AB`den Şanghay`a dış politikadaki salıncak

advertisement
AB’den
Şanghay’a
politikadaki salıncak
dış
Türkiye’nin içinde bulunduğu politik açmazlar ve derinleşen
ekonomik krizle beraber Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkiler
son derece gerilmiş durumda. Avrupa Parlamentosu’nun (AP)
Türkiye ile ilişkilerin geçici olarak durdurulması yönündeki
aldığı tavsiye kararı sonrası, Cumhurbaşkanı’nın Şanghay İş
Birliği Örgütü’ne (ŞİÖ) işaret etmesi, Türkiye için AB dışında
bir alternatif olabilir mi tartışmalarına yol açtı.
Bu konuya mevcut burjuva uluslararası ilişkiler teorileri
yerine Marksist emperyalizm teorisi perspektifiyle
yaklaşmazsak hem devrimci politik bir tutum almamız hem de
konuyu anlamlandırmamız zorlaşacak.
AB nedir? ŞİÖ ne değildir?
Uluslararası bazda kapitalist ilişkiler ulus devletleri her
yönüyle aşarak uluslararası ekonomik ve siyasal üst bir
otorite kurma eğilimindedir. Serbest ticaret bölgesi-gümrük
birliği-ortak pazar-iktisadi ve parasal birlik-tam siyasal
birlik gibi aşamalarından geçen uluslararası iktisadi ve
politik entegrasyon süreçleri, AB, ŞİÖ ve ABD gibi
kapitalizmin farklı dönemlerinde yukarıda saydığımız aşamaları
ya tamamlamış ya da bunlardan birisine takılıp kalmış
birlikler yaratmıştır. Uluslararası üretim ilişkileri – ulus
devletler çelişkisi başka bir yazının konusu olsa da
emperyalist çağda bu çelişkinin üstesinden gelinemeyeceğini
belirtelim.
Erdoğan’ın AP oylaması sonrası yaptığı bir çok açıklamada, “Bu
oylamanın bizim nezdimizde hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Evelallah Türkiye’yi hiç bitiremezsiniz” gibi cümleler sarf
ederek, AB’ye “Bulunmaz hint kumaşı değilsin ya” diye
seslenmesi, piyasanın hiç ihtiyacı olmayacak şekilde bir dış
politika gütme ihtimali sermayeyi korkutmuş durumda. Erdoğan
ne kadar aksini söylese de AB ile entegrasyon, Türkiye
piyasaları ve genel olarak finans kapitali için bulunmaz bir
Hint kumaşıdır. Alternatifi de yoktur.
AB-ŞİÖ Ekonomik durum karşılaştırması kaynak: (IMF, WEO, Ekim
2016)
Birlik/Ülke GSYH (MİLYAR DOLAR) Kişi Başına Gelir (Dolar)
AB
16.300
30.528
ŞİÖ
15.116
4.936
Türkiye
720
9.257
Türkiye’nin bu birliklerle ticaret miktarı (milyar dolar)
kaynak: (TÜİK, Dış ticaret İstatistikleri)
Birlik/Ülke
Türkiye’nin
ihracatı
Türkiye’nin
ithalatı
Dış ticaret
dengesi
Genel Toplam
143.839
207.234
-63.395
AB üyeleri
63.998
78.681
-14.683
ŞİÖ üyeleri
8.638
53.323
-44.685
Yukarıdaki tablolar her şeyi açıklıyor. Bunların yanında AB
üyesi ülkelerden gelen turist sayısı ŞİÖ ülkelerinden gelen
turistlerin tam beş katı ve yaptıkları harcamalarda da beş
katlık bir fark var. Ekonomik durum böyleyken bir de işin
askeri boyutu var. Türkiye, ŞİÖ’nün kurucu unsurlarından Çin
ve Rusya gibi ülkeleri tehlike unsuru olarak gören NATO üyesi
bir ülke ve ŞİÖ içinde bulunduğu takdirde bu çelişkinin nasıl
üstesinden geleceği muamma.
Görüldüğü üzere Erdoğan’ın AB söylemlerinin iktisadi hiçbir
karşılığı yok. En büyük ticaret ortağı olduğu AB’nin başat
aktörü Almanya ile olan husumet, doların artış nedenlerinin
başında geliyor. Türkiye’nin özel sektör dış borcunun 100
milyar dolara yakını Avrupa ülkelerine, 25 milyar dolara
yakını ise Asya ülkelerinedir. Böylesi bir ortamda Almanya’yı
terör destekçisi bir ülke lanse edip onu mültecilerle tehdit
ederek AB’nin Türkiye’nin gelişmesinin önüne ket vuran üst
akıl olduğu algısı sermaye ihtiyaçları doğrultusunda değil,
Erdoğan’ın politik ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. Bu
durum ülke sermayesiyle politik bir kumar oynamak anlamına
geliyor. Artık AB nezdinde de Erdoğan’ın fazla ileri gittiği
görüşü hâkim. Öyle ki son günlerde hükümet üyelerinden çok net
çatlak sesler yükseldiğini görebiliriz. Ekonomiden sorumlu
başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek’in AP oylamasından bir gün
sonra “AB çökmüyor! Tam aksine büyük bir başarı hikayesi.
Yaklaşık 510 milyon insan refah içinde yaşıyor” şeklinde tweet
atması, manidar olsa gerek. Aynı şekilde Nihat Zeybekçi’nin
“Ekonomi bakanı olarak OHAL’i istemiyorum kardeşim” çıkışı,
Tuğrul Türkeş’in “idam cezası, faydadan çok zarar getirir”
şeklindeki açıklamaları Erdoğan’ın söylemleriyle yüz seksen
derece ters düşmektedir. Sermayenin daha fazla korkutulmaması
ve ülkedeki sermaye çıkışını kontrol edemeyecekleri bir
iktisadi altüste dönüşmemesi için yapıldığı çok açık olan bu
hamleler, Erdoğan’ın ekonomi üzerindeki bireysel etkisini
azaltmıyor.
ŞİÖ’den farklı olarak emperyalist iktisadi ve parasal bir
birlik olan AB, yoluna Büyük Britanya olmadan devam edecekken
Almanya’nın daha fazla üzerinde hegemonya kurduğu bir birlik
halini alıyor. Dünya ekonomik kriziyle politik devinimler
yaşayan AB’nin geleceği zaten çok parlak değil. Tüm çabalara
rağmen tam siyasi bir birlik kuramayan ve kapitalizm altında
da kuramayacak olan AB’nin mevcut iktisadi ve parasal
birliğinin bile dağılma sürecine girmesi mümkün. Mülteciler,
ekonomik kriz, ABD ve Almanya arasındaki sürtüşmenin artması,
sağın güçlenmesi ve genel anlamda AB’nin bizzat AB
vatandaşları tarafından sorgulanmasına yol açan politik
gelişmeler, dağılmaya mahkûm bir AB tablosu çiziyor. Bu güçsüz
görüntü, Erdoğan’ın daha rahat bir biçimde tehditkâr
davranmasına yol açsa da ülkenin sınırlı sermayesi AB’den
gelecek kredi fonlarına muhtaç.
Rusya ve Çin’in 1996 yılında kurduğu Şanghay beşlisi ise
Özbekistan’ın katılımıyla 2001 yılında ŞİÖ adını aldı. Amacı
ise örgüt üyelerinin sınır güvenliğinin sağlanması ve bu
ülkeler arasında ekonomik ve kültürel iş birliğinin
genişletilmesi olarak belirtilmiş. 2017 yılında Pakistan ve
Hindistan da örgüte üye olacaklar. Daha çok günümüzün Varşova
paktına benzeyen bu birliğin Çin-Hindistan, Hindistan-Pakistan
gibi uzun vadede çıkarları çelişik ülkeleri barındırdığını göz
önünde bulundurursak değil bir AB olması serbest ticaret
bölgesini aşamayacak ve en ufak gerginlikte dağılacak bir yapı
olduğunu kavrayabiliriz. Ayrıca örgütün içinde hiçbir
emperyalist ülke yok. Yani aslında hepsi bağımlı ülkeler.
AB’nin hali ortadayken ŞİÖ kâğıttan kaplan bir Bonapartist
rejimler birliğinin ötesine geçemeyecektir. Ayrıca GSYH
bakımından AB’ye yakın olsa da (15 trilyon doların 11 trilyonu
tek başına Çin’e ait) insani gelişmişlik ve refah düzeyi göz
önünde bulundurulduğunda bu birlik AB’nin yanına bile
yaklaşamamaktadır.
Dış politikadaki bu gelgit görüntüsü Saray’ın iç politikadaki
yönetememe krizinin dışa yansımasından ibaret, Türkiye’nin
emperyalizme bağımlı bir ülke olarak eksenini kaydırmak gibi
bir lüksü ve isteği zaten yok.
14
Aralık’ta
Avrupa
Konseyi,
AP’nin
tavsiye
kararını
görüşecek. İlişkilerin dondurulması kararı çıkarsa doların
3.50’nin çok daha üstüne çıkacağını söyleyebiliriz. Merkez
Bankası’nın faiz artırımından çok AP’nin oylamasından
etkilenen avro ve doların Türkiye ekonomisi için AB’nin ne
kadar öncelikli olduğunun bir işareti.
Dış politikadaki bu salıncağın bir yanılsama olduğunu AB’den
gerçek bir kopuşun ancak kapitalizmden kopuş olarak devrimci
bir şekilde gerçekleşebileceğini unutmamamız gerekiyor.
Download