T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANABİLİM DALI BASEL II’NİN SERMAYE PİYASALARINA ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Yüksek Lisans Tezi Tevfik KINIK Ankara-2006 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANABİLİM DALI BASEL II’NİN SERMAYE PİYASALARINA ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Yüksek Lisans Tezi Tevfik KINIK Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Orhan ÇELİK Ankara-2006 İÇİNDEKİLER I. GİRİŞ....................................................................................................................... 1 II. BASEL DÜZENLEMELERİ ............................................................................... 8 II.I. BANKACILIKTA RİSK ............................................................................... 8 II.I.I. Kredi Riski.................................................................................................. 8 II.I.II. Piyasa Riski ............................................................................................... 9 II.I.III. Likidite Riski.......................................................................................... 11 II.I.IV. Operasyonel Risk ................................................................................... 11 II.I.V. Yasal Risk ............................................................................................... 12 II.II. SERMAYE YETERLİLİĞİ KAVRAMI.................................................. 13 II.II.I. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÜZENLEMENİN ÖNEMİ VE SERMAYE YETERLİLİĞİ ............................................................................... 13 II.II.II. BASEL KOMİTE .................................................................................. 16 II.III. BASEL I UZLAŞISI.................................................................................. 18 II.III.I. Kredi Riski ............................................................................................. 20 II.III.II. Piyasa Riski .......................................................................................... 25 II.IV BASEL II UZLAŞISI ................................................................................. 29 II.IV.I. Genel Bilgiler......................................................................................... 31 II.IV.I.I. Genel Çerçeve.................................................................................. 31 II.IV.I.II. Kapsam........................................................................................... 35 II.IV.II. Asgari Sermaye Gerekliliği .................................................................. 36 II.IV.II.I. Kredi Riski ..................................................................................... 37 II.IV.II.I.I. Standart Metot.......................................................................... 38 II.IV.II.I.I.I. Hazine ve Merkez Bankalarından Olan Alacaklar ............ 38 II.IV.II.I.I.II. Bankalardan Olan Alacaklar ............................................ 39 II.IV.II.I.I.III. Şirketlerden Olan Alacaklar ve Perakende Krediler....... 42 II.IV.II.I.I.IV. Diğer Varlık Grupları ..................................................... 44 II.IV.II.I.II. İçsel Metotlar.......................................................................... 46 II.IV.II.II. Piyasa Riski................................................................................... 49 II.IV.II.III. Operasyonel Risk......................................................................... 49 II.IV.III. Denetimsel Gözden Geçirme .............................................................. 51 II.IV.IV. Piyasa Disiplini ................................................................................... 58 III. BASEL II’NİN SERMAYE PİYASASINA ETKİLERİ ................................ 60 III.I. BASEL II’NİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER................................................................... 60 III.II. BASEL II’NİN BANKALARA OLAN ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER ................................................................................... 69 III.III. BASEL II’NİN DERECELENDİRMEYE İLİŞKİN DÜZENLEMELERİNİN SERMAYE PİYASALARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER ................................................................................... 76 III.IV. PİYASA DİSİPLİNİ (KAMUYA AÇIKLANACAK HÜKÜMLER) KAVRAMININ SERMAYE PİYASALARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER ................................................................................... 79 III.V. BASEL II’NİN REEL SEKTÖR ÜZERİNDEKİ ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER ................................................................................... 82 III.V.I. Şirketler Kesimine Etkileri .................................................................... 82 III.V.II. KOBİ’lere Etkileri ................................................................................ 83 I III.VI. BASEL II’NİN BORÇLANMA PİYASALARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER................................................................... 87 III.VII. BASEL II’NİN SERMAYE PİYASASI ARACI KURUMLARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER .............................................. 91 III.VIII. KONUT İPOTEĞİ KARŞILIĞI KREDİLER................................... 93 IV. SONUÇ ............................................................................................................... 95 KAYNAKÇA ............................................................................................................ 99 II KISALTMALAR DİZİNİ AB : Avrupa Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletler BDDK - Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BIS - Bank for International Settlements IMF - International Monetary Fund IOSCO - International Organization of Securities Commissions KİT - Kamu İktisadi Teşebbüsü KOBİ - Küçük ve Orta Büyüklükte İşletme OECD - Organisation for Economic Cooperation and Development QIS - Quantitative Impact Study SPK - Sermaye Piyasası Kurulu SYR - Sermaye Yeterliliği Rasyosu TBB - Türkiye Bankalar Birliği TMSF - Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TSPAKB - Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği III TABLOLAR DİZİNİ TABLO 1 - Piyasa Riskinin Dahil Edildiği SYR'nin Hesaplanması TABLO 2 - Hazine ve Merkez Bankalarına Uygulanacak Risk Ağırlıkları TABLO 3 - Bankalardan Olan Alacaklarda Uygulanabilecek 1. Opsiyon TABLO 4 - Bankalardan Olan Alacaklarda Uygulanabilecek 2. Opsiyon TABLO 5 - Şirketlere Uygulanacak Olan Risk Ağırlıkları TABLO 6 - Standart Yaklaşımda İş Kolları için Uygulanacak Oranlar TABLO 7 - OECD Üyesi Olan/Olmayan Ülkeler Bazında Ülke Dereceleri ve Risk Katsayıları TABLO 8 - Anonim Şirketlerden Olan Alacaklara İlişkin Sermaye Gerekliliği (SG) TABLO 9 - QIS 3 Sonuçları TABLO 10 - Basel II Standart Yaklaşım KOBİ’lerin Risk Ağırlıkları TABLO 11 - Bankaların Eurobond Stokları (Aralık 2004) IV I. GİRİŞ Bankacılık sektörü, 1980’li yıllardan bu yana küreselleşme ve teknolojik gelişmelere uyum sağlama çabaları nedeniyle hızlı bir değişim süreci yaşamıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde, bankalar geleneksel faaliyetleri dışında fonksiyonlar da üstlenmiş kuruluşlar haline gelmektedir. Bankacılık sektöründe yaşanan değişim sürecinde, sisteme yeni finansal ürünler katılmış ve bankaların risk yapısında değişiklikler meydana gelmiştir. Diğer taraftan, 1990’lı yıllar ve sonrası, yoğun bir şekilde iktisadi krizlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Söz konusu dönemde Japonya, Güney Kore, Endonezya, Rusya, Türkiye ve Arjantin’de makroekonomik krizler yaşanmış ve bu ülkelerde özellikle finans sektörü derinden etkilenmiştir. Reel sektör firmalarının ödeme kabiliyetini kaybetmesi ve bankaların alacaklarını tahsil etmede büyük sorunlarla karşılaşması gibi nedenlerle Japonya, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye gibi ülkelerde bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması gerekmiş ve bunun sonucunda kriz yaşanan ülkelerde ciddi maliyetlere katlanılmak zorunda kalınmıştır. Ancak, finansal krizler sadece makroekonomik sebeplerle ortaya çıkmamaktadır. Mikro düzeyde bir bankanın “kötü” yönetiminin de, büyük çaplı finansal krizleri tetikleyebileceği veya mevcut krizleri derinleştirebileceği hususu göz ardı edilmemelidir. Son dönemlerde giderek daha dinamik hale gelen ve karmaşıklaşan finans sektöründe, finansal aracılık rolünü üstlenen bankaların, sahip oldukları yabancı kaynakları yönetebilme “kalitesi” ve etkin risk yönetimi, finans sektörünün istikrarı açısından büyük önem taşımaktadır (Yayla, Türker Kaya, 2005:1-2). Bu nedenle, bankaların etkin risk yönetimlerinin kalitesiyle finansal sistemin istikrarlı olması arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Kredi, piyasa, likidite ve diğer risklerin iyi yönetilememesi halinde bankalarda oluşabilecek zafiyetlerin diğer sektörlere de sıçrama ihtimali, risk yönetimine özen gösterilmesini zorunlu kılmaktadır. Öte yandan, finans sektöründe yaşanan gelişmelere paralel olarak, var olan bankacılık düzenlemeleri ve denetim mekanizmalarının etkinlikleri hızla azaldığından düzenleme ve denetim otoritelerinin sistemde güven ve istikrarı sürekli bir şekilde sağlayabilmeleri için, kendilerini sürekli yenileyebilmeleri ve yeni koşullara uygun düzenlemeler yapmaları gerekmektedir (Değirmenci, 2003:1). Küreselleşme eğilimi, ülkelerin, bankacılık düzenlemelerini birbirine yakınlaştırmasını da gündeme getirmiştir. Bu sürecin odak noktasında yer alan unsurlardan biri de sermaye yeterliliğine yönelik düzenlemelerdir. Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank for International Settlements, BIS) altında çalışan Basel Bankacılık Gözetim ve Denetim Komitesi (Basel Komitesi) 1980'li yılların sonlarından itibaren sermaye yeterliliği konusunda ortak bir uygulamanın gerçekleştirilmesi için bir forum işlevi görmüştür. Komite, 1988 yılında, Sermaye Uyumu adı altında ilk sermaye standardını yayınlamıştır. Küresel finans sektöründe birçok ülkenin yürürlüğe koyduğu Basel I, bir bankanın batması halinde mevduat sahiplerinin karşılaşabileceği maliyetleri en aza indirgemek için asgari olarak tutulması gereken sermaye üzerinde odaklanmıştır. Basel I’de, bankanın maruz kaldığı kredi riski, bankanın aktiflerinin ve bilanço dışı kalemlerinin farklı risk sınıflarına ayrılması ve her sınıfa karşılık gelen risk 2 ağırlıkları olan %0, %10, %20, %50 ve %100 katsayılarıyla çarpılması suretiyle hesaplanmaktadır. Sadece beş farklı risk ağırlığı kullanılması nedeniyle risk duyarlılığı düşük olan Basel I, farklı faaliyet alanları olan bütün bankalara aynı şekilde uygulandığından “herkese tek beden elbise” (one-size-fits-all) şeklinde tanımlanabilecek bir sermaye düzenlemesidir. Ayrıca, Basel I’de, “OECD klüp kuralı” şeklinde tanımlanmış olan uygulamadan dolayı OECD’ye üye ülkelerin hükümetlerine yüzde sıfır, üye ülkelerin bankalarına olan borçlara ise yüzde 20 risk ağırlığı verilmektedir. Basel Bankacılık Denetim Komitesi’nin üyesi olan G10 ülkeleri tarafından hazırlanan Basel I, halihazırda 100’den fazla ülkede, ulusal bankalar da dahil olmak üzere uygulanmaktadır. Bunun yanı sıra, 1994 Meksika krizine bir tepki olarak ortaya çıkan ve Basel Komitesi tarafından 1996’da yayımlanan bir dokümanla sermaye yeterliliğinin hesaplanmasına piyasa riski dahil edilmiş ve Uzlaşı riske daha duyarlı hale getirilmiştir. Piyasa riski hesaplamasının eklenmesiyle Basel I’in gelişim süreci ivme kazanmıştır. Basel I, basit içerikli olması açısından gelişmiş ülkelerin uluslararası faaliyet gösteren büyük oyuncularının ve akademik çevrelerin olumsuz eleştirilerine maruz kalmıştır. Ancak, içerdiği standartların basit ve kolay uygulanabilir olması, Basel I’in özellikle gelişmekte olan ülkelerce benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Basel I, bu ülkelerin düzenlemelerinin modernleşmesine ve finansal sektörlerinde rekabetin artmasına katkıda bulunmuştur. 3 İlk uzlaşıya yönelik eleştirilerin temel dayanağını, bankanın taşıdığı farklı risk kalemlerine karşı farklı sermaye tutarlarının ayrılması gerekliliği oluşturmuş ve 1999 yılında Basel Komitesi tarafından yayımlanan ve yeni sermaye yeterliliğine ilişkin önerileri içeren ilk istişare metniyle Basel II’ye giden yolun yönü belirlenmeye başlanmıştır. Bu arada, 1997 yılında yine Komite tarafından yayımlanan “Etkin Bankacılık Denetimi İçin Basel Temel İlkeleri” (Basel Core Prinsiples for Effective Banking Supervision- BCPs), bir ülkenin bankacılık sisteminin sağlam ve istikrarlı olabilmesi için bulunması gereken temel özellikleri ortaya koymaktadır. Bu gelişmelerle beraber, Haziran 2004’te Basel Komitesi, sermaye yeterliliği hesaplamasında “Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel II)”nı yayımlamıştır. Sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında, 1988 yılında yayımlanmış bulunan ilk uzlaşıya göre köklü değişiklikleri önermesinin yanı sıra “denetim otoritesinin incelemesi” ve “piyasa disiplini” hususlarına özel önem atfetmesi sebebiyle, Basel II hem bankalar hem de düzenleme/denetleme otoriterleri için özel gayret gerektiren bir alan ve yeni bir süreç olarak değerlendirilmektedir (Yayla, Türker Kaya:2005:2-4). Basel Komitesi, Basel I’e göre oldukça farklı bir yapıda olan Basel II’nin temel amaçlarını şu şekilde sıralamaktadır: Basel II içerisinde yer alan alternatif yöntem önerileri “one-size-fits-all” olarak ifade edilen tekdüzeliği ortadan kaldırmakta ve bankalara, yapıları ile uyumlu olan yöntemi seçme imkanı vermektedir. Sektörden gelen değerlendirmelerin de ışığında, basit yaklaşımların önemli faaliyetlere ilişkin riskleri yeterli düzeyde ölçemediği sonucundan hareketle, Basel II 4 içerisinde basitlik ile riske duyarlılık amaçlarının dengeli bir şekilde yer alması sağlanmıştır. Bu çerçevede, Basel II’nin olabildiğince basit ve uygulanabilir olması, ancak bu basitleştirmenin, temel amaçlarından olan riske duyarlılık ve esnekliğe zarar verici mahiyette olmaması hedefleri gerçekleştirilmiştir. Sermaye yeterliliği ölçümlerine ilişkin olarak yapılması gerekli olan iki önemli değişiklik Basel II ile gerçekleştirilmiştir. Bunlar, sermaye yeterliliği ölçümlerinin yapısının genişletilmesi ve ölçümlerin riske daha duyarlı hale getirilmesidir. Basel II’nin farklı ama birbirini tamamlayan ileride daha ayrıntılı olarak değinilecek “asgari sermaye şartı”, “denetsel gözden geçirme” ve “piyasa disiplini” olmak üzere üç ayaklı bir temel üzerine oturtulması ilk hedefe, Basel II içerisinde yer alan yöntemlerin riske duyarlı olması da ikinci hedefe ulaşma açısından oldukça önemlidir. Basel II ile bankaların etkin risk yönetim sistemleri kurmaları ve geliştirmeleri teşvik edilmiştir. Farklı pozisyonlara ilişkin sermaye yükümlülüğünün hesaplanmasında, Basel I’e göre daha gerçekçi bir teşvik mekanizması oluşturulmuştur. Bu kapsamda, Basel I içerisinde yer alan “club rule-OECD kulüp kuralı” ortadan kaldırılmıştır. Kamuya açıklanan sermaye yeterliliği bilgilerinin kapsamı ve içeriği genişletilmiştir. İkinci yapısal blok olan denetsel gözden geçirme ile etkin banka yönetimi ve denetimi için vazgeçilmez faaliyetler olan banka sermaye yeterliliği düzeyinin banka ve denetim otoritesi tarafından değerlendirilmesi sağlanmıştır. 5 Sermaye yeterliliğine ilişkin bilgilerin kamuya açıklanması suretiyle finansal ve ekonomik istikrara oldukça önemli katkılarda bulunulması amaçlanmıştır (BDDK, 2004). Özetle, Basel II, risklerin daha duyarlı ölçülmesi, her bankanın risk profilinin ayrı ayrı belirlenmesi, banka üst yönetimine düşen sorumlulukların artırılması ve finansal tabloların bankanın gerçek durumunu en iyi biçimde yansıtacak şekilde açıklanması suretiyle finans sektörünün oyuncuları arasındaki asimetrik bilginin asgariye indirilmesi ve bu sayede daha rekabetçi, sağlam ve istikrarlı bir finans sektörüne erişilmesini hedeflemektedir. Basel II ilk etapta, uluslararası faaliyet gösteren bankaları hedeflese bile, yeni düzenlemenin bu bankalarla finansal ilişki içerisinde olan diğer bankaları da etkileyeceği ve uygulamanın yaygınlaşacağı beklenmektedir. Farklı fon aktarım mekanizmaları olmalarına karşın bankacılık ile sermaye piyasalarının etkileşimi dikkate alındığında, banka sermaye yeterliliklerinin ölçülmesi ve değerlendirilmesi hususunda düzenlemeler içeren Basel II’nin bankacılık sektörü yanında getirdiği yeni düzenlemeler ile ülke borçlanmaları ve sermaye piyasaları üzerinde de önemli etkiler doğuracağı açıktır. Bu tez çalışmasında özellikle Basel II’nin getirmekte olduğu yenilikler ayrıntılı bir şekilde ele alınarak, gelişmekte olan bir piyasa olan ülkemiz için oluşabilecek etkiler ve özel olarak da sermaye piyasalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunulmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda giriş bölümünü takiben çalışmanın II. bölümünde öncelikle bankalarda risk kavramı ve sermaye yeterliliği ile Basel II’ye de temel teşkil etmiş 6 bulunan Basel I hakkında özet bilgiler ile Basel II hakkında kapsamlı bilgi verilerek Yeni Uzlaşı’nın üç bölümünün ayrıntısına girilecektir. III. bölüm ise, Uzlaşı’nın genel olarak etkileri ve sermaye piyasaları açısından bir değerlendirmesi teşkil etmektedir. Çalışmanın IV. ve son kısmında da ulaşılan sonuçlara yer verilecektir. 7 II. BASEL DÜZENLEMELERİ II.I. BANKACILIKTA RİSK Riskin pek çok tanımı olmakla birlikte, genellikle herhangi bir nedenden dolayı sermaye piyasası aracının, portföyün ya da faaliyetin değerinde veya getirisinde kayıp oluşması ihtimali olarak ifade edilebilir. Piyasaların küreselleşmesi, artan işlem hacmi ve değişkenlik ile birlikte karmaşık finansal ürünler ve işlem stratejilerinin ortaya çıkması bankaların faaliyetlerindeki önemi artırmıştır. Bu faaliyetler en likit sabit getirili menkul kıymetlerden, kredilere ve en karmaşık türev araçlara kadar bir dizi finansal ürünün ve çeşitli stratejilerin kullanımını içermektedir. Söz konusu ürünlerin ve stratejilerin risk boyutlarının mali kuruluşlar tarafından tam ve doğru bir şekilde anlaşılması, izlenmesi ve kontrol edilmesi gerekmektedir (Çetin, 2001:1 vd). Çok çeşitli risk kategorileri ve tanımlamaları olsa da bankaların karşılaştıkları riskleri şu beş genel kategori altında incelemek mümkündür1. II.I.I. Kredi Riski Kredi riski, bir sözleşmenin gereklerini karşı tarafın sözleşmede yer alan koşullara uygun olarak yerine getirmemesinden kaynaklanan ekonomik zarardır. Kredi riskinin değerlendirilmesi şu üç tutarın tahmin edilmesine bağlıdır: i) Karşı tarafın yükümlülüğünü yerine getirmeme olasılığı. 1 Gerek Basel Komitesi, gerekse IOSCO Teknik Komitesi asgari olarak piyasa riski, kredi riski, likidite riski, operasyonel risk ve yasal risk için risk yönetimi ve kontrolleri öngörmektedir. ii) Yükümlülüğün yerine getirilememesi durumunda muhtemel telafi oranı: Bu oranın belirlenmesinde teminatlar, yargı yoluna başvurulması halinde elde edilebilecek tutar ya da karşı tarafla pazarlık gücü gibi hususlar dikkate alınmaktadır. iii) Karşı tarafın yükümlülüğünü yerine getirememesi halinde riske maruz piyasa değeri: Karşı tarafın yükümlülüğünü yerine getirememesi halinde kaybedilecek olan ve alacağın “yerine koyma değeri” (replacement value) olarak da nitelendirilebilen bu tutar, yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde alacak tutarından telafi edilmesi beklenen tutarın düşülmesi suretiyle hesaplanır. II.I.II. Piyasa Riski Piyasa riski, piyasalardaki fiyat ve oran değişimlerinin alınan pozisyonların değerini olumsuz etkileme potansiyelidir. Alım satım işlemlerinde piyasa riski açık2 veya riskten korunmamış (unhedged) pozisyonlardan ya da birbirini netleştiren (offsetting) pozisyonlar arasında tam bir korelasyon3 olmamasından kaynaklanmaktadır. Piyasa riskinin türleri aşağıda sunulmaktadır: a) Faiz Oranı Riski: Faiz oranındaki değişimlerin bir finansal aracın ya da portföyün değerini olumsuz yönde etkileyebilme potansiyelidir. Bu risk özellikle borçlanma araçlarında veya dayandığı varlık bir borçlanma aracı olan ya da değeri piyasa faiz oranlarına bağlı olan türev araç sözleşmelerinde söz konusu olmaktadır. Genel olarak, uzun vadeli finansal araçlar kısa vadeli araçlara göre faiz oranı riskine daha duyarlıdırlar (Federal Reserve, 1998:2010.1-2). 2 Bir finansal araçta alım yapan kişi “uzun pozisyon”, satım yapan kişi ise “kısa pozisyon” almış olur. Uzun veya kısa pozisyon tutan kişi ise açık pozisyondadır. 3 Korelasyon iki değişken arasındaki ilişkiyi ifade eder. Bu ilişkinin derecesini ve doğrultusunu ifade eden korelasyon katsayısı ise –1 ile +1 arasında bir değerdir. 9 b) Hisse Senedi Riski: Mali kuruluşun tuttuğu hisse senedi ya da hisse senedi ile ilgili pozisyonları olumsuz yönde etkileyebilen hisse senedi riski, genel piyasa riski (sistematik risk) ve özel (spesifik) risk olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel piyasa riski, bir finansal aracın ya da portföyün hisse senedi endekslerindeki genel değişimlere olan duyarlılığıdır. Öte yandan, özel risk ilgili hisse senedinin ihraçcısından kaynaklanan risktir. Portföy çeşitlemesi yolu ile spesifik risk azaltılabilirken, genel piyasa riski hiçbir şekilde azaltılamaz. c) Döviz Kuru Riski: Döviz kuru riskinin kaynağı döviz kurlarındaki beklenmedik değişimler ve özellikle dövize dayalı vadeli işlemler için uluslararası faiz oranlarındaki dalgalanmalardır5. Bu nedenle döviz işlemlerinin değerlemesi, spot döviz kurlarının yanısıra yerel ve ilgili ülkenin faiz oranlarının davranışlarına ilişkin olarak da bilgi sahibi olunmasını gerektirir (Crouhy, Galai ve Mark, 2000:179). d) Mal Riski: Mal riski, faiz oranı ve döviz kuru riskinden farklıdır. Bu farklılığın en önemli sebebi, fiyat değişkenliğinin ilgili malın arz yoğunluğundan etkilenmesidir. Buna ilave olarak, piyasadaki işlem derinliğindeki dalgalanmalar, fiyat değişkenliğine eşlik etmekte ya da onu şiddetlendirmektedir. Bu nedenle, mal fiyatları diğer finansal araçlarınkine kıyasla daha oynaktır ve fiyat devamsızlığıfiyatın bir adımdan diğerine geçme süresi- daha uzundur (Federal Reserve, 1998: 2010.1-2). Forward ve spot döviz kurları ilgili ülkelerin faiz oranları arasındaki farkla yakından ilişkilidir. Nitekim “faiz oranı paritesi”ne göre, forward ve spot döviz kurları arasındaki fark olan forward primi, ilgili ülkelerdeki faiz oranları arasındaki farka eşittir. 5 10 II.I.III. Likidite Riski Bankalar iki tür likidite riskine maruz kalmaktadırlar. Bunlardan fonlama likidite riski, nakit akımı uyumsuzluklarından kaynaklanan yatırım ve fonlama ihtiyaçlarının karşılanamamasına ilişkin risktir. Bu durumda, bir borcun çevrilmesi ya da nakit, özkaynak tamamlama veya teminat yükümlülükleri için gerekli nakdin sağlanamaması söz konusudur. Bir diğer likidite riski türü olan piyasa likidite riski ise, yeterli piyasa derinliğinin olmaması veya piyasadaki bozulmalar nedeniyle bankanın bir pozisyonu kar edebileceği bir fiyattan kapatamaması ya da denkleştirememesidir. Bu risk, bankanın piyasa riskini yönetebilme ve piyasa riskinden korunma yetkinliğini azaltabileceği gibi, varlık tasfiyesi yoluyla fonlama ihtiyacını karşılama kapasitesini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir (Çetin, 2001:6). II.I.IV. Operasyonel Risk Kredi ya da piyasa riski ile ilgili olmayan nedenlerden dolayı operasyonlar sonucunda zarar oluşması ihtimali operasyonel risk olarak adlandırılabilir (Crouhy, Galai ve Mark, 2000:475). Operasyonel riskin kaynakları arasında, kullanılan sistemlerin yetersizliği, başarısız yönetim, personelin hatalı ya da hileli işlemleri gibi kurum içi etkenlerin yanısıra, doğal afetler, rekabet koşulları, politik rejim değişikliği gibi kurum dışı etkenler olabilir. Doğal olarak, mali kuruluş yönetiminin kontrol etmesi gereken kurum içi etkenlere dayanan operasyonel risklerdir. Operasyonel risk ile diğer riskler arasındaki ayrımın kesin bir şekilde yapılması bu riskin yönetilmesi açısından oldukça önemlidir. Kredinin vadesinde ödenmemesi genelde kredi riski ile ilişkilendirilir, ancak krediyi onaylayan kişinin 11 elindeki verilerle işleme onay vermemesi gerektiği halde prosedürlere aykırı olarak kredinin verilmesi sonucunda böyle bir durumla karşılaşılması halinde, oluşan zararın operasyonel risk kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Kesin bir tanımının yapılmasının zorluğuna ek olarak, operasyonel risk konusunda karşılaşılan bir diğer sorun bu riskin ölçülmesindedir. Operasyonel riski oluşturabilecek olaylar tek tek sayılmak suretiyle belirlense bile, beklenen zararın tahmin edilmesi oldukça güçtür. Bununla birlikte, kullanılan bilgisayar sistemlerinin yedeklerinin oluşturulması, sorumlulukların etkin iç kontrol sistemleri ile birbirinden ayrılması ve beklenmedik durum planlarının hazırlanması operasyonel riskten korunmak için etkili yöntemlerdir. Operasyonel risk nedeniyle oluşabilecek zarara ilişkin en çarpıcı örnek, 1995 yılında Barings Bank’ın Singapur’da görevli çalışanı Nick Leeson’ın Nikkei endeksinde yetkilendirilmemiş vadeli işlem ve opsiyon pozisyonları alması neticesinde bankayı 1.5 milyar ABD Doları tutarında zarara uğratması ve bankanın iflasına neden olmasıdır. İşlemlerinin en yoğun olduğu dönemde Nikkei 22 Mart 95 vadeli sözleşmelerdeki açık pozisyonların %49’unu elinde tutmakta olan söz konusu kişi, hem alım satım işlemlerini hem de bu işlemlerin kontrolünü gerçekleştirmesi sayesinde gerçekleşen zararları fiktif hesaplar içerisinde gizleyebilmiştir (Peker, 1997:105-130). II.I.V. Yasal Risk Yasal risk, sözleşmelerin uygulanmasındaki belirsizliklere ilişkin risktir. Yetersiz dokümantasyon, sözleşme hükümlerinin ihlal edildiğinin ileri sürülmesi gibi uyuşmazlıklar ile karşı tarafın sözleşme yapma yetkisinin bulunup bulunmadığı, yükümlülüğün yerine getirilmemesi ya da iflas durumlarında sözleşmenin teminat, 12 netleştirme ya da üçüncü tarafların garantörlüğüne ilişkin hükümlerinin uygulanması konularındaki belirsizlikler, düzenlemelerin yanlış yorumlanması ya da düzenlemelerdeki önemli değişiklikler7 nedeniyle zarara uğranması yasal risk kapsamındadır. Yasal risklerin, önemli kararlar verilmeden önce bir hukuk danışmanına başvurulması ya da standart sözleşmeler8 kullanılması yoluyla azaltılması mümkündür. II.II. SERMAYE YETERLİLİĞİ KAVRAMI II.II.I. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÜZENLEMENİN ÖNEMİ VE SERMAYE YETERLİLİĞİ Bankacılık sektöründe yapılan düzenleme ve denetimler, tasarruf sahiplerini korumayı, finansal sistemde güven ve istikrarı sağlamayı ve bankalar arasında oluşabilecek rekabet eşitsizliklerini gidermeyi amaçlamaktadır. Bankaların, sıkı gözetim ve düzenlemelere tabi tutulmasının en önemli dayanak noktası olarak ise, bankaların aktif ve pasif yapıları arasındaki likidite uyumsuzluğu gösterilmektedir. Bankacılık, yukarıda açıklandığı üzere likidite riski yanında kredi riski, piyasa riskleri ve operasyonel risklerin, bankanın sağlıklı, güvenli ve karlı bir işletme olarak varlığını sürdürebilmesi amacıyla yönetilmesi üzerine kurulmuştur. Diğer firmalardan farklı olarak bankacılar, kendi kaynakları ile değil müşterilerinden sağladıkları kaynaklarla gerçekleştirdikleri plasmanlardan ötürü risk İngiltere’de 1997 yılında vergi kanunlarında yapılan değişiklikle önemli bir vergi avantajının ortadan kaldırılması sonucunda, yatırım bankası UBS büyük zararlarla karşı karşıya kalmıştır (Crouhy, Galai ve Mark, 2000: 37). 8 Özellikle türev araç sözleşmelerinde mali kuruluşlar, Uluslararası Finansal Varlık Takası ve Türev Araçlar Birliği (International Association of Swaps and Derivatives) tarafından geliştirilen standart sözleşmeleri kullanmaktadırlar. 7 13 alırlar. Bu nedenle yüksek kaldıraç oranları ile çalışırlar ve aktif pasif yapıları diğer işletmelerden farklıdır (Değirmenci, 2003:8) Finansal aracılık faaliyeti, basit olarak tasarruf sahiplerinden mevduatlar yoluyla sağlanan fonların, krediler yoluyla firmalara aktarılması olarak tanımlanmaktadır (Ersel, 1999:1). Bankalar, bu kredileri faiz ödeme taahhüdü ile ve belli bir vade yapısı içerisinde topladıkları mevduatlarla finanse ederler. Mevduat sahipleri bankanın da onayı ile vadeli mevduatlarını vadesi dolmadan çekme hakkına sahiptirler. Dolayısıyla bankaların aktiflerinde yer alan krediler pasiflerinde yer alan mevduatlara göre daha az likittir. Sistemin işleyişi, sisteme olan güven ile mümkündür. Mudiler, toplu halde mevduatlarını çekmedikçe bu işleyiş kırılmadan devam edebilir. Mevduat sahipleri, belli bir problem yaşanması durumunda ve mevduat güvencesinin olmadığı bir ortamda, ancak bankaya giden ilk kişilerin mevduatlarını tam olarak alacağını bilmektedirler. Sisteme duyulan bir güvensizlik, mevduat sahiplerinin bankalara yönelmesine neden olabilir. Böyle bir durumda, aktiflerinin likit olmaması nedeniyle bankalar kolayca likidite riski ile karşı karşıya gelebilirler. Bankalar, açık pozisyonları ile aktif ve pasifleri arasında vade uyumsuzluğunun bulunması nedenleriyle de likidite riski ile karşılaşabilirler. Tüm bu koşullar, bankanın iflasına kadar gidebilecek bir durumun ortaya çıkmasına, bunun da ötesinde, sistemde bir bankanın iflas etmesi nedeniyle, diğer bankaların mevduat sahiplerinin de mevduatlarını çekmek üzere sisteme yönelmelerine neden olabilir. Bu anlamda, bankacılık sektöründe sistemin bir noktasında başlayan problemler, bulaşıcı bir şekilde sistemin tamamına yayılma riskini de beraberinde getirmektedir. 14 Yukarıda anlatılan bu süreçlerin yaşanması, ülke ekonomisine çok önemli zararlar verebileceğinden, hükümetler bankacılık sektörünün güven ve istikrarını sağlayacak bir ortam oluşturmaya çalışmaktadır. Bu ortamın oluşturulması konusunda ön plana çıkan iki uygulama; mevduat sigortası sistemlerinin devreye sokulması ve merkez bankalarının son ödeme mercii fonksiyonunu üstlenmeleridir. Güvenlik ağı olarak adlandırılan bu iki uygulamadan mevduat sigortası, mevduat sahiplerinin sisteme karşı duydukları güvensizlik nedeniyle bankalara yönelmelerini, mevduatlarını sigorta kapsamına alarak önlemeyi; son kredi mercii fonksiyonu ise bankaların likidite sorunu yaşadıklarında merkez bankalarından istedikleri kadar borçlanmalarını sağlayarak sistemde güveni tesis etmeyi amaçlamaktadır. Hükümetler tarafından oluşturulan güvenlik ağı sistemleri, olumlu sonuçları yanında hem banka sahiplerinde, hem de mevduat sahiplerinde bu sistemi kötüye kullanma eğilimi yaratmaktadır. Yapılan düzenlemelerin yarattığı koruyucu atmosfer, bu düzenlemelerin olmaması durumunda varolan piyasa disiplininin etkinliğini azaltmakta ya da tamamen ortadan kaldırmaktadır. Sadece mevduat sigortası uygulamasının olması bile, bankaların daha riskli faaliyetlere yönelmesine olanak sağlayan bir ortam yaratmaktadır. Mevduat sahipleri, mevduat sigortasının varlığı nedeniyle, müşterisi oldukları bankalar iflas etseler dahi kendilerinin herhangi bir kayba uğramayacaklarını bildiklerinden, bankaları, mevduat sigortası sistemi olmadığında izledikleri gibi takip etmeyeceklerdir. Bankanın alması gerekenden fazla risk alması durumunda bile, elde ettikleri yüksek getiriler nedeniyle bankadan mevduatlarını çekmeyeceklerdir. Güvenlik ağlarının varlığı nedeniyle ortaya çıkan ahlaki çöküntü piyasa disiplinini zedelemektedir (Bessis, 2002). 15 Hükümetler, sağlıklı işleyen bir bankacılık sistemi için açık ya da kapalı bir şekilde güvenlik ağları kurmaktadır. Düzenleme otoriteleri ise, güvenlik ağlarının neden olduğu ahlaki aşınmayı sınırlandırmak için ya mevcut düzenlemelerin yeni formlarını kullanmakta (riske duyarlı mevduat sigortası sistemi gibi) ya da yeni araçlar geliştirmektedir. Dolayısıyla bankacılık düzenleme ve denetimi, bankaların güvenlik ağlarının varlığı nedeniyle riskli alanlara yönelmelerini engellemek ve düzenli denetimlerle sistemi bütün olarak kontrol altında tutmak için oluşturulmuştur. Bankacılık düzenlemelerinde kullanılan araçların başında sermaye yeterliliği kısıtlamaları gelmektedir. Bu düzenlemeler, bankanın üstlendiği risklere göre sahip olması gereken asgari sermaye oranının belirlenmesi esasına dayanmaktadır. Bankanın sahip olduğu varlıklar nedeniyle üstlendiği kredi ve piyasa risklerinin realize olması durumunda, banka müşterilerinin karşılaşacakları kayıpların tazmin edilmesinde bankanın sermayesi doğrudan bir güvence sağlamaktadır. Banka sermayesi, bankanın taşıdığı riskler ile ne ölçüde iyi ilişkilendirilirse, bankanın mali yapısı o ölçüde güçlü ve banka müşterileri için sunulan güvence de o kadar fazla olacaktır. II.II.II. BASEL KOMİTE Bankhaus I.D. Herstatt'ın, Almanya'da 1974 yılındaki iflası uluslararası para ve bankacılık alanlarında ciddi problemlerin yaşanmasına neden olmuş ve aynı yıl G10 ülkelerinin Merkez Bankası Başkanları tarafından, bankacılık düzenlemeleri ve gözetimi konusunda çalışacak uluslararası bir komite olan Basel Komitesi kurulmuştur. Belçika, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre, İsveç, İngiltere ve ABD'nin üyesi olduğu komite ilk toplantısını 16 1975 yılı Şubat ayında gerçekleştirmiştir. Bu tarihten itibaren Komite yılda 3-4 defa düzenlenen toplantılar yoluyla çalışmalarını sürdürmektedir. Komitenin 1975 yılında yayınladığı “Basel Concordat”ı bankacılık düzenlemeleri ve denetimi konusunda gerçekleştirilen işbirliğinin ilk resmi belgesidir. Bu doküman, uluslararası bir bankanın merkezinin bulunduğu ülke ile şubesinin yer aldığı ülkenin düzenleme ve denetim otoriteleri arasındaki ilişkileri ve her bir otoritenin hak ve sorumluluklarını açık bir şekilde tanımlamaktadır. 1983 yılının Mayıs ayında, bu belgenin bankacılık alanında yaşanan değişikliklere paralel olarak güncelleştirilmiş ve geliştirilmiş formu, "Yabancı Banka Şubelerinin Gözetim Prensipleri" adı altında yayınlanmıştır (BIS,1997). Bütün bu entegrasyon sürecinin yaşanmasının iki önemli nedeni vardır. İlki, farklı ülkelerde farklı bankacılık düzenlemelerinin var olması sebebiyle bankalar arasında yaşanan rekabet dengesizlikleri, diğeri ise bir ülkede yaşanan fınansal problemlerin uluslararası bankacılık yoluyla diğer ülkelere de taşınmasıdır. İkinci problem, özellikle bankaların yurtdışında açtıkları şube sayısının artmasıyla birlikte daha yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Komite, üye ülkeler arasında bankacılık düzenlemeleri konusunda işbirliği sağlamayı amaçlamaktadır. Komitenin ilk ele aldığı konu erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi olmuştur. Daha sonra, ülkelerin bankacılık düzenleme ve gözetim sistemleri arasındaki farklılıkların giderilmesi ve dünya çapında bankacılık düzenlemelerinin kalitesinin artırılması başlıkları tartışılmıştır. Komite bunu gerçekleştirirken üç temel alanda adımlar atmaya karar vermiştir. Bu alanlar, ülkelerin gözetim uygulamaları konusunda bilgi alışverişinde bulunmaları, uluslararası bankaların gözetiminde kullanılan tekniklerin geliştirilmesi, etkinleştirilmesi ile 17 sermaye yeterliliği konusunda minimum standartlar getirilmesi ve bu tür standartların uygulanabileceği diğer alanların araştırılmasıdır. Basel Komitesi'nin, yasalarla kendisine verilmiş uluslarüstü bir gözetim otoritesi statüsü bulunmamaktadır. Komite’nin ortaya koyduğu çalışmaların üye ülkeler açısından yasal bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Komite, sadece kapsamı oldukça geniş standartlar ortaya koyarak ve bunları ülkelere tavsiye ederek uluslararası ölçekte düzenleme ve gözetim uygulamalarının birbirine yakınlaşmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bu standartları uygulayıp uygulamamak veya uygulanacaksa, bunun hangi takvim ve yasal süreçlerle yapılacağına karar vermek tamamen ülkelerin düzenleme otoritelerinin yetkisindedir (BIS, 1997). Basel Komitesi, 1980'li yılların başında uluslararası bankaların sermaye yapılarının, bu bankaların yüklendikleri risklere oranla zayıf olduğunu ve bunun küresel fınansal sistem açısından bir tehlike oluşturduğunu tespit etmiştir. 1980'li yıllar Komite'nin uluslararası ölçekte sermaye yeterliliği standartlarını oluşturmaya dönük çalışmalara ağırlık verdiği yıllar olmuştur. II.III. BASEL I UZLAŞISI Özellikle uluslararası sahada faaliyet gösteren bankaların tabi olduğu standartlar arasında bir yakınlaşmayı sağlamak amacıyla Basel Komitesi tarafından 1988 yılında ilk “Basel Sermaye Uzlaşısı” kabul edilmiştir. Uzlaşı, 1987 Aralık ayında başlayan istişari sürecin sonucunda G-10 ülkeleri ve diğer ülkeler tarafından getirilen eleştirilere ilişkin değişiklikler yapıldıktan sonra oluşturulmuştur. Üzerinde birçok eklenti yapılmış olsa da ilk yayımlanan ana metin geçerliliğini günümüze kadar sürdürmüştür. 18 Komite’nin tüm üyeleri tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiş olan Basel I Sermaye Uzlaşısı’nın Komite’ye üye olan ülkelerde uygulanması kararlaştırılmış ve uluslararası alanda faaliyet gösteren bankalara uygulanması konusunda tüm ülkelere tavsiye niteliğinde gönderilmiştir. Komite’nin uluslararası bankalara uygulanan standartlar arasındaki yakınlaşmayı sağlamaktaki başlıca iki amacı; güçlü ve istikrarlı bir uluslararası bankacılık sitemi oluşturmak, bunun yanısıra değişik ülkelerde bulunan bankaların birbirinden farklı düzenlemelere tabi olmasından kaynaklanan rekabetçi olmayan unsurları ortadan kaldırmaktır. Uzlaşı ile beraber bankaların uyması gereken asgari sermaye yeterliliği tabanı oluşturulmuştur. Ancak, uygulayıcı ülkelerin ilgili otoriteleri bunun üzerinde bir sermaye tutulmasını ilgili bankalardan isteyebileceklerdir. Basel I’in ilk çıktığı haliyle sermaye yeterliliği rasyosunun hesaplanmasında dikkate aldığı risk kategorisi, bankaların genelde maruz kalabileceği en önemli risk olan kredi riskidir. Bankacılığı ilgilendiren faiz oranı riski, döviz kuru riski ve yoğunlaşma riski gibi diğer risk kategorileri için her ülkenin özel düzenlemeler yapma inisiyatifi bulunmaktadır. Bununla birlikte, sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında piyasa riskinin de göz önünde bulundurulmasına 1996 yılında yayımlanan eklenti ile başlanmıştır. Komite, 1988 Uzlaşısı ile riske duyarlı bir sermaye yeterliliği yaklaşımını benimsemiştir. Basel I’de sermaye yeterliliği rasyosunun hesaplanmasında bankanın sahip olduğu sermaye, varlıklara ilişkin olarak sahip olunan riskler ve bu risklere ilişkin olarak tanımlanmış olan risk ağırlıklarına ihtiyaç duyulmaktadır. Basel I’de sermaye iki kısma ayrılmıştır. İlk kısım sermaye öz sermaye ve açıklanmış rezervlerden oluşmaktadır. İkinci kısım sermaye ise açıklanmamış rezervler, yeniden değerleme rezervleri, genel provizyon/kredi-kayıp rezervleri, bazı 19 borçlanma araçları gibi kalemlerden oluşmaktadır. Bankanın hesaplanan sermayesinin en az yarısı birinci kısım sermayeden oluşmak durumundadır. Bu durum ikinci kısım sermayeyi oluşturan kalemlerin kullanımına dolaylı bir kısıtlama getirmektedir. Ayrıca, menkul kıymetler üzerinde oluşan örtülü kazançlara ilişkin yeniden değerleme rezervleri % 55 oranında iskonto edilerek sermaye eklenmektedir. Bunun yanı sıra peştamallıkların birinci kısım sermayeden düşülmesi ve konsolidasyona katılmamış yan finansal kurumlara ve diğer bankaların sermayelerine olan yatırımların da toplam sermayeden düşülmesi hükme bağlanmıştır (İmişiker, 2005:4-8). II.III.I. Kredi Riski Basel I temel olarak bankaların korunması gereken risklerden en önemlisi ve bilançolarında en çok yer kaplayan kredi riskini sermaye yeterliliği rasyosunun hesaplanmasında göz önünde bulundurmuştur. Burada da en önemli kavram kredi riskini oluşturan varlıklara ilişkin olarak belirlenmiş olan risk ağırlıklarıdır. Basel I’de kredi riskine ilişkin risk ağırlıları Komite tarafından belirlenmiştir. Bu risk ağırlıkları içerisinde en önemli kalemlerden birisini ülke risklerine ilişkin belirlenen ağırlıklar oluşturmaktadır. Burada yaşanan tartışmalarda bankanın içinde bulunduğu ülke ve diğer ülkeler ayrımının yapılması gerçeği pek yansıtmayacağı ve bir takım başka çekinceler nedeniyle kabul edilmemiştir. Bunun yerine daha sonra kulüp kuralı (club-rule) olarak da adlandırılan metot seçilmiştir. Buna göre OECD’ye tam üye olan ülkeler ve IMF ile arasında özel ödünç verme anlaşması bulunan ülkeler OECD ülkeleri olarak adlandırılmış ve sahip oldukları risk ağırlıkları diğer ülkelerden farklılaştırılmıştır. 20 Komite risk ağırlıklarını olabildiğince sade tutmaya çalışmış ve toplam beş adet risk ağırlığı saptamıştır: yüzde 0, 10, 20, 50, 100. Aşağıda her bir risk kategorisine bilançoda yer alan hangi varlıkların girdiği, OECD üyesi olan ve olmayan ülkeler ayrımı da gözetilerek ele alınacaktır. 1. Yüzde 0 risk ağırlığı uygulanacak bilanço aktifleri Banka bilançosunda yer alan nakit değerler, ulusal para cinsinden merkez bankalarına ve merkezi hükümetlere verilen ve ulusal para ile tahsil edilecek borçlar bu sınıfa dahil edilmektedir. OECD üyesi ülkelerin merkez bankalarına ve merkezi hükümetlerine verilen tüm diğer borçlar ile OECD ülkelerinin merkezi hükümetlerince teminat altına alınan aktif kalemleri SYR hesaplanırken risksiz kabul edilerek yüzde 0 risk katsayısı ile ağırlıklandırılırlar. 2. Yüzde 20 risk ağırlığı uygulanacak bilanço aktifleri Basel Standardına göre, uluslararası kalkınma bankalarından olan veya bu bankalarca teminat altına alınan varlıklar, OECD içinde yerleşik bankalardan olan ya da bu bankalarca teminat altına alınan aktifler, OECD dışındaki ülkelerde yerleşik bankalara kullandırılan veya bu bankalarca garanti altına alınan ve vadesi 1 yıla kadar olan krediler, OECD içinde yer alan yerel yönetim ve KİT’lere verilen borçlar ve tahsil edilmekte olan nakit aktifler yüzde 20 ile ağırlıklandırılarak SYR'nin hesaplanmasına dahil edilmektedir. 3. Yüzde 50 risk ağırlığı uygulanacak bilanço aktifleri Sahibi tarafından kullanılan veya kiraya verilen bir gayrimenkul ile teminat altına alınan banka kredileri yüzde 50 risk katsayısı ile ağırlıklandırılmaktadır. 21 4. Yüzde 100 risk ağırlığı uygulanacak bilanço aktifleri Özel sektöre kullandırılan krediler, OECD dışındaki bankalara kullandırılan vadesi bir yıldan uzun krediler, OECD dışındaki ülkelerin merkezi hükümetlerine yabancı para cinsinden kullandırılan krediler, mülkiyeti kamu kuruluşlarına ait ticari firmalara kullandırılan krediler, bankanın kullandığı binalar, araziler tüm araç gereçler ve diğer sabit varlıklar, gayrimenkul yatırımları, diğer bankalardan sağlanan sermaye araçları ile tüm diğer varlıklar yüzde 100 ile ağırlıklandırılmaktadır. 5. Yüzde 0, 10, 20, 50 risk ağırlıklarından birinin uygulanabileceği bilanço aktifleri. Komite, merkezi hükümet dışındaki yerel yönetimlere ve KİT'lere verilen borçlar ile bu kuruluşlarca teminat altına alınan aktif kalemlerinin nasıl bir risk katsayısı ile çarpılacağını belirlemek üzere çalışmalar yürütmüştür. Komite, bu tür aktif kalemleri için tek bir risk katsayısı saptamak yerine, bu konudaki inisiyatifi üye ülkelere bırakmıştır. Ancak, bu inisiyatifin kullanılmasında ülkeler arasındaki yakınlaşmayı sağlamak için tercih edilebilecek risk ağırlıklarını yüzde 0, 10, 20 ve 50 olarak tespit etmiştir (BIS,1988). 6. Bilanço Dışı Aktiflere Uygulanan Risk Katsayıları Komite, bilanço dışı aktiflerin, SYR'nin hesaplanmasında dikkate alınmasına çok büyük bir önem vermektedir. Son yıllarda bankalar bilançoda yer almayan enstrümanları ağırlıklı olarak kullanmaktadırlar ve bu araçlar nedeniyle bankalarca yüklenilen risk gittikçe daha önemli hale gelmektedir. Komite’nin bu konudaki yaklaşımı, bu kalemlerin öncelikle uygun kredi dönüşüm katsayıları ile daha sonra da bilanço içi kalemler gibi karşı tarafın niteliği göz önüne alınarak uygun risk 22 katsayıları ile çarpılmasıdır (BIS, 1988). Basel I, bilanço dışı enstrümanlar için sekiz farklı kategori yaratarak bu kategorilerle yüzde 0, 20, 50 ve 100 oranlarından birini kredi dönüşüm katsayısı olarak eşleştirmiştir. Üye ülkeler, kendi bankacılık sistemlerinde kullanılan bilanço dışı kalemleri göz önüne alarak, hangi enstrüman için hangi kredi dönüşüm katsayısının kullanılacağını belirleyeceklerdir. Türev enstrümanların taşıdığı kredi riskinin hesaplanmasında toplam değerleri yerine, karşı taraf riskinden kaynaklanabilecek nakit ihtiyacının dikkate alınması, bu enstrümanlara ilişkin özel bir yaklaşımı gerektirmektedir. Üye ülkeler, Komite’nin sunmuş olduğu iki yaklaşımdan birini tercih ederek, bu enstrümanlardan kaynaklanan risklerini SYR'nin hesaplanmasına yansıtmaktadırlar. Yukarıda sunulan risk ağırlıkları çerçevesinde dikkati çeken en önemli husus OECD ülkelerine ve bu ülkelerde kurulu banka ve aracı kurumlara uygulanmakta olan farklı statüdür. Karşılaştırmalı olarak sunulacak olursa OECD ülkeleri ve diğer ülkeler kendi yerel paraları cinsinden yapacakları borçlanmalarda herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın % 0 ile ağırlıklandırılmaktadırlar. Ancak, yabancı para cinsinden yapılan borçlanmalarda OECD ülkeleri için % 0 risk karşılığı ayrılırken, diğerleri için % 100 risk karşılığı ayrılmaktadır. Bu kapsamda, OECD ülkeleri haricindeki bir ülkenin hazine borçlanması için %100 risk karşılığı ayrılması gerektiği için, SYR hesaplaması çerçevesinde bankaların bu ülkenin ihraç ettiği borçlanma araçları için, borcun tamamının % 8’i kadar yasal sermaye tutmaları zorunluluğu bulunmaktadır. Üstelik bu ayrıma, bu tip araçlarca teminatlandırılmış borçlar da girdiğinden dolayı OECD ülkelerinin ihraç ettikleri bütün borçlanma araçları, bankalardan borç alacak bütün kurumlar ve kişiler açısından önemli bir teminat haline gelmektedir. 23 Bankalar tarafına baktığımızda da OECD ülkelerinde kurulu bankaların diğer bankalara göre bir avantaja sahip olduğu görülmektedir. Bir yıla kadar olan vadelerde bankalar eşit şartlara sahip olmakla birlikte, bir yıldan daha uzun vadeli borçlar söz konusu olduğunda, OECD ülkelerinde kurulu bankalar % 20 gibi düşük bir risk ağırlığına sahipken, diğer bankalara % 100’lük oran uygulanmaktadır. Üstelik % 20 olarak OECD ülkelerinde kurulu bankalara uygulanan oran bu bankaların garanti verdiği borçlara da uygulanmaktadır. Ayrıca, OECD ülkelerinde kurulu bulunan aracı kurumlar da bu pozitif ayrımdan nasibini alarak bankalara olduğu gibi % 20’lik risk ağırlığına tabi tutulmaktadır. Görüldüğü gibi bir ülkenin OECD’ye üye olması veya IMF ile arasında özel ödünç verme anlaşması bulunması kendi hazinesine, bankalarına ve aracı kurumlarına kaynak bulma hususunda büyük bir avantaj tanımaktadır. Mevcut durumda OECD’ye üye olan 30 ülkenin bu durumdan şu ana kadar önemli bir avantaj elde ettiği söylenebilir. İleride Basel II’ye ilişkin bölümde de vurgulanacağı üzere, Yeni Uzlaşı ile beraber OECD ülkelerine uygulanan bu ayrım, diğer adıyla kulüp-kuralı, kaldırılmakta ve bunun yerine kredi derecelendirmesini esas alan yeni bir sistem getirilmektedir. Bir OECD ülkesi konumunda bulunan ve bugüne kadar yukarıda belirtilen avantajlardan bu vasıtayla faydalanan ülkemizin de yeni Uzlaşı ile beraber bu pozitif ayrımdan yoksun kalacağı ortadadır. 24 Ancak, şunu da açıkça vurgulamak gerekir ki, burada belirtilen risk ağırlıkları sadece bankaların vermiş oldukları borçlara ilişkin olarak tutmaları gereken yasal sermaye tespitinde kullanılmaktadır. Bankalar bu sayede ortak akılca belirlenmiş olan ve gözetim merci tarafından da kayıt altında tutulan ve bankaların beklenen, muhtemel kayıplarını karşılamak amacıyla yasal sermaye bulundurmaktadır. Bu hükümden, kesinlikle aynı risk ağırlığına sahip bulunan ülkelerin, kurumların ve kişilerin aynı maliyetler çerçevesinde bankalardan kaynak bulabilecekleri anlaşılmamalıdır. Bankalar yasal sermayelerinin yanı sıra, beklenmeyen kayıplarını karşılayabilmek amacıyla da ekonomik sermaye tutmaktadır. İki OECD ülkesine verilen borçlarda tutulması gereken yasal sermaye her ne kadar aynı olsa bile bankaların bu iki ülke için belirledikleri risk ve buna mukabil tuttukları ekonomik sermaye de birbirinden farklı olabilecektir. Her ikisi de OECD ülkesi olmasına karşın Türkiye ve ABD’nin aynı maliyetle bankalardan borç bulamayacakları açıktır (İmişiker, 2005:8). Bu noktada kulüp-kuralı ile getirilmiş ayrıcalıklar için söylenebilecek şey belki de diğer bütün şartlar sabit kalmak kaydıyla bir ülkenin OECD üyesi olması durumunda bankalardan edineceği borçların maliyetinin OECD üyesi olmaması durumuna göre daha düşük olacağıdır. II.III.II. Piyasa Riski Basel Standardı, uluslararası finansal sistemde yaşanan değişime paralel olarak finansal kuruluşların taşıdıktan riskleri daha iyi yansıtabilmesi amacıyla sürekli geliştirilmektedir. Bu çerçevede yapılan en önemli değişikliğin, 1996 25 yılında Standardın piyasa riskini içerecek şekilde güncelleştirilmesi olduğu kabul edilmektedir. Bu konuda yayınlanan değişiklik metnine göre, Standart kapsamındaki bankaların, 1997 yılının sonundan itibaren SYR'nin hesaplanmasında kredi riski yanında piyasa risklerini de dikkate almaları gerekmektedir. Daha önce de açıklandığı üzere, piyasa riski, bankaların bilanço içi ya da dışı pozisyonlarında piyasa fiyatlarında görülen değişiklikler nedeniyle karşılaştıkları kayıplar olarak tanımlanmaktadır. Faiz oranına bağlı enstrümanlar ve hisse senetleri ile döviz kurundaki değişikliklerden etkilenebilecek her türlü bilanço içi ya da dışı kalem bankalar açısından piyasa riski taşımaktadır. Standarda göre, faiz oranına duyarlı enstrümanların ve hisse senetlerinin taşıdıkları piyasa riski hesaplanırken, bu enstrümanların bankaların ticari defterlerinde yer alan güncel piyasa değerleri dikkate alınacaktır. Bazı bankalarda, ticari faaliyetler bankacılık faaliyetlerinden ayrı birimler tarafından gerçekleştirildiğinden, ticari defterlerde yer alacak faaliyetlerin tanımlanması gerekmektedir. Ticari faaliyetlerin gerçekleştirilme amacına göre tanımlanması en doğru yaklaşım olmakla beraber, bankalara piyasa riskine dahil edecekleri ticari olmayan faaliyetleri ve ticari faaliyetlerini garanti altına almak için kullandıkları bilanço içi ve dışı araçları belirleme konusunda inisiyatif verilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Böylesi durumlarda, gözetim otoritelerinin bankaları yakından izlemeleri ve sermaye miktarını en aza indirmeyi amaçlayan yaklaşımları engellemeleri gerekmektedir. Standarda göre, piyasa riskinin ölçülebilmesi için öncelikle ticari defterlerde bulunan tüm kalemler piyasa değerleriyle ifade edilmelidir. Piyasa riskinin hesaplanmasında bankalar konsolide bazda değerlendirilirler. Ancak, kimi yasal ya da 26 pratik zorlukların olması halinde Standart, işlemlerin grubun kalan kısmına karşı herhangi bir netleştirme yapılmaksızın ele alınmasını mümkün kılmaktadır. Bankalar piyasa risklerinin ölçümünde iki farklı yaklaşım uygulayabilirler: standart yaklaşım ve içsel modellerin kullanılması yaklaşımı. İkinci yaklaşımın kullanılması bankanın bir takım koşulları sağlaması ve denetim otoritesinin açık onayı ile mümkündür (BIS:1996). Basel I Standardı çerçevesinde sermaye yeterliliği rasyosunun hesaplanmasında uygulanmakta olan yöntem aşağıdaki tabloda sunulmaktadır: TABLO I - Piyasa Riskinin Dahil Edildiği SYR'nin Hesaplanması A. Ana Sermaye (1. Kuşak) • Ödenmiş sermaye • Yedek akçeler • Kamuya açıklanmış rezervler (dağıtılmamış karlar) B. Katkı Sermaye (2. Kuşak) • İhtiyari rezervler • Yeniden değerleme • Genel karşılıklar • Sermaye benzeri krediler C.3. Kuşak Sermaye • Kısa vadeli sermaye benzeri krediler D.Sermaye = (A+B+C) E. Sermayeden İndirilen Kalemler • Şerefiye • Mali iştirakler F. Sermaye Tabanı = (D - E) 27 G. Toplam Kredi Riskine Göre Ağırlıklandırılmış Varlıklar H. Toplam Piyasa Riskine Maruz Varlıklar Asgari SYR* = F/(G+(12,5 *H)) - Toplam Sermaye / Kredi Riski +Piyasa Riski ≥ 8% 28 II.IV BASEL II UZLAŞISI Basel Komitesi’nin 1988 tarihli ilk sermaye yeterliliği düzenlemesi çerçevesinde Basel I’de banka sermayesinin toplam miktarı üzerine odaklanılmış, dolayısıyla bankaların iflas riskini ve mevduat sahipleri için oluşabilecek maliyeti en aza indirmeyi amaçlayan bir düzenleme oluşturulmuştur. Bir önceki bölümde anlatıldığı üzere Basel I’de, bankanın maruz kaldığı kredi riski, bankanın aktiflerinin ve bilanço dışı kalemlerinin farklı risk sınıflarına ayrılması ve her sınıfa karşılık gelen risk ağırlıkları olan %0, %10, %20, %50 ve %100 katsayılarıyla çarpılması suretiyle hesaplanmaktadır. Sadece beş farklı risk ağırlığı kullanılması nedeniyle risk duyarlılığı düşük olan Basel I, farklı faaliyet alanları olan bütün bankalara aynı şekilde uygulandığından “herkese tek beden elbise” (one-size-fits-all) şeklinde tanımlanabilecek bir sermaye düzenlemesidir. Ayrıca, Basel I’de, “OECD klüp kuralı” (club rule) şeklinde tanımlanmış olan uygulamadan dolayı OECD’ye üye ülkelerin hükümetlerine yüzde sıfır, üye ülkelerin bankalarına olan borçlara ise yüzde 20 risk ağırlığı verilmektedir. Buna karşın, OECD üyesi olmayan ülkeler için yüzde 100 risk ağırlığı öngörülmüş olması bu düzenlemenin zayıf yanı olarak değerlendirilmiştir. Basel I, basit içerikli olması açısından gelişmiş ülkelerin uluslararası faaliyet gösteren büyük oyuncularının ve akademik çevrelerin olumsuz eleştirilerine maruz kalmıştır. Ancak, içerdiği standartların basit ve kolay uygulanabilir olması, Basel I’in özellikle gelişmekte olan ülkelerce benimsenmesini kolaylaştırmıştır. Basel I, bu ülkelerin düzenlemelerinin modernleşmesine ve finansal sektörlerinde rekabetin artmasına katkıda bulunmuştur. Bu kapsamda, söz konusu eleştirileri ve uluslararası finansal sistemde yaşanan gelişmeleri de dikkate alarak, Haziran 2004’te Basel Komitesi, sermaye yeterliliği hesaplamasında Basel I’in “herkese tek beden elbise” yönteminin terk edilmesi anlamına gelen “Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel II)”nı yayımlamıştır. Sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında, 1988 yılında yayımlanmış bulunan ilk Uzlaşıya göre köklü değişiklikleri önermesinin yanısıra “denetim otoritesinin incelemesi” ve “piyasa disiplini” hususlarına özel önem atfetmesi sebebiyle, Basel II hem bankalar hem de düzenleme/denetleme otoriterleri için özel gayret gerektiren bir alan ve yeni bir süreç olarak değerlendirilmektedir. Basel II’de, Basel I ile hedeflenen hususların yanında bankaların sağlıklı ve etkin olarak çalışması için kendi iç kontrol ve yönetim sistemleri ile denetim işlevi ve piyasa disiplini konularına yer verilmekte, bankaların asgari sermaye gereklerini hesaplamada dikkate alacakları kredi ve faaliyet risklerini ölçebilmeleri için basitten gelişmişe doğru bir dizi metodolojinin kullanılabilmesi öngörülmektedir. Bankalar denetim otoritesinin gözetiminde olmak üzere kendi risk profillerine ve faaliyet konularının karmaşıklığına göre uygun yaklaşımları tercih edebileceklerdir. Düzenleme, güçlü ve doğru risk yönetimine sahip bankaların ödüllendirilmesi temeline dayanmaktadır. Dolayısıyla yeni düzenleme ile bankaların düzenleyici sermaye gereğini tutturmak için risklere karşı çok daha duyarlı olmalarını sağlayacak yaklaşımlar getirilmektedir. Basel II, temel olarak bankaların denetim ve gözetiminde daha sağlam bir altyapının tesis edilmesini, risk yönetiminin güçlendirilmesini, piyasa disiplinini ve dolayısıyla küresel düzeyde sürdürülebilir bir finansal istikrarın sağlanmasını hedeflemektedir. 30 Özetle, Basel II, risklerin daha duyarlı ölçülmesi, her bankanın risk profilinin ayrı ayrı belirlenmesi, banka üst yönetimine düşen sorumlulukların artırılması ve finansal tabloların bankanın gerçek durumunu en iyi biçimde yansıtacak şekilde açıklanması suretiyle finans sektörünün oyuncuları arasındaki asimetrik bilginin asgariye indirilmesi ve bu sayede daha rekabetçi, sağlam ve istikrarlı bir finans sektörüne erişilmesini hedeflemektedir. Basel II ilk etapta, uluslararası faaliyet gösteren bankaları hedeflese bile, yeni düzenlemenin bu bankalarla finansal ilişki içerisinde olan diğer bankaları da etkileyeceği ve uygulamanın yaygınlaşacağı beklenmektedir (KPMG, 2003) Bu kapsamda, tezin bu bölümünde, 1988 yılında Basel Komitesi tarafından onaylanarak uygulanmaya başlanan ve modern bankacılıkta sermaye yeterliliği rasyosuna dayalı bir gözetim ve denetim sistemini başlatan Basel I Sermaye Uzlaşısı’nın günümüzde var olan dinamik finansal şartlarının ortaya çıkartmış olduğu ihtiyaçları karşılaması amacıyla hazırlanan Yeni Uzlaşı, diğer adıyla Basel II, hakkında ayrıntılı bilgiler verilecektir. Basel II’ye ilişkin bilgiler verilirken yeri geldikçe Basel I ile karşılaştırmalara değinileceği gibi, Basel II’nin ülkemize yönelik muhtemel etkileri hususunda da değerlendirmelerde bulunulacaktır. II.IV.I. Genel Bilgiler II.IV.I.I. Genel Çerçeve Basel II adı verilen Yeni Sermaye Uzlaşısı Haziran 2004 tarihinde, Basel Komitesi tarafından yayımlanmıştır. Yeni Uzlaşıya geçiş açısından 2006 yılı sonu 31 hedef olarak belirlenmiştir. Ancak gelişmiş metotları kullanacak olan bankalar için geçiş süreci 2007 yılı sonu olarak belirlenmiştir. Basel II’nin üç dayanak noktası vardır. Bunlar: i) asgari sermaye yeterliliği, ii) sermaye yeterliliğinin denetimi ve iii) piyasa disiplini’dir. Asgari sermaye yeterliliği konusunda Komite, Basel Uzlaşısı’nın bazı bölümlerinde değişikliğe gitmiş, özellikle bankaların risk profilinin daha detaylı olarak tanımlanması gereği üzerinde durmuştur. Bu bağlamda yapılan bir önemli değişiklik de; riskin, faiz ve operasyon risklerini de kapsayacak biçimde daha geniş bir biçimde tanımlanmış olmasıdır. Sermaye yeterliliği çerçevesinin ikinci unsuru, “sermaye yeterliliğinin denetimi” sürecidir. Bu süreç, gözetim ve denetim otoritesinin bankaların sermaye durumunun genel risk profilleri ve stratejileri ile uyumlu olmasını sağlayacak biçimde denetim yapmasını gerektirmektedir. Bundan beklenen ise, gözetim ve denetim otoritesinin, bir bankanın sermayesinin riskini karşılamakta yetersiz kalması durumunda erken müdahale edebilmesini sağlamaktır. Gözetim ve denetim otoriteleri, bankalardan asgari sermaye yeterliliği oranından daha fazla bir sermaye bulundurmalarını talep edebilecektir. Bunun yanısıra, Yeni Uzlaşı banka yönetiminin bir iç sermaye değerlendirme süreci geliştirmesi ve bankanın risk profili ve çevresi ile doğru orantılı hedefler belirlemesi gerekliliğine de işaret etmektedir. Bu içsel risk değerlendirme sürecinin Basel II’nin amaçlarına ve kurallarına uygunluğunu denetlemekten de düzenleyici otoritenin sorumlu olması önerilmektedir. 32 Uzlaşının üçüncü unsuru “piyasa disiplini”dir. Bu başlık altında bir bankanın diğer piyasa katılımcıları tarafından durumunun değerlendirilebilmesi ele alınmaktadır. Böyle bir değerlendirmenin anlamlı olabilmesi için, bankaların gerekli bilgileri, zamanında açıklayacak saydamlıkta olmaları gerekmektedir. Bunun sağlanması ise düzenleyici otoritenin sorumluluğunda olacaktır (TBB, 2000a:1). Basel II’nin uygulanması için herhangi bir zorlayıcı hüküm yer almamaktadır. Zaten uzlaşıların hazırlanmasındaki ana hedefin özellikle uluslararası alanda faaliyet göstermekte olan bankaların tabi oldukları düzenlemelerde ve gözetimlerinde bir yakınsama meydana getirmek olduğu düşünülecek olursa, böylesine zorlayıcı bir hüküm Uzlaşının ana hedefine de aykırı olacaktır9. Bununla birlikte, Basel II’de özellikle Basel Komitesi’ne üyelikleri bulunmayan ülkelerin kendi denetimsel süreçlerini geliştirmek amacıyla önceliklerini belirlemesi ve buna mukabil bir geçiş süreci tayin etmeleri tavsiye edilmiştir. Basel Komitesi yeni Uzlaşıyı geliştirip, eskisine nazaran daha güçlü ve sağlam bir risk yönetimi uygulaması ortaya koyarken, aynı zamanda Uzlaşının özellikle uluslararası bankalar açısından önemli bir rekabetsel eşitsizlik oluşturmaması için de çaba göstermiştir. Tüm bu düzenlemeler ve beraberinde getirilen güçlü risk yönetimi anlayışının bankaların öncelikle kendi menfaatlerine uygun olduğu düşünülmektedir. Bu doğrultuda Uzlaşının hazırlanması aşamasında Öte yandan, Avrupa Birliği’nin banka ve yatırım şirketlerinin sermaye yeterliliğine ilişkin düzenlemeler içeren direktifi “Yatırım Şirketleri ve Kredi Kuruluşlarının Sermaye Yeterlilikleri Hakkında Direktif” (Capital Requirements Directive For Credit Institutions and Investment Firms-Recast Directive 2000/12/EC ve Recast Directive 93/6/EEC) Basel II düzenlemesi baz alınarak değiştirilmiş ve söz konusu direktif, 28 Eylül 2005 tarihinde Avrupa Parlamentosunun onayından geçmiş olup, 2007 yılı başından itibaren yürürlüğe girmesi beklenmektedir. 9 33 olduğu gibi daha sonrasında gelen uygulanma aşamasında da bankalarla ilgili otoriteler arasındaki fikir alışverişi en önemli kaynak olarak görülmektedir. Yeni Uzlaşı ile beraber Komite tarafından riske daha duyarlı bir sermaye gereksinimi hesaplaması getirilirken, daha önceki uzlaşının bazı temel kısımlarına da bağlı kalınmıştır. Buna ilişkin olarak uzlaşıların en önemli hükümlerinden birisini oluşturan bankaların risk ağırlıklı varlıklarının % 8’i kadar sermayeyi yasal olarak bulundurma zorunluluğu yeni Basel Uzlaşısı’nda da korunmuştur. Bununla birlikte risk ağırlıklı varlıkların hesaplanmasına ilişkin çok önemli değişiklikler Basel II ile birlikte getirilmiştir. Yeni Uzlaşıyla birlikte getirilmiş olan en önemli yeniliklerden birisi bankaların kendi iç sistemleri dahilinde yapacakları risk değerlendirmelerinin sermaye yeterliliği hesaplamalarında büyük oranda kullanılabilecek olmasıdır. Üstelik daha önceki Uzlaşıda bankaların kullanabileceği standart bir sistem mevcut iken, Yeni Uzlaşıda bankalara değişik riskler için kullanabilecekleri alternatif metotlar sunulmaktadır. Bu da, bankaların kendi yapmakta oldukları işlerin karakterine ve büyüklüklerine göre kendi tercih edecekleri sistemleri ilgili otoritelerden de izin almak kaydıyla yapmalarına imkan tanımaktadır. Basel II’nin getirmekte olduğu yasal sermaye gereksinimi rakamının yalnızca asgari seviye oluşturmakta olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Her ülkenin kendi bankacılık otoritesi bundan daha yüksek sermaye tutulmasını tüm bankacılık sektöründen veya münferit bankalardan isteyebilir. Basel II’nin temel bölümlerinden birisini oluşturan denetimsel gözden geçirme konusunda da vurgulandığı üzere, ilgili otoritelerin buna ilişkin yetkileri bulunmaktadır. 34 Yeni Uzlaşı eski hükümlere nazaran günümüzün ihtiyaçlarını daha çok karşılayacak biçimde geliştirilmiş bir kurallar bütünüdür ve ilgilendirdiği alan da her gün ayrı gelişmelere sahne olan bankacılık ve finans sektörüdür. Bu kapsamda hazırlanan Uzlaşı ileriye dönük ve dinamik bir karakter taşımaktadır. Bugüne kadar oluşturulması aşamasında olduğu gibi, bugünden sonra da sektörle olan diyaloglar kapsamında yeni değişikliklerin de yer alabileceği bir çerçeve çizilmiştir. Bu amaçla Komite tarafından da bankacılık sektörün düzenlemelerin oluşturulmasına katkıda bulunması teşvik edilmektedir (İmişiker, 2005:10-12). II.IV.I.II. Kapsam Basel II’de temel olarak amaçlanan, uluslararası alanda faaliyet göstermekte olan bankalara Uzlaşı hükümlerinin konsolide bazda uygulanmasıdır. Alt gruplar itibariyle de tam konsolidasyon uygulayacak olan bankalara 3 yıllık bir geçiş süreci tanımlanmaktadır. Bir bankacılık grubunun tüm finansal aktiviteleri ile birlikte konsolide edilmesi planlanırken sigortacılık faaliyetleri ise konsolidasyon haricinde tutulmuştur. Bu kapsamda benzer düzenlemelere tabi olmak şartıyla, banka tarafından kontrol edilen veya çoğunluk hissesi elde tutulan menkul kıymet kuruluşlarının da genel itibariyle konsolidasyona tabi tutulması kabul edilmiştir. Menkul kıymet kuruluşları da dahil bankanın finansal kuruluşlarda sahip olduğu azınlık haklarının ise konsolidasyona tabi olup olmayacağı düzenleyici otoritenin takdirine bırakılmıştır. Bu aşamada, Komite tarafından sigorta şirketlerinin bankaların bilançolarından çıkartılması uygun görülmüştür. Ancak, bankaların sigorta 35 şirketlerinde tutmakta olduğu fazladan sermaye, denetleyici otoritenin de izniyle kapsama alınabilir. Bankaların ticari işletmelere yapmış oldukları önemli düzeydeki yatırımların ise ister çoğunluk, isterse azınlık payı iktisap etmiş olsun bilançodan çıkartılması öngörülmüştür. Önemli düzeyde olmayan yatırımlar ise ilgili banka hangi yaklaşımı uyguluyor olursa olsun % 100’den aşağı olmayacak şekilde risk ağırlığına tabi olmaktadır. II.IV.II. Asgari Sermaye Gerekliliği Basel II’de asgari sermaye gereksiniminin hesaplanmasında temel olarak kullanılan 3 risk grubu bulunmaktadır. Bunlar: i) kredi riski, ii) piyasa riski ve iii) operasyonel risklerdir. Bunlardan ilk ikisi hali hazırda mevcut olan Basel I uygulamasında da kullanılmakta iken, operasyonel risklerin sermaye gereksiniminin hesaplanmasında kullanılması Basel II ile birlikte getirilmiş bir yeniliktir. Basel II ile beraber her risk grubuna ilişkin olarak tanımlanmış basit ve gelişmiş yöntemler getirilmiştir. Gelişmiş yöntemlerin uygulanması bankalar açısından önemli bir hazırlık gerektirdiği gibi, bu yöntemlerin uygulanması denetleyici otoritenin, kullanılacak yöntemi tam anlamıyla kavramasıyla beraber iznini gerektirmektedir. 36 BDDK tarafından hazırlanan yol haritası çerçevesinde, ülkemizde basit yöntemlerle Basel II’nin uygulanmasına 2008 yılının başında geçilmesi ve ardından 2009 yılından itibaren gelişmiş yöntemlere ilişkin başvuruların değerlendirmeye alınacağı görülmektedir (BDDK, 2005a). II.IV.II.I. Kredi Riski Basel II Sermaye Uzlaşısı’nda bankaların asgari sermaye gereksiniminin hesaplanmasında kullanılan risk gruplarından başta gelen grup kredi riskidir. Basel I Uzlaşısı’nda da yer alan ve bankaların karşı karşıya bulunduğu en önemli risklerin başında gelen kredi riskine ilişkin sermaye gereksiniminin hesaplanmasında mevcut bulunan kulüp-kuralı bu Uzlaşı ile birlikte kaldırılmış bulunmaktadır. Bunun yerine yeni Uzlaşı’da kredi riskine ilişkin risk ağırlıklarının belirlenmesinde en önemli kriteri dışsal ve içsel kredi dereceleri oluşturmaktadır. Bu hüküm Basel II ile birlikte getirilen en önemli yeniliklerden birisi konumundadır. Kredi riskine ilişkin sermaye gereksiniminin hesaplanması esnasında her varlık için öncelikle risk ağırlıkları belirlenmekte, daha sonrasında bu varlıklara ilişkin olarak risk azaltıcı unsurlar ortaya konarak riske kaynak teşkil eden varlıktan eksiltilmekte ve risk ağırlığıyla kalan varlık değeri çarpıldıktan sonra elde edilen miktarın % 8’i kadar sermaye gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Kredi riskine ilişkin sermaye gereksiniminin hesaplanması standart metot ve içsel derecelendirme metotları olmak üzere temel olarak ikiye ayrılmaktadır. Aşağıda yer alan bölümlerde özellikle standart metoda ilişkin bilgi ve değerlendirmeler yer almaktadır. 37 II.IV.II.I.I. Standart Metot Kredi riskine ilişkin olarak kullanılan standart metotta risk ağırlıklarına temel teşkil eden veriler dışsal kredi derecelendirme notlarıdır10. Uzlaşı’da belirlenen risk ağırlıkları temel olarak bağımsız kredi derecelendirme kuruluşlarından borçlu tarafın aldığı notlara göre sınıflandırılmıştır. Aşağıda varlıkların (borçlu tarafların) sınıflandırılması itibariyle kredi riskine ilişkin ağırlıklarının hesaplanmasına ilişkin bilgilere yer verilmektedir. II.IV.II.I.I.I. Hazine ve Merkez Bankalarından Olan Alacaklar Bankaların, ülkelerin hazinelerinden ve merkez bankalarından alacaklarına uygulayacakları risk ağırlıklarında aşağıdaki tabloda yer almakta olan oranlar dikkate alınacaktır. TABLO 2 - Hazine ve Merkez Bankalarına Uygulanacak Risk Ağırlıkları Kredi AAA’den A+’dan BBB+’dan BB+’dan B-’nin Notu Notu AA-’ye Risk Ağırlığı %0 A-’ye % 20 BBB-’ye % 50 B-’ye % 100 altında % 150 Olmayan % 100 Kaynak: BIS (2005) Denetleyici otorite, bağımsız kredi derecelendirme kuruluşlarının yanısıra hazine ve merkez bankalarının risk ağırlıklarının oluşturulmasında İhracat Kredi Kuruluşları’nın vermiş olduğu notları da benimseyebilecektir. Burada görüldüğü üzere, her ülke aldığı kredi notuna göre bir risk ağırlığına sahip olacaktır. Bugüne kadar Basel I hükümleri gereği bir OECD ülkesi olması vesilesiyle kulüp-kuralına binaen % 0 gibi düşük bir risk ağırlığına tabi olan ülkemiz 10 Basel II Uzlaşısı’nda kullanılan derecelendirme notasyonu “Standard & Poor’s”’a ait olduğundan dolayı burada yer verilen kredi notu örnekleri de buna uygun olarak kullanılmıştır. 38 de son durum itibariyle “Standard & Poor’s”’dan almış olduğu kredi notu BBolması nedeniyle Basel II’ye geçilmesinin ardından % 100 gibi yüksek bir risk ağırlığına tabi tutulacaktır. Ancak, Basel II ile ülke hazineleri ve merkez bankalarının, kendi yerel paraları cinsinden borçlanmalarında kredi risk ağırlığının, gerektiğinden daha düşük bir oran olarak belirlenebilmesini ulusal inisiyatife bırakılmıştır. Daha düşük bir oranın belirlenmesi durumunda diğer ülkelerin ilgili otoriteleri de aynı oranı kendi bankalarına ilgili ülkeden olan alacakları için kullanma yetkisi tanıyabilecektir. Bu kapsamda, ülkemizdeki ilgili otorite olan BDDK isterse YTL cinsinden devlet borçlanma kağıtlarına % 100’den daha az bir risk ağırlığı belirleyebilecektir (BIS, 2005). II.IV.II.I.I.II. Bankalardan Olan Alacaklar Yeni Uzlaşı ile birlikte bankalardan olan alacaklar için iki opsiyon ortaya konmaktadır. Ulusal otoriteler istedikleri sistemi bütün bankalara uygulatacaklardır. Uygulanabilecek iki opsiyonu gösteren tablolar aşağıda yer almaktadır. TABLO 3 - Bankalardan Olan Alacaklarda Uygulanabilecek 1. Opsiyon Ülkenin AAA’den A+’dan BBB+’dan BB+’dan B-’nin Notu Kredi Notu AA-’ye A-’ye BBB-’ye B-’ye altında Olmayan 1. Opsiyonda Risk % 20 % 50 % 100 % 100 % 150 % 100 Ağırlıkları Kaynak: BIS (2005) 39 TABLO 4 - Bankalardan Olan Alacaklarda Uygulanabilecek 2. Opsiyon Bankanın AAA’den A+’dan BBB+’dan BB+’da B-’nin Notu Kredi Notu 2. AA-’ye A-’ye BBB-’ye n B-’ye altında Olmayan Opsiyonda Risk % 20 % 50 % 50 % 100 % 150 % 50 % 20 % 20 % 20 % 50 % 150 % 20 Ağırlıkları 2. Kısa Opsiyonda Vadeli Alacaklar için Risk Ağırlıkları Kaynak: BIS (2005) Tablolardan da anlaşılacağı üzere, 1. opsiyonun uygulanması durumunda bankaların münferit olarak almış oldukları kredi notları yasal sermayenin belirlenmesi aşamasında etkisiz hale gelmektedir. Bu durumda önceki bölümle de karşılaştırıldığında görüleceği üzere, bankalara uygulanan risk ağırlığı ülkenin hazinesine uygulanan orandan bir kademe daha yüksek olarak belirlenmiştir. Ancak kredi notu BB+ ile B- arası olan ve kredi derece notu almamış olan ülkelerin bankalarına uygulanacak olan risk ağırlığı % 100 olarak bırakılmıştır. Bu opsiyonda ülkenin riski genel olarak bütün bankaların ve dolayısıyla sektörün borçlarının riskini gösteren bir işaret olarak ele alınmaktadır. 2. opsiyonun kullanılması durumunda, bankaların münferit olarak almış oldukları kredi notları ön plana çıkmaktadır. Bu durumda oluşan tablo incelendiğinde ise bankanın diğer bankalardan orta ve uzun vadeli alacakları için uygulanacak risk ağırlıkları 1. opsiyona nazaran değerlendirildiğinde, BBB+ ile BBB-, BB+ ile Barasında derecelendirilmiş ve derece notu bulunmayan bankaların, hazineleriyle aynı nota sahip olmaları durumunda bir kademe daha iyi ağırlığa sahip olabilecekleri görülmektedir. Bir ülkede bulunan bankaların ve şirketlerin kredi notunun içinde 40 bulundukları ülkenin kredi notunu geçemeyeceği düşünüldüğünde, 2. opsiyon hazineleriyle aynı kredi notuna sahip olan bankalara, yani iyi bir finansal yapıya sahip bankalara ve ayrıca ülke notu A-‘den daha düşük olup derecelendirilmemiş bankalara avantaj sağlamaktadır. Ayrıca 2. opsiyon ile birlikte 3 aydan kısa vadeli olarak sınıflandırılmış alacaklara bir avantaj tanınarak, bunlar için genel olarak % 20 risk ağırlığı belirlenmiştir. Münferit olarak bankaların risklerini değerlendirmeye alan, bu açıdan riske daha duyarlı ve borcun vadesini de göz önünde bulunduran 2. opsiyon birçok açıdan 1. opsiyona göre avantajlı görünmektedir. Bunların yanı sıra daha önceki bölümde bahsedilen ülke hazineleri ve merkez bankalarının kendi yerel paraları cinsinden borçlarına tanınan ulusal inisiyatif, bankalar için de öngörülmekte olmakla birlikte, taban % 0 değil, % 20 olarak belirlenmiştir (BIS, 2005). Ülkemizdeki durumu değerlendirecek olursak; Basel I’e ilişkin kısımda da vurgulandığı gibi, ülkemizde kurulu olan bankalara verilen krediler, ülkemizin OECD’ye üye olması vesilesiyle şu ana kadar % 20 gibi düşük bir orana tabi olmaktayken, Basel II’nin yürürlüğe girmesiyle 3 aydan uzun vadeli yabancı para cinsinden olan kredilerde hangi opsiyon uygulanıyor olursa olsun % 100 gibi yüksek bir orana tabi tutulacaklardır. Bu durum kısa vadede bir miktar maliyetlerin artmasına neden olabilecektir. Ayrıca Basel II uyarınca menkul kıymet şirketleri de benzer risk bazlı sermaye gereksinimi uygulamalarına tabi olmaları şartıyla Uzlaşı kapsamında 41 bankalar gibi değerlendirilecekler ve yukarıda ayrıntıları verilen opsiyonlardan birisine tabi olacaklardır. II.IV.II.I.I.III. Şirketlerden Olan Alacaklar ve Perakende Krediler Sigorta şirketleri de dahil olmak üzere şirketlerin tabi olacakları risk ağırlıkları aşağıdaki tabloda yer almaktadır. TABLO 5 - Şirketlere Uygulanacak Olan Risk Ağırlıkları Şirketin Kredi Notu AAA’den A+’dan BBB+’dan BB-’nin Risk Ağırlıkları AA-’ye A-’ye BB-’ye % 20 % 50 altında % 100 % 150 Notu Olmayan % 100 Kaynak: BIS (2005) Tablodan da anlaşılacağı üzere, şirketlere ilişkin risk ağırlıkları bölümleri hazinelere ve bankalara nazaran daha az tutulmuştur ve BBB+’dan BB-‘ye kadar olan bütün şirketlere % 100 risk ağırlığı uygulanmıştır (BIS, 2005). Yine Basel I’e ilişkin bölümde vurgulandığı üzere, şu ana kadar geçerli olan sistemde şirketler kesimine OECD ülkelerinde bulunup bulunmadıkları ayırdedilmeksizin % 100 risk ağırlığı uygulanmaktaydı. Bu durumda şirketlerimizin yabancı para cinsinden alacakları, borçlarda kredi notları, ülkemiz notunu geçemeyeceğinden dolayı % 100 risk ağırlığına tabi olmaya devam edeceklerdir. Bu nedenle, şirketlerimize verilen banka kredilerine ilişkin tutulması gereken yasal sermaye tutarında herhangi bir değişiklik meydana gelmemektedir. Ancak, iyi bir kredi notuna sahip bulunan diğer ülkelerdeki şirketler daha avantajlı konuma geçeceklerdir. Bu sebeple, yabancı para cinsinden kredilerde, özellikle yurtdışındaki bankaların kredi verme stratejilerinde bazı değişimler yaşanabilecektir. Bu durum ise şirketlerimizin kredi maliyetlerini olumsuz etkileyebilecektir. 42 Yerel para cinsinden olan krediler ile ilgili olarak ise, Basel II’nin şirketlere ilişkin hususları incelendiğinde, kredi notu bulunmayan şirketlere % 100 risk ağırlığı uygulanmaktadır. Ayrıca, bankacılık otoritesi istemesi durumunda % 100’den daha yüksek bir oran da belirleyebilmektedir (BIS, 2005). Ülkemizde hali hazırda kredi notu sahip şirket sayısı oldukça düşük bulunmaktadır. Ancak, Basel II çerçevesinde şirketler kredi notu almayı tercih ederek risk ağırlıklarını % 100’den % 20’ye kadar çekme imkanına sahip bulunmaktadır. Bu koşullarda mali yapısı kuvvetli olan şirketlerin, daha düşük maliyetlerle borçlanmak amacıyla kredi notu almayı tercih etmeleri oldukça muhtemel gözükmektedir. İlerleyen bölümlerde daha ayrıntılı değinilecek olmakla birlikte, bu durumun şirketlerin kayıt altına girmesi ve şeffaflaşması hususlarında önemli katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Şirketlere ilişkin yer alan bu hükümlerin yanısıra Basel II kapsamında KOBİ’lere ayrıca bir yer verilmiş ve KOBİ kredilerinin belirli sınırlamalar kapsamında perakende krediler içerisinde değerlendirilmesi imkanı tanınmıştır. Basel I hükümleri uyarınca, perakende alacaklar ve kurumsal alacaklar, aralarında herhangi bir fark gözetilmeksizin %100 standart risk ağırlığına tabi tutulmaktadır. Basel II’de kredi risk grubu için uygulanacak metotlardan standart metotta, bazı özellikleri karşılayan alacaklar düzenleme açısından perakende portföyünde kabul edilerek % 75 risk ağırlığına tabi tutulmuştur. Bir alacağın bu portföyde değerlendirilebilmesi için gereken şartlar aşağıda sayılmıştır. - Uyum Kriteri: Alacak bir gerçek kişi veya kişilerden veya küçük bir işletmeden olmalıdır. 43 - Ürün Kriteri: Alacak ilişkisi rotatif krediler, vadeli bireysel krediler ve kiralamalar, küçük işletmelere verilen krediler ve bunların lehine verilen taahhütlerden doğmuş olmalıdır. Menkul kıymetler borsalara kote edilmiş olsun ya da olmasın bu gruba dahil edilmemektedir. Ayrıca, ipotekli krediler konut amaçlı krediler kısmında değerlendirilmeleri durumunda burada yer almamaktadır. - Çeşitlendirilmiş Olma Kriteri: Düzenleyici otoritenin, perakende portföyünün % 75 risk ağırlığını hak edecek kadar çeşitlendirilmiş olduğuna ikna olması gerekmektedir. Burada öneri olarak ise, münferit bir karşı tarafa bu portföyde verilmiş olan kredinin, toplam portföyün % 0,2’sini geçmemesi getirilmiştir. - Kredi Miktarının Düşük Olması Kriteri: Banka tarafından bir kredinin perakende portföyünde yer alabilmesi için karşı tarafa verilen toplam kredi miktarının 1 milyon euroyu geçmemesi gerekmektedir (BIS, 2005). Yukarıda yer almakta olan dört kriteri sağlayan krediler, bankalarca perakende portföyünde değerlendirilerek standart metotta % 75 risk ağırlığına sahip olabilecektir. Düzenleyici otorite bu kredilerde de daha önceki tecrübelere dayanarak % 75’ten daha fazla bir risk ağırlığı uygulanmasını isteyebilecektir. Burada ülkemizi en çok ilgilendiren hususların başında KOBİ’lerin durumu gelmektedir. Bu konuya ilişkin ayrıntılı değerlendirmelere tezin bir sonraki bölümünde ayrıntılı olarak yer verilecektir. II.IV.II.I.I.IV. Diğer Varlık Grupları Yukarıda sayılan varlıklar haricinde merkezi olmayan kamu sektörü kuruluşları, ulusal otorite tarafından, bankalar için uygun görülen opsiyonlardan birisinin seçilmesiyle değerlendirilecektir. Ancak, 2. opsiyonun seçilmesi durumunda 44 kısa vadeli alacaklar için uygulanan avantajlar uygulanmayacaktır. Ayrıca, bazı kurumların hazine gibi değerlendirilmesi de ulusal inisiyatife bırakılmıştır. Çok taraflı kalkınma bankalarından olan alacaklar için ise, temel olarak bankalara uygulanabilecek olan 2. opsiyon, kısa vadeli alacaklar için öngörülen avantajlardan yoksun olarak uygulanacaktır. İpotekli konut kredileri ise, temel olarak % 35 gibi düşük bir oranla ağırlıklandırılmaktadırlar. Bu uygulamada düzenleyici otorite, kredinin konut edindirme kapsamında bulunmasına ve kredi karşılığında ihtiyatlı bir marjın devam ettirilmesine dikkat etmek durumundadır. Bu kriterler sağlanmadığında veya tecrübeler daha yüksek bir risk ağırlığının uygulanması gerektiğini gösterdiğinde % 35’lik oran artırılabilecektir. Ticari gayrimenkul ipotek verilmek karşılığında alınan kredilerin ise, son dönemde bankalar için önemli bir sorun teşkil etmesi nedeniyle % 100 risk ağırlığına sahip olması hükme bağlanmıştır (BIS, 2005). Konut kredilerine ilişkin değerlendirmelere tezin ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak yer verilecektir. Basel II’de kredi riskinin değerlendirilmesine ilişkin standart metod ile ilgili olarak yukarıda yer alan bilgilere bakıldığında, dışsal derecelendirme mekanizmasının çok büyük bir önem teşkil etmekte olduğu görülmektedir. Bu amaçla, düzenleyici ve denetleyici otoritenin bu faaliyette bulunacak kuruluşlarda araması gereken özellikler de yeni Uzlaşı’da yer almaktadır. Bunlar arasında objektiflik, bağımsızlık, uluslararası bağlantı ve şeffaflık, kamuyu aydınlatma, yeterli kaynak bulundurma ve yeterli kredibiliteyi haiz olma gibi unsurlar sayılmıştır. 45 Bu şartlara uygun olarak, ulusal otorite tarafından, Basel II kapsamında derecelendirme faaliyeti gösterebilecek kuruluşlar belirlenecektir. Bu konu ile ilgili olarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yayımlanmış olan Seri:VIII, No:40 “Sermaye Piyasasında Derecelendirme Faaliyeti ve Derecelendirme Kuruluşlarına İlişkin Esaslar Tebliği” ile derecelendirme faaliyeti ve bu faaliyette bulunacak derecelendirme kuruluşlarına ilişkin esaslar düzenlenmiş bulunmaktadır. Ancak, kredi derecelendirmesine ilişkin farklı bir düzenleme yapılması gereklidir. Gerek standart metotta olsun gerekse diğer içsel metotlarda risk ağırlıklarının belirlenmesinin ardından kredi riski azaltılması metotları diye adlandırılan teminatlar, bilanço içi netleştirme anlaşmaları, garantiler ve kredi türevleri hesaba katılmaktadır. Bu metotların uygulanmasına dair teknik hususlara burada yer verilmeyecektir; ancak, şu nokta önemlidir ki Basel II ile birlikte bu hesaplamalarda teminat ile varlık arasındaki vade uyumsuzlukları, para cinsi açısından uyumsuzluklar da dikkate alınarak bunlara ilişkin kesinti oranları belirlenmiştir. Risk bazlı gelişmiş bir yönetim anlayışını getirme hususunda Basel II’de yer alan bu hükümlerin çok önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, varlık ile teminat arasındaki korelasyona da büyük önem verilmiş ve Basel Komitesi tarafından çifte iflasla ilgili ayrıca bir metin de yayımlanmıştır (BIS ve IOSCO, 2005). II.IV.II.I.II. İçsel Metotlar Standart yaklaşımın aksine içsel derecelendirme yaklaşımını kullanan bankaların sermaye gereksiniminin hesaplanmasında kullanılan riske ilişkin değerleri kendilerinin bazı standartlara da uyarak hesaplamaları beklenmektedir. Hesaplanması 46 gereken risk unsurları arasında temerrüt olasılığı, temerrüt halinde kayıp, temerrüt halinde riske maruz kalan kredi tutarı ve vade bulunmaktadır. Bankaların içsel metotları uygulayabilmesi için öncelikle sahip oldukları varlıkları Basel II’de uygun görülen standartlara göre sınıflandırmaları gerekmektedir. Ardından risk unsurları hesaplanarak risk ağırlığının tespit edildiği formüller uygulanarak sermaye gereksinimi bulunmaktadır. Bunların yanısıra bankaların ilgili varlık kalemlerinde içsel metotları uygulayabilmek amacıyla gerekli şartları da taşıması gerekmektedir. İçsel metotlar da kendi arasında, temel içsel derecelendirme metodu ve gelişmiş içsel derecelendirme metodu olarak ikiye ayrılmaktadır. Temel içsel derecelendirme metodunu uygulayacak bankalar, risk unsurlarından yalnızca temerrüt olasılığı kalemini kendileri hesaplayacak diğer kalemlerin yerine ise denetleyici otoritenin uygun gördüğü rakamları koyacaktır. Gelişmiş içsel derecelendirme metodunu uygulayacak bankalar ise bütün risk unsurlarını kendi geliştirmiş oldukları metotlar vasıtasıyla hesaplayacaklardır. Bankaların içsel metotları uygulayabilmesi birçok şarta bağlı bulunmaktadır. Bankaların kendi hesaplamalarını kullanabilmeleri için karşı tarafların derecelendirilmesine yönelik olarak geniş bir altyapıya sahip olmaları gerekmektedir. Bunun içerisinde teknolojik altyapı ve belli bir süre dahilinde veri toplanması da bulunmaktadır. Bankaların bu kapsamda kurumsal yönetişime de büyük önem vermeleri beklenmektedir. Derecelendirme ve tahmin metotları bankanın üst yönetimi ve yönetim kurulu tarafından onaylanmalıdır. Bununla birlikte kullanılacak sistemin denetleyici otorite tarafından da onaylanması gerekir. 47 Bu metotları kullanacak olan bankaların buna mukabil olarak iç ve dış denetime tabi olması öngörülmektedir. Bankanın içerisinde bu sistemleri denetleyen ve performansını değerlendiren bağımsız kredi riski kontrol birimi bulunması gerekmektedir. Ayrıca bankaların değişik ekonomik koşullar altında sermaye gereksinimlerinin nasıl değişebileceğine dair stres testleri yapması beklenmektedir. Bu testler sayesinde ekonomide meydana gelebilecek yalnız krizler değil ufak sayılabilecek durgunlukların ve bir takım olumsuz şartların dahi risk parametrelerini nasıl etkileyebileceği ölçülmeye çalışılmaktadır (İmişiker, 2005:24-27). Yukarıda kısaca özetlenen içsel derecelendirme metotları aslında Basel II uygulaması ile birlikte bankacılık sektörünün asıl gitmesi beklenen yolu işaret etmektedir. Görüldüğü üzere bu metotları kullanan bankalar yalnızca dışsal derecelendirme şirketlerinin borçlular hakkında belirledikleri notlara bağlı kalmayarak kendi tahminlerini geliştirmekte, stres testleri yaparak değişik ekonomik şartlarda sermaye gereksinimlerinin nasıl etkilenebileceği ölçülmekte ve tüm bunların aracılığıyla çok daha kendine özgü bir risk yönetimi sistemine kavuşmaktadır. Ancak bu tip bir serbestiye kavuşmanın da bazı bedelleri bulunmaktadır. Öncelikle içsel derecelendirme metotlarını kullanacak olan bankalar çok geniş çaplı bir teknolojik altyapı, veritabanı ve en önemlisi bu konuda uzmanlaşmış bir personel yapısına sahip olmak durumundadır. Bu bahsedilen kaynakların ise bankaya önemli bir maddi külfeti bulunmaktadır. Ancak karşılığında elde edilecek olan riske çok daha duyarlı olan yapının da çeşitli faydaları bulunmaktadır. Bu yapı sayesinde karşı karşıya bulunduğu riskleri çok daha doğru bir şekilde ölçebilen bankalar risk bazlı bir fiyatlama stratejisi geliştirebilecek ve buna mukabil olarak da elde etmiş oldukları kaynakların çok daha etkin bir şekilde 48 kullanılmasını sağlayacaklardır. Şüphesiz ki, bu durum sadece ilgili bankalar açısından değil tüm ekonomi açısından faydalı olacak bir gelişmedir. Ayrıca içsel derecelendirme metotlarını uygulayan bankaların kredi riski için daha az sermaye tutmaları hedeflenmektedir. II.IV.II.II. Piyasa Riski Basel II ile birlikte en az değişiklik getirilen alanlardan birisi piyasa riskinin hesaplanmasıdır. Basel I’in ilk yayımlandığında uygulamaya dahil olamayan ancak daha sonra 1996 yılında Uzlaşı’ya eklenen piyasa riskine ilişkin olarak Basel II’de iki metot öngörülmüştür. Bunlar; standart yaklaşım ve riske maruz değer yaklaşımlarıdır. Piyasa riski, bankaların alım satım amacıyla elinde tuttukları veya buna ilişkin koruma temin etmek için bulundurdukları finansal araçlar ve emtiadan kaynaklanan risklerdir. Bu kapsamda önerilen standart yaklaşım daha basit ve Basel I’de yer alan sisteme yakın bir çerçeve sunarken, riske maruz değer yaklaşımı ise finansal gelişmelerle beraber daha modern bir çerçevede piyasa riskinin hesaplanmasına imkan sunmaktadır. II.IV.II.III. Operasyonel Risk Operasyonel risk uygunsuz ve başarısız içsel süreçler, insanlar ve sistemler veya dışsal hadiselerden kaynaklanan riskler olarak tanımlanmaktadır. Operasyonel risk yasal riski kapsamakla birlikte stratejik ve unvan riskini kapsamamaktadır. Basel II gereksinimlerinin ile beraber operasyonel hesaplamasına riskler katılmaktadır. de Basel bankaların I sermaye uygulamasında hesaplanmayan operasyonel risklerin de uygulamaya dahil edilmesi ile birlikte 49 bankalar için bu risk unsuruna ilişkin olarak ekstra sermaye gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Basel II’de operasyonel riskin ölçümü için 3 temel metot tanımlanmaktadır. Bunlar: i) temel gösterge yaklaşımı, ii) standart yaklaşım ve iii) ileri ölçüm yaklaşımlarıdır. Bunlardan, temel gösterge yaklaşımını benimseyen bankalar net faiz gelirleri ve net faiz dışı gelirlerinin toplamından oluşan brüt gelirlerinin, pozitif olduğu süre içerisinde, son üç yıllık ortalamasının % 15’i kadar sermaye tutmak zorundadır. % 15 oranı Komite tarafından belirlenmiş sabit oranı ifade etmektedir. Standart yaklaşımı uygulayan bankaların ise faaliyet göstermekte oldukları alanlar 8 iş koluna ayrılmaktadır. Bu yaklaşımda her bir iş kolu için yıllık brüt gelirin aşağıdaki tabloda yer alan oranları miktarınca sermaye tutma gereksinimi getirilmektedir. TABLO 6 - Standart Yaklaşımda İş Kolları için Uygulanacak Oranlar İş Kolu Oran Kurumsal Finansman % 18 Alım-satım ve Satışlar % 18 Perakende Bankacılık % 12 Ticari Bankacılık % 15 Ödemeler ve Takas % 18 Acentelik Hizmeti % 15 Varlık Yönetimi % 12 Perakende Aracılık % 12 Kaynak: BIS (2005) 50 Standart metodu uygulayabilmek için ise bankanın üst yönetiminin ve yönetim kurulunun operasyonel risk yönetiminde aktif olarak yer alması, güçlü ve bütüncül olarak uygulanmakta olan bir operasyonel risk sistemine sahip olunması ve metodun her iş koluna uygulanabilmesi ve bunun denetlenebilmesi için yeterli kaynağa sahip olması gibi şartların karşılanması gerekmektedir. İleri ölçüm sistemini benimseyen bankalar için ise, tek bir operasyonel risk ölçüm sisteminden bahsetmek mümkün değildir. Banka, kendisi için uygun olan, iş kolları bazında operasyonel risklerini gerçekçi olarak ortaya koyabilecek, geçmiş tecrübelerine ve verilere bağlı, denetim otoritesinin onayını alan ve denetiminden geçen ve üst yönetimin de aktif olarak rol aldığı bir sistemi benimseyebilecektir (BIS, 2005). II.IV.III. Denetimsel Gözden Geçirme Basel II ile birlikte, Komite tarafından Uzlaşılarla amaçlanan hedef sadece asgari yasal sermaye gereksinimini ortaya koymaktan çıkmış ve gelişmiş bir risk yönetimi ortaya koymaya dönmüştür. Bu kapsamda, Uzlaşı’nın ikinci temel bölümünü oluşturmakta olan denetimsel gözden geçirme süreci büyük önem arz etmektedir. Bu süreç 4 ana prensip üzerine oturtulmaktadır. Bu prensiplerden ilki; bankaların risk profillerine uygun olarak sermaye yeterliliklerine ilişkin bir değerlendirme sürecine sahip olmaları ve sermayelerinin devamını sağlamak için bir stratejiye sahip olmalarıdır. Bu ise bankaların üst yönetimlerinin ve yönetim kurullarının öngörülerde bulunmalarını, risklerin kapsamlı olarak değerlendirilmesiyle birlikte bankanın içerisinde güçlü bir izleme ve raporlama 51 sürecinin varlığını ve sağlam bir iç kontrol mekanizmasını gerektirmektedir. Bu ilk prensip bankaların proaktif olmalarını, ileriye yönelik plan ve stratejilerinin olmasını gerektiren önemli bir unsurdur. Bankanın kendi varlıklarına ilişkin riskleri bilebilecek en iyi kurumun yine kendisi olduğu düşünülürse, bu tip bir kurumsal anlayışın bankalara yerleştirilmesi kurumsal yönetişimin sağlanması açısından da büyük bir önem arz etmektedir. Denetimsel gözden geçirmeye ilişkin ikinci prensip, denetim otoritesinin bahsi geçen banka içi sermaye yeterliliği değerlendirme, stratejiler geliştirme ve bunlara ilişkin izleme süreçlerini değerlendirmesi ve gerekli gördüğü takdirde gereken tedbirleri almasıdır. Bu prensiple beraber bankaların içsel mekanizmaları ve stratejileri üzerinde denetleyici otoriteye önemli bir vazife yüklenmiş bulunmaktadır ki, bu durum denetim otoritesinin de proaktif bir yaklaşıma sahip bulunmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda, denetleyici otoritelerin bankaları gerek yerinde gerekse uzaktan incelemesi, gerek görüldüğü durumlarda banka yönetimiyle görüşmesi ve bağımsız denetçilerin çalışmalarını değerlendirmesi gibi gereklilikler ortaya çıkmaktadır. Bu bölümde belirlenmiş olan üçüncü prensip, denetim otoritesinin bankaların asgari sermaye gereksiniminin üzerinde çalışmasını istemeye yetkisinin olmasını ve bunu istemesini getirmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi esas olan sadece asgari yasal sermaye düzeyinin korunması değil bankaların tutması öngörülen ekonomik sermaye rakamına yakın bir yasal sermaye tutmasını sağlamaktır. Dördüncü prensip ise, yine denetim otoritelerinin bankaların sermayesinin asgari sermaye düzeyinin altına düşmeden müdahale edebilmelerini ve gerek tedbirlerin alınmasını isteyebilmelerini getirmektedir. 52 Görüldüğü üzere denetimsel gözden geçirme süreci ile birlikte önce bankalara ve daha sonra denetleyici otoriteye önemli sorumluluklar getirilmektedir. Önce bankanın kendisi, bulundurması gereken, ihtiyaç duyulan sermaye düzeyini ve buna ilişkin stratejileri belirleyecek, daha sonra denetleyici otorite tüm bunları gözetimi ve denetimi altında tuttuktan sonra gerektiğinde tedbirler alabilecektir. Bu noktada denetleyici otoritelerin diğer ekonomik kurum ve kuruluşlarla da büyük bir işbirliği içinde bulunmasının büyük bir öneme sahip olduğu düşünülmektedir. Denetim otoritesi, ülkedeki ekonomideki gelişmeleri iyi değerlendirip, bankaların tutmaları gereken sermaye düzeylerini ekonomik gelişmelere uygun olarak ayarlayabilmelidir (İmişiker, 2005:29-31). Bu kapsamda, Basel II düzenlemelerinin uygulanmasına ilişkin gözönünde tutulması gereken ilkelere de bakmakta fayda bulunmaktadır. Basel Komitesi tarafından Temmuz 2004’te yayımlanan “Basel II’nin Yürürlüğe Konulmasında Göz Önünde Tutulması Gereken Hususlar” isimli rapor ile (BIS, 2004), Yeni Uzlaşıyı uygulamak isteyen ve G10+ üyesi olmayan ülkelere yol gösterici tavsiyelerde bulunulmaktadır. Doğal olarak, ülkelere ulusal bankacılık sektörlerinin karakteristiklerine uygun planlama yapmaları önerilmekte ve mutlaka göz önünde tutulması gereken “anahtar hususlar” hatırlatılmaktadır. Aşağıda, söz konusu dokümandan ve bu alanda yapılmış diğer çalışmalardan derlenmiş olan ve önemli görülen unsurlar özetlenmektedir. ¾ Temel İlkelere (BCPs) uyum konusunda gelişmekte olan ülkeler, G10+ ülkelerinin oldukça gerisindedir. Özellikle yeterli denetim ve düzenleme alt yapısının oluşturulması, denetim otoritesinin bağımsızlığının tesis edilmesi, uluslararası muhasebe ve bilgi standartlarına uyum, mali tabloların düzenli olarak kamuoyuna 53 sunulması, hızlı önlem alma imkanı bulunması Basel II’ye geçilmeden önce sağlanması gereken ön şartlar olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Basel II’ye geçilmeden önce Temel İlkelere uyumun sağlanması, Basel II’nin başarısında önem taşımaktadır. ¾ Bankacılıkta ulusal önceliklerin belirlenmesi gerekmektedir. Önemli olan sektörde sağlam altyapı, etkin risk yönetimi, yeterli sermaye, piyasa disiplini ve finansal istikrarın sağlanmasıdır. Bu nedenle, Basel II’ye geçiş için iyi bir denetim ve gözetim sistemi gereklidir. Mevcut sistemin yeterliliği için Finansal Sektör Değerlendirme Programları (FSAP) ve Basel Temel İlkeleri (BCPs)’nin girdi olarak kullanılması önerilmektedir. ¾ Birinci yapısal blok tek başına yeterli değildir. Yeni Uzlaşının ikinci ve üçüncü yapısal bölümlerine de aynı önem verilmelidir. ¾ 1988 uzlaşısında kalınsa bile, risk odaklı denetime (risk-based supervision) geçiş önerilmektedir. ¾ Bankaların kamuoyuna zamanında ve tutarlı bilgi açıklamaları ve açıklamaların finansal performans, finansal pozisyon, risk yönetim stratejileri ve pratikleri, maruz kalınan riskler, muhasebe standartları, iş alanları ve kurumsal yönetişim alanlarını kapsaması önerilmektedir. ¾ Basel II’nin uygulama kapsamının ne şekilde olacağı belirlenmelidir. Uzlaşının ABD’de olduğu gibi yalnızca büyük ve uluslararası piyasalarda aktif bankalar için mi yoksa AB örneğinde olduğu gibi genel olarak sistemdeki tüm bankaları mı kapsayacağı ülke koşullarına göre belirlenmek durumundadır. Bu noktada denetçi otorite ülkedeki bankaların risk yönetimi kapasitelerini de dikkate 54 almak durumundadır. Ayrıca, Basel II içindeki blokların ne şekilde uygulanacağı ve ülke otoritelerine bırakılan hususlarda alınacak kararlarda bankacılık sektörünün görüşlerinin alınması önem arzetmektedir. ¾ Basel II’nin uygulanmasına ilişkin yapılan/yapılmakta olan nicel analizlerin ortaya koyduğu sermaye yeterlilik rasyolarındaki değişimler geçiş sürecinde dikkate alınmalıdır. Düşük bir sermaye düzeyi altında Basel II’nin uygulanması ciddi bir sermaye gereği yaratıyorsa bu sermaye ihtiyacının ne şekilde tesis edileceğinin tespit edilmesi gerekmektedir. ¾ Yeni Uzlaşı sektördeki her banka için uygun olmayabilir. Yeni Uzlaşının aynı anda sektördeki tüm bankalara uygulanması da gerekmeyebilir. Mevcut Uzlaşı veya basit yaklaşımlar uluslararası olmayan bankalar için bir süre daha uygulanabilir. Ancak, karmaşık düzeyde faaliyetleri olan bankaların zamanla gelişmiş yaklaşımlara geçmesi için denetim otoritesi cesaret vermelidir. Basel II bankalarını belirlerken dikkate alınacak ölçütler: Bankanın büyüklüğü, Operasyonlarının doğası ve karmaşıklığı, Faaliyetleri ve iş alanları, Uluslararası alandaki önemi (yabancı ülkelerdeki varlıkların oranı veya elde edilen gelirin büyüklüğü) Uluslararası piyasalarla etkileşimi, Risk profili ve yönetim kapasitesi, Diğer gözetim unsurları 55 şeklinde ifade edilmektedir. ¾ Bankalar ve resmi otoriteler geçiş stratejisi üzerinde beraber düşünmeli, zamanında ve yumuşak geçiş sağlamalıdır. Resmi otorite ulusal tercihlerini belirlemeli ve kararlarını bankalarla tartışmalıdır. ¾ Basel II’nin gerektirdiği mevzuat değişiklikleri yapılmalıdır. ¾ Denetim otoritesinin yeterli kaynağa (bilgi birikimi, yeterli ve konu üzerinde yetkin insan gücü, teknik yeterlilik, yönetim bağımsızlığı gibi) sahip olması Basel II’ye geçmeden önce sağlanması gereken “olmazsa olmazlar” arasındadır. Basel II’nin ikinci yapısal bölümünün uygulanabilmesi için gereken alt yapının oluşturulması gerekmektedir. Örneğin, bankaların risk odaklı bir yapıda denetleniyor olması, yerinden ve uzaktan denetim unsurları arasında azami işbirliğinin sağlanması, bankaların periyodik raporlama yapması denetçi otoritenin Basel II’ye geçmeden önce sağlaması gereken şartlar arasındadır. ¾ Resmi denetim otoritesi kaynaklarını artırmalı ve eğitim olanaklarını Basel II’ye yönelik geliştirmelidir. Mevcut personel eğitilmeli ve periyodik raporlama ve IT sistemlerinin nitelikleri yükseltilmelidir. Yetişmiş personelin istihdam edilmesi, mevcutların seviyesinin yükseltilmesi ve kurumda tutulması sağlanmalıdır. Bağımsız denetçilerle, iç kontrol elemanlarıyla ve danışmanlarla Yeni Uzlaşının uygulanması konusunda işbirliği yapılması önerilmektedir. ¾ Basel II’ye geçmeden önce uluslararası teknik destek kanallarının oluşturulması gerekmektedir. Ayıca, ülkelerin Basel II’ye geçişi konusunda Basel Komitesi’nin yetkili/yönlendirici olması başarı şansını artıracaktır. Sınır ötesi hususlara ilişkin çalışmaların yapılması, ana ülke (home) ve ev sahibi (host) ülke 56 resmi denetim organlarıyla anlaşma imzalanması yoluyla (Memorandum of Understanding -MoU) bankacılık alanında işbirliği yapılması önerilmektedir. ¾ Basel II’ye geçiş sürecinin (hem denetim otoritesi hem de bankalar itibarıyla) ayrıntılı bir yol haritasına dönüştürülmesi, ilgili tarafların uygulamanın adım adım ne şekilde sağlanacağına ve bu kapsamda üzerlerine düşen sorumluluklara ilişkin bilgi sahibi olmalarını sağlayacaktır. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Basel II’ye geçiş açısından bir önkoşul olmamasına rağmen, Basel Temel İlkelerine (BCPs) özel önem verilmektedir. Temel İlkelere olan uyum derecesinin yüksekliğiyle Yeni Uzlaşının daha karmaşık yaklaşımlarına geçiş arasında güçlü bir ilişki olduğu genel kabul görmektedir. Diğer önemli faktör, derecelendirme kuruluşlarının piyasadaki varlığının derinliğidir. Çok sayıda derecelendirme kuruluşunun varlığı, derecelendirmenin nesnel ve doğru yapılması ile derecelendirmeye olan güvenin yüksek olması, standart yaklaşımlara geçişi kolaylaştırabilecektir. Ayrıca, Basel II’nin belli ölçüde derinliği olan sermaye piyasaları üzerinde olumlu bir dışsallık yaratacağı düşünülmektedir. Risk azaltma tekniklerinin varlığı ve risklerin menkul kıymetleştirilmesi nedeniyle sermaye piyasalarını geliştirmek isteyen ülkelerin Basel II’yi hedeflemeleri anlamlı olabilecektir. Halihazırda, bankaların ve denetim otoritelerinin takipteki alacakları izlemek için kullandıkları merkezi veri tabanları varsa, bu ülkeler Yeni Uzlaşıya daha kolay uyum sağlayabilecektir. 57 II.IV.IV. Piyasa Disiplini Basel II’nin üçüncü ve son temel bölümünü piyasa disiplini oluşturmaktadır. Piyasa disiplini, bankaların gerekli bilgileri kamuya belirli periyotlarla açıklaması gerekliliğinden oluşmaktadır. Bilgilendirmeye ilişkin esaslar, sermaye yeterliliğinde bazı metotların kullanılmasında ve bazı başka avantajlara sahip olunabilmesi hususlarında gerekli şartlar arasında yer almaktadır. Son temel bölümü oluşturan piyasa disiplini ile Komite tarafından amaçlanan esas itibariyle önceki iki bölüm olan sermaye gereksinimi ve denetimsel gözden geçirme süreçlerini tamamlamaktır. Komite ayrıca, bankalara daha çok inisiyatif ve esneklik sağlanmış bulunan metotlarda bilgilendirme ve kamuya açıklama yapma yükümlülüklerinin daha fazla olması gerektiğini düşünmektedir ki, bu nedenle bazı metotların uygulanmasında bilgilendirme süreci bir ön şart olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda, yapılacak olan açıklamalar bankaların karşı karşıya bulundukları riskler hakkında piyasayı bilgilendireceği gibi aynı zamanda bankalar arası karşılaştırılabilirliği de tesis etmiş olacaktır. Ayrıca, Komite piyasa disiplini kapsamında yapılacak olan açıklamaların ülkede mevcut muhasebe standartları dahilinde yapılacak açıklama yükümlülükleriyle çelişmemesini de istemektedir. Bilgilendirmenin hangi vasıta ile yapılacağı hususunda banka yönetimlerinin yetkileri bulunmaktadır. Ancak bankaların bütün bilgileri mümkün olduğunca aynı kaynaktan vermeye dikkat etmesi istenmektedir. 58 Bankaların, bilgilendirme sürecine ait yaklaşımlarını ve buna ilişkin iç kontrol sistemlerini ortaya koyan bir politikaya ve bunun yanısıra bilgilerin uygunluğunu değerlendiren bir sürece sahip bulunmaları gerekmektedir. Banka yönetimleri tarafından açıklanan bilgilerin geçerliliklerinin bu süreçler vasıtasıyla onaylanması sağlandığı ve diğer otoritelerce aksi belirtilmediği sürece açıklanan bilgilerin geçerliliğinin dış denetimden geçme zorunluluğu bulunmamaktadır. Hangi bilgilerin açıklanacağına dair ise, Komite tarafından önemlilik prensibi getirilmiştir. Bu doğrultuda, açıklanması ihmal edildiğinde veya yanlış olarak açıklandığında bu bilgiye dayanarak ekonomik kararlar veren kullanıcıların kararların etkileyebilecek olan bilgiler önemli bilgi olarak atfedilerek açıklanması zorunlu tutulmuştur. Temel bilgilendirme frekansı olarak Komite tarafından 6 aylık periyot seçilmiştir. Ancak, amaç, politika ve sistem gibi genel konulara ilişkin bilgilendirmeler yılda bir yapılabilecektir. Ayrıca uluslararası platformda aktif rol oynayan bankalar ve diğer önemli bankalar ana sermayelerini, sermaye yeterlilik rasyolarını ve bileşenlerini üçer aylık periyotlarda açıklamak durumundadırlar. Bunun yanısıra açıklanacak bilgilere ilişkin hızlı değişimlerin yaşandığı dönemlerde de bilgilendirme periyodu üç aya düşürülmektedir. Tüm bunların yanısıra rakipleriyle paylaştığında bankanın yatırımlarının değerini düşüren ve rekabetçi dezavantajlar getiren bilgiler özel bilgi kapsamında, genel itibariyle müşterilere ilişkin bilgiler de gizli bilgiler kapsamında tutulmuş ve açıklanmamalarına imkan sağlanmıştır. Açıklanması gereken tüm bilgiler ise, Basel II kapsamında tablolar halinde ayrıntılı olarak tanımlanmıştır (İmişiker, 2005:31-33). 59 III. BASEL II’NİN SERMAYE PİYASASINA ETKİLERİ Basel II ile genel olarak, küresel bankacılık sektöründe ve finansal piyasalarda istikrarın, piyasalardaki disiplinin, şeffaflığın ve rekabetin artırılarak güven ortamının sağlanması; daha etkin risk yönetimi ve uluslararası piyasalarda daha güvenli ve etkin bankacılık faaliyetlerinin sürdürülmesi amaçlanmaktadır. Ancak, anılan düzenlemenin, uluslararası faaliyet gösteren bankalar ile bu kapsamda yer almayan bankalar üzerinde farklı etkiler yaratabileceği gibi, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sektörleri üzerindeki etkilerinin de çok farklı olacağı beklenmektedir. Basel II’nin uygulanması durumunda bundan doğrudan etkilenecek olan sektör bankacılık sektörü olmakla birlikte; Basel II’nin ülke borçlanmaları ve sermaye piyasaları üzerinde de dolaylı etkilerinin görüleceği açıktır. Bu kapsamda, bu bölümde öncelikle Basel II’nin gelişmekte olan ülkelere ve bankalara etkisine ilişkin değerlendirmelerde bulunulduktan sonra, belirli alanlar itibariyle sermaye piyasalarına etkisine ilişkin değerlendirmelerde bulunulacaktır. III.I. BASEL II’NİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Basel I, uluslararası bankalar için yapılmış bir düzenlemedir. Ancak, uygulamada hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerin ulusal bankacılık sistemleri için model oluşturmuş ve 100'e yakın ülke tarafından benimsenerek uygulanmıştır. Aynı şekilde, Basel II de gelişmiş ülkelerin deneyimleri üzerine oluşturulmuş bir düzenleme standardıdır. Öncelikle G10+ ülkelerindeki uluslararası faaliyet gösteren bankaların Basel II’yi uygulamaya koymaları hedeflenmektedir. Gelişmiş ülkelerin uluslararası bankalarının Basel II’ye geçmesiyle beraber, küresel finans sektöründe bir takım değişimlerin gerçekleşmesi ve bu değişimlerin, gelişmekte olan piyasaları etkilemesi beklenmektedir. Basel II’nin bir ülkenin finans sektörünü iki açıdan etkilemesi gündemdedir. Yabancı sermaye akımı alan bir ülke Basel II’yi hemen uygulamaya koymasa bile, ulusal piyasalara yabancı sermaye sunan uluslararası finans oyuncularının, mevcut yaklaşımlarını Basel II’yle uyumlu hale getirmeleri beklenmektedir. Uluslararası finans oyuncuları, borçluların (hazine, ulusal banka ve şirketlerin) derecelendirme notlarını OECD üyeliğine bakmaksızın dikkate alacağından, mevcut düzenleyici ortama göre daha fazla etki oluşacağı ileri sürülmektedir. Birinci etkinin bu kanalla ortaya çıkması beklenmektedir. İkinci etkinin, ulusal bankaların da Basel II’ye geçmesiyle yine borçluların derecelendirme notuna ihtiyaç duymaları veya ulusal bankaların içsel derecelendirme yaklaşımlarını kullanmaları halinde ortaya çıkması beklenmektedir. Bu hususlar ise, borçlunun borçlanma kapasitesini ve bankanın ayırması gereken yasal sermaye tutarını etkileyecektir. Meydana gelebilecek toplam etkinin; yerli ve yabancı kreditörler tarafından kullanılan yaklaşımlar, ulusal tercihler, makro ekonomik koşullar, büyüme potansiyeli ve ülkenin coğrafi konumu nedeniyle üstlendiği jeo-politik riskler gibi birden fazla faktör tarafından eşanlı olarak belirleneceği düşünülmektedir (Yayla, Türker Kaya:2005, 19). Bu kapsamda, Basel II’nin gelişmekte olan ülkelere etkisine ilişkin yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu konuda Griffith-Jones ve Spratt’ın çalışmasına dayalı ilk yaklaşım Basel II’ye geçilmesi halinde, gelişmekte olan piyasalara açılan banka kredisinin önemli ölçüde azalacağını ve/veya uluslararası borçlanma maliyetinin ciddi şekilde artacağını ileri sürmektedir. Powell (2004) ile 61 Liebig ve diğerlerinin (2004) çalışmalarına dayanan ikinci yaklaşım ise gelişmiş ülke bankalarının “ortalama ekonomik” sermayelerinin “ortalama yasal” sermayelerinin üzerinde olduğu, dolayısıyla gelişmekte olan piyasalara açılan banka kredisinin sermaye üzerinde ek yük yaratmayacağını öne sürmektedir. Bu farklı yaklaşımlara ilişkin ayrıntılı açıklamalara aşağıda yer verilmektedir. 1. Birinci Yaklaşım Daha önce de ifade edildiği üzere Basel I, en çok getirmiş olduğu, OECD üyesi/OECD üyesi olmayan ülkeler ayrımı ve bu ayrım üzerine oturan risk katsayıları nedeniyle eleştirilmektedir. Yapılan çalışmalarda, bu yaklaşımın, OECD üyesi ülkelerin borçlanma seçeneklerini geliştirirken, OECD üyesi olmayan ülkelerin kaynak maliyetlerini artırarak kredi olanaklarını sınırlandırdığına değinilmektedir. Bu durum, ülkelerde OECD üyesi olma eğiliminin artmasına yol açmıştır. Özellikle Asya krizinden itibaren, gelişmekte olan ülkelere kullandırılan özel sektör kredilerinde bir daralma gözlenmektedir. En büyük daralma da banka kredilerinde ortaya çıkmaktadır. Bu daralmada, bankaların daha önceki krizlerde uğradıkları kayıplar nedeniyle, riskleri daha iyi analiz etmeye başlamalarının yanında, bu ülkelere kredi kullandırmak yerine, bu ülkelerde banka satın alarak ulusal para cinsinden risk üstlenmeyi tercih etmeleri etkili olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelere yönelen kredilerin, 1990’lı yıllardaki iki karakteristik özelliği; döngüsel bir seyre ve kısa bir vade yapısına sahip olmalarıdır (Değirmenci, 2003). Kredilerin döngüsel bir seyir izlemesi, kredi veren kuruluşların yükselen ekonomilere dönük stratejilerini saptarken, uzun vadeli analizler yapmak yerine, ekonominin canlandığı dönemlerde, riskleri daha az dikkate alarak fazla kredi kullandırmayı, ekonominin durgunluk 62 yaşadığı dönemlerde ise riskleri gereğinden fazla önemseyerek kredilerini azaltmayı tercih etmelerinden kaynaklanmaktadır (Griffith-Jones, 2002a). Bu durum, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan durgunluğun daha keskin bir hal almasına ve uzun sürmesine, ekonomik canlanmanın ise olması gerektiğinden daha olumlu bir hava yaratmasına neden olmaktadır. Kredilerin kısa vadeli bir seyir izlemesinde, 1988 Basel sermaye standardının getirmiş olduğu risk katsayılarının yapısı önemli bir etken olmuştur. OECD üyesi olmayan ülkelerdeki bankalara kullandırılan bir yıla kadar vadeli krediler için uygulanacak risk katsayısının yüzde 20 olarak saptanmış olması ve bunun en düşük maliyetli borçlanma stratejisi oluşu, bu ülkelere yönelen kredilerin bir yıla kadar vadede yoğunlaşması sonucunu doğurmuştur. Bu koşullar altında, kredilerin kısa vadeli bir yapıya sahip olmasının, bu ülkelerin kalkınma süreci üzerinde uzun dönemli olumsuz etkilere neden olması söz konusudur. Basel II ile, kredi riskinin hesaplanmasında OECD üyesi olup olmama temeline dayanan sınıflandırma terk edilmekte ve yerine iki farklı yaklaşım önerilmektedir: standart yaklaşım ve içsel derecelendirme yaklaşımı. Standart yaklaşım, dış derecelendirme kuruluşlarının derecelerinin kullanılması yoluyla saptanmış olan risk katsayılarının kullanılması esasına dayanmaktadır. İçsel derecelendirme yaklaşımı ise, bankaların geliştirmiş oldukları içsel risk ölçüm modellerinin sonuçlarına dayanılarak saptanan risk katsayılarının kullanılmasını sağlamayı amaçlamaktadır. İçsel risk ölçüm yaklaşımlarını az sayıdaki gelişmiş büyük bankanın kullanabileceği göz önüne alındığında, bankaların büyük çoğunluğunun standart yaklaşımı uygulayabileceği, dolayısıyla gelecekte kredi 63 derecelerinin sermaye yeterliliği düzenlemelerinde çok önemli bir ağırlığının olacağı ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, derecelendirme kuruluşları, çoğunlukla gelişmiş ülkelerdeki kuruluşların değerlendirilmesi üzerine uzmanlaşmışlardır ve gelişmekte olan ülkelerdeki deneyimleri sınırlıdır. Derecelendirme kuruluşlarının yayınlamış olduğu dereceler, Raghavan (2001)'ın da belirttiği gibi, döngüsel bir gelişime sahiptir. Ülke ekonomisinde canlanma yaşandığı dönemlerde kredi dereceleri iyileşmekte, ekonominin durgunluğa girmesi durumunda ise derecelerde hızlı bir kötüleşme ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, bu kuruluşların vermiş oldukları kredi derecelerinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde aynı etkinliğe sahip olduğunu varsaymak, gelişmekte olan ülkeler zararına sonuçların ortaya çıkmasına yol açabilecektir. Kredi derecelerinin kullanılması, OECD üyesi ülkelerde kurulmuş olması nedeniyle avantajlı risk katsayılarına sahip ancak, kredi dereceleri BBB+ ve altında olan finansal kuruluşların, bu avantajlarını yitirmelerine, kaynak maliyetlerinin artmasına ve kredi olanaklarının azalmasına yol açacaktır. Yine bu derecelerin kullanılması, kredi dereceleri A+ ve üzerinde olan ancak OECD üyesi olmayan ülkelerde faaliyet gösterdiği için çok yüksek risk katsayılarına maruz kalan kuruluşların avantajlı bir konum kazanmasına neden olacaktır. Tablodan görüldüğü gibi, Türkiye için uygulanacak risk ağırlığı Basel II ile birlikte artacaktır. 64 TABLO 7 - OECD Üyesi Olan/Olmayan Ülkeler Bazında Ülke Dereceleri ve Risk Katsayıları Seçilmiş Ülke Dereceleri Dereceler Varolan Risk Önerilen Risk Katsayısı (%) Katsayısı (%) BB+ 0 100 A- 0 20 Macaristan BBB+ 0 50 Polonya BBB 0 50 Kore BBB 0 50 B 0 100 Şili A- 100 20 Hong Kong A 100 20 İsrail A- 100 20 Singapur AAA 100 0 Slovenya A 100 20 AA+ 100 0 OECD Üyesi Meksika Çek Cumhuriyeti Türkiye11 OECD Üyesi Olmayan Tayvan Kaynak: Değirmenci (2003) Bu kapsamda, Basel II ile birlikte kullanılacak risk ağırlıklarına ilişkin var olan standardın uygulanmasıyla birlikte, gelişmekte olan ülkelere kullandırılan kredilerin tutarlarında ortaya çıkan daralmanın daha yapısal bir sorun haline gelmesi söz konusudur (Griffith-Jones, 2002b). Griffith-Jones (2002c)’un, Basel II’de gördükleri diğer bir diğer eksiklik ise, portföylerin uluslararası çeşitlendirilmesinin sağladığı avantajların dikkate alınmamasıdır. Portföylerini yalnızca gelişmiş ülkeler arasında dağıtan yatırımcıların 11 S&P, 2 Mayıs 2005 itibarıyla Türkiye’nin, uzun dönem yabancı para cinsinden borçlanma notunu BB- olarak belirlemiş olup, bu durumda da risk ağırlığı %100 olacaktır. 65 beklenmedik kayıplarla karşılaşma ihtimali, portföylerini gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında dağıtan yatırımcılara göre daha yüksektir. Bu durum, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki karşı taraf riskine ilişkin korelasyonun, gelişmiş ülkeler arasındakine oranla daha düşük olmasından kaynaklanmaktadır. Öte yandan, standart metodun dışında içsel derecelendirme modellerinin kullanımının yaygınlaşması ile birlikte, gelişmekte olan ülkelere kullandırılacak kredilerin hacimlerindeki daralma daha da hayati bir düzeye çıkacak, bu bankaların kaynak maliyeti, standart yöntemin kullanılmasına nazaran çok daha fazla artacaktır. Tablo 8'de anonim şirketlerden olan alacaklara ilişkin sermaye gerekliliği, Basel I ile Basel II ile getirilen standart ve içsel derecelendirme yaklaşımı kullanılarak hesaplanmıştır. İçsel derecelendirme yaklaşımında, BB ve daha düşük risk katsayılarına sahip kuruluşlara kullandırılan krediler için ayrılması gereken sermaye tutarının, BBB ve üstündeki derecelere sahip kuruluşlara kullandırılan krediler için ayrılması gereken sermaye tutarları ile karşılaştırıldığında ne kadar yüksek olduğu Tablo 8'de görülmektedir. TABLO 8 - Anonim Şirketlerden Olan Alacaklara İlişkin Sermaye Gerekliliği (SG) Dereceler Temerrüde Var Olan Standart İçsel düşme Uygulamada Metoda olasılığı SG SG Göre Derecelendirme Yaklaşımına Göre SG AAA 0,03 8 1,6 1,13 AA 0,03 8 1,6 1,13 A 0,03 8 4,0 1,13 BBB 0,20 8 8,0 3,61 66 BB 1,40 8 8,0 12,35 B 6,60 8 12,0 30,96 CCC 15,00 8 12,0 47,04 Kaynak: Değirmenci (2003) Bu kapsamda, Reisen tarafından yapılan bir çalışmada içsel risk ölçüm modellerinin kullanılması durumunda, BBB- ve daha düşük derecelere sahip ülkelerin, pratik olarak, uluslararası piyasalardan borçlanma kapasitelerini tamamen yitirecekleri dile getirilmektedir (Değirmenci, 2003). 2. İkinci Yaklaşım Bu yaklaşımda Basel II’nin gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları üzerinde ciddi değişiklikler yaratmayacağı savunulmaktadır. Alman bankalarının yurtdışına sağladıkları kredilere ilişkin Liebig ve diğerlerinin (2004) yaptıkları amprik çalışmada, Basel II’nin gelişmekte olan piyasalara sağlanan borçlar üzerinde sınırlı bir etkisinin olacağı sonucuna varılmıştır. Bu sonuca dayanak olan kanıt ise Basel II Uzlaşısı ile getirilen düzenlemeler neticesinde düzenleyici sermayenin (regulatory capital) ekonomik sermayenin altına düşmesinden kaynaklanmaktadır12. Çalışma kapsamında yüzde 99,5 güven aralığında Alman bankalarının “ortalama ekonomik” sermayelerinin “ortalama yasal” sermayelerinin üzerinde olduğu sonucuna varılmıştır. Söz konusu sonucu destekleyici olarak sunulan diğer bir kanıt ise, büyük bankaların kredilendirme kararlarının alınmasında ekonomik sermayenin ana belirleyici olmasıdır. Bunun Burada ekonomik sermaye ile kastedilen, risklerin neden olduğu ekonomik maliyeti karşılayan sermayedir. Düzenleyici sermaye ise Basel Uzlaşısı’nda tavsiye edilen sermayedir. 12 67 yanısıra çalışma kapsamında hiçbir bankanın Basel I kapsamında OECD üyesi gelişmekte olan ülkelere verilmekte olan kredilerde risk ağırlığını yüzde sıfır olarak belirlememesidir. Hayes, Saporta ve Lodge (2002) tarafından yapılan çalışmada da, gelişmekte olan piyasalara sağlanan kaynaklarda herhangi bir değişiklik olmayacağı öne sürülmekte olup, Basel II kapsamında piyasa riskine ilişkin yeni bir değişiklik olmaması nedeniyle de alım satım defteri kapsamında (trading book) sermaye piyasalarına yapılacak yatırımlarda da herhangi bir davranışsal değişiklik olmayacağı belirtilmektedir. Bu tartışmalar çerçevesinde şunu belirtmek gerekir ki, Basel II Uzlaşısı uluslararası bankaların ihtiyaçları gözönünde bulundurularak hazırlanmış ve riske daha duyarlı bir sermaye tahsisini amaçlamıştır. Bu kapsamda, şunu da açıkça vurgulamak gerekir ki, Basel II’de belirtilen risk ağırlıkları sadece bankaların vermiş oldukları kredilere karşılık olarak tutmaları gereken yasal sermayenin tespitinde kullanılmaktadır. Bankalar bu sayede ortak akılca belirlenmiş olan ve gözetim merci tarafından da kayıt altında tutulan ve bankaların beklenen, muhtemel kayıplarını karşılamak amacıyla yasal sermaye bulundurmaktadır. Bu hükümden kesinlikle aynı risk ağırlığına sahip bulunan ülkelerin, kurumların ve kişilerin aynı maliyetler çerçevesinde bankalardan kaynak bulabilecekleri anlaşılmamalıdır. Özellikle uluslararası alanda faaliyet gösteren büyük bankalar zaten uzun yıllardır yasal sermayelerinin yanı sıra, beklenmeyen kayıplarını karşılayabilmek amacıyla da ekonomik sermaye tutmaktadırlar. İki OECD ülkesine verilen borçlarda tutulması gereken yasal sermaye her ne kadar aynı olsa bile, bankaların bu iki ülke 68 için belirledikleri risk ve buna mukabil tuttukları ekonomik sermaye de birbirinden farklı olabilecektir. Dolayısıyla, Basel II Uzlaşısı’nın uluslararası bankalar tarafından gelişmekte olan piyasalara sağlanan kaynakların akışında dramatik sonuçlara yol açmayacağı düşünülmektedir. III.II. BASEL II’NİN BANKALARA OLAN ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Basel II standartlarına geçiş sırasında dikkate alınacak temel hususlar, ilgili ülkenin bankacılık sektörünün temel karakteristiklerinden bağımsız değildir. Dolayısıyla konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunulurken, sektörün risk yönetimine bakış açısı, riskleri yönetme kapasitesi, kurumsal yönetişim ilkelerine yaklaşımı gibi hususların dikkate alınması gerekmektedir. Bu kapsamda, Türk bankacılık sistemine ilişkin değerlendirmelerde bulunulmadan önce, Basel Komite tarafından yapılan “3. Sayısal Etki Çalışması (QIS3)”na ilişkin bilgiler sunulacaktır. Ekim 2002’de, 43 ülkeyi kapsayacak şekilde başlatılan çalışmaya, 13 tane G10 ülkesinde 188 banka, diğer 30 ülkeden de 177 banka katılmıştır. Söz konusu çalışmaya ülkemizden, sektörün aktif büyüklüğü açısından %60’ını oluşturan 6 banka da katılmıştır. QIS3’ün sonuçlarına göre standart yaklaşım çerçevesinde bütün ülkeler için sermaye yükümlülüğü artışı görülmektedir. 1. Grup bankalar açısından mevcut yükümlülüklerden küçük artışlar olmakla birlikte perakende çalışan bankaların sermaye yükümlülüklerinde daha büyük artışlar tahmin edilmektedir. İleri içsel derecelendirme yaklaşımında ise, sermaye yükümlüklerinde azalmalar oluşmaktadır. 69 Dolayısıyla, Basel II ile bankaların risklerini kendi içsel derecelendirme sistemi çerçevesinde ölçmelerinin teşvik edilmesinin sonuçları, burada açıkça görülmektedir. QIS3’ün sermaye yükümlükleri üzerindeki etkisine ilişkin tablo aşağıda sunulmaktadır (BIS, 2003). 70 TABLO 9 - QIS 3 Sonuçları Standart Ortalama Azami İçsel Derecelendirme Asgari Ortalama Azami İleri İçsel Derecelendirme Asgari 11% 84% -15% 3% 55% -32% İkinci Grup 3% 81% -23% -19% 41% -58% AB Birinci Grup 6% 31% -7% -4% 55% -32% İkinci Grup 1% 81% -67% -20% 41% -58% 12% 103% -17% 4% 75% -33% G10 Birinci Grup Diğer Ülkeler 1&2 Ortalama Azami Asgari -2% 46% -36% -6% 26% -31% Kaynak: BIS (2003) 71 Konuya Türk bankacılık sistemi açısından baktığımızda sektördeki ulusal bankaların önemli uygulayabilecekleri bir kısmının standart düşünülmektedir. yaklaşımları Ancak, ileri en düzey kısa zamanda yaklaşımların uygulanmasının önünde veri kısıtlarının bulunduğu bilinmektedir. Türkiye’deki kayıt dışı sektörün varlığı ve standart olmayan muhasebe kayıtlarına dayanan, eksik verilerin oluşturduğu ve bankaların 2-3 yıldır kullandıkları mevcut “skoring” sistemleri ileri düzey yaklaşımların benimsenmesini zorlaştıracak gibi gözükmektedir. Dolayısıyla, ilk aşamada dışsal kredi derecelendirme notları önem arzedecektir. Sektördeki ulusal bankaların önemli bir kısmının notu BB- ile Türk Hazinesi’nin mevcut notuna eşittir. Ulusal bankalar büyük ölçekli yabancı bankalardan sendikasyon ve seküritizasyon kredileri kullanmaktadır. Söz konusu kredilerin toplamı 2004 yıl sonu itibarıyla 10,1 milyar dolardır. Ayrıca, insan kaynaklarına ve bilgi sistemlerine büyük çaplı yatırımların yapılması gerekmektedir. Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren uluslararası nitelikteki yabancı bankaların, Basel II’ye geçişi kendi maliyetlerini düşürmek için fırsat olarak görmeleri mümkündür. Özellikle, merkezlerinin daha önceden ileri düzey yaklaşımları kullandığı yabancı bankaların, bu alanlara yapmış oldukları yatırımlar ve tecrübeleri sayesinde ulusal bankalara göre avantaj kazanmaları ihtimali mevcuttur (Yayla, Türker Kaya, 2005:41-43). Türk bankacılık sektörünün Basel II’ye bakışına ilişkin BDDK tarafından çeşitli çalışmalar yapılmakta olup, bu çalışmanın önemli ayaklarından birisini de 72 ülkemizdeki 50 bankaya uygulanan ve Aralık 2005’de sonuçları açıklanan Basel II 2. Anket Çalışması (BDDK, 2005b) oluşturmaktadır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, Basel II uygulamasında Türk Bankacılık Sektörünün konsolide bazda genel değerlendirmesine bakıldığında şu sonuçlar elde edilmiştir. 1. Sektörün tamamına yakınının Basel II uyum çalışmalarına başladığı ve yarısına yakın bir bölümünün ise süreci kapsamlı bir proje olarak ele aldığı görülmektedir. Özellikle banka ölçeği büyüdükçe sürecin daha detaylı ve kapsamlı ele alındığı görülmüştür. Sektör aktif toplamının tamamına yakın kısmı Basel II’ye yönelik strateji ve politikaları belirlemiş, ilgili strateji ve politikaları yönetim kurulu onayından geçirmiştir. Geçiş süreciyle ilgili sektörün yarısı yatırımlar için bütçe tahsisi yapmış ya da planlamıştır. Bu yatırımlar özellikle bilgi işletim sistemi ve yazılım-donanım konularında yoğunlaşmıştır. Süreç içinde karşılaşılan en önemli sorun içsel derecelendirme ile ilgili veri gereksinimidir. 2. Sektörün 01.01.2007 itibariyle, kredi, piyasa ve operasyonel risk hesaplama yöntemlerinden standart yöntemlerle konsolide hesaplama yapabileceği belirlenmiştir. 3. Son dönemde bankaların, kredi riski üzerine çalışmalarını ve yatırımlarını arttırdığı görülmüştür. Bankaların büyük çoğunluğu, kredi riski ölçümüne standart veya basitleştirilmiş standart yöntemle başlamayı planlamaktadırlar. İlerleyen dönemde sektör aktifinin önemli bir kısmını oluşturan bankalar ileri yöntemlerle hesaplama yapmaya geçeceklerini beyan etmişlerdir. Sistemin tamamına yakın bir çoğunluğu kredi riskini standart yöntemle hesaplama konusunda gerekli teknik 73 bilgiye sahiptir. Bunun yanısıra, içsel derecelendirme yaklaşımı ile ilgili olarak biriktirilme yılı farklılaşmakla beraber, sektörün aktif toplamı itibariyle %70’e yakın kısmı 1-3 yıl arası değişen temerrüt olasılığı verisine sahiptir. 4. Operasyonel risk hesaplanması açısından bankalar daha çok standart, alternatif standart ve temel gösterge yaklaşımını tercih etmekte ve adı geçen yöntemler konusunda sektör yeterli teknik bilgi ve altyapıya sahiptir. Standart yöntem uygulamaya başlayacak bankalardan, sektörün toplam aktifinin yaklaşık %90’ını oluşturan kısmı ileri yöntemlere geçme planı yapmaktadır. İleri yöntemlere geçiş tarihi çeşitli olmakla beraber 4 yıl içinde sektörün büyük kısmı operasyonel risk hesaplamasını ileri yöntemlerle yapmaya başlayacaktır. Bankalar ileri ölçüm yöntemlerinden daha çok kayıp dağılımları yaklaşımlarını kullanmayı planlamaktadır. Sektörün önemli kısmında işkolları ve faaliyet alanları belirlenmiş olup, operasyonel risk kayıp olayı sınıflandırması yapılabilmekte ve her bir işkolundan gerekli gösterge verisi elde edilebilmektedir. 5. Piyasa riski ölçümünde diğer risklere nazaran Türk Bankacılık Sektörünün daha tecrübeli ve hazır olduğu görülmüştür. Sektörün tamamına yakın kısmı içsel modelleri yoğun olarak günlük karar alma, limit belirlenmesi gibi süreçlerde kullanmaktadır. İlgili modellerin kullanımı konusunda bankaların teknik bilgi ve altyapıları yeterli olmakla beraber, modeller 3 yıl içerisinde büyük oranda yasal sermaye hesaplamasında da kullanılmaya başlanacaktır. Öte yandan, BDDK tarafından, Temmuz 2003’te aktif büyüklüğü açısından sektörün %95’ini teşkil eden 23 bankanın katılımıyla yerel bir sayısal etki analizi çalışması başlatılmış olup söz konusu çalışmanın sonuçları Aralık 2004’de yayımlanmıştır (BDDK, 2004). 74 Sayısal etki çalışmaları sonucuna göre, Basel II bankaların sermaye yeterliliklerini belirli ölçülerde azaltmakla birlikte, Türk bankacılık sisteminin sermaye yeterliliğinin yüksek olması sebebiyle bu olumsuz etki önemli boyutlara ulaşmamaktadır. Yerel sayısal etki çalışması (QIS-TR) sonuçlarına göre, çalışmaya katılan 23 bankanın toplulaştırılmış sermaye yeterliliği rasyosu mevcut durumda %28,8 iken, Basel II hükümleri uygulandığında bu oran %16,9’a gerilemektedir. Sermaye yeterliliğine ilişkin asgari seviyenin %8 olduğu dikkate alındığında, Basel II hükümleri çerçevesinde de asgari seviyenin iki katından fazla bir sermayenin mevcut olduğu görülmektedir. Sermaye yeterliliği rasyosundaki azalma temel olarak yabancı para cinsinden (dövize endeksliler hariç) Hazine bono ve tahvillerinin Basel II’de yüksek sermaye yükümlülüğüne tabi olmasından ve Basel II ile birlikte operasyonel risk sermaye yükümlülüğünün yeni eklenmesinden kaynaklanmaktadır. Basel II çerçevesinde sermaye yeterliliği oranında ortaya çıkan %11,9’luk azalışın 8,7 puanı yabancı para cinsinden kamu menkul kıymetlerinin yer aldığı portföylerden, 2 puanı ise operasyonel riskten kaynaklanmaktadır. Şirketlere verilen kredilerin tabi olduğu sermaye yükümlülüğünde ise az miktarda artışlar meydana gelmiştir. Sermaye yeterliliği rasyosunda şirketler portföyü dolayısıyla ortaya çıkan azalış %1,2’dir. Sayısal etki çalışmalarında, Basel II hükümleri, bankaların bugünkü portföylerine uygulanmıştır. Dolayısıyla Basel II’nin uygulanmasına fiilen geçilmesi durumunda bankaların portföy tercihlerinde, banka müşterilerinin kredi değerliliğinde, finans piyasalarında ve makro ekonomik çerçevede meydana gelebilecek olası değişiklikler hesaba katılmamıştır. İleride bu alanlarda değişikliklerin ortaya çıkması durumunda, Basel II’nin bankaların sermaye 75 yükümlülüklerine etkileri de farklı olabilecektir. Örneğin ülkemiz Hazine’sine ait derecelendirme notunun “yatırım yapılabilir (investment grade)” olarak ifade edilen BBB kademesini aşması durumunda yabancı para cinsinden kamu kağıtlarının tabi olacağı sermaye yükümlülüğü yarı yarıya azalacaktır (%100’den %50’ye düşecektir). Bankaların müşterisi konumunda olan şirketlerin ileride alacakları iyi derecelendirme notları da sermaye yükümlülüğün azalmasına sebep olacaktır. Bununla birlikte, makro ekonomik ortamdaki iyileşmeyle beraber, bankaların portföylerindeki kredilerin artması durumunda, Yeni Uzlaşının uygulanmasıyla risk ağırlıklı varlıkların toplamı daha da büyüyebilecektir. III.III. BASEL II’NİN DERECELENDİRMEYE DÜZENLEMELERİNİN SERMAYE İLİŞKİN PİYASALARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Basel II Sermaye Uzlaşısı kapsamında en önemli konuların başında derecelendirme faaliyeti gelmektedir. Hali hazırda yürürlükte olan Basel I Sermaye Uzlaşısı kapsamında basit yöntemlere dayalı olarak hesaplanan risk ağırlıkları, 2007 yılından itibaren bankaların uygulayacakları metotlara göre değişen, dışsal ve içsel derecelendirme faaliyetlerinin sonuçlarına dayalı, gelişmiş risk ölçüm metotlarını temel alan bir yapıya uygun olarak hesaplanmaya başlanacaktır. Ülkemizdeki bankacılık sisteminin gelişmişlik düzeyi ve yapısı dikkate alındığında, Basel II Sermaye Uzlaşısının uygulamaya başlanması ile Uzlaşının en önemli ayaklarından biri olan kredi riskinin tespiti hususunda, bankacılık sistemimizde ağırlıklı olarak dışsal derecelendirme faaliyetine bağlı yürütülecek standart metotların uygulanması beklenmektedir. Bu kapsamda, fon temininde banka kredilerinin ağırlığı ve derecelendirme faaliyetinin kredi 76 maliyetleri üzerindeki etkisinin Basel II ile birlikte artacağı da göz önünde bulundurulduğunda, derecelendirme faaliyetlerinin düzenlenmesine ilişkin çalışmaların büyük önem kazanacağı düşünülmektedir. Derecelendirmenin bu denli önem kazanmasının olumlu olduğu kadar olumsuz yanları olduğu da öne sürülmektedir. Öncelikle derecelendirmenin kazandığı önemin yaratabileceği olumsuzluklara bakılacaktır. Basel II’nin uygulanabilmesi için mevcut durumda toplam borçluların ne kadarının derecelendirme notuna sahip olduğu önem taşımaktadır. Örneğin, Avrupa’daki durumun tersine, şirketlerin yaygın olarak bir kredi notuna sahip olmadığı bir yapıda doğrudan içsel derecelendirme yaklaşımlarının uygulanması daha anlamlı bulunmaktadır. Ancak, söz konusu yaklaşımların uygulanmasının özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından daha zor olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca, standart yaklaşımda B-’nin altında derecelendirilmiş bir firmanın risk ağırlığı %150 iken, derecelendirilmemiş bir firmaya %100 ağırlık verilmesinin, riskli olduğunu düşünen firmaların not almaktan kaçınmalarına neden olabileceği düşünülmektedir. Derecelendirme kuruluşlarının, belirledikleri notlarını kamuya açıklanmayacak şekilde şirketlere bildirmesine yönelik uygulamaların da riskli firmaları not almamaya teşvik edebileceği düşünülmektedir. Bu kapsamda, Basel II ile derecelendirilmemiş firmalara %100 risk ağırlığı verilmesinin özellikle KOBİ’lerin finansman maliyetlerini artırmamaya dönük olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda, kredi notunun büyük firmalar için zorunlu tutulabileceği düşünülmektedir. Bu notların farklı derecelendirme kuruluşları arasında tutarlı 77 olması güvenilirlik açısından önem taşımaktadır. Derecelendirme şirketlerinin artan potansiyel talebi kendilerine çekmek üzere “iyi” not vermek için gerçekteki derecelendirme notlarını abartmaları gibi çeşitli politikalarla güvenirliliği sarsmaları ve artan talebi karşılayabilecek sayıda derecelendirme firmasının olup olmaması, talep edilmeksizin not verilmesi, birden fazla not verilmesi standart yaklaşım uygulamasında ortaya çıkabilecek sorunlardır. Yapılan çalışmalarda, derecelendirme kuruluşlarınca ülke notlarındaki değişimlerin piyasa hareketlerini gecikmeli takip ettiği, tüm kredi kuruluşlarının notlarını değiştirmede yavaş davrandıkları görülmektedir. Ayrıca, özellikle Asya krizi sonrasında tüm derecelendirme kuruluşları not sistemlerini yeniden değerlendirmişlerdir. Yeni derecelendirmede kısa vadeli borçlara, bankacılık sektöründeki sistemik risklere, likidite riskine duyarlılığa ve bulaşma etkisine daha büyük önem verilmeye başlanmıştır. Derecelendirme kuruluşlarına ilişkin bu sıkıntılar içsel derecelendirme yaklaşımında bulunmamaktadır. Ancak, bu yöntemin daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi, hem bankalar hem de denetleyici otorite için yüksek maliyetler taşıması ve yöntemin gelişmişlik düzeyinin yüksekliği, uygun veri ve nitelikli personel ihtiyacı gibi nedenlerden dolayı gelişmekte olan ülkelerde uygulanabilmesinin orta vadede bile zor gözüktüğü görüşleri de mevcuttur (Yayla, Türker Kaya,2005:17-18). Ancak, derecelendirmeye ilişkin bu tartışmaları bir kenara bırakacak olursak şirketlerin daha düşük maliyetlerle bankalardan kaynak bulmak amacıyla dışsal veya içsel derecelendirmeye tabi tutulması şirketlerin daha şeffaf bir yapıya kavuşmasına ve kayıt altına alınmasına neden olabilecektir. Bu durum ise uzunca bir süredir 78 sermaye piyasasının da önünde büyük bir engel teşkil eden kayıt dışılık kaynaklı rekabetçi dezavantajların azalmasını sağlayabilecektir. Bu nedenle, ilerleyen dönemlerde şirketlerin sermaye piyasalarından daha fazla kaynak bulmaya çalışmaları olası görülmektedir. III.IV. PİYASA DİSİPLİNİ (KAMUYA AÇIKLANACAK HÜKÜMLER) KAVRAMININ SERMAYE PİYASALARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Basel Komitesi tarafından hazırlanan "Basel II'nin Uygulanmasına İlişkin Göz Önünde Tutulması Gereken Hususlar" başlıklı dokümanda (BIS, 2004), bankaların sermaye yeterliliği ayağının kısa vadede uygulamaya geçirilememesi durumunda dahi, hem sermaye yeterliliği hükümlerinin uygulanmasına geçişte kolaylık sağlanması, hem de bankacılık sisteminin disiplin altına alınmasına yönelik olarak diğer iki ayak olan denetimsel gözden geçirme ve piyasa disiplininin mümkün olan en kısa sürede denetim otoriteleri tarafından uygulamaya konulması önemle tavsiye edilmektedir. Piyasa disiplini kavramı altında Basel II’de kamuya duyurulacak hususlar ana başlıklar halinde verilmiş, ancak banka yönetiminin belirlediği ilkelere göre önemlilik kavramına girmeyen ya da bankacılık sırrı kapsamında değerlendirilebilecek hususları açıklama zorunluluğu olmadığı belirtilmiştir. Bankalar tarafından açıklanması istenen bilgiler genel olarak şunlardır: Her bir risk grubu için risk yönetimi hedefleri ve politikaları, Konsolidasyona tabi iştiraklerine ilişin bilgiler, 79 Özsermayesine ilişkin bilgiler (Özsermayeyi oluşturan kalemler, sermayeden indirilecek ya da eklenecek kalemleri kapsayacak şekilde), Sermaye yeterliliği bilgileri (Kuruluşun faaliyetlerini sürdürmesine ilişkin etkisi, her bir risk (piyasa, kredi, operasyonel) bazında asgari sermaye yükümlülükleri, sermaye yeterliliği oranı) Kredi riskine ilişkin detaylı bilgiler, Piyasa riskine ilişkin detaylı bilgiler, İçsel Risk Değerlendirme Modelleri kullanılıyorsa buna ilişkin bilgiler, Operasyonel riske ilişkin bilgiler (BIS, 2005). Bilindiği üzere, sermaye piyasalarının güven ve açıklık içinde faaliyet göstermesi ve tasarruf sahiplerinin hak ve yararlarının korunması için kamunun zamanında, yeterince ve doğru bir şekilde aydınlatılması büyük önem arz etmektedir. Bununla birlikte geçmiş dönemde, bankacılık sırrı kavramı çerçevesinde kamuyu aydınlatmada yaşanan eksiklikler neticesinde özellikle sermaye piyasası yatırımcılarının aleyhinde fiili bir durum ortaya çıktığı ve çeşitli mağduriyetler yaşandığı açıktır. Basel Komitesi'nin özellikle bankacılık sektöründe iyi yönetişimin geliştirilmesi ve desteklenmesi konusuna büyük önem verdiği dikkate alındığında, yeni sermaye uzlaşısının üçüncü ana ayağını oluşturan piyasa disiplini altında bankaların kamuyu aydınlatıcı bilgileri, yatırımcılar da dâhil olmak üzere tüm ekonomik birimlerle doğru, zamanında ve yeterli biçimde paylaşması büyük önem arz etmektedir. 80 Bu konuda, Basel Komitesi'nin, piyasa disiplininin sağlanması hususunda ilgili denetim otoritelerinden, muhasebe standartları ve borsalara kotasyon şartlarının gelişmişlik düzeyini dikkate almaları ve ilgili yasal altyapıya uygun biçimde şekillendirilmiş bir uygulama planı geliştirmelerini istemesi, sermaye piyasası uygulaması açısından dikkat edilmesi gereken bir husustur. Bu vesileyle, yeni Uzlaşı kapsamında bankacılık sırrı kavramının düzenleyici otoriteler arasında uzlaşı sağlanarak tanımlanmasının mikro anlamda sermaye piyasası yatırımcılarının doğru karar verebilmeleri, makro açıdan ise, tüm ekonomik birimlerin mali piyasalar hakkında doğru bilgi edinebilmeleri açısından önemli bir husus olduğu düşünülmektedir. Basel II uyarınca denetim otoritelerine, gerekli gördüğü durumlarda, bankalardan sermaye yenileme programı uygulanması, banka faaliyetlerinin ve temettü dağıtımının sınırlandırılması ve ek sermaye konmasını isteyebilmek gibi yetkiler tanınmaktadır. Bu noktada, özellikle hisse senetleri borsada işlem gören bankalar hakkında, finansal varlıkların değerini ve yatırımcıların finansal kararlarını önemli şekilde etkileyebilecek bu yöndeki denetimsel tedbirlerin gündeme gelmesi ya da uygulanması durumlarında kamunun gerektiği şekilde aydınlatılmasına yönelik düzenlemelerin yapılacak olması da sermaye piyasaları açısından önemli hususlardan birisidir. 81 III.V. BASEL II’NİN REEL SEKTÖR ÜZERİNDEKİ ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER III.V.I. Şirketler Kesimine Etkileri Yukarıda kredi riskine ilişkin olarak Basel II kapsamında yer alan standart ve gelişmiş metotlar hakkında bilgi verilmiştir. Şirketler açısından durum değerlendirildiğinde, bankalar ister standart metotları kullanarak kredi riski hesaplanmasında bağımsız derecelendirme şirketlerinin borçlular hakkında verdikleri notları ve buna ilişkin Basel II kapsamında belirlenen oranları kullansın, isterse içsel derecelendirme metotlarını kullanarak kredi riskine ilişkin parametreleri kendileri belirlesinler, şirketlerin eskisine göre çok daha şeffaf bir yapıya kavuşarak kayıt altına girmeleri bir gereklilik haline gelmektedir. Şirketler, bankalardan daha ucuz kaynak temini imkanlarına kavuşmak için derecelendirme faaliyetlerine tabi olmak durumundadırlar. Derecelendirmeyi yapan taraf ister banka isterse bağımsız derecelendirme kuruluşu olsun bu durum şirketlerin daha sağlıklı bir mali yapıya kavuşmalarını, mali yapılarını gösterir şeffaf bir finansal yapıya kavuşmalarını ve dolayısıyla kayıt altına alınmalarını gerektirmektedir. Kayıt altına alınmadan sermaye piyasalarından faydalanma imkanı bulunmayan şirketler Basel II’nin uygulanmaya başlamasıyla bankalardan kaynak temininde de zorluklar yaşayabilecektir. Ülkemizi ekonomisinin en önemli problemlerinden birisi olan kayıt dışı ekonomi sorununun çözülmesine Basel II’nin bu yönleriyle olumlu bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Kaynak temininde şeffaflık ve kayıt altına alınma mevzularında Basel II ile beraber eskisine nazaran daha eşit platformlarda yer almaya başlayacak olan sermaye 82 piyasaları ve bankacılık sektörü arasındaki rekabetçi farklılıklar da bu vesile ile azalmış olmaktadır. Bu sayede bankacılık sektöründeki kaynaklardan faydalanabilmek amacıyla kayıt altına giren şirketler için sermaye piyasalarından kaynak bulma imkanları da cazip gelebilecektir. Şu zamana kadar sermaye piyasalarından birçok şirketin uzak durmasının başlıca nedenleri arasında yer aldığı düşünülen kayıt dışı kalmaktan kaynaklanan rekabetçi avantajları bu düzenlemelerle bir nebze olsun azalmaktadır. III.V.II. KOBİ’lere Etkileri Tezin daha önceki bölümlerinde Basel II kapsamında perakende kredilere ilişkin ayrıntılı açıklamalarda bulunulmuştur. KOBİ’ler gelişmiş veya gelişmekte olan tüm ekonomilerde ve ülkemizde önemli bir yere sahiptir. Uluslararası ekonomik ilişkilerde yaşanan gelişmeler, rekabet koşullarındaki hızlı değişme, teknoloji alanındaki yenilikler yanında ekonomik faaliyeti düzenleyen kurallardaki değişmeler KOBİ’lerin performansını etkilemektedir. Son dönemde uluslararası finans sisteminde yoğun olarak tartışılmakta olan Basel II düzenlemesi dolaylı olarak KOBİ’leri çok yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’deki işletmelerin % 99,5’i, istihdamın % 64’ü, katma değerin % 36’sı KOBİ’lere aittir. Ülkemizde değişik KOBİ tanımlamaları bulunmaktadır. Hazine Müsteşarlığı’nın tanımına göre; imalat sanayiinde faaliyette bulunan ve yasal defter kayıtlarında arsa ve bina hariç, makine ve teçhizat, tesis, taşıt araç ve gereçleri, demirbaşlar vb. toplamının net tutarı 400 milyar Türk Lirasını aşmayan; 83 1-9 işçi çalıştıran işletmeler çok küçük ölçekli, 10-49 işçi çalıştıran işletmeler küçük ölçekli, 50-250 işçi çalıştıran işletmeler orta ölçekli işletmelerdir. En fazla 400.000 YTL. tutarında sabit yatırım harcaması yapan işletmelerin tüm yatırımları KOBİ kapsamında değerlendirilir. Dış Ticaret Müsteşarlığı tanımına göre ise KOBİ’ler; imalat sanayiinde faaliyet gösteren, 1-200 işçi çalıştıran, gerçek usulde defter tutan, arsa ve bina hariç sabit sermaye tutarı bilanço net değeri itibariyle 2 milyon ABD doları karşılığı TL'yi aşmayan işletmelerdir (TBB, 2004:4-5). Ülkemizde şimdiye kadar yapılan KOBİ tanımlarından farklı olarak, Basel II’de sermaye yeterliliğini belirlemek için kullanılan standart yöntemde SME (Small and Medium Sized Entities-Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler) sınıfının sınırları firmaların yıllık toplam satış cirolarına göre belirlenmeye başlanacaktır. KOBİ; toplam cirosu 50 milyon Euro’yu geçmeyen firmalar olarak tanımlanmaktadır. KOBİ tanımına bağlı olarak “perakende-kurumsal” ayrımı çok önem kazanmakta olup, bir bankadaki toplam kredisi (Nakit + Gayrinakit) 1 milyon Euro’nun altında kalan KOBİ’ler “perakende portföy” içinde tanımlanmakta, ilgili bankadaki kredi miktarı 1 milyon Euro’nun üstünde olan KOBİ’ler ise “kurumsal portföy” içinde tanımlanmaktadır (Aras, 2004:13). 84 TABLO 10 - Basel II Standart Yaklaşım’da KOBİ’lerin Risk Ağırlıkları Sınıflandırma Yıllık Ciro Kredi Tutarı Risk Ağırlığı Derecelendirme Notuna Kurumsal KOBİ > 50 Mio € > 1 Mio € Göre Ağırlıklandırılır. Perakende KOBİ* < 50 Mio € < 1 Mio € Standart %75 *Birbiriyle aynı risk grubunda bulunan küçük işletmeler veya şahıslar tek bir işletme olarak kabul edilmektedir. Bu tür firmalara verilen kredilerin tutarı toplam perakende portföyünün %2'sini geçemez. Kaynak: BIS (2005) Bu kapsamda, Basel II içerisinde KOBİ kredilerinin durumuna ilişkin yapılan amprik çalışmalarda, KOBİ’ler genel olarak standart yaklaşımda hem mevcut duruma göre hem de büyük ölçekli şirketlere göre daha avantajlı konumda bulunmaktadırlar. İçsel derecelendirme yaklaşımlarında ise büyük ölçekli şirketlere göre daha avantajlı konumda bulunmakla beraber, mevcut mevzuata kıyasla tabi olacakları sermaye yükümlülükleri derecelendirme notlarına bağlı olarak daha düşük veya daha yüksek olabilmektedir. Ayrıca Basel II bankalara farklı ölçüm yaklaşımlarının yer aldığı seçenekler sunmaktadır. Bu sebeple, Basel II ile birlikte farklı ölçüm yaklaşımlarını ve farklı derecelendirme sistemlerini kullanan bankalar olabilecektir. Bu farklılıklar KOBİ’ler açısından da farklı bankalarda farklı kredi imkanlarına sahip olabilmeleri sonucunu doğurabilecektir. Bankacılık sektörü tarafından KOBİ’lere kullandırılan toplam kredi hacmi, ağırlıklı olarak makro ekonomik koşullara ve bankaların fon kaynaklarına erişim imkanlarına bağlıdır. Benzer şekilde KOBi kredilerinin ortalama maliyeti de ekonomideki genel faiz hadlerine, bankaların fonlama maliyetlerine ve operasyonel giderlerine oldukça duyarlıdır. Basel II sonrasında bankaların fonlama maliyetlerindeki olumlu veya olumsuz değişimler ile Basel II uygulamalarına ilişkin operasyonel giderler kredi maliyetlerine rekabet koşulları çerçevesinde 85 yansıyabilecektir. Bu çerçevede, Basel II’nin KOBİ kredilerinin hacminde ve fiyatında oluşturması beklenen en önemli etki risk primlerinin artması ve kredi faiz oranlarında işlemlerin risklilik düzeylerine bağlı olarak farklılaşmaların belirgin hale gelmesi olacaktır. Basel II ile birlikte içsel derecelendirme yaklaşımını uygulayacak bankaların zorunlu olarak, standart yaklaşımı uygulayacak bazı bankaların da ihtiyari olarak derecelendirme sistemleri kurmaları veya mevcut sistemleri iyileştirmeleri beklenmektedir. Bu sistemler, teknik alt yapıya, yeterli uzunlukta tarihsel veriye ve yüksek gözlem sayısına ihtiyaç duyacaktır. Bu açıdan merkezi veri tabanları da önem arz etmektedir. KOBİ’ler açısından Basel II sonrasında avantajlı koşullarda kredi kullanmanın en etkin yolu iyi bir derecelendirme notuna sahip olma olacaktır. Bu çerçevede KOBİ’lerin bankalarca veya bağımsız kredi değerlendirme kurumlarınca kullanılan derecelendirme sistemleri hakkında bilgi sahibi olmaları ve bu sistemlerin gereklerini yerine getirme konusunda adım atmaları önem arz etmektedir. Bu kapsamda, değerlendirilebilecek önemli hususlar KOBİ’lerde kurumsal yönetişim, hesap ve kayıt düzeni, şeffaflık, finansal planlama ve risk yönetimi olarak ortaya çıkmaktadır (Yüksel, 2005:39). Bu nedenle, Basel II’ye geçiş sürecinde KOBİ’lerin faaliyetlerinden doğan risklerini yönetecek finansal enstrümanların kullanılması, Basel II’nin öngördüğü teminat yapısına uyum sağlanması, bağımsız derecelendirme kuruluşlarından ve bankalardan derecelendirme notu almaya hazırlıklı olmaları ve iyi not alabilmek için sermayelerini güçlendirme yoluna gitmeleri, uluslararası kabul görmüş standartlarda ve güvenilir mali tabloların üretilmesi, kurumsal yönetim kültürünün en üst yöneticiden tüm çalışanlara kadar yerleştirilmesi, nitelikli insan kaynağına yatırım 86 yapılması, karar almada her türlü riskin dikkate alınmasını sağlayan bir sistemin kurulması ve Basel II ile öngörülen değişimlerin KOBİ’lere olan etkilerinin bilinmesi gerekmektedir. Bugüne kadar KOBİ’lerin sermaye piyasalarından yararlandırılması yönünde de birçok çalışma yapılmış ve KOBİ’lere ait hisse senetlerinin işlem göreceği ikinci el piyasalar oluşturulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, kayıt dışı ekonominin yaygınlığı bu konuda en önemli engeli oluşturmuştur. Zira, ülkemizde şirketler üzerindeki vergi yükünün ağır olması, beraberinde kayıtdışılığı getirmekte ve kayıt altına giren şirketler, hem vergi yükü hem de halka açılma gerçekleştiği takdirde Sermaye Piyasası Kurulu kaydına girilmesine bağlı ek bir kamu otoritesinin gözetimi sebebiyle kayıtdışı çalışan şirketlere göre rekabet dezavantajı ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Ancak, Basel II ile birlikte KOBİ’lerin kurumsal yönetişim ilkelerini benimseme ve güvenilir mali tablo üretme gerekliliği, söz konusu şirketlerin sermaye piyasasından fon sağlama olanaklarının da artmasını sağlayacaktır. III.VI. BASEL II’NİN BORÇLANMA PİYASALARINA ETKİSİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Tezin önceki bölümlerinde de belirtildiği üzere, Basel II kapsamında Türkiye’nin uzun dönem yabancı para cinsinden borçlanma notunun BB- olması ve Basel I’deki OECD üyesi olmanın avantajı kaldırıldığı için ülkemiz hazinesinden ve merkez bankasından olan alacaklara daha önceki gibi % 0 değil de % 100 risk ağırlığının uygulanacak olması ülkenin borçlanma maliyetlerini bir miktar artırabilecektir. 87 Öte yandan Basel II kapsamında ulusal inisiyatife bağlı olarak, bankaların faaliyette bulundukları ülke hazinesinden (veya merkez bankasından) olan ulusal para cinsinden alacakları için - fonlamanın da bu para cinsinden olması kaydıyladaha düşük risk ağırlıkları kullanılabilecektir. Bu ulusal inisiyatifin pek çok ülke tarafından kullanılacağı tahmin edilmektedir. Özellikle ülkemiz bankalarının aktiflerinin önemli bir bölümünün kamu menkul kıymetlerinden oluşması sebebiyle, bu tip alacaklar için kullanılacak risk ağırlığının %0'dan daha yüksek olarak belirlenmesi yönünde karar alınması halinde öncelikle, böyle bir uygulamadan bankaların sermaye yeterlilik oranlarının ve Hazine'nin borçlanma maliyetlerinin nasıl etkileneceği hususunun çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, BDDK tarafından, YTL cinsi alacaklar (dövize endeksliler dahil) için söz konusu oranın sayısal etki çalışmalarında olduğu gibi %0 olarak uygulanmasının ve ilerleyen yıllarda makroekonomik gelişmeler, kamu sektörü borçlanma gereksiniminin seviye ve seyri, borçlanma maliyetinde meydana gelecek değişiklikler ile ülke notundaki iyileşmeler çerçevesinde bu tercihin tekrar gözden geçirilmesinin söz konusu olabileceği açıklanmıştır (Yetim ve Balcı 2005, 26). Ancak, bu husus YTL cinsi alacaklar (dövize endeksliler dahil) için söz konusudur. Basel II kapsamında kredi riskinin standart yönteme göre hesaplanmasında herhangi bir tercihe bağlı olmaksızın yabancı para kamu menkul kıymetleri ülke notuna göre risk ağırlığına tabi olmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin risk ağırlığı %100’dür. Aşağıdaki tabloda bankaların ellerinde bulunan Eurobondların miktarı ve menkul kıymetler portföyü içindeki payları sunulmaktadır. Tablo 11’den görüldüğü üzere, Eurobondların yaklaşık %79’u özel bankalarda, 88 %19’u kamu bankalarında tutulmaktadır (Yayla, Türker Kaya, 2005:42-43). Özel bankalardaki Eurobondların menkul değerler cüzdanı içindeki payı %22 civarındadır. Dolayısıyla, yabancı para cinsinden menkul kıymetlerin kredi riski hesaplamasında yüksek risk ağırlığına tabi tutulmasına bağlı olarak, eurobondlara yerli bankalar tarafından gösterilen ilginin azalacağı düşünülebilir. Tablo 11 - Bankaların Eurobond Stokları (Aralık 2004) Eurobond/Menkul Değerler Eurobond (Milyon USD) Cüzdanı (%) Kamu 2.152 4,7 Özel 9.208 21,9 83 4,4 169 16,5 0 0 11.612 12,6 Yabancı Kalkınma TMSF Toplam Kaynak:BDDK Öte yandan, piyasa riski hesaplamasında ulusal inisiyatife bağlı olarak, ulusal para cinsinden olması ve banka tarafından da aynı para birimi ile fonlanması durumunda kamu kağıtları için daha düşük spesifik risk12 yükümlülükleri uygulanabilecektir. Bilindiği üzere, ülkemizde uzunca bir süredir özel sektör bono ve tahvil arzı hemen hemen hiç olmamıştır. Türkiye Bankalar Birliği tarafından 2000 yılında 12 Spesifik risk; getirisi faiz oranı ile ilişkilendirilmiş finansal araçlardan veya hisse senetlerinden oluşan pozisyonlarda, geniş piyasa hareketleri dışında, bu pozisyonları oluşturan finansal araçları ihraç veya garanti eden ve ödeme yükümlülüğünü üstlenen kuruluşların yönetimlerinden ve mali bünyelerinden kaynaklanabilecek sorunlar nedeniyle meydana gelebilecek zarar riskini ifade etmektedir. 89 yapılan bir çalışmada özel sektör bono ve tahvil ihracındaki artışın beklenilen düzeyde olmamasının en önemli nedenleri olarak; Kamu sektörünün son yıllardaki yoğun borçlanmasına neden olan ekonomik ortam, Talep yetersizliği, Maliyet artışına neden olan vergi ve diğer yükler, Sermaye Piyasası Kurulu’na yapılan başvurudan, tahvilin ihracına kadar olan sürenin uzunluğu ve prosedürün yoğunluğu, "Kredi Derecelendirme Kuruluşları"nın eksikliği olarak gösterilmiştir (TBB, 2000b:1). Bu kapsamda, Basel Komitesi’nin de Basel II uygulamasında ülkelerin kendi finansal piyasalarında geliştirilmekte olan yeni ürün ve hizmetler üzerindeki olası etkilerini dikkate almalarını önerdiği dikkate alınarak, ulusal uygulama tercihlerinin belirlenmesinde kamu kağıtları ile özel sektör bono ve tahvilleri arasında, bankaların özel sektör bono ve tahvili almaktan tamamen kaçınmalarına yol açacak boyutta bir dengesizlik yaratılmamasına özen gösterilmesinin ülkemiz açısından önemli olduğu düşünülmektedir. 90 III.VII. BASEL II’NİN SERMAYE KURUMLARINA PİYASASI ETKİSİNE ARACI İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Mevcut durumda sermaye piyasası aracı kurumlarının sermayelerine ve sermaye yeterliliğine ilişkin şartlar AB’nin Basel I düzenlemelerini temel alan direktifi ile tam uyumlu olarak düzenlenmiş ve uygulanmaktadır. Öte yandan, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından Basel II esas alınarak hazırlanan “Yatırım Şirketleri ve Kredi Kuruluşlarının Sermaye Yeterlilikleri Hakkında Direktif” Ekim 2005 AB parlamentosu tarafından kabul edilmiş olup, 2007 yılı başından itibaren yürürlüğe girmesi beklenmektedir. Söz konusu düzenleme bankaların yanı sıra yatırım şirketlerini de kapsamaktadır. Bu sebeplerle, ülkemizin AB müktesebatı ile uyum sağlanması ve finansal sistemde faaliyet gösteren kuruluşların ortak standartlara sahip olması amacı çerçevesinde, sermaye piyasasında faaliyet gösteren aracı kurumların da Basel II ile uyumlu sermaye yeterliliği standartlarına sahip olması beklenmektedir. Bu kapsamda, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği tarafından tüm sektörün özsermayeleri toplamının %58’ini temsil eden 14 kurumun 31.12.2005 tarihli mali tabloları üzerinden bir sayısal etki çalışması yapılmış ve sonuçları Nisan 2005’de yayımlanmıştır. Söz konusu çalışma sonuçlarında, Basel II konusunda sektörün ciddi bir eğitim ihtiyacı içinde olduğu, özellikle operasyonel departmanlarda çalışanların genel anlamda risk kavramı ve temel finans eğitimlerine konusunda ciddi eksiklikleri bulunduğu, öte yandan daha karmaşık hesaplama yöntemlerine sahip olmasına rağmen Basel II kurallarının mevcut yükümlülüklere 91 göre daha düşük sermaye yeterliliği eşikleri öngördüğü, Basel II’nin aracı kurum sektöründe uygulanması, mevcut koşullara göre daha esnek bir yapı sağlayacağı sonuçlarına ulaşılmıştır (TSPAKB, 2006)13. Sonuç olarak, sermaye piyasası aracı kurumlarının sermayeleri ve sermaye yeterliliğine ilişkin düzenlemenin Basel II Uzlaşısı ile uyumlaştırılması sonucunda sektördeki risk algılamasının değişeceği ve risk yönetimine ilişkin önemli adımlar atılacağı düşünülmektedir. Bu kapsamda, aracı kurumların müşterilerini kredilendirme sürecinde daha dikkatli davranacak olmaları ve temerrütten sakınmaları neticesinde ikincil piyasalarda spekülatif amaçlı işlemlerin azalması beklenmektedir. Öte yandan, daha önce de ifade edildiği üzere Basel II ile getirilen sermaye yeterliliği düzenlemeleri uluslararası alanda aktif bankalara konsolide bazda uygulanacaktır. Buna göre sermaye yeterliliği yükümlülüklerinin hesaplanmasında, uluslararası alanda aktif bir bankanın dahil olduğu bir bankacılık grubu ya da bu tür bir bankanın banka, aracı kurum ve diğer finansal iştirakleri (sigorta şirketleri hariç) konsolide edilecektir. Kontrol elde bulundurulmaksızın yapılan önemli azınlık iştirakleri (significant minority ownership) ise konsolidasyona dahil edilmeyecektir. Ancak, bazı durumlarda bu tür iştiraklerin iştirak oranı nispetinde konsolide edilmesi mümkündür. Azınlık iştirakinin hangi iştirak oranında önemli kabul edildiği 13 Bu çalışmanın sonuçlarına tez içinde yer verilmiş olmakla birlikte, çalışmada bazı önemli hususlarda eksiklikler bulunmaktadır. Maddi duran varlıkların sermaye yeterliliği tabanı hesaplamasında özsermayeden düşülmemesi ya da risk ağırlığının %100 olarak belirlenmesi, risk karşılıkları hesaplamasının Basel II ile tam uyum göstermemesi ve Sermaye Piyasası Kurulu’nun likit olmayan varlıklara ilişkin düzenlemesinin dikkate alınmaması bu eksikliklere örnek olarak gösterilebilir. 92 ülkelerin muhasebe düzenlemelerince veya yetkili otoriteler tarafından belirlenmektedir. Örneğin, bu oran AB’de %20-%50 arasıdır. Basel II’nin ülkemizde uygulanması ile birlikte, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yetkilendirilmiş 100 faal aracı kurumdan 27 adedinin banka bağlı ortaklığı niteliğinde olduğu dikkate alındığında, bankaların çoğunluk hisselerine sahip olduğu aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri gibi sermaye piyasası kurumları konsolidasyon kapsamında olacaktır. III.VIII. KONUT İPOTEĞİ KARŞILIĞI KREDİLER Basel II’de borçlunun ikamet ettiği veya ikamet amacı ile kiralanmış bulunan gayrimenkul ipoteği ile tümü teminat altına alınmış alacaklar için uygulanacak risk ağırlığı %35 olacaktır. Bir konut kredisinin bu orandan faydalanabilmesi için; Konutun ikamet amaçlı kullanılıyor olması, Konutun kat mülkiyetinin tesis edilmiş olması ve kredinin birinci derece ipotekle teminat altına alınmış olması, Konutun uluslararası değerleme standartlarına göre ve lisanslı değerleme uzmanlarınca piyasa değerinin tespit edilmiş olması, Uzun dönemde konut değerindeki dalgalanmalardan dolayı kredinin teminatının yetersiz kalmasını önlemek amacıyla, kredi tutarı ile konutun değeri arasında belirli bir oranda marj bulunması gerekmektedir (BIS, 2005). Ülkemizde konut arzı ve konut niteliğine ilişkin sorunlar yanında, konut ediniminde mali piyasalardan yeterince istifade edilmeksizin, alıcıların satın 93 alacakları konutları kendi kaynaklarıyla veya kişisel ilişkilerini kullanarak finanse etmelerine yol açan bir finansman sorunu da bulunmaktadır. Bu kapsamda, mali sistem aracılığıyla konut sahibi olunabilmesini sağlayacak ve “mortgage” olarak bilinen konut finansmanı sistemine ilişkin çalışmalar yürütülmektedir. Ülkemiz 2002 yılından itibaren düşen enflasyon ve yüksek reel büyümenin yarattığı ekonomik bir canlanma sürecine girmiş, finansal piyasalardaki istikrar ve rekabet sayesinde faizlerdeki düşüş, bankaların kaynaklarını ülkemizde daha önce rastlanmayan uzunlukta vadelerle (15–20 yıl gibi) plase edebilmesine uygun bir ortam sağlamıştır. Bu kredilerin yaygınlaşabilmesi için gerekli makro ekonomik koşulların henüz sağlandığı ülkemiz, mali sistem aracılığıyla konut sahibi olunabilmesini sağlayacak mortgage sisteminin yapısının kurulmaya çalışıldığı ve konut piyasasının canlandığı bir sürecin başlangıç safhasında bulunmaktadır (SPK, 2005). Söz konusu kredilerin yaygınlaşmasının ekonomik ve sosyal bir takım iyileşmeleri de beraberinde getireceği ve önerilen % 35 risk ağırlığının konut sahibi olunmasına aracılık etme konusunda bankaları teşvik edici olacağı düşünülmektedir. Ayrıca, milli bankaların, ulusal mortgage piyasasında faaliyet gösterecek yabancı ülke bankaları karşısında dezavantajlı konuma düşürülmemesi için de konut ipoteği ile koruma altına alınmış alacaklar için %35’ten daha yüksek bir risk ağırlığının uygulanmaması mortgage sisteminin teşvik edilmesi açısından uygun olabilecektir. Bu kapsamda, özellikle bu kredilerin menkul kıymetleştirilmesi neticesinde, sermaye piyasasında derinliğin ve yatırım alternatiflerinin artması beklenmektedir. 94 IV. SONUÇ Bankacılık sektöründeki uluslararasılaşma sürecinde sermaye yeterliliği düzenlemeleri önemli bir yere sahip olmuştur. Basel Komitesi 1980’li yılların sonlarından itibaren sermaye yeterliliği konusunda ortak bir uygulamanın gerçekleştirilmesi için bir forum işlevi görmüştür. Komite, 1988 yılında Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel I) adı altında ilk sermaye standardını yayımlamıştır. Ancak, son yıllarda bankacılık, risk yönetimi uygulama ve teknikleri, denetim yaklaşımı ve finansal piyasalarda önemli gelişmeler yaşanmış olup, bankaların bilançolarının daha karmaşık hale gelmesi ve risk yapılarının değişmesi sonucunda söz konusu standart etkinliğini yitirmiştir. Bu kapsamda, Basel Komitesi, finansal piyasalarda meydana gelen gelişmeleri ve Basel I’in sermaye yeterliliğine ilişkin eksikliklerini dikkate alarak Basel II Uzlaşısı’nı yayımlamıştır. Genel olarak, Basel II’de, bankaların sağlıklı ve etkin olarak çalışması için kendi iç kontrol ve yönetim sistemleri ile denetim işlevi ve piyasa disiplini konularına yer verilmektedir. Bankaların asgari sermaye gereklerini hesaplamada dikkate alacakları kredi ve faaliyet risklerini ölçebilmeleri için basitten gelişmişe doğru bir dizi metodolojinin kullanılabilmesi öngörülmektedir. Bankalar denetim otoritesinin gözetiminde olmak üzere kendi risk profillerine ve faaliyet konularının karmaşıklığına göre uygun yaklaşımları tercih edebileceklerdir. Yeni düzenleme ile, banka sermayesi ile üstlenilen riskler arasında kurulan ilişkiye kredi riski ile piyasa riskinin yanında operasyonel risklerin de dahil edildiği görülmektedir. Basel II’nin güçlü ve doğru risk yönetimine sahip bankaların ödüllendirilmesi temeline dayandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yeni düzenleme ile bankaların düzenleyici sermaye gereğini tutturmak için risklere karşı çok daha duyarlı olmalarını sağlayacak yaklaşımlar getirilmektedir. Ayrıca, Basel I’de kredi risklerine ilişkin katsayıların belirlenmesinde OECD üyesi olan ve olmayan ülke ayrımı yapılırken, yeni düzenlemede, kredi riskinin ölçümünde iki yeni yaklaşımın (standart yaklaşım ve içsel derecelendirme yaklaşımı) önerildiği ve riskin ölçülmesinde kredi derecelendirme kuruluşları tarafından ülke ve krediye taraf kuruluş için verilen derecelerin kullanılması yönteminin benimsendiği görülmektedir. Yeni sermaye düzenlemesi ile genel olarak, küresel bankacılık sektöründe ve finansal piyasalarda istikrarın, piyasalardaki disiplinin, şeffaflığın ve rekabetin artırılarak güven ortamının sağlanması; daha etkin risk yönetimi ve uluslararası piyasalarda daha güvenli ve etkin bankacılık faaliyetlerinin sürdürülmesi amaçlanmaktadır. Ancak, banka sermaye yeterliliklerinin ölçülmesi ve değerlendirilmesi hususunda düzenlemeler içeren Basel II’nin bankacılık sektörü yanında sermaye piyasaları üzerinde de önemli etkiler doğuracağı açıktır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Basel II’nin gelişmekte olan ülkelerin borçlanması üzerinde olumsuz etkileri olabileceği öne sürülmekle birlikte, özellikle uluslararası alanda faaliyet gösteren büyük bankalar risk yönetimine verdikleri önemle bağlantılı olarak uzun yıllardır yasal sermayelerinin yanı sıra, beklenmeyen kayıplarını karşılayabilmek amacıyla da ekonomik sermaye tutmaktadırlar. Dolayısıyla, Basel II Uzlaşısı’nın uluslararası bankalar tarafından gelişmekte olan piyasalara sağlanan kaynakların akışında dramatik sonuçlara yol açmayacağı düşünülmektedir. Bununla birlikte, Basel II kapsamında Türkiye’nin uzun dönem yabancı para cinsinden borçlanma notunun mevcut durumda BB- olması ve Basel I’deki OECD üyesi olmanın avantajı kaldırıldığı için ülkemiz hazinesinden ve merkez bankasından 96 olan alacaklara daha önceki gibi % 0 değil de % 100 risk ağırlığının uygulanacak olması ülkenin borçlanma maliyetlerini bir miktar artırabilecektir. Öte yandan, Basel II kapsamında özellikle bankacılık sektöründe iyi yönetişimin geliştirilmesi ve desteklenmesi ile derecelendirme faaliyetine yapılan vurgu neticesinde, “kurumsal yönetişim”, “şeffaflık”, “finansal planlama” ve “risk yönetimi” gibi kavramların kazanacağı önemin finansal piyasalara hakim olan genel düşünce yapısını olumlu şekilde etkileyeceği ve sermaye piyasalarına olumlu katkılarının olacağı düşünülmektedir. Örnek olarak, Basel II’nin üçüncü ana ayağını oluşturan piyasa disiplini altında bankaların kamuyu aydınlatıcı bilgileri, yatırımcılar da dahil olmak üzere tüm ekonomik birimlerle doğru, zamanında ve yeterli biçimde paylaşması gerekmektedir. Özellikle geçmiş dönemde, bankacılık sırrı kavramı çerçevesinde kamuyu aydınlatmada yaşanan eksiklikler neticesinde özellikle sermaye piyasası yatırımcılarının aleyhinde fiili bir durumun ortaya çıktığı ve çeşitli mağduriyetlerin yaşandığı ülkemizde, Basel II ile öngörülen kamuyu aydınlatma yaklaşımının sermaye piyasalarının gelişimi açısından önem arzettiği düşünülmektedir. Basel II’nin şirketler kesimine olan etkilerini incelediğimizde, şirketlerin de uygulanan metoda göre dışsal ya da içsel olarak alacakları kredi notlarına göre risk ağırlıklarına tabi tutulacakları görülmektedir. Yıllık cirosu 50 milyon eurodan düşük olan şirketler KOBİ kapsamında değerlendirilerek standart metotta herhangi bir bankadan almış oldukları 1 milyon euroya kadar olan borçları % 75 risk ağırlığına tutulmuş olsa da, genel itibariyle şirketlerin kredi maliyetlerini aşağı çekmek amacıyla dışsal veya içsel metotlarla belirlenen yüksek kredi notlarına ihtiyaç duyacakları düşünülmektedir. Bu kapsamda, şirketlerin yüksek kredi notu almak 97 amacıyla daha şeffaf bir mali yapıya kavuşarak, daha yüksek oranlarda kayıt altına girecekleri tahmin edilmektedir. Dolayısıyla, uzun süredir sermaye piyasasından kaynak bulmak isteyen şirketlerin karşılaştıkları rekabetçi dezavantajlar azalmış olacaktır. Bankacılık sektöründen ve sermaye piyasalarından kaynak bulma fırsatları arasında meydana gelecek bu tip bir yakınsama şirketleri daha uzun vadeli kaynak bulabilecekleri sermaye piyasalarına yaklaştıracak bir unsurdur. Bunun yanısıra, ülkemiz sermaye piyasasında faaliyette bulunmakta olan aracı kurumlarının sermayeleri ve sermaye yeterliliğine ilişkin düzenlemenin Basel II Uzlaşısı ile uyumlaştırılması sonucunda sektördeki risk algılamasının değişeceği ve risk yönetimine ilişkin önemli adımlar atılacağı düşünülmektedir. Bu kapsamda, aracı kurumların müşterilerini kredilendirme sürecinde daha dikkatli davranacak olmaları ve temerrütten sakınmaları neticesinde ikincil piyasalarda spekülatif amaçlı işlemlerin azalması beklenmektedir. Ayrıca, Basel II ile ikamet amaçlı konut ipoteği karşılığı kullandırılan krediler için önerilen % 35 risk ağırlığının konut sahibi olunmasına aracılık etme konusunda bankaları teşvik edici olacağı düşünülmekte olup, özellikle bu kredilerin menkul kıymetleştirilmesi neticesinde, sermaye piyasasında derinliğin ve yatırım alternatiflerinin artması beklenmektedir. 98 KAYNAKÇA • ARAS, Güler, (2004), Basel II Uygulamasının KOBİ’lere Etkileri ve Geçiş Süreci, Friedrich Ebert Vakfı ve Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalıştayı’nda (İstanbul, 24.12.2005) Sunulan Tebliğ, www.sbe.yildiz.edu.tr • Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, (2004), Basel II Sayısal Etki Çalışması (QIS-TR) Değerlendirme Raporu, www.bddk.org.tr • Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, (2005a), Basel II’ye Geçişe İlişkin Yol Haritası, www.bddk.org.tr • Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, (2005b), Türk Bankacılık Sistemi Basel II 2. Anket Çalışması Sonuçları, www.bddk.org.tr • BESSİS, Joel (2002), Risk Management in Banking, New York: John Wiley Sons Ltd. • Bank for International Settlements (1997), Principles for the Supervision of Banks' Foreign Establishments, www.bis.org • Bank for International Settlements, (1988), International Convergence of Capital Measurement and Capital Standards, www.bis.org • Bank for International Settlements, (1996), Amendment to the Capital Accord to Incorporate Market Risks, www.bis.org • Bank for International Settlements, (2003), Quantitative Impact Study 3: Overview of Global Results, www.bis.org • Bank for International Settlements, (2004), Implementation of Basel II: Practical Considerations, www.bis.org • Bank for International Settlements, (2005), Basel II International Convergence of Capital Measurement and Capital Standards: A Revised Framework, www.bis.org 99 • Bank for International Settlements, International Organization of Securities Commissions, (2005), The Application of Basel II to Trading Activities and the Treatment of Double Default Effects, www.bis.org • CROUHY, Michel, GALAI, Dan, MARK, Robert, (2000), Risk Management, Mc Graw-Hill, New York • CROUHY, Michel, GALAI, Dan, MARK, Robert, (2001) Making Internal Ratings Work, http://www.erisk.com • ÇETİN, Müge, (2001), Mali Kuruluşlarda Risk Yönetimi Bilgi Sistemleri, SPK Yeterlik Etüdü • DEĞİRMENCİ, Nihal, (2003), Sermaye Yeterliliği Konusunda Basel Standartları ve Seçilmiş Bazı Ülkelerdeki Uygulamalarının Değerlendirilmesi, TCMB Uzmanlık Tezi, www.tcmb.gov.tr • ERSEL, Hasan, (1999), Mali Sistem ve Finansal Aracılık, 17. Dönem SPK Uzman Yardımcısı Eğitim Programı Notları • Federal Reserve, (1998), Trading and Capital Markets Activities Manual, www.federalreserve.gov/boarddocs/supmanual/trading/trading.pdf • GRIFFITH-JONES, STEPHANY, SEGOVİANO, ANGEL ve SPRATT, STEPHEN, (2002a), Basel II and Developing Countries: Diversification and Portfolio Effects, Institute of Development Studies, University of Sussex • GRIFFITH-JONES, STEPHANY, SPRATT, STEPHEN, SEGOVIANO, MIGUEL, (2002c), The Onward March of Basel II: Can the Interest of Developing Countries be Protected?, Institute of Development Studies, University of Sussex • GRIFFITH-JONES, STEPHANY, SPRATT, STEPHEN, (2002b), The New Basel Capital Accord and Developing Countries, World Institute for Development Economic Research, 2002/36 • HAYES, Simon, SAPORTA, Victoria, LODGE, David, (2002), The Impact of the New Basel Accord on The Supply of Capital to Emerging Market Economies, Financial Stability Review: December 2002 100 • İMİŞİKER, Serkan, (2005), Basel II ve Piyasalarımıza Olası Etkileri, SPK Yeterlik Etüdü • KPMG, (2003), Basel II - A Worldwide Challenge for the Banking Sector, www.kpmg.com • LIEBIG, Thilo, PORATH, Daniel, WEDER DI MAURO, Beatrice, WEDOW, Michael, (2004), How Will Basel II Affect Bank Lending to Emerging Markets? An Analysis based on German Bank Level Data, Bundesbank Discussion Paper Series 2: Banking and Financial Supervision No:05/2004 • PEKER, İbrahim, (1997), Türev Araçlar, Riskleri, Düzenlemeleri ve Kontrol Sistemleri (Örnek Olay: Baring Grubunun Çöküşü), SPK Yeterlik Etüdü • POWELL, Andrew, (2004), Basel II and Developing Countries: Sailing through the Sea of Standards, Universidad Turcuato Di Tela and The World Bank, World Bank Policy Research Working Paper 3387 • RAGHAVAN, Chakravarthi, (2001), New Basel Capital Accord Draft Faces Continuing Concerns, www.twnside.org.sg/title/basel.htm • Sermaye Piyasası Kurulu, (2005), Konut Finansman Sistemine İlişkin Kanun Değişiklikleri Kitapçığı, www.spk.gov.tr • Türkiye Bankalar Birliği, (2000a), Sermaye Yeterliliği Konusunda BIS Tarafından Getirilen Yeni Öneriler ve Değerlendirmesi, www.tbb.org.tr • Türkiye Bankalar Birliği, (2000b), Özel Sektör Bono ve Tahvil İhraçlarının Gelişmemesinin Nedenleri, Alınması Gereken Önlemler ve Düzenlemeler, www.tbb.org.tr • Türkiye Bankalar Birliği, (2004), Risk Yönetimi ve Basel II’nin KOBİ’lere Etkileri, Türkiye Bankalar Birliği Basel II Yönlendirme Komitesi, www.tbb.org.tr • Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği, (2006), “Aracı Kurumlarda Basel II Sayısal Etki Çalışması”, Sermaye Piyasasında Gündem, Sayı:44 Nisan 2006, s:8-15, www.tspakb.org.tr 101 • YAYLA, Münür, TÜRKER KAYA, Yasemin, (2005), Basel II, Ekonomik Yansımaları ve Geçiş Süreci, BDDK ARD Çalışma Raporu: No:2005/3, www.bddk.org.tr • YETİM, Sedat, BALCI, Aslı, (2005), Basel II Ulusal İnisiyatif Alanlarının Anlaşılmasına Yönelik Açıklayıcı Rehber, BDDK ARD Çalışma Raporu: No:2005/8, www.bddk.org.tr • YÜKSEL, Ayhan, (2005), Basel II’nin KOBİ Kredilerine Muhtemel Etkileri, BDDK ARD Çalışma Raporu: No:2005/4, www.bddk.org.tr 102