TBMM B: 114 9 . 6 . 2010 O: 2 Şimdi, ben, burada, bu konudaki bazı yanlış anlamaları düzeltmek istiyorum: AKP İktidarı iş başına geldiğinde, 2002 yılında Türkiye’nin ihracatı 36 milyar dolarmış. İhracat 2008 yılına kadar yüzde 266 oranında artarak 132 milyar dolar olmuş. Evet, oldukça hızlı bir gelişme. Ama yine AKP İktidara geldiğinde 51,5 milyar dolar olan ithalat, 2008’de bu sefer yüzde 292 oranında artarak 202 milyar dolar olmuş ve aynı dönemde dış ticaret açığımız ise 15,5 milyardan -dikkat edin arkadaşlar- yüzde 351 oranında artarak 70 milyar dolara gelmiş. Şimdi, bu ihracata dayalı büyümeyle aslında burada kastedilen net ihracata dayalı büyümedir. “Net ihracata dayalı büyüme.” dediğimiz zaman da ihracat ile ithalat arasındaki farkın, ihracat lehine olması gereken farkın büyümeye katkısına bakarız. Şimdi, 2003-2009 yıllarında, AKP İktidarı döneminde iç talep artışının büyümeye katkısı 4,7 puan olmuş. Buna karşılık ihracat-ithalat yani net ihracatın büyümeye katkısı ise eksi 0,4 puan olmuş. Toplam büyümede ise yıllık ortalama yüzde 4,3 oranında artış çıkmış ortaya. Şimdi, çok açık seçik şunu görmeliyiz ki, bu iktidar döneminde ihracata dayalı büyüme modeli uygulanmamış, net ihracat da büyümenin motoru olmamıştır. Bunun gerçekleştiği ülkeler, dönüp baktığımız zaman, son yaşanan ekonomik krizde çok ciddi ekonomik performans göstermiştir; örneğin Brezilya gibi, buna karşılık Türkiye krizden son derece olumsuz etkilenmiştir. Değerli milletvekilleri, tabii, burada şu son yedi yıllık dönemi belli yıllara ayırdığımızda ilginç bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz: 2003-2005 döneminde Türk ekonomisi, yılda ortalama yüzde 7,7 büyümüş, buna karşılık dış açığın gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 3,6 olmuş. 2006-2007 yılında Türkiye’nin büyüme hızı yüzde 5,8’e düşmüş, buna karşılık dış açığın gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 6’ya yükselmiş, yine 2008-2009 döneminde Türk ekonomisi yüzde 2,1 ortalama olarak daralmış, buna karşılık dış ticaret açığının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı yüzde 4 civarında kalmıştır. Şimdi, Türkiye tabii, böyle bir net ihracata dayalı büyüme modelini benimseyemediği için ve açıkçası, ekonomisini yurt dışından gelen küresel mali sermayenin risk iştahına teslim ettiği için, ortaya şöyle bir tablo çıkmıştır: Şimdi, dün bakıyorum ben, iktidar partisinin sözcüleri Türkiye’de her şeyin tozpembe olduğunu ifade ediyorlar. Öyle mi? Bir de “Rakamlar yalan söylemez.” diyorlar. Gerçekten arkadaşlar rakamlar yalan söylemez. Şöyle, rakamlarla duruma bir bakalım; şimdi, 2003-2005 dönemi 150 gelişmekte olan ülkeyle Türkiye’nin büyüme hızını karşılaştıralım: 2003-2005, AKP 2002’de iktidara gelmiş, arkasında dünyada itibar kazanmış bir ekonomik program var, küresel piyasalarda bir coşku başlamış, küresel likidite artmış, ortalama 150 ülke yüzde 6,9 oranında büyürken, Türkiye bu dönemde yüzde 7,7 oranında büyümüş. Daha sonra, 2006-2007 yılına geldiğimizde, bu 150 ülke ortalama yüzde 8,1 oranında büyürken Türkiye sadece yüzde 5,8 oranında büyümüş. Yine, kriz döneminde, 2008-2009 yılları arasında -dünya ekonomisi şöyle daraldı, böyle daraldı, biz kendimizi bize benzeyenlerle karşılaştıracağız- bu 150 tane ekonominin ortalama büyüme hızı yüzde 4,2; artı yüzde 4,2; Türkiye’nin aynı dönemde ortalama büyüme hızı eksi 2,1 yani 2,1 oranında daralmışız. Şimdi, bunun hesabını birilerinin vermesi lazım, burada son derece ciddi bir ba-şarısızlık var. Türk ekonomisinin, mevcut AKP yönetiminde büyüme hızı, kendi benzerlerinin çok altında gerçekleşmiş, hızla altına düşmüş. Bunun arkasında ne var? İşte, biraz önce, bu kanunun gerekçesinde yer alan, ihracata dayanan büyüme modelinin benimsenmemiş olması var. Bir başka ifadeyle, bize dışarıdan gelen borçlarla, dışarıdan gelen paralarla içeride arsa fiyatlarını, arazi fiyatlarını, varlık fiyatlarını şişirerek, Türk lirasını aşırı değerlendirerek, buradan ortaya çıkan bir tüketimle bir hayalî canlılık yaratmak, üretmeden tüketen bir ekonomi hâline gelmiş olmak var. – 509 – FATMA-114 –