı hediyeyi vermiş oldu. Kadına yönelik şiddetten tutalım da, kadın cinayetlerine kadar kadınların yaşadığı her türlü sorunla mücadele eden derneğin aktif çalışan ve üye sayısı her geçen gün arttı. Şu anda 65 üyesi bulunan kurumda, her meslek örgütünden ve her sosyal sınıftan kadın yer alarak mücadele ediyor. .a Kadın koordinasyonu oluşturulacak Öncelikli yapılması gerekenin kadını hapseden ve mağdur eden tüm anlayışları ve buna zemin sunan durumları ortadan kaldırmak olduğuna dikkat çeken Karadağ, kadınların toplumsal rollerinin erkekler tarafından belirlediğini ve bu rollerin dışına çıktıkları gibi katledildiğini söyledi. Bu duruma başta kadınlar olmak üzere tüm toplumun tepki göstermesi ve bu konuda duyarlılık yaratılmasının gereğinden bahseden Karadağ, “Bu durum karşısında tek tek dernek çalışmaları ile duramayız. Ciddi bir çalışma yürüterek toplumsal bir hareketlenme yaratmak gerekiyor. Kadınları örgütleyerek, kadın hareketleri ile dayanışma içinde olmalı ve bu konuda perspektifler üretmeliyiz. Aile ile başlayarak, farkındalık yaratmak, hiç olmazsa soru işaretleri uyandırmak gerekiyor. Bunun için ise acilen ciddi örgütlenmelere ve ortak hareket etmeye ihtiyaç var. Bu anlamda kadın örgütlenmesi çok önemlidir. Türkiye’de ve bölgede bütün kadın örgütlerinin içinde olduğu bir koordinasyonunun oluşması gerekiyor. Bu şekilde birbirimize yardımcı olarak, görüşmelerimizi paylaşarak, yapabileceklerimizi ortaya koyarak, daha sonuç alıcı planlamalar çıkarmamız gerekiyor” şeklinde konuştu. İ Çimen Gümüş ki yıl önce Adıyaman’da kurulan AKAY-DER kadınların, farkındalık yaratma adına kentte kazandıkları neredeyse tek mevzi. Geçtiğimiz yıllarda Kahta İlçesi’nde babası ve dedesi tarafından diri diri gömülerek öldürülen Medine Memiş olayından sonra kurulan derneğin yönetim kurulu üyesi Semra Güleş Karadağ, şiddetten, baskıdan, erkeğin verdiği rollerden uzak bir dünya için tüm kadın kurumlarına ortak hareket çağrısında bulundu. Adıyaman’ın neredeyse tek kadın kurumu olan, Adıyaman Kadın Yaşam Evi ve Dayanışma Derneği (AKAY-DER) kadın mücadelesinin temel mevzilerinden biri olması konusunda kararlılıkla yoluna devam ediyor. Yaklaşık iki yıl önce kurulan AKAY-DER, az sayıda kadının mücadele kaygısı sonucunda ortaya çıkmış ve kadın mücadelesinin kentteki garantisi gibi görünüyor. 2009 yılında Kahta’da babası ve dedesi tarafından diri diri gömülerek vahşice katledilen Medine Memiş adlı genç kadınla ilgili olaydan sonra sınırlı sayıda kadının bir araya gelerek kadın mücadelesi yürütmesi kararlılığını gösterip ortaya çıkardığı bu dernek birçok çalışmaya imza attı. Kadın çalışmaları konusunda neredeyse hiçbir çalışmanın yürütülmediği kentte kadınlar hem kadın sorununu gündemleştirip sorgulanmasını sağlıyor hem de kanıksanmış olan şiddeti kadınların hayatından çıkarmayı hedefliyor. Kadının varlığını hissettiriyor Ağırlıklı olarak eğitim çalışmaları yürüten AKAY-DER, özellikle hükümetin ve eril zihniyetin politikalarına karşı mücadele eden bir merkeze dönüşmüş durumda. Adıyaman’da iki yıl içinde bir duyarlılık yaratan kurum, kentte bu konuda mücadele eden bir derneğin varlığını da hissettiriyor. Kentte yaklaşık 12 kadın kurumu olmasına rağmen, kadına dair çalışmalar yürütülmez iken feminen bakış açısı ile kadın mücadelesinin alanlarından birine dönüşmüş olan dernek, ataerkil sistemin kentteki en büyük karşıtlarından biri. Erkekler bizi ciddiye almıyor Kadın çalışması konusunda herhangi bir sorun yaşamadıklarını ancak kentteki erkekler tarafından ciddiye alınmadıklarının altını çizen Semra, “Erkekler bize yarı şaka yarı ciddi bir şekilde ‘bizim içinde bir dernek kurun. Biz de şiddet görüyoruz’ diyorlar. Böyle yaklaşıyorlar. Bu ise genel olarak kadın sorununu hafife almaktır. Bilincinde olmadıklarından böyle yaklaşıyorlar. Yeri geldiğinde bunu ifade ediyoruz onlara” dedi. 13 Devlet kendisiyle çelişiyor Adıyaman’ın mor kalesi w Türkiye’nin en önemli sorunu olan kadın sorununun Adıyaman’da da diğer tüm illerdeki gibi yaşandığını aktaran AKAY-DER Yönetim Kurulu Üyesi Semra Güleş Karadağ, yüzyıllardır süren kadın sorununa kalıcı çözümlerin kısa vadede olamayacağını ve bunun için köklü çalışmalar yapılması gerektiğini söyledi. Kadın sorununun Türkiye’de çok yoğun yaşandığını dile getiren Karadağ, Adıyaman’da da diğer tüm şehirlerde olduğu gibi feodal bir zihniyetin hakim olduğunu, erkek egemen anlayışın kadını dışladığını, toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı kadına yükümlülükler getirildiğini ve kadının siyasi, dini yaklaşımlardan kaynaklı eve kapatıldığını belirtti. Karadağ, “Kadın üzerinde bu kadar etkili olan şeyler olunca ve bu kadar dezavantajlı iken, yıllarca süren ve biriken bu kadın sorunu kangrenleşmiş durumda. Öyle ki çoğu kadın da yaşadıklarının gerçekten şiddet olduğunun bile farkında değil. Kolay kabulleniyor bu zulmü. ‘Ben bunu hak ettim’ anlayışı ile yaklaşabiliyor. Sağında, solunda gördüğü tepkilerle de suçlandığı için sorumlu tutuluyor” diye devam etti. ÖTEKİLER BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 13 SÖYLEŞİ AKAY-DER w ‘Kadınlar şiddetin farkında değiller’ w 12 CSST Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve cezaevleri hakkında yazdığı birçok kitabı ile bilinen Mustafa Eren, trans bireylerin hapishanende tecrit edildiğini ve kendi ihtiyaçlarını karşılamakta zorluklar yaşadığını belirterek,LGBTİ bireylerin kimliklerinden dolayı cezası boyunca tecrit edilmesi ve kimisinin yıllarca hücrede kalması. Özellikle trans bireylerin kalmak istedikleri koğuşları belirtmelerine rağmen, hücreye konulması ve ihtiyaç duydukları ilaçların karşılanmaması bu uygulamaların başında geliyor. LGBTİ bireyler hapishanelerde diğer mahkumlarla bir araya da getirilmediği için sosyal aktivitelere katılamıyorlar’’ diyor. Eren, “Bu sorunların aşılması için sağlık alanında, eğitim alanında, sosyal ve iş hayatına katılımı sağlamadan önce nedense onları direk adli sistem içine dahil edip oradan kendince bir çözüm üreteceğini düşünüyorlar. O yüzden bu yaklaşım sorunludur” diyerek yapılacak olan hapishanelerin kapasitelerinin gelecekte baskı ve cezaların artacağının göstergesi olabileceğini vurguluyor. Tecavüz sanıkları nerede kalacak Cinsel kimliği nedeniyle ayrı bir cezaeYayın Yönetmeni: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Mustafa Kılıç, Berfîn Mijdar / Dimilkî: Roşan Lezgîn / Diyarbakır: Mustafa Turan /Ankara: Salih Batırhan gibi birçok konuda soru işaretleriyle dolu olan konuya ilişkin bakanlığın son aşamaya geldiği öğrenilirken, cezaevinin LGBTİ bireyler için bir damgalama ve kategorizasyon merkezi olacağı endişesi ortaya çıkmış durumda. LGBTİ bireylerin henüz sosyal ve yasal hakları hakkında herhangi bir çalışma yapılmadan ve LGBTİ bireylerin görüşleri alınmadan, bu isimle bir hapishane açılması ve suç işleyen LGBTİ bireylerin bu hapishanede tutulması kararı birçok sivil toplum kuruluşu ve LGBTİ örgütü tarafından tepkiye neden oldu. İlk defa 2012 yılında, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) Adalet Bakanlığı’na yaptığı bilgi edinme başvurusuyla ortaya çıkan bu projenin, geçtiğimiz yıl trans bir mahkumun bilgi edinme başvurusuyla, tarihi ve yerinin kesinleştiği bilgisine ulaşılmış ve İzmir’de sadece LGBTİ bireyler için kurulacak olan bir hapishanenin, 2015 yılı içerisinde inşasına başlanacağı belirtilmişti. Biri açık biri kapalı olmak üzere iki hapishanenin yapılması ve bu cezaevlerinin 2017’de açılması planlanıyor. Geçtiğimiz yılın Mayıs ayı verilerine göre cezaevlerinde 95 LGBTİ birey bulunuyor. Yapılan bilgi edinme başvurularına, resmi makamlarca bu bireylerin kaçının trans, gay, lezbiyen veya biseksüel olduğuna dair bir veri olmadığı cevabı veriliyor. Altında birçok LGBTİ örgüt ve derneğin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının da imzasının olduğu ve yapılması planlanan hapishane projesinin durdurulması için verilen dilekçelere henüz olumlu bir yanıt da verilmiş değil. Tutuklular tecrit ediliyor vi ve koğuşa konulan bireyler hakkındaki kararların belirsizliği ve yarattığı çelişkiler kendisiyle birlikte başka soruları da akla getirebiliyor. Eren, LGBTİ bireylerin cinsel kimliği nedeniyle karışılacağı bu uygulamanın yanı sıra cinsine tecavüz eden heteroseksüel kişilerin de kalacağı koğuş ve karışılacağı uygulamaların değişebileceğine ve bununda belirsiz bir hal alacağına dikkat çekerek,“hapishanelerde yaşanan taciz ve tecavüz vakalarında acaba hem mağdur olan hem de mağdur edene “sende de cinsel eğilim bozukluğu var” deyip bu hapishanelere mi götürecekler. Çünkü devletin bakış açısıyla bu da bir cinsel eğilim bozukluğu olarak nitelendirilebilir. Bu da cevaplandırılması gereken bir sorudur” diyor. “Proje toplumsal damgalama aracı” Birçok LGBTİ bireyin, cinsel kimliğinin ailesi ve toplum tarafından bilinmesinden korktuğu ve bu yüzden de saklamak zorunda kaldığı bir toplumda LGBTİ hapishaneleri İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal bireylerin bu özgürlüğünü de elinden alma tehlikesini kendisiyle birlikte getiriyor. Bu bağlamda bu uygulamanın toplumun gözünde bireyi ifşa edeceği kaygısı da taşıyor. Bununla ilgili örneklerin de olduğunu söyleyen Eren, “geçtiğimiz aylarda bir tutuklunun kardeşi gelip ‘abime kötü muamele yapılıp tekli hücreye atmışlar’ dedi. Bunu araştırdık ve cezaevi bize cinsel yöneliminden dolayı tekli hücreye aldıklarını ve kötü muamele olmadığını söyledi. Bunun sonucunda arkadaşımız istemediği halde cinsel kimliği ifşa oldu. LGBTİ hapishaneler sadece tutukluların değil onları ziyaret eden insanların da bu yönde damgalanmasına neden olacak.” “Ayrımcılık kurumsallaşacak” Yapılacak olan hapishanenin devletin ayrımcılığı kurumsallaştırması demek olduğunu vurgulayan Eren, toplumun zaten sahip olduğu Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. LGBTİ bireylerin yasal haklarını tanımlayan herhangi bir yasa bulunmuyor. Ancak cezai işlemlerde cinsel kimliklerinden dolayı kararlar alınabiliyor. Kamusal alana da katılmasının önünde birçok engel bulunan bireyler kendi sosyal haklarına kavuşmadan kendilerine karşı direkt cezai yaptırımlara yönelik olan hapishane projesinin çelişki olduğunu belirtiyor. Konuyla ilgili BasHaber’e değerlendirmede bulunan aktivist Avukat Rozerin Seda Kip, bu uygulamanın iyi niyet barındırmadığını ve Türkiye’deki mevcut cezaevi koşuları ve önyargılar ortadayken böyle bir projenin yanlış olacağını söyleyerek,” Bu cezaevi görünürlük ve ifşa problemini de kendisiyle birlikte getiriyor. Dolayısıyla burada birçok hak ihlal edilebilir. Bu uygulama ‘bize dokunmasınlar da orada kendi halinde kalsınlar demektir’ kaldı ki bu devletin kendi içinde hukuki bir çelişki yaşamasına şahit oluyoruz. Öncelikle bu negatif ayrımcılıktır. Çalışanlara bu yönde eğitim verilip verilmeyeceği belirsizliğini korurken yasal hak tanınmayan, sosyal ve kamusal alandaki hakları verilmeyen bireylerin cezaları için hemen bir proje üretmek ve özel bir hapishane yapmak devletin kendi iç çelişkisini ortaya koyuyor” diyor. bakış açısını koruyup bunu birde kurumsallaştırmanın yanlış olduğunu ve öncelikle yapılması gerekenin mevcut sistem içerisinde çözüme kavuşturulması gerektiğini söylüyor. Eren ayrıca hapishanelerdeki LGBTİ bireyler için sivil toplum kuruluşlarının çalışmalar yapabilmesi, atölyeler açabilmesi ve ilgilenmesi için izin verilmesi gerektiğini belirterek, “LGBTİ hapishanesi sorunun çözülmesine yönelik değildir. Bu konuda çalışmak isteyen insanlara izin verilmesi ve hapishane personeline eğitim verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Her ildeki LBGTİ bireylerin bir hapishanede toplanabilir ama bütün ülkedeki mahkumların tek bir yere BasHaberSÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak14 2015 MEDYA 15 ur d ak üretim dağıtım ilişkilerini belirleyen ve tamamen doğrudan demokratik bir zeminde denemeye çalışıyor. Ve bu özgürlük denemeleri bize olduğu kadar tüm dünya halklarına ilham veriyor’’ ifadelerini kullandı. Meydan Gazetesi’nin özellikle cezaevlerine dair politikasına da değinen Erbak, “Yalın Ayak bölümünde zindanlar ve genel olarak zindan sorunlarıyla ilgili tutsak devrimci ya da anarşist yoldaşlarımızın görüşlerine yer veriyoruz. Ve beraber ağır cezaevi sorunlarına çözümler üretmeye çalışıyoruz. Hukuk içinde var olan adaletsizlikleri, çatlaklıkları ve özellikle devletlerin hukuk sorunlarını aktarmaya çalışıyoruz. Ya da işçi bir yoldaşımızın hukuk problemlerini ve yaşamını kolaylaştıracak çözümlemelerde bulunuyoruz. Farklı coğrafyalarda gelişen ve eko sisteme zarar veren olayları okuyucularımıza aktarıyoruz” dedi. * Ortadoğu’nun DAİŞ’i Almanya’nın PEGİDA’sı BİLAL SAMBUR rg azaların tarihsel izlekleri, örf ve yaşama biçimleri üzerine çok fazla araştırma ya da incelemenin bulunmayışı bir yana, kimlik konusundaki yaklaşımlar da Zazalara dair gerçeklerin bilinmesini bir anlamda perdeliyor. Yazar Mehmet S. Kaya’nın Rupel’den çıkan ‘Zaza Kürdler’ isimli çalışması, Zazalar hakkında pek çok bilinmeyenin yanı sıra, adı geçen tartışmalara ilişkin de önemli tespitler sunuyor. Önsözünde kitabı hakkında önemli ampirik verilere dayanan ve uluslararası alanda Zaza Kürdleri anlatan ilk bilimsel etnografik araştırma diye söz eden Kaya, Zaza Kürdlerin insan, aile, akrabalık, aşiret ilişkileri; kimliksel özellikleri; örf ve adetleri; dini-manevi otoriteleri; toplumsal ilişkilerinde ve değerler sisteminde dinin etkisi; sözlü kültür ve edebiyatı; ekonomik sistemi konusunda dikkat çekici veriler sunuyor. Çalışma bölgesi olarak Solhan belirlenen kitap, diğer Zaza bölgelerine dair de tespitler içeriyor. Katılımcı gözlemcilik, veri toplama, sosyal ilişkileri gözlemleme ve izlenimleri not etme, belgeleri tarayıp ikinci el veri ve bilgi toplama, topluluk temsilcileriyle röportaj yapma, medya ve halk arasındaki tartışmalarda kullanılan görüş, ifade ve beyanların dilsel analizini gerçekleştirme metodu ile hazırlanan kitapta, “Akrabalık, Bir Aşiret Toplumu, Ataerkil Bir Toplum, Zazaların Kendi Toplum Otoriteleri, Zaza Toplumunda Mütekabiliyet, Zaza Toplumunun Ekonomik Sistemi, Türkiye, Çatışma Ortamında Milliyetçi Bir Devlet, Kültür ve Kimlik, Cinsiyet İlişkileri, Aile ve İşbölümü, Din, Ortaklık ve Bireysellik” üst başlıkları çerçevesinde veriliyor. Topluma dair tespitlerine, yazar kendi tanık olduğu veya alan araştırması sırasında başkalarından duyduğu olay örneklendirmeleri de yaparak çalışmasına inandırıcılık, somutluk kazandırıyor. Bu da çalışmanın bilimsel kaygı gözetilerek yapıldığı düşüncesini güçlendirmektedir. Bunların dışında ilgili bilim insanlarının düşünce ve görüşlerine de başvuran yazar yer yer onları düşünsel referans olarak de gösteriyor. Zaza Kürdleri hakkında dilbilimle ilgili birkaç eserin dışında akademik ve bilimsel çalışmaların azlığı göz önüne alınacak olursa, bu çalışmanın konuya ilişkin genel bir bilgilenme kaynağı olduğunu belirtmek mümkün. Ancak çalışmayı önemli kılan asıl husus, Zaza Kürdlerin toplumsal ilişki ve davranışlarını, bunlara yön veren değerlerler bütününü yansıtmadaki becerisi olarak tanımlanabilir. .o Kürdler ve anarşizmin deneyimleri Gazetenin başından sonuna kadar hiyerarşisiz, emir ve talimat zinciri dışında, kolektif akla dayanan özgürlükçü ve muhalif bir yöntem uygulamaya çalıştıklarını ifade eden gazete çalışanı ve yazarı Didem Deniz Erbak, yayın yapabilmek için bazı prosedürleri yerine getirmek zorunda olduklarını ancak kendi içlerinde istedikleri kadar özgürlükçü bir tutum içinde olduklarını söyledi. Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri ve Rojava’daki modele ilişkin değerlendirmede bulunan Erbak, “Kürdistan’da gelişen alternatif toplum biçimini ve deneyimleri kendi anarşist tarihimizden ve daha önceki örgütlü deneyimlerimizin taşıdığı benzer özellikleri görebiliyoruz. Diyebiliriz ki, Kürdistan’daki yaşamsal deneyimler bu gün ortaya çıkmadı. Meksika’da, Güney Amerika’da ya da Liberya’da tecrübe edilmiş birikimlerdir. Kürdistan’da gelişen komünal yaşam deneyimi halkın öz örgütlenme temelinde kendi Mutlu Can* Z iv ‘Dehaqlar’a karşı hepimiz Kawa’yız’ Yayın politikasında Kürdistan gerçeğine ve Rojava’daki gelişmelere özel yer ayıran gazete, hemen her sayısında, Demrici Kawa’nın Dehaq’a karşı verdiği mücadeleden pasajlara da yer vererek, “Zalim Dehaqlar’a karşı bizler de birer Kawa’yız” mesajı veriyor. Gazete, aynı zamanda farklı coğrafyalardaki ekonomik çözümlemeler ve ekonomik tartışmaların Türkçe çevirileri, anarşist teorisyen ve pratisyenlerin mücadelelerinden kesitler, değişen dünya koşullarında anarşizmin varlık mücadelesi ve daha pek çok konudaki teorik tartışmalar da sayfalarına taşıyor. “21. Yüzyıl Teslimiyet Teorileri” bölümünde, küresel kapitalizme eleştirileri ve farklı alternatif yaşam modellerinin tartışıldığı yazılara da yer verirken, özellikle deşifre yazıları ile okuyucuların zihin dünyasına hitap eden gazete, sosyal sorumluluk projeleri adı altında faaliyet sürdüren sivil toplum kuruluşlarının kapitalizmle olan bağları da irdeleniyor. Gazetenin dikkat çeken tartışma bölümlerinden biri ise, Uluslararası Af Örgütü, insan hakları aktivistliği veya doğal yaşamı savunan bazı çevrelerin pratik zeminlerinin, ‘direnişin içine sızan ve pasifize eden, dolaylı olarak da kapitalizme hizmet eden’ zemini olarak belirleniyor. Emek dünyasına da sayfalarında özel bölümler ayıran gazetede, birçok işçi oluşumu ve sorunları hakkında yayınlar yapılıyor. Türkiye ve Kürdistan’ın yanı sıra dünyanın değişik yerlerinde uygulanan öz yönetim modelleri ve halkların eşitlik mücadelelerini de okurlarına sunan gazetedeki kadın etkisi de dikkat çekici düzeyde. Okur, yazar, çizer ve emekçilerinin büyük kısmının kadınlardan oluşması dikkat çekiyor. Gazetenin hazırlanma aşamasında ise basın ve medya kuruluşlarındaki mesleki hiyerarşiye alternatif bir model uygulanıyor. Gazetede klasik, alışılmış bir yayın yönetmenliği, haber müdürlüğü, muhabirlik ya da editörlük uygulaması bulunmuyor. Her şeye kolektif şekilde, ortak toplantılar sonucunda karar veriliyor. rs ürkiye’deki anarşist çevrelerin Kürdlere ve onların sorunlarına yaklaşımları her dönem bu çevrelerin kendi iç tartışmalarında çelişkiler ve farklı yaklaşımlar doğurdu. Kimi gruplar Kürdlerin mücadelesine mesafeli durup, eleştirel yaklaşırken, bazı gruplar da çeşitli dönemlerde Kürdlerin mücadelesine dayanışma mesafesinde oldu. Çok sayıda dergi çevresinin bulunduğu anarşist dünyada, özellikle Kobanê ve Şengal’deki gelişmeler konusunda her aşamada Kürdlerin yanında duran yeni bir gazete yayın hayatına başladı kısa bir süre önce. Dünya, Türkiye ve Kürdistan’dan çok sayıda öğrenci, anti otoriter, anti militarist, vicdani retçi ve aktivistin kolektif çabalarıyla iki yıl önce yayın hayatına başlayan Meydan Gazetesi, anarşist çevrelerin en etkili yayın organlarından biri olmaya başladı. Basın ve medya üzerindeki baskıların son on yılın en başat tartışma konularından biri olmaya devam ettiği Türkiye’de, otorite ve iktidar karşıtı keskin tavrıyla dikkat çeken aylık gazete 23. sayısına ulaşırken, gazetede neredeyse her sayıda Kürdistan’ın 4 parçasındaki gelişmelere de geniş yer ayrılıyor. Türkiye’de kolektif anarşist yayın yapan basın yayın organlarının giderek çoğalması, beraberinde siyasi örgütlenmeler, politik kavramlar ve yeni yaşam alternatifleri doğuruyor. Bu yayın organlarının, Kürd Bağımsızlık Mücadelesini yakından takip ederek bunu yayınlarına da yansıttıkları görülüyor. Özellikle Kobanê ve Şengal direnişiyle dünyada farklı bir ivme kazanan Kürd Bağımsızlık Mücadelesi, sömürülen dünya halklarının ve anarşist yapıların ilgilerini Kürdistan coğrafyasına çeviriyor. Kürdistan’ın neredeyse her parçasında süren savaş ve yükselen ‘devrim’ söylemi, dünyanın değişik bölgelerindeki sistem muhalifi kesimlerin ilgisini de Kürdistan’a kaydırmaya başladı. Özerklik, bağımsızlık, özgürlük, devrim, direniş ve yıkım gibi kavramların yoğun şekilde ele alındığı anti otoriter ve anarşist çevreleri de, bu kavramların ‘kaos pratik’ halinde zemin bulduğu Kürdistan’a özel bir ilgi duymaya ve dahil olmaya sevk ediyor. Birçok ülkeden sistem muhalifi ya da anarşist birey, Kobanê ve Kürdistan’ın diğer parçalarında süren mücadelelere destek vermek üzere yaşadıkları coğrafyaları terk ederek Kürdistan’a yerleşti, mücadelenin herhangi bir noktasında konum aldı. Bu pratik gelişmenin zemini ise kuşkusuz bu grupların bir araya geldikleri çeşitli otonom zeminlerde ya da yayınladıkları dergi ve gazete çevrelerinde şekil alıyor. Türkiye’de de bu misyonu en fazla gündeminde tutan çevre, Meydan Gazetesi çevresi olarak beliriyor. Gazetenin çok sayıda okuru, katkı sunanı, çalışanı, yazanı ya da çizeni de Kobanê’de süren savaşta Kürd güçlerinden yana tercih kullanarak, bölgeye gitti. Dönüşümlü şekilde oradaki savaşta ya da Suruç’taki çadır kentlerde gönüllü çalışan olarak yer alan çok sayıda anarşist de Kürdistan davasına bu şekilde katkı sunuyor. Şu an itibariyle de bu çevreden bir grup bölgede bulunuyor. Rojava’da pratiğe geçirilen mahalle meclisleri, ekolojik köy komünleri, bağımsız kadın oluşumları ve gençlik grupları gerçeği, anarşizmin teorileri ve Kürdistan coğrafyasında gelişen alternatif yaşam biçimlerinin birbirine yakın olması da, bu grupları Kürdistan’a giderek yaklaştıran bir misyona sahip. Bu politik gerçeklikte İstanbul’da yayımlanan ve kolektif çalışma olarak tanımlanabilen Meydan Gazetesi, anarşist yayınlar genel itibariyle çok uzun ömürlü olamadığı için, Meydan Gazetesi pratiği bu anlamda da dikkat çekici bir periyod kazanmış durumda. .a T Mustafa Kılıç Zazaları tanıma klavuzu narşist sesi w Medya mahallesinin KİTAP BasHaber 12 - 18 Ocak 2015 15 SÖYLEŞİ ‘Zaza Kürdler’ w Meydan Gazetesi w 14 Kitapta değinilen ana hatlar 296 sayfadan oluşan kitapta “Zaza Kürdleri Türkiye’de yaşar. Zazaca konuşan Kürd, kendisini ilk olarak Zaza Kürdü olarak tanımlar. Etnik olarak Zazalar Kürd’tür, çünkü etnik kimlik doğum, tarih, kültür ve köken ile bağlantılıdır. Fakat Türkiye 1923’te Cumhuriyetin ilanından beri Zaza Kürdlerini inkar etmektedir. Devletin kültürel ve milli kimliği tek bir etnik gruba dayanır. Bunu daha önce Atatürk Devletin millet için var olması ilkesi yerine milletten üstün olduğu görüşünü hakim kıldı. Tek bir millet (Türk Milleti) yaratma projesi çerçevesinde bütün farklı dil ve kültürler gibi Kürd dili ve kültürü de inkar edilerek baskı altına alındı, her alanda asimilasyon politikaları uygulanmaya başlandı. Bu baskılar da direnişleri, özgürlük mücadelesini beraberinde getirdi. Bu bağlamda Kürdler 1980 ve 1990’lardaki askeri vesayete dayalı hükümetlerin baskıcı uygulamalarına ciddi direnişler göstermiştir. Bu, onların aynı zamanda ulusal gurur kaynağıdır. Bunun dışında Kürdlerin diğer ulusal gurur kaynakları, Kürd coğrafyasının doğal güzelliği (dağları,ırmakları), 1920’den beri sayısız halk isyanları, tüm baskılara rağmen geleneksel yaşayış biçimlerini, sözlü kültür özelliklerini korumalarıdır. Zazalar, çıkan anlaşmazlık ve problemlerde adaletsiz buldukları için Türk devlet otoritelerine başvurmadan kendilerine ait çözüm yöntemleri geliştirmişlerdir. Zaza toplumunda adalet; ahlaki, kültürel, geleneksel ve dini kurallara göre belirlenir. (Zazalar Alevi ve Sünni olmak üzere iki mezhebi benimserler. Aleviler laik eğilimli, Sünnilerse muhafazakardır) Zaza toplumunun büyük bir kesiminin kuralları şeyhlik, aşiret sistemi ve şeriat tarafından düzenlenmiştir. Şeyhlik, mollalık yönetici toplumsal otoritelerdir. Şeyh toplumun bütününü ilgilendiren önemli meselelerle meşgul olurken mollalar yerel konularla ilgilenirler. Sünni/ Şafii- Zaza yörelerinde şeyhlik, molla kurumunun üzerinde bir konuma sahiptir. Şeyhler, mollalar, aşiret reisleri ve ağaların Zaza toplumunda yüksek mevki sahibi oldukları kabul edilir. Özcesi Zazaların yaşam felsefesini belirlemede tecrübe ve geleneksel düşüncelerden önce din gelir. Zaza toplumundaki şeyh, molla ve tarikat gibi dini otoriteler, aynı zamanda bir din pazarı oluşmasına da yol açmışlardır. Bu durum ise insanların bireyselleşmesini, özgürce düşünmesini engellemektedir. Zazalar akraba ve komşularına karşı sorumluluk duyar ve birbirlerine yardım ederler. Kirvelik, birbirlerine hediye alıp vermek, güç koşullarda dayanışmak, kız alıp vermek önemli mütekabiliyet örnekleridir. Günümüzde bunun biraz zayıfladığı gözlenmektedir. Zazalarda nüfusun yarıdan fazlası geçimini yalnızca evcil hayvanlar ile tarımdan sağlamaktadır. Kasaba ve şehirlerde ise alışveriş ve hizmete dayanan ekonomik ilişkiler hakimdir. İşsizlik, alt yapı eksikliği, geri kalmışlık ve sanayi yatırımlarının olmaması, toprak kıtlığı ve PKK ile Türk devleti arasındaki savaştan kaynaklı köylerin devlet baskısıyla zorla boşalttırılması sebepleriyle kırsal kesimden bir nüfus kaçışı görülmektedir. Bütün bunların yanı sıra günümüzde Kürd özgürlük mücadelesi devam etmektedir ve bu mücadele içine büyük çapta demokratikleşme, bireyselleşme, laikleşme, bilime yönelme, rasyonelleşme ve kültürel çokluk kavramlarını almaktadır.” gibi tespitler yer alıyor. Orjinal dili Norveççe olan bu kitap, ilk kez 2007 yılında Abstrag Forlag yayınevince ‘‘Zazakurdere i en ny tid’’ adıyla Norveç’te yayınlanmıştır. Ardından 2011 yılında İngilizceye çevrilip ve “The Zaza Kurds of Turkey: A Middle Eastern Minority in a Globalised Society’’ adıyla I. B. Tauris yayınevi tarafından Londra’da basılmıştır. “Zaza Kürdler’’ halen Anglofon ülkelerdeki 18 üniversitede ders kitabı olarak okutulmaktadır. 2014 yılı, DAİŞ denilen barbarlar çetesinin öne çıktığı bir yıl oldu. Irak ve Suriye’de üzerinde sekiz milyona yakın insanın yaşadığı Portekiz büyüklüğünde bir coğrafyayı kontrol eden DAİŞ, Hilafet Devleti adı altında bir çete yapısı oluşturdu. Ortadoğu’nun kadim halkları ve inançları olan Kürdler, Ezidiler ve Süryanilere düşman olan DAİŞ, insanlığa dair ne varsa her şeyi yok etti. Kafalarını kestiği insanların görüntülerini yayınlayarak dünyaya korku salmaya çalıştı. Binlerce kadın ve çocuğu köleleştirdi ve pazarlarda sattı. DAİŞ, insanlığa karşı olan her şeyi temsil eden bir barbarlar güruhundan başka bir şey değildir. Şengal ve Kobanê’ye vahşice saldıran DAİŞ, bir Kürd soykırımı gerçekleştirmeye çalıştı. Kobanê ve Şengal’de Kürd halkının büyük direnişiyle karşılaşan DAİŞ, neye uğradığını şaşırdı. İnsanlık, Kobanê ve Şengal’de DAİŞ barbarlarını durdu ve geriletmektedir. DAİŞ, şu an için gerilemesine rağmen dünya, Ortadoğu ve Kürdistan için tehlike olmaya devam etmektedir. Din adına fanatizmi ve barbarlığı kutsallaştıran DAİŞ, mezhepçiliği, kabileciliği, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve primitivizmi Ortadoğu’da egemen kılmak için her türlü vahşeti uygulamaktadır. Ortadoğu coğrafyasında kadın, hala onurlu ve özgür bir insan olarak var olamamaktadır. Ortadoğu’nun dördüncü büyük kadim halkı olan Kürdlerin, en temel insan hakları her gün inkar edilmektedir. Kürdistan’da her gün onlarca cenaze kaldırılmakta, ölüm, idam ve işkence haberleri gelmektedir. Kürdistan’da yüzlerce toplu mezarın olduğu raporlar yayınlanmaktadır. Sanki bu coğrafyada Roboski gibi büyük bir katliam hiç olmamış gibi insanlar duyarsızlaşabilmektedir. Aleviler, farklı kimlik ve inançlarını yaşayabilmek için büyük çabalar göstermekte, ancak şimdiye kadar insan onuruna yakışır bir şekilde onların hak ve özgürlükleri tanınmış değildir. Alevilere ait Cemevleri’nin ibadethane olup olmadığı tartışması, fanatizm ve körleşme tarafından kuşatıldığımızı göstermesi açısından anlamlıdır. Ortadoğu’da DAİŞ barbarlığına şahit olduğumuz bugünlerde Almanya’da insanlık düşmanı bir başka oluşumun sahneye çıkışına şahit olduk. PEGİDA adı verilen organizasyon, ‘Batı’nın İslamizasyonuna Karşı Yurtsever Avrupalılar Birliği’ olarak kendisini sunmaktadır. Dresden başta olmak üzere Almanya’nın birçok kentinde İslam ve mültecilere karşı gösteriler yapan PEGİDA, yabancı düşmanlığını ve Alman milliyetçiliğini ideoloji olarak benimsemiştir. PEGİDA, Alman ve Avrupa kültürünü Müslüman işgalcilere karşı korumayı ve savunmayı amaç edindiğini iddia etmektedir. PEGİDA denilen fanatikler güruhunun kalpleri ve beyinleri önyargı, katılık ve nefretle körleşmiş durumdadır. Ortadoğu’da İslam’ı savunduğunu iddia eden DAİŞ’e karşı Almanya’da PEGİDA Avrupa ve Alman kültürünün koruyuculuğuna soyunmuştur. PEGİDA, Selefilerle mücadele etmeyi olmazsa olmazı kabul etmektedir. Her iki grup, kültür ve din adına fanatizmin, ırkçılığın ve nefretin hizmetindedirler. Her iki grubun ortak özelliği, kendileri gibi olmayanları ötekileştirmek, öcüleştirmek, şeytanlaştırmak ve yok etmeyi kendilerinin meşru bir hakkı olarak görmektir. PEGİDA ve DAİŞ, insanlık karşıtı yapıların hem Doğu’da hem Batı’da sürekli olarak ortaya çıkacağını göstermektedir. İnsanlığın ırkçılıkla, fanatizmle, şovenizmle ve nefretle mücadelesi devam etmektedir. Cinsiyetçiliğin, ırkçılığın, dini fanatizmin ve şiddetin olmadığı daha insani bir yaşamı 2015’te umut ediyoruz. İnsanlığın DAİŞ ve PEGİDA’ya ihtiyacı yoktur. İnsanlığın yeni bir aydınlanmaya ihtiyacı vardır. DAİŞ ve PEGİDA körleşmesine insanlık, sahici bir aydınlanma ile karşılık vermelidir. 16 RESİM BasHaberSÖYLEŞİ 12 - 18 Ocak16 2015 Rıza Topal Fırça izlerinde Dersim ve sürgün .o bu çabalarıma rağmen bütün yollarım kapalıydı ve tek başıma, yoluma devam etmek zorunda kaldım. Kürdistan’da sanatın ham maddesi ile beslenen ve sürgün ve göçlerle soluğu Avrupa’da alan birçok değerli sanatçımız var. Özellikle Avrupa’daki demokratik ortamın sunduğu imkanlarla birlikte bu sanatçılarımız kendilerini daha iyi ifade edebiliyor ve sanatlarını geliştirmek için uygun koşullarda yaşıyorlar. Umarım bir gün sanatın ham maddeleri kendi toprağında işlenecek ve değerlenecek ortamı bulabilir. w Kürd sanat camiasında size gösterilen ilgi nasıl? Öncelikle şunu söylemeliyiz ki sanatın dili ve ırkı yoktur. Fakat ben Bochum müzesinde sergi açtığımda Kürd olduğumu söyledim ve şimşekleri üzerime çektim. Gerekçe olarak da ‘Türkiye bizim NATO üyemiz, eleştirmemelisin’ dediler. Sonra Bremen’de müzesinde bir sergi açtım o zamanın müze müdürü beni engellemeye çalıştı ama engelleyemedi. Berlin’de de bir sergi açtım ve burada da Kürd olduğum için bazı engellerle karşılaştım. 1980’de Kenan Evren darbe yapınca bu uygulamalar daha da sertleşti. Hem Alman, hem Türk faşistlerden birçok tehdit mektubu aldım. Bu olaylarla birlikte yollarım kapandı. Fakat bu olaylar karşısında direndim ve çalışmalarıma devam ettim. Bütün bunlar karşısında yalnız bırakılınca ben de Kürd kurum ve kuruluşlarına başvurdum. Kürdistan Federal Bölgesi ile iletişim kurdum. Türkiye’deki Kürdler zaten darbe nedeniyle baskı altındaydılar. Bu yüzden onlarla iletişim kurmakta bile zorlanıyordum. Bütün w Kürd Ressam Rıza Topal 1950’de öğretmenlik hayatına başladıktan sonra resme olan ilgisiyle birlikte 1954 yılında Ankara’da ilk sergisini açtıktan sonra yurtdışında da birçok sergi ve çalışmaya imza atmış bir ressam. Aynı zamanda 60 darbesiyle birlikte gönüllü olarak yıllarca Hakkari’de öğretmenlik yapan Topal, açtığı sergiler ve çalışmalarla bakanların da ilgisini çekmeyi başaran bir sanatçı. 68’de Almanya’ya göç etmek zorunda kalan ve orada yaşamaya devam eden ve halen Almanya’da yaşayan sürgün edilmiş Topal, 1938 Dersim soykırımının bırakmış olduğu acı izleri hem yaşamında hem de sanatında yoğunlukla işliyor. Rıza Topal ile sanatını yaşamının sanatındaki yansımalarını konuştuk. w .a rs iv ak Resim dünyasında ‘akademi ve alaylı’ tartışması hep vardı. Siz de alaylısınuz. Buradan gelip, başarılı olmak için nasıl bir yöntem izlediniz? Resme ilk başladığımda sanatla ilgili herhangi bir planım yoktu bu alanda ilerlemeyi düşünmemiştim. Küçük yaşta resim derslerinde öğretmenler bu yeteneğimi keşfetti daha sonraları açılan resim atölyelerine başkan yaptılar beni. Öğretmenliğe başladığımda Bingöl’de resim çalışmalarına başladım klasik resimler yapıyordum. Empresyonizmden etkilenmiştim. 1958’de Ankara’da ilk sergimi açtım ve büyük yankı yaptı. Basın bana ilgi gösterdi ve bu ilgiden sonra beni Ankara’da bir yetiştirme yurduna öğretmen olarak aldılar. Orada rahattım ve bütün ihtiyaçlarım karşılanıyordu ama içim rahat değildi çünkü ben bu işi para için yapmıyordum. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ben çok rahatsız oldum ve gönüllü olarak Hakkari’de öğretmenlik yapmak istediğimi söyledim. Hakkari’ye geçtikten sonra arkaik çalışmalar yapmaya başladım Mezopotamya Mısır ve Anadolu üzerine çalıştım. Orada yaptığım birçok resim hala duruyor. Hakkari’de kendi evimde gibiydim kendi kültürüm ve kendi insanımla beraberken daha güzel çalışmalar yapıyordum. Oradaki çalışmalarımla kültür bakanlığının dikkatini çektim ve beni çağırıp görev için Paris’e göndermek istediklerini söylediler. Ben reddettim ve Hakkari’de kalmak istediğimi söyledim. 1968’de tekrar çağırıp bu sefer eğitim için Almanya’ya gönderdiler. O süreçten beri Almanya’da yaşıyorum. ur d Laser Mario rg Öğretmenlik yıllarında kendi deyimiyle ‘yediği önünde yemediği arkasında’ bir yaşam standardı olan Rıza Topal gönlü el vermeyip Hakkari’de gönüllü öğretmenliğe gidecek kadar eğitim sevdalısı ve aynı zamanda Esat Canan, Mehmet Salih Yıldız gibi siyaset adamlarının da öğretmenliğini yapmış, kendini resim alanında geliştirmiş olan Topal, Avrupa ve Türkiye’de sergiler açan bir ressam. ‘Galeri piyasası’ diye adlandırılan ve yer yer tekel gibi duruş sergileyen bir çevre var ve bu alanda var olmak çoğu kez bu engele de takılabiliyor. Neleri yenmek zorunda kaldınız? Benim umudum kırılmadı. Bir sanatkar yapar ama satmasını beceremeyebilir. Bu işler galerilerin işleridir. Maalesef günümüzde buna mahkum edildik çünkü eskisi gibi sanatta seçicilik yok ve sanatın gelişimi için bu tür kurumların gerekliliği ortaya çıkmıştır. Kürd halkı sanatsal açıdan henüz alt basamaktadır. Kürdler içinde galericilik pek gelişmemiş ama bunun yerine, ne yazık ki parti ve siyasi kurumlara mahkum edilmiş bir sanat anlayışı var. Eğer bir parti veya örgüte yakınırsanız yaptığınız sanat olarak niteleniyor ama kendi başınıza sanat icra ederseniz veya politik bir tavır sergilemeden sadece sanatın evrensel boyutuyla ilgilenirseniz yaptığınıza kimse sanat demiyor. Çalışmalarınız tam bir renk skalasından oluşuyor. Tarzınıza dair neler söylemek istersiniz? Benim tarzım çok renkliliktir. Ben renkleri bir sıraya koydum 10 yıl arayla farklı tarzlarda çalışmalar yapacağıma dair kendime söz verdim. İlkin empresyonizmin etkisiyle renkli çalışmalar yaptım. 10 yıl geçtikten sonra 1985’te modüler formlara geçiş yaptım daha sonra sürrealizm üzerine çalıştım ve en sonunda abstract soyut resimlere geçtim şimdi bunun üzerine devam ediyorum. Bu benim kendime koyduğum kurallardır. Dersimlisiniz ve Dersim katliamının sizde izler bıraktığını söylüyorsunuz. Bu sanatınıza nasıl etki ediyor? Dersimli olmam dolayısıyla katliamın bende bıraktığı izler oldukça fazla. Bu katliam benim yaşamımın birçok noktasında etkilidir. Sanat insanların duygu ve düşüncelerini yansıtmasında en büyük araçlardan biridir. Ben de bunda en iyi araçlardan biri olan resim sanatıyla ilgili olmam dolayısıyla Dersimin acılarını ve ben de bıraktığı izleri bu şekilde yansıtıyorum. Kürdistan acı ve katliamlarla dolu bir coğrafyadadır. Bir insan hangi işi yaparsa yapsın mutlaka bir şekilde bunun etkisini onda görebilirsiniz. Bende resimlerimde bu etkiyi anlatmaya çalışıyorum. 38’le ilgili birçok resim yaptım sürgün ve acı bu resimlerin ana temaları oldu hep. Geri dönmeyi düşüyor musunuz? Aslında geri dönmek istiyorum ama artık yaşlandım ve sağlık hizmeti almam gerektiği için geri dönemiyorum. Buradaki sosyal haklar ve sağlık sektörünün durumu ortada eğer geri dönersem 40 yıldır alıştığım sosyal hakların bir çoğunda geriye gitmek zorunda kalacağım için bunu yapamıyorum. Yaşlılık engeli olmasaydı elbette geri dönmeyi isterdim ama şu anda bu mümkün görünmüyor.