Yorum 2 Ekim 2004 AVRUPA HALKLARI VE TÜRKİYE Avrupa Birliği ülkelerinde ciddi bir siyasete karşı ilgisizlik sorunu var. Bunun sonucunda AB konularına karşı ilgi ve bilgi eksikliği ileri derecelere ulaşabiliyor. Türkiye’nin AB adaylığı, bu durumdan çok olumsuz etkilenmekte. Örneğin, Fransa’daki Türkiye’nin AB üyeliği için referandum önerisi sağlam bir demokratik zeminden yoksun. BAHADIR KALEAĞASI “Annem benim Birleşmiş Milletler gibi bir yerde çalıştığımı düşünüyor”. Bu sözlerin sahibi olan üst düzey AB Komisyonu bürokratı için traji-komik bir itiraf bu. Bir Akdeniz kasabasında yaşayan annesine bunca yıldır ne işi yaptığını anlatamamış olmasıyla ilgili özel bir sorun değil. Genelde, Avrupa Birliği hakkında kamuoyunun bilgi ve ilgi seviyesini yansıtan bir saptama söz konusu. Avrupalılar siyasete soğuk Birçok kamuoyu araştırması gösteriyor ki, Avrupa’da sokaktaki insanın Avrupa Birliği ile ilgili konularda kafası karışık. Zaten siyasete karşı ilgisi de giderek azalıyor. AB de bundan payını alıyor. Fakat, mevcut toplumsal eğilimin ötesinde bir sorun var: insanların AB düzeyinde siyaseti ve bunun günlük yaşamlarına etkilerini algılama sorunu çok ciddi boyutlara ulaşabilir. Demokrasiyi zayıflatan bir rol oynayabilir. Gelişen toplumların ortak özellikleri arasında, siyasal önceliklerin giderek daha bireysel ve yakın çevre ile sınırlı konulara odaklanması dikkat çekiyor. Ulusal siyaset konuları yurttaşların kişisel gündeminden uzaklaşıyor. Yurttaş-siyaset ilişkisinde süreklilik ve yüzeysellik sorunları baş gösteriyor. Fakat bu arada, terörizm, savaş, mali skandal, yeni bir para birimi, seks ve politika, ekolojik felaket ve yeni vergiler gibi değişik alanlardaki bir dosya gündeme bir anda hakim olabiliyor. Toplumsal ilgiyi tetikleyen bir konu ortaya çıktığında, sorunlu bir demokratik tartışma ortamı oluşuveriyor. Kamuoyu, siyasal durumun genel analizini yapmayan ve hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan yurttaşların görüşleriyle şekilleniyor. Şekilsel olarak demokrasi işliyor. Fakat içerik sığ kalıyor. Demokrasinin asıl amacı olan, yurttaşların geleceklerine yön verecek güce sahip olmaları ülküsü geri plana düşüyor. Bu durum Amerika’da da, Avrupa’da da aynı. Neyse ki, gelişen bilgi toplumu sayesinde demokratik katılımın artması sonucunu doğuracak bir evrim gözlemleniyor. Ne var ki, bu sürecin somut sonuçları henüz yeterli düzeyde değil. Bu yüzden, yüzyıllar süren toplumsal mücadeleler ve savaşlar sonucunda kazanılmış olan demokratik haklara özen gösterilmiyor. Seçmenler giderek azalan oranlarda oy verme hakkını kullanıyor; seçimlere katılım oranı düşüyor. Örgütlü, militan ve aşırı uçlardaki siyasal hareketler bu durumdan yaralanırken, demokrasi zayıflıyor. AB bilgisi yetersiz Halkın genel siyasal yapı ve gündem hakkındaki bilgi düzeyini yansıtan araştırmalar çok çarpıcı sonuçlar verebiliyor. ABD’de başkent Washington DC’nin Doğu mu, Batı mı kıyısında olduğunu bile bilemeyen kitleler var. Avrupa halkları arasında da bir çok temel AB bilgisi, bazen yüzde ellileri aşan oranlarda bir cehalet konusu olmakta. Örneğin, AB kurumları nelerdir? AB Komisyonu ne iş yapar? AB üyesi ülkeler hangileridir? AB hangi alanlarda yetkilidir? AB Bakanlar Konseyi nasıl oluşur? Yürürlükteki önemli yasaların hangisi AB kaynaklıdır, hangisi yalnızca ülkenin mevzuatına aittir? Aday ülke ne demektir? Müzakereler ne işe yarar? Bu bilgisizlik sorunu tabii ki tüm toplumu nitelemiyor. Fakat, konusuna, ülkesine ve dönemine göre farklı zamanlarda Avrupa’da birlik sürecinin ilerlemesini zorlaştıran tıkanıklara neden oluyor. AB Komisyonu’nun kamuoyu ile iletişimden sorumlu yeni başkan yardımcısı İsveçli Margot Wallström’ün bu konudaki kitabının başlığı: “Halkların Avrupası veya neden Avrupa Sevmek Bu Kadar Zor?”. AB ile ilgili konularda Avrupalı halkların sorunu yalınızca bilgi eksikliği değil. Bununla eşzamanlı olarak serpilen bir AB tepkisi de sorun yaratmakta. Halbuki bu tepkinin özünde münhasıran AB kaynaklı olmayan sorunlar var: Bunların başında ekonomik durgunluk ve işsizlik geliyor. Ulusal siyasetçiler yolunda gitmeyen işler karşısında toplumlarına suçlu olarak sık sık AB’yi işaret ediyorlar. ‘Brüksel’ yaftası altında AB yurttaşlarının günlük yaşamlarından uzakta bir siyasal güç merkezi imgesi var. Brüksel’deki AB bürokrasisinin de üye ülke halklarından kopuk siyasal kültürü, söylemi ve duyarlılıkları ayrı bir olumsuz etken. Tüm bunların üstüne, AB ülkeleri halklarının kolayca anlayıp, benimseyip, takip edebileceği bir kurumsal yapı oluşturamadılar. Ayrıca, Avrupa bütünleşme süreci ile ilgili önemli kararlar, toplumsal tartışma ortamında yoğrulmadan, kapalı kapılar ardında alınıyor yargısı yaygın. Türkiye neden sorun? İşte Avrupa Birliği’nde siyasal yapı ile halklar arasındaki bu uçurumun kesiştiği noktada başka bir dosya ortaya çıktı: Türkiye’nin müstakbel AB üyeliği. Başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerde Türkiye’nin AB üyeliğine olumsuz yaklaşan eğilimlerin, kamuoyunda yeşeren AB karşıtı tepkileri güçlendireceği kaygısı körükleniyor. Bu düşünsel kilitlenmenin merkez üssünde, 2005 yılında bazı ülkelerde düzenlenecek olan AB Anayasası referandumları veya seçimler beliriyor. Bu konuda en sorunlu olarak ortaya çıkan Fransa, Avusturya ve Almanya gibi ülkelerin bazı ortak yönleri var: 1. Bu ülkelerde aşırı sağ yükseliyor. Merkez sağ ve sol partiler oy kaygısı ile seçmen zemini kaybetmeme telaşındalar. 2. Bunlar aynı zamanda Türkiye’den göç almış olan ülkeler. Türkiye kökenli vatandaşlarının çoğunluğunun toplumla uyumlu yaşıyor olması henüz yeterince algılanabilmiş, önyargılar aşılabilmiş değil. 3. Türkiye karşıtı etkin politikacıları var. Her türlü, yanlış bilgilendirme yöntemini demokratik ahlaktan yoksun bir şekilde kullanıyorlar. 4. Bu nedenlerle kamuoyundaki Türkiye imajı yanlış veya yalnızca olumsuzluklara odaklı: “geri kalmış tarım ülkesi, İslam kuralları geçerli, insan hakları ihlalleri toplumsal bir hastalık, yüz milyonu geçen ve göçe hazır bir nüfus kitlesi, ...” 5. Türkiye tartışması akılcı bir çerçevenin dışında. Gündemde yalnızca uzun sürecek bir müzakere süreci olduğu, bunun yalnızca sorunlar çözülünce sona ereceği, o noktaya gelebilen bir Türkiye’nin Avrupa’nın geleceği açısından bir çok artı değeri de beraberinde getireceği gerçekleri bu toplumların en az yarısı tarafından henüz göz ardı ediliyor. Olumlu yaklaşanlar da etkili Tabii, tüm bu olumsuz eğilimlere karşı Avrupa içinde bir çok sağduyulu ve gerçekçi etkinlik, rapor, toplantı ve bilgilendirme girişimi sürmekte. Bunların bir kısmı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün öncülüğünde oluşan ABİG fonu tarafından da destekleniyor ( www.abig.org.tr). Yalnızca Türk diplomasisi, özel sektörü ve sivil toplum kuruluşları değil, bizzat AB içinden gelen bir çok girişim var. Örneğin Finlandiya Cumhurbaşkanı Ahtisaari liderliğinde önde gelen bir siyasetçi gurubunun Türkiye raporu, etkili düşünce kuruluşlarından CEPS’in Türkiye’den Kemal Derviş tarafından kurulan Ekonomi ve Dış Politika Forumu ile hazırladıkları ve büyük etki yaratan raporlar, AB Komisyonu'nun Türkiye’nin AB’ye etkisini olumlu değerlendiren analizleri, Almanya Başbakanı Schröder, Dışişleri Bakanı Fisher, AB Komisyonu üyesi Verheugen, İngiltere Başbakanı Blair, İspanya Başbakanı Zapetero gibi bir çok üst düzey siyasetçinin medyaya demeçleri, Avrupa özel sektörünün, bir çok sivil toplum kuruluşunun destekleri, Türkiye uzmanı akademisyenlerin çalışmaları, ... Fransa’da referandum olasılığı Evet, Türkiye demokratik reformlarda çok geride kaldı. Zaman kaybetti. Ulusal çıkarları zedelendi bu yüzden. Ekonomisinde ticaret, yabancı sermaye ve turizm zarar gördü. AB kamuoyunda olumsuz imajı güçlendi. Bu nedenle, son yılarda hızlanan reformlara rağmen, henüz AB halklarına tam olarak doğru yansımış bir Türkiye gerçeği yok. Bir de buna Avrupa’nın bazı kesimlerinin aşamadıkları Orta Çağ dogmaları, karşıt lobilerin geniş maddi destekli saldırıları ve bazı karanlık ruhlu politikacıların suistimalcilikleri eklenince, ortaya ciddi bir Türkiye imajı sorunu çıkıyor. Fransa’da gündem öylesine gelişti ki, artık siyasetin tüm kanatları Türkiye konusunda bir referandum yapılamasını savunuyor. Aksi takdirde 2005 Eylül’ündeki AB Anayasası referandumunun olumsuz sonuçlanacağı iddia ediliyor. Le Figaro gazetesinin kamuoyu yoklamasına göre, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı yüzde 54 oranında bir cephe var. Tabii bu oran on yıl içinde yüzde elli altına inecektir. Sorun bu referandum dayatmasının hangi koşullarda ve hukuksal çerçevede olacağı. Bugün için Fransız halkı Türkiye hakkında doğru bilgi sahibi değil. Aralık’taki AB Konseyi doruğundan sonra Cumhurbaşkanı Chirac basın toplantısında “zamanı geldiğinde Türkiye’nin üyeliği referanduma sunulacak” açıklaması ile yetinenbilir. Bu durumda sorun bir süre sonra erime eğilimine girer. Fakat bazı öneriler, Eylül’deki AB anayasası referandumu paralelinde, bir de Fransız anayasasında bir değişikliğin onaylanmasını savunuyor. Böylece, AB’nin bundan sonraki genişlemeleri öncesinde, tam üyelik anlaşmalarının yalnızca parlamentonun onayına değil, halk oylaması sonucuna tabi olması yasal bir zorunluluk olsun isteniyor. Halklararası birlik Her ne kadar, Türkiye’nin tam üyelik aşamasında imajı kökten değişmiş bir ülke olacağı varsayılsa da, Fransa’daki bu eğilimler kaygı verici. Her şeyden önce, AB konusunda toplumda oluşan bilgisizlik ve yanlış tepkilerin günah keçisi bir başka ülke olmamalı. Fransız toplumunu Türkiye hakkında yıllarca yanlış bilgilere boğup, sonra bunun sonucunda oluşan tepkileri tekrar Türkiye’ye yönlendirmek dürüst değil. Artık anlaşılıyor ki, AB halkları Avrupa konularıyla daha ilgili olmaya hazırlar. Üstelik, bugün için AB gündeminde, Türkiye’nin on yıl sürecek olan müzakerelerinden çok daha acil sorunlar var. Ayrıca, sonuçta bir halkın Avrupa’daki geleceğini, kaderini, yıllarca sarf ettiği emeğini, başka bir halkın dönemsel etkenlere maruz isteğine bağlamak bir tarihsel delilik vakasına dönüşür. Olur da sonuç “hayır” çıkarsa, bir daha iki ülke halkı nasıl yapıcı bir ilişki içinde olur? Fransız şirketleri Türkiye’de ne durumda kalır? Turizm, eğitim, ticaret, mesleki ilişkiler uluslararası, kültürel, sosyal, akademik etkinliklerde her iki ülke insanlarını birlikteliği olanaksızlaşır. İki ülke takımları arasında futbol maçı oynanması bile riskli hale gelir. Türkiye AB yolunda ilerledikçe, Avrupa’nın bir kesimi bu evrimi alkışlarken, bir kısmı rahatsız. Avrupa’nın bazı sorunlu yönlerine ayna tutan bir evrim çünkü bu. Fransa gibi ülkelerin yaşadığı aslında bir Türkiye değil, demokrasi sorunu. Bu çıkmazdan kurtulmak için yol gösteren de yine bir Fransız. Geçen yüzyılın ortalarında, Avrupa bütünleşme sürecinin emekleme döneminde, AB’nin kurucu babalarından Jean Monnet’nin sözleri bugünü de aydınlatıyor: “Avrupa’da devletler arası koalisyon değil, insanlar arası birlik kuruyoruz”. Dr. Bahadır Kaleağası Brüksel kaleagasi@tusiad.org