ROCK VE SİYASET: BİR MUHALEFET TARZI OLARAK MÜZİK

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI
SOSYOLOJİ BİLİM DALI
ROCK VE SİYASET:
BİR MUHALEFET TARZI OLARAK MÜZİK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Danışman
Doç. Dr. Ertan ÖZENSEL
Hazırlayan
Nilgün MUCU
094205001010
KONYA-2013
i
ii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
Ana Bilim /
Bilim Dalı
Danışmanı
Tezin Adı
Nilgün MUCU
Sosyoloji
Numarası 094205001010
Doç.Dr. Ertan ÖZENSEL
Rock ve Siyaset: Bir Muhalefet Tarzı Olarak Müzik
ÖZET
Bu çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Tüm bölümler tarihsel arka plan ile
bütünleştirilerek oluşturulmuştur.
Birinci bölümde, tezin metodolojisi belirtilmiş ve hangi yöntemin kullanıldığı
açıklanmıştır. Siyaset, propaganda ve müzik kavramları açıklanarak, müziğin
siyasette propaganda amaçlı kullanımına yer verilmiştir.
İkinci bölümde ise muhalif söylemlerin ortaya çıkmasına ortam hazırlayan
toplumsal olaylar ve toplumsal olaylar sonucunda ortaya çıkan müzik türleri
açıklanmıştır.
Sonuç bölümünde ise yaşanılan süreçlerin genel değerlendirilmesi yapılarak,
müziğin nerden nereye geldiği üzerinde durulmuştur.
iii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
Ana Bilim /
Bilim Dalı
Danışmanı
Tezin İngilizce Adı
Nilgün MUCU
Sosyoloji
Numarası 094205001010
Doç. Dr. Ertan ÖZENSEL
Rock and Polıtıcs: An Opposıtıon In Style Musıc
SUMMARY
This study is consist of two sections. All sections are prepared by completing
with historical back grounds.
In the first section, the methodology of the thesis is stated and revealed Which
method is used. The concepts of politics, propaganda and music are revealed and
music is used in politics by the aim of propaganda.
In the second section, the social events cause the opposing discourse and the
kinds of music Which appear in the end of social events are explained.
In the final section the processes which are lived, evaluated generally and from
where music comes to where is examined.
iv
Önsöz/Teşekkürler
Geçmişte sadece melodi ve ritimden oluşan müzik, şiir ve dans ile kullanılmış
ve bu haliyle doğayı egemenlik altına almanın bir yolu sayılmıştır. Sonraları
siyasetin bir parçası haline gelen müzik, propaganda amaçlı kullanılmaya
başlanmıştır. 1950’lerle birlikte de müzik protest sanatçılar tarafından dünya barışı
için kullanılan bir araç halini almıştır.
Siyasal erkin amaç, protest sanatçıların ise araç olarak kullandığı müzik,
bambaşka yapılarla toplumsal hayatta yerini her zaman korumaya devam etmiştir. Bu
çalışmada Amerika Birleşik Devletlerinde baş gösteren ve ilk defa başkaldırı müziği
olarak nitelendirilen Blues’un ortaya çıkış süreçleri ve bu süreçlerin dünya ülkelerine
nasıl yayıldığı, müziğin bu denli toplumsal hayatta kullanılması sonucunda siyasal
erkin müziği nasıl propaganda maksatlı kullandığı açıklanmıştır.
Bu çalışmam sırasında benden manevi desteğini esirgemeyen eşime teşekkürü
bir borç bilirim. Araştırmanın nicel kısmında bana yardımcı olan Nursel Mucu’ya,
kaynak konusunda bana yardımcı olan Hüseyin Kaplan’a sonsuz teşekkür ederim.
Tezim boyunca beni yönlendiren ve bana katkıda bulunan danışman hocam
Prof. Dr. Yasin Aktay’a ve Doç. Dr. Ertan Özensel’e teşekkürü bir borç bilirim.
v
İÇİNDEKİLER
Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................................. i
Tez Kabul Formu ..................................................................................................... ii
Özet ........................................................................................................................ iii
Abstract ................................................................................................................... iv
Önsöz/Teşekkür ....................................................................................................... v
İçindekiler ............................................................................................................... vi
GİRİŞ....................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
SANAT VE İKTİDAR
DEVLETİN İDEOLOJİK TÜRKÜSÜNÜ ÇIĞIRAN MÜZİK
1.1.SİYASET ........................................................................................................... 5
1.2.MÜZİK .............................................................................................................. 6
1.3.PROPAGANDA................................................................................................. 9
1.3.1.Propagandanın Tarihsel Gelişimi............................................................. 9
1.3.2.Propagandanın Amacı ve Esasları ......................................................... 11
1.3.3.Propagandanın Araçları ......................................................................... 17
1.3.3.1.Yüz yüze İletişim ......................................................................... 17
1.3.3.2.Kitle İletişim Araçları ................................................................... 18
1.3.3.2.1.Gazete ....................................................................................... 19
1.3.3.2.2.Radyo ........................................................................................ 19
1.3.3.2.3.Televizyon................................................................................. 20
1.3.3.2.4.İnternet ve Sosyal Medya .......................................................... 21
1.4.PROPAGANDA ÇEŞİTLERİ .......................................................................... 22
1.4.1.Kaynağına Göre .................................................................................... 22
1.4.1.1.Beyaz Propaganda ........................................................................ 22
1.4.1.2.Gri Propaganda ............................................................................ 22
1.4.1.3.Siyah Propaganda ......................................................................... 22
1.4.2.Amaçlarına Göre ................................................................................... 22
1.4.2.1.Karışıklık Propagandası................................................................ 23
1.4.2.2.Bütünleştirme Propagandası ......................................................... 23
vi
1.4.3.Akla ya da Duygularına Hitap Etmesine Göre ....................................... 23
1.4.3.1.Ussal Propaganda ......................................................................... 23
1.4.3.2.Duygusal Propaganda ................................................................... 23
1.4.4.Konusuna Göre ..................................................................................... 24
1.4.4.1.Askeri ve Ekonomik Propaganda .................................................. 24
1.4.4.2.Siyasal Propaganda ...................................................................... 24
1.4.4.3.Sosyolojik Propaganda ................................................................. 25
1.5.MÜZİĞİN PROPAGANDA AMAÇLI KULLANIMI ...................................... 26
1.5.1.Geçmiş Uygarlıklarda Müzik ................................................................ 26
1.5.1.1.Eski Çin’de Müzik ....................................................................... 26
1.5.1.2.Eski Yunan’da Müzik ................................................................... 27
1.5.1.3.Eski Türklerde Müzik ................................................................... 27
1.5.2.Günümüz Toplumlarında Müzik ........................................................... 30
1.5.2.1.İngiltere ........................................................................................ 31
1.5.2.2.Latin Amerika .............................................................................. 32
1.5.2.3.Rusya ........................................................................................... 32
1.5.2.4.Çin ............................................................................................... 33
1.5.2.5.Amerika Birleşik Devletleri.......................................................... 34
İKİNCİ BÖLÜM
SANAT VE MUHALEFET
MÜZİĞE PROTESTO MİSYONU YÜKLEMEK
2.1.YENİDÜNYANIN KEŞFİ ............................................................................... 41
2.1.1.Kölelik .................................................................................................. 42
2.1.2.Özgürlükten Ayrımcılığa....................................................................... 44
2.2.AMERİKAN-ZENCİ BİR KÜLTÜR DOĞUYOR:BLUES .............................. 45
2.2.1.Ticari Müziğin Ortaya Çıkışı................................................................. 45
2.2.2.Zenci Minstrel’ler ve Cake Walk’lar ..................................................... 47
2.2.3.Ragtime ................................................................................................ 47
2.2.4.Blues..................................................................................................... 48
2.2.5.G.W.C.Handy ....................................................................................... 50
2.3.BLUES KÖK SALIP OLGUNLAŞIYOR ......................................................... 50
2.3.1.Plak Sanayisinin Blues’u Keşfi ............................................................. 51
vii
2.3.2.Crazy Blues .......................................................................................... 51
2.3.3.Erkeklerin Blues’u ................................................................................ 52
2.3.4.Ekonomik Bunalım ............................................................................... 53
2.3.5.Müzik Sanayisi ..................................................................................... 57
2.4.YENİ ZENCİLER VE YENİ BLUES ............................................................... 59
2.4.1.Elektronikleşme ve Yeni Sosyal Kimlik ................................................ 60
2.4.2.İhtiyacı Üretmek: Sosyal Kimliğinden Uzaklaşan Müzik....................... 61
2.4.3.Rock’n Roll .......................................................................................... 62
2.5.ROCK ÇAĞI DÜNYAYI SARMALIYOR....................................................... 64
2.5.1.Fransa ................................................................................................... 65
2.5.2.İngiltere ................................................................................................ 68
2.6.ROCK’IN MİLİTAN POLİTİK KEŞFİ ............................................................ 70
2.6.1.Psychedelic Rock ve Jefferson Airplane ................................................ 70
2.6.2.Folk Müzik ve Bob Dylan ..................................................................... 72
2.6.3.Folk Müzik ve Joan Baez ...................................................................... 76
2.6.4.Woodstock ............................................................................................ 79
SONUÇ .................................................................................................................. 83
Kaynakça ............................................................................................................... 88
Özgeçmiş ............................................................................................................... 93
viii
GİRİŞ
Ortaçağ dünyasına hâkim olan kilisenin gücü toplumsal hayatta azaldıkça
değişim ve dönüşüm beraberinde geldi. Rönesans ve reform sonucunda yaşanan
toplumsal farkındalık, aydınlanmayla devam etti. Akılsal sorgulamaların yapılmaya
başlandığı o günlerde, Fransız devriminin tüm dünyada yarattığı özgürlük ve eşitlik
söylemleri de yepyeni başkaldırıların ve toplumsal hareketlerin, toplumsal hayatta
baş göstermesine sebep oldu.
Toplumsal yaşamda ortaya çıkan bu yeni söylemlere, zenci kölelerin,
sloganlarını da eklendi. Böylece sesli ifade tarzı olarak müzik benimsenmeye
başlandı. Özellikle Amerika’nın Güney eyaletlerinde -Mississippi’de, Alama’da,
Georgia’da, Louisiana’da, Texas’ta- adına sonraları “blues” denecek protest müziğin
ilk tohumları atıldı.
Blues’la seslerini yükselten, eşitlik isteyen zenci köleler, müziğin sosyal
yaşamda bir ifade aracı olarak kullanmaya başladı. Çünkü onlar için müzik, bir
eğlence değil, siyasal erk’e seslerini duyurma ve haklarını arama çabasıydı.
Müziğe bu denli sosyal sorumluluk yükleyen zenci kölelere karşı, müziği çılgın
ev partilerinde eğlence mezesi olarak gören beyaz gençlik yetişmeye başladı.
Böylece kapitalizmin ağına düşen ve yeniden şekillendirilen Blues, kısa sürede şov
endüstrisinin bir paçası haline geldi.
Toplumsal sorumluluklardan sıyrılan, gösteri toplumunun bir parçası haline
gelen “blues” 1940’li ve 50’li yıllarda, popüler kültürün mega starı oldu. Ancak star
bir “zenci” olamazdı. Müzik endüstrisinin lokomotifi “Beyaz Amerikalı” olmalıydı.
İsimlerin değişimiyle işe başlandı. “Rock’n’roll”la zirveye yükselen “Elvis Presley”
bu zihniyetin ürünüydü.
Blues’un ritimleri vardı kulaklarda ama daha hızlı bir gitar çınlıyordu anfilerde,
elektrogitarın sahne alması ise “Rock’n’roll”un coşkusunu daha arttırdı.
Rock’n’roll tüm dünya gençliğini kasıp kavururken, siyasal erk, müziğin tüm
sosyal içerikli mesajlarını hafızalardan siliyordu. Zencilerin “ırkçılığa hayır”
sloganlarıyla omurgasını oluşturduğu Blues, artık yoktu. Zenciler ilk plak yapabilmiş
olmanın rehavetiyle ayrımcılık söylemelinden uzaklaşıyordu. Onlarda artık müzik
endüstrisinin çarklarından biriydi. Popüler kültürün içinde yerini alan müzik artık
farklı alanlara hizmet ediyordu.
1
İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine yayılan “faşizm” ideolojisi
dünyayı çevreledi. Başta Adolf Hitler olmak üzere savaştan etkilenen tüm dünya
liderleri, müziğin bu denli kişiler üzerindeki etkisinden yararlanmak istedi. Müzik
artık siyasal erk tarafından “propaganda” amaçlı kullanılacaktı.
Siyasal erk planını iyi yaptı ve uygulama alanlarını güzel oturttu. Müzik,
“ırkçılığa hayır” söyleriyle can bulduysa da ırkçılığın meşrulaştırılması için artık
propaganda amaçlı kullanılıyordu.
Popüler kültürün içinde yerini alan müzikle, propaganda amaçlı etkin şekilde
kullanılan müzik, gençliğin yönlendirilmesine olanak sağladı. Kısaca siyasal erkin
istediği gibi, kitle iletişim araçlarının da yardımıyla da gençlik, içinde bulunduğu real
dünyadan tamamen koparıldı. Artık dünyada sorgulamayan, olanı olduğu gibi kabul
eden bir kuşak vardı.
1950’lerin sonuna doğru ise A-politik gençlik “folk müzik”le tanıştı. Müzik,
dünya barışının sağlanması ve savaşların son bulması söylemleriyle yeniden
amaçlaşıyordu. 1960 ve 1970’li yıllarda başını ABD gençliğinin çektiği “Vietnam
Savaş” karşıtı eylemler tüm dünyayı etkisi altına aldı. Dünya barışının
sağlanabilmesi için müzik yepyeni bir tür olan “protest” tarzıyla sahnede yerini aldı.
Özgürlük, dünya barışı, işçi hakları, öğrenci hareketleri gibi konular, “Rock” müzik
sanatçıları tarafından sahnede dile getirilmeye başladı.
Siyasal erk tarafından müziğin sanatsal amaç dışında kullanımı, halkın protesto
gösteriyle birleşti. Rock müziğin yeniden başlattığı muhalif söylemler, devlet eliyle
yapılan propagandaların önüne geçti. Toplumsal bilincin yeniden canlandırılmasıyla,
müzik, insanların barış isteklerinin sözlü ifade aracı olarak kullanılmaya başlandı.
Dünyada yaşanan 1968 hareketleri de bu oluşumları destekledi. Muhalif
söylemler büyük seyirci kitleleriyle “rock” festivallerinde buluştu. Ama bu
buluşmadan eli boş dönmek istemeyen müzik endüstrisi tüm bu hengameden payını
almak için kollarını sıvadı.
Sonuç olarak müzik yine müzik muhalif söylemlerinden sıyrılarak sadece
popüler
kültürün
bir
parçası
haline
geldi.
Çalışmada
tüm
bu
süreçler
değerlendirilerek eleştirilerine yer verildi.
Bu araştırmanın amacı müziğin tarihsel süreç içerisinde eğlence amaçlı değil,
hak arama amaçlı kullanımıyla ortaya çıktığını açıklamaktır. Gelişen toplumsal
2
yapılar ve modernleşen toplumlar karşısında da popüler kültürün vazgeçilmez bir
parçası haline geldiğini kanıtlamaktır. Ayrıca siyasal erkin silahı haline bürünen
müziğin kullanım amacını da gerekçeleriyle sunabilmektir.
Bu çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmıştır. Öncelikle konuyla ilgili
makale, dergi ve kitaplar tarandı. Daha sonra ayıklama ve süzme yöntemleriyle tezin
genel yapısı ortaya çıkarıldı.
Araştırma Amerika Birleşik Devletinin Güney eyaletinde Zenci kölelerin
isyanlarıyla ortaya çıkan Blues müzik temel alınarak geliştirilmiştir. Eşitlik
söylemlerinin Avrupa devletlerine hızla yayılması sonucunda İngiltere ve Fransa
başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde festivaller düzenlenmiş müzik, siyasal erkin
kullanım alanından, insanların ifade alanına geçiş sağlamıştır. Çalışma bu nedenle
Amerika Birleşik Devleti temel alınıp, festivallerin yaygın olarak ses getirdiği
ülkelerle sınırlandırılmıştır.
Çalışma iki bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde siyaset, propaganda ve müzik kavramları açıklanarak, müziğin
siyasette propaganda amaçlı kullanımına yer verildi.
İkinci bölümde ise muhalif söylemlerin ortaya çıkmasına ortam hazırlayan
toplumsal olaylar ve toplumsal olaylar sonucunda ortaya çıkan müzik türleri
açıklandı. Sonuç olarak da yaşanılan süreçlerin genel değerlendirilmesi yapılarak,
müziğin nerden nereye geldiği üzerinde durulmuştur.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
SANAT VE İKTİDAR:
DEVLETİN İDEOLOJİK TÜRKÜSÜNÜ ÇIĞIRAN MÜZİK
Irkçılık söylemlerine karşı siyahîler tarafından araç haline getirilen müzik,
zamanla siyasal erkin kontrolü altına girdi. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması,
teknolojinin gelişimiyle birleşince müzik endüstrisi hızla gelişti. Bu gelişim devletin
ideolojik aygıtlarıyla harmanlanınca müzik siyasetin bir parçası haline geldi.
Otoriter sistemlerde monist görüşlerle demoralize olan halkı peşinden
sürükleyen propaganda, 20. yüzyılda kitle iletişim araçlarındaki gelişmeye koşut
olarak, en uygun çeğdaş kitleyi, eylem alanını ve eylem yollarını belirlemiştir.
Çoğulcu demokratik sistemlerde
ise propaganda,
toplumsal
yapıdaki
farklılıklara dayanan, bütünleşme uzlaşma, konformist ve rızanın üretimine yönelik
ideolojileri yaygınlaştırarak varlığını devam ettirmektedir.
Kısaca siyasal erk, muhalif söylemlerin önünü kesmek için müziği
propagandanın amacı haline getirdi.
Propaganda, insanların inançlarını, değerlerini, davranışlarını, propagandayı
yapanların düşüncesi ve eylemleri yönünde değiştirmeye çalışan bilinçli yönlendirme
çabasıdır. Propagandanın siyasi işlevi, gelecekteki amaçların elde edilmesi için
yapılan çalışmalara yöneliktir. İnsanların gelecekte karşılaşabilecekleri olaylar
karşısında verecekleri tepkileri etkileyen ve biçimlendiren propaganda, şartları
değilse de inançları değiştirebilir. İnsanları inançlarını değiştirmeleri için zorlayamaz
fakat onları ikna eder (Oskay, 1993:23). Propaganda tek taraflı bir mesaj
bombardımanı, bir beyin yıkama çalışmasıdır. Propagandada amaç, her ne pahasına
olursa olsun hedef kitleyi kendi yönünde inanç ve eyleme yöneltmektir. Üstelik bu
eylem, besleyici tepkinin gelebileceği bütün yolları tıkamak pahasına yapılmaktadır.
Propaganda sanatının ustası, Hitler'in en yakın yardımcısı Goebbels, bu faaliyeti, "bir
siyaset aleti, toplumu kontrol altında tutabilme gücü" olarak tanımlamaktadır. Nazi
Almanya'sının Propaganda Bakanına göre: "Propagandanın işlevi sadece düşünceleri
dönüştürmek değil, asıl kitleleri cezp etmekte ve onları hizaya sokmaktır. Görevi,
uygun ortam bulduğunda kişi faaliyetlerinin bütününü perdeleyerek bireyin çevresini,
Nazi
hareketini
dünya
görüşünü
kavrayabilecek
şekilde
değiştirmektir"
(Asna,1997:226-227). Kamuoyunu etkilemek ve yönetmek için örgütlenmiş bir
4
kurum olarak, politik propaganda, ancak yirminci yüzyılda, kendisine aynı zamanda
hem eylem alanını hem de eylem yollarını sağlayan bir evrim sonunda belirir.
Propagandacının amacı ve başvurduğu yolların bazıları genelde politik toplumların
başlangıcından beri aynı kalmış olsa bile, bugün etki gücü öylesine artmıştır ki,
nitelik bakımından da bir atlama olduğunu söylemek gerekir (Domenach, 2003:45).
Bu bölümde literatür taraması yöntemi kullanılarak siyaset, müzik, propaganda
kavramları açıklandı. Propagandanın araçları ve çeşitleri ayrıntılı olarak incelendi.
1.1. SİYASET
Siyaset kamu düzenini sağlama ve genel yönetimi gerçekleştirme görevini
yerine getiren bir temel kurumdur. (Fichter, 1990:116) Siyasetin temel işlevi yönetim
işlerinin yürütülmesi ve kamu düzeninin sağlanmasıdır. Klan/Kabileden günümüz
ulus/devletlerine kadar bu işlevi tüm toplumlarda görürüz. Konunun özünü oluşturan
“kamu düzeni ve yönetim” evrensel, önemli ve zorunludur. Toplumsal bir
farklılaşma ile daha belirgin bir hale gelmiştir. Söz konusu düzen ve yönetim,
toplumlarda birleştirme, aracı yapılar oluşturma ve yönlendirip eğitme gibi işlemleri
ihtiva etmiştir. Esasen tüm toplumlar fonksiyonel olarak sert ya da yumuşak bir
yöneten-yönetilen ayrımına sahip olmuş, yönetim, nihayet devlet gibi siyasal
kurumlarla sonuçlanmıştır. (Aydın, 2002:19)
Kurumun adı olarak kullanılan siyaset, Arapça kökenli bir kelimedir ve sözcük
karşılığı eğitmek, yetiştirmek, düzenlemek anlamına gelir. Eski dilde terim olarak
buradan geliştirilmiş şekliyle yönetme bilgisi ve tekniği anlamında kullanılagelmiştir.
Sözcüğün batı dillerindeki karşılığı ise politikadır ve Grekçe şehir yönetimi, kamu
düzeni anlamına gelen “police”den türediği kabul edilir. (Kaplan, 1994:11-16)
Siyaset kelimesi az çok farklı anlamları çağrıştırmaktadır. Bir anlayışa göre
siyaset insanlar arasında bir “çatışma”, bir mücadele ve kavgadır; bunun için güç
elde etmek iktidarı ele geçirmek ve onun sağladığı çıkarları paylaşmaktır. İkinci bir
eğilime göre ise toplumda bütünlüğü dengeyi sağlamak; nimetleri kişisel olmaktan
çıkarıp genelleştirmektir. (Kapani, 1989:17)
Siyaset kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için, ilgili birkaç kavramın
üzerinde durulması gerekir. Bunlardan ilki devlettir. Klasik teorilerde devlet, siyasal
olanın karşılığında kullanılmakta, diğer alt kurumlar ya da olgular onun ekseninde
5
sıralanmaktadır. Örneğin bu anlayışa göre ülke, halk, organizasyon vb. devleti
meydana getiren öğelerdir. Devlet tüm bu öğeleri içerisine alan kurumdur. Siyasette
bu kurumun ortaya çıkardığı yapıp etmelerinin tümüdür.
Siyaset kavramının iyi analiz edilebilmesi için gerekli ikinci kavram ise,
iktidardır. İktidar bir toplumsal güçtür ve siyaset için çok önemlidir. Bu noktada,
modern siyaset sosyolojisinin kurucusu sayılan Weber siyaseti, araç olarak nitelediği
iktidar ekseninde tanımlar. Ona göre siyaset, kullandığı araçla yani iktidar ile
tanımlanabilir.
Burada bahsi geçen iktidar, gerektiğinde kullanılabilecek fiziki bir güçtür. Ama
sırf fiziksel değildir, her şeyden önce sosyaldir. Toplumun merkezi yapılanmasının,
dolayısıyla da eşitsizlik temeli üstüne oturmuş toplumsal bir güçtür ve bireylerlin
ellerindeki kudretin birleştirilmesiyle elde edilmiştir. Onun içindir ki iktidar, bir
bireyin veya toplumsal kümenin, gerekirse bazılarının çıkarlarına ve hatta
muhalefetine karşı bir eylem sürecini izleme yetisidir. (Lukes, 2002:644)
Söz
konusu iktidarın en önemli özelliği ise meşruiyetidir. Yani topluluğun onu saygıya
değer ve itaate layık bulmasıdır. Esasen sosyal eksenli olarak salt zora başvurmaması
onun meşruiyetinin ilk şartıdır. Ama iktidar gücü elinde bulundurmak adına çeşitli
teknikler kullanarak kişileri veya grupları etkilemek amacındadır. Bu nedenle iktidar
gücü elinde bulundurmak adına siyasal hayatta propagandayı kullanır.
1.2. MÜZİK
Duyguları ve düşünceleri anlatmak için sesleri melodi, armoni ve polifoni gibi
biçimlerde düzenleme sanatı ve bu tarzla düzenlenmiş seslerle meydana gelen
eserlerin okunması veya çalınmasına müzik denir. (Uçan, 1994:11) Müzik, en kısa
şekliyle duyguların dilidir. Kabuk değil, özdür. Müzik bir acıyı, tasayı ya da sevinci
anlatmaz. Zira bunların kendisidir müzik. Herhangi birinin aşkını tutkusunu
anlatmaz, anlatılan aşkın, özlemin kendisidir. Bu anlatım müziğin kendine özgü
temel niteliklerinden kaynaklanır ve her dile yabancı olan hiçbir dille ifade
edilemeyen sayısız düşünceyi ve edimleri içerir. (Pamir, 1989:176)
Geçmişte sadece melodi ve ritimden oluşan müzik, şiir ve dans ile de
kullanılmış ve bu haliyle doğayı egemenlik altına almanın bir yolu sayılmıştır.
Boyanma, maskeler, araç gereç ve silahlar gerçeği aramanın aracı olmuştur. Doğa
6
üzerinde hâkimiyet kurmakla bağlantılı büyü zayıflamış, müzik, şiir ve dans devam
etmiştir.
Müziğin gelişimi toplumsal gelişmeyle paralel olmuştur. İnsanlar toplumsal
yaşantılarında birbirleriyle ve doğayla ilişkiye girmişler, bu ilişki zamanla ilerlemiş
ve zenginleşmiştir. Olaylar, olgular farklı boyutlarıyla algılanmaya başlamıştır. Sesin
kendine özgü boyutu da bu ortamda keşfedilip zenginleşmiş, sesin renk, tını gibi
özellikleri derinleşmiştir. Müzikteki gelişmeler arttıkça sesin fiziksel özelliğinin
derinliğine inilmiştir. Sesin her bir özelliğine bir anlam yüklenmiştir. Bu anlamlar bir
sembole dönüşmüştür. Soyut sembol, somutun simgesi olmuştur. Notalar bu
simgelerin adıdır. (Kaygusuz, 2004:50)
Müzik bir bütündür, kompozisyondur. Bu bütünü oluşturan öğeler ise ses,
ritim, melodi ve armonidir.
Ses; akustik bir dalganın doğurduğu işitme duygusuna verilen addır. Cisimlerin
titreşmesinden meydana gelen fiziksel bir olaydır. (Sözen, 2003:1) Müzikal sesi
doğadaki diğer seslerden ayıran estetik temele dayalı “ belirli ses birleşimleri “
olmasıdır. Beynimizde bir müzik duygusu uyandırabilmek için çeşitli frekanslardaki
seslerin ardı ardına işitilmesi gerekmektedir. Bu durum da müziği diğer seslerden
farklı kılmaktadır. (Uçan, 1994:10)
Ritim; sesin süre özelliği ile ilgilidir. Biri vurgulu olmak üzere en az iki sesin
ardı ardına gelmesiyle oluşur. Söz, armoni, hız gibi öğeler bulunsa bile ritim
yönünden bütünlük göstermeyen bir yapıt kulağa hoş gelmemektedir. Ritim müziğin
iskeletidir. Farklı uluslarda farklı ritim biçimleri olabilirken aynı ulus çeşitli müzik
türlerinde de farklılık gösterebilir. (Özgür-Aydoğan, 2002:26)
Melodi; fiziksel olarak ardı ardına gelen sesler arasında bir anlam oluşmasını
sağlayan özdür. Herhangi bir diziyi melodi yapan onu oluşturan sesler arasındaki
gerilimin niteliğidir. Melodideki diğer unsurlar denge ve seslerin kuvvetli ya da hafif
okunuşudur. Bunların yerinde kullanımı ile melodi anlam kazanmaktadır. Müzik
dilinde uyumların yapılarını ve aralarındaki ilişkileri konu alan estetik yapıya da
armoni denir. Bir bakıma melodinin giysisidir. Esas sese eşlik eden öteki sesler
onunla ya da kendi arasında akor dizileri oluşturmaktadır. Armoninin temel öğesi
olarak düşünülen akorlar bu seslerin birleşimleridir. (Müzik Ansiklopedisi,
1995:285)
7
Eski çağlarda dans ve şiirle birlikte bir tapınma aracı olan müzik, Antik
Yunan’da ahlaki bir değer olarak görülmüştür. Bu dönemde müzik; ahlaklı gençler
yetiştirmek ve onları erdemli kılmak için kullanılmıştır. Ortaçağda ise ahlak, yerini
dine bırakmıştır. Müziğin dini yaymak ve yüceltmek gibi bir işlevi olmuştur.
Rönesans’la beraber duygu kavramı müziği etkilemiş, müzik tutkuların kaynağı
olmuştur. (Kaygusuz, 2004:51)
Müzik, bir sanat dalı olmasının yanında çok farklı işlevlere de sahiptir. Buna
göre müzik; bireysel yönüyle insanların iç dünyasını zenginleştiren, toplumsal
yönüyle bireyleri kaynaştıran, kültürel yönüyle gelenekselden çağdaşa müzikal
birikimi taşıyan bir yapıdadır. Ekonomik yönüyle de iş dünyasında önemli bir yere
sahiptir. Ayrıca hem bir eğitim aracı hem de bir eğitim alanıdır. (Özgür-Aydoğan,
2002:2)
Müziğin gücünü anlamak için işlevselliğine bakmakta fayda vardır. Buna göre
müzik:
 Din, eğitim, askerlik, bale gibi çok farklı alanlarda kullanılabilir.
 Sinema, reklâm gibi iş kollarının tesirini artırır.
 Kullanılan farklı enstrümanlar anlatıma güç katar.
 Dinleme, izleme, tüketim mekânları çok geniştir. Evde, arabada, konser
 Salonunda, dağda kısacası istenilen her yerde dinlenilebilir.
 Çok farklı teknolojik araçlardan istifade edilebilir. ( TV, CD çalar, radyo vs.
gibi)
 Sözlerle birleşerek daha derin bir anlam yakalayabilir.
 Duyulara hitap eder.
 Her türden insanı etkiler.
 Evrensel bir dili vardır. Direkt ve anında ilişki kurar. Müzik dinlemiyorum
veya müzikten hoşlanmıyorum diyen insan yok gibidir.(Kaygusuz, 2004:49)
Müziğin, insanı psikolojik ve fizyolojik anlamda etkiliyor olabilmesinin en
büyük nedeni direkt olarak duyum ve bilinçle ilgili davranışlarımızın merkezi olan
beyni etkilemesindendir. Zira müziğin duygusal etkileri beyindeki limbik sistemde
toplanır. Bu sistem, beyindeki davranış ve heyecanlarımızı, temel biyolojik
dürtülerimizi, belleğimizi ve öğrenmeyle ilgili sinirsel yapıları içerir. Sevinç, keder,
heyecan gibi duygu ve davranışlarımızı etkileyerek onları yönlendiren çeşitli olaylar,
8
beyindeki limbik sistem organizasyonuna uyarak yaşamımızda değer kazanmaktadır.
Bu nedenle etkileme gücü olan müzikal bir eser, limbik sistemin bu özelliklerini
harekete geçirerek, bireyin motivasyonunda ve davranışlarında değişiklik meydana
getirebilmektedir. (Altınökçek, 2001)
1.3. PROPAGANDA
Propaganda Latince “propoger” kavramından türetilmiş, sözlük dilinde
inandırmak, ikna etmek, üretmek ve yaymak gibi anlamları ifade eden iletişimsel bir
olgudur.(Özkök, 1985:233)
Genel olarak, kamu oyunu ve toplumu belirli yönde etkileme, onlara belirli
düşünceyi benimsetme ve belirli yönde harekete geçirmeye yönelik bir eylemsel
etkinliktir. (Domenach, 2003:7)
1.3.1. Propagandanın Tarihsel Gelişimi
Tarihi süreç içerisinde çok çeşitli biçimlerde tanımlanan propaganda kelimesi
Latince’de “Bir filizin toprağa dikilerek yeni bitkiler elde edilmesi” anlamına gelen
“propagare” kelimesinden türetilmiştir. (Özsoy, 1998:6)
Ana Britannica Ansiklopedisi propagandayı, “Bir bütün olarak toplumun ya da
belirli bir kesimin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek amacıyla, bilinçli
olarak seçilmiş bilgi, olgu ve savları sistemli bir çaba içinde ve çeşitli araçları
kullanarak yayma etkinlikleri” olarak tanımlar. Propaganda çeşitli teknikler
kullanarak kişileri veya grupları etkilemek amacıyla yapılan, tek yönlü sistematik ve
bilinçli çabalar bütünüdür. (Kalender, 2000:89)
Propaganda, İlk çağlardan itibaren vardır. Aristoteles tarafından retorik olarak
adlandırılan ilk propaganda faaliyetleri uzun yıllar boyunca etkisini sürdürmüştür.
Akıl ve duyguyu beraber ele alan retorik, bireylerin karşılıklı konuşmalarında,
birbirlerini ikna etmelerini sağlayan bir hitabet sanatıdır. Aristoteles, siyaset
yapmanın tek biçiminin retorik olduğunu iddia etmiştir. (Yıldız, 2002:38-40)
Eski Atina’da görüşmeler esnasında Pazaryerlerinde toplanan halkı ikna etmek
için kullanılmaya başlanan retorik, özellikle politikacılar tarafından etkili bir şekilde
kullanılmıştır. Sofistler hitabeti halkı kandırma sanatı haline getirmek için dili
gramer ve mantık bakımından incelemiş ve süreç içerisinde coğrafyada Demosten
9
gibi büyük hatipler ön plana çıkmıştır. Halkı etkilemede hitabetin yanında sahne ve
tiyatro da yoğun olarak kullanılmış, yazı bu yöntemler kadar önem kazanamamıştır.
Eski Atina’nın pek çok özelliğini içinde barındıran Roma İmparatorluğu’nda da
propaganda amaçlı hitabet önemini muhafaza etmiş, Çiçeron gibi hatiplerin siyasi
hayattaki etkisi eskisine oranla kıyaslanamayacak kadar artmıştır. Bu devirde geniş
devletin muazzam ulaşım sistemi ile haberlerin merkez ile taşra arasında kısa sürede
gidip gelmesi ve toplanan haberlerin neşredilmesi devrim niteliğindedir. (Özsoy,
1998:24)
Propaganda terimi 1622 yılında Katolik Kilisesi tarafından oluşturulan
“Congraga tio de propaganda fide” yani “İtikadı Yayma Cemaatinden” gelmiştir.
Protestan kiliselerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan bu dinsel devrim (reformasyon)
döneminde cemaat, Katolik kilisesinin karşı devriminin bir parçasıydı. Bu dönemde
Galileo teleskopla gözlemler yapmış ve dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü
söylemiştir. Kilisenin yasakladığı önermelerden birini ihlal eden Galileo, Katolik
kilisesinin öğretilerine karşı gelmekten yargılanıp mahkûm edilmiştir. Daha sonra
iddiasından vazgeçirilen Galileo kiliseyi, savunulamaz bir düşünceyi savunmak
zorunda bırakmıştır. Muhtemeldir ki propaganda, çağrıştırdığı olumsuzluğa, kilisenin
bilimsel olarak yanlışlığı gösterilebilecek bir konuyu savunmak durumunda
bıraktırıldığı bu temel olayda sahip olmuştur. (Severin-Tankart, 1994:154)
Keza Hıristiyanlığın yakın doğuda, Yunanistan’da ve İtalya’da yayılması çok
geniş bir propaganda faaliyeti sonucunda olmuştur. Havarilerin dinlerini anlatmak
için kullandıkları birebir temas yolu, takip eden devirlerde misyonerlerce de etkili bir
şekilde kullanılmıştır. Hıristiyanlık Roma’da yerleştikten ve devlet tarafından
benimsendikten sonra da Avrupa’nın Hıristiyanlaşmamış bölgelerine mütemadiyen
propagandacılar yollanmıştır. (Özsoy, 1998:28)
Fransız Komutan Napolyon Mısır seferinde desteğini aldığı akademisyenlerle
propagandayı kullanmıştır. 1798 yılı 2 Temmuzunda İskenderiye’ye ayak basar
basmaz halka Mısır’a geliş gayesini anlatmıştır. Kendisinin padişah III. Selim
tarafından görevlendirildiğini, Hıristiyanların Fransa’dan kovulduğunu, Mısır’a yeni
bir din aramaya geldiklerini o dinin de İslamiyet olduğuna inandıklarını, halka
duyurmuştur. Nitekim Napolyon daha sonra: “Kendimi Katolik göstererek Vandee
Savaşı’nı bitirdim. Müslüman görünerek Mısır’a yerleştim. Roma kilisesinin
10
fikirlerini benimsemekle İtalya’da kamuoyunu lehime çevirdim. Eğer Yahudilerin
başında bulunsaydım, önce Süleyman Tapınağı’nı ihya ederdim” diyerek
propagandanın önemini vurgulamıştır. (Karal, 1983:25)
Çağdaş propagandanın temelleriyse I. Dünya Savaşı ve 1917 Sovyet
Devrimiyle birlikte atılmıştır. I. Dünya Savaşıyla öğeleri birbirinden kopuk ve geçici
bir propaganda türü ortaya çıkarken, Sovyet Devrimi ile sistemli ve sürekli bir
propaganda ortaya çıkmıştır. I.Dünya Savaşında devletler kendi askerlerine moral
vermek, düşman ülkelerin askerlerini ve sivil halkı demoralize etmek için
propagandanın imkânlarından azami derecede yararlanmışlardır. Özellikle askerliğin
mecbur olmadığı İngiltere ve Amerika gibi ülkelerde askerliğin ne kadar onurlu bir
meslek olduğunu anlatmak için yoğun propagandalar yapılmıştır. (Özsoy, 1998:89)
1.3.2. Propagandanın Amacı ve Esasları
Propaganda bireyi, grubu, toplumu belirli bir amaç doğrultusunda yönlendirme,
kitleleri etkileme sanatıdır. Propagandanın temel amacı fikir, düşünce, ideoloji,
eylem, dost edinme, düşman edinme, savaş, barış, iktidar olma, devrim, yaşam,
uluslaşma gibi konularda kitle üzerinde etkin olma, kitleyi yönlendirmektir.
Propaganda siyasi anlamını Fransız ve Amerikan devrimleri ile kazanmıştır.
Propagandanın 18. yüzyıldan itibaren başarı ile gerçekleştirdiği uluslaşma süreci göz
önüne alınması gereken önemli bir konudur. Propagandayı sadece bir amaç etrafında
tanımlamak zordur. Bazen, bir ülkeyi güçlü göstermek, bazen de yermek için yapılır.
Kimi zaman bir bireyin şahsiyetini kabullendirirken, kimi zaman da bir partiye oy
toplar. (Bektaş, 2002:160)
Tarihte propagandayı en ince ayrıntısına kadar sistemli bir şekilde kullanan
Hitler’ e göre propagandanın amacı; “Örgüt için taraftar toplamaktır. İkinci görevi
yeni doktrini anlatmak ve benimsetmektir. Propaganda tek tek ve bilimsel olarak
kişileri bilgilendirmez. Onun görevi, kitlelerin dikkatini belirli olaylar ve ihtiyaçlar
üzerine çekmektir” (Hitler, 2002:161-169)
Propaganda insanların varlıkları ve gelecekleri konusundaki düşüncelerinden
hareketle, geliştirdiği ve genişlettiği mesajlar yardımıyla hedef kitle üzerinde belirgin
bir güç oluşturarak etkisini sürdürmekte olup (Domenach, 2003:92), bireyler ve
grupların kendilerini tanıtmak, kamuoyunun kendi amaçları ve eylemlerini,
11
iktidarlarını destekler kılmak, kendi ilgilendikleri konularda halktan destek
sağlayarak iktidarı ele geçirmek veya iktidarını kurmak amacını taşımaktadır.
Propaganda kelimesi özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra anlam olarak
insanlara kandırılmayı, yok etmeyi ve edilmeyi çağrıştırmıştır. Bu nedenle
günümüzde falanca propaganda kuruluşu şeklinde karşımıza bir kurum, kuruluş adı
olarak
pek
çıkmamaktadır.
Ancak
propagandanın
nedenleri,
sonuçları
kavramlaştırılarak kullanılmaktadır. Haber alma (istihbarat), reklâm, ülkü (hedef)
propagandanın kaynağıdır (Domenach, 2003:24-26). Bu kaynaklar günümüzde
sistemleşmiş ve kurumsallaşmıştır. Aynı zamanda propagandanın sonucu olan
“kamuoyu” da bugün birçok isimle sistemleşmiş, “kamuoyu oluşturma kurumları”,
“kamuoyu araştırma grupları” vs. şeklinde adlandırılarak kurumsallaştırılmışlardır.
Kamuoyu
oluşturmada
kullanılan
araç
ve
gereçleri
incelediğimizde
propagandanın amaçları ile örtüştüğü görülecektir (Bektaş, 2002:160). Bugün her iki
kavram iç içe geçmiş gibi gözükse de aslında propaganda kamuoyunu oluşturan
etkenlerin büyük kısmını kapsayan ve kamu görüşüne etki eden, ve bu etki
sonucunda kamunun edindiği ortak görüştür.
Propagandanın yapılması aşamasında temelde iki kavramın kullanıldığını
görürüz. “İyi” ve “kötü”. Propagandanın amacı iyiyi ve kötüyü tanımlamak, hedefe
neyin iyi neyin kötü olduğunu göstermektir. İyi kötü düzlemi üzerinde propaganda
haklı-haksız, dost-düşman, yanlış-doğru gibi kavramların anlamlarını hedef kitleye
açıklamaktadır. (Vamık, 1993:37)
Propaganda bütün insanlara özgü korku ve sevinçleri, tutku ve güdüleri
harekete geçirir ve ırksal karakteristiklere, geleneklere, kültürel özelliklere ve mitlere
dayanarak yapılır. Toplumların derin eğilimlerini yansıtan kolektif mitler kitle
iletişim araçları ile aynı anda harekete geçirilir ve izleyiciler farklı mekânlarda
olmalarına rağmen aynı ilgi ve çıkarları paylaşan psikolojik bir kitle oluştururlar.
Kitle iletişim araçları sayesinde olaylar ve yorumlar çok kısa bir zamanda ve çok
büyük kitlelere yayılıp, kanaatler yönlendirilir. (Kapani, 1989:150)
Propaganda; bir düşünceyi, iletilmek istenenleri en sade bir biçimde hedefe
aktarabilmelidir. Propaganda öğretisini; bildiriler, inanç bildirimleri, izlenceler ve
demeçler gibi yazılı metinlerle anlaşılır kılar. Bu maksatla parola ve slogan ile
12
anlatılmak istenen yalın, kısa ve öz olarak verilir. Bireyleştirilmiş ve teke indirilmiş
karşıtın varlığının daha etkili olması amaçlanır. (Yalınlık ve Tek Düşman Kuralı)
Propaganda iletileri herkesin anlayabileceği kadar yalın, basit ve ilgi çekici
olmalıdır. Bu maksatla iletiler anlaşılır basit ve kısa cümlelerden oluşturulur. Dikkat
çekici bir içeriğe sahip olması için de olaylar büyütülerek verilir. (Büyütme ve
Bozma Kuralı)
Bir propaganda kampanyasında en önemli kural verilmek istenen temel
mesajların yinelenmesidir. Mesajların yinelenmesi de iyi bir düzenleme ile etkili
olmaktadır.(Düzenleme Kuralı)
Propaganda, önceden var olan bir temel üzerinde çalışır. Halka kendi fikrini
benimsetmek isteyen bir propagandacı, öncelikle, halkın istediği gibi davranır daha
sonra kendi fikirlerini enjekte eder. (Aşılama Kuralı)
Çoğu insan için bir topluluğun üyesi olmak büyük önem taşımaktadır. Bu
durumdan yararlanan propaganda bu birliği yaratmak ve güçlendirmek için
çalışmaktadır. Özellikle totaliter yönetimlerde kullanılan birlik mekanizmasını
sağlamak adına partilere, gösterilere, mitinglere ve kitle yürüyüşlerine başvurulur.
Bu faaliyetler ve ünlü kişilerin kullanılması ile birlik duygusunun topluluk içinde
bulaşması sağlanır. (Birlik ve Bulaşma Kuralı) (Domenach, 2003:55-73)
Propaganda inandırıcı olmak zorundadır. Öyle ki akıl ve düşünceye hitap eden
propaganda bireylerin karar verme yetisini artırmaktadır. Propaganda, inandırma ve
kandırma işi olmakla birlikte belli temellere oturtulmamış, tamamıyla yalan yanlış
şeylerin kabul ettirilmesi değildir. Yalan haberler günü kurtarsa da gün gelip,
yalanlar açığa çıkınca propaganda geri teper. Nitekim Rus yönetimini suçlayıp aynı
zamanda güçsüz olduğunu savaşamayacak durumda olduğunu ileri süren Fransızlar;
Sovyet Ordusu karşısında şaşkınlığa uğramış, uydurulan yalanlar Fransız
propagandasına zarar vererek, yönetime olan güveni sarsmıştır (Brown, 1974:130).
Propaganda bir telkin sanatıdır. Kısaca hedef alınan kişilere doğru ya da yanlış
belli bir fikrin ya da inancın aşılanması gayreti diyebileceğimiz telkin, bilinç dışı bir
sürecin aracılığı ile kişinin ruhi ve fizyolojik alanıyla ilgili bir düşüncenin
gerçekleştirilmesi şeklinde de tanımlanabilir. Yani telkin kişinin iradesini tamamen
veya kısmen devre dışı bırakmakta; böylece kişi işlediği fiilleri dışarıdan zihnine
sokulan istek ve fikirler doğrultusunda yerine getirmektedir. Telkini yapan, gerekli
13
gördüğü fiillerin işlenmesine veya kendi fikirlerinin hedef kişi ya da kişilerce
benimsenmesine gayret eder. Telkin tekliften daha ileride, telkini yapanın
değerlendirme ve yargılarını taşıyan bir teknik olarak işlevini yerine getirmektedir.
(Tan, 1989:163)
Propagandanın bir diğer özelliği de sürekli tekrarlanan tek yönlü bir mesaj
iletimine sahip olmasıdır. Bundan dolayı mesajları oluşturmak, amaca uygun
mesajları seçip yollamak büyük bir önem kazanmaktadır. Propagandada birçok
mesajın içinden ancak propagandanın temel anlayışına ve beklentisine uygun olanlar
halka verilir. (Kazancı, 1982:56)
Propagandacı kocaman yalanlar söyleyerek propaganda yapmaz, yapamaz.
Propagandacı bütünün içinde bir anlamı olan, ancak parça olarak ele alındığında
çarpıtılmaya müsait bir bölümü alır. O bölümü öyle büyütür ve abartır ki gerçekle
hiçbir ilgisi kalmaz. Çarpıtılan gerçeğe ilaveten kendi düşüncelerini, duygularını,
korkularını ya da umutlarını ilave eder. Propagandacı yeni anlamı inşa etmiştir artık.
Bir sonraki tekrarda, ilk kodlar gerçek kabul edilir ve onun üzerine ilaveler yapılır.
Bu yöntem özellikle ikna edici siyasal iletişimde sıklıkla kullanılır.
Propaganda titiz çalışmaların ürünüdür. Propagandayı servis edilen bir yemek
olarak düşünürsek, mutfakta geçirilmesi gereken vakit epey fazladır, hazırlık
aşamasında yapılan çalışmalar önem taşımaktadır. Öncelikle, propagandanın etkili
olabilmesi için düşünsel düzeyde uzun bir hazırlık dönemi geçirilmesi ve aynı
zamanda güncel bir konu çerçevesine yerleşmesi gerekmektedir. (Özkök, 2003:14)
Propaganda kısa sürede etki yaratmayı hedefler. Bu nedenle de siyasal
iletişimden farklı bir söylem kullanıp, kullandığı farklı dil ile bir “düş” yaratmaya
çalışır. (Aziz, 2003:14) Ancak tüm bu özelliklerden daha önemli olan, propagandanın
içinde yer aldığı toplumun siyasal, ekonomik, kültürel yapısı ve o dönemde sahip
olduğu konjonktürel özelliklerdir. (Özkök, 2003:255)
Özellikle
milli
menfaatlerle
ilgili
yapılan
propagandada
karmaşanın
engellenmesi, karşı propagandanın rahatlıkla bertaraf edilebilmesi için propaganda
tek elden yürütülür. Almanya’nın II. dünya Savaşı’nda “Propaganda Bakanlığı”
kurarak bu işi tek elden yürütmesi en güzel örnektir. (Berkes, 1942:116)
14
Propagandada planlar elastikidir. Beklenilmeyen durumlar için B ve C planları
hazırlanmıştır. İşbirliği ve koordinasyona riayet edilir. Farklı kanallardan mesajlar
birbirini teyit eder, tezada düşülmez.
Propaganda sabır işidir. İnsanı etkilemek, ona yön vermek için zamanın
kullanılması önemlidir. Propaganda tedrici olarak yapılır. Kimi zaman yıllar süren
çalışmalar olabileceği unutulmaz.
Propaganda;
yapıldığı
ülkenin
politik
iklimiyle
uyum
içerisindedir.
Uygulanacak propagandanın türüne ( askeri, siyasal, ekonomik vs.) ve uygulanacak
ülkeye göre farklı propaganda şekilleri geliştirilir. İletileri aktarmak için kullanılan
simgesel şifreler toplumların kültür yapıları ile bağıntılıdır. İletişim, detaylı bir süreç
olduğu için ortamın iyi analiz edilmesi gerekir. Hedef ülkedeki zıtlıklardan ve
azınlıkların çeşitli arzularından da faydalanılır.
Hedef toplumun sosyal seviyesine ve inançlarına uygun propaganda yapılır.
Eğitim düzeyi yüksek, kültürlü bir topluluğa basit propaganda yöntemleriyle etkili
olmaya çalışmak, onların kanaatlerini değiştirmek istemek boşuna çabalamaktan
başka bir işe yaramaz. Topluluğa uygun taktikteknikler geliştirilmelidir (Özsoy
1998:179–181).
Hedef toplum kazanıldıktan sonra bir kenara itilmeyerek irtibat sürdürülür.
Propagandanın sürekliliği hususunda çaba harcanır. Aksi takdirde en sadık olanlar
bile bir süre sonra yalnızlık hisseder ve kendilerini köle gibi algılarsa asileşir ve ilk
fırsatta bu zorluklardan kurtulmaya çalışır. (Bröckling, 2001:113)
Propagandanın çoğunluğunda aktüalite vardır. Örneğin Çin propagandacıları,
Sovyetlerin 1936’dan önceki dönemde köylüler üzerindeki hatalarını tekrarlamamak
için propaganda faaliyetlerinden önce kitlelerin bir takım genel bilgilerden, önemli
kavramlardan ve olaylardan haberdar olmaları yönünde çaba sarf etmişler daha sonra
da, propaganda faaliyetlerine girişmişlerdir. (Tolan, 1985:445)
Propagandanın, içinde bulunulan şartları değiştirme gibi bir misyonu yoktur.
Sadece bulunulan şartlar altındaki eylemleri değiştirme ve yönlendirme çabası
içindedir. Bu değiştirme ve yönlendirme çabası, zorlama ile değil sadece iknaya
dayalı olup, bireylerin mevcut tutumlarının istenilen yönde etkilenmesi ve sonuçta
eylemlerinin değiştirilmesi, propagandanın temel amacıdır. (Domenach, 2003:36)
15
Bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir konu ya da olaya karşı
deneyim ve bilgilerine dayanarak örgütlediği bilişsel, duygusal ve davranışsal bir
tepki ön eğilimi olan tutum, dolaysız olarak somut biçimde gözlemlenip,
kavranamaz. Tutumun algılanabilmesi, onun davranışa dönüşmesiyle mümkündür.
Zira tutumlar deneyimlerle kazanılmış, anlık olmayan tepki biçimleridir. Farklı
kişilerin aynı objeye karşı değişik davranışlar sergilemesi, iyi, kötü gibi yargılarda
bulunması, bir grup, bir davranış hakkındaki yönelimleri sahip olunan tutumlar
sayesindedir. (Tezcan, 1993:112)
Tutum değiştirme çalışmalarında ilk aşama; sahip olunan tutumla ilgili şüphe
meydana getirerek kişiye “acaba?” dedirtip insanların tutum nesnesiyle ilgili
düşüncelerini etkilemektir. Tutum değiştirme yöntemlerinden olan ikna edici
iletişim;
bireyin
belirli
uyaranları
ileterek
başkalarının
davranışlarını
değiştirme/etkileme sürecidir.(Oktay, 2000:215) Bu süreçte alıcı; dikkat, kavrama,
kabul, saklama, yorumlama, davranış aşamalarından geçer. Yani gönderilen her
mesaj herkesin dikkatini çekmez, dikkat çeken her mesaj alıcı tarafından
anlaşılamaz, anlaşılan her mesaj kabul edilmez, kabul edilen her mesaj uzun süre
hatırlanmaz, hatırlanan her mesaj davranışa dönüşmeyebilir. (Baysal, 1981:147) Bu
yüzden alıcı, kaynak, mesaj ve iletişim aracı değişkenlerine ait özellikler dikkate
alınarak ikna edici iletişim gerçekleştirilmelidir. Örneğin alıcının zekâ seviyesi, tahsil
durumu ve kendine öz güveni mesaj içeriğini ve mesajın sunum şeklini etkiler.
Kaynağın konusunda uzman ve de tarafsız oluşu hedef kitlenin mesaja olan direncini
kırar. (Özerkan, 1997:16)
Bireylerde tutum değişikliği: itaat, özdeşleşme ve benimseme şeklinde
meydana gelir. (İnceoğlu, 1993:51)
İtaat süreci; İçeriğe gerçekten inanmaktan değil, uymama sonucunun ceza,
uyma sonucunun da ödül olabileceğinin kestirilmesiyle işlemektedir. Yani burada
yapay bir tutum değiştirmesi söz konusudur.
Özdeşleşme; bireyin egosuyla doğrudan ilişkilidir. Bireyin ilişki içinde
bulunduğu ve egosunu tatmin edilen kişilerin tutumları, birey tarafından direniş
görmemektedir. Özdeşleşmede kalıcılık eğilimi vardır. Birey, benzemek istediği
kişileri referans alır ve onların tutumlarını benimser.
16
Benimseme ise; bireyin var olan tutum ve değerlerinin karşılaştığı tutum ve
değerlerle örtüşmesi durumunda görülmektedir. Kendi tutumlarıyla çelişik bir
görüntü sergilemeyen, tutumları nedeniyle çatışmaya düşmeyen birey karşılaştığı,
kendi tutumlarıyla örtüşen yeni tutumları kabul etmektedir. Olaya propaganda
açısından
bakılınca
tutum
değiştirmenin
demokratik
ülkelerde
daha
çok
özdeşleştirme ve benimsetme, otoriter rejimlerde ise itaat şeklinde işlediği
görülecektir. (İnceoğlu, 1993:51)
1.3.3. Propagandanın Araçları
Özünde başkalarını istenilen yönde etkileme olan propaganda her türlü iletişim
aracı ile yapılır. Alıcı için bir anlam taşıyan bir iletiyi ulaştıran her şey iletişim aracı
olarak adlandırılmaktadır. Örneğin, jest ve mimikler, dokunma, giderek sessiz kalma,
cevap verme gibi davranışlar da iletişim aracı olarak nitelenebilir. Bu halde sözlü,
sözüz, görsel ve dokunsal iletişim araçlarından, yani propaganda araçlarından
bahsedilebilir. (Tan, 1989:44)
Fakat bu çalışmada propaganda araçları yüz yüze iletişim ve kitle iletişimi
olmak üzere iki başlık halinde incelenecektir.
1.3.3.1. Yüz yüze İletişim
Yüz yüze iletişimin en önemli kaynağı insandır ve insan, kamuoyunun
oluşturulması ve yönlendirilmesinde başlıca faktördür. İnsanın propagandada ki
başarısı dili kullanmasındaki maharetine, propaganda tekniklerinden faydalanmasına
ve güçlü bir kişiliğe sahip olmasına bağlıdır.
Gerçek bir propagandacı, hedef kitlesinin özelliklerine ve yaptığı propaganda
türüne göre, çeşitli yollara başvurur ama her şeyden önce, kişisel inandırıcılığı,
çekiciliği ve konuşmasının nitelikleriyle hedefini etkiler. (Domenach, 2003:51)
Propagandanın en eski aracı sayabileceğimiz insan, sınırlı coğrafi alanlarda
oluşan ve küçük gruplar halinde beliren kamuoylarında kişisel temaslar kurarak
kanaatlerin oluşumunu büyük oranda etkilemektedir. Özellikle seçim dönemlerinde
liderlerin ve propaganda uzmanlarının halkla iç içe olmaya çalışmalarının arkasında
kişisel temasların kamuoyunu etkilemedeki önemi yatmaktadır. Yöresel-moleküler
baskı anlamında ele alınabilecek yüz yüze temaslar, mekanik kitle haberleşme
17
araçlarına oranla çok daha geniş ölçüde bireysel yorum ve kişisel ilişkilere olanak
sağlar. (Orrick, 1967:42)
Kişiliği, yetenekleri, sabrı başta olmak üzere bir propagandacıda aranan
niteliklerden biri de “ dili “ iyi kullanabilmesidir. İnsanlar arasında anlaşmanın
sağlayıcısı olarak dil insanların duygularını, düşüncelerini, fikirlerini birbirine
nakletmek, isteklerini birbirlerine anlatmak için doğal bir vasıta ve temeli bilinmeyen
zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar sistemi, konumundadır. Fakat dilde anlam
kelimenin kendinde değil, onu kullanan ve anlayan insandadır. Kimi zaman ses
tonunda yapılan değişiklikler, vurgular, dinleyicinin dikkatini çekecek, konuşmanın
mahiyetini ve vermeye çalıştığı özü daha kolay benimsenecek duruma getirecektir.
Çeşitli fikirleri ve olayları temsilen kullanılacak parolalar ise dili kullanmadaki diğer
bir ustalığı ortaya koymaktadır. Parola “harekete geçirici kavramdır, elden
geldiğince, kısa, büyüleyici bir biçimde, içinde bulunulan zamanın en önemli ereğini
dile getirir. (Ergin, 1986:3)
1.3.3.2. Kitle İletişim Araçları
İletişimin yüz yüze karşılıklı olmayı gerektirmeden anında ve kitlesel düzeyde
yapılmasına kitle iletişimi, bu maksatla kullanılan araçlara da kitle iletişim araçları
denir. (Türkoğlu, 2004:68) Kamuoyunun oluşmasına olanak sağlayan gazete, dergi,
radyo, televizyon, film, kitap, afiş, sergi, müzik kitle iletişim araçlarıdır.
Siyasal ideoloji, propaganda yardımıyla hedef kitleye ulaşmaya çalışır. Bir
mesajlar bütünü olan propagandanın da kitlelere aktarılması için bir aracın üzerine
bindirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle propaganda mesajlarının yayılmasında en
önemli işlevi kitle iletişim araçlarının yerine getirdiği bir gerçektir. İdeolojik
propaganda ve kitle iletişim araçları ilişkisi bu anlamda çok önemlidir. İdeoloji,
propagandayla, propaganda ise kitle iletişim aracı ile hedefe ulaştırılır. Bundan
dolayı kitle iletişim aracı olmadan yapılan propagandanın etkisinin tartışılması söz
konusu olmuştur. (Özsoy, 1998:331)
Kitle iletişim araçlarından gönderilen iletiler bireylerin diğer insanlarla olan
iletişimini ve başkalarından gelen kodları açımlama biçimini etkileyebilmektedir.
Laswell’e göre kitle iletişim araçları, çevreye ilişkin bilgileri aktarır, yorumlar, sıra
dışıları açıklayarak toplumsal kuralları desteklemeye ve görüş birliğini sürdürmeye
18
hizmet eder, kültür ileticisi olarak bilginin, değerlerin ve toplumsal kuramların bir
kuşaktan diğerine ya da toplumun bireylerinden, topluma yeni katılanlara iletilmesi
işlevini görür. (Severin-Tankart, 1994:514)
Kitle iletişim araçları, kitle içinde bireylere yeni bir öz kişilik verir ve bu
kişiliği benimsetir. Bu kişilere ayrıca, ne olmaları/nasıl olmaları gerektiğini aşılar ve
bu yönde bir istek oluşmasını sağlar. Gerçek kişilik, bu yeni pompalanan öz kişiliğe
denk düşerek bireyin rahatlamasını sağlayarak bir tür kaçış alanı ortaya
çıkartmaktadır. Bu mekanizmanın süzgecinden geçen kişi, ya da önerilen kişiliği
benimsemek ya da karşı tercih etmek zorunda kalacaktır. Bu ilkeden hareket eden
kitle iletişim araçları, yaşanılan ve yaşanması gereken gerçek bir dünyayı değil,
kendi ürettiği yapay bir dünyayı yansıtmaktadır. Kitle iletişim araçları, günümüz
insanların tek başına elde edemeyeceği kadar çok haber iletmektedir ancak, bunu
yaparken, bireyler arası ilişkide göz önüne serilen bu dış dünya arasında gerçek
bağlantıyı kurup kurmadığı olayı ayrı bir tartışma konusu teşkil etmektedir. (Mills,
1974:436)
1.3.3.2.1. Gazete
Gazetenin propaganda aracı olarak kullanılması çok eskilere dayanmaktadır.
Jull Sezar tarafından “Acta Diarna” ismiyle çıkarılan gazete bunun en eski
örneklerindendir. Bir başka örnek de propagandanın gücünü gören ve bu gücü
kullanmak için Fransızların ünlü komutanı Napoleon tarafından çıkarılan gazetedir.
Napoleon gazete hakkındaki görüşlerini “ Dört düşman gazete, yüz bin kişilik
ordudan daha fazla zarar verebilir diye ifade etmiştir. (Özsoy, 1998:49)
II. Dünya Savaşı’nda Almanlar işgal ettikleri ülkelerde sivil halkın direncini
kırmak için gazeteler çıkartmışlar, esirler hakkında bilgiler vermişlerdir. Yine
İngilizler de uçaklardan attıkları yüz bine yakın gazeteyi Alman halkının okumasını
sağlamışlardır. (Özsoy, 1998:215)
Günümüzde televizyon karşısında etkinliğini kaybetmiş gibi görünse de
Sunday Times gazetesi genel yayın müdürü Harold Evans “ Televizyon hiçbir zaman
gazetenin yerini alamayacaktır, zira birinde size sunulan haberle yetinmek
zorundasınız diğerinde ise haberler arasında istediğinizi seçebilmek gibi bir
bağımsızlığınız var” (Demirkant, 1982:12) diyerek gazetenin önemini anlatmıştır.
19
Gazetede önemli noktalardan biri olayların yazıyla beraber fotoğrafla
sunulmasıdır. Fotoğraf da tıpkı haber gibi gerçeği yeniden üremekte, başka bir
gerçekliğe dönüştürmekte, bakış açısının değiştiği ölçüde bize farklı bir imge başka
bir söyleyişle farklı mesajlar sunmaktadır. Değiştirilerek sağına-soluna, altına-üstüne
yazı yazılarak sunulan fotoğrafın yansıttığı gerçek rahatlıkla saptırılabilmektedir.
(Oktay, 1987:95)
1.3.3.2.2. Radyo
Birinci Dünya Savaşı’nda laboratuarlarda geliştirilip tam olarak 1920
Şubatında ilk yayını yapan radyo, sesi her türlü sınırdan kurtarıp, propagandanın
eline büyük bir silah olarak vermiştir. Radyo; insanı okuma zahmetinden kurtarması,
ses tonu ve vurgusuyla neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu belirtmesi ile yazılı
basının önüne geçmiştir. 1923 yılında İngiltere’de kurulan ilk radyo şirketinden sonra
dünyadaki tüm ülkeler, radyonun önemini anlamışlar, Afrika’dan Çin’e kadar her
tarafa girebilen bu etkili haberleşme cihazının propagandanın en önemli aracı
olduğunda hem fikir olmuşlardır. (Ertem, 1941:321)
Nitekim İngiltere’de 1923 yılında yapılan seçimlerde İngiliz İşçi Partisi ilk defa
radyoyu propaganda amaçlı kullanarak önemli bir başarı elde etmiştir. (Kaleli,
1995:16)
Bugün her ne kadar üstünlüğünü televizyona kaptırsa da her yerde (araba
kullanırken, yemek yerken, yürürken) kullanılabilmesi nedeniyle diğer propaganda
araçları karşısında avantajlarını sürdürmektedir. Halen Almanya, İtalya, İngiltere,
Amerika, Rusya, Japonya gibi ülkelerde aynı anda elliden fazla dilde radyo yayını
yapılmakta, her dilden insana ulaşılmaya çalışılmaktadır. (Berkes, 1942:127)
1.3.3.2.3. Televizyon
En güçlü propaganda aracı olarak sosyal hayatta yerini alan televizyon;
kitlelerin hayat tarzlarını, kültürel ve sosyal etkinliklerini belirleyen, en önemlisi de
insanları yönlendiren en etkili silahtır.
Düzenli olarak 1936 yılında BBC tarafından yayına başlayan televizyon, hem
göze hem de kulağa hitap etmesi sayesinde radyodan çok daha etkili bir
manipülasyon aracı olmuştur. Zira radyoda insanın kendine göre doldurabileceği bir
20
alan, boşluk ve hayal dünyası vardır. Duyduklarınızı kendi dünyanızda kurgularsınız.
Ama televizyon mimiklerden gülüşe kadar hiçbir boşluk bırakmamıştır. Birey tam bir
“ izleyicidir” (Choamsky, 1994:42)
Olayların çoğundan televizyon sayesinde haberdar olan günümüz insanının
vereceği kararlarda, benimseyeceği siyasal görüşte ve hatta hayat tarzında televizyon
büyük rol oynamaktadır. Bu silahı elinde bulunduran; insanlara görüneni değil,
görünmesini istediği şeyleri sunar. Körfez savaşında, savaşla hiçbir ilgisi olmadığı
halde denize dökülmüş ham petrol içinde çırpınan karabatakları defalarca göstererek
Saddam’ın ne kadar gaddar ve vahşi bir lider olduğu imajını pekiştirmeye çalışanlar,
aynı şekilde Romanya’da Çavuşevsku’nun kurşuna dizilmesini hazırlayan olayları
dünya kamuoyuna bir insanlık kıyımı olarak takdim ederken televizyonu
kullanmışlardır. Hastanelerin,
morgların cesetten geçilmediği imajı verilen
Romanya’da ölenlerin iki elin parmakları kadar olduğu sonradan anlaşılmıştır.
(Yıldız, 2002:4)
1.3.3.2.4. İnternet ve Sosyal Medya
Dünya çapında milyonlarca kullanıcıyı ve binlerce bilgisayarı birbirine
bağlayan, çok miktarda bilgi taşıyan, yaygın olan ve sürekli büyüyen bir ağ sistemi
olan internet;
 Tüm dünyaya yayılmış büyük bir kütüphane,
 Bireysel katılımcılığı öne çıkaran, her isteyenin kendi gazete, radyo ve
televizyonunu oluşturabildiği bir yayın ortamı,
 Üzerinde ulusal ve uluslararası işlemlerin olduğu bir ticaret ortamı,
 Sergilerin, müzelerin ve konserlerin bulunduğu bir kültür ve sanat ortamı,
 Kültür ve doğa zenginliklerini ve ülkeleri dünyaya sunan bir tanıtım ortamı,
 Uzaktan sürekli eğitimi, kurum içi ve mesleki eğitimi destekleyen bir eğitim
ortamı,
 Katılımcı, şeffaf, bireysel denetim ortamı sağlayan bir iletişim ortamıdır
(Bican, 1997:27).
1990’lı yıllardan itibaren sosyal hayatta yerini alan Internet teknolojisi bilinçli
ya da bilinçsiz bir propaganda aracı olduğu yönünde eleştiriler almıştır. Dünyanın
öteki ucundaki bilgiye anında ve özgürce ulaşabilme imkânı interneti yanlış
21
yönlendirme potansiyeli en çok iletişim araçları arasına sokmuştur. Kulaktan kulağa
haberleşme, dedikodu ve sözel bilgilendirme olarak adlandırılan iletişim biçimleri
arasında kendisine yeni bir alan açan internet; habere benzeyen bilgi özelliği
nedeniyle ikinci derece haber veya yarı gerçek bir zihnin ürünü olarak
adlandırılabilir. İnternet iletişiminin bunlardan hangisi olduğu kişinin tercihine
kalmıştır. Web siteleri, elektronik posta zincirleri ve haber grupları, meydana gelecek
en ufak bir olayı nerde olursa olsun bilgisayarı olan herkese ulaştırmaktadır (Nelson,
1996:12). Her geçen gün kullanıcı sayısı artan internette ulaştırılan bilginin
doğruluğu, olası zararları gibi konularda fazla endişe duyulmamakta ve internet
algıyı yönlendirme, biçimlendirme ve propagandacının arzulanan amaçları
geliştirecek cevapların alınması alanlarında gerçekleştirilen bilinçli ve sistemli
girişimlerde bulunmak için en ideal araç olmaktadır.
1.4. PROPAGANDA ÇEŞİTLERİ
1.4.1. Kaynağına Göre
Propagandanın özelliği, ülkedeki politik şartlar ve propagandadan beklentiler
çerçevesinde kaynak, yani propaganda yapıcısının kimliği kimi zaman belirli kimi
zaman ise belirsizdir. Buna göre propaganda beyaz, gri ve siyah olmak üzere üçe
ayrılır:
1.4.1.1. Beyaz Propaganda
Propagandayı yapanın kimliğinin açık olduğu ve haberlerin kaynaklarının ispat
edilebildiği sağlam delil ve gerçeklere dayalı olarak söylenen söz ve yazılardır.
Yaşanmış olaylar süslemeden ve yalın bir şekilde ifade edilir. Özellikle yorumsuz
fotoğraflar ve kısa haber başlıkları bu propaganda yöntemine girmektedir. (Ziyaoğlu,
1963:41)
1.4.1.2. Gri Propaganda
Propaganda yapıcısının kimliği haberin durumuna göre açık veya gizli olduğu,
ancak sağlam delillere dayanmayan, genellikle doğrular üzerine eklenen süslemelerle
haberin saptırılması şeklinde yapılan propaganda biçimidir. Büyük oranda halk
tarafından doğru olarak kabul edilen bir olay yalan, dedikodu ve rivayetlerle halkı
22
yönlendirmek için kullanılır. Gri Propaganda bazen gerçek haberlerin arka planda
kalması gündemi gerçek bir haberin belirlememesi için kullanılır. Küçük bir olay,
sonuçları çok farklılaştırılarak ve önemsetilerek halka duyurulur. (Ziyaoğlu,
1963:43)
1.4.1.3. Siyah Propaganda
Propagandayı yapanın kimliğinin ve haberin kaynağının belli olmadığı
genellikle yalan bir haberin doğru ve kanıtlanabilir şekilde sunulmasıdır. Habere
“güvenilir bir kaynaktan edinilen bilgiye göre” veya “adını açıklamayan bir yetkili”
şeklinde haberin kaynağı belirtilerek başlanır. Genellikle haberin kaynağının gizlilik
ilkesi hakkı gereğince ve kaynak açıklanırsa kaynağın bu haberden dolayı kişisel
zarar göreceği gibi insani duyguları ön plana çıkarılır. (Ziyaoğlu, 1963:43)
1.4.2. Amaçlarına Göre
Propaganda ya mevcut düzeni devam ettirmek ya da sistemi değiştirerek yeni
bir düzen kurmak maksadıyla yapılır. Bu anlamda düşünüldüğünde karışıklık ve
bütünleştirme propagandası olarak ikiye ayılır:
1.4.2.1. Karışıklık Propagandası
Mevcut düzen yıkılmadan, propagandası yapılan görüşlerin geniş kitleler
tarafından kabulünün mümkün olmayacağı varsayımına dayanır. Propagandanın “
Bozma ve Tek Düşman “ kuralını esas alır. Bunun için toplum içerisinde anlaşmazlık
çıkarmak, toplumsal dayanışmayı yok etmek amaçlanır. Meydana gelen kazalar,
doğal afetler, skandallar işlenecek konular arasındadır. (Dönmezler, 1982:407)
1.4.2.2. Bütünleştirme Propagandası
Belirli bir düzeye ulaşmış toplumların durumlarını geliştirme veya en azından
mevcut durumu koruma amacına yönelik olarak yürütülebileceği gibi, karışıklık
propagandasının amacına ulaşması halinde, karışıklık propagandasının terk edilerek
bunun yerine ikame edilen propaganda türüdür. Lenin, Hitler, Mao önce karışıklık
propagandasını uygulayıp, amaca ulaştıktan sonra bütünleşme propagandasını
uygulamışlardır.(Dönmezler, 1982:407) Bu tür propaganda, insanların veya
23
toplumun, kurumun değer ve davranışlarına katılması ve onlara sımsıkı bağlanmasını
amaçlamaktadır. Bu mevcut siyasal iktidara meşruluk temelini kazandırmaya yönelik
yapılan birleştirici propaganda türüdür. Yönetilmekte olan kitlenin sadece itaat
etmesinden ötürü onların yönetimi sevmeleri için de uğraşırlar. (Keskin, 1997:15)
1.4.3. Akla ya da Duygulara Hitap Etmesine Göre
Hedef kitlenin eğitim ve kültür seviyesi, beklentileri, propagandanın konusu,
süre gibi kıstaslar çerçevesinde akıl ya da duygular hedef alınarak propaganda
yapılır. Buna göre propaganda ikiye ayrılır:
1.4.3.1. Ussal Propaganda
Ussal propaganda bilimsel verilere dayanılarak yapılan propaganda türüdür. Bu
propagandanın içeriği büyük ölçüde çeşitli bilim dallarının verilerinin bir sentezi
biçimindedir. Bilgiler daha çok rakamlar, şekil ve istatistiki verilerle iletilir, ancak
eğer propagandanın uzun dönemli bir etkisi olması isteniyorsa, ussal propaganda
tercih edilmelidir. (Keskin, 1997:15)
1.4.3.2. Duygusal Propaganda
Ussal olmayan propaganda hedef kitlenin coşkulu bir anda kendisine verilen
her şeyi muhakeme süzgecinden geçirmeksizin kabul edeceği varsayımına
dayanmaktadır. Kısa dönemde çok etkili olan bu propaganda türünde hedef kitlenin
tutkularının belirlenmesi, onu heyecanlandıracak, hatta galeyana getirecek temaların
bulunması, bu tema içerisinde verilecek mesajın sunulması gerekmektedir. (Tolan,
1985:492)
1.4.4. Konusuna Göre
Propagandanın konusu; propaganda metotları, süre, ayrılan mali kaynak,
beklentiler, hedef kitle gibi konularda belirleyici etkendir. Faaliyet alanlarının sınırlı
ya da çok geniş kapsamlı oluşu yine propagandanın konusuna göre şekillenir.
Konusuna göre propaganda üç başlık altında ele alınabilir:
1.4.4.1. Askeri ve Ekonomik Propaganda
24
Faaliyet alanları ve hedefleri göz önünde bulundurularak daha dar kapsamlı
propaganda türleridir. Kendi askeri gücünü olduğundan fazla gösterirken, düşmanın
askeri gücünü küçük göstermek, moral bozukluğu yaratmak, savaşamaz duruma
getirmek için yapılan propaganda türü askeri propagandadır. Milli bayramlardaki
askeri geçit törenleriyle iç kamuoyu, tatbikat ve manevralara çağrılan yabancı
misyon şefleri sayesinde de dış kamuoyu etkilenmeye çalışılır. Düşmanın ekonomik
gücünü zayıflatmak, üretebilirliğini sekteye uğratırken kendi ekonomisini, çalışan ve
üreten iş gücünü artırmaya yönelik propagandaya da ekonomik propaganda
denir.(Özsoy, 1998:19)
1.4.4.2. Siyasal Propaganda
Siyasal propaganda 20.yy’ın ilk yarısında ortaya çıkmış olan bir olgudur.
Teknolojinin gelişimiyle yeni iletişim tekniklerinin ortaya çıkması siyasal
propagandanın etkisini gün geçtikçe artırmıştır. Siyasal propagandanın en önemli
dayanağı kitle iletişim ağı ve araçlarıdır. (Kazancı, 1982:55)
Siyasal propaganda; radyoları, TV. leri, sinemaları, fotoğrafları, yüksek tirajlı
basın afişlerini, hitabeti, şiir ve müziği, heykelciliği, bütün güzel sanatları kısacası
bütün iletişim imkanlarını kullanarak kitlelerin davranışlarına etki edip, onları belirli
düşüncelere yöneltir, seçim dönemlerinde oy tercihlerini etkiler. (Perin, 1961:10)
Bir yönetim ya da siyasal bir parti tarafından hedef kitlenin kendilerine karşı
olan davranışlarını değiştirmek için yaptıkları bu propagandanın özünde siyasal
eylem vardır. Yapılan faaliyetlerle yeni kanaatler doğar, destek ya da muhalefetler
oluşur. (Bektaş, 2002:221) Bilgi verme, ikna etme ve kamu seferberliği sonuçlarını
amaçlayan siyasal propaganda, özellikle parti bağlılığı zayıf veya kararsız kişilerde
daha etkili olmaktadır. (Kalender, 2000:91)
Siyasal propagandada iletişimin üç temel fonksiyonu bulunmaktadır.
Fonksiyonların ilki, “ortaya çıkan siyasal problemlerin tanımlanmasına yardımcı
olması”, ikincisi, “bu problemlerin siyasal tartışma ortamına girerek meşruiyet
kazanmasını sağlaması”, üçüncüsü ise, “artık tartışma konusu olmaktan çıkmış, ortak
bir görüş birliğine varılmış konuları gündemden düşürmek” olarak ifade
edilmektedir. (Özkan, 2004a:41)
25
Bu fonksiyonların birincisinde siyasetçiler ve medya, ikincisinde kamuoyu
araştırmaları ve üçüncüsünde yine medya ön plana çıkmaktadır. (Özkan, 2004a:41)
Yönetenler ve yönetilenler arasındaki etkileşimi sağlayan siyasal iletişimde
temel amaç siyasal mesajların iletilmesidir. Bunun için de mesajın dili ile verileceği
zaman ve kanallar önem kazanmaktadır. Siyasal iletişim mesajının verileceği zaman
ve kanallar belirlenirken kamuoyunun beklentilerinin ve hedef kitlenin özelliklerinin
iyice
belirlenmesi
gerekir.
Hedef
kitlenin
sosyo-ekonomik
durumunun
belirlenmesiyle mesajlarda kullanılacak dil belirlenir. Bu çalışmalardan sonra kanaat
önderlerinden ve gündem oluşturma tekniğinden yararlanarak kamuoyu etkilenmeye
ve böylece siyasal rakiplere üstünlük sağlanmaya çalışılır. (Aziz, 2003:37-38)
Siyasal iletişimdeki aktörler, şu şekilde sıralanmaktadırlar: Devlet Başkanları,
hükümet, siyasal partiler, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, baskı ve menfaat
grupları, medya kuruluşları, sivil itaatsizlik, lobicilik faaliyeti yapan gruplar, yasa
dışı gruplar. (Aziz, 2003:38)
Siyasal iletişimde mesajı veren bu örgütlü yapılar, kamuoyu adına mesajları
hedef kitleye aktarmaktadırlar. Bu hedef kitle birden fazla olabilmektedir. (Aziz,
2003:5-6) Küreselleşme ile birlikte yaygınlaşan siyasal iletişim, bir yandan siyasette
şeffaflığın artmasını ve demokratik ikna yöntemlerinin kullanılmasını sağlamaya
başlamış, diğer yandan da kullanılan iletişim yöntem ve tekniklerinin benzeşmesine
neden olmuştur.(Özkan, 2004a:268)
Siyasal iletişimin etkili olması için en önemli nokta, tekrar etme ve iletişim
kurallarının doğru seçimi olmaktadır.(Aziz, 2003:45-48) Bunların yanında kaynağın
güvenilir olması, ikna yeteneğine sahip olması ve mesajın içeriği de siyasal iletişimin
belli başlı özelliklerinden sayılır.
1.4.4.3. Sosyolojik Propaganda
Sosyolojik propaganda çok geniş bir alanı kapsar ve burada amaç siyasal
propagandada olduğu gibi belirlenemez. Sosyolojik propaganda ülkedeki çoğunluğu
hedef almış olup, çoğunluğun uzun süreli etkilenmesini göz önünde bulundurarak
çeşitli biçimlerde ifade bulmaktadır (Örneğin; reklâm, sinema, sanat anlayışı,
giyinme biçimleri, TV dizileri…) Sosyolojik propaganda, toplumsal çerçeveyi
26
kullanarak belirli bir hayat felsefesini hedef kitleye kabul ettirmeye çalışır.(Özsoy,
1998:45)
1.5. MÜZİĞİN PROPAGANDA AMAÇLI KULLANIMI
1.5.1. Geçmiş Uygarlıklarda Müzik
Çoğu antik uygarlık, tüm müziklerin kalbinde yatan doğal gücün insanları
olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebileceğinin farkına varmıştır. Çalışmada Çin,
Yunan ve Türk Uygarlıklarına değinilecektir.
1.5.1.1. Eski Çin’de Müzik
Müziğin gücünü fark etmede en erken davranan uygarlıklardan birisi Çin’dir.
İsa’nın doğumundan çok önce Çin, bugün bilinen en detaylı ve büyüleyici müzik
filozoflarına sahiptir. (Tame, 1988:33)
Eski Çin’e göre müziğin insanlar ve uygarlıklar üzerine özel etkiler yapan
kutsal bir gücü vardır. Eski zamanların altın çağında imparatorluk yapmış efsanevi
Yu Tu Shun’un icraatları buna en büyük delildir. Shun, her yılın ikinci ayı boyunca
sorunlar olup olmadığını görmek için ülkesini dolaşıp bölgelerin moral ve
davranışlarını tespit maksatlı müziği kullanmıştır. Shun, gezdiği bölgelerde
kullanılan çalgıların tınılarını, akort ayarlarını tespit ettirir, saraya dönünce de bu
enstrümanların Antik Çin Müziği Cetvelindeki notalarla uyumluluğunu denetlerdi.
Böylelikle ziyaret ettiği bölgelerdeki halk şarkılarının tonlarını, bölgeler arası akort
farklılıklarını sıkı bir şekilde takip ederek akordun derhal düzeltilip her yerde tek tip
hale getirilmesini emretmiştir. Aksi halde bölgelerin birlikteliklerini ve uyumlarını
kaybederek aralarında kavgaların çıkabileceğini kaçınılmaz bir son olarak görmüştür.
O,
müziği hükümetinin etkinliğinin ölçülmesinde
ve
halkının
huzurunun
sağlanmasında şaşmaz bir ayna olarak düşünmüştür. (Tame, 1988:15-16)
9.yy.da Çin’de mahkeme törenlerinde İmparatorların ihtişamını temsilen
900’den fazla müzisyenin propaganda maksatlı müzik yaptığı bilinmektedir.
Han Hanedanın kurulması ile (M.Ö.206) ülkeyi istikrar içine sokmaya çalışan
hükümet, 1911 Devrimine kadar Konfüçyizm’i Çin’in resmi ideolojisi olarak kabul
etmiştir. İmparator Han Wudi (M.Ö. 156-87), Konfüçyüs müzik felsefesine dayanan
“Ülkeyi müzikle kontrolü” savunmuş, diğer işlerin yanında melodi, şarkı sözü ve
27
doğru ritim arşivlerini oluşturmakla görevli müzik bürosunu kurmuştur. Bu büro
müzik hakkındaki tutucu fikirlerle bestekârları ve şarkıcıları kısıtlamış, dolayısıyla
1911’de müzik bürosu çökene kadar Çin Müziği, Avrupa Müziği’nden çok az
etkilenmiştir. (Cowell,1948:10)
1.5.1.2. Eski Yunan’da Müzik
Bütün büyük Yunan Filozofları bir uygarlığı olumsuz yönde etkileyebilecek
müziğin zihinlere sinsice sızmasına karşı ikazlarda bulunmuşlardır. Müziğin gücüne
olan bu inanç o kadar sanatsal tutuculuklara yol açmıştır ki Sparta ve Atina’da bazı
yenilikçi müzisyenlerin enstrümanları yok ettirilmiştir. Yunan bestekâr ve şarkıcı
Timoteus’un eserleri yenilikler yüzünden saldırıya uğramıştır. Her şeye rağmen
Yunan müziği gelişmeye devam etmiştir. Günümüzde Antik Yunan’ın çöküşünü
müziğe bağlayan yazarlar dahi olmuştur.
Tame (1988:189), müziğin Antik Yunan’ın çöküşüne ve ardından da Roma
İmparatorluğu’nun yükselişine neden olduğu görüşündedir. O, Yunan Uygarlığı
içinde yıkıcı müziğin gücünden bahseder. ” Müzik, sadece birkaç yılda kitlelere
ulaşarak yaygın bir popülariteye ve güce erişmiştir. Müziğin Yunan toplumundaki
olumsuz etkisi felsefe, siyaset, ahlaki değerler ve yaşam tarzlarında meydana
getirdiği tahribatların ölçülmesiyle anlaşılabilir.”(Tame, 1988:189) diyerek bir
uygarlığın çöküşüne ışık tutmuştur.
1.5.1.3. Eski Türklerde Müzik
Eski
Türklerde
müzik
öncelikle
tedavi
ve
rehabilitasyon
maksatlı
kullanılmıştır. Şamanizm’in din olarak yaşandığı Orta Asya’da şamanlar tarafından
müziğin tedavi amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Davul çalarak ruhları hükmü
altına alan şaman, ölülerle, şeytanlarla, cin ve perilerle irtibat kurarak hastalara şifa
dağıtmıştır. Daha sonra bu iş Altay, Kaşgar, Kırgız Türklerinde “Baksı” adını alan
hekimlerce yapılmıştır. Baksı, seans süresince müzik, şiir, taklit ve dansı sanatkâr bir
biçimde birleştirerek hastayı iyileştirmeye çalışmıştır. Trans halinde yaptığı dansın
özellikle iyileştirici bir güce sahip olduğuna inanılmıştır.(Güvenç, 1993:10)
Kıl kopuz ve dombra çalgıları eşliğinde yapılan bu dans stres, depresyon,
halsizlik, kas spazmları, kireçlenme ve romatizma gibi rahatsızlıklar için son derece
28
faydalı ve etkili bir tedavi yöntemidir. Tedaviyi başarıya ulaştıran etkenler, kan
dolaşımının artması, beyine oksijen taşıyan kanalların rahatlaması, stres ve
depresyonun omuzlara bindirdiği yüklerin dağılması ve doğayı taklit ederek insanın
sağlığını yeniden kazanmasıdır. (http://www.tumata.com/muzikletedavi)
İslam Medeniyeti tarihinde ise özelikle “Sufiler” müzikle uğraşmıştır. Sufiler,
akıl ve sinir hastalıklarının müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir. Bu
dönemde yaşamış büyük Türk-İslam âlimleri ve hekimleri Zekeriya Er-Razi, Farabi
ve İbn Sina müzikle tedaviyi, bilhassa müziğin psişik hastalıkların tedavisinde
kullanılmasını bilimsel esaslara oturtmuşlardır. 18. yy. Osmanlı Hekimbaşısı Hasan
Efendi, İbni Sina’dan etkilenerek yazdığı ”Emraz-ı Ruhaniyeyi Negama-ı Musikiye”
adlı eserinde; hangi makamın hangi çocuk hastalığına iyi geldiğini ifade etmiştir.
(Ak, 1997:129)
Türkler; müziği tedavi edici özelliğinin yanı sıra savaşlarda düşmanı etkilemek
için de kullanmışlardır. Türk savaş tekniğinin vazgeçilmez unsuru olan askeri
müziğin amacı, çok uzaklardan duyulan ve gitgide yaklaşan gök gürültüsüne benzer
yabancı, değişik bir müzik sesiyle düşmanın moralini bozup savaşacak güç
bırakmamak, düşmanı teslim almak suretiyle harbi en kısa zamanda bitirmek ve
böylece bir bakıma insan kıyımını önlemektir. Bu maksatla teşkil edilen “mehter”,
dünyanın ilk ve en eski askeri bandosudur. Mehtere ilk olarak Orhun Kitabelerinde
rastlanmaktadır. Bu Kitabelerde “Kübürge” ve “Tuğ” olarak anlatılan askeri
bandonun, Hakanların huzurunda müzik yaptığı anlatılır. O zamanlarda kös, davul,
zil ve nay-i Türkî adındaki sazlardan oluşan “Tuğ” lar, savaşlarda ve özel günlerde
müzik yapmışlardır. Ayrıca “Tuğ” Türklerde hâkimiyetin de sembolü olmuştur.
(http://www.mehter.biz/anasayfalar/Turkce/tarih/tarih.htm)
Türk İslam devletlerinde hükümdarlık alametlerinden biri olan mehterhane
Osmanlı Devleti’ne Anadolu Selçuklularından geçmiştir. Selçuklu Sultanı III.
Alâeddin Keykubat, Osman Gazi’ye 1299’da beylik alameti olarak sancak ile beraber
davul vs. de gönderir. Yani mehter etkileyici müzikal yönünün yanı sıra tarihsel
bağları hatırlatması, beylikten devlet olmaya geçiş sürecinin sembolü olmasından
dolayı farklı bir misyonu da üstlenmiştir. Mehterdeki enstrümanlar müzik aleti
olmaktan öte devlet olmanın, bağımsızlığın da sembolüydüler. 16 ve 17. yy.larda
mehterbaşının emrinde yaklaşık 1200 kadar mehter vardır. Padişahın emrinde
29
bulunan tabl-ü alem mehterlerinin sayısı da 187 ile 237 arasındadır. İmparatorluğun
stratejik bölgelerindeki 50 kadar kalede mehter takımı bulunmaktadır. Kalelerde
düşmanla ve ölümle burun buruna yaşayan eratın moralini yüksek tutmak,
motivasyonu artırmak için mehter kullanılmıştır. Kalede mehter çalınırken gözetleme
görevindeki eratın duyabilmesi için çoğu zaman mehter kuleleri yapılmıştır. Mehter
takımı her gün padişahın bulunduğu yerde; yani padişah seferde ise çadırın önünde,
değilse saraydaki muayyen yerinde ikindi namazından sonra nevbet vururdu. Bundan
başka yatsı namazından sonra üç fasıl mehter çalınıp padişaha dua edilir, sabaha
karşı divan halkını namaza kaldırmak için yeniden nevbet vurulurdu. Ayrıca,
Yedikule, Eyüp, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Anadoluhisarı, Üsküdar ve
Kız
Kulesi’nde
de
aynı
saatlerde
mehter
çalınırdı
(http://www.mehter.biz/anasayfalar/Turkce/tarih/tarih.htm)
İletişim imkânlarının günümüzle kıyaslanamayacağı bir ortamda belirli zaman
aralıklarıyla, en uzak noktalara kadar mehter çalınması propaganda içeriklidir. Zira
mehtere yüklenen anlam ve mehterin sözel içeriği göz önünde bulundurulduğunda
çalınan her mehterde “gazâ, birlik beraberlik, devletin devamlılığı, tebaa-hükümdar”
ilişkileriyle beraber tarihsel bağların hatırlatılması da hedeflenmiştir. Mehter, bir
anlamda Osmanlı’nın kuruluş amacının kısa tekrarıdır.
Hükümdara mahsus mehterhanenin on iki katlı olması, yani her aletten on iki
tane bulunması, diğerlerinin ise, çalındığı yerin seviyesine göre yedi veya dokuz katlı
olması, padişah sefere gittiğinde mehter takımının iki misline çıkarılması, padişah
mehterhanesinin saltanat sancaklarının altında durup çalması (ki bu savaşta korkuyu
yenmek birlik ve beraberliği hissettirmek, başkomutanın da savaş meydanında,
askerlerinin yanında olduğunu hissettirmesi açısından önemlidir) köslerin yalnız
padişahların mehterhanelerinde bulunması, sefer esnasında önce padişahın, yoksa
serdarın mehterhanesi ve sonra üç tuğlu paşaların, yani vezirlerin, daha sonra ikişer
tuğluların (beylerbeylerinin) mehterhanelerinin çalınması basit törensel ayrıntılar
olmaktan öte, tebaa üzerindeki etkileri açısından detaylı düşünülmüş psikolojik harp
tekniklerindendir. (Akad, 2005:44-48)
Muharebe zamanında düşmana yaklaşıldığı zaman mehterin sesinin arttırılıp,
bu sırada davul çalanlarca “Yektir Allah yek” diye bağırılması düşmana korku
30
salarken, ölüme yaklaşıldığı bir anda Allah’ın adının anılması savaşan askerler için
de cesaret artırıcı bir fonksiyon ifa etmiştir.(Akad, 2005:45-48)
Sonuç olarak mehter; askeri cesaretlendirmek, ölüm korkusunu unutturmak,
düşmanı korkutup endişeye sevk etmek maksadıyla savaşta düşmana karşı, barışta da
padişahın şahsında devletin varlığını, gücünü halka hissettirmek maksadıyla da
ülkenin en ücra köşelerinde uzun yıllar kullanılmıştır. Bunda mehterin sözel ve
müzikal içeriği kadar, mehtere atfedilen tarihi değerlerin de etkisi olmuştur.(Akad,
2005:44-48)
1.5.2. Günümüz Toplumlarında Müzik
İnsanları harekete geçirme maksadıyla müziği kullanan politikacılar müziğin
gücünü fark edip ona inanmışlardır. Hükümetlerin müziği güçlü bir silah, hatta
ideolojilerinin devamını sağlayan bir araç olarak kullanması müziğin bir propaganda
aracı olduğuna en büyük delildir.
Müzik, bir kültürün sembolik anlatımı veya bir grubun yaşam biçimidir.
Kapsayıcıdır. Farklılıkların bir kenara bırakılması, yeni, farklı ve ideolojik kimlikler
yaratılması için ideal bir enstrümandır. Örneğin grup içerisindeki üyelerin ırkları,
politik durumları veya inançlarının dikkate alınmadığı “ milli marşlar “ ulusal bir
topluluğun bütün üyelerine ait bir semboldür. Müzikal propagandanın en belirgin
olanları vatanperverlik şarkılarında, milli marşlarda ve askeri müzikte görülmektedir.
Her insan mensup olduğu kurumlarla gurur duyar. İster ilkel, isterse gelişmiş
kültürlere mensup insanlarda vatan aşkı “ bir kıvılcım “ şeklinde kalplerde yatar. Bu
gelişmemiş kıvılcım, tahrik edildiğinde şarkı ve konuşmada kendisine alan bulur ve
bu daha sonra “harekete” dönüşür. Hiçbir ülke milliyetçilik duygularının
körüklenmesinde müziğin etkin bir rolünün olduğunu inkar edemez. Örneğin İngiliz
Hükümeti 1803’teki İngiliz-Fransız Savaşı’nda , “Fransızlara karşı ulusal duyguların
canlı tutulması” için Charles Dibdin’e şarkılar sipariş etmiştir. Öyle ki Dibdin’in
çalışmaları ancak savaş bittikten sonra sona ermiştir. (Hubbard, 1910:101)
İnsanların milliyetçilik duygularına hitap eden marşlarla ilgili olarak Sousa:
“Sanırım Amerikalılar ( ve bu konuda diğer uluslar da) kışkırtıcı bir marşın
temposunda neşelenmektedir, çünkü bu onların savaşıl içgüdülerine hitap etmektedir.
Bir Afrika savaş davulunun vuruşu gibi, marş insanın yapısında esaslı bir ritme
31
konuşmakta ve cevaplandırılmaktadır. Bir marş, canlılığın her bir merkezini harekete
geçirmekte, hayal dünyasını uyandırmakta ve yıllardır “durağan” bekleyen
vatanseverlik dürtülerini tahrik etmektedir. Güvenle bunu söyleyebilirim çünkü
gerçek hayattan esinlenmiş bir marşın birkaç ölçeğiyle derinden etkilenen insanlar
gördüm”(Hubbard, 1910:347) diyerek marşın cazibesini vurgulamıştır.
Bu bölümde müziğin farklı ülkelerde propaganda amaçlı kullanımını örneklerle
açıklanacaktır.
1.5.2.1. İngiltere
1914 yılında Avrupa’da çatışmaların başlamasıyla, profesyonel ve amatör
bestecilik alanında “savaş” ana tema haline gelmiştir. Şarkılarda karşı konulmaz bir
şekilde vatanperverlik, kahramanlık ve aşırı milliyetçilik unsurları artmış ve birçok
şarkı ( “Sonsuza Dek Kanadalı”, “Dünyanın Gururu İngiliz Donanmasıdır” gibi)
donanmayı, orduyu ve yeni hava kuvvetlerini övmek için yazılmıştır.
I. Dünya Savaşı boyunca müzik; evlerde ve cephede göze çarpan bir etkendir.
Çoğu evde piyano olması ve her aileden en az bir kişinin piyano çalmayı bilmesi
eğlence ve sosyalleşmenin alt yapısını da hazırlamıştır. Bu yüzden popüler müzik
revaçtadır. Dolayısıyla müzik, mesajların en ücra köşelere iletilmesinde büyük rol
oynamıştır. Hükümetler müziğin bu özelliğinin farkına vararak çoğunlukla
cesaretlendirme, gurur ve vatanperverlik duygularını tahrik ederek, insan gücü elde
etme ve sermaye sağlama maksadıyla müziği kullanmışlardır. Besteciler ve yayın
evleri iş birliği yaparak o türden duygularının tatmin edilmesini bekleyen geniş halk
kitlelerinden para kazanma işine odaklanmışlardır. Müzik yapıtlarına basılan
dramatik grafikler ve ilave mesajlar, propaganda aracı olarak kullanılan lirik müzik
ve melodilerin etkilerini bariz bir şekilde artırmıştır.
I.Dünya Savaşı boyunca çoğunlukla dinleyicileri teşvik ve savaşta gönüllülük
hisleri uyandırmak için kullanılan müzik kimi zaman da savaşı desteklemeyenleri
ayıplamak için kullanılmıştır. Erkekleri orduya katılmaları konusunda zorlayan
şarkılar, halka açık “ askere alma bölgelerinde” popüler vokalistler tarafından
söylenmiştir. Bu şekilde orduya girmeye teşvik eden şarkılardan biri de “Kralın ve
Ülken Seni İstiyor” isimli şarkıdır. Askere kaydolarak bu şarkıya karşılık vermeyen
erkekler, sırf bu işle görevli çocuklar tarafından ellerine beyaz tavuk tüyleri
32
tutuşturularak toplumca aşağılanmışlardır. Bu propaganda şarkısının sözleri,
vatanlarını korumak için sabır ve metanetle sevgililerini askere yollayan İngiliz
kadınlarının duygularına atfen yazılmıştır. (http://parlorsongs.com/issues/200011/2000-11.asp)
Savaş sırasında sosyal ve politik tutumları önemli derecede etkileyen müzik;
asker, halk ve hükümet için etkili bir propaganda aracı olarak hizmet etmiştir.I.
Dünya savaşı sırasında propaganda olarak kullanılan müzik, II. Dünya Savaşında ise
müzisyenler tarafından protesto amaçlı kullanılmaya başlayacaktır. İkinci bölümde
protest müzik başlığı altında detaylı inceleme yapılacaktır.
1.5.2.2. Latin Amerika
Siyasal tansiyonun yüksek olduğu zamanlarda, konuşma ve şarkılar vasıtasıyla
insanların duygularının ve düşüncelerinin olumsuz etkilenmemesi, ulusal birlik ve
beraberlik havasının oluşması için müzik propaganda amaçlı kullanılırdı.
Yirminci yüzyılda radyonun yayılması milliyetçi diktatörlerin müziği
propaganda aracı olarak kullanmasına imkân sağlamıştır. Brezilya’da 1930 ve 1942
yılları arasında Cumhurbaşkanı Getulio Vargas yönetiminde Brezilya Basın ve
Propaganda Departmanı, Vargas’ı ve hükümeti öven şarkılar bestelemeleri için ünlü
müzisyen ve söz yazarlarını işe almış ve çok daha net bir müzikal propaganda
metodu kullanmıştır. (Willams, 2001:104)
BBPD, insanların içinde bulundukları marjinalleştirilmiş, kültür seviyesi
düşürülmüş ortamlardan çekilip çıkarılması ve üretken hale getirilmesi için
bestecileri popüler şarkılar üretmeleri konusunda teşvik etmiştir. Müzikle
propaganda; hükümet tarafından istenen vatanseverlik ve milliyetçilik mesajları
içeren şarkıların üretimi karşılığında bestecilere para verilerek yapılmıştır. Brezilya
ve diğer Latin Amerika ülkeleri milli duyguların geliştirilmesini teşvik etmek için
faaliyetlerin yapıldığı folklorik festivallerin sponsorluğunu üstlenmiştir.(Turino,
2003:189)
1.5.2.3. Rusya
Stalin,
Sovyetler
Birliği’nde
iktidara
geldiğinde
komünist
ideolojiyi
yansıtmayan müziğin, rejimin istikrarına gerçek bir tehlike oluşturduğunu fark etmiş
33
ve bu yüzden popüler müziğin Sovyetler Birliği için uygun bir müzik türü olmadığını
savunmuştur. 1927 yılında Yaratıcı Müzisyenler Kurumu konuyla ilgili çalışmaları
başlatmış ve ideolojik amaçlı “Rusya İşçi Müzikleri Derneği” kurulmuştur.
Komünistler, kontrol edilmediği takdirde müziğin toplumu değiştirecek bir güç
olduğunu gördüklerinden devletin müziği kontrol eden düzenlemelere gitmesi gereği
ortaya çıkmıştır. Her müziğin ideolojik bir yanının olduğunu ve müziğin mücadelede
kullanılan en etkin bir silah olduğun belirten Rus Besteci Dmitri Shostakovich’in bu
amaca yönelik çalışmaları vardır.
1936 yılında Sovyet Bestecileri Birliği parti ideolojilerinin nasıl yansıtılması
gerektiği konusundaki hedeflerini belirlemişlerdir. Besteciler eserlerinin icra
edilmesini istiyorlarsa yazdıkları eserlerin basit, melodik ve Yeni Rusya’da mutlu bir
hayatı anlatan yapıda olması gerektiğini bilmekteydiler. Bu kısıtlamanın Rus
Müziğine etkisi, 1936 yılında; “Rusya’nın müzik dilinin 19. yüzyıla dönmesiyle
sonuçlanmıştır. (Perris, 1985:75)
Tame, komünistlerin tehlikeli müziği batılı gençlerin durağanlıklarını
kışkırtmak için kullanılması gereken bir araç olarak gördüklerini ifade eder. David
Noebel Sovyet kaynaklı radikallerin batı ülkelerinde müzik şirketleri kurmak
suretiyle çocuklara hipnotik ve zararlı ve aynı zamanda sol düşünceye sahip rock ve
folk eserleri üreterek anarşist bir hareketi tetiklediğinin girişimini belgelemiştir.
(Tame, 1988:165)
1960’lı yıllarda folk ve rock müziğin etkili ilerleyişi batı devletlerinde hükümet
karşıtı birçok protesto gösterilerinin yaşanmasına sebep oldu. Bu gösteriler öylesine
ilgi gördü ki festivaller düzenlenerek hükümet karşıtı sloganlar atıldı. Bu konuyla
ilgili detaylı bilgiler ikinci bölümde yer almaktadır.
1.5.2.4. Çin
Müziğin ideolojik amaçlı gücü 1940’lı yıllarda Çin Kurtuluş Güçlerinin halka
300 watt’lık bir verici üzerinden devrim şarkıları ve marşlar yayınlayarak müziğin
propaganda amaçlı organize kullanımını başlatması ile açıkça hissedilmiştir. Ayrıca
Mao Tse Tung’un Kızıl Ordu’ya rehber niteliğindeki ilk talimatları, Disiplin için 3
Ana Kural ve Dikkat edilecek 8 nokta metinleriyle birlikte bir de devrim şarkısı
bestelenmiştir. Çinli komünistler, bu şarkı vasıtasıyla, çiftliklerdeki ve köylerdeki
34
insanlara Kızıl Ordu Askerlerinin geçmişteki vahşi, yağmacı birlikler gibi
olmadıklarını göstermek istemişlerdir. Şarkı metninin tarihi 1928’e uzanır, ancak
Mao, 1971’in sonlarına kadar birliklerini bu şarkıyı söylemeye zorlamıştır. Mao,
’’Kültürü olmayan bir ordu dar görüşlü bir ordudur ve dar görüşlü bir ordu düşmanı
yenemez’’ demiştir. (Perris, 1985:88-89)
Müziğin gücünün bir diğer kanıtı da, Çin Kültür Devrimi (1966-1976)
sırasında, hükümetin devrim müziğinin kontrolünü eline geçirmesinde görülebilir.
Hükümet, vatandaşlarını kendisininkinden farklı bir ideoloji sergileyen yabancı
müziğin etkisine bırakmak istememiştir. Muhtemelen müzik tarihinin hiçbir
evresinde Doğu veya Batı toplumu hiçbir zaman gösteri sanatlarına yönelik bu kadar
büyük bir sansüre maruz bırakılmamıştır. Müziğin Çin’deki kontrolü gençler
arasında popüler olan Batılı şarkıların yerini okullarda idari kuralların anlatıldığı
şarkılara bırakmasına kadar genişletilmiştir. Vatan, insan ve Komünist Parti sevgisi,
ödevleri iyi niyetle yapmak, elbiselerini temiz tutmak ve tükürmemek gibi kuralların
hepsi genç öğrencilerin hatırlamasına yardım etmek için müziğe uyarlanmıştır.
(Perris, 1985:105)
Buna ilaveten 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Çinliler, antikapitalist şarkıları
rutin olarak her gün takip etmek zorunda bırakılmışlardır.(Tame, 1988:69)
1.5.2.5. Amerika Birleşik Devletleri
Müziği propaganda maksatlı ve organize olarak en etkin bir şekilde kullanan
ülke kuşkusuz Amerika olmuştur. Bunda teknolojik gelişmişlik seviyesi ve devlet
desteğinden daha fazla bu işten para kazanma hırsıyla yanıp tutuşan girişimcilerin
payı vardır.
Başkan Wilson “Biz Savaşmak İçin Fazla Onurluyuz” gibi söylemleriyle ve
1916 yılında “O bizi savaştan uzak tuttu” sloganıyla tekrar Başkan seçilirken savaşçı
şarkılara karşı olarak, başkan Wilson’u destekleyen “Sizin Önünüzde Şapka Çıkarırız
Bay Başkan” gibi savaş karşıtı propaganda şarkıları da prim yapmıştır. “ Sevgili
Oğlumu Benden Almayın, Ben Oğlumu Asker Olsun Diye Yetiştirmedim, Bir
Annenin Barış İçin Yakarışı “gibi savaş karşıtı şarkılarda annelik duygusuna hitap
edilmiştir. Şarkılarda savaşlara bir son verilip binlerce gencin hayatının
kurtarılabileceği dünyadaki tüm annelere telkin edilmeye çalışılmıştır. Şarkı
35
sözlerinden alınan şu kısım özellikle dikkate değer: “Eğer tüm anneler: “Ben oğlumu
bir asker olsun diye yetiştirmedim derse savaşlar olmaz.” Bu albümün kapağında
etrafında bombalar patlayan ve bu hengâmede çocuklarını korumaya çalışan yaşlı, ak
saçlı bir anne vardır. Popüler piyanistler tarafından çalınan bu şarkı kolaylıkla kesik
tonlu “ragtime” denen ( o dönemin popüler müzik türü) bir türe uyarlanmış ve bu,
etkili propagandanın önemli bir unsuru olarak şarkının geniş bir alana yayılmasını
sağlamıştır.(Watkings, 2003:248-249)
Bazı şarkılar vatandaşları ve askerleri neşelendirerek savaşın acı ve dehşetiyle
başa çıkmalarına yardım etmek için yazılmıştır. I. Dünya Savaşıyla ilgili birçok şarkı
sözü savaşın gerçeklerini olduğu gibi tasvir etmemiş, bunun yerine savaşın yakında
sona ereceği ve herkesin iyi olacağı izlenimini vermiştir.(Norman,2003:3) Özellikle
I.Dünya Savaşının başlangıcında vatanperver müzikle Amerikalılara savaşın sahte
yüzü gösterilmiştir. Şarkı sözlerinde bir tek Amerikan mermisi atılmadığı halde
kaçışan Alman askerleri anlatılmaktadır. Şarkılardaki mesajlar o kadar etkili idiler ki
askerler bu muharebede çok rahat bir vakit geçireceklerine ikna olmuşlardır. Savaş
sırasında yayınlanan, iyimser bir hava estiren çoğu şarkı arasında “Hendekler
Arasında Yıldızlı Sancağı Taşıyacağız” marşı Amerika’nın büyüklüğünü methetmesi
yanında, düşmanın kötülüğünü gösteren mesajlar da içermektedir. Bu askeri marş tipi
müzik, kanı kıpırdatıcı ve yurtseverlik duygularını kışkırtıcı bir şekilde dizayn
edilmiştir. (Turino, 2003:6)
16 Nisan 1917’de Amerika’yı savaşa sokan Wilson, savaş karşıtı görüşü
bertaraf etmek, milli kimliği ön plana çıkartmak için George M. Cohan’a “Orada”
isimli marşı besteletmiştir. Şarkı, askerlerin savaşı sona erdirme ve eve güvenli bir
şekilde dönmelerine olan inancı anlatan en başarılı Amerikan savaş öncesi
propaganda şarkılarından biridir. Bir marş olduğundan dolayı kolaylıkla söylenmiş
ağızdan ağza dolaşıp orduya kayıt hususunda etkili bir propaganda aracı olduğunu
kanıtlamıştır. Reklâmı yapılıp bu yolla şarkıdan elde edilen gelirler vakıflara
bağışlanmış, böylece müzik, savaş öncesi bir araç olarak beklenenden daha değerli
çıkmıştır. “İleride” parçasının mesajı o kadar etkiliydi ki, Cohen daha sonra Kongre
Onur Madalyası ile ödüllendirilmiştir. (Watkings, 2003:257-259)
Şarkı, insanların beynindeki vatanseverlik duygularını etkilemek için birçok
farklı metot kullanarak, savaş öncesi propagandanın kapsamlı ve uzaklara yayılabilir
36
olduğunu kanıtlamıştır. Savaş karşıtı mesajlar, “Ben çocuğumu bir korkak olarak
yetiştirmedim”, “Bir askerin annesi olmaktan gurur duyardım” gibi şarkılarla yer
değiştirmiştir. (Ewen, 1977:231)
Savaş devam ederken bestekârlar, insanları akşamları savaş şarkıları
söyleyerek geçirmeye teşvik etmiş ve bu, savaş esnasında vatanseverliğin bir
göstergesi olmuştur. Vatandaşlar evde, tiyatrolarda, müzik alanlarında ve özgürlüğe
bağlılık toplantılarında vatanseverlik şarkılarına eşlik etmeye özendirilmiştir.
Propaganda amaçlı yapılan yeni besteler daha geniş alanlara ulaşıp tanıtımı yapılması
için gazetelerin pazar eklerinde yer bulurken albümlerin üzerindeki grafiklerle de
şarkının içindeki mesaja görsel destek sağlanmıştır. (Watkings, 2003:268)
Savaş öncesi propagandadaki bir diğer önemli rol de bekar bir kadının
sadakatle sevdalısını beklediği ve aynı zamanda savaşı kazanacağına olan inancının
anlatıldığı şarkılarda görülmektedir.. “Eğer Sevdiği Gibi Savaşabilirse” , “İyi
Geceler”, “Almanya” gibi besteler de bu tür şarkılara örnek gösterilebilir. Şarkılarda
bir diğer odak noktası da o zamanlar öncelikle erkek görevi olarak düşünülen işlerin
kadınlar tarafından daha kabul edilebilir olduğudur. (Watkings, 2003:262-263)
I.Dünya Savaşı sona ererken, müzikal endüstri “Berlin’e Gidiyoruz “, “Kaiser’i
Kırbaçlayacağız” gibi savaşı teşvik eden çok sayıda vatansever şarkının seri
üretimine devam etmiştir. Ancak askerler savaştan döndüklerinde; kendileri
vatanlarından binlerce kilometre uzakta savaşırken ülkelerindeki fırsatçıların
çoğunun “sheet müzik” (sayfa müzik) yaparak savaş sayesinde zengin olduğunu ve
Amerikalı milyonerlerin sayısının dört katına çıktığını görmüşlerdir. (Ewen,
1977:237)
Amerikalıları savaşa duyarlı kılmak maksadıyla müzik I. Dünya Savaşı
boyunca bir propaganda türü olarak kullanılmış ve I. Dünya Savaşı’nın çehresini
tamamıyla değiştirmiştir.
Amerikan hükümeti müziği, II. Dünya Savaşı sırasında da kullanmıştır. Bu
sefer de pop müzik, vatandaşları Japonya’ya karşı seferber etmek amacıyla
kullanılmıştır. Şarkılarda aşağı, gelişmemiş Japonya ile medeni ve gelişmiş Birleşik
Devletler karşılaştırılmıştır. Müzik yapımcıları ve yayıncıları II. Dünya Savaşı
esnasında yeni bir ordunun oluşturulmasında ve Japonların kişiliksizleştirilmesinde
şarkıları kullanmışlardır. Pearl Harbor saldırısından hem Tanrıya hem de Birleşik
37
Devletlere
karşı
işlenmiş
bir
günah
olarak
bahsederek,
iyi
(Hıristiyan)
Amerikalıların, şeytani bir düşman olan kâfir Japonlara karşı yaptığı mücadeleyi
anlatan şarkılar söylemişlerdir. “O yükselen güneşi batırdığımızda” şarkısının
sözlerinde Japonya’dan tanrıya ve insanlara hiç saygısı olmayan insanların yaşadığı
bir yer olarak bahsedilmiştir. Bu mistik armonik sesler sayesinde Amerikalılar,
Birleşik Devletlerin bu savaşa girmesinin ahlaki bir zorunluluk olduğu hususunda
ikna edilmiştir. Irk olgusu, Japonlara karşı yapılan şarkılarda daha önce Almanlara
karşı yapılanlarda olduğu gibi baskın çıkmıştır. Fakat Japonya olayında odaklanılan
şey, Naziler gibi bir grup veya Hitler gibi özel bir liderden öte tüm halktır.
Amerika’nın Vietnam’a girmesi üzerine propaganda müzikle yeniden can
bulmuştur. Zencilerinde bu savaşa tüm istekleriyle gitmesi propagandanın ne kadar
etkili olduğunun göstergesidir. Ancak savaştan dönen zencilerin ırkçılığa maruz
kalmaları onları hayal kırıklığına uğratmış ve protestonun müzikte yerini almasına
olanak sağlamıştır.
Böylece Amerika’da müzik 1950 ve 60’lı yıllarda ırkçılık ve özgürlük başta
olmak üzere sosyal sorunların halledilmesi için bir protesto aracı olarak kullanılmaya
başlamıştır. Rock müzik olarak karşımıza çıkan müzikal hareket dinleyicilere: Eğer
şarkılarda belirtilen değerlere ve prensiplere uygun hareket ederlerse “değişimi”
gerçekleştirmek için gereken güce sahip olacaklarına inanmaya teşvik etmiştir.
Sosyal problemlerin çözümünün yine insanlar olduğu düşünülerek bu tür mesajlara
ağırlık verilmiştir. Alkış veya ana vokalistin bir mısraı söyleyip seyircinin tekrar
ettiği çağrı ve cevap tekniği yoluyla seyirciler bütünleştirilerek bu şarkıların
duygusal etkisi artırılmaya çalışılmıştır. (Hitchcock, 1986:487)
38
İKİNCİ BÖLÜM
SANAT VE MUHALEFET:
MÜZİĞE PROTESTO MİSYONU YÜKLEMEK
“Yaşamımıza nasıl yön vermeliyiz” sorusuna ilişkin görüşlerimizin yanında,
“biz kimiz” ve “neden yaşıyoruz” türünden sorgulamalar yaparız. Bu sorgulamalar
en derinimizdeki anlam-a dokunan sorulardandır. Kurum ve kuruluşların birçoğu
konu varoluşun sorgulanması olduğunda sessiz kalır; protesto ise bu tür bir davranışa
tanıklık eder, insana dair soruların sorulup, ele alınması gerektiği savunur.
Hükümetlerin oluşturduğu kurumlar ve kurumlara bağlı kuruluşlar, her zaman
teknolojide yeni adımlar atarlar. Yeni ürünler geliştirip, yeni kurallar getirirler.
Protestocular ise bütün bunlar hakkındaki hislerin, düşüncelerin şekillenmesinde
yardımcı olup, her konuda çekinmeden sesini yükselten kamuoyu oluşturmada
önemli rol oluştururlar. Çünkü protesto, hayatın anlamlı ve sorgulanır olduğunu
savunan görüştekilerin ısrarcı tutumudur.
Protesto yüzyıllar boyunca değişime uğramıştır. Batı Avrupalı düşünürler
protestonun geçtiği aşamaları şöyle belirler:
Ortaçağ’dan on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar köylüler ya dini hareketler
düzenlediler ya da tohum kıtlığı, yüksek ekmek fiyatları, kamuya ait toprağın
çevrilmesi ve geleneksel haklarını kısıtlayan öteki girişimler gibi onlara açıkça
yöneltilen tehditlere ve seçkin sınıfın keyfi düzenlemelerine tepki gösterdiler.
Modern çağın başlarında şehirler ortaya çıkmaya başlayınca şehir sakinleri haksızlık
yaptığını hissettikleri, vergi tahsildarlarının evlerini yağmalayan, tohum yüklerine el
koyan ya da dini azınlıklara saldıran kişilere karşı doğrudan harekete geçtiler. Bu tür
eylemler yerel ve kısa ömürlü olurdu. Çünkü fark edilen yanlışları düzeltmek yerine
haksızlık yapanlar hedef alınırdı. Fransız devrimi sırasında boykot, toplu dilekçe ve
şehir ayaklanmaları gibi daha genel amaçlı başka protesto biçimleri ortaya çıktı.
Önce burjuva sınıfının üyeleri, da sonrada endüstrileşme sonrası ortaya çıkan işçi
sınıfı tarafından benimsenen bu taktikler “yurttaşlık hareketleri” diye tanımlanan
eylemleri hazırladı. Bu girişimler bir bakıma insan haklarının tümünden mahrum
edilmiş, siyasi katılımdan ve en temel ekonomik himayeden dışlanmış sınıflarca ve o
sınıflar adına düzenlenmişti. Bu tür hareketler, endüstri işçileri, kadınlar ve daha
sonra ırk azınlıkları ve etnik azınlıklar da dâhil bütün dışlanmış grupların üyelerinin
39
tümünün katılmasını gerektiriyordu. Gittikçe daha çok ulusal nitelik kazanan ve
köylerin daha önce hiç gerçekleştiremediği şekilde örgütlülüğünü sürdürebilen bu
hareketler, zamanla toplumun daha büyük bir kısmını kapitalist işgücü piyasasının
içine alan ve onlara demokratik bir siyasi tavır kazandıran endüstri toplumunun
yayılma sürecinin bir parçasıydı. Taleplerin muhatabı olan devletler gün geçtikçe
güçlenip merkezileştikçe bu hareketlerde daha formel bir nitelik kazanıp, bürokrasi
kuralları çerçevesinde hareket eder hale geldi. (Jasper,2002:31-32)
James, endüstrileşme öncesi ve endüstrileşme sırasındaki protesto biçimlerine
ek olarak bir de, içinde yaşadıkları toplumun siyasi, ekonomik ve eğitim düzenine
uyum sağlamış bireylerin yer aldığı, “yurttaşlık sonrası” diye adlandırdığı üçüncü bir
toplumsal hareketten bahseder.
Bu hareketlere katılan kişiler kendileri için temel haklar talep etmeye ihtiyaç
duymadıklarından, genellikle öteki insanların (zaman zaman da bütün insanların)
çıkarlarını ve yararlarını gözetirler. On dokuzuncu yüzyılda yurttaşlık-sonrası
hareketler yoksulluğa ya da ahlaksızlığa karşı yürütülen kampanyalar şeklini aldı.
Son otuz yılda ise, çevrenin korunması, barış ve silahsızlanma, alternatif sağlık,
hayat tarzının korunması, hayvan hakları gibi iş, eşit ücret, oy kullanma hakkı
talebinde bulunanları pek ilgilendirmeyen (ki, bunlardan hiçbiri sokak lambasına
asılan ilanlarda da yoktu) “endüstrileşme- sonrası” ya da “post-materyal” amaçlar
peşinde koştular. Modern bilim ve teknoloji konularındaki çekince, hatta bunlara
karşı beslenen açık ve net düşmanlık yakın zamandaki yurttaşlık-sonrası hareketlerin
endüstrileşme- sonrası biçimlerindeki yaygın tavırlarıdır. Bu protestocular özellikle
toplumun kültürel duyarlılığını değiştirmek isterler. Yurttaşlık-sonrası hareketler
kolayca birbirlerinin içine geçebilen nitelikte olduğundan, unsurları kesin bir şekilde
belirlenen ve bu yüzden birbirleriyle devamlı yarış içinde olan yurttaşlık
hareketlerine benzemez; örneğin, çevreci ve feminist hareketler beraberce
1970’lerdeki anti-nükleer hareketlere esin kaynağı oldu ve hepsi daha sonra
1980’lerin silahsızlanma hareketini yarattı. (Jasper, 2002:32)
Protesto hareketleri endüstrileşme öncesinden başlayarak günümüze kadar
süregelmiştir. Bu süregeliş protesto hareketlerini çeşitlendirmiştir.
Protestonun farklı biçimleri vardır. Günümüzdeki belli başlı protesto biçimleri,
geniş çaplı mitingler, yürüyüşler düzenlemek, simgesel ya da stratejik bölgeleri işgal
40
etmek, kışkırtıcı görsel ya da sözlü retorik oluşturmak, bir görüşü yaymak için daha
fazla kulis ve seçim propagandası yapmaktır. Ancak her grup bu temel taktiklere
dayanarak farklı yöntemler yaratma çabasındadır. (Jasper, 2002:30) 1960
Amerika’sında da Vietnam Savaş karşıtı oluşturulan söylemler, bir muhalefet tarzı
olabilecek müziğin protesto aracı olarak kullanılmasına olanak sağlamıştır.
Müzisyenlerin bireysel olarak başlattıkları barış söylemleri, örgütsel hale gelerek,
başta Amerika olmak üzere tüm dünya devletlerinde müziğin protesto amaçlı
kullanımını yaygınlaştırmıştır.
1960’li yıllara gelene kadar, endüstrileşmenin yaygınlık kazandığı, sömürge
hareketlerinin arttığı ortamda, siyahiler ABD’nin ırkçı uygulamalarına maruz kalmış
ve bu durumdan kurtulup, seslerini dünyaya duyurabilmek adına “Blues” adını
verdikleri müzikle ilk defa yola koyulmuşlardır. Muhalefet sözcülerinin Blues’la
başlayan serüveni, -ABD’nin sürekli savaşa girmesi ve toplumlarda sömürge
faaliyetlerini arttırması sonucunda- yepyeni bir müzik tarzı olan Rock’la devam
etmiştir.
Çalışmanın bu bölümünde bu sürecin genel değerlendirmesi ve tarihsel
arkaplana geniş yer verilecektir.
2.1. YENİDÜNYANIN KEŞFİ
Ortaçağ dünyasına hâkim olan kilisenin gücü toplumsal hayatta azaldıkça
değişim ve dönüşüm beraberinde gelmiştir. 15.yy sonlarında başlayan ve 16.yy
sonlarına kadar devam eden süreçte de Avrupaların dünyayı keşfetme ve yeni yerler
bulma girişimi tüm insanlığı etkilemiştir. Yenidünyanın keşfiyle sömürgeleştirme
etkinlikleri artmış ve ucuz emek ihtiyacı doğmuştur. Önceleri bu ihtiyaç yerli halk
tarafından karşılansa da sonrasında Avrupa Afrika’ya yönelmiş ve Afrika halkının,
zaman içinde yabancı ülkelere sürülmesine ve ucuz emek kaderine razı olmasına
imkân sağlanmıştır.
Avrupalı ticari ve kapitalist girişimin hızı ve yoğunluğu giderek artan gelişme
süreci, çoktandır ülkelerin ve bölgelerin toplumsal düzenlerini aşındırmaya
başlamıştı; daha önce görülmedik boyutlarda korkunç bir köle ticareti yoluyla
Afrika; rakip sömürgeci güçlerin gerçekleştirdiği sızmalar yoluyla Hint Okyanusu;
ticaret ve askeri çatışmalar aracılıyla Yakın ve Ortadoğu, hepsi de bu süreçten
41
nasiplerini almaktaydı. Avrupalılar, uzun süre önce, on altıncı yüzyılda öncü
İspanyol ve Portekizli sömürgecilerin, on yedinci yüzyılda da Kuzey Amerikalı
beyaz göçmenlerin işgal ettikleri bölgelerin hayli ötesine yayılan doğrudan istila
hareketlerine çoktan girişmişlerdi. Bu konuda hayati ilerlemeyi, zaten Moğol
İmparatorluğunu yıkarak Hindistan’ın bir bölümü üzerinde teritoryal bir denetim
kurmuş olan İngiltere gerçekleştirmişti ve bu, onları bütün Hindistan’ın hâkimi ve
yöneticisi yapacak bir adımdı. Batının teknolojik ve askeri üstünlüğü karşısında
Avrupalı olmayan uygarlıkların fazla bir şansı olmadığı zaten öngörülebilir bir şeydi.
“Vasco da Gama” denen şey, bir avuç Avrupalı devletin ve Avrupa kapitalizminin,
bütün dünya üzerinde tam ve geçici bir egemenlik kurduğu dört yüz yıllık dünya
tarihi, doruğuna varmak üzereydi. Avrupalı olmayan dünyaya aynı zamanda nihai
karşı saldırıya geçmesi için gereken koşulları ve teçhizatı sağlayacak olsa da, çifte
devrim Avrupa’nın genişlemesini karşı konulmaz bir hale getirecekti. (Hobsbawn,
2008:35)
Tropikal ürünler, Avrupalı girişimcilere, serbest ticaret ve uygarlık adına, üçlü
bir ticaret alanına yatırım yapma bağlamında cazip geliyordu: İmalat ürünleri Batı
Afrika’ya ihraç ediliyor ve karşılığında yerli egemen sınıftan köle alınıyordu ve bu
kölelerde kahve, tütün, şeker, pamuk, indigo vb. karşılığında Amerika’ya
gönderiliyordu. Arap ya da Afrikalı tüccarlar tarafından yakalanıp, damgalanan
köleler, mümkün olabilecek en yüksek kar kaygısıyla havya sürüleri gibi
naklediliyordu ve bu nakil döneminin başlangıcında ölüm oranı çok yüksekti. Bu
köleler Amerika açıklarında karantinaya anlıyor, pazara çıkarılıyor, satılıyor ve
sahibinin plantasyonuna götürülüyordu; en şanslıları uşak oluyor, ötekiler tarım
işlerinde, hayvanlardan farksız biçimde çalıştırılıyorlardı. 1619’da yirmi zenci köle
Jamestown’a (Virginia) götürüldü; burası Yeni Dünya’nın 1607’de kurulmuş ilk
sürekli kurumuydu bu bağlamda. Daha sonra onları Nieuw Amsterdam’da (New
York) başka zenci emekçiler izledi. İlk gidenler sözleşme yapıyorlardı ama 1640’tan
itibaren kölelik Kuzey Afrika İngiliz kolonilerinde kabul edildi. 1661’de Virginia’da
ilk “Zenci Mevzuatı”yla ilk meşru düzenlemeler hayata geçti. (Frank, 2004:12)
2.1.1. Kölelik
42
Kuzey Amerika kolonilerine getirilen ilk köleler, esas olarak önceden
belirlenmiş bir zaman diliminde çalıştıktan sonra özgürlüklerini kazanacak olan
sözleşmeli
hizmetkârlardı.
Fakat
XVII.
Yüzyılın
sonlarında
tam
kölelik
yaygınlaşmıştı.
Zaten büyümekte olan refah içindeki küçük çiftçi topluluklarına sahip New
England kolonilerinin bol ve ucuz iş gücüne ihtiyacı yoktu. Asıl işgücü sıkıntısı,
seyrek bir yerleşimi ve hemen hemen tropik bir verimliliği olan Güney’deydi. Beyaz
işçiler hem yetersiz sayıdaydı, hem de bu toprakların hakkıyla değerlendirilmesi için
gerekli olan ağır işçiliği üstlenmeye hevesli değillerdi. 1661’de Virginia kolonisi
köleliği yasallaştırdı ve diğer koloniler de çok geç olmadan onu izledi.
Tütün, köle işgücüne dayanan ilk önemli üründü; bunu hemen ardından pirinç,
şeker ve pamuk izleyecekti. Devamlı artan sayıda Afrikalı kandırılıp, tuzağa
düşürülüp, yakalanıp, aldatılarak köle gemilerine bindirildi ve dehşet verici
koşullarda Atlantik’in öte yanına taşındı. Birçoğu kendilerinden önce gelen kölelerin
yetiştirdiği şekerkamışından elde edilen melas ve rom karşılığında takas edildi.
Zincirlenip ambara sıkış sıkış yerleştirilenlerden birçoğu yolculuk sırasında hastalık,
susuzluk ve havasızlıktan öldi; cesetleri denize atıldı. Yaklaşık üç yüzyıllık bir
dönemde Kuzey ve Güney Amerika’ya yapılan ticarette yer alan 30 ile 40 milyon
Afrikalıdan tahmini olarak ancak 15 milyonu yolculuktan sağ çıktı.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında (1775-1783) Kuzey eyaletleri köleliği
yasadışı ilan ettiyse de Güney aynı şeyi yapmadı. Çünkü Bristol ve Liverpool’daki
köle tüccarların refahı gibi, Güneyli büyük çiftlik sahiplerinin zenginliği de buna
dayanıyordu.
Eli Whitney’in 1793’teki buluşu, pamuğu tohumundan ve diğer katışkılarından
ayıran bir makine olan çırçır, pamuk üretiminde hızlı bir artışa yol açarken, diğer
sonuçlarının yanında Lancashire tekstil endüstrisinin gelişmesine yardımcı oldu.
Georgia ve Güney Carolina’da verim arttı, pamuk üretim bölgesi batıya, Alabama,
Missisippi, Louisiana ve sonunda da Texas’a doğru genişledi.
Köle ticareti 1807’de resmi olarak kaldırıldığında, Güney eyaletleri bunu filen
kabul etmediler resmi olarak kaldığında Güney eyaletleri bunu fiilen kabul etmediler.
Böylece yasa dışı ticaret devam etti. Bu yasağın sonucunda kölelerin maddi değeri
arttı ve köle ticareti bazı durumlarda, en güçlü kuvvetli erkek ve kadınların,
43
satılabilir çocuk üretmek üzere kullandığı damızlık çiftliklerinin kurulmasına varacak
kadar yoğunlaştı.
Köleler, Güney’in yalnızca zenginliğini değil, aynı zamanda panaromasını da
yarattılar. İşgüçleri, evlerin, limanların, köprülerin, yolların ve daha sonra da demir
yollarının inşa edilmesinde kullanıldı. Büyük çiftliklere bağlı olarak, ekipler halinde
sahipleri tarafından inşaat şirketlerine kiralandılar; bu da, aynı işler için rekabet
içinde olan yoksul beyazlar arasında büyük öfkeye neden oldu. Güney eyaletleri
boyunca bu köle ekipleri, her an rastlanan ve bazıları için de tehditkâr bir
görüntüydü.
Güney’deki köleliğe sonunda öldürücü darbeyi vuran, 1861-1865’teki
Amerikan iç savaşı oldu. (Oakley, 2004:23-24)
2.1.2. Özgürlükte Ayrımcılığa
1865 yılında yasal bağlardan kurtulan, artık beyaz adamın mutlak kontrolüne
bağlı olmayan, darmadağınık durumdaki siyah toplum, yeni bir yaşam biçimi bulma
mücadelesine başladı. Ancak bu özgürlük belirsizlik, dengesizlik ve bir çeşit tecrit
edilme durumunu da getirdi. (Oakley, 2004:38)
İç savaşın son bulması ve güneyin kuzeyliler tarafından işgal edilmesi büyük
ölçüde tek kişinin elindeki plantasyonların yok olması ve küçük çiftliklere bölünmesi
sonucunu doğurdu. (Herzhaft,2005:23) Kısaca değerlendirmek gerekirse iç savaş
sonrasında güneyde sosyo-ekonomik dönüşüler yaşanmaya başlandı.
Güney eyaletlerinde ayrılıkçı savaştan sonraki yeniden yapılanma (1876-1877)
beyazların hissettikleri şiddetli bir öfkenin yarattığı ortamda gerçekleşti. Zenci
toplumu, eğitimsiz olduğundan, özgürlük ve mülkiyeti sivil haklardan tamamen
yoksun olarak ve tam bir ekonomik sefalet içinde keşfettiğinden, çok daha kolay bir
günah keçisi oldu. Büyük plantasyonlar parçalandığından kuzeyli siyaset adamlarının
vaat ettikleri yeniden paylaştırma işi (her köleye 40 dönüm arazi ve bir katır)
gerçekleşmedi. Zenciler küçük işletmelerde beyazların hizmetinde çiftlik kiracıları
oldular. (Bergerot, 2004:22)
Değişim, tarım işletmesi yapısında görüldü. Eski köleler ücretli işçi olmuşlardı.
İlke olarak bir zencinin toprak sahibi olmasını engelleyen bir durum yoktu. Ancak
özgürlüklerine kavuşan zencilerin büyük çoğunluğunun da maddi olanakları yoktu.
44
Aslında özgürlüklerine kavuşan zenci kölelerin büyük çoğunluğu kolon olarak
kullanıldı. Kolon olmayanlar ise güneyde açılan küçük fabrikalarda, orman işlerinde
çalışmaya başladı. Kölelikten kurtulan çok sayıda siyah da Güney’i terk edip,
Kuzey’e göç etti.
1877 yıllarına gelindiğinde ise muzaffer Federal birlikleri işgal ettikleri
Güney’den
çekildiklerinde,
Güney’i
yeniden
kalkındırmanın
başarısızlıkla
sonuçlandığı ortadaydı. Öncelikle Kuzey, tüm sorunların nüfuzlu beyazların
tasarrufuna bırakılması yolundaki talebi sessizce kabul etti. Böylece özgürlüğünü
kazanan siyahların, güvenilir ve eşit bir statü yaratma çabaları da yok olup gitti. Daha
sonra beyazlar arasında da bölünmeler yaşandı. Bölünmeler ya sınıf ve politik inanç
ya da ekonomik güç ve sosyal tavır farklılıklarındandı. Bölünmelerin üstesinden
gelinilebilmesi için ise siyahlar harcanacaktı.
1877 yılında federe birliklerinin çekilmesi, meydanı “Jim Crow” kanunlarına
bıraktı. Bir diğer adı “Ayrımcılık Yasaları” olan “Jim Crow” kanunları, 1890’ların
sonu ile 1900’lerin başlarında kabul edildi. Güney’de beyazların üstünlüğünü
sürdürme konusundaki kararlılığının en ayrıntılı ve resmi ifadelerinden olan kanunla
siyahlar, Güney’in tamamında vatandaşlık haklarından fiilen mahrum edilirken,
ekonomik merdivenin ise en alt basamaklarına kesin bir şekilde mahkûm
ediliyorlardı. Ve ne yazıktır ki, siyahlar hiçbir zaman ne gerçek eşitliği ne de
özgürlüğü talep etme şansına sahip olamayacaklardı.
Irkçı mevzularla ezilen, gündelik yaşamda her alanda dışlanan, gösteri
salonları, dansingler ve kiliselerde dâhil olmak üzere beyazların kurumlarından
dışlanan zenciler manevi yaşamlarını sürdürebilmek için kendilerine özgü bir kültürü
yeniden tanımlamak zorundaydılar. (Herzhaft, 2005:23)
Tüm bu belirsizlik, sürekli hareket ve dolaşım arasında zencilerde
bastırılamayan, hatta onlara bir çeşit birlik duygusu veren müzikleri, bir muhalefet
tarzı olarak ortaya çıkacak ve Amerikan-zenci kültürünün doğuşuna ev sahipliği
yapacaktır.
2.2. AMERİKAN-ZENCİ BİR KÜLTÜR DOĞUYOR: BLUES
2.2.1. Ticari Müziğin Ortaya Çıkışı
45
Müziğin meta olabilmesi için parasal değerinin belirlenmesi gerekir. Bunun
için sahibinin, eserin kendi malı olduğuna dair hak iddia etmesi ve onu
ticarileştirecek bir girişimcinin, yani yayıncının ortaya çıkması gerekir. (Attali,
2005:71)
O zamana dek eser, manastıra, kiliseye veya onu sipariş eden soyluya aitti.
Ama bu sahiplik de soyuttu: Kimse onu ne satmayı, ne de satın almayı düşünüyordu.
Matbaa ile birlikte her şey değişti. Partisyonları üretmek ve satmak artık mümkün
hale geldi. Eserle ilişki de böylece yeni bir hal aldı. O güne dek müzisyen ezbere
çalardı, doğaçlama olduğu için hata da olabilirdi. Risk alındığı için gürültü de ortaya
çıkabilirdi. Partisyonla birlikte risk yok oldu. Artık hafızaya ihtiyaç kalmadı. Müzik
yayıncısı da bundan böyle eserin besteciden satın alarak, hayatını partisyon
satışından kazanır hale geldi. Ama icracıların para kazanabilmesi ve -telif hakları
gibi- haklarına sahip çıkabilmeleri için tam üç yüzyıl savaşım vermeleri gerekecekti.
Zaman içerisinde yayıncıların kurduğu iktidar yavaş yavaş sanatçının lehine
dönmeye başlar ve müzisyenlerin, eserleri üzerindeki hak iddiası onaylanır. Ama bu
oldukça değişik bir uygulamadır. Eser, sadece belli bir zaman içerisinde sahibine
aittir (hayatı boyunca) ve elli yıllığına onu bir yayıncıya kiralayabilir. Bu sürenin
sonunda eser herkesin malı olarak kabul görür. Tüm bu gelişim ve değişimler
sonucunda da XIX. Yüzyılda müzik açık bir Pazar haline gelir. Müziğin tüketim malı
konumuna gelmesi, daha fazla satışı doğurduğu için daha fazla üretmek şart
olmuştur. Partisyon yetersizdir artık. Gösteriler dâhil har şey kayıt edilmelidir.
Çözüm olarak, XIX. Yüzyılın ortalarında piyasa, bir gün isimleri gramofon, telefon,
sinema, plak, radyo, televizyon olacak nesnelerin taslağını yapar. Bununla beraber
otomobil ve ev eşyaları gibi seri halde üretilen diğer nesnelerin taslağı da hazırlanır.
Müzikle çıkılan yolda birçok adım atılmış olur. Sonuç olarak ses ve görüntü
endüstrisi iç içe geçer.
Kısaca müzik de bir endüstri haline gelmiştir. Tüketimi kolektif olmaktan
çıkmış, kitlesel hale dönüşmüştür. Matbaanın yazıcıyı yok etmesi, işportacının
“yayınlarıyla” anlatıcıyı ortadan kaldırması gibi, plak da kabarelerin ve sokak
şarkıcılarının yerini almıştır. Temel işlevlerinde –ayin ve gösteri- kopan müzik, sade
tını haline gelmiştir. Gösteri, artık sadece seri olarak üretilmiş ürünlerin tüketimini
teşvik etmek için varlığını sürdürecektir.
46
Amerikan iç savaş yıllarının sona yaklaştığı günlerde özgürlüklerine henüz
kavuşmamış olan pamuk tarlalarında ve fabrikalarda çalışan zenciler, köleliklerini
konu alan, kurtuluşlarını kutlamak için küçük orkestralar kurarlar. Daha sonra adını
dünyaya duyuracakları Blues’un küçük adımlarını attıklarının farkında değillerdi.
2.2.2. Zenci Minstrel’ler ve Cake-Walk’lar
Amerikan müziği bütün cephelerde uyanırken, ön saflarda yer alan zenciler,
beyaz minstrellerin kendilerinden çalmış oldukları tarzlarını yeniden ele geçirmeye
başladılar. 1860’lardan başlayarak zenci minstreller çoğaldı; bunlar beyaz minstreller
gibi aşırı bir tarzda zenci köle kılıklarına girerek, plantasyonların “Etiyopya
müziğini” gene aşırı bir tarzda taklit ederek ve kimi zaman da baş döndürücü ayna
oyunlarıyla beyazların yapmacık tavırlarını ve süslü püslü kıyafetlerini karikatürize
ettiler. Bu aşırı gülünçlük eğiliminin başarılı olması, çığırtkan klişelere teslimiyet ve
yıkıcı taşlama arasındaki zenci cazcılar için sürekli cazibe merkezi oldu.
Önceleri banço ya da gitar eşliğinde dans eden, şarkı söyleyen ve komedi
yeteneği olan bazı sanatçıların oluşturduğu minstrel grupları daha sonra genişledi. Bu
müzisyenler konser salonlarında ya da sirklerde (keman, viyolonsel, klarnet, obua.
Banço, mandolin kontrbas, vurmalı çalgı) ve gösteri öncesinde (üflemeli çalgı, davul,
sembal) icra edebiliyorlardı sanatlarını. Köleler tarafından yeniden yaratılan
biçimleriyle dönemin dansları (kadriller, polkalar, marşlar) arasında minstreller
plantasyonlardan doğan dansı, cake-walk’ı tanıttılar; adını bir yarışmadan alan bu
dansın sonunda mülk sahibi pastanın bir parçasını en iyi dansçılara verirdi. Cakewalk’la birlikte zencilere özgü senkop beyazlar toplumunun balolarına ve salonlarına
girdi ve müzik havalarına ve danslarına karıştı. (Bergerot, 2004:31)
1890’ların sonunda eğlence dünyası siyahların kültüründen doğan yeni bir
dansa -Cake-walk’a- kapı aralıyordu. Cake-walk’ın ritmleri ise Ragtime’da can
buluyordu.
2.2.3. Ragtime
Rag, paçavra, yırtık pırtık giysi, bez parçası anlamına gelir. Ragtime’mın
ortaya çıkışıyla ilgili ise çeşitli fikirler öne sürülmektedir. Bergerot’a göre “Ragtime,
büyük olasılıkla formasyonlarını efendilerinin piyanolarında ya da XIX. Yüzyıl
47
sonundan
başlayarak
yaygınlaşan
kendi
piyanolarında
tamamlayan
zenci
piyanistlerin cake-walk piyonosunu uyarlamalarından doğmuştur.” (Bergerot,
2004:31) Oakley’e göre ise “Ragtime, kaynağını banjo ritimlerinden almış gibi
görünen yeni ve senkoplu bir müzik” türüdür. (Oakley, 2004:47)
Ragtime’mın kökleri ise şöyle anlatılmaktadır:
“Zenciler ayaklarını vurarak dans etme biçimine “şamata çıkarma” (ragging),
oldukça karmaşık olan danslarına da “şamata” (rag) diyorlardı. Bir çeşit çılgınlığı
andıran dans sırasında dansçı ve izleyicilerden sık sık zevk çığlıkları geliyor, bunlara
el çırparak ve ayaklarını yere vurarak eşlik ediyorlardı.” (Oakley, 2004:47)
Ragtime’nın aktif merkezi Sedalia ve Saint Louis’tir. Gruplar, Orta Batı ve
Güney’in tamamında, Missouri, Mississippi ve Ohio nehirleri boyunca, ozan
gösterilerinde, De Kreko Kardeşler Karnaval gösterisinde, çadır gösterilerinde ve
sirklerde turneler düzenleyerek çaldılar.
Rag aynı zamanda “honk-tonk”1
meyhanelerde, bilardo salonlarında,
restorantlarda ve şekerleme mağazalarında gruplar ya da sadece bir piyanist
tarafından çalınıyordu. Form olarak en çok piyano müziği ve piyanoda yazılmış
müzik olarak anımsanır. Sonra diğer enstrümanlara uyarlanıyor ve orkestra formunda
yayınlanıyordu. Fakat orijinalinde piyano için yazılıyor ve bir Viktorya dönemi
salonunun zarafet ve inceliğini taşıyordu. Tarzın neredeyse resmiyete varan basitliği,
marş ve dans ritimleriyle canlanıyor, bu arada kayan senkoplar bulşuşıcı ve neşeli bir
hafiflik yaratıyordu. Fakat yinelenen temalar özellikle de sol elin bas notalardaki
süslemeleri, ragtime’ın altında yatan melankolinin az da olsa ipuçlarını veriyordu. En
iyi ragtime bestelerinin içine işlemiş olan bu elle tutulmayan, biraz da özlem dolu
hüzün, blues piyanosuyla olası bir bağlantıyı akla getirir. Ancak her ne kadar iki tür
arasında bir bağ olsa da, tarzlar gerçekten birbirinden ayrıdır. (Malso-Bellest,
2005:31-32)
2.2.4. Blues
Köleliğin kaldırılmasının verdiği umut
ışıklarından sonra Amerikan
zencilerinin uyanışı bir hayli sert olmuştur. Özgürleşmelerinin koşulları kesinlikle
1
Honk-Tolk: argoda gürültü ve pis taverna anlamına gelir.
48
bekledikleri koşullar olmamıştır. İşletmeleri kendilerine emanet edilen küçük
topraklarda toplu yıkımların bireysel ve mahrem bir ifadesini yansıtmışlardır.
“Blues” sözcüğü aynı zamanda bir duygu, farklı şarkı türleri, şiirsel ve müzikal
bir biçim anlamına gelir. Büyük olasılıkla eski bir İngiliz deyiminden gelen -the blue
devils2- çöküntü içindeki insanların ruhlarını ele geçiren “mavi şeytanlar” olarak
betimlenir. XIX. Yüzyıl boyunca “Blues” sözcüğü ABD’de sıkıntıyı belirtmek için -I
got the blues3- kullanılmıştır. (Bergerot, 2004:25)
İç savaşın ardından doğan Blues, Afro-Amerikan bir müzikal form olarak
ABD’de yerini almıştır. Başlangıçta vokal sanatına dâhilken -yakınma ve ağıt tarzıXX. Yüzyılın başından itibaren enstrümanlı ifadeler görülmeye başlamıştır. (MalsoBellest, 2005:36)
Blues özgürlüğün kendisinden değil, özgürlüğün yarattığı yeni sosyo-ekonomik
koşulların etkisiyle zenci müziğinin dönüşümlerinden doğmuştur. Gerçek anlamda
Blues’un doğuşu XIX. Yüzyıl sonuna ya da XX. Yüzyıl başına denk gelmektedir.
(Oakley, 2004:23)
Blues, XIX. Yüzyıl sonunda Delta denen bölgelerde (Mississippi’nin
kuzeybatısında Vicksburg ve Memphis arasında) Afrika gelenekleri ve Avrupa
ağıtlarının bir araya gelmesi sonucunda doğmuştur. Delta Blues’u son derece kaba
bir sanat olarak kalmıştır: Gitarın takıntılı ritmi (genellikle tellerde gezdirilen şişe
ağzı ya da bıçak desteğinde çalınır) genellikle yarım ses aralığıyla icra edilen gergin
ve buruk bir üsluba dayalı parçalar, mecaz anlamları olan zengin bir şiir ve görünür
bir mantığı olmayan şeyleri birbirine bağlayan eğretilemelerden oluşmuştur.
(Bergerot, 2004:26)
Daha
sonraları
Blues,
Amerika’nın
Güney
eyaletlerinin
hepsinde,
Mississippi’de, Alama’da, Georgia’da, Louisiana’da, Texas’ta ve diğer yerlerde, aynı
anda ortaya çıkmıştır. Yüzlerce isimsiz ve unutulmuş şarkıcıyla müzisyen, pamuk
toplayıcısı ve nehir seti kampı gibi yerlerde çalışan işçiler, vasıfsız liman işçileri ve
çiftlik işçileri, tek başlarına veya grup halinde, çalışırken ya da dinlenirken, blues
söyleyip blues çalmışlardır.(Oakley, 2004:19)
2
3
Mavi Şeytanlar
Efkârlıyım
49
İlk Blues şarkıları kişisel duyguların basit ifadeleriydi. Tek mısralık şarkıların,
duyguların altını çizmek ve duyguyu güçlendirmek için kafiyeye ve daha fazla söze
ihtiyaç duyması doğal bir gelişimdi. (Oakley, 2004:59)
Blues, yavaş yavaş kök salma dönemini yaşarken, Blues’un ticari olanaklarını
gören kişiler Blues’u olgunlaşma aşamasına hızla taşıyacaklardı. Blues’un ticari
olanaklarını gören ve bundan meyve toplamak isteyen ilk isim G.W.C. Handy
olacaktı.
2.2.5. G.W.C. Handy
1903’lerde W.C Handy, Blues’un ticari olanaklarını gören ilk kişi olarak tarihe
geçmiştir. O, blues tarihindeki yerini, blues icracısı olarak değil, daha çok blues’u
halka sevdiren ve tanıtan kişi olarak almıştır. O, Güney’de birbirinden tamamen
farklı, tutarsız biçimlerde ortaya çıkan bir müziği belli bir biçime sokarak, Blues’e
bir kimlik vermiştir. Aydınlamayı Mississippi’de sağlayan Handy, Mississippi’de ve
Güney’in diğer bölgelerinde sosyal ve ırksal olarak toplum dışına itilmiş, siyasal
olarak engellenmiş ve ekonomik olarak sömürülmüş olan siyahların müziğine kucak
açmıştır. Siyah toplum, toplumsal dışlanma ve aşağılanma gibi realiteler içerisinde
yeni bir yaşam şekli yaratmaya çalışırken, W. Handy müziğiyle en büyük “öteki”
grubu olarak algılanan siyah köleler arasında doğan Blues’e ötekinin “ötekiliği”ni
yansıtan etkin bir müzik türü haline getirmiştir.
2.3. BLUES KÖK SALIP, OLGUNLAŞIYOR
Zenci köleler, isyan ve başkaldırı eşliğinde müzikle kendilerini aşarak,
toplumsal kabullerin ötesine geçiyorlardı. Artık sesleri daha bir gür çıkıyor,
ezilmişliklerini bütün ritimlerinde hissettirecek ve acı dolu günlerinin hatırasını şarkı
sözlerine yansıtıyorlardı.
1900’lü yıllar Blues’un Kuzey Amerika’da çığ gibi büyümesine olanak
sağlarken, beraberinde plak şirketlerinin ivme kazanmasına, Zenci-Amerikan ya da
Afroamerikan kültürünün tüm dünyaya tanıtılmasına yardımcı oluyordu. İlk defa
Zenci-Amerikan beyaz karşısında alkış alıyor, gençlik kuşağı bu başkaldırı ve
isyanın peşinden sürükleniyor, kölelerini kaybetmiş Güney Amerika plak
şirketlerinin rantından pay almak için kollarını sıvamaya başlıyordu.
50
2.3.1. Plak Sanayisinin “BLUES”u Keşfi
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra taşınabilir gramofonların ve dolayısıyla plak
pazarının hızlı bir biçimde gelişmesi, bazı büyük kentlerde stüdyoları olan Amerikan
plak şirketlerinin üretimlerini attırmasına sebep oluyordu. Perry Bradford, Okeh plak
şirketinden Fred Hager’ı bütün tereddütlerine rağmen ikna etmeyi başarmasının
ardından, 1920’de New York stüdyolarında ilk zenci kadın sanatçısının plağı
dolduruluyordu.
2.3.2. Crazy Blues
Çok talep gören besteci, müzik grubunun lideri, piyanist ve şarkıcı olan Perry
Bradford, Okeh plak şirketinden Fred Hager’ın tereddütlerini giderdikten sonra
popüler bir yerel kadın şarkıcı 1920’de New York stüdyolarında plak doldurur. İlk
kez siyah bir kız olan Mamie Smith’ın plağı çıkarılır.
14 Şubat 1920, Mamie Smith’in “That Thing Called Love” ve “You Can’t
Keep A Good Man Down” adlı parçları kaydettiği bu tarihi kayıt seansının yapıldığı
gündür. Bu bir Blues şarkısının ilk kaydedilişidir. Mamie Smith’in ilk seansı beyaz
müzisyenlerle yapılmış, seçilen şarkılar daha çok günün sıradan popüler parçalarının
benzeri olmuştur.
“That Thing Called Love” ticari bir başarı sağlamış, Okeh ürünlerine karşı
boykot gerçekleşmemiş ve birkaç ay içerisinde Mamie Smith, bu kez siyah
müzisyenlerle, yeni plak yapmak üzere geri çağrılmıştır. 10 Agustos 1920’de gerçek
anlamda ilk Blues parçası, Mamie Smith ve onun, kornette Johnny Dunn ve elbette
piyanoda da Willie “The Lion” Smith gibi iyi caz müzisyenlerinden oluşan, Jazz
Hounds grubuyla kaydedilmiştir. Bu da başka bir Perry Bradford bestesi olan ünlü
“Crazy Blues”du. (Oakley, 2004:114)
O gün doldurulan “Crazy Blues” sadece New York’ta müthiş bir başarı
sağlamamış, Hager’ı ve muhtemelen Bredford’u da şaşırtarak aynı zamanda güney
zencileri arasında büyük ilgi görmüştür. Mektuplaşma yoluyla gramofon satın alan
güneyli zenciler umutsuzluk içinde şu ya da bu biçimde kendi müziklerine (blues)
yakın bir plak beklemeye başlamışlardır. (Herzhaft, 2005:33)
“Crazy Blues” şaşırtıcı bir şekilde hit olmuş, ilk ay içinde tanesi bir dolardan
75.000 kopya satmıştır. Şarkıcını siyah olduğu gerçeği plağa sembolik bir anlam
51
yüklemiştir. Yarattığı satış heyecanı geniş ve henüz el atılmamış bir pazarın varlığını
kanıtlamış, blues plaklarının prodüksiyonu ve satışı hızla artmaya başlamıştır.
(Oakley, 2004:115)
Keşfedilen plak pazarıyla, caz orkestralarında bulunan zenci kadın şarkıcılara
da plak doldurulmaya başlanmıştır. Zenci çoğunluğa yönelik bu plak dalgası hızla
zenci müziğine ayrılmış ve özel dizelere kanalize edilmiştir. Böylece Blues’un
sadece yerel folk müziğin aktarımı olmadığı anlaşılmıştır.
2.3.3. Erkeklerin Blues’u
Mamie smith “ırk” plakları için ilk kez yolu açtığında, sonunda dağ başı
blues’una ait büyük yer altı rezervlerinin kullanılacağı kesindi ve bu da nehir
kenarındaki set inşaatında çalışan, büyük çiftliklerde çalan ya da katran ağacı kesim
kamplarında piyonolarda blues çalmaya zorlanan neredeyse sınırsız sayıda insan
demekti. İnsanların aralıksız, dur durak bilmeyen bu hareketi her çeşit bleus’u
rüzgârda uçuşan sporlar gibi taşımış, her gün yeni bir gelişim getirmişti. Siyahların
toplumu hiçbir zaman tek parça olamamıştı; köleliğin zor günlerinde bile statü ve
istekler konusunda hiyerarşiler söz konusuydu. Şimdi tabakalaşma ve sınıf ayrımı kat
kat daha karmaşık hale geliyor, her yöre veya bölgede farklı bir blues türü
duyulabiliyordu. (Oakley, 2004:1553)
Ülkenin farklı bölgelerinde farklı müziklerden hoşlanılsa da bazı bölgeler
Blues’dan başka bir şeyden hoşlanmıyordu. Irka yönelik pazar haline gelen siyah
müziğe gittikçe rağbet artıyordu. Sonuç olarak da geleneklere bağlı erkek kırsal blues
şarkısına plak yapılması kaçınılmazdı. İlk kayıt, Mart veya Nisan 1924’te, Atlantalı
Okeh şirketinin kayda aldığı on iki telli gitar çalan Ed Andrews tarafından yapıldı.
Ancak ticari yönden ilk başarılı erkek şarkıcı Papa Charlie Jackson’dı.
Paramount tarafında kaydı yapılan Papa Charlie Jackson, Güney’deki satış
potansiyelinin araçlarından sadece biriydi. Çünkü Paramount şirketi Güneydeki satış
potansiyelini tespit ettikten sonra tanıtım amaçlı olarak 1927 tarihinde “Paramount
Book of the Blues”la Papa Charlie Jackson’ı, neşeli sesiyle şarkı söyleyen, gitar çalıp
binlerce kişinin kalbine giren, nüktedan, iyi kalpli biri olarak tanımlamıştı. Papa
Charlie Jackson müzik severlerin kalbini çalarken, Paramount yeni şekillenen pazar
ekonomisinden ilk payını almıştı.
52
Papa Charlie Jackson’ın rahat ve usta işi müzisyenliği, onu Paramount’un ticari
yönden çok başarılı bir başka blues şanatçısıyla kıyaslanabilir kılmaktadır: Blind
Blake. Nasıl ilk kadın blues’cuların rahatlığı ve çekiciliği daha kişiselleştirilmiş ve
kaygı yaratan bir blues tarzına götürmüşse, Blind Blake de kentin büyüsünden
kurtuluşun ve dağılan umutların yarattığı atmosferi, Papa Charlie Jackson’dan daha
fazla yansıtmıştır. Kadın şarkıcılar ve orkestraları nasıl mücadele içindeki toplumun
ortak sıkıntılarını temsil eden birer vaiz ve cemaat gibi görünmeye başladılarsa,
erkek şarkıcılar da bir tecrit edilmişlik duygusu veriyorlardı. Blake’nin şarkı
söyleyişi sıcak ve rahattı, bazı kırsal blues parçalarında bulunan kalabalık onda
yoktu; Blues’una kendini küçümseyen bir ironi duygusu veren sesi sakin, biraz
hüzünlüydü. Paramount reklamlarının söz ettiği “ünlü piyano sesi veren gitarı”
özellikle yavaş blues parçalarında müziğine yumuşak bir lirizm veren düzenli bir
tona ve kusursuzluğa sahipti. (Malso-Bellest, 2005:60)
Blues plaklarının görkemli yükseliş yıllarının yaşandığı 1927-1930 yılları
arasında birbirinden farklı plak şirketleri (Columbia, Okeh, Paramount, Vocalion,
Brunswick, Gennet ve Viktor) müzik piyasasına yepyeni yüzlerini sundu. 1930’ların
ekonomik bunalımı ise plak piyasasını alaşağı etti.
2.3.4. Ekonomik Bunalım
24 Ekim 1929’da borsanın çöküşünün etkisi yaygınlık kazanır. 1929’un
sonundan itibaren birkaç aylık süre içerisinde bankalar batar, tasarruflar silinip gider,
fabrikalar kapanır, ipotekli mallar haciz edilirken ve ekonomide iflas üstüne iflas
yaşanırken, halk benzeri görülmemiş bir sosyal karmaşayla karşı karşıya kalır.
(Oakley, 2004:198)
1929 ile 1932 yılları arasında Amerika’nın milli geliri yarı yarıya azalır,
işsizlik umulmadık oranda yükselir. 1931’in sonundaysa sayı 7 milyona ulaşır.
Hüzün ve ümitsizlik duyguları, iş dünyasındaki o zor bulunur “güven” duygusunun
geri dönmesiyle her şeyin düzeleceği inancı sayesinde bazen hafifler. Ancak 1932
sonbaharında işsizlerin sayısı 11 milyona ulaşır. Onu izleyen yıl istatistikler işe
yaramaz hale gelmiştir. İşgücünün kabaca dörtte birinin işsiz olduğunu düşünürsek,
kesin sayı 12 ile 15 milyon arasındadır. (Oakley, 2004:199)
53
Bu büyüklükteki bir felaket, Amerikan ticaretinin gelişmekte olduğunu
düşünen 1920 insanları için oldukça inanılmazdır. Geçmişte ki on yıl da (1920-1930)
Amerika’da endüstrideki büyüme ve ticaretin gelişmesi milli geliri neredeyse iki
katına çıkarmış, benzeri görülmemiş bir refah sağlamıştır. Ticaretteki başarıların
kişisel çabaların ödülü olduğu savunulmuş, başarısızlıklar ise kişisel nitelikteki
yetersizliğe bağlanmıştır. Çünkü zenginlerin toplumun üst kesiminde toplanmasının
herkese yarar sağlayacağına ve zenginliğin “yukarıdan aşağıya damlayacağına”
inanılmıştır. Bu sirkülâsyonun devam edebilmesi için de hükümetin ekonomiye
karışmasının tehlikeli olduğu inancı yaygınlaşmıştır. Bu nedenle Amerika’da sosyal
ve yapısal reformlara duyulan ilgi azdı. Geçerli olan görüş insanlar ya kendi
çabalarıyla yükselecek ya da genel refahtan payını alacaktı. Bu kabul edilmesi
gereken bir gerçekti. Kısaca zengin zenginliğine yepyeni rant kapıları eklerken, fakir
haklarından da yoksun olarak kaderine boyun eğmeliydi.
Zengin ve yoksul arasındaki uçurum öylesine büyüktü ki, en zengin 36,000
ailenin geliri en yoksul 12 milyon ailenin toplam gelirine eşitti. Bu 12 milyon ailenin
veya nüfusun %42’sinin yaşam koşulları ancak geçinecek düzeydeydi. Kırsal
alanlarda yoksulluk o kadar büyüktü ki, birçok evin suyu ve elektriği yoktu.
Mississippi’de çiftlik evlerinin yalnızca %2’sinde su ve sadece %0,5’inde elektrik
vardı. Bu ölçekteki bir yoksunluk ve yokluk ortamında, endüstri ve üretim
kapasitesindeki büyüme, pazarın onu destekleme gücünün üstüne çıktı, arz talebi aştı
ve gösterişli yapı çöktü. Seri üretim endüstrisinin büyümesi, sektörlerin birbirine sıkı
sıkıya bağımlı olmaları, bir parçadaki aksamanın başka birinde felakete yol açması,
sonunda da tüm yapının iskambil kâğıdından yapılma ev gibi çökmeye başlaması
anlamına geliyordu. Refah ve endüstriyel büyüme, hareketli montaj hatlarıyla ve
ölçekli ekonomi getiren zaman ve hareket çalışmalarıyla, acımasız seri üretim
tekniklerinin kullanımına dayanıyordu. Ekonomik güç büyük şirketlerin ve endüstri
devlerinin ellerinde toplanmıştı; iş açısından, yalnızca otomobil endüstrisine,
doğrudan ya da dolaylı olarak, 3.700.000 işçi bağımlıydı. Seri üretim, sonsuz
büyüme imkânları sunuyormuş gibi görünse de, tamamen bir kitle pazarının varlığına
dayanıyordu; Henry Ford gibi bazı sanayicilerin farkında olduğu gibi, satın alma
gücü üretimle baş başa gitmeliydi. Satın alma gücünün, çöküş öncesi borsada ortaya
çıkan spekülasyon cümbüşünün meydana gelişinde, esas hatalı olan halk kesiminin
54
elinde tutulması bir yanlıştı. Çünkü 1920’lerde şirket karları ve hisseleri %60
artarken, reel ücretler yalnızca %11 artmıştı. Bu, kitle pazarının gelişimindeki tek
hata da değildi. Endüstrinin ve bir yere kadar tarımın makineleşmesi, üretim
kapasitesini ve işçi verimini arttırıyor, aynı zamanda da insanları işlerinden ediyordu.
(Kafaoğlu, 2003:48)
1932’de ABD’deki işsiz sayısı on bir milyonu buldu. Liberalizmin güven
bunalımı demokratları yirmi yıllığına (1933-1952) iktidara taşıdı. İşsizlikten en çok
etkilenen zenciler, Cumhuriyetçilere yüz çevirerek Demokrat Partiye yöneldiler.
Franklin Roosevelt’in ortaya attığı “New Deal” sosyal politikası herkese umut ışığı
oldu.
Dönemin başkanı Roosevelt’in uyguladığı “New Deal” politikalarının özünde
devletin kamu harcamalarını arttırarak efektif talep oluşturması yatıyordu. Bu
politika kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı ve en azından ilk uygulama yıllarında
artacak olan efektif talebin hangi kaynaklarla finanse edileceği tartışma dışında kaldı.
Keynes, kapitalizmin otomatik olarak kendi kendini ayarlayabilen nitelikte olduğunu
kabul etmemiş, Laissez Faire altında kronik, büyük çapta işsizliğin meydana
gelebileceğini öne sürmüştür. İşsizliği hafifletmek için de pozitif maliye ve para
politikalarının uygulanmasını tavsiye etmiştir. Oysa başkan Hoover ekonomiyi
yeniden ayağa kaldırmanın yolu olarak devlet bütçesinin dengelenmesinden
geçtiğine karar verdi. Devlet harcamalarını kıstı, vergileri arttırdı. Bu defa da işsizlik
büsbütün yükseldi. İşsizlik yükselince, insanların satın alma gücü azaldı. Fiyatlar
düşmeye başladı. Hoover, işadamlarından işçi çıkarmamalarını, daha az kâra razı
olup, üretime devam etmelerini istedi. Bu da mümkün olmadı, çünkü üreticiler
mallarını satamaz hale gelmişlerdi. Bu durumda klasik iktisat teorisinin yetersiz
kaldığı ortaya çıktı. Depresyon döneminde iktidarda bulunan Başkan Franklin
Roosevelt, durgunluktan çıkabilmek için şu önlemleri almıştır:
 İktisadi
faaliyetleri canlandırmak
ve
talebi
artırmak
için
ücretleri
yükseltmiştir.
 Borsa ve banka spekülasyonlarını önlemiştir.
 İhracatı arttırmak ve dış ülkelerle rekabet edebilmek amacıyla %40 oranında
bir devalüasyon yapmıştır.
55
 Üreticilere sübvansiyon vermiştir.
 Yeni iş imkânları yaratmıştır.
 İşsizlere tazminat ödemiştir.
 İşsizliği azaltabilmek için yeni kamu hizmetleri (yol gibi) sağlamıştır.
 Kesimler arasında dengeli bir fiyat politikası uygulamıştır.
Bu önlemlerin yanı sıra, Amerikan iktisat tarihinde önemli bir yere sahip olan
devlet-özel sektör ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasına yol açan 13 önemli
yasayı yürürlüğe koydu. 1933 ortalarında birbiri ardına çıkarılan bu yasalarla
ekonomiye yeniden canlılık kazandırma dönemine girildi.
Bu yasalar arasında, ABD’nin planlama mekanizmasında önemli rolü olan
TVA (Tennesse Valley Authority) kuruluş yasası da bulunmaktaydı. Bankacılık
sistemini düzenleyen bu yasa, bankaların borsalardaki spekülasyonları besleyecek
krediler vermelerini engelleyecek ve tasarruf sahiplerinin haklarını koruyacak yönde
önlemler getirmişti. Devlet "Yeniden İnşaat Finansman Kurumu" aracılığıyla
bankalara ve sanayi kesimine aktardığı fonlarla eşi görülmemiş düzeyde piyasaya
kredi sağlama yoluna gitti. New Deal sanayi kesiminde üretim, piyasa ve işçi-işveren
ilişkileri konularında önemli yenilikler içeren önlemler getirmişti. Sanayide
durgunluğu gidermek için aşırı üretimin engellenmesi, ücretlerin artırılması, iş
saatlerinin kısılması ve fiyatların yükselmesi öngörülmüştü. Özellikle yükselen
ücretlerin toplam talebi canlandıracağı, dolayısıyla satışları artıracağı ve birikmiş
stokların erimesine yol açacağı hesaplanmıştı. Özel kesime yönelik destekleyici ve
özendirici önlemlerle birlikte kamu yatırımları ve hizmetleri için önemli fonlar
ayrıldı.
Bu alandaki çalışmaları düzenlemekle görevlendirilen PWA (Public Works
Administration) 1935-1942 yılları arasında toplanan 13,2 milyar dolarlık kaynağı
kullanarak yeni iş alanlarının açılmasına katkıda bulunduğu PWA aracılığıyla, bu
dönem içinde 122 bin konut, 664 bin mil yeni yol, 77 bin yeni köprü ve 285
havaalanı yapımı tamamlandı.
Çıkarılan "Tarımsal Uyum Yasası" tarım kesiminde üretimin ve fiyatın
belirlenmesinde devlete geniş yetkiler verirken, üreticilerin satın alma gücünün
56
bunalım öncesindeki düzeye yükseltilmesi öngörülmüştü. Başkan Roosevelt
ormanlaştırma, su baskınlarının önlenmesi ve toprağın korunması gibi projeleri
yürürlüğe koyarak, 300 bin kişinin işe alınmasını sağladı.
1935-1942 arasında Kuzey Dakota'dan Teksas'a uzanan 200 milyonluk bir ağaç
kuşağı meydana getirildi. Başkan F. D. Roosevelt'in uyguladığı "New Deal"
politikası ABD'de olduğu kadar Batı Avrupa ülkelerinde de yeni düşünce ve
politikaların ortaya çıkmasına neden oldu.
Başkan Roosevelt'in "New Deal" dönemi, ekonomik ve sosyal yönden çöken
liberal kapitalizmi, yeniden işler hale getirmek için ekonominin işleyişine devletin en
geniş ve sistematik şekilde müdahale ettiği dönemdir. New Deal döneminde alınan
önlemlerin en yaratıcılarından bir diğeri de Ulusal Sanayi Kurtarma Yasası’dır.
NIRA kısa adıyla bilinen bu yasa iki dev proje içeriyordu. Birincisi, devasa bir
altyapı inşaatı girişimi, ikincisi Amerikan iş hayatına kurallar getiren, haksız rekabeti
önleyen karmaşık bir programdı. Programı Ulusal Kurtarma İdaresi yürürlüğe koydu.
Her bir sektör için rekabeti mümkün kılacak kurallar getirdi. New Deal’a kadar,
geleceğini özel sektörde gören, ulusal meseleleri özel sektörün düzenleyeceğine
inanan Amerikan halkı, New Deal’dan sonra yüzünü Washington D.C.’ye çevirdi.
Federal hükümetin ekonomiye müdahale etmesini bekler oldu. (Özgüven, 2004:4156-63)
“New Deal” siyaseti zenci liderlerin bazı görevlere atanmasından dolayı az çok
zenci toplumuna umut oldu.
2.3.5. Müzik Sanayisi
1925’ten itibaren elektrik motoru, müzikte olduğu gibi toplumun kalanında da
son derece önemli değişikliler meydana getirir: Pikap yavaş yavaş geniş ağızlı
fonografların yerine geçer. Yeni şehirlerin büyük binalarına son derece gerekli olan
elektrik motorlu yeni asansörler, Muzak’ın asansör kullananları rahatlatmak için
müzik satmasına bir vesile olur. Ses kalitesini iyileştirmektedir; Haendel’in
“Messiah” eseri devasa maliyetlerle kaydedilir. Elektrikli kayıt sistemi, bir plağın
radyo tarafından yayınlanmasını bile sağlamaktadır. Kimileri bundan rahatsız olur:
Yorumcular bir işyeri kaybetmekte; besteciler, dinleyicilerin konser salonlarından
soğumasından çekinmekte; üreticiler satışların düşmesinden korkmakta; seçkinler ise
57
müziğin herkes tarafından ulaşabilir hale gelmesinden çekinmektedir. Yavaş yavaş
radyo, plak endüstrisinin yardımcısı haline gelir. Biri bir vitrin, diğeri ise onu
donatacak mobilya sunmaktadır. Radyoda özellikle belli bir müzik memnuniyetle
karşılanmaktadır: caz. 19252te “Let in Rain” ve “Let in Poor” kanallarda duyulan bir
plağın ilk ticari başarısıdır. O zamandan itibaren radyo plak ve caz ile birlikte gelişir.
Count Basie, Louis Armstong, Sidney Bechet, Lester Young, Duke Ellington zencileri taklit eden beyazlar, beyazları taklit ede zenciler- inanılmaz başarılar elde
ederler. Beyazlar bu ritmlerle dans etmeye başlarlar: swing, blues, lindy hop.
Markalar, etiketler bünyelerine aldıkları sanatçıların tanıtımını yapmak için
çabalarlar. (Attali, 2005:128)
Müzik piyasasında tüm bu değişimler yaşanırken, süreç 1929 Ekonomik krizin
yaşandığı yıllara gelip çattı. Ekonomik krizle iyi yönetilemeyen plak da sesli
sinemanın rekabetiyle karşı karşıya kaldı. Ayrıca radyonun yaşattığı başarı
çöküntünün etkilerini daha da arttırdı. Küçük firmalar ya iflas etti ya birleşti ya da
kısa süre sonra büyük firmalar tarafından yutuldu.
Blues, 1929 ekonomik krizinden sonra çok belirgin bir yavaşlama sürecine
girmişti. Kuzeye yerleşen kimi zenciler zenginleşmeyi başarmış kimileri de en
azından iş bulabilmişlerdi. Ancak büyük kısmı kentlerde sadece sefaletle karşılaşmış,
sağlıksız gettolarda yaşamaya çalışmıştı. Ekonomik kriz yine zencilerin renk temelli
aşağılanmalarına sebep olmuş, her zaman ki gibi yıpratıcı olmaya -ilk işten
çıkarılanların zenci olduğu gerçeği gibi- devam etmiştir.
Güneyden Kuzeye göç eden zenciler, yaşadıkları tüm sıkıntılara rağmen geride
kalanlara yaşadıklarını itiraf edememişlerdir. Çünkü onlar, geride bıraktıkları dostları
nezdinde saygınlıklarını yitirecekleri fikrinden arınamamışlardır. Bu sebeple geride
kalanlara hep iyi haberler ve daha fazla hediyeler göndermişlerdir. Böylece zengin
olduklarına dair işaretler sunmuşlardır. Örneğin, kazanılan ilk paralarla alınan
gösterişli ama değersiz ikinci el araba -ailenin ve dostların gözlerini kamaştırmak
amacıyla güneye dönmede işe yarayacağının düşülmesi- gibi. Son derece gelişmiş ve
zencilere kucak açan büyük kuzey kentleri düşüncesiyle göç, güney bölgesinde
yaygınlık kazanır.
Blues bu göç içinde kaybolmaz ama yeni uğraşlara ve müzikal mesaj verme
koşullarına bağlı olarak az çok hızlı bir biçimde gelişir. Yeni “blues”lar genellikle
58
aşk acılarıyla gitgide daha fazla ilgilenmeye başlar. Delta ve Teksas’ın büyük
yaratıcılarıyla “blues”da sosyo-ekonomik zorlukları ya da ırksal ilişkileri daha az
gündeme getirmeye başlar. (Herzhaft, 2005:52-53) Blues’un ortaya çıkışındaki temel
amaç –ırksal ayrımcılığa karşıt söylem tarzı- ortadan kalkmaya başlar.
1930’lu yılların sonu ve 1940’lı yılların başında yaşanan bir başka gelişme:
Güney “blues”larında geleneksel olarak görülen,
pornografik dizeler gitgide
temkinli eğretilemelerle donanmaya başlar. Artık yeni zenci kent sınıfı her alanda
saygın olmak ister. (Herzhaft, 2005:33)
Müzikal düzlemde solist yerini topluluğa (küçük bir grup ya da tam bir
orkestra) bırakır. Gitar esas enstrüman olarak kalsa da henüz teknik olarak mümkün
olmayan elektrolaşma özlemi hissedilmektedir. Çünkü sahnede ikinci gitar
devrededir. Ayrıca bir kontrbas ya da bateri, solisti yönlendirmeye başlamıştır.
Orkestranın bütünlük içinde ahenkli tınıları savaş sonrası dönemin “elektro blues” un
habercisidir.
2.4. YENİ ZENCİLER VE YENİ BLUES
Avrupa ve Uzakdoğu mihver güçleri tarafından işgal edilmiştir. I. Dünya
savaşından sonra ABD Başkanı Roosevelt, Avrupa’daki gelişmelere karışmama
kararı almasına rağmen, savaşın Almanya lehine dönmesi üzerine tarafsız olan
yasalarını değiştirir. Alman ilerleyişinin durdurulamaması üzerine 1940’da ABD,
İngiltere’ye para yardımı yapar. 1941 yılında da “Ödünç Verme ve Kiralama
Yasası”nı çıkarır. Bu yasaya göre her ülke yiyecek ve savaş malzemesi dâhil her
türlü yardımı “bedeli savaş sonunda ödenmesi şartıyla” alabilecektir. Yine 1941
yılında ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Winston
Churchill Kanada açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren
görüşmeler sonucunda “Atlantik Bildirisi” yayınlanır.
Bildiride yer alan maddeler daha sonra Birleşmiş Milletler Antlaşmasına da
dâhil edilecektir. Bildirinin maddeleri özetle şöyleydi:
 Savaştan sonra toprak kazanılmayacak
 İlgili halkın onayı alınmadan toprak değişikliği yapılmayacak
 Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacak (Self-Determinasyon)
 Uluslar arası işbirliği gerçekleştirilip, geliştirilecek
59
 Temel ham maddelerden eşit biçimde faydalanılacak
 İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak
 Açık denizlerde ticaret serbestliği gerçekleştirilecek
 Mihver devletler silahtan arındırılacak ve savaştan sonra topyekün
silahsızlanmaya gidilecek (Gürün, 1986:264-265)
Bildiriden de anlaşılacağı gibi ABD faşizme karşı mücadelenin ve halkların
özgürlüğe kavuşması mücadelesinin önderliğini yapmıştır. Bu maddelerin Birleşmiş
Milletlerde de yer alacak olması, zencileri ilk kez beyazlarla omuz omuza
savaşmanın eşiğine getirmiştir. 1942 yılında donanma bakanlığının girişimiyle
zenciler deniz kuvvetlerine de alınmıştır. Böylece zencilerin ordunun her
kademesinde yer alması hükümetin siyasi politikalarıyla da paralellik göstermiştir.
3.000.000 zenci silâhaltına alınmıştır. Bunların yarısı Avrupa’da ya da
Pasifik’te çarpışmalara katılmıştır. Savaşın son bulmasıyla ülkelerine geri dönen
zenciler, önceki statükoyla (ırk ayrımı, gündelik yaşama hor görülme, ikinci sınıf
vatandaşlık gibi) karşılaştılar. Kabul edilmesi mümkün olmayan bu durum karşısında
zenciler Güney’de başkaldırı koşullarını olgunlaştırıp, patlattı. Başkaldırılarını sesli
ifade edecekleri müziklerine yansıtıp, müziklerine yepyeni biçimler verdiler.
(Herzhaft, 2005:69)
Zenciler, II. Dünya Savaşının ardından sosyal kimliklerini “Rock Çağı” ile
dünyaya haykırma dönemine ev sahipliği yapacaklardı.
2.4.1. Elektronikleşme ve Yeni Sosyal Kimlik
Birinci Dünya savaşı radyo ve pikabı ortaya çıkarmıştı. İkinci Dünya savaşı ise
manyetik bant ve çok daha iyi kalitede bir plak üretmeyi sağlayacak bir maddenin,
yani Vinilit’in ortaya çıkmasına olanak sağladı.
Plâk sanayisinin gelişmesinde, plâstik sanayisinin büyük etkisi olmuştur.
Plâkların üzerindeki ses titreşim izleri, artık eskisi gibi derinlemesine değil de
yanlamasına işlenmektedir. Böylelikle izlerin derinliği sabit kalmakta ve çok daha iyi
sonuçlar alınmaktadır. Ses titreşimlerinin plâğa işlenmesi dıştan başlar; plâğın dönüş
yönü olarak da saat ibrelerinin dönüş yönü kabul edilmiştir. Plâklar arasında,
yapıldıkları malzeme bakımından farklar vardır. Yumuşak plâklar, direkt ses kaydına
imkân veren selülozlu bir bileşimle kaplıdır. Sert plâklar ise, gomalaka ya da vinilit
60
üzerine madenî bir kalıp içinde sıcak baskı yapılmasıyla elde edilirler. Plâkların
çapları ve dönüş hızları da değişiktir. Pikaplarda, dönüş hızı, plâğın 78, 45 veya 33
devirli oluşuna göre ayarlanır. Teknolojik alandaki bu gelişim müziğin ilerlemesini
de sağlar.
1945 yılından itibaren elektrogitar kullanımı “blues”da genelleşir. Seslerin
çoğalması, ikinci dünya savaşının yaşattığı buhranlı ortamı silmek için artık bir
araçtır. Çoğalan sesler armonisine elektrogitarın yanında, elektrikli org ve piyano
katılır. Bu yeni elektro sesler “blues”u büyük ölçüde değiştirir. Ayrıca yeni
“blues”un küçük prodüktörler tarafından keşfi büyük markaların oluşumuna olanak
sağlar.
Tüm bu ilerlemeler, kapitalizmin bir başka yüzünü haber vermektedir: Bundan
böyle seri halde üretilen pek çok cisim, biri sabit diğeri değişken iki parçadan
oluşacaktır; sabit parçaların üretiminde yapılacak olan önemli bir değişiklik, her iki
parçada da değişiklik yapılmasını zorunlu kılacaktır. Bu bağlamda plak ile pikaptan
sonra ampul ve lamba, jilet ve ustura, kartuş ve dolmakalem, film ve fotoğraf
makinesi, film ve kamera, CD ve CD çalar, yazılım ve bilgisayar, videokaset ve
video gelir. Kapitalizmin üretim sirkülâsyonuna bir yenisi eklenerek tekrar
ekonomisi iyice yerleşir.
2.4.2. İhtiyacı Üretmek: Sosyal Kimliğinden Uzaklaşan Müzik
Savaştan sonra gençler, ebeveynlerinin gözetimi altında yaşamaktan sıkılır;
tanık olmadan bir araya gelmek isterler. Bağımsızlık kazanmalarına imkan tanıyan
yeni ekonomik gelişmenin rahatlığıyla, ilk kez büyüklerin denetimi olmaksızın dans
etmek, flört etmek, baştan çıkarmak için müziğe ihtiyaç duyarlar.
Bunun için gecelere, “sürpriz parti”lere hayat verecek, birleştirici bir
malzemeye ihtiyaç duyarlar. Bir high school tarzında oldukça büyük, birleşmiş,
standartlaşmış bir piyasa çıkar ortaya. Bu rhythm’n blues ve be-bop’un beyaz
versiyonu, orta sınıfın umutlarını, hayal ettiği yaşamı dile getiren, kimi zaman
kardeşçe ilişkiyi, kimi zaman da erotik ilişkilerden bir esintiyi ortaya koyan, apolitik,
uyumlu, idealleştirilmiş, kara umutsuzluğu süzgeçten geçiren, doğaçlamaya belli bir
yer bırakarak düzene sokumlu, herkese açık bir dans, pop, rock and roll olacaktır.
(Attali, 2005:132)
61
1940’ların sonu 1950’lerin başında, siyah gettolarında birdenbire ortaya çıkan
ve tohumları Güney’de atılmış olan, Afrika kökenli, güncel, yavaş tempolu ve
yüksek sesli bir blues modası “rhythm and blues” Amerika’yı sallayacaktır. Ancak
siyahların rhythm and blues’u, püriten beyaz toplumun çocuklarını işveli imalarla
dolu sözcükleri ve ham enerjisiyle baştan çıkaracak ve oluşturulan yepyeni Rock and
Roll’la dünyayı sallayacaktır.
Amerikan iç savaşının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen siyahilerin hala
medeni haklarını tamamen elde edememiş olmaları, Güney eyaletleri, kamusal alan
ve okullarda ayrımcılığa maruz kalmaları, kültürel olarak da soyutlanmış olmaları
siyahları özellikle müzik alanında özel ifade biçimlerini ortaya koymaya sürüklemiş
ve bunun sonucunda da Rhythm and blues’la devam eden süreç “bana siyahlar gibi
şarkı söyleyen birini verin, bir milyon dolar kazanayım” diyen Sam Phillip’in
sözüyle şov endüstrisinin ortaya çıkardığı Rock and Roll ile içi boşaltılarak tamamen
apolitik bir söylemin içine girmiştir. Artık müzik siyahîlerin elde etmeye çalıştıkları
hakların ifade aracı olmaktan çıkmış, kapitalist piyasanın para makinesi haline
gelmiştir.
Siyahîlerin yaptığı müzik, beyaz toplumun tekelinde olmalı ki karlar da beyaz
toplumun olsun anlayışla yola çıkan para babaları blues’un ritimlerini taşıyan ama
siyahların olmadığı bir müzik piyasası oluşturmak için yola çıkarlar. Bu sabırsız ve
zengin, geniş müşteri kitlesine, acilen her türlü baştan çıkarıcı unsurla donatılmış
inandırıcı bir ürün sunmak için Rock and Roll yaratılır. Kapitalizmin temel repliği
olan kara ulaşmak için üretilen müzik türü sadece ihtiyacı karşılamak üzerine
kuruludur. Rock and Roll’la, siyahîlerin sosyal kimliğine ev sahipliği yapmış olan
blues, bu sorumluluğundan arındırılmıştır.
2.4.3. Rock’n Roll
Rock and Roll: “sallanmak ve yuvarlanmak” Rocker da blues dilinde sevgili
anlamına gelir. To rock aynı zamanda swing’in eş anlamlısıdır (sallanmak,ısıtmak
anlamında). The rocks 1920’li yıllarda boogie’nin yuvarlanan baslarını ifade ederdi.
1940’lı yıllardan bu yana hem dansçıların hem de cinsel partnerlerin gidiş gelişlerini
belirten “rock’n roll” sözcüğü bütün dünyadaki dans partilerinde boogie ritmini
çağrıştırır. 1940’lı yıllarda özellikle müzikal bir türü belirtmese de zenci şarkıcı
62
Louis Jordan rock’n roll denecek şeyin ilk popüler figürü olacaktır. Saksafonu ve
orkestrası mizah yüklü Little Richard’ın habercisi bir enerjiyle dolu, dansa davet
eden parçaların temeli olur. (Bergerot, 2004:122)
Rock’n roll’un kesin doğum tarihini saptamak da pek mümkün değildir. Çünkü
başlangıç olarak histerik şarkıcı Johnnie Ray’ın siyah dansinglerin shouterlarını
umutsuz perdeden taklit ettiği 1951 sonu mu? Elvis Presley adlı utangaç bir
delikanlının, annesinin doğum günü için yumuşak bir albüm kaydetmek düşüncesiyle
Sam Phillips’in stüdyosunun kapısını çaldığı 1954 Temmuzu mu? Orijinal ses
bandını Bill Haley adlı birinin imzaladığı “Blackboard Jungle”4 filminin gösterime
girdiği 1955 Martı mı? Yoksa Alan Freed adlı açıkgöz bir disk jokeyin, yine aynı yıl
moda olan yeni dansı, rock keme imi n, kesme imi roll adıyla vaftiz ettiğini
açıkladığı gün mü? (Dister, 2009:20) Aslında tarihin de pek önemi yok. Elvis
Presley’in söylediği gibi: “Rock’n roll bir süredir var. Daha önce buna rhythm and
blues diyorlardı. O zaman bile harika bir şeydi. Şimdi daha da muhteşem oldu. Bu
müzik siyahlar arasında uzun zamandır varlığını sürdürüyordu. Şimdi dünyayı
sarsıyor”5
Şov endüstrisi hızla ilerleyen rock’n roll çılgınlığını kaçırmadı. Gençlerin ilgi
gösterdiği alandan kar elde etme çabasıyla ilk girişiminde bulundu. Bu fırsatı
yakalayan ilk isim Elvis Presley oldu. Elvis Presley beyazları temsil eden ama
siyahların gırtlaklarını taklit eden şarkıcıydı. Kısaca siyahlar gibi şarkı söyleyen,
dolayısıyla da sonsuz bir ticari potansiyele sahip bir beyazdı o. Hiç zaman
geçirilmeden çıkarılan albümler müzik piyasasını hareketlendirdi. Ekonomik
bunalım ve ikinci dünya savaşının ardından Amerika’da yeniden hareketlenen müzik
piyasası rock’n roll’la yeni yüzüne kavuştu. Blues ve rhythm and blues’da olan asi
imaj, hırpani kılık kıyafet Elvis Presley’de de olmalıydı. Bu imaj ise Elvis için
biçilmiş bir kaftandı. Şarkı sözlerinde de zencilerin ruhani yapısının hissedilebilmesi
ve beyaz gençliği tıpkı blues’da olduğu gibi etkileyebilmesi için Elvis’in şarkı
sözlerini siyahîler yazdı. Şov endüstrisi iş başındaydı. Beyaz gençlik bu müzik
türünü tüketiyordu. Elvis’le tüketimin devam etmesi şarttı. Bu nedenle beyaz’ın
gerisinde bir siyahîye ihtiyaç vardı. Siyahlar toplumsal hayatta yaşadığı ayrımcılık
4
5
Öğretmene tam not
http://indigodergisi.com/arsiv/buse_01_27.htm
63
sonucunda beyazların müzik piyasasına da sahip çıkmalarını hayal kırıklığıyla
izliyorlardı.
Siyahîlerle ilgili ilk tabu Elvis Presley’in çıkardığı siyah-beyaz plakla yıkıldı.
Böylece sanatsal yapımların ırksal ayrımcılığa maruz kalmaması gerektiği mesajı
verilmiş oldu. Siyah-beyaz plakla sanatsal yapımların ırksal birliği imajı Amerika’da
bir ilk olarak tarihe geçti.
Jerry Lee Lewis’in sahneye çıkmasıyla da ikinci tabu yıkılmış oldu. Lewis,
aşktan söz etmek için lafı uzatma sıkıntısına girmeyen Siyah bluescuların o dobra
dilini, açık seçik sözlerini kullanma cesaretini gösterdi. Lewis, kiliselerde geçerli
olan üslup ile New Orleans genelevlerinde rağbet gören üslup arasında ortalarda bir
yerlerde duran sağlam bir boogie icra ediyordu.
Rock’n roll’un bu hızı, aktör görüntülerinin -sinemanın da yardımıyladünyanın dört bir yanına yayılma süreciyle hızlandı. ABD’den Batı’ya doğru güçlü
bir fantezi ve özgürlük rüzgârı esmeye başladı. Fransa ise bu rüzgârdan etkilenmekte
gecikmeyecekti.
2.5. ROCK ÇAĞI DÜNYAYI SARMALIYOR
1953’te Stalin’in ölümünden sonra Doğu’da Stalincilikten arınma rüzgârı
esmeye başladı. Doğu ve Batı blokları barış içinde birlikte yaşama ve terörün
dengelenmesi için çaba harcadılar. Bu dönem, sömürgeden kurtulma girişimlerine,
büyük güçlerin doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmalarına ve bir yığın yerel
çatışmaların yaşanmasına sahne oldu. Kültürel düzlemde de, uzun vadede soğuk
savaşa son verme çabaları görüldü. En güzel örneklerinden biri ABD’nin dış basın
sözcüsü Voice of Amerika radyosunun, 1955’te animatör Willis Conover’dan bir caz
programı yapmasını istemesidir.
ABD’de, 1954’te McCarthy6 Senato tarafından suçlandı. Azınlıkların
başkaldırması üzerine aynı yıl yüce divan, aldığı bir kararla eğitimde ırk
6
Joseph Raymond McCarthy, 1947 ve 1957 yılları arasında Wisconsin eyaleti Cumhuriyetçi parti
Senatörüdür. Senatodaki 10 yıllık görev süresinde McCarthy ve çalışanları, komünist parti ya da
komünist sempatizanları hakkında sorumsuz suçlamalarla kötü bir şöhret kazanmışlardır. Bu
suçlamalar ABD hükümetindeki insanlara, özellikle Birleşik Devletler Dış İşleri Bakanlığında ve
denizaşırı ülkelerde hükümet kütüphanelerinde çalışanlara yöneltilmiştir. McCarthy dönemi korku
imparatorluğu olarak da anılmaktadır.
64
ayrımcılığına son verdi. Bu kararın Güney eyaletlerinde uygulanmaması zencilerin
mücadelesini sokağa taşıdı. 1955’te din adamı Martin Luther King7 Alabama’nın
başkenti Montgomery’de uygulanan ırk ayrımcılığını protesto etmek amacıyla kamu
ulaşım araçlarının boykot edilmesi çağrısını yaptı. Martin Luther King’in Gandi ve
şiddet karşıtı öğretilerden etkilenmesi onu, 1957’de kurulan SCLC’nin (Southern
Christian Leadership Conference) başkanlığına getirdi. Bu başkanlık Martin Luther
King’in sivil haklar mücadelesinin henüz başlangıcıydı. (Bergerot, 2004:148)
ABD’de McCarthy’nin korku imparatorluğu son bulup, Martin Luther King’in
eşitlik yanlısı hareketleri ivme kazanmışken, yeni nesildeki değişim dalgası hızla
dünyayı sarmalıyordu. Henüz gençlerin müziği siyasi düzlemde muhalefet tarzını
oluşturmasa da 1960 yıllar için yatırım yapılıyordu.
1955 ilkbaharıydı. Ürküntü içindeki ana babalar çocuklarının yeni yüzünü
keşfediyorlardı. Yeni nesil, tıpkı ilahları olan James Dean ve Eddie Cochran gibi
saçlarını briyantinliyor, rock’n roll ve swist gibi yeni danslarla kendinden geçiyor,
sigara içiyor, blucin ve meşin ceket giyiyor, flört ediyor ve üstü açık arabalar
kullanıyordu. Müzik kutularında caz ve country’in yerini rock’n roll aldı. Plak
endüstrisinin yeniyetmelerin dünyasını keşfe çıkmasıyla ilk Fransa’da ardından
İngiltere’de Rock’n roll büyüsü boy göstermeye başladı.
2.5.1. Fransa
1955’te tüketim çılgınlığı yediden yetmişe tüm nesli etkisi altına aldı. Yeni
pazarın oluşturulması ve özel olarak üretilen ürün seli, kapitalimin hızla gelişmesine
olanak sağladı. Plaklarla başlayan süreç,
Brando’nun purosu ve tişörtü,
Hollywood’lu kadın avcılarının Thunderbir’ü ve Corvette’i, Marvel’in çizgi
romanları ve filmlerle devam etti. Sokaklar tektip gençlerle dolup taştı. Basın ve
sosyologlar birdenbire ortaya çıkan bu yeni toplumsal olgu ile kafa yormaya
başlarken, Guy Debord’un kapitalizmle şekillenen tüketim ilişkilerinin, ülke ve
ideoloji ayırt etmeksizin, bir gösteri biçimi yarattığı ve bu durumun kaçınılmaz
olarak gösteri dünyasının büyük pazar oluşuyla sonuçlandığı gerçekliğine dikkat
çekti.
7
Afrikalı-Amerikalı Baptist papaz ve Amerikan yurttaş hakları hareketi önderi. Dünya genelinde
şiddet karşıtı ve ırksal eşitlik görüşleriyle tanınmaktadır.
65
Şov endüstrisiyle oluşturulan yeni pazarda Rock’n roll yepyeni bir yüze
kavuştu. Müzik artık sosyal kimlik arayışının amacı değil, tüketimin en önemli aracı
haline geldi. Şöhretin toplumda oluşturduğu yeni kimlik, malları metalar ile kendi
yasalarına
göre
giderek
büyüyen
ayakta
kalma
mücadelesini
tatmin
ile
özdeşleştirmeyi insanlara kabul ettirmeyi amaçlayan bir hal aldı. Toplumda
oluşturulan sahte-şöhret gençler tarafından ilgi gördü ve özgürlüğün metalara sahip
olmakla kazanılabileceği gibi bir yanılgıya sebep oldu. Bu durum Guy Debord
tarafından şöyle açıklanır:
“Yaşayan insanın gösterideki temsili olan ünlü kişi, olası bir rolün imajını
kendinde toplayarak, aslında bu bayağılığı somutlaştırdı. Ünlü kişi olmanın koşulu
görünüşte yaşanmış olandan uzaklaşmaktır; ünlü kişi fiilen yaşanmış olan üretken
uzmanlaşmalardaki parçalanmayı telafi etmek zorunda olan derinliksiz ve görünür
yaşamla özdeşleşme nesnesidir. Ünlü kişiler, çeşitli yaşam tarzlarını ve toplumun
kavrayış tarzlarını canlandırmak için vardırlar ve kendilerini global olarak ifade etme
özgürlüğüne sahiptirler. Onlar bu emeğin amaçlarıymış gibi olağanüstü bir şekilde
üste çıkarılan yan ürünlerini taklit ederek toplumsal emeğin uzlaşılmaz sonucunu
temsil ederler. Kâh devlet iktidarı sahte–ünlü kimliğine bürünür; kâh tüketimin ünlü
kişisi, yaşanmış olanın üzerinde bir sahte iktidar olarak kendini seçtirir.” (Debord,
2006:63)
Ayrıca ünlü kişi olarak sahneye çıkarılan gösterinin faili bireyin zıttıdır; bireyin
hem kendi içindeki hem de diğerlerindeki düşmanıdır. Özdeşleşme modeli olarak
gösteride bulunan fail, olayların akışındaki itaat yasasıyla özdeşleşmek için her türlü
özerk nitelikten vazgeçer. Tüketimin, ünlü kişisi görünüşte farklı kişilik türlerini
temsil etse de tüketimin bütünlüğüne eşit olarak ulaşabilen ve burada benzer
mutluluğu bulan bu insan türlerinin her birini gösterir. Kararın ünlü kişisi, insani
nitelik olarak kabul görmüş şeylerin tam stokuna sahip olmak zorundadır. Böylece,
bu insani nitelikler arasındaki resmi farklılıklar, her konuda mükemmel olmaları ön
varsayımı anlamına gelen resmi benzerlik tarafından ortadan kaldırılır. (Debord,
2006:63) Kısaca yaratılan ünlü kişinin durumu yıkım ve korkuyla çevrili mutlu
birleşme imajından başka bir şey olmayacaktır. Ünlü kişilerin giyim kuşamı ve
şarkıları artık gençlik kuşağının ifade aracı haline gelmişken, plaklarda yükselen
66
“hızlı” rock parçaları ile fiziksel temasa açık olan slow parçalar art arda Jukebox’larda8 birbirini izlemekteydi.
Blues’dan Elvis Presley’in devraldığı yalnızlık, terk edilme, bahtsızlık,
umutsuzluk temalarının yerini yavaş yavaş, ipe sapa gelmez baladlar, ritimli sözcük
oyunları alıyordu. (Dister, 2009:38) Dansta cinselliğin ön plana çıkması da bazı
yasaklardan kurtulma arzusunun habercisiydi.
Şarkı sözlerindeki değişimler, ritimlerdeki hız, danslardaki cinsel ayrıntı, yerel
radyoların çoğalması, plak pazarının katlanarak büyümesi… Kısaca sosyal hayattaki
her şeyin bu kadar kısa sürede değişmesi, şov endüstrisi çarklarının, giderek
genişlemesinin göstergesiydi. Bu çarktan pay almak isteyen Chuck Berry dünyayı
etkisi altına alacaktı.
1926 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde dünyaya gelen Berry, gitarın
elektriklenmesiyle -1955 yılında- rock’n roll’un efsanesi oldu. Bir siyah şarkı
söylüyordu. Üstelik tahrik edici sahne oyunlarıyla bir takım yeniyetme hikâyeleri
anlatan bir siyah. Ayrıca liste başıydı. Püriten Amerikan ise bu işten hiç hoşnut
değildi. Hızla ülkenin arka odalarında plaklar yakılmaya başladı, halkı, siyah
müziklerle tanıştıran istasyonların boykot edilmesi için afişler ülkenin dört bir yanını
asıldı.
İflah olmaz asiler olarak görülenlerin hepsi ya hizaya çekilmiş ya da hepsi
ölmüştü. Düzenin elinde sterilize edilmiş saygın modellerden, kılıç artığı
rocker’lardan, en zararsız yeniyetme temalarını sinik bir şekilde icra eden, şov
endüstrisinin ürettiği standart kopyalardan başka bir şey yoktu artık. Blues ruhunun
mirası olan öfkeli şarkı sözleri, bir süre için yerini ipe sapa gelmez, içi boş yapımlara
bıraktı. (Dister, 2009:43) Çünkü Püriten Amerikalı, şov endüstrisi çarkından en
büyük payı, beyazın almasını istiyordu. Fransa’da Amerikalı Siyah Blues
şarkıcılarının sesi yükselmişti. Bu ses kısıldığına göre yeni bir beyaz yüze ihtiyaç
vardı. İngiltere’de ise “THE BEATLES”ın albümleri ortalığı kasıp kavuruyordu.
ABD’de büyük başarıya ulaşan ve ilk İngiliz grup olarak yerini alan “The Beatles”
Rock’n roll’un yeni temsilcisiydi.
8
Müzik kutusu
67
2.5.2. İngiltere
Altı yıl süren savaşın ardından yaşanan yoksulluk, İngiltere’nin Amerika’dan
gelen her şeyin büyüsüne kısa sürede kapılmasına olanak sağladı. 1960
Liverpool’unda, Rock’n’roll denizcilerden, tersane işçilerine, otobüs şoförlerinden,
market çalışanlarına kadar bütün işçi sınıfının içinde tutunmaya başladı. Amerika’da
doğan bu müzik, İngiltere’de “Dixieland Cazı9"na” yedirildi.
Amerika rock’ı taşradan öğrenmişti. İngiltere de, pop devriminin ilk etkilerini
taşra aracılığıyla keşfedecekti: Beatles Kuzeyli aksanı ve şarkılarının naif tazeliğiyle
Liverpool’da çıkarmasını yapıyordu. Baby-boom kuşağının yüreği tutuşmuştu.
Binlerce gruba, ayaklarının dibinde açılan yarığın içine gömülmekten başka bir
seçenek kalmıyordu. Çünkü Beatles gümbür gümbür geliyordu.
İngiltere’de de Rock’n’roll ile başlayan müzik tutkusu, tüketim çılgınlığını
beraberinde getirdi. Çünkü tüketim etkin bir ilişki biçimi, üzerinde tüm kültürel
9
New Orleans cazında sadece siyahların olduğunu düşünmemek gerekiyor. "Papa" lakaplı Jack
Laine'in kurduğu gruplar 1891'den beri New Orleans'da çalardı. Jack Laine beyaz cazının babası
sayılırdı. Önceleri bu gruplar New Orleans'da "band wagons" adı verilen arabaların üstünde ya da
yürüyerek caddelerden geçerdi. Siyah ve beyaz gruplar eğer birbirleri ile karşılaşırlarsa aynı bizim
ozanlarımızın taşlamaları gibi onlarda "contest" ya da "battle" denilen yarışlara tutulurlardı. Eğer
beyaz grubun başında "Papa" varsa galip taraf beyaz olan taraf olurdu. New Orleans'ta beyazların tarzı
hızlı bir şekilde oluştu; anlatım açısından daha zayıf olan bu tarz teknik açıdan bakıldığında daha
yetkin bir hal alıyordu. Melodiler daha yumuşak armoniler daha temizdir.
İki rengin müziğinde cümleler şu şekilde olmalıdır. Beyazlar,"Biz istersek böylede çalarız.".Siyahlar
ise,"Biz böyle olmak zorundayız" ın dayanılmaz işlenişini kulaklara fısıldarlardı. Cazın ilk başarılı
beyaz orkestraları Papa Jack Laine'la başlar. Orginal Dixieland Jazz Band, New Orleans, Rhytm
Kings başlıca topluluklardır. Bu gruplarda solist doğaçlamalarına yer verilirdi.1917'ler de beyazların
jazz yapmaya başlamasıyla, jazz(caz) sözcüğü daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı. Beyaz bir
orkestra şefi olan Tom Brown ise, bu sözcüğü ilk kez 1915 yılında Chicago'da çalarken dinleyici
önünde kullandığını idda eder. Oysa 1913'de San Francisco gazetesinde bu sözcük müzikal anlamda
kullanılmıştı. Erken dönem cazındaki beyaz çalış tarzını, New Orleans tarzından ayırmak için
Dixieland cazı olarak adlandırmak alışkanlık halini almıştır. Dixileand sözcüğünün nereden geldiğine
dair bir başka söylenti ise; Louisiana'nın 10 dolarlık banknotlarında İngilizce ten(on) yazısının
yanında Fransızcası dix(on) yazardı. Bu durum kuzeyli Yankee'leri öyle etkilemiş olmalıki, ülkeyi
Dixieland olarak adlandırırlar, daha sonraları da müziğe Dixieland jazz denmeye başlanır. Ragtime,
New Orleans ve Dixieland cazı ile caz müziğinin tarihi başlar. Cazın Afrika’dan geldiğini düşünmek
onu bir kesime mal etmek, cazın sadece siyah insanlar tarafından yapıldığını düşünmekle aynıdır.
Gerçekte bu böyle değildir. Caz siyahla beyazın birbiriyle karşılaşması sonucu doğmuştur. Bu nedenle
de karşılaşmanın en yoğun olarak yaşandığı yer olan ABD'nin güneyinde ortaya çıktı. Cazın
doğmasında ve gelişiminde ırklar arası iletişim çok önemli rol oynamıştır. Bu iletişim gerçek bir
beraberliği simgeler. Bir bütündür. (Fordham, 1998:123)
68
sistemin kurulduğu sistemli bir etkinlikti. Bu etkinlikte insanlar nesneler tarafından
kuşatılmalıydı. Rock sadece plak sattırmıyordu. Başka ürünler için de müthiş bir
promosyon aracıydı: Mini etekler, kozmetik ürünler, kuaför salonları, ayakkabılar ve
kıyafetler…
Giyim kuşamın ötesinde, Viktoryen10 arkaizme sırtını dönen bütün bir toplum
olarak görünse de, tutucu devrin arkasından gelen bu yepyeni oluşum herkesin de
hoşuna gitmiyordu. Çalkantılar içindeki bu dönemde rock’n’roll yandaşları -yani işçi
çevrelerinden gelen “rocker”lar- rock’ın alâmetifarikalarını koruyorlardı: Geriye
taranıp şekillendirilen uzun saç tutamları, perçemler, meşin ceketler, büyük İngiliz
motosikletleri…
İşçi çevrelerinden gelen bu “rocker”lar, düzenli olarak, sanat okullarının genç
öğrencileri, kentli küçük burjuvalar, kısa saçlılar, Fransız tarzı giyinenler ve süslü
püslü hafif motosikletlilerden oluşan düşmanları “modern”lerle çatışıyorlardı. Bu
mekanik çatışmaya bir de müzik zevklerindeki derin farklılıklar eklenecekti.
Müzikteki
temel
rock’n’roll’unu
farklılıkları,
desteklerken,
rocker’lar
50’li
yılların
modernler
yeni
İngiliz
beyaz
öncüllerinin
gruplarını,
klasik
rhythm’n’blues’u ve modern cazı tercih ediyorlardı.
Rocker’lara karşı müzikte modernlerin oluşturduğu bu duruş, dünyada “British
Invasion11” diye bilinen, Amerikan müzik piyasasının İngilizler tarafından işgal
edilmesiyle son buldu. 1964’te, en kısa zamanda en fazla doları kazanma hırsı
içindeki onlarca İngiliz grubu, New York’a çıkarma yaptı.
“British Invasion”un en önemli etkisi kendini toplumsal hayatta göstermesiydi.
Bu gösterge toplumda “Beatnik12” olarak –bugünde- anılan bir grubun ortaya
çıkmasına olanak sağladı. Beatnik’ler düzen tarafından dışlandıkça, bu genç asiler
daha fazla sorguladı. Yaşam tarzındaki bu değişim ifade alanlarına yansıdı.
Rock’n’roll’un politikaya ilgisiz tavrı, dansa, eğlenceye ve cinselliğe aşırı
düşkün duruşu -Beatnik’lerin etkisiyle- 1960 Rocker’larının muhalefet sözcülüğünü
10
Büyük Britanya kraliçesi Victoria’nın hükümdarlık dönemini belirten İngilizce kökenli kelime. 19.
yüzyılı ifade eden terim tutucu devri anlatır.
11
İngiliz istilası
12
Beatnik: Mevcut toplumun, kurulu düzeninin değerlerini, kurallarını reddeden, yerleşik anlayıştan
farklı tavır, tutum, kılık ve kıyafet içinde olan, egzotik felsefe yapmaya ve kendini ifade etmeye
müptela kişi olarak tanımlanabilir.
69
üstlenmesiyle son buldu. Böylece yepyeni bir dönemin kapısı açılarak, Amerikan
rüyasının geri dönüşüyle sonuçlandı.
2.6. ROCK’IN MİLİTAN POLİTİKAYI KEŞFİ
60’lı ve 70’li yıllar batı ve sömürge toplumları için bir dönüm noktasıydı. İki
büyük dünya savaşının yıkıcı etkileri, bunun ardından gelen Kore ve Vietnam savaşı
gibi olaylar Amerikan gençliğinde, kurulu düzene karşı büyük bir tepki oluşturmuştu.
Avrupa ülkelerinde de durum farklı değildi. Devlet ve dininin tüm kurumları ‘kurulu
düzenin’ bir parçası olarak görülüyordu. Bu dönemde batı gençliğinin önemli bir
bölümü ve bazı batılı entelektüeller yeni arayışlara girdiler. Varoluşçuluk ve
anarşizm gibi akımlar gençler arasında popüler olmaya devam ederken bir yandan da
gençler soğuk savaşın ülke içerisindeki anti-demokratik uygulamalarına karşı
çıkıyor, bütün dünyada ortaya çıkan devrimci kabarışa paralel olarak düzene kökten
bir eleştiri getirip; daha adil ve iyi bir dünya yaratabileceklerini düşünüyorlardı. Kimi
“çiçek çocuk” olmayı seçerek hippi hayatı yaşıyordu, kimi dünyanın sorunlarını
çözmek için kollarını sıvamıştı. Bu dönemde -her toplumda olduğu gibi- gençlik
hareketleri kendilerine belli bir parça ve slogan belirliyordu.
Amerika’da Vietnam savaşının uzun sürmesi, ABD için milyarlarca dolarlık
maddi yük, elli bin dolayında ölü ve insan kayıplarıyla beraber patlak veren
“Vietnam sendromu” zaman içerisinde tüm toplumu psiko-sosyal açıdan etkilemişti.
Vietnam savaşında yer alan askerler; Jefferson Airplane’in “white rabbit” adlı ironik
parçasını dinleyip kendilerinden geçerken, Vietnam savaşına karşı olan gençlik
hareketleri (hippiler, beatnick’ler v.b) ise Bob Dylan, Joan Baez, Janis Joplin, Jimi
Hendrix gibi müzisyenleri dinleyerek topluma tepkilerini gösteriyorlardı.
2.6.1. Psychedelic Rock ve Jefferson Airplane
Jefferson Airplane San Francisco'dan çıkan ve tüm dünyaca tanınan ilk
“Psychedelic Rock” gruplarından birisidir. Psychedelic Rock, “Blues Rock”,
Progressive Rock” ve “Heavy Metal” türleri arasında bir köprü oluşturur. Kökleri
daha çok batı müziğine dayansa da, melodilerinde Hint müziği gibi etnik tarzlardan
da tınılar taşır. Bu müzik türünün etkisiyle rock militan politikayı keşfetmiş ve
muhalefet üniversite kampüslerinin çok ötesine ulaşma fırsatı bulmuştur.
70
1967 yılında piyasaya çıkan, Jefferson Airplane’nin seslendirdiği
“White
Rabbit13” adlı parçanın sözleri, Lewis Carroll tarafından yazılmıştır.
Lewis
Carroll’un 1865 yılında yazmış olduğu; çoğu insan tarafından çocuk kitabı olarak
bilinen “Alice’s Adventures in Wonderland14” adlı kitabın konusuyla ilgili olup,
parça; dönemin sistemini, aile yapısını ve çeşitli söylemlerle uyutulan insanları
anlatmaktadır.
Kitap kimilerine göre Âlice adlı kızın paranoyalarına ve halüsinasyonlarına
dair hikâyeleri içerirken, kimilerine göre de bu hikâyeler mantar yiyen küçük bir
kızın sanrılarını ya da yazarın cinsel isteklerini (tercihlerini/fantezilerini)
anlatmaktadır. Oysa sözlerini Grace Slick’in yazmış olduğu “White Rabbit” adlı
parçada her şey farklıdır. Grace Slick bu parçayı var olan siyasi, askeri ve ailevi
sisteme tepki olarak yazmıştır. Vietnam savaşı ile çöküşe geçen ve çocuklarını
sisteme adapte etmeye çabalayan aileler; bir yandan çocuklarının bir takım zararlı
alışkanlıklara bulaşmamasını isterken bir yandan da çocukların zihinlerini çeşitli
masallarla uyutmaktadırlar. Bu yüzden Grace Slick küçüklüklerinden beri yalan
yanlış şeylerle ya da fantastik masallarla büyütülen bu çocukların, günün birinde
tavşan deliğinin nasıl bir şey olduğuna bakmak istediklerinde tepki görmemeleri
gerektiğini söyler. Şarkıda yer alan “tavşan, tırtıl, satranç tahtası, beyaz şövalye,
kırmızı kraliçe, fındıkfaresi, satranç tahtası üstündeki adam (beyaz at)” gibi
karakterler kitapta da yer alırken; bunların özelliklerine bakıldığında –tavşan
haricinde- tüm karakterlerin küçük bir çocuk için ne kadar sıra dışı olduklarını
görürüz. Bu karakterlerden “kırmızı kraliçe” ve satranç tahtasının siyah-beyaz
renkleri edebiyatta paradoksu; parçada ise toplum içerisindeki siyah-beyaz kargaşayı
ve Vietnam sendromunun etkilerini temsil etmiştir. Böylelikle bu masal ve şarkı
sözleri arasında müthiş bir bağlantı yakalamış oluyoruz. “Alice’s Adventures in
Wonderland” aslında bir sosyal-siyasî eleştiri metni olup; birçok okuyucu büyük bir
kısmı kraliyete, aristokrasiye, yönetime, hukuk sistemine yöneltilen bu eleştirilerin
hiçbirini fark etmezken, hiç değilse okuyucular Alice’in kitaptaki o muhteşem
çıkışından ilişkilendirmelidirler. Bilindiği gibi Alice hikayede, şımarık kırmızı
kraliçeye, pısırık krala, boynunun vurulması tehlikesine daha fazla dayanamayarak
13
14
Beyaz tavşan
Alis Harikalar Diyarında
71
“yeter artık! Aslında hepiniz bir deste iskambil kartından ibaret değil misiniz?”
deyiverdiğinde, saraydaki herkes birer karta dönüşür. Bu da aslında toplumdaki her
bireyin hatta ve hatta saraydaki kral/kraliçenin bile sistemin bir parçası olduğunu
okuyucuya göstermektedir. Parçaya dönülecek olursa bu masallarla uyutulma
durumunun yok olması ve biraz daha mantıklı düşünülmesi için bir miktar “magic
mushroom15”un gerektiği söylenir. Bunun etkilerini son satırdaki “feed your head16”
gibi keskin bir cümle ile hissederiz. Bilinç; ancak mantar ile kafalar beslenerek
mümkündür, çünkü insanları ve çocukları çeşitli masallarla uyutan mantar değil
toplum ve ailelerin ta kendisidir.Belki “Alice’s Adventures in Wonderland” dünyada
okunan en basit çocuk kitabı olarak görülebilir; belki adına da yapılmış “White
Rabbit” “Lucy in The Sky With Diamonds17” gibi parçalardan anlamlar
çıkarılamayabilir. Ama var olan psiko-sosyolojik gerçekleri değiştirmek, olanları
reddetmek ve bir tarihe önemsizmiş gibi bakmak mümkün değildir. Tarih yazılı
basından öğrenildiği gibi, müzikle ve onların lirikleriyle de kavranıp yorumlanabilir.
Bu nedenle 1960’lı yılların müziğinde Vietnam savaşı, sansürün aşırılıkları, siyasi ve
hukuki yolsuzluklar muhalefet hareketine yol açmıştır. Rock tarihinde hiç
görülmedik bir olay gerçekleşmiş, muhalefetin sözcülüğünü müzisyenler ve
şarkıcılar üstlenmiştir.
2.6.2. Folk Müzik ve Bob Dylan
Asıl adı Robert Zimmerman olan sanatçı, 24 Mayıs 1941’de Minnesota’daki
küçük maden kasabası Duluth’ta dünyaya gelmiştir. (Dister, 2009:77) Adını ilk kez
18 yaşında duyuran Bob Dylan, neredeyse yarım yüzyıldır kesintisiz icra ettiği
sanatıyla Amerikan ve dünya popüler müziğinin en temel figürlerinden biri olmuştur.
Besteci ve icracı olarak içinde yer aldığı başlıca müzik türleri “Folk, Rock,
Blues ve Country18”dir. Çok genç yaşta Little Richard’ın rock’n’roll’undan, Hank
Williams’ın country ve western’inden ve Woody Gurthrie’nin kişiliğinden etkilenen
Bob Dylan, dünyanın en çalkantılı dönemlerinden biri olan 1960 Amerika’sında baş
15
Sihirli mantar. Bir tür uyusturucu.
Besle Kafanı
17
The Beatles’ın “Lucy gökyüzünde elmaslarla beraber” adlı şarkısı
18
ABD'nin güneydoğusunda yaşayan beyazlara özgü müzik tarzıdır.
16
72
gösteren huzursuzluğu ve huzursuzluğa bağlı başkaldırı ruhunu şarkı sözlerine
aktaran ilk protest sanatçıdır.
Bob Dylan'ın ilk dönemlerindeki şarkı sözleri siyaset, sosyal eleştiri, felsefe ve
bin bir türlü edebi esinlenmeyi içerir. Bu sözlerde yerleşik müzik anlayışına bir
meydan okuma ve dönemin muhalif kültürüne birçok gönderme yapar. Müzik
tarzlarını geliştirip kendine mal etmekle birlikte, Dylan Amerikan şarkı geleneğine
de sadık kalmıştır. Folk ve country/blues şarkılarından ilahilere (gospel), rock and
roll ve rockabilly'den İngiliz, İskoç, İrlanda halk şarkılarına, hatta jazz ve swing
türlerine kadar tümünü kendi müziğinde harmanlayan Dylan, yarattığı yepyeni sanat
anlayışıyla isyan halindeki öğrencilerin sevgilisi olmuştur.
Bob Dylan, dünyada olup bitenlere duyarsız kalmayan ve bunları şarkı
sözlerine aktaran kişi olarak önceleri folk müziğe ev sahipliği yaptı. Folk müzik, II.
Dünya Savaşından sonra Amerika’da başlayan ve halk şarkılarının etkisiyle ortaya
çıkan müzik türüydü. Toplumun içinden gelen, insandan insana aktarılarak sürekliliği
bulunan, yüzyıllar boyunca toplumların kendi öz kültürleri ile bezenen, halk
tarafından kabul görerek yaşayan bir müzik türü olan Folk müzik, Dylan’la ete
kemiğe büründü. Dylan’ın anlatıldığı “No Direction Home - Bob Dylan” adli
belgeselde Dylan, folk müzik için şunları söylüyordu: “Folk müzik, bana hayat,
insan, kurum ve ideolojiler hakkında hep düşündüğüm şeyleri söyleme fırsatı
veriyordu. Böylece aklımdaki tüm düşünceler, folk müzikle, açığa çıkıyordu. Her
zaman dinlediğim folk müzik sanatçısı ama aynı zamanda “Aktüel Şarkı
Hareketi19”nin ilk halkası olarak adlandırılan Woody Guthrie’nin şarkılarında da
gerçek yaşama, gerçek insanlara ve gerçek olaylara dair sözler buluyordum.
Buradaki temel mantık, “gerçek olanlara dair bir şeyler yaz ama asla bundan para
kazanmayı bekleme”ydi bu anlayıştan fazlasıyla etkilenmiştim. Ayrıca folk müzik,
geleneksel şarkılardan ödünç aldığım ritimleri kendi yaşanmışlıklarımın temeliyle
buluşturabildiğim bir türdü.”
Dylan’ı diğer folk müzik sanatçılarından ayıran bir şey vardı. O, diğerlerinin
söylemek isteyip de söyleyemediklerini açıkça dile getirebiliyordu. Amerika’nın ardı
ardına girdiği savaşlarda haksızlığa uğrayan insanların, açlığa, sefalete terk edilen
19
Aktüel olaylardan beslenen ve eserlerinde bunları dile getiren sanatçıların bulunduğu akım.
73
çocukların sözcüsü olabiliyordu. Daha güzel bir dünya isteyen Amerikan gençliğinin
savaş karşıtı söylemlerine ve gösterilerine konserlerinde ev sahipliği yapıyordu.
Siyasi protestoların birbirini izlediği o dönemde Bob Dylan daha baştan kendini bir
asi olarak kabul ettirmişti. Kısaca o artık bir kuşağın sesi olmuştu.
ABD’nin 1965’te başlattığı ve 1973’e kadar devam ettirdiği Vietnam işgali
sırasında Dylan, kariyerinin ölümsüz eserlerini vermeye başlamıştı. Şarkı sözlerinin
protest öğeler taşıması nedeniyle şarkıları, savaş karşıtlığının birer sembolü olmuştu.
Sosyal adalet ve eşitlik savunucu olarak folk müziğin en önemli temsilcisi olan
Dylan, dünya barışı istemi ve muhalif öğelerle, yepyeni müzik türünün ortaya
çıkmasına da olanak sağlamıştı. “Protest müzik” olarak adlandırılan bu tür tüm
dünyada savaş karşıtlarının seslerini yükseltebileceği alan olarak adını tarihe
yazdırmıştı. Dünya müzik tarihinde “sosyal içerikli rock” müziğin ayak sesleri de
duyulmaya başlamıştı.
Dylan’ın 1964 yılında yaptığı şarkı “the times they are a-chamgin” savaş
karşıtı gösterilerde marş niteliği kazanacaktı. Müzik ilk defa bu kadar politik
söylemde kendisine yer edinmişti. Şarkının sözleri dönemde yaşanılan kaosu gözler
önüne sermeye yetiyordu.
“…gelin yazarlar, eleştirmenler, kalemleriyle bilgeselenler/ iyi açın gözlerinizi,
şans bir daha geri gelmeyecek/ acele etmeyin konuşmakta, çark hala dönmekte/ ve
kimse söylemiyor kimde topun duracağını/ şimdi kaybeden sonra elbette kazanacak/
çünkü zaman değişiyor. Gelin senatörler, kongre üyeleri/ kulak verin çağrıma/
durmayın yola, tıkamayın koridoru/ çünkü bugün incinen yarın koltukta olacak/
dışarıda bir savaş var ve kızışmakta/ yakında pencerelerinizi saracak ve duvarlarınız
titreyecek/ çünkü zaman değişiyor…”
Dylan, bir ulusun felaketleri üst üste yaşadığı bu dönemde, insanların
kenetlenmekte bu kadar aciz kalmasının sebebini anlamadığını söylerken, protest
müzik yapan rock sanatçılar ve onların destekçileri San Francisco’da gerçekleşecek
olan -Human Be in- protest aktivitelerinin ilki için kolları sıvamıştı. “Human be
in”de söz, şiir ve müzik iç içeydi. Özgürlüğün bilincine varıldığı yer olarak
nitelendirilebilecek San Francisco’da, dünya barışı için insanlar sokaklara
dökülmüştü.
74
Scott McKenzie'nin 'San Francisco' adlı şarkısıyla protest müzik geniş kitlelere
ulaştırılıyordu. Şarkının sözlerindeyse o dönemin enerjisini yansıtacak ve "Çiçek
Çocuklar" ismini tarihe yazdıracaklara yol gösterecekti: "San Francisco'ya gidiyorsan
saçına çiçek takmayı unutma..." Binlerce genç saçlarında çiçekler, yollarda insanlara
çiçekler dağıtarak San Francisco'ya doğru yollara düşmüştü.
Evet, çiçek çocuklar muhteşem bir idealle yola çıkmışlardı. Dünya barışı ile
birlik düşüncesini bir araya getirmiş, yaşamlarını bu düşünceleri doğrultusunda
değiştirmekle kalmamış, bunu dünyanın her yerine yayma kararını almışlardı. Çok
şeyi değiştirdi, binlerce insanı etkilediler. "Tohumları" teker teker sabırla ektiler her
karış toprağa. Belki görünürde baki olamadı, lakin örnek teşkil edecek mükemmel bir
değişim sergilediler bizler için. Onlar, insanın özüne inebilmek için kadim
uygarlıkların öğretilerini temel aldırlar, her şeyi terk ettiler. Zaman içerisinde kendi
içlerinde de değiştiler, farklı yansımaları oldu belki; ancak şu bir gerçek ki, muazzam
bir toplumsal dalgalanma yarattılar kısa süre içerisinde. Ve bu dalga, dünya
üzerindeki her insana ulaştı; hala daha etkileri yaşanmakta.
Onlar korkuyu reddetti, maddeyi reddetti, savaşı reddetti, toplumu reddetti;
onlar sevgiyi kabullendi, barışı kabullendi ve kâinatın düzenini kabullendiler.
Eksikleri var mıydı, elbette ki hayır! Evet, ebeveynlerimden hep şu sözleri
duyuyorum: "Onlar ellerindeki değerleri dejenere ettiler ve kendi hazları için boşa
kullandılar."; lakin her şey olması gerektiği gibi süregeldi ve bizlere yol açan
varlıklar olarak dünyanın tarihinde yer aldılar. Saf sevgiyi aşılayarak üzerlerine
düşeni en güzel şekilde yerine getirdiler.
Jimi Hendrix'in dediği gibi: "Sevginin gücü, gücün sevgisini alt ettiğinde
dünya barışı bilecektir." Şu anda etkin olan güçler, değişmeye ve yerlerini sevginin
gücüne bırakmaya mahkûmdurlar. Ne zaman ki her bir atomumuzda sevgiyi
titreştiririz, işte o vakit özgürlüğümüz mümkün kılınmış olur. Ve şu da aşikârdır ki,
ola gelen ve değişim potansiyeli olan her bir olgu sadece bizlerin elindedir; işte şu
anda dünya gezegenine doğan her bir varlığın idrak etmekte olduğu mutlak hakikat
de budur.
Değişim, düşünce ve inançla gelir ki 60'larda tohumları ekilen niyetler de bu
şekilde oluşmuştur. Şu an ortalama 20'li yaşlarında olan her varlığın hücresel
yapısına işlenmiş olan "çiçek çocuk" enerjisi ile aktifleşmeye başlayan bir dalga
75
mevcuttur ve bu dalga, 60'lar kuşağının düşlediği, bizlere miras bıraktığı saf sevgi
düşüncesini gerçek kılacak olan en büyük güçtür. Bu gücün etkinleşmesine mani
olacak tek şey, kişinin kendisi, yani korkularıdır; ancak Bertrand Russell'ın da dediği
gibi: "Korkuyu yenmek, bilgeliğin başlangıcıdır." Bilgelik ise, sevgiyi deneyimlemek
ve bir olmaktır. Protestçiler ölmedi, onlar sadece dinlenceye geçti ve dünyanın bu
değişim sürecine tanık olmak amacıyla bir adım geriden bizleri izlemeyi seçtiler. Şu
anda, burada değişimi yaratmak amacıyla dünyaya gelmeyi seçmiş milyonlarca
varlık var ve bu değişim artık kaçınılmazdır. Zaman, gerçek tanrıyı keşfetme
zamanıdır; yani özgürlüğümüzü yaşama ve sevgiyi özümseme zamanıdır.
Dylan, folk müziğe olan tutkusundan, 1965 yılında ikincisi düzenlenen
“Newport Folk Festivali”nde vazgeçecektir. Köktencilerin hiç hoşlanmayacağı bir
şey yaparak elinde bir elektrogitarla sahnede görünecek, folk müziği rock’n’roll ve
blues'la evlendirerek bir ilki gerçekleştirecektir. Bu süreçle birlikte Dylan, 60'lı
yılların toplumsal değişiminin müzikal simgesi olurken, dönemin gençliği tarafından
kabul görmemeye başlayacaktır. Sonuç olarak konsere gelen hayranlarının ağzından
şu sözler dökülecektir: “arkasındaki grubuyla ticari yönelim içine girmiş bir Bob
görmek bizleri hayal kırıklığına uğrattı” ya da “bir çeşit popüler zevke teslim olan
Dylan, kendini satmış, artık ruhunu hissedemiyorum20”
Dylan değiştirdiği müzik tarzıyla popüler müzik yapmaya başlasa da, şov
endüstrisinin bir parçası haline geldiği iddialarıyla albümleri satmasa da, müziğin
muhalif sözcülüğünün ilklerinde biri ve en çok ses getireni olarak bugünde politik
müzik yapanlara ilham kaynağı olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Çünkü Dylan’ın
başlattığı muhalefet sözcülüğünün müzikle yapılması geleneği, ilki 1969 yılında
yapılan “Woodstock Festivali”yle yepyeni bir anlam kazanacaktır. Joan Baez’in de
yer aldığı festival içeriğine ve yarattığı etkilere girmeden hemen önce Joan Baez’in
kim olduğu, folk müziğe nasıl etki ettiği ve protest şarkıcılar içerisindeki konumuna
genel göz atmakta fayda görüyorum.
2.6.3. Folk Müzik ve Joan Baez
20
“I’m Not There” adlı belgeselden alınmıştır.
76
ABD’li folk şarkıcısı ve şarkı yazarıdır. Farklı vokaliyle, aktivist tavrıyla ve
politik görüşüyle bilinen Baez, en çok yetmişlerdeki hit parçaları olan “Diamonds&
Rust “, "The Night They Drove Old Dixie Down", “We Shall Overcome”, “Sweet Sir
Galahad” ve “Joe Hill” ile tanınır. Ayrıca, Bob Dylan ile yaşadığı uzun birliktelik;
insan hakları, şiddet karşıtı, çevre konularında tükenmeyen aktivist hareketleri ile de
akıllarda yer etmiştir.
1958 yılında, henüz 17 yaşındayken annesi-babası ve iki kız kardeşi ile birlikte
Palo Alto'dan Boston'a taşınırlar. Kingston Üçlüsü'nün elemanı Tom Dooley ile
birlikte ülkeyi baştan aşağıya gezerek, tüm radyolarda boy gösterirler. Boston
Üniversitesi Drama Okulu'na henüz girmiş olan biri olarak, çevresini müzisyen ve
Amerikan Folk Müziği'ne tutku derecesinde ilgi duyan arkadaşlar sarmıştır.
Etkileyici bir soprano olan Joan'un sesinin doğal tınısı söylediği şarkılara güçlü ve
gergin/sinirli bir hava vermektedir. 1959 yılında henüz 18'indeyken, Birinci
“Newport Folk Festivali”nde sahne alır. Seçtiği şarkılar, kendi çapındakilere göre
farklı duygular taşımaktadır. İyi olduğu geleneksel şarkılarda, insanların içinde
bulunduğu durumları yansıtan bir tarzı vardır.21
Müziği adeta kendi aynası olur ve toplumsal tepkiler çerçevesinde daima
özgürlük, işçi hakları, ağır vergilere yönelik tepkiler ve insan hakları konusunda
kendini öne çıkarır. Karşı koyuş ve protestolarla geçen 1963, 1964, 1966 yıllarında
yoğunlaştırdığı hareketlerinden sonra 1968 kuşağı içerisinde de önemli yere sahip
olacaktır.
Baez, 1963’te Berkeley Üniversitesinin kampüsünde sansüre karşı çıkarak
konuşma özgürlüğünü savunan “Free Speech Movement22”a katılır. Bu eylem
üniversitelerde, Mayıs 1968’de doruk noktasına ulaşacak olan protesto dalgasının
başlangıcını belirleyecektir. (Dister, 2009:77)
Berkeley, 1960’lı yıllardaki öğrenci hareketlerinde ve Vietnam savaşı karşıtı
kampanyalarda aktif bir rol oynayan şehirdir. Bu nedenle ABD’de ilk büyük öğrenci
hareketine ev sahipliği yapmıştır. Berkeley’de başlayan gençlik hareketi, 1970′lerin
21
22
http://tr.wikipedia.org/wiki/Joan_Baez
Özgürce Konuş
77
ortalarına kadar ABD ve Batı Avrupa’daki üniversite işgalleri ve öğrenci
eylemleriyle sürüp gidecektir.
Kısaca Berkeley’de düzenlenen Free Speech Movement protesto yürüyüşleri
yavaş yavaş Amerika’nın dört bir köşesine yayıldı. San Francisco “çiçek çocuklar”la
devam eden süreç 1968 Woodstock’la son buldu. Joan Baez tüm bu etkinlikler
içersinde yerini alarak müziği özgürlük, işçi hakları ve barış yanlısı eylemlerle
birleştirdi.
Albümlerinin ruhuna uygun olarak, Güney Asya'daki saldırgan tutumun azalışa
geçmesi ile dikkatini Augusto Pinochet'in diktatörce baskısı altında inleyen Şili'ye
çevirdi. Böylece, bu insanlara ithaf olarak İspanyolca albümünü çıkardı. Bu
albümdeki "No Nos Moveran23" adlı şarkısı, İspanya'da Diktatör General Franco
tarafından 40 yıldan fazla süre ile yasaklandı ve tüm kopyaları toplatıldı. Diktatör
Franco'nun ölümünden 3 yıl sonra 1977 yılında ilk defa kendisi, Madrid'deki bir
televizyon programında bu şarkıyı söyledi.
1975 yılında kendi çaldığı "Diamonds & Rust" yeni albümünün ana şarkısı
olarak ortaya çıktı. Aynı albümde, Jackson Browne, Janis Ian, John Prine, Stevie
Wonder & Syreeta, Allman Brothers Band'dan Dickey Betts ve Bob Dylan gibi
çeşitli sanatçılardan şarkılar yer aldı.
Üç yıl sonra, Kuzey İrlanda'ya giderek, şiddetin son bulmasına çağrı olarak
düzenlenen organizasyonda İrlandalı Barışçılarla birlikte yürüdü. Nüklüer savaş
araçlarının dondurulmasına yönelik gösterilerde yer aldı. Ayrıca, eşcinsellerin
okullarda öğretmen olmasını açıkça yasaklayan 6'nci Kaliforniya Teklifi'nin geri
çekilmesi yararına düzenlenen konserine katıldı. İnsan hakları ve vatandaşlık hakları
konusundaki şahsi desteği nedeni ile, Amerikan Sivil Özgürlük Birliği'nin (American
Civil Liberties Union) Earl Warren Ödülü'nü aldı. Şahsen Humanitas International
İnsan Hakları Komitesi'ni kurdu ve 13 yıl boyunca da yöneticiliğinde kaldı. 1978 ve
1979 yıllarında, yılın en iyi kadın vocalisti dalında, San Francisco Bay Erea Music
Award (BAMMY) ödülünü aldı. Avrupa ve Amerika'da 80 yıllarda gerçekleştirdiği
seyahatlerinde ve konserleri sırasında kaydedilen videoları ve ses kayıtları
yayımlandı.
23
Biz sürülmeyeceğiz
78
1983 yılında, Bob Dylan'ın "Blowin' in the Wind" şarkısı ile ilk defa Grammy
Ödülleri sırasında bir performans sergiledi. 1985 yılı yazında, dünya çapındaki “Live
Aid” yardım konserlerinin ABD bacağının açılışından sonra, 1969'dan beri
yapılmayan “Newport Folk Festivali”nin yeniden canlandırılmasında yer aldı. 1986
yılında, Peter Gabriel, Sting gibi sanatçılara katılarak Amnesty Internatonal'ın
(Uluslararası Af Örgütü'nün) Umudun Komplosu (Conspiracy of Hope) Turu'nda yer
aldı. Onun etkilediği sanatçıların (Gabriel, U2, Dire Straits, Johnny Clegg ve
diğerleri) şarkılarının yer aldığı bir sonraki albümü de ayrıca bu turun etkisini
taşımaktaydı. Hemen sonra 1986 yılında, nasıl olduysa, ABD Başkanı Ronald
Reagan ve Sovyet Genel Sekreteri Mikhail Gorbachev'in tarihi buluşması zamanına
denk gelen tarihte, Halkların Zirvesi Konseri'nde şarkı söylemek üzere seçildi. 1989
Prag konseri sırasında şahsen Devlet Başkanı Vaclav Havel, kendi ülkelerindeki
Kadife Devrim'de Baez'in etkisinin olduğunu söylemişti.
1993 yılında verdiği Saraybosna Konseri ile savaş sonrası konser veren ilk
büyük sanatçı oldu. Saraybosna'da, savaşın yerinden ettiği göçmenlere hitab etmek
için bulunmaktaydı. Sayısız özgürlük ve insani yardım konserlerine ek olarak 1994
yılında San Francisco'daki, Milli Gey ve Lezbiyen Görev Gücü'ne (The National Gay
and Lesbian Task Force) para toplamak amacıyla düzenlenen Hak İçin Mücadele
Konseri'ne (Fight the Right) katıldı.
2001 yılında Vanguard Records Firması, belki de tek bir sanatçı için yapılan en
pahalı bir projeyi hayata geçirerek, 1960-1972 yılları arasındaki tüm uzunçalarlarını
içerecek bir CD serisini oluşturmaya başladı. İki yıl sonra ise, bu çalışmanın uzantısı
olarak, Universal Music Entrprises önceki seriden sonra 1976'ya değin çıkan
parçaları başka bir CD serisinde topladı. Bu serilerin ikisi de, ek hediyeleri ve tüm
geniş kapsamlı bilgileri de içerecek bir şekilde hazırlanmıştı.
24
Kısaca Baez tüm
hayatını müziğin politika üzerindeki etkisine ayırmıştır.
2.6.4. Woodstock
1968 yılı kolektif özgürlüğün tüm bireysel özgürlüklerin bir araya gelmesinden
çok daha önemli bir şey olduğunun anlaşıldığı yıldı. Çünkü 1968 yılı, özgürlüğün
bilincine varıldığı bir yıldı.
24
http://tr.wikipedia.org/wiki/Joan_Baez
79
1968 yılı yalnızca kurulu düzene başkaldırmakla kalmamış, aynı zamanda
kendisinden önceki sistem karşıtı hareketlere tepki olarak da gelişmişti. Bu tepki,
temelde, 68 hareketini önceleyen sistem karşıtı hareketler olan “sosyal demokrat”,
“komünist” ve “ulusal kurtuluşçu” hareketlerin sistem karşıtı özlerini yitirip, sisteme
uyum kazandıkları eleştirisine dayanıyordu. Buna göre, II. Dünya Savaşı sonrasında
çoğu Batı ülkesinde iktidarı ele geçiren sosyal demokrat partiler, refah devletinin
geliştirilmesi doğrultusunda kimi önemli reformlar sağlamakla beraber, kapitalist
sistemi köklü bir değişime uğratamamakla suçlanıyordu. Esas olarak, Doğu
Avrupa’dan Doğu ve Güneydoğu Asya’ya kadar geniş bir coğrafyadaki çevre ve
yarı-çevre ülkelerde iktidara gelen komünist partilerin de, bir yandan dünya devrimi
hedefi yerine dünya kapitalist sistemi ile eklemlenme yoluna gittiği, bir yandan da
kendi seçkinlerini ve bürokrasisini yaratarak eşitsizliğe ve baskıya dayalı bir sisteme
dönüştüğü düşünülüyordu. II. Dünya Savaşı sonrasında eski sömürge ve yarısömürge ülkelerde iktidara gelen ulusal kurtuluşçu hareketler ise, kapitalizm ve
emperyalizmle ilişkileri tasfiye etmek yerine, bir tür ulusal burjuva devlet
kuruculuğu rolüne soyunmaları ve sömürü sisteminin sürdürücüsü olmaları
gerekçesiyle eleştiriliyordu. Dolayısı ile sosyal demokrat, komünist ve ulusal
kurtuluşçu sistem karşıtı hareketlerin 1945 sonrasında iktidara gelişi, başlangıçta
güçlü bir halk desteği ile birtakım önemli reformların gerçekleştirilmesine olanak
verdiyse de, zamanla toplumsal eşitlik, siyasal özgürlük ve uluslararası dayanışma
alanlarında derin bir düş kırıklığına yol açmıştı. (Samir-Arrighi, 1993) Bu düş
kırıklığı, özellikle işçi hareketinden kaynaklanıyor, yeni solun Herbert Marcuse gibi
fikri liderleri işçi hareketinin sistemle bütünleşmesi nedeniyle, artık sisteme yönelik
tehdidin fabrikalardan değil üniversite kampüslerinden ve gettolardan geldiğini,
radikal muhalefetin öncülüğünü de öğrenciler, siyahlar, Üçüncü Dünyalı yabancılar
gibi grupların üstlendiğini belirtiyordu. (Marcuse, 1991:10-11) 68 hareketi, önceki
hareketlerin sistemle barışmalarına ve başta ortaya koydukları hedeflerden
uzaklaşmalarına tepki olarak gündeme gelmişti. Bu anlamıyla, 68 hareketi, sistem
karşıtı hareketlerin tarihinde bir kopuşu ifade etmekteydi. 1848 Devrimi ile birlikte
başlayan ve devlet iktidarını ele geçirmek ve yeni bir toplumsal sistemi bu fetihle
inşa etmek biçiminde özetlenebilecek olan stratejik yaklaşım, oldukça uzun süre
sosyal demokrat, komünist ve ulusal kurtuluşçu hareketlere rengini vermişti. 1968
80
hareketi bu stratejinin başarısızlığını ilan ediyor ve iktidarı hedefleyen anlayışı
reddederek, temel vurgusunu tüm iktidar ve hiyerarşi içeren yapılanmalardan
özgürleşmek üzerine yapıyordu. (Marcuse, 1991:42)
1960’lı ve giderek 70’li yıllar, dünyanın her tarafında yeni tür sistem karşıtı
hareketlerin ortaya çıkışına tanık olmuştur. ’68 hareketi ile birlikte insan hakları
savunucuları, ırkçılık karşıtları, kadın, çevre ve öğrenci hareketleri, savaş ve nükleer
enerji karşıtları, altkültür ve etnik grup hareketleri gibi alternatif grupların hareketleri
farklı toplumsal taleplerin çeşitli şekillerde gündeme gelmesini sağlıyorlardı.
(Wallerstein-Arrighi-Giovanni,
1995:10-53)
Mevcut
siyasal
ve
sendikal
örgütlenmelerin düzene entegre olduklarını ve kendi içlerinde hiyerarşik örgütsel
yapılar oluşturup bürokratikleştiklerini ileri süren bu hareketler, toplumsal
muhalefetin kendisine bulduğu yeni mecra olarak görülüyordu. Bunların her biri,
farklı bölgelerde farklı ekonomik, politik ve toplumsal süreçlerin sonucunda ortaya
çıkmaktaydılar. Bu nedenle fazla ortak yanları yoktu. Tek ortak özellikleri iktidarın
fethine yönelik stratejinin reddiydi. Genel olarak tek bir soruna odaklanmaları ve
genel bir dünya görüşü oluşturmaktaki isteksizlikleri önemli bir özellikleriydi.
Ayrıca, STK’lar biçiminde örgütlemişlerdi ve hiyerarşik olmayan yeni örgütsel
formlar bulma arayışındaydılar. (Belge, 1997:23-38) Özgürlük vurgusunun temel
eksen olduğu yeni bir stratejiye yönelmişlerdi. Ancak, bu strateji, başkalarına göre,
aslında bir strateji yokluğu anlamına gelmekteydi. Bu nedenle 1968 hareketi, tıpkı
1848 devrimi gibi, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Nitekim ’68 hareketi, toplumsal
dönüşümü gerçekleştirmeyi başaramamakla suçladığı eski sistem karşıtı hareketler
kadar bile etkili olamamıştı. Farklı grupların birbirinden farklı taleplerini ve sistem
karşıtlıklarını, “gökkuşağı koalisyonu” formülasyonu içinde birleştirerek sokağa
çıkarmayı başarmış olsa da bu talepler doğrultusunda bir dönüşüm ya da kazanım
gerçekleştiremediğinden bir “protesto hareketi” olmanın ötesine geçememişti.
(Wood, 1992)
1968 hareketinin içerisinde Rock’n’roll’da büyük bir kültürel ve politik
hareketin merkezinde yer aldı. Yorumcular birer lider konumunda sahnede şarkılarını
söylerken, dev festivallerde yüceltilen soylu düşüncelerin iletilmesine, ideolojilerden
çok rock müzik aracılık ediyordu. Woodstock’da 1969 yılına damgasını vuran
81
festivallerden biriydi. Woodsttocktan sonra birbirini izleyen festivaller zinciri ise,
şov endüstrisinin ilgisi çekecek ve müzik hızla politik söylemlerinden uzaklaşacaktı.
82
SONUÇ
Müzik duyguların dilidir. Kabuk değil özüdür. Müzik, duygunun kendisinde
saklıdır. Melodi, ses ve ritim birleşerek, duygu durumuna kapı aralamaktadır. Müzik
insan ruhunda etkilidir. Geçmişten günümüze insanlıkta müziğin bu gücünün farkına
varmış olacak ki bunu çok çeşitli alanlarda kullanmış. Müziğin sanatsal yanından
başka bir güç ve etkileme aracı olduğu fikri propaganda ve protestoların doğuşuna
sebep olmuştur. Propaganda ve protestolarla insan kitleleri ikna edilmeye
çalışılmıştır.
Hayatımız ikna hedefli mesajlarla doludur. Politik, duygusal, ekonomik vs.
özellikleri olan bu mesajların hangileri propaganda kapsamına girmektedir? İkna
edici her mesaj propaganda mıdır?
Yunan filozof Plato, müziğin duyguları sadece geçici olarak etkilemediğini,
karakter üzerinde kalıcı etkisi olduğunu savunmuştur. Müzik ve sanat tamamen
profesyonel askerlerin eğitiminden yola çıkılarak ele alınmış ve müziğin karakter,
moral ve estetik değerlendirme eğitiminde nasıl uygulanması gerektiği tartışılmıştır.
Plato’ya göre “Makam ve melodik özellikleri sayesinde müzik, sert askerlerin
yetiştirilmesinde eğitim amaçlı kullanılmalıdır. Silahsız vatandaşlara vahşice
davranmayacak kadar kültürlü ve deneyimli; şehrin düşmanlarıyla savaşamayacak
kadar tatlı yemek ve müzikle yumuşamamış askerler” (Plato, 1971:70). Plato’nun
bakış açısı, müziğin karakteri olumlu ve olumsuz olarak etkileyen bir güç olduğu
yönündedir. Plato, müziğin askerler üzerindeki olumsuz etkileriyle mücadele etmek
için katı bir sansür uygulanmasını önermiştir.
Bu sansürle bağlantılı olarak, Plato genç beyinlerin eğitiminde cesur insan
karakterine uygun olan Dorian ve Phrygian25 modlarının dışındaki modların
kullanımını yasaklamıştır.
Plato müziğin gücü konusunda o kadar ciddidir ki, şehri müsrifliklerden ve
pisliklerden korumak için yaptığı tavsiyeler arasında “ ritim önerileri “ de vardır. O,
ritim ve armoninin insanın kalbinde çok derinlere nüfuz ederek çok kuvvetli bir
25
Phrgian: Porte üzerinde değiştirici işaret almadan r notasından başlayıp tekrar r notasında biten dizi
Dorian : Porte üzerinde değiştirici işaret almadan mi’den başlayıp mi’de biten dizi.
83
şekilde insanı ele geçirdiğini, müzikle insanların iyi ve kötüyü ayırt ettiklerini söyler
(Plato 1971:95).
Plato, müziğin negatif gücünden etkilenmemek için müzikal yeniliklerden
kaçınılması gerektiğini savunmuştur. Bunu gerçekleştirmek için müziğin sadece
devlet kontrolünde yapılarak yasalara saygılı vatandaşları pozitif yönde etkilemesi
hedeflenmiştir (Scott 1969:39). Yasalar II Kitabında Mısır’ı, müzisyenleri “Müzik
modelleri üzerinde yenilik yapmalarını ya da geleneksel standartların dışında bir
şekilde eğlendirmeyi” yasakladıkları için övmektedir ve yasak hem sanat hem de
müzik için, her branşta sürmektedir (Plato,1971:33-34).
O günkü kanunlar bize müziğin davranışlar üzerindeki etkisinin kanunlar kadar
etkili olduğunu, dolayısıyla müziğin hukukun bir parçası olduğunu göstermektedir.
Müziğin keyif veren yönünü çok az düşünüp, moral fonksiyonunu övgüyle
vurgulayan Plato, müziğe sınırlama getirilmesi konusunda görüşlerinde yalnız
değildir. Diğer yunan filozoflarından Aristo ve Konfüçyus’da Plato ile aynı görüşleri
savunmaktadır.
Aristo müziği; eğitime destek sağlayan, boş zamanı faydalı hale getiren çok
yönlü bir güç olarak görür. Müziği eğitimin temel taşlarından biri olarak
değerlendirmiştir. Duyguları, belirgin olarak ifade hususunda hiçbir şeyi ritim ve
şarkı söyleme kadar kuvvetli bulmadığından müziğin mutlaka çocukların eğitiminde
kullanılması gerektiğini savunmuştur (Yönetken, 1952:1)
Plato gibi o da, müziğin olumlu ve olumsuz etkilere sahip olduğunu
düşündüğünden modların sansürüne inanır. Plato’yu da “Phrygian modunu”
savunduğu için eleştirmiştir. O, “Dorian modunun” ruh hali üzerinde daha etkili
olduğunu iddia eder (Mountford&Winnington-Ingram 1984:67).
Ona göre müzik ister sadece bir çalgı ile yapılsın, ister yanı sıra şarkı
söylensin, en hoş ve en zevkli şeylerden biridir. Öyle ki, çocuklara öğretilmesi
gerektiği yalnızca bu olgudan çıkartılabilir. Dinlenilen müziğin insanlarda sahiden
duygusal bir değişiklik yaratması, bunun bir belirtisidir.
Müziğin gücüne olan inanış büyük Çinli filozof Konfüçyus’un yazılarında da
görülmektedir.
Bütün Çinli filozoflar müziği eğitim ve tedavi gücüne sahip olarak
görmüşlerdir. Liderlik, toplumun ruh hali ve moral, müzikle ilişkilendirilmiş ve onun
84
insan üzerindeki etkilerini değerlendirmişlerdir. En büyük Çinli filozoflardan olan
Konfüçyüs, müziğin içerisinde onu hayatın en önemli şeylerinden biri yapan ve iyi
ile kötü güç verme potansiyeli olan gizli bir anlam olduğunu savunur. Yazılarında,
müziğin kolektif düşünceyi etkileyebileceğini dolayısıyla insanın, müziğin negatif ve
pozitif etkileri konusunda uyarılması gerektiğini belirtmiştir. O, insanların
şamanların ve büyücülerin dans ve müziklerinde bulunan müziğin kötü etkisini değil,
duyguları saflaştırıp harmonize eden etkisini hissetmelerini istemiştir. Kendisi Shao
şarkısını dinledikten sonra çok olumsuz etkilendiğini ve 3 ay yemeğin tadını bile
alamadığını belirtmiştir (Tame, 1988:17).
Birçok Çinli filozof müziğin devlet ve vatandaşlara faydasını kanıtlamak için
müzik üzerinde araştırma yapmaya yönlendirilmişlerdir. Filozofların yazılarının çoğu
hükümdarların düşüncelerini açıkça etkilemiş ve Konfüçyüs tarafından bulunan
Konfüçyizm 2000 yıl boyunca Çinlilerin yaşadığı hayatı temsil etmiştir. Kısacası
müzik Çin kültürü’nde hayati bir rol oynamıştır (Perris, 1985:126)
Görüldüğü gibi siyasal erk tarafından bugün propaganda amaçlı kullanılan
müziğin, bu kullanıma açık olduğu yunan filozofları tarafından eski zamanlarda
tespit edilmiştir. Sanatsal amaç dışında siyasal erk tarafından kullanılan müzik,
sonraları ayrımcılığa, savaşa, sisteme karşı duran insanlar tarafından da kullanılmaya
başlanarak protesto müziklerin doğmasına sebep oldu.
Protesto müziklerin en büyük ivmeleri yukarıda da bahsettiğim gibi 1960’lı
yıllara tekabül eder. Başta Amerika olmak üzere birçok ülkede bu müzik türünün
etkileri hızla yayıldı. Bu yayılım müzik endüstrisinin de ilgisini çekecek sanatın
kapitalist ekonomi de bir araç olarak kullanımının gelişmesini sağladı.
Kısaca müzik, dünden bugüne hep hayatımızın içindeydi. Kimi zaman bireyi
rahatlattı kimi zamanda kamusal alanda bireylerin seslerini iktidarlara duyurmasına
olanak sağladı. Müzik yaşanan ana tanıklık etti, kelimeleri, tınıları ve ritimleriyle
topluma karşı toplumsal bir itirazda bulundu. Ortaçağ sürecinde “Gotik”, Rönesans
döneminde
“Hümanizm”,
Aydınlama
çağında
“Klasisizm”,
19.
yüzyılda
“Romantizm” ve 20. yüzyılda “Yeni Müzik” gibi isimlendirmelerle yeniden
şekillendi.
19. yüzyıl ortalarına kadar sanatçının bir yandan toplumu eleştirebileceği
belirtilirken, bir yandan da gündelik toplumsal sorunlarla ilgilenmemesi gerektiğini
85
savunulmuştu. Bu süreçte sanatçılar, otoritelere giderek daha fazla karşı çıkmaya
başladılar. Tutucu burjuva zevklerinin önemli rol oynadığı ticari sanat piyasasına
karşı tepkiler gösterdiler. Romantizm akımıyla birlikte sanatçı, Akademilerin
otoritesinden, toplum yararından, kamuoyu, düzen ve uyumun ağırlığından kurtulma
sürecini yaşamaya başladı.
Romantizm, insanın mantıkla kusursuzlaşacağına ilişkin anlayışı reddetti.
Aydınlanmayı öznel’in önemini kabullenmede gösterdiği başarısızlık nedeniyle
eleştirdi. Yaşam denetiminin bütün bu yönlerini içine aldı ve genellikle içinde
insanın kendini hem geçiciliği hem de gerçek manevi özelliğiyle tanıdığı doğanın
sonsuzluk karşısında yüceltmeye büyük önem verdi. (Little, 2004: 72) Doğa
duygusuna metafizik bir anlam kattı. Kimilerine bir renk zevki aşıladı, öznelliği,
melankoliyi, kaygıyı doruk noktasına çıkardı; akıldışı olanı savundu, gotik
hayranlığını kamçıladı; doğuculuğu yüceltti; şövalye romanları, İskandinav sagaları
ve Ossian'ın düzmece şarkılarında kendine konular aradı. Aslına bakılırsa
romantizmin kaçıp kurtulmak istediği şey, klasik kurallar zincirinden çok, burjuva
mülkiyetine ve kapitalist işbölümüne dayalı sahte özgürlüktü. Yırtıcı koşullar içinde
anamalcı düzenin bencilleştirdiği, birbirine yabancılaştırdığı bireyler, katmanlar
arasındaki çelişkiler, çatışmalar keskinleşmişti. Toplumsal bir tedirginlik hâkimdi.
Romantizm bu ortama, bu bölünmeye bir başkaldırı olsa da yaşanılanların,
gözlemlenilenlerin nedenselliğini çıkarsamaktan uzaktı. Bozukluk, çarpıklı, insanın
tükenmişliği gözlemleniyor, ancak bunlara yol açan nedenler düşünülmüyordu. Bir
bakıma romantik kuşak, yitirilmiş düşlerin içinde düş kırıklığı okuluydu.
20. yüzyılın yenilikçi ve çoğullukçu özelliği, geleneksel duyuş ve
düşüncelerden kopmuş olması bu dönemin çok sayıda akıma ev sahipliği yaptığının
göstergesidir. 20. yüzyıl “Yeni Müzik” olarak adlandırılırken, I. Dünya savaşının
bittiği zamanlara denk gelir. Yeni müziğin başlıca özelliği uyumsuz seslerin bir arada
kullanılmasıdır. Gerçeğin çirkin tarafının yansıtılması da bir başka özellik olarak
sıralanabilir.
Çirkinlik, yaşamın, doğanın gerçek bir parçasıdır. Müziğin amacı çirkin olanı
yaratmak olamaz. Ancak müzik, çirkin olanı anlatmaktan da geri kalamaz.
(Say;1994:469) Nietzsche şöyle der: “sanatın ilk ve en önde gelen görevi hayatı
güzelleştirmektir… Bu yüzden bütün çirkinlikleri gizlemeli ya da dönüştürmelidir.
86
Bu güzelleştirme, gizleme ve dönüştürme güçlerinin fazlasına sahip olduğunun
bilincindeki bir kişi sonunda kendisini bu fazlalığın yükünden sanat eserleri yoluyla
kurtarmaya çalışacaktır. Bu durum, belli koşullarla, bütün bir ulus için de geçerlidir.
Günümüzde genellikle sanatın yanlış ucundan işe başlıyoruz. Onu kuyruğundan
yakalayıp, sanat eserlerinin sanatın tümünü içerdiği ve bu eserlerle hayatın düzeltilip
dönüştürülebileceği nakaratını tekrarlıyoruz… Ne kadar bön insanlarız!” Ne var ki
artık Nietzsche’yi aştık –ya da daha doğrusu- geriye dönüp onun ötesinde ki
Goethe’ye vardık: Sanat artık bizim için “güzelleştirmek” ve “çirkinliği gizlemek ya
da dönüştürmek” değildir; sanat hayat getirmelidir, hayatın içinden hayatı
üretmelidir, insana en yakışan iş ve eylem olarak hayatın işlevini yerine getirmelidir.
(Batur, 1997: 228-229)
Eskiden yeryüzünde görülebilen, görmekten hoşlanılan ya da hoşlanılabilecek
şeyler yüksek sesle dile getirilirken, bugün, görülürün göreliliği açık bir şekilde ifade
edilebilmiştir. Artık müzik görülür olanı yeniden üretmemekte, ritimle sahne
şovunda görünür kılmaktadır. Tıpkı dünyanın evrenin bir sembolü olması gibi, müzik
de bir semboldür. Görülen, günümüzde üretilen nesnelerin kaçınılmaz süsü, sistemin
rasyonelliğinin genel açıklaması olarak ve sayıları giderek artan imaj-nesneleri
doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi sektör olarak güncel toplumun esas
üretimidir. Bu nedenle görünen, aldatılmış bakışın ve yanlış bilincin yeridir ve
gerçekleştirilmiş ayrılığın resmi dilinden başka bir şey değildir.
Sonuç olarak müzik siyasal erk tarafından kullanıldığı gibi, siyasal erke kafa
tutan insanlar tarafından da kullanıldı. Sonrasında ekonomik çıkar sağlamayı
hedefleyen endüstriler tarafından da çıkara hizmet etmesi için yeniden yapılandırıldı.
Geriye ise sanat, sanat için mi, yoksa sanat, toplum için mi gibi klişe soru kümesini
tartışan insanlar kaldı.
87
KAYNAKÇA
1. Ak, Şahin Ahmet (1997) Avrupa ve Türk İslâm Medeniyetinde Müzikle
Tedavi, Tarihi Gelişimi ve Uygulamaları. Konya
2. Akad, Mehmet Tanju (2005) Müzik ve Savaş. National Geographic Türkiye.
Haziran
3. Altınölçek, Haşmet (2001) Bir İletişim Aracı Olan Müziğin İnsan Üzerindeki
Etkileri Bildiri, III. Uluslararası Müzikoloji Sempozyumu. İ.T.Ü. Sosyal
Tesisler. Maçka Kampusu. İstanbul
4. Asna, Alâeddin (1997) Halkla İlişkiler. İstanbul: Sabah
5. Attali, Jacques (2005) Gürültüden Müziğe: Müziğin Ekonomi-Politiği
Üzerine. çev:Gülüş Gülcügil Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
6. Aziz, Aysel, (2003) Siyasal İletişim. Ankara: Nobel Yayınevi
7. Aydın, Mustafa (2002) Siyasetin Sosyolojisi. İstanbul: Pınar Yayınları,
8. Batur, Enis (1997) Modernizmin Serüveni. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
9. Baysal, Ayşe C (1981) Sosyal ve Örgütsel Psikolojide Tutumlar. İstanbul:
İ.Ü.İ.F. Yayınları
10. Bektaş, Arsev (2002) Siyasal Propaganda Tarihsel Evrimi ve Demokratik
Toplumdaki Uygulamaları. İstanbul: Bağlam yayınları,
11. Bergerot, Frank (2004) Tarih Boyunca Caz. çev: İsmail Yerguz, Ankara: Dost
Kitapevi Yayınları
12. Berkes, Niyazi (1942) Propaganda Nedir? Ankara: Recep Ulusoylu
Basımevi,
13. Belge, Murat (1997) Sivil Toplum Örgütleri. Der. Taciser Ulaş. Merhaba
Sivil Toplum. İstanbul: Helsinki Yurttaşlar Derneği Yayını içinde
14. Bican,Can (1997) İnternet’e Giriş. http://www.metu.edu.tr
15. Brown, J.A.C (1974) BeyinYıkama. çev: Behzat Tanç. 2.Baskı. İstanbul:
Boğaziçi Yayınları
16. Bröckling, Ulrich (2001) Disiplin (Askeri İtaatin Sosyolojisi ve Tarihi) çev:
Veysel Atayaman. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
17. Choamsky, Noam (Mart-Nisan 1994) Medya Denetimi akt: Ekrem Özkaya,
Umran Aylık Araştırma ve Kültür Dergisi
88
18. Cowell, Henry Music As Propaganda (Sep,1948 Pp9-11) Bulletin Of
American Musicological Society. No.11/12/13.
19. Debord, Guy (2006) Gösteri Toplumu. çev:Ayşen Ekmekçi-Okşan Taşkent.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları,
20. Demirkent, Nezih (1982) Sayfa Sayfa Gazetecilik. İstanbul: Altın Kitaplar,
21. Dister, Alain (2009) Rock Çağı, Çev: Renan Akman. İstanbul: Yapı Kredi
Kültür Sanat Yayınları
22. Domenach, Jean-Marie (2003) Politika ve Propaganda. çev: Tahsin Yücel,
İstanbul: Varlık Yayınları,
23. Ellen, Wood Meiksins (1992) Sınıftan Kaçış: Yeni Hakiki Sosyalizm. Çev:
Şükrü Alpagut. İstanbul: Akış Yayıncılık,
24. Ergin, Muharrem (1986) Türk Dilbilgisi. İstanbul: Boğaziçi yayınları,
25. Ertem, Sadri (1941) Propaganda. İstanbul: Vakit Basımevi,
26. Ewen, David (1977) All the Years of American Popular Music
27. Fichter, Joseph (1990) Sosyoloji Nedir? çev: Nilgün Çelebi, Konya: Selçuk
Üniversitesi Yayınları,
28. Fordham, John (1998) Caz Tarihi. çev: Sadettin Davran. İstanbul: Akbank
Yayınları
29. Gürün, Kamuran (1986) Savaşan Dünya ve Türkiye (Savaş 1939-1945)
İstanbul: Bilgi Yayınları
30. Güvenç, Rahmi Oruç (1993) Türk Musikisi Tarihi ve Türk Tedavi Musikisi.
İstanbul: Metinler Matbaası,
31. Herzhaft, Gerard (2005) Blues. çev: İsmail Yerguz. Ankara: Dost Kitapevi
Yayınları
32. Hitchcock, H, (1986) Wiley and Sadie
Eds. New Grove Dictionary of
American Music, London, England: Macmillan Press
33. Hitler, Adolf (2002) Kavgam. çev: Refik Özdek. İstanbul: Yağmur Yayınları
34. Hobsbawn, Eric (2008) Devrim Çağı. çev:Bahadır Şener. Ankara: Dost
kitapevi Yayınları,
35. Hubbard, W. L, (1910) The American History and Encyclopedia of Music,
Irving Square, New York
36. İnceoğlu, Metin (1993) Tutum, Algı, İletişim. Ankara: Verso Yayıncılık
89
37. Jasper, James (2002) Ahlaki Protesto Sanatı. çev:Senem Ömer. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
38. Kafaoğlu, Arslan, Başer (2003) Ekonomik Bunalım: Türkiye,ABD,AB ve
Japonya. İstanbul: Kaynak Yayınları
39. Kalender, Ahmet (2000) Siyasal İletişim Seçme ve İkna Stratejileri. Konya:
Çizgi Kitabevi,
40. Kaplan, Yaşar (1994) Siyaset Bilinci. İstanbul: Denge Yayınları
41. Kapani, Münci (1989) Politika Bilimine Giriş. İstanbul: Bilgi Yayınevi
42. Karal, Enver Ziya (1983) Osmanlı Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları
43. Kaygusuz, Mehmet (2004) Müzik Tarihi. Ankara: Sanat yayınları
44. Kazancı, Metin (1982) Halkla İlişkiler Ankara: Savaş Yayınları,
45. Keskin, Fatih (1997) II. Dünya Savaşında Türkiye’de Alman Propagandası.
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: AÜSBE
46. Lukes, Steven (2002) İktidar ve Otorite. çev: Mete Tuncay-Aydın Uğur,
Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi içinde. Ankara: Ayraç Yayınları
47. Malso, Lucien- Bellest, Christian (2005) Caz çev: Esra Okutan. Ankara: ,
Dost Kitapevi Yayınları
48. Marcuse, Herbert (1991) Karşıdevrim ve Başkaldırı. çev: G. Koca-V. Ersoy.
İstanbul: Ara Yayınları
49. Mehter
Tarihi,
http://www.mehter.biz/anasayfalar/Turkce/tarih/tarih.htm
(Erişim Tarihi: 06.05.2013)
50. Mills, Wright (1974) İktidar Seçkinleri. çev: Ünsal Oskay. Ankara: Bilgi
Yayınları,
51. Müzik Ansiklopedisi (1985) Sanem Matbaası, Ankara
52. Nelson, L.Stephen (1996) Alan Kılavuzu Windows 95 ile İnternet Hızlı
Kolay Yanıtlar. çev: Evren Bilici. Ankara: Arkadaş Yayınları
53. Norman, Barbara (2003) Music on the Home Front; Canadian Sheet Music of
the First World War, Library and Archives Canada, Music Division
54. Oakley, Giles (2004) Blues Tarihi Çev: Aydemir Özügül. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları
55. Oktay, Mahmut (2000) Davranış Bilimlerine Giriş İstanbul: Der Yayınevi
90
56. Oktay, Ahmet (1987) Toplumsal Değişme ve Basın. İstanbul: Bilim Felsefe
Sanat Yayınları
57. Orrick, James B (1967) H.İ. Ders Notları, Çev: Oğuz ONARAN, Ankara:
AÜSBF BYYO Yayınları
58. Oskay, Ünsal (1993) Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri İstanbul: Der
Yayınları
59. Özerkan, Şengül İnceoğlu Yasemin (1997) İletişimde Etkileme Süreci
İstanbul: Pan Yayınları
60. Kaleli, Abidin Dursun(1995) Siyasetin Temel Unsurları. Ankara: Huzur
Yayınları
61. Özgüven, Ali (2001) İktisadi Krizler. Yeni Türkiye, Sayı:41, Ekonomik Kriz
Özel Sayısı 1
62. Özsoy, Osman (1998) Geçmişten Günümüze Yöntem ve Uygulamalarıyla
Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma İstanbul: Alfa Yayınları
63. Özgür Ülkü-Aydoğan, Salih (2002) Müziksel İşitme ve Okuma, Sözkesen
Matbaası, Ankara
64. Özkan, Abdullah (2004a) Siyasal İletişim - Partiler, Seçimler, Stratejiler.
İstanbul: Nesil Yayınları,
65. Özkök, Ertuğrul (1985) İletişim Kuramları Açısından Kitlelerin Çözülmesi,
Ankara: Tan Yayınları
66. Pamir, Leyla (1969) Müzikte Geniş Soluklar. İstanbul: Ada Yayınları
67. Parlor Songs ; http://parlorsongs.com/issues/2000-11/2000-11.asp (Erişim
Tarihi: 02.02.2011)
68. Perin, Cevdet (1961) Siyasi Propaganda. İstanbul: Remzi Kitapevi
69. Perris, Arnold (1985) Music As Propaganda, Publisher: Westport, Conn:
Greenwood
70. Platon (1971) Devlet çev: Sebahattin Eyüboğlu - M. Ali Cimgöz, İstanbul:
Remzi Kitabevi
71. Samir, Amin-Giovanni, Arrighi-Andre Gunde (1993) Büyük Kargaşa: Yeni
Toplumsal Hareketlerin Krizi. Çev: Erden Akbulut. İstanbul
72. SAY, Ahmet (1994) Müzik Tarihi. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları
91
73. Severin, Werner, J, Tankart, James W (1994) İletişim Kuramları, çev. Ali
Atıf Bir, N.Serdar Sever. Eskişehir: Anadolu Üniv. Yayınları
74. Sözen, Mustafa (2003) Sinemada Ses Kullanımı. Ankara: Detay yayınları
75. Tame, David (1988) The Secret Power of Music. New York Destiny Books
76. Tan, Hasan (1989) Psikolojik Yardım İlişkileri, Ankara, 1989
77. Tezcan, Mahmut; Sosyolojiye Giriş, T.D.F.O. Ankara: MEB Yayınları
78. Tolan, Barlas (1985) Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Gazi Üniversitesi
Yayını
79. Turino, Thomas (2003) Nationalism and Latin American Music: Selected
Case Studies and Theoretical Considerations, Latin American Music Review
80. Tümata, Müzikle Tedavi ve İnsanlığın Yüksek Değerleri Semineri,
http://www.tumata.com/muzikletedavi (Erişim Tarihi: 05.05.2011)
81. Türkoğlu, Nurçay (2004) İletişim Bilimlerinden Kültürel Çalışmalara.
İstanbul: Babil Yayınları
82. Uçan, Ali (1984) İnsan ve Müzik - İnsan ve Sanat Eğitimi. Ankara: Müzik
Ans. Yayınları
83. Vamık, D Volkan (1993) Politik Psikoloji. Ankara:A.Ü. Rektörlüğü
Yayınları,
84. Wallerstein, Immanuel-Arrighi, Giovanni- Terence K.Hopkins (1995) Sistem
Karşıtı Hareketlerin Tarihi ve İkilemleri. İstanbul: Metis Yayınları
85. Watkings, Glenn (2003) Proof Through the Night: Music and the Great War,
Berkley, CA: University of California Pres
86. Williams, Daryle (2001) Culture Wars in Brazil; The First Vargas Regime,
1930-45 Durham, NC: Duke University Press
87. Yıldız, Nuran (2002) Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi, Liderler, İmajlar.
Ankara: Phoenix yayınları
88. Ziyaoğlu, Rakım (1963) Propaganda ve San’atı. İstanbul: Halk Basımevi
89. http://tr.wikipedia.org/wiki/Joan_Baez (Erişim Tarihi: 06.05.2012)
90. http://indigodergisi.com/arsiv/buse_01_27.htm (Erişim Tarihi: 06.06.2012)
92
ÖZGEÇMİŞ
Nilgün Mucu, 1986 yılında Çorum’un İskilip ilçesinde doğdu. İlkokul eğitimini
İskilip’te, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. 2004-2008 yılları arasında
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim dalından mezun oldu.
93
Download