Nesibe Ayhan 21400900 “GERÇEK” DERTLER Her insanın hayalidir dertsiz tasasız bir hayatının olması. Tek istedikleri işlerinin yolunda gitmesi, engellerle karşılaşmadan mutlu mesut yaşamlarını sürdürebilmeleridir. Ama maalesef öyle olmaz. Hayat bir yerde bir şekilde zorlar onları. Bu yüzden dünyada dertsiz insan bulmak neredeyse imkânsızdır. Kimisi başındaki onca derdi görmezden gelip onlardan kaçmaya çalışır, kimisi ise dertlerine rağmen daha sağlam bir şekilde ayakta durmaya. Peki, kimin derdi daha büyük? İşten çıkarıldığı için kirayı ödeyemeyen Ali Bey’in mi, yoksa ailesinin onaylamadığı bir ilişkisi olan ve bazı kararlar vermesi gereken Ece’nin mi? Bazı kişiler kendi derdinin en büyük dert olduğunu iddia eder. Diğer insanların sorunlarıyla ilgilenmezler, onların “küçük” dertleriyle uğraşmaya zamanları yoktur. Dışarıdan önemsiz gibi gözüken ama arka plana bir göz attıklarında fark edebilecekleri ciddi dertler… O kişinin hayatını nasıl etkilediğini düşünemedikleri dertler… İçerisinde birbirinden gerçek, kimsenin kolay kolay dile getiremeyeceği on sekiz ayrı hikâyenin anlatıldığı bir kitap Kadire Bozkurt’un yazdığı Küçük Dertler. Kitap kapağındaki küçük kırmızı vosvosa kanmayın, öykülerde geçen hayatlar o kadar da masum değil maalesef. Her biri birbirinden karanlık, ruhsal çöküntülere sahip. Ama bir o kadar hayatın içinden, okurken etkilenmemenin mümkün olmadığı türden. Bazı hikâyeler okuyucuyu karakterin yerine koydurup, acaba ben olsaydım ne yapardım sorusunu sorduruyor. Mesela “Esma’nın Dediği” adlı hikâyede ben bunu yaşadım. Hikâyedeki kız zamanında her şeyi göze alarak bir karar veriyor ve kapanıyor. Fakat babası buna tamamen karşı çıkıyor ve engel olmak adına her şeyi yapıyor. Yıllar kızın babasına olan sevgisini ortadan kaldırıp nefrete ve umursamazlığa dönüştürüyor. İşte bu noktada kendimi kızın yerine koymaktan alamıyorum. Babam arkamda olmak yerine aldığım kararlara karşı çıksaydı, her şeye rağmen ben bu kadar güçlü bir tavır sergileyebilir miydim? Ayaklarım yere yine de sağlam basar mıydı? Hayata karşı duruşum nasıl olurdu? Düşüncesi bile bu kadar zorken yaşaması… “…Abim kamyonete dayanıp ellerini yüzüne kapadı. Onu hapislere düşüren adam için ağlıyor bir de. Yok. Ben ağlamadım. Ha babam, ha şu sokak köpeği. Sevgi koymadı ki içimde…” (Bozkurt,17) Bir diğer üzerinde düşünülmesi gereken hikâye “Yılın Kış Yarısı”. Ana karakter üniversite öğrencisi nişanlı bir kız. İlişkilerinin pek iyi olmaması, yalnızlık hissetmesi kızı başka düşüncelere yönlendiriyor. Yanlış kararlar vermesi kızın hatası gibi gözükse de onu bu duruma getiren kişinin suçunun daha büyük olduğunu düşünüyorum. Hikayede de olduğu gibi en ufak konuda yarı yolda bırakılan birinin ruhsal yalnızlığa gitmesi kaçınılmaz bir sonuç. Kendisini dinleyen, anlayan birini araması şaşırtıcı olmasa gerek. “…Ne dersin, dedim. Erkenden yatalım mı? Üşüyorum.” (Bozkurt,33) “Yıkıcı Düşünceler”. Henüz okumadan öykünün içeriğinin ağırlığı hissediliyor başlıktan. Ana karakter yine bir genç kız, yine çaresiz. Hamile olduğunu çocuğa söylemesi gerek. Konuya bir şekilde girmeye çalışıyor ama karşısındaki kişinin hal hareketlerinden dolayı bir türlü açamıyor konuyu. Hep kıvranan taraf bayanlar, hep acı çeken taraf onlar diye düşünmeden edemiyorum. Hamile kalması sadece kızın suçu mu ki söylerken bu kadar çekiniyor. Sevdiği kız konuşabilmek için bu kadar çırpınırken karşı tarafın ilgisizliğine ne demeli. “Sevdiği kız” demekle yapıyoruz en büyük hatayı sanırım; ya da sevginin gerçek anlamının ne demek olduğunu unutarak. Birlikte vakit geçirip, gönül eğlendirmekten ibaret mi sevgi, yoksa her koşulda onun yanında olabilmek mi? Hoşlanmadığın bir durumla karşılaşınca arkanı dönüp gitmek ne zamandan beri sevgiye dâhil? İnsanlar kendilerini düşünmekten karşı tarafın çektiği sıkıntıyı göremiyor maalesef. Yalnızlık, hamilelik, eşcinsellik, ruhsal bunalımlar; yazarın ele aldığı konulardan sadece bazıları. Her bir öykü gerçek hayatın içinden alınmış birer kesiti yansıtıyor. Kitabı okurken her birinden ayrı ayrı etkilendim, içim ürperdi. Düşüncesinin bile zor olduğu hayatların var olması… İnsanın canını acıtan nokta. Bu durumu fark ettikten sonra onlara yardım eli uzatmak, onları “küçük” dertleriyle tek başlarına bırakmamak isteği doğuyor insanda. “Seni bu kararından dolayı destekliyorum. Senin derdine ortak olmak istiyorum.” cümlelerinin az da olsa inandırıcı ve ümit verici kalması en büyük isteğim. Yoksa o “küçük” dertler bir gün gerçekten büyüyecekler ve işte o zaman bazı şerler için çok geç kalınmış olacak.