Çağdaş Bir Kalkınma Modeli: Küreselleşerek Yerelleşme Teknoloji ve ulaşım olanaklarının ulusların ve ulusal ekonomilerin gittikçe artan bir şekilde birbirine bütünleşmesiyle sonuçlandığı bir dönemden geçmekteyiz. Bu dönüşüm hepimizin her gün faydasını gördüğü, uluslararası etkileşimin kolaylaşması, çabuklaşması ve ucuzlaması gibi olumlu sonuçlara imkan verirken; bu faydalar etrafında geliştirilen kavram ve algılar diğer bazı konulardaki zararların üzerinin örtülmesine de aracı olmaktadır. Günümüzün popüler terimlerinden birisi olan küreselleşme bu kavramlardan birisidir. Bu kavram merkezinde yapılan tartışmalar çoğunlukla onun geniş çağrışımını kapsayamayacak kadar dar anlamların sorunlu yarışmalarından ibaret olmaktadır. Oysa ki toplumsal, siyasi, entellektüel ve teknolojik küreselleşme ile ekonomik küreselleşme birbiriyle kıyaslanamayacak kadar farklı gerçekliklere karşılık gelmektedirler. Ekonomik küreselleşme dış ticaret engellerinin minimize edilmesi yoluyla ulusal ekonomiler arasındaki ticaretin maksimizasyonunu hedefleyen neoliberal ekonomi anlayışının bir unsurudur. 1970’lerde Chicago Üniversitesi’nde George Stigler, Robert Lucas ve Milton Freedman gibi iktisatçıların kuramsal temellerini attıkları ve Şili’de uygulanmaya başladıkları bu ekonomi anlayışı ülkelerin zenginleşmelerinin dış ticaretlerini “serbestleştirme”lerinden geçtiği inancına dayanmaktadır. Ancak bu anlayışta ticaret serbestleştirmesi kavramı ihracatın olduğu gibi ithalatın da serbestleştirilmesini içermektedir. Oysa ki, deneyimler ulusal ekonomilerin zenginleşmelerinin üretimlerinin artışıyla gerçekleştiğine ve ithalatın sadece ucuz girdi almaya yönelik olan kısmının bu sürece katkı yapabildiğine işaret etmektedir. Nihai tüketim malları için yapılan ithalat ise ulusal ekonomilerin zenginliklerini artırmadığı gibi azaltan bir unsurdur. Bu önemli ayrıma dair verilebilecek en güzel örnek Güney Kore’dir. Hammadde ithalatıyla tüketim malı ithalatı arasındaki farkın önemini anlayan Güney Kore’li liderler yaklaşık yarım yüzyıldır girdi ithalatından faydalanan, ihracat odaklı bir ekonomi inşa etmektedirler. İçinden geçtiği dönüşümün şart koştuğu beşeri sermayeyi yetiştirmeye büyük kaynaklar aktaran Güney Kore devleti hammadde ve teknoloji ithalatına sübvansiyonlar sağlarken tüketim malları ithalatına sınırlamalar getirmiş ve tasarruf ve yatırımın hakim olduğu bir ortak kültür yaratmıştır. 1960 yılında Türkiye’ninkinin onda birine karşılık gelen 100$’lık mütevazı bir ortalama gelire sahip olan ülke bugün 32.100$ geliri olan; Samsung, LG, Hyundai, Kia gibi piyasa değerleri 30 milyar doların üzerinde olan dünya markalarıyla uluslararası rekabetçiliği yüksek, hızla büyümeye devam eden bir gelişmiş ekonomidir (“dünyanın 16. en büyük ekonomisi” olduğuyla övünülen ülkemizin bugünkü ortalama geliri ise 14.700$ düzeyinde seyretmektedir!). Cambridge Üniversitesi’nde çalışan Güney Koreli politik iktisatçı Ha-Joon Chang 2002 yılında yayınlanan Merdiveni Tekmelemek: Tarihsel Bakışla Kalkınma Stratejisi başlıklı kitabında bugün gelişmekte olan ülkelere ticaret serbestleştirmesi adı altında ticaret serbestleşmesini öneren ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin kendi kalkınmalarını bunların tam tersi politikalara borçlu olduklarını ortaya koymuştur. Yazar özellikle kalkınma serüvenlerinin erken safhalarında yerli üreticilerini yabancı rakiplerine karşı koruma politikası izleyen bu ülkelerin bugün neoliberal politikaların bayraktarlığını yapmalarını çıktığı yüksek yere başkalarının da ulaşmalarını engellemek için kullandığı merdiveni tekmeleyip düşüren birisinin davranışına benzetmektedir. Ülkemizde ise maalesef ithalatın farklı türlerinin farklılıkları yeterince anlaşılamamaktadır. Bir süredir sürmekte olan cari açık tartışması bu algı sorunu yüzünden sonuç getirmeyen polemiklere yol açan ve bu nedenle de yol gösterici olamayan bir tartışmadır. Bir ulusal ekonominin dış ticaret, yatırımlar, transfer ödemeleri ve hizmetlerden aldığı gelirlerle bu kalemlerdeki giderlerinin arasındaki farkı gösteren cari denge tek başına anlamlı bir büyüklük ifade etmez. Bu denklemin negatif işaretli olması (cari “açık”) kaçınılmaz olarak kötü bir durumun göstergesi değildir. Bunun nedeni toplam ithalatın toplam ihracata göre artışının tüketim malları ithalatıyla girdi ithalatı arasında ayırım yapmayan bir gösterge oluşudur. Nihai üretimini hammadde ve ara ürün ithalatıyla destekleyen bir ekonomide cari açığın ortaya çıkmasına katkı yapan bugünkü (cari) ithalat bir sonraki dönemin üretim ve gelirini mümkün kılan bir yatırımdır. Bu nedenle, hızla büyüyen Türkiye ekonomisinde de cari açık tartışmaları açığın büyüklüğü değil bileşimi üzerinden yapılmalı ve cari dengede ihracatın miktarı artırılmaya çalışılırken, ithalatın sadece tüketime yönelik olan kısmının azaltılması hedeflenmelidir. Tüketici malları ithalatının neden azaltılması gerektiği iktisattaki Keynesgil çarpan etkisi ve fırsat maliyeti kavramlarının yardımıyla açıklanabilir. Basit bir örnekle, Türkiye’deki bir tüketicinin şampuan ihtiyacını Türkiye’de üretilmiş olan 2TL’lik bir mal yerine Çin’de üretilmiş olan aynı fiyatlı bir malla karşıladığını düşünelim. Bu kişinin ithal mala ödediği fiyatın 1TL’sının üretici yabancı firmaya, 25 kuruşunun vergi olarak Türkiye devletine, 25 kuruşunun kar olarak ithalatçıya, kalan 50 kuruşunun da gelir olarak toptancı, dağıtıcı ve perakendecilere kaldığını varsayarsak, harcanan 2TL’nın 1TL’sı Türkiye ekonomisinde kalacaktır. Buna karşılık, tüketicinin Türkiye’de üretilen malı satın alması halinde, 2TL’sının muhafazakar bir tahminle- sadece 75 kuruşu girdi ithalatı maliyeti olarak yurtdışına giderken, 1.25TL’sı Türkiye’deki çeşitli ekonomik aktörlerin kasasına girecektir. Aynı fiyatlı benzer iki mal arasında seçim yapan tüketici verdiği bu kararın herhangi bir öneminin olmadığını düşünebilir. Oysa ki, harcadığı paranın sadece 25 kuruş daha fazlasını Türkiye’de tutan Türk malını alma seçeneğinin tüketiciye ve içinde yaşadığı ekonomiye katkısı büyüktür. Çünkü bir ekonomide harcanan paraların ne kadarı o ekonomide kalırsa, ekonomi o kadar zenginleşme olanağına sahip olur. Bu ilkeyi ilk kez ortaya atan İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes 1936’da yayınlanan İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi başlıklı kitabında, bir ekonominin büyümesinin etkin talebin artışıyla olacağını ve bunun da piyasada paranın el değiştirmesiyle gerçekleşebileceğini ortaya koymuştur. Buna göre, bir ekonomide yapılan her harcama onun gittiği yerde başka harcamaların yapılabilmesi için gelir olur ve paranın bu şekilde dolaşımı ulusal ekonomide onun birkaç misli etkin talebi (satın alma gücüyle desteklenen talep) yaratır. Örneğimizdeki tüketicinin Türkiye ekonomisinde tuttuğu ilave 25 kuruş harcandığı zaman (diğer tüketicilerin de yerli malı kullanma bilinçliliğiyle hareket ettikleri varsayımıyla) ekonomideki bir başka aktöre aynı miktarlı mal ve hizmetleri satın alabilmesi için kaynak sağlar. Bu kişi de eline geçen paranın %20’sini tasarruf etse, 20 kuruşunu harcayacak ve bu harcama ekonomideki bir başka mal veya hizmetin üreticisinin cebine girecektir. Onun da %20 oranında tasarruf etmesi, 20 kuruş x %80 = 16 kuruşun bir başka üretici veya üreticilere transfer olması demektir. Bu şekilde devam eden süreç aşağıdaki gösterildiği üzere 114 kuruşluk etkin talebin yaratılarak ulusal ekonomide üretimin artışıyla sonuçlanacaktır. Piyasada dolaşan para miktarının artışı (aslında paranın fiyatı olan) faizler üzerinde aşağıya doğru baskı yapacağından tüketicinin ihtiyaç duyduğu kredileri (kredi kartı ve ev kredisi gibi) daha uygun koşullarda alabilmesine olanak sağlayacaktır. Ekonominin büyümesi ülkede hayat standardının ve iş olanaklarının artması ve terör gibi ekonomik zorluklarla ilintili olan sorunların azalması gibi olumlu sonuçları da beraberinde getirecektir. Tüketim mallarında ithal mallara yönelme ise çarpan etkisinin “ihraç edilmesi” demektir ve bu da ülkenin kaynaklarının daha geniş faydalara imkan veren yerli üretime kanalize olamaması yüzünden ulusal ekonomi için fırsatın kaçırılmasından gelen bir maliyet olacaktır. Günümüzün küreselleşme dünyasında ulusal ekonomilerin zenginleşmelerinin yolu bir yandan ihracat ve girdi ithalatı yaparak küreselleşirken diğer yandan da yerli mallarını tüketerek yerelleşmeden geçmektedir. Kaynaklar: Chang, Ha-Joon. Kicking Away the Ladder: Development Strategy in Historical Perspective (Anthem; 2002). CIA veri almanağı-Güney Kore. CIA veri almanağı-Türkiye. Hughes, David W. “Policy Uses of Economic Multiplier and Impact Analysis.” Journal of American Agricultural Economics Association (Q2 2003): 25-30. Keynes, John M. İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi. İstanbul: Kalkedon, 2008. Mendel, Brock. “The Local Multiplier: Theory and Evidence.” Discussion paper, 2012. The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism belgeseli. Hazırlayan Naomi Klein, yöneten Jonás Cuarón, 2009.