On5yirmi5.com Zenci Musa kimdir? Eşref Sencer Kuşçubaşı' nın emireri Yayın Tarihi : 31 Temmuz 2015 Cuma (oluşturma : 10/20/2017) “Son dönem tarihimizde pek çok efsanevi şahsiyet vardır; islami zihniyetle dizayn edilen Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek için katlanmadıkları fedakarlık, göze almadıkları tehlike yoktur. Hepsinin amacı “Biz ölebiliriz, fakat bu ümmet yaşasın” idi. Hayatlarının baharlarından itibaren belki bir gün kendileri için yaşamadılar; pek çoğu canını, kimisi gençliğini gelecek nesillere verdiler.” Bu cümleler Mehmed Niyazi’nin Zenci Musa’yı anlattığı bir yazısının ilk cümleleri.. Zenci Musa ve arkadaşları, fedakarlık dolu hayatları ve feragat timsali kişilikleriyle adeta bu toplumun vicdanı oldular. Mehmed Akif Ersoy’un “Eşref Bey’in emireri Zenci Musa , Omuzundan arşa yükseldi nebi İsa..” diyerek Safahat’ına dahil ettiği Zenci Musa sadece Safahat’ta değil hepimizin gönlünde başköşede ağırlanmaya layık bir kahramandır. Aslen Sudanlı olan Zenci Musa Girit’te dünya’ya geliyor. Kahire’de yaşayan ve tam bir Osmanlı hayranı olan dedesi Zenci Musa’yı, İslamı iyi öğrenmesi ve Osmanlı’yı yakından tanıması için yanına alıyor ve büyük ihtimam gösteriyor. Türk mahallesinde büyüyen Zenci Musa Türkçeyi cok iyi öğreniyor. Trablusgarp’ta Türk subaylar ve Şeyh Sunusi’nin önderliğinde İtalyanlara karşı verilen mücadele bütün İslam dünyasında yankı bulmuştu. Zenci Musa bu savaşa katılmak için Kahire’den Libya’ya gitti ve buradan sonra artık Osmanlı Devleti için nerede tehlike baş gösterdiyse bütün heybetiyle orada biten kahraman bir asker oldu. İşte o Zenci Musa gündüz Galata gümrüğünde hamallık yapıp gece Milli Mücadele için Anadolu’ya silah kaçırdığı İstanbul’da Özbekler Tekkesinde veremden vefat ediyor. 300 bin altını Yemen’de Tevfik Paşa’ya teslim etmeyi başaran Zenci Musa öldüğünde, bavulundan bir Osmanlı haritası, Eşref Bey’in resmi ve kefen çıkıyor. “BU İŞ DAHA BİTMEDİ...” İşgal kuvvetleri komutanı General Harrington, İstanbul’da Galata gümrüğünü gezdiği sırada, kendisine “İşte 300 bin altını Yemen’e kaçıran Zenci Musa bu” denildiğinde hemen onun yanına gider ve şöyle der: “Eğer bizimle çalışırsan seni altına boğarım.” Zenci Musa’nın bu sözlere karşı verdiği cevap, bir kişinin değil; haysiyetin, asliyetin, şahsiyetin ve bin yıldır İslam Medeniyetine bayraktarlık yapmış bir milletin cevabı idi: “Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var: Devlet-i Osmani, bir bayrağım var: ay-yıldızlı bayrak, bir kumandanım var: Eşref Bey. Bu iş daha bitmedi, sizinle mücadelemiz devam edecek...” Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki “anlamak” fiili mana yükünü, ancak 2,5 milyon şehitle, 2,5 milyon hayatın sönüşüyle bitirilmiş Birinci Dünya Savaşının sona erdiği günlerde, işgal edilmiş bir İstanbul’da, “Bu iş daha bitmedi” diye düşünebilen ve bunu işgalcilerin en yüksek rütbelisinin yüzüne haykıran bir adamı anlayabilirsek devam ettirecektir. Zenci Musa, Trablusgarp’tan Balkan Savaşına, Çanakkale’den Kudüs’e, Yemen’den İstiklal Harbine kadar yangın neredeyse oraya koşmuş bu millet için canla başla mücadele etmiş bir yiğitler sultanıdır. Zenci Musa’yı bize tanıtan, onu yazmayı, onun yaptıklarını, bizlere aktarmayı en mukaddes bir görev bilen Mehmed Niyazi Bey’dir. O, büyük işlerin ancak, büyük potansiyel sahibi insanların birlikte çalışmasıyla başarılabileceğini çok iyi bildiği için, bize sunulan kronolojik kalıplara itibar etmemiş, tarihimizin arka planına ve yapıcılarına ışık tutarak ufkumuzu genişletmeye çalışmıştır. Sergiledikleri fedakarlıklarla tarihimizin yapıcısı olmuş insanlara haklarını teslim etmek, onlara düşünce dünyamızda layık oldukları yeri vermek hepimizin görevidir. Mehmed Niyazi Bey’in büyük gayretleri olmasa, tarihimizin sayısız ve isimsiz kahramanlarından olan Zenci Musa’yı, Mamaka Mustafa’yı, Mihrali Bey’i, Üsküplü Osman’ı, Uşaklı Mehmed Baba’yı, Oğuz Amca’yı tanıyamayacaktık. Türkiye’nin aydınları artık genel konular üzerinde , yüzlerce defa tekrarlanmış, yazılıp çizilmiş genel yorumlar üretmek yerine, her biri toplumumuzun ayrı bir meselesi olan özel konulardan (aslında) geneli ilgilendiren yorumlar çıkarmalı ve bu üretimlerle düşünce dünyamızı zenginleştirmelidirler. Bu çemberi kırmak Türkiye’de aydın olduğunu iddia eden herkesin sorumluluğudur. Eğer tarihi zenginliğimiz entelektüel seviyesini gönlünün zenginliğiyle birleştirerek, çalışma disiplininden ve orijinalite kaygısından bir an bile kopmayan aydınlar eliyle toplumumuza sunulabilirse mutlaka karşılığını bulacaktır. Refik Özdek’in “Ocağımız Sönmesin” isimli romanı, Osmanlı-Rus savaşı neticesinde Kırım’dan göç etmek zorunda kalan ve gidebileceği tek adres “Ak Topraklar” olan insanların çileli yolculuğunu anlatır. Ruslar hakim olunca terkedilen ocakların korları muhafaza edilmiş, yeni ocaklar bu korların ateşiyle kurulmuştur. Bize düşen, bu korun ateşini ruhumuzda, gönlümüzde taşımak ve muhafaza etmektir. Ocağımızın sönmemesi gönül ateşinin devamlılığına bağlıdır. Kendimize, şahsiyetimize ait bilgiyi ve bakış açısını nesilden nesile aktarmak için özgüven, çaba ve kararlılık gerekiyor. Bugün artık, ‘Güç bende olduğu için haklı da benim; bu sebeple kimse benim meşruiyetimi sorgulayamaz, meşru olan tek şey benim çıkarlarımdır” diyen batı uygarlığının dünyayı hiç de iyi bir yere götürmediği anlaşılmıştır. Bu durumda toplumumuza mal olmuş ortak bilincin ve değerlerin billurlaştırılmasını dert edinen bir aydın tipi’nin oluşup çoğalması ve “Bu iş daha bitmedi” diye haykırması elzemdir. İslam dünyasında, halihazırda Irak’ta, Felluce’de yaşananlar adalet fikrine, sevgiye, saygıya, hasılı insana ait bütün güzel hasletlere çıkarları için kılıç çeken “hasta dünya görüşünün bütün tesirlerinden arınmak için canla başla çalışmayı gerektirmektedir.. Ey Zenci Musa, gittiğin yerlerde seninle yanyana yürümek vardı, düşmanla vuruştuğunda seninle omuz omuza olmak, konuşmak senin gibi kahramanları konuşurken anlamlı, dinlemek senin gibi “ruh adam”ların yaptıklarını dinlerken… Kaynakça: biyografi.net Bu dökümanı orjinal adreste göster Zenci Musa kimdir?