PARALEL PAVLUSLAR Pavlus’un paralellerini tanımak için öncelikle Pavlus’u tanımamız onun takip ettiği yolu bilmemiz gerekmektedir. Ben bu yazımda Pavlus’un hayatının özetiyle birlikte, ona benzeyenlerini bulmamıza yardımcı olacak bazı bilgiler vermeye çalışacağım. Kıvılcım benden mumu yakıp aydınlanmak sizden. Hıristiyanlığın kurucusu olan Pavlus Tarsus doğumlu olup asıl mesleği çadırcılık olan bir kişidir. Pavlus’un bir Roma vatandaşı olması kendisi hakkında yorum yapmamız için çok önemli bir bilgi olmaktadır. Çünkü o dönemde Romalılar herhangi birini kolay şekilde vatandaşlığa almazlardı. Roma İmparatorluğunun topraklarında yaşayan çok az sayıda kişi bu vatandaşlık ayrıcalığına sahipti. Pavlus üstelik bu vatandaşlık konumuna ailesi aracılığıyla sahipti ve bu onu sonradan vatandaş olmuş bir kişiden de üst konuma getiriyordu. Pavlus ismi de bir Roma vatandaşı olma münasebetiyle kullanmaktadır. (Pavlus, Latincede "küçük" demektir).Yahudiler arasındaki ismi Saul’dür. Bu Arapçada Talut dediğimiz ismin İbranicesidir. İncil’de Pavlus’un tam on üç adet mektubunu görürüz. Elçilerin İşleri bölümünün de Pavlus’tan bahsettiğini hatırlarsak, bu durumda İncil’in gerçekten büyük bir bölümünde onunla karşılaşacağımızı söylemek yanlış olmaz. Pavlus Grek kültürü (Putperest Yunan Kültürü) ve düşüncesinde eğitim görmüştü. Grekçe dil bilgisi çok iyiydi; çeşitli lehçe ve ağızları kullanabiliyordu. On dört yaşlarındayken öğrenim görmesi için zamanın en iyi öğretmenlerinden Hillel'in torunu olan Gamaliyel'in yanına verilmişti. Pavlus burada yalnızca Ferisi olmakla kalmıyor bu işi fanatikliğe dönüştürüyordu. Bu bilgiler ışığında biz artık Pavlus’u Yahudiliğin Ferisilik mezhebine bağlı olarak görmekteyiz. Pavlus diğer dindaşlarının da ilerisine geçerek Hz İsa’ya ve ona ilk iman edenlere adeta bir savaş açmıştı. Pavlus, resmi olarak Filistin’e sığınmış olan Hıristiyanları Filistin’den sürüp Kudüs’e yerleştirme görevini almıştı. Elçilerin İşleri'nde anlatıldığına göre, Saul Kudüs'teki baskı ve işkenceler nedeniyle kentten ayrılarak Şam'a göç etmiş olan Nasraniler'i yakalamak için bu kente doğru ilerlerken, bir anda çok garip bir olay yaşadı. İncil’de bu esrarengiz olay şu şekilde aktarılır: Yolculuğu sırasında Şam’a yaklaşırken, aniden gökten parlayan bir ışık Saul’un etrafını aydınlattı. Yere düştü ve “Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?” diye bir ses duydu. Saul, “Ey Efendim, sen kimsin?” diye sordu. Sesin sahibi, “Ben zulmettiğin İsa’yım. Şimdi kalk, şehre(Şam şehri) gir; yapman gerekenler sana bildirilecek” dedi. Saul ile birlikte yolculuk eden adamlar dilleri tutulmuş halde kalakaldılar. Bir ses duymuşlar, fakat kimseyi görememişlerdi. Saul yerden kalktı; gözleri açık olduğu halde hiçbir şey göremiyordu. Kolundan tutup onu Şam’a kadar götürdüler.(Elç.9:3-9) Bu olay, elbette, görgü şahitleri tarafından doğrulanan somut bir mucize değil, sadece Pavlus'un gördüğünü iddia ettiği bir rüya, muhtemelen bir halüsinasyondu. Elçilerin İşleri'nin yazarı olan Luka, Pavlus’un arkadaşı ve talebesi idi. Dolayısıyla ondan duyduklarını yazmıştı. Dolayısıyla "Pavlus'un İsa'dan aldığı vahiy" olarak yorumlanan bu olay, elbette, sadece Pavlus'un hayal gücünün bir ürünü olabilirdi. Pavlus’un ismi havariler listesinde yoktur. Fakat bu olaydan sonra kendisine havarilerden üste bir konum belirlemiştir. Tüm havariler sadece belli milletler için seçilmişken bu kendisini “milletler havarisi” olarak tanıtmıştır. Bütün bunları rüya yolu ile aldığını söylediği bilgilere dayandırmıştır. Yani insanları rüya ile kandırma Pavlus’un gittiği yolun en belirgin taşıdır. Tarih içinde pek çok insan "İsa benimle konuştu, Tanrı bana göründü" ya da “ben peygamberi gördüm” diyerek ortaya çıkmış, bazıları kendilerine inanan insanlar bulmayı ve yeni cemaatler kurmayı başarmıştır. Pavlus'a Şam yolunda neler olduğuna ilişkin tüm ayrıntıları, kronolojisini ve psikolojisini bilemeyiz. Ama bildiğimiz tek şey, Pavlus'a, yaşamının her yönünü köklü bir biçimde değiştiren bir şey olduğudur. Pavlus bu olaydan sonra sık sık İsa ile görüştüğünü, kendisinden razı olduğunu ve kendisine bazı emirler verdiğini söylemektedir. O artık Antakya’da Barnaba’nın yardımcısıdır ve özellikle Greklere vaaz verir. (Hav.İşl. 11,22-26) Burada İsevi olmak isteyen fakat sünnet edilme olayına karşı çıkan putperestlere, sünneti kaldırarak ve putlara sunulan kurbanlardan yemek isteyenlere de hoşgörü ile bakan mesajlar vermektedir. Pavlus, burada ve başka yerlerde putperestleri koruyor ve sünnetin gerekli olmadığını savunuyordu. Yani onların bazı adetlerini alarak, kendi bazı değerlerinden vazgeçerek dini, küresel güce rahatsızlık vermeyecek bir şekle sokmaya çalışıyordu. Pavlus hayatı boyunca Romalılara hep sıcak mesajlar vermiş onları hiçbir zaman tehdit olarak görmemiştir. Bunu tüm mektuplarında özellikle de Romalılara yazdığı mektuplarda görmekteyiz: Herkes, baştaki yönetime bağlı olsun. Çünkü Tanrı'dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı buyruğuna karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır. İyilik edenler değil, kötülük edenler yöneticilerden korkmalıdır. Yönetimden korkmamak ister misin, öyleyse iyi olanı yap, yönetimin övgüsünü kazanırsın. Çünkü yönetim, senin iyiliğin için Tanrı'ya hizmet etmektedir. Ama kötü olanı yaparsan, kork! Yönetim, kılıcı boş yere taşımıyor; kötülük yapanın üzerine Tanrı'nın gazabını salan öç alıcı olarak Tanrı'ya hizmet ediyor. Bunun için, yalnız Tanrı'nın gazabı nedeniyle değil, vicdan nedeniyle de yönetime bağlı olmak gerekir. Vergi ödemenizin nedeni de budur. Çünkü yöneticiler Tanrı'nın bu amaç için gayretle çalışan hizmetkârlarıdır.(Rom.13: 1–6) Görüldüğü gibi Pavlus dönemin küresel gücü olan Roma otoritesini kutsallaştırıp ona karşı gelmenin Tanrıya karşı gelmek olduğunu söylemiştir. Pavlus yolunun köşe taşlarından biri ezilen, çarmığa gerilen mazlumların yanında değil haksızda olsa zalimde olsa güçlünün yanında olmak, onun otoritesine saygı duymaktır. İşte bu gün Gazze’lilerin veya her hangi bir yerdeki mazlum müslümanın değil de İsrail’in, Amerika’nın otoritesine saygı duymanın altında yatan ruh hali budur. Ve Pavlus Hz İsa’nın mesajlarını öyle bir değiştirecek ki en sonunda Roma hükümdarının bile kabul edeceği bir din haline getirecektir. En iyi İsevi “ılımlı “İsevi” olacak yani; Roma’ya saygı duyan, vergisini en iyi şekilde ödeyen devlete asla karşı gelmeyendir. Yaşamına baktığımızda Pavlus’un iki kültürden etkilendiğini görüyoruz. Bunlardan biri doğal olarak içinde büyüdüğü Yahudi kültürü diğeri ise ülkesini yöneten Greko-Romen imparatorluk kültürü. İseviliğin geldiği noktaya baktığımızda Pavlus’un bu iki kültüründen GrekoRomen kültürünün üzerinde etkin olduğunu görüyoruz. Pavlus’un kısaca Hz İsa’nın dininde yaptığı tahrifatlar: Âdem’in suçuyla başlayan ilk günah kavramı; İsa’nın Tanrı kutsallığını taşıdığı düşüncesi; kıyamet gününde İsa’nın yeryüzüne yeniden ineceği ve Hıristiyanları dirilterek sonsuz mutluluğa kavuşturacağı inancı onun tarafından düzenlendi. Hıristiyan Kilisesi’ni biçimlendiren de odur. Hıristiyanlık, aslında Yahudiliğin hellenileştirilip(hellenizm), Pagan/putperest dinine dönüştürülmüş halidir. Bu kültür Hıristiyanlığı öyle etkilemiştir ki en eski İnciller İsa’nın konuştuğu dil olan Aramice ile değil, Grekçe yani Yunancadır. Hıristiyanlığı direkt olarak etkileyen pagan Yunan tanrılarından biri Dionysos idi, Dionysos Greklerde “şarap Tanrısı” idi. Dionysos da 25 Aralıkta doğmuştur, geleneğe göre İsa’da 25 Aralıkta doğmuştur. Dionysosçular da sembolik olarak (hatta bazen bir hayvanı kurban ederek onun etini sembolleştirip) Dionysos’un etini yiyip kanını içiyorlardı. Bu sembolik ayin ile Dinysos’un ruhuyla birleştiklerine, ölümsüz olduklarına, arınıp yeniden doğduklarına vs. inanıyorlardı. Bugün kiliselerin hepsinde gizem kültlerine ait bu eski pagan ayini yapılmaktadır; özellikle Katolik ve Ortodoks kiliselerinde ekmek bölünür, İsa’nın eti ya da bedeni denilerek yenir. Kırmızı şarabın, gerçekten İsa’nın kanına dönüştüğüne inanılır “İsa’nın kanı” diyerek içilir. Yuhanna incilinin yazarı (yahut yazarları) da Paganların bu ayinini, İsa’ya uyarlamışlardır. İsa’nın üçüncü gün ölümden dirilmesi anlatımında da; Bu fikrin kaynağı da pagan Dionysos kültüdür. Dionysos’un dirilmesi ile ilgili farklı anlatımlar vardır; çoğunda Dionysos ölür gömülür ve sonra ölümden dirilir. Hatta Dionysos’un ölümden dirilmesi bu pagan dininin taraftarlarınca her yıl kutlanıyordu. İncil yazarları da bu “ölüp dirilme” hikâyesini Dionysos’tan alıp İsa’ya uyarladılar. Bunlardan başka birçok örnekte görüleceği gibi Pavlus İsevi Müslümanlığı bir Yunan dini haline getirmiştir. Bir kilise tarihçisi olan Epiphanius Nasranî öğretilerinde Pavlus’un, gerçekte Tarsuslu bir Yahudi olmayıp, aslında Grek olduğu, Grek bir anne ve babadan doğduğu, Yahudilikle ilgisi ise, genç yaşta Kudüslü bir başrahibin kızına âşık olduğu ve kızla evlenebilmek için sünnet olup, kendisini Yahudi gibi gösterip Ferisi mezhebine mensup olduğunu yazmaktadır. Zaten güya asıl adı Saul olmasına rağmen, nedense Yunanca Pavlus ismini kullanır. Bu gerçekten böyle ise Hz. İsa’nın mesajını neden Yunan felsefesine benzettiğini çok iyi açıklar. Luka’nın yazdığı,‘Elçilerin İşleri’ kitabında Pavlus’un, İsevilerin hapsedilip, çarmığa gerildiği yerlerde Romalılar tarafından nasıl korunup kollanıldığı, onun İleri gelen Romalı yöneticilerle samimiyeti anlatılmaktadır. Bu ve benzeri bilgiler onun bir roma casusu olma ihtimalini vermektedir. Bu konuda, Mıchael Baigent ve Richard Leigh’ in beraberce yazdıkları “Ölü Deniz Parşömenleri Gerçeği” kitabın 16. bölüm başlığı “Pavlus: Roma Casusu mu? Muhbir mi?” dir. Bu kitapta da çok ilginç iddialar bulunmaktadır. Bu bilgilere göre anlıyoruz ki Pavlus olmak; derin devletle işbirliği yapmak, istihbarat örgütlerinin yönlendirmesiyle hareket etmek, küresel gücün çıkarlarını korumaktır. Gelelim Pavlus’un sonuna: Luka’nın anlattıkları Pavlus’un iki yıl boyunca Roma’da ev hapsinde olduğunun söylemesiyle bitiyor. Birçok kişiye göre Pavlus’un hayatı bu noktada biter, ancak bazı bilgiler Pavlus’un ölümünün daha sonra gerçekleştiğine işaret eder. Luka’nın Elçilerin İşleri 28:30–31 ayetlerinde bahsettiği iki yıllık sürecin sonunda Pavlus’un serbest bırakıldığını var sayarsak, doğudaki ve Girit’teki hizmetini 62-64 yılları arasında gerçekleştirmiştir. Pavlus muhtemelen Nero’nun zulmü sırasında yeniden tutuklanmış ve bundan kısa bir süre sonra 64-65 yıllarında idam edilmiştir. Küresel güçlerin sözünden çıkmayanlar, her denileni yapanlar gün gelir başka hesaplar için heba edilirler. Yani Pavluslar işi bitince yine aynı yerden biletleri kesilir işe yaramaz bir kâğıt gibi bir kenara atılırlar.