ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI 1. Dış Politikanın Temel ilkeleri TBMM'nin açılışında Mustafa Kemal Paşa milli politikayı: "Milli sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı devam ettirmek, millet ve memleketin gerçek saadet ve ümranına çalışmak ve dünya uluslarından insani muameleyi ve karşılıklı dostluğu beklemek" şeklinde tanımlamıştır. Atatürk bu fikirleri; "Yurtta barış, dünyada barış" vecizesiyle özetlemiştir 2. 1923 - 1930 Dönemi Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra 1923 - 1930 yılları arasında Türkiye'nin dış politikası, Lozan'dan geriye kalan pürüzlerin çözümlenmesi ve alınan kararların uygulanmasına yönelik olmuştur. Komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmak, meydana gelen pürüzleri barışçı yollarla çözmek, büyük devletlerle olan ilişkileri normalleştirmek amaçlanmıştır. Musul Meselesi Musul sorunu Lozan Antlaşması'nda Türk-ingiliz ikili görüşmelerine bırakıldı. Buna göre, "Türkiye-Irak sınırı, dokuz ay içinde iki devlet arasında barışçı yollarla çözülecek, çözülemezse anlaşmazlık Milletler Cemiyeti'ne sunulacaktı.“ ikili görüşmeler sonunda çözülemeyen Musul meselesi, Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. Konuyu incelemek amacıyla oluşturulan komisyonun önerisiyle Milletler Cemiyeti, Musul'un Irak'a katılması gerektiğini belirtti. Türk kamuoyunca tepkiyle karşılanan bu karara göre,Musul kaybediliyordu. Milletler Cemiyeti'nin bu kararında siyasi sebepler ağır bastı. Çünkü ingiltere, Cemiyetin en güçlü üyesiyken Türkiye, Cemiyete üye bile değildi. Musul meselesinin tamamen çıkmaza girdiği sırada, Şeyh Sait isyanı patlak verdi (13 Şubat 1925). Bu isyanın etkisiyle yeni bir askeri harekata girişilemedi. Türkiye, Milletler Cemiyeti'nin kararına uyarak ingiltere ile Ankara Antlaşması'nı yaptı (5 Haziran 1926). Bu antlaşmayla; 1. Musul ve Kerkük Irak'a bırakıldı. 2. Irak Hükümeti, Musul'a karşılık elde edilen petrole konulan verginin % 10'nu 25 yıl süreyle Türkiye'ye vermeyi kabul etti. 3.Hakkari sınırında Türkiye lehinde düzeltme yapıldı. Önemi - Ankara Antlaşması'yla Misak-ı Milli sınırları içindeki önemli bir bölge kaybedilmiştir. - Bu antlaşmanın en önemli eksikliği Musul Türklerinin korunması konusunda esaslı bir önlem getirmemesidir. - Bu antlaşma ile Türk-ingiliz ilişkilerindeki gerginlik sona ermiştir. Nüfus Mübadelesi Türkiye'de kalan Rumlarla, Yunanistan'da kalan Müslüman Türklerin değişimi konusu Lozan'da görüşülerek bir protokol imzalanmıştı. Böylece Türkiye'de kalan Rumlarla, Yunanistan'da kalan Müslüman Türklerin değiştirilmesi kararlaştırılmış, 30 Ekim 1918'den önce, istanbul Belediyesi sınırları içinde yerleşmiş (etabli) Rumlarla, Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında bırakılmıştı. Yunanlıların, istanbul'da daha çok Rum bırakmak istemeleri antlaşmada yer alan "yerleşik (etabli)" deyiminin yorumunda anlaşmazlıklara yol açtı. Anlaşmazlığın çözülmesi amacıyla, Milletler Cemiyeti'ne başvuruldu. Milletler Cemiyeti, meselenin hukuki niteliğinden dolayı Milletlerarası Adalet Divanı'nın görüşünü istedi. Ancak Divan'ın yaptığı yorum da anlaşmazlığı çözümleyemedi. Bir süre sonra Türk - Yunan ilişkileri gerginleşti. Anlaşmazlık silahlı bir çatışmaya yol açmadan ortam yumuşatılmış ve 10 Haziran 1930 tarihinde anlaşma yapılmıştır. Bu antlaşma ile, yerleşme tarihlerine ve doğum yerlerine bakılmaksızın istanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi etabli (yerleşik) sayılmıştır. Nüfus değişimi sorununun çözümlenmesi iki devlet arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemi başlattı. Türk - Yunan ilişkileri 1954 yılına kadar sürecek iyi ilişkiler dönemine girdi. 1954 yılında Kıbrıs sorunu, Türk Yunan ilişkilerinin yeniden bozulmasına neden olmuş, bugüne kadar devam eden gerginlik dönemi başlamıştır. Yabancı Okullar Sorunu Lozan Antlaşması'na göre yabancı okullar, Türk kanunlarına ve Türk okullarının bağlı bulundukları yönetmeliklere uyacaklardı. 1925 - 1926 öğretim yılında hükümet yabancı okullarda tarih ve coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulması, dini tören ve derslere ancak okulun mensup olduğu dinden öğrencilerin girmesi, ders kitaplarında Türkiye aleyhine yazılar olmaması gibi şartlar bulunan bir yönetmelik çıkardı. Bu durum Fransa ile anlaşmazlıklara neden oldu. Fransa ve Papalık bu meseleye karışmak istedilerse de, Türk Hükümeti bunu bir iç mesele sayarak görüşmeyi reddetmiştir. "Türkiye'de bizim okullarımızın sahip olmadıkları ayrıcalığa, yabancı okulların sahip olması kabul edilemez." diyen Atatürk, yabancı okulların Türk kanunlarına uymasını istemiştir. Yönetmeliklere uymayan bazı okullar kapatılmış, fakat yabancı okullar meselesi Fransa ile iyi münasebetlerin kurulmasını geciktirmiştir. 3. 1931 - 1939 Dönemi Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne Girişi (1932) Milletler Cemiyeti, uluslar arasında barışı sağlamak amacıyla kurulmasına rağmen, bir süre sonra amacından uzaklaştı. İngiltere önderliğindeki büyük devletlerin egemenliği altına girdi. Dünya barışını sağlamaktan daha çok, büyük devletlerin çıkarlarını korumaya başladı. Türkiye ise, bu şartlarda faaliyette bulunan Milletler Cemiyeti'ne güvenmediği için, üye olmayı düşünmemiştir. Musul meselesinin çözümlenmesinde Milletler Cemiyeti'nin ingiltere'nin yanında yer alması güvensizliğin artmasına yol açmıştır. 1930'dan sonra milletler arası işbirliğinin önem kazanması, Milletler Cemiyeti'ne ilgiyi artırmıştır. 1932 Temmuzunda İspanya'nın teklifi ve Yunanistan'ın desteğiyle Türkiye Milletler Cemiyeti'ne üye olmuştur (18 Temmuz 1932). Türkiye, Milletler Cemiyeti'ne girdikten iki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilmiştir. Balkan Antantı (1934) 1933'ten sonra Avrupa'da devletler arası ilişkilerde barışı tehdit eden huzursuzluklar ortaya çıktı. Bu sırada Faşizm, Bolşeviklik ve Demokrasi sistemleri arasında şiddetli mücadeleler başladı. Özellikle İtalya ve Almanya'nın izledikleri politikalar, dünya barışını tehdit edecek noktaya ulaştı. Türkiye, bir taraftan güvenlik tedbirleri alırken, diğer taraftan barışın korunması için çaba gösteriyordu. Bütün bu gelişmeler sonucunda Balkan Antantı imzalandı. Türkiye, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan'ın katılmasıyla Balkan Antantı oluşturuldu (9 Şubat 1934). Balkan Antantı'nı imzalayan devletler sınırlarını karşılıklı olarak garanti ettikleri gibi, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle siyasi antlaşma yapmamayı taahhüt etmişlerdir. Türkiye, Balkan Antantı ile batı sınırlarında önemli bir işbirliği gerçekleştirmiş oldu. Bu antanta Bulgaristan katılmadı. Çünkü Bulgaristan Neuilly AntIaşması'ndan memnun olmadığı gibi, Balkanlara yayılmayı da hedefliyordu Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936) Lozan Konferansı'nda alınan karara göre, "Boğazlardan geçiş serbest olacak, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının her iki kıyısıyla Marmara Denizi'ndeki adalar askerden arındırılacaktı. Bu bölgelerin kontrolü ve güvenliği de Milletler Cemiyeti'nin garantisi altında olacaktı. "Dünyadaki gelişmeler, Türkiye'nin "Boğazlar" konusunu yeniden gündeme getirmesine neden oldu. Türkiye'nin ilgili devletlere başvurarak Boğazların statüsünün değiştirilmesini istemesi üzerine, İsviçre'nin Montreux (Montrö) şehrinde bir konferans toplandı. Bu konferansa Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan ve Yugoslavya katıldı. Konferans sonunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı (20 Temmuz 1936). İtalya da iki yıl sonra bu sözleşmeyi tanımıştır. Montrö Sözleşmesi'ne göre; 1. Lozan Antlaşması'nda kurulmuş olan BoğazlarKomisyonu kaldırılarak bütün yetkileri Türk Devleti'ne devrediimiştir. 2. Lozan Antlaşması ile Boğazların iki yanında askersiz duruma getirilen yerlerde, Türkiye asker bulundurabilecek ve tahkimat yapabilecektir. 3. Ticaret gemilerinin her iki yönde Boğazlardan geçişi serbest bırakılmıştır. 4. Savaş gemilerinin geçişi ise zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılmıştır. 5. Türkiye savaşa girer veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa Boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile; - Türkiye büyük bir siyasal zafer kazanmıştır. - Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırılmıştır. - Türkiye'nin Boğazlarda asker bulundurması ile Doğu Akdeniz'de ve milletler arası dengede önemi artmıştır. Sadabat Paktı (1937) Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Tahran'daki Sadabat Sarayı'nda dörtlü bir pakt oluşturuldu (8 Temmuz 1937). Bu pakt, İtalya'nın Doğu ülkelerini hedef alan istila politikasından kaynaklanmıştır. Orta Doğu'ya yayılmaya çalışan İtalya'ya karşı, ortak bir savunma sistemi kurmakla yayılmacı politikalara tepki gösterilmiştir. Sadabat Paktı'na göre dört devlet, "Dostluk ilişkilerini devam ettirecekler, Milletler Cemiyeti'ne bağlı olacaklar ve birbirlerine saldırıda bulunmayacaklardı." Paktın imzalanmasından sonra ingiltere ve ABD de bu gelişmeden memnuniyet duyduklarını belirtmişlerdir. Hatay'ın Anavatana Katılması Suriye'ye mandater devlet olarak yerleşen Fransa, 1936'da Suriye ve Lübnan'a bağımsızlık verdi. Fransa, İskenderun sancağı üzerindeki yetkilerini Suriye'ye devrederek buradaki Türklerin durumunu göz önüne almadı. Türkiye, bu gelişmeler üzerine Fransa'ya bir nota vererek İskenderun'un bağımsızlığını tanımasını istedi. Fransa bu teklifi reddetti. Milletler Cemiyeti ise, aldığı kararla, İskenderun'un içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Suriye'ye bağımlı olmasını kabul etti. "Hatay" sancağının toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa'nın garantisi altında olacaktı. Bu anlaşma da uyuşmazlığı sona erdiremedi. Bu dönemde uluslararası ilişkiler giderek gerginleşmeye başladı. Hitler'in Avusturya'yı ilhakından sonra, Avrupa'da güçler dengesi bozulmaya başladı. Fransa, Hatay konusundaki tutumunu yumuşatmak zorunda kaldı. Yapılan seçimler sonunda bağımsız bir devlet olarak Hatay Cumhuriyeti kuruldu (2 Eylül 1938). Hatay Cumhuriyeti ile Türkiye arasında ilişkiler geliştiriidi 23 Haziran 1939'da Fransa ile Türkiye arasındaki bir antlaşma ile Hatay'ın Türkiye'ye katılması kabul edildi. Böylece Atatürk'ün ölümünden sonra Hatay meselesi de Misak-ı Milli doğrultusunda Türkiye'nin lehine çözümlenmiştir.