Sherif, Asch ve Milgram araştırmalarının bir ortak yanı hepsinde denekler arsında uyma davranışı bakımından büyük farkların bulunmuş olmasıdır. Bazı kişiler için benliklerinin ilişkisel yönleri öncelik taşırken bazıları için benlikleri bireyci yönleri ön planda olur.İlişkisel benliğin daha fazla önem taşıması,kişilerin grubun ne dediğine daha fazla dikkat etmesine yol açar,sosyal normlar önem kazanır ve dolayısıyla uyma davranışı daha fazla görülür. Benliğin bireyci yönlerinin ön planda olduğu kişiler ise,kendi düşünce ve ilkelerini daha fazla önemser ve kendilerini grubun dediğine uymak zorunda hissetmezler. Bazı kişiler bireyselliklerini koruma ve kendine has olmayı çok önemserler.Herkesin yaptığını,herkesin giydiğini,söylediğini v.s yapmak hoşlarına gitmez ve kendilerine has kimliklerini sürdürmekte ısrarlı olurlar. Maslach ve arkadaşları birey olma gereksinimi yüksek olan insanları belirleyebilmek için bir test geliştirmişlerdir. Bu test sonucunda laboratuarda gerçekleştirilen uyum araştırmalarında yüksek birey olma gereksinimi içinde bulunan deneklerin daha az uyum davranışı gösterdikleri, çoğunluğa daha az uydukları ve yaratıcı aykırılıkta bulunduklarını göstermiştir. Jerry Burger yaptığı bir deneyde,önce deneklerin kişisel kontrol arzusu düzeyini ölçtü arkasından onlara bazı gazete karikatürlerini ne kadar komik bulduklarını sordu. Denekler karikatürleri kendi başlarına değerlendirirken bir başka durumda iki araştırmacı asistanlarıyla birlikte değerlendirmeye katıldılar. İkinci durumda asistanlar deneğin duyacağı bir şekilde karikatürleri oldukça komik olarak değerlendirdiler. Kişisel kontrol arzusunun düzeyi denekler karikatürleri kendi başlarına değerlendirirken sonucu etkilemedi. Ancak değerlendirmenin araştırmacının asistanlarıyla birlikte yapıldığı durumda yüksek kişisel kontrol arzusu olan denekler asistanların görüşlerine daha az katıldılar. Bu kişiler sosyal etki karşısında tamamen duyarsız olmasalar da düşük kişisel kontrol arzusu olan kişilere oranla sosyal etkiye daha fazla direnç göstermişlerdir. Sosyal etkiyle yapılan ilgili yapılan ilk araştırmalar kadınların uyum göstermeye erkeklerden biraz daha fazla eğilimli olduklarını göstermişse de son yıllarda yapılan araştırmalar bu konuda çok az bir cinsiyet farkı olduğunu ortaya koymuştur.Bu farklılık biyolojiye dayalı nedenlerden çok kadın ve erkeğin sosyal rolleriyle ve sosyal beklentilerle açıklanmaktadır. Bazı kimselerde uyma eğilimi genel olup çeşitli ortamlarda uyma davranışına dönüşebilmektedir. Aynı şekilde bazı kimseler de birbirinden farklı durumlarda hep ters tepki gösterme eğiliminde olabilirler. Diğer bazı kimseler ise genellikle sosyal etki karşında bağımsız bir davranış gösterebilir. Örneğin; yetkeci kişilik tipinin endişeliyken normalden daha fazla uyma davranışı gösterdiği,endişeli değilken normalden daha az uyma davranışı gösterdiği bulunmuştur. İkinci etkileşim ise kişilik özellikleri ile ortamsal etkenler arasındaki etkileşimdir. Örneğin; yetkeci bir kişilik yapısı bir otoritenin varlığında davranışa yansıyabilir,yani yetkeci davranış meydana getirebilir fakat arkadaşça ilişkilerde davranışı etkileyemeyebilir. Davranışı, kişilik ve ortamsal etkenlerin etkileşimi çerçevesinde ele alan daha karmaşık bir model, davranışın gösterdiği değişkenliği daha iyi açıklayabilmektedir. İnsanların farklı kültürlerden geliyor olması acaba onların uyma davranışlarını etkiler mi?Araştırmalar farklı kültürlerde tekrarlandı ve bulgular irdelendi. Uyma davranışının bireyci ve toplulukçu kültürler arasında farklılık gösterdiğine işaret etti. Bireyci kültürlerde kişinin çıkarları grup çıkarlarından daha önemliyken, toplulukçu kültürlerde grup çıkarları bireylerin düşünce ve davranışlarını yönlendirir. Toplulukçu kültürlerin insanları gruplarının onayını almayı bireyci kültürlerin insanlarına göre daha fazla önemserler ve alamazlarsa da utanç duygusu yaşarlar. Bireyci kültürden bir kişi gruptan özerk olma ve birey olma gereksinimine daha fazla sahiptir. Toplulukçu kültürden olan kişilerin bireyci kültürden olan kişilere oranla daha fazla uyma davranışı gösterecekleri yöndedir. Gruba uyum, toplulukçu kültürlerde bireyci kültürlerde olduğu gibi bir zayıflık ve birey olma özelliğini yitirme işareti sayılmaz. Ancak toplulukçu kültürden gelen insanların daha fazla uyma davranışı göstermesi beklentisi onların bütün gruplara kayıtsız şartsız uyacakları anlamına gelmez. Söz konusu olan grubun hangi grup olduğu uyma davranışının ne yönde olacağının saptanmasında önem taşır. Toplulukçu kültürlerde iç grup –dış grup ayırımı daha belirgindir. Sınırlar da belirgin çizilmiştir ve iç grup üyelerine karşı davranışlar dış grup üyelerine karşı davranışlardan farklıdır. Böyle bir farklılaşma uyum davranışının da hangi grupta ne şekilde alacağının ayırt edilmesini gerektirir.Toplulukçu kültürden gelen insanların iç grubun normlarını kendi normları gibi benimsediklerini ve iç grup normlarına uyduklarını göstermiştir. Japonlar için tanımadıkları kimseler bir dış grup oluşturdukları için onların yargıları daha az etkileyici olmuştur. Biz Türkler de toplulukçu bir kültürün üyeleri olarak iç grubumuz olan ailelerimizde veya mahallemizde daha fazla uyma davranışı gösterirken dış grup olarak gördüğümüz bir başka toplulukta veya kentte aynı şekilde davranmayabilir ve sosyal etkiye direnebiliriz Bu bölüme başlarken uyma davranışının insanlarda benzer davranışlara ve bundan ötürü de sosyal düzene yol açtığını görmüştük. Ancak bu olgudan hareket ederek, ‘’ insanlar sosyal düzeni oluşturmak için uyma davranışını gösterirler ’’ demek, teolojik bir muhakeme olur. Öyleyse, kişinin uyma davranışı göstermesini nasıl açıklayacağız? Şüphesiz, uyma davranışı kişiye bir yarar sağlamalıdır. Bu yarar nedir? Her uyma davranışı aynı yararı mı sağlar? Bu sorulara cevap aramak için gene bundan önce ele aldığımız araştırma örneklerimize dönelim. Asch’in çizgilerin uzunlukları konusundaki yargıları incelediği araştırmasında, belirgin fiziksel gerçeğe rağmen %35 gibi küçümsenemeyecek oranda deneyin uyma davranışında bulunduğunu görmüştük. Bu deneklere araştırmadan sonra davranışları hakkında soru sorulduğu zaman, bunların çoğunun alay edilmemek ya da hor görülmemek için gruba uyduğu ortaya çıkmıştır. Bu deneklerin varsayımı, grubun, kendinden başka türlü düşüneni kabul etmeyeceği şekildedir. Peki, bu doğru mudur? Hepimiz günlük yaşantımızda fikir hürriyetine saygı duymanın önemi üstünde durmuyor muyuz? Eğer öyle ise, bir grubun kendinden farklı düşünene hoş görü göstermesi gerekmez mi? Bu soruların cevabı, Schachter’in bir deneyinde ortaya çıkmaktadır. Bu deneyde, birbirlerini daha önceden tanımayan denekler bir örnek olay tartışması için bir araya getirilmişti. Tartışılan ve üstünde bir grup kararı alınması gereken örnek olay, suçlu bir çocuğun hayat hikayesinin incelenmesi ve bu çocuğa ne yapılması gerektiğinin saptanması idi. Her grupta araştırmacının üç asistanı da grup üyesi rolünde hazır bulunuyordu. Bunlardan biri tamamen grup görüşüne uymuş, ikincisi devamlı olarak grup görüşüne karşı çıkmış, üçüncü ise önce grup görüşüne karşı çıkmış fakat sonra fikrini değiştirerek gruba uymuştur. Bu durumda birinciye fazla iletişim yöneltmediği, en çok kendilerinden farklı düşünen ikinci ile üçüncüye konuşmalarını yönelterek onları ikna etmeye çalıştığı görülmüştür. Üçüncü sonradan gruba uyunca, ona yöneltilen grup iletişimi de azalmış, bütün baskı, grubun görüşüne karşı direnen ikinci kişiye yönelmiştir. Bu kişiyi ikna etme çabaları başarısız kalınca, grup bu sefer ona karşı tehdit hatta zor kullanmaya başvurmuştur. Bütün bunlara rağmen o üye gene de grubun fikrini kabul etmeyince, grup onunla konuşmaktan tamamen vazgeçmiş, onu reddetmiş ve onu yok gibi varsayarak kendi içinde bir karar almaya yönelmiştir. Böylece, grubun, kendine uymayan üyesini reddettiği ona hoşgörülü davranmadığı, ondan hoşlanmadığı görülmüştür. Demek ki, farklı fikre saygı, soyut bir şekilde değerli olarak kabul edilse bile, uygulamada bu pek de böyle olmamaktadır. Sık sık gördüğümüz karşıt fikre sahip grupların çatışmaları da buna açık bir örnektir. Asch araştırmasında saf deney ortamı içinde yaratılan gruptan farklı olma durumu işte bunun için birçok denek için rahatsız edici bir durumdur. Burada denekler uymama davranışının doğurabileceği sonuçtan çekindikleri için uyma davranışı göstermektedirler. Bu tür uyma davranışını “itaat” olarak nitelendirebiliriz. Sosyal uyma davranışı, “özdeşleşme” süreci sonucunda da ortaya çıkabilir. Burada birey, birisinin ya da bir grubun fikrine, ona benzeyebilmek için uyar. Özdeşleşme sonucu uyma davranışının temelinde, uyulanın cazibesi, değeri vardır. Uyulanın, uyanın gözündeki değeri devam ettikçe uyma davranışı da devam eder; bu değer kaybolursa, uyma davranışı da ortadan kalkacaktır. Uyma davranışı üçüncü bir mekanizma sonucu da ortaya çıkabilir; buna “benimseme” ya da “kendine mal etme” diyoruz. Bu tür uyma davranışında kişi, bir kurala ya da görüşe onun gerçekten doğru olduğuna inandığı için uyar. Burada uyulanın fikri, uyan için inanılır bir fikirdir; uyma davranışının temelinde bu inanma, doğru olarak kabul etme durumu vardır. İtaat, özdeşleşme ve benimseme, ilk defa Kelman (1961) tarafından ayırt edilmiştir. Kelman, bu kavramları sosyal etki ve tutum değişimi süreçleri olarak geliştirmiştir. Bu üç ayrı tür uyma davranışı, kişiye üç ayrı yarar sağlamaktadır. “İtaat”in sağladığı yarar, insanlar tarafından kabul edilmek, ödüllendirilmek ya da cezalandırılmak şeklinde düşünülebilir. “Özdeşleşme”nin yararı, kişiye, değer verdiği kimselere benzeme, onlar gibi olduğunu düşünme duygusunu sağlamasıdır. “Benimseme”nin kişiye sağladığı yarar ise, onun doğruyu anlama ve uygulama gereksinmesini tatmin etmesidir. Böylece itaat ve özdeşleşme, diğer insanlara dönük olarak onlarla ilişkileri olumlu yönde geliştirme görevini yerine getirirken, benimseme, kişisel bir görevi yerine getirmekte, kişinin doğru hareket ettiğine inanma gereksinmesini tatmin etmektedir. özdeşleşme ve benimsemenin işlevlerini gördük. Bu işlevlerin ya başkalarıyla olan ilişkileri düzenlemeye ya da doğruyu tanımlamaya yöneldiğini belirttik. Buna göre algılanan sosyal etki de ikiye ayırabiliriz. Bir kısım sosyal etkiyi kuralsal (normatif), bir kısmını da bilgisel sosyal etki olarak tanımlayabiliriz. Kuralsal etki, kurallara bağlı olup kişinin başkaları tarafından kabul edilme ya da beğenilme isteğine dayalı olan; bilgisel etki ise gerçekle ilgili kanıtları kabul etmekten kaynaklanan, bilgi veren etki olarak tanımlanabilir. Burada sosyal etkinin türü, bireyin onu algılayışı ile belirlenmektedir. Yani eğer birey bir sosyal etkiyi bilgi sağlayıcı olarak algılarsa, o sosyal etki bilgiseldir. Aynı şekilde, birey tarafından normatif ya da zorlayıcı olarak sosyal etki kuralsaldır. Bu kavramlaştırma çerçevesinde örnek araştırmalarımıza bir kere daha eğilecek olursak, Asch’in çizgiler hakkında uzunluk yargılarının yapıldığı deneyinde ve Milgram’ın itaat deneyinde kuralsal sosyal etkinin ve itaate dayanan uyma davranışının söz konusu olduğunu görürüz. Buna karşılık, Sherif’in oto kinetik etki deneyinde bilgisel sosyal etki ve benimsemeye dayanan uyma davranışı görülmektedir. Böylece, itaat - özdeşleşme - benimseme süreçlerini bir boyut üzerinde düşünebiliriz. Ayrıca, herhangi bir sosyal etkiye karşı, önce itaat, sonra özdeşleşme ve nihayet benimseme yoluyla uyma davranışının gelişebileceği de düşünülebilir. Örneğin, bir çocuk, babasının sözünü önce cezalandırılmakta korktuğu için; sonra babasına benzeyebilmek için ve daha sonra doğru bulduğu için dinleyebilir. Böyle yaşla ya da zamanla ilgili bir gelişim bazı davranışlar için söz konusudur, ancak her zaman için itaat özdeşleşme ve benimsemenin birbirini izlemesi gerekmez. Deneysel sosyal psikologlar bazen bilginin peşinde koşarken insanları şiddetli tecrübelere maruz bırakabilirler. Asch’in uyma deneyinde, insanlar önceden bir bilgiye sahip olmadan kendi gözlerinin açıkça gördüğüyle, bir grubun yanlış karar da hemfikir olması durumunda çelişkide bırakıldılar. Milgram’ın deneyinde insanlardan bir masum kişiye elektrik şoku vermeleri istendi. Sözü geçen deneyler, ciddi etik sorunlar taşımaktadır. Psikolojik deneylerde iki önemli kriter vardır: İlk olarak, araştırmacı, denekleri her türlü zarardan korumakla yükümlüdür. Denekler araştırmadan çıkarken, kendilerini en az girdikleri zamanki kadar iyi hissediyor olmalıdırlar. Bu da deneyden sonra bilgilendirme aşamasını zorunlu kılmaktadır, ki bu deneyin esas bölümünden daha fazla zaman ve çaba gerektirebilir. İkinci olarak ise, sosyal psikologlar için etik konusu tek taraflı bir konu değildir. Sosyal psikologlar, insanın iyiliği için insanları daha iyi anlamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla, onların toplumun bütününe karşı bir sorumlulukları vardır ve becerilerinin tamamını kullanarak araştırma yapmak yükümlülüğünü taşırlar. Aynur KOÇ Remziye YURTBAY Zehra ÜNAL Dilek BAYRAK