Bir Cübbeliye Karşı Üç Cübbesiz

advertisement
On5yirmi5.com
Bir Cübbeliye Karşı Üç Cübbesiz
"Bütün mesele usulsüz ve mesnetsiz konuşma meselesi, yazdıklarını çizdiklerini önce
ilmi mahfillerde tartışıp 'rusûh' elde ettikten sonra konuşabilme sabrı ve tevazuu
gösterememe meselesi, enaniyet meselesi. "
Yayın Tarihi : 14 Ağustos 2015 Cuma (oluşturma : 10/20/2017)
Faruk Beşer'in Yenişafak gazetesindeki yazısı...
Dün bir hadis ve bir de tefsir hocası dost fakiri beraberce arayıp, üç malum zatın bir televizyon
programında, adetleri üzere hadislere ve özellikle de fıkha verip veriştirdiklerini söylediler,
arkasından da hoca, bu insanlara cevap vermeyecek misin diye bizi tahrik etmeye çalıştılar. Aklıma
hemen şöyle diyesim geldi; şimdiye kadar bu zevat hadisleri 'tarihin çöplüklerindeki bilgiler' olarak
niteliyorlardı, hadisçi olarak ses çıkarmadınız. Şimdi fıkha da saldırınca, hoca bak senin alanına
girdiler, konuş demeye getiriyorsunuz. Espri tabii.
Bu arada kavis içinde şunu söyleyeyim: Allah'ın Rasulü'ne nispet edilen bir söz, zayıf ise, elbette
onunla amel edilmez ama birazcık edebi olan birisi onu çöplükteki bilgi olarak da niteleyemez.
Şems'le Mevlana'yı hatırlayın, ona üstadın geldi demişler, müjde olarak çıkarıp cübbesini vermiş. Bir
başkası, bu haberin yalan olduğu açık, neden cübbeni verdin diye sormuş, böyle bir haberin yalanına
bile ben cübbemi veririm, doğru olsaydı varın siz hesaplayın, demiş. Umarım bunu da menkıbeyle
hadis savunması olarak almazlar, sadece ifade ettiği nükte için söyledim.
İki aydır İstanbul'dan da televizyon ve gazeteden de uzağım, bu zevatın ne söylediklerini izlemedim,
hala da söylenen bir iki cümle dışında bir şey bilmiyorum, ama önceden beri söyledikleri belli,
söylesinler, çok da kale almamak lazım. İki sebepten dolayı: Birincisi böyle zatların sorumsuzca
sözleri o kadar çok ki, hangi birisine cevap verebilirsiniz? Bunu yapmaya kalkarsanız ömrünüz
kırılanları tamirle geçer, yeni bir şey yapamazsınız. İkincisi, bu biraz da normal bir durumdur. Tarihte
de hep böyle olmuş. Müslümanların zayıf düştükleri ve nasla aklı birleştirme becerisi
gösteremedikleri zamanlarda birileri aklı nassın önüne geçirmiş ve kendilerince samimi olarak bu
vartadan çıkış yolu aramışlar. Şimdi bu insanların da bendeniz samimi olduklarını düşünüyorum. Ne
var ki, bazen enaniyet, ucub ve kişisel zaaflar samimiyeti gölgeler.
Yunan felsefesinin İslam dünyasını istilası karşısında Mutezile ve İslam falasifesi/felsefecileri böyle
doğmuş. Bunun aksülameli olarak da yine İslam mütefekkirleri nasla aklı birleştirme ihtiyacı duyup
onlara gereken cevabı vermişler. Yani süreç tabii cereyan etmiş, fikir fikirle giderilmiş. Şimdi de
olacağı budur. Yani bu çıkışlar hakikatin ortaya çıkması için bir bakıma olumlu bir tahrik olarak da
görülebilir.
Ne var ki, seçilen platform da anlamlı. Oraya önce Cübbeli çıkartılıp alaylı tahriklerle aklına geleni
söylemesi sağlanıyor, sonra da bunun tam öbür ucundaki cübbesizler konuşturuluyor ve izleyenlere,
evet bunların söylediği daha makul dedirtilmeye çalışılıyor gibi. İşin bu tarafını da değerlendirmeye
almak lazım.
Tarihte bu işi en iyi İngilizler yapmış. İslam Dünyasındaki aykırı fikirleri sürekli desteklemiş ve
Müslümanlar arasında kavgayı körüklemişler. Şu Kızılderili atasözü ne kadar da anlamlı değil mi: 'Bir
gölde iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir'. Şimdilerde
DAİŞ de bu politikanın bir ürünü. 'Kuran İslamı' ucubesinin mucidi olan Sör Ahmet Han'ın da ilk
çıkışında samimi olduğunu sanıyorum. Sonra İngilizler onu emelleri için kabiliyet görüp Sör unvanına
kadar yükseltmişler. Bizimkileri de İngilizler destekliyor paranoyası yaşamıyorum elbet. Zaten onlar
da hep belli bir kabiliyetten sonra meseleye el atarlar. Ama bu işin böyle bir ucu da var demek
istiyorum.
'Enaniyet, ucub ve kişisel zaaflar' dedik, bir örnek vereyim; yetkili hadis hocalarımızın bu zevat ile
cebelleşmeyi belki de zül saydıkları için olacak, bunlar hadisleri 'çöpe atıyorlar' da buna ses
çıkarılmıyor. Bunu hadislerin beşer bir peygamberin sözü olduğu için değil, tevsiklerine
güvenilemeyeceği gerekçesiyle yapıyorlar. Ama bunu yaparken de Hz. Ömer'in, hadisler gibi bir
senedi dahi bulunmayan 'bize Kur'an yeter, başka kitaba gerek yok' sözünü mesnet alıyorlar.
Menâkıp, megâzi ve tarih kitaplarındaki bilgilerin tevsik bakımından hadislerden çok gerilerde
olduğu ve bunlardaki bilgiler üzerine hüküm bina edilemeyeceği her ehli ilmin malumu iken bu kabil
kitaplarda Ebu Hanife'ye ya da Buhari'ye yapılan hakaretleri mesnet alıp, bakın bugün bizler
eleştiriliyorsak biz de Ebu Hanife ve Buhari gibi büyük olduğumuz için eleştiriliyoruz demeye
getiriyorlar. Çok çirkin. Daha da çirkini, meselâ Ebû Hanife'ye, akılcı yaklaşımı sebebiyle can simidi
gibi tutunan bu zevat, akılcılıkta o kadar ileri gidiyor ki, yeri geldiğinde "Ebû Hanife ne anlar
Kur'an'dan!" diyebiliyor. Yani bunlar "büyük"leri sadece üzerlerine basarak yükselecekleri
basamaklar olarak görüyorlar.
Bütün mesele usulsüz ve mesnetsiz konuşma meselesi, yazdıklarını çizdiklerini önce ilmi
mahfillerde tartışıp 'rusûh' elde ettikten sonra konuşabilme sabrı ve tevazuu gösterememe
meselesi, enaniyet meselesi. Kur'an-ı Kerim'in, Hz. Peygamber'in ve Sünnet'in yerini ve kadrini
hakkıyla takdir edememe meselesi.
Şunu da söyleyeyim, fıkhın ne olduğunu bilmeyen insanların onu DAİŞ'in mesnedi olarak
göstermeleri de bir cehli mürekkeptir. DAİŞ fıkhı ve mezhepleri reddediyor, Kur'an-ı Kerim ayetlerini
fıkhetmeden doğrudan anladığını sandığı için bunu yapıyor. "Müşriklerin tamamını öldürün, onları
gördüğünüz yerde boyunlarını vurun' anlamındaki ayetleri yanlış anladıkları için yapıyor. Fıkıh
'Kelamı anlamaktır' efendiler, bunu anlamayanların hali de budur.
Pazar günü Sünnet ile başlayalım inşallah.
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Bir Cübbeliye Karşı Üç Cübbesiz
Download