23. Sayımız da Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi 23. Sayımız da Devlet Güvenlik Mahkemesi Tarafından Sansürlendi Gazetemizin 26 Mart 1999 tarihli 23. sayısı da DGM tarafından bilinen gerekçelerle sansürlendi. 23. sayımızda "Şehitlerimizle Devrime Yürüyoruz" başlıklı 30 Mart-17 Nisan devrim şehitlerini anma ve Parti-Cephe'nin kuruluşunu kutlama günleri nedeniyle yazılmış yazı, "Kızıldere Devrime Çağrıdır; Kızıldere Kurtuluşumuzun Yoludur" başlıklı 30 Mart Kızıldere direnişinin tarihsel önemini ve bugün taşıdığı misyonu anlatan yazı, "Bayrağımız Ülkenin Her Tarafında Dalgalanıyor" başlıklı 16-17 Nisan direnişinin önemini anlatan yazı, "Birleşelim Savaşalım Kazanalım" köşesinde yer alan "Kızıldere'deki Devrimci Dayanışmayı Sürdürmenin Koşulu, Mahirlerin, Denizlerin Devrimcilik Anlayışına ve Savaşma Kararlığına Sahip Sahip Olmaktır" başlıklı devrimci dayanışmanın hangi değerler üzerine kurulabileceğini anlatan yazı, Anadolu'nun Mücadele Tarihinden köşesinde yer alan "Karadeniz (2)" başlıklı Karadeniz Bölgesi'nin mücadele tarihini anlatan yazı, Kürdistan'da Tek Yol Devrim köşesinde yer alan "Oligarşi'nin Sansürünün Karartmaya Çalıştığı "Kürdistan Gerçeği Mi, Devrim Mi, Yoksa Bu İkisinin Yan Yana Gelmesi Mi?" başlıklı Kürdistan'da Tek Yol Devrim köşemizin neden sürekli sansürlendiğini anlatan yazı, Devrimci Yaşamdan Ayrıntılar köşemizde yer alan "Kesintisiz Devrimcilik" başlıklı devrimciliğin kesintisiz ve kalıcı olması gerektiğini anlatan yazı ve "12-15 Mart Gazi Ayaklanması, 16 Mart 1978 Katliamını Ve Kahraman Altun Nezdinde Mart Şehitlerimizi Andık" başlıklı DHKC İngiltere Devrimci Halk Güçleri imzalı, İngiltere Halk Güçleri'nin Mart ayı şehitlerini anma etkinliklerini anlatan yazı sansüre uğrayan yazılarımızdı. DGM'nin gazetemizin yayın ve dağıtımını engellemeye yönelik çabalarını protesto ediyoruz. Sansürlere rağmen gazetemizi halkımıza ulaştırmaya devam edeceğiz.* İÇİNDEKİLER FAŞİZM GERÇEĞİ.......................... 3-4 DHKC AÇIKLAMA .............................5 YUGOSLAVYA............................... 6-9 MİLLİYETÇİLİK......................... 10-11 TEK YOL DEVRİM....................... ....12 HABER-YORUM......................... 13-15 SEÇİM ÇARE DEĞİL. 16-17 DÜZEN PARTİLERİ (MHP) .......... 18-20 VAADLER.......................,... ......21-22 YOLDAŞLAR BİZİ AŞIN......................23 KARADENİZ (3)..........................24-27 HABER-YORUM................................28 KİTAPLARIMIZ ........... 29-30 MAHİR ÇAYAN........ ............ ...... 37-38 30 MART. ..................................... 39 12 TEMMUZ...................................40 16-17 NİSAN ........................41 ANI.............. ................. 31 - 3 2 BU TARİH BİZİM.............................. 33 SANSÜR....................... ......... ..............34 MARKSİZM,...................... ..........35-36 PARTİ CEPHE ŞEHİTLERİ. ............42 ÖĞRENİYORUZ, ÖĞRETİYORUZ. .....43-44 YURTDIŞI ............................... .45-46 GÖRÜNEN KÖY................................47 -Halk Çocuklarını EmperyaHzmin Askeri Haline Getirenler Vatan Hainidir -Topraklarımızı Emperyalist Saldırılan. Üssü Haline Getirenler Vatan Hainidir -Amerikancı İktidar; Türkiye Halklarının Temsilcisi Dlamazlar. Bir Halkı Katlederek Başka Bir Halkın Bak ve Özgürlükleri Savunulamaz. Türkiye Halklarının Ne Kosavalı Arnavutlarla,Ne Sırp Halkıyla Bir Düşmanlığı yoktur. Düşman Etmeye Çalışanlar Vatan Hainidir -Hükümet ve Ordu, Emperyalist Saldın Güçleri İçinden Derhal Çekilmelidir AMERİKANCI HÜKÜMET YUGOSLAVYA'DA EMPERYALİZMİN SUÇ ORTAĞIDIR Emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan oligarşi, kendisine "görev" düştüğünde efendilerine yaranmak için bu "görev"leri üstlenmekte tereddüt etmiyor. Aslında bu yeni bir durum da değildir. 1950'lerde NATO'ya girebilmek için Kore'ye asker göndererek direnen bir halkı katlettirenler de; Somali'de, Bosna'da halklara yönelik işkence ve katliamlara emperyalist efendileriyle birlikte ortak olan da aynı egemen sınıflardır. Bunlar kendi çıkarlarını emperyalist efendilerinin yanında yer almakta gördüklerinden, kraldan daha kralcı bir tavırla bu tür saldırıları desteklerler. NATO'nun Yugoslavya'ya saldırısında da aynı durum yaşanmaktadır. Emperyalizmin ve oligarşinin borazanlığını yapan burjuva medya, günlerce bu saldırının ne kadar gerekli olduğunun propagandasını yaptı. Oligarşinin ülkemizin dört bir yanında döktüğü kan için hiç üzülmeyen, Kürt halkının yıllardır yaşadığı "göç dramı"nı görmezden gelen burjuva medya, "Kosova kan ağlıyor" başlıklarıyla Sırplar'in ne kadar acımasız ve cani olduğunu yazdı durdu. "Kosova kan ağlıyor" diye yazan medya, emperyalizmin bombardımanı altındaki Irak için de aynı duyarlılığı göstermedi hiç. Onların bütün dertleri, emperyalizm ve oligarşinin saldırılarına meşruluk yaratmaktır. Oligarşinin temsilcileri de, emperyalist efendilerinin önünde secdeye dururken, müdahalenin ve bizim bunda yer almamızın ne kadar gerekli olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Örneğin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in derdi, NATO'nun itibarıydı. NATO saldırısı üzerine yaptığı açıklamada şunları söylüyordu: "Kosova yalnızca Türkiye'yi değil, herkesi çok yakından ilgilendiriyor. (...) Dünyada bugün tek askeri güç NATO (...) Daha bir süre bir şey yapmamak NATO'nun hem caydırıcılığını, hem itibarını zedeler duruma geliyordu. (...) Biz NATO'nun içindeyiz. NATO'nun bu kararına destek veriyoruz." (Cumhuriyet, 26 Mart 1999) Saldırıyı savunmaya çalışırken gerçek amacı ele veriyorlar. Mesele Kosova halkının baskı altında olması değil, emperyalizmin vurucu gücü NATO'nun hükmünü sürdürmektir. Demirel'in kastettiği emperyalizmin itibarı ve caydırıcılığıdır. Yılların Morrison Süleyman'ı, tabii ki emperyalizmin çıkarlarını koruyacaktı. Tabii ki emperyalist efendilerinin yanında halklara saldıracaktı. Sorun, emperyalizmle işbirliği ve halklara düşmanlık olunca iktidarından muhalefetine herkes aynı koroda yerini almıştır. Mesut Yılmaz açıklama yapıyor: "Yugoslavya'ya barışı zorla kabul ettirmekten başka çare kalmamıştır. Hükümetin açıkladığı kararlarla mutabıkız. (...) Hükümetin gerekli her türlü desteği vereceğine inanıyoruz." (Cumhuriyet, 26 Mart 1999). Ecevit emperyalizmle işbirliği noktasında atacakları yeni adımların tepki yaratmadan kabullenilmesini sağlamaya çalışarak, şunları söylüyor: "NATO'nun hava harekatinın bir an önce olumlu sonuca ulaşmasını ve sivillere olabildiğince zarar vermemesini temenni ediyorum. Harekatta kullanılmak üzere görevlendirilmiş 11 uçağımız İtalya'da konumlanmış durumdaydı. (...) Türkiye'den henüz kara birliği istenmedi... Ama her olasılığa karşı gerekirse gönderilmek üzere askeri birliğimiz Ankara Mamak'ta hazır olarak bekletilmektedir." (Cumhuriyet, 26 Mart 1999) Bir "itiraf" da Ecevit'ten geliyor. Operasyonun sivillere zarar vermediği yalanı, "sivillere olabildiğince zarar vermemesini temenni ediyorum" sözleriyle boşa çıkıyor. Sivillere de zarar gelecek, ama "fazla" ÇARE SEÇİM DEGIL olmasın diyor Ecevit. Ne hümanistlik! Diğer taraftan emperyalist efendileri istediği anda gönderilmek üzere bir askeri birliği Ankara Mamak'ta hazır tutuyor. Uşaklığın, onursuzluğun, düşkünlüğün bir başka örneği ise, TSK'ya bağlı savaş uçaklarının harekat içinde yer almasından duyulan sevinçte kendisini gösteriyor. Sanki büyük bir onurmuş gibi, NATO karargahındaki efendilerinden aldıkları teşekkürü manşetlere çıkarıyorlar. Alın, ne olur? Çok iyi bir şey mi yaptınız da aldınız bu teşekkürü? Halkın tepesine bomba yağdırılmasını ya da bomba yağdıranları korumasını "övünç kaynağı" olarak görüyorlar. Bunlarda ulusal onurun kırıntısı bile yoktur. Ulusal onurun temsilcisi devrimcilerdir. Ulusal onura sahip çıkmak, emperyalizme karşı savaşmaktır. Türkiye oligarşisi ABD'ye uşaklıkta sınır tanımıyor. Türkiye oligarşisi Balkanlarda emperyalizmle birlikte, bana da bir şey düşer mi anlayışıyla uşaklık yapıyor. Ve ABD'ye kim bilir hangi pazarlıklarda verdiği sözlerin bedelini ödüyor. MGK'nın açıklamaları ABD açıklamalarının tekrarıdır. MGK'da, orduda anti-Amerikancılık arayanlara MGK cevap vermektedir. ABD'nin Ortadoğu veya Balkanlara yönelik tüm planlarında, hükümetler ve ordu itirazsız yer almakta, ABD çıkarlarının savunuculuğunu yapmaktadırlar. Amerikancı Türkiye hükümetleri 1950'lerden bu yana halkların mücadeleleri karşısında ABD ile birlikte olmuşlardır. AMERİKANCI DSP İKTİDARI, AMERİKANCI MGK VE ORDU, TÜRKİYE HALKLARININ ÇIKARLARININ DEĞİL, EMPERYALİZMİN ÇIKARLARININ BEKÇİSİDİRLER.* Kosova Sorununu Çözmek İçin Değil; Yugoslavya'nın Yeni Dünya Düzenine Teslim Olması İçin EMPERYALİST HAYDUTLUKYUGOSLAVYA'DA Tüm dünya Yugoslavya'da yeni bir emperyalist haydutluğa tanık oluyor. Bir kez daha emperyalizmin çıkarları için halkların tepesine bomba yağdırılıyor. Emperyalistler bir kez daha halkın kanını döküyor. Halklar bir kez daha yokluklara, acılara ve gözyaşına boğuluyor. Emperyalistler bunu yaparken, her türden işbirlikçileri de kraldan daha kralcı bir tavırla, bu katliamda emperyalizmin yanında yerini alıyor. SALDIRININ AMACI NEDİR?; Emperyalizmin son saldırganlığı, Kosova bahanesiyle Sırbistan'a yönelik olarak başlatıldı. Emperyalizmin 25 Mart'ta başlayan saldırısının gerekçesi olarak, Sırbistan'ın "Kosava'da gerçekleştirdi katliamlar" gösteriliyor. Devrimciler, halka yönelen her türlü saldırının karşısında oldukları gibi, Kosova halkına yönelik baskı ve saldırıların da karşısındadırlar. Ancak burada iki noktaya dikkat çekmeliyiz; birincisi, ortaya çıkan sonuçların nedenleri, sorumluları konusunda bir yanılgıya düşürmemelidir. Katliamların, göçün sorumlusu, esas olarak emperyalizmdir. Milliyetçiliği, düşmanlığı körükleyen, Yugoslavya halklarını birbirine düşüren en başta onlardır. Kaldı ki gelişmeler konusunda emperyalist medyaya inanmak için bir neden yoktur. Romanya olayları hatırlansın. Emperyalizmin Romanya olayında karşı-devrimci komployu haklı göstermek için hastane morglarmdaki bebek ölülerinin görüntülerini yayınlayarak nasıl bir yanıltma yarattığı hatırlanacak olursa, bu konuda ihtiyatlı olmak gerektiği açıktır. İkincisi, "Kosova'daki katliam" emperyalist saldırının gerekçesinin yalnızca bir bölümüdür; gerekçenin tamamı, Kosova'nm statüsüne ilişkindir. Sırplar, Kosova'nın özerkliğini kabul etmekte, ama emperyalistler referandum diyerek Sırplara ayrılığı dayatmaktadırlar. Bunlar açıklanan gerekçelerdir. Ancak bu veya diğer gerekçeler, emperyalizmin saldırısının gerekçesi olamaz. Hiç bir gerekçe emperyalist saldırıyı haklı, meşru gösteremez. Emperyalist saldırganlığın asıl amacı Sırbistan'a boyun eğdirmektir. Emperyalizm, göstermeye çalıştığı gibi halkların dostu, onların katledilmesine karşı çıkan bir güç değildir. Tersine emperyalizm dünya halklarının baş düşmanı, halklara vönelik katliamların birinci dereceden, sorumlusudur. Emperyalizmin gerçekleştirdiği katliamlar saymakla bitmez. Bunun en son örneği ise artık neredeyse sıradan hale gelen ve her gün Irak halkının tepesine yağdırılan bombalarla halkın katledilmcsidir. Emperyalistlerin Yugoslavya'ya yönelik müdahalesi de, Kosovalı Arnavutlar'] çok duşündükleıi için değildir. Sırbistan'a yağdırılan bombalar tamamen" emperyalist çıkarlar içindir. Başta ABD olmak üzere, tüm emperyalistler bir türlü denemeleri altına alıp kendi uşakları haline ;etiremedikleri, söz dinletemedikleri Yugoslavya'yı bu şekilde dize getirmeyi hedefliyorlar. Yugoslavya'daki gelişmelerin bugünkü hale gelmesinde emperyalistler arası çelişkilerin de önemli bir payı vardır. Emperyalistler her türlü ulusal, dinsel, mezhepsel ayrılığı kullanırlar. Daha yakın zamanda Ruanda'da mezhep çatışmaları sonucu biı milyona yakın insan katledildi. Bu sonucu, ABD ve Fransa arasındaki rekabet yaratmıştı. ABD ve diğer emperyalistlerin 1991 'deki Irak'a saldırısının nedeni de Kuveyt değildi. O zaman öyle gösterildi. Ama meselenin Kuveyt'i işgalden kurtarmak olmadığı, emperyalizme şu veya bu ölçüde direnen bir yönetimin teslimiyete zorlanması olduğu görüldü. Saldırının senaryosu aynıdır. Şimdi de Kosova gerekçe olarak gösteriliyor. Saldırının Kosova halkının güvenliğiyle hiç ilgisinin bulunmadığı, olayların gelişiminde çok daha somut olarak açığa çıkmıştır. Sırpların baskısı ve gökten yağan ölüm arasında sıkışan Kosovahlar göç etmektedir. Saldırının Kosova halkının can güvenliğiyle TEK YOL DEVRİM ilgisi yoktur. Göç dalgasına rağmen saldırı durrdurulmamıştır. DİZE GETİRMENİN EN KESTİRME YOLU; BÖLÜP PARÇALAMAK Bakın Yugoslavya'nın "yeni" haritasına. Küçük küçük onlarca bölge. Önce parçalıyorlar, sonra vuruyorlar, teslim alıyoriar ve kendi pazarları haline dönüştürüyorlar. Emperyalizmin sosyalist ülkelerdeki karşı-devrimlerden bu yana izlediği taktiğin özü budur. Milliyetçiliğin kışkırtılması da bu taktiğin bir parçası olmuştur. Yugoslavya'da değişik ulusal kökenlerden tüm halklara, emperyalizm yıllardır "bağımsızlık" için destek veriyor. Bugün "kıyımı" önlemek için müdahale eden emperyalistler, dün Yugoslavya'yı bölüp parçalayanlardır. Emperyalist müdahaleyi davet eden, emperyalist çözümleri kabul eden milliyetçilik, emperyalizmin aletidir. Çoğunlukla kullanılır. Kosova bunun en tipik örneğidir. Kosova Kurtuluş Ordusu ya da kısaltılmış adıyla UÇK, ulusal kurtuluşçu bir örgüt değil, işbirlikçi milliyetçi bir örgüttür. Emperyalizm tarafından finanse edilip, emperyalizmin askeri uzmanları tarafından örgütlendirilmiştir. UÇK'nm kurtuluştan anladığı, sorunu emperyalistlerin çözmesidir. Emperyalistler katliam yapsın, yakıp yıksın ve kendilerinin özerk veya "bağımsız" sınırları olsun! Emperyalistlerden yardım isteyenler, ülkeleri bombalatıp işgal ettirenlerin ulusal kurtuluşla bir ilişkileri olamaz. Emperyalizme hizmet ediyorlardır. NATO EMPERYALİZMİN VURUCU GÜCÜDÜR; Yuoslavya'ya yapılan saldırının niteliğini tesbit etmek için saldıran güce bakmak yeter. Saldıran NATO'dur. "Sosyalist sistemin" ortadan kalkmasından sonra NATO'nun işlevi belirsizleşmiş, emperyalizmin merkezlerinde NATO'nun yeni işlevine yönelik stratejiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Emperyalizmin "Globalleşme", "küreselleşme" demagojilerine uygun olarak NATO'nun da "dünya barışı" için bir işlev yüklenebileceği propagandaları öne çıkarılmış, bu teori, beyinlerini emperyalizmin yenidünya düzenine uydurmuş "solcular" tarafından da kabul görmeye başlamıştır. Şimdi gerçek Yugoslavya'da karşılarındadır. NATO dün de bugün de ulusal ve sosyal kurtuluş hareketlerine, devrimlere karşıydı. Bu misyonu değişmedi. Ek olarak bugün ABD NATO'yu kendi dünya jandarmalığını pekiştirmek için kullanıyor. ABD bu tür saldırılarla diğer emperyalistleri de geriletiyor, tek hakim güç olduğunu göstermek istiyor. ABD uluslararası hiçbir anlaşmayı dinlemeden saldırıyordu. Şimdi bunu NATO ile birlikte yapıyor. "Uluslararası hukuk" diye bir şey kalmamıştır ortada. Uluslararası hukuk emperyalist hukuk'tur. Uluslararası anlaşmalar, uluslararası kurumlar, ABD emperyalizminin çıkarlarına onay verdikleri sürece geçerlidirler. Emperyalizmin Irak'a yönelik saldırılarında bu çok somuttur. Birleşmiş Milletlerden Irak'a yönelik saldırı kararı çıkartıldığı dönem, yani Birleşmiş Milletler emperyalizmin çıkarlarının onaylayıcısı olduğunda Irak'a saldın Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında gerçekleştirilmiştir. Ama emperyalistler arası çelişkiler ve diğer nedenler sonucu Birleşmiş Milletlerin Irak'a saldırıyı onaylamasında pürüz çıkınca ABD bu kez hiçbir uluslararası hukuk kuralı ve hiçbir uluslararası kurumu dinlemeden Irak'a saldırmıştır. Ancak Irak'a yapılan son saldırının bu niteliği, ABD emperyalizmini belli ölçülerde de olsa zor duruma sokmuştur. Bundan ders çıkaran ABD, Yugoslavya'ya saldırısını bu kez NATO şemsiyesi altında yapmaktadır. TEKNOLOJİ DEĞİL İNSAN! SAVAŞLARIN KADERİNİ HALKLAR BELİRLER Hayalet uçak düştü!.. Emperyalizmin yenilmez, ulaşılmaz, vurulmaz teknolojisi, Yugoslavya saldırısında büyük bir darbe aldı. Emperyalizmin yediği darbe aslında sadece "gizli" bir teknolojisinin açığa çıkmasıyla sınırlı değildir. Emperyalizmin teknolojinin üstünlüğü üzerine geliştirdiği propaganda ve demagoji darbe almıştır. Belirleyici olan son tahlilde insandır. Bu gerçek bir kez daha kanıtlanmıştır. Ne olur, emperyalizm devasa teknolojik gücüyle bir ülkeyi her gün bombalayabilir, yerle bir ABD ve NATO Birleşmiş Milletler kararma bile gerek duymuyor. Güç dayatıyor. Dünyada kendisinin onaylamadığı hiçbir şeye izin vermek istemiyor. EMPERYALİZM YENİ DÖNEMDE DE ESKİ EMPERYALİZMDİR insan haklan, ulusların kaderlerini tayin hakları hepsi ABD'nin hakimiyeti için gerekçe haline getirilmiştir. Emperyalizm klasik sömürgecilikte olduğu gibi işgal edip kendi valilerini atamıyor. Ama bombalıyor, işgal ediyor ve istediği sınırları, askeri ve ekonomik politikaları kabul ettiriyor. Irak'taki durum nedir örneğin? Evet ortada açık bir işgal yok gibidir. Ancak emperyalizm Kuzey Irak'ta fiilen yerleşmiş durumdadır. Saldırılarıyla Irak'a bir yeni-sömürge olmayı dayatmaktadır. Birleşmiş Milletler diye bir şey artık fiilen yoktur. Bu ve benzer emperyalist kurumlar, ABD'nin kuklalarıdırlar. ABD'nin kullandığı güçler durumundadır. Emperyalizmin milliyetleri ve dinleri körükleyerek teslim alma politikaları daha uzun süre hükmünü sürdüremez. Halklar yaşadıklarından dersler çıkartacak, halkların birliği ve birlikte iktidarının, devrimin gerekli ve vazgeçilmez olduğunu kavrayacaktır. Emperyalizmin de en büyük korkusu budur. Bu saldırılara paralel olarak başvurduğu tüm manevralar ve sürdürdüğü propagandalar bu gerçeğin halklar tarafından kavranmasını engellemeye yöneliktir. -KAHROLSUN ABD EMPERYALİZMİ VE NATO! - HALKLARIN ÜZERİNE YAĞAN BOMBALARIN DA, GÖÇ ETMEK ZORUNDA BIRAKILMASININ DA SORUMLUSU EMPERYALİZMDİR! - YAŞASIN HALKLARIN BİRLİĞİ, BİRLİKTE MÜCADELESİ VE DEVRİMCİ İKTİDARI* edebilir; ama direnmeye kararlı bir halkı, emperyalizme teslim olmamakta kararlı bir yönetimi teslim alamaz. En gelişmiş uçaklara, en gelişmiş tanklara, silahlara sahip ABD ve NATO, Yugoslavya'ya girmeye, bir kara saldırısına girişmeye cesaret edemiyor. Peki onu düşündüren ne? Onu düşündüren direnen halk gerçeğidir. Yugoslavya halklarının Hitler faşizmine karşı anti-faşist direniş geleneği, partizan savaşa tecrübesi emperyalistleri korkutmaktadır. Emperyalistler Vietnam sendromunu üzerlerinden atamamışlardır ve atamayacaklardır. Çünkü dünya halkları, direnmeye, savaşmaya devam ediyor. "Suçlu Emperyalizmdir Emperyalizmin Yugoslavya'ya Saldırısı Meşru Değildir" YİNE KATLİAM, YİNE NATO NATO yine barış havariliği yaparak, bu kez de Yugoslavya halfana bombalar yağdırıyor. Emperyalist devletlerin ve onların kukla rejimlerinin oluşturduğu uluslarası katliam şebekesi NATO bir kaç gündür, kendi hukukunu, bile çiğneyerek Kosava halfanı kurtarmak(!) için Yugoslavya'ya askeri saldırılarda bulunuyor. Kim var bu halkları katleden şebekenin içinde; Hala Irak halfana karşı saldırılar düzenleyen, ABD. Kendi ülkesindeki azınlıkların haklarını vermemek için her türlü cambazlığı yapan ve Hitler döneminden beri ük defa aktif olarak bu katliama katılan Almanya. Dünyanın dört bir yanında ve beş kıtasında tarihler boyu kan dökmüş İngiltere. Kürt halkının mücadelesini destekleyen (!) İtalya. İşlediği siyasi cinayetleri, yaptığı katliamları, işkence ve zulmünü duymayanın kalmadığı ve daha bir hafta önce çocukları bile yasadışı örgüt üyesi diye gözaltına alan ve ondan fasa bir süre önce bir sendikacıyı işkence de katleden Türkiye Devleti. Evet şimdi bunlar kalkmışlar hep birden "Balkanlar'a barış getireceğiz" bahanesiyle halkları katletme pahasına Yugoslavya'yı da "Islah" etme operasyonuna giriştiler. Onyıllarca eksiği ve yanlışlarına rağmen sosyalist bir düzende yaşayan-yaşayabilen halklar ne zamanki emperyalizmin pençesine düştüler, hiç savaş ve kan eksik olmadı topraklarında. Hem de on yıllarca beraber yaşadıkları halkların kanlan. Emperyalizmin getireceği "Barış" büyük bir yalandır. Dünya halkları bunu defalarca yaşadılar. Ve işte yine bu yalanla dünya halklarını kandırmak istiyorlar. Bu yalanla katliamlarını meşrulaştırmak istiyorlar. Ve yine bu yalanla Balkanlar'daki egemenliklerini daha da artırmak istiyorlar. Dünya halklarının kardeşliğine inanan herkesi bu yalana tavır almaya ve katliamı durdurmak için harekete geçmeye çağırıyoruz. Köln, 26 Mart 1999 Anadolu Yayınevi Suçlu Emperyalizmidir Emperyalizmin Yugoslavya'ya Saldırısı Meşru Değildir Emperyalizm Yugoslavya'ya saldırdı. ÇARE SEÇİM DEGIL Her gün emperyalistlerin bombalan altında Yugoslavya halkları yaşam Dünya halkları bu senaryoyu daha önce de gördü. Emperyalistler daha önce de halklara saldırdılar. Gerekçeleri bir halfa diğer bir halka karşı "korumak" oldu. Son örneği Irak'ür. Sözde Kürt halfanı korumak için Arap halfanın başına binlerce ton bomba yağdırdılar. Halfa katlettiler. Bugün bu senaryo Yugoslavya'ya uygulanıyor. Gerekçe gene bir halfa bir başkasına karşı korumaktır. Bu kez de sözde Arnavut halfanın koruyuculuğuna soyunmuşlardır. Yalandır. Emperyalizm hiçbir halfa koruyamaz. Bu anlamda yaptığı herşey sahtedir. Göz boyamaya yöneliktir Emperyalizm Vietnam halfanı mı korudu? Irak halfanı mı korudu? Kürt halfam mı korudu? Uzakdoğu, Latin Amerika, Afrika halklarını mı korudu? işbirlikçi rejimlerle emperyalizmin denetimi altına giren her kara parçasında halklar önce emperyalistlerin tekelleriyle, şirketleriyle, markalarıyla tanıştılar; sonra da silahlarıyla, bombalarıyla... Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur. Bugün Balkanlar adeta atomlarına kadar parçalanıyor. Parçalayan bizzat emperyalizmdir. Bunu din ve mezhep çatışmalarını kışkırtarak yapmaktadır. Onlarca yıl boyunca halklar arasında çatışmanın çıkmadığı coğrafyalarda neden emperyalizmin müdahaleleri başladıktan sonra çatışmalar çıkıyor? Neden küçük devletler, devletçikler ortaya çıkıyor? Tek neden halkları birbirine kırdırarak birliğini parçalama, güçsüz düşürme politikasıdır. Ve bu, esas olarak sosyalist sistemin yıkılmasıyla başlayan bir operasyonun devamıdır. Emperyalizm kendisine karşı, devrimci temelde ortaya çıkacak bir hareketten kendi azraili kadar korkmaktadır. Ama aynı zamanda kendisine yönelecek her türlü milli harekete de karşıdır. Kendini hedefleyen en sinik sese bile adeta tahammülü yoktur. Böyleyken, kendini ulusların koruyucusu, kaderlerini tayin hakkının savunucusu, insan haklarının takipçisi olarak göstermektedir. Oysa onların tek ve temel hedefleri halkların, emekçilerin ve servetlerinin sömürülmesi, vatanlarının yeni-sömürgeliştirilmesi, bunun için gerekirse kitleler halinde katledilmeleridir. BÜTÜN DÜNYA HALKLARI! Emperyalistlerin halkları birbirine düşürme politikası ancak ve ancak ezilen halkların birliği, mücadelesi ve iktidarı ile engellenebilir. Emperyalizm çözemez; ama birliğini sağlamış, emperyalizme karşı mücadele eden halklar çözer. Halklar arasında sonsuza kadar sürücek kardeşliğin tek teminatı budur. EZİLEN HALKLAR! Arnavut, Sırp, Boşnak, Arap, Kürt, Asya, Afrika, Latin Amerika... Dünyanın her köşesinde emperyalizmin zulmü ve sömürüsü altında inleyen halklar, emperyalizm tarafından saldırıya uğrayan kardeşlerinin yanında, emperyalizmin karşısında olmalıdır. Kahrolsun Emperyalizm! Yaşasın Dünya Halklarının Kardeşliği! Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Avrupa TemsUciği 26 Mart 1999 BASINA VE KAMUOYUNA Emperyalizmin Yugoslavya'ya saldırıları devam ediyor. NATO bu sefer "barış elçisi" görünümü altında Yugoslavya'da halkın üzerine bomba yağdırıyor. Hem de Kosova'daki Arnavut halkını koruma adına. Hayır bu koskoca bir yalandır. Emperyalizm hiç bir zaman halkların dostu, koruyucusu olmamıştır. Çok gerilere gitmeye gerek yoktur. Irak'taki halkların kam hala bu emperyalistlerin elinde kuramamıştır. Emperyalizm, sosyalist sistemin Yugoslavya'da çözülmesiyle birlikte daha iyi sömüreceği yeni dünya düzenine daha iyi adapte edeceği ve hakimiyetini kuracağı ülkecikler yaratmış ve birbirlerine kırdırarak düşmanlaştırarak çıkan savaşlardan yararlanmasını bilmiştir. Halkların üzerine bomba yağdıran, binlerce insanın katili emperyalizmden hesap sormak halkların kardeşliği temelinde hesap sormalıyız. Emperyalizmden katliamların hesabını sormalıyız. Emperyalizm tüm halkların düşmanıdır... Hiç bir halk emperyalizmin politikalarından yarar sağlamamıştır ve sağlayamaz. Tüm mazlum halklar ancak emperyalizme karşı birleşerek, mücadele ederek kurtuluşlarını sağlayabilirler. Halklarımızı emperyalizme karşı diğer mazlum halkların yanında olmaya ve emperyalizme karşı birlikte mücadele çağırıyoruz. YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ! HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER PLATFORMU Emperyalizm Değil, Ezilen Halklar Kazanacak Emperyalizmin ölüm kusan uçakları 24 Mart gecesi Belgrad semalanndaydı. NATO kararıyla 24 Mart gecesi Yugoslavya emperyalistler tarafından bombalanmaya başlandı. Emperyalistler bu saldırılarıyla sözde Arnavut halkını savunduklarını söylüyorlar. Yıllardır Balkanlar'da yaşanan katliamlardan, ezilen halkların dökülen kanından sorumlu emperyalistler değilmiş gibi, barış elçiliğine, "insan haklan" savunuculuğuna soyunuyorlar. Oysa ki, Balkanlar'da akan her damla kanda emperyalizmin sorumluluğu vardır. Emperyalizmin Yugoslavya saldırısı halkları böl, parçala, güçten düşür ve yönet politikasından başka birşey değildir. Amaçlanan halklar arasında birliği, milliyetçiliği ve düşmanlığı körükleyerek bozmak, bölgede güçsüz küçük devletçikler yaratıp onları istediği gibi yönetmektir. Emperyalizmin Yugoslavya saldırısının bir diğer amacı da dünya ve bölge halklarına gözdağı vermektir. Emperyalistlerin bu saldırılarında Türkiye oligarşisi de yerini aldı. Uçaklarını Yugoslav halklarının katliamında kullandırmaktan geri durmadı ve bununla övündü. Gün gibi açıktır, emperyalizm ezilen halkların savunucusu, kurtarıcısı olamaz, olmaz. Bu çıkarlarına terstir. Emperyalizm halkların katilidir. Yugoslavya'ya yönelik bu katliam saldırısını protesto ediyoruz. Biliyoruz ki, emperyalizm gelişmiş savaş teknolojisine, güçlü ordularına rağmen ayakta zor durmaktadır. Yaşam şansını halklara saldırmakta bulmaktadır. Ancak yine biliyoruz ki, tüm bu saldırılara rağmen emperyalizm kazanamayacaktır. Kazanması tarihsel ve bilimsel olarak imkansızdır. Emperyalizmin güçten düşürme çabalarına rağmen ezilen halklar birleşecek, savaşacak ve kazanacaktır. Bağımsızlık ve Demokrasi Yolunda Kurtuluş Gazetesi Emperyalizm Halkların Katilidir Emperyalistlerin askeri birlikteliği NATO'nun aldığı kararla 24 Mart gecesi Belgrad başta olmak üzere Yugoslavya'nın birçok yerine hava saldırıları düzenlendi. Emperyalistler bunu bölge halkına huzur getirmek, Arnavut halkını savunmak için, barış için yaptık diyorlar. Koskoca bir yalandır bu. Biz emperyalistleri halkların katili olarak biliriz. Vietnam'da halkları katleden onlardı. Latin Amerika diktatörlüklerini destekleyen onlardı. Irak halkının tepesine üç ayda bir bomba yağdıran da onlardı. Bugün Yugoslavya'da devasa silahlarıyla halkı katledenler de yine emperyalistlerdir. Amaçlan ortada, halklan bölmek, parçalamak, güçten düşürüp teslim almak istiyorlar. Yıllardır bölgede halkları birbirine kırdırıp bir kenardan seyrettiler. Şimdi de bunların sorumlusu kendileri değilmiş gibi, barış adına halkı katlediyorlar. Emperyalistlerin, NATO'nun Yugoslavya'ya yönelik saldınsı, mazlum halklan teslim almak için yapılmıştır. Bu nedenle emperyalist devletlerin bu saldınsını protesto ediyoruz. Emperyalizm derhal saldırılarına son vermelidir. TAYAD'U AİLELER BASINA VE KAMUOYUNA EMPERYALİZME KARŞI TÜM HALKLAR BİRLEŞELİM MÜCADELE EDELİM! Çok kısa bir zaman önce emperyalizmin Ortadoğu halklarına yönelik katliamına hepimiz şahit olduk. Bu seferki saldın ise Balkanlara; Yugoslavya'daki halklara yönelik! Emperyalist saldırı emperyelizmin bir kurumu olan NATO adına, Arnavut halkını korumak maskesi altında yapılıyor. Emperyalizmin bir halkı koruduğunun tarihte hiçbir örneği görülmemiştir. Çünkü emperyalizmin tek politikası halkları bölüp, parçalamak ve onların üzerinden kazanmaktır. Kendi çıkarına aykırı herşeyi reddeder. Çıkarlan doğrultusunda birlikler oluşturur, çıkarları doğrultusunda halkların yanındaymış gibi davranır. Yugoslavya'ya yaptıkları saldırı da bir halkı korumak adına diğer bir halkı katletmektir. Emperyalistlere dünya halklarına jandarmalık yapma, halklar üzerinde yaptırım kurma, cezalandırma hakkını kimse vermedi. Onlar bombalar yağdırarak,, katlederek halkları dize getireceklerini zannediyorlar. Emperyalizm ancak tüm ezilen halkların birlikte mücadele etmesiyle yenilecektir. KAHROLSUN EMPERYALİZM YAŞASIN DÜNYA HALKLARININ KARDEŞLİĞİ! İYÖ-DER EMPERYALİZM, EZİLEN HALKLARIN DÜŞMANIDIR Son günlerde, Yugoslavya'da yaşananları hepimiz izliyoruz. Özellikle sosyalist sistemin yıkılmasından sonra iyice pervasızlaşan, başını ABD'nin çektiği emperyalist ülkeler, politikalarını yönlendiremediği, teslim alamadığı ülkelere, huzuru sağlamak adına saldırılarını her geçen gün yoğunlaştırıyor. Yakın geçmişte Libya, Somali, İrak gibi ülkelerde bu saldırılan yürütmüş olan emperyalizm, bugün de Yugoslavya'yı kendine hedef almış durumdadır. Bahane, diğerlerinin benzeridir. Kosovalılar'ı korumak. Sosyalist sistemin yıkılmasını fırsat bilen emperyalizm, haritalan baştan aşağı değiştirmek ve direniş odağı olarak gördüğü ülke coğrafyalaını parçalayarak, her şeyiyle kendisine bağımlı uydu bölgeler, devletçikler yaratmak istemektedir. Irak Kürdistanı'nda Talabani ve Barzani önderliğinde oluşturulan emperyalist kuklası bölge, bunun en açık örneklerinden biridir. Emperyalizm, bu politikasını hayata geçirebilmek için, özellikle Balkanlar ve Kafkasya'da milliyetçiliği körüklemekte ve daha düne kadar bir arada, kardeşçe yaşayan halkları birbirine kırdırmaktadır. Böylece bir arada yaşarken güçlü olan halkları parçalayarak kendi politikalarına boyun eğdirmek istemektedir. Ortalığın milliyetçilik rüzgarlanyla toza dumana boğulduğu günümüzde, millici hareketlerin bir tek turnusolu vardır; o da, emperyalizme karşı olup olmadığı, savaşıp savaşmadığıdır. Unutulmamalıdır ki; çağımız emperyalizm ve devrimler çağıdır. Ve emperyalizme karşı kararlı bir duruş sergilemeyen milli hareketler, ulusal bağımsızlığa kovuşamaz, dahası er ya da geç emperyalizmin denetimine girer. Bunun pek çok örneği vardır; ki yakın coğrafyamıza bakmak bile bu örnekleri görmemiz için yeterlidir. Ülkemizde, bir diğer aymazlık örneğini İslamcılar sergilemektedir. Yıllardır emperyalizmin zulmüne karşı olduklarını söyleyen İslamcılar, "Müslümanlar eziliyor" demagojisiyle ABD'nin, bölgede hayata geçirmeye çalıştığı politikalara destek veriyorlar. Daha düne kadar alanlarda yaktıkları bayrak, ABD bayrağıdır. Filistin'e saldınken düşman olan emperyalizm, TEK YOL DEVRİM Yugoslavya'ya saldırınca dost mu olmuştur? Yoksa ortada bizim göremediğimiz başka bir şey mi var? Emperyalizmin, ezilen halkları koruduğunu kim iddia edebilir? NATO'nun, kurulduğu günden bu yana amacı: emperyalist sömürünün hüküm sürdüğü bölgeleri korumak ve geliştirmektir. Sosyalist sistemin yıkılması, bu gerçeği değiştirmemiştir. NATO, dün olduğu gibi, bugün de emperyalizmin bekası için vardır. Ama başta ABD olmak üzere emperyalizmin, milliyetçiliği ve dinleri kullanarak sürdürdüğü saldırı ve işgal politikası, yenilmeye ve yok olmaya mahkumdur. Ezilen dünya halklarının geleceği, bağımsızlık ve sosyalizmdedir. Bunu savunmayan bütün hareketler, her ne durumda olursa olsun, emperyalizmin denetimine girmiştir ya da girecektir. Bütün halklann özgürlüğü; ancak, birlikte mücadele, birlikte iktidar anlayışındadır. Emperyalizm, Kanlı Ellerini Balkan Topraklarından Çekmelidir! Halkların Kurtuluşu, Birlikte Mücadele ve Birlikte İktidardadır! Grup YORUM Özgürlük Türküsü Ayşe Gülen Halk Sahnesi Fotoğraf ve Sinema Emekçileri (FOSEM) Kültür Sanatta TAVIR Dergisi İDİL KÜLTÜR MERKEZİ BASINA VE KAMUOYUNA Emperyalizm, Yugoslavya'ya saldırdı. NATO uçakları Yugoslavya'ya bombalar Emperyalizm, önce sosyalist ülkeleri yıkmak için var gücüyle çalışmış, kendisi için zararlı olan bu ülkeleri ortadan kaldırma operasyonlannda başarılı olmuştur. Bu ülkelerde yarattığı etnik, dinsel çatışmalarla bu ülke halklanm da sömürgeleştirmek için kollarını sıvamıştır. Emperyalizmin asıl amacı halklan bölmek, parçalamak ve böylece güçsüzleştirmektir. Bu saldınyla, Kosava'ya saldınsı olayıyla Yugoslavya'yı cezalandırdıklannı söylüyorlar. Irak'ı bombalarken de, Irak halkı için bu saldırılan yaptıklarını söylüyorlardı. Şuan Irak halkı bu sadırılann acısını çekmektedir. Emperyalizm, halklara sömürüden, katliamdan, açlıktan, acılardan başka birşey veremez. Türkiye oligarşisi de bu saldırılara destek verdiğini açıkça söyleyerek emperyalizme uşaklığı kanıtlamaktadır. Ezilen sömürülen tüm halklar birlikte olmalı emperyalizme karşı birlikte savaşmak zorundadırlar. Emperyalizme karşı silahımız budur. NATO'nun Yugoslavya'ya gerçekleştirdiği bu saldırıyı kınıyor, emperyalizmin dünya halklarına yaşattığı tüm acıların hesabını vermek zorunda kalacağını belirtiyoruz. YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ EMPERYALİZME KARŞI DİRENEN HALKLAR KAZANACAK! Zafere Yürüyen Devrimci Gençlik "insani" duygularından kaynaklanıyor. Onları böyle davranmaya zorlayan Anadolu halklarının içice geçmişliğidir. Halklarımızın arasındaki herhangi bir çatışmanın lokal kalma imkanı yoktur. Çünkü Türkiye'nin hemen her ilinde, ilçesinde, mahallelerinde bir içiçelik vardır. Anadolu Halklarını Kimse Birbirine Düşman Edemeyecektir Bu topraklarda şovenist kışkırtmaların tarihi oldukça eskidir. Ama daha eski olan bu topraklarda halkların içice geçmişliği ve kardeşçe yaşamıdır. Bu kardeşlik, sanıldığından çok daha güçlüdür. Bu, ne hamaset edebiyatı yapanların söylediği gibi yalnızca "kurtuluş savaşında omuz omuza dövüşmelerinden" kaynaklanmaktadır, ne de Osmanlı'nın "72 milleti bir arada tutan" politikalarından. Bu, yüzyıllara uzanan bir kardeşliktir. Yokluğu, zulmü paylaşmanın kardeşliğidir. Mücadele yanı da vardır, ta Bedreddin hareketine uzanır. Günümüze gelir; sezgisel de olsa, oligarşinin düzenine güvensizlik ortaklaştırır onları. Düzen partilerinin sözcülerinin her söylediğine kuşkuyla baktıkları için, şovenist kışkırtma amacıyla söylenmiş sözlere de aynı gözle bakarlar. Egemen sınıflar "İtalyan mallarını boykot edelim" dediğinde bu nedenle, bir avuç işbirlikçinin, dışında çoğunluk, yine Kimin ne çıkarı var acaba bu işten?" diye kuşkuyla bakar. Katılmaz. Birlikteliği, başka bir ülkede rastlanamayacak kadar içice bir birlikteliktir. Aynı "ülke sınırları" içinde olmakla kalmamış, aynı şehri, aynı semti, aynı mahalleyi, sokağı, apartmanı paylaşacak kadar içiçedir. Pek çok demagoji, kışkırtma, bu somut olguya çarpar herşeyden önce. Bu kardeşliğin, birlikteliğin gücü, özellikle son dört-beş aylık süreçte bir kez daha görülmüştür. Çok yönlü kışkırtmalara rağmen Türk halkı olgun davranmıştır. Kışkırtmalara gelmemiştir. Esasında kaç yıldır da böyledir bu. Türkiye Kürdistan'ında bir gerilla savaşı yükselmeye başladığından bu yana, egemen sınıflar zaman zaman belli kışkırtmalarda bulunmuşlar, ama hiç bir zaman istedikleri çapta bir karşılık görememişlerdir. Tüm propagandalara, şartlandırmalara rağmen, bütün bu süre boyunca halkın kendiliğinden tepkisi biçiminde Kürt halkına karşı hemen hiç bir saldırı gelişmemiştir. Bu Anadolu tarihi için, bir onurdur. Aynı şey Kürt halkı için de geçerlidir. Savaşın tüm yoğunluğuna, gördüğü zulme, on binlerce aileden şehitler verilmesine rağmen, Kürt halkı da kendiliğinden Türk halkına yönelik bir saldırı yapmamıştır. Bu olgunluğun temelinde Anadolu kültürü vardır. Anadolu kültürü halkların ulusal, dinsel özellikleriyle harmanlandığı bir kültürdür. Sayısız geleneği biraz değiştirilmiş, kendine uydurulmuş haliyle pek çok halkta görmek mümkündür. Yukarıda işaret ettiğimiz içiçelik, egemen sınıfları da frenleyen bir rol oynamıştır. Şovenizmi kışkırtma politikalarında oligarşi de çoğu kez belli sınırlar çekmiştir. Faşist parti MHP bile bu konuda belli ölçülerde dengeli davranmak zorunluluğunu hissetmektedir. Elbetteki bu ne onların halkı düşünmesinden, ne de DEVRİMCİ BİRLİĞİN SAVUNULMASI SANSÜR EDİLDİ Geçen haftaki Birleşelim Savaşalım Kazanalım köşemizdeki yazımız sansür edildi. Konumuz elbette yine birlikti. Kızıldere'deki devrimci dayanışma anlayışıydı. Belirtmiştik ki "KTZİLDERE'DEKÎ DEVRİMCİ DAYANIŞMAYI SÜRDÜRMENİN KOŞULU, MAHlR'LERlN, DENİZLERİN DE temizliği, hesapsızlığı kavranmadan bu dostluk açıklanamaz ve VRÎMCİLİK ANLAYIŞINA VE SAVAŞMA KARARLILIĞINA SAHİP OLMAKTIR". Mahir'lerin devrimciliğinin saflığı, temizliği, hesapsızlığı kavranmadanbu dostluk açıklanamaz ve anlaşılamazdı gerçekten. Yazımız sansürlendi. Çünkü elbette düzen devrimcilerin birlik olmasından korkuyor. Elbette Kızıldere'deki gibi, ölüm oruçlantmzdaki gibi "ölümü bile paylaşan" devrimci bir dostluğun, dayanışmanın, ittifak anlayışının hakim olmasından korkuyor. Korksunlar. Bu topraklarda Kızıldere'nin mirası yaşıyor Ezen ulus şovenizmden etkilenmeler hiç olmamış değildir elbette. Ama belirttiğimiz tarihi, sosyal koşullar altında, bunlar büyüme imkanı bulmamıştır. Şovenist kışkırtmaların önündeki bir diğer barikat da halkların birlikteliğine, kardeşliğine inanmış devrimcilerdir. Devrimciler, gerek Anadolu halklarının birlikte savaşını geliştirmekte, gerekse de ulusal temelde yürütülen mücadeleye nefes aldırmakta, yön vermekte eksik kaldılarsa da şovenizmin, şovenist kışkırtmaların etkisinin azaltılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Devrimcilerin, yurtseverlerin, ilericilerin, demokratların güncel anlamda görevi, halklarımız arasındaki ilişkilerin olumsuz, eksik yanlarını değil, bu olumluluğu öne çıkarıp, bu zeminde halklarımızın birlikte örgütlenmesini ve birlikte savaşını geliştirmektir. Bu 'zemin gerçekten de ço'k güçlüdür Anadolu'da. Bu zemini değerlendirememek, devrimimiz açısından bir kayıp olmanın ötesinde, devrimimizin zaferini engelleyen önemdedir. Eksiklikler, olumsuzluklar, elbette eleştirilecek, üzerine gidilecek, bu konuda her boyutuyla ideolojik, kültürel bir savaş da yürütülecektir. Ama asıl sorun, hangi zemini esas alacağımız, politika ve taktiklerimizi, propagandamızı hangi zemin üzerinden geliştireceğimizdir. Halklarımızın birliğini, kardeşliğini geliştirmeyi, birlikte kurtuluşunu, birlikte iktidarını esas aldığımızda, varolan olumsuz yanlar da hızla ezilecektir.* sürüyor zaten. Bakın tarihimize. O zamandan bu yana da Parli-Cephe, aynı tarzı izleyen tüm birlikteliklerin mimar olmuştur ve olmaya devam edecektir. Hep vurguladığımız gibi, Kızıldere son olmadı. Bu yalnızcaTHKP-C'nin stratejisi doğrultusunda savaşın sürdürülmüş olmasından dolayı böyle değildir. Kızıldere'deki her devrimci tavır, tohum halinde Anadolu ihtilaline sunulan her devrimci her örnek devrimci hareketin o günden bugüne uzanan mücadelesinde gelenekselleştirilmiştir. Kuşatma koşullarında teslim olmamaktan ölümü marşlarla karşılamaya, düşmana karşı tereddütsüz olmaktan devrimci dayanışmaya kadar, hepsi tarihîmizde artık gelenekselleşmiş, çizgileşmiş olarak görülebilir. Ölüm oruçlarında, firarlarda Kızıldere çizgisinde devrimci dayanışmanın yeni görkemli örneklerim yarattık. Buna karşılık bulup bulmamamız çok da önemli değildir. Bu bizim için bir çizgi sorunudur. Devrimci hareket bu çizgisini sürdürecektir. Devrimci dayanışma ve birlik anlayışında da, zafer, Kızıldere çizgisinin olacaktır. Tüm bu pragmatist, rekabetçi, faydacı birlik anlayışları, en başta sahiplerini vurup yokolmaya mahkumdurlar. "Umudumuzu Selamlıyoruz" Şenliği Yapıldı Şenliği" 30 Mart Salı günü Aksaray Genel-îş 2 No'lu Şubesi toplantı Özgürlükler Platformu tarafından düzenlenen etkinliğe yaklaşık yüzelli kişi katıldı. Etkinlik devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuyla saat 14.00 civarında başladı. Saygı duruşunun ardından HÖP'ün "Şehitlerimizi Anıyor, Anadolu Halklarının Kurtuluş Umudunu Selamlıyoruz" diye başlayan metni okundu. Okunan mesajın ardından şehit aileleri söz aldı. Şehit aileleri oğullarını kızlarını anlatırken gözyaşlarını tutamadılar. Etkinlik mücadele tarihimizin anlatıldığı dia gösterisi ile devam etti. Türkiye devriminin önderlerinin, şehitlerimizin resimleri gösterildi. Grup Yorum'un da katıldığı anmada Grup Yorum söze "Yaptığımız müzikle var olan kavgaya umut türküleri söyleyip umudumuzu selamlıyoruz" diyerek başladı. İlk olarak Ulaş'a Ağıt, Kızıldere türkülerini okudular. Grup Yorum'un Saldırılar, Gözaltılar, Tutuklamalarla Susturamayacaksınız Ankara'da yaşanan gözaltı terörüne bir yenisi daha eklendi. Daha günler öncesinden Newroz'a hazırlanan Susurluk devleti muhalif kesimlere de basın saldırmaya başlamıştı. Sokaklar abluka altına alınarak Ankara'da halkımız tedirgin edilmeye çalışılmış Dikmen, Tuzluçayır, Eryaman semtlerinden onlarca insan işkencehanelere taşınmıştı. Batıkent semtinde Batıkent Halkevi'nde Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun düzenleyeceği etkinliği basarak buradan demokratik lise mücadelesi veren DLMK'lı Esra Özkan, Özden Gökoğlu, Gül Genç, Erkan Karadağ, Reha Tatoğlu adlı öğrenciler ve Halkevi yöneticisi, etkinliğe giderken Yekta adlı AYÖ-DERli öğrenci yolda narak gözaltına alınmış, alınan kişileı f run işkenceleriyle ün yapmış siyasi TEK YOL DEVRİM türkülerinin arasında mesajlar okundu. İYÖ-DER'in okunan mesajında "Kızıldere manifestosunda Mahirlerin Biz Buraya Dönmeye Değil Ölmeye Geldik şiarı sloganımız oldu. Bu şiarla yeni gelenekler, yeni direnişler ekledik devrim mücadelemize işte bu nedenle 30 Mart, mücadele tarihimizi ifade eder. Parti-Cephe tarihi devrim tarihidir. Parti-Cephe kararlılığın, cesaretin, ferakarlığın adıdır." denildi. Daha sonra Grup Yorum "Zafer Yakında" marşıyla türkü ve marşlarına devam etti. Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Behiç Aşçı'nın da bir konuşma yaptığı etkinlik Grup Yorum'un "Haklıyız Kazanacağız" "Reber" "Bize Ölüm Yok" marşlarıyla coşkulu bir şekilde saat 16.00'da sona erdirildi.* şubesine götürülmüşlerdir. Yine 22 Mart günü TÎYAD çalışanı Mehmet Gülter Cebeci semtinden, Mehmet Ali Kılıç adlı öğrenci ise Tuzluçayır'daki evinden gözaltına alınmışdı. Ankara DAL'da 4 gün işkenceli sorgulardan geçirilen öğrenciler 25 Mart günü Ankara DGM savcılığına çıkarılmıştır ve işkencecilerin saldırıları burada da devam etti. Gözaltına alınan öğrencilerin bir kısmı savcılıktan serbest bırakılırken Gül Genç ve Yekta Acar adlı öğrenciler tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi'ne götürüldüler. Armutlu Faşizme Mezar Olacak "Mahallemizi Sonuna Kadar Savunacağız" MHP'li sivil faşistler 30 Mart'ta Küçük Armutlu'ya poli.s destekli olarak saldırdı. Saat 17.30 civarı Armutlu Sondurak'ta yaklaşık 50 otobüs, minibüs ve otodan oluşan içinde polis otolarının da bulunduğu MHP seçim konvoyu Küçük Armutlu'ya girdi. Konvoyu gören kahvehanedeki 30 kişilik kitle hemen oradan çıkarak mahalle halkını uyarmak için konvoyun önüne geçti. Halk şaşkındı. "Nasıl faşistler Küçük Armutlu'ya girmeye çalışır" derken bir taraftan da ellerine geçirdikleri kazma ve küreklerle kahveden çıkıp seçim konvoyunun önüne geçtiler. "Bu mahalleye giremezsiniz, girerseniz de ölünüz çıkar" diyen yaşlı amcalar Çorum'dan, Maraş'tan tanıdıkları faşistleri mahalleye almadılar. MHP konvoyunun mahalleye doğru ilerlemesi üzerine yaklaşık 300 kişiden fazla insan konvoyu taşlamaya başladılar ve bu mahalleye asla giremeyeceklerini söylediler. Yaklaşık 700 kişi olan faşistler ise halkın öfkesi ve direnişi karşısında silahlarla genç-yaşlı, kadın-erkek demeden halkın üzerine ateş açtı ve küfürler edip, kurt işaretleri yaptılar. Ama halk kararlıydı, devrimcileri ve iradeyi tanıyor, "Burası Cephe'nin yeri nasıl buraya girmeye cesaret edersiniz" Sivil faşistlerin seçim konvoyuyla 30 Mart günü Küçük Arrmutlu halkına karşı yaptıkları saldırıyla ilgili halkla görüştük: Kurtuluş: Mahallenize sivil faşistler bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırının nasıl gerçekleştiğini bize anlatır mısınız? Fadik Adıyaman: Ben saat 17.30 civarı bakkala gittiğimde mahallenin içinde iki sivil polis otosu vard:.Ben bakkaldan çıkana kadar polisler gitti. Ben eve geldim. Çünkü onlara güven olmazdı. Biz çok iyi biliyoruz ki bu saldırı da onların da parmağı vardı. Sonuçta gözaltına alınan 4 kişi serbest bırakıldı. Kurtuluş: Olası bir saldırıya karşı Armutlu halkı nasıl bir önlem aldı? Fadik Adıyaman: Bu mahalle devletin, polisinden ve faşistlerin mahallemize ilk saldırısı değildi. Tabi çok iyi biliyoruz ki son da olmayacak Biz onun için olası bir saldırıya karşı Armutlu halkı olarak mahallemizin giriş ve çıkışlarında sırayla nöbet tutuyoruz. Sonuna kadar mahallemizi savunacağız. karşısında faşistler Armutlunun Balta Limanı çıkışından kaçtılar. Arkasından polis gelerek Armutlu'da kalan 4 kişiyi gözaltına aldı. Armutlu haıkı İshak Kültür Merkezi önünde toplanarak "Armutlu Faşizme Mezar Olacak", "Kahrolsun Faşizm Yaşasın Mücadelemiz" sloganları ile devrimcilerin kurduğu bu mahalleye faşistlerin giremeyeceğini gösterdiler. Armutlu halkı gözaltına alınan 4 insanın serbest bırakılmasını, aksi takdirde dağılmayacaklarını söylemeleri üzerine polis mahalleden çekilerek gözaltına alınanları serbest bıraktı. Bunun üzerine Armutlu halkı bir sivil faşist ve polis saldırısı ihtimaline karşı gece boyunca Armutlu'nun tüm giriş ve çıkışlarında nöbet tuttu. Devlet sivil faşistler aracılığıyla Küçük Armutlu halkının nabzını ölçmeye çalışmıştı. Ama aldıkları cevap her zaman ki gibiydi. Ne DYP seçim konvuyu, ne CHP, DSP, ANAP hiçbir seçim konvoyu devrimcilerin kurduğu bu mahalleye ve hiçbir emekçi mahallesine giremezler. Girdiklerinde ise halkın öfkesiyle ve kararlı direnişiyle karşılaşacaklardır.* Kurtuluş:MHP'liler Armutlu'ya saldırdı ve evinizi basarak camlarınızı kırdılar. Bize olayların nasıl geliştiğini anlatır mısınız? Fatma Yücel: Biz evde oturuyorduk. Birden son duraktan bu yana çok kalabalık bir grup geldi. Biz de kapıya çıktık, MHP'liler bizim kapının önünden geçerken bir tane esmer bir adam bize, "Ne bakıyorsunuz, girin içeri" diyerek bizi azarladı. Biz de içeriye girdik. (Fadik Adıyaman yaklaşık 5 dakika sonra MHP konvoyunun mahalleye girdiğini gördüm. Yaklaşık 40-50 otomobil vardı. Mahalleye kurt işareti tane evi basmışlar, jlar. Bakkalın ve camlarını kırarak, Daha kapıyı kapatır kapatmaz yaparak ve ağıza alınmayacak küfürler ederek girdiler. Mahalle sopalarla kapılara ve evin camlarına halkından bir kaç kişi "Bizim vurarak evin camlarım kırdılar. mahallemize giremezsiniz faşistler" Sonra halk ta onları taşlamaya diye bağırmasının ardından başladı. Halk onları taşlayınca arabadan inerek sağa sola Baltalimanı'na doğru kaçtılar. Onlar saldırdıklarını görünce biz de kaçtıktan sonra polis geldi. Biz de koşarak oraya gittik. Biz gidince Kırdılar. Bu olaylar sırasında yaklaşık polise tutanak tutmasını söyledik. 300 kişi toplandık. Halk sokağa "Polis bizi azarlayarak biz tutanak çıktıkça MHP'li faşistler kaçmaya başladı ve halkın üzerine 15-20 el silah falan tutmayız. Git karakola şikayet sıktılar. Halk da onlara taşlar ve et o zaman tutarız" dediler. Bizim sloganlarla cevap verdi. Faşistleri adam da polise "iyi hem evimiz mahallemizden * kovduktan sonra resmi ve sivil polisler geldi. Polisler 4 basılsın, camlarımız kırılsın, hem kişiyi gözaltına alındı. Biz de tekrar toplanarak gözaltına alınan insanların de karakola gidip bir ton dayak mı serbest bırakılması için yürüyüşe yiyeceğiz" diyerek polisle atıştı. geçtik. Polis bize "arkadaşlarınızı bırakacağız" dedi. Ama biz almadan Benim gördüklerim bu kadar.* gitmeyiz dedik. Yüksel Caddesfnde 71. Hafta "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak" Ankara Yüksel Caddesi'ndeki însan Hakları Anıtı önünde yapılan eylemi sahiplenilmeye devam ediliyor. Yüksel Caddesi'nde yapılan eylemin 71'incisi yaklaşık 60 kişinin katılımıyla, saat 12.30'da başladı. Eylemde yapılan konuşmada, Demirci Kawalann zulme, baskıya, sömürülmeye karşı Dehaklara verdiği mücadelenin adı olan Newroz'un kullanılmasının engellenmesinden ve onlarca insanın gözaltına alınmasından bahsedildi. Tüm ülkede yaşanılan gözaltıların yanısıra, Ankara'da Tuzluçayır ve Dikmen'deki gözaltılardan, Batıkent Halkevi'nde bir etkinlik düzenleyecek olan Haklar ve Özgürlükler Platformuna". yönelik saldırıdan ve gözaltına alınarak keyfi bir şekilde tutuklanan insanlardan sözedildi. Konuşmada ayrıca ülkemizdeki demokrasicilik oyununa değinildi. Eylemde ayrıca 22 Mart günü evi basılarak gözaltına alınan Mehmet Ali Kılıç'ın annesi Nuriye Kılıç sözaldı. Nuriye Kılıç yaptığı konuşmada Susurluk devletini protesto etmek için Tuzluçayır'da yapılan basın açıklaması sırasında gözaltına alınan oğlunun yoğun işkencelerden geçtiğini ve Mehmet Ali'nin tekrar apar topar 22 Mart akşamı gözaltına alındığını anlattı. Oğluna sahip çıktığını, gözaltına alınırken onu yalnız bırakmadığını söyleyen Nuriye Ana siyasi şubeye oğluyla birlikte gittiğinden bahsetti. Ayrıca Batıkent Halkevi'nden gözaltına alınıp keyfi bir şekilde tutuklanan Gül Genç ve Yekta Acar'dan da söz eden Nuriye Kılıç, "Onlar bizim çocuklarımız onları sahiplenmek.zoı undayız" dedi. "Bu devleti polisler mi yönetiyor" diye soran Nuriye Kılıç, keyfi gözaltıların ve tutuklamaların sorumlusunun devlet olduğunu söyledi. Duyarlı olduğunu söyleyen herkesin susmamasını ve bu üllkede yaşanan sorunlara sahip çıkması gerektiğini söyleyen Nuriye Kılıç'ın konuşmanın ardından kitle coşkulu bir şekilde "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak" sloganı attı.* YA DÜZEN PARTİLERİNİN, OYACILARININ PEŞİNDEN GİDİP EZİLMEYE, SÖMÜRÜLMEYE, AŞAĞILANMAYA DEVAM EDECEĞİZ, YA DA KURTULUŞUMUZ İÇİN DEVRİM SAFLARINA KATILACAĞIZ SEÇİM ÇARE DEĞİL TEK YOL DEVRİM Ya seçim aldatmacalarının bir yenisine daha kamp DÜZEN'in devamına katkıda bulunacağız; ya da artık yeter deyip DEVRİM'i isteyecek, düzenin değiştirilmesi mücadelesine katılacağız. Bu ikisinin dışında üçüncü bir yol yoktur. Vardır diyenler kuşku duyulmasın ki, yalan söylüyorlar. HALKIMIZ; Önümüze konulan sandık bir tuzaktır. Bunun nasıl bir tuzak olduğunu aslında hepimiz biliyoruz. Çünkü 50 yıldır yaşayarak gördük bunu. Demokrasi dediler, her seçimde türlü türlü vaatlerde bulundular, sizi şöyle kurtaracağız, böyle hizmet vereceğiz, şunu yapacağız, bunu yapacağız dediler. Benim köylüm, benim işçim, memurum, emeklim diye seslendiler. Ayaklarımıza kadar gelip sırtımızı sıvazlayıp gülücükler dağıttılar. Çoğu kez onların bu vaatlerine, gülücüklerine kandık, bazen kimine kızdık parti değiştirdik, hatta yıldan yıla seçimlerde oy kullanmayanlarımızın sayısı arttı, ama 50 yıldır önemli bir çoğunluğumuz önümüze konulan o sandığa gidip oyumuzu attık. Peki sonra ne oldu? HİÇ! Şöyle dönüp bir bakalım geriye; 50 yıldır durumumuzda ne değişti? Bize bunca yıl yapılan vaatler neydi, biz hangi durumdayız? Onların vaatlerinin aksine durumumuz her seçimden, her oy kullandıktan sonra daha da kötüleşti. Daha çok sömürüldük, daha çok baskı ve zora, zulme maruz kaldık. Ülkemiz her seçimden sonra daha çok emperyalistlere peşkeş çekildi. Zenginliklerimiz talan edildi. Her seçimden sonra zenginler, patronlar, soyguncular servetlerine yeni servetler katarken biz daha da yoksullaştık, daha çok horlandık, aşağılandık. ŞU ÜLKEMİZİN HALİNE BİR BAKIN. Onbinlercemiz çöplüklerden topladıkları artıklarla yaşamını sürdürmeye çalışıyor. 20 milyonumuz yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Kahvehanelerimiz işsizlerle dolup taşıyor. Demokrasi demokrasi diyorlar, işçimiz, köylümüz, hakkını aramaya kalksa karşımıza polisi, askeri dikiyorlar, başımızdan cop eksik olmuyor. İşten atılıyoruz, sürgün ediliyoruz. Köylerimiz yakılıp yıkılıyor, zorla göç ettiriliyoruz. İşkencehaneler harıl harıl bizim için çalışıyor. Genç kızlarımıza, kadınlarımıza devletin karakollarında,, işkencehanelerinde tecavüz ediliyor. Yüzlerce kayıp, binlerce infaz, katliam... Ülkemizden kalkan emperyalistlerin uçakları gidip hak halkının başına bomba yağdırıyor, katlediyor; iktidarıyla muhalefetiyle oylarımızı alanlar da bunu alkışlıyor. SORALIM, ÜLKEMİZİ BU HALE KİM GETİRDİ? 50 yıldır bize türlü türlü vaadlerde bulunup da oylarımızı alanlar değil mi? Bu tablo onların eseri değil mi? Bizden oy isterken BÖYLE'Mİ YAPACAĞIZ dediler? Biz oylarımızı verirken BÖYLE Mi YAPIN DEDİK, böyle mi olmasını istedik? Elbette hayır! Ama bizim ne istediğimizin düzen partileri ipin bir önemi yoktur. Demek ki, seçimlerde yapılan tüm vaadlcr sadece bizi kandırmak, oyumuzu almak için. Hepsi bizleri kandırmak, oyalamak için söylenen yalanlardan, anlatılan masallardan ibaret. DÜZENİN ÇARKI BÖYLE KURULMUŞ, BÖYLE İŞLİYOR. Geliyorlar, yalanlarını, vaatlerini sıralıyorlar, oylarımızı alıp gidiyorlar. Sonra bildiklerim yapıyorlar, emperyalistlerin, işbirlikçilerinin, ağaların, paşaların, patronların çıkarları için çalışıyorlar. BİZİ KAALE ALAN YOK. BİZİ DÜŞÜNEN YOK. Biz sadece sömürülecek, ezilecek, kandırılıp oyları alınacak kullarız onların için. GÜDÜLECEK KOYUN SÜRÜSÜ GİBİ GÖRÜYORLAR BİZİ. Onların gözünde başka hiçbir değerimiz yok. Peki 50 yıldır oynanan bu oyunu gördükten, yaşadıktan sonra şimdi bir kez daha bu oyuna ortak olacak mıyız? Gidip şu veya bu düzen partisine oy verip onların istediklerini yapacak mıyız? TEK YOL DEVRİM, TEK ALTERNATİF CEPHEDİR Şimdi bir tercihle karşı karşıyayız: Ya düzen ya DEVRİM. Ya düzen partilerinin peşine takılıp ezilmeye devam edeceğiz ya da biz artık bu düzenin böyle sürmesini istemiyoruz, artık ezilmek, horlanmak, aşağılanmak istemiyoruz, kendi geleceğimizi kendimiz belirlemek istiyoruz, kendi kendimizi yönetmek, insanca yaşamak istiyoruz deyip devrim saflarında yerimizi alacak, kurtuluşumuz için mücadele edeceğiz. Başka yolu yoktur. SOL GÖRÜNÜMLE OY İSTEYENLER DE AYNİ OYUNUN PARÇASIDIR. Hemen her seçim döneminde elli yıldır isimleri değişse de kendileri değişmeyen düzen partilerinin dışında, biz "solcuyuz", "sosyalistiz", biz diğerlerinden farklıyız, sorunlarınızı ancak biz çözeriz diyenler çıkmıştır. Ama hayır! Bunları söyleyip de bizi sandık başına kendilerine oy vermeye çağıranlar, adında ister "sol", ister "sosyalist", ister "halk" yazsın, yalan kervanına katılmıştır. Çünkü, emperyalistler IMF'si, Dünya Bankası, üsleri, antlaşmaları ile ülkemizde varlığını sürdürdükçe; işbirlikçi tekeller, Sabancılar, Koçlar, toprak ağaları, tefeciler, talancılar, soyguncular ortada oldukça; onların çıkarlarını koruyup kollayan faşist anayasa; MGK'sı ordusu, polisi, MİT'İ, kontrgerillası, çeteleri ile düzenin kolluk kuvvetleri, militarist güçleri varoldukça, düzenin parlamentosunda kim olursa olsun, hangi hükümet gelirse gelsin kurtuluşumuzu sağlayamaz. Çünkü bu ülkede demokrasi yoktur, faşizm vardır. Faşizmin hüküm sürdüp, asıl iktidarın emperyalist kurumlar ve kontrgerillada, MGK'da olduğu bir ülkede hangi parti iktidara gelirse gelsin faşizmin dediklerini yapmak, onun talimat ve emirleriyle hareket etmek zorundadır. Etmeyeni hükümet yapmazlar, etmeyeni parlamentoda yaşatmazlar. Bırakın devrimci, sosyalist partileri, düzenin icazetini kabul etmiş reformist partileri bile yaşatmamışlardır. Öyle ya da böyle tasfiye edilmişlerdir. Düzenin bu kadarına bile tahammülü yoktur. OLİGARŞİNİN İKTİDARINI YIKMADAN, EMPERYALİSTLERİN VE İŞBİRLİKÇİLERİNİN VARLİĞİNA SON VERMEDEN HALKIN KURTULUŞU SAĞLANAMAZ. Baskı, sömürü, zulüm ortadan kalkmaz. Kim diyor ki, oligarşinin iktidarını yıkmadan, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin varlığına son vermeden, tekellere, ağalara, paşalara dokunmadan bana oy verin sizi kurtarırım, o dünyanın en yalancı sahtekarıdır. Kurtuluşumuzun tek yolu vardır: o da emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin iktidarına son verecek, halkın iktidarını kuracak olan DEVRlM'dir. Gerisi yalandır. Devrimciler bunu söylüyor, Cepheliler bunu söylüyor. Bize oy verin, bizi milletvekili seçin, parlamentoya gönderin demiyor. GÖZÜMÜZÜ AÇALIM, ARTIK OYNANAN BU DEMOKRASlClLlK OYUNUNA ORTAK OLMAYALIM, DÜZEN PARTİLERİNİN SÖZLERİNE, YALANLARINA KANMAYALIM, diyor. BlZ HALKIZ İSTERSEK DEĞİŞTİRİRİZ. Üreten yaratan, alınteri döken, bedel ödeyen biziz. Bu ülkenin gerçek sahipleri biziz. En iyi, en güzel yaşama biz layıkız, bunları isteyelim, bize ait olanı, iktidarı isteyelim. Elbette bunları istemekle bize vermezler, almasını bilelim. Almak için tüm milliyetlerden, tüm inançlardan halk olarak güçlerimizi birleştirelim, birlik olalım, mücadele edelim, iktidarı alalım. Kurtuluşumuz kendi iktidarımızı, halkın iktidarını kurmaktan geçiyor, HALKIN İKTİDARI IÇlN SAVAŞALIM. Cephe 30 yıldır devrim için, halkın iktidarı için savaşıyor. Devrimciler halkın t iktidarı için şehit düşüyor. Bunun için işkenceler görüyor, kaybediliyor, kaüediliyor, onlarca yıl hapis, idam cezalarına çarptırılıyor. Bu sömürü ve zulüm düzenin tek alternatifi devrimdir, devrim için büyük bedeller ödeyerek savaşan Cephedir. Cephe düzenin tek alternatifi, kurtuluşun tek yoludur. Cephe halkın örgütlü gücüdür, halkın iktidarı için savaşanların, mücadele edenlerin örgütlü gücüdür. Bu güçte, güçlerimizi birleştirelim, bu gücü büyütelim, hep birlikte iktidara yürüyelim ve alalım.* Bugüne Kadar Verilen Oylar Kimin İşine Yaradı? Bizden oy istiyorlar. Kim için, ne için? Bunun cevabını bulmak için önce bugüne kadar verilen oyların kime, neye yaradığını, verilen oylardan kimin ne kazandığının cevabını vermek gerekir. Yokluk yoksulluk, sıkıntı içerisindeyiz. Durmadan artan işsizlik, zamlar, enflasyon her gün biraz daha belimizi büküyor. Eğitim, yol, su, sağlık hizmetlerinden çoğu kez yoksunuz. Ne çocuklarımızı istediğimiz gibi okutabiliyor, ne sağlığımıza gereken özeni gösterebiliyoruz. işçimiz; üç kuruş paraya hem de her an atılma korkusuyla çalışmaktadır. Memurumuz; hakkını arayacak bir sendikadan dahi yoksun, sefalet ücretine mahkum edilmiştir. Köylümüz; kimi yoksul ve topraksızdır, kimi hala yarıcıdır, kimi taban fiyatları zulmü altında ezilmekte, tarladaki ürününü kaldıracak güçten dahi yoksundur. Öğrenci; attığı her adımda para istenen okullarda, YÖK'ün baskı yönetmelikleri altında, gerici-faşist eğitimle halkına yabancılaştırılmaya çalışılmaktadır. Esnaf, kaç yıldır yaşama savaşı veriyor. Tabloya bir de genelden bakalım; Yıkılan gecekondular, hastane kapılarında rehin kalanlar, ahlaksızlığa-fuhuşa itilen, uyuşturucu ile alkolle geleceği yok edilmek istenen gençler, kuyrukta ölen emekliler, çaresizlikten intiharı kurtuluş olarak görenler, cinnet geçirenler, çöplükten skmek toplayanlar, ülkemizde her gün aşanan insan manzaralarındandır. Yarım asırdır bizim oylarımızla iktidar olan düzen partileri, bu tablonun yaratıcısıdır. Ülkemizi, halkımızı getirdikleri nokta burasıdır. Demek ki, verilen oylar, halkın durumunu her geçen gün daha kötüye Bu Yoksulluk, Adaletsizlik, Ahlaksızlık, Zulüm Düzeni, Emperyalizmin ve İşbirlikçi İktidarların Eseridir. gidişini engelleyememiş, soyguncu, talancı, baskıcı düzen partilerine güç vermiştir. Ya bu tablonun öteki yanında ne var? Yani egemen sınıflar ve onların uşakları ne durumda? Onlar bu onyıllar boyunca durmadan zenginleştiler. Holdinglerini büyüttüler. Onların tablosunda, dolarların, markların deste deste savrulduğu düğünler; Avrupa'nın, Amerika'nın lüks eğlence yerlerinde yapılan tatiller, yatlar, katlar Biz yoksullaşırken onlar zenginleşti. Çünkü hangi parti olursa olsun, kemer sıkmak hep bize düşerken, bizim vergilerimizden oluşan paralar onlara hortumlandı. Yani, adalet olmadı hiç. Hakkım arayan işçi, memur, öğrenci coplarla dövülüp işkencelerden geçirilirken, kaybedilirken, katledilirken, hapishanelere doldurulurken, işkenceciler, uyuşturucu kaçakçıları, kadın satıcıları, onlarca insanın kanma giren katiller ellerini kollarım sallayarak DÜZEN PARTİLERİNE OY VERME BU DÜZENİ YAŞATMA! TEK YOL DEVRİM dolaşmıyor mu? Tablonun özeti bu. Bugüne kadar verdiğimiz her oy, bu düzeni güçlendirmiş, bugünlere kadar sürmesini sağlamıştır. Tablo da çok açık gösteriyor ki, bu düzenden, bu devletten çıkarı olanlar egemenler ve egemenlerin it sürüleridir. Verilecek her oy; bu halk düşmanlarının rahatlarının bozulmamasını sağlayacaktır. Verilecek her oy; daha fazla sömürü daha fazla işkence, kayıplar, katliamlar demektir. Verilecek her oy; Susurluk düzenini sürdürecektir. Peki bu Susurluk düzeninin sürmesini istiyor muyuz? Bir avuç sömürücü, asalak, faşist katil, mafyacı dışında kim ister bu düzenin sürmesini! Düzen partilerinin hepsi, Susurluk partileridir. Bugün düzen partilerinin hiçbirinin birbirinden farkları kalmamıştır. Sağcısı, solcusu, dincisi, muhafazakarı, liberali... hepsi aynıdır. Hepsi emperyalizmin politikalarının uygulayıcısıdırlar. Hepsi MGK'nın yürütmesi gibidirler. Hepsi halk düşmanıdır. Hiçbiri halkın sıkıntılarını çözemez. Hiçbiri halkın kendi kendini yönettiği bağımsız demokratik bir ülke istemez. Çözüm halkın kendi iktidarıdır. Çözüm halkın kendi iktidarı için savaşmasıdır. Kurtuluş düzen partilerinde, düzenin parlamentosunda, seçimlerinde değildir. Kurtuluş kavgadadır. BUNLARA OYVERMEK, BU FAŞİST DÜZENİ YAŞATMAKTIR! BUNLARA OYVERMEK, ADALETSİZLİĞİN, EMPERYALİZME BAĞIMLILIĞIN, SÖMÜRÜNÜN, ZULMÜN SÜRMESİ DEMEKTİR. OYVERMEYELİM; KENDİ İKTİDARIMIZ İÇİN MÜCADELE EDELİM!* SAĞ'dan SOL'a PROGRAM'dan LİDER'e VAATİerden GERÇEK'e DÜN'den BÜGÜN'e MHP DÜZEN PARTİLERİ MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ MHP, siyaset sahnesinde adı kanla anılan bir partidir. Diğer siyasi partilerden ayrı olarak askeri nitelikte bir örgütlenmeye sahiptir. Faşist parti, yıllardır parti adında "milliyetçi" sıfatını bulundurur. Ama denilebilir ki, Türkiye'de MHP kadar dış güçlere bağlı başka bir parti bulmak zordur. Çünkü doğrudan "dış güçler" tarafından örgütlendirilmiştir. Sivil faşist hareketin örgütlenmesi doğrultusundaki ilk girişimler 2. Paylaşım savaşı dönemine rastlar. Alman faşizminin 1939'da atanan Ankara Büyükelçisi Von Papen, eski İttihatçılar ve Turancılar'dan "İhtilal Birlikleri" adı verilen faşist bir örgüt kurar. Nazi Almanyası bu yıllarda Türkiye'deki faşist örgütlenme için bol bol para gönderir. Bozkurl, Çınaraltı, Ergenekon, Gökbörü, Orhun gibi faşist dergiler birbiri ardından yayınlanmaya başlar. "Milli" faşistler Nazi parasıyla milliyetçi propagandaya başlamışlardır. Alman faşizmi 1943'te cephede yaşadığı sıkıntıların sonucu Türkiye'de iktidarı almak için faşist kadroları hareketlendirdi. İçinde Alpaslan Türkeş'in de yer aldığı "İhtilal Birliği"ne üye subaylar bir darbe girişiminde bulundu. Ancak bu girişim başarılı olmadı. 1944'ün baharında başında Türkeş'in bulunduğu ikinci darbe girişimi oldu. Ancak bu da başarısızdı ve ordudaki "İhtilalci Birlikler" adlı faşist örgütlenme dağıtıldı. 1945-55 arası dönemde hiçbir dış ülkeden destek alamayan sivil faşistler etkisizdirler ve bu dönemde daha çok sağ partiler içinde varlığını sürdürdüler. Alp aslan T ü rk eş FAŞİST Devlet Bahçeli HAREKETİN 2. DÖNEMİ VE izler. Mahir Çayan'ın daha sonra sömürge tipi faşizm olarak FAŞİST PARTİ Sivil faşist hareketin ikinci dönemi, adlandırdığı bu rejim, Almanya'daki, Türkiye'nin yeni sömürgeleşrnosiyle İtalya'daki faşizmden farklı olarak, yukarıdan aşağıya devlet kurumları paralel bir seyir ÇARE SEÇİM DEĞİL aracılığıyla biçimlendiriliyordu. Faşizm asıl olarak devlet örgütlenmesine dayanıyordu. Tabii bu faşizm çok çeşitli biçimlerde kendine kitle tabanı yaratmaya da çalışmaktaydı. Sivil faşist hareketin yeni sömürgelerdeki misyonu da böyle belirlendi. Onların görevi faşizme kitle tabanı yaratmaktı. Bu yeni dönemde gerek faşist rejimlerin, gerekse de sivil faşist hareketlerin hamisi artık ABD emperyalizmiydi. Bu dönemde sivil faşist hareketin önde gelen kadroları ABD'ye giderek kontrgerilla eğitiminden geçirildi. Bunlar arasında yer alan Türkeş de 1948 yılında ABD'ye gitti. 1955 yılına kadar Amerikan Harp Akademisi ve Piyade Okulunda kontrgerilla eğitiminden geçtikten sonra 1959'da Türkiye'ye döndü. Sivil faşistler 19501i yıllar boyunca ABD'nin açık desteği ve yönlendirmesiyle pek çok kentte Komünizmle Mücadele Dernekleri'ni kurdular. ABD'nin bu dönem sivil faşist harekete gönderdiği para 150 milyon dolarını üzerindeydi. 1960'da iki ırkçı-faşist parti Türkiye Köylü Partisi ve Cumhuriyetçi Millet Partisi birleşerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ni oluşturdular. 27 MAYIS'CI ALBAY'LIKTAN BAŞBUĞLUĞA 27 Mayıs 1960'da Menderes iktidarının ABD emperyalizmiyle bütünleşme ve baskı politikalarına karşı çıkan ordu içindeki Kemalistlerin darbesine Türkeş öncülüğündeki faşist kadrolar da iktidarı alabilmek amacıyla katıldı. Ancak darbeden sonra bu kesim tasfiye edildi. Yeni Delhi Büyükelçiliğine sürülen Türkeş'siz sivil faşist harekette bir dağılma süreci yaşandı. 1963'te Türkiye'ye dönen Türkeş, Türkiye Huzur ve Yükselme Derneğini kurarak sivil faşist hareketi toparlamaya çalıştı. Türkeş, 1964'te CKMP'y© katıldı. 1965'te yapılan kongrede ise Komünizmle Mücadele Derneklerinin desteğiyle CKMP Genel Başkanı seçildi. Sivil faşistler 1965'ten sonra bir milis gücü olarak örgütlenmeye başladı. 1967-68'lerde eski MBK'lı faşist subayların yönetimi altında CKMP'nin açtığı "komando kampları"nda adam öldürme, kavga ve savaş tekniklerini öğrenmeye giriştiler. 1969'daAdana'daki kongreyle birlikte partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi ve Türkeş de "Başbuğ" olarak anılmaya başlandı. Bu değişiklik üzerine 13 Nisan 1969'da MHP'den ayrılan Şaman geleneğine bağlı kadroların kurduğu Nasyonal Aktivitede Zinde İnkişaf (NAZİ) adlı dernek Türkeş'in komandoları tarafından basıldı. Muhalif kesimler 1973'te Ankara'da Şamanist kanattan Ali Balseven'in öldürülmesinden sonra partiden uzaklaştırıldılar. FAŞİST PARTİNİN PALAZLANMA DÖNEMİ 12 Mart faşist cuntasına kadar sivil faşist hareket şiddete dayalı örgütlenmeleri geliştirirken aynı zamanda devlet içinde de kurumlaşıyordu. 12 Mart cuntası doğallıkla faşistlere dokunmadı. Ülkü Ocaklarının sayısı 1975'lere gelindiğinde 600'e ulaştı. Ülkü Ocakları, Ülkücü İşçiler Derneği, Ülkücü Köylüler Derneği, Ülkücü Polisler Birliği gibi örgütlenmeler oluşturuldu. MHP 1963'ten 1973'e kadar savaşın vurucu gücü yine faşist MHP'dir. Ancak faşist saldırılar ise halk muhalefetini durduramadığı gibi halk muhalefeti giderek devrimci bir muhteva kazanmaya başlamıştı. Bu ortamda işbirlikçi tekelci burjuvazi MC hükümetinden desteğini çekti. CHP iktidara getirildi. CHP iktidarı döneminde faşistler halkı yıldırmaya yönelik saldırılarını kitlesel boyutlarda sürdürmeye başladılar. 1 Mayıs 1977 katliamında, Malatya, Sivas ve Çorum'da düzenlenen provokasyonlarda, 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi, 24 Aralık 1978 Maraş, Bahçelievler, Piyangotepe katliamlarında hep faşist partinin mensupları birinci dereceden rol oynamışlardır. Polis, faşistler, kontra Abdullah Çatlı örgütlenmesi, işbirliği katıldığı seçimlerde % 2-3 arası oy alabildiler. Sivil faşistlerin çok daha yaygın biçimde kadrolaşma ve örgütlenme olanakları bulduğu süreç 1. ve 2. MC hükümetleri dönemi oldu. l.MC hükümeti. döneminde, MHP eğitim kurumlarında, polis içinde, Gümrük ve Tekel Bakanlığında kadrolaştılar. Bu olanakları kullanarak silahlandılar. I. MC hükümeti 1977'de ömrünü doldurdu ve seçimlere gidildi. Faşist parti, MC dönemi olanaklarını iyi kullandığını seçimlerde gösterdi. MHP 1977 seçimlerinde % 6.4 oy alarak 16 milletvekilliği kazandı. '77 seçimlerinden sonra AP, MHP, MSP tarafından II. MC hükümeti kuruldu. II. MC'nin halka karşı sürdürdüğü TEK YOL DEVRİM FAŞİST PARTİ CUNTANIN TARAFSIZLIK POLİTİKASININ KURBANI! 12 Eylül Amerikancı faşist cuntasından 12 Mart gibi destek göreceklerini ve hatta iktidar ortağı olacaklarını düşünen MHP kadroları 12 Eylül'le birlikte tutuklamalar faşistlere de yönelince bir içindeydiler. Abdullah Çatlı'lar, M. Ali Ağca'lar, Veli Can Oduncu, Ferhat Tüysüz, Cengiz Ayhan, Oral Çelik gibi katiller, bu dönemin açığa çıkmış katillerinden bazılarıdır. çıktı. Esasında Muhsin Yazıcıoğlu kanlı geçmişin sorumluluğundan ve imajından kurtulma peşindeydi. Bu ve benzeri gerekçelerle, içinde Ökkeş Şendiller gibi Maraş katliamının birinci dereceden sorumlularının da bulunduğu kendi ekibiyle birlikte ayrılarak eski misyonda ihtiyaç duyulduğunda başvurulacak devletin yedek gücü şeklinde örgütlenmeyi esas alarak Büyük Birlik Partisi'ni kurdu. KANLI GEÇMİŞE İMAJ OPERASYONU şaşkınlık yaşadılar. Faşist cunta tarafsızlık görüntüsü çizmeye çalışıyordu. MHP üst yönetimi hemen tamamen tutuklandı. Ancak cuntanın MHP'lilere karşı tavrı da "iküT'ydi. Bir yandan pek çok faşist yönetici ve katil tutuklanırken, cunta diğer yandan d; aynı hareketin kadrolarını bir yandan "gizli" olarak kontrgerilla operasyonları için görevlendiriyor, açık olarak da bürokrasinin önemli noktalarına yerleştiriyordu. Çatlı'lar, Oral Çelik'ler, bizzat cunta tarafından görevlendirildiler. Faşist katillerden ve MHP Genel Başkan adaylarından ibrahim Çiftçi de, cuntanın hapishanedeyken kendilerine operasyonlara katılma şartıyla tahliye etmeyi teklif ettiğini açıklamıştı. MHP kadroları bu durumu 12 Eylül mahkemeleri sürerken şöyle ifade etmişlerdi; "Biz kendisi cezaevlerinde, fikri iktidarda olan bir siyasi hareketiz". Bu kadrolaşma cunta sonrası hükümetler döneminde de devam etti. Bir yandan devlet içinde kadrolaşma sürerken, bir yandan da Ayvaz Gökdemir, Agah Oktay Güner, Yaşar Okuyan, Esat Bütün, N. Kemal Zeybek gibi sivil faşistlerin önde gelen şeflerinin pek çoğu diğer partiler içerisinde yer aldılar. CUNTA SONRASI VE BÖLÜNME MHP, cuntanın sivilleşme manevrasının bir parçası olarak partilerin kurulmasına izin çıktığında, Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) adıyla yeniden örgütlendi. Ancak kadrolarının büyük çoğunluğu dağılmıştı. Emperyalizm ve oligarşi tarafından beklemeye alınan sivil faşistler 1987-88'lere kadar yayınlar ve ülkü ocağı benzeri "Bizim Ocak" dergisi ve teşkilatları sürdürdüler. Kasıl olsa "bir gün lazım olacaklar"di. rda sivil faşistler artık halkın gelişen mücadelesine karşı daha fazla devreye sokulmaya başlandı. Kürdistan'daki ulusal savaşın geliştiği bu dönemde, faşistlerin en temel görevleri şovenizmin yükseltilmesiydi. Faşist partinin en sık boy gösterdiği yerler artık milli maçlar, polis-asker cenazeleri, infazlardı. MÇP, tüm destek ve "MHP değişti" propagandalarına rağmen, barajı aşacak bir gelişme gösterememişti. 1991 genel seçimlerine Refah partisi listelerinden katıldı ve parlamentoya 20 milletvekili soktu. Özel Tim'lerin kuruluşuyla birlikte, sivil faşistler bu oluşumun içinde yeralmaya başladılar. MHP'lilerin katılması önerisi gündeme gelince sivil faşist harekette varolan çelişkiler açağa çıktı ve bölünme yaşandı. Muhsin Yazıcıoğlu'nun başını çektiği grup "Başbuğ"larına karşı gelerek bu şekilde özel timlere katılmaya karşı Türkeş etrafında kalanlar ise 1992'deki anayasa değişikliğinden sonra MÇP adını bırakıp yeniden MHP adına döndüler. Maçları, polisasker cenazelerini şovenizmi körüklemek için kullanan faşist hareketin gerçekte bir politikası, halka söyleyebileceği bir şey yoktu. Bu yüzden bir yandan AzerbaycanErmenistan, Bosna Hersek-Sırp çatışması gibi olayları kendi propagandalarına malzeme yapmaya çalışırken, aynı dönemde geçmişin kanlı yüzünü silmek "imaj yenilemek" için "MHP değişti", "liberal merkez sağ çizgiye yöneldi" söylemleri öne çıkarıldı. Sarkık bıyıklar kesildi. Takım elbiseli, kravatlı boy göstermeye başladılar. Türkeş, Nazım Hikmet'ten şiir bile okuyordu artık! Ancak bu imaj operasyonu bütün olarak MHP'nin kanlı geçmişini unutturmaya yetmedi. MHP, 1995 Genel seçimlerinde % : 10'luk barajı aşamayarak parlamento dışında kaldı. Faşist hareketin dününden bugününe, tüm sürecine damgasını vuran Alpaslan Türkeş'in ölmesiyle birlikte MHP içindeki koltuk kavgası da kızıştı ve sonuçta-yeni ayrılıklarla sonuçlandı. Türkeş'in çocuğu Tuğrul Türkeş ayrılarak Aydınlık Türkiye Partisi (ATP) 'yi kurdu. FAŞİST PARTİLER HALK DÜŞMANIDIR En başta belirttiğimiz gibi, faşist partiler Türk milliyetçiliğini savunduklarını söylerler. Ama aslında ırkçı kafatasçıdırlar. Milliyetçilik söylemleri de sadece bir demagojidir. Çünkü bu partileri kuran yönlendiren, politikalarını belirleyen emperyalizmdir. CIA'nın ÇARE SEÇİM DEĞİL doğrudan müdahalesine tabidirler. 80 öncesi katliamlarda da, Kürdistan'daki katliamlarda da başrolü oynamışlardır. Misyonları, görevleri budur zaten. imaj değiştirmeye çalıştıkları bir dönemde Kürtler'e "Kürt kardeşim" diyen Türkeş, bundan kısa bir süre sonra, Türkiye'nin değişik halkların bulunduğu bir mozayik olduğu sözleri üzerine "ne mozayiği ulan" diyerek gerçek yüzünü ortaya koymuştu. MHP'nin bu ve benzeri her türlü "kardeşlik" görüntüsü, söylemi sahtedir. Susurluk bu kanlı faşist partinin ilişkilerinin nerelere kadar uzandığını bir kez daha herkese gösterdi. Sivil faşist örgütlenmeler gerçekten de geniş bir kirli işler ağına sahiptirler. Bir yanıyla tüm varlıkları bunun üzerine oturmuştur. Böylece hem kendilerine mali kaynak yaratmış olmakta, hem de karşı devrimci görevlerini yerine getirmektedirler. Kamuoyu karşısında kendilerine "uygar" bir görüntü vermeye çalışsalar da hem halka karşı her türlü saldırının içinde, hem de uyuşturucu ticaretinden çek senet tahsilatına, gaspçılıktan, kumarhanecilikten kadın satıcılığına kadar her türlü pis işin içindedirler. Örgütlenmek için Ülkü Ocakları, Birlik Vakfı gibi kuruluşlar kullanılmaktadır. Ama örgütlenmede en çok devlet kurumlardan yararlanmaktadırlar. BOTAŞ, TEDAŞ, TCDD, ODÜS-THA, ÇİTOSAN, ET BALIK KURUMU gibi KiT'ler, Cumhurbaşkanlığı, enerji bakanlığı, milli eğitim bakanlığı gibi kurumlarda yerleşmiş durumdadırlar. Aynı zamanda ordu, polis, özel tim içinde yaygındırlar. Özellikle Kürdistan'daki örgütlenmelerinin temel dayanakları ordu, özel tim ve korucu aşiretleridir. Faşist partiler; Türk, Kürt, Laz, Çerkeş, Gürcü, Arap, Boşnakhangi milliyetten olursa olsun, alevi, sünni, caferi, hristiyan hangi din ve mezhepten olursa olsun, tüm Anadolu halkının düşmanıdır; tarihi boyunca halkın araşma düşmanlık tohumları ekmeye çalışmış, bunun için provokasyonlar düzenlemiştir, işçinin, memurun, öğrencinin, gecekondulunun, köylünün her türlü hak alma eylemlerinin karşısına satın, bıçağı, bombası, kurşunu ile faşistler çıkmaktadır. Bu ırkçı faşist partilere oy vermek, halka karşı olmaktır. Bu ırkçı faşist partiye oy vermek, Maraş, Çorum, Sivas, Bahçelievler, 16 Mart katliamlarım onaylamak demektir. Herkesi, MHP'nin "uygar" yüzüne kanmaması için uyarmak, tüm halkın görevidir.* VAAT VAAT VAAT VAAT VAAT VAAT YALAN YALAN YALAN YALAN YALAN YALAN YALAN 1950'den Bugüne Seçimler NE VAAT ETTİLER? NE YAPTILAR? 55 1987 SEÇİMLERİ; BURJUVA MUHALEFET 12 EYLÜLE KARŞI (!) 1983 seçimleri sonrası hemen her yıl ara seçim, referandum yapılmasına rağmen 12 Eylül'ün baskı ve yasaklan tüm hızıyla devam etmektedir. Geçen sürede ANAP'm da cunta karşıtı değil cuntanın devamı olan bir parti olduğu görülmüştü. Bu koşullarda 12 Eylül'ün baskı ve yasaklarının hala sürüyor oluşu en güncel sorunlardan birisidir. VAATLER: Düzen partileri seçim propagandasında esas olarak bu durumu kullanırlar. DYP'nln temel sloganları "Yasaksız Türkiye", "Konuşan Türkiye"dir. Demirel bol bol "Millet İradesinin üstünlüğü"nden sözeder. înönü'lü SHP de bu dönemde "Çoğulcu ve Katılımcı Demokrasi" sloganıyla "demokratikleşme"yi ve "insan haklan"nı öne çıkarır. İki parti de 12 Eylül Anayasasının değiştirileceğini vaadeder. ANAP ise "statükonun savunucusu" durumundadır. Özal bir yandan "12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz?" tehditleriyle halkta korku yaratıp, DYP'nin, SHP'nin önünü kesmeye çalışırken, tabii vaatlerde bulunmayı da ihmal etmez; "Uygar çağdaş Türkiye"den, "2000 yılma kadar batılı ülkeler haline gelmek"den söz eder. Seçim sonuçlarında bu sloganlar etkili belli olur. ANAP büyük oy kaybeder, ancak birinci parti olmayı sürdürür. DYP seçimler öncesindeki "demokrat" kimliğiyle ikinci parti olmayı başarır. Sol tabanın patlama yapmasını beklediği SHP ise ancak üçüncü parti olmayı başarabilmiştir. ANAP iktidarı kurulur. Değişen yine bir şey yoktur. Halka verilen vaadler yerine getirilmez. 1991 SEÇİMLERİ; YER GÖK VAADEDİLİYOR 20 Ekim'de yapılan '91 Genel Seçimleri, belki de Türkiye tarihinin gördüğü en bol vaadli seçimdir. Yerde-gökte vaadedilmedik bir şey kalmaz. Emperyalizm ve oligarşinin güvenilir adamı, demokrasi düşmanı Demirel meydanlara inmiş, "demokrasi aşığı" kesilmiştir. Halk 11 yıldır, 12 Eylül faşizminin ve devamı olan Özal iktidarının baskı ve zulmü altında inlemiştir. Bu yüzden, "demokrasi", "insan hakları" yine en çok konuşulan ve vaadi verilen konular olmuştur. "İşkenceyi kaldıracağız", "Demokrasiyi yerleştireceğiz" vb. sözler, vaadler, bütün burjuva politikacıların dillerindedir. Demirel, "şeffaf karakollar" vaadeder. "12 Eylül'den Hesap Soracağız" der İnönü... Demirel "Kürt realitesini tanıyoruz" der. İnönü daha da ileri gider, "Kürt sorununu demokrasi ve insan hakları temelinde çözeceğiz" der. Demirel "yeşil kart" vaadeder. inönü "Memura sendika hakkı" verecektir. Erbakan da bunlardan geri kalmaz. "Faizleri kaldıracağız", "Ayasofya'yı ibadete açacağız", "YÖK'ün yerini ilmi şura alacak", "Milli sanayiyi kuracağız" deyip durur. Demirel tüm söyledikleri için, "500 gün süre" ister. 500 günde herşeyi halledecektir. SHP seçim propagandasını "3D" formülüyle özetliyordu. 3D, Demokrasi-Değişim-Dayanışma demekti. Hepsi ANAP'a karşıydı. İnönü bunları "limon gibi sıkacağız" diyordu. DYP "Ne Anavatan, Ne Haneden" sloganını kullanıyordu. RP ise "ANAP'ı geç, Refah'ı seç" sloganını tercih etmişti. Oyun biter. Perde kapanır. Seçim ortamının tozu dumanı dağılmaya başlar. Seçimler sonucu değişmin demokratikleşmem/! propagandasını yapanlar kazançlı çıktı. DYP sloganları ve vaatleriyle birinci partiliğe yükselmişti. SHP beklenen patlamayı yapmak bir yana donuk seçim sloganları ve kampanyasının sonucu olarak gerileme yaşamıştı. RP ise oylarını arttırmıştı. DYP-SHP Koalisyon hükümeti kurulur. İCRAAT: DYP-SHP Hükümeti dönemi, her türlü katliam ve işkencenin o güne kadar görülmedik oranda arttığı bir dönem oldu. Binlerce insan katledildi, yüzlerce insan kaybedildi. Yüzbinlerce Kürt göçe zorlandı. Demirel, Diyarbakır'da "Kürt realitesini tanıyorum" demişti. Bunun ne anlama geldiği çok geçmeden açığa çıktı. '92 yılı Newroz kutlamalarında Kürdistan'da sokağa dökülen binlerce insan üzerine mermiler yağdırıldı. 1992'de Şırnak, Kulp, Cizre, Çukurca gibi ilçeler ablukaya alınıp terör estirildi. Sonuç her birinde onlarca ölüydü. 1993'te Hakkari, Yüksekova, İdil, Diyadin, Silopi ve Lice benzer saldırılara hedef oldu. Nüfusu 10 bine yakın olan Lice'de 1000'e yakın insan kalmıştı. Benzer saldırılar '94 ve '95 yıllarında da yaygınlaşarak devam etti. Resmi rakamlara göre '94 yılında boşaltılan köy sayısı 2297 idi. DYP-SHP iktidarı döneminde Kürdistan'da "faili meçhul" cinayetlerde binden fazla insan katledildi. Katliamların yanı sıra "kayıp" politikası DYP-SHP Hükümeti'nin halka yönelik belli başlı saldırı politikalarından biri haline geldi. 12 Eylül 1980'den 1991yılana kadar toplam "kayjp" sayısı onlarla ifade edilerek bu sayı 92-95 yılları arasında 300'e yaklaştı. Sözde inşan hakları ihlallerini önlemek için insan Haklan Bakanlığı kuruldu. Bu bakanlığın s en önemli icraatı ise bakanın Ankara'da beş Devrimci Sol savaşçısının katledilmesi operasyonunu izlemesi ve katliamın şakşakçılığını yapması oldu. Sivas'ta 2 Temmuz 1993'te 35 aydının kaldıkları otelde diri diri yakılması; 12 Mart 1995'te Gazi Mahallesi'nde onlarca insanın katledilmesi DYP-SHP Hükümeti döneminde gerçekleşen katliamlardı. DYP'NİN'91 SEÇİMLERİNDEKİ VAADLERİ - Halk ve yönetim arasında güven sağlanacak. - Yolsuzluk yapmış bürokratlar tasfiye edilecek. - Bozulan gelir dağılımı düzeltilecek, enflasyon yüzde 10'tın altına indirilecek. - Yeşil Kart uygulaması ile sağlık hizmetleri parasız olacak, her köye, her mahalleye sağlık evi \apilacak. - Beş yıl içinde her aile bir ev, bir de otomobil sahibi olacak. - Emeklilik süresi düşürülecek ve herkese emeklilik hakkı sağlanacak. - İşsizlik sigortaM oluşturulacak, asgari ücret vergi dışı bırakılacak. - Memurlara sendika hakkı tanınacak. - işçi haklarını kısıtlayan 12 Eylül hukuk kuralları kaldırılacak. - YÖK kaldırılacak, üniversitelere özerklik tanınacak. - Askerlik süresi kısaltılacak. - Seçmen yaşı 18, seçilme yaşı 25'e indirilecek. - Bazı ilçelere verilmiş il vaadi yerine getirilecek. - Her ile bir havaalanı yapılacak. - Dili, dini, mezhebi, inancı ne ohırsa olsun herkes birinci kabul edüecek. - Tüm karakollar, adli makamlar şeffaf olacak, insan hakları ve temel özgürlükler uygulanacak. - Herkes düşündüğünü özgürce söyleyip yazabilecek. TEK YOL DEVRİM Seçirn öncesinde "herkese iki anahtar" vaat edilmiş, "500 günde enflasyonun yüzde 10'un altına düşeceği" sözü verilmişti. Bunun yöreni IMF'nin dayattığı ve ikinci bir "24 Ocak" olarak nitelenebilecek "5 Nisan Paketi" açıldı. Özelleştirmelerle KiT'ler yangından mal kaçırırcasına emperyalizme ve işbirlikçilerine peşkeş çekildi. Kısacası; Söylenen hiç bir şey gerçekleşmez. Halk yaşadığı acıların daha da beterini yaşamaya başlar. 24 ARALIK 1995 GENEL SEÇİMLERİ 24 Aralık 1995 seçimlerine giderken burjuva partilerinin ipliği öyle bir pazara çıkmıştır ki, halka öyle bol vaadde bulunabilecek bir durumları kalmamıştır. DYP, ANAP, CHP tamamiyle yıpranmış bir durumdadır. Ama iki yüzlüdürler. Burjuva politikasının doğası gereği yine de vaadlerde bulunacaklardır. DYP'nin başında Çiller vardır; "Şimdi Gümrük Birliğine girdik. İnşallah en kısa zamanda daha demokratik Türkiye yapacağız" derken seçim bildirgesinde de "işsizlik sigortasına geçilecek", "yeni istihdam yaratılacak"gibi vaadlerde bulunmaktadır. Dört yıl boyunca, (1991'den 1995'e) DYP'nin koalisyon ortağı olarak halka karşı yürütülen savaşın koltuk değneği olan, kontrgerillanm istediği yasaları tam bir emir kulu olarak çıkarmakta kusur etmeyen CHP ise, "Devleti ele geçiren karanlık güçler" edebiyatı yapar. Yine "Demokratikleşme" vaad etmekte, "Yeni sol" safsatalarıyla sol maskesini korumaya çalışır. ANAP, seçim sonrası için "Güney Doğuya silahsız çözüm"den, "demokratikleşme"den bahseder. Ecevit de geri durmaz. O da yeni bir anayasadan sözedip, "Vergi yükü eşit dağıtılacak", "sosyal güvenlik sistemi uluslararası standartlara çıkarılacak" diye vaatler sıralar. RP de tabii onlardan geri kalmaz. SANKİ YILLARDIR İKTİDARDA OLANLAR ONLAR DEĞİLDİR! 24 Aralık 1995 seçimlerinde RP yüzde 21 oy oranıyla birinci parti durumundadır. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin gönlü ANAYOL koalisyonundan yana olur. Hükümet kurulur. Halka karşı topyekün bir savaş başlatılır Sonuçta koalisyon üç ay devam edebilir. Yerine REFAHYOL koalisyonu kurulur. İCRAAT: Muhalefetteyken "MGK'yı kaldıracağız", "Anayasayı değiştireceğiz" , "şeffaf ve temiz yönetim", "devlet kapısı şefkat kapısı olacak" diyen RP iktidardayken bu sözlerini unutur. -OHAL için "zulüm yönetimi" nitelemesi yapan RP hükümet olunca, OHAL'in süresinin uzatılması için MGK'nın emirlerinin dışına çıkmaz. - Siyonizm karşıtlığını bir tarafa bırakarak, İsrail'le işbirliği anlaşmaları imzalar. ABD'nin çıkarları temelinde bir dizi anlaşmaya imza atar. -RP aynı U dönüşünü Çekiç Güç konusunda da yapar. Muhalefetteyken Çekiç Güç'e "İşgal kuvveti" diyen RP, hükümette Çekiç Güç'ün süresini uzatır. - RP döneminde Ocak 1977'de, Başbakan ve Bakanlar Kurulunun yetkilerini MGK Genel Sekreterine bırakan Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi kurulur. - Bununla da kalınmaz, 28 Şubat 77'de ordu siyasete doğrudan müdahale eder. Kararların altına Erbakan'ın imzasını koydurur. -RP 3 Kasım 1996'da ortaya çıkan Susurluk'un üzerine de gitmez. Yaptığı Susurluğun üstünü kapatmaya çalışmak olur. 1998 18 NİSAN SEÇtMI.RRt Bir kez daha sandıklar kuruldu. Demokrasicilik oyunu bir kez daha cicili bicili günlerine döndü. Kırk yıllık bildik partiler, kırk yıldır sanki kendileri iktidar değilmiş gibi, yine karşımızdalar. VAATLER: Bugün gündemde yeni bir seçim vardır. Seçim yeni olmasına rağmen, düzen partilerinin yöntemleri bütün seçimler gibi aynıdır, eskidir. Bu seçimlerin bir özelliği de artık partilerin vaatte bulunurken eskisi gibi rahat olamadıklarıdır. Çünkü vaatler inandırıcı gelmemekte, halk üzerinde etkili olmamaktadır. Hemen herşeyin vaat edildiği '91'den bu yana bütün partiler iktidar olmuş, fakat hiçbiri en ufak bir vaadini gerçekleştirememiştir. Bu yanıyla halkı aldatmakta zorlanmaktadırlar. Bundan dolayı aldatmacayı bu defa vaadlerle değil de, "sözleşme" taahhüt", "proje" gibi süslü sözlerle sürdürmeyi denemektedirler. DYP "Yeter söz milletin" diyerek DP yi taklit edip, "ikinci demokrasi projesi" ile çıkıyor seçmenin karşısına. Birincisinin icabına baktı, sarı ikincide demek ki! CHP de ne olduğu belirsiz bir "Türkiye projesi" gevelemektedir. CHP'nin Türkiye projesinde: "İnsan SHP'NİN'91 SEÇİMLERİNDEKİ VADLERİ - Yargı bağımsızlığı gerçekleştirilecek DGM'ler kaldrılacak - İdam cezası kaldırılacak. - İşkencenin kökü kazınacak. - Kürdi stan'da OHAL ve koruculuk kaldırılacak, dil özgürlüğü getirilecek. - Pahalılık ve enflasyon iki yıl içinde alt edilecek. - Parası olmayan hastaların tedavisi sağlanacak, eğitime ayrılan bütçe iki kaüna çıkarılacak. - Köşe dönmeciliğe son verilecek, dar gelirliler için sosyal konutlar kurulacak. - Emeklilik yaşı indirilecek. - Asgari ücret verdi dışı bırakılacak. - Anayasa değiştirilecek, YÖK kaldırılacak, özerk üniversiteler kurulacak, - Kadın sorunları bakanlığı kurulacak, - Çiftçilerin Ziraat Bankası'na olan borçları bir defaya mahsus silinecek, - Seçmen yaşı 18, seçilme yaşı 25'e indirilecek, - Askerlik iki aya indirilecek. haklarına saygılı, özgürlükçü, demokrasiyi yerleştirmek, Türkiye'yi temiz siyaset ve yargı bağımsızlığına kavuşturmak"tan falan bahsediyor. CHP 20 küsur yıldır aynı türküyü söylüyor. CHP belki de bunun farkında olduğu için somut olsun diye kadınlara, gençlere senetier, tapular dağıtarak inandırıcı olmaya çalışmaktadır. MGK karşısında hizaya gelen, iktidarı döneminde Siyonizmle balayı yaşayan FP ise, bu seçimlerin en keskin demokratı (!) kesildi. İnsan hakları ve inançlara özgürlük vaatleri propagandasının temelidir. Ama kendisi ölüm oruççularının inançları karşısında ne yaptığının unutulduğunu sanıyor olmalıdır. '99 seçimlerinin bir özelliği de Susurluk'tan sonra ortaya çıkan devletin çeteci ve kontrgerillacı yüzünün partiler tarafından kendi lehlerine kullanılmak istenmesidir. Bugün bunun en fazla demagojisini ANAP ve Mesut Yılmaz yapmaktadır. ANAP halkı aldatmak için hazırladığı Susurluk Raporu'nu ve üç beş mafya artığını tutuklamasını kullanarak çetelerle mücadele ettiği imajını vermeye çalışmaktadır. ANAP'dan DSP'ye, CHP'ye kadar çoğu, halkın çetelere duyduğu öfkeyi ve adalet isteğini sömürmeye çalışmaktadırlar. İCRAAT BUGÜNDEN BELLİ; Hangi parti iktidara gelirse gelsin, ne vaat ettikleri üç beş şeyi yerine getirecekler, ne enflasyonu düşürecekler, ne de çetelere ilişeceklerdir. Susurluk sürecektir. Daha doğrusu düzen partileri sürdürmeye çalışacaktır. Ama halk buna izin verecek mi? Seçim sonrasında neyin nasıl olacağını belirleyecek olan asıl olarak bu sorunun cevabıdır. Şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Herkes, herşeyin farkındadır. Halk artık bu oyunun aldatılan tarafı, seyircisi olmayacak ÇARE SEÇİM DEĞİL Çok partili dönemin başından bugüne kadar hemen tüm seçimlerdeki VAATLERİ ve İCRAATLARI özet olarak aktardığımız bu yazı dizimizde de görüldüğü gibi Susurluk devletinin onyıllardır sürdürdüğü seçim oyunu, YERİNE GETİRİLMEYEN VAATLER DİZİSİ'nden ibarettir. Her seçim sonrasında vaatler geride kalmış, daha fazla sömürü, daha fazla zulüm gelmiştir. Geçmiş yıllarda düzen partileri bol keseden vaatlerde bulunurken artık onu da yapamaz durumdadırlar. Artık tek propagandaları geçmiş yıllardaki bir banka reklamına dönmüştür: "Birbirimizden yoktur farkımız, ama biz Osmanlı bankasıyız..." Adına DÜZEN PARTİSİ dediğimiz bu "banka"ların hepsinin amacı tektir, halkı soymak. Bunun için YALAN, İKİYÜZLÜLÜK, SAHTEKARLIK, ALDATMACA, KATLİAM, BASKI, TERÖR, her şey mubahtır. HALKIN ARADIĞI ÇARE, ARADIĞI UMUT, BU VAATLER KOMEDİSİ DEĞİLDİR.* RP'nin 1995 Seçimlerindeki Vaatleri - Faiz kalkacak, - Batıcı, taklitçi ve kapitalist zihniyet terk edilecek, - İşçi-işveren arasındaki iktisadi ilişkilerin adilleştirilmesi sağlanacak, - istihdam alanları açılacak. - Haksız kazanç ve rüşvet Önlenecek - Sanayi atılımı yapılacak - Ücretlilerden vergi alınmayacak, emeğin hakkı verilecek, - Herkes sigortalı olacak, isteyen emekli olacak, - Sağlık sorunları çözülecek, - Okul kapılarındaki polisler türbanlı kızlar önlerinden geçerken selam duracaklar. "İŞKENCECİLERE VE FAŞİST TERÖRE KARŞI MÜCADELE KAMPANYASI" Devrimcilerin gün geçtikçe halkla ilişkilerini geliştirmeleri, onların desteğini almaları, faşist odaklan bir bir dağıtarak faşizmin halkı teslim alma politikalarına karşı anti-faşist mücadeleyi yükseltmeleri oligarşiyi daha da saldırganlaştınr. Polisi, askeri, kontra faşist çeteleriyle her türlü yöntemi kullanarak halk üzerindeki baskı ve terörünü artırır. örneğin, Aybastı'da halkın adını nefretle andığı Nevzat Karayün ve faşist çetesi polis ve jandarmanın korumasında yaptığı katliamlarla bölgede terör estirmektedir. Bu faşist çete 29 Haziran 1980'de görevli gittikleri Tokat'ın Reşadiye ilçesinden dönen Aybastı'lı Saim Güngür, Mustafa Özer, Kamil Yılmaz, Ahmet Erikli ve Kemal Sayın adlarındaki 5 PTT işçisini Reşadiye ilçesi sınırlan içinde pusuda katletti. Devrimcilerle beraber silahlanarak cenazeleri almaya giden Aybastı'hlara, faşistler provokasyon yaratmak amacıyla kışkırtarak getirdikleri Reşadiye'deli halkın arasından ateş açtılar. Halkın güvenliğini almak için bölgede bulunan Devrimci Sol savaşçılarının zamanında müdahalesiyle iki halk arasındaki çatışma engellendi. Müdahale üe birlikte Reşadiye halkından insanlar faşistlerden ayrılarak geri çekildi. Ormanlık alan içinde faşistler, jandarma ve gerillalar arasında yaşanan çatışmadan sonra bunlann da geri çekilmesiyle cenazeler alınarak geri dönüldü. Katledilen bu 5 emekçi insanı kimlerin öldürdüğünü bölgedeki bütün halk bilmektedir ama katilleri bugüne kadar hala "ortaya çıkanlamamıştır." 79'da bölgede gerilla örgütlenmesine de başlayan Devrimci Sol, faşist saldırıların iyice yoğunlaştığı 1980 Temmuz'una gelene kadar Samsun'da Hüseyin Ulu, Çorum'da Mehmet Maraş, Ordu Aybastı'da Hikmet Kuru, Alaattin Genç, Ahmet Çoban, Kadir Doğan, Ercan Gündoğdu, Aykut Kaynar'ı ve Metin Yaçmkaya'yı şehit verdi. Temmuz ayının son günü ise faşistler katliamlanna bir yenisini eklediler. Aybastı'nın Kabataş köyünde (şimdi ilçe) oturan Devrimci Sol taraftan üç yoksul köylüyü, Yusuf Tecim, Ahmet Tecim ve Fatma Özçelik'i katlettiler. 1980'nin yaz aylan kitleden tecrit olan faşistlerin saldırılannı sürdürdükleri ve devlet terörünün giderek arttığı bir dönemdi. Yaşanan bu gelişmeler üzerine Devrimci Sol, Temmuz ayında "İşkencecilere ve Faşist Teröre Karşı Mücadele Kampanyası" başlattı. Bu kampanya çerçevesinde Karadeniz bölgesinde silahlı silahsız bir çok eylem, faaliyet gerçekleştirildi. Bunlardan bir bölümü şunlardır: Zonguldak, Ereğli, Karabük, Kastamonu, Küre, İnebolu, Bolu, Kıbnsçık-Ydgdca, Gerede, Trabzon, Tokat, Samsun, Gerze, Ordu, Aybastı ve Merzifon'da yazılamalar, pullamalar yapıldı, afişler yapıştırıldı, el ilanlan dağıtıldı. Duvar gazeteleri ve pankartlar asıldı. Faşistlerin işyerleri, otolan, bankalar bombalandı. Yollar trafiğe kesilip pankartlar asıldı. Ordu'daki faşist Ülkü Bir binası FAŞİST KONTRA ÇETELERİN ARKASINDAKİ GÜÇ Sivil faşistler devletin verdiği her türlü destekle yerleştikleri Ünye'yi, Ordu ili ve çevresinde halka yönelik saldırıların merkezi durumuna getirmiştir. Ordu'ya vali olarak atanan tescilli faşist Reşat Akkaya "MHP'nin Valisi" gibiydi. Devletle ilgili resmi işlerini bile MHP aracılığıyla yürütüyordu, örneğin, doğrudan MHP Genel Merkezi'ne yazdığı (Cunta sonrasında MHP iddianamesinde de yer alan) yazılardan biri şöyledir: "1-İstenen kadro ve takviyelerin yapılması; 2- Araç, gereç silah ve mühimmat bakımından takviye; 3Fatsa, Aybastı ve Gölköy'le ilgili özel tedbir taleplerinin yerine getirilmesi; 4-lstihbarat ile ilgili talebimiz; 5-MİT bölge müdürü ile ilgili talebimiz; 6-Jandarma komandosunun da bölük seviyesine çıkarılması." İtirafçı faşistlerin ifadeleri ile "MHP ve Ülkücü Kuruluşlar lddianamesi"nde yer alanlar, faşistlerin polis-asker-devletle yaptıkları işbirliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. ÇARE SEÇİM DEĞİL tahrip edildi. Ordu Emniyet Müdürlüğü bombalandı. Merzifon'da DY'li Demokrat gazetesi muhabirinin katledilmesinden sonra faşistlere ait yedi mesken tarandı, Ülkücü Esnaflar Derneğinin örgütlenmesi engellenerek dağıtıldı ve burada üstlenmeye çalışan faşistler kovuldu. Çıkan bir çatışmada faşistlerden iki, Devrimci Sol'dan bir kişi yaralandı. 1980 Temmuz-Ağustos'unda Zonguldak-Karabük'te devrimci mücadelenin yükseltilmesi için çalışma yürüten Devrimci Sol taraftarları, kampanyayla birlikte faaliyetlerini daha da yoğunlaştırarak faşistlerin cezalandırılması, faşist odakların dağıtılması, halkın can güvenliğinin sağlanması ve ajitasyon propaganda çalışmalarını örgütlü bir biçimde hayata geçirmeye çalıştılar. Merzifon'da Alevilerin yoğun olduğu mahallelere faşistlerin gençyaşlı demeden saldmya geçmeleri üzerine Devrimci Sol taraftarlan halkın can güvenliğini sağlamak için faşistlere yönelik cezalandırmalar gerçekleştirdiler. Aybastı'da kavgalı iki köy arasındaki çelişkiyi gidererek banşmalarını sağlayan Devrimci Solcu Nuri Aslan ve Metin Köse, 12 Ağustos'ta banş için yapılan toplantıya giderlerken trafik kazasında yaşamlannı yitirdiler. Eylül 1980 tarihli Devrimci Sol dergisinde, Karadeniz Bölgesi'ne ilişkin yapılan değerlendirmenin bir bölümünde şöyle denilmekteydi: işte bunlardan küçük bir bölüm: "... Biz bu polislerle mahallede komünist olarak tanıdığımız şahısların evlerini aramaya giderdik. Bu polisler yaptığımız aramalarda ele geçirilen silahları bize verirlerdi. Silah yasak olup, silahın sahibi suçlu duruma düştüğünden hiç sesini çıkarmazdı." "...Bafra Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki bir davada Hicabi Koçyiğitadlı kişi... Bafra TÖB-DER binasının bombalanmasının MİT-Emniyet-Asker üçlüsünün oluşturduğu özel tim tarafından planlandığını, kurşunlama ve bombalama olayını da bizzat kendisinin gerçekleştirdiğini söylemiştir. Hicabi Koçyiğit'in ifadesine göre olayın planlanmasında MİT mensubu Saffet Polat, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde görevli Komiser Zeki Kaman hazır bulunmuştur. Saffet Polat ile Samsun'a gitmiş, orada kendilerine MİT mensupları 'Osman ve Yaşar Beyler' yardım etmiştir. Kendisine Samsun MİT'İ tarafından 8888 nolu tabanca verilmiştir." -25- -KURTULUŞ - ANADOLU -Sayı 24/2 Nisan 1999- "Oligarşinin ülke genelindeki devrimcilere yönelik operasyonunun bir parçası olan Karadeniz Bölgesi'nde, devrimcilerin de iradesi dışında sınıflar mücadelesinin ivmesi ileri fırladı. Ve Karadeniz'in bir çok biriminde halkın 'can güvenliği' çözülmesi gereken en önemli sorun olarak karşımızdayken, aynı koşullar silahlı mücadelenin zeminini, halkın silahlanmasını da birlikte getiriyor. Devlet güçlerinin yoğun baskı ve terörünün sadece Türkiye Kürdistan'ına ait olduğu, diğer yerlerde bunun olamayacağı özellikle "Kürt Solu"na ait bu düşünce de mahkum oluyor. Her an, devrimcilerle resmi devlet güçlerinin karşı karşıya çatışabildiği bu ortam, birden ülkede mücadelenin ivmesini tırmandırmıştır. (...) Alanı Oligarşiye teslim etmek, halkın, halk düşmanı faşistlere bırakılmasıyla özdeş olduğunu artık anlamalıyız. Devleti 'Kerim'görmüyorsak, bir sınıfın baskı aracıysa ve de kurumlarıyla faşistse yapılacak şey -taktik değişiklikler dışındadevrimci şiddet perspektifinde mücadele ederek kitlelere ulaşmak, örgütlemektir." CUNTA DÖNEMİNDE KARADENİZ 12 Eylül'den sonra cunta, Karadeniz genelinde terör estirirken, devrimcilerin en çok örgütlü olduğu Ordu'da Aybastı, Fatsa, Ünye, Giresun'da Espiye, Samsun'da Havza, Trabzon'da Beşikdüzü gibi yerlere özel bir ağırlık verdi. Karadeniz Karadeniz olalı bu kadar askeri birarada görmemişti. Operasyonlarda yüzleri maskeli faşistler, işbirlikçi muhbirler YUSUF TECİM, AHMET TECİM VE FATMA ÖZÇELİK'İN KATİLLERİNİN CEZALANDIRILMASI Faşistlerin Aybastı Kabataş'ta katlettikleri Yusuf Tecim, Ahmet Tecim ve Fatma özçelik sadece devrimcilere sempatisi olan, evlerini devrimcilere açan ve ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışan insanlardır. Dışarıdan gelen faşistler kasabanın dışında oturan bu insanların evlerine saldırarak hunharca katlettiler. Katliamdan bir süre sonra Devrimci Sol gerilla birliğinin dinlenmek için mola verdiği köye katillere ilişkin bir istihbarat ulaştı. Bilginin kaynağı Devrimci Solcu bir öğretmendir. Gelen bilgiyi kesinleştirmek ve detaylandırmak için birlikten 6 gerilla ayrılarak oldukça uzakta olan öğretmenin evine gitmek üzere yola koyuldular, iki saatlik bir yürüyüşten sonra Devrimci Solun örgütlü olduğu bir başka köye ulaştılar. Köyün gençleri ve halkla yapılan sohbette, köylüler köylerine silah ve mermi takviyesi yapılması talebinde bulundular. Talebin karşılanması için gençlerden birini yazdıkları notla gerilla birliğine gönderen gerillalar ertesi sabah köyden ayrılarak yağmur altında yol üstündeki bir başka köye geçtiler. Bu köyden sonra yol güzargahı üzerinde artık devrimcilerin örgütlü olduğu köyler bulunmuyordu. Bu nedenle yola gece devam edilmesine karar verildi. Gün ağarırken öğretmenin evine ulaşılarak istihbarat netleştirildi. Katillerden biri çevredeki köylerden birinde oturmakta ve katıldığı katliamı övünerek çevresindekilere anlatmaktaydı. Gerillalar vakit geçirmeden faşistin bulunduğu köye yöneldiler. Köye yaklaştıklarında son hazırlıklarını yaparak eylem planını hazırladılar. Faşistin evinin köy dışında olması işlerini kolaylaştırıyordu. Ormanlık alandan yaptıkları uzun bir yürüyüşten sonra faşist katilin evinin arkasında bulunan ormanlık tepeye ulaştılar. Dürbünle son bir kez daha köyü gözden geçirdiler. Köy sakindi. TEK YOL DEVRİM Gerillalardan ikisi evin çevresini ve içini kontrol etmek amacıyla tepeden aşağı inerek eve doğru yaklaşırken, diğerleri de ormandan çıkıp evin yamacında bulunan fındık bahçesine yayılarak evi sardılar. Eve yaklaşan gerillalardan biri camdan içeri baktığında faşistlerin içeride silahlı olarak oturduklarını gördü. Gerillaların açtığı ateşle katliamı gerçekleştiren faşist cezalandırılırken yanındaki faşistlerden iki-üç tanesi de yaralandı. Eylemden sonra gerillalar kayıp vermeden çekildiler. Bu eylem yörede devrimcilere karşı büyük bir sempati ve güven yaratmıştır. —Sayı 24/2 Nisan 1999AĞUSTOS 1980, KASABA BASKINI Cunta öncesinde oligarşinin Fatsa'daki "Nokta Operasyonu" nun arkasından gelen Aybastı operasyonu ile birlikte devrimcilerin hareket alanı oldukça daralmıştı. İlçe içerisinde yüzlerce polis, asker devriye geziyor, faşistler cirit atıyordu. Tanınan devrimcilerin Aybastı'ya girişi mümkün değildi. Ancak dağlar ve köyler hala devrimcileri bağrına basıyordu. Bu dönemde Devrimci Sol'un gerilla ekibi genişlemiş, ilçe içerisinde bulunan devrimcilerden de dağlara çıkıp birliğe katılanlar olmuştu. Askeri operasyonların düzenlendiği köylerden gelen köylülerin katılımıyla geçici de olsa birlik daha da kalabalıklaşıyordu. Ayrıca bu dönemde dağda Devrimci Yol'culardan oluşan bir devrimcilerin ve devrimcileri destekleyenlerin evlerini polise ve askere gösteriyor, bu evdekiler çoluk çocuk kim varsa gözaltına alınıyor, işkence tezgahlarına götürülüyordu. Cuntanın ilk yaptığı işlerden biri de cuntayla işbirliği yapmayan köy ve mahalle muhtarlarını görevden alarak yerine işbirlikçi muhbirlerini getirmek oldu. Muhtarlar ne duyup, görüyorlarsa; köye, mahalleye, kasabaya kimler gelip gidiyorsa, kimler kimlerle görüşüyorsa bir rapor halinde bildirmekle yükümlüydüler. Ayrıca her muhtar, bölgedeki askeri yetkilinin belirlediği sayıda silahı halktan toplamak ve devlete teslim etmek zorundaydı. Kimi zaman belirlenen miktar kadar silahı toplayıp teslim etmek de muhtarların başına bela oluyordu. Bu sefer de "bu kadar silahın olduğu bilinmesine rağmen bu zamana kadar neden yakalatmadın, ihbar etmedin" diye işkenceye çekilebiliyorlardı. Bölgede hemen her aile devlete en az bir silah teslim etmek zorundaydı. Bu sayı ailenin nüfusuna göre daha da artabiliyordu. Dayatılan bu uygulama bölgede yeni bir rant sektörü de oluşturdu. Toplanan silahların bir kısmı askeri yetkililerce el altından teslim edecek silahı bulunmayan ya da istenilenden az bulunan ailelere satılıyor, onlar da parayla aldıkları bu silahları muhtara teslim ederek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlardı. Herhangi bir evde aramada torna, tesviye vb. aletlerden bulunması, o evdeküerin silah imalatıyla suçlanıp işkence görmeleri ve tutuklanmaları demekti. Bu ağır cunta koşullarında Devrimci Sol ülke topraklarını terketmedi ve gücü oranında direnişi örgütledi. Şehirlerde olduğu gibi kırlarda da silahlı güç _ANADOLU. ekip de vardı. 26 Ağustos 1980'de Yelve yaylasında konaklayan DY'lilere, faşist yüzbaşı Mustafa Karatan ve sivil faşistlerin öncülüğünde yapılan saldırı sonucunda içlerinde ekibin sorumlusu Şahin Hoca'nın da bulunduğu 3 DY'li katledildi. Bu olay üzerine dağdaki güçlerin birleştirilmesine karar verildi. Fatsa ve Aybastı operasyonuyla birlikte Fatsa-Aybastı otoyolu üzerinde bulunan Kabataş kasabası faşistlerin denetimi altına geçmiştir. Devrimci Sol ve DY'lilerden oluşan ortak ekip bu kasabaya baskın düzenleme kararı alır. Baskın gece düzenlenecek, kasabada nöbet tutan faşistler cezalandırılıp, yuvalandıkları bir binaya saldınlacakü. Yaklaşık 15 kişilik ortak ekip gündüz hareket eder ve gün bitiminde kasaba oluşturulmaya çalışıldı. Ordu'nun Aybastı ilçesinde faşist cuntaya karşı direnişi örgütleyen Devrimci Sol savaşçılarından Aydın Yalçınkaya ve Vedat Özdemir, örgütlerinden bağımsız olarak dağa çıkmış olan Devrimci Yol militanlarından Feridun Aydınlı ve Mehmet Kuru ile birlikte 25 Eylül 1980'de Aybastı'da jandarma pususunda şehit düştüler. 12 Eylül'ü izleyen bu aylarda dağlara çıkan çok sayıda da Devrimci Yol'cu vardır. Ancak bu çıkış iradi olarak kır gerilla savaşını geliştirmek için değil, yoğun olarak süren operasyonlar nedeniyle köy ve şehirlerde barınma koşullarının kalmamasmdandır. Zaten DY yöneticileri cuntayla birlikte herkes başının çaresine baksın deyip çoktan teslimiyet bayrağını çekmişlerdir. Yıllarca dağlarda kalan Devrimci Yol militanları da zorunlu haller dışında düşmanla çatışmadan barınmayı esas almışlar; ancak bu çizgi onların korunmasını sağlamadığı gibi, 40'tan fazla da şehit vermişlerdir. Nevzat Karayün çetesi ise 12 Eylül'den sonra da katliamlarına devam etmiştir. Bunlardan biri de 25 Eylül'de katledilen Devrimci Sol gerillası Vedat Özdemir'in akrabası ve bir öğretmen olan Mustafa Bülbül'dür. Öğrencileri tarafından çok sevilen ve Devrimci Sol sempatizanı olan Mustafa bülbül sabah çalınan evinin kapısını açtığında karşısında Nevzat Karayün ve faşist çetesini gördü, ardından da eşinin ve çocuklarının gözleri önünde katledildi. 1983; GÖSTERMELİK DEMOKRASİYE DÖNÜŞ Cuntanın halkın üzerindeki yoğun baskı ve terörü 1983'e kadar aralıksız sürdü. Denilebilir ki devrimcilerin çalışma yürüttüğü yakınlarındaki tepelere ulaşarak burada mola verir. Hava karardığında ekip kasabanın yakınındaki dereyi sessizce geçer ve kasabanın ana caddesini tam anlamıyla gören ve kasabayı denetleyen ormanlık tepeye mevzilenirler. Ekipten bir grup ana yola inecek, yolun her iki yanına mevzilenecek ve mümkün olduğu kadar nöbetçilere yaklaşıp bertaraf edecek; ikinci grup, ana caddede devriye gezen faşist gruba ateş açacak, imha etmeye çalışacak; üçüncü grup ise bulunduğu mevziden faşistlerin bulunduğu binaya ateş edecek, eğer balkona çıkarlarsa, çıkanları imha edecektir. Eylem gerçekleştirilir ve ekip geri çekilir. Daha sonra bir faşistin cezalandırılmış olduğu kesinlik kazanır ancak yaralıların sayısı tam olarak öğrenilemez. yerlerde gözaltına alınmamış, işkence görmemiş aile kalmadı. Fatsa ve Aybastı belediye başkanları tutuklanarak sıkıyönetim mahkemesi tarafından onlarca yıllık hapis cezasına çarptırıldı. 1982 Anayasa oylamasında sandıkların başına asker dikildi ve halka evet oyu kullanmaları yönünde baskı yapıldı. Aynı baskı 83 genel seçimlerinde de sürdü. Belediye yönetimlerine işbirlikçiler atandı. Bunlardan biri de Aybastı belediye başkanlığına getirilen faizci, işbirlikçi bir halk düşmanı olan Salih Yaman'dır. Bu halk düşmanı 1979'da 26 faizcilere, tefecilere karşı kampanya başlatan Devrimci Sol tarafından cezalandırılmak istenmiş, ancak DY'nin ekonomik çıkar sağladığı bu işbirlikçiye sahip çıkmasıyla cezalandırılmaktan kurtulmuştu. Ama aynı kişi cunta öncesinde başlatılan Fatsa operasyonunda DY'liler de dahil devrimcileri ihbar eden işbirlikçi konumundaydı. Bu işbirlikçiliğini Cuntadan sonra da sürdürdü ve belediye başkanlığı ile ödüllendirildi. Bir kaç yıl sonra aleyhine basında çıkan yazılar nedeniyle belediye başkanlığından alındı ve "aranır" duruma düştü. Ancak bu dönemde "aranır" durumunda olan Salih Yaman ortağı olduğu Aybastılılar Otobüs İşletmesi'ni büyütürken, yine askerlerle operasyonlara gitmekte, 1986 sonlarında şehir klubünde askeri yetkililerle rakı kadehleri tokuşturmaktadır. Karadeniz Bölgesi 80'li yıllarda birçok sorunu içice yaşadı. Bir yandan işsizlikten kaynaklanan büyük kentlere doğru büyük bir göç olurken, diğer yandan da kültürel, ahlaki yönlerde açık bir yozlaşma başladı. Halkın örgütsüz yapısı, iktidarların istediği gibi at oynatmasının koşullarını sağladı. Bunda cuntaya kadar bölgede devrimci faaliyet yürüten, özelikle yaygın ilişkilere sahip olan DY ve KSD'nin cunta karşısında geri çekilip direnmemeleri, gözaltı ve mahkemelerdeki olumsuz tavırlar, cuntadan sonra devrimciliği bırakanların içerden çıkanlar da EKİM 1980, "MAĞARALAR BÖLGESİ" KATLİAMI 12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra Fatsa dağlarındaki Devrimci Sol gerillaları faşist Nevzat Karayün çetesinin yayla tarafında olduğunu haber almışlardır, iki Devrimci Yolcu da Devrimci Sol gerillalarıyla birliktedir. Gerillalar mağaralar bölgesine geldiklerinde halktan faşistlerin yakındaki bir köyde olduklarını öğrendiler. Yaptıkları plana göre faşistlerin köyden çıkabilecekleri tek yola pusu atıp mevzilendiler ve beklemeye başladılar. Bir gün sonra yanlarına bir kadının yaklaştığını gördüler. Kaçıp saklanmaları mümkün değildi. Kadını yanlarına çağırdılar. Kadın o yörede oturduğunu, koyunlarının bu tarafa gelip gelmediğine bakmak için geldiğini söyledi. Kadına korkmamasını söylediler. Kadın onları tanımıştı. Devrimcilere güvendiğini, korkmadığını söyleyerek isterlerse kendilerine yiyecek getirebileceğini söyledi. Gerillalar kadına güvenerek yiyecek getirme önerisini kabul ettiler. Ancak yine de tereddütlüydüler. Ekip bir süre daha beklenmesini ve daha sonra hareket edilmesini kararlaştırdı. Ancak çok geçmeden askerlerin kendilerine doğru geldiğini gördüler. Çevreleri kuşatılmıştı. Şehit düşmek vardı ama teslim olunmayacaktı. Gerillalar tepeye ulaşıp mevzilenmek istediler. Ancak bunun için açık araziyi geçmeleri gerekiyordu. Geçerlerken Devrimci Yol militanlarından Mehmet Kuru orada toprağa düştü. Sonra Devrimci Sol gerillalarından Vedat Özdemir ve Aydın Yalçınkaya şehit düştüler. Operasyonda yer alan faşistler Aydın'ı dipçiklerle vurarak katlettiler. Devrimci Yo 1 militanlarından Feridun Aydınlı da yaralı yakalandı. Hastaneye götürmek üzere hareket eden araba daha sonra yavaşlatıldı ve arabada işkence yaparak Feridun Aydınlı' yi da katlettiler. Çatışmada iki gerilla da yaralı olarak tutsak düşer. Bir yıl sonra başka bir çatışmada şehit düşecek olan Devrimci Sol gerillası Necdet Pişmişler de çatışma boyunca diğer gerillalardan ayrı bir yerde ve çemberin ortasındadır. Çatışarak çemberden çıkmayı başarır ve yöreyi pek bilmemesine rağmen birliğine ulaşır. ÇARE SEÇİM DEĞİL dahil iş güç kurma peşinde koşarak düzenle bütünleşmeleri gibi etkenlerin halkta yarattığı moral bozukluğunun, devrimcilere karşı uzun yıllar etkili olacak kuşku ve güvensizliklerin büyük payı olmuştur. Bu kuşku ve güvensizlik ortamında oligarşinin karşı devrimci propagandaları halk üzerinde çok daha etkili oldu. Bireycilik, ahlaki dejenerasyon kendine daha kolay gelişme zemini buldu. Halkın yoksulluk, işsizlik gibi sorunlarına 80'li yıllara boyunca bir de denizin verimsizleşmesi eklendi. Karadeniz'deki hızlı kirlenme ve yanlış yöntemlerle avlanma nedeniyle balığın kökü hızla kurumaya başladı. Bu olumsuz gelişmeyi gidermek için hiçbir yatırım, düzenleme yapmayan devlet, 1986'da Rusya'nın Çernobil kentinde meydana gelen nükleer patlamanın yarattığı kimyasal zehirlenmelerin sonuçlarını da uzun yıllar Karadeniz halkından ve kamuoyundan gizlediler. ATILIM ÖNCESİ KARADENİZ'DE MÜCADALE Orta Karadeniz: Orta Karadeniz'de mücadele '85-86 yıllarında gençliğin mücadelesine paralel olarak Samsun'da gelişmeye başladı. Bu süreçte kantin, yemekhane vb. sorunlar çerçevesinde, 19 Mayıs Üniversitesi'nin çeşitli fakültelerinde forumlar yapıldı. 1987-88 öğretim yılında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi öğrencilerinin açmış olduğu Yüksek Öğrenim Derneği yaşanan yoğun baskı ve gözaltılar sonunda kapatılınca kadar ancak bir kaç ay varlığını sürdürebildi. '88'lerden sonra ise 16 Mart, Kahramanmaraş katliamlarının yıldönümlerinde protesto gösterileri ve anmalar yapılırken, Devrimci Hareket'in sempatizanları da DevGenç saflarında toparlanmaya başladılar. Bu dönemde öğrenci gençlik paso sorununu çözmek için Samsun Belediyesi'nezdinde girişimlerde bulundu ve Belediye önünde gösteri yaptı. Bu mücadele paso hakkının kazanılmasıyla noktalandı. Bu süreç aynı zamanda kampüslerde yaşamak zorunda bırakılan gençliğin şehir merkezine doğru açılmaya başladığı bir süreçti. 1988'de hapishanelerdeki devrimci tutsakları teslim almaya yönelik olarak çıkarılan 1 Ağustos Genelgesi'ne karşı Samsun İnsan Hakları Derneği'nde, Devrimci Gençlik ve Devrimci Sol tutsak ailelerinin de içinde yer aldığı devrimci-demokrat çevreler geniş katılımlı bir destek açlık grevi yaptı. Bu durumu hazmedemeyen üniversite idaresi bir çok öğrenci hakkında disiplin soruşturması başlatarak 4 öğrenciye 5 ay okuldan uzaklaştırma cezası verdi. Bu dönemde Karadeniz halkı hükümetin kendilerini yıkıma götüren ekonomik politikaları nedeniyle bir arayış ve örgütsüz olmanın getirdiği çaresizlik içindedir. Hergün bir yenisi gelen zamlar; gübre ve tohumluklara uygulanan sübvansiyonların kaldırılması, yerli tütüncülüğe darbe vuran ABD'nin Virginia tütünü yetiştirilmesi kararı, fındık ve çay taban fiyatlarının zamanında açıklanmaması, düşük fiyat verilmesi ve ürün bedellerinin zamanında ödenmemesi, çayda özel sektöre üretim izni verilmesi gibi özelleştirme uygulamaları özellikle küçük üreticileri, yoksul köylüleri hepten perişan etmekteydi. Sürece müdahale etmek amacıyla Devrimci Hareket Karadeniz'in şehirlerinde iradi olarak devrimci çalışmayı adım adım yeniden başlattı. '89'da Samsun'da Yeni Çözüm dergisinin bürosu açıldı. Yine aynı yıl Samsun TAYAD mücadele içindeki yerini aldı. Samsun'da TAYAD'ın açılması demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine belli bir ivme kazandırdı. Gençliğin gidip gelmeye başladığı Samsun Halkevi ise oldukça canlı bir görünüme bürünmeye başlamıştı. '89 Mayıs'ında 19 Mayıs Üniversitesi'ne bağlı Amasya Meslek Yüksek Okulu'nda işbirlikçi-faşist okul müdürünün eylemlere katıldığını polise ihbar etmekle tehdit ederek bir bayan öğrenciye iğrenç tekliflerde bulunması üzerine okulda geniş kapsamlı bir kampanya başlatıldı. Açlık grevi, imza toplama ve okul içinde yürüyüşlerle faşist müdürün istifası istenerek protesto edildi. 22 ve 23 Mayıs'da bildiriler okunup, forumlar yapıldı. Eylemleri Çorum Meslek Yüksek Okulu öğrencileri de desteklediler. Bu süreci omuzlayan güç birçok yerde olduğu gibi yine Devrimci Gençlik'tir. Bu dönemde 19 Mayıs Üniversitesi öğrencileri örgütlenme noktasında bir girişimde daha bulunarak yeni bir dernek kurma çalışması başlattı. Asılan bir pankart bahane edilerek dernek üyesi 40 öğrenci gözaltına alındı ve 8'i tutuklandı. Gözaltı sürecinde polis yoğun işkencecilerle gençliği yıldırmaya çalışmış, ama bunda başarılı olamamıştır. Bunun böyle olduğu yemek zamlarına yönelik yapılan protestolarda geniş bir katılımın sağlanmasıyla bir kez daha ortaya çıktı. Öğrenciler, bir dizi eylem sonucu yemek zamlarının Önemli ölçüde geri çekilmesini sağladılar. '89 baharında ikinci kez yapılan yeni dernek başvurusunu engellenmeye çalışan polis başvuruyu yapan iki öğrenciyi iki gün gözaltında tuttu. Ancak kararlı bir tutum sergilenince valilik ikinci başvuruyu kabul etmek zorunda kaldı. '89-90 öğretim döneminin başlamasıyla 19 Mayıs Üniversitesi'nde geniş bir katılımla "Alternatif Açılış" yapıldı. Başta bu çalışmanın dışında kalan oportünist, reformist çevreler, alternatif açılışın başarılı olacağını görünce dışında kalmamak için son günde kendi dar ilişkileriyle açılışa dahil oldular. Yaklaşık 250-300 kişilik bir katılımla coşkulu bir alternatif açılış yapıldı. 6 Kasım'da, Samsun Devrimci Gençlik, TÖDEF'in çağrısına katılarak 19 Mayıs Üniversitesi'nde kitlesel katılımlı YÖK'ü protesto eylemi gerçekleştirdi. Eyleme yaklaşık 150-200 kişi katıldı. '89 sonlarında Romanya'da gerçekleşen karşı devrim ve Çavuşeskular'ın infaz edilmesiyle ilgili olarak, Ocak 1990'da Samsun'da 5 bin adet Devrimci Sol Güçler imzalı bildiri bir gecede dağıtıldı. Bunun üzerine şaşkına dönen Samsun polisi terör estirmeye başladı. Bir gece içinde onlarca evi basarak, onlarca devrimci, demokrat insanı gözaltına alıp işkenceden geçirdi. Polis gözaltına aldığı devrimcileri "bölgede yaşam hakkı tanımayacakları", "aslında sağ yakalamak istemedikleri", "ucuz kurtulmuş olduklarını" söyleyerek açık açık öldürmekle tehdit ediyordu. Gözaltına alınanlardan savcılığa çıkarılan 16 kişiden '8'i tutuklandı. Tüm bu baskı ve devlet teröründeki tırmanışın nedeni Samsun'da gelişen mücadelenin yavaş yavaş halkı kucaklamaya başlamasının yarattığı korkuydu. Bu dönem içinde mücadele Orta Karadeniz'de Samsun sınırlarını aşarak diğer illere de yansımaya başlamıştı. Amasya'nın Merzifon ilçesinde Yeni Çözüm bürosu açma çalışması yürütenlere yönelik bir operasyon başlatan polis bu çalışmayı baltalamaya çalıştı. Keyfi biçimde Yeni Çözüm Merzifon temsilcisinin de içinde bulunduğu üç devrimciyi tutuklattı. Buna Merzifon Dev-Genç yaptığı açıklamada "Biz Merzifon Dev-Genç olarak, oligarşiye ve onun silahlı-silahsız temsilcilerine geçmişte haykırdığımız gibi, bugün de haykınyoruz. Bizleri, baskılarınızla, gözaltılarınızla ve tutuklamalarınızla yıldıramayacaksınız" diyerek cevap verdi. Bu arada Samsun'da TAYAD valilik tarafından keyfi olarak süresiz kapatıldı. Yine 90'ın başında Ordu'nun Ünye ilçesi kırsalındaki kır çalışması düşmanın operasyonuyla kesintiye uğradıysa da kısa süre sonra Karadeniz kırlarında daha güçlü adımlar atılacaktı. Batı Karadeniz: Cuntadan sonra Batı Karadeniz'de de ilk eylemler üniversite gençliğinden geldi. Zonguldak'taki Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'ndeki ilk harekeüilik '85'lerden sonra gençliğin sorunları temelinde hak alma mücadelesi çerçevesinde ortaya çıkmaya başladı. '89'da Zonguldak-Ereğli'de Halkevi açıldı. 1 Mayıs fabrika önlerinde işçilere karanfil verilerek kutlandı. Bu arada yakasına karanfil takmaktan 7 halkevi üyesi gözaltına alınarak 3 saat gözaltında tutuldu. 26 Mayıs'da Ereğli Halkevi tarafından organize edilen Grup Yorum'un da katıldığı bir halkevi şenliği yapıldı. 24 Şubat 1990'da Genel Maden İşçileri Sendikası'nın düzenlediği "insana saygı" mitinginde Zonguldak Dev-Genç düzenli korteji ve sloganlarıyla yerini alarak işçilerin ilgi odağı oldu. Bu dönemde Kastamonu'da da gençlik yaşadığı sorunları yaptığı forumlarla dile getirmekteydi. Şubat 1990'da sivil faşistlerin devrimcidemokrat öğrencilere saldırısı 70 kişinin katıldığı bir forumla saldırı protesto edildi. Doğu Karadeniz: îlk hareketlilik Trabzon'daki Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde görülür. Öğrenci gençlik burada dernekleşme çalışmaları başlattı. Bunu öğrenen rektörlük dernekleşmenin önünü kesmek için faşistlere bir hafta içinde dernek kurdurttu. '90'h yıllara gelindiğinde gençliğin örgütlenme çabaları kendisini göstermeye başlamıştı. Polis ve okul idaresi bu gelişmeyi engellemek için saldırıya geçmekte gecikmedi. 27 Eylül 1990'da Trabzon polisi üç öğrenci evine baskın düzenleyerek onüç öğrenciyi hiç bir gerekçe göstermeden gözaltına aldı ve bunlardan ikisi tutuklandı. Ancak öğrenci gençliğin mücadelesinin önünü kesemediklerini çok zaman geçmeden de anlayacaklardı. '90 6 Kasım Boykotu sürecinde çeşitli sınıf konuşmalarıyla 6 Kasım'ın anlamı ve önemi anlatıldı. Bazı öğretim görevlileri de derslere girmeyerek boykota destek oldular. Yine bu dönemde KTÜ'de "Paralı Eğitim" konulu bir forum yapıldı. Bu arada polisin baskısı Rize'de de kendisini gösterdi ve '90 Ekiminde oniki kişi gözaltına alındı. Amaç gençliği yıldırmaktır. --- Sürecek-----TEK YOL DEVRİM —Sayı 24/ 2 Nisan 1999- HABER- YORUM 28 İhbarcılık, Karalama, Provokasyon, Komploculuk, Karanlık Yüzlü Aydınlıkçıların İşidir! MAFYACI YAŞAR ÖZ: "Mehmet Ağar Nezdinde Devletin En Yetkili Birimleri, En Üst Yöneticiler Bu İşleri Yapmamı İstedi... Susurluk Davasında Hapiste Kalan Tek Kişi Benim..." AYDINLIK HAİNLERİ İŞBAŞINDA YAŞAR ÖZ MAŞA. PEKİ MAŞAYI TUTAN EL KİMİN? CEVABI ÖZ'ÜN AÇIKLAMALARINDA VAR: "DEVLET!" Aydınlık'ın 14 Mart tarihli sayısında Çankırı Valisi'ne yönelik eylem ele alınıyor. Eylemi kapaktan vermiş Aydınlıkçılar. Kullandıkları başlıklar ise şöyle: Bombacı: Binbaşı Kod Adı: Tamer TİKKO Özel Örgüt'ün Paravanı Girişinden de anlaşılacağı gibi, karşımızdaki haber tam bir "Aydınlık klasiği"dir. Aydınlık bir çamurdan ibarettir. Aydınlık'ın temel politikası da bu çamuru devrimci örgütlere, devrimci eylemlere bulaştırıp kendine solda bir yer açmaktan ibarettir. TİKKO'ya saldırısı da onun bu çabasının devamıdır. Çünkü o karşı-devrimci, ihbarcı misyonunu ancak "sol" görünmeyi sürdürebildiği müddetçe yerine getirebilir. Aydınlık, kelimenin tam manasıyla oligarşinin sol içindeki uzantısıdır. Ama devrimci hareket ve halkımız bunu görmüştür. Aydınlık bugüne kadar ki pislikleriyle yüzlerce kez lanetlenmiştir. Bu yüzden Aydınlık bir türlü kendini "sol" olarak kabul ettirememektedir. Mesela, sözkonusu haberin başında şu satırları da okuyabilirsiniz: "Çankırı Valisi Ayhan Çevik'e düzenlenen suikastın sanığı olarak yakalanan TİKKO militanı Kemal Ertürk, kontrgerilla elemanı... Ertürk'ün polisle bağlantılı olduğu bilgisini, terör uzmanı emekli albay da doğruladı. MGK Genel Sekreterliği'ne hizmetlerde bulunan emekli albay, kısa bir araştırmadan sonra Aydınlık'a şu yanıtı verdi. 'Bilgi doğru. İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa'da polisle irtibat içinde olduğu doğrudur." Aydınlık'ta bu tür "uzman"lar çoktur. Bu ve benzeri her tür komplo teorisinin kaynakları da zaten bu tür "uzman'lardır. Ama burada ilginç olan şudur; MGK'ya hizmet veren emekli albay, neden Aydınlık'a da hizmet veriyor? Bir kontra albay, neden devrimci bir örgüt içindeki çalışmasını Aydınlık'a açık ediyor. Demek ki o da Aydınlık'ı sol görmüyor, "kendilerinden" görüyor. Doğrusu da budur zaten. Aydınlık "onlardan" dır. Yani MGK'ya hizmet etmekle, kontrgerillaya çalışmakla Aydınlık'a hizmet etmek arasında fark yoktur. Çankırı valisine yönelik eylem, bazı eksikliklerine karşın, devrimci bir eylemdir. Aydınlık hem bu devrimci eylemi, hem eylemi yapan devrimci örgütü şaibe altında bırakmaya çalışıyor. Bunu yaparken, karşı-devrimcilikte, kara çalmada, iftira atmada hiç bir sınır tanımadığını bir kez daha ortaya koyuyor. Aydınlık'taki senaryoların en önemli ve değişmez parçası illegal devrimci örgütlerin içinin ajanlarla, muhbirlerle dolu olduğu iddialarıdır. Devrimci örgütler hakkında şaibe, güvensizlik yaratmak onun asıl işidir. Bu hem kendine yer açması, hem de oligarşiye karşı görevini yerine getirmesi için gereklidir. Aydınlık iftiracılığı, bir çirkef bataklığıdır. Tüm sol bu bataklığı kurutma göreviyle karşı karşıyadır. Sol açısından Aydınlık gibi karşı-devrimciliği, ihbarcılığı tescilli bir güruhun karşı-devrimci olup olmadığı konusunda neden sık sık yanılgıya, tereddüte düşüldüğü, pratikte neden Aydınlık'a karşı istikrarlı, tutarlı bir tavır alınamadığı da özel olarak üzerinde durulması gereken bir yandır. Bu tür tereddütler, tutarsızlıklar ortadan kaldırıldığında Aydınlık ihbarcılarının tecrit zinciri daha sıkı bir biçimde tamamlanmış olacaktır.* UYDUR UYDUR YAZ Mesela bu "haber"in içinde şöyle yazıyor Aydınlık: "Öcalan'ın yakalanmasından sonra, Türkiye'nin Kürt meselesine müdahelede çok önemli bir kozu kaybeden ABD, Kürt sorununda insiyatifi ile geçirmek için, kaos çıkarma şantajını devreye sokmuştur." Buradan ne anlıyorsunuz? Öcalan'ın yakalanması demek ki ABD'nin dışında gelişmiş, Öcalan yakalanınca ABD çok önemli bir kozunu kaybetmiş. Aydıınlık'ın aynı sayısının 9.sayfasında ise bir başka haberde şunlar yazılı: "Pentagon'un PKK lideri Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesinin bedeli olarak, Kuzey Irak'taki askeri faaliyetleri konsundıa taviz kopardığı, üç hafta önceki Aydınlık'ta yer almıştı." Peki bundan ne anlıyorsunuz? Demek ki Öcalan pentagon'un insiyatifinde Türkiye'ye teslim edilmiş. Peki bundan ne anlıyorsunuz? Demek ki Öcalan Pentagon'un insiyatifinde yeralmıştır. Çünkü Aydınlık'ın sayfaları bu tür senaryolarla doludur. İşi budur. Onun haberlerinin tek "doğruluk" ölçsü, MGK'nın, kontranın dezenformasyon ve devrimci hareketler hakkında şaibe yaratma polisitalarına uygunluğudur,. Geçen hafta Susurluk davasından yargılanan kontra mafyacı Yaşar Öz'ün mahkemesi vardı. İstanbul 4 No'lu DGM'de görülen davada mafyacı Yaşar Öz son savunmasını yaptı. Yaşar Öz daha önce de gerek mahkemeye gerekse basına yaptığı açıklamalarda uyuşturucu kaçakçılığı yaptığını reddetmemiş, ancak bu işi yurt dışında yaptığını dolayısıyla Türk milletine zarar vermediğini, yurt dışında yaptıklarından da devletin haberi olduğunu bir kaç kez tekrarlamıştı. Son savunmasında farklı şeyler söylemedi aslında. Elbette yurt içinde uyuşturucu kaçakçılığı veya başka farklı pis işler yapma dığı gibi şeylerin inandırıcılığı yoktur. Kontrgerillaya çalışacaksın, mafyacılık yapacaksın da başka pis işlere bulaşmayacaksın, bu elbette mümkün değildir. Ancak öyle olduğunu kabul etsek bile Yaşar Öz'ün davası yine de oldukça gerçekten ilginç. Bir kere Susurluk pisliğinde yer almakla, bulaşmakla suçlanan, yargılanan hemen herkes hakkında onlarca belge, delil varken dahi yaptıklarını reddederken Yaşar Öz tam aksine Susurluk çetesi içinde yer aldığını kanıtlamaya çalışıyor. Mahkemede de Türklük sevgisi nedeniyle devletin kendisinden istediği -uyuşturucu kaçakçılığı da dahil tabii- bazı konularda yardımcı olduğunu söylüyor ve "Mehmet Ağar nezdinde devletin en yetkili birimleri, en üst düzey yöneticiler bu işleri yapmamı istedi" diyor. Susurluk çeteleri içinde yer aldığını kanıtlamak için de Susurlukla ilgili yazılmış kitaplarda, yapılan açıklamalarda hakkında söylenenleri kanıt olarak gösteriyor. "Devletin en yetkili birimleri, en üst düzey yöneticiler bu işleri yapmamı istedi" sözleri bize yabancı değil tabii. Mehmet Ağar'ından özel timciler ibrahim Şahin'e, Ayhan Çarkın'ları ve Çakıcı'ndan Oral Çelik'e kadar hemen tüm Susurluk çeteleri de aynı şeyleri söylemiyorlar mı? Bunda bir gariplik yok. "En tepeden" organize edilmiş her şey: MGK'dan. Yaşar Öz'ü kızdıran, isyan ettiren asıl konu, diğerleri hep dışarıdayken, elini kolunu sallayarak dolaşırken bir tek kendisinin neden hala içeride tutulduğu. Bu nedenle kendisinden yardımcı olmasını isteyenler için "Aynı büyüklerimiz iki yıldır beni yalnız bırakti. Susurluk davasında hapiste kalan tek kişi benim" diyor ve tahliyesini istiyor. İşte uyuşturucu kaçakçısı, mafyacı, faşist kontra elemanı Yaşar Öz burada çok haklı. Kendisine yeşil pasaport, si- ÇARE SEÇİM DEĞİL lah taşıma ruhsatı veren Ağar ve diğer Susurluk çetelerinin ağababalarının hepsi dışarıdayken bir tek kendisi içeride tutuluyor. Bu gerçekten Yaşar Öz'e büyük haksızlık(!) Adamın suçu, günahı ne? Diğerleri de aynı şeyleri, hatta çok daha fazlasını yapmadılar mı? Susurluk devletinde kim, ne olursa olsun "devlet ı kurşun atan da yiyen de şerefli insan-lar" değil mi? Bütün çete başları, bu işleri organize edenler, emir, talimat veren-;r, yaptıranlar gelini kolunu sallayarak dolaşıyor, çoğu işle-rine devam ediyor-ken bir tek Yaşar Öz'ü günah keçisi yapmak reva mı yani? Hangi hak-ka, hukuka kontrgerilla adaletine sığar bu yaptıkları? Ama bu işler böyledir işte! Susurluk devleti kullanır kullanır ama işe yaramaz hale geldiği zaman, birilerini kurban etmek gerektiği zaman da gözünün yaşına bakmaz. Kendini biraz aklamak uğruna da olsa bu sefer böyle kullanarak harcar, bir kenara fırlatıp atar. Gerekirse de tümüyle ortadan kaldırır, sesini tümden keser. Susurluk hukuku, kontrgerilla adaleti böyle işler. Tabii bir de bu işin başka bir yönü var. Acaba Türkiye Cumhuriyeti Devletinin "bağımsız" savcıları, hakimleri yapılan bu itiraflar hakkında ne düşünüyorlar? Bunları bir suç duyurusu kabul edip Ağar ve diğer devlet yetkilileri hakkında dava, soruşturma açmayı düşünüyorlar mı? Yani adam daha ne desin? Benden bunlar bu işleri yapmamı istedi diye isim bile vererek itiraflarda bulunuyor. İki kelimeyle insanların ipe gönderildiği, ömür boyu hapislerde yatırıldığı bir ülkede bundan daha açık kanıt, delil olur mu? Evet bekliyoruz, gözlüyoruz bakalım "tarafsız", "hukuk devletine saygılı" hakim ve savcılar ne yapacaklar? Diğerlerini de toplayıp Yaşar Öz'ün yanına mı gönderecekler yoksa Yaşar Öz'ü de salıverip onların yanına mı gönderecekler? Yaşar Öz, sen de öyle ağlayıp sızlayacağına biraz dişini göstermesini bil. Hiç değilse "konuşurum, bildiklerimi anlatırım" falan de, ufak tefek bir şeyler söyle, ipuçları ver ki, seni de daha fazla içeride tutmasınlar. Görmüyor musun pislik her tarafı öyle sarmış ki böyle yapan paçayı kurtarıveriyor. Bizden söylemesi. Bu Susurluk'un sahiplerinde vefa falan yoktur, milliyetçilikleri falan da palavradır. "Milliyetçilik" adına her şeyi anlatmıyor, susuyorsan daha çok sürünürsün içerilerde.* KİTAPLARIMIZ KURTULUŞ - -Sayı 24 / 2 Nisan 1999- yarattıkları direnişin destansı anlatımı var bu kitapta. 75 gün süren ve her anı hesaplaşmayla, inançla dolu olan Ölüm Orucu direnişi, halklarımızın mücadele tarihine bir dönemeç noktası olarak geçmiştir. Direniş Ölüm Yaşam 1, bu dönemecin an an anlatımıdır. Kitapta ölüm orucu şehitlerinin harekete, yoldaşlarına ve ailelerine yazdıkları son mektuplar da yer almaktadır. KİTAPLARIMIZ (2) -DEVRİMCİ HAREKETİN YAYINLARIKitaplarımızın önemli bir bölümü, şehitlerimiz, hapishane direnişlerimiz üzerinedir. Çünkü şehitlerimiz tarihimizin en önemli bölümlerinin simgeleridir. Onlarsız bir tarih yazımı mümkün değildir. Hapishaneler de aynı konumdadır. Hapishaneler sınıflar mücadelesi içinde hep özel bir önem taşımışlardır. Dünya çapında özgünlüğü olan direnişler yaratılmıştır. Bu nedenle yayınlarımızın önemli bir bölümünün bunlar üzerine olması doğaldır. Bu kitap, cunta koşullarında hapishanelerde bedenlerinden ve inançlarından başka silahlan bulunmayan Devrimci Sol tutsaklarının siyasi kimliklerine sahip çıkışlarının tarihidir. "Cezaevleri merkez değildir" demagojileriyle teslimiyetin teorilerini yapanlara karşın, direnişin nasıl adım adım örüldüğünü, her türlü bedeli ödemeyi göze alarak karanlıkların nasıl yırtıldığını belgeleyen bir tarih. 16-17 Nisan Şehitlerimizden Sinan Kukul'un adıyla derlenen bu tarih, büyük ölçüde tutsakların dilinden anlatımlarla veriliyor. Koğuş koğuş, hücre hücre, gün gün, saat saat aktarılan bu direniş sürecinde, direnişin onurunu, statükoculuğun çürümüşlüğü ve çöküşünü adım adım izlemek mümkün. DİRENİŞ ÖLÜM YAŞAMİ 198O'li yılların sonlarına doğrudur. Peşpeşe cezaevlerini anlatan bir çok kitap yayınlanır. Ama hiçbiri cezaevlerini tüm yönleriyle veren bir bütünlüğe sahip değildir. Kimi işkenceleri anlatır, direniş yoktur, kimi direnişleri son derece sığ bir biçimde aktarıp işin daha çok ticari yanının peşindedir. "Direniş Ölüm Yaşam" işte bu süreçte yayınlanır. Diğerlerinden yaşayanların yazdığı bir kitaptır o. "Bizim için tek yol vardı. Direnenler, bu geleneğin yaratılmasına katılanlar olarak başımızdan geçenleri anlatmalıydık. İşte bu sayfalar dört Ölüm Orucu şehidinin kanıyla yazılmış gerçek direnişin öyküsüdür. Ve bu sayfalar Ölüm Orucu direnişini gerçekleştirenlerle yapılan röportajlardan ve konuşmalardan oluşmuştur. Bireysel değil kolektif bir çalışmanın ürünüdür..." {si. 13) Devrimci hareketin direniş ve savaş dolu tarihinin en parlak sayfalarından birini yazan Abdullah Meral, Haydar Başbağ ve Hasan Telci, yine aynı direnişte şehit düşen TlKB'li Fatih Öktülmüş'ün ve 701i günlere kadar hücre hücre ölümü yenen ölüm orucu savaşçılarının BİZE ÖLÜM YOK 12 Temmuz, savaş gerçeğinin en yalın yüzüdür. Savaş kurallarının hata kabul etmezliği ve ödenecek bedellerin büyüklüğü, 12 Temmuz'la çok somut olarak görülmüştür. "Bize Ölüm Yok" kitabı, 12 Temmuz katliam ve geliştiğini, 12 şehidimizin yaşamlarını, şehitlerimizin bize bıraktığı mirası ve 12 Temmüz'dan çıkartılması gereken dersleri ortaya koyan bir kitaptır, "Gençtiler, yaşlarının önemi yoktu... kavgada yaşın değil, ustalığın önemine inanmışlardı. Çok değişik yerlerden gelmişlerdi, çok değişik kökenleri vardı, aynı kavganın savaşçısı oldular..." (sf. 6) 12 Temmuz şehitleri, hareketin yapısı, bileşimi, çeşitli halk kesimlerini nasıl birleştirdiğinin de çok somut bir ifadesidir. Kitabın içinde yeralan Devrimci Sol imzalı "12 Temmuz Işığında Savaş, Düşman ve Devrimci mücadele" başlıklı yazı ise, 12 Temmuz'un çok yönlü bir incelemesi niteliğini taşıyor. sosyalizmin bayrağının onurla dalgalandırıldığı Çiftehavuzlar direnişi olmak üzere 16-17 Nisan tarihinde istanbul'da, 30 Nisan'da Adana'da, 3 Mayıs'ta Ankara'da katledilen Devrimci Solcuları anlatıyor. Kitabın başında belki de bir eşine rastlanmayacak bir telefon görüşmesinin bant çözümü yeralıyor. Devrimci Sol'un önderlerinden Sabo'nun büyük bir yaratıcılık örneği sergileyerek çatışmayı tarihe kaydettiği telefon konuşması bu. Şehitlerin özgeçmişleri, yakınlarının anlatımları, tam bir irade savaşına dönüşen cenazeler, hemen 16-17 Nisan'ı izleyen günlerde yoğunlaşan ve "yoldaşlarım cezalandıracak sizi" güvenini boşa çıkarmayan SDB savaşçılarının eylemleri kitapta yer alan diğer bölümler. BAYRAĞIMIZ ÜLKENİN HER TARAFINDA DALGALANACAK Destan destan yazılan tarihin doruk noktalarından biridir Çiftehavuzlar direnişi. Kitap başta TEK YOL DEVRİM Sabo'nun bütün dünyada 'sosyalizm öldü" çığlıklarının atıldığı bir dönemde, pencereye orak-çekiçli bayrağı asarak yarattığı direnişi okudukça onurlanmamak mümkün değildir. Sabo'nun, Eda'nın ağzından çıkan her sözün savaşta karşılık bulması ise bu güveni daha da büyütüyor. Çünkü onların dediği gibi BAYRAĞIMIZ ÜLKENİN HER TARAFINDA DALGALANIYOR Şimdi. CEZAEVLERİ DİRENİŞLERİ 1 - BUCA Bir kaç güne ve sonra saatlere sığan büyük bir savaş. An an anlatılıyor. Bir belgesel, bir roman, bir anı, her türe sokabilirsiniz bu kitabı. Parti-Cephe'nin ilanıyla birlikte savaşın her alanda olduğu gibi hapishanelerde de bir üst boyuta sıçradığı '95 yılında, Buca'da yaratılan direnişi ve verilen üç şehidi anlatan kitap, Buca hapishanesinin tarihini anlatan kısa bir bölümü, Buca'daki özgürlük eylemini, katliama ilişkin çeşitli belgeleri de içeriyor. Hapishanelerdeki mücadele ve tutsaklık üzerine teorik bir kitap da sayılabilir. Buca şehitleri Uğur Sarıaslan, Yusuf Bağ ve Turan Kılıç nezdinde özgür tutsaklığın nasıl şekillendiğini bu direnişin içinde an an görebilirsiniz. Bu tutsaklık Buca'da olduğu gibi düşmanınbombasına, tazyikli suyuna, kalasına, demir çubuğuna inancıyla, bilinciyle direnen, Uğurların, Yusufların, Turanların bayraklaştırdığı bir tutsaklıktır. Buca direnişini anlatan bu kitap, hapishanelerde savaşın hiç bitmeyeceğinin anlatımı aynı zamanda. CEZAEVLERİ DİRENİŞLERİ II ÜMRANİYE Kitapta, Buca şehitlerinin kanı kurumadan yapılan yeni bir katliam, Ümraniye katliamı anlatılıyor. Katliam sonrasında bedenlerle örülen barikat, ardından tüm hapishanelerde barikatlar, rehin alma eylemiyle düşmanı bozguna uğratan saldırılar, özgür tutsakların bağlılığı, sahiplenme ve hesap sorma bilinci, direnişin değişik cephelerinden anlatımıyla okuyanı o günlere götürüyor. Kitabın ilk bölümünde 24 Kasım 4 Ocak arası "40 günün anlatımı" Kitabın sonraki bölümlerinde ise, direniş, şehitlerin anlatımı, Ümraniye direnişinin sokaklardaki yankısı yerahyor. Kitabın sonlarında ise Ümraniye saldırısı ve direnişi üzerine o günlerde basında çıkan çeşitli yazılardan bir derleme var. DİRENİŞ ÖLÜM YAŞAM II DEVRİM KUŞAĞININ KAHRAMANLARI Bu kitap 1996 yılında, her ânı eylem, her anı direniş, her anı zafer olan 69 günü, Ölüm Orucu eylemini anlatıyor. Ölüm Onıcu'nun yapıldığı tüm hapishanelerden direnişin içinden aktarılanlar, tutsak ailelerinin kahramanca direnişleri, eylemi zafere taşıyan oniki şehit, dünyayı ayağa kaldıran, Türkiye'yi sarsan gücü gözler önüne seriyor. Bu güç Marksist-Leninist ideolojinin gücü. '84'ten '96'ya taşınan gelenek, kitapta bizzat tutsakların dilinden veriliyor. Ölüm orucu şehitlerinin ölümü an an yendikleri günlerin an an öyküleri var. Böyle bir kitabı duygulanmadan okumak mümkün değil belki. Belki bazı yerlerinde gözlerinizin yaşarmasına engel olamayacaksınız; ama mücadelenin, devrimciliğin görkemli gücünü göreceksiniz asıl olarak, o güce kendinizin de sahip olduğunu göreceksiniz. TUTSAK AİLELERİ. 12 EYLÜL VE TAYAD "Tutsak aileleri... Evlatlarına yönelen zulme karşı siyasi şube önlerinde, polis-jandarma karakollarının kapılarında başladı direnişleri... Tepkileri direnişe dönüşürken, içgüdüsellikten bilinçliliğe yükseldiler... 'Ben'den "Biz'e, 'biz'den örgütlü hak alma mücadelesine ulaştılar. TAYAD'ı yarattılar..." ' Kitabın girişinden aktardığımız bir kaç cümle bunlar. TAYAD kitabı, bir derneğin anlatımından çok daha öte bir şeydir; tarihi bir dönemin, tarihi bir misyon yüklenen bir kesiminin anlatımıdır bu kitap. Sözkonusu tarih cuntanın hemen sonrasından başlar. Demokrasicilik oyununun yeniden başladığı 84'lerde yeni bir evreye ulaşır, ama bitmez. 80'li yılların sonları boyunca tutsak ailelerinin örgütlü olarak yeraldıkları yeni bir dönem olarak devam eder. Tutsak ailelerinin fedakarlık dolu, yürekli kavgalarını okuyacaksınız bu kitapta. Demokratik mücadelenin ülkemizde ne büyük zorluklarla yürütülebildiğine somut olaylarla tanık olacaksınız. Adı demokrat'a, ilericiye çıkmış çeşitli aydın, sanatçı kesimlerin, o zor yıllarda TAYAD'lı aileler kapılarını çaldığında nasıl dürüstçe veya korkakça tavırlar takındığı kitabın ilginç bölümlerinden biridir. TAŞ DEĞİL. YÜREKTİ ELİMİZDEKİ Haziran Yayınevi tarafından 1990 Mart'ında yayınlanan bu kitap, 1 Mayıs 1989'un anlatımıdır. '89 1 Mayıs'ı Mehmet Akif Dalcı'nın şehit düştüğü 1 Mayıs'tır. Kitap, 1 Mayıs 1977 şehitlerinin ve Dalcı'nın anısına ithaf edilmiştir. Kitaptaki belgelerin büyük çoğunluğu, oligarşinin 1 Mayıs 1989'da tutuklanan devrimcilerin, demokratların toplu dilekçelerinden, sorgu metinlerinden oluşmaktadır. Oligarşi alanlarda engelleyemediği 1 Mayıs'ı mahkeme salonlarında yargılayıp mahkum etmek peşindedir. Ama 1 Mayıs direnişçilerinin büyük bölümü, alanlarda, sokaklarda olduğu gibi mahkeme salonlarında da meşruluklarını savundular. 1 Mayıs'ı savundular. "1 Mayıs Yargılanamaz" sloganını yükselttiler o salonlarda. Kitap içinde yeralan 1 Mayıs direnişçilerinin yazdıkları mektuplar, 1 Mayıs'ı, alanlardaki direnişin ve hapishanelerin genç 1 Mayıs direnişçileri üzerindeki etkilerini çok çeşitli açılardan yansıtıyor. Belgelerin toplamından ise 1 Mayıs 89'un örgütlenmesinden alandaki çatışmalara kadar çeşitli yanlarıyla direnişi bütünlüklü olarak görmek mü mkün. * DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ'NÜ SALONSUZ KUTLUYORUZ TİYATRO BİZE YASAK! Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü... Dünyanın en eski ve en köklü sanat dallarından olan tiyatronun günü bugün. Bugün, tiyatronun önemi üzerine bir çok söz dinleyeceğiz. Bunlann arasında "tiyatrocuların sorunlarını biz çözeriz", "biz tiyatroyu çok severiz" gibi hamasi nutuklar atıp "hayat damarlarından dem vuranlar da olacak. Tiyatrocular, çok büyük bir sıkıntı içinde bugün. Düzen tarafından, özellikle ekonomik anlamda her geçen gün daha fazla kuşatılan tiyatroculara, iki seçenek dayatılıyor. Ya düzenin bir parçası olup onun gösterdiği hizaya gelcek ya da yokluklar, engellemeler, baskılar pahasına onurunu, tiyatronun onurunu koruyacak. her şeye rağmen düzendışı duruşunu ve onurunu korumanın zorluğu ortada. Sanatta tavrım halktan yana koymanın ve kaderini, emekçi halkın kaderiyle bir tutmanın bedellerini yıllardır ödüyoruz.Ayşe Gülen, Ayçe İdil Erkmen; canlılarıyla ödediler bu bedeli. Ve bizler, her gün gözaltılarla, yasaklamalarla, hapisliklerle, ekonomik zorluklarla ödüyoruz. Çok çetin geçiyor günlerimiz belki, çok da yotucu; ama bir o kadar da gururluyuz... Geceleri, başımızı yastığa koyduğumuzda içimiz rahat uyuyoruz. Bunca yaşadığımız, bunca yaşattıkları yetmedi belli ki onlara 20 Mart günü, pek çok kültür merkezi ve demokratik kurumla birlikte kültür merkezimizi de bastılar. Veçalışmalarımızı sürdürdüğümüz sahnemizi, Hasan Hüseyin Korkmazgil Sahnesi'ni keyfî gerekçelerle mühürlediler. Sandılar ki; sahnemizi kapatarak tiyatromuzu susturacaklar. Bizi, bir sahne 400 koltuk, iki kapı ve üç-beş spot ışığından ibaret sandılar. Yanılıyorlar! Bizim sahnemizin temelini, en başından halkın içinde attık. Bizim sahnemiz, yüzbinlerin, milyonların bulunduğu her yerde perde açıyor. Maaş kuyruğu, çarşı içi, fabrika bahçesi, emekçi mahallelerinin sokakları... tşte bizim sahnelerimiz... Soruyoruz size, hepsini kapatabilecek misiniz?Oyunlarımız, provalarımız, çalışmalarımız hiç kesintiye uğramadan devam edecek. Ve yine, kaynağını emekçi halkın mücadelesinden alan textlerimiz olacak ellerimizde. Sahnemizi, Hasan Hüseyin Korkmazgil Sahnesini er geç tekrar açacağız. Halktan Yana Sanat Susturulamaz! 27 Mar! Dünya Tiyatrolar Günü Kutlu Olsun! Ayşe Gülen Halk Sahnesi Halk Sahnesi Oyuncuları İdil Kültür Merkezi. ÇARE SEÇİM DEĞİL Nisan 1980-Elazığ Lisesi'nde devrimci-demokrat öğretmenlerin başka yerlere sürgün edilmek istenmesine halk ve öğreciler tepki gösterdi. Forumlar yapıldı, işgaller gerçekleştirildi, ardından 2000kişi vilayete yürüdü. Ertesi gün yine 5000 iktidara gelenler önce vaadedilmedik bir şey bırakmamış olan DYP-SHP hükümeti krizin faturasını emekçi halka yüklemek için Nisan 1994'te "5 Nisan Paketi" adını verdikleri yeni bir paket açıkladılar. Bu paketle birlikte işten atılmalar, soygun, zam yoğun olarak yaşanmaya başlandı. 24 Ocak kararlarından sonra hazırlanan en kapsamlı soygun paketiydi bu Çiller-Karayalçın hükümeti "acı reçete"yi tekellere değil, halka içermeye çalışıyor, bunun için bitıbir türlü yalanlar söyleyerek kendilerinin değil halkın fedakarlık yapmasını istiyorlardı. Buna karşı Devrimci Sol Güçler bu soyguna karşı tepkilerin örgütleyerek Nisan'dan Haziran'ın sonuna kadar sürecek olan "Açlığa ve Zulme Karşı Ayağa Kalk" TEK YOL DEVRİM kişinin protesto yürüyüşü yapması sonucu sürgünler durduruldu. 10 Nisan 1995-Kayıp aileleri kayıpların akibetlerini öğrenmek, kaybedenlerden hesap sormak için Ankaraya gitti. kampanyasını başlattılar. Bu partiler yine aynı yalanlarla karşımızdalar. Şimdi bol bol vaat verip sonra iktidara geldiklerinde ise aynı soygun paketlerini açacaklardır. Yine krizler yaşanacak ve bu krizlerin faturası halka yüklenecektir. Tekeller servetlerine servet katarken halk daha da yoksullaşacaktır. -35 KURTULUŞ - MARKSİZM -Sayı 24/2 Nisan 1999- Marksizm Bayrağını Taşımaktan Onur Duyuyoruz ugün yaşadığımız açlık, yoksulluk, sömürü, baskı ve katliamların düzenden kaynaklandığını biliyoruz. Çünkü bunları yaşıyor, görüyoruz. Ancak yaşadığımız baskı ve sömürünün emperyalizmin ve işbirlikçisi egemen sınıfların kurduğu düzenden kaynaklandığını bilmek tek başına sorunlarımızı çözer mi? 1700-1800'lü yılların Avrupa'sı, ABD'si de zulüm düzenine başkaldıran işçi sınıfı ve köylülüğün sayısız direnişleri ve isyanlarıyla doludur. Ancak zulmü görmek, yaşamak, isyan etmek, savaşmak tek başına zulüm düzenini alt edebilmeye yetmiyor. Düşmanı yenebilmek için onu, düşünce sistemiyle, ideolojisi, felsefesiyle, zayıf ve güçlü yanlarıyla, yani her yönüyle tanımamız gerekir. Kurdukları sömürü çarkının nasıl işlediğini, buna karşı nasıl savaşacağımızı ve elbetteki en önemlisi yıkılanın yerine sömürüşüz, kardeşçe yaşayacağımız bir düzeni nasıl kurabileceğimizi bilmemiz gerekir. İşte, Karl Marks, dünya halklarına bunun cevabını verdi; egemen sınıflara karşı hangi araç ve yöntemlerle savaşabileceklerini, egemenlerin sömürü sistemini ortadan kaldırmanın ve insanca TEK YOL DEVRİM yaşanacak bir dünya için gerekli şartlan yaratmanın yol ve yöntemini gösterdi. Kapitalizmin tek alternatifi vardır: sosyalizm... Yaratan ve üreten halkların sömürüden kurtuluşunu, kendi iktidarlarını kurmalarını, kendi kendilerinin efendisi olmalarını sağlayacak tek düzen sosyalizmdir. Karl Marks, sosyalizmi bilimsel temellerine oturtup bir ütopya olmaktan çıkartmış, halkların kurtuluş yolunu göstermiştir. Marksizmin emekçi halklar için önemini 1917 Ekim devriminin önderi Lenin şöyle ifade eder: "Yalnızca Marks'ın felsefi materyalizmi, proletaryaya, bugüne kadar bütün ezilenlerin içine düşüp ruhsuzlaştıklan manevi esaretten çıkış yolunu göstermiştir. Yalnızca Marks'ın ekonomi teorisi, proletaryanın kapitalizmin genel sistemi içindeki durumunu dile getirmiştir." (Lenin, Toplu Eserler, Cilt 19, sayfa:28) Karl Marks sosyalizmin öncüsü ve önderidir. Halklar sosyalizm için, yaşadıkları zulüm ve sömürüden kurtulmak için emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı Marks'ın öğretileri ışığında yıllarca savaşmıştır. Bundan tam 151 yıl önce Marks ve Engels, bilimsel sosyalizmin temel —Sayı 24/2 Nisan 1999- MARKSİZM bir ayrım, emperyalizme karşı mücadeleden kaçanların, onunla uzlaşmaya çalışanların işidir. Bunlar Marksizmi eylem kılavuzu olarak değil, sadece, kapitalizmi tahlil eden bir teori gibi ele alan, böyle göstermeye çalışan devrim kaçkınlarıdır. Marksizme yaptığı katkılarla onu zenginleştirip, geliştiren ve günümüzün emperyalist çağında halkların elindeki bu Marksizm rehberini daha da güçlendiren Lenin, Marksizmin bir dogma değil, eylem klavuzu olduğunu şöyle ifade ediyordu: "Marks ve Engels her zaman, bizim öğretimiz bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur demişlerdi. Ve öyle sanıyorum ki en çok aklımızda tutmamız gereken şey budur." Marksizmin mücadele bayrağını taşımak, Marksizmi böyle kavramakla mümkündür. Marks, Komünist Manifesto'da şöyle demiştir: "Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur, ama kazanacakları bütün bir dünya vardır." Dünyayı kazanmanın, baskılardan, katliamlardan, açlıktan, yoksulluktan kurtuluşun bir tek yolu vardır: Marksizmin ilkelerine sıkı sıkıya sarılmak. Bugün emekçi halkın kurtuluşu için ihtiyacı olan herşey Marksizm'de vardır. Yeter ki biz onu anlayalım, kavrayalım. Kurtuluşun tek yolu budur. Bugüne kadar tüm yaşananlar, tarih bunu göstermiştir. Marks yaşamını emekçi insanların mutluluk ve özgürlükleri için dövüşmeye, sömürücülerle ve onların uşaklarıyla savaşmaya adadı. Marks alçakgönüllü, yiğit ve cesurdu. Çelik gibi bir iradeye, ilkelerinin ve ekonomik teorilerinin başlıca çıkış noktalarını formüle ettikleri, sosyalizmin teorik temellerini attıkları Komünist Manifesto ile egemenlerin ödünü koparırken, ezilen işçiler, halklar ona dört elle sarılmışlardır. Bu nedenle Marks'in düşünceleri, öğretileri her zaman egemenlerin hedefi olmuş, onun halklara yol gösteren ışığını karartmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Marks elbette ki sosyalizm için hazır reçeteler sunmadı. Marksizm bir dogma değil, eylem kılavuzudur. Emekçi halkın elinde onları kurtuluşa götürecek bir rehberdir. Ve öyle olmuştur. Devrimciler, Lenin, Stalin, Mao, Ho Chi Min, Che gibi onlarca devrim önderi ve kurutuluşu için savaşan halklar onun açtığı yoldan, onun öğretiieriyle ilerlemişler, yıkılamaz denen egemenlerin zulüm düzenlerini yıkmışlar, kendi iktidarlarını kurmuşlardır. Sovyet devrimi, Çin, Küba, Vietnam devrimleri Marksizmin yol göstericiliğinde olmuştur. Günümüzde emperyalizm, Marks tüm dünya halklarına karşı gösterdi bize azgın bir sömürü ve saldırı en derin yasalarını tarihîn, içindedir. Emperyalizmin saldırılarını boşa çıkaracak, Proletaryayı başa halkların kurtuluşunu getirecek. sağlayacak olan tek yol Marksizm-Leninizm'dir. Marksizm Hayır, bugünemperyalistlerin dediği gibimodası geçmiş bir düşünce Marks'm kitapları mürekkep değildir. Marks'm düşünceleri ve kağıt değildir yalnız, yeryüzünde sömürü ve zulüm kasvetli rakamlarla dolu olduğu sürece, emperyalizm varolduğu sürece hep tozlu yazılar değil. Onun varolacak ve emekçi halka yol kitapları düzene koydu göstermeye devam edecektir. Öte yandan Marksizm ve dağılmış ordusunu emeğin. "Leninizmi birbirinden Ve ileriyi gösî. güçle dolu, ayırmak, birbirinden farklı şeyler gibi göstermeye İnançla" (Mayakovski, Marks'ın çalışmak da beyhude bir Biyografisi) çabadır. Bu özünde Marksizmin de inkarından başka bir şey depdir. Böyle inanılmaz bir çalışma azmine sahipti. Marks üretkenliğinin ve çalışma azminin kaynağını şöyle ifade etmekteydi. "Eğer hayatta insan soyu için herşeyden daha çok çalışabileceğimiz bir tutumu benimsemişsek belimizi bükebilecek hiçbir güç olamaz." Evet, O'nun ve ortaya koyduğu dünya görüşünün belini ne sağlığında ne de öldükten sonra -KURTULUŞ -36 — halkların büincinde, mücadelesinde yaşamaya devam ediyor ve ilelebet de yaşamaya devam edecek. Bugün onu anlayan, kavrayan gerçek Marksist-Leninistler, Marks'm izinde yürümeye devam ediyorlar. Marks'ı ölümünün 116. yılında saygıyla anarken, onun ilkelerinden hiç ayrılmayacağımızı, MarksizmLeninizm bayrağını onurla taşıyacağımızı bir kez daha tüm dünyaya ilan ediyoruz.* HALKLARIN KURTULUŞUNA ADANMIŞ BİR HAYAT Karl Marks, 8 Mayıs 1818'de Almanya'nın Trier kentinde doğdu. Babası liberal görüşe sahip bir avukattır. Marks okuduğu yıllarda öğrenmeye, araştıj-rnaya meraklıdır. Kendini geliştirmek için sınırsız bir enerji ve isteğe sahiptir. 1835'te babasının isteği üzerine hukuk öğrenimi görmek için Bonn'a gider. Burada bir yıl kadar kaldıktan sonra öğrenimini tamamlamak üzere Berlin'e geçer. Berlin'de kaldığı yıllar O'nun yaşantısında yeni bir dönemi ifade eder. Çünkü Avrupa'da kapitalizmin yaşadığı derin bunalım işçi ayaklanmalarım doğurmuştur ve Avrupa adeta patlayacak bir bomba gibidir. Marks bu dönemde işçi sınıfını daha yakından tanımaya ve onun rolünü biçimlendirmeye başlar. Almanya'daki burjuva demokrat Rheinische Zeitung adlı gazetenin başına geçerek siyasi düşüncelerini burada ifade etmeye başlar. Bir yandan da asıl uğraşı otan kapitalist toplumu inceler. İnsanı, doğayı, toplumların gelişimini kavramak için gece gündüz çalışır. Rheinische Zeitung'da çıkan yazılarından rahatsız alan Prusya Hükümeti, 1843'te gazeteyi kapatır ve Mafks'ı sınır dışı eder. Fransa'ya geçen Marks, 1844te Almanya'daki işçi ayaklanmalarını öven yazılar yayınlamaya ballar. Prusya hükümeti bundan da rahatsız olur ve Fransız hükümetinden Marks'ın sürgün edilmesini ister. Bunun üzerine Marks Fransaya gelişinin onbeşinci ayında Brüksel'e sürgün edilir. belçika devleti Marks'ı burada sıkı bir gözetim altına alır. Fransa'dayken Engels'le de daha yakından tanışma fırsatı bulur. Her ikisi de Fransa'daki bu görüşmelerinde işçi sınıfının kapitalist toplumda oynayacağı devrimci rolü kabul etmiş ve bu konuda netleşmişlerdir. İkisinin de bundan sonraki yaşamları işçi snıfının dünya görüşünü ve sosyalist devrimini formüe eme üzerine şekillenir. Sürgünlerle yaşamak Marks'a ve ailesine yoksullaklarla, acılarla dolu bir yaşamı da dayatmıştı. 1855'te oğlu Engar'ı yoksulluğun neden oludğu hastalıklar sonucu kaybetti. Engels'e yazdığı mektupta "Kendimi kontrol etmek zorundayım ama yüreğim kan ağlıyor ve başım yanıyor" diyordu. 1860 yılında Heralde Tribune'nin artık makele istememesi Mark'ın tek düzenli gelir kaynağını da kurutmuştu. Defalarca yapmak zorunda kaldığı gibi, bir kez daha evde yedeği olan olmayan herşeyi, çocuklarının ayakkabıları ve kıyafetleri de içinde olmak üzere rehin verid. Ölümsüz eseri olan "Das Kapital" bazen ailece açlık çektikleri bu hastalık ve yoksulluk yıllarında doğdu. Marks'ın örnek bir evlilik yaşantısı vardı. Eşi fedakarlığı, vefasıyla hep Mark'ın yanında oldu. Mark'ın siyasi çalışmalarında O'nun en büyük destekçisiydi. Mark s çocuklarını da sosyalist düşüncelere göre yetiştirdi. 1.Enternasyoyenel'in kuruluşunda kızı Jenney bizzat çalıştı Marks hayat arkadaşı, her türlü acıyı beraber yaşadıkları, paylaştıkları eşi yakalandığı kanserden kurtulamayarak 7 Kasım 18817de aniden öldü. Ardından ağır bir hastalık sonucu kızını kaybeti. Proletaryanın ölümsüz öğretmen önderi Markisizmin kurucusu Karl Marks Kapital'in diğer iki cildini ve daha bir çok projeyi tasarlayıp, yazmaya hazırlandığı bir sırada; 14 Mart 18837te Londradaki evinde hayata gözlerini yumdu. ÇARE SEÇİM DEĞİL bağlılığının, kararlılığın, inancın, cesaretin kelimelerle anlatılamayacak somut ifadesidir Kızıldere. Büyük bir kahramanlıktır. Halk kahramanlığıdır. Binyıllardır egemenler emekçi halkları ezmekte, zulüm cenderesi altında tutarak sömürü düzen devam ettirmektedir. açlığın, yoksulluğun, baskının, teörürün tek. Merhaba İbrahim Abi; öncelikle, arkadaşlar ve evcek hepimiz, hepinizin bayramını kutladığımızı bildireyim. Farkında mısınız bilmiyorum ama ben hiç bu kadar sönük, bayram havasından uzak bir bayram görmemiştim. Mahallede, okulda da herkes aynı şeyi söylüyor. Televizyonlar bile eskisi gibi öyle bayram programlan falan yapmadılar. Takvimde bayram diye yazmasa bayram olduğu kimsenin aklına bile gelmeyecek neredeyse. Evde de bunun konuşması geçti. Annemle babam da "millette bayram kutlayacak hal mı bıraktılar kızım, çocuklara bile yeni bir üst baş alamadıktan, bir fakiri sevindiremedikten, bayram ziyaretleri yapamadıktan sonra bayramın tadı tuzu mu kalır" diyorlar. Gerçekten de öyle. Oligarşi 1 Mayısları, Newrozlari yasaklayarak, terör estirerek kutlanmasını engellemeye çalışıyor, bu bayrama yönelik öyle bir şey yok ama halkta da içinden gelerek, gönlünce bayram kutlayacak bir hal bırakmamışlar. Bayramı kutlamak bir yana hiç değilse 3-5 gün tatil yapıp dinleneyim bile diyemiyor halkın çoğu. Arkadaşlar bu da işte oligarşinin ekonomik terörü, para babaları, köşe dönücüler bayramı yurt dışlarında, tatil kentlerinde geçirirler, halk evinde bile bayramı kutlayamaz diyorlar. Neyse, bayram üzerine bu kadar söz yeter sanıyorum. Buralarda bir yaramazlık yok. Hafta sonu Zeynep'e uğradım. Newroz'da mahalleden bazı arkadaşlarla o da gözaltına alınmış ama çabuk bırakmışlar. Morali oldukça iyiydi. Görüyor musunuz benden sonra devrimci oldu ama benden önce gözaltına alındı. Ben size demiştim o iyi bir devrimci olur diye. Biz de devrim şehitlerini anma çalışmalarımızı yürütüyoruz. Okulda, mahallede neler yapabileceğimizi programlamıştık zaten o çerçevede sürdürüyoruz. Okuldaki arkadaşlarla neler yapabileceğimize ilişkin 4 yeni arkadaşın da katıldığı bir toplantı yaptık önce. Daha geniş katılımla yapacağımız anmadan önce bir toplantı daha yapacağız. Arkadaşlar bu toplantıda tartışmak üzere bir de yazı hazırlayacaklar. Ben de okuduklarımdan araştırdıklarımdan bir peyler çıkarmaya çalıştım. Çıkardığım notlardan yazdığım yazının bir özetini şimdi size de yazacağım. Düşüncenizi almak istiyorum. ölmek fiili olarak yok olmaktır. ölen bir insanı belki yakınları, sevenleri bir süre daha anar ama sonuçta unutulur gider. Hele ki halka karşı savaşanlar, zulmedenler öldüğünde onlara oligarşi istediği kadar "şehit" desin, ya yaptıkta zulümler nedeniyle lanetle anılırlar unutulur, silinir giderler. Ancak devrim için şehit düşenler için böyle midir? Onlar halka zulmetmek, katletmek için değil, halkı yaşatmak, özgürlüğüne kavuşturarak yemden kendini yaratması için şehit düşerler. Dolayısıyla halkın bilincinde, yüreğinde, mücadelesinde sonsuza kadar yaşarlar. Şehitlikleriyle bile halka kurtuluşu için yol göstermeye devam ederler. Mücadelenin her anında gözaltında, işkencede, çatışmalarda, direnişlerde, en zorlu görevleri yerine getirirken, iç düşmanla savaşımızda hep onlardan güç alırız. Bu nedenledir ki devrimciler için şehit düşmek yok olmak, düşmana yenilmek demek değildir. Yaşamı, mücadeleyi yeniden üretmektir. Umudu yaşatmaktır. Bunu bilince çıkardığımız, bu fedakarlığı göze aldığımız ölçüde ölüm gözümüzde küçülür. Sıradanlaşır. Tek tek kahramanlıkların, ölümün üzerine yürümenin yerini kitlesel kahramanlıklar, ölüme meydan okumalar alır. Devrimci insan, devrime bağlılığı, fedakarlığıyla değer kazanır. İnsanlar devrim saflarına düzen yaşantılarını bir kenara bırakıp gelmekte ve binbir zorluğa göps germeye gönüllü olmaktadır. Zulme karşı olmak, halk için, sömürüşüz bir dünya için mücadele etmek yani devrimcilik yapmak başlıbaşına bir fedakarlıktır. Ancak fedakarlık aynı zamanda bir devrimcinin doğal bir sorumluluğu, görevidir. Fedakarlık yapılmadan devrimci olunmaz, devrimcilik yapılmaz. Fedakarlığa sınır koymak devrimciliğe sınır koymaktır. 24 saatimizi, 24 saatimizin her dakikasını tüm enerjimizle devrime harcamak fedakarlıktır ama fedakarlığın en üst sınırı devrim için şehit düşebilmekür. 30 Mart Kızıldere direnişi yüzlerce binlerce sayfada anlatılamayacak bir bilinci, bir inancı bize miras bırakmıştır. Halk sevgisinin, yoldaş sorumlusu emperyalizm ve işbirlikçisi Susurluk Devleti'dir. Emperyalizme ve oligarşinin varlığına son vermek, ancak savaşmakla mümkündür. Emperyalizm ve oligarşiye karşı verilen bu savaşta halk olmadan zafer kazanmak mümkün değildir. Çünkü bu savaş halkların kurtuluşunu sağlayacak tarihsel ve siyasal haklılığı olan bir savaştır. Ve savaşın sonunda kazanan mutlaka ezüen halklar olacaktır. Bu, tarihin gerçeğidir. Bu gerçeği Mmse ters yüz edemez, değiştiremez. Devrimcî Hareketimizin 30 yıldır sürdürdüğü savaşın özü: halkımızın kurtuluş. 30 yıldır sürdürülen bu cürret, kararlılık vardır. Sayısız bedellerödenmiş, kahramanlık destanları yaratılmıştır. Ödenen bede verilen yüzlerce şehit boşuna değildir. Şehitlerimiz son nefeslerini verirken dahi "Halkımız sizi çok seviyoruz" demişlerdir. Parti-Cephelilerin halk sevgisi, şehitlerimizin yaşamlarında, savaşımlarında somutlanmıştir. 30 yıl önce Anadolu topraklarına tohum olup düşen şehitlerimiz, bu topraklarda kök salacaklarını, yeni yeni filizlere durup, binlerce karanfil olup ülkemizin dört bir yanında açacaklarını biliyorlardı. "insanlar için öleceksin Hem de yüzünü görmediğin İnsanlar için Hem de seni Hiç kimse buna zorlamamışken" sözlerinde ifadesini bulur halk sevgisi. Elbette milyonlarca insanın yüzünü görmeyebiliriz. Ancak Parti-Cephe halkın acılarının, özlemlerinin, sevgilerinin, sevinçlerinin içindedir. Onu, Anadolu halklarının bağrında yeşermiş ve milyonlann tek kurtuluş umudu olmuştur. Parti-Cephe'yi umut yapan halk ve vatan sevgisidir. Ancak bu sevginin ateşiyle yoğrulanlar vatanımızın bağımsızlığı, halkımızın kurtuluşu için savaşmaktan bir an dahi geri durmazlar. İşte yazdığım yazı bu çerçevede. Tabii doğruluğuna inanıyorum ama dediğim gibi bunu yazarken okuduklanmdan çıkardığım notlardan yararlandım. Yani sadece benim düşüncelerimmiş, kafamdan yazmışım gibi anlaşılmasın. Okudukça, öğrendikçe ileride kendi başıma da bir şeyler yazabilirim sanıyorum. Mektubuma son verirken tekrar partimizin kuruluşu hepimize kutlu olsun diyor, sevgilerimi, selamlarımı yolluyorum. Kardeşiniz Meral TEK YOL DEVRİM Merhaba Sevgili Meral; Bizler de önce hepinizin bayramını kutluyoruz. Ayrıca size hem partimizin kuruluşu hem de bayramla ilgili kart göndermiştik. Herhalde daha elinize geçmedi sanıyorum ki mektubunda sözetmemişsin. Bayramla ilgili yazdıkların doğru. Bu kadar baskı, sömürü, yoksulluk ve zulüm olduğu ve giderek bunların daha da ağırlaştığı bir ülkede elbette bu tür bayramlar da ister istemez eski canlığını, önemini yitirmeye başlar. Hazırladığın yazıya gelince; herşeyden önce böyle bir çaba içine girmen olumlu, sevindirici bir gelişme. Bir yazı, bildiri yazarken, bir konuya hazırlanırken özellikle de bu işlere yeni başlamışsak elbetteki daha önce yazılanlardan yararlanırız. Bunda olağandışı bir şey yok. Böyle böyle kendimizi bu konuda da geliştirir, yetkinleştiririz. Burada önemli olan, okuduklarımız, aldığımız notlar üzerinde düşünmek, onlara yeni bir şeyler katmaya çalışmak, güncellikle bağını kurup geliştirmektir. Eğer böyle yapmaz, olduğu gibi oradan buradan alıp sadece kopya edersek bu hem bizim açımızdan geliştirici olmaz, hem daha önce başkalarının harcamış olduğu emeğe saygısızlık yapmış oluruz, hem de okuduğumuz, anlattığımız insanlara yeni bir şey vermiş olmayız. Kaynaklardan yararlanırken bu noktayı unutmamalıyız. Yazının içeriğine gelince; Emek, değer verilen her şey işe yarar. Elbette daha da geliştirebilirsin. Biz de yazdıklarına bir kaç şey daha ekleyip, eksik kalan yönleri üzerine düşüncelerimizi belirteceğiz. Marksizm-Leninizm soyut bir dünya görüşü değildir. Bize devrimi gösterir, devrimi yapmanın tarihsel önemini kavratır. Devrim mücadelesi ise bedel ödemenin, yaşamını hiçbir çıkar gözetmeksizin karşılıksız olarak verebilmenin gönüllüsü olmak gerektiğini emreder, öleceksin ama uğruna öldüğün değerler binlerce, milyonlarca insan tarafından yaşatılacak. Şehit düşmekle mücadeleden kopmayacaksın, moral olacaksın, bilinç olacaksın, güç olacaksın. Özgür vatan böyle onbirılerin emeğiyle, alınteriyle kurulacak. Sınıfsız topluma bu yoldan gidilecek. Savaşın halklaşması işte bu pratik üzerine şekillenmektedir. "Bir gider bin geliriz" şiarı tam da burada somutlanır. Bu bilince sahip olmak, bir devrimci için ölümü gülerek karşılamayı getirir. Tıpkı şehitlerimiz gibi, tıpkı Ölüm Oruççularımız gibi, barikatlarda ölümüne savaşanlarımız gibi, tıpkı Mahirlerimiz, Niyazilerimiz, Sabolarımız, Günerlerimiz, Kemal Askerilerimiz, İdillerimiz ve daha niceleri gibi... Mahirler Kızıldere'de "biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" derken, orada Anadolu ihtilalinin yolunu çizdiklerinin bilinciyle hareket ediyordu. Savaşı sürekli kılacak bir direniş geleneği yaratılmalıydı. Oradaki o on insanın yarattığı kahramanlıktaki bilinci anlayamayanlar, kavrayamayanlar ya da anlamak, kavramak istemeyip, "bu bir maceranın kaçınılmaz sonuydu" gibi değerlendirmeler yapanların durumu bugün ortadır. Geçmişte onlarca, yüzlerce şehit verip de bugün düzene uyumlu "politika" yaparak devrime, şehitlerine ihanet edenlerin durumu ortadadır. Onların beyinlerinde de yüreklerinde de artık şehitler ölmüştür. "İyi çocuklardı yazık oldu" diye belki hatırlarlar ancak. Onların literatüründe şehitlik diye bir kavram kalmamıştır. Ama öte yandan Kızıldere'nin yolundan yürüyenler, Mahir'i, Parti-Cepheyi sahiplenenler, halkımızın kurtuluş umudunu da büyütenler oldular. Düşünmek lazım, neden bizim Kızıldere gibi onlarca direnişimiz, düşmana teslim olmayıp kahramanca ölümün üzerine yürüyen yüzlerce şehidimiz, tutsaklık koşullarında dahi düşmanla göğüs göğüse çarpışarak kitlesel kahramanlıklar yaratan bir savaşçı ordumuz var? Ve tabii neden diğerlerinin yok? Kahramanlığı, ölümüne savaşmayı, bireysel tavır olmaktan çıkarıp kitleselleşmesini sağlayan, sahip olduğumuz Marksist-Leninist ideolojimizdir, doğru devrim stratejimiz, yarattığımız geleneklerimiz, kültürümüzdür. Şehit düşerken kanıyla devrimci hareketin adını yazan, tilililer çeken, "asıl siz teslim olun", "cesaretiniz varsa gelin", "yoldaşlarımız sizi cezalandıracak" diyen tek tek tüm yoldaşlarımızın gösterdiği büyük fedakarlıklarla, kahramanlıklarla yaratılmış bir kültürdür bu. Anadolu halkının mücadele tarihindeki değerleri sahiplenen, yaşatan ve halka taşıyan PartiCephedir. Bedel ödeme, kahramanlıklar yaratma, düşmanla uzlaşmazlık bir çizgi, gelenek haline gelmiştir. Kızıldere'de yaratılan manifesto, titizlikle, leke sürülmeden korunmakta, bedellerle sahiplenilip yaşatılmakta, geliştirilmektedir. Örgütüne, yoldaşlarına, halkına güven ve bağlılık, halk ve vatan sevgisi, direnme ve teslim olmama, çatışma geleneği, direniş ve kahramanlık yaratma çizgisi, her koşulda değer ve gelenek yaratma bilinci bizim özgünlüğümüzdür. Devrimci Hareketimizin harcında emek vardır, bağlılık vardır. Kendini tereddütsüz feda etme ruhu vardır. İnanç, cesaret ve cüret vardır. İktidar bilinci, sonsuz bir halk ve vatan sevgisi vardır. Önderliğine ve yoldaşlarına, halka güven vardır. Öğrenmek ve öğretmek vardır. İşte tüm bunlar şehitlerimizin yaşamlarında somutlanmıştır. Elbette nice kahramanlıklar yaratan şehitlerimiz içinde de eksikleri, zaafları olanlar, düşüp tekrar ayağa kalkanlar da vardır. Zaten şehitlerimizden öğrenmeliyiz derken sadece onların olumlu yanlarından öğrenmeyi değil, eksikliklerinden, hatalarından da öğrenmeyi, dersler çıkarabilmeyi kastederiz. 12 Temmuz'dan çıkan "Yoldaşlar Bizi Aşın" şiarı bunun somut ifadesidir. Demek ki, kahramanca şehit düşebilmeyi sadece eksiksiz, zaafsız devrimcilerin yapabileceği bir iş olarak görmek, kahramanlığı, şehitliği ulaşılamayacak ya da kendimizden uzak değerler olarak görmek de yanlıştır. Burada önemli olan tüm eksik ve zaaflara karşın yarattığımız geleneklerimize, değerlerimize, kültürümüze sahip çıkabilmek, bunun için ölmeyi göze alabilmektir. Eksikleri, zaafları olanJaı da dahil şehitlerimiz bunu başarmışlardır. Bu nedenle hepsi halkımızın kahraman evlatlarıdır. Hepsi bizim için sonsuz değerdedir. Şehitlerimizin önemini, bizlere bıraktıkları mirası, yarattıkları değerleri en iyi yine önderimiz ifade etmiştir. Partinin kuruluş kongresinde şöyle diyor önderimiz: "... bugün somut bir olgu haline getirmeye çalıştığımız parti olgusu, onlarla birlikte yarattığımız en büyük düşümüzdü. Onlar bu amaç için yaşamlarını hiç çekinmeden feda ederken, bize yaşamımız sonsuza kadar kuşaktan kuşağa aktarılacak, unutulmayacak ve bizi devrime götüren bir tarih yazdılar. Bu tarihin köşe taşlarında hep onlar olacaktır." Şehitlerimize verilen bu değer parti programında da somutlanmıştır. "Şehitlerimize Saygı" bölümünde şöyle denilmektedir: "1-Devrimci Halk İktidarı, emekçi halkın kurtuluş mücadelesinde ölümsüzleşenlerin anısını yaşatacak, miras bıraktıkları kararlılık, özveri, davaya bağlılık ve cesaretleri halkın bilincinde ölümsüzleşen değerler olarak korunacaktır. 2-Devrimci Halk İktidarı, tüm halka ve yeni yetişen kuşaklara emperyalizmin ve oligarşinin egemenliğinden kurtuluş mücadelesinde şehit düşenlere saygı ve sahip çıkma bilincini aşılayıp geliştirecektir." Şehitlere verilen değer sadece kendileriyle de sınırlı değildir; "3-Devrim şehitlerinin aileleri ve çocukları Devrimci Halk İktidarının güvencesinde olacak, yaşamları ve eğitimleri için gerekli herşey öncelikle sağlanacaktır." Programımızda da belirtildiği gibi şehit aileleri de bizler için değerlidir. Onlar bize yoldaşlarımızın bıraktıkları emanettir. Bu nedenle onlara karşı saygıda, ilgide kusur etmemeliyiz. Onları oğulları, kızları gibi aramak, ilişki kurmak, ilgilenmek bizler için bir görevdir. Şehit ailesi olmak bir onurdur. Bu onuru yaşamalarına yardım etmeliyiz. "Partimiz şehitlerimizin eseridir" diye sıkça söylediğimiz bir sözümüz vardır. Partimiz şehitlerimizin tüm deney ve tecrübeleriyle donanmıştır. Bu 30 yıllık bir savaşın tecrübesidir. Bu nedenle şehitlerimizin kanları canları pahasına yarattıkları bu değere daha sıkı sarılmalıyız. Şehitlerimizin bizlere bıraktığı bu mirası kıskançlıkla sahiplenmeli, korumalı ve geliştirmeliyi?. Şehitlerimizin yarattığı bu eseri en iyi tanımanın yolu, bu eseri yaratanları tanımaktan geçiyor. Bu nedenle her zaman en önemli görevlerimizden biri şehitlerimizi daha fazla tanımak olmalıdır. Parti kültürünü içselleştirmek, partili düşünebilmek, savaşı büyütmek şehitlerimizi tanımak, anlamakla mümkündür. Yeni bir yaşamın, yeni bir kişiliğin yaratılmasının en başında gelen şeylerden biridir bu. Şehitlerimizi tanımak Mahirlerden bu yana devrimci hareketimizin tarihini, ideolojimizi, halk gerçekliğimizi ve savaş gerçeğini öğrenmek, tanımak demektir. Onlardan öğrenmek, öğrendiklerimizi öğretmek görevimizdir. Şehitlerini tanımayan, sahiplenmeyen, onların yarattığı değerleri koruyup geliştirmeyen bir hareketin, devrimi gerçekleştirmesi bir yana, kendini geliştirebilme şansı bile olamaz. Şehitlerimiz savaşma kararlılığımız, yol göstericilerimiz, iktidar bilincimiz ve düşmana kinimizdir. Onlar en büyük değerlerimizdir. Bu savaşı büyütmemizin, devrime yürümemizin olmazsa olmaz koşuludur. Dünyada şehitleri olmayan hiçbir siyasi hareket devrime öncülük edememiştir, edemez. Çünkü şehitleri olmayan, şehitler vermeyen bir örgüt ne kadar keskin laflar ederse etsin, ne kadar keskin ÇARE SEÇİM DEĞİL görünmeye çalışırsa çalışsın, ne kadar ağzından "devrimcilik" "sosyalistlik", "komünistlik" laflarını düşürmezse düşürmesin onlar ancak kendilerini kandırabilirler. Şehit vermemek, savaşmamanın göstergesidir. Devrimcilik yapamazlar, ancak devrimcilik oynarlar. Ama bu oyunu oynamak bile tehlikelidir faşizmin olduğu bu ülkede. Bu tehlikeyi de göze alamadıkları için seslerini soluklarını kesmiş, parti binalarının içinde bile basın açıklamaları, toplantılar yapamaz hale gelmişlerdir. Vatanı, halkı için, idealleri için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, fedakarlığın zirvesine ulaşıp şehit düşenlere saygı duymayanların, onları sahiplenmeyenlerin açıktır ki, uğrana can verebilecekleri hiçbir değerleri, inançları kalmamıştır. Varolduğu ifade edilen ideoloji, devrime inanç da soyuttur, yüzeyseldir. Böyleleri ne bir devrimci değerin yaratıcısı olabilirler, ne de yaratılmış olan değerleri koruyup, geliştirebilirler. Oysa hareketimiz dışarıdan içeriden düşmanın tüm saldırılarına, imha politikalarına rağmen ayakta durmayı ve tüm bu saldırılara, aldığı büyük darbelere rağmen gelişmesini sürdürmeyi başarabilmiştir. Çünkü savaşmaktan kaçmamıştır. Savaşmaktan kaçmayan, savaşan, direnen, kahramanlıklar yaratarak şehit düşen savaşçılara, savaşçı bir geleneğe sahiptir. Artık hiç bir gücün ülkemiz topraklarından devrimci hareketimizi söküp atabilmesinin olanağı kalmamıştır. Çünkü hareketimiz şehitlerimizin ve önderliğimizin yol göstericiliğinde halkımız içinde çok derinlere kök salmıştır. Halk yok olmadan bu kök kurutulamaz. Oligarşinin en azgm terörü altında bile şehitlerimizin sahipsiz kalmaması, halkımızın şehitlerimizin adlarını doğan çocuklarına vermesi, bu kök salısın, sahiplenişin bir ifadesidir. Kökleri halkın içinde olanlar asla ölmezler. Evet kısaca bizim ekleyeceklerimiz de bunlar. Gerek senin yazdığın, gerekse bizim eklediklerimizi toparlayıp, geliştirip bundan bir anmada, toplantıda yararlanabilirsin. Evet şimdilik bizim söyleyeceklerimiz de bu kadar. Biz de tekrar partimizin kuruluşunun hepimize kutlu olmasını, çalışmalarınızın başarılı geçmesini dileyerek mektubumuza son veriyoruz. Yarınlar bizim, gelecek bizim, biz kazanacağız. Herkese selamlar, sevgiler. Ağabeyin İbrahim LONDRA'DA CEPHELİLERE SALDIRI * Kurtuluş'u Susturmak Kimsenin Haddi Değildir * Ben Yaparım Olur Diye Düşünenler Yanılıyor * Kontra Eylemler ve Devrimci Eylemler Konusunda Bulanıklığa İzin Vermeyeceğiz * Yanlışa Tavır Almayan Herkes Tarih Önünde Sorumludur Londra'da Kurtuluş Dergisi'ni ve Cephe'nin 82 No'lu açıklamasını dağıtan Cepheliler, PKK'lıların saldırısına uğradı. Saldırının ayrıntıları, olaya ilişkin haber ve açıklamalarda yeralıyor. Olay sonrasında yapılan görüşme ve toplantılarda ise PKK temsilcisi saldırı konusunda özeleştiri veriyor. Ancak temsilci, bunu "yazdı hale getirmeyeceklerini", "bunun kendilerinin tarzı olmadığı"m belirtiyor. Evet, doğrudur, kendilerinin tarzı değildir. Bu bile verdikleri özeleştirinin ciddiyetini tartıştırır. Ancak şimdi bunun üzerinde fazlaca durmayacağız. Önce saldırıyı ele alalım; PKK bunu hep yapar. Tehdit, hot-zot, yasak, sansür, saldırı... Bunlar PKK'nın yıllardır sola, devrimcilere karşı sık sık başvurduğu yöntemlerdi*. Muhasebesini yapmaz, özeleştirisini verse de, bu olayda da kendileri tarafından çok somut ifade edildiği gibi ciddiyeti yoktur. Geçiştirmek içindir. Ben yaparım olur diye düşünür. YAPMADIYSAN, NİYE TEŞHİR EDENLERE SALDIRIYORSUN? Ancak bu defa saldırıyı PKK açısından daha "özgün" hale getiren bir yan var. Mavi Çarşı'nın yakılmasına ilişkin olarak; hem yapmadım diyor, hem teşhir edene saldırıyor. Yapmadıysan bu kontra saldırının teşhir edilmesine niye karşı çıkıyorsun? Yaptıysan niye üstlenmiyorsun? O zaman herşey daha açık, daha net olmaz mı? Sadece Londra'da değil. PKK'lıların pek çok alandaki tepkileri başka bir şey anlatıyor, resmi açıklamalar başka şey söylüyor. Örneğin bir hapishanede bir Cepheli tutsak, mavi Çarşı katliamını kontrgerillanın yapmış olabileceğini söylüyor; bir PKK'lı tutsak ona cevap veriyor: "Kontrgerilla babandır!" Bu kızgınlık, bu alınganlık niye? Bir örgüt bir eylemi ya yapmıştır, ya da yapmıştır. Ya yanlıştır, mahkum edilir, ya da savunulur. PKK'nın tavrı ise ne odur, ne öteki. Ve bu belirsizliğin, devrimciler tarafından da kabul edilmesini istiyor, hatta dayatıyorlar. Hayır. Devrimci eylem anlayışının, çizgisinin muğlaklaştırılmasına izin vermeyiz. Böyle muğlak veya onaylayan tavırlar karşısında hiç bir devrimci sessiz kalamaz. Herşey bu kadar ucuz değildir. PKK'lılar bu yönteme çok alışmışlardır. Adeta halkla, devrimcilerle alay ediliyor. Bu, üzerinde tereddütlerin oluştuğu, kontra eylemlerle devrimci eylemlerin karıştırılmasına yolaçacak tavırlar sergilendiği ilk olay değildir. Ama "son" olmalıdır. Ama PKK, bunlara son vermek yerine, devrime, halklarımıza zarar veren bu tutumu eleştirenleri susturmaya çalışıyor. Saldırıyla, tehditlerle hiçbirşey yapamazsınız. OLİGARŞİ NELERDEN KORKAR, NELERDEN KORKMAZ? Kurtuluş'u, Cephe'yi hiçbir güç engelleyemez. İşte oligarşi, sansür ediyor, dağıttırmıyor, tutukluyor, katlediyor... 82 No'lu açıklamayı da sansür etti. Onun korkusu çok büyük. Neden sansür etti? Çünkü devrimci eylemden, devrimci eylem anlayışından korkuyor. Oligarşi Mavi Çarşı katliamından korkmaz. Tersine, işine gelir, yapın der... Yapın ki, teşhir edeyim, sizin adaletinizi, anlayışınızı herkes görsün der. Oligarşi Mavi Çarşı katliamının kitlelere devrimci bir mesaj vermeyeceğini bilir. Ama Mavi Çarşı katliamının bir devrimci hareket tarafından eleştirilmesi, kitleleri bir yanılsamadan kurtarır. Oligarşi milliyetçilikten korkmaz. Karşı milliyetçiliğini yaratır. Halkları birbirine düşürür. Ama kardeşlikten, birlikte mücadeleden ve devrimden korkar. PKK'lıların Mavi Çarşı'ya ilişkin eylemden bir süre sonra geliştirdikleri söylemlerden biri de şudur; "halk yaptı"! Bunu diyenler herkesi kandırmaya çalışmaktan vazgeçmelidirler. Halk yaptıysa o zaman yapan biliniyor demektir. Yok öyle değilse nereden biliyorsun o zaman halkın yaptığını?.. Kontranın yapmadığım nereden biliyorsun? Devrimciler, bir eylem yapıldığında, bir, üstlenen olup olmadığına bakarlar, iki, üstlenmenin ciddiyetini değerlendirirler, üç, ve her halükarda, üstlenme olsun, olmasın eylemin hedefinden ve yapılış biçiminden hareketle bir değerlendirmede bulunurlar. Mavi Çarşı katliamına bakalım; Bir; Üstlenen adı sanı duyulmadık bir örgüttür. Kimdir, nedir bilinmemektedir. iki, eylemin hedefi halktır. Sıradan insanlardır. Ve eylemin yapılış biçimi itibarıyla da doğrudan insanları yakmak hedeflenmiştir. Bu onun devrimci bir eylem olmadığının açık bir göstergesidir. Eylemi yapanların eyleme ilişkin yanlışlık sonucu olduğu, istenmeyen bir sonuç olduğu vb. yönünde de bir açıklamaları yoktur. O zaman sonuç ortadadır; bu ancak kontrgerillanın işi olabilir. Oligarşi muğlaklıktan yarar umar. Açıklıktan korkar. Devrimci, ulusal kurtuluş hareketleri açık olmak zorundadır. Onların saygınlığının, onlara güven duyulmasının temelinde bu açıklık yatar. KİMSE SANDIĞINIZ GİBİ, KÖR, SAĞIR, APTAL DEĞİLDİR! Yarın Mavi çarşı katliamına ilişkin PKK tarafından farklı bir açıklama da yapılabilir. Gün gelip savunamadıkları herşeyi ajanlarla, provokatörlerle, açıklamak da PKK'nın politika tarzıdır. Dersim'de halka, devrimcilere karşı bir şey olur; "Baran yaptı". Farklı yerlerde "Hogir yaptı" olur. Bir başka zaman/savunulmayan, savunulamayan her eylem "Şemdin Sakık" veya "terzi Cemal" tarafındın yaptırılmış olur. Eskiden de bu sözler çok edildi, provokatör denildi, provokatörlerin cezalandırılıp cezalandırılmadığını hiç görmedik, öğrenemedik, açıklanmadı. Madem öyle ajanları, provokatörleri ayıklayın. Eğer bunlar doğruysa o zaman siz nasıl bir örgütsünüz ki, bunlar bu kadar kolay zemin ve hareket sahası bulabiliyorlar. Masal anlatmayı bırakın. Dünyayı aldatarak kimseyi inandıramazsınız. Şu veya bu eylemle halka zarar ver, ben yapmadım de... Emir ver, herşey serbesttir, artık halk da zarar görecek de... Ardısıra yine biz yapmadık, ama "saygı duyuyoruz" de... Ayıptır. Evet, bu halkla, herkesle alay etmekten başka bir şey değildir. Bunları geçin. Artık bunlara son verilmelidir. Bu kafayla emperyalizmi de aldatmaya kalktınız. Ama adı "taktik"tir. Sonrası malum... Gizli servisler, CIA, emperyalizm ve kiminin beklemediği, kiminin ise adım adım gelişimi gördüğü malum son... Sınıflar mücadelesi, Bizans entrikalarıyla yürütülen bir savaş türü değildir. Açık, yalın bir savaştır. Kim kime karşı, kim kime dost, kim kime düşman, kim kime saldırıyor, bunlar hep açık cereyan eder. Sınıflar mücadelesindeki gizlilik politik tavırlara ilişkin değil, ancak örgütsel varlıklara ilişkindir. Gerçek politikalarını gizlemek, bunları halka, kamuoyuna asıl amacı gizleyen farklı gerekçelerle sunmak, burjuvazinin politika tarzıdır. BU KÜLTÜR DEĞİŞMELİDİR Bu kültür, her iki açıdan da değişmelidir. Birinci olarak; Mavi Çarşı gibi katliamlara karşı çıkmamak, gerçekleri anlatmamak, halka, devrime verilebilecek en büyük zararlardan biridir. İkinci olarak; devrimcilere karşı bu dayatmacı, saldırgan tavır değişmelidir. Biliyoruz; saldırı, hot-zot politikası temel politikanız olagelmiştir. Siyasi arenaya çıktığınızdan beri devrimcilere karşı pek çok kez tehditlere, saldırılara, öldürmelere başvurdunuz. Nedeni, ideolojik mücadele cesaretinizin olmayışıdır. Söylenecek sözünüzün olmamasıdır. Mudaka, kendinizi çok beğeniyorsunuz. Ama biraz da başkasına nasıl göründüğünüzü, başkalarının size yönelik eleştiri ve değerlendirmelerini düşünün. Biliyoruz saldırı, tehdit sizin alışkanlığınız, kültürünüzdür. Tabii ki, Londra'daki ERNK'li suçlu değil. Suçlu ona "politika tarzı" diye bunları öğretendir. Ama bu yönteme karşı herkesten aynı tavırsızlığı bulacağınızı düşünmeyin. Başkalarının da inançları uğruna, bedel ödeyebileceğini unutmamalısınız. Tekrar söylüyoruz; kimse zorla Kurtuluş'u susturamaz. Cephe'yi susturamaz. BU TÜR EYLEMLERİ MAHKUM ETMEYENLER, TARİH ÖNÜNDE SORUMLUDUR Gerçeği bilip de karşı çıkmayanlar da faydacı hesaplar içindedir, bu suçun, bu büyük zararın ortağıdır. Devrimcilikleri TEK YOL DEVRİM bozulmuştur. Oportünist solun tavrı bu konuda ibretliktir. Eleştirilerimize katılmakta ama bu konuda bir açıklama yapmaya da yanaşmamaktadırlar. Bu oportünistliğin ta kendisidir. Bazıları da, MLKP'nin Londra'daki toplantıda yaptığı gibi, tavır almak yerine, PKK'lılar bile gayri ciddi de olsa özeleştiri verirken, kraldan daha kralcı bir tutumla PKK'nın saldırısını savunmaya, Cephe bildirisinin dili nedeniyle PKK saldırışım haklı göstermeye çalışıyorlar. Zavallı bir oportünistlik. En açık, en yalın devrimci ilkeleri bile savunmaktan aciz! Bir siyaset kendini bu kadar Herkes biliyor ne olduğunu, söylemiyor. Bilip de söylemeyen tarih önünde suçludur. Sol tarih önünde sorumludur. Devrimci eylemlerle kontra eylemleri özdeş haline getirmeyi kimse savunamaz. Bunun lamı cimi yoktur. Kontra yöntemleri ya kullanıyoruzdur, ya kullanmıyoruzdur. Mavi Çarşı yangını sırasında orada bulunan halktan bir insan şunu söylüyordu; "Nasıl bir gelecek kuracaklar bunun üzerine"... Mavi Çarşı katliamını yapanlar, savunanlar, faydacılıkları ve oportünistlikleri nedeniyle karşı çıkmayanlar, var mı bu soruya cevabınız? Halkı katletmek tarih boyunca, her yerde egemen sınıfların, kontrgerillanın işi olmuştur. Hiçbir özgül durum halkı katletmenin bir devrimci eylem olarak savunulmasını haklı, mazur gösteremez. Biz bazılarının illa yapıştırmaya çalıştığı gibi PKK düşmanlığı falan yapmıyoruz. Dostluğumuz düşmanlığımız dünden bugüne bellidir.Birlik konsunda lan bir adıma on adımlakarşılık verdiği miz biliniyor. Bunları tekrar etme gerefl duymuyoruz. Söylediğimiz çok açıktır; BU EYLEM YANLIŞTIR. Bunu tartışalım. Mavi Çarşı katliamı "Savaştır olur" söylemiyle de açıklanamaz. "Kurşun adres sormaz", bomba adres sormaza geldi. Ne olacak? Kim kazanacak bunlardan? "PKK'nın, ARGK'ninbu konudaki anlayışı biliniyor", geçiştirmesine başvuruluyor. Evet, biliniyor, ancak bizim bildiğimizle arkadaşların söyledikleri birbirini tutmuyor. Bizim bildiğimiz halka zarar veren eylemlerin PKK, ARGK çizgisinde hiç de istisna olmadığıdır. Sultanahmet, Kapalıçarşı, Tuzla, Çetinkaya... hangisini sayalım. Bunlara ilişkin çeşitii gözaltı ve tutuklamalar da yapıldı. Bu eylemlerden tutsak edilenler hapishanelerde nerede, kimin komününde kalıyor? Solla, halkla alay etmekten vazgeçin. PKK ve oportünizm, halka karşı, kont-ra niteliği çok açık olan bir eyleme niye kontra diyemiyorsunuz? Zamanında Sabancı'yı, Kürdistan kasaplarını da savundunuz. Onların cezalandırılması eylemlerine çok rahatlıkla "kontra" dediniz. Böyle bir saldırıya "kontra" demeye niye diliniz varmıyor? Bir yanda devrimciler vardır, devrimcilerin eylemleri vardır. Diğer yandan karşıdevrimcilerin ve kontranın eylemleri. Kimse bunları aynılaştıramaz. * PKK Taraftarları Londra'da Cephelilere Saldırdı... KİM, NEDEN SALDIRDI? SONUÇ NE? İngiltere'nin başkenti Londra'da Cephe taraftarları 24 Mart günü PKK'hlar tarafından saldırıya uğradı. Üç Cephe taraftan yaralandı, biri kısa süreli hafıza kaybı geçirdi. Saldırı, Cephelilerin DHKC Basın Bürosu tarafından yayınlanan 14 Mart 1999 tarihli "Halkı Katledenlerin Ne Kürt Halkının Hak ve Özgürlükleriyle Ne de Devrimcilik ve İlericilikle Bir İlişkisi Olamaz" başlıklı açıklamayı dağıtması üzerine yaşandı, ingiltere Devrimci Halk Güçleri ise saldın sonrasında yaptığı bir açıklamayla gerçekleri açıkladı... Londra'daki bu saldırı sonrasında PKK taraftarları bunun "iradi bir saldırı olduğunu ve ERNK adına üstlenildiğini" söylediler. Saldırının nedeni Cephe: tarafından halka yönelik saldırıların mahkum edilmiş olması, halka saldıranların kontraya da kontranın aleti ilan edilmesiydi. Saldıran PKK'hlar ve daha sonra görüşme yapılanlar bu tür saldırılan "Kürt halkının tepkisi" olarak gösterme yolunu seçtiler. Fakat bu doğru değildir. Kürt halkının tepkileri Türk halkının ya da diğer halkların varlığına yönelik olamaz... Ayrıca kadın, çocuk, yaşlı, her milliyetten, her inançtan insanların gidip geldiği yerlere bomba koymak, bomba patlatmak, molotoflamak, masum insanların ölümlerine neden olmak, onlara zarar vermek devrimci eylemler olamazlar. Bu tür eylemlerin devrimci olduğunu iddia etmek veya bunları meşru görmek devrimci bir bakış değildir. Bu anlayış, halka yabancılaşmış, halkı düşman olarak gören bir anlayıştır. Halkın yanında olduğunu söyleyen hiçkimse bu katliamları savunamaz... Hedef gözetmeden oraya, buraya bom-ba bırakmayı büyük eylemlermiş gibi açıklayanlar kendilerini komik duruma düşürüyorlar. Çünkü bu yapılan dünyanın en basit işidir... Bunu yapanların bu duruma .düşmelerinin nedeni ise "kör miüiyetçi-. İik"ten başka birşey değildir. Çünkü"kör ,; milliyetçilik" kendinden başka dost tanımaz. Bu çarpık anlayışa sahip olanların gözünde Türk halkı da düşmandır... .. Halka saldırmanın meşru olduğunu dü-şünenler halkı nasıl ikna edecekler?.. "Bi-zim sîzi katletmeniz, evinize, arabanıza za-rar vermemiz, çarşı pazar yerlerinde bom-ba patlatmamız haklıdır, meşrudur" diyebilirler mi?.. Diyemiyorlar ama yapıyorlar. Çünkü milliyetçilik gözlerini kararlmıştır. Bu öyle bir milliyetçiliktir ki onları kontranın yaptığından ayırt edilemeyecek eylem tarzlarına savurmuştur. Bunlar adalet duygusundan zerre kadar nasibini almamışlardır. Öyle olsaydı nerede ne yapacaklarını Bunların cevabı verilmelidir... PKK taraftarları kendilerini güç olarak görmüşlerdir. Kendini güç olarak gören, kendi gücüne inanan, yaptığının doğru olduğundan emin olanlar bu doğrulan savunurlar. Doğrularını savunma cesareti olmayanlar ise güçsüzlerdir. Ancak güçsüz olanlar kendilerini şiddetle, hotzotçuluklarla kabul ettirmeye kalkarlar. Şiddetle sustur, korkut, sesini çıkarmasın. Güç olduğunu göster, saldır, döv, seslerini çıkartmasınlar. İşte bu tarz zayıflıktır... Gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. PKK "biz yapmadık" diyor. Öyleyse PKK taraftarlarının gocunmalarına da neden yoktur. Cephe'nin söyledikleri bu katliamların sahiplerinedir. Ayrıca gerçekler sansür edilmeye çalışırlarsa bunun nedenlerini de sorarız... Gazetemizi dağıttırmamaya, okutturmamaya kalkarlarsa "neden" diye sorarız. Gerçekleri sansürleme işini Susurluk devleti zaten yapıyor. Gazetemiz sayfaları sansürlenmiş bir pzetedir. Cephe açıklamaları Kurtuluş'ta sansürleniyor... Bu yapılan uygulama faşist rejim açısından anlaşılırdır. Savaşın gerçeğidir. Sayfaların, düşüncelerin, kafaların sansür edilmesini isteyenler güçsüz olanlardır. Faşizm, güçsüzdür, bu nedenle sansür uygulamakta, yasaklamaktadır... Ama bu yöntemler kendine yurtsever diyenlerin yöntemi olamaz; olmamalıdır. İngiltere'de PKK taraftarları yanlış yapmışlardır. Yaptıkları her açıdan yanlıştır. Tsrar ederlerse insanlar çıkıp "yanıbaşınızda olan ve daha düne kadar Abdullah öcalan kaçırıldı diye sevinçnaralan atan iti, MİT'İ, faşisti dururken Cephelilere saldırmak niye?" diye sorarlar. Kana bulanan gazetemizi insanla terdik. Doğrularımızı insanlara arılattık. "Neden" diye soruldu. Sordukça "neden diye soranların sayısı arttı. Bunun sonucu olarak yapılan diğer siyasetlerin bulunduğu toplantıda, ERNK temsilci sözlü olarak "bu olayın yanlış olduğunu, bundan sonra olmayacağını" söyled anlamda özür diledi. Yanlışlarım kabı adım dır. Ama bunu belgelemeliydiler. Belgelemenin yolu yazılı özeleştiri vermekti. Yoksa, bu tür şifahi sözler geçmişte çokça verilmiş ve değişen hiçbir şey olmamıştır. Samimi olan yanlışını bütün halka ve kamuoyuna açıklar. "Bizim böyle bir anlayışımız yok, vb." ifadeleri samimi değildir. Cephe halk saflarında yer alan hiçkimseye düşman değildir. Tümünü dostu kabul eder. Öyle davranır. Ama kim olursa olsun halka zarar verenlerin, yanlış yapanların hatalarını söylemeye devam edecektir...• "İstiyoruz" Kampanyası Sürüyor 21 Mart günü Berlin'de "Herkese eşit haklar" adıyla düzenlenen Alman anti-faşistleri, çeşitli demokratik kitle örgütlerinin ve Anadolu Halk Kültür Dernekleri Federasyonu'nun katılımıyla . gerçekleşen yürüyüşte Anadolu Halk Kültür Dernekleri Federasyonu tarafından taşınan "Lütuf Değil Hakkımızı İstiyoruz" pankartı alandaki görkemi ile halk ve basın tarafından büyük ilgi gördü. AHKD Federasyonu'nun yürüttüğü "İstiyoruz" kampanyası halk tarafından olumlu karşılanarak kampanyanın sürdürülmesi istendi. Yürüyüş boyunca, ırkçılık ve faşizm lanetlenerek CDU ve CSU'nun çifte vatandaşlığa karşı yürüttüğü imza kampanyası kınandı. SPD ve Yeşiller Birlik '90 Partisinin seçimler öncesi verdiği' sözleri yerine getirmeleri' istenerek, çifte vatandaşlık hakkının tanınması istendi. SPD ve Yeşillerin iktidardaki ikiyüzlü politikaları teşhir edildi. Yürüyüş boyunca, "Solingen, Lübeck Çözüm Örgütlenmek", "Lütuf Değil Hakkımızı İstiyoruz", "Solingen, Lüheck, Rostock'lann Olmaması İçin Örgütlenelim" sloganları atıldı. Yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı yürüyüş boyunca Alman polisinin sıkı önlemler aldığı görüldü. TEŞEKKÜR ŞENLİĞİ Ulm'da 20 Mart günü Türkiyeli İşçiler Birliği Derneği'nde kampanyanın ardından 'teşekkür daha düzenlendi. Şenliğin Newroz bayramın in bir gün öncesine denk gelmesi bu kutlamayı bir anlamlı kıldı. Şenliğin açılış konuşmasında "Yeni Dehak'lar hiç eksilmedi. Yeni Dehaklar Demirel, Çiller, Koçlar, Sabancılardır. Anadolumuzun ihtilallerinde binlerce Kava vardır. Anadolu topraklarımızda bütün haklı ve meşru isyanlar, ayaklanmalar, devrimci direnişler birbirlerini tamamlayan değerlerdir. Bizim değerlerimizdir" denildi. Şenliğe müzik dinletisiyle devam edildi. NEWROZ BAYRAMI ALMANYA'DA DA KUTLANDI Dortmund/Aimanya'da 20 Mart Cumartesi günü, saat 15.00'de Newroz Bayramı yapılan bir yürüyüşle kutlandı. Saat 16.00'da yaklaşık 2500 kişinin katıldığı yürüyüş başladı. Kutlama yürüyüşünde "Newroz PirozBe", "Haklıyız Kazanacağız", Pankartlarıyla Anadolu Halk Kültür Dernekleri Federasyonu d? yerini aldı. Yürüyüş boyunca sık sık "Biji Newroz", " Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Yaşasın Halkın Adaleti", "Kurdistan Faşizme Mezar Olacak", sloganları atıldı. 3 saat süren yürüyüşte Alman polisi de boş durmayarak almanca, kürtçe ve türkçe' Newroz bayramınızı kutlarız. Bu bayramın dostluk ve barış içinde geçirmenizi ve taşkınlık çıkarmamanızı dileriz" yazılı bildiriler dağıttı.... Alanda toplanan halk ateşler yakıp, davul zurna eşliğinde halaylar çekerek Newroz Bayramı'nı coşkulu bir şekilde kutladı.* MED-TV'YE YAPILAN SALDIRI HALICIN HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜNE YAPILAN BİR SALDIRIDIR. HALKA GERÇEKLERİ ULAŞTIRMAYA DEVAM HDECEĞİZ Susurluk devleti ve emperyalistlerin işbirliği sonucu halktan vana yayın yapan Med-Tv kapatıldı. Bu saldın asıl olarak ezilen halkların kurtuluşuna yöneliktir. Özellikle Abdullah Öcaları'm bir eşkilayalıkla Türkiye'ye teslim edilmesinden sonra özelde Kürt genelde iiirri Türkiye halklarına yönelik saldırı dalgası başlatan devleı, halkların mücadelesi karşısında çaresiz kalmaya mahkumdur. Sık sık bir kez daha düşmüştür. Kışkırtıcı yayın yapıldığını söyleyenler önce kendi televizyonlarına baksınlar. Ahlaksızlık, yozluk, halkları birbirine karşı kışkırtma, insan onurunu aşağılama almış başını gidiyor. Kürt halkının kendi kültürünü yaşaması, doğru haber alması en doğal, en meşru hakkıdır. Gerçeklerden korkuyorlar. Gazetemizi sansürlüyorlar. MEDTV'yi kapatıyorlar. Çünkü kararttıklan sayfalarda, kapattıkları ekranlarda kendi sonlarını görüyorlar. Yasaklamalar, baskılar, sansür, kapatmalar kar etmeyecek, halkların mücadelesi zafere ulaşacaktır. Kurtuluş Gazetesi Yurtdışı Temsilciliği ÇARE SEÇİM DEĞİL "Bir şey yapmak isteyen yolunu bulur, bir şey yapmak istemeyen nedenini bulur." (Arap Atasözü) "Adaletsiz bir ülke, güneşsiz bir dünyaya benzer." (Arap Atasözü) Görünen köy 70 Vaatlerin... Milyon EMPERYALİZMCE BARI POSTU GİYDİRSENİZ DE HAYDUT YİNE HAYDUTTUR Çiller köylülere traktör sözü verdi, Adnan Polat kurban kesti, Ali Müfit Göktıına bedava ekmek dağıttı, ayrıca sokak çocukları için iki çocukköyü vaadetti, Karayalçın otobüs garajında şirket sahipleri ve yolcularla sohbet etti, Gökçek döner dağıttı, Mesut Yılmaz Ankara'da vatandaşın evine konuk oldu, Recai Kutan Etlik esnafını dolaştı, Baykal "Türkiye'yi soydurtmam" dedi, Yalçın Özer işportacıya ruhsat vereceğini söyledi, Zekeriya Temizel ücretsiz sağlık hizmeti dedi, Ahmet Vefik Alp otoray tüp geçit vaadetti... vesaire, vesaire... Hepsi 18 Nisan'a Kadar milletvekili Ahmet Bilge) "Demokrasiyi biz sağlayacağız" (Recai Kutan) "Ege'deki hava sahanlığı konusunda Yunanistan'la anlaşamamakta anlaşmış durumdayız." (Bülent Ecevit) "DP'den beri kırat sizin özgürlüpnüzün mücadelesini yapıyor." (Tansu Çiller) SPORTİF VEKİLLER FOTO F.skı hahcrci yeni Milletvekili Adayı Nairn Süleymanoğlu seçimi kazanması halinde milletvekillerine spor yaptırtacakmış! Ke tabii iyi olur. Milletvekilleri, daha meclis koltuklarına oturmalarının üzerinden bir kaç ay geçmeden aşın yağdan göbekleri çatlayacak hale geliyorlar. Gerdanları sarkmaya başlıyor. O göbekleri, gerdanları eritmek lazım ki, mecliste diğer milletvekilleriyle kavga | ederken zorluk çekmesinler. Şimdi zor oluyor böyleBiri bir şey dediğinde anında reaksiyon gösteremiyorlar. Ön ce büyük bir zahmetle yerlerinden kalkmaları gerekiyor, sonra koşma ve yumruk hazırlama pozisyonuna geçmeleri gerekiyoı ardından tekmelerini hazırlamaları bir başka zahmet oluyor. Bu onların en az 10 dakikasını alıyor. Sportif olunca hemen anında harekete geçebilirler. Hem bakarsınız Uzakdoğu sporlarını da öğrenirlerse, daha rahat ederler. Şimdi böyle ilkel yöntemlerle dövüşüyorlar. Karete, boks, kung-fu öğrensinler ki, dünya alem meclisimizin ne kadar düzgün ve teknik döğüş yapabilen TEK YOL DEVRİM Yorum Haber NATO YERDE