TÜRKİYE DİYANET VAKFI YAYlNLARI 1 201 Doğu'da ll IN (Kutlu ve Batt'da N H L 1 Doğum Haftası ANKARA 1996 : 1993-94) iSLAM VE ULUSLARARASI ADALET Doç. Dr. Osman ESKİCİOGLU Bugün burada Peygamberimiz Hz. Muhammed'in dünyayı teşriHerinin 1422. yılı münasebetiyle biraraya gelmiş bulunuyoruz. Bu yüzden Medine'nin nurlu kucağında yatan, müslümanların peygamberi, tüm insanlığın önderi Hz. Muhammed (S.A.V.}'e, Allah'ın rahmeti, meleklerin istiğfarı ve mü'minlerin duası demek olan salat ve selamlanmızı gönderiyoruz. Bildiğiniz gibi Diyanet İşleri Başkanlığı birkaç yıldır Hz. Peygamber'in doğum yıl dönümü haftasını Kutlu Doğum Haftası ilan ederek memleketimizin birçok yerinde böyle paneller, sempozyumlar ve konferanslar düzenlemiş­ tir. İşte şu anda biz, bunun için huzurlannızda bulunuyoruz. Bize verilen görevleri bu kutlu insan Hz. Rasulullah'ın şanına uygun bir şekilde yerine getirir, sizlere onun amacına uygun açıklamalar yapar, dünya ve ahiret mutluluğu için getirdiği dinin özünden parçalar sunabilirsek ve siz de bundan memnun kalırsa­ nız kendimizi mesut ve bahtiyar sayacağız. Değerli kardeşlerim, ben size İslam ve Uluslararası Adalet konusunda bazı şeyler söylemeye çalışacağım. Bilhassa bugün dünyada müslümanlara dinlerinden dolayı zulüm ve haksızlık yapıldığı bir zamanda uluslararası adaletten sözetmek ve ayrıca akan kaniara ve çıkan caniara İslam'ın rahmet sevgi ve barış olup yağdığından bahsetmek çok anlamlıdır. Bosna Hersek'te, Azerbaycan, filistin, Karabağ ve Cezayir'de bunca işlenen işkence ve zulümden sonra, insanlığın yüzkarası tecavüz ve ahlaksızlıklardan sonra, ekmek kuyruğunda duran müslümanlara bomba yağdırıp haksız yere kanlarını akıttıktan sonra milletlerarası hak ve adaletten nasıl bahsedilebilir? Böyle bir ortamda hak ve adalet bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Belki müslümanların dünyada beynelmilel bir kin, nefret, düşmanlık, buğuz ve zulüm ağı haline gelen bir komplo ile karşı karşıya olduklarını söyleyebiliriz. Aynı şey memleketimiz için de sözkonusudur. Dün insanımızı sağ-sol diye dövüştürenler, bugün Kürt-Türk diye vuruş­ turuyorlar. Alevi-Surını diye de yavaş yavaş mezhepçilik yaptırarak halkımızı bölmek ve parçalamak istiyorlar. Bunu Türkiye müslüman olduğu için, gücünü --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - 1 1 7 - - zayıflatmak, uluslararası zeminlerde yetersiz hale getirmek için, büyümesini ve saygın bir devlet olmasını engellemek için yapıyorlar. Bazı kimseler de bunun bir oyun ve komplo olduğunun farkına varamayıp tuzağa düşüyorlar. Halbuki İslam'da bütün vatandaşlar kardeştir. Veya başka bir ifade ile İslam anlayışında vatandaş kardeşliği vardır. Şuara Suresinde Nuh, Hud, Salih ve Lut peygamberlerden "kardeşleri" diye bahsedilmektedirUl. Bu peygamberlerin kendi milletleri ile olan kardeşlik bağı, her halde kan kardeşliği, süt kardeşliği veya din kardeşliği değildi. Bu olsa olsa vatandaş kardeşliği idi. Şu halde vatandaşlar kendi aralarında kardeştirler. Onun için bütün vatandaşlar, birbirlerine karşı kardeş gibi davrandıkları zaman İslam'ın bu prensibini yerine getirmiş olurlar. Hz. Peygamber'in hayatı incelendiği zaman onun hem içte ve hem de dışta hak ve adaleti sağlamaya çalıştığı görülür. O bir taraftan Mekkeli ve Medineli müslümanlar yani Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik ilan ederken, diğer taraftan da Medine Sözleşmesil2l ile müslüman, yahudi ve müşrikler arasında hak ve adaleti sağlamaya çalışıyordu. Hak ve adalet konusu insanoğlunu her zaman meşgul etmiş bir meseledir. Dinler adaletten bahsetmiş, kutsal kitaplar insanlara adil olmayı emretmiş, çeşitli düşünce ve felsefeler bile adaletin insanlara getirdiği faydalar üzerinde durmuşlardır. Uluslararası adalet konusuna girmeden önce adalet ne demek, neye adalet diyoruz, bu mesele üzerinde biraz açıklama yapalım. Adalet, denk ve dengeli düşünmek, denk ve dengeli hareket etmek demektir. Ferdi ve idimal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlaki erdem adalettir. Adalet, davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak gibi manalara gelir. Kamusta belirtildiği üzerel3l bir nesneyi bir nesne ile beraberleştirmeye adalet denir. Ölçeğe de açl_alet denir. Arapların deve üzerine binrnek için koydukları sepet içinde bir adamın bir adama denk olması da adalet kelimesiyle ifade edilir. Adalet Kur'an-ı Kerim'de-ve hadislerde genellikle düzen, denge, denklik, uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılmıştır. İnfitar suresinin 7 ve 8. ayetlerineşitlik, gerçeğe 26/106, 124, 142, 161. ayetlere bakınız. Bak Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi (Çev. Salih Tuğ), İrfan yayıncılık, 5. yayın, İstanbul-1990, ı. 202-210. (3) Asım Efendi Kamus, Rizeli Hasan Matbaası İstanbul-1304, III, 1430. (1) (2) Şuara, - - 118 - - - - - = - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- de insanın fizyolojik ve fizyoncmik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik görünüm, adalet kavramıyla ifade edilmektedir. Başka ayetlerde de insanın ruht ve manevt yapısında bulunan ve İslam filozoflarınca inayet ve nizarn kavramıyla açıklanmış olan denge (itidal) ve ahenk, adalet kavramının şümulüne giren ahsen-i tavkim(4) ve tesviye (5) tabirleriyle dile getirilmiştir. Hz. Peygamber'in adalet sıfatını kazanabilmesi için Şura suresinin ıs. ayetinde şu şartlar ileri sürülmüştür: Davetini yani risalet görevini yerine getirmesi, bu kbnuda insanların keyfi istek ve arzularını hesaba katmaksızın, ilahı emirlerin gösterdiği şekilde dosdoğru olması ve Allah'ın daha önceki kitaplarda bildirdiği ebedt gerçekiere inanması lazımdı. Buna göre adalet, başkalarının gelişigü­ zel istek ve telkinlerinden etkilenmeyen istikrarlı bir doğruluk ve ahlak kanununa itaatle gerçekleşen ruht bir denge ve ahlaki bir kemaldir. Kur'an'da kişinin adaletinden, toplumun adaletinden ve toplumlararası adaletten bahsedilmektedir. Adalet sıfatından yoksun olan kişi, dilsiz, aciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye benzetilmiştir. Böyle birinin, adalet faziletini kazanmış, dolayısıyla doğru yolu bulmuş olan kimse ile bir tutulamıyacağı açıktni6l. Adil bir İslam toplumu ise ümmet-i vasat olarak nitelendirilmiştirm. Hemen hemen bütün müfessirler, vasat ümmetifadesini adil toplum olarak anlamışlar­ dır. Buna göre İslam, sosyal bünyede de aşırılıklardan uzak kalmayı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını öngörmüştür. Eğer bir toplumda aşırılıklar varsa, ifrat ve tefritler kol geziyorsa orada İslam anlayışındaki bir adaletin varlığından sözedilemez. Adil bir toplumda işçi ile işveren, üretici ile tüketici, alıcı ile satıcı, yönetici ile yönetilen, hükürnlü ile hüküm veren, öğretici ile öğrenen ve bir iş yapan iki kişi arasında denge ve ahenk bulunur. Bu karşı şahıs ve kurumlar arasında denge ve uyum olmazsa o toplumda ictimai, iktisadt, siyası ve ailev! sıkıntılar meydana gelir. İnsanların birbirlerine karşı, gerek mill! gerekse beynelmilel davranışlannda inanıp kabul ettikleri kutsal kitaptan bilgi edinme mecburiyederi vardır. Çünkü kendi çalışmasıyla ve sadece deney ve gözlem yaparak hak ve adaleti bulup öğrenmesi mümkün değildir. Hak ve adaletin r;e olduğu ve nasıl meydana geldiğini bizlere kutsal kitaplarda anlatıp öğreten Cenab-ı Hak'dır. Mesela Nisa suresinin ı ı. ayetinde miras taksimi yapılırken hak sahiplerinin paylan açıklandıktan sonra "Babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size insanın (4) Tin 95/4 (5) Şems 91/7 (6) Nahl 16/76 (7) Bakara 2/143 --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 119 - - siz bilmezsiniz" buyurulmaktadır(Sl. Başka bir yerde de takdirde insanların yanılıp şaşıracakları ifade edilerek şöyle buyurulmaktadır. "Yanılıp şaşıracaksınız diye Allah size açıklamalarda bulunuyor. Allah herşeyi bilir"(9l. Onun için bugün insanlığın çekmekte olduğu bütün sıkıntılar, milli ve beynelmilel hak ve adaletin bilinip uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. Eğer Türkiye uyanır, lüzumsuz iç çekişmeleri bırakır, bir aydınlanma çağı başlatırsa, dün olduğu gibi yeniden içte ve dışta hak ve adaletin bekçisi ve koruyucusu bir toplum, hak ve adalet sembolü bir toplum haline gelebilir. Sahip çıktığımız takdirde Kur'an ve Sünnet kültürü bunu başaracaktır. daha Allah yakın olduğunu bildirmediği Bakın size birisi Nisa, diğeri ise Maide suresinde olmak üzere iki ayetten bahsetmek istiyorum. Bu ayetlerden birisi iç, diğeri dış adaletten yani birisi ulusal diğeri ise uluslararası adaletten söz etmektedir. Nisa suresindeki ayette şöyle buyurulmakta: "Ey iman edenler, kendinizin, ana-babanızın veya akrabalannızın aleyhine olsa bile, Allah için şahidier olarak adaleti ayakta tutan kimseler olunuz. Bunlar ister zengin, isterse fakir olsun, çünkü Allah onlara herkesten daha yakındır. Onun için siz adaleti uygulama hususunda heva ve nefislerinize uymayınız. Eğer adalet üzere hüküm vermekten ve şahitliğinizde doğru söylemekten dilinizi bükerseniz veya tamamen yüz çevirirseniz şüphe etmeyin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır"(lO). Görüldüğü gibi burada ferdin veya ferdierin kendilerinden, ana-baba ve akrabalarından bahsedilerek ulusal adaletin gerçekleştirilmesi hususunda emir verilmektedir. Aynı konu ile ilgili olarak fakat bu defa uluslararası adaletin gerçekleştirilmesi hakkında Maide suresinde şöyle buyurulmaktadır. "Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutan ve adaletle şahitlik yapan kimseler olunuz. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi sakın adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz, adil olmak, takvaya daha yakındır. Allah'dan korkun, çünkü Allah gerçekten yaptıklarınızdan haberdardır"(lll. Memleketimizin yetiştirdiği son devrin büyük alimlerinden olan ve TBMM kendisine tefsir yapma görevi verilen Elmalılı Muhammed Harndi Yazır, bu benzer iki ayeti karşılaştırıp her ikisinin maksadını şöyle açıklamakta­ dır. 1. ayetten maksad, sevgi"ve iltimas durumlarında hak ve adalati gözetmek, kendisinin ve sevdiği yakınlarının aleyhine olsa bile hakkı tanımak ve adaleti tarafından {8) Nisa 4/11 {9) Nisa 4/176 {10) Nisa 4/135 {1 1) Maide 5/8 - - 120 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- uygulamaktır. 2. ayetten maksad ise düşmanlık lehine olsa bile hak ve adaleti Bundan sorira Elmalılı, yani orada dahili siyaset, burada ise harici siyaset nokta-inazarı galiptir, diyerek İslam'da uluslararası ilişkilerde adaletin esas olduğunu ifade etmektediı:< 12l. Buna göre İslam, uluslararası ilişkilerde ve her türlü anlaşma ve sözleşmelerde hak ve adalet prensibini getirmiş bulunuygulamaktır. maktadır. Hak ve adalet kavramı İslam'la başlamadığı gibi, milletlerarası hayatı düzenleme "fikir ve teşebbüsleri de İslam'la ortaya çıkmış değildir. Tarihin kaydettiği­ ne göre dünyada ilk defa uluslararası anlaşma, M.Ö. XTII. asırdaİkinci Ramses ile Cheta Hitit prensi arasında yapılmıştıı:( 1 3l. Eski zamanlarda devletler, birbirinden uzak yaşıyor, yanyana yaşıyanlar da birbiriyle devamlı mücadele ediyordu. Bu mücadele ve çarpışmalar biri diğerini yenip onun yerini alıncaya kadar devam ediyordu. İşte İslam uluslararası mücadeleleri ve bir noktada savaşları ortadan kaldırmak için uluslararası hukuku getirmiştir. İslam teori ve pratik olarak devletler hukukunu getirmiştir. Ondan ewel uluslar arasında hukuk kurallarının uygulandığı görülmemektedir. Hukuku müslümanlar ilimleştirdiği gibi, devletler hukukunu ortaya koyan da müslümanlardır. İslam'da uluslararası hukukun adı Siyer'dir. Hatta İmam Azam'ın talebesi olan İmam Muhammed (132/751-189/807) uluslararası hukukla ilgili olarakSiyer-i Sağirve Siyer-i Keb!r adında iki eser yazmıştır. Avrupa'ya devletler hukuku bu tarihlerden ancak bin sene sonra gelebilmiştir. Bu k9nuda Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'ın cümlesini aynen nakletmek istiyorum. O şöyle diyor: "1856 yılından ewel Avrupada devletler hukuku yoktur"(14l. Devletler hukuku yani uluslararası hukukun bulunmadığı bir yerde uluslararası adaletten ve haktan ve bunların varlığından sözedilebilir mi? Onun için İslam kültüründen uzak olan batı aleminde bu tarihlerden ewel hukuk ilminin gerektirdiği manada uluslararası bir adaletten bahsetmek mümkün değildir. Tabii hukukun ve hukuk kurallarının mevcud olduğu bir yerde mutlaka adaletin bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Hukukun bulunması adaleti gerektirmez. Ancak adaletin meydana gelebilmesi için hukuk kurallarının uygulanmasına ihtiyaç vardır. Mesela bugün dünyada uluslararası hukuk vardır. Hem de bu hukuk, Birleşmiş Milletierin denetim ve gözetimi altında çalışmaktadır. Buna rağmen bugün uluslararası arenada hak ve adaletin hüküm sürdüğünü kim söyleyebilir? Bu konuda gerçeği (12) Elmalı Muhammed Harndi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul· 1932, Il, 1593 (13) Zeki Mesud Alsan, Yeni Devletler Hukuku, Güney Matbaacılık ve Gazetecilik T.A.O. Ankara1951,II, 17 (14) Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet İdaresi, (Çev: Kemal Kuşcu) Ahmed Said Matbaası İs­ tanbul-1963, s. 9 --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - 1 2 1 - - söylemek gerekirse bugün .milletlerarası ilişkilerde hak ve adaletin cereyan ettiğini iddia edebilecek bir tek kişinin varlığı düşünülmez. Adalet ister ulusal ister uluslararası olsun, dengeyi kurduğu zaman adalettir. Denge kurulmadığı zaman hak ve adalet yerine gelmiş sayılmaz. Bunun için adaletin sembolü terazidir. Terazinin bir kefesinde hak varsa, diğer kefesinde vazife vardır; birisinde alacak varsa, diğerinde borç; birisinde yetki varsa diğe­ rinde görev; birisinde suç varsa diğerinde ceza vardır. Hem adalet denilen kavram sadece hukukla ilgili bir kavram değildir. Hak ve adalet insanın düşünce ve davranışları başta olmak üzere bütün iradi fonksiyonlannda bulunması zaruri olan bir ölçüdür. Halbuki bugün din, ilim, ekonomi ve ahlak hatta siyaset bile hukukun dışında mütalaa edilmektedir. Oysa hukuk, insanın teori ve pratiğini, bütün düşünce ve davranışlarını kapsayan bir kurumdur. Onun için insanlığın yetiştirdiği en büyük hukukçulardan birisi olan İmam Azam Ebu Hanife, hukuku, iman, amel ve ahlakta yani dini, ilmi, ictimai, idari, siyasi, iktisadi ve ailevi gibi tüm alanlarda kişinin hak ve vazifesini bilmesidir, diye tarif etmektedir. İslam hukuk mantığı, dolayısıyla hak ve adalet anlayışı işte budur. Bu anlayıŞ açısından bakıtdığı zaman Birleşmiş Milletierin 1948 yılında 30 madde halinde yayınlamış olduğu İnsan Hakiatı Evrensel Beyannamesi eksiktir. Çünkü burada sadece fertlerden ve yalnız haklardan bahsedilmiştir. Ferdi dengeleyen toplum veya devletten, hakkın karşısında, terazinin diğer kefesinde bulunan vazifeden sözedilmemiştir. Halbuki her alacaklının karşısında bir borçlu mutlaka bulunur. Borçlusu bulunmayan alacak veya hak, yok demektir. Onun için bugünkü medeniyetin en yüksek seviyedeki hukuk belgesi demek olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, bir kefesi kopmuş teraziye benzer. Bir kefesi yok olan terazi ne kadar iş görürse, böyle bir belgeye dayanan hukuk da uluslararası ilişkilerde o kadar iş görür ve ancak o kadar adaleti gerçekleştirebilir. O sebeple bir insan olarak sizlerin huzurunda başta Birleşmiş Milletler Adalet Divanı olmak üzere tüm dünya hukukçulannı bu hukukun eksik yanını ikmal etmeye ve bu boşluğu doldurmaya çağırıyorum. Uluslararası adalet işte bu eksik giderildiği zaman gerçekleşebilir. Kanaatımca bugün gerek ·ulusal ve gerekse uluslararası sıkıntı, çatışma, kavga, düello ve savaşların ve her türlü anlaşmazlıkların sebebi, hukukun eksik ve boş yanlarının bulunmasıdır. İnsanlık bilim ve teknoloji yolunda dev adımlar­ la ilerlerken hukukunu geliştirmemiş; hukuk konusunda 16. ve 17. yüzyıllarda­ ki nazariyelerle iktifa ederek olduğu yerde saymıştır. Onun için teknoloji hukuku aşmış, hatta zorlamıştır. Ulusal ve uluslararası sıkıntıların asıl kaynağı budur. Adalet hukukun meyvesidir. Adil toplumlar, hukuk bakımından dengeli toplu- - 122 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- luklardır. Hukukun eksik ve aksak yönleri giderilerek toplurnlar dengelerini yeniden kurariarsa uluslararası ilişkilere de yeniden adalet gelebilir. Biz bunları söylerken şu veya bu bölgeden sözetmek, batılı veya doğulu ülkelere, kuzey veya güney ülkelerine göndermeler yapmak istemiyoruz. Bizim suçlu aramaya niyetimiz yoktur. Tüm amacımız başta ülkemiz olmak üzere tüm insanlığın huzura kavuşmasıdır. Ancak bu, arızayı keşfetmeden, arkamıza bakarak ~aptığımız yaniışı arayıp bulmadan ve makinadaki kırık yeri belirlemeden mümkün olmıyacaktır. Hepinizin bildiği gibi bu medeniyet rönesans medeniyetidir. Bumedeniyetinen büyük özelliği, pozitivist bir zihniyete sahip olup maddeperest olduğu için sadece bilim ve terminolojide çalışmış olmasıdır. Bu demektir ki, bu kültür, beşen ve sosyal ilirnlerde, maddede olduğu kadar, gerçeği yakalayamamıştır. Çünkü bu düşünce din dışı bir yapılanmaya sahiptir. Hıristi­ yanlar bu medeniyeti kurarken T evrat ve İncil gibi kutsal kitap~ardan faydalanmamışlardır. O yüzden insanı konu edinen sosyal ilimlerde bir eksiklik vardır. Bu eksik kültür ve felsefenin ortaya koyduğu hukuktan veya onun uygulanmasından uluslararası adalet beklemek saflık olur. Konuşmamın başında hem ulusal hem de uluslararası ilişkilerde dost ve akaleyhine, düşman ve yabancının lehine olsa bile adil olmayı emreden ayetlerden bahsetmiştim. Bu konuda şunları da söylemek istiyorum. Ferdi adalet ulusal adaletle, ulusal adalet de uluslararası adalet dengesiyle ilgilidir. Adalet denilen dengeli davranış İsla.m'da yalnız insanlara karşı değil, belki bütün yaratıklara karşı uygulamamız gereken bir görevdir. Zaten İslam'da insan, hayvan, bitki ve cansız tüm varlıkların hukuku vardır. Bugün ekolojik dengenin buzukluğundan sözediliyorsa bu insanoğlunun hayvan ve bitkilere karşı adil davrandığı­ nı değil, zulüm yaptığını gösterir. Halbuki İslam yalnız ulusal ve uluslararası adalet değil, hayvan, bitki ve cansız varlıklara bile hukuk getirmiştir. Allahinsan ve kainat üçlü zeminine dayanan ve tüm yaratıklara karşı hak ve adalet ölçüleri içerisinde kalmak mecburiyeti vardır. rabanın Bir müslüman olarak üzerimize düşen görevi yaptığımız, kendimize karşı adil, başkalarına karşı adil, içişlerde adil ve dışişlerde adil olduğumuz zaman hem milli hem de milletlerarası adalet gerçekleşecektir. Yalnız bu kadar değil, belki bozulan ekolojik denge dahi yerine gelecektir. Geleceğin dünyasını böyle tasavvur ederek bu konuda çalışanlara ve çalışacak olanlara şimdiden başarılar dilerim. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 123 - - -