T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI SOSYOLOJİ BİLİM DALI ROCK VE SİYASET: BİR MUHALEFET TARZI OLARAK MÜZİK YÜKSEK LİSANS TEZİ Danışman Doç. Dr. Ertan ÖZENSEL Hazırlayan Nilgün MUCU 094205001010 KONYA-2013 i ii T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Öğrencinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Ana Bilim / Bilim Dalı Danışmanı Tezin Adı Nilgün MUCU Sosyoloji Numarası 094205001010 Doç.Dr. Ertan ÖZENSEL Rock ve Siyaset: Bir Muhalefet Tarzı Olarak Müzik ÖZET Bu çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Tüm bölümler tarihsel arka plan ile bütünleştirilerek oluşturulmuştur. Birinci bölümde, tezin metodolojisi belirtilmiş ve hangi yöntemin kullanıldığı açıklanmıştır. Siyaset, propaganda ve müzik kavramları açıklanarak, müziğin siyasette propaganda amaçlı kullanımına yer verilmiştir. İkinci bölümde ise muhalif söylemlerin ortaya çıkmasına ortam hazırlayan toplumsal olaylar ve toplumsal olaylar sonucunda ortaya çıkan müzik türleri açıklanmıştır. Sonuç bölümünde ise yaşanılan süreçlerin genel değerlendirilmesi yapılarak, müziğin nerden nereye geldiği üzerinde durulmuştur. iii T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Öğrencinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Ana Bilim / Bilim Dalı Danışmanı Tezin İngilizce Adı Nilgün MUCU Sosyoloji Numarası 094205001010 Doç. Dr. Ertan ÖZENSEL Rock and Polıtıcs: An Opposıtıon In Style Musıc SUMMARY This study is consist of two sections. All sections are prepared by completing with historical back grounds. In the first section, the methodology of the thesis is stated and revealed Which method is used. The concepts of politics, propaganda and music are revealed and music is used in politics by the aim of propaganda. In the second section, the social events cause the opposing discourse and the kinds of music Which appear in the end of social events are explained. In the final section the processes which are lived, evaluated generally and from where music comes to where is examined. iv Önsöz/Teşekkürler Geçmişte sadece melodi ve ritimden oluşan müzik, şiir ve dans ile kullanılmış ve bu haliyle doğayı egemenlik altına almanın bir yolu sayılmıştır. Sonraları siyasetin bir parçası haline gelen müzik, propaganda amaçlı kullanılmaya başlanmıştır. 1950’lerle birlikte de müzik protest sanatçılar tarafından dünya barışı için kullanılan bir araç halini almıştır. Siyasal erkin amaç, protest sanatçıların ise araç olarak kullandığı müzik, bambaşka yapılarla toplumsal hayatta yerini her zaman korumaya devam etmiştir. Bu çalışmada Amerika Birleşik Devletlerinde baş gösteren ve ilk defa başkaldırı müziği olarak nitelendirilen Blues’un ortaya çıkış süreçleri ve bu süreçlerin dünya ülkelerine nasıl yayıldığı, müziğin bu denli toplumsal hayatta kullanılması sonucunda siyasal erkin müziği nasıl propaganda maksatlı kullandığı açıklanmıştır. Bu çalışmam sırasında benden manevi desteğini esirgemeyen eşime teşekkürü bir borç bilirim. Araştırmanın nicel kısmında bana yardımcı olan Nursel Mucu’ya, kaynak konusunda bana yardımcı olan Hüseyin Kaplan’a sonsuz teşekkür ederim. Tezim boyunca beni yönlendiren ve bana katkıda bulunan danışman hocam Prof. Dr. Yasin Aktay’a ve Doç. Dr. Ertan Özensel’e teşekkürü bir borç bilirim. v İÇİNDEKİLER Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................................. i Tez Kabul Formu ..................................................................................................... ii Özet ........................................................................................................................ iii Abstract ................................................................................................................... iv Önsöz/Teşekkür ....................................................................................................... v İçindekiler ............................................................................................................... vi GİRİŞ....................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SANAT VE İKTİDAR DEVLETİN İDEOLOJİK TÜRKÜSÜNÜ ÇIĞIRAN MÜZİK 1.1.SİYASET ........................................................................................................... 5 1.2.MÜZİK .............................................................................................................. 6 1.3.PROPAGANDA................................................................................................. 9 1.3.1.Propagandanın Tarihsel Gelişimi............................................................. 9 1.3.2.Propagandanın Amacı ve Esasları ......................................................... 11 1.3.3.Propagandanın Araçları ......................................................................... 17 1.3.3.1.Yüz yüze İletişim ......................................................................... 17 1.3.3.2.Kitle İletişim Araçları ................................................................... 18 1.3.3.2.1.Gazete ....................................................................................... 19 1.3.3.2.2.Radyo ........................................................................................ 19 1.3.3.2.3.Televizyon................................................................................. 20 1.3.3.2.4.İnternet ve Sosyal Medya .......................................................... 21 1.4.PROPAGANDA ÇEŞİTLERİ .......................................................................... 22 1.4.1.Kaynağına Göre .................................................................................... 22 1.4.1.1.Beyaz Propaganda ........................................................................ 22 1.4.1.2.Gri Propaganda ............................................................................ 22 1.4.1.3.Siyah Propaganda ......................................................................... 22 1.4.2.Amaçlarına Göre ................................................................................... 22 1.4.2.1.Karışıklık Propagandası................................................................ 23 1.4.2.2.Bütünleştirme Propagandası ......................................................... 23 vi 1.4.3.Akla ya da Duygularına Hitap Etmesine Göre ....................................... 23 1.4.3.1.Ussal Propaganda ......................................................................... 23 1.4.3.2.Duygusal Propaganda ................................................................... 23 1.4.4.Konusuna Göre ..................................................................................... 24 1.4.4.1.Askeri ve Ekonomik Propaganda .................................................. 24 1.4.4.2.Siyasal Propaganda ...................................................................... 24 1.4.4.3.Sosyolojik Propaganda ................................................................. 25 1.5.MÜZİĞİN PROPAGANDA AMAÇLI KULLANIMI ...................................... 26 1.5.1.Geçmiş Uygarlıklarda Müzik ................................................................ 26 1.5.1.1.Eski Çin’de Müzik ....................................................................... 26 1.5.1.2.Eski Yunan’da Müzik ................................................................... 27 1.5.1.3.Eski Türklerde Müzik ................................................................... 27 1.5.2.Günümüz Toplumlarında Müzik ........................................................... 30 1.5.2.1.İngiltere ........................................................................................ 31 1.5.2.2.Latin Amerika .............................................................................. 32 1.5.2.3.Rusya ........................................................................................... 32 1.5.2.4.Çin ............................................................................................... 33 1.5.2.5.Amerika Birleşik Devletleri.......................................................... 34 İKİNCİ BÖLÜM SANAT VE MUHALEFET MÜZİĞE PROTESTO MİSYONU YÜKLEMEK 2.1.YENİDÜNYANIN KEŞFİ ............................................................................... 41 2.1.1.Kölelik .................................................................................................. 42 2.1.2.Özgürlükten Ayrımcılığa....................................................................... 44 2.2.AMERİKAN-ZENCİ BİR KÜLTÜR DOĞUYOR:BLUES .............................. 45 2.2.1.Ticari Müziğin Ortaya Çıkışı................................................................. 45 2.2.2.Zenci Minstrel’ler ve Cake Walk’lar ..................................................... 47 2.2.3.Ragtime ................................................................................................ 47 2.2.4.Blues..................................................................................................... 48 2.2.5.G.W.C.Handy ....................................................................................... 50 2.3.BLUES KÖK SALIP OLGUNLAŞIYOR ......................................................... 50 2.3.1.Plak Sanayisinin Blues’u Keşfi ............................................................. 51 vii 2.3.2.Crazy Blues .......................................................................................... 51 2.3.3.Erkeklerin Blues’u ................................................................................ 52 2.3.4.Ekonomik Bunalım ............................................................................... 53 2.3.5.Müzik Sanayisi ..................................................................................... 57 2.4.YENİ ZENCİLER VE YENİ BLUES ............................................................... 59 2.4.1.Elektronikleşme ve Yeni Sosyal Kimlik ................................................ 60 2.4.2.İhtiyacı Üretmek: Sosyal Kimliğinden Uzaklaşan Müzik....................... 61 2.4.3.Rock’n Roll .......................................................................................... 62 2.5.ROCK ÇAĞI DÜNYAYI SARMALIYOR....................................................... 64 2.5.1.Fransa ................................................................................................... 65 2.5.2.İngiltere ................................................................................................ 68 2.6.ROCK’IN MİLİTAN POLİTİK KEŞFİ ............................................................ 70 2.6.1.Psychedelic Rock ve Jefferson Airplane ................................................ 70 2.6.2.Folk Müzik ve Bob Dylan ..................................................................... 72 2.6.3.Folk Müzik ve Joan Baez ...................................................................... 76 2.6.4.Woodstock ............................................................................................ 79 SONUÇ .................................................................................................................. 83 Kaynakça ............................................................................................................... 88 Özgeçmiş ............................................................................................................... 93 viii GİRİŞ Ortaçağ dünyasına hâkim olan kilisenin gücü toplumsal hayatta azaldıkça değişim ve dönüşüm beraberinde geldi. Rönesans ve reform sonucunda yaşanan toplumsal farkındalık, aydınlanmayla devam etti. Akılsal sorgulamaların yapılmaya başlandığı o günlerde, Fransız devriminin tüm dünyada yarattığı özgürlük ve eşitlik söylemleri de yepyeni başkaldırıların ve toplumsal hareketlerin, toplumsal hayatta baş göstermesine sebep oldu. Toplumsal yaşamda ortaya çıkan bu yeni söylemlere, zenci kölelerin, sloganlarını da eklendi. Böylece sesli ifade tarzı olarak müzik benimsenmeye başlandı. Özellikle Amerika’nın Güney eyaletlerinde -Mississippi’de, Alama’da, Georgia’da, Louisiana’da, Texas’ta- adına sonraları “blues” denecek protest müziğin ilk tohumları atıldı. Blues’la seslerini yükselten, eşitlik isteyen zenci köleler, müziğin sosyal yaşamda bir ifade aracı olarak kullanmaya başladı. Çünkü onlar için müzik, bir eğlence değil, siyasal erk’e seslerini duyurma ve haklarını arama çabasıydı. Müziğe bu denli sosyal sorumluluk yükleyen zenci kölelere karşı, müziği çılgın ev partilerinde eğlence mezesi olarak gören beyaz gençlik yetişmeye başladı. Böylece kapitalizmin ağına düşen ve yeniden şekillendirilen Blues, kısa sürede şov endüstrisinin bir paçası haline geldi. Toplumsal sorumluluklardan sıyrılan, gösteri toplumunun bir parçası haline gelen “blues” 1940’li ve 50’li yıllarda, popüler kültürün mega starı oldu. Ancak star bir “zenci” olamazdı. Müzik endüstrisinin lokomotifi “Beyaz Amerikalı” olmalıydı. İsimlerin değişimiyle işe başlandı. “Rock’n’roll”la zirveye yükselen “Elvis Presley” bu zihniyetin ürünüydü. Blues’un ritimleri vardı kulaklarda ama daha hızlı bir gitar çınlıyordu anfilerde, elektrogitarın sahne alması ise “Rock’n’roll”un coşkusunu daha arttırdı. Rock’n’roll tüm dünya gençliğini kasıp kavururken, siyasal erk, müziğin tüm sosyal içerikli mesajlarını hafızalardan siliyordu. Zencilerin “ırkçılığa hayır” sloganlarıyla omurgasını oluşturduğu Blues, artık yoktu. Zenciler ilk plak yapabilmiş olmanın rehavetiyle ayrımcılık söylemelinden uzaklaşıyordu. Onlarda artık müzik endüstrisinin çarklarından biriydi. Popüler kültürün içinde yerini alan müzik artık farklı alanlara hizmet ediyordu. 1 İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine yayılan “faşizm” ideolojisi dünyayı çevreledi. Başta Adolf Hitler olmak üzere savaştan etkilenen tüm dünya liderleri, müziğin bu denli kişiler üzerindeki etkisinden yararlanmak istedi. Müzik artık siyasal erk tarafından “propaganda” amaçlı kullanılacaktı. Siyasal erk planını iyi yaptı ve uygulama alanlarını güzel oturttu. Müzik, “ırkçılığa hayır” söyleriyle can bulduysa da ırkçılığın meşrulaştırılması için artık propaganda amaçlı kullanılıyordu. Popüler kültürün içinde yerini alan müzikle, propaganda amaçlı etkin şekilde kullanılan müzik, gençliğin yönlendirilmesine olanak sağladı. Kısaca siyasal erkin istediği gibi, kitle iletişim araçlarının da yardımıyla da gençlik, içinde bulunduğu real dünyadan tamamen koparıldı. Artık dünyada sorgulamayan, olanı olduğu gibi kabul eden bir kuşak vardı. 1950’lerin sonuna doğru ise A-politik gençlik “folk müzik”le tanıştı. Müzik, dünya barışının sağlanması ve savaşların son bulması söylemleriyle yeniden amaçlaşıyordu. 1960 ve 1970’li yıllarda başını ABD gençliğinin çektiği “Vietnam Savaş” karşıtı eylemler tüm dünyayı etkisi altına aldı. Dünya barışının sağlanabilmesi için müzik yepyeni bir tür olan “protest” tarzıyla sahnede yerini aldı. Özgürlük, dünya barışı, işçi hakları, öğrenci hareketleri gibi konular, “Rock” müzik sanatçıları tarafından sahnede dile getirilmeye başladı. Siyasal erk tarafından müziğin sanatsal amaç dışında kullanımı, halkın protesto gösteriyle birleşti. Rock müziğin yeniden başlattığı muhalif söylemler, devlet eliyle yapılan propagandaların önüne geçti. Toplumsal bilincin yeniden canlandırılmasıyla, müzik, insanların barış isteklerinin sözlü ifade aracı olarak kullanılmaya başlandı. Dünyada yaşanan 1968 hareketleri de bu oluşumları destekledi. Muhalif söylemler büyük seyirci kitleleriyle “rock” festivallerinde buluştu. Ama bu buluşmadan eli boş dönmek istemeyen müzik endüstrisi tüm bu hengameden payını almak için kollarını sıvadı. Sonuç olarak müzik yine müzik muhalif söylemlerinden sıyrılarak sadece popüler kültürün bir parçası haline geldi. Çalışmada tüm bu süreçler değerlendirilerek eleştirilerine yer verildi. Bu araştırmanın amacı müziğin tarihsel süreç içerisinde eğlence amaçlı değil, hak arama amaçlı kullanımıyla ortaya çıktığını açıklamaktır. Gelişen toplumsal 2 yapılar ve modernleşen toplumlar karşısında da popüler kültürün vazgeçilmez bir parçası haline geldiğini kanıtlamaktır. Ayrıca siyasal erkin silahı haline bürünen müziğin kullanım amacını da gerekçeleriyle sunabilmektir. Bu çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmıştır. Öncelikle konuyla ilgili makale, dergi ve kitaplar tarandı. Daha sonra ayıklama ve süzme yöntemleriyle tezin genel yapısı ortaya çıkarıldı. Araştırma Amerika Birleşik Devletinin Güney eyaletinde Zenci kölelerin isyanlarıyla ortaya çıkan Blues müzik temel alınarak geliştirilmiştir. Eşitlik söylemlerinin Avrupa devletlerine hızla yayılması sonucunda İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde festivaller düzenlenmiş müzik, siyasal erkin kullanım alanından, insanların ifade alanına geçiş sağlamıştır. Çalışma bu nedenle Amerika Birleşik Devleti temel alınıp, festivallerin yaygın olarak ses getirdiği ülkelerle sınırlandırılmıştır. Çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde siyaset, propaganda ve müzik kavramları açıklanarak, müziğin siyasette propaganda amaçlı kullanımına yer verildi. İkinci bölümde ise muhalif söylemlerin ortaya çıkmasına ortam hazırlayan toplumsal olaylar ve toplumsal olaylar sonucunda ortaya çıkan müzik türleri açıklandı. Sonuç olarak da yaşanılan süreçlerin genel değerlendirilmesi yapılarak, müziğin nerden nereye geldiği üzerinde durulmuştur. 3 BİRİNCİ BÖLÜM SANAT VE İKTİDAR: DEVLETİN İDEOLOJİK TÜRKÜSÜNÜ ÇIĞIRAN MÜZİK Irkçılık söylemlerine karşı siyahîler tarafından araç haline getirilen müzik, zamanla siyasal erkin kontrolü altına girdi. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, teknolojinin gelişimiyle birleşince müzik endüstrisi hızla gelişti. Bu gelişim devletin ideolojik aygıtlarıyla harmanlanınca müzik siyasetin bir parçası haline geldi. Otoriter sistemlerde monist görüşlerle demoralize olan halkı peşinden sürükleyen propaganda, 20. yüzyılda kitle iletişim araçlarındaki gelişmeye koşut olarak, en uygun çeğdaş kitleyi, eylem alanını ve eylem yollarını belirlemiştir. Çoğulcu demokratik sistemlerde ise propaganda, toplumsal yapıdaki farklılıklara dayanan, bütünleşme uzlaşma, konformist ve rızanın üretimine yönelik ideolojileri yaygınlaştırarak varlığını devam ettirmektedir. Kısaca siyasal erk, muhalif söylemlerin önünü kesmek için müziği propagandanın amacı haline getirdi. Propaganda, insanların inançlarını, değerlerini, davranışlarını, propagandayı yapanların düşüncesi ve eylemleri yönünde değiştirmeye çalışan bilinçli yönlendirme çabasıdır. Propagandanın siyasi işlevi, gelecekteki amaçların elde edilmesi için yapılan çalışmalara yöneliktir. İnsanların gelecekte karşılaşabilecekleri olaylar karşısında verecekleri tepkileri etkileyen ve biçimlendiren propaganda, şartları değilse de inançları değiştirebilir. İnsanları inançlarını değiştirmeleri için zorlayamaz fakat onları ikna eder (Oskay, 1993:23). Propaganda tek taraflı bir mesaj bombardımanı, bir beyin yıkama çalışmasıdır. Propagandada amaç, her ne pahasına olursa olsun hedef kitleyi kendi yönünde inanç ve eyleme yöneltmektir. Üstelik bu eylem, besleyici tepkinin gelebileceği bütün yolları tıkamak pahasına yapılmaktadır. Propaganda sanatının ustası, Hitler'in en yakın yardımcısı Goebbels, bu faaliyeti, "bir siyaset aleti, toplumu kontrol altında tutabilme gücü" olarak tanımlamaktadır. Nazi Almanya'sının Propaganda Bakanına göre: "Propagandanın işlevi sadece düşünceleri dönüştürmek değil, asıl kitleleri cezp etmekte ve onları hizaya sokmaktır. Görevi, uygun ortam bulduğunda kişi faaliyetlerinin bütününü perdeleyerek bireyin çevresini, Nazi hareketini dünya görüşünü kavrayabilecek şekilde değiştirmektir" (Asna,1997:226-227). Kamuoyunu etkilemek ve yönetmek için örgütlenmiş bir 4 kurum olarak, politik propaganda, ancak yirminci yüzyılda, kendisine aynı zamanda hem eylem alanını hem de eylem yollarını sağlayan bir evrim sonunda belirir. Propagandacının amacı ve başvurduğu yolların bazıları genelde politik toplumların başlangıcından beri aynı kalmış olsa bile, bugün etki gücü öylesine artmıştır ki, nitelik bakımından da bir atlama olduğunu söylemek gerekir (Domenach, 2003:45). Bu bölümde literatür taraması yöntemi kullanılarak siyaset, müzik, propaganda kavramları açıklandı. Propagandanın araçları ve çeşitleri ayrıntılı olarak incelendi. 1.1. SİYASET Siyaset kamu düzenini sağlama ve genel yönetimi gerçekleştirme görevini yerine getiren bir temel kurumdur. (Fichter, 1990:116) Siyasetin temel işlevi yönetim işlerinin yürütülmesi ve kamu düzeninin sağlanmasıdır. Klan/Kabileden günümüz ulus/devletlerine kadar bu işlevi tüm toplumlarda görürüz. Konunun özünü oluşturan “kamu düzeni ve yönetim” evrensel, önemli ve zorunludur. Toplumsal bir farklılaşma ile daha belirgin bir hale gelmiştir. Söz konusu düzen ve yönetim, toplumlarda birleştirme, aracı yapılar oluşturma ve yönlendirip eğitme gibi işlemleri ihtiva etmiştir. Esasen tüm toplumlar fonksiyonel olarak sert ya da yumuşak bir yöneten-yönetilen ayrımına sahip olmuş, yönetim, nihayet devlet gibi siyasal kurumlarla sonuçlanmıştır. (Aydın, 2002:19) Kurumun adı olarak kullanılan siyaset, Arapça kökenli bir kelimedir ve sözcük karşılığı eğitmek, yetiştirmek, düzenlemek anlamına gelir. Eski dilde terim olarak buradan geliştirilmiş şekliyle yönetme bilgisi ve tekniği anlamında kullanılagelmiştir. Sözcüğün batı dillerindeki karşılığı ise politikadır ve Grekçe şehir yönetimi, kamu düzeni anlamına gelen “police”den türediği kabul edilir. (Kaplan, 1994:11-16) Siyaset kelimesi az çok farklı anlamları çağrıştırmaktadır. Bir anlayışa göre siyaset insanlar arasında bir “çatışma”, bir mücadele ve kavgadır; bunun için güç elde etmek iktidarı ele geçirmek ve onun sağladığı çıkarları paylaşmaktır. İkinci bir eğilime göre ise toplumda bütünlüğü dengeyi sağlamak; nimetleri kişisel olmaktan çıkarıp genelleştirmektir. (Kapani, 1989:17) Siyaset kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için, ilgili birkaç kavramın üzerinde durulması gerekir. Bunlardan ilki devlettir. Klasik teorilerde devlet, siyasal olanın karşılığında kullanılmakta, diğer alt kurumlar ya da olgular onun ekseninde 5 sıralanmaktadır. Örneğin bu anlayışa göre ülke, halk, organizasyon vb. devleti meydana getiren öğelerdir. Devlet tüm bu öğeleri içerisine alan kurumdur. Siyasette bu kurumun ortaya çıkardığı yapıp etmelerinin tümüdür. Siyaset kavramının iyi analiz edilebilmesi için gerekli ikinci kavram ise, iktidardır. İktidar bir toplumsal güçtür ve siyaset için çok önemlidir. Bu noktada, modern siyaset sosyolojisinin kurucusu sayılan Weber siyaseti, araç olarak nitelediği iktidar ekseninde tanımlar. Ona göre siyaset, kullandığı araçla yani iktidar ile tanımlanabilir. Burada bahsi geçen iktidar, gerektiğinde kullanılabilecek fiziki bir güçtür. Ama sırf fiziksel değildir, her şeyden önce sosyaldir. Toplumun merkezi yapılanmasının, dolayısıyla da eşitsizlik temeli üstüne oturmuş toplumsal bir güçtür ve bireylerlin ellerindeki kudretin birleştirilmesiyle elde edilmiştir. Onun içindir ki iktidar, bir bireyin veya toplumsal kümenin, gerekirse bazılarının çıkarlarına ve hatta muhalefetine karşı bir eylem sürecini izleme yetisidir. (Lukes, 2002:644) Söz konusu iktidarın en önemli özelliği ise meşruiyetidir. Yani topluluğun onu saygıya değer ve itaate layık bulmasıdır. Esasen sosyal eksenli olarak salt zora başvurmaması onun meşruiyetinin ilk şartıdır. Ama iktidar gücü elinde bulundurmak adına çeşitli teknikler kullanarak kişileri veya grupları etkilemek amacındadır. Bu nedenle iktidar gücü elinde bulundurmak adına siyasal hayatta propagandayı kullanır. 1.2. MÜZİK Duyguları ve düşünceleri anlatmak için sesleri melodi, armoni ve polifoni gibi biçimlerde düzenleme sanatı ve bu tarzla düzenlenmiş seslerle meydana gelen eserlerin okunması veya çalınmasına müzik denir. (Uçan, 1994:11) Müzik, en kısa şekliyle duyguların dilidir. Kabuk değil, özdür. Müzik bir acıyı, tasayı ya da sevinci anlatmaz. Zira bunların kendisidir müzik. Herhangi birinin aşkını tutkusunu anlatmaz, anlatılan aşkın, özlemin kendisidir. Bu anlatım müziğin kendine özgü temel niteliklerinden kaynaklanır ve her dile yabancı olan hiçbir dille ifade edilemeyen sayısız düşünceyi ve edimleri içerir. (Pamir, 1989:176) Geçmişte sadece melodi ve ritimden oluşan müzik, şiir ve dans ile de kullanılmış ve bu haliyle doğayı egemenlik altına almanın bir yolu sayılmıştır. Boyanma, maskeler, araç gereç ve silahlar gerçeği aramanın aracı olmuştur. Doğa 6 üzerinde hâkimiyet kurmakla bağlantılı büyü zayıflamış, müzik, şiir ve dans devam etmiştir. Müziğin gelişimi toplumsal gelişmeyle paralel olmuştur. İnsanlar toplumsal yaşantılarında birbirleriyle ve doğayla ilişkiye girmişler, bu ilişki zamanla ilerlemiş ve zenginleşmiştir. Olaylar, olgular farklı boyutlarıyla algılanmaya başlamıştır. Sesin kendine özgü boyutu da bu ortamda keşfedilip zenginleşmiş, sesin renk, tını gibi özellikleri derinleşmiştir. Müzikteki gelişmeler arttıkça sesin fiziksel özelliğinin derinliğine inilmiştir. Sesin her bir özelliğine bir anlam yüklenmiştir. Bu anlamlar bir sembole dönüşmüştür. Soyut sembol, somutun simgesi olmuştur. Notalar bu simgelerin adıdır. (Kaygusuz, 2004:50) Müzik bir bütündür, kompozisyondur. Bu bütünü oluşturan öğeler ise ses, ritim, melodi ve armonidir. Ses; akustik bir dalganın doğurduğu işitme duygusuna verilen addır. Cisimlerin titreşmesinden meydana gelen fiziksel bir olaydır. (Sözen, 2003:1) Müzikal sesi doğadaki diğer seslerden ayıran estetik temele dayalı “ belirli ses birleşimleri “ olmasıdır. Beynimizde bir müzik duygusu uyandırabilmek için çeşitli frekanslardaki seslerin ardı ardına işitilmesi gerekmektedir. Bu durum da müziği diğer seslerden farklı kılmaktadır. (Uçan, 1994:10) Ritim; sesin süre özelliği ile ilgilidir. Biri vurgulu olmak üzere en az iki sesin ardı ardına gelmesiyle oluşur. Söz, armoni, hız gibi öğeler bulunsa bile ritim yönünden bütünlük göstermeyen bir yapıt kulağa hoş gelmemektedir. Ritim müziğin iskeletidir. Farklı uluslarda farklı ritim biçimleri olabilirken aynı ulus çeşitli müzik türlerinde de farklılık gösterebilir. (Özgür-Aydoğan, 2002:26) Melodi; fiziksel olarak ardı ardına gelen sesler arasında bir anlam oluşmasını sağlayan özdür. Herhangi bir diziyi melodi yapan onu oluşturan sesler arasındaki gerilimin niteliğidir. Melodideki diğer unsurlar denge ve seslerin kuvvetli ya da hafif okunuşudur. Bunların yerinde kullanımı ile melodi anlam kazanmaktadır. Müzik dilinde uyumların yapılarını ve aralarındaki ilişkileri konu alan estetik yapıya da armoni denir. Bir bakıma melodinin giysisidir. Esas sese eşlik eden öteki sesler onunla ya da kendi arasında akor dizileri oluşturmaktadır. Armoninin temel öğesi olarak düşünülen akorlar bu seslerin birleşimleridir. (Müzik Ansiklopedisi, 1995:285) 7 Eski çağlarda dans ve şiirle birlikte bir tapınma aracı olan müzik, Antik Yunan’da ahlaki bir değer olarak görülmüştür. Bu dönemde müzik; ahlaklı gençler yetiştirmek ve onları erdemli kılmak için kullanılmıştır. Ortaçağda ise ahlak, yerini dine bırakmıştır. Müziğin dini yaymak ve yüceltmek gibi bir işlevi olmuştur. Rönesans’la beraber duygu kavramı müziği etkilemiş, müzik tutkuların kaynağı olmuştur. (Kaygusuz, 2004:51) Müzik, bir sanat dalı olmasının yanında çok farklı işlevlere de sahiptir. Buna göre müzik; bireysel yönüyle insanların iç dünyasını zenginleştiren, toplumsal yönüyle bireyleri kaynaştıran, kültürel yönüyle gelenekselden çağdaşa müzikal birikimi taşıyan bir yapıdadır. Ekonomik yönüyle de iş dünyasında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca hem bir eğitim aracı hem de bir eğitim alanıdır. (Özgür-Aydoğan, 2002:2) Müziğin gücünü anlamak için işlevselliğine bakmakta fayda vardır. Buna göre müzik: Din, eğitim, askerlik, bale gibi çok farklı alanlarda kullanılabilir. Sinema, reklâm gibi iş kollarının tesirini artırır. Kullanılan farklı enstrümanlar anlatıma güç katar. Dinleme, izleme, tüketim mekânları çok geniştir. Evde, arabada, konser Salonunda, dağda kısacası istenilen her yerde dinlenilebilir. Çok farklı teknolojik araçlardan istifade edilebilir. ( TV, CD çalar, radyo vs. gibi) Sözlerle birleşerek daha derin bir anlam yakalayabilir. Duyulara hitap eder. Her türden insanı etkiler. Evrensel bir dili vardır. Direkt ve anında ilişki kurar. Müzik dinlemiyorum veya müzikten hoşlanmıyorum diyen insan yok gibidir.(Kaygusuz, 2004:49) Müziğin, insanı psikolojik ve fizyolojik anlamda etkiliyor olabilmesinin en büyük nedeni direkt olarak duyum ve bilinçle ilgili davranışlarımızın merkezi olan beyni etkilemesindendir. Zira müziğin duygusal etkileri beyindeki limbik sistemde toplanır. Bu sistem, beyindeki davranış ve heyecanlarımızı, temel biyolojik dürtülerimizi, belleğimizi ve öğrenmeyle ilgili sinirsel yapıları içerir. Sevinç, keder, heyecan gibi duygu ve davranışlarımızı etkileyerek onları yönlendiren çeşitli olaylar, 8 beyindeki limbik sistem organizasyonuna uyarak yaşamımızda değer kazanmaktadır. Bu nedenle etkileme gücü olan müzikal bir eser, limbik sistemin bu özelliklerini harekete geçirerek, bireyin motivasyonunda ve davranışlarında değişiklik meydana getirebilmektedir. (Altınökçek, 2001) 1.3. PROPAGANDA Propaganda Latince “propoger” kavramından türetilmiş, sözlük dilinde inandırmak, ikna etmek, üretmek ve yaymak gibi anlamları ifade eden iletişimsel bir olgudur.(Özkök, 1985:233) Genel olarak, kamu oyunu ve toplumu belirli yönde etkileme, onlara belirli düşünceyi benimsetme ve belirli yönde harekete geçirmeye yönelik bir eylemsel etkinliktir. (Domenach, 2003:7) 1.3.1. Propagandanın Tarihsel Gelişimi Tarihi süreç içerisinde çok çeşitli biçimlerde tanımlanan propaganda kelimesi Latince’de “Bir filizin toprağa dikilerek yeni bitkiler elde edilmesi” anlamına gelen “propagare” kelimesinden türetilmiştir. (Özsoy, 1998:6) Ana Britannica Ansiklopedisi propagandayı, “Bir bütün olarak toplumun ya da belirli bir kesimin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek amacıyla, bilinçli olarak seçilmiş bilgi, olgu ve savları sistemli bir çaba içinde ve çeşitli araçları kullanarak yayma etkinlikleri” olarak tanımlar. Propaganda çeşitli teknikler kullanarak kişileri veya grupları etkilemek amacıyla yapılan, tek yönlü sistematik ve bilinçli çabalar bütünüdür. (Kalender, 2000:89) Propaganda, İlk çağlardan itibaren vardır. Aristoteles tarafından retorik olarak adlandırılan ilk propaganda faaliyetleri uzun yıllar boyunca etkisini sürdürmüştür. Akıl ve duyguyu beraber ele alan retorik, bireylerin karşılıklı konuşmalarında, birbirlerini ikna etmelerini sağlayan bir hitabet sanatıdır. Aristoteles, siyaset yapmanın tek biçiminin retorik olduğunu iddia etmiştir. (Yıldız, 2002:38-40) Eski Atina’da görüşmeler esnasında Pazaryerlerinde toplanan halkı ikna etmek için kullanılmaya başlanan retorik, özellikle politikacılar tarafından etkili bir şekilde kullanılmıştır. Sofistler hitabeti halkı kandırma sanatı haline getirmek için dili gramer ve mantık bakımından incelemiş ve süreç içerisinde coğrafyada Demosten 9 gibi büyük hatipler ön plana çıkmıştır. Halkı etkilemede hitabetin yanında sahne ve tiyatro da yoğun olarak kullanılmış, yazı bu yöntemler kadar önem kazanamamıştır. Eski Atina’nın pek çok özelliğini içinde barındıran Roma İmparatorluğu’nda da propaganda amaçlı hitabet önemini muhafaza etmiş, Çiçeron gibi hatiplerin siyasi hayattaki etkisi eskisine oranla kıyaslanamayacak kadar artmıştır. Bu devirde geniş devletin muazzam ulaşım sistemi ile haberlerin merkez ile taşra arasında kısa sürede gidip gelmesi ve toplanan haberlerin neşredilmesi devrim niteliğindedir. (Özsoy, 1998:24) Propaganda terimi 1622 yılında Katolik Kilisesi tarafından oluşturulan “Congraga tio de propaganda fide” yani “İtikadı Yayma Cemaatinden” gelmiştir. Protestan kiliselerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bu dinsel devrim (reformasyon) döneminde cemaat, Katolik kilisesinin karşı devriminin bir parçasıydı. Bu dönemde Galileo teleskopla gözlemler yapmış ve dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü söylemiştir. Kilisenin yasakladığı önermelerden birini ihlal eden Galileo, Katolik kilisesinin öğretilerine karşı gelmekten yargılanıp mahkûm edilmiştir. Daha sonra iddiasından vazgeçirilen Galileo kiliseyi, savunulamaz bir düşünceyi savunmak zorunda bırakmıştır. Muhtemeldir ki propaganda, çağrıştırdığı olumsuzluğa, kilisenin bilimsel olarak yanlışlığı gösterilebilecek bir konuyu savunmak durumunda bıraktırıldığı bu temel olayda sahip olmuştur. (Severin-Tankart, 1994:154) Keza Hıristiyanlığın yakın doğuda, Yunanistan’da ve İtalya’da yayılması çok geniş bir propaganda faaliyeti sonucunda olmuştur. Havarilerin dinlerini anlatmak için kullandıkları birebir temas yolu, takip eden devirlerde misyonerlerce de etkili bir şekilde kullanılmıştır. Hıristiyanlık Roma’da yerleştikten ve devlet tarafından benimsendikten sonra da Avrupa’nın Hıristiyanlaşmamış bölgelerine mütemadiyen propagandacılar yollanmıştır. (Özsoy, 1998:28) Fransız Komutan Napolyon Mısır seferinde desteğini aldığı akademisyenlerle propagandayı kullanmıştır. 1798 yılı 2 Temmuzunda İskenderiye’ye ayak basar basmaz halka Mısır’a geliş gayesini anlatmıştır. Kendisinin padişah III. Selim tarafından görevlendirildiğini, Hıristiyanların Fransa’dan kovulduğunu, Mısır’a yeni bir din aramaya geldiklerini o dinin de İslamiyet olduğuna inandıklarını, halka duyurmuştur. Nitekim Napolyon daha sonra: “Kendimi Katolik göstererek Vandee Savaşı’nı bitirdim. Müslüman görünerek Mısır’a yerleştim. Roma kilisesinin 10 fikirlerini benimsemekle İtalya’da kamuoyunu lehime çevirdim. Eğer Yahudilerin başında bulunsaydım, önce Süleyman Tapınağı’nı ihya ederdim” diyerek propagandanın önemini vurgulamıştır. (Karal, 1983:25) Çağdaş propagandanın temelleriyse I. Dünya Savaşı ve 1917 Sovyet Devrimiyle birlikte atılmıştır. I. Dünya Savaşıyla öğeleri birbirinden kopuk ve geçici bir propaganda türü ortaya çıkarken, Sovyet Devrimi ile sistemli ve sürekli bir propaganda ortaya çıkmıştır. I.Dünya Savaşında devletler kendi askerlerine moral vermek, düşman ülkelerin askerlerini ve sivil halkı demoralize etmek için propagandanın imkânlarından azami derecede yararlanmışlardır. Özellikle askerliğin mecbur olmadığı İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde askerliğin ne kadar onurlu bir meslek olduğunu anlatmak için yoğun propagandalar yapılmıştır. (Özsoy, 1998:89) 1.3.2. Propagandanın Amacı ve Esasları Propaganda bireyi, grubu, toplumu belirli bir amaç doğrultusunda yönlendirme, kitleleri etkileme sanatıdır. Propagandanın temel amacı fikir, düşünce, ideoloji, eylem, dost edinme, düşman edinme, savaş, barış, iktidar olma, devrim, yaşam, uluslaşma gibi konularda kitle üzerinde etkin olma, kitleyi yönlendirmektir. Propaganda siyasi anlamını Fransız ve Amerikan devrimleri ile kazanmıştır. Propagandanın 18. yüzyıldan itibaren başarı ile gerçekleştirdiği uluslaşma süreci göz önüne alınması gereken önemli bir konudur. Propagandayı sadece bir amaç etrafında tanımlamak zordur. Bazen, bir ülkeyi güçlü göstermek, bazen de yermek için yapılır. Kimi zaman bir bireyin şahsiyetini kabullendirirken, kimi zaman da bir partiye oy toplar. (Bektaş, 2002:160) Tarihte propagandayı en ince ayrıntısına kadar sistemli bir şekilde kullanan Hitler’ e göre propagandanın amacı; “Örgüt için taraftar toplamaktır. İkinci görevi yeni doktrini anlatmak ve benimsetmektir. Propaganda tek tek ve bilimsel olarak kişileri bilgilendirmez. Onun görevi, kitlelerin dikkatini belirli olaylar ve ihtiyaçlar üzerine çekmektir” (Hitler, 2002:161-169) Propaganda insanların varlıkları ve gelecekleri konusundaki düşüncelerinden hareketle, geliştirdiği ve genişlettiği mesajlar yardımıyla hedef kitle üzerinde belirgin bir güç oluşturarak etkisini sürdürmekte olup (Domenach, 2003:92), bireyler ve grupların kendilerini tanıtmak, kamuoyunun kendi amaçları ve eylemlerini, 11 iktidarlarını destekler kılmak, kendi ilgilendikleri konularda halktan destek sağlayarak iktidarı ele geçirmek veya iktidarını kurmak amacını taşımaktadır. Propaganda kelimesi özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra anlam olarak insanlara kandırılmayı, yok etmeyi ve edilmeyi çağrıştırmıştır. Bu nedenle günümüzde falanca propaganda kuruluşu şeklinde karşımıza bir kurum, kuruluş adı olarak pek çıkmamaktadır. Ancak propagandanın nedenleri, sonuçları kavramlaştırılarak kullanılmaktadır. Haber alma (istihbarat), reklâm, ülkü (hedef) propagandanın kaynağıdır (Domenach, 2003:24-26). Bu kaynaklar günümüzde sistemleşmiş ve kurumsallaşmıştır. Aynı zamanda propagandanın sonucu olan “kamuoyu” da bugün birçok isimle sistemleşmiş, “kamuoyu oluşturma kurumları”, “kamuoyu araştırma grupları” vs. şeklinde adlandırılarak kurumsallaştırılmışlardır. Kamuoyu oluşturmada kullanılan araç ve gereçleri incelediğimizde propagandanın amaçları ile örtüştüğü görülecektir (Bektaş, 2002:160). Bugün her iki kavram iç içe geçmiş gibi gözükse de aslında propaganda kamuoyunu oluşturan etkenlerin büyük kısmını kapsayan ve kamu görüşüne etki eden, ve bu etki sonucunda kamunun edindiği ortak görüştür. Propagandanın yapılması aşamasında temelde iki kavramın kullanıldığını görürüz. “İyi” ve “kötü”. Propagandanın amacı iyiyi ve kötüyü tanımlamak, hedefe neyin iyi neyin kötü olduğunu göstermektir. İyi kötü düzlemi üzerinde propaganda haklı-haksız, dost-düşman, yanlış-doğru gibi kavramların anlamlarını hedef kitleye açıklamaktadır. (Vamık, 1993:37) Propaganda bütün insanlara özgü korku ve sevinçleri, tutku ve güdüleri harekete geçirir ve ırksal karakteristiklere, geleneklere, kültürel özelliklere ve mitlere dayanarak yapılır. Toplumların derin eğilimlerini yansıtan kolektif mitler kitle iletişim araçları ile aynı anda harekete geçirilir ve izleyiciler farklı mekânlarda olmalarına rağmen aynı ilgi ve çıkarları paylaşan psikolojik bir kitle oluştururlar. Kitle iletişim araçları sayesinde olaylar ve yorumlar çok kısa bir zamanda ve çok büyük kitlelere yayılıp, kanaatler yönlendirilir. (Kapani, 1989:150) Propaganda; bir düşünceyi, iletilmek istenenleri en sade bir biçimde hedefe aktarabilmelidir. Propaganda öğretisini; bildiriler, inanç bildirimleri, izlenceler ve demeçler gibi yazılı metinlerle anlaşılır kılar. Bu maksatla parola ve slogan ile 12 anlatılmak istenen yalın, kısa ve öz olarak verilir. Bireyleştirilmiş ve teke indirilmiş karşıtın varlığının daha etkili olması amaçlanır. (Yalınlık ve Tek Düşman Kuralı) Propaganda iletileri herkesin anlayabileceği kadar yalın, basit ve ilgi çekici olmalıdır. Bu maksatla iletiler anlaşılır basit ve kısa cümlelerden oluşturulur. Dikkat çekici bir içeriğe sahip olması için de olaylar büyütülerek verilir. (Büyütme ve Bozma Kuralı) Bir propaganda kampanyasında en önemli kural verilmek istenen temel mesajların yinelenmesidir. Mesajların yinelenmesi de iyi bir düzenleme ile etkili olmaktadır.(Düzenleme Kuralı) Propaganda, önceden var olan bir temel üzerinde çalışır. Halka kendi fikrini benimsetmek isteyen bir propagandacı, öncelikle, halkın istediği gibi davranır daha sonra kendi fikirlerini enjekte eder. (Aşılama Kuralı) Çoğu insan için bir topluluğun üyesi olmak büyük önem taşımaktadır. Bu durumdan yararlanan propaganda bu birliği yaratmak ve güçlendirmek için çalışmaktadır. Özellikle totaliter yönetimlerde kullanılan birlik mekanizmasını sağlamak adına partilere, gösterilere, mitinglere ve kitle yürüyüşlerine başvurulur. Bu faaliyetler ve ünlü kişilerin kullanılması ile birlik duygusunun topluluk içinde bulaşması sağlanır. (Birlik ve Bulaşma Kuralı) (Domenach, 2003:55-73) Propaganda inandırıcı olmak zorundadır. Öyle ki akıl ve düşünceye hitap eden propaganda bireylerin karar verme yetisini artırmaktadır. Propaganda, inandırma ve kandırma işi olmakla birlikte belli temellere oturtulmamış, tamamıyla yalan yanlış şeylerin kabul ettirilmesi değildir. Yalan haberler günü kurtarsa da gün gelip, yalanlar açığa çıkınca propaganda geri teper. Nitekim Rus yönetimini suçlayıp aynı zamanda güçsüz olduğunu savaşamayacak durumda olduğunu ileri süren Fransızlar; Sovyet Ordusu karşısında şaşkınlığa uğramış, uydurulan yalanlar Fransız propagandasına zarar vererek, yönetime olan güveni sarsmıştır (Brown, 1974:130). Propaganda bir telkin sanatıdır. Kısaca hedef alınan kişilere doğru ya da yanlış belli bir fikrin ya da inancın aşılanması gayreti diyebileceğimiz telkin, bilinç dışı bir sürecin aracılığı ile kişinin ruhi ve fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi şeklinde de tanımlanabilir. Yani telkin kişinin iradesini tamamen veya kısmen devre dışı bırakmakta; böylece kişi işlediği fiilleri dışarıdan zihnine sokulan istek ve fikirler doğrultusunda yerine getirmektedir. Telkini yapan, gerekli 13 gördüğü fiillerin işlenmesine veya kendi fikirlerinin hedef kişi ya da kişilerce benimsenmesine gayret eder. Telkin tekliften daha ileride, telkini yapanın değerlendirme ve yargılarını taşıyan bir teknik olarak işlevini yerine getirmektedir. (Tan, 1989:163) Propagandanın bir diğer özelliği de sürekli tekrarlanan tek yönlü bir mesaj iletimine sahip olmasıdır. Bundan dolayı mesajları oluşturmak, amaca uygun mesajları seçip yollamak büyük bir önem kazanmaktadır. Propagandada birçok mesajın içinden ancak propagandanın temel anlayışına ve beklentisine uygun olanlar halka verilir. (Kazancı, 1982:56) Propagandacı kocaman yalanlar söyleyerek propaganda yapmaz, yapamaz. Propagandacı bütünün içinde bir anlamı olan, ancak parça olarak ele alındığında çarpıtılmaya müsait bir bölümü alır. O bölümü öyle büyütür ve abartır ki gerçekle hiçbir ilgisi kalmaz. Çarpıtılan gerçeğe ilaveten kendi düşüncelerini, duygularını, korkularını ya da umutlarını ilave eder. Propagandacı yeni anlamı inşa etmiştir artık. Bir sonraki tekrarda, ilk kodlar gerçek kabul edilir ve onun üzerine ilaveler yapılır. Bu yöntem özellikle ikna edici siyasal iletişimde sıklıkla kullanılır. Propaganda titiz çalışmaların ürünüdür. Propagandayı servis edilen bir yemek olarak düşünürsek, mutfakta geçirilmesi gereken vakit epey fazladır, hazırlık aşamasında yapılan çalışmalar önem taşımaktadır. Öncelikle, propagandanın etkili olabilmesi için düşünsel düzeyde uzun bir hazırlık dönemi geçirilmesi ve aynı zamanda güncel bir konu çerçevesine yerleşmesi gerekmektedir. (Özkök, 2003:14) Propaganda kısa sürede etki yaratmayı hedefler. Bu nedenle de siyasal iletişimden farklı bir söylem kullanıp, kullandığı farklı dil ile bir “düş” yaratmaya çalışır. (Aziz, 2003:14) Ancak tüm bu özelliklerden daha önemli olan, propagandanın içinde yer aldığı toplumun siyasal, ekonomik, kültürel yapısı ve o dönemde sahip olduğu konjonktürel özelliklerdir. (Özkök, 2003:255) Özellikle milli menfaatlerle ilgili yapılan propagandada karmaşanın engellenmesi, karşı propagandanın rahatlıkla bertaraf edilebilmesi için propaganda tek elden yürütülür. Almanya’nın II. dünya Savaşı’nda “Propaganda Bakanlığı” kurarak bu işi tek elden yürütmesi en güzel örnektir. (Berkes, 1942:116) 14 Propagandada planlar elastikidir. Beklenilmeyen durumlar için B ve C planları hazırlanmıştır. İşbirliği ve koordinasyona riayet edilir. Farklı kanallardan mesajlar birbirini teyit eder, tezada düşülmez. Propaganda sabır işidir. İnsanı etkilemek, ona yön vermek için zamanın kullanılması önemlidir. Propaganda tedrici olarak yapılır. Kimi zaman yıllar süren çalışmalar olabileceği unutulmaz. Propaganda; yapıldığı ülkenin politik iklimiyle uyum içerisindedir. Uygulanacak propagandanın türüne ( askeri, siyasal, ekonomik vs.) ve uygulanacak ülkeye göre farklı propaganda şekilleri geliştirilir. İletileri aktarmak için kullanılan simgesel şifreler toplumların kültür yapıları ile bağıntılıdır. İletişim, detaylı bir süreç olduğu için ortamın iyi analiz edilmesi gerekir. Hedef ülkedeki zıtlıklardan ve azınlıkların çeşitli arzularından da faydalanılır. Hedef toplumun sosyal seviyesine ve inançlarına uygun propaganda yapılır. Eğitim düzeyi yüksek, kültürlü bir topluluğa basit propaganda yöntemleriyle etkili olmaya çalışmak, onların kanaatlerini değiştirmek istemek boşuna çabalamaktan başka bir işe yaramaz. Topluluğa uygun taktikteknikler geliştirilmelidir (Özsoy 1998:179–181). Hedef toplum kazanıldıktan sonra bir kenara itilmeyerek irtibat sürdürülür. Propagandanın sürekliliği hususunda çaba harcanır. Aksi takdirde en sadık olanlar bile bir süre sonra yalnızlık hisseder ve kendilerini köle gibi algılarsa asileşir ve ilk fırsatta bu zorluklardan kurtulmaya çalışır. (Bröckling, 2001:113) Propagandanın çoğunluğunda aktüalite vardır. Örneğin Çin propagandacıları, Sovyetlerin 1936’dan önceki dönemde köylüler üzerindeki hatalarını tekrarlamamak için propaganda faaliyetlerinden önce kitlelerin bir takım genel bilgilerden, önemli kavramlardan ve olaylardan haberdar olmaları yönünde çaba sarf etmişler daha sonra da, propaganda faaliyetlerine girişmişlerdir. (Tolan, 1985:445) Propagandanın, içinde bulunulan şartları değiştirme gibi bir misyonu yoktur. Sadece bulunulan şartlar altındaki eylemleri değiştirme ve yönlendirme çabası içindedir. Bu değiştirme ve yönlendirme çabası, zorlama ile değil sadece iknaya dayalı olup, bireylerin mevcut tutumlarının istenilen yönde etkilenmesi ve sonuçta eylemlerinin değiştirilmesi, propagandanın temel amacıdır. (Domenach, 2003:36) 15 Bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir konu ya da olaya karşı deneyim ve bilgilerine dayanarak örgütlediği bilişsel, duygusal ve davranışsal bir tepki ön eğilimi olan tutum, dolaysız olarak somut biçimde gözlemlenip, kavranamaz. Tutumun algılanabilmesi, onun davranışa dönüşmesiyle mümkündür. Zira tutumlar deneyimlerle kazanılmış, anlık olmayan tepki biçimleridir. Farklı kişilerin aynı objeye karşı değişik davranışlar sergilemesi, iyi, kötü gibi yargılarda bulunması, bir grup, bir davranış hakkındaki yönelimleri sahip olunan tutumlar sayesindedir. (Tezcan, 1993:112) Tutum değiştirme çalışmalarında ilk aşama; sahip olunan tutumla ilgili şüphe meydana getirerek kişiye “acaba?” dedirtip insanların tutum nesnesiyle ilgili düşüncelerini etkilemektir. Tutum değiştirme yöntemlerinden olan ikna edici iletişim; bireyin belirli uyaranları ileterek başkalarının davranışlarını değiştirme/etkileme sürecidir.(Oktay, 2000:215) Bu süreçte alıcı; dikkat, kavrama, kabul, saklama, yorumlama, davranış aşamalarından geçer. Yani gönderilen her mesaj herkesin dikkatini çekmez, dikkat çeken her mesaj alıcı tarafından anlaşılamaz, anlaşılan her mesaj kabul edilmez, kabul edilen her mesaj uzun süre hatırlanmaz, hatırlanan her mesaj davranışa dönüşmeyebilir. (Baysal, 1981:147) Bu yüzden alıcı, kaynak, mesaj ve iletişim aracı değişkenlerine ait özellikler dikkate alınarak ikna edici iletişim gerçekleştirilmelidir. Örneğin alıcının zekâ seviyesi, tahsil durumu ve kendine öz güveni mesaj içeriğini ve mesajın sunum şeklini etkiler. Kaynağın konusunda uzman ve de tarafsız oluşu hedef kitlenin mesaja olan direncini kırar. (Özerkan, 1997:16) Bireylerde tutum değişikliği: itaat, özdeşleşme ve benimseme şeklinde meydana gelir. (İnceoğlu, 1993:51) İtaat süreci; İçeriğe gerçekten inanmaktan değil, uymama sonucunun ceza, uyma sonucunun da ödül olabileceğinin kestirilmesiyle işlemektedir. Yani burada yapay bir tutum değiştirmesi söz konusudur. Özdeşleşme; bireyin egosuyla doğrudan ilişkilidir. Bireyin ilişki içinde bulunduğu ve egosunu tatmin edilen kişilerin tutumları, birey tarafından direniş görmemektedir. Özdeşleşmede kalıcılık eğilimi vardır. Birey, benzemek istediği kişileri referans alır ve onların tutumlarını benimser. 16 Benimseme ise; bireyin var olan tutum ve değerlerinin karşılaştığı tutum ve değerlerle örtüşmesi durumunda görülmektedir. Kendi tutumlarıyla çelişik bir görüntü sergilemeyen, tutumları nedeniyle çatışmaya düşmeyen birey karşılaştığı, kendi tutumlarıyla örtüşen yeni tutumları kabul etmektedir. Olaya propaganda açısından bakılınca tutum değiştirmenin demokratik ülkelerde daha çok özdeşleştirme ve benimsetme, otoriter rejimlerde ise itaat şeklinde işlediği görülecektir. (İnceoğlu, 1993:51) 1.3.3. Propagandanın Araçları Özünde başkalarını istenilen yönde etkileme olan propaganda her türlü iletişim aracı ile yapılır. Alıcı için bir anlam taşıyan bir iletiyi ulaştıran her şey iletişim aracı olarak adlandırılmaktadır. Örneğin, jest ve mimikler, dokunma, giderek sessiz kalma, cevap verme gibi davranışlar da iletişim aracı olarak nitelenebilir. Bu halde sözlü, sözüz, görsel ve dokunsal iletişim araçlarından, yani propaganda araçlarından bahsedilebilir. (Tan, 1989:44) Fakat bu çalışmada propaganda araçları yüz yüze iletişim ve kitle iletişimi olmak üzere iki başlık halinde incelenecektir. 1.3.3.1. Yüz yüze İletişim Yüz yüze iletişimin en önemli kaynağı insandır ve insan, kamuoyunun oluşturulması ve yönlendirilmesinde başlıca faktördür. İnsanın propagandada ki başarısı dili kullanmasındaki maharetine, propaganda tekniklerinden faydalanmasına ve güçlü bir kişiliğe sahip olmasına bağlıdır. Gerçek bir propagandacı, hedef kitlesinin özelliklerine ve yaptığı propaganda türüne göre, çeşitli yollara başvurur ama her şeyden önce, kişisel inandırıcılığı, çekiciliği ve konuşmasının nitelikleriyle hedefini etkiler. (Domenach, 2003:51) Propagandanın en eski aracı sayabileceğimiz insan, sınırlı coğrafi alanlarda oluşan ve küçük gruplar halinde beliren kamuoylarında kişisel temaslar kurarak kanaatlerin oluşumunu büyük oranda etkilemektedir. Özellikle seçim dönemlerinde liderlerin ve propaganda uzmanlarının halkla iç içe olmaya çalışmalarının arkasında kişisel temasların kamuoyunu etkilemedeki önemi yatmaktadır. Yöresel-moleküler baskı anlamında ele alınabilecek yüz yüze temaslar, mekanik kitle haberleşme 17 araçlarına oranla çok daha geniş ölçüde bireysel yorum ve kişisel ilişkilere olanak sağlar. (Orrick, 1967:42) Kişiliği, yetenekleri, sabrı başta olmak üzere bir propagandacıda aranan niteliklerden biri de “ dili “ iyi kullanabilmesidir. İnsanlar arasında anlaşmanın sağlayıcısı olarak dil insanların duygularını, düşüncelerini, fikirlerini birbirine nakletmek, isteklerini birbirlerine anlatmak için doğal bir vasıta ve temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar sistemi, konumundadır. Fakat dilde anlam kelimenin kendinde değil, onu kullanan ve anlayan insandadır. Kimi zaman ses tonunda yapılan değişiklikler, vurgular, dinleyicinin dikkatini çekecek, konuşmanın mahiyetini ve vermeye çalıştığı özü daha kolay benimsenecek duruma getirecektir. Çeşitli fikirleri ve olayları temsilen kullanılacak parolalar ise dili kullanmadaki diğer bir ustalığı ortaya koymaktadır. Parola “harekete geçirici kavramdır, elden geldiğince, kısa, büyüleyici bir biçimde, içinde bulunulan zamanın en önemli ereğini dile getirir. (Ergin, 1986:3) 1.3.3.2. Kitle İletişim Araçları İletişimin yüz yüze karşılıklı olmayı gerektirmeden anında ve kitlesel düzeyde yapılmasına kitle iletişimi, bu maksatla kullanılan araçlara da kitle iletişim araçları denir. (Türkoğlu, 2004:68) Kamuoyunun oluşmasına olanak sağlayan gazete, dergi, radyo, televizyon, film, kitap, afiş, sergi, müzik kitle iletişim araçlarıdır. Siyasal ideoloji, propaganda yardımıyla hedef kitleye ulaşmaya çalışır. Bir mesajlar bütünü olan propagandanın da kitlelere aktarılması için bir aracın üzerine bindirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle propaganda mesajlarının yayılmasında en önemli işlevi kitle iletişim araçlarının yerine getirdiği bir gerçektir. İdeolojik propaganda ve kitle iletişim araçları ilişkisi bu anlamda çok önemlidir. İdeoloji, propagandayla, propaganda ise kitle iletişim aracı ile hedefe ulaştırılır. Bundan dolayı kitle iletişim aracı olmadan yapılan propagandanın etkisinin tartışılması söz konusu olmuştur. (Özsoy, 1998:331) Kitle iletişim araçlarından gönderilen iletiler bireylerin diğer insanlarla olan iletişimini ve başkalarından gelen kodları açımlama biçimini etkileyebilmektedir. Laswell’e göre kitle iletişim araçları, çevreye ilişkin bilgileri aktarır, yorumlar, sıra dışıları açıklayarak toplumsal kuralları desteklemeye ve görüş birliğini sürdürmeye 18 hizmet eder, kültür ileticisi olarak bilginin, değerlerin ve toplumsal kuramların bir kuşaktan diğerine ya da toplumun bireylerinden, topluma yeni katılanlara iletilmesi işlevini görür. (Severin-Tankart, 1994:514) Kitle iletişim araçları, kitle içinde bireylere yeni bir öz kişilik verir ve bu kişiliği benimsetir. Bu kişilere ayrıca, ne olmaları/nasıl olmaları gerektiğini aşılar ve bu yönde bir istek oluşmasını sağlar. Gerçek kişilik, bu yeni pompalanan öz kişiliğe denk düşerek bireyin rahatlamasını sağlayarak bir tür kaçış alanı ortaya çıkartmaktadır. Bu mekanizmanın süzgecinden geçen kişi, ya da önerilen kişiliği benimsemek ya da karşı tercih etmek zorunda kalacaktır. Bu ilkeden hareket eden kitle iletişim araçları, yaşanılan ve yaşanması gereken gerçek bir dünyayı değil, kendi ürettiği yapay bir dünyayı yansıtmaktadır. Kitle iletişim araçları, günümüz insanların tek başına elde edemeyeceği kadar çok haber iletmektedir ancak, bunu yaparken, bireyler arası ilişkide göz önüne serilen bu dış dünya arasında gerçek bağlantıyı kurup kurmadığı olayı ayrı bir tartışma konusu teşkil etmektedir. (Mills, 1974:436) 1.3.3.2.1. Gazete Gazetenin propaganda aracı olarak kullanılması çok eskilere dayanmaktadır. Jull Sezar tarafından “Acta Diarna” ismiyle çıkarılan gazete bunun en eski örneklerindendir. Bir başka örnek de propagandanın gücünü gören ve bu gücü kullanmak için Fransızların ünlü komutanı Napoleon tarafından çıkarılan gazetedir. Napoleon gazete hakkındaki görüşlerini “ Dört düşman gazete, yüz bin kişilik ordudan daha fazla zarar verebilir diye ifade etmiştir. (Özsoy, 1998:49) II. Dünya Savaşı’nda Almanlar işgal ettikleri ülkelerde sivil halkın direncini kırmak için gazeteler çıkartmışlar, esirler hakkında bilgiler vermişlerdir. Yine İngilizler de uçaklardan attıkları yüz bine yakın gazeteyi Alman halkının okumasını sağlamışlardır. (Özsoy, 1998:215) Günümüzde televizyon karşısında etkinliğini kaybetmiş gibi görünse de Sunday Times gazetesi genel yayın müdürü Harold Evans “ Televizyon hiçbir zaman gazetenin yerini alamayacaktır, zira birinde size sunulan haberle yetinmek zorundasınız diğerinde ise haberler arasında istediğinizi seçebilmek gibi bir bağımsızlığınız var” (Demirkant, 1982:12) diyerek gazetenin önemini anlatmıştır. 19 Gazetede önemli noktalardan biri olayların yazıyla beraber fotoğrafla sunulmasıdır. Fotoğraf da tıpkı haber gibi gerçeği yeniden üremekte, başka bir gerçekliğe dönüştürmekte, bakış açısının değiştiği ölçüde bize farklı bir imge başka bir söyleyişle farklı mesajlar sunmaktadır. Değiştirilerek sağına-soluna, altına-üstüne yazı yazılarak sunulan fotoğrafın yansıttığı gerçek rahatlıkla saptırılabilmektedir. (Oktay, 1987:95) 1.3.3.2.2. Radyo Birinci Dünya Savaşı’nda laboratuarlarda geliştirilip tam olarak 1920 Şubatında ilk yayını yapan radyo, sesi her türlü sınırdan kurtarıp, propagandanın eline büyük bir silah olarak vermiştir. Radyo; insanı okuma zahmetinden kurtarması, ses tonu ve vurgusuyla neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu belirtmesi ile yazılı basının önüne geçmiştir. 1923 yılında İngiltere’de kurulan ilk radyo şirketinden sonra dünyadaki tüm ülkeler, radyonun önemini anlamışlar, Afrika’dan Çin’e kadar her tarafa girebilen bu etkili haberleşme cihazının propagandanın en önemli aracı olduğunda hem fikir olmuşlardır. (Ertem, 1941:321) Nitekim İngiltere’de 1923 yılında yapılan seçimlerde İngiliz İşçi Partisi ilk defa radyoyu propaganda amaçlı kullanarak önemli bir başarı elde etmiştir. (Kaleli, 1995:16) Bugün her ne kadar üstünlüğünü televizyona kaptırsa da her yerde (araba kullanırken, yemek yerken, yürürken) kullanılabilmesi nedeniyle diğer propaganda araçları karşısında avantajlarını sürdürmektedir. Halen Almanya, İtalya, İngiltere, Amerika, Rusya, Japonya gibi ülkelerde aynı anda elliden fazla dilde radyo yayını yapılmakta, her dilden insana ulaşılmaya çalışılmaktadır. (Berkes, 1942:127) 1.3.3.2.3. Televizyon En güçlü propaganda aracı olarak sosyal hayatta yerini alan televizyon; kitlelerin hayat tarzlarını, kültürel ve sosyal etkinliklerini belirleyen, en önemlisi de insanları yönlendiren en etkili silahtır. Düzenli olarak 1936 yılında BBC tarafından yayına başlayan televizyon, hem göze hem de kulağa hitap etmesi sayesinde radyodan çok daha etkili bir manipülasyon aracı olmuştur. Zira radyoda insanın kendine göre doldurabileceği bir 20 alan, boşluk ve hayal dünyası vardır. Duyduklarınızı kendi dünyanızda kurgularsınız. Ama televizyon mimiklerden gülüşe kadar hiçbir boşluk bırakmamıştır. Birey tam bir “ izleyicidir” (Choamsky, 1994:42) Olayların çoğundan televizyon sayesinde haberdar olan günümüz insanının vereceği kararlarda, benimseyeceği siyasal görüşte ve hatta hayat tarzında televizyon büyük rol oynamaktadır. Bu silahı elinde bulunduran; insanlara görüneni değil, görünmesini istediği şeyleri sunar. Körfez savaşında, savaşla hiçbir ilgisi olmadığı halde denize dökülmüş ham petrol içinde çırpınan karabatakları defalarca göstererek Saddam’ın ne kadar gaddar ve vahşi bir lider olduğu imajını pekiştirmeye çalışanlar, aynı şekilde Romanya’da Çavuşevsku’nun kurşuna dizilmesini hazırlayan olayları dünya kamuoyuna bir insanlık kıyımı olarak takdim ederken televizyonu kullanmışlardır. Hastanelerin, morgların cesetten geçilmediği imajı verilen Romanya’da ölenlerin iki elin parmakları kadar olduğu sonradan anlaşılmıştır. (Yıldız, 2002:4) 1.3.3.2.4. İnternet ve Sosyal Medya Dünya çapında milyonlarca kullanıcıyı ve binlerce bilgisayarı birbirine bağlayan, çok miktarda bilgi taşıyan, yaygın olan ve sürekli büyüyen bir ağ sistemi olan internet; Tüm dünyaya yayılmış büyük bir kütüphane, Bireysel katılımcılığı öne çıkaran, her isteyenin kendi gazete, radyo ve televizyonunu oluşturabildiği bir yayın ortamı, Üzerinde ulusal ve uluslararası işlemlerin olduğu bir ticaret ortamı, Sergilerin, müzelerin ve konserlerin bulunduğu bir kültür ve sanat ortamı, Kültür ve doğa zenginliklerini ve ülkeleri dünyaya sunan bir tanıtım ortamı, Uzaktan sürekli eğitimi, kurum içi ve mesleki eğitimi destekleyen bir eğitim ortamı, Katılımcı, şeffaf, bireysel denetim ortamı sağlayan bir iletişim ortamıdır (Bican, 1997:27). 1990’lı yıllardan itibaren sosyal hayatta yerini alan Internet teknolojisi bilinçli ya da bilinçsiz bir propaganda aracı olduğu yönünde eleştiriler almıştır. Dünyanın öteki ucundaki bilgiye anında ve özgürce ulaşabilme imkânı interneti yanlış 21 yönlendirme potansiyeli en çok iletişim araçları arasına sokmuştur. Kulaktan kulağa haberleşme, dedikodu ve sözel bilgilendirme olarak adlandırılan iletişim biçimleri arasında kendisine yeni bir alan açan internet; habere benzeyen bilgi özelliği nedeniyle ikinci derece haber veya yarı gerçek bir zihnin ürünü olarak adlandırılabilir. İnternet iletişiminin bunlardan hangisi olduğu kişinin tercihine kalmıştır. Web siteleri, elektronik posta zincirleri ve haber grupları, meydana gelecek en ufak bir olayı nerde olursa olsun bilgisayarı olan herkese ulaştırmaktadır (Nelson, 1996:12). Her geçen gün kullanıcı sayısı artan internette ulaştırılan bilginin doğruluğu, olası zararları gibi konularda fazla endişe duyulmamakta ve internet algıyı yönlendirme, biçimlendirme ve propagandacının arzulanan amaçları geliştirecek cevapların alınması alanlarında gerçekleştirilen bilinçli ve sistemli girişimlerde bulunmak için en ideal araç olmaktadır. 1.4. PROPAGANDA ÇEŞİTLERİ 1.4.1. Kaynağına Göre Propagandanın özelliği, ülkedeki politik şartlar ve propagandadan beklentiler çerçevesinde kaynak, yani propaganda yapıcısının kimliği kimi zaman belirli kimi zaman ise belirsizdir. Buna göre propaganda beyaz, gri ve siyah olmak üzere üçe ayrılır: 1.4.1.1. Beyaz Propaganda Propagandayı yapanın kimliğinin açık olduğu ve haberlerin kaynaklarının ispat edilebildiği sağlam delil ve gerçeklere dayalı olarak söylenen söz ve yazılardır. Yaşanmış olaylar süslemeden ve yalın bir şekilde ifade edilir. Özellikle yorumsuz fotoğraflar ve kısa haber başlıkları bu propaganda yöntemine girmektedir. (Ziyaoğlu, 1963:41) 1.4.1.2. Gri Propaganda Propaganda yapıcısının kimliği haberin durumuna göre açık veya gizli olduğu, ancak sağlam delillere dayanmayan, genellikle doğrular üzerine eklenen süslemelerle haberin saptırılması şeklinde yapılan propaganda biçimidir. Büyük oranda halk tarafından doğru olarak kabul edilen bir olay yalan, dedikodu ve rivayetlerle halkı 22 yönlendirmek için kullanılır. Gri Propaganda bazen gerçek haberlerin arka planda kalması gündemi gerçek bir haberin belirlememesi için kullanılır. Küçük bir olay, sonuçları çok farklılaştırılarak ve önemsetilerek halka duyurulur. (Ziyaoğlu, 1963:43) 1.4.1.3. Siyah Propaganda Propagandayı yapanın kimliğinin ve haberin kaynağının belli olmadığı genellikle yalan bir haberin doğru ve kanıtlanabilir şekilde sunulmasıdır. Habere “güvenilir bir kaynaktan edinilen bilgiye göre” veya “adını açıklamayan bir yetkili” şeklinde haberin kaynağı belirtilerek başlanır. Genellikle haberin kaynağının gizlilik ilkesi hakkı gereğince ve kaynak açıklanırsa kaynağın bu haberden dolayı kişisel zarar göreceği gibi insani duyguları ön plana çıkarılır. (Ziyaoğlu, 1963:43) 1.4.2. Amaçlarına Göre Propaganda ya mevcut düzeni devam ettirmek ya da sistemi değiştirerek yeni bir düzen kurmak maksadıyla yapılır. Bu anlamda düşünüldüğünde karışıklık ve bütünleştirme propagandası olarak ikiye ayılır: 1.4.2.1. Karışıklık Propagandası Mevcut düzen yıkılmadan, propagandası yapılan görüşlerin geniş kitleler tarafından kabulünün mümkün olmayacağı varsayımına dayanır. Propagandanın “ Bozma ve Tek Düşman “ kuralını esas alır. Bunun için toplum içerisinde anlaşmazlık çıkarmak, toplumsal dayanışmayı yok etmek amaçlanır. Meydana gelen kazalar, doğal afetler, skandallar işlenecek konular arasındadır. (Dönmezler, 1982:407) 1.4.2.2. Bütünleştirme Propagandası Belirli bir düzeye ulaşmış toplumların durumlarını geliştirme veya en azından mevcut durumu koruma amacına yönelik olarak yürütülebileceği gibi, karışıklık propagandasının amacına ulaşması halinde, karışıklık propagandasının terk edilerek bunun yerine ikame edilen propaganda türüdür. Lenin, Hitler, Mao önce karışıklık propagandasını uygulayıp, amaca ulaştıktan sonra bütünleşme propagandasını uygulamışlardır.(Dönmezler, 1982:407) Bu tür propaganda, insanların veya 23 toplumun, kurumun değer ve davranışlarına katılması ve onlara sımsıkı bağlanmasını amaçlamaktadır. Bu mevcut siyasal iktidara meşruluk temelini kazandırmaya yönelik yapılan birleştirici propaganda türüdür. Yönetilmekte olan kitlenin sadece itaat etmesinden ötürü onların yönetimi sevmeleri için de uğraşırlar. (Keskin, 1997:15) 1.4.3. Akla ya da Duygulara Hitap Etmesine Göre Hedef kitlenin eğitim ve kültür seviyesi, beklentileri, propagandanın konusu, süre gibi kıstaslar çerçevesinde akıl ya da duygular hedef alınarak propaganda yapılır. Buna göre propaganda ikiye ayrılır: 1.4.3.1. Ussal Propaganda Ussal propaganda bilimsel verilere dayanılarak yapılan propaganda türüdür. Bu propagandanın içeriği büyük ölçüde çeşitli bilim dallarının verilerinin bir sentezi biçimindedir. Bilgiler daha çok rakamlar, şekil ve istatistiki verilerle iletilir, ancak eğer propagandanın uzun dönemli bir etkisi olması isteniyorsa, ussal propaganda tercih edilmelidir. (Keskin, 1997:15) 1.4.3.2. Duygusal Propaganda Ussal olmayan propaganda hedef kitlenin coşkulu bir anda kendisine verilen her şeyi muhakeme süzgecinden geçirmeksizin kabul edeceği varsayımına dayanmaktadır. Kısa dönemde çok etkili olan bu propaganda türünde hedef kitlenin tutkularının belirlenmesi, onu heyecanlandıracak, hatta galeyana getirecek temaların bulunması, bu tema içerisinde verilecek mesajın sunulması gerekmektedir. (Tolan, 1985:492) 1.4.4. Konusuna Göre Propagandanın konusu; propaganda metotları, süre, ayrılan mali kaynak, beklentiler, hedef kitle gibi konularda belirleyici etkendir. Faaliyet alanlarının sınırlı ya da çok geniş kapsamlı oluşu yine propagandanın konusuna göre şekillenir. Konusuna göre propaganda üç başlık altında ele alınabilir: 1.4.4.1. Askeri ve Ekonomik Propaganda 24 Faaliyet alanları ve hedefleri göz önünde bulundurularak daha dar kapsamlı propaganda türleridir. Kendi askeri gücünü olduğundan fazla gösterirken, düşmanın askeri gücünü küçük göstermek, moral bozukluğu yaratmak, savaşamaz duruma getirmek için yapılan propaganda türü askeri propagandadır. Milli bayramlardaki askeri geçit törenleriyle iç kamuoyu, tatbikat ve manevralara çağrılan yabancı misyon şefleri sayesinde de dış kamuoyu etkilenmeye çalışılır. Düşmanın ekonomik gücünü zayıflatmak, üretebilirliğini sekteye uğratırken kendi ekonomisini, çalışan ve üreten iş gücünü artırmaya yönelik propagandaya da ekonomik propaganda denir.(Özsoy, 1998:19) 1.4.4.2. Siyasal Propaganda Siyasal propaganda 20.yy’ın ilk yarısında ortaya çıkmış olan bir olgudur. Teknolojinin gelişimiyle yeni iletişim tekniklerinin ortaya çıkması siyasal propagandanın etkisini gün geçtikçe artırmıştır. Siyasal propagandanın en önemli dayanağı kitle iletişim ağı ve araçlarıdır. (Kazancı, 1982:55) Siyasal propaganda; radyoları, TV. leri, sinemaları, fotoğrafları, yüksek tirajlı basın afişlerini, hitabeti, şiir ve müziği, heykelciliği, bütün güzel sanatları kısacası bütün iletişim imkanlarını kullanarak kitlelerin davranışlarına etki edip, onları belirli düşüncelere yöneltir, seçim dönemlerinde oy tercihlerini etkiler. (Perin, 1961:10) Bir yönetim ya da siyasal bir parti tarafından hedef kitlenin kendilerine karşı olan davranışlarını değiştirmek için yaptıkları bu propagandanın özünde siyasal eylem vardır. Yapılan faaliyetlerle yeni kanaatler doğar, destek ya da muhalefetler oluşur. (Bektaş, 2002:221) Bilgi verme, ikna etme ve kamu seferberliği sonuçlarını amaçlayan siyasal propaganda, özellikle parti bağlılığı zayıf veya kararsız kişilerde daha etkili olmaktadır. (Kalender, 2000:91) Siyasal propagandada iletişimin üç temel fonksiyonu bulunmaktadır. Fonksiyonların ilki, “ortaya çıkan siyasal problemlerin tanımlanmasına yardımcı olması”, ikincisi, “bu problemlerin siyasal tartışma ortamına girerek meşruiyet kazanmasını sağlaması”, üçüncüsü ise, “artık tartışma konusu olmaktan çıkmış, ortak bir görüş birliğine varılmış konuları gündemden düşürmek” olarak ifade edilmektedir. (Özkan, 2004a:41) 25 Bu fonksiyonların birincisinde siyasetçiler ve medya, ikincisinde kamuoyu araştırmaları ve üçüncüsünde yine medya ön plana çıkmaktadır. (Özkan, 2004a:41) Yönetenler ve yönetilenler arasındaki etkileşimi sağlayan siyasal iletişimde temel amaç siyasal mesajların iletilmesidir. Bunun için de mesajın dili ile verileceği zaman ve kanallar önem kazanmaktadır. Siyasal iletişim mesajının verileceği zaman ve kanallar belirlenirken kamuoyunun beklentilerinin ve hedef kitlenin özelliklerinin iyice belirlenmesi gerekir. Hedef kitlenin sosyo-ekonomik durumunun belirlenmesiyle mesajlarda kullanılacak dil belirlenir. Bu çalışmalardan sonra kanaat önderlerinden ve gündem oluşturma tekniğinden yararlanarak kamuoyu etkilenmeye ve böylece siyasal rakiplere üstünlük sağlanmaya çalışılır. (Aziz, 2003:37-38) Siyasal iletişimdeki aktörler, şu şekilde sıralanmaktadırlar: Devlet Başkanları, hükümet, siyasal partiler, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, baskı ve menfaat grupları, medya kuruluşları, sivil itaatsizlik, lobicilik faaliyeti yapan gruplar, yasa dışı gruplar. (Aziz, 2003:38) Siyasal iletişimde mesajı veren bu örgütlü yapılar, kamuoyu adına mesajları hedef kitleye aktarmaktadırlar. Bu hedef kitle birden fazla olabilmektedir. (Aziz, 2003:5-6) Küreselleşme ile birlikte yaygınlaşan siyasal iletişim, bir yandan siyasette şeffaflığın artmasını ve demokratik ikna yöntemlerinin kullanılmasını sağlamaya başlamış, diğer yandan da kullanılan iletişim yöntem ve tekniklerinin benzeşmesine neden olmuştur.(Özkan, 2004a:268) Siyasal iletişimin etkili olması için en önemli nokta, tekrar etme ve iletişim kurallarının doğru seçimi olmaktadır.(Aziz, 2003:45-48) Bunların yanında kaynağın güvenilir olması, ikna yeteneğine sahip olması ve mesajın içeriği de siyasal iletişimin belli başlı özelliklerinden sayılır. 1.4.4.3. Sosyolojik Propaganda Sosyolojik propaganda çok geniş bir alanı kapsar ve burada amaç siyasal propagandada olduğu gibi belirlenemez. Sosyolojik propaganda ülkedeki çoğunluğu hedef almış olup, çoğunluğun uzun süreli etkilenmesini göz önünde bulundurarak çeşitli biçimlerde ifade bulmaktadır (Örneğin; reklâm, sinema, sanat anlayışı, giyinme biçimleri, TV dizileri…) Sosyolojik propaganda, toplumsal çerçeveyi 26 kullanarak belirli bir hayat felsefesini hedef kitleye kabul ettirmeye çalışır.(Özsoy, 1998:45) 1.5. MÜZİĞİN PROPAGANDA AMAÇLI KULLANIMI 1.5.1. Geçmiş Uygarlıklarda Müzik Çoğu antik uygarlık, tüm müziklerin kalbinde yatan doğal gücün insanları olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebileceğinin farkına varmıştır. Çalışmada Çin, Yunan ve Türk Uygarlıklarına değinilecektir. 1.5.1.1. Eski Çin’de Müzik Müziğin gücünü fark etmede en erken davranan uygarlıklardan birisi Çin’dir. İsa’nın doğumundan çok önce Çin, bugün bilinen en detaylı ve büyüleyici müzik filozoflarına sahiptir. (Tame, 1988:33) Eski Çin’e göre müziğin insanlar ve uygarlıklar üzerine özel etkiler yapan kutsal bir gücü vardır. Eski zamanların altın çağında imparatorluk yapmış efsanevi Yu Tu Shun’un icraatları buna en büyük delildir. Shun, her yılın ikinci ayı boyunca sorunlar olup olmadığını görmek için ülkesini dolaşıp bölgelerin moral ve davranışlarını tespit maksatlı müziği kullanmıştır. Shun, gezdiği bölgelerde kullanılan çalgıların tınılarını, akort ayarlarını tespit ettirir, saraya dönünce de bu enstrümanların Antik Çin Müziği Cetvelindeki notalarla uyumluluğunu denetlerdi. Böylelikle ziyaret ettiği bölgelerdeki halk şarkılarının tonlarını, bölgeler arası akort farklılıklarını sıkı bir şekilde takip ederek akordun derhal düzeltilip her yerde tek tip hale getirilmesini emretmiştir. Aksi halde bölgelerin birlikteliklerini ve uyumlarını kaybederek aralarında kavgaların çıkabileceğini kaçınılmaz bir son olarak görmüştür. O, müziği hükümetinin etkinliğinin ölçülmesinde ve halkının huzurunun sağlanmasında şaşmaz bir ayna olarak düşünmüştür. (Tame, 1988:15-16) 9.yy.da Çin’de mahkeme törenlerinde İmparatorların ihtişamını temsilen 900’den fazla müzisyenin propaganda maksatlı müzik yaptığı bilinmektedir. Han Hanedanın kurulması ile (M.Ö.206) ülkeyi istikrar içine sokmaya çalışan hükümet, 1911 Devrimine kadar Konfüçyizm’i Çin’in resmi ideolojisi olarak kabul etmiştir. İmparator Han Wudi (M.Ö. 156-87), Konfüçyüs müzik felsefesine dayanan “Ülkeyi müzikle kontrolü” savunmuş, diğer işlerin yanında melodi, şarkı sözü ve 27 doğru ritim arşivlerini oluşturmakla görevli müzik bürosunu kurmuştur. Bu büro müzik hakkındaki tutucu fikirlerle bestekârları ve şarkıcıları kısıtlamış, dolayısıyla 1911’de müzik bürosu çökene kadar Çin Müziği, Avrupa Müziği’nden çok az etkilenmiştir. (Cowell,1948:10) 1.5.1.2. Eski Yunan’da Müzik Bütün büyük Yunan Filozofları bir uygarlığı olumsuz yönde etkileyebilecek müziğin zihinlere sinsice sızmasına karşı ikazlarda bulunmuşlardır. Müziğin gücüne olan bu inanç o kadar sanatsal tutuculuklara yol açmıştır ki Sparta ve Atina’da bazı yenilikçi müzisyenlerin enstrümanları yok ettirilmiştir. Yunan bestekâr ve şarkıcı Timoteus’un eserleri yenilikler yüzünden saldırıya uğramıştır. Her şeye rağmen Yunan müziği gelişmeye devam etmiştir. Günümüzde Antik Yunan’ın çöküşünü müziğe bağlayan yazarlar dahi olmuştur. Tame (1988:189), müziğin Antik Yunan’ın çöküşüne ve ardından da Roma İmparatorluğu’nun yükselişine neden olduğu görüşündedir. O, Yunan Uygarlığı içinde yıkıcı müziğin gücünden bahseder. ” Müzik, sadece birkaç yılda kitlelere ulaşarak yaygın bir popülariteye ve güce erişmiştir. Müziğin Yunan toplumundaki olumsuz etkisi felsefe, siyaset, ahlaki değerler ve yaşam tarzlarında meydana getirdiği tahribatların ölçülmesiyle anlaşılabilir.”(Tame, 1988:189) diyerek bir uygarlığın çöküşüne ışık tutmuştur. 1.5.1.3. Eski Türklerde Müzik Eski Türklerde müzik öncelikle tedavi ve rehabilitasyon maksatlı kullanılmıştır. Şamanizm’in din olarak yaşandığı Orta Asya’da şamanlar tarafından müziğin tedavi amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Davul çalarak ruhları hükmü altına alan şaman, ölülerle, şeytanlarla, cin ve perilerle irtibat kurarak hastalara şifa dağıtmıştır. Daha sonra bu iş Altay, Kaşgar, Kırgız Türklerinde “Baksı” adını alan hekimlerce yapılmıştır. Baksı, seans süresince müzik, şiir, taklit ve dansı sanatkâr bir biçimde birleştirerek hastayı iyileştirmeye çalışmıştır. Trans halinde yaptığı dansın özellikle iyileştirici bir güce sahip olduğuna inanılmıştır.(Güvenç, 1993:10) Kıl kopuz ve dombra çalgıları eşliğinde yapılan bu dans stres, depresyon, halsizlik, kas spazmları, kireçlenme ve romatizma gibi rahatsızlıklar için son derece 28 faydalı ve etkili bir tedavi yöntemidir. Tedaviyi başarıya ulaştıran etkenler, kan dolaşımının artması, beyine oksijen taşıyan kanalların rahatlaması, stres ve depresyonun omuzlara bindirdiği yüklerin dağılması ve doğayı taklit ederek insanın sağlığını yeniden kazanmasıdır. (http://www.tumata.com/muzikletedavi) İslam Medeniyeti tarihinde ise özelikle “Sufiler” müzikle uğraşmıştır. Sufiler, akıl ve sinir hastalıklarının müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir. Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam âlimleri ve hekimleri Zekeriya Er-Razi, Farabi ve İbn Sina müzikle tedaviyi, bilhassa müziğin psişik hastalıkların tedavisinde kullanılmasını bilimsel esaslara oturtmuşlardır. 18. yy. Osmanlı Hekimbaşısı Hasan Efendi, İbni Sina’dan etkilenerek yazdığı ”Emraz-ı Ruhaniyeyi Negama-ı Musikiye” adlı eserinde; hangi makamın hangi çocuk hastalığına iyi geldiğini ifade etmiştir. (Ak, 1997:129) Türkler; müziği tedavi edici özelliğinin yanı sıra savaşlarda düşmanı etkilemek için de kullanmışlardır. Türk savaş tekniğinin vazgeçilmez unsuru olan askeri müziğin amacı, çok uzaklardan duyulan ve gitgide yaklaşan gök gürültüsüne benzer yabancı, değişik bir müzik sesiyle düşmanın moralini bozup savaşacak güç bırakmamak, düşmanı teslim almak suretiyle harbi en kısa zamanda bitirmek ve böylece bir bakıma insan kıyımını önlemektir. Bu maksatla teşkil edilen “mehter”, dünyanın ilk ve en eski askeri bandosudur. Mehtere ilk olarak Orhun Kitabelerinde rastlanmaktadır. Bu Kitabelerde “Kübürge” ve “Tuğ” olarak anlatılan askeri bandonun, Hakanların huzurunda müzik yaptığı anlatılır. O zamanlarda kös, davul, zil ve nay-i Türkî adındaki sazlardan oluşan “Tuğ” lar, savaşlarda ve özel günlerde müzik yapmışlardır. Ayrıca “Tuğ” Türklerde hâkimiyetin de sembolü olmuştur. (http://www.mehter.biz/anasayfalar/Turkce/tarih/tarih.htm) Türk İslam devletlerinde hükümdarlık alametlerinden biri olan mehterhane Osmanlı Devleti’ne Anadolu Selçuklularından geçmiştir. Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubat, Osman Gazi’ye 1299’da beylik alameti olarak sancak ile beraber davul vs. de gönderir. Yani mehter etkileyici müzikal yönünün yanı sıra tarihsel bağları hatırlatması, beylikten devlet olmaya geçiş sürecinin sembolü olmasından dolayı farklı bir misyonu da üstlenmiştir. Mehterdeki enstrümanlar müzik aleti olmaktan öte devlet olmanın, bağımsızlığın da sembolüydüler. 16 ve 17. yy.larda mehterbaşının emrinde yaklaşık 1200 kadar mehter vardır. Padişahın emrinde 29 bulunan tabl-ü alem mehterlerinin sayısı da 187 ile 237 arasındadır. İmparatorluğun stratejik bölgelerindeki 50 kadar kalede mehter takımı bulunmaktadır. Kalelerde düşmanla ve ölümle burun buruna yaşayan eratın moralini yüksek tutmak, motivasyonu artırmak için mehter kullanılmıştır. Kalede mehter çalınırken gözetleme görevindeki eratın duyabilmesi için çoğu zaman mehter kuleleri yapılmıştır. Mehter takımı her gün padişahın bulunduğu yerde; yani padişah seferde ise çadırın önünde, değilse saraydaki muayyen yerinde ikindi namazından sonra nevbet vururdu. Bundan başka yatsı namazından sonra üç fasıl mehter çalınıp padişaha dua edilir, sabaha karşı divan halkını namaza kaldırmak için yeniden nevbet vurulurdu. Ayrıca, Yedikule, Eyüp, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Anadoluhisarı, Üsküdar ve Kız Kulesi’nde de aynı saatlerde mehter çalınırdı (http://www.mehter.biz/anasayfalar/Turkce/tarih/tarih.htm) İletişim imkânlarının günümüzle kıyaslanamayacağı bir ortamda belirli zaman aralıklarıyla, en uzak noktalara kadar mehter çalınması propaganda içeriklidir. Zira mehtere yüklenen anlam ve mehterin sözel içeriği göz önünde bulundurulduğunda çalınan her mehterde “gazâ, birlik beraberlik, devletin devamlılığı, tebaa-hükümdar” ilişkileriyle beraber tarihsel bağların hatırlatılması da hedeflenmiştir. Mehter, bir anlamda Osmanlı’nın kuruluş amacının kısa tekrarıdır. Hükümdara mahsus mehterhanenin on iki katlı olması, yani her aletten on iki tane bulunması, diğerlerinin ise, çalındığı yerin seviyesine göre yedi veya dokuz katlı olması, padişah sefere gittiğinde mehter takımının iki misline çıkarılması, padişah mehterhanesinin saltanat sancaklarının altında durup çalması (ki bu savaşta korkuyu yenmek birlik ve beraberliği hissettirmek, başkomutanın da savaş meydanında, askerlerinin yanında olduğunu hissettirmesi açısından önemlidir) köslerin yalnız padişahların mehterhanelerinde bulunması, sefer esnasında önce padişahın, yoksa serdarın mehterhanesi ve sonra üç tuğlu paşaların, yani vezirlerin, daha sonra ikişer tuğluların (beylerbeylerinin) mehterhanelerinin çalınması basit törensel ayrıntılar olmaktan öte, tebaa üzerindeki etkileri açısından detaylı düşünülmüş psikolojik harp tekniklerindendir. (Akad, 2005:44-48) Muharebe zamanında düşmana yaklaşıldığı zaman mehterin sesinin arttırılıp, bu sırada davul çalanlarca “Yektir Allah yek” diye bağırılması düşmana korku 30 salarken, ölüme yaklaşıldığı bir anda Allah’ın adının anılması savaşan askerler için de cesaret artırıcı bir fonksiyon ifa etmiştir.(Akad, 2005:45-48) Sonuç olarak mehter; askeri cesaretlendirmek, ölüm korkusunu unutturmak, düşmanı korkutup endişeye sevk etmek maksadıyla savaşta düşmana karşı, barışta da padişahın şahsında devletin varlığını, gücünü halka hissettirmek maksadıyla da ülkenin en ücra köşelerinde uzun yıllar kullanılmıştır. Bunda mehterin sözel ve müzikal içeriği kadar, mehtere atfedilen tarihi değerlerin de etkisi olmuştur.(Akad, 2005:44-48) 1.5.2. Günümüz Toplumlarında Müzik İnsanları harekete geçirme maksadıyla müziği kullanan politikacılar müziğin gücünü fark edip ona inanmışlardır. Hükümetlerin müziği güçlü bir silah, hatta ideolojilerinin devamını sağlayan bir araç olarak kullanması müziğin bir propaganda aracı olduğuna en büyük delildir. Müzik, bir kültürün sembolik anlatımı veya bir grubun yaşam biçimidir. Kapsayıcıdır. Farklılıkların bir kenara bırakılması, yeni, farklı ve ideolojik kimlikler yaratılması için ideal bir enstrümandır. Örneğin grup içerisindeki üyelerin ırkları, politik durumları veya inançlarının dikkate alınmadığı “ milli marşlar “ ulusal bir topluluğun bütün üyelerine ait bir semboldür. Müzikal propagandanın en belirgin olanları vatanperverlik şarkılarında, milli marşlarda ve askeri müzikte görülmektedir. Her insan mensup olduğu kurumlarla gurur duyar. İster ilkel, isterse gelişmiş kültürlere mensup insanlarda vatan aşkı “ bir kıvılcım “ şeklinde kalplerde yatar. Bu gelişmemiş kıvılcım, tahrik edildiğinde şarkı ve konuşmada kendisine alan bulur ve bu daha sonra “harekete” dönüşür. Hiçbir ülke milliyetçilik duygularının körüklenmesinde müziğin etkin bir rolünün olduğunu inkar edemez. Örneğin İngiliz Hükümeti 1803’teki İngiliz-Fransız Savaşı’nda , “Fransızlara karşı ulusal duyguların canlı tutulması” için Charles Dibdin’e şarkılar sipariş etmiştir. Öyle ki Dibdin’in çalışmaları ancak savaş bittikten sonra sona ermiştir. (Hubbard, 1910:101) İnsanların milliyetçilik duygularına hitap eden marşlarla ilgili olarak Sousa: “Sanırım Amerikalılar ( ve bu konuda diğer uluslar da) kışkırtıcı bir marşın temposunda neşelenmektedir, çünkü bu onların savaşıl içgüdülerine hitap etmektedir. Bir Afrika savaş davulunun vuruşu gibi, marş insanın yapısında esaslı bir ritme 31 konuşmakta ve cevaplandırılmaktadır. Bir marş, canlılığın her bir merkezini harekete geçirmekte, hayal dünyasını uyandırmakta ve yıllardır “durağan” bekleyen vatanseverlik dürtülerini tahrik etmektedir. Güvenle bunu söyleyebilirim çünkü gerçek hayattan esinlenmiş bir marşın birkaç ölçeğiyle derinden etkilenen insanlar gördüm”(Hubbard, 1910:347) diyerek marşın cazibesini vurgulamıştır. Bu bölümde müziğin farklı ülkelerde propaganda amaçlı kullanımını örneklerle açıklanacaktır. 1.5.2.1. İngiltere 1914 yılında Avrupa’da çatışmaların başlamasıyla, profesyonel ve amatör bestecilik alanında “savaş” ana tema haline gelmiştir. Şarkılarda karşı konulmaz bir şekilde vatanperverlik, kahramanlık ve aşırı milliyetçilik unsurları artmış ve birçok şarkı ( “Sonsuza Dek Kanadalı”, “Dünyanın Gururu İngiliz Donanmasıdır” gibi) donanmayı, orduyu ve yeni hava kuvvetlerini övmek için yazılmıştır. I. Dünya Savaşı boyunca müzik; evlerde ve cephede göze çarpan bir etkendir. Çoğu evde piyano olması ve her aileden en az bir kişinin piyano çalmayı bilmesi eğlence ve sosyalleşmenin alt yapısını da hazırlamıştır. Bu yüzden popüler müzik revaçtadır. Dolayısıyla müzik, mesajların en ücra köşelere iletilmesinde büyük rol oynamıştır. Hükümetler müziğin bu özelliğinin farkına vararak çoğunlukla cesaretlendirme, gurur ve vatanperverlik duygularını tahrik ederek, insan gücü elde etme ve sermaye sağlama maksadıyla müziği kullanmışlardır. Besteciler ve yayın evleri iş birliği yaparak o türden duygularının tatmin edilmesini bekleyen geniş halk kitlelerinden para kazanma işine odaklanmışlardır. Müzik yapıtlarına basılan dramatik grafikler ve ilave mesajlar, propaganda aracı olarak kullanılan lirik müzik ve melodilerin etkilerini bariz bir şekilde artırmıştır. I.Dünya Savaşı boyunca çoğunlukla dinleyicileri teşvik ve savaşta gönüllülük hisleri uyandırmak için kullanılan müzik kimi zaman da savaşı desteklemeyenleri ayıplamak için kullanılmıştır. Erkekleri orduya katılmaları konusunda zorlayan şarkılar, halka açık “ askere alma bölgelerinde” popüler vokalistler tarafından söylenmiştir. Bu şekilde orduya girmeye teşvik eden şarkılardan biri de “Kralın ve Ülken Seni İstiyor” isimli şarkıdır. Askere kaydolarak bu şarkıya karşılık vermeyen erkekler, sırf bu işle görevli çocuklar tarafından ellerine beyaz tavuk tüyleri 32 tutuşturularak toplumca aşağılanmışlardır. Bu propaganda şarkısının sözleri, vatanlarını korumak için sabır ve metanetle sevgililerini askere yollayan İngiliz kadınlarının duygularına atfen yazılmıştır. (http://parlorsongs.com/issues/200011/2000-11.asp) Savaş sırasında sosyal ve politik tutumları önemli derecede etkileyen müzik; asker, halk ve hükümet için etkili bir propaganda aracı olarak hizmet etmiştir.I. Dünya savaşı sırasında propaganda olarak kullanılan müzik, II. Dünya Savaşında ise müzisyenler tarafından protesto amaçlı kullanılmaya başlayacaktır. İkinci bölümde protest müzik başlığı altında detaylı inceleme yapılacaktır. 1.5.2.2. Latin Amerika Siyasal tansiyonun yüksek olduğu zamanlarda, konuşma ve şarkılar vasıtasıyla insanların duygularının ve düşüncelerinin olumsuz etkilenmemesi, ulusal birlik ve beraberlik havasının oluşması için müzik propaganda amaçlı kullanılırdı. Yirminci yüzyılda radyonun yayılması milliyetçi diktatörlerin müziği propaganda aracı olarak kullanmasına imkân sağlamıştır. Brezilya’da 1930 ve 1942 yılları arasında Cumhurbaşkanı Getulio Vargas yönetiminde Brezilya Basın ve Propaganda Departmanı, Vargas’ı ve hükümeti öven şarkılar bestelemeleri için ünlü müzisyen ve söz yazarlarını işe almış ve çok daha net bir müzikal propaganda metodu kullanmıştır. (Willams, 2001:104) BBPD, insanların içinde bulundukları marjinalleştirilmiş, kültür seviyesi düşürülmüş ortamlardan çekilip çıkarılması ve üretken hale getirilmesi için bestecileri popüler şarkılar üretmeleri konusunda teşvik etmiştir. Müzikle propaganda; hükümet tarafından istenen vatanseverlik ve milliyetçilik mesajları içeren şarkıların üretimi karşılığında bestecilere para verilerek yapılmıştır. Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkeleri milli duyguların geliştirilmesini teşvik etmek için faaliyetlerin yapıldığı folklorik festivallerin sponsorluğunu üstlenmiştir.(Turino, 2003:189) 1.5.2.3. Rusya Stalin, Sovyetler Birliği’nde iktidara geldiğinde komünist ideolojiyi yansıtmayan müziğin, rejimin istikrarına gerçek bir tehlike oluşturduğunu fark etmiş 33 ve bu yüzden popüler müziğin Sovyetler Birliği için uygun bir müzik türü olmadığını savunmuştur. 1927 yılında Yaratıcı Müzisyenler Kurumu konuyla ilgili çalışmaları başlatmış ve ideolojik amaçlı “Rusya İşçi Müzikleri Derneği” kurulmuştur. Komünistler, kontrol edilmediği takdirde müziğin toplumu değiştirecek bir güç olduğunu gördüklerinden devletin müziği kontrol eden düzenlemelere gitmesi gereği ortaya çıkmıştır. Her müziğin ideolojik bir yanının olduğunu ve müziğin mücadelede kullanılan en etkin bir silah olduğun belirten Rus Besteci Dmitri Shostakovich’in bu amaca yönelik çalışmaları vardır. 1936 yılında Sovyet Bestecileri Birliği parti ideolojilerinin nasıl yansıtılması gerektiği konusundaki hedeflerini belirlemişlerdir. Besteciler eserlerinin icra edilmesini istiyorlarsa yazdıkları eserlerin basit, melodik ve Yeni Rusya’da mutlu bir hayatı anlatan yapıda olması gerektiğini bilmekteydiler. Bu kısıtlamanın Rus Müziğine etkisi, 1936 yılında; “Rusya’nın müzik dilinin 19. yüzyıla dönmesiyle sonuçlanmıştır. (Perris, 1985:75) Tame, komünistlerin tehlikeli müziği batılı gençlerin durağanlıklarını kışkırtmak için kullanılması gereken bir araç olarak gördüklerini ifade eder. David Noebel Sovyet kaynaklı radikallerin batı ülkelerinde müzik şirketleri kurmak suretiyle çocuklara hipnotik ve zararlı ve aynı zamanda sol düşünceye sahip rock ve folk eserleri üreterek anarşist bir hareketi tetiklediğinin girişimini belgelemiştir. (Tame, 1988:165) 1960’lı yıllarda folk ve rock müziğin etkili ilerleyişi batı devletlerinde hükümet karşıtı birçok protesto gösterilerinin yaşanmasına sebep oldu. Bu gösteriler öylesine ilgi gördü ki festivaller düzenlenerek hükümet karşıtı sloganlar atıldı. Bu konuyla ilgili detaylı bilgiler ikinci bölümde yer almaktadır. 1.5.2.4. Çin Müziğin ideolojik amaçlı gücü 1940’lı yıllarda Çin Kurtuluş Güçlerinin halka 300 watt’lık bir verici üzerinden devrim şarkıları ve marşlar yayınlayarak müziğin propaganda amaçlı organize kullanımını başlatması ile açıkça hissedilmiştir. Ayrıca Mao Tse Tung’un Kızıl Ordu’ya rehber niteliğindeki ilk talimatları, Disiplin için 3 Ana Kural ve Dikkat edilecek 8 nokta metinleriyle birlikte bir de devrim şarkısı bestelenmiştir. Çinli komünistler, bu şarkı vasıtasıyla, çiftliklerdeki ve köylerdeki 34 insanlara Kızıl Ordu Askerlerinin geçmişteki vahşi, yağmacı birlikler gibi olmadıklarını göstermek istemişlerdir. Şarkı metninin tarihi 1928’e uzanır, ancak Mao, 1971’in sonlarına kadar birliklerini bu şarkıyı söylemeye zorlamıştır. Mao, ’’Kültürü olmayan bir ordu dar görüşlü bir ordudur ve dar görüşlü bir ordu düşmanı yenemez’’ demiştir. (Perris, 1985:88-89) Müziğin gücünün bir diğer kanıtı da, Çin Kültür Devrimi (1966-1976) sırasında, hükümetin devrim müziğinin kontrolünü eline geçirmesinde görülebilir. Hükümet, vatandaşlarını kendisininkinden farklı bir ideoloji sergileyen yabancı müziğin etkisine bırakmak istememiştir. Muhtemelen müzik tarihinin hiçbir evresinde Doğu veya Batı toplumu hiçbir zaman gösteri sanatlarına yönelik bu kadar büyük bir sansüre maruz bırakılmamıştır. Müziğin Çin’deki kontrolü gençler arasında popüler olan Batılı şarkıların yerini okullarda idari kuralların anlatıldığı şarkılara bırakmasına kadar genişletilmiştir. Vatan, insan ve Komünist Parti sevgisi, ödevleri iyi niyetle yapmak, elbiselerini temiz tutmak ve tükürmemek gibi kuralların hepsi genç öğrencilerin hatırlamasına yardım etmek için müziğe uyarlanmıştır. (Perris, 1985:105) Buna ilaveten 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Çinliler, antikapitalist şarkıları rutin olarak her gün takip etmek zorunda bırakılmışlardır.(Tame, 1988:69) 1.5.2.5. Amerika Birleşik Devletleri Müziği propaganda maksatlı ve organize olarak en etkin bir şekilde kullanan ülke kuşkusuz Amerika olmuştur. Bunda teknolojik gelişmişlik seviyesi ve devlet desteğinden daha fazla bu işten para kazanma hırsıyla yanıp tutuşan girişimcilerin payı vardır. Başkan Wilson “Biz Savaşmak İçin Fazla Onurluyuz” gibi söylemleriyle ve 1916 yılında “O bizi savaştan uzak tuttu” sloganıyla tekrar Başkan seçilirken savaşçı şarkılara karşı olarak, başkan Wilson’u destekleyen “Sizin Önünüzde Şapka Çıkarırız Bay Başkan” gibi savaş karşıtı propaganda şarkıları da prim yapmıştır. “ Sevgili Oğlumu Benden Almayın, Ben Oğlumu Asker Olsun Diye Yetiştirmedim, Bir Annenin Barış İçin Yakarışı “gibi savaş karşıtı şarkılarda annelik duygusuna hitap edilmiştir. Şarkılarda savaşlara bir son verilip binlerce gencin hayatının kurtarılabileceği dünyadaki tüm annelere telkin edilmeye çalışılmıştır. Şarkı 35 sözlerinden alınan şu kısım özellikle dikkate değer: “Eğer tüm anneler: “Ben oğlumu bir asker olsun diye yetiştirmedim derse savaşlar olmaz.” Bu albümün kapağında etrafında bombalar patlayan ve bu hengâmede çocuklarını korumaya çalışan yaşlı, ak saçlı bir anne vardır. Popüler piyanistler tarafından çalınan bu şarkı kolaylıkla kesik tonlu “ragtime” denen ( o dönemin popüler müzik türü) bir türe uyarlanmış ve bu, etkili propagandanın önemli bir unsuru olarak şarkının geniş bir alana yayılmasını sağlamıştır.(Watkings, 2003:248-249) Bazı şarkılar vatandaşları ve askerleri neşelendirerek savaşın acı ve dehşetiyle başa çıkmalarına yardım etmek için yazılmıştır. I. Dünya Savaşıyla ilgili birçok şarkı sözü savaşın gerçeklerini olduğu gibi tasvir etmemiş, bunun yerine savaşın yakında sona ereceği ve herkesin iyi olacağı izlenimini vermiştir.(Norman,2003:3) Özellikle I.Dünya Savaşının başlangıcında vatanperver müzikle Amerikalılara savaşın sahte yüzü gösterilmiştir. Şarkı sözlerinde bir tek Amerikan mermisi atılmadığı halde kaçışan Alman askerleri anlatılmaktadır. Şarkılardaki mesajlar o kadar etkili idiler ki askerler bu muharebede çok rahat bir vakit geçireceklerine ikna olmuşlardır. Savaş sırasında yayınlanan, iyimser bir hava estiren çoğu şarkı arasında “Hendekler Arasında Yıldızlı Sancağı Taşıyacağız” marşı Amerika’nın büyüklüğünü methetmesi yanında, düşmanın kötülüğünü gösteren mesajlar da içermektedir. Bu askeri marş tipi müzik, kanı kıpırdatıcı ve yurtseverlik duygularını kışkırtıcı bir şekilde dizayn edilmiştir. (Turino, 2003:6) 16 Nisan 1917’de Amerika’yı savaşa sokan Wilson, savaş karşıtı görüşü bertaraf etmek, milli kimliği ön plana çıkartmak için George M. Cohan’a “Orada” isimli marşı besteletmiştir. Şarkı, askerlerin savaşı sona erdirme ve eve güvenli bir şekilde dönmelerine olan inancı anlatan en başarılı Amerikan savaş öncesi propaganda şarkılarından biridir. Bir marş olduğundan dolayı kolaylıkla söylenmiş ağızdan ağza dolaşıp orduya kayıt hususunda etkili bir propaganda aracı olduğunu kanıtlamıştır. Reklâmı yapılıp bu yolla şarkıdan elde edilen gelirler vakıflara bağışlanmış, böylece müzik, savaş öncesi bir araç olarak beklenenden daha değerli çıkmıştır. “İleride” parçasının mesajı o kadar etkiliydi ki, Cohen daha sonra Kongre Onur Madalyası ile ödüllendirilmiştir. (Watkings, 2003:257-259) Şarkı, insanların beynindeki vatanseverlik duygularını etkilemek için birçok farklı metot kullanarak, savaş öncesi propagandanın kapsamlı ve uzaklara yayılabilir 36 olduğunu kanıtlamıştır. Savaş karşıtı mesajlar, “Ben çocuğumu bir korkak olarak yetiştirmedim”, “Bir askerin annesi olmaktan gurur duyardım” gibi şarkılarla yer değiştirmiştir. (Ewen, 1977:231) Savaş devam ederken bestekârlar, insanları akşamları savaş şarkıları söyleyerek geçirmeye teşvik etmiş ve bu, savaş esnasında vatanseverliğin bir göstergesi olmuştur. Vatandaşlar evde, tiyatrolarda, müzik alanlarında ve özgürlüğe bağlılık toplantılarında vatanseverlik şarkılarına eşlik etmeye özendirilmiştir. Propaganda amaçlı yapılan yeni besteler daha geniş alanlara ulaşıp tanıtımı yapılması için gazetelerin pazar eklerinde yer bulurken albümlerin üzerindeki grafiklerle de şarkının içindeki mesaja görsel destek sağlanmıştır. (Watkings, 2003:268) Savaş öncesi propagandadaki bir diğer önemli rol de bekar bir kadının sadakatle sevdalısını beklediği ve aynı zamanda savaşı kazanacağına olan inancının anlatıldığı şarkılarda görülmektedir.. “Eğer Sevdiği Gibi Savaşabilirse” , “İyi Geceler”, “Almanya” gibi besteler de bu tür şarkılara örnek gösterilebilir. Şarkılarda bir diğer odak noktası da o zamanlar öncelikle erkek görevi olarak düşünülen işlerin kadınlar tarafından daha kabul edilebilir olduğudur. (Watkings, 2003:262-263) I.Dünya Savaşı sona ererken, müzikal endüstri “Berlin’e Gidiyoruz “, “Kaiser’i Kırbaçlayacağız” gibi savaşı teşvik eden çok sayıda vatansever şarkının seri üretimine devam etmiştir. Ancak askerler savaştan döndüklerinde; kendileri vatanlarından binlerce kilometre uzakta savaşırken ülkelerindeki fırsatçıların çoğunun “sheet müzik” (sayfa müzik) yaparak savaş sayesinde zengin olduğunu ve Amerikalı milyonerlerin sayısının dört katına çıktığını görmüşlerdir. (Ewen, 1977:237) Amerikalıları savaşa duyarlı kılmak maksadıyla müzik I. Dünya Savaşı boyunca bir propaganda türü olarak kullanılmış ve I. Dünya Savaşı’nın çehresini tamamıyla değiştirmiştir. Amerikan hükümeti müziği, II. Dünya Savaşı sırasında da kullanmıştır. Bu sefer de pop müzik, vatandaşları Japonya’ya karşı seferber etmek amacıyla kullanılmıştır. Şarkılarda aşağı, gelişmemiş Japonya ile medeni ve gelişmiş Birleşik Devletler karşılaştırılmıştır. Müzik yapımcıları ve yayıncıları II. Dünya Savaşı esnasında yeni bir ordunun oluşturulmasında ve Japonların kişiliksizleştirilmesinde şarkıları kullanmışlardır. Pearl Harbor saldırısından hem Tanrıya hem de Birleşik 37 Devletlere karşı işlenmiş bir günah olarak bahsederek, iyi (Hıristiyan) Amerikalıların, şeytani bir düşman olan kâfir Japonlara karşı yaptığı mücadeleyi anlatan şarkılar söylemişlerdir. “O yükselen güneşi batırdığımızda” şarkısının sözlerinde Japonya’dan tanrıya ve insanlara hiç saygısı olmayan insanların yaşadığı bir yer olarak bahsedilmiştir. Bu mistik armonik sesler sayesinde Amerikalılar, Birleşik Devletlerin bu savaşa girmesinin ahlaki bir zorunluluk olduğu hususunda ikna edilmiştir. Irk olgusu, Japonlara karşı yapılan şarkılarda daha önce Almanlara karşı yapılanlarda olduğu gibi baskın çıkmıştır. Fakat Japonya olayında odaklanılan şey, Naziler gibi bir grup veya Hitler gibi özel bir liderden öte tüm halktır. Amerika’nın Vietnam’a girmesi üzerine propaganda müzikle yeniden can bulmuştur. Zencilerinde bu savaşa tüm istekleriyle gitmesi propagandanın ne kadar etkili olduğunun göstergesidir. Ancak savaştan dönen zencilerin ırkçılığa maruz kalmaları onları hayal kırıklığına uğratmış ve protestonun müzikte yerini almasına olanak sağlamıştır. Böylece Amerika’da müzik 1950 ve 60’lı yıllarda ırkçılık ve özgürlük başta olmak üzere sosyal sorunların halledilmesi için bir protesto aracı olarak kullanılmaya başlamıştır. Rock müzik olarak karşımıza çıkan müzikal hareket dinleyicilere: Eğer şarkılarda belirtilen değerlere ve prensiplere uygun hareket ederlerse “değişimi” gerçekleştirmek için gereken güce sahip olacaklarına inanmaya teşvik etmiştir. Sosyal problemlerin çözümünün yine insanlar olduğu düşünülerek bu tür mesajlara ağırlık verilmiştir. Alkış veya ana vokalistin bir mısraı söyleyip seyircinin tekrar ettiği çağrı ve cevap tekniği yoluyla seyirciler bütünleştirilerek bu şarkıların duygusal etkisi artırılmaya çalışılmıştır. (Hitchcock, 1986:487) 38 İKİNCİ BÖLÜM SANAT VE MUHALEFET: MÜZİĞE PROTESTO MİSYONU YÜKLEMEK “Yaşamımıza nasıl yön vermeliyiz” sorusuna ilişkin görüşlerimizin yanında, “biz kimiz” ve “neden yaşıyoruz” türünden sorgulamalar yaparız. Bu sorgulamalar en derinimizdeki anlam-a dokunan sorulardandır. Kurum ve kuruluşların birçoğu konu varoluşun sorgulanması olduğunda sessiz kalır; protesto ise bu tür bir davranışa tanıklık eder, insana dair soruların sorulup, ele alınması gerektiği savunur. Hükümetlerin oluşturduğu kurumlar ve kurumlara bağlı kuruluşlar, her zaman teknolojide yeni adımlar atarlar. Yeni ürünler geliştirip, yeni kurallar getirirler. Protestocular ise bütün bunlar hakkındaki hislerin, düşüncelerin şekillenmesinde yardımcı olup, her konuda çekinmeden sesini yükselten kamuoyu oluşturmada önemli rol oluştururlar. Çünkü protesto, hayatın anlamlı ve sorgulanır olduğunu savunan görüştekilerin ısrarcı tutumudur. Protesto yüzyıllar boyunca değişime uğramıştır. Batı Avrupalı düşünürler protestonun geçtiği aşamaları şöyle belirler: Ortaçağ’dan on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar köylüler ya dini hareketler düzenlediler ya da tohum kıtlığı, yüksek ekmek fiyatları, kamuya ait toprağın çevrilmesi ve geleneksel haklarını kısıtlayan öteki girişimler gibi onlara açıkça yöneltilen tehditlere ve seçkin sınıfın keyfi düzenlemelerine tepki gösterdiler. Modern çağın başlarında şehirler ortaya çıkmaya başlayınca şehir sakinleri haksızlık yaptığını hissettikleri, vergi tahsildarlarının evlerini yağmalayan, tohum yüklerine el koyan ya da dini azınlıklara saldıran kişilere karşı doğrudan harekete geçtiler. Bu tür eylemler yerel ve kısa ömürlü olurdu. Çünkü fark edilen yanlışları düzeltmek yerine haksızlık yapanlar hedef alınırdı. Fransız devrimi sırasında boykot, toplu dilekçe ve şehir ayaklanmaları gibi daha genel amaçlı başka protesto biçimleri ortaya çıktı. Önce burjuva sınıfının üyeleri, da sonrada endüstrileşme sonrası ortaya çıkan işçi sınıfı tarafından benimsenen bu taktikler “yurttaşlık hareketleri” diye tanımlanan eylemleri hazırladı. Bu girişimler bir bakıma insan haklarının tümünden mahrum edilmiş, siyasi katılımdan ve en temel ekonomik himayeden dışlanmış sınıflarca ve o sınıflar adına düzenlenmişti. Bu tür hareketler, endüstri işçileri, kadınlar ve daha sonra ırk azınlıkları ve etnik azınlıklar da dâhil bütün dışlanmış grupların üyelerinin 39 tümünün katılmasını gerektiriyordu. Gittikçe daha çok ulusal nitelik kazanan ve köylerin daha önce hiç gerçekleştiremediği şekilde örgütlülüğünü sürdürebilen bu hareketler, zamanla toplumun daha büyük bir kısmını kapitalist işgücü piyasasının içine alan ve onlara demokratik bir siyasi tavır kazandıran endüstri toplumunun yayılma sürecinin bir parçasıydı. Taleplerin muhatabı olan devletler gün geçtikçe güçlenip merkezileştikçe bu hareketlerde daha formel bir nitelik kazanıp, bürokrasi kuralları çerçevesinde hareket eder hale geldi. (Jasper,2002:31-32) James, endüstrileşme öncesi ve endüstrileşme sırasındaki protesto biçimlerine ek olarak bir de, içinde yaşadıkları toplumun siyasi, ekonomik ve eğitim düzenine uyum sağlamış bireylerin yer aldığı, “yurttaşlık sonrası” diye adlandırdığı üçüncü bir toplumsal hareketten bahseder. Bu hareketlere katılan kişiler kendileri için temel haklar talep etmeye ihtiyaç duymadıklarından, genellikle öteki insanların (zaman zaman da bütün insanların) çıkarlarını ve yararlarını gözetirler. On dokuzuncu yüzyılda yurttaşlık-sonrası hareketler yoksulluğa ya da ahlaksızlığa karşı yürütülen kampanyalar şeklini aldı. Son otuz yılda ise, çevrenin korunması, barış ve silahsızlanma, alternatif sağlık, hayat tarzının korunması, hayvan hakları gibi iş, eşit ücret, oy kullanma hakkı talebinde bulunanları pek ilgilendirmeyen (ki, bunlardan hiçbiri sokak lambasına asılan ilanlarda da yoktu) “endüstrileşme- sonrası” ya da “post-materyal” amaçlar peşinde koştular. Modern bilim ve teknoloji konularındaki çekince, hatta bunlara karşı beslenen açık ve net düşmanlık yakın zamandaki yurttaşlık-sonrası hareketlerin endüstrileşme- sonrası biçimlerindeki yaygın tavırlarıdır. Bu protestocular özellikle toplumun kültürel duyarlılığını değiştirmek isterler. Yurttaşlık-sonrası hareketler kolayca birbirlerinin içine geçebilen nitelikte olduğundan, unsurları kesin bir şekilde belirlenen ve bu yüzden birbirleriyle devamlı yarış içinde olan yurttaşlık hareketlerine benzemez; örneğin, çevreci ve feminist hareketler beraberce 1970’lerdeki anti-nükleer hareketlere esin kaynağı oldu ve hepsi daha sonra 1980’lerin silahsızlanma hareketini yarattı. (Jasper, 2002:32) Protesto hareketleri endüstrileşme öncesinden başlayarak günümüze kadar süregelmiştir. Bu süregeliş protesto hareketlerini çeşitlendirmiştir. Protestonun farklı biçimleri vardır. Günümüzdeki belli başlı protesto biçimleri, geniş çaplı mitingler, yürüyüşler düzenlemek, simgesel ya da stratejik bölgeleri işgal 40 etmek, kışkırtıcı görsel ya da sözlü retorik oluşturmak, bir görüşü yaymak için daha fazla kulis ve seçim propagandası yapmaktır. Ancak her grup bu temel taktiklere dayanarak farklı yöntemler yaratma çabasındadır. (Jasper, 2002:30) 1960 Amerika’sında da Vietnam Savaş karşıtı oluşturulan söylemler, bir muhalefet tarzı olabilecek müziğin protesto aracı olarak kullanılmasına olanak sağlamıştır. Müzisyenlerin bireysel olarak başlattıkları barış söylemleri, örgütsel hale gelerek, başta Amerika olmak üzere tüm dünya devletlerinde müziğin protesto amaçlı kullanımını yaygınlaştırmıştır. 1960’li yıllara gelene kadar, endüstrileşmenin yaygınlık kazandığı, sömürge hareketlerinin arttığı ortamda, siyahiler ABD’nin ırkçı uygulamalarına maruz kalmış ve bu durumdan kurtulup, seslerini dünyaya duyurabilmek adına “Blues” adını verdikleri müzikle ilk defa yola koyulmuşlardır. Muhalefet sözcülerinin Blues’la başlayan serüveni, -ABD’nin sürekli savaşa girmesi ve toplumlarda sömürge faaliyetlerini arttırması sonucunda- yepyeni bir müzik tarzı olan Rock’la devam etmiştir. Çalışmanın bu bölümünde bu sürecin genel değerlendirmesi ve tarihsel arkaplana geniş yer verilecektir. 2.1. YENİDÜNYANIN KEŞFİ Ortaçağ dünyasına hâkim olan kilisenin gücü toplumsal hayatta azaldıkça değişim ve dönüşüm beraberinde gelmiştir. 15.yy sonlarında başlayan ve 16.yy sonlarına kadar devam eden süreçte de Avrupaların dünyayı keşfetme ve yeni yerler bulma girişimi tüm insanlığı etkilemiştir. Yenidünyanın keşfiyle sömürgeleştirme etkinlikleri artmış ve ucuz emek ihtiyacı doğmuştur. Önceleri bu ihtiyaç yerli halk tarafından karşılansa da sonrasında Avrupa Afrika’ya yönelmiş ve Afrika halkının, zaman içinde yabancı ülkelere sürülmesine ve ucuz emek kaderine razı olmasına imkân sağlanmıştır. Avrupalı ticari ve kapitalist girişimin hızı ve yoğunluğu giderek artan gelişme süreci, çoktandır ülkelerin ve bölgelerin toplumsal düzenlerini aşındırmaya başlamıştı; daha önce görülmedik boyutlarda korkunç bir köle ticareti yoluyla Afrika; rakip sömürgeci güçlerin gerçekleştirdiği sızmalar yoluyla Hint Okyanusu; ticaret ve askeri çatışmalar aracılıyla Yakın ve Ortadoğu, hepsi de bu süreçten 41 nasiplerini almaktaydı. Avrupalılar, uzun süre önce, on altıncı yüzyılda öncü İspanyol ve Portekizli sömürgecilerin, on yedinci yüzyılda da Kuzey Amerikalı beyaz göçmenlerin işgal ettikleri bölgelerin hayli ötesine yayılan doğrudan istila hareketlerine çoktan girişmişlerdi. Bu konuda hayati ilerlemeyi, zaten Moğol İmparatorluğunu yıkarak Hindistan’ın bir bölümü üzerinde teritoryal bir denetim kurmuş olan İngiltere gerçekleştirmişti ve bu, onları bütün Hindistan’ın hâkimi ve yöneticisi yapacak bir adımdı. Batının teknolojik ve askeri üstünlüğü karşısında Avrupalı olmayan uygarlıkların fazla bir şansı olmadığı zaten öngörülebilir bir şeydi. “Vasco da Gama” denen şey, bir avuç Avrupalı devletin ve Avrupa kapitalizminin, bütün dünya üzerinde tam ve geçici bir egemenlik kurduğu dört yüz yıllık dünya tarihi, doruğuna varmak üzereydi. Avrupalı olmayan dünyaya aynı zamanda nihai karşı saldırıya geçmesi için gereken koşulları ve teçhizatı sağlayacak olsa da, çifte devrim Avrupa’nın genişlemesini karşı konulmaz bir hale getirecekti. (Hobsbawn, 2008:35) Tropikal ürünler, Avrupalı girişimcilere, serbest ticaret ve uygarlık adına, üçlü bir ticaret alanına yatırım yapma bağlamında cazip geliyordu: İmalat ürünleri Batı Afrika’ya ihraç ediliyor ve karşılığında yerli egemen sınıftan köle alınıyordu ve bu kölelerde kahve, tütün, şeker, pamuk, indigo vb. karşılığında Amerika’ya gönderiliyordu. Arap ya da Afrikalı tüccarlar tarafından yakalanıp, damgalanan köleler, mümkün olabilecek en yüksek kar kaygısıyla havya sürüleri gibi naklediliyordu ve bu nakil döneminin başlangıcında ölüm oranı çok yüksekti. Bu köleler Amerika açıklarında karantinaya anlıyor, pazara çıkarılıyor, satılıyor ve sahibinin plantasyonuna götürülüyordu; en şanslıları uşak oluyor, ötekiler tarım işlerinde, hayvanlardan farksız biçimde çalıştırılıyorlardı. 1619’da yirmi zenci köle Jamestown’a (Virginia) götürüldü; burası Yeni Dünya’nın 1607’de kurulmuş ilk sürekli kurumuydu bu bağlamda. Daha sonra onları Nieuw Amsterdam’da (New York) başka zenci emekçiler izledi. İlk gidenler sözleşme yapıyorlardı ama 1640’tan itibaren kölelik Kuzey Afrika İngiliz kolonilerinde kabul edildi. 1661’de Virginia’da ilk “Zenci Mevzuatı”yla ilk meşru düzenlemeler hayata geçti. (Frank, 2004:12) 2.1.1. Kölelik 42 Kuzey Amerika kolonilerine getirilen ilk köleler, esas olarak önceden belirlenmiş bir zaman diliminde çalıştıktan sonra özgürlüklerini kazanacak olan sözleşmeli hizmetkârlardı. Fakat XVII. Yüzyılın sonlarında tam kölelik yaygınlaşmıştı. Zaten büyümekte olan refah içindeki küçük çiftçi topluluklarına sahip New England kolonilerinin bol ve ucuz iş gücüne ihtiyacı yoktu. Asıl işgücü sıkıntısı, seyrek bir yerleşimi ve hemen hemen tropik bir verimliliği olan Güney’deydi. Beyaz işçiler hem yetersiz sayıdaydı, hem de bu toprakların hakkıyla değerlendirilmesi için gerekli olan ağır işçiliği üstlenmeye hevesli değillerdi. 1661’de Virginia kolonisi köleliği yasallaştırdı ve diğer koloniler de çok geç olmadan onu izledi. Tütün, köle işgücüne dayanan ilk önemli üründü; bunu hemen ardından pirinç, şeker ve pamuk izleyecekti. Devamlı artan sayıda Afrikalı kandırılıp, tuzağa düşürülüp, yakalanıp, aldatılarak köle gemilerine bindirildi ve dehşet verici koşullarda Atlantik’in öte yanına taşındı. Birçoğu kendilerinden önce gelen kölelerin yetiştirdiği şekerkamışından elde edilen melas ve rom karşılığında takas edildi. Zincirlenip ambara sıkış sıkış yerleştirilenlerden birçoğu yolculuk sırasında hastalık, susuzluk ve havasızlıktan öldi; cesetleri denize atıldı. Yaklaşık üç yüzyıllık bir dönemde Kuzey ve Güney Amerika’ya yapılan ticarette yer alan 30 ile 40 milyon Afrikalıdan tahmini olarak ancak 15 milyonu yolculuktan sağ çıktı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında (1775-1783) Kuzey eyaletleri köleliği yasadışı ilan ettiyse de Güney aynı şeyi yapmadı. Çünkü Bristol ve Liverpool’daki köle tüccarların refahı gibi, Güneyli büyük çiftlik sahiplerinin zenginliği de buna dayanıyordu. Eli Whitney’in 1793’teki buluşu, pamuğu tohumundan ve diğer katışkılarından ayıran bir makine olan çırçır, pamuk üretiminde hızlı bir artışa yol açarken, diğer sonuçlarının yanında Lancashire tekstil endüstrisinin gelişmesine yardımcı oldu. Georgia ve Güney Carolina’da verim arttı, pamuk üretim bölgesi batıya, Alabama, Missisippi, Louisiana ve sonunda da Texas’a doğru genişledi. Köle ticareti 1807’de resmi olarak kaldırıldığında, Güney eyaletleri bunu filen kabul etmediler resmi olarak kaldığında Güney eyaletleri bunu fiilen kabul etmediler. Böylece yasa dışı ticaret devam etti. Bu yasağın sonucunda kölelerin maddi değeri arttı ve köle ticareti bazı durumlarda, en güçlü kuvvetli erkek ve kadınların, 43 satılabilir çocuk üretmek üzere kullandığı damızlık çiftliklerinin kurulmasına varacak kadar yoğunlaştı. Köleler, Güney’in yalnızca zenginliğini değil, aynı zamanda panaromasını da yarattılar. İşgüçleri, evlerin, limanların, köprülerin, yolların ve daha sonra da demir yollarının inşa edilmesinde kullanıldı. Büyük çiftliklere bağlı olarak, ekipler halinde sahipleri tarafından inşaat şirketlerine kiralandılar; bu da, aynı işler için rekabet içinde olan yoksul beyazlar arasında büyük öfkeye neden oldu. Güney eyaletleri boyunca bu köle ekipleri, her an rastlanan ve bazıları için de tehditkâr bir görüntüydü. Güney’deki köleliğe sonunda öldürücü darbeyi vuran, 1861-1865’teki Amerikan iç savaşı oldu. (Oakley, 2004:23-24) 2.1.2. Özgürlükte Ayrımcılığa 1865 yılında yasal bağlardan kurtulan, artık beyaz adamın mutlak kontrolüne bağlı olmayan, darmadağınık durumdaki siyah toplum, yeni bir yaşam biçimi bulma mücadelesine başladı. Ancak bu özgürlük belirsizlik, dengesizlik ve bir çeşit tecrit edilme durumunu da getirdi. (Oakley, 2004:38) İç savaşın son bulması ve güneyin kuzeyliler tarafından işgal edilmesi büyük ölçüde tek kişinin elindeki plantasyonların yok olması ve küçük çiftliklere bölünmesi sonucunu doğurdu. (Herzhaft,2005:23) Kısaca değerlendirmek gerekirse iç savaş sonrasında güneyde sosyo-ekonomik dönüşüler yaşanmaya başlandı. Güney eyaletlerinde ayrılıkçı savaştan sonraki yeniden yapılanma (1876-1877) beyazların hissettikleri şiddetli bir öfkenin yarattığı ortamda gerçekleşti. Zenci toplumu, eğitimsiz olduğundan, özgürlük ve mülkiyeti sivil haklardan tamamen yoksun olarak ve tam bir ekonomik sefalet içinde keşfettiğinden, çok daha kolay bir günah keçisi oldu. Büyük plantasyonlar parçalandığından kuzeyli siyaset adamlarının vaat ettikleri yeniden paylaştırma işi (her köleye 40 dönüm arazi ve bir katır) gerçekleşmedi. Zenciler küçük işletmelerde beyazların hizmetinde çiftlik kiracıları oldular. (Bergerot, 2004:22) Değişim, tarım işletmesi yapısında görüldü. Eski köleler ücretli işçi olmuşlardı. İlke olarak bir zencinin toprak sahibi olmasını engelleyen bir durum yoktu. Ancak özgürlüklerine kavuşan zencilerin büyük çoğunluğunun da maddi olanakları yoktu. 44 Aslında özgürlüklerine kavuşan zenci kölelerin büyük çoğunluğu kolon olarak kullanıldı. Kolon olmayanlar ise güneyde açılan küçük fabrikalarda, orman işlerinde çalışmaya başladı. Kölelikten kurtulan çok sayıda siyah da Güney’i terk edip, Kuzey’e göç etti. 1877 yıllarına gelindiğinde ise muzaffer Federal birlikleri işgal ettikleri Güney’den çekildiklerinde, Güney’i yeniden kalkındırmanın başarısızlıkla sonuçlandığı ortadaydı. Öncelikle Kuzey, tüm sorunların nüfuzlu beyazların tasarrufuna bırakılması yolundaki talebi sessizce kabul etti. Böylece özgürlüğünü kazanan siyahların, güvenilir ve eşit bir statü yaratma çabaları da yok olup gitti. Daha sonra beyazlar arasında da bölünmeler yaşandı. Bölünmeler ya sınıf ve politik inanç ya da ekonomik güç ve sosyal tavır farklılıklarındandı. Bölünmelerin üstesinden gelinilebilmesi için ise siyahlar harcanacaktı. 1877 yılında federe birliklerinin çekilmesi, meydanı “Jim Crow” kanunlarına bıraktı. Bir diğer adı “Ayrımcılık Yasaları” olan “Jim Crow” kanunları, 1890’ların sonu ile 1900’lerin başlarında kabul edildi. Güney’de beyazların üstünlüğünü sürdürme konusundaki kararlılığının en ayrıntılı ve resmi ifadelerinden olan kanunla siyahlar, Güney’in tamamında vatandaşlık haklarından fiilen mahrum edilirken, ekonomik merdivenin ise en alt basamaklarına kesin bir şekilde mahkûm ediliyorlardı. Ve ne yazıktır ki, siyahlar hiçbir zaman ne gerçek eşitliği ne de özgürlüğü talep etme şansına sahip olamayacaklardı. Irkçı mevzularla ezilen, gündelik yaşamda her alanda dışlanan, gösteri salonları, dansingler ve kiliselerde dâhil olmak üzere beyazların kurumlarından dışlanan zenciler manevi yaşamlarını sürdürebilmek için kendilerine özgü bir kültürü yeniden tanımlamak zorundaydılar. (Herzhaft, 2005:23) Tüm bu belirsizlik, sürekli hareket ve dolaşım arasında zencilerde bastırılamayan, hatta onlara bir çeşit birlik duygusu veren müzikleri, bir muhalefet tarzı olarak ortaya çıkacak ve Amerikan-zenci kültürünün doğuşuna ev sahipliği yapacaktır. 2.2. AMERİKAN-ZENCİ BİR KÜLTÜR DOĞUYOR: BLUES 2.2.1. Ticari Müziğin Ortaya Çıkışı 45 Müziğin meta olabilmesi için parasal değerinin belirlenmesi gerekir. Bunun için sahibinin, eserin kendi malı olduğuna dair hak iddia etmesi ve onu ticarileştirecek bir girişimcinin, yani yayıncının ortaya çıkması gerekir. (Attali, 2005:71) O zamana dek eser, manastıra, kiliseye veya onu sipariş eden soyluya aitti. Ama bu sahiplik de soyuttu: Kimse onu ne satmayı, ne de satın almayı düşünüyordu. Matbaa ile birlikte her şey değişti. Partisyonları üretmek ve satmak artık mümkün hale geldi. Eserle ilişki de böylece yeni bir hal aldı. O güne dek müzisyen ezbere çalardı, doğaçlama olduğu için hata da olabilirdi. Risk alındığı için gürültü de ortaya çıkabilirdi. Partisyonla birlikte risk yok oldu. Artık hafızaya ihtiyaç kalmadı. Müzik yayıncısı da bundan böyle eserin besteciden satın alarak, hayatını partisyon satışından kazanır hale geldi. Ama icracıların para kazanabilmesi ve -telif hakları gibi- haklarına sahip çıkabilmeleri için tam üç yüzyıl savaşım vermeleri gerekecekti. Zaman içerisinde yayıncıların kurduğu iktidar yavaş yavaş sanatçının lehine dönmeye başlar ve müzisyenlerin, eserleri üzerindeki hak iddiası onaylanır. Ama bu oldukça değişik bir uygulamadır. Eser, sadece belli bir zaman içerisinde sahibine aittir (hayatı boyunca) ve elli yıllığına onu bir yayıncıya kiralayabilir. Bu sürenin sonunda eser herkesin malı olarak kabul görür. Tüm bu gelişim ve değişimler sonucunda da XIX. Yüzyılda müzik açık bir Pazar haline gelir. Müziğin tüketim malı konumuna gelmesi, daha fazla satışı doğurduğu için daha fazla üretmek şart olmuştur. Partisyon yetersizdir artık. Gösteriler dâhil har şey kayıt edilmelidir. Çözüm olarak, XIX. Yüzyılın ortalarında piyasa, bir gün isimleri gramofon, telefon, sinema, plak, radyo, televizyon olacak nesnelerin taslağını yapar. Bununla beraber otomobil ve ev eşyaları gibi seri halde üretilen diğer nesnelerin taslağı da hazırlanır. Müzikle çıkılan yolda birçok adım atılmış olur. Sonuç olarak ses ve görüntü endüstrisi iç içe geçer. Kısaca müzik de bir endüstri haline gelmiştir. Tüketimi kolektif olmaktan çıkmış, kitlesel hale dönüşmüştür. Matbaanın yazıcıyı yok etmesi, işportacının “yayınlarıyla” anlatıcıyı ortadan kaldırması gibi, plak da kabarelerin ve sokak şarkıcılarının yerini almıştır. Temel işlevlerinde –ayin ve gösteri- kopan müzik, sade tını haline gelmiştir. Gösteri, artık sadece seri olarak üretilmiş ürünlerin tüketimini teşvik etmek için varlığını sürdürecektir. 46 Amerikan iç savaş yıllarının sona yaklaştığı günlerde özgürlüklerine henüz kavuşmamış olan pamuk tarlalarında ve fabrikalarda çalışan zenciler, köleliklerini konu alan, kurtuluşlarını kutlamak için küçük orkestralar kurarlar. Daha sonra adını dünyaya duyuracakları Blues’un küçük adımlarını attıklarının farkında değillerdi. 2.2.2. Zenci Minstrel’ler ve Cake-Walk’lar Amerikan müziği bütün cephelerde uyanırken, ön saflarda yer alan zenciler, beyaz minstrellerin kendilerinden çalmış oldukları tarzlarını yeniden ele geçirmeye başladılar. 1860’lardan başlayarak zenci minstreller çoğaldı; bunlar beyaz minstreller gibi aşırı bir tarzda zenci köle kılıklarına girerek, plantasyonların “Etiyopya müziğini” gene aşırı bir tarzda taklit ederek ve kimi zaman da baş döndürücü ayna oyunlarıyla beyazların yapmacık tavırlarını ve süslü püslü kıyafetlerini karikatürize ettiler. Bu aşırı gülünçlük eğiliminin başarılı olması, çığırtkan klişelere teslimiyet ve yıkıcı taşlama arasındaki zenci cazcılar için sürekli cazibe merkezi oldu. Önceleri banço ya da gitar eşliğinde dans eden, şarkı söyleyen ve komedi yeteneği olan bazı sanatçıların oluşturduğu minstrel grupları daha sonra genişledi. Bu müzisyenler konser salonlarında ya da sirklerde (keman, viyolonsel, klarnet, obua. Banço, mandolin kontrbas, vurmalı çalgı) ve gösteri öncesinde (üflemeli çalgı, davul, sembal) icra edebiliyorlardı sanatlarını. Köleler tarafından yeniden yaratılan biçimleriyle dönemin dansları (kadriller, polkalar, marşlar) arasında minstreller plantasyonlardan doğan dansı, cake-walk’ı tanıttılar; adını bir yarışmadan alan bu dansın sonunda mülk sahibi pastanın bir parçasını en iyi dansçılara verirdi. Cakewalk’la birlikte zencilere özgü senkop beyazlar toplumunun balolarına ve salonlarına girdi ve müzik havalarına ve danslarına karıştı. (Bergerot, 2004:31) 1890’ların sonunda eğlence dünyası siyahların kültüründen doğan yeni bir dansa -Cake-walk’a- kapı aralıyordu. Cake-walk’ın ritmleri ise Ragtime’da can buluyordu. 2.2.3. Ragtime Rag, paçavra, yırtık pırtık giysi, bez parçası anlamına gelir. Ragtime’mın ortaya çıkışıyla ilgili ise çeşitli fikirler öne sürülmektedir. Bergerot’a göre “Ragtime, büyük olasılıkla formasyonlarını efendilerinin piyanolarında ya da XIX. Yüzyıl 47 sonundan başlayarak yaygınlaşan kendi piyanolarında tamamlayan zenci piyanistlerin cake-walk piyonosunu uyarlamalarından doğmuştur.” (Bergerot, 2004:31) Oakley’e göre ise “Ragtime, kaynağını banjo ritimlerinden almış gibi görünen yeni ve senkoplu bir müzik” türüdür. (Oakley, 2004:47) Ragtime’mın kökleri ise şöyle anlatılmaktadır: “Zenciler ayaklarını vurarak dans etme biçimine “şamata çıkarma” (ragging), oldukça karmaşık olan danslarına da “şamata” (rag) diyorlardı. Bir çeşit çılgınlığı andıran dans sırasında dansçı ve izleyicilerden sık sık zevk çığlıkları geliyor, bunlara el çırparak ve ayaklarını yere vurarak eşlik ediyorlardı.” (Oakley, 2004:47) Ragtime’nın aktif merkezi Sedalia ve Saint Louis’tir. Gruplar, Orta Batı ve Güney’in tamamında, Missouri, Mississippi ve Ohio nehirleri boyunca, ozan gösterilerinde, De Kreko Kardeşler Karnaval gösterisinde, çadır gösterilerinde ve sirklerde turneler düzenleyerek çaldılar. Rag aynı zamanda “honk-tonk”1 meyhanelerde, bilardo salonlarında, restorantlarda ve şekerleme mağazalarında gruplar ya da sadece bir piyanist tarafından çalınıyordu. Form olarak en çok piyano müziği ve piyanoda yazılmış müzik olarak anımsanır. Sonra diğer enstrümanlara uyarlanıyor ve orkestra formunda yayınlanıyordu. Fakat orijinalinde piyano için yazılıyor ve bir Viktorya dönemi salonunun zarafet ve inceliğini taşıyordu. Tarzın neredeyse resmiyete varan basitliği, marş ve dans ritimleriyle canlanıyor, bu arada kayan senkoplar bulşuşıcı ve neşeli bir hafiflik yaratıyordu. Fakat yinelenen temalar özellikle de sol elin bas notalardaki süslemeleri, ragtime’ın altında yatan melankolinin az da olsa ipuçlarını veriyordu. En iyi ragtime bestelerinin içine işlemiş olan bu elle tutulmayan, biraz da özlem dolu hüzün, blues piyanosuyla olası bir bağlantıyı akla getirir. Ancak her ne kadar iki tür arasında bir bağ olsa da, tarzlar gerçekten birbirinden ayrıdır. (Malso-Bellest, 2005:31-32) 2.2.4. Blues Köleliğin kaldırılmasının verdiği umut ışıklarından sonra Amerikan zencilerinin uyanışı bir hayli sert olmuştur. Özgürleşmelerinin koşulları kesinlikle 1 Honk-Tolk: argoda gürültü ve pis taverna anlamına gelir. 48 bekledikleri koşullar olmamıştır. İşletmeleri kendilerine emanet edilen küçük topraklarda toplu yıkımların bireysel ve mahrem bir ifadesini yansıtmışlardır. “Blues” sözcüğü aynı zamanda bir duygu, farklı şarkı türleri, şiirsel ve müzikal bir biçim anlamına gelir. Büyük olasılıkla eski bir İngiliz deyiminden gelen -the blue devils2- çöküntü içindeki insanların ruhlarını ele geçiren “mavi şeytanlar” olarak betimlenir. XIX. Yüzyıl boyunca “Blues” sözcüğü ABD’de sıkıntıyı belirtmek için -I got the blues3- kullanılmıştır. (Bergerot, 2004:25) İç savaşın ardından doğan Blues, Afro-Amerikan bir müzikal form olarak ABD’de yerini almıştır. Başlangıçta vokal sanatına dâhilken -yakınma ve ağıt tarzıXX. Yüzyılın başından itibaren enstrümanlı ifadeler görülmeye başlamıştır. (MalsoBellest, 2005:36) Blues özgürlüğün kendisinden değil, özgürlüğün yarattığı yeni sosyo-ekonomik koşulların etkisiyle zenci müziğinin dönüşümlerinden doğmuştur. Gerçek anlamda Blues’un doğuşu XIX. Yüzyıl sonuna ya da XX. Yüzyıl başına denk gelmektedir. (Oakley, 2004:23) Blues, XIX. Yüzyıl sonunda Delta denen bölgelerde (Mississippi’nin kuzeybatısında Vicksburg ve Memphis arasında) Afrika gelenekleri ve Avrupa ağıtlarının bir araya gelmesi sonucunda doğmuştur. Delta Blues’u son derece kaba bir sanat olarak kalmıştır: Gitarın takıntılı ritmi (genellikle tellerde gezdirilen şişe ağzı ya da bıçak desteğinde çalınır) genellikle yarım ses aralığıyla icra edilen gergin ve buruk bir üsluba dayalı parçalar, mecaz anlamları olan zengin bir şiir ve görünür bir mantığı olmayan şeyleri birbirine bağlayan eğretilemelerden oluşmuştur. (Bergerot, 2004:26) Daha sonraları Blues, Amerika’nın Güney eyaletlerinin hepsinde, Mississippi’de, Alama’da, Georgia’da, Louisiana’da, Texas’ta ve diğer yerlerde, aynı anda ortaya çıkmıştır. Yüzlerce isimsiz ve unutulmuş şarkıcıyla müzisyen, pamuk toplayıcısı ve nehir seti kampı gibi yerlerde çalışan işçiler, vasıfsız liman işçileri ve çiftlik işçileri, tek başlarına veya grup halinde, çalışırken ya da dinlenirken, blues söyleyip blues çalmışlardır.(Oakley, 2004:19) 2 3 Mavi Şeytanlar Efkârlıyım 49 İlk Blues şarkıları kişisel duyguların basit ifadeleriydi. Tek mısralık şarkıların, duyguların altını çizmek ve duyguyu güçlendirmek için kafiyeye ve daha fazla söze ihtiyaç duyması doğal bir gelişimdi. (Oakley, 2004:59) Blues, yavaş yavaş kök salma dönemini yaşarken, Blues’un ticari olanaklarını gören kişiler Blues’u olgunlaşma aşamasına hızla taşıyacaklardı. Blues’un ticari olanaklarını gören ve bundan meyve toplamak isteyen ilk isim G.W.C. Handy olacaktı. 2.2.5. G.W.C. Handy 1903’lerde W.C Handy, Blues’un ticari olanaklarını gören ilk kişi olarak tarihe geçmiştir. O, blues tarihindeki yerini, blues icracısı olarak değil, daha çok blues’u halka sevdiren ve tanıtan kişi olarak almıştır. O, Güney’de birbirinden tamamen farklı, tutarsız biçimlerde ortaya çıkan bir müziği belli bir biçime sokarak, Blues’e bir kimlik vermiştir. Aydınlamayı Mississippi’de sağlayan Handy, Mississippi’de ve Güney’in diğer bölgelerinde sosyal ve ırksal olarak toplum dışına itilmiş, siyasal olarak engellenmiş ve ekonomik olarak sömürülmüş olan siyahların müziğine kucak açmıştır. Siyah toplum, toplumsal dışlanma ve aşağılanma gibi realiteler içerisinde yeni bir yaşam şekli yaratmaya çalışırken, W. Handy müziğiyle en büyük “öteki” grubu olarak algılanan siyah köleler arasında doğan Blues’e ötekinin “ötekiliği”ni yansıtan etkin bir müzik türü haline getirmiştir. 2.3. BLUES KÖK SALIP, OLGUNLAŞIYOR Zenci köleler, isyan ve başkaldırı eşliğinde müzikle kendilerini aşarak, toplumsal kabullerin ötesine geçiyorlardı. Artık sesleri daha bir gür çıkıyor, ezilmişliklerini bütün ritimlerinde hissettirecek ve acı dolu günlerinin hatırasını şarkı sözlerine yansıtıyorlardı. 1900’lü yıllar Blues’un Kuzey Amerika’da çığ gibi büyümesine olanak sağlarken, beraberinde plak şirketlerinin ivme kazanmasına, Zenci-Amerikan ya da Afroamerikan kültürünün tüm dünyaya tanıtılmasına yardımcı oluyordu. İlk defa Zenci-Amerikan beyaz karşısında alkış alıyor, gençlik kuşağı bu başkaldırı ve isyanın peşinden sürükleniyor, kölelerini kaybetmiş Güney Amerika plak şirketlerinin rantından pay almak için kollarını sıvamaya başlıyordu. 50 2.3.1. Plak Sanayisinin “BLUES”u Keşfi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra taşınabilir gramofonların ve dolayısıyla plak pazarının hızlı bir biçimde gelişmesi, bazı büyük kentlerde stüdyoları olan Amerikan plak şirketlerinin üretimlerini attırmasına sebep oluyordu. Perry Bradford, Okeh plak şirketinden Fred Hager’ı bütün tereddütlerine rağmen ikna etmeyi başarmasının ardından, 1920’de New York stüdyolarında ilk zenci kadın sanatçısının plağı dolduruluyordu. 2.3.2. Crazy Blues Çok talep gören besteci, müzik grubunun lideri, piyanist ve şarkıcı olan Perry Bradford, Okeh plak şirketinden Fred Hager’ın tereddütlerini giderdikten sonra popüler bir yerel kadın şarkıcı 1920’de New York stüdyolarında plak doldurur. İlk kez siyah bir kız olan Mamie Smith’ın plağı çıkarılır. 14 Şubat 1920, Mamie Smith’in “That Thing Called Love” ve “You Can’t Keep A Good Man Down” adlı parçları kaydettiği bu tarihi kayıt seansının yapıldığı gündür. Bu bir Blues şarkısının ilk kaydedilişidir. Mamie Smith’in ilk seansı beyaz müzisyenlerle yapılmış, seçilen şarkılar daha çok günün sıradan popüler parçalarının benzeri olmuştur. “That Thing Called Love” ticari bir başarı sağlamış, Okeh ürünlerine karşı boykot gerçekleşmemiş ve birkaç ay içerisinde Mamie Smith, bu kez siyah müzisyenlerle, yeni plak yapmak üzere geri çağrılmıştır. 10 Agustos 1920’de gerçek anlamda ilk Blues parçası, Mamie Smith ve onun, kornette Johnny Dunn ve elbette piyanoda da Willie “The Lion” Smith gibi iyi caz müzisyenlerinden oluşan, Jazz Hounds grubuyla kaydedilmiştir. Bu da başka bir Perry Bradford bestesi olan ünlü “Crazy Blues”du. (Oakley, 2004:114) O gün doldurulan “Crazy Blues” sadece New York’ta müthiş bir başarı sağlamamış, Hager’ı ve muhtemelen Bredford’u da şaşırtarak aynı zamanda güney zencileri arasında büyük ilgi görmüştür. Mektuplaşma yoluyla gramofon satın alan güneyli zenciler umutsuzluk içinde şu ya da bu biçimde kendi müziklerine (blues) yakın bir plak beklemeye başlamışlardır. (Herzhaft, 2005:33) “Crazy Blues” şaşırtıcı bir şekilde hit olmuş, ilk ay içinde tanesi bir dolardan 75.000 kopya satmıştır. Şarkıcını siyah olduğu gerçeği plağa sembolik bir anlam 51 yüklemiştir. Yarattığı satış heyecanı geniş ve henüz el atılmamış bir pazarın varlığını kanıtlamış, blues plaklarının prodüksiyonu ve satışı hızla artmaya başlamıştır. (Oakley, 2004:115) Keşfedilen plak pazarıyla, caz orkestralarında bulunan zenci kadın şarkıcılara da plak doldurulmaya başlanmıştır. Zenci çoğunluğa yönelik bu plak dalgası hızla zenci müziğine ayrılmış ve özel dizelere kanalize edilmiştir. Böylece Blues’un sadece yerel folk müziğin aktarımı olmadığı anlaşılmıştır. 2.3.3. Erkeklerin Blues’u Mamie smith “ırk” plakları için ilk kez yolu açtığında, sonunda dağ başı blues’una ait büyük yer altı rezervlerinin kullanılacağı kesindi ve bu da nehir kenarındaki set inşaatında çalışan, büyük çiftliklerde çalan ya da katran ağacı kesim kamplarında piyonolarda blues çalmaya zorlanan neredeyse sınırsız sayıda insan demekti. İnsanların aralıksız, dur durak bilmeyen bu hareketi her çeşit bleus’u rüzgârda uçuşan sporlar gibi taşımış, her gün yeni bir gelişim getirmişti. Siyahların toplumu hiçbir zaman tek parça olamamıştı; köleliğin zor günlerinde bile statü ve istekler konusunda hiyerarşiler söz konusuydu. Şimdi tabakalaşma ve sınıf ayrımı kat kat daha karmaşık hale geliyor, her yöre veya bölgede farklı bir blues türü duyulabiliyordu. (Oakley, 2004:1553) Ülkenin farklı bölgelerinde farklı müziklerden hoşlanılsa da bazı bölgeler Blues’dan başka bir şeyden hoşlanmıyordu. Irka yönelik pazar haline gelen siyah müziğe gittikçe rağbet artıyordu. Sonuç olarak da geleneklere bağlı erkek kırsal blues şarkısına plak yapılması kaçınılmazdı. İlk kayıt, Mart veya Nisan 1924’te, Atlantalı Okeh şirketinin kayda aldığı on iki telli gitar çalan Ed Andrews tarafından yapıldı. Ancak ticari yönden ilk başarılı erkek şarkıcı Papa Charlie Jackson’dı. Paramount tarafında kaydı yapılan Papa Charlie Jackson, Güney’deki satış potansiyelinin araçlarından sadece biriydi. Çünkü Paramount şirketi Güneydeki satış potansiyelini tespit ettikten sonra tanıtım amaçlı olarak 1927 tarihinde “Paramount Book of the Blues”la Papa Charlie Jackson’ı, neşeli sesiyle şarkı söyleyen, gitar çalıp binlerce kişinin kalbine giren, nüktedan, iyi kalpli biri olarak tanımlamıştı. Papa Charlie Jackson müzik severlerin kalbini çalarken, Paramount yeni şekillenen pazar ekonomisinden ilk payını almıştı. 52 Papa Charlie Jackson’ın rahat ve usta işi müzisyenliği, onu Paramount’un ticari yönden çok başarılı bir başka blues şanatçısıyla kıyaslanabilir kılmaktadır: Blind Blake. Nasıl ilk kadın blues’cuların rahatlığı ve çekiciliği daha kişiselleştirilmiş ve kaygı yaratan bir blues tarzına götürmüşse, Blind Blake de kentin büyüsünden kurtuluşun ve dağılan umutların yarattığı atmosferi, Papa Charlie Jackson’dan daha fazla yansıtmıştır. Kadın şarkıcılar ve orkestraları nasıl mücadele içindeki toplumun ortak sıkıntılarını temsil eden birer vaiz ve cemaat gibi görünmeye başladılarsa, erkek şarkıcılar da bir tecrit edilmişlik duygusu veriyorlardı. Blake’nin şarkı söyleyişi sıcak ve rahattı, bazı kırsal blues parçalarında bulunan kalabalık onda yoktu; Blues’una kendini küçümseyen bir ironi duygusu veren sesi sakin, biraz hüzünlüydü. Paramount reklamlarının söz ettiği “ünlü piyano sesi veren gitarı” özellikle yavaş blues parçalarında müziğine yumuşak bir lirizm veren düzenli bir tona ve kusursuzluğa sahipti. (Malso-Bellest, 2005:60) Blues plaklarının görkemli yükseliş yıllarının yaşandığı 1927-1930 yılları arasında birbirinden farklı plak şirketleri (Columbia, Okeh, Paramount, Vocalion, Brunswick, Gennet ve Viktor) müzik piyasasına yepyeni yüzlerini sundu. 1930’ların ekonomik bunalımı ise plak piyasasını alaşağı etti. 2.3.4. Ekonomik Bunalım 24 Ekim 1929’da borsanın çöküşünün etkisi yaygınlık kazanır. 1929’un sonundan itibaren birkaç aylık süre içerisinde bankalar batar, tasarruflar silinip gider, fabrikalar kapanır, ipotekli mallar haciz edilirken ve ekonomide iflas üstüne iflas yaşanırken, halk benzeri görülmemiş bir sosyal karmaşayla karşı karşıya kalır. (Oakley, 2004:198) 1929 ile 1932 yılları arasında Amerika’nın milli geliri yarı yarıya azalır, işsizlik umulmadık oranda yükselir. 1931’in sonundaysa sayı 7 milyona ulaşır. Hüzün ve ümitsizlik duyguları, iş dünyasındaki o zor bulunur “güven” duygusunun geri dönmesiyle her şeyin düzeleceği inancı sayesinde bazen hafifler. Ancak 1932 sonbaharında işsizlerin sayısı 11 milyona ulaşır. Onu izleyen yıl istatistikler işe yaramaz hale gelmiştir. İşgücünün kabaca dörtte birinin işsiz olduğunu düşünürsek, kesin sayı 12 ile 15 milyon arasındadır. (Oakley, 2004:199) 53 Bu büyüklükteki bir felaket, Amerikan ticaretinin gelişmekte olduğunu düşünen 1920 insanları için oldukça inanılmazdır. Geçmişte ki on yıl da (1920-1930) Amerika’da endüstrideki büyüme ve ticaretin gelişmesi milli geliri neredeyse iki katına çıkarmış, benzeri görülmemiş bir refah sağlamıştır. Ticaretteki başarıların kişisel çabaların ödülü olduğu savunulmuş, başarısızlıklar ise kişisel nitelikteki yetersizliğe bağlanmıştır. Çünkü zenginlerin toplumun üst kesiminde toplanmasının herkese yarar sağlayacağına ve zenginliğin “yukarıdan aşağıya damlayacağına” inanılmıştır. Bu sirkülâsyonun devam edebilmesi için de hükümetin ekonomiye karışmasının tehlikeli olduğu inancı yaygınlaşmıştır. Bu nedenle Amerika’da sosyal ve yapısal reformlara duyulan ilgi azdı. Geçerli olan görüş insanlar ya kendi çabalarıyla yükselecek ya da genel refahtan payını alacaktı. Bu kabul edilmesi gereken bir gerçekti. Kısaca zengin zenginliğine yepyeni rant kapıları eklerken, fakir haklarından da yoksun olarak kaderine boyun eğmeliydi. Zengin ve yoksul arasındaki uçurum öylesine büyüktü ki, en zengin 36,000 ailenin geliri en yoksul 12 milyon ailenin toplam gelirine eşitti. Bu 12 milyon ailenin veya nüfusun %42’sinin yaşam koşulları ancak geçinecek düzeydeydi. Kırsal alanlarda yoksulluk o kadar büyüktü ki, birçok evin suyu ve elektriği yoktu. Mississippi’de çiftlik evlerinin yalnızca %2’sinde su ve sadece %0,5’inde elektrik vardı. Bu ölçekteki bir yoksunluk ve yokluk ortamında, endüstri ve üretim kapasitesindeki büyüme, pazarın onu destekleme gücünün üstüne çıktı, arz talebi aştı ve gösterişli yapı çöktü. Seri üretim endüstrisinin büyümesi, sektörlerin birbirine sıkı sıkıya bağımlı olmaları, bir parçadaki aksamanın başka birinde felakete yol açması, sonunda da tüm yapının iskambil kâğıdından yapılma ev gibi çökmeye başlaması anlamına geliyordu. Refah ve endüstriyel büyüme, hareketli montaj hatlarıyla ve ölçekli ekonomi getiren zaman ve hareket çalışmalarıyla, acımasız seri üretim tekniklerinin kullanımına dayanıyordu. Ekonomik güç büyük şirketlerin ve endüstri devlerinin ellerinde toplanmıştı; iş açısından, yalnızca otomobil endüstrisine, doğrudan ya da dolaylı olarak, 3.700.000 işçi bağımlıydı. Seri üretim, sonsuz büyüme imkânları sunuyormuş gibi görünse de, tamamen bir kitle pazarının varlığına dayanıyordu; Henry Ford gibi bazı sanayicilerin farkında olduğu gibi, satın alma gücü üretimle baş başa gitmeliydi. Satın alma gücünün, çöküş öncesi borsada ortaya çıkan spekülasyon cümbüşünün meydana gelişinde, esas hatalı olan halk kesiminin 54 elinde tutulması bir yanlıştı. Çünkü 1920’lerde şirket karları ve hisseleri %60 artarken, reel ücretler yalnızca %11 artmıştı. Bu, kitle pazarının gelişimindeki tek hata da değildi. Endüstrinin ve bir yere kadar tarımın makineleşmesi, üretim kapasitesini ve işçi verimini arttırıyor, aynı zamanda da insanları işlerinden ediyordu. (Kafaoğlu, 2003:48) 1932’de ABD’deki işsiz sayısı on bir milyonu buldu. Liberalizmin güven bunalımı demokratları yirmi yıllığına (1933-1952) iktidara taşıdı. İşsizlikten en çok etkilenen zenciler, Cumhuriyetçilere yüz çevirerek Demokrat Partiye yöneldiler. Franklin Roosevelt’in ortaya attığı “New Deal” sosyal politikası herkese umut ışığı oldu. Dönemin başkanı Roosevelt’in uyguladığı “New Deal” politikalarının özünde devletin kamu harcamalarını arttırarak efektif talep oluşturması yatıyordu. Bu politika kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı ve en azından ilk uygulama yıllarında artacak olan efektif talebin hangi kaynaklarla finanse edileceği tartışma dışında kaldı. Keynes, kapitalizmin otomatik olarak kendi kendini ayarlayabilen nitelikte olduğunu kabul etmemiş, Laissez Faire altında kronik, büyük çapta işsizliğin meydana gelebileceğini öne sürmüştür. İşsizliği hafifletmek için de pozitif maliye ve para politikalarının uygulanmasını tavsiye etmiştir. Oysa başkan Hoover ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmanın yolu olarak devlet bütçesinin dengelenmesinden geçtiğine karar verdi. Devlet harcamalarını kıstı, vergileri arttırdı. Bu defa da işsizlik büsbütün yükseldi. İşsizlik yükselince, insanların satın alma gücü azaldı. Fiyatlar düşmeye başladı. Hoover, işadamlarından işçi çıkarmamalarını, daha az kâra razı olup, üretime devam etmelerini istedi. Bu da mümkün olmadı, çünkü üreticiler mallarını satamaz hale gelmişlerdi. Bu durumda klasik iktisat teorisinin yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Depresyon döneminde iktidarda bulunan Başkan Franklin Roosevelt, durgunluktan çıkabilmek için şu önlemleri almıştır: İktisadi faaliyetleri canlandırmak ve talebi artırmak için ücretleri yükseltmiştir. Borsa ve banka spekülasyonlarını önlemiştir. İhracatı arttırmak ve dış ülkelerle rekabet edebilmek amacıyla %40 oranında bir devalüasyon yapmıştır. 55 Üreticilere sübvansiyon vermiştir. Yeni iş imkânları yaratmıştır. İşsizlere tazminat ödemiştir. İşsizliği azaltabilmek için yeni kamu hizmetleri (yol gibi) sağlamıştır. Kesimler arasında dengeli bir fiyat politikası uygulamıştır. Bu önlemlerin yanı sıra, Amerikan iktisat tarihinde önemli bir yere sahip olan devlet-özel sektör ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasına yol açan 13 önemli yasayı yürürlüğe koydu. 1933 ortalarında birbiri ardına çıkarılan bu yasalarla ekonomiye yeniden canlılık kazandırma dönemine girildi. Bu yasalar arasında, ABD’nin planlama mekanizmasında önemli rolü olan TVA (Tennesse Valley Authority) kuruluş yasası da bulunmaktaydı. Bankacılık sistemini düzenleyen bu yasa, bankaların borsalardaki spekülasyonları besleyecek krediler vermelerini engelleyecek ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruyacak yönde önlemler getirmişti. Devlet "Yeniden İnşaat Finansman Kurumu" aracılığıyla bankalara ve sanayi kesimine aktardığı fonlarla eşi görülmemiş düzeyde piyasaya kredi sağlama yoluna gitti. New Deal sanayi kesiminde üretim, piyasa ve işçi-işveren ilişkileri konularında önemli yenilikler içeren önlemler getirmişti. Sanayide durgunluğu gidermek için aşırı üretimin engellenmesi, ücretlerin artırılması, iş saatlerinin kısılması ve fiyatların yükselmesi öngörülmüştü. Özellikle yükselen ücretlerin toplam talebi canlandıracağı, dolayısıyla satışları artıracağı ve birikmiş stokların erimesine yol açacağı hesaplanmıştı. Özel kesime yönelik destekleyici ve özendirici önlemlerle birlikte kamu yatırımları ve hizmetleri için önemli fonlar ayrıldı. Bu alandaki çalışmaları düzenlemekle görevlendirilen PWA (Public Works Administration) 1935-1942 yılları arasında toplanan 13,2 milyar dolarlık kaynağı kullanarak yeni iş alanlarının açılmasına katkıda bulunduğu PWA aracılığıyla, bu dönem içinde 122 bin konut, 664 bin mil yeni yol, 77 bin yeni köprü ve 285 havaalanı yapımı tamamlandı. Çıkarılan "Tarımsal Uyum Yasası" tarım kesiminde üretimin ve fiyatın belirlenmesinde devlete geniş yetkiler verirken, üreticilerin satın alma gücünün 56 bunalım öncesindeki düzeye yükseltilmesi öngörülmüştü. Başkan Roosevelt ormanlaştırma, su baskınlarının önlenmesi ve toprağın korunması gibi projeleri yürürlüğe koyarak, 300 bin kişinin işe alınmasını sağladı. 1935-1942 arasında Kuzey Dakota'dan Teksas'a uzanan 200 milyonluk bir ağaç kuşağı meydana getirildi. Başkan F. D. Roosevelt'in uyguladığı "New Deal" politikası ABD'de olduğu kadar Batı Avrupa ülkelerinde de yeni düşünce ve politikaların ortaya çıkmasına neden oldu. Başkan Roosevelt'in "New Deal" dönemi, ekonomik ve sosyal yönden çöken liberal kapitalizmi, yeniden işler hale getirmek için ekonominin işleyişine devletin en geniş ve sistematik şekilde müdahale ettiği dönemdir. New Deal döneminde alınan önlemlerin en yaratıcılarından bir diğeri de Ulusal Sanayi Kurtarma Yasası’dır. NIRA kısa adıyla bilinen bu yasa iki dev proje içeriyordu. Birincisi, devasa bir altyapı inşaatı girişimi, ikincisi Amerikan iş hayatına kurallar getiren, haksız rekabeti önleyen karmaşık bir programdı. Programı Ulusal Kurtarma İdaresi yürürlüğe koydu. Her bir sektör için rekabeti mümkün kılacak kurallar getirdi. New Deal’a kadar, geleceğini özel sektörde gören, ulusal meseleleri özel sektörün düzenleyeceğine inanan Amerikan halkı, New Deal’dan sonra yüzünü Washington D.C.’ye çevirdi. Federal hükümetin ekonomiye müdahale etmesini bekler oldu. (Özgüven, 2004:4156-63) “New Deal” siyaseti zenci liderlerin bazı görevlere atanmasından dolayı az çok zenci toplumuna umut oldu. 2.3.5. Müzik Sanayisi 1925’ten itibaren elektrik motoru, müzikte olduğu gibi toplumun kalanında da son derece önemli değişikliler meydana getirir: Pikap yavaş yavaş geniş ağızlı fonografların yerine geçer. Yeni şehirlerin büyük binalarına son derece gerekli olan elektrik motorlu yeni asansörler, Muzak’ın asansör kullananları rahatlatmak için müzik satmasına bir vesile olur. Ses kalitesini iyileştirmektedir; Haendel’in “Messiah” eseri devasa maliyetlerle kaydedilir. Elektrikli kayıt sistemi, bir plağın radyo tarafından yayınlanmasını bile sağlamaktadır. Kimileri bundan rahatsız olur: Yorumcular bir işyeri kaybetmekte; besteciler, dinleyicilerin konser salonlarından soğumasından çekinmekte; üreticiler satışların düşmesinden korkmakta; seçkinler ise 57 müziğin herkes tarafından ulaşabilir hale gelmesinden çekinmektedir. Yavaş yavaş radyo, plak endüstrisinin yardımcısı haline gelir. Biri bir vitrin, diğeri ise onu donatacak mobilya sunmaktadır. Radyoda özellikle belli bir müzik memnuniyetle karşılanmaktadır: caz. 19252te “Let in Rain” ve “Let in Poor” kanallarda duyulan bir plağın ilk ticari başarısıdır. O zamandan itibaren radyo plak ve caz ile birlikte gelişir. Count Basie, Louis Armstong, Sidney Bechet, Lester Young, Duke Ellington zencileri taklit eden beyazlar, beyazları taklit ede zenciler- inanılmaz başarılar elde ederler. Beyazlar bu ritmlerle dans etmeye başlarlar: swing, blues, lindy hop. Markalar, etiketler bünyelerine aldıkları sanatçıların tanıtımını yapmak için çabalarlar. (Attali, 2005:128) Müzik piyasasında tüm bu değişimler yaşanırken, süreç 1929 Ekonomik krizin yaşandığı yıllara gelip çattı. Ekonomik krizle iyi yönetilemeyen plak da sesli sinemanın rekabetiyle karşı karşıya kaldı. Ayrıca radyonun yaşattığı başarı çöküntünün etkilerini daha da arttırdı. Küçük firmalar ya iflas etti ya birleşti ya da kısa süre sonra büyük firmalar tarafından yutuldu. Blues, 1929 ekonomik krizinden sonra çok belirgin bir yavaşlama sürecine girmişti. Kuzeye yerleşen kimi zenciler zenginleşmeyi başarmış kimileri de en azından iş bulabilmişlerdi. Ancak büyük kısmı kentlerde sadece sefaletle karşılaşmış, sağlıksız gettolarda yaşamaya çalışmıştı. Ekonomik kriz yine zencilerin renk temelli aşağılanmalarına sebep olmuş, her zaman ki gibi yıpratıcı olmaya -ilk işten çıkarılanların zenci olduğu gerçeği gibi- devam etmiştir. Güneyden Kuzeye göç eden zenciler, yaşadıkları tüm sıkıntılara rağmen geride kalanlara yaşadıklarını itiraf edememişlerdir. Çünkü onlar, geride bıraktıkları dostları nezdinde saygınlıklarını yitirecekleri fikrinden arınamamışlardır. Bu sebeple geride kalanlara hep iyi haberler ve daha fazla hediyeler göndermişlerdir. Böylece zengin olduklarına dair işaretler sunmuşlardır. Örneğin, kazanılan ilk paralarla alınan gösterişli ama değersiz ikinci el araba -ailenin ve dostların gözlerini kamaştırmak amacıyla güneye dönmede işe yarayacağının düşülmesi- gibi. Son derece gelişmiş ve zencilere kucak açan büyük kuzey kentleri düşüncesiyle göç, güney bölgesinde yaygınlık kazanır. Blues bu göç içinde kaybolmaz ama yeni uğraşlara ve müzikal mesaj verme koşullarına bağlı olarak az çok hızlı bir biçimde gelişir. Yeni “blues”lar genellikle 58 aşk acılarıyla gitgide daha fazla ilgilenmeye başlar. Delta ve Teksas’ın büyük yaratıcılarıyla “blues”da sosyo-ekonomik zorlukları ya da ırksal ilişkileri daha az gündeme getirmeye başlar. (Herzhaft, 2005:52-53) Blues’un ortaya çıkışındaki temel amaç –ırksal ayrımcılığa karşıt söylem tarzı- ortadan kalkmaya başlar. 1930’lu yılların sonu ve 1940’lı yılların başında yaşanan bir başka gelişme: Güney “blues”larında geleneksel olarak görülen, pornografik dizeler gitgide temkinli eğretilemelerle donanmaya başlar. Artık yeni zenci kent sınıfı her alanda saygın olmak ister. (Herzhaft, 2005:33) Müzikal düzlemde solist yerini topluluğa (küçük bir grup ya da tam bir orkestra) bırakır. Gitar esas enstrüman olarak kalsa da henüz teknik olarak mümkün olmayan elektrolaşma özlemi hissedilmektedir. Çünkü sahnede ikinci gitar devrededir. Ayrıca bir kontrbas ya da bateri, solisti yönlendirmeye başlamıştır. Orkestranın bütünlük içinde ahenkli tınıları savaş sonrası dönemin “elektro blues” un habercisidir. 2.4. YENİ ZENCİLER VE YENİ BLUES Avrupa ve Uzakdoğu mihver güçleri tarafından işgal edilmiştir. I. Dünya savaşından sonra ABD Başkanı Roosevelt, Avrupa’daki gelişmelere karışmama kararı almasına rağmen, savaşın Almanya lehine dönmesi üzerine tarafsız olan yasalarını değiştirir. Alman ilerleyişinin durdurulamaması üzerine 1940’da ABD, İngiltere’ye para yardımı yapar. 1941 yılında da “Ödünç Verme ve Kiralama Yasası”nı çıkarır. Bu yasaya göre her ülke yiyecek ve savaş malzemesi dâhil her türlü yardımı “bedeli savaş sonunda ödenmesi şartıyla” alabilecektir. Yine 1941 yılında ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill Kanada açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren görüşmeler sonucunda “Atlantik Bildirisi” yayınlanır. Bildiride yer alan maddeler daha sonra Birleşmiş Milletler Antlaşmasına da dâhil edilecektir. Bildirinin maddeleri özetle şöyleydi: Savaştan sonra toprak kazanılmayacak İlgili halkın onayı alınmadan toprak değişikliği yapılmayacak Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacak (Self-Determinasyon) Uluslar arası işbirliği gerçekleştirilip, geliştirilecek 59 Temel ham maddelerden eşit biçimde faydalanılacak İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak Açık denizlerde ticaret serbestliği gerçekleştirilecek Mihver devletler silahtan arındırılacak ve savaştan sonra topyekün silahsızlanmaya gidilecek (Gürün, 1986:264-265) Bildiriden de anlaşılacağı gibi ABD faşizme karşı mücadelenin ve halkların özgürlüğe kavuşması mücadelesinin önderliğini yapmıştır. Bu maddelerin Birleşmiş Milletlerde de yer alacak olması, zencileri ilk kez beyazlarla omuz omuza savaşmanın eşiğine getirmiştir. 1942 yılında donanma bakanlığının girişimiyle zenciler deniz kuvvetlerine de alınmıştır. Böylece zencilerin ordunun her kademesinde yer alması hükümetin siyasi politikalarıyla da paralellik göstermiştir. 3.000.000 zenci silâhaltına alınmıştır. Bunların yarısı Avrupa’da ya da Pasifik’te çarpışmalara katılmıştır. Savaşın son bulmasıyla ülkelerine geri dönen zenciler, önceki statükoyla (ırk ayrımı, gündelik yaşama hor görülme, ikinci sınıf vatandaşlık gibi) karşılaştılar. Kabul edilmesi mümkün olmayan bu durum karşısında zenciler Güney’de başkaldırı koşullarını olgunlaştırıp, patlattı. Başkaldırılarını sesli ifade edecekleri müziklerine yansıtıp, müziklerine yepyeni biçimler verdiler. (Herzhaft, 2005:69) Zenciler, II. Dünya Savaşının ardından sosyal kimliklerini “Rock Çağı” ile dünyaya haykırma dönemine ev sahipliği yapacaklardı. 2.4.1. Elektronikleşme ve Yeni Sosyal Kimlik Birinci Dünya savaşı radyo ve pikabı ortaya çıkarmıştı. İkinci Dünya savaşı ise manyetik bant ve çok daha iyi kalitede bir plak üretmeyi sağlayacak bir maddenin, yani Vinilit’in ortaya çıkmasına olanak sağladı. Plâk sanayisinin gelişmesinde, plâstik sanayisinin büyük etkisi olmuştur. Plâkların üzerindeki ses titreşim izleri, artık eskisi gibi derinlemesine değil de yanlamasına işlenmektedir. Böylelikle izlerin derinliği sabit kalmakta ve çok daha iyi sonuçlar alınmaktadır. Ses titreşimlerinin plâğa işlenmesi dıştan başlar; plâğın dönüş yönü olarak da saat ibrelerinin dönüş yönü kabul edilmiştir. Plâklar arasında, yapıldıkları malzeme bakımından farklar vardır. Yumuşak plâklar, direkt ses kaydına imkân veren selülozlu bir bileşimle kaplıdır. Sert plâklar ise, gomalaka ya da vinilit 60 üzerine madenî bir kalıp içinde sıcak baskı yapılmasıyla elde edilirler. Plâkların çapları ve dönüş hızları da değişiktir. Pikaplarda, dönüş hızı, plâğın 78, 45 veya 33 devirli oluşuna göre ayarlanır. Teknolojik alandaki bu gelişim müziğin ilerlemesini de sağlar. 1945 yılından itibaren elektrogitar kullanımı “blues”da genelleşir. Seslerin çoğalması, ikinci dünya savaşının yaşattığı buhranlı ortamı silmek için artık bir araçtır. Çoğalan sesler armonisine elektrogitarın yanında, elektrikli org ve piyano katılır. Bu yeni elektro sesler “blues”u büyük ölçüde değiştirir. Ayrıca yeni “blues”un küçük prodüktörler tarafından keşfi büyük markaların oluşumuna olanak sağlar. Tüm bu ilerlemeler, kapitalizmin bir başka yüzünü haber vermektedir: Bundan böyle seri halde üretilen pek çok cisim, biri sabit diğeri değişken iki parçadan oluşacaktır; sabit parçaların üretiminde yapılacak olan önemli bir değişiklik, her iki parçada da değişiklik yapılmasını zorunlu kılacaktır. Bu bağlamda plak ile pikaptan sonra ampul ve lamba, jilet ve ustura, kartuş ve dolmakalem, film ve fotoğraf makinesi, film ve kamera, CD ve CD çalar, yazılım ve bilgisayar, videokaset ve video gelir. Kapitalizmin üretim sirkülâsyonuna bir yenisi eklenerek tekrar ekonomisi iyice yerleşir. 2.4.2. İhtiyacı Üretmek: Sosyal Kimliğinden Uzaklaşan Müzik Savaştan sonra gençler, ebeveynlerinin gözetimi altında yaşamaktan sıkılır; tanık olmadan bir araya gelmek isterler. Bağımsızlık kazanmalarına imkan tanıyan yeni ekonomik gelişmenin rahatlığıyla, ilk kez büyüklerin denetimi olmaksızın dans etmek, flört etmek, baştan çıkarmak için müziğe ihtiyaç duyarlar. Bunun için gecelere, “sürpriz parti”lere hayat verecek, birleştirici bir malzemeye ihtiyaç duyarlar. Bir high school tarzında oldukça büyük, birleşmiş, standartlaşmış bir piyasa çıkar ortaya. Bu rhythm’n blues ve be-bop’un beyaz versiyonu, orta sınıfın umutlarını, hayal ettiği yaşamı dile getiren, kimi zaman kardeşçe ilişkiyi, kimi zaman da erotik ilişkilerden bir esintiyi ortaya koyan, apolitik, uyumlu, idealleştirilmiş, kara umutsuzluğu süzgeçten geçiren, doğaçlamaya belli bir yer bırakarak düzene sokumlu, herkese açık bir dans, pop, rock and roll olacaktır. (Attali, 2005:132) 61 1940’ların sonu 1950’lerin başında, siyah gettolarında birdenbire ortaya çıkan ve tohumları Güney’de atılmış olan, Afrika kökenli, güncel, yavaş tempolu ve yüksek sesli bir blues modası “rhythm and blues” Amerika’yı sallayacaktır. Ancak siyahların rhythm and blues’u, püriten beyaz toplumun çocuklarını işveli imalarla dolu sözcükleri ve ham enerjisiyle baştan çıkaracak ve oluşturulan yepyeni Rock and Roll’la dünyayı sallayacaktır. Amerikan iç savaşının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen siyahilerin hala medeni haklarını tamamen elde edememiş olmaları, Güney eyaletleri, kamusal alan ve okullarda ayrımcılığa maruz kalmaları, kültürel olarak da soyutlanmış olmaları siyahları özellikle müzik alanında özel ifade biçimlerini ortaya koymaya sürüklemiş ve bunun sonucunda da Rhythm and blues’la devam eden süreç “bana siyahlar gibi şarkı söyleyen birini verin, bir milyon dolar kazanayım” diyen Sam Phillip’in sözüyle şov endüstrisinin ortaya çıkardığı Rock and Roll ile içi boşaltılarak tamamen apolitik bir söylemin içine girmiştir. Artık müzik siyahîlerin elde etmeye çalıştıkları hakların ifade aracı olmaktan çıkmış, kapitalist piyasanın para makinesi haline gelmiştir. Siyahîlerin yaptığı müzik, beyaz toplumun tekelinde olmalı ki karlar da beyaz toplumun olsun anlayışla yola çıkan para babaları blues’un ritimlerini taşıyan ama siyahların olmadığı bir müzik piyasası oluşturmak için yola çıkarlar. Bu sabırsız ve zengin, geniş müşteri kitlesine, acilen her türlü baştan çıkarıcı unsurla donatılmış inandırıcı bir ürün sunmak için Rock and Roll yaratılır. Kapitalizmin temel repliği olan kara ulaşmak için üretilen müzik türü sadece ihtiyacı karşılamak üzerine kuruludur. Rock and Roll’la, siyahîlerin sosyal kimliğine ev sahipliği yapmış olan blues, bu sorumluluğundan arındırılmıştır. 2.4.3. Rock’n Roll Rock and Roll: “sallanmak ve yuvarlanmak” Rocker da blues dilinde sevgili anlamına gelir. To rock aynı zamanda swing’in eş anlamlısıdır (sallanmak,ısıtmak anlamında). The rocks 1920’li yıllarda boogie’nin yuvarlanan baslarını ifade ederdi. 1940’lı yıllardan bu yana hem dansçıların hem de cinsel partnerlerin gidiş gelişlerini belirten “rock’n roll” sözcüğü bütün dünyadaki dans partilerinde boogie ritmini çağrıştırır. 1940’lı yıllarda özellikle müzikal bir türü belirtmese de zenci şarkıcı 62 Louis Jordan rock’n roll denecek şeyin ilk popüler figürü olacaktır. Saksafonu ve orkestrası mizah yüklü Little Richard’ın habercisi bir enerjiyle dolu, dansa davet eden parçaların temeli olur. (Bergerot, 2004:122) Rock’n roll’un kesin doğum tarihini saptamak da pek mümkün değildir. Çünkü başlangıç olarak histerik şarkıcı Johnnie Ray’ın siyah dansinglerin shouterlarını umutsuz perdeden taklit ettiği 1951 sonu mu? Elvis Presley adlı utangaç bir delikanlının, annesinin doğum günü için yumuşak bir albüm kaydetmek düşüncesiyle Sam Phillips’in stüdyosunun kapısını çaldığı 1954 Temmuzu mu? Orijinal ses bandını Bill Haley adlı birinin imzaladığı “Blackboard Jungle”4 filminin gösterime girdiği 1955 Martı mı? Yoksa Alan Freed adlı açıkgöz bir disk jokeyin, yine aynı yıl moda olan yeni dansı, rock keme imi n, kesme imi roll adıyla vaftiz ettiğini açıkladığı gün mü? (Dister, 2009:20) Aslında tarihin de pek önemi yok. Elvis Presley’in söylediği gibi: “Rock’n roll bir süredir var. Daha önce buna rhythm and blues diyorlardı. O zaman bile harika bir şeydi. Şimdi daha da muhteşem oldu. Bu müzik siyahlar arasında uzun zamandır varlığını sürdürüyordu. Şimdi dünyayı sarsıyor”5 Şov endüstrisi hızla ilerleyen rock’n roll çılgınlığını kaçırmadı. Gençlerin ilgi gösterdiği alandan kar elde etme çabasıyla ilk girişiminde bulundu. Bu fırsatı yakalayan ilk isim Elvis Presley oldu. Elvis Presley beyazları temsil eden ama siyahların gırtlaklarını taklit eden şarkıcıydı. Kısaca siyahlar gibi şarkı söyleyen, dolayısıyla da sonsuz bir ticari potansiyele sahip bir beyazdı o. Hiç zaman geçirilmeden çıkarılan albümler müzik piyasasını hareketlendirdi. Ekonomik bunalım ve ikinci dünya savaşının ardından Amerika’da yeniden hareketlenen müzik piyasası rock’n roll’la yeni yüzüne kavuştu. Blues ve rhythm and blues’da olan asi imaj, hırpani kılık kıyafet Elvis Presley’de de olmalıydı. Bu imaj ise Elvis için biçilmiş bir kaftandı. Şarkı sözlerinde de zencilerin ruhani yapısının hissedilebilmesi ve beyaz gençliği tıpkı blues’da olduğu gibi etkileyebilmesi için Elvis’in şarkı sözlerini siyahîler yazdı. Şov endüstrisi iş başındaydı. Beyaz gençlik bu müzik türünü tüketiyordu. Elvis’le tüketimin devam etmesi şarttı. Bu nedenle beyaz’ın gerisinde bir siyahîye ihtiyaç vardı. Siyahlar toplumsal hayatta yaşadığı ayrımcılık 4 5 Öğretmene tam not http://indigodergisi.com/arsiv/buse_01_27.htm 63 sonucunda beyazların müzik piyasasına da sahip çıkmalarını hayal kırıklığıyla izliyorlardı. Siyahîlerle ilgili ilk tabu Elvis Presley’in çıkardığı siyah-beyaz plakla yıkıldı. Böylece sanatsal yapımların ırksal ayrımcılığa maruz kalmaması gerektiği mesajı verilmiş oldu. Siyah-beyaz plakla sanatsal yapımların ırksal birliği imajı Amerika’da bir ilk olarak tarihe geçti. Jerry Lee Lewis’in sahneye çıkmasıyla da ikinci tabu yıkılmış oldu. Lewis, aşktan söz etmek için lafı uzatma sıkıntısına girmeyen Siyah bluescuların o dobra dilini, açık seçik sözlerini kullanma cesaretini gösterdi. Lewis, kiliselerde geçerli olan üslup ile New Orleans genelevlerinde rağbet gören üslup arasında ortalarda bir yerlerde duran sağlam bir boogie icra ediyordu. Rock’n roll’un bu hızı, aktör görüntülerinin -sinemanın da yardımıyladünyanın dört bir yanına yayılma süreciyle hızlandı. ABD’den Batı’ya doğru güçlü bir fantezi ve özgürlük rüzgârı esmeye başladı. Fransa ise bu rüzgârdan etkilenmekte gecikmeyecekti. 2.5. ROCK ÇAĞI DÜNYAYI SARMALIYOR 1953’te Stalin’in ölümünden sonra Doğu’da Stalincilikten arınma rüzgârı esmeye başladı. Doğu ve Batı blokları barış içinde birlikte yaşama ve terörün dengelenmesi için çaba harcadılar. Bu dönem, sömürgeden kurtulma girişimlerine, büyük güçlerin doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmalarına ve bir yığın yerel çatışmaların yaşanmasına sahne oldu. Kültürel düzlemde de, uzun vadede soğuk savaşa son verme çabaları görüldü. En güzel örneklerinden biri ABD’nin dış basın sözcüsü Voice of Amerika radyosunun, 1955’te animatör Willis Conover’dan bir caz programı yapmasını istemesidir. ABD’de, 1954’te McCarthy6 Senato tarafından suçlandı. Azınlıkların başkaldırması üzerine aynı yıl yüce divan, aldığı bir kararla eğitimde ırk 6 Joseph Raymond McCarthy, 1947 ve 1957 yılları arasında Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi parti Senatörüdür. Senatodaki 10 yıllık görev süresinde McCarthy ve çalışanları, komünist parti ya da komünist sempatizanları hakkında sorumsuz suçlamalarla kötü bir şöhret kazanmışlardır. Bu suçlamalar ABD hükümetindeki insanlara, özellikle Birleşik Devletler Dış İşleri Bakanlığında ve denizaşırı ülkelerde hükümet kütüphanelerinde çalışanlara yöneltilmiştir. McCarthy dönemi korku imparatorluğu olarak da anılmaktadır. 64 ayrımcılığına son verdi. Bu kararın Güney eyaletlerinde uygulanmaması zencilerin mücadelesini sokağa taşıdı. 1955’te din adamı Martin Luther King7 Alabama’nın başkenti Montgomery’de uygulanan ırk ayrımcılığını protesto etmek amacıyla kamu ulaşım araçlarının boykot edilmesi çağrısını yaptı. Martin Luther King’in Gandi ve şiddet karşıtı öğretilerden etkilenmesi onu, 1957’de kurulan SCLC’nin (Southern Christian Leadership Conference) başkanlığına getirdi. Bu başkanlık Martin Luther King’in sivil haklar mücadelesinin henüz başlangıcıydı. (Bergerot, 2004:148) ABD’de McCarthy’nin korku imparatorluğu son bulup, Martin Luther King’in eşitlik yanlısı hareketleri ivme kazanmışken, yeni nesildeki değişim dalgası hızla dünyayı sarmalıyordu. Henüz gençlerin müziği siyasi düzlemde muhalefet tarzını oluşturmasa da 1960 yıllar için yatırım yapılıyordu. 1955 ilkbaharıydı. Ürküntü içindeki ana babalar çocuklarının yeni yüzünü keşfediyorlardı. Yeni nesil, tıpkı ilahları olan James Dean ve Eddie Cochran gibi saçlarını briyantinliyor, rock’n roll ve swist gibi yeni danslarla kendinden geçiyor, sigara içiyor, blucin ve meşin ceket giyiyor, flört ediyor ve üstü açık arabalar kullanıyordu. Müzik kutularında caz ve country’in yerini rock’n roll aldı. Plak endüstrisinin yeniyetmelerin dünyasını keşfe çıkmasıyla ilk Fransa’da ardından İngiltere’de Rock’n roll büyüsü boy göstermeye başladı. 2.5.1. Fransa 1955’te tüketim çılgınlığı yediden yetmişe tüm nesli etkisi altına aldı. Yeni pazarın oluşturulması ve özel olarak üretilen ürün seli, kapitalimin hızla gelişmesine olanak sağladı. Plaklarla başlayan süreç, Brando’nun purosu ve tişörtü, Hollywood’lu kadın avcılarının Thunderbir’ü ve Corvette’i, Marvel’in çizgi romanları ve filmlerle devam etti. Sokaklar tektip gençlerle dolup taştı. Basın ve sosyologlar birdenbire ortaya çıkan bu yeni toplumsal olgu ile kafa yormaya başlarken, Guy Debord’un kapitalizmle şekillenen tüketim ilişkilerinin, ülke ve ideoloji ayırt etmeksizin, bir gösteri biçimi yarattığı ve bu durumun kaçınılmaz olarak gösteri dünyasının büyük pazar oluşuyla sonuçlandığı gerçekliğine dikkat çekti. 7 Afrikalı-Amerikalı Baptist papaz ve Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi. Dünya genelinde şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmaktadır. 65 Şov endüstrisiyle oluşturulan yeni pazarda Rock’n roll yepyeni bir yüze kavuştu. Müzik artık sosyal kimlik arayışının amacı değil, tüketimin en önemli aracı haline geldi. Şöhretin toplumda oluşturduğu yeni kimlik, malları metalar ile kendi yasalarına göre giderek büyüyen ayakta kalma mücadelesini tatmin ile özdeşleştirmeyi insanlara kabul ettirmeyi amaçlayan bir hal aldı. Toplumda oluşturulan sahte-şöhret gençler tarafından ilgi gördü ve özgürlüğün metalara sahip olmakla kazanılabileceği gibi bir yanılgıya sebep oldu. Bu durum Guy Debord tarafından şöyle açıklanır: “Yaşayan insanın gösterideki temsili olan ünlü kişi, olası bir rolün imajını kendinde toplayarak, aslında bu bayağılığı somutlaştırdı. Ünlü kişi olmanın koşulu görünüşte yaşanmış olandan uzaklaşmaktır; ünlü kişi fiilen yaşanmış olan üretken uzmanlaşmalardaki parçalanmayı telafi etmek zorunda olan derinliksiz ve görünür yaşamla özdeşleşme nesnesidir. Ünlü kişiler, çeşitli yaşam tarzlarını ve toplumun kavrayış tarzlarını canlandırmak için vardırlar ve kendilerini global olarak ifade etme özgürlüğüne sahiptirler. Onlar bu emeğin amaçlarıymış gibi olağanüstü bir şekilde üste çıkarılan yan ürünlerini taklit ederek toplumsal emeğin uzlaşılmaz sonucunu temsil ederler. Kâh devlet iktidarı sahte–ünlü kimliğine bürünür; kâh tüketimin ünlü kişisi, yaşanmış olanın üzerinde bir sahte iktidar olarak kendini seçtirir.” (Debord, 2006:63) Ayrıca ünlü kişi olarak sahneye çıkarılan gösterinin faili bireyin zıttıdır; bireyin hem kendi içindeki hem de diğerlerindeki düşmanıdır. Özdeşleşme modeli olarak gösteride bulunan fail, olayların akışındaki itaat yasasıyla özdeşleşmek için her türlü özerk nitelikten vazgeçer. Tüketimin, ünlü kişisi görünüşte farklı kişilik türlerini temsil etse de tüketimin bütünlüğüne eşit olarak ulaşabilen ve burada benzer mutluluğu bulan bu insan türlerinin her birini gösterir. Kararın ünlü kişisi, insani nitelik olarak kabul görmüş şeylerin tam stokuna sahip olmak zorundadır. Böylece, bu insani nitelikler arasındaki resmi farklılıklar, her konuda mükemmel olmaları ön varsayımı anlamına gelen resmi benzerlik tarafından ortadan kaldırılır. (Debord, 2006:63) Kısaca yaratılan ünlü kişinin durumu yıkım ve korkuyla çevrili mutlu birleşme imajından başka bir şey olmayacaktır. Ünlü kişilerin giyim kuşamı ve şarkıları artık gençlik kuşağının ifade aracı haline gelmişken, plaklarda yükselen 66 “hızlı” rock parçaları ile fiziksel temasa açık olan slow parçalar art arda Jukebox’larda8 birbirini izlemekteydi. Blues’dan Elvis Presley’in devraldığı yalnızlık, terk edilme, bahtsızlık, umutsuzluk temalarının yerini yavaş yavaş, ipe sapa gelmez baladlar, ritimli sözcük oyunları alıyordu. (Dister, 2009:38) Dansta cinselliğin ön plana çıkması da bazı yasaklardan kurtulma arzusunun habercisiydi. Şarkı sözlerindeki değişimler, ritimlerdeki hız, danslardaki cinsel ayrıntı, yerel radyoların çoğalması, plak pazarının katlanarak büyümesi… Kısaca sosyal hayattaki her şeyin bu kadar kısa sürede değişmesi, şov endüstrisi çarklarının, giderek genişlemesinin göstergesiydi. Bu çarktan pay almak isteyen Chuck Berry dünyayı etkisi altına alacaktı. 1926 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde dünyaya gelen Berry, gitarın elektriklenmesiyle -1955 yılında- rock’n roll’un efsanesi oldu. Bir siyah şarkı söylüyordu. Üstelik tahrik edici sahne oyunlarıyla bir takım yeniyetme hikâyeleri anlatan bir siyah. Ayrıca liste başıydı. Püriten Amerikan ise bu işten hiç hoşnut değildi. Hızla ülkenin arka odalarında plaklar yakılmaya başladı, halkı, siyah müziklerle tanıştıran istasyonların boykot edilmesi için afişler ülkenin dört bir yanını asıldı. İflah olmaz asiler olarak görülenlerin hepsi ya hizaya çekilmiş ya da hepsi ölmüştü. Düzenin elinde sterilize edilmiş saygın modellerden, kılıç artığı rocker’lardan, en zararsız yeniyetme temalarını sinik bir şekilde icra eden, şov endüstrisinin ürettiği standart kopyalardan başka bir şey yoktu artık. Blues ruhunun mirası olan öfkeli şarkı sözleri, bir süre için yerini ipe sapa gelmez, içi boş yapımlara bıraktı. (Dister, 2009:43) Çünkü Püriten Amerikalı, şov endüstrisi çarkından en büyük payı, beyazın almasını istiyordu. Fransa’da Amerikalı Siyah Blues şarkıcılarının sesi yükselmişti. Bu ses kısıldığına göre yeni bir beyaz yüze ihtiyaç vardı. İngiltere’de ise “THE BEATLES”ın albümleri ortalığı kasıp kavuruyordu. ABD’de büyük başarıya ulaşan ve ilk İngiliz grup olarak yerini alan “The Beatles” Rock’n roll’un yeni temsilcisiydi. 8 Müzik kutusu 67 2.5.2. İngiltere Altı yıl süren savaşın ardından yaşanan yoksulluk, İngiltere’nin Amerika’dan gelen her şeyin büyüsüne kısa sürede kapılmasına olanak sağladı. 1960 Liverpool’unda, Rock’n’roll denizcilerden, tersane işçilerine, otobüs şoförlerinden, market çalışanlarına kadar bütün işçi sınıfının içinde tutunmaya başladı. Amerika’da doğan bu müzik, İngiltere’de “Dixieland Cazı9"na” yedirildi. Amerika rock’ı taşradan öğrenmişti. İngiltere de, pop devriminin ilk etkilerini taşra aracılığıyla keşfedecekti: Beatles Kuzeyli aksanı ve şarkılarının naif tazeliğiyle Liverpool’da çıkarmasını yapıyordu. Baby-boom kuşağının yüreği tutuşmuştu. Binlerce gruba, ayaklarının dibinde açılan yarığın içine gömülmekten başka bir seçenek kalmıyordu. Çünkü Beatles gümbür gümbür geliyordu. İngiltere’de de Rock’n’roll ile başlayan müzik tutkusu, tüketim çılgınlığını beraberinde getirdi. Çünkü tüketim etkin bir ilişki biçimi, üzerinde tüm kültürel 9 New Orleans cazında sadece siyahların olduğunu düşünmemek gerekiyor. "Papa" lakaplı Jack Laine'in kurduğu gruplar 1891'den beri New Orleans'da çalardı. Jack Laine beyaz cazının babası sayılırdı. Önceleri bu gruplar New Orleans'da "band wagons" adı verilen arabaların üstünde ya da yürüyerek caddelerden geçerdi. Siyah ve beyaz gruplar eğer birbirleri ile karşılaşırlarsa aynı bizim ozanlarımızın taşlamaları gibi onlarda "contest" ya da "battle" denilen yarışlara tutulurlardı. Eğer beyaz grubun başında "Papa" varsa galip taraf beyaz olan taraf olurdu. New Orleans'ta beyazların tarzı hızlı bir şekilde oluştu; anlatım açısından daha zayıf olan bu tarz teknik açıdan bakıldığında daha yetkin bir hal alıyordu. Melodiler daha yumuşak armoniler daha temizdir. İki rengin müziğinde cümleler şu şekilde olmalıdır. Beyazlar,"Biz istersek böylede çalarız.".Siyahlar ise,"Biz böyle olmak zorundayız" ın dayanılmaz işlenişini kulaklara fısıldarlardı. Cazın ilk başarılı beyaz orkestraları Papa Jack Laine'la başlar. Orginal Dixieland Jazz Band, New Orleans, Rhytm Kings başlıca topluluklardır. Bu gruplarda solist doğaçlamalarına yer verilirdi.1917'ler de beyazların jazz yapmaya başlamasıyla, jazz(caz) sözcüğü daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. Beyaz bir orkestra şefi olan Tom Brown ise, bu sözcüğü ilk kez 1915 yılında Chicago'da çalarken dinleyici önünde kullandığını idda eder. Oysa 1913'de San Francisco gazetesinde bu sözcük müzikal anlamda kullanılmıştı. Erken dönem cazındaki beyaz çalış tarzını, New Orleans tarzından ayırmak için Dixieland cazı olarak adlandırmak alışkanlık halini almıştır. Dixileand sözcüğünün nereden geldiğine dair bir başka söylenti ise; Louisiana'nın 10 dolarlık banknotlarında İngilizce ten(on) yazısının yanında Fransızcası dix(on) yazardı. Bu durum kuzeyli Yankee'leri öyle etkilemiş olmalıki, ülkeyi Dixieland olarak adlandırırlar, daha sonraları da müziğe Dixieland jazz denmeye başlanır. Ragtime, New Orleans ve Dixieland cazı ile caz müziğinin tarihi başlar. Cazın Afrika’dan geldiğini düşünmek onu bir kesime mal etmek, cazın sadece siyah insanlar tarafından yapıldığını düşünmekle aynıdır. Gerçekte bu böyle değildir. Caz siyahla beyazın birbiriyle karşılaşması sonucu doğmuştur. Bu nedenle de karşılaşmanın en yoğun olarak yaşandığı yer olan ABD'nin güneyinde ortaya çıktı. Cazın doğmasında ve gelişiminde ırklar arası iletişim çok önemli rol oynamıştır. Bu iletişim gerçek bir beraberliği simgeler. Bir bütündür. (Fordham, 1998:123) 68 sistemin kurulduğu sistemli bir etkinlikti. Bu etkinlikte insanlar nesneler tarafından kuşatılmalıydı. Rock sadece plak sattırmıyordu. Başka ürünler için de müthiş bir promosyon aracıydı: Mini etekler, kozmetik ürünler, kuaför salonları, ayakkabılar ve kıyafetler… Giyim kuşamın ötesinde, Viktoryen10 arkaizme sırtını dönen bütün bir toplum olarak görünse de, tutucu devrin arkasından gelen bu yepyeni oluşum herkesin de hoşuna gitmiyordu. Çalkantılar içindeki bu dönemde rock’n’roll yandaşları -yani işçi çevrelerinden gelen “rocker”lar- rock’ın alâmetifarikalarını koruyorlardı: Geriye taranıp şekillendirilen uzun saç tutamları, perçemler, meşin ceketler, büyük İngiliz motosikletleri… İşçi çevrelerinden gelen bu “rocker”lar, düzenli olarak, sanat okullarının genç öğrencileri, kentli küçük burjuvalar, kısa saçlılar, Fransız tarzı giyinenler ve süslü püslü hafif motosikletlilerden oluşan düşmanları “modern”lerle çatışıyorlardı. Bu mekanik çatışmaya bir de müzik zevklerindeki derin farklılıklar eklenecekti. Müzikteki temel rock’n’roll’unu farklılıkları, desteklerken, rocker’lar 50’li yılların modernler yeni İngiliz beyaz öncüllerinin gruplarını, klasik rhythm’n’blues’u ve modern cazı tercih ediyorlardı. Rocker’lara karşı müzikte modernlerin oluşturduğu bu duruş, dünyada “British Invasion11” diye bilinen, Amerikan müzik piyasasının İngilizler tarafından işgal edilmesiyle son buldu. 1964’te, en kısa zamanda en fazla doları kazanma hırsı içindeki onlarca İngiliz grubu, New York’a çıkarma yaptı. “British Invasion”un en önemli etkisi kendini toplumsal hayatta göstermesiydi. Bu gösterge toplumda “Beatnik12” olarak –bugünde- anılan bir grubun ortaya çıkmasına olanak sağladı. Beatnik’ler düzen tarafından dışlandıkça, bu genç asiler daha fazla sorguladı. Yaşam tarzındaki bu değişim ifade alanlarına yansıdı. Rock’n’roll’un politikaya ilgisiz tavrı, dansa, eğlenceye ve cinselliğe aşırı düşkün duruşu -Beatnik’lerin etkisiyle- 1960 Rocker’larının muhalefet sözcülüğünü 10 Büyük Britanya kraliçesi Victoria’nın hükümdarlık dönemini belirten İngilizce kökenli kelime. 19. yüzyılı ifade eden terim tutucu devri anlatır. 11 İngiliz istilası 12 Beatnik: Mevcut toplumun, kurulu düzeninin değerlerini, kurallarını reddeden, yerleşik anlayıştan farklı tavır, tutum, kılık ve kıyafet içinde olan, egzotik felsefe yapmaya ve kendini ifade etmeye müptela kişi olarak tanımlanabilir. 69 üstlenmesiyle son buldu. Böylece yepyeni bir dönemin kapısı açılarak, Amerikan rüyasının geri dönüşüyle sonuçlandı. 2.6. ROCK’IN MİLİTAN POLİTİKAYI KEŞFİ 60’lı ve 70’li yıllar batı ve sömürge toplumları için bir dönüm noktasıydı. İki büyük dünya savaşının yıkıcı etkileri, bunun ardından gelen Kore ve Vietnam savaşı gibi olaylar Amerikan gençliğinde, kurulu düzene karşı büyük bir tepki oluşturmuştu. Avrupa ülkelerinde de durum farklı değildi. Devlet ve dininin tüm kurumları ‘kurulu düzenin’ bir parçası olarak görülüyordu. Bu dönemde batı gençliğinin önemli bir bölümü ve bazı batılı entelektüeller yeni arayışlara girdiler. Varoluşçuluk ve anarşizm gibi akımlar gençler arasında popüler olmaya devam ederken bir yandan da gençler soğuk savaşın ülke içerisindeki anti-demokratik uygulamalarına karşı çıkıyor, bütün dünyada ortaya çıkan devrimci kabarışa paralel olarak düzene kökten bir eleştiri getirip; daha adil ve iyi bir dünya yaratabileceklerini düşünüyorlardı. Kimi “çiçek çocuk” olmayı seçerek hippi hayatı yaşıyordu, kimi dünyanın sorunlarını çözmek için kollarını sıvamıştı. Bu dönemde -her toplumda olduğu gibi- gençlik hareketleri kendilerine belli bir parça ve slogan belirliyordu. Amerika’da Vietnam savaşının uzun sürmesi, ABD için milyarlarca dolarlık maddi yük, elli bin dolayında ölü ve insan kayıplarıyla beraber patlak veren “Vietnam sendromu” zaman içerisinde tüm toplumu psiko-sosyal açıdan etkilemişti. Vietnam savaşında yer alan askerler; Jefferson Airplane’in “white rabbit” adlı ironik parçasını dinleyip kendilerinden geçerken, Vietnam savaşına karşı olan gençlik hareketleri (hippiler, beatnick’ler v.b) ise Bob Dylan, Joan Baez, Janis Joplin, Jimi Hendrix gibi müzisyenleri dinleyerek topluma tepkilerini gösteriyorlardı. 2.6.1. Psychedelic Rock ve Jefferson Airplane Jefferson Airplane San Francisco'dan çıkan ve tüm dünyaca tanınan ilk “Psychedelic Rock” gruplarından birisidir. Psychedelic Rock, “Blues Rock”, Progressive Rock” ve “Heavy Metal” türleri arasında bir köprü oluşturur. Kökleri daha çok batı müziğine dayansa da, melodilerinde Hint müziği gibi etnik tarzlardan da tınılar taşır. Bu müzik türünün etkisiyle rock militan politikayı keşfetmiş ve muhalefet üniversite kampüslerinin çok ötesine ulaşma fırsatı bulmuştur. 70 1967 yılında piyasaya çıkan, Jefferson Airplane’nin seslendirdiği “White Rabbit13” adlı parçanın sözleri, Lewis Carroll tarafından yazılmıştır. Lewis Carroll’un 1865 yılında yazmış olduğu; çoğu insan tarafından çocuk kitabı olarak bilinen “Alice’s Adventures in Wonderland14” adlı kitabın konusuyla ilgili olup, parça; dönemin sistemini, aile yapısını ve çeşitli söylemlerle uyutulan insanları anlatmaktadır. Kitap kimilerine göre Âlice adlı kızın paranoyalarına ve halüsinasyonlarına dair hikâyeleri içerirken, kimilerine göre de bu hikâyeler mantar yiyen küçük bir kızın sanrılarını ya da yazarın cinsel isteklerini (tercihlerini/fantezilerini) anlatmaktadır. Oysa sözlerini Grace Slick’in yazmış olduğu “White Rabbit” adlı parçada her şey farklıdır. Grace Slick bu parçayı var olan siyasi, askeri ve ailevi sisteme tepki olarak yazmıştır. Vietnam savaşı ile çöküşe geçen ve çocuklarını sisteme adapte etmeye çabalayan aileler; bir yandan çocuklarının bir takım zararlı alışkanlıklara bulaşmamasını isterken bir yandan da çocukların zihinlerini çeşitli masallarla uyutmaktadırlar. Bu yüzden Grace Slick küçüklüklerinden beri yalan yanlış şeylerle ya da fantastik masallarla büyütülen bu çocukların, günün birinde tavşan deliğinin nasıl bir şey olduğuna bakmak istediklerinde tepki görmemeleri gerektiğini söyler. Şarkıda yer alan “tavşan, tırtıl, satranç tahtası, beyaz şövalye, kırmızı kraliçe, fındıkfaresi, satranç tahtası üstündeki adam (beyaz at)” gibi karakterler kitapta da yer alırken; bunların özelliklerine bakıldığında –tavşan haricinde- tüm karakterlerin küçük bir çocuk için ne kadar sıra dışı olduklarını görürüz. Bu karakterlerden “kırmızı kraliçe” ve satranç tahtasının siyah-beyaz renkleri edebiyatta paradoksu; parçada ise toplum içerisindeki siyah-beyaz kargaşayı ve Vietnam sendromunun etkilerini temsil etmiştir. Böylelikle bu masal ve şarkı sözleri arasında müthiş bir bağlantı yakalamış oluyoruz. “Alice’s Adventures in Wonderland” aslında bir sosyal-siyasî eleştiri metni olup; birçok okuyucu büyük bir kısmı kraliyete, aristokrasiye, yönetime, hukuk sistemine yöneltilen bu eleştirilerin hiçbirini fark etmezken, hiç değilse okuyucular Alice’in kitaptaki o muhteşem çıkışından ilişkilendirmelidirler. Bilindiği gibi Alice hikayede, şımarık kırmızı kraliçeye, pısırık krala, boynunun vurulması tehlikesine daha fazla dayanamayarak 13 14 Beyaz tavşan Alis Harikalar Diyarında 71 “yeter artık! Aslında hepiniz bir deste iskambil kartından ibaret değil misiniz?” deyiverdiğinde, saraydaki herkes birer karta dönüşür. Bu da aslında toplumdaki her bireyin hatta ve hatta saraydaki kral/kraliçenin bile sistemin bir parçası olduğunu okuyucuya göstermektedir. Parçaya dönülecek olursa bu masallarla uyutulma durumunun yok olması ve biraz daha mantıklı düşünülmesi için bir miktar “magic mushroom15”un gerektiği söylenir. Bunun etkilerini son satırdaki “feed your head16” gibi keskin bir cümle ile hissederiz. Bilinç; ancak mantar ile kafalar beslenerek mümkündür, çünkü insanları ve çocukları çeşitli masallarla uyutan mantar değil toplum ve ailelerin ta kendisidir.Belki “Alice’s Adventures in Wonderland” dünyada okunan en basit çocuk kitabı olarak görülebilir; belki adına da yapılmış “White Rabbit” “Lucy in The Sky With Diamonds17” gibi parçalardan anlamlar çıkarılamayabilir. Ama var olan psiko-sosyolojik gerçekleri değiştirmek, olanları reddetmek ve bir tarihe önemsizmiş gibi bakmak mümkün değildir. Tarih yazılı basından öğrenildiği gibi, müzikle ve onların lirikleriyle de kavranıp yorumlanabilir. Bu nedenle 1960’lı yılların müziğinde Vietnam savaşı, sansürün aşırılıkları, siyasi ve hukuki yolsuzluklar muhalefet hareketine yol açmıştır. Rock tarihinde hiç görülmedik bir olay gerçekleşmiş, muhalefetin sözcülüğünü müzisyenler ve şarkıcılar üstlenmiştir. 2.6.2. Folk Müzik ve Bob Dylan Asıl adı Robert Zimmerman olan sanatçı, 24 Mayıs 1941’de Minnesota’daki küçük maden kasabası Duluth’ta dünyaya gelmiştir. (Dister, 2009:77) Adını ilk kez 18 yaşında duyuran Bob Dylan, neredeyse yarım yüzyıldır kesintisiz icra ettiği sanatıyla Amerikan ve dünya popüler müziğinin en temel figürlerinden biri olmuştur. Besteci ve icracı olarak içinde yer aldığı başlıca müzik türleri “Folk, Rock, Blues ve Country18”dir. Çok genç yaşta Little Richard’ın rock’n’roll’undan, Hank Williams’ın country ve western’inden ve Woody Gurthrie’nin kişiliğinden etkilenen Bob Dylan, dünyanın en çalkantılı dönemlerinden biri olan 1960 Amerika’sında baş 15 Sihirli mantar. Bir tür uyusturucu. Besle Kafanı 17 The Beatles’ın “Lucy gökyüzünde elmaslarla beraber” adlı şarkısı 18 ABD'nin güneydoğusunda yaşayan beyazlara özgü müzik tarzıdır. 16 72 gösteren huzursuzluğu ve huzursuzluğa bağlı başkaldırı ruhunu şarkı sözlerine aktaran ilk protest sanatçıdır. Bob Dylan'ın ilk dönemlerindeki şarkı sözleri siyaset, sosyal eleştiri, felsefe ve bin bir türlü edebi esinlenmeyi içerir. Bu sözlerde yerleşik müzik anlayışına bir meydan okuma ve dönemin muhalif kültürüne birçok gönderme yapar. Müzik tarzlarını geliştirip kendine mal etmekle birlikte, Dylan Amerikan şarkı geleneğine de sadık kalmıştır. Folk ve country/blues şarkılarından ilahilere (gospel), rock and roll ve rockabilly'den İngiliz, İskoç, İrlanda halk şarkılarına, hatta jazz ve swing türlerine kadar tümünü kendi müziğinde harmanlayan Dylan, yarattığı yepyeni sanat anlayışıyla isyan halindeki öğrencilerin sevgilisi olmuştur. Bob Dylan, dünyada olup bitenlere duyarsız kalmayan ve bunları şarkı sözlerine aktaran kişi olarak önceleri folk müziğe ev sahipliği yaptı. Folk müzik, II. Dünya Savaşından sonra Amerika’da başlayan ve halk şarkılarının etkisiyle ortaya çıkan müzik türüydü. Toplumun içinden gelen, insandan insana aktarılarak sürekliliği bulunan, yüzyıllar boyunca toplumların kendi öz kültürleri ile bezenen, halk tarafından kabul görerek yaşayan bir müzik türü olan Folk müzik, Dylan’la ete kemiğe büründü. Dylan’ın anlatıldığı “No Direction Home - Bob Dylan” adli belgeselde Dylan, folk müzik için şunları söylüyordu: “Folk müzik, bana hayat, insan, kurum ve ideolojiler hakkında hep düşündüğüm şeyleri söyleme fırsatı veriyordu. Böylece aklımdaki tüm düşünceler, folk müzikle, açığa çıkıyordu. Her zaman dinlediğim folk müzik sanatçısı ama aynı zamanda “Aktüel Şarkı Hareketi19”nin ilk halkası olarak adlandırılan Woody Guthrie’nin şarkılarında da gerçek yaşama, gerçek insanlara ve gerçek olaylara dair sözler buluyordum. Buradaki temel mantık, “gerçek olanlara dair bir şeyler yaz ama asla bundan para kazanmayı bekleme”ydi bu anlayıştan fazlasıyla etkilenmiştim. Ayrıca folk müzik, geleneksel şarkılardan ödünç aldığım ritimleri kendi yaşanmışlıklarımın temeliyle buluşturabildiğim bir türdü.” Dylan’ı diğer folk müzik sanatçılarından ayıran bir şey vardı. O, diğerlerinin söylemek isteyip de söyleyemediklerini açıkça dile getirebiliyordu. Amerika’nın ardı ardına girdiği savaşlarda haksızlığa uğrayan insanların, açlığa, sefalete terk edilen 19 Aktüel olaylardan beslenen ve eserlerinde bunları dile getiren sanatçıların bulunduğu akım. 73 çocukların sözcüsü olabiliyordu. Daha güzel bir dünya isteyen Amerikan gençliğinin savaş karşıtı söylemlerine ve gösterilerine konserlerinde ev sahipliği yapıyordu. Siyasi protestoların birbirini izlediği o dönemde Bob Dylan daha baştan kendini bir asi olarak kabul ettirmişti. Kısaca o artık bir kuşağın sesi olmuştu. ABD’nin 1965’te başlattığı ve 1973’e kadar devam ettirdiği Vietnam işgali sırasında Dylan, kariyerinin ölümsüz eserlerini vermeye başlamıştı. Şarkı sözlerinin protest öğeler taşıması nedeniyle şarkıları, savaş karşıtlığının birer sembolü olmuştu. Sosyal adalet ve eşitlik savunucu olarak folk müziğin en önemli temsilcisi olan Dylan, dünya barışı istemi ve muhalif öğelerle, yepyeni müzik türünün ortaya çıkmasına da olanak sağlamıştı. “Protest müzik” olarak adlandırılan bu tür tüm dünyada savaş karşıtlarının seslerini yükseltebileceği alan olarak adını tarihe yazdırmıştı. Dünya müzik tarihinde “sosyal içerikli rock” müziğin ayak sesleri de duyulmaya başlamıştı. Dylan’ın 1964 yılında yaptığı şarkı “the times they are a-chamgin” savaş karşıtı gösterilerde marş niteliği kazanacaktı. Müzik ilk defa bu kadar politik söylemde kendisine yer edinmişti. Şarkının sözleri dönemde yaşanılan kaosu gözler önüne sermeye yetiyordu. “…gelin yazarlar, eleştirmenler, kalemleriyle bilgeselenler/ iyi açın gözlerinizi, şans bir daha geri gelmeyecek/ acele etmeyin konuşmakta, çark hala dönmekte/ ve kimse söylemiyor kimde topun duracağını/ şimdi kaybeden sonra elbette kazanacak/ çünkü zaman değişiyor. Gelin senatörler, kongre üyeleri/ kulak verin çağrıma/ durmayın yola, tıkamayın koridoru/ çünkü bugün incinen yarın koltukta olacak/ dışarıda bir savaş var ve kızışmakta/ yakında pencerelerinizi saracak ve duvarlarınız titreyecek/ çünkü zaman değişiyor…” Dylan, bir ulusun felaketleri üst üste yaşadığı bu dönemde, insanların kenetlenmekte bu kadar aciz kalmasının sebebini anlamadığını söylerken, protest müzik yapan rock sanatçılar ve onların destekçileri San Francisco’da gerçekleşecek olan -Human Be in- protest aktivitelerinin ilki için kolları sıvamıştı. “Human be in”de söz, şiir ve müzik iç içeydi. Özgürlüğün bilincine varıldığı yer olarak nitelendirilebilecek San Francisco’da, dünya barışı için insanlar sokaklara dökülmüştü. 74 Scott McKenzie'nin 'San Francisco' adlı şarkısıyla protest müzik geniş kitlelere ulaştırılıyordu. Şarkının sözlerindeyse o dönemin enerjisini yansıtacak ve "Çiçek Çocuklar" ismini tarihe yazdıracaklara yol gösterecekti: "San Francisco'ya gidiyorsan saçına çiçek takmayı unutma..." Binlerce genç saçlarında çiçekler, yollarda insanlara çiçekler dağıtarak San Francisco'ya doğru yollara düşmüştü. Evet, çiçek çocuklar muhteşem bir idealle yola çıkmışlardı. Dünya barışı ile birlik düşüncesini bir araya getirmiş, yaşamlarını bu düşünceleri doğrultusunda değiştirmekle kalmamış, bunu dünyanın her yerine yayma kararını almışlardı. Çok şeyi değiştirdi, binlerce insanı etkilediler. "Tohumları" teker teker sabırla ektiler her karış toprağa. Belki görünürde baki olamadı, lakin örnek teşkil edecek mükemmel bir değişim sergilediler bizler için. Onlar, insanın özüne inebilmek için kadim uygarlıkların öğretilerini temel aldırlar, her şeyi terk ettiler. Zaman içerisinde kendi içlerinde de değiştiler, farklı yansımaları oldu belki; ancak şu bir gerçek ki, muazzam bir toplumsal dalgalanma yarattılar kısa süre içerisinde. Ve bu dalga, dünya üzerindeki her insana ulaştı; hala daha etkileri yaşanmakta. Onlar korkuyu reddetti, maddeyi reddetti, savaşı reddetti, toplumu reddetti; onlar sevgiyi kabullendi, barışı kabullendi ve kâinatın düzenini kabullendiler. Eksikleri var mıydı, elbette ki hayır! Evet, ebeveynlerimden hep şu sözleri duyuyorum: "Onlar ellerindeki değerleri dejenere ettiler ve kendi hazları için boşa kullandılar."; lakin her şey olması gerektiği gibi süregeldi ve bizlere yol açan varlıklar olarak dünyanın tarihinde yer aldılar. Saf sevgiyi aşılayarak üzerlerine düşeni en güzel şekilde yerine getirdiler. Jimi Hendrix'in dediği gibi: "Sevginin gücü, gücün sevgisini alt ettiğinde dünya barışı bilecektir." Şu anda etkin olan güçler, değişmeye ve yerlerini sevginin gücüne bırakmaya mahkûmdurlar. Ne zaman ki her bir atomumuzda sevgiyi titreştiririz, işte o vakit özgürlüğümüz mümkün kılınmış olur. Ve şu da aşikârdır ki, ola gelen ve değişim potansiyeli olan her bir olgu sadece bizlerin elindedir; işte şu anda dünya gezegenine doğan her bir varlığın idrak etmekte olduğu mutlak hakikat de budur. Değişim, düşünce ve inançla gelir ki 60'larda tohumları ekilen niyetler de bu şekilde oluşmuştur. Şu an ortalama 20'li yaşlarında olan her varlığın hücresel yapısına işlenmiş olan "çiçek çocuk" enerjisi ile aktifleşmeye başlayan bir dalga 75 mevcuttur ve bu dalga, 60'lar kuşağının düşlediği, bizlere miras bıraktığı saf sevgi düşüncesini gerçek kılacak olan en büyük güçtür. Bu gücün etkinleşmesine mani olacak tek şey, kişinin kendisi, yani korkularıdır; ancak Bertrand Russell'ın da dediği gibi: "Korkuyu yenmek, bilgeliğin başlangıcıdır." Bilgelik ise, sevgiyi deneyimlemek ve bir olmaktır. Protestçiler ölmedi, onlar sadece dinlenceye geçti ve dünyanın bu değişim sürecine tanık olmak amacıyla bir adım geriden bizleri izlemeyi seçtiler. Şu anda, burada değişimi yaratmak amacıyla dünyaya gelmeyi seçmiş milyonlarca varlık var ve bu değişim artık kaçınılmazdır. Zaman, gerçek tanrıyı keşfetme zamanıdır; yani özgürlüğümüzü yaşama ve sevgiyi özümseme zamanıdır. Dylan, folk müziğe olan tutkusundan, 1965 yılında ikincisi düzenlenen “Newport Folk Festivali”nde vazgeçecektir. Köktencilerin hiç hoşlanmayacağı bir şey yaparak elinde bir elektrogitarla sahnede görünecek, folk müziği rock’n’roll ve blues'la evlendirerek bir ilki gerçekleştirecektir. Bu süreçle birlikte Dylan, 60'lı yılların toplumsal değişiminin müzikal simgesi olurken, dönemin gençliği tarafından kabul görmemeye başlayacaktır. Sonuç olarak konsere gelen hayranlarının ağzından şu sözler dökülecektir: “arkasındaki grubuyla ticari yönelim içine girmiş bir Bob görmek bizleri hayal kırıklığına uğrattı” ya da “bir çeşit popüler zevke teslim olan Dylan, kendini satmış, artık ruhunu hissedemiyorum20” Dylan değiştirdiği müzik tarzıyla popüler müzik yapmaya başlasa da, şov endüstrisinin bir parçası haline geldiği iddialarıyla albümleri satmasa da, müziğin muhalif sözcülüğünün ilklerinde biri ve en çok ses getireni olarak bugünde politik müzik yapanlara ilham kaynağı olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Çünkü Dylan’ın başlattığı muhalefet sözcülüğünün müzikle yapılması geleneği, ilki 1969 yılında yapılan “Woodstock Festivali”yle yepyeni bir anlam kazanacaktır. Joan Baez’in de yer aldığı festival içeriğine ve yarattığı etkilere girmeden hemen önce Joan Baez’in kim olduğu, folk müziğe nasıl etki ettiği ve protest şarkıcılar içerisindeki konumuna genel göz atmakta fayda görüyorum. 2.6.3. Folk Müzik ve Joan Baez 20 “I’m Not There” adlı belgeselden alınmıştır. 76 ABD’li folk şarkıcısı ve şarkı yazarıdır. Farklı vokaliyle, aktivist tavrıyla ve politik görüşüyle bilinen Baez, en çok yetmişlerdeki hit parçaları olan “Diamonds& Rust “, "The Night They Drove Old Dixie Down", “We Shall Overcome”, “Sweet Sir Galahad” ve “Joe Hill” ile tanınır. Ayrıca, Bob Dylan ile yaşadığı uzun birliktelik; insan hakları, şiddet karşıtı, çevre konularında tükenmeyen aktivist hareketleri ile de akıllarda yer etmiştir. 1958 yılında, henüz 17 yaşındayken annesi-babası ve iki kız kardeşi ile birlikte Palo Alto'dan Boston'a taşınırlar. Kingston Üçlüsü'nün elemanı Tom Dooley ile birlikte ülkeyi baştan aşağıya gezerek, tüm radyolarda boy gösterirler. Boston Üniversitesi Drama Okulu'na henüz girmiş olan biri olarak, çevresini müzisyen ve Amerikan Folk Müziği'ne tutku derecesinde ilgi duyan arkadaşlar sarmıştır. Etkileyici bir soprano olan Joan'un sesinin doğal tınısı söylediği şarkılara güçlü ve gergin/sinirli bir hava vermektedir. 1959 yılında henüz 18'indeyken, Birinci “Newport Folk Festivali”nde sahne alır. Seçtiği şarkılar, kendi çapındakilere göre farklı duygular taşımaktadır. İyi olduğu geleneksel şarkılarda, insanların içinde bulunduğu durumları yansıtan bir tarzı vardır.21 Müziği adeta kendi aynası olur ve toplumsal tepkiler çerçevesinde daima özgürlük, işçi hakları, ağır vergilere yönelik tepkiler ve insan hakları konusunda kendini öne çıkarır. Karşı koyuş ve protestolarla geçen 1963, 1964, 1966 yıllarında yoğunlaştırdığı hareketlerinden sonra 1968 kuşağı içerisinde de önemli yere sahip olacaktır. Baez, 1963’te Berkeley Üniversitesinin kampüsünde sansüre karşı çıkarak konuşma özgürlüğünü savunan “Free Speech Movement22”a katılır. Bu eylem üniversitelerde, Mayıs 1968’de doruk noktasına ulaşacak olan protesto dalgasının başlangıcını belirleyecektir. (Dister, 2009:77) Berkeley, 1960’lı yıllardaki öğrenci hareketlerinde ve Vietnam savaşı karşıtı kampanyalarda aktif bir rol oynayan şehirdir. Bu nedenle ABD’de ilk büyük öğrenci hareketine ev sahipliği yapmıştır. Berkeley’de başlayan gençlik hareketi, 1970′lerin 21 22 http://tr.wikipedia.org/wiki/Joan_Baez Özgürce Konuş 77 ortalarına kadar ABD ve Batı Avrupa’daki üniversite işgalleri ve öğrenci eylemleriyle sürüp gidecektir. Kısaca Berkeley’de düzenlenen Free Speech Movement protesto yürüyüşleri yavaş yavaş Amerika’nın dört bir köşesine yayıldı. San Francisco “çiçek çocuklar”la devam eden süreç 1968 Woodstock’la son buldu. Joan Baez tüm bu etkinlikler içersinde yerini alarak müziği özgürlük, işçi hakları ve barış yanlısı eylemlerle birleştirdi. Albümlerinin ruhuna uygun olarak, Güney Asya'daki saldırgan tutumun azalışa geçmesi ile dikkatini Augusto Pinochet'in diktatörce baskısı altında inleyen Şili'ye çevirdi. Böylece, bu insanlara ithaf olarak İspanyolca albümünü çıkardı. Bu albümdeki "No Nos Moveran23" adlı şarkısı, İspanya'da Diktatör General Franco tarafından 40 yıldan fazla süre ile yasaklandı ve tüm kopyaları toplatıldı. Diktatör Franco'nun ölümünden 3 yıl sonra 1977 yılında ilk defa kendisi, Madrid'deki bir televizyon programında bu şarkıyı söyledi. 1975 yılında kendi çaldığı "Diamonds & Rust" yeni albümünün ana şarkısı olarak ortaya çıktı. Aynı albümde, Jackson Browne, Janis Ian, John Prine, Stevie Wonder & Syreeta, Allman Brothers Band'dan Dickey Betts ve Bob Dylan gibi çeşitli sanatçılardan şarkılar yer aldı. Üç yıl sonra, Kuzey İrlanda'ya giderek, şiddetin son bulmasına çağrı olarak düzenlenen organizasyonda İrlandalı Barışçılarla birlikte yürüdü. Nüklüer savaş araçlarının dondurulmasına yönelik gösterilerde yer aldı. Ayrıca, eşcinsellerin okullarda öğretmen olmasını açıkça yasaklayan 6'nci Kaliforniya Teklifi'nin geri çekilmesi yararına düzenlenen konserine katıldı. İnsan hakları ve vatandaşlık hakları konusundaki şahsi desteği nedeni ile, Amerikan Sivil Özgürlük Birliği'nin (American Civil Liberties Union) Earl Warren Ödülü'nü aldı. Şahsen Humanitas International İnsan Hakları Komitesi'ni kurdu ve 13 yıl boyunca da yöneticiliğinde kaldı. 1978 ve 1979 yıllarında, yılın en iyi kadın vocalisti dalında, San Francisco Bay Erea Music Award (BAMMY) ödülünü aldı. Avrupa ve Amerika'da 80 yıllarda gerçekleştirdiği seyahatlerinde ve konserleri sırasında kaydedilen videoları ve ses kayıtları yayımlandı. 23 Biz sürülmeyeceğiz 78 1983 yılında, Bob Dylan'ın "Blowin' in the Wind" şarkısı ile ilk defa Grammy Ödülleri sırasında bir performans sergiledi. 1985 yılı yazında, dünya çapındaki “Live Aid” yardım konserlerinin ABD bacağının açılışından sonra, 1969'dan beri yapılmayan “Newport Folk Festivali”nin yeniden canlandırılmasında yer aldı. 1986 yılında, Peter Gabriel, Sting gibi sanatçılara katılarak Amnesty Internatonal'ın (Uluslararası Af Örgütü'nün) Umudun Komplosu (Conspiracy of Hope) Turu'nda yer aldı. Onun etkilediği sanatçıların (Gabriel, U2, Dire Straits, Johnny Clegg ve diğerleri) şarkılarının yer aldığı bir sonraki albümü de ayrıca bu turun etkisini taşımaktaydı. Hemen sonra 1986 yılında, nasıl olduysa, ABD Başkanı Ronald Reagan ve Sovyet Genel Sekreteri Mikhail Gorbachev'in tarihi buluşması zamanına denk gelen tarihte, Halkların Zirvesi Konseri'nde şarkı söylemek üzere seçildi. 1989 Prag konseri sırasında şahsen Devlet Başkanı Vaclav Havel, kendi ülkelerindeki Kadife Devrim'de Baez'in etkisinin olduğunu söylemişti. 1993 yılında verdiği Saraybosna Konseri ile savaş sonrası konser veren ilk büyük sanatçı oldu. Saraybosna'da, savaşın yerinden ettiği göçmenlere hitab etmek için bulunmaktaydı. Sayısız özgürlük ve insani yardım konserlerine ek olarak 1994 yılında San Francisco'daki, Milli Gey ve Lezbiyen Görev Gücü'ne (The National Gay and Lesbian Task Force) para toplamak amacıyla düzenlenen Hak İçin Mücadele Konseri'ne (Fight the Right) katıldı. 2001 yılında Vanguard Records Firması, belki de tek bir sanatçı için yapılan en pahalı bir projeyi hayata geçirerek, 1960-1972 yılları arasındaki tüm uzunçalarlarını içerecek bir CD serisini oluşturmaya başladı. İki yıl sonra ise, bu çalışmanın uzantısı olarak, Universal Music Entrprises önceki seriden sonra 1976'ya değin çıkan parçaları başka bir CD serisinde topladı. Bu serilerin ikisi de, ek hediyeleri ve tüm geniş kapsamlı bilgileri de içerecek bir şekilde hazırlanmıştı. 24 Kısaca Baez tüm hayatını müziğin politika üzerindeki etkisine ayırmıştır. 2.6.4. Woodstock 1968 yılı kolektif özgürlüğün tüm bireysel özgürlüklerin bir araya gelmesinden çok daha önemli bir şey olduğunun anlaşıldığı yıldı. Çünkü 1968 yılı, özgürlüğün bilincine varıldığı bir yıldı. 24 http://tr.wikipedia.org/wiki/Joan_Baez 79 1968 yılı yalnızca kurulu düzene başkaldırmakla kalmamış, aynı zamanda kendisinden önceki sistem karşıtı hareketlere tepki olarak da gelişmişti. Bu tepki, temelde, 68 hareketini önceleyen sistem karşıtı hareketler olan “sosyal demokrat”, “komünist” ve “ulusal kurtuluşçu” hareketlerin sistem karşıtı özlerini yitirip, sisteme uyum kazandıkları eleştirisine dayanıyordu. Buna göre, II. Dünya Savaşı sonrasında çoğu Batı ülkesinde iktidarı ele geçiren sosyal demokrat partiler, refah devletinin geliştirilmesi doğrultusunda kimi önemli reformlar sağlamakla beraber, kapitalist sistemi köklü bir değişime uğratamamakla suçlanıyordu. Esas olarak, Doğu Avrupa’dan Doğu ve Güneydoğu Asya’ya kadar geniş bir coğrafyadaki çevre ve yarı-çevre ülkelerde iktidara gelen komünist partilerin de, bir yandan dünya devrimi hedefi yerine dünya kapitalist sistemi ile eklemlenme yoluna gittiği, bir yandan da kendi seçkinlerini ve bürokrasisini yaratarak eşitsizliğe ve baskıya dayalı bir sisteme dönüştüğü düşünülüyordu. II. Dünya Savaşı sonrasında eski sömürge ve yarısömürge ülkelerde iktidara gelen ulusal kurtuluşçu hareketler ise, kapitalizm ve emperyalizmle ilişkileri tasfiye etmek yerine, bir tür ulusal burjuva devlet kuruculuğu rolüne soyunmaları ve sömürü sisteminin sürdürücüsü olmaları gerekçesiyle eleştiriliyordu. Dolayısı ile sosyal demokrat, komünist ve ulusal kurtuluşçu sistem karşıtı hareketlerin 1945 sonrasında iktidara gelişi, başlangıçta güçlü bir halk desteği ile birtakım önemli reformların gerçekleştirilmesine olanak verdiyse de, zamanla toplumsal eşitlik, siyasal özgürlük ve uluslararası dayanışma alanlarında derin bir düş kırıklığına yol açmıştı. (Samir-Arrighi, 1993) Bu düş kırıklığı, özellikle işçi hareketinden kaynaklanıyor, yeni solun Herbert Marcuse gibi fikri liderleri işçi hareketinin sistemle bütünleşmesi nedeniyle, artık sisteme yönelik tehdidin fabrikalardan değil üniversite kampüslerinden ve gettolardan geldiğini, radikal muhalefetin öncülüğünü de öğrenciler, siyahlar, Üçüncü Dünyalı yabancılar gibi grupların üstlendiğini belirtiyordu. (Marcuse, 1991:10-11) 68 hareketi, önceki hareketlerin sistemle barışmalarına ve başta ortaya koydukları hedeflerden uzaklaşmalarına tepki olarak gündeme gelmişti. Bu anlamıyla, 68 hareketi, sistem karşıtı hareketlerin tarihinde bir kopuşu ifade etmekteydi. 1848 Devrimi ile birlikte başlayan ve devlet iktidarını ele geçirmek ve yeni bir toplumsal sistemi bu fetihle inşa etmek biçiminde özetlenebilecek olan stratejik yaklaşım, oldukça uzun süre sosyal demokrat, komünist ve ulusal kurtuluşçu hareketlere rengini vermişti. 1968 80 hareketi bu stratejinin başarısızlığını ilan ediyor ve iktidarı hedefleyen anlayışı reddederek, temel vurgusunu tüm iktidar ve hiyerarşi içeren yapılanmalardan özgürleşmek üzerine yapıyordu. (Marcuse, 1991:42) 1960’lı ve giderek 70’li yıllar, dünyanın her tarafında yeni tür sistem karşıtı hareketlerin ortaya çıkışına tanık olmuştur. ’68 hareketi ile birlikte insan hakları savunucuları, ırkçılık karşıtları, kadın, çevre ve öğrenci hareketleri, savaş ve nükleer enerji karşıtları, altkültür ve etnik grup hareketleri gibi alternatif grupların hareketleri farklı toplumsal taleplerin çeşitli şekillerde gündeme gelmesini sağlıyorlardı. (Wallerstein-Arrighi-Giovanni, 1995:10-53) Mevcut siyasal ve sendikal örgütlenmelerin düzene entegre olduklarını ve kendi içlerinde hiyerarşik örgütsel yapılar oluşturup bürokratikleştiklerini ileri süren bu hareketler, toplumsal muhalefetin kendisine bulduğu yeni mecra olarak görülüyordu. Bunların her biri, farklı bölgelerde farklı ekonomik, politik ve toplumsal süreçlerin sonucunda ortaya çıkmaktaydılar. Bu nedenle fazla ortak yanları yoktu. Tek ortak özellikleri iktidarın fethine yönelik stratejinin reddiydi. Genel olarak tek bir soruna odaklanmaları ve genel bir dünya görüşü oluşturmaktaki isteksizlikleri önemli bir özellikleriydi. Ayrıca, STK’lar biçiminde örgütlemişlerdi ve hiyerarşik olmayan yeni örgütsel formlar bulma arayışındaydılar. (Belge, 1997:23-38) Özgürlük vurgusunun temel eksen olduğu yeni bir stratejiye yönelmişlerdi. Ancak, bu strateji, başkalarına göre, aslında bir strateji yokluğu anlamına gelmekteydi. Bu nedenle 1968 hareketi, tıpkı 1848 devrimi gibi, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Nitekim ’68 hareketi, toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi başaramamakla suçladığı eski sistem karşıtı hareketler kadar bile etkili olamamıştı. Farklı grupların birbirinden farklı taleplerini ve sistem karşıtlıklarını, “gökkuşağı koalisyonu” formülasyonu içinde birleştirerek sokağa çıkarmayı başarmış olsa da bu talepler doğrultusunda bir dönüşüm ya da kazanım gerçekleştiremediğinden bir “protesto hareketi” olmanın ötesine geçememişti. (Wood, 1992) 1968 hareketinin içerisinde Rock’n’roll’da büyük bir kültürel ve politik hareketin merkezinde yer aldı. Yorumcular birer lider konumunda sahnede şarkılarını söylerken, dev festivallerde yüceltilen soylu düşüncelerin iletilmesine, ideolojilerden çok rock müzik aracılık ediyordu. Woodstock’da 1969 yılına damgasını vuran 81 festivallerden biriydi. Woodsttocktan sonra birbirini izleyen festivaller zinciri ise, şov endüstrisinin ilgisi çekecek ve müzik hızla politik söylemlerinden uzaklaşacaktı. 82 SONUÇ Müzik duyguların dilidir. Kabuk değil özüdür. Müzik, duygunun kendisinde saklıdır. Melodi, ses ve ritim birleşerek, duygu durumuna kapı aralamaktadır. Müzik insan ruhunda etkilidir. Geçmişten günümüze insanlıkta müziğin bu gücünün farkına varmış olacak ki bunu çok çeşitli alanlarda kullanmış. Müziğin sanatsal yanından başka bir güç ve etkileme aracı olduğu fikri propaganda ve protestoların doğuşuna sebep olmuştur. Propaganda ve protestolarla insan kitleleri ikna edilmeye çalışılmıştır. Hayatımız ikna hedefli mesajlarla doludur. Politik, duygusal, ekonomik vs. özellikleri olan bu mesajların hangileri propaganda kapsamına girmektedir? İkna edici her mesaj propaganda mıdır? Yunan filozof Plato, müziğin duyguları sadece geçici olarak etkilemediğini, karakter üzerinde kalıcı etkisi olduğunu savunmuştur. Müzik ve sanat tamamen profesyonel askerlerin eğitiminden yola çıkılarak ele alınmış ve müziğin karakter, moral ve estetik değerlendirme eğitiminde nasıl uygulanması gerektiği tartışılmıştır. Plato’ya göre “Makam ve melodik özellikleri sayesinde müzik, sert askerlerin yetiştirilmesinde eğitim amaçlı kullanılmalıdır. Silahsız vatandaşlara vahşice davranmayacak kadar kültürlü ve deneyimli; şehrin düşmanlarıyla savaşamayacak kadar tatlı yemek ve müzikle yumuşamamış askerler” (Plato, 1971:70). Plato’nun bakış açısı, müziğin karakteri olumlu ve olumsuz olarak etkileyen bir güç olduğu yönündedir. Plato, müziğin askerler üzerindeki olumsuz etkileriyle mücadele etmek için katı bir sansür uygulanmasını önermiştir. Bu sansürle bağlantılı olarak, Plato genç beyinlerin eğitiminde cesur insan karakterine uygun olan Dorian ve Phrygian25 modlarının dışındaki modların kullanımını yasaklamıştır. Plato müziğin gücü konusunda o kadar ciddidir ki, şehri müsrifliklerden ve pisliklerden korumak için yaptığı tavsiyeler arasında “ ritim önerileri “ de vardır. O, ritim ve armoninin insanın kalbinde çok derinlere nüfuz ederek çok kuvvetli bir 25 Phrgian: Porte üzerinde değiştirici işaret almadan r notasından başlayıp tekrar r notasında biten dizi Dorian : Porte üzerinde değiştirici işaret almadan mi’den başlayıp mi’de biten dizi. 83 şekilde insanı ele geçirdiğini, müzikle insanların iyi ve kötüyü ayırt ettiklerini söyler (Plato 1971:95). Plato, müziğin negatif gücünden etkilenmemek için müzikal yeniliklerden kaçınılması gerektiğini savunmuştur. Bunu gerçekleştirmek için müziğin sadece devlet kontrolünde yapılarak yasalara saygılı vatandaşları pozitif yönde etkilemesi hedeflenmiştir (Scott 1969:39). Yasalar II Kitabında Mısır’ı, müzisyenleri “Müzik modelleri üzerinde yenilik yapmalarını ya da geleneksel standartların dışında bir şekilde eğlendirmeyi” yasakladıkları için övmektedir ve yasak hem sanat hem de müzik için, her branşta sürmektedir (Plato,1971:33-34). O günkü kanunlar bize müziğin davranışlar üzerindeki etkisinin kanunlar kadar etkili olduğunu, dolayısıyla müziğin hukukun bir parçası olduğunu göstermektedir. Müziğin keyif veren yönünü çok az düşünüp, moral fonksiyonunu övgüyle vurgulayan Plato, müziğe sınırlama getirilmesi konusunda görüşlerinde yalnız değildir. Diğer yunan filozoflarından Aristo ve Konfüçyus’da Plato ile aynı görüşleri savunmaktadır. Aristo müziği; eğitime destek sağlayan, boş zamanı faydalı hale getiren çok yönlü bir güç olarak görür. Müziği eğitimin temel taşlarından biri olarak değerlendirmiştir. Duyguları, belirgin olarak ifade hususunda hiçbir şeyi ritim ve şarkı söyleme kadar kuvvetli bulmadığından müziğin mutlaka çocukların eğitiminde kullanılması gerektiğini savunmuştur (Yönetken, 1952:1) Plato gibi o da, müziğin olumlu ve olumsuz etkilere sahip olduğunu düşündüğünden modların sansürüne inanır. Plato’yu da “Phrygian modunu” savunduğu için eleştirmiştir. O, “Dorian modunun” ruh hali üzerinde daha etkili olduğunu iddia eder (Mountford&Winnington-Ingram 1984:67). Ona göre müzik ister sadece bir çalgı ile yapılsın, ister yanı sıra şarkı söylensin, en hoş ve en zevkli şeylerden biridir. Öyle ki, çocuklara öğretilmesi gerektiği yalnızca bu olgudan çıkartılabilir. Dinlenilen müziğin insanlarda sahiden duygusal bir değişiklik yaratması, bunun bir belirtisidir. Müziğin gücüne olan inanış büyük Çinli filozof Konfüçyus’un yazılarında da görülmektedir. Bütün Çinli filozoflar müziği eğitim ve tedavi gücüne sahip olarak görmüşlerdir. Liderlik, toplumun ruh hali ve moral, müzikle ilişkilendirilmiş ve onun 84 insan üzerindeki etkilerini değerlendirmişlerdir. En büyük Çinli filozoflardan olan Konfüçyüs, müziğin içerisinde onu hayatın en önemli şeylerinden biri yapan ve iyi ile kötü güç verme potansiyeli olan gizli bir anlam olduğunu savunur. Yazılarında, müziğin kolektif düşünceyi etkileyebileceğini dolayısıyla insanın, müziğin negatif ve pozitif etkileri konusunda uyarılması gerektiğini belirtmiştir. O, insanların şamanların ve büyücülerin dans ve müziklerinde bulunan müziğin kötü etkisini değil, duyguları saflaştırıp harmonize eden etkisini hissetmelerini istemiştir. Kendisi Shao şarkısını dinledikten sonra çok olumsuz etkilendiğini ve 3 ay yemeğin tadını bile alamadığını belirtmiştir (Tame, 1988:17). Birçok Çinli filozof müziğin devlet ve vatandaşlara faydasını kanıtlamak için müzik üzerinde araştırma yapmaya yönlendirilmişlerdir. Filozofların yazılarının çoğu hükümdarların düşüncelerini açıkça etkilemiş ve Konfüçyüs tarafından bulunan Konfüçyizm 2000 yıl boyunca Çinlilerin yaşadığı hayatı temsil etmiştir. Kısacası müzik Çin kültürü’nde hayati bir rol oynamıştır (Perris, 1985:126) Görüldüğü gibi siyasal erk tarafından bugün propaganda amaçlı kullanılan müziğin, bu kullanıma açık olduğu yunan filozofları tarafından eski zamanlarda tespit edilmiştir. Sanatsal amaç dışında siyasal erk tarafından kullanılan müzik, sonraları ayrımcılığa, savaşa, sisteme karşı duran insanlar tarafından da kullanılmaya başlanarak protesto müziklerin doğmasına sebep oldu. Protesto müziklerin en büyük ivmeleri yukarıda da bahsettiğim gibi 1960’lı yıllara tekabül eder. Başta Amerika olmak üzere birçok ülkede bu müzik türünün etkileri hızla yayıldı. Bu yayılım müzik endüstrisinin de ilgisini çekecek sanatın kapitalist ekonomi de bir araç olarak kullanımının gelişmesini sağladı. Kısaca müzik, dünden bugüne hep hayatımızın içindeydi. Kimi zaman bireyi rahatlattı kimi zamanda kamusal alanda bireylerin seslerini iktidarlara duyurmasına olanak sağladı. Müzik yaşanan ana tanıklık etti, kelimeleri, tınıları ve ritimleriyle topluma karşı toplumsal bir itirazda bulundu. Ortaçağ sürecinde “Gotik”, Rönesans döneminde “Hümanizm”, Aydınlama çağında “Klasisizm”, 19. yüzyılda “Romantizm” ve 20. yüzyılda “Yeni Müzik” gibi isimlendirmelerle yeniden şekillendi. 19. yüzyıl ortalarına kadar sanatçının bir yandan toplumu eleştirebileceği belirtilirken, bir yandan da gündelik toplumsal sorunlarla ilgilenmemesi gerektiğini 85 savunulmuştu. Bu süreçte sanatçılar, otoritelere giderek daha fazla karşı çıkmaya başladılar. Tutucu burjuva zevklerinin önemli rol oynadığı ticari sanat piyasasına karşı tepkiler gösterdiler. Romantizm akımıyla birlikte sanatçı, Akademilerin otoritesinden, toplum yararından, kamuoyu, düzen ve uyumun ağırlığından kurtulma sürecini yaşamaya başladı. Romantizm, insanın mantıkla kusursuzlaşacağına ilişkin anlayışı reddetti. Aydınlanmayı öznel’in önemini kabullenmede gösterdiği başarısızlık nedeniyle eleştirdi. Yaşam denetiminin bütün bu yönlerini içine aldı ve genellikle içinde insanın kendini hem geçiciliği hem de gerçek manevi özelliğiyle tanıdığı doğanın sonsuzluk karşısında yüceltmeye büyük önem verdi. (Little, 2004: 72) Doğa duygusuna metafizik bir anlam kattı. Kimilerine bir renk zevki aşıladı, öznelliği, melankoliyi, kaygıyı doruk noktasına çıkardı; akıldışı olanı savundu, gotik hayranlığını kamçıladı; doğuculuğu yüceltti; şövalye romanları, İskandinav sagaları ve Ossian'ın düzmece şarkılarında kendine konular aradı. Aslına bakılırsa romantizmin kaçıp kurtulmak istediği şey, klasik kurallar zincirinden çok, burjuva mülkiyetine ve kapitalist işbölümüne dayalı sahte özgürlüktü. Yırtıcı koşullar içinde anamalcı düzenin bencilleştirdiği, birbirine yabancılaştırdığı bireyler, katmanlar arasındaki çelişkiler, çatışmalar keskinleşmişti. Toplumsal bir tedirginlik hâkimdi. Romantizm bu ortama, bu bölünmeye bir başkaldırı olsa da yaşanılanların, gözlemlenilenlerin nedenselliğini çıkarsamaktan uzaktı. Bozukluk, çarpıklı, insanın tükenmişliği gözlemleniyor, ancak bunlara yol açan nedenler düşünülmüyordu. Bir bakıma romantik kuşak, yitirilmiş düşlerin içinde düş kırıklığı okuluydu. 20. yüzyılın yenilikçi ve çoğullukçu özelliği, geleneksel duyuş ve düşüncelerden kopmuş olması bu dönemin çok sayıda akıma ev sahipliği yaptığının göstergesidir. 20. yüzyıl “Yeni Müzik” olarak adlandırılırken, I. Dünya savaşının bittiği zamanlara denk gelir. Yeni müziğin başlıca özelliği uyumsuz seslerin bir arada kullanılmasıdır. Gerçeğin çirkin tarafının yansıtılması da bir başka özellik olarak sıralanabilir. Çirkinlik, yaşamın, doğanın gerçek bir parçasıdır. Müziğin amacı çirkin olanı yaratmak olamaz. Ancak müzik, çirkin olanı anlatmaktan da geri kalamaz. (Say;1994:469) Nietzsche şöyle der: “sanatın ilk ve en önde gelen görevi hayatı güzelleştirmektir… Bu yüzden bütün çirkinlikleri gizlemeli ya da dönüştürmelidir. 86 Bu güzelleştirme, gizleme ve dönüştürme güçlerinin fazlasına sahip olduğunun bilincindeki bir kişi sonunda kendisini bu fazlalığın yükünden sanat eserleri yoluyla kurtarmaya çalışacaktır. Bu durum, belli koşullarla, bütün bir ulus için de geçerlidir. Günümüzde genellikle sanatın yanlış ucundan işe başlıyoruz. Onu kuyruğundan yakalayıp, sanat eserlerinin sanatın tümünü içerdiği ve bu eserlerle hayatın düzeltilip dönüştürülebileceği nakaratını tekrarlıyoruz… Ne kadar bön insanlarız!” Ne var ki artık Nietzsche’yi aştık –ya da daha doğrusu- geriye dönüp onun ötesinde ki Goethe’ye vardık: Sanat artık bizim için “güzelleştirmek” ve “çirkinliği gizlemek ya da dönüştürmek” değildir; sanat hayat getirmelidir, hayatın içinden hayatı üretmelidir, insana en yakışan iş ve eylem olarak hayatın işlevini yerine getirmelidir. (Batur, 1997: 228-229) Eskiden yeryüzünde görülebilen, görmekten hoşlanılan ya da hoşlanılabilecek şeyler yüksek sesle dile getirilirken, bugün, görülürün göreliliği açık bir şekilde ifade edilebilmiştir. Artık müzik görülür olanı yeniden üretmemekte, ritimle sahne şovunda görünür kılmaktadır. Tıpkı dünyanın evrenin bir sembolü olması gibi, müzik de bir semboldür. Görülen, günümüzde üretilen nesnelerin kaçınılmaz süsü, sistemin rasyonelliğinin genel açıklaması olarak ve sayıları giderek artan imaj-nesneleri doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi sektör olarak güncel toplumun esas üretimidir. Bu nedenle görünen, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin yeridir ve gerçekleştirilmiş ayrılığın resmi dilinden başka bir şey değildir. Sonuç olarak müzik siyasal erk tarafından kullanıldığı gibi, siyasal erke kafa tutan insanlar tarafından da kullanıldı. Sonrasında ekonomik çıkar sağlamayı hedefleyen endüstriler tarafından da çıkara hizmet etmesi için yeniden yapılandırıldı. Geriye ise sanat, sanat için mi, yoksa sanat, toplum için mi gibi klişe soru kümesini tartışan insanlar kaldı. 87 KAYNAKÇA 1. Ak, Şahin Ahmet (1997) Avrupa ve Türk İslâm Medeniyetinde Müzikle Tedavi, Tarihi Gelişimi ve Uygulamaları. Konya 2. Akad, Mehmet Tanju (2005) Müzik ve Savaş. National Geographic Türkiye. Haziran 3. Altınölçek, Haşmet (2001) Bir İletişim Aracı Olan Müziğin İnsan Üzerindeki Etkileri Bildiri, III. Uluslararası Müzikoloji Sempozyumu. İ.T.Ü. Sosyal Tesisler. Maçka Kampusu. İstanbul 4. Asna, Alâeddin (1997) Halkla İlişkiler. İstanbul: Sabah 5. Attali, Jacques (2005) Gürültüden Müziğe: Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine. çev:Gülüş Gülcügil Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları 6. Aziz, Aysel, (2003) Siyasal İletişim. Ankara: Nobel Yayınevi 7. Aydın, Mustafa (2002) Siyasetin Sosyolojisi. İstanbul: Pınar Yayınları, 8. Batur, Enis (1997) Modernizmin Serüveni. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 9. Baysal, Ayşe C (1981) Sosyal ve Örgütsel Psikolojide Tutumlar. İstanbul: İ.Ü.İ.F. Yayınları 10. Bektaş, Arsev (2002) Siyasal Propaganda Tarihsel Evrimi ve Demokratik Toplumdaki Uygulamaları. İstanbul: Bağlam yayınları, 11. Bergerot, Frank (2004) Tarih Boyunca Caz. çev: İsmail Yerguz, Ankara: Dost Kitapevi Yayınları 12. Berkes, Niyazi (1942) Propaganda Nedir? Ankara: Recep Ulusoylu Basımevi, 13. Belge, Murat (1997) Sivil Toplum Örgütleri. Der. Taciser Ulaş. Merhaba Sivil Toplum. İstanbul: Helsinki Yurttaşlar Derneği Yayını içinde 14. Bican,Can (1997) İnternet’e Giriş. http://www.metu.edu.tr 15. Brown, J.A.C (1974) BeyinYıkama. çev: Behzat Tanç. 2.Baskı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları 16. Bröckling, Ulrich (2001) Disiplin (Askeri İtaatin Sosyolojisi ve Tarihi) çev: Veysel Atayaman. İstanbul: Ayrıntı Yayınları 17. Choamsky, Noam (Mart-Nisan 1994) Medya Denetimi akt: Ekrem Özkaya, Umran Aylık Araştırma ve Kültür Dergisi 88 18. Cowell, Henry Music As Propaganda (Sep,1948 Pp9-11) Bulletin Of American Musicological Society. No.11/12/13. 19. Debord, Guy (2006) Gösteri Toplumu. çev:Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 20. Demirkent, Nezih (1982) Sayfa Sayfa Gazetecilik. İstanbul: Altın Kitaplar, 21. Dister, Alain (2009) Rock Çağı, Çev: Renan Akman. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları 22. Domenach, Jean-Marie (2003) Politika ve Propaganda. çev: Tahsin Yücel, İstanbul: Varlık Yayınları, 23. Ellen, Wood Meiksins (1992) Sınıftan Kaçış: Yeni Hakiki Sosyalizm. Çev: Şükrü Alpagut. İstanbul: Akış Yayıncılık, 24. Ergin, Muharrem (1986) Türk Dilbilgisi. İstanbul: Boğaziçi yayınları, 25. Ertem, Sadri (1941) Propaganda. İstanbul: Vakit Basımevi, 26. Ewen, David (1977) All the Years of American Popular Music 27. Fichter, Joseph (1990) Sosyoloji Nedir? çev: Nilgün Çelebi, Konya: Selçuk Üniversitesi Yayınları, 28. Fordham, John (1998) Caz Tarihi. çev: Sadettin Davran. İstanbul: Akbank Yayınları 29. Gürün, Kamuran (1986) Savaşan Dünya ve Türkiye (Savaş 1939-1945) İstanbul: Bilgi Yayınları 30. Güvenç, Rahmi Oruç (1993) Türk Musikisi Tarihi ve Türk Tedavi Musikisi. İstanbul: Metinler Matbaası, 31. Herzhaft, Gerard (2005) Blues. çev: İsmail Yerguz. Ankara: Dost Kitapevi Yayınları 32. Hitchcock, H, (1986) Wiley and Sadie Eds. New Grove Dictionary of American Music, London, England: Macmillan Press 33. Hitler, Adolf (2002) Kavgam. çev: Refik Özdek. İstanbul: Yağmur Yayınları 34. Hobsbawn, Eric (2008) Devrim Çağı. çev:Bahadır Şener. Ankara: Dost kitapevi Yayınları, 35. Hubbard, W. L, (1910) The American History and Encyclopedia of Music, Irving Square, New York 36. İnceoğlu, Metin (1993) Tutum, Algı, İletişim. Ankara: Verso Yayıncılık 89 37. Jasper, James (2002) Ahlaki Protesto Sanatı. çev:Senem Ömer. İstanbul: Ayrıntı Yayınları 38. Kafaoğlu, Arslan, Başer (2003) Ekonomik Bunalım: Türkiye,ABD,AB ve Japonya. İstanbul: Kaynak Yayınları 39. Kalender, Ahmet (2000) Siyasal İletişim Seçme ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi Kitabevi, 40. Kaplan, Yaşar (1994) Siyaset Bilinci. İstanbul: Denge Yayınları 41. Kapani, Münci (1989) Politika Bilimine Giriş. İstanbul: Bilgi Yayınevi 42. Karal, Enver Ziya (1983) Osmanlı Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları 43. Kaygusuz, Mehmet (2004) Müzik Tarihi. Ankara: Sanat yayınları 44. Kazancı, Metin (1982) Halkla İlişkiler Ankara: Savaş Yayınları, 45. Keskin, Fatih (1997) II. Dünya Savaşında Türkiye’de Alman Propagandası. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: AÜSBE 46. Lukes, Steven (2002) İktidar ve Otorite. çev: Mete Tuncay-Aydın Uğur, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi içinde. Ankara: Ayraç Yayınları 47. Malso, Lucien- Bellest, Christian (2005) Caz çev: Esra Okutan. Ankara: , Dost Kitapevi Yayınları 48. Marcuse, Herbert (1991) Karşıdevrim ve Başkaldırı. çev: G. Koca-V. Ersoy. İstanbul: Ara Yayınları 49. Mehter Tarihi, http://www.mehter.biz/anasayfalar/Turkce/tarih/tarih.htm (Erişim Tarihi: 06.05.2013) 50. Mills, Wright (1974) İktidar Seçkinleri. çev: Ünsal Oskay. Ankara: Bilgi Yayınları, 51. Müzik Ansiklopedisi (1985) Sanem Matbaası, Ankara 52. Nelson, L.Stephen (1996) Alan Kılavuzu Windows 95 ile İnternet Hızlı Kolay Yanıtlar. çev: Evren Bilici. Ankara: Arkadaş Yayınları 53. Norman, Barbara (2003) Music on the Home Front; Canadian Sheet Music of the First World War, Library and Archives Canada, Music Division 54. Oakley, Giles (2004) Blues Tarihi Çev: Aydemir Özügül. İstanbul: Ayrıntı Yayınları 55. Oktay, Mahmut (2000) Davranış Bilimlerine Giriş İstanbul: Der Yayınevi 90 56. Oktay, Ahmet (1987) Toplumsal Değişme ve Basın. İstanbul: Bilim Felsefe Sanat Yayınları 57. Orrick, James B (1967) H.İ. Ders Notları, Çev: Oğuz ONARAN, Ankara: AÜSBF BYYO Yayınları 58. Oskay, Ünsal (1993) Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri İstanbul: Der Yayınları 59. Özerkan, Şengül İnceoğlu Yasemin (1997) İletişimde Etkileme Süreci İstanbul: Pan Yayınları 60. Kaleli, Abidin Dursun(1995) Siyasetin Temel Unsurları. Ankara: Huzur Yayınları 61. Özgüven, Ali (2001) İktisadi Krizler. Yeni Türkiye, Sayı:41, Ekonomik Kriz Özel Sayısı 1 62. Özsoy, Osman (1998) Geçmişten Günümüze Yöntem ve Uygulamalarıyla Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma İstanbul: Alfa Yayınları 63. Özgür Ülkü-Aydoğan, Salih (2002) Müziksel İşitme ve Okuma, Sözkesen Matbaası, Ankara 64. Özkan, Abdullah (2004a) Siyasal İletişim - Partiler, Seçimler, Stratejiler. İstanbul: Nesil Yayınları, 65. Özkök, Ertuğrul (1985) İletişim Kuramları Açısından Kitlelerin Çözülmesi, Ankara: Tan Yayınları 66. Pamir, Leyla (1969) Müzikte Geniş Soluklar. İstanbul: Ada Yayınları 67. Parlor Songs ; http://parlorsongs.com/issues/2000-11/2000-11.asp (Erişim Tarihi: 02.02.2011) 68. Perin, Cevdet (1961) Siyasi Propaganda. İstanbul: Remzi Kitapevi 69. Perris, Arnold (1985) Music As Propaganda, Publisher: Westport, Conn: Greenwood 70. Platon (1971) Devlet çev: Sebahattin Eyüboğlu - M. Ali Cimgöz, İstanbul: Remzi Kitabevi 71. Samir, Amin-Giovanni, Arrighi-Andre Gunde (1993) Büyük Kargaşa: Yeni Toplumsal Hareketlerin Krizi. Çev: Erden Akbulut. İstanbul 72. SAY, Ahmet (1994) Müzik Tarihi. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları 91 73. Severin, Werner, J, Tankart, James W (1994) İletişim Kuramları, çev. Ali Atıf Bir, N.Serdar Sever. Eskişehir: Anadolu Üniv. Yayınları 74. Sözen, Mustafa (2003) Sinemada Ses Kullanımı. Ankara: Detay yayınları 75. Tame, David (1988) The Secret Power of Music. New York Destiny Books 76. Tan, Hasan (1989) Psikolojik Yardım İlişkileri, Ankara, 1989 77. Tezcan, Mahmut; Sosyolojiye Giriş, T.D.F.O. Ankara: MEB Yayınları 78. Tolan, Barlas (1985) Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Gazi Üniversitesi Yayını 79. Turino, Thomas (2003) Nationalism and Latin American Music: Selected Case Studies and Theoretical Considerations, Latin American Music Review 80. Tümata, Müzikle Tedavi ve İnsanlığın Yüksek Değerleri Semineri, http://www.tumata.com/muzikletedavi (Erişim Tarihi: 05.05.2011) 81. Türkoğlu, Nurçay (2004) İletişim Bilimlerinden Kültürel Çalışmalara. İstanbul: Babil Yayınları 82. Uçan, Ali (1984) İnsan ve Müzik - İnsan ve Sanat Eğitimi. Ankara: Müzik Ans. Yayınları 83. Vamık, D Volkan (1993) Politik Psikoloji. Ankara:A.Ü. Rektörlüğü Yayınları, 84. Wallerstein, Immanuel-Arrighi, Giovanni- Terence K.Hopkins (1995) Sistem Karşıtı Hareketlerin Tarihi ve İkilemleri. İstanbul: Metis Yayınları 85. Watkings, Glenn (2003) Proof Through the Night: Music and the Great War, Berkley, CA: University of California Pres 86. Williams, Daryle (2001) Culture Wars in Brazil; The First Vargas Regime, 1930-45 Durham, NC: Duke University Press 87. Yıldız, Nuran (2002) Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi, Liderler, İmajlar. Ankara: Phoenix yayınları 88. Ziyaoğlu, Rakım (1963) Propaganda ve San’atı. İstanbul: Halk Basımevi 89. http://tr.wikipedia.org/wiki/Joan_Baez (Erişim Tarihi: 06.05.2012) 90. http://indigodergisi.com/arsiv/buse_01_27.htm (Erişim Tarihi: 06.06.2012) 92 ÖZGEÇMİŞ Nilgün Mucu, 1986 yılında Çorum’un İskilip ilçesinde doğdu. İlkokul eğitimini İskilip’te, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. 2004-2008 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim dalından mezun oldu. 93