ZEYNEP ECE İSPİR ADALETİN ALGORİTMASI Suç, ceza, adalet... Her bir olgunun anlamı oldukça net bir şekilde canlanır beynimizde. Peki ya neye göre? Ve kime göre? Neredeyse her toplumda suç sayılabilecek eylemlerin karşılığı olan cezalar vardır. Adaletin ve hukuk sistemlerinin önemini tekrar tekrar bize hatırlatan bu eylemlerden herhangi biriyle karşı karşıya geldiğimizde sığınabileceğimiz bir liman gibi görürüz adalet olgusunu. Peki ya suç diye adlandırdığımız bu olgular, içimizde bir yerlerde var olan insani normlarımıza göre mi yoksa hukuk sisteminin bize dayattığı doğrulara göre mi şekillenir? Mesela bir insanı isteyerek ve bilerek öldürmek insani normlarımıza aykırı olduğu için mi bu eylemi gerçekleştirmekten kaçınırız veya bu eylemin hukuk sistemimizde bir suç olarak görüldüğü ve oldukça büyük yaptırımları olduğundan dolayı mı? Son dönemde izlediğim filmler içerisinde beni oldukça etkileyen ve izleyicinin hem sosyolojik, hem de politik perspektiften bakabileceği bir üçleme gerilim filmi olan “Arınma Gecesi” beynimde bu ve bunun gibi bir çok soruyu canlandırmayı başardı. Sebep sonuç ilişkisini kolaylıkla kurabileceğiniz, izlerken tam anlamıyla mesaj niteliğinde bir çok ana fikir elde edebileceğiniz ve adeta bütün toplumların sosyolojik ve politik altyapısını fazlasıyla orijinal bir konu ile ele alan bu film, izleyicinin dikkatini çekme konusunda oldukça başarılı. Ülkenizde hukuk sisteminin yılda bir günlüğüne yalnızca on iki saat devre dışı kaldığını ve suç niteliğinde olan her eylemin bu on iki saat içerisinde serbest olduğunu hayal edin. Kulağa hiç hoş gelmiyor değil mi? Akla ilk gelecek sorunlardan biri olan ekonomik eşitsizliğe filmde oldukça güzel bir şekilde yer verilmiş. Ekonomik gelir düzeyi yüksek olan kesimin kendini oldukça yeterli bir biçimde koruyabildiği fakat ekonomik açıdan yeterliliği olmayanların yaşamla ölüm arasında kaldığı bu gece, kapitalist sistemin bir sonucu olan ekonomik ve sosyal eşitsizliğin altını çiziyor. Arınma adı altında yapılan katliamların çoğunun, hükümet tarafından bir amaç doğrultusunda gerçekleştirildiği filmin ilerleyen dakikalarında anlaşılıyor. İşsizliğin önüne geçebilmek için ekonomik açıdan alt seviye sayılan kesimi ortadan kaldırmak temel amaç olarak hedefleniyor. Bu durum neredeyse her toplum için genelleme yapılabilecek kadar evrenselleşmiş bir problem. Ne yazık ki, toplumların alt yapısı olarak varsayılan ekonominin, her bir üst yapıyı belirlediği ve şekillendirdiği kapitalist sistem, böyle bir gece yaşansaydı ne olurdu sorularına bu perspektiften bakmamıza sebep oluyor. Bunun yanı sıra “Arınma gecesi”, adalet olgusunun ve hukuk sisteminin öneminin altını çizerken aynı zamanda da insanın içinde barındırdığı kötülüğü ve adaletsizliği gözler önüne seriyor. İzleyiciyi, her insanın içinde olabilecek fakat birtakım sebeplerden ötürü dizginlemeye çalıştığı şeytani bir dürtünün varlığını sorgulamaya itiyor. Filmi izlerken, bastırılmış duygular açığa çıkınca meydana gelen kaostan kendimizi uzaklaştırmaya çalışırken, gerçeklik payını göz önünde bulundurarak insanoğlunun suç işlemeye ne kadar yakın veya uzak olduğunu bir kez daha sorguluyoruz. Adalet olgusunun, insanın içinde dış etkenlerden bağımsız var olabilen ve varlığını idame ettirebilen bir olgu olduğuna inanmak isterken, sorgulandığında bambaşka sonuçlara ulaşabildiğimiz, içinden çıkılmaz bir muamma ile karşı karşıyayız aslında. Bir bakıma insanoğlunun kendisiyle yüzleşmesi olarak da adlandırılabilecek olan bu film, her açıdan insanı ele alıyor. Toplumsal, ekonomik, sosyolojik veya politik her problemin başlıca kaynağı olan insan, güzel olan her şeyi her zaman tüketmeyi başarabiliyorken, içinde bir yerlerde gizli tuttuğu kötülüğü er veya geç çeşitli yollarla dışa vurmayı başarıyor. Suçun, cezanın ve adaletin teoride neler olduklarıyla, insan yaşamında, yani pratikte ne ifade ettikleri ne yazık ki çoğu zaman çelişiyor.