UZMAN KLİNİK PSİKOLOG KAHRAMAN GÜLER BAĞLANMA Bretherton (1992)‟a göre kişilik, sosyal biliş ve kişilerarası etkileşimler üzerindeki çağdaş psikodinamik kuramlar ve deneysel araştırmalar arasında önemli bir köprü oluşturan “Bağlanma Kuramı” başlangıç olarak anksiyete, depresyon öfke ve duygusal uzaklaşma, gibi birçok duygusal rahatsızlık ve kişilik bozukluğunu açıklamak nedeniyle John Bowlby ve Mary Ainsworth tarafından geliştirilmiş, Freud ve diğer psikanalitik düşünürlerden etkilenmiştir. Kuramın temeli 1950 yıllarının sonlarında, anne-babadan ayrılan çocukların çektiği yoğun sıkıntıyı anlamaya çalışan Bowlby (1907-1990) tarafından ortaya atılmıştır. Bowlby‟in bağlanma kuramı nesne ilişkileri ve psikodinamik yaklaşımlar üzerine kurulmuş bir kişilik gelişim kuramıdır (Bretherton, 1992). Bağlanma, insanların yaşamları boyunca kurdukları çok sayıda farklı ve önemli duygusal bağın özel bir ürünüdür. Ainsworth (1978) bağlanmayı yaşamımızdaki özel insanlar için hissedilen, onlarla etkileşim içinde olduğumuzda zevk almamızı sıkıntılı zamanlarımızda yakınlıkları ile rahatlamamızı sağlayan güçlü duygusal bir bağ olarak açıklamıştır (Kaplan, 2012). Bowlby (1973) bağlanmayı, insanların kendileri için önemli gördükleri kişilere karşı geliştirdikleri güçlü duygusal bağlar olarak ifade etmektedir. Duygusal bağ kurma eğilimi ve gereksinimi yeni doğanların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli ve gelişimsel açıdan işlevsel olan “bağlanma sistemini” açıklar (Morsünbül, 2005). Oral (2006)‟a göre Bowlby‟nin bağlanma kuramını oluşturmasında bebeklik dönemlerinden itibaren hastane ya da bakım evlerinde yaşamış olan çocukların sosyal, psikolojik ve gelişimsel sorunlarına ilişkin çalışmaların önemli katkısı olmuştur. Bowlby bu deneyimlerin yetişkinlik dönemi üzerindeki etkilerini incelemiş bebek ve ona bakım veren kişi arasındaki duygusal bağın eksikliğinin bir takım psikolojik sorunların (depresyon, umutsuzluk, kayıtsızlık, öfke çıkışları, gibi) ortaya çıkışında önemli olduğu görüşünü öne sürmüştür. Bu görüş de onun kuramının temel varsayımlarından birini oluşturmuştur (Çubuk, 2011). Bowlby (1973)‟e göre bağlanma kuramı, bebeklik dönemindeki deneyimlerin, sağlıklı bir kişilik gelişiminde çok önemli bir etkiye sahip olduğunu iddia eden ve yaşam boyu geçerliliğini koruyan bir kuramdır. Zimmerman ve Becker-Stoll (2002) bu kuramın temelinde, yakın ilişkilerin bebeğin gelişimini teşvik eden ve ya engelleyen koşulları ve bağlanma deneyimlerinin duygusal gelişim ve kişilik gelişimi üzerindeki etkilerini açıklama çabasının olduğunu belirtmiştir. Kuramın çıkış noktası ise, annenin bebeğine dış dünyayı inceleyebileceği ve gerektiğinde güvenlik duyguları içinde geri dönüşler yapabileceği güvenli bir ortam oluşturmasıdır (Sayar ve Tüzün, 2006). Kobak ve Sceery (1988)‟e göre bağlanma kuramının temel fonksiyonu, bebeklerle birincil bakıcıları ya da kendileri için önemli diğer kişiler arasında neden kuvvetli duygusal bağların geliştiğini ve onlardan ayrıldıklarında neden duygusal stres yaşadıklarını ve onlardan kolayca kopamadıklarını açıklamaktır. Bağlanma kuram bebek ve çocukların birincil bakıcılarından (annelerinden) belli bir süre ayrı kaldıklarında temel beslenme ve sağlıkla alakalı gereksinimlerinin karşılanmış olduğu durumlarda bile gösterdikleri duygusal tepkilerin gözlenmesi sonucu ortaya atılmıştır. Bowlby (1973), çocuklarda anne-babalarına yakın olma isteğinin olduğunu ve çocukların güvende hissetmelerinde bakım verenle yaşanan ilişkinin merkezi öneme sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bağlanma kuramı çerçevesinde bebeklerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için yetişkinlere gereksinimleri vardır. Bu ihtiyaç, bebeğin refleksi olarak getirdiği bağlanma eğilimi ile doyurulmaktadır. Bağlanma eğilimi, bebeğin hayatta kalmasını sağlarken, aynı zamanda fiziksel dünya ile temasına olanak sağlamaktadır. Bebeğin dış dünya ile teması güvenli bağlanma ilişkisi ile mümkündür. Güvenli bağlanma ilişkisi sağlayamadığında, kişi doyurucu temas kurmada zorluklar yaşayabilir ve kendini desteklemesi bozulabilir (Eken, 2010). Bebek, ihtiyacı olduğunda karşılık verebilecek tanıdık bir koruyucu var olduğu sürece, oyunlara katılmak ve ya keşfe çıkmak için kendisini güvende hisseder. Herhangi bir tehdit ya da güçlü bir belirsizlik yaşadığında da en güvenli tepki olarak dikkat ve enerjisini yakınlığı tekrardan sağlamaya yöneltir (Hazan ve Shaver, 1994). Bowlby, bu işlevlerin etkili olabilmesi için, bebek ve bağlanma figürü arasındaki etkileşimin kaliteli olması ve bağlanma figürünün bebeğin sinyallerine duyarlı olması gerektiğini savunur. Bu fonksiyonlar doğrultusunda bebek, bakıcısının/bakıcılarının ulaşılır, güvenilir ve ilgili olduğuna yönelik bir model geliştirirse, kendisinin de güvenilmeye, ilgilenilmeye ve sevilmeye değer bir birey olduğuna yönelik bir model geliştirir. Tersi durumda, bağlanma figürü bebeğin gereksinimlerine tepkisiz kalır ve ya uygun olmayan cevaplar verirse, bebek bağlanma figürünü reddedici olarak, kendisini de sevilmeye, ilgilenilmeye ve güvenilmeye değer olmayan, yetersiz biri olarak içselleştirir (Bretherton, 1992). Birinci model güvenli bağlanma sonucu gerçekleşirken, ikinci içsel işleyen model bebek ile bakım veren arasında güvensiz bir bağlanmanın varlığına işaret eder. Ainsworth‟e (1972) göre, bağlanma niteliksel bir olgudur ve güven-güvensizlik olmak üzere iki boyuttan oluşur. Erken bağlanma ilişkisinde güven son derece önemlidir; çünkü çalışmalar güvenli bir bağlanma ilişkisi yaşamış çocukların psikolojik açıdan sağlıklı büyümelerinin ve toplumsal olarak yeterli bireyler haline gelmelerinin daha mümkün olduğunu gözler önüne sermektedir (Steinberg, 2007). Bowlby ve Ainsworth bağlanmanın insan motivasyonuna uyum ve hayatta kalmayı kolaylaştıran doğuştan gelen bir davranışsal sistem tarafından yönlendirildiğini savunmuştur ve bebekle annesi arasındaki bağı temel ihtiyaçlar, koruma ve güvenlik açısından açıklamışlardır (Shaver ve Mikulincer, 2004). İfade edildiği gibi, bağlanma sistemi, çocukların bakıcıları ile ilişkilerinin temelinde gözlenen dört davranış örüntüsü ile açıklanabilir. Bu davranış örüntüleri; a) yakınlığı arama ve koruma, b) ayrılığı protesto etme, c) keşfetme etkinlikleri için bakıcıyı güvenli bir üs olarak kullanma ve son olarak, d) destek ve güvenlik için bakıcıyı sağlam bir sığınak olarak kullanma‟dır. Ainsworth (1969), yakınlığı koruma, mesafeyi azaltma ve sosyal etkileşimde bulunma amaçlarına hizmet eden bu davranışların, sağlıklı bağlanmanın oluşmasında önkoşul olarak kabul edildiğini ve çocukların çevreye uyumunu kolaylaştırdığını belirtmiştir (Eken, 2010). Hazan ve Shaver (2000)‟a göre Bowlby, bağlanma sürecinin diğer sosyal ilişkilerden farklı bir bağlanma ilişkisi içerdiğini; yeni doğan bebeklerin korktuklarında, savunmasız ya da sıkıntılı olduklarında güvenlik hissini artırmak ve fiziksel yakınlığı korumak istediklerini gösteren davranışlarda bulunduklarını ifade etmiştir. Böylece bebekler yakınlık için bağlanma figürünü aramaktadırlar. Bağlanma figürü, korktuğunda bebeğe güven ve cesaret veren bir güvence üssü işlevi görür. Bowlby ve diğer araştırmacıların yeni doğan bebekler üzerindeki gözlemleri, annelerinin yanlarında olduğunu hissettiklerinde onların daha sağlıklı, enerjik ve korkusuz göründüklerini ortaya koymuştur. Dolayısıyla korkmadan etrafındakilere sıcak ilgi göstermekte ve çevrelerini keşfetmeyle ilgilenmektedir. Ayrılıp geri döndüğünde ise bağlanma figürü rahatlama, yeniden güvence ve destek için güvenli bir sığınak fonksiyonu da görmektedir. Böylece bağlanma sürecinin yakınlık, güvence üssü ve güvenli bir sığınak olmak üzere üç önemli tanımlayıcı özelliği ve üç temel fonksiyonu vardır (Eken, 2010). Ancak yakınlığın sağlanamadığı durumlarda, ayrılığa karşı geliştirilen tepkiler 3 temel evrede görülür. Bunlar; protesto, umutsuzluk ve çekilmedir. 1 – Protesto evresi: Ağlama davranışıyla birlikte bebek, bakıcısı dışındaki kişilerin yatıştırma çabalarına direnir ve bu tür girişimleri protesto eder. Bu durumda çocuğun davranışının amacı anneyi geri getirmektir. 2 – Umutsuzluk: Bu evrede ağlamanın sıklığı ve tonu azalır ve bebek sessiz ve içe dönmüş bir görüntü sergiler. Bu davranışlar çocuğun annenin yokluğu karşısında üzüntüsünü ve küçük de olsa anneyi geri getirme beklentisini ifade eder. 3 – Çekilme ya da bağlanmanın çözülmesi evresi: Bowlby‟e göre sadece insanlarda görülür ve anne geri geldiğinde savunmacı bir görmezden gelme ve anneden kaçmayı kapsar (Hazan ve Shaver, 1987). Bu evrede çocuk anneye ilgi göstermez, ondan uzaklaşır, başka şeylerle ilgilenir. Çekilme, ayrılık süresince çocuğun yaşadığı olumsuz duygulara ve anneyi yeniden kaybedebileceği olasılığı nedeni ile ortaya çıkan kaygıya karşı savunma işlevi görür. Annenin geri dönüşünden bir süre sonra çocuk tutarsız tepkiler geliştirmeye başlar, yani hem annesine yakınlık gösterir, onu takip eder ve uzaklaşmasına ağlayarak tepki verir, hem de bir parça sinirli ve reddedici davranışlar gösterir. Bu süre sonunda, çocuk normale döndükten sonra bile beklenmedik durumlarla karşılaştığında, kaygı belirtileri gösterir (Saymaz, 2003). Bowlby bağımlılık kavramı ve bağlanma kavramlarını birbirinden ayırmaktadır. Bağımlılık kişinin gereksinimleri için bir bakıcısına güvenmesidir. Bebek yaşamının ilk haftalarında annesine bağımlıdır, ancak annesine halen bağlanmamıştır. Bağlanmada yakınlık bozulduğunda diğer bir insana ya da kişilere yakınlığın korunması söz konusudur. Ayrıca bir davranışın bağlanma statüsünde değerlendirilmesi için bağlanma örüntüsünün bir veya birden fazla özel kişi ya da kişilere sahip olması gerekir ve bir durum karşısında bağlanılan kişiye verilen tepkinin diğer kişilere verilen tepkiden farklı olması gerekir (Ergün, 2008). Bağlanma kuramının psikodinamik yönü ise, erken yaşlarda bağlanma figürü ve ya birincil bakıcılarla kurulan ilişkinin niteliğinin yaşamın sonraki yıllarında kurulacak yakın ilişkiler için bir esas oluşturduğu görüşüne dayanmaktadır (Kılıç, 2007). Bu dönemde annenin rolü çok önemlidir. Anne sezgileri ile bebeğin gereksinimlerini karşılar. Bu ihtiyaçları karşılarken de bebekle ortaklaşa geliştirdikleri bir düzenleri vardır. Bu düzen sayesinde bebek, fizyolojik dengesini belli sınırlar çerçevesinde koruyabilir. İhtiyaçları düzenli bir biçimde karşılanan bebek dış dünyaya karşı güven duygusu oluşturmaya başlar. Oral dönemin başarılı bir şekilde tamamlandığı durumlarda, bebeklerde diğer insanlara verme ve onlardan alabilme özelliklerini geliştirir. Böylece diğer insanlarla olumlu ilişkiler içerisinde olmaya başlar (Kılıç, 2007). Miller ve Miller (2002)‟e göre bağlanma teorisi, sadece çocukların bakıcıları ile olan ilişkilerini değil, hayatları boyunca diğer önemli kişiler ile oluşturacakları bağları da açıklamak için de kullanılır. Bağlanma figürünün olması, kişiye güçlü güvenlik hissi verir. Düşünme, hissetme ve etkileşim şeklinde çocuklukta oluşan bağlanma şekli, çocukların gelişimleri süresince çevrelerini anlama şeklini etkiler. Bowlby (1988) bağlılık davranışının en açık şekilde çocuklukta olmasına rağmen, insanın tüm yaşam döngüsünde gözlemlenebilir bir durum olduğunu öne sürmüştür. Bowlby, bireylerin diğerleri ile duygusal ilişki kurmak isteğinin insan doğasında olduğunu savunur. Aslında başkaları ile yakın bağlar kurabilme ve devam ettirebilme becerisi kişiliğin ve akıl sağlığının işlevsel temel özelliğidir (Eken, 2010) Ainsworth (1969) bağlanmanın tüm yaşam dönemlerini kapsadığını belirtmektedir. Bağlanma kullanılan bu anlamı ile hiçbir yaşta olgunlaşmamışlık ya da güçsüzlük ile yardıma muhtaçlık anlamına gelmemektedir. İlk bağlanma çocuğa bakım veren ile yaşansa da, ilerleyen zamanlarda kişinin yaşamında yerini almış bir kısım insan ile de yaşanabilmektedir. Bağlanmanın yaşanması, geçici veya durumsal ilişkileri değil, sürekliliği ve dayanıklılığı içeren ilişkileri kapsamaktadır. Anlık ilişkilerdeki zorunluluğu içeren bağımlılık, bu özelliği ile bağlanmadan ayrılmaktadır (Akdağ, 2011). Bağlanma stillerini ilk kez Ainsworth (1978) tanımlamıştır. Ainsworth (1978) ve arkadaşları Bowlby‟nin bağlanma kuramını esas alarak, yabancı ortam olarak bilinen bir yöntemle psikoloji laboratuarında 12-18 aylık çocukları ve annelerin davranışlarını gözlemlediler. Ainsworth ve arkadaşlarının amacı çocukların annelerinden ayrıldıklarında ve tekrar bir araya geldiklerinde sergiledikleri davranışsal tepkileri gözlemek ve çocuk- anne arasındaki bağlanma stillerinin farklılıklar gösterip göstermediğini incelenmekti. Çocuğun annesine geri dönmesine gösterdiği tepkileri gözleyerek üç farklı bağlanma stilinden birinin geliştiğini belirtmiştir. Bunlar; a) güvenli, b) kaygılı/kararsız ve c) kaçınan bağlanma stilleridir (Eken, 2010). Bağlanma stili yetişkinlerin romantik ilişkilere yaklaşım tarzları açısından gözlenen bireysel farklılıkları açıklayan bir kavram olarak da kullanılmıştır. Bebeklikte temel bakım veren kişi ile kurulan bağ, yetişkin bir birey olduğunda bu ilişkisini diğerleriyle kurduğu ilişkiye yansımaktadır. Duygusal bağ kurulan kişinin bebeğin ihtiyaçlarını karşılamadaki tutumu bireyin yetişkin dönemdeki romantik ilişkilerine yaklaşım biçimini etkilemektedir. Shaver, Hazan ve Bradshaw(1988), bu görüşü esas alarak üç tür bağlanma tarzı belirlemişlerdir (Kaplan, 2012): 1. Güvenli Bağlanma: Bebekliğinde temel bakım veren kişiye güvenli bağlananlar, genellikle kendileri ve başkaları hakkında olumlu bir bakış açısına sahiptirler. Bu kişiler bir eşle duygusal bir yakınlık kurmada ve ilişkiyi sürdürmede daha rahattırlar. 2. Kaçınmacı Bağlanma: Bu bağlanma tarzına sahip bireyler yakınlık kurmada zorlanırlar, böyle durumlarda kendilerini tehlikede hissederler. Bu kişilerin romantik ilişkilerde bir eşe tamamıyla güvenmeleri çok zordur. 3. Kaygılı Bağlanma: Kaygılı bağlanma tarzına sahip bireyler eşleriyle sıkı bir yakınlık kurmak istemelerine rağmen sıklıkla aşık oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşamaktadırlar. Dörtlü bağlanma modeli Bartholomew, 1990; Bartholomew ve Horowitz (1991); Bartholomew ve Shaver, (1998) „a göre dörtlü bağlanma modeli, bireyin kendi benliğini ve diğer bireyler olumlu ya da olumsuz değerlendirmesine dayalı olarak ortaya konulmuştur. Bu bakımdan bireyin kendisine olumlu-diğerlerine olumlu (güvenli), kendine olumlu - diğerlerine olumsuz (kayıtsız), kendine olumsuz - diğerlerine olumlu (saplantılı) ve kendine olumsuz - diğerlerine olumsuz (korkulu) değerlendirmelerini içeren dört çeşit bağlanma stili vardır (Arslan, 2008). Güvenli bağlanma: Bartholomew ve Shaver (1998)‟a göre bu bağlanma stili, olumlu benlik modeli ve olumlu başkaları modelinin birleşiminden oluşur. Güvenli bağlanmaya sahip bireyler yakın ilişkilerde yakınlık konusunda rahattır ve kendileri hakkında değerlik duygusunu içselleştirmişlerdir. Bartholomew ve Horowitz (1991) güvenli bağlanmanın, öbür insanların genellikle kabul edici ve uygun tepki vereceği beklentisi, sevilebilirlik ve değerlilik duygusunu gösterdiğini belirtmişlerdir (Arslan, 2008). Kayıtsız bağlanma: Bartholomew ve Shaver (1998) bu bağlanma stilinin, olumlu benlik modeli ve olumsuz başkaları modelinin birleşiminden oluştuğunu açıklamışlardır. Kayıtsız bireyler olumsuz beklentilerinden dolayı sıklıkla yakınlıktan kaçarlar. Fakat yakın ilişkilerin önemini savunmacı bir biçimde inkâr etmek yoluyla benlik değeri duygusunu devam ettirirler. Bartholomew ve Horowitz, (1991) bu bağlanma stilinin, diğer insanlara karşı olumsuz bir tavırla birlikte bir sevgi-değerlilik duygusunu ifade ettiğini belirtmişlerdir. Bu bağlanma stilindeki bireyler yakın ilişkilerden kaçınarak, özerklik ve incitilemezlik duygularını geliştirerek kendilerini hayal kırıklıklarına karşı korumaktadırlar (Arslan, 2008). Saplantılı bağlanma: Bartholomew ve Shaver (1998) bu bağlanma tarzının, olumsuz benlik modeli ve olumlu diğerleri modeli birleşiminden oluştuğunu belirtmişlerdir. Saplantılı bireyler diğerleri tarafından güven ve kabul kazanmak konusunda kaygılıdır. Bartholomew ve Horowitz (1991) saplantılı bağlanmanın, diğer insanların olumlu değerlendirilmesiyle birlikte bir değersizlik duygusunu gösterdiğini vurgulamışlardır. Bu bağlanma tarzı özelliği gösteren bireyler yakın ilişkilerinde kişisel değerlilik ve kişisel yeterliliği bulmak için uğraşırlar (Arslan, 2008). Korkulu bağlanma: Olumsuz benlik modeli ve olumsuz diğerleri modelinin birleşiminden oluştuğunu belirtmişlerdir. Korkulu bireyler diğerleri tarafından kabul ve onaylanma düşüncelerinin yüksek olması sebebiyle saplantılı bireylere benzerdir. Fakat reddedilme ve kaybetme acısını engellemek için yakınlıktan kaçarlar (Arslan, 2008). Bartholomew ve Horowitz (1991)‟a göre korkulu bağlanma, bireyin başkalarının güvenilmez ve reddeden bireyler olacağı düşüncesi ile kendisinin sevilmeyeceğine ilişkin beklentileri ve değersizlik duygusunu belirtmektedir. Bu tarz, diğer insanlarla yakın olmaktan kaçınarak, reddedilme ihtimaline karşı kendilerini koruma çabalarını ifade etmektedir (Arslan, 2008). Bartholomew ve Horowitz (1991) güvenli ve kayıtsız bağlanmanın, benlik kavramı ile olumlu bir ilişkiye sahip olduğunu, bununla birlikte; korkulu ve saplantılı bağlanmanın ise; benlik kavramı ile negatif bir bağlantı gösterdiğini bulmuşlardır. Ayrıca güvenli ve saplantılı bağlanmanın sosyallik ile pozitif bir ilişkiye sahip olduğunu, kayıtsız ve korkulu bağlanma ile sosyallik arasında ise, negatif bir ilişki olduğunu belirtmektedirler (Arslan, 2008). Ġçsel Çalışan Modeller Bretherton ve Munholland (1999)‟ a göre içsel çalışan modeller Bowlby‟nin kuramının temelini oluşturur. Bağlanma kuramına göre çocuklar bakıcılarıyla olan ilişkilerini içselleştirerek kendileri ve diğer insanlar hakkında içsel çalışan modeller geliştirirler. Erken yaşlardaki bağlanma yaşantıları temelinde oluşan içsel çalışan modeller hem kişinin kendisine yönelik beklenti, inanç ve duygularını, özellikle de özsaygısını hem de başkalarına duyulan güven ve sosyal ilişkilerde hissedilen rahatlık düzeylerini etkilemektedir. İçsel Çalışan modellerin en önemli noktası, bireyin diğer insanların tutumlarını tahmin etmesi ve davranışını ona göre planlamasıdır. İçsel çalışan modeller bireylerin yeni durumlarda, durumu tekrar değerlendirmeye gerek kalmadan, nasıl davranacaklarına karar vermelerini sağlayan bağlanma sisteminin bir parçasıdır (Eken, 2010). Bowlby (1973)‟e göre, insanın içsel çalışan modeller kişiler arası etkileşimler yardımıyla gelişmektedir. Bu modeller, bireyin diğer önemli kişilere bağlanma tarzları (güvenli, korkulu, kayıtsız ve saplantılı) ve süreçlerinin nasıl olacağını belirlemekte ve bunun yanı sıra sonra ki yıllarında etkili olabilecek bir yapı ortaya koyabilmektedirler. Güvenli bağlanma ilişkisinin olduğu durumda çocuk, stres yaratan koşulda dahi güvenlik duygusunu koruyabilir. Bunun için çocuğun bakıcısının tutarlı, duyarlı ve her aradığında ulaşabileceği biri olması gerekir. Bakıcının böyle biri olmadığı durumlarda çocuk kaygılı bağlanma tarzları geliştirebilir (Eken, 2010). Rothard ve Shaver (1994)‟a göre içsel çalışan modeller tekrarlanan, bağlanmayla alakalı deneyimlerin yan ürünleri olarak tanımlanabilir. Çalışan modeller; benlik, bağlanma figürleri ve bağlanma ilişkileriyle alakalı edinilmiş bilgilerdir. Bu zihinsel temsiller, erken çocukluk döneminde esnek ve çevreye göre değişebilirken, tekrarlar deneyimler sonucunda sabitlenir ve değişime direnç gösterirler. Bu model, Piaget‟nin özümseme ve bağdaştırma kavramlarıyla da paralellik göstermektedir. Erken gelişim dönemi boyunca, içsel çalışan modeller; bağlanma figürleri, çevre ve benlik ile alakalı yeni bilgileri, var olan bilgileri ile bağdaştırma (kendilerini bu bilgiler doğrultusunda şekillendirme) yönelimi gösterirken, bu modeller bir kez tam anlamıyla oturduktan sonra, çocuk yeni bilgileri var olan bilgisine uydurma eğilimi gösterir hatta bilgileri, kendi şemasına uydurabilmek için bozabilir (Saymaz, 2003). Ergenlik döneminde bağlanma Ainsworth (1989) de ebeveynlerle kurulan bağlanma ilişkisinin yalnızca çocukluk dönemini değil, ergenlik ve yetişkinlik dönemini ve bu dönemlerde kurulan ilişkileri etkileyen bir süreç olduğunu belirtilmiştir. Başka bir şekilde ifade edilirse, ilk yakın ilişkiler, tüm yaşam boyunca kullanılan kişilerarası ilişkilerin genel bir modeli olarak altyapı sağlama görevi görür. İçsel işleyen modeller olarak adlandırılan ilk ilişki temsilleri, bireyin kendini başkalarıyla olan ilişkilerinde güvenli mi yoksa korku içinde mi hissettiğini ve kendisini başkalarının sevgisine layık görüp görmediğini belirler. Bu modeller, bireyin başkaları ile yakın ilişkiler kurmak için yararlandığı inanç ve beklentilerin bütününü kapsar. Bağlanma teorisine göre, bebeklik döneminde güvenli bir bağlanma ilişkisi yaşayan bireyler, ergenlik dönemlerinde daha olumlu ve sağlıklı bir içsel işleyen modele sahip olurken, güvensiz bağlanan bireyler daha olumsuz bir modele sahip olur (Kobak ve Sceery, 1988). Allen ve Land, (2008)‟e göre ergenlik dönemi, bağlanma kuramı bakımından özel bir öneme sahiptir. Şöyle ki; erken dönemde oluşan bağlanma organizasyonunun bireyin kendisi tarafından değerlendirilmesi ergenlik dönemi ile birlikte gerçekleşir. Ergenin hızlı bir şekilde artan formal operasyonel düşünme ve soyut muhakeme becerisi buna olanak sağlar. Bu beceriler, ergenin çoklu bakım vericileri ile ilgili ilişki deneyimlerine yönelik daha bütüncül ve genel bir bakış açısı edinmesini sağlar. Ek olarak, bilişsel gelişimde yaşanan değişimler sayesinde birey kendi ve öteki arasındaki ayrımı daha açık bir şekilde yapabilir, bağlanma figürlerini ilişkiler kapsamınsa kıyaslayabilir. Bu da, ergenin özellikle anne baba ile olan bağlanmasını yeniden gözden geçirmesine; onların hem olumlu hem de olumsuz yanlarını görmeye başlamasına neden olur. Bu açıdan bakıldığında, ergenlik dönemi bağlanma ilişkilerinde yaşanan dönüşümler kaçınılmazıdır (Aracı, 2012). Ergenlik döneminde gerçekleşen bir dizi değişim arasında bağlanma ilişkilerini etkileyen en önemli değişim, bilişsel manada yaşanan değişimdir. Bu dönemle birlikte ergenler somut işlemsel düşünceden soyut işlemsel düşünceye geçiş yaşamaktadır. Soyut düşünme becerisi, olaylarla ilgili belirli bir çıkarımda bulunma ve akıl yürütme becerilerini içeren bir bilişsel gelişim aşamasını ifade etmektedir. Bilişsel anlamda yaşanan bu olgunlaşma, ergenlerin bağlanma süreçlerinin onların düşünce ve duygularına bağlı olarak izlenebileceğini gözler önüne sermektedir. Yani, daha erken dönemlerde bağlanma, ancak bağlanma nesneleriyle ilişkilerdeki somut davranışlar üzerinden anlaşılabilirken, ergenlikle birlikte bağlanma süreci benlik ve diğerleri algıları, ergenlerin kurdukları ilişkilerle ilgili düşünceleri ve bu ilişkilere yönelik duygusal tepkileri üzerinden anlaşılabilmektedir. Soyut kavramları düşünebilme, ergenlerin anne ve babalarıyla yaşadıkları özgül bağlanma ilişkilerine dair bir senteze gitmelerini sağlamaktadır. Düşünmede özelden genele gidişin yanı sıra, genelden özele gidiş de söz konusudur. Ergenler bağlanmayla alakalı zihinsel temsillerinin yanı sıra bağlanmanın, her bağlanma ilişkisinin niteliğine, ilişki kurulan kişinin özelliklerine, tepkilerine ve iletişim tarzına göre değişebileceğini fark etmektedir. Bu durumun bir diğer nedeni de önceki yıllarda bireylerin sınırlı sayıda bağlanma nesnesiyle iletişim kurmalarına karşın, ergenlik döneminde zor duygusal durumlarla başa çıkabilmeye yardımcı olacak çok sayıda kişiyle ilişki kurulmasıdır. Böylece bu dönemde ebeveynlerin yanı sıra, akrabalar, öğretmenler, psikolojik danışmanlar, yakın arkadaşlar ve romantik partnerler bağlanma figürleri olarak görev görmektedir. Diğer yandan, ergenlik döneminde gelişen bilişsel beceriler sayesinde ergenler bağlanma nesneleriyle aralarındaki ilişkiyi daha başarılı bir şekilde değerlendirebilmektedir. Bunun sonucu, ergenin anne babasının ilişki biçimlerindeki hataları, eksiklikleri ya da çelişkileri fark edebilmesi ve onlarla kurduğu bağlanma ilişkisinin niteliğini yeniden değerlendirmesidir. Ebeveynleri ile kurduğu bağlanma ilişkilerini soyut biçimde kavramak, ergenlerin, ebeveynlerinin bazı açılardan ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığını görmelerine neden olarak yakınlık ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak üzere ebeveynlerinden farklı bireylere yönelmelerine yol açmaktadır. Öte yandan, ben ve öteki ayrımının daha fazla belirginleşmesi, ergenlerin kendilerini bağlanma nesneleriyle kurdukları ilişkiden bağımsız olarak değerlendirmelerine sebep olmakta ve kendilerini ebeveynlerinden ayrı ve bağımsız bireyler olarak görmelerini sağlamaktadır (Solmuş 2010). Allen (2010)‟a göre özellikle ergenliğin erken dönemlerinde, yaşanan hızlı değişimlere uyum sağlayana ve denge oluşturana kadar anne-baba ve ergen ilişkileri küçük bir sarsıntıdan geçmektedir. Bu sarsıntı, erken ergenlik döneminde ergenin bağlanma örüntülerinde halen ilk sırada ebeveynin yer bulunmasını değiştirmez; çünkü özerklik henüz kazanılma aşamasındadır, oysa ileri ergenlik döneminde ergenin ebeveynle ilişkileri daha dengeli, doyumlu ve yakın olmasına karşın özerkliğin kazanılmasıyla birlikte yaşıtları ve özellikle romantik partnerleri bağlanma ilişkilerinde daha ön sıraları alırlar. Her ne kadar ergenlik dönemiyle birlikte yeni ve farklı bağlanma ilişkileri, anne-babayla kurulan temel bağlanma ilişkilerinin yerini almaya başlasa da, ebeveyne bağlanma süreci bu dönemde birey için halen temel güven ve destek kaynağıdır. Ergenin özerkliği ebeveyne bağlanmayı olumsuz etkiliyor gibi görünse de, aksine arka planda ergenlik boyunca devam eden güvenli ilişkiler kurmaya yönelme biçiminde kendini gösterir. Bu dönemde ebeveynle ilişki bağımlılık üzerinden değil karşılıklı paylaşım üzerinden şekillenmektedir (Solmuş 2010). Zimmermann (2004) tarafından yapılan bir çalışmada güvenli bağlanma stillerine sahip olan ergenlerin, güvensiz bağlanan ergenlere göre duygusal anlamda daha yakın arkadaşlıklara sahip oldukları ve daha özenli bir arkadaşlık kavramı geliştirdikleri gözlenmiştir. Buna ek olarak, güvenli bağlanan ergenlerin geniş akran gruplarına dahil olabildikleri, yakın arkadaşları ile çatışma yaşadıklarında uygun duygu-düzenleme becerileri kullandıkları ve daha az düşmanca tavır sergiledikleri bulunmuştur. Kobak ve Sceery de (1988), güvensiz bağlanma temsillerine sahip olan ergenlerin, güvenli olanlara göre arkadaşları tarafından daha düşmanca ve kaygılı olarak değerlendirildiklerini saptamışlardır. Ayrıca, arkadaşlık ilişkilerinde sorunlar yaşayan ergenlerin saldırganlık, akademik başarısızlık, kaygı, depresyon ve yalnızlık gibi olumsuz yaşantılar bakımından risk taşıdıkları bilinmektedir (Ooi ve ark, 2006). Dolayısıyla, ergenlik döneminde arkadaşlık ilişkilerinin psikososyal gelişim bakımından önemli bir etkiye sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ergenin güvenli bağlanma temsilleri geliştirmesi büyük önem taşır (Aracı, 2012). Ergenlerde bağlanma bozuklukları Son 10 yılda ergenlerde agresyon, dramatik bir biçimde artış göstermektedir. Ergenlerdeki bu agresyon genelde tehlikeli antisosyal davranış gösterme, saldırgan davranışa engel koyamama şeklinde beliren dürtü denetim bozuklukları şeklinde gözlenmektedir. Bu agresyon, çocuğun bağlanma sürecinde ebeveynlerin çocuğa karşı çekingen tavırlar sergilemesi ya da ebeveyn tarafından çocuğun geri çevrilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır (Waters ve ark., 2000). Mikulincer (1991)‟e göre ergenlerdeki depresif yapının, kişinin benliğine karşı olumsuz inançları, başkaları tarafından sevilmediği, başkalarına güvenilmeyeceğine dair düşünceleri ve bağlanma süreci ile bağlantılı vardır. Depresyonda gözlenen incinebilirliğin özünde güvensiz bağlanma yatmaktadır. Erken ergenlik dönemindeki karamsar yapı, sıklıkla ergenlik ilişkilerindeki değişimin doğasından kaynaklanmaktadır. Bu geçiş döneminde ergen ailesinden bağımsızlaşmak için çaba harcamaktadır. Kaçıngan ergenlerde korkulu bağlanma daha fazla gözlenmektedir. Bu kişiler genelde destekten yoksun, depresyona eğilimli bir yapı sergilerler (Akdağ, 2011). Tepkisel bağlanma bozuklukları, ergenlerde diğer psikiyatrik bozukluklarla birlikte bulunabilmektedir. Ciddi bağlanma problemleri yeme problemleri, aşırı kilo kaybı, istenmeyen agresif davranışlar ve ya içe kapanma ve sosyal izolasyon, sürekli kendini geri çevrilmiş ve stres altında hissetme, obsesyonların yoğunlaşması, ümitsizlik, kızgınlık şeklinde kendini gösterebilmektedir. Tepkisel bağlanma bozukluğunun sebepleri arasında genetik yatkınlık, gebelikte yaşanan maternal ambivalans, travmatik prenatal deneyimler, gebelikte alkol kullanımı, doğum travması, seksüel veya fiziksel istismar ve ya ihmal, çocukluk döneminde anneden aniden ayrılma, kronik maternal depresyon olarak değerlendirilebilir (Lapsley ve ark. 2000).