DUYU ORGANLARI 3. DUYU ORGANLARI VE DUYULAR • Herhangi bir etkinin bir canlı üzerinde bir duyu meydana getirebilmesi için, o etkiyi alan özel duyu organının ve reseptörlerin olması gereklidir. • Reseptörlerle alınan uyartılar, duyusal sinirlerle MSS'nin ilgili alanlarına veya merkezlerine iletilir. 3. DUYU ORGANLARI VE DUYULAR • Her bir reseptör, uyaranın ne olduğuna bakmaksızın ancak özelleşmiş olduğu cevabı verir. • Örneğin; göze gelen yumruk sonucu, parlak ışık ortaya çıkar. • Bu durum halk arasında "Şimşek çaktı" şeklinde ifade denilir. DOKUNMA Omurgalı hayvanlar ve insanlar için dokunma duyusu olan reseptörler deride yer almıştır. Balıklar ve sürüngenler gibi derilerinin pullarla kaplı olduğu hayvanlarda reseptörler, özellikle pulsuz bölgelerde toplanmıştır. DOKUNMA • Omurgasız hayvanlarda dokunma duyusu için özelleşmiş anten, kıl, diken veya tüy gibi yapılar bulunur. • Bunlar vücudun değişik yerlerine dağılmışlardır. DOKUNMA İnsan derisinde temas, basınç ve titreşim duyularını alan altı değişik reseptör vardır: 1. Serbest sinir sonlanmaları: Serbest sinir uçları da denir. DOKUNMA Derinin her tarafında ve diğer bir çok yerlerde bulunan serbest sinir sonlanmaları dokunma ve basınca duyarlıdır. Deriden başka bulunduğu yerlere örnek, göz korneasıdır. DOKUNMA Göz korneasına hafif bir temas bile basınç ve dokunma duyusu oluşturur. Şekil 4.15. Derideki reseptörler DOKUNMA 2. Kıl kökü pleksusları: Vücutta ilk teması alan dokunma reseptörüdür. Çok çabuk adapte olur. Örneğin gömleği ilk giyerken hissederiz fakat sonradan bu his kaybolur. DOKUNMA 3.Meissner korpüskülü: Korpüskül (corpuscle) cisimcik anlamındadır. Derinin kılsız kısımlarında, dudaklarda, parmak uçlarında, göz kapaklarında ve dış genital organlarda dokunma duygusunu alan reseptörlerdir. DOKUNMA • Düşük frekanslı vibrasyona duyarlıdır. • Saniyenin bölümlerindeki adapte olurlar. kısa sürelerde DOKUNMA 4. Merkel diskleri: Bu reseptörler başlangıçta kuvvetli fakat daha sonra kısmen yavaş adapte olan sinyalleri alırlar. Varolan durum ile ilgili uyarıları yollayarak, kişinin derisine sürekli temas eden şeylerin farkına varmasını sağlar. DOKUNMA 5.Pacini korpüskülü (Lamelli korpüskül): Derinin alt kısmında, dermiste, parmaklar, meme bezleri ve dış genital organlarda bulunur. Ayrıca eklem kapsüllerinde, mezenterde (barsakları tutan zar), pankreas, uretra ve mesane duvarlarında mevcuttur. DOKUNMA • Özellikle doku vibrasyonu veya dokuların kapsüllerindeki Pacini korpüskülü ayrıca durum duyusunun algılanmasını sağlar. Bunlar sadece dokuların hareketleri ile uyarılırlar ve saniyenin yüzde bir kaçı kadar kısa sürede adapte olurlar. DOKUNMA 6.Ruffini ve Krause korpüskülü: Ağır, devamlı dokunma sinyalleri, basınç sinyalleri gibi derin deri ve diğer dokulardaki deformasyonların devamlı durumlarını alırlar. Ayrıca eklem kapsüllerinde de bulunurlar. Bu sayede eklemin rotasyon derecesi bilinir. Deri duyusu Reseptör tipi Temas (hafif) Temas (derin), basınç Sıcak Serbest sinir uçları, Merkel diskleri ve Meissner korpüskülü Kıl kökü pleksusları, Pacini korpüskülü, Ruffini ve Krause korpüskülü serbest sinir uçları Soğuk Serbest sinir uçları Ağrı Özelleşmiş serbest sinir uçları Propriosepsiyon Özelleşmiş yaygın sinir uçları, Sinovia ve ligamentlerdeki Pacini korpüskülleri KOKLAMA • Koku organı filojeni olarak karada yaşayan canlılarda iyi gelişmiştir. • Özellikle avını veya besinini arayarak bulmak zorunda olan birçok canlıda çok iyi gelişmiştir. KOKLAMA • Pirimatlar (insan ve maymunlar) haricindeki omurgalıların ağızlarının tavanında bulunan ve Jakobson organları denilen koku reseptörlerine sahiptir. • Balıklar, kurbağalar ve sürüngenlerde burun genellikle başın üst tarafında iki çukur halindedir. KOKLAMA • Kuşlarda da benzer yapıdadır ancak kuşlarda koklama duyusu fazla gelişmemiştir. • Onun yerine görme yetenekleri çok iyidir. KOKLAMA • İnsanda burun boşluğunun üst tarafındaki olfaktör (koku) reseptörler ihtiva eden regio olfactoria, koku duyusunun alınmasını sağlar. • Erişkin bir insan yaklaşık birkaç bin kadar kokuyu rahatlıkla ayırt edebilir. KOKLAMA • Kadınların ve çocukların koku alma duyusu daha da gelişmiştir. • İnsanların CO gibi zehirli gazları algılayabilme yeteneği yoktur. KOKLAMA • Bir maddenin kokusunun algılanabilmesi için uçucu veya suda ve lipitte eriyebilir özellikte olması gerekir. • Bazı insanlar kendilerinden kaynaklanan bir şekilde herhangi bir maddeye karşı koku körüdür. KOKLAMA • Böyle durumdaki kişilerin, toplam yaklaşık 50 madde için koku körü oldukları ortaya çıkarılmıştır. • Koku üreten maddeler genel olarak karbon sayısı 20'ye kadar olan küçük moleküllerdir. KOKLAMA • Her kokunun duyulabilmesi için belli bir eşik değeri vardır. • Sarımsağın kendine has kokusunu oluşturan metil merkapta’nın eşik değeri 1 ml havada 25 milyarda bir gibi çok düşük değerdedir. KOKLAMA • Bu yüzden LPG tüplerine konularak aslında kokusuz olan LPG'nin sızıntı yaptığında olası bir tehlikesinin önlenebilmesi için fark edilmesinde kullanılır. • Koku şiddetindeki farkın ayırt edilebilmesi için iki koku yoğunluğunun yaklaşık %30 civarında bir farka sahip olması gerekir. KOKLAMA • Kokunun geldiği yön, muhtemel kokunun önce ulaştığı burun deliği ile anlaşılır. • Kokunun alınmasında burundan çekilen hava miktarının fazlalığı kokuyu artırıcı rol oynar. KOKLAMA • Koku reseptörleri çok çabuk adapte olurlar. • Kokunun alındığı ilk saniyede yaklaşık %50 oranında adaptasyon gerçekleşir. KOKLAMA • Daha sonraki adaptasyon yavaşlayarak artar. • Genellikle birkaç dakikada o duyuya karşı adapte olunur. KOKLAMA • Koku duyusu ve tat duyusu birbiri ile ilişkilidir. • Üst solunum yolları enfeksiyonlarına bağlı olarak kokunun alınmasında bir sorun olduğu zaman maddenin tadı farklılaşır. KOKLAMA • Koku duyusu tat duyusundan çok daha yüksek oranda hoşa gitme veya gitmeme şeklinde lezzetin ortaya çıkmasında etkilidir. • Hoşlanmadığı bir yemeğin kokusunu alan bir insan, o yemeği görmese ve tatmasa bile midesi bulanmaya ve o yemekten iğrenmeye başlar. Şekil 4.16. Koku reseptörü • KOKLAMA • Olfaktör reseptörler nazal mukozanın özelleşmiş bir bölümü olan ve sarımsı pigment içeren olfaktör müköz membranda yerleşmişlerdir. • Bu alanın genişliği o canlının koku duyarlılığında etkilidir. KOKLAMA • İnsanlarda bu alan her iki burunda yaklaşık 5cm2 kadardır. • Bu alanda yaklaşık 10-25 milyon reseptör bulunur. KOKLAMA • Her biri bir nöron olan bu reseptörler, sinir sisteminin dış dünyaya en yakın yerde bulunan örneğini oluştururlar. • Olfaktör müköz membran sürekli mukusla örtülüdür. KOKLAMA • Mukus, membran’ın bazal laminası’nın hemen altında bulunan Bowman bezleri tarafından meydana getirilir. • Ayrıca bu muköz membranda trigeminal ağrı yolunun çıplak sinir uçları bulunur. KOKLAMA • Bu uçlar irrite olursa hapşırma, göz yaşarması ve solunum inhibisyonu gibi refleksler ortaya çıkar. • Yaşa bağlı olarak kokunun eşik değeri yükselerek koku duyusunda gerileme ortaya çıkar. KOKLAMA • Düşük konsantrasyonlardaki maddelerin kokusunu almak zorlaşır, ancak konsantrasyonu yüksek olan maddelerin kokusu hissedilebilir. KOKLAMA • Kokunun nöronal yolu şöyledir: Olfaktör reseptörler algıladıkları kokuyu sinir impulsları haline çevirerek olfaktör bulbuslar (yumru) sayesinde olfaktör yolla aktarırlar. • İmpulslar bu yolla serebral korteksin temporal lobunda yer alan primer olfaktör kortekse ulaşırlar. TAT • Tat duyusu besinlerin niteliğinin ortaya çıkarılmasında ve kabul edilebilirliğinde rol oynar. • İnsanlarda dil, sesin oluşumu ve besinin yemek borusuna iletilmesindeki fonksiyonlarının yanı sıra sahip olduğu tat tomurcuklarıyla tat organı olarak görev yapar. TAT • Tat tomurcukları papilla adı verilen dil kabartılarında bulunur. • Papillalar üç tiptir. TAT 1.Papilla fungiformis: Özellikle dil ucunda yoğunlaşmıştır. Her birinde 1-8 kadar tat tomurcuğu bulunur. TAT 2.Papilla circumvallate (vallate): Dil kökünde V harfi oluşturacak şekilde bulunurlar. Her birinde 90-250 kadar tat tomurcuğu bulunur. TAT 3.Papilla filiformis: Dilin anteriorunun 2/3’ünü kaplayan bu tipte tat tomurcukları yoktur. TAT • Omurgalı canlılarda tat tomurcukları genellikle ağız içerisinde bulunmaktadır. • Kurbağalarda dil, ağız boşluğu ve farinkste; yılan, kertenkele ve timsahlarda farinks mukozasında bulunur fakat balıklarda ağız haricinde kuyrukta veya vücudun herhangi bir yerinde yer almış olabilir. TAT • Hatta bazı balıklarda bıyık veya benzeri yapılar tat almayı gerçekleştirirler. • Kuşlarda da tat tomurcukları genellikle dilleri keratinleşmiş olduğundan farinks ve alt çenenin iç yüzeyinde yer alır. TAT • Tat tomurcukları insanlarda dilin yanı sıra küçük dil, damak ve farinkste de bulunur. • Erişkin bir insanda üç bin veya daha fazla sayıda tat tomurcuğu mevcuttur. TAT • Yeni doğanda 10 bin kadar olan bu sayı yaşa bağlı olarak azalır. • Özellikle 45-50 yaşlarından sonra sayı iyice azalmaya başlayarak tat duyusunda çok ciddi kayıplar ortaya çıkar. TAT • Tat tomurcukları 50-70 mikron kadar olan oval cisimciklerdir. • Her tat tomurcuğu yaklaşık 50 kadar sinir lifi ile innerve edilir. TAT • Tat reseptörleri yaklaşık 10 gün kadarda yarı ömre sahiptirler ve sürekli yenilenirler. • Tat reseptörleri, ağız sıvısında çözünmüş maddeleri algılayan kemoreseptörlerdir. TAT • Tat veren maddeler tat porunda karşılaştıkları mikrovilluslara etki yaparak duyu nöronlarında aksiyon potansiyelleri oluştururlar. TAT • İnsan dilinde dört temel tat ayırt edilir ve bu tatlar dilin belli bölgelerinden alınır (Şekil 4.17). • Tad duyusuna en geç birkaç dakika içerisinde adaptasyon gelişir. Şekil 4.17. Dilin tat bölgeleri ve papillalar TAT • Birbiri ardınca tadılan maddelerin ayırt edilebilmesi için aralarında en az %30'luk bir fark olması gerekir. TAT • Tatlı tat: Şekerler, alkoller, aldehitler, amino asitler, sulfonik asitler gibi organik maddelerdir. • Örneğin, sakkarin, kloroform, fruktoz, sükroz. TAT • Acı tat: Özellikle azot ihtiva eden uzun zincirli organik maddeler ve alkoloidlerdir. • Örneğin, nikotin, kinin, kafein, kokain. TAT • Ekşi tat: Asitlerdir. • pH ile doğru orantılıdır. • Örneğin, formik, hidroklorik, laktik, asetik asit. TAT • Tuzlu tat: İyonize olan tuzlardır. • Örneğin, amonyum klorür, sodyum florür, sodyum klorür. İŞİTME VE DENGE • Omurgasız hayvanların çoğunun sesleri alacak reseptörleri yoktur fakat yaşadığı yere bağlı olarak, hava, su veya topraktaki titreşimlere duyarlıdırlar. • Böceklerde titreşimleri alan kıl veya diken gibi uzantılar vardır. İŞİTME VE DENGE • Özel durum olarak, çekirge ve kriket (cırcır böceği) gibi bazı böceklerde, torakslarında (göğüs) yüksek frekanslı titreşimleri alan kulak zarı gibi timpanal organlar vardır. • Omurgalı hayvanların çoğunda işitme duyusunu alan reseptörler iç kulakta yer almıştır. İŞİTME VE DENGE • Balıklarda sadece iç kulaktan oluşan kulak yapısı, memeliler ve diğer omurgalılarda iç ile orta ve karada yaşayan memelilerde ise ilaveten dış kulak olarak gelişme göstermiştir. • İşitme duyusunun yanı sıra denge duyusunu da alan kulak, işitme görevini ses dalgalarını MSS'ne ileterek ve bu dalgaların frekanslarını ayırt ederek; denge görevini ise vücudun pozisyonundaki değişiklikleri bildirerek yerine getirir. İŞİTME VE DENGE • Hem işitme, hem de denge duyusunu alan reseptörler tüy şeklindedir. • Kulak yapısı üç bölge halinde ele alınır. İŞİTME VE DENGE • Dış kulak, insan ve maymunlar dışındaki memelilerin çoğunda hareketli ve büyüktür. • Sesin toplanmasını ve arttırılmasını sağlar. İŞİTME VE DENGE • Dış kulak yolunun sonunda bulunan kulak zarı (timpan zarı), ince, yarı-saydam bir zardır. • Orta kulakta üç işitme kemikçikleri vardır. İŞİTME VE DENGE • Vücudun en küçük kemikçikleri olan, çekiç, örs ve üzengi kulak zarından aldıkları titreşimleri 15-20 kat arttırarak oval pencereye iletirler. • Orta kulak östaki borusu ile nazofarinkse açılır. İŞİTME VE DENGE • Normalde kapalı olan bu kanal yutma, çiğneme ve esneme sırasında açılarak, içindeki hava girip çıkar. • Bu sayede kulak zarının her iki tarafındaki basınç dengede tutulur. İŞİTME VE DENGE • Bu basıncın dengesi bozulursa işitme kaybı, ağrı, kulak çınlaması ve baş dönmesi ortaya çıkar. • Özellikle ani rakım yükselmesi veya düşmesi gibi durumlarda ortaya çıkan basınç değişiklikleri ağzı açık bırakmak, çiklet çiğnemek, esnemek veya burun ile ağzı kapatıp nazofarinkse kuvvetle hava yollayarak (Valsalva manevrası) düzeltilebilir. İŞİTME VE DENGE • İç kulak, labirent olarak da adlandırılır ve kulağı en iyi korunan bölümüdür. • Birbiri ile bağlantılı kanallar ve bölümlerden oluşmuştur. İŞİTME VE DENGE • İki yapısal bölümü vardır. Birincisi olan kemik labirent; vestibulum, üç tane yarım daire kanalı ve spiral bir şekilde katlanmış kohlea'dan meydana gelmiştir. • Vestibulum, labirentin merkezindedir ve içerisinde utrikulus ve sakkulus adı verilen içi endolenfle dolu olan kesesi vardır. İŞİTME VE DENGE • İkincisi olan membranöz labirent, kemik labirentin içinde bulunan kese ve tüplerden meydana gelmiştir. • Kohleanın alt kısmında, tüy şeklinde işitme reseptörleri olan korti organı yer alır. Şekil 4.18. Kulağın yapısı ve işitme yolu • http://highered.mcgrawhill.com/sites/0072495855/student_view0/ chapter19/animation__effect_of_sound_w aves_on_cochlear_structures__quiz_1_.ht ml İŞİTME VE DENGE • Genç bir insanın kulağı, şayet ses yüksekse 20-20 bin arasındaki frekansa veya hertze (Hz) sahip sesleri duyabilir. • Yaşlanma ile birlikte duyma yeteneği azalır. İŞİTME VE DENGE • Bu aralık, 50-8000 frekansa iner. • Her ne kadar frekans aralığı geniş gibi görünürse de günlük hayatımızda çoğunlukla duyduğumuz seslerin frekansları 100-5000 arasında değişir. İŞİTME VE DENGE • Ses dalgaları, atmosferde 344 m/sn hızla yayılır. • Daha çok kullanılan değer olarak, ses hızı 1235 km/saattir (veya 768-770 mil/s). İŞİTME VE DENGE • Ses suda yaklaşık üç kat daha hızlı yayılır. • Canlıların sesleri duyabilme yetenekleri değişiktir. İŞİTME VE DENGE • Canlının gelişmişlik seviyesi ile ilgisizdir. • Birçok canlı, insana kıyasla çok daha yüksek veya çok daha düşük frekansa sahip sesleri duyabilir. İŞİTME VE DENGE • Birçok hayvanın depremi daha önceden hissetmeye başlaması bu duruma örnek olarak verilebilir. • Denge duyusu da iç kulaktan alınır. İŞİTME VE DENGE • Utrukulus, sakkulus ve yarım daire kanalları, dengenin reseptör organlarıdır. • Bunların içerisindeki tüy hücreleri yerçekimi ve vücudun durumuna göre ortaya çıkan değişiklikleri ileterek dengeyi sağlarlar. GÖRME • Işığın algılanması canlı türleri için önemli bir yetenektir. • Omurgasız hayvanlarda değişik şekilleri vardır. • Örneğin; Yassı kurtlardan Planaria'da ışığın geldiği yönü algılayan iki göz noktası, Arthropodların çoğunda basit ve bileşik olmak üzere iki tipte göz yapısı vardır. GÖRME • Ahtapod ve kalamar (mürekkep balığı) gibi bazı kafadan bacaklı hayvanlarda ilginç olarak aynen omurgalılardaki gibi göz yapısı mevcuttur. • Omurgalı türlerinde göz yapısı hemen hemen aynıdır. Çok az fark vardır. GÖRME • Farklılık genellikle göz küresinin ve merceğin şeklinden kaynaklanır. • Görme organı olan bir çift göz, insanda yaklaşık 2-5 cm çapında ve 8-10 g ağırlığındadır. GÖRME • Göz doğumdan sonra en az büyüyen organdır. • Gözde yüz milyondan fazla reseptör (çubuk ve koniler) bulunur ve vücuttaki reseptörlerin yaklaşık %70'i gözdedir. GÖRME • Ayrıca MSS'ne giden tüm afferent sinir tellerinin 1/3'ü gözden çıkar. • İnsan havadaki hızı saatte 300 bin km olan ve katı ile sıvıda hızı oldukça yavaşlayan ışığın ancak 1/70'ine duyarlıdır. GÖRME • İnsan gözü ancak spektrumun yaklaşık 400-700 nm dalga boyuna sahip ışınlarını algılayabilir. • Göz küresi, dıştan içe doğru, destekleyici (fibröz), vasküler ve retinal olmak üzere üç tabakadan meydana gelmiştir: GÖRME • Destekleyici (fibröz) tabaka: Fibröz bağ dokudan meydana gelmiş, kalın ve dayanıklı bir tabakadır. • Bu tabakanın 5/6'i gibi önemli bir kısmı beyaz ve opak olan sklera, 1/6'i ise saydam korneadan meydana gelmiştir. GÖRME • Sklera gözün beyaz kısmını oluşturur ve daha iç tabakaları korur. • Kornea ise ışığın göze girdiği yerdir. GÖRME • Kornea sinir yönünden zengin olmasına rağmen kan ve lenf damarları ihtiva etmez. • Doku reddinde rol oynayan lenfositler bulunmadığı için kornea transplantasyonları yaklaşık %95 oranda başarı ile sonuçlanır. GÖRME • Vasküler tabaka: Kan damarları yönünden zengin olduğu için bu adı almıştır. • Bu tabakanın posterior 2/3'ü adına koroid (choroid) denilen ince bir membrandan meydana gelmiştir. GÖRME • Bu tabaka sklera ile retina arasında bulunur ve kan damarlarınca zengindir. • Vasküler tabakanın anteriorunda kaim corpus ciliare (silyer kısım) bulunur. GÖRME • Burada düz kaslar mevcuttur. • Bu kaslara da tutunur. • Lens; saydam, eğilip bükülebilir, gözün renkli kısmı olan irisin arkasında, renksiz, yaklaşık 1 cm çapında olan, bikonveks ve kan damarı ihtiva etmeyen epitel hücrelerden meydana gelmiştir. GÖRME • Koroid tabakasının önünde ince bir kas tabakası bulunur. • Gözün rengini belirleyen bu renkli kas tabakası iris olarak adlandırılır. GÖRME • İris göze giren ışığın miktarını ayarlayan bir diyafram gibi iş görür. • İrisin düz kasları isteğimiz dışında çalışarak kasılıp, gevşer. GÖRME • Bu olay adaptasyon mekanizmasıdır. • İrisin ortasında adına pupilla denilen göz bebeği vadır. GÖRME • Pupilla koyu renkli gözükür, çünkü göze giren ışıklar dışarıya yansıtılmaz. • Pupilla normal oda ışığında yaklaşık 4mm çapındadır. GÖRME • Gözün rengi iris tabakasındaki pigmentlerin (melanositlerin) miktar ve dağılımına bağlıdır. • Şayet melanositlerin miktarı fazla ise gözün rengi koyu olur. GÖRME • Koyu ten renkli ve koyu göz renkli anne ile babanın çocukları da genellikle koyu göz renkli olurlar. • Çocukların çoğunun doğumda göz rengi mavidir. GÖRME • Çünkü doğumda melanositlerin dağılımı düzenli değildir. • Doğumdan birkaç ay sonra irisin önünde melanositler birikmeye başladığında göz kahverenkli görünür. GÖRME • İnsan yaşlanmaya başladığında melanin pigmentinin bir kısmı kaybolur. • Bu yüzden yaşlı insanların göz rengi daha önceki göz rengine göre biraz daha açık bir hal alır. GÖRME • Retinal Tabaka: En içteki ışığa duyarlı, özelleşmiş sinir hücreleri ağından meydana gelmiş tabakadır. • Retina tabakası beyne bir milyondan fazla sinir bağlantılı optik sinirle bağlanır. GÖRME • Retina sinir dokudan oluşmuş kalın bir nöroretina tabakasına sahiptir. • Nöroretina, ışık dalgalarının alınması, sinir impulsları halinde beyne iletilmesi ve görme duyusuna çevrilmesi görevini yapar. GÖRME • Nöroretinada oldukça özelleşmiş sinir hücreleri olan çubuklar (rod, basil) ve koniler (cone) bulunur. • Her bir gözde yaklaşık 125 milyon çubuk ve yedi milyon koni vardır. GÖRME • Konilerin çoğu lensin arkasında, retinanın merkezinde ve adına sarı nokta (macula lutea) denilen alanda yoğunlaşmıştır. • Retinanın adına fovea veya fovea centralis adı verilen küçük bir noktasında çubuk bulunmaz. Şekil 4.19. Gözün yapısı ve pupil. GÖRME • Bu alan keskin ve ayrıntılı görme yeteneğine sahiptir. • Çubuklar siyah-beyaz, koniler renkli görüşten sorumludurlar. GÖRME • Gece görüşünden hemen hemen tamamen çubuklar sorumludur. • Renk görüşünün sağlanabilmesi için koniler, çubuklara nazaran 50-100 kat daha fazla uyarana ihtiyaç duyarlar. GÖRME • Optik sinirin gözü terk ettiği retina kısmına kör nokta veya optik disk denir. • Bu bölge ışığa duyarsızdır çünkü çubuk ve koni ihtiva etmez. GÖRME • Göz küresi; normalda günde bir mg kadar üretilen ve gözün yabancı cisimden kurtulmasını, sahip olduğu lizozimal antibakterial enzimler sayesinde bakterilerin öldürülmesini, kornea ve lense besin maddeleri ile suyun getirilmesini ve nemli tutulması sağlayan gözyaşı ile yaklaşık her 2-10 saniyede bir gerçekleşen 0.3, 0.4 saniye kadar süren göz kırpması sonucunda yıkanır. GÖRME • Gözün nemli kalmasında göz kapaklarının önemli rolü vardır. • Göz kapaklarının iç yüzeyi konjonktiva denilen örtü epiteli ile kaplıdır. GÖRME • Konjonktivanın allerjik, bakterial veya viral olarak iltihaplanması konjonktivit olarak adlandırılır. • Gözün sulu ve kanlanarak pembe renk alması ile karakterizedir. GÖRME • Kronik allerjik konjonktiviti olan insanlar, loş veya karanlık ortamdan parlak, aydınlık ortama çıktıklarında hapşırırlar. GÖRME • Görme olayı beş basamakta ele alınabilir: 1.Göze giren ışık ışınları kırılır (refraksiyon). GÖRME 2. Lensin akomodasyonu sonucu imaj bir noktaya yöneltilir ve retinada odaklanır. 3. Işık dalgaları fotokimyasal aktivite ile nöral impulslara dönüştürülür. GÖRME 4. Oluşan impulslar optik sinir boyunca ilerler. 5. İmpulslar beyinde işlenir, görüntü algılanır ve cisim görünür. Renk Körlüğü • İnsanlar ve maymunlarda üç renk ayırt eden üç tip koni vardır. • Herbir konide maviye, yeşile ve kırmızıya duyarlı pigmentler bulunur. Renk Körlüğü • Renkli görme bu üç temel rengin kombinasyonu ile ortaya çıkar. • Beyaz görme, beyaza karşılık gelen bir dalga boyu olmadığı için, bu üç renk konisinin eşit olarak uyarılması ile ortaya çıkar. Renk Körlüğü • Bazı insanlar bir veya daha fazla rengi ayırt edemez, karıştırırlar. • Renk körlüğü, temel renk konilerinin bir veya daha fazlasının yokluğu veya varsa da fonksiyon görmemesinden kaynaklanır. Renk Körlüğü • Kırmızı ve yeşil renk konisinden biri yoksa veya fonksiyon yapmıyorsa kırmızı renk, yeşilden ayrılamaz. • Böyle durumlardaki kişiler, kırmızı-yeşil renk körüdür. Renk Körlüğü • En yaygın renk körlüğü bu tiptir. • Yaklaşık her 300 bin kişiden birinde görülür. Renk Körlüğü • Bu renk körlüğü kadınlarda nadiren ortaya çıkar fakat erkeklerde çok yaygındır. • Renk körlüğünün ortaya çıkarılmasında en çok kullanılan yöntem kişiye ishihara kartlarını okutmaktır. Renk Körlüğü • Renkli beneklerle yazılan sayıların ayırt edilmesi istenir. • Bu kartlarda kullanılan renkler renk körü olan kişiye zeminle aynı görülecek şekilde seçilmiştir. Renk Körlüğü • Renk körü olan kişi hayatında zaman zaman sıkıntı yaşayabilir. • Avrupa ülkelerinin bir çoğunda uygulanmamasına rağmen ülkemizde renk körlerine trafik ışıklarını karıştırabilecekleri düşüncesi ile sürücü belgesi verilmemektedir. Akomodasyon (Uyum) • Göze gelen ışınlar normal bir gözde retinada odaklanarak görüntünün ortaya çıkmasını sağlar. • Altı metreden daha yakın nesnelerden gelen ışınlar retinanın arkasında odaklanır ve nesne bulanık görülür. Akomodasyon (Uyum) • Bu durum lensin eğriliğinin ve dolayısıyla kırma gücünün arttırılması veya lens ile retina arasındaki uzaklığın arttırılması ile giderilir. • İyi bir görüntü için lensin eğriliğinin ayarlanması olayına akomodasyon adı verilir. Akomodasyon (Uyum) • Lensin daha konveks (dış bükey) oluşumunu silyer kasın kasılması sağlar. • Bu özelliği nedeniyle silyer kas vücutta en çok çalışan kaslardan biridir. Gözün Kırma Kusurları • Uzaktan gelen paralel ışık ışınları, silyer kas gevşek durumda iken retina üzerinde tam olarak odaklandığında göz normal olarak, emetrop kabul edilir. • Böyle bir gözün yakındaki cisimleri görebilmesi için silyer kası kasılarak uyum yapar. Gözün Kırma Kusurları • Göz küresinin kısa olması veya mercek sisteminin zayıf olmasından dolayı paralel ışınlar yeteri kadar kırılamadıkları zaman retina üzerine odaklanamaz. • Bu durum hipermetropi olarak adlandırılır. Gözün Kırma Kusurları • Uzağı gören göz (yakını iyi görmeyen) olarak da bilinen hipermetropluk lensin önüne konulan konveks (dışbükey) yani ince kenarlı bir mercek ile lensin kırma gücü arttırılarak ışınların retina üzerinde odaklanması ile düzeltilir. • Göz küresinin normalden uzun olduğu durumda, ışık ışınları retinanın önünde odaklanır. Gözün Kırma Kusurları • Ayrıca gözün mercek sisteminin kırma gücünün yüksek olması da aynı sonucu doğurur. • Bu durum miyopi olarak da adlandırılır. Gözün Kırma Kusurları • Yakını gören göz (uzağı iyi göremeyen) olarak da bilinen miyopluk lensin önüne konulan konkav (iç bükey) yani kalın kenarlı bir mercek ile lensin kırma gücü düşürülerek ışınların retina üzerinde odaklanması ile düzeltilebilir. Şekil 4.20. Gözün kırma kusurları Gözün Kırma Kusurları • Bunlardan başka kornea eğriliğindeki bir düzensizlikten ortaya çıkan ve insanlarda oldukça yaygın olan astigmatizm vardır. • Korneanın meridyenlerinden (düzlemlerinden) birinin eğriliğinin diğerlerinden daha fazla olması sonucunda kırılan ışınlar farklı odaklanacağı için görüntünün o kısmı bulanıklaşır. Gözün Kırma Kusurları • Genellikle eşit kırılmayı sağlayacak olan silindirik mercekle düzeltilir. • Astigmatizm ayrıca lensin düzensizliğinden de kaynaklanır. Gözün Kırma Kusurları • Göz kusurlarının ortaya çıkarılması altı metre uzaklıkta tutulan harf tablosundaki büyüklükleri farklı harfleri okuyup okuyamaması suretiyle gerçekleştirilir. Gözün Kırma Kusurları • Oftalmoskop gibi retinanın net olarak incelenmesine imkan veren aletler de gözün kırma kusurunun ortaya çıkarılmasında kullanılmasına rağmen göz kusuru bulunan kişiye uygun merceğin bulunması deneme yanılma yöntemiyle belirlenir. Gözün Kırma Kusurları • Uygun mercek 0.5,1,2,.. gibi diyoptri değerleri ile derecelendirilir ve hipermetropluk "+“, miyopluk ise "-"işareti ile gösterilir. Şekil 4.21. Astigmatizm Gözün Kırma Kusurları • Yaşlanmaya bağlı olarak lens büyür, kalınlaşır ve esnekliğini kaybeder. • Bu yüzden lensin akomodasyon yeteneği yok olur. Gözün Kırma Kusurları • Bu durum presbiyopi (yaşlı gözü) olarak adlandırılır. • Kişi yaşlandığı zaman göz devamlı uzaklığa odaklanmış durumdadır. Gözün Kırma Kusurları • Genellikle uzaktaki cisimler net görülebilir ve yazılar okunabilirken özellikle yakına uyum yapmakta zorlanılır. • Presbiyopi kadınlarda erkeklerden daha önce başlar. Gözün Kırma Kusurları • Lens uzağa ve yakına uyumda zorlandığı için yaşlılıkta bifokal gözlükler önerilir. • Bu tip gözlüklerde uzak görüşün yanı sıra altta okumayı sağlayan yakın görüş kısmı bulunmaktadır. Gözün Kırma Kusurları • Son zamanlarda iki ayrı fonksiyon aynı cam üzerinde dışarıdan belli olmayacak şekilde düzenlenmektedir. Şaşılık (Strabismus) • Uzaktaki bir cisme bakıldığı zaman gözlerin optik eksenlerinin paralelliklerinin bozulmasına şaşılık adı verilir. • Genellikle göz kaslarının bir veya daha fazlasının felci sonucu oluşur. Şaşılık (Strabismus) • Üç boyutlu ve derinlik hissi olan stereoskobik binoküler bir görüş için gözlerin frontal planda bulunmaları ve, görme yollarının kiazmada çaprazlaşmaları gereklidir. • Tek göz ile görme iki boyutludur ve derinlik hissinden yoksundur. Şaşılık (Strabismus) • Stereoskopik görüntü ile elde edilen derinlik hissi günlük hayatımızda oldukça önemlidir. • Örneğin ipliği iğneye geçirmek tek gözle çok zorken, çift gözle oldukça kolaydır. Şaşılık (Strabismus) • Ayrıca merdiven basamaklarının yüksekliğinin tayin edilmesi veya trafikte önümüzdeki aracın uzaklığının belirlenmesi stereoskopik görme sayesinde olur. • Yaklaşık yedi metreden sonra stereoskopik görüntü kaybolur. Şaşılık (Strabismus) • İki göz ile bakıldığında bir cismi tek olarak görebilmek için o cisimden çıkan ışınların iki gözün retinalarının birbirine uygun korespondan noktalarını uyarmaları gerekir. • Korespondan noktaları gözlerin fovealarıdır. Şaşılık (Strabismus) • Şaşılarda bir cismin görüntüsü bir gözde foveaya, diğer gözde ise fovea dışında korespondan olmayan bir noktaya düşmesi diplopi (çift görme) olarak adlandırılır. • Şaşılık tedavi edilmezse cisme fikse olmayan gözde tembellik (ambliyopi) gelişir. Şaşılık (Strabismus) • Böyle durumda sağlam göz belli sürede kapatılarak bozuk gözün gelişimi amaçlanır. • Bu durum ayarlanmayı gerektirir. Şaşılık (Strabismus) • Maymunlarla yapılan deneylerde bebek maymunun bir gözünün üç ay süreyle kapalı tutulması sonucunda gözün fonksiyonunun kaybedilmesi nedeniyle körlük ortaya çıkmıştır. • Gerekirse göz kaslarına operasyon uygulanabilir. Gece Körlüğü (Nyctalopy) • Uzun süren A vitamini eksikliğinde rodopsinin yapısında yer alması, çubuk ve konilerin gelişimindeki öneminden dolayı gündüz görüşünde herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen gece görüşü azalır. Gece Körlüğü (Nyctalopy) • Uzun süreye bağlı olarak fotoreseptör hücrelerde ortaya çıkan anatomik değişiklikler retinanın nöral katmanlarını da etkilediğinden A vitamini takviyesi reseptörler tahrip olmadan önce gerçekleştirilebilirse retina fonksiyonunu tekrar kazanabilmektedir. Gece Körlüğü (Nyctalopy) • A vitamini preparat olarak alınabileceği gibi havuç gibi A vitaminince zengin besin maddelerini fazlaca tüketmekle de sağlanabilir. • A vitamininin yanı sıra retina ve diğer nöral dokuların normal fonksiyonları için B kompleks vitamin takviyesi de yararlıdır.