Godfrey Goodwin Yeniçeriler YENİÇERİLER Orijinal adı: The janissaries © Saqi Books, 1997 Y a z a n : Godfrey Goodwin İngilizce aslındın çeviren: Derin Türkömer Türkçe yayın hakları: © Doğan Egmonc Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş I. baskı / aralık 2001 3. baskı / haziran 2008 / ISBN 978-975-991-789-0 Sertifika no: 1105-3-4-002002 Kapak tasarımı: DPN Desıgn Baskı: Alcan Basım Ltd. / Yüzyıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi 222/A 34200 Bağcılar - İSTANBUL Doğan E g m o n t Yayıncılık ve Yapımcılık T i c . A . Ş . 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. I Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL Tel. (212) 246 52 07 / 542 Faks (212) 246 44 44 www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr Godfrey Goodwin Yeniçeriler Çeviren: D e r i n Türkömer Gillian'a... İ Ç İ N D E K İ L E R Çevirenin Önsözü 11 Giriş 15 B İ R İ N C İ B Ö L Ü M Yeniçeri Ocağı'nın kökleri İ K İ N C İ 17 B Ö L Ü M Devşirme düzeni Ü Ç Ü N C Ü 31 B Ö L Ü M İmparatorluğun temel direkleri D Ö R D Ü N C Ü 55 B Ö L Ü M Osmanlı ordusu B E Ş İ N C İ 65 B Ö L Ü M Zafer dolu yıllar A L T I N C I 115 B Ö L Ü M Büyük zafer Y E D İ N C İ 137 B Ö L Ü M Balık baştan kokar S E K İ Z İ N C İ 151 B Ö L Ü M Gözü keskin olanın bacağı uzun olur 179 10 D O K U Z U N C U B Ö L Ü M Laleler ve karmaşa O N U N C U 197 B Ö L Ü M Vakayi Hayriye 231 Sonsöz 2 4 7 Osmanlı sultanları 251 Dipnotlar 253 Teşekkür 293 Kaynakça 295 ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ Yeniçeriler''in yazan, değerli hocam Godfrey Goodwin 1957¬ 1968 yıllan arasında Robert Kolej'de (şimdiki Boğaziçi Üniversitesi) sanat ve mirnarî tarihi dersleri vermiş, ülkemize, tarihine ve insanı­ na duyduğu büyük ilgi ve sevgiyle toplumsal ve mimarî geçmişi­ m i z i inceleyen kitaplar yazmıştır. Bu kitabı çevirirken kendisiyle buluşup "yeniçeriler"i ve dola­ yısıyla Osmanlı tarihini tartışma fırsatım oldu. Aynca da mektup­ laştık. Godfrey Goodwin'in Osmanlı geçmişimize duyduğu heye­ cana ve b u kitabın yazılmasıyla ilgili anılarına mektuplarından alın­ tılar yaparak önsözümde yer vermeyi uygun gördüm. "Türkiye'ye i l k kez 1952 yılında gelmiştim. Bu seyahatimde gördüğüm Osmanlılardan kalan eşsiz rnimarî yapıtların kendine özgü nitelikleri beni çok etkilemişti. Sonradan İstanbul'a, Robert Kolej'de ders vermek üzere geldiğimde Anadolu'ya çok kez seya­ hat etme imkânı buldum. Böylece Selçuklu camilerini, kervansaray­ larını ve Osmanlı mimarî eserlerini mceledim. Divriği'deki o gizem­ l i Ulucami'nin ya da Edirne'deki, kusursuz bir abide olan Selimiye Camü'nin karşısında duyduğum heyecanı düşünün. Osmanlı yapıtları hakkında daha aynntılı bilgi aramaya giriş­ tiğimde Avrupa dillerinde b u konuda ne kadar az kitap yazılmış ol­ duğunu ve üstelik yazarların zaman zaman Osmanlı mimarîsini ha­ fife almış olduklarını gördüm. 1453'ten sonraki Osmanlı mimarîsi için köklerinin Bizans'tan geldiğinden ve Süleymaniye Camii'ndeki yarım kubbeler için Ayasofya'nın örnek alındığından bahsediyor­ lardı. Şu sonuca vardım ki, bu yazarlar her iki şaheserin de rnimarî aynntuarrru gereğince mcelemernişlerdi. Kendi kitabımı yazmak zorunda olduğumu hissettim. Bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun 12 eski topraklarını dolaşmamı gerektirdi. Ve böylece tam on yıl Os­ manlıların tutsağı oldum. İlk kitabım (History of Ottoman Architecture) bittiğinde Osman­ lı toplumu ve yaşamı hakkında tuttuğum notların kutular doldur­ duğunu gördüm. Bunların pek çoğu yeniçerilerle ilgiliydi. Osman­ lı yapıtları acemi oğlanlarına ve yaşlı ustalarına çok şey borçluydu. İçimde b u askerlerin k i m olduklarını bilmek ve sahip oldukları sa­ dakat duygusunun köklerine inmek isteği güçlendi. Osmanlılardan kalan abidelerde onların katkısını gördükçe ilgim daha da arttı. Ye­ niçeriler, Türk kültürünün yıllar boyunca bana aktardığı zenginli­ ğin bir parçası oldu. Türkiye'ye boş bir kalple gelmiştim, şimdiyse kalbimi alanla dolu hissediyorum." Godfrey Goodwin'in Yeniçeriler'ini yalnızca b u olağanüstü as­ kerlerin bir incelemesi olarak almamak, konuyu daha geniş bir perspektif içinde değerlendirmek gerektiği kanısındayım. Bu açı­ dan bakıldığında eserin yeniçerileri de kapsayan devşirme düzeni­ ne, Osmanlı ordusunda ve devlet yönetimindeki devşirmelere ve dönmelere de ışık tuttuğu görülmektedir. İmparatorluk altı yüzyıl­ lık ömrünü akıla ve sağlam temeller üzerine kurduğu bir düzen an­ layışı ve yönetim yeteneği sayesinde (tek bir sülale olarak) koruya­ bilmişti. Devşirme düzeni işte b u akıla görüşlerin ürünüydü. Bu işe önceleri genç savaş esülerİnin alınmasıyla başlanmış ve yeniçeriler devletin kuruluşunu izleyen ilk elli yıl içinde kurumlaşmıştı. Osmanlı İmparatorluğu çeşitli etnik mozaik parçalardan olu­ şan bir İslam devletiydi. Ancak Osmanlılar b u mozaiğin parçaların­ dan olan Hıristiyan kökenli devşirmeler ile dönmelerden yararlan­ masını bilmişti. Konuyu b u ağdan ele alarak Yeniçeri Ocağı'nm ku­ ruluş ve uzun yıllar varoluş nedenleri hakkında bazı yorumlar yap­ mak mümkündür. Şöyle ki, sultanın muüak gücünün korunması, uzun yıllar fetihlere dayalı bir politikanın başanyla sürdürülmesi ve imparatorluktaki feodal başkaldırıların bastırılarak devlet bütünlü­ ğünün sağlanması için özel eğitimli daimî bir askerî güce (muvaz­ zaf orduya) ihtiyaç vardı. Dolayısıyla kurulan devşirme düzeni Hı­ ristiyan kökenli gençlerden yepyeni bir insan (asker) tipi yarattı. Devşirmeler geldikleri topraklardan ve köklerinden kopmuşlardı. Katıldıkları Yeniçeri Ocağı'nı aile ocağı bilerek yetiştiler. Toplumun diğer kesimlerine yabana kalmalarım sağlayan biçimde eğitilip ko- 15 numlanclırıldılar. Her şeyleriyle Osmanlı hanedanına bağlıydılar. Yeniçeri gülbankmdaki "kulluğumuz padişaha ayan" sözcüğünün de belirttiği gibi sultanın kullanydılar. Öte yandan sultan da ocağa bir numaralı yeniçeri olarak kayıtlıydı. Devlette ucu sadrazamlığa kadar giden yolun kendilerine açık olması ve ocağın onurlu gelene­ ğinden aldıkları pay, b u devşirmeleri gıptayla bakılan bir konuma getirdi. Aralarından üstün nitelikli pek çok komutan ve sadrazam akü. Sultanlar, ordunun belkemiğini oluşturan yeniçerileri, hane­ danın her türlü iç ve dış düşmanlarına karşı koruyucu bir güç ola­ rak görmüştü. Toplumla kaynaşmasına bilinçli olarak olanak sağ­ lanmamıştı; ne dostu ne de soyu olan b u topluluk gerek kendileri­ ne gerekse devletin çıkarlarına başkaldıracak, cephe alacak bir güç oluşturamazdı. Nitekim b u devşirmeler kendüerinden beklenenler doğrultusunda uzun yıllar coşkuyla hizmet verdiler; ta k i impara­ torluktaki gerileme ve yozlaşma onlan da avuçları içine alana ka­ dar. Adına tarih dediğimiz belgeleri, bilgileri ve birikimleri müm­ kün olabildiğince ait olduğu dönemlerin şartlan, kavramları ve de­ ğer ölçüleriyle tartarak yorumlamak gerekir. Tarihten alınacak derslere, sağladığı yarara ve bütünüyle taşıdığı değere ulaşmak an­ cak bu şekilde mümkün olur kanısındayım. Derin Türkömer GİRİŞ Osmanlı hanedanının babası Ertuğrul Gazi Kuzeybatı Anado­ lu'nun küçük bir köşesinde sürülerini otlatan bir aşiretin reisiydi. Oğlu Osman Gazi, zengin bir ticaret merkezi olan Bursa'nın 6 nisan 1326'da Orhan Gazi tarafından ele geçirilmesinden birkaç gün son­ ra hayata gözlerini yumdu. Osmanlı orduları daha sonra Balkanlar'ı istila ederek Tuna Nehri'ne dayandılar. Böylece tecrit edilen Konstantinopolis 1453'te fethedüdi. 1517 yılma gelindiğinde I. Selim, Su­ riye ve Mısır'ı da Osmanlı egemenliği altina almış bulunuyordu. Os­ manlıların Roma'yı fethetme arzusu bir düş olarak kaldıysa da 1529'da Viyana'nm ele geçirilmesini engelleyen tek şey kötü hava koşullarıydı. Öte yandan Kuzey Afrika kıyılan Osmanlı yönetimi al­ tina girdi ve Türk donanması 1543 kışını Toulon'da geçirdi. Bütün b u zaferler sağlam bir yönetim ve müthiş bir askerî güç olmadan gerçekleşemezdi. Ücretli bir ordunun askerleri olarak eği­ tim gören yeniçeriler, Osmanlı askerî gücünün kalbini oluşturmuş ve bir süre Avrupa'ya korku ve dehşet saçmıştı. Kimdi b u yeniçeriler? Bu kitap Yeniçeri Ocağı'nrn tarihçesi olmaktan çok onlan in­ san değerleriyle ele alan bir incelemedir. Aradan geçen yüzyıllar ye­ niçerilerin karakter yapısını etldlernişti kuşkusuz, ancak sonuçta ne kadar değiştirmişti? BİRİNCİ BÖLÜM Yeniçeri Ocağı'run kökleri Anadolu üzerinde Karakuşlar 1336 yılında Kuzey Afrikalı bir gezgin, İslam dünyasını dola­ şırken Anadolu'yu güneyden kuzeye kat etmiş ve bizlere b u yolcu­ luğa ait izlenimlerini bırakmıştır. İbn Battuta bugün olduğu gibi o 1 dönemde de tanınan ve saygı gören biriydi. Bu nedenle türlü eşkı­ yanın ve başıbozuk göçebelerin kol gezdiği yörelerde bir beylikten diğerine gidebilme olanağı bulmuştu. Ülke, Moğol gücünün zayıf­ lamasıyla birlikte yetküerini Moğol Hanı'nrn Eretna gibi valilerin­ den alan ancak genelde kendi başına buyruk beyler arasmda bölün­ müştü. Bu topraklarda, coğrafyası gereği, yüksek dağlarla çorak alanlar arasına sıkışmış verimli bölgeler vardı. Buraların halkı çe­ 2 şitli diller konuşan ve etnik özelliklerine sıkıca bağlı topluluklardan oluşuyordu. Öte yandan soyguncu ve yağmacıların sürekli saldırı­ larından korunmak için ovalarda ya da dağlardaki kalelerine sığı­ nan halkın gönlünde eski tannlan hâlâ yaşamaktaydı. Bani inanç­ 3 lar günümüze dek gücünü pek kaybetmedi. Şöyle ki, kadınlar yine toplu halde Kars Kalesi'nin bayırlarına ürmanarak kökleri Kibele'ye uzanan törenler yapmakta, Elmalı'nın yanık yüzlü, gür sakal­ lı odunculan sırtlarında baltalarla ormanlardan indikleri zaman sa­ h i l köylerinin halkında heyecan yaratmaktadır. Helenistik ya da Roma döneminden çok önce Küçük Asya'nın yönetimi, zaman süreci içinde biri önemini yitirip bir diğeri Önem kazanan yollara dayanıyordu. Öyle ki, bugün Pertek'ten Divriği'ye uzanan anayol o dönemlerden kalmış, diğerleri ise çağdaş yollara dönüşmüştür. Bu yolların ardında halk, halkın ardında ise soygun­ cular vardı. Bizans yönetimindeki Hıristiyan toprak sahipleri ve İbn * Dipnotları 253. sayfadan itibaren bulabilirsiniz. 18 Battuta'nın sonraları dolaşacağı Müslüman beylikler büyük sorun­ la karşı karşıyaydı: Türkmen akıncıları. Bu akmalar gerçekten de 4 yenilginin ve yalnızlığa terk edilmenin öncüleriydi. Türkmenler (Karakuşlar adıyla bilinmektedir) tüm Orta As­ ya'da kötülük habercisi olarak tanınıyordu. Mükemmel biniciydiler ve en büyük özellikleri alüanndaki güçlü atlardı. Bunlarla günde 100 kilometre kadar yol alabiliyorlardı. Zorda oldukları zaman b u mesa­ feyi yaklaşık iki katına çıkartmalan mümkündü. Binicileri de aynı 5 derecede güçlüydü ve günde yirmi saat ata binerek bütün bir hafta gidebiliyorlardı. Sonradan Osmanlı ordusunda da olduğu gibi atlannı tavlalarda değil kazığa bağk olarak çadırlarının yanında bulundu­ ruyorlardı. Binicinin kamçısı vardı ama bunu gösteriş ya da köpekler için kullanırdı, aü için asla. Hiçbmriin mahmuza da ihtiyaa olmazdı. 6 Türkmen atklarrrun tarihi, yapüklan akınlardan ve yağmalar­ dan oluşuyordu. Bunu aynı zamanda okçuluktaki üstün yetenekle­ rine de borçluydular. A t üstünden birbiri peşi sıra athklan oklarla hedefe şaşmaz isabet sağlıyorlardı. En çok uyguladıklan zaman kazandrna manevra, kaçıyormuş gibi geri çekilerek sonra birden dö­ nüş yapıp saldrrmakü. Samanîler tarafından esir alınarak kulluk (bu sözcük İkinci Bölüm'de açıklanmaktadır) anlamında köleleştirilen Türkmenler değerli muhafızlar olarak kullanılmışü. Sonralan, hali­ feler de b u Türk kölelerinden gereğince yararlanmış ve bunlar gide­ rek Müslüman illerin yöneticileri bile olmuştu. Türkmenler, Selçuklu ordularının süvarileriydi. Anadolu bir­ birine rakip beyliklere bölündüğü zaman sınırlara akınlar yapan onlardı. Bu gaziler (Tann uğruna savaşanlar) -daha çok askerî ne­ denlerle- inançlarını Hıristiyan olan bölgelere taşıdılar. Müslüman­ lık Orta Asya'da pek fazla gelişmemiş, Arap tüccarlar ancak X. yüz­ yıla doğru Moğolistan'da ticarete başlamışlardı. Bu bölge büyük öl­ çüde Zerdüştçülük, Budistlik, Hıristiyanlık, Musevilik ve Manicilik gibi misyoner özelliği olan dinleri kendine çekmişti. Öte yandan şa­ mardık inanç ve gelenekleri kolayca silinmeyecek kadar köklüydü. Türkmenler, dağlara ve göklere tapındıklan b u ilkel inançlan da kendileriyle birlikte güneye götürdüler. îslam dinini ilk olarak Türk kökenli aşiretlerden oluşan büyük bir topluluk - i k i b i n çadır- 960 yılında kabul etti. Bunu, sınırlan tam belli olmayan devletlerin hükümdarlan izledi ve 1127'de Arslan Han, Buhara'da elli metre yük­ sekliğinde bir minare yaptırdı. 19 Türkmen boylarının, başlarında beyleriyle İran üzerinden Me­ zopotamya'ya inişi XI. yüzyıla rastlar. Bunların bir kısmı Türk kö­ künden olmayan Moğollardı. Moğollar, Çin kültürüne Türkmenler­ den daha yakındı; daha asil bir görüntüleri vardı. Cengiz H a n gibi bir önder halkı Öylesine hiçe sayardı ki, ardında korkunç katÜamlarIa dolu bir tarih kaldı. 1221 yılında Semerkant'ın fethinde burada yaşayan 100 000 nüfusun ancak dörtte biri hayatta kalabilmiş, yerli zanaatçılar kılıçtan geçirilerek yerlerine Çinli ustalar yerleştirilmişti. Osmanlı sipahileri (derebeylerinin süvarileri) işte b u feodal Türkmen gücünün ürünüdür. Göçebe yaşam tarzına bağlı kalan Türkmen boylan yakın tarihlere kadar Türk ve İran yönetimleri için endişe kaynağı olmuştu. Orta Asya, Türklerin ve Moğolların eski anayurdu olarak politik gücünü hiç kaybetmedi. Osmanlıların Orta Asya ile olan duygusal bağlan XVI. yüzyılda stratejik önem kazan­ mış ve Volga ile Don nehirleri arasında bir kanal açılması için giri­ şimlerde bulunmuşlardı. Bu kanal İran'la olan hududun üstünden aşarak Orta Asya'yla bir ticaret yolu oluşturma hedefini güdüyordu. Ancak K m m Tatarlarının başındaki Giray Han sözde bağlı olduğu Osmanlı'nın kendi sınırlan ötesinde güç kazanmasını istemediği için b u girişimi baltalamıştı. Osmanlı donanması b u kanaldan Hazar Denizine açılarak İran'daki Safevî devletinin çember içine alınması­ nı sağlayacaktı. Yeniçeriler Asya'nın çağasından hoşlanmıyordu, zi­ ra XVI. yüzyıl sonlarına kadar aralarında pek az Türk kökenli vardı. Sipahilere karşı içten içe duyduklan tepkinin de nedeni buydu Hudut, inanç ve coşku Bizans ordusu 1071'de Malazgirt'te bozguna uğrayınca Asya kökenli aşiretler Anadolu'ya doldular; Muhammed'in inana da onIan izledi. Bu inanç, sınır boylarına taşıdığı dayanışma ve omuzdaş­ lık gibi duygularla toplumun diğer kesimlerinden daha çok askerler arasında benimsendi. Batıl inançlar orduda egemendi. Bu savaşçı aşiretleri, şarabın ya da esrarın sarhoş ettiği mistikler ve şarlatanlar üe bağnaz dervişlerden oluşan karmakarışık bir güruh gölge gibi iz­ liyordu. Ancak b u gürültücü kalabalığın içinde kendini inancına gerçek anlamda adamış olanlar da vardı, tıpkı sonralan Ortaçağ'm sefih rahipleri (hatta günümüzde Athos DağL'run yıkık dökük manastirlarırun keşişleri) arasında gerçek Hıristiyanlar bulunduğu gi7 20 bi. Bunlar cesur ve ağırbaşlı tutumlan sayesinde bu göçebe kalaba­ lığı yerleşik topluluklar haline getirdiler. İşgalci Müslüman grupla­ rın peşinden giderek fethedilen topraklardaki y o l kavşaklarında tekkelerini kurdular ve buralarda halkın tarıma geçmesi için istikra¬ n sağlayıp güven kazandılar. Anadolu'ya eşkıyalık, terör ve ahlakî bir çürüme hâkimdi. Büyük araziler bölünmüş ve derebeyleri topraklarıru terk etmiştik İşte İbn Battuta böylece yetmiş yıl sonra b u güvence altonda zorluklarla karşılaşmadan seyahat edebÜdi. Dervişlerin çoğu yerleşik olan halkla aynı Türk soyundan ge­ liyor, aynı düşünüyor ve aynı beklentileri paylaşıyordu. Kısmen toplumcu olan görüşleri, merkezî otoritenin gücünü yitirdiği dö­ nemde yeni gelenlere verilen destek gibi, yoksul köylünün imdadı­ na yetişti. Sınır boylarındaki savaşçı aşiretler, dervişlerin arasındaki aşın dindarların verdiği gözü pek cesaret sayesinde alt edilmesi zor bir güce erişerek topraklarım genişletip hudutlarını korudular. Os­ manlılar b u savaşçıların sahip olduğu coşkuyu sonraları düşmanın savunma hatlarını yaran yeniçeriler için bir köprü olarak kullandı. Yeniçeriler bir intihar alayı değildi. Düşmanlan onlardan korkuyla kaçıyordu. Kazanılan en büyük şeref, yığdıklan düşman ölüleriyle ölçülürdü. Tarikatlann hepsi de savaş yanlısı değildi ve halka büyük öl­ çüde yayılmamıştı. Konya'da yerleşik, dünya nimetlerinden kendi­ n i çekmiş Mevlevîlerin, inleyen dervişler olarak tanınan ve Tann coşkusuyla ateşe ve kılıca karşı gözü pek Rufaîlerle hemen hiç ortak yanı yoktu. Kaldı k i toplumun yönetici sırunnı eğitip aydınlatan Mevleviler, XIV. yüzyılda filizlenmeye başlayan Osmanlı Devleti için, yoksul kesimin korku ve beklentilerine yüklenmeye çalışan avam tarikatlar kadar önem taşımıyordu. Tarikatlar, kurtuluşun kurnazca davranmaya ve gerçek düşünce ile amaon örtülü kalma­ sına bağlı olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Koruyucu bir zırh olan bu aptal görüntüsü, sonralan bübirini izleyen birçok hükümete so­ run olmuştu. Bunlar hileli işlere sapan açıkgöz köylüler ya da Rus serilerle aynı davranış biçiminin ardına saklanıyorlardı. Ancak kurnazlık yeterli olmuyordu. Açgözlü vergi tahsildarlan, arazi sahipleri ya da sipahiler başlarına çöktüğünde halk başka bir dayanağa daha ihtiyaç duyuyordu. Özellikle I . Selim'in XVI. yüzyılda sağladığı istikrarlı yönetim düzeninden önce, gelirlerin ve Anadolu nüfusunun azaldığı dönemlerde bir umut ışığı olmadan 21 yaşamak pek mümkün değildi. Bu umut vergi tahsildanyla yer de­ ğiştirip zalim bir baskı haline gelse de kurtuluşun bedeli olarak ka­ bul ediliyordu. Tarikatlar halkın umudunu ancak soyut anlamda canlı tutabi­ liyordu. Fakat bunun için yarattıkları inanç dünyası akıla olmaktan uzakti ve hiçbir zaman da akıl yoluyla beslenemezdi. I . Selim gibi sultanları gaddarlığa iten, b u bağnazlıkü. Anadolu'daki yobaz aşi­ retlerin başka türlü üstesinden gelmesine imkân yoktu. Önceleri, XIV. yüzyılda, beyliklerin daha küçük oluşu onları baskılardan uzak tutabilrnişti. Bunun nedeni halkın baştaki beye kolaylıkla erişebilmesiydi; her özgür doğan Müslüman'ın kendisini yönetene ulaşa­ bilme hakkı vardı. Gerçekten de, iki yüzyıl sonra Batı'da Muhteşem Süleyman olarak bilinen I . Süleyman'ın İstanbul'un merkezindeki sarayım hükümetin bulunduğu Topkapı'ya taşımasının bir nedeni de buydu. Böylece i k i yer arasında gidip gelirken halkın dilekçeler­ le kendisini geciktirmesini önlemiş olacakü. Osmanlılar başlangıç­ tan beri bu hakkı kadınlara da tanımıştı. Aralarından Osmanlı bey9 Hğinin de çıküğı aşiretlerin beyleri alçakgönüllü kimselerdi. Kaldıklan yerler ve camileri küçüktü, kasabalan ise köyden farklı değildi. Yazlık sarayları, ormanlarda ya da bir çay kenarında kurulmuş ça­ dırlardan ibaretti. Servetlerini ya üstlerinde taşırlardı ya da ibrik, ça­ nak gibi sahip olduklan nesnelerle sergüerlerdi. Hükümetin ileri ge­ lenleri hükümdar kadar güçlü kişiliğe sahip olduğu sürece merkezîleşmiş bir yönetimin yozlaşmasına pek imkân yoktu. Kaldı ki, hep­ si de kendini sancakı şerife adamış özgür kimselerdi. Bazılan dinin gereklerini âdet yerini bulsun diye yerine getiriyor olsa büe - fırsat düşkünü Bizanslı dönmeler gibi- İslam'ın bağlayıa gücü, agnostik görüşlerin açıkça ifade edilmesine imkân sağlamıyordu. 10 Oysa İslam, Hıristiyanlıkta da olduğu gibi ciddi çatlamalara uğramış ve mezheplere bölünmüştü. XVI. yüzyılda İran'da işbaşı­ na gelen sülale buna Örnektir. Şah İsmail'in temsil ettiği heterodoks 11 bir mezhep olan Şiîlik, ortodoks 12 (Sünnî) Osmanlı'ya ters düşmüştü. Osmanlıların Sünnî mezhebini kabulü ise kısmen coğ­ rafî nedenlere dayanıyordu. Eğer Osmanlılar başlarda Orta Ana­ dolu'ya yayılmış olsalardı, b u topraklarda esen Şiî kasırgasına ka­ pılabilirlerdi. Ancak Osmanlı'nın hayvan sürüleri de kılıçlan da kuzeye yönelmiş, yanlarındaki sufî dervişler de onlara ayak uy­ durmuştu. Konstantirıopolis'in çekiciliğine karşı koymak zordu ve 22 uzun süre dağlarda çoban olarak kalamazlardı. Çobanlar ile askerler arasındaki ilişkileri düzenleyen A h i kar­ deşliği savaş alanlarında ve şehirlerde yerini kanunlara bırakmak­ taydı. Doğa şartlan kırsalda yaşayanlan pasif kalmaya mahkûm ediyordu. Aralarında gözükara olanlar b u pasif yaşamdan kurtul­ mak için dağlara sığınarak eşkıyalık yapmayı seçiyorlardı. İbn Battuta döneminde şehirlerdeki düzen, genç esnaftan ve zengin çocuk­ larından oluşan gelişmiş bir A h i kardeşliği tarafından korunuyor­ du. İslamiyet bir inanç olarak askerî sınıf ile toplumun eğitim gör­ müş esnafı arasında bölünmüştü. Servet, kanunlara saygıyı da be­ raberinde getiriyordu. Kanunlara saygı ise aynı zamanda dine say­ gı demekti. Zira bütün kanunlar Tann'nm emirlerinden kaynakla­ nıyordu. D i n kanun demekti. Oysa Kuran, sadece aşiret düzeyindeki insan yaşamının te­ mel kurallarını kapsamaktaydı. Dolayısıyla bir yasalar dizisi olan hadisler (peygamberin sözleri) oluşmuştu. Kutsal deyişlerin yoru­ m u önyargıya ve değişik görüşlere yer verdiğinden ulema sınıfı kısmen de alman rüşvetlerle zengin olmanın yollarını buldu. Vakıf düzeni ise kırsalda ve şehirlerdeki arazilerin büyük bir kısmının dinî kuruluşların eline geçmesine sebep oldu- Servetin b u şekilde büyümesi her ne kadar ahlak dışı kabul edilse de, rucearían ve hâ­ kimleri yardımsever olmaya ve aşar vergisinin yükünü hafifletme­ ye zorlamıştı. Eşitler arasında eşitler XUI. yüzyıl Anadolusu'nda, İslamiyet'in alışılmış düzenini tersyüz eden eşitlik yanlısı bir akım, hayret verici şekilde gelişti. Bu akımın düşünsel köklerinin Karmatilerin, aydın kesimi uzun süre tehdit altında tutan, ilkel çöl komünizmi diyebüeceğimiz toplumcu inançlarına kadar indiği sanılmaktadır. Oysa b u türden kavramlar birçok kasabada Ahiler tarafından kurulan örgütlerce kabul gördü. Küçük zanaatkârlar ve tüccarlardan oluşan Ahiler, tutsak Gregori­ os Palamas'rn 1355'te belirttiğine göre akıllı ve okumuş kimseler­ d i . Bekâr kalmayı tercih etmelerine rağmen kadınlara karşı hoşgö­ 1 3 rülüydüler. Ancak onları eşit saymazlar, fakat kendilerine özgü ta­ likadan olmasını kabul ederlerdi. Ahiler de Quaker'lar gibi, kurduklan zaviyelerde yer içer, dualar eder ve ilahiler okurlardı. Zavi- 23 yeler kasabalardaki en göz aha yapıtlardı. I . Murad'm Hıristiyan doğumlu annesi Nilüfer Sultan adına İznik'te yapürdığı zaviye bunlara bir örnektir. İslamiyet'te buna benzer bir diğer gelişmeye rastlanmadığını söyleyen İbn Battuta ile diğer başka gezginler de bu zaviyelerde konaklamışlardı. 14 Hatta İbn Battuta zaman zaman kendisini ağırlamak için yanşan iki zaviyeyi de hoşnut etmek gaye­ siyle kaldığı süreyi ikisi arasında paylaşürrnışü. 15 Zaviyeler sadece dua edilip karın doyurulan ve de ilahiler okunan yerler değildi. Toplumun üeri gelenleri, vergilerini Ödeyen, zanaatlarında ustalaşarak halkın yaşam düzeyine katkısı olmuş kimseler zaviyelerde her gün bir araya gelir ve düşünce alışverişin­ de bulunurlardı. Konuştukları politik konulardı. Ahiler giderek gerçek güce sahip oldular ve savundukları görüşleri anarşik bulabi­ lecek yöneticileri bile etkilediler. Hatta başlarında bey olmadığı bir sırada Ankara'yı yönetmişlerdi. Elde yazılı kayıtlar olmaması nedeniyle Ahiliğin zayıflaması­ nı izlemek mümkün değildir. Bu çöküş Osmarüılann yükselmeye başladığı döneme rastlar. Onlar ile Ahiler arasında cihadın (kutsal savaş) gelişmesi yolunda verdikleri sözler açısından bağlar vardı. A h i için savaş demek cihat demekti. Beylere yaptiklan baskının ne­ deni de aralarındaki çatışmalara son verip onlan Allah adına sava­ şa çağırmaktı. Ahiler aynı zamanda eşkıyalar ve soyguncularla da uğraştılar. Osman Gazi Ölüm döşeğindeyken Bursa'nın ele geçmesinde Or­ han'a büyük destek vermiş, fakat Ankara yöresindeki Karaman Beyi'nin I . Murad'a başkaldınşı sırasında sorun olmuşlardı. Sonralan E Bayezid'e karşı Cem Sultan'a yardım ettilerse de Yıldı n m Bayezid'in Ankara'da Timur'a yenilmesinden sonra oğlu I . Mehmed'in tahtı tekrardan ele geçirmesine sebep oldular. Sultanın veziri olan muhtemelen Bogomü kökenli Arnavut Bayezid Paşa'yla yakın iliş­ kileri vardı. Paşa'nrn Amasya'da yaptırdığı cami, zaviye özellikleri­ ni taşımaktadır. A m a k i s ' e göre A h i l i k gençlere cesaret, onur, yü­ 16 celik, yardımseverlik gibi nitelikler içeren bir ayncalık sağlamıştı. Sonradan Osmanlıların, Ahilerin sahip olduğu b u özellikleri orta¬ dan kaldırması onlara çok pahalıya mal oldu. Ahil olduğu kadar zulme d e 17 karşıydı. Yeni yetişen bağlı olmaya, yedi kötülükten uzak durmaya, yedi kapıyı kapatmaya" ant içerdi. Tann'yı reddedenle 24 rahlan, vergi toplayanları ve tefecileri zaviyelere kabul etmezlerdi. Özellikle müneccimleri ve ulema üe hükümdarın koruduğu akıla düşünce ve dolayısıyla Özgürlük karşıti kimseleri aralarında barın­ dırmazlardı. Böylece, hoşgörülü ve bağışlayla olmayan kurallarla yüklü bir anlayıştan çok, daha yumuşak bir din görüşüne sahiptiler, insanların ufak tefek suçlan ve kusurlan arasında bir yol bularak ya­ şamı rahatlatan bir yaklaşımlan vardı. Örneğin şarap içmenin kötü bir yanı olmadığını savunur, aşın mutluluğu ararken, sakinleştirici etkisinden dolayı, uyuşturucu kullanmaktan da kaçınmazlardı. Gerçekten de Osmanlılar gazi niteliklerini kaybedip haris em­ peryalistler olarak Hıristiyan topraklan gibi Müslüman topraklannı da elde etmeye yönelince, gelişmiş merkezî yönetim, mistisizme ve halk sosyalizmine cephe aldı. A h i kardeşliği ortadan kaldmlmalıydı. Bazı görüşleri paylaşıyor olsalar da dervişler, ekonomik gü­ cün yanı sıra politik güçten de yoksundu. İbn Batutta o dönemde Osmanlı başkenti olan Bursa'ya geldi­ ği zaman şehir dervişlerle doluydu ve zaviye deyimi sadece onla­ rın konakladığı bir mekân anlamını taşımıyordu. Dervişlere büyük camilerde konaklamalan için bölümler ayrılmıştı. Buralarda aynca gezginler ve d i n adamlan da konaklayabiliyordu. Ancak Kons18 tantinopolis'in 1453'te fethi ve Fatih olarak bilinen II. Mehmed'in mütlakiyet dönemiyle birlikte camiler ve konaklama mekânlan birbirinden ayrıldı. A r t i k ulema meclisi iyice yerleşmiş olan Orto­ doks düzenin verdiği güçle sultanın camiinde toplanmaya başla­ mıştı. Dervişler dedikodularına Fatih'in külliyesindeki başka me­ kânlarda devam ettiler. Ahilere gelince, bunlar, 1453'e kadar Bi­ zans'tan kalan teamüllerin devam etmesine rağmen X V I . yüzyıl sonlarına kadar bir düzene kavuşamadılar. Loncalar yeni kökler­ den filizlenmek zorundaydı. Ancak bunlar artik özgür kuruluşlar değildi, devlet kurumlanydı. Sonradan güçlenmelerinde yeniçeri­ lerin de payı oldu. Küçücük tohumlardan kocaman meşeler büyüyor Yeniçeri Ocağı bir sis perdesi ardından çıkagelmiştir. Kökle­ rini araştırmak için onun gizemini, beraberlik ruhunu (esprit de corps) ve mutfak terminolojisinden kaynaklanan kendine özgü 25 mertebe düzenini de kapsayarak yapılan incelemede geçmişten ba­ zı izleri -zayıf da olsa- taşıdığım görmek mümkündür. Antikçağ panteonundan 19 yankılanan sesler b u gizemin eski dinlerle olan iUskisini çağnşürmaktadır. Yeniçerüerin, İslamiyet öncesi tanrılar­ la ve değerini yitirmiş A h i gelenekleriyle bağlanman, bilinçalü bir manevî ihtiyaçtan kaynaklanmış olabilir. Ancak b u hususun yeni­ çerilerin bir askerî güç olarak gerilemesinde büyük ölçüde katkısı olmuştur. Osmanlı hanedanı XTX. yüzyıla tökezleyerek girerken bu kaçınılmaz bir sondu. Avrupa'ya korku salmış bir askerî gücün geçmişini politik köklerinde aramak tuhaf gelebilir. Ancak, ister pasif ister aktif ol­ sun, ordular da politik topluluklardır. Aynca, Osmanlı Devletinde yüksek rütbeli subaylar, yeniçeriler Örnek alınarak eğitilirlerdi. Sa­ raydaki içoğlanlan farklı ve seçkin bir grup oluşturmasına rağmen bunların Yeniçeri Ocağı'yla bağlantısı soyluluğa özenmelerini Önlü­ yordu. Devlet gücünü kaybedene kadar aileden geçen unvanın sul­ tanlar nezdinde önemi yoktu. E. Mehmed soyluluğu baskı altında tutan bir politika izlemişti. Ulemanın karşı olmasına rağmen sonra­ k i sultanlar da halktan gelen ldmselerin yükselmesini desteklediler. Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa, anne ve babası Hıristiyan olduğu için bir köle konumundaydı. Büyük hukuk adamı Ebussuud "Müslüman doğmuş bir İdmsenin tanıklı­ ğı Sokollu'nun tanıklığından üstündür" diyerek, onun imparator­ luktaki en önemli mevkiye yükselmiş olmasına Önem vermemişti. 20 Hıristiyan doğumlu yeniçeriler ile sosyal üstünlüğe -ve daha çok gelire - sahip sipahiler arasındaki rekabeti besleyen temel neden buydu. Devlet de b u rekabeti kullanmıştı. İlk Osmanlı sultanlarının özel birliklere ihtiyacı yoktu. İhtiraslan alçakgönüllüydü. Yanlarında onlara katılan maceraperestler ve savaşçılar vardı. Mihaloğullan soyunu kuran Köse Mihal böyle b i ­ riydi. Kendisi paralı savaşçılardan oluşan Katalan lejyonunda çar­ pışmış, ardından düş lorıldığına uğrayıp İslamiyet'i kabul eden Bi­ zanslılara katılarak Orhan Gazi'ye Bursa'nın fethinde yardıma ol­ muştu. Orhan Gazi, kardeşi Alaeddin Paşa ve bir A h i olan Çandarlı Kara Halü Paşa'yla birlikte ordusunu onluk, yüzlük ve binlik bir­ likler halinde düzenlemişti. Sipal^erini Karesili bir Rum'dan dön­ me ve üstün yetenekli Evrenos Bey'in emrine vermiş, 21 Evrenos Bey aynı zamanda Rumeli'deki serhat boylarının da komutanı ol- 26 muştu. Orhan Gazi en büyük oğlu Süleyman Paşa'yı Rumeli bey­ 22 lerbeyi ve serasker olarak atamışü. Köse Mihal ise Türkmen süvari­ lerinin mirasçısı olan akmaların başındaydı. Bu komutanların par­ lak başarısı ve güçlenmesi, onlan kendi başlarına buyruk olmaya yöneltmiş ve Orhan Gazi'den sonra başa geçen I . Murad'rn akıllıca hazırladığı fetih planlarını altüst etmişti. 23 Yeniçeri Ocağı'nı gerçekten I . M u r a d mı yoksa bir yeniçeri olan Konstantin Mihayloviç'in dediği gibi, kendisinin 1455'te ocağa katılmasından otuz yıl önce E. Murad'rn babası I . Mehmed m i kur­ m u ş t u ? Başlangıçta yeniçerilerin orada burada kullanılan ve kur­ 24 tulmak için boşuna fidye bekleyen esirlerden oluştuğu sanılmakta­ dır. Bu esirler sadece sıkıntı yaratmıyor, aynı zamanda yeteneklerin boş yere harcanmasına sebep oluyordu. Muhtelif Osmanlı kayıtlan bu nokta üzerinde birleşmektedir. 1. Murad'rn amacına uygun ha­ 25 reket edilebilseydi, bunlardan değerli savaşçılar olarak yararlan­ mak mümkündü. Bu uygulama uzun süreden beri başka yerlerde olduğu gibi İslam ülkelerinde de vardı. Sonralan yeniçerilerin de yollandığı gibi b u esirler Türkçe öğrenmek için feodal sipahilerin çiftliklerine gönderiliyordu. Bu eğitim düzeni yeniçerilerin sipahile­ re Hssettikleri tepkinin tohumlarını ekmişti. 1362'de çıkanlan fer­ manla her 5 esirden büinin 5 ila 7 yıl arası b u çiftliklerde çalıştinlması öngörülmüştü. Ardından Gelibolu'ya ve 1453'ten sonra da İs­ tanbul'a sevk ediliyorlardı. Ücretli ordunun çekirdeğini b u Hıris­ 26 tiyan esirlerin oluşturduğu sanılmaktadır. Teşkil edilen birlikler Ye­ niçeri Ocağı'nın temeli olmuştu. Komutanlan, Osmanlı beyinin ma­ iyetinden seçiliyor ve böylece saygınlık görmeleri sağlanıyordu. Ocağın gerçek kimliğine kavuşması XIV. yüzyılın ikinci yansında, I. M u r a d dönemine rastlar. Hıristiyan çocukların zorunlu olarak alınmasından i l k kez 1438'de bahsedilmiştir. II. Murad'rn hükümdarlığı sırasında Sela­ 27 nik Metropoliti İsidorios Glabas, erkek çocuklan, Anadolu sahille­ rindeki Menteşeoğullan gibi beylikler tarafından gönderilen kor­ sanların kaçırdığı konusunda şikâyette bulunmuştu. Ufak çapta 28 da olsa, bir Osmanlı ordusu o tarihlerde kesin olarak kurulmuş bu­ lunuyordu. Yeni fethedilen Balkanlar'da mağlup düşmüş askerle­ rin oğullan askere kaydedilmişti. Karadeniz Bölgesi'ndeki Rumlara da aynı düzen uygulanmıştı. Aksi halde b u gençleri doğdukların­ dan itibaren zamanı gelince asker olmak dışında bekleyen başkaca 27 bir şey de yoktu. Öte yandan XVI. yüzyılın ikinci yansında Rume­ li'de ele geçirilen toprakların artması buralarda erkek gücü depo­ lanmasına da y o l açmışü. Bizanslılar b u kaynaktan yararlanmasını bilmişlerdi. Erkek çocuklan bir çeşit vergi karşılığı gibi toplayıp Konstantinopolis'te çalışüran bir düzen, muhtemelen Osmanlı dö­ neminden çok önce uygulandı. Başkent, b u çocuklardan yetenekli olanlara, köylerinde yaşarken akıllarından bile geçmeyecek meslek­ lerin kapılarını açmışü. 29 I . Murad'm topraklan genişledikçe, zorla alınıp askere kaydo­ lanların eğitimine pek zaman aynlamadı. Oysa yeni elde edilen top­ raklardaki halkın Hıristiyanlık görüşü, çoğunluğunu Rumların oluşturduğu bölgelerdeki halkın görüşlerinden farklıydı. Buralarda yaşayanlar Hıristiyanlığın kabul edilen inançlarından sapmış Bogomillerdi ve özgür düşünceyi benimsemiş Albi heretikleriyle yakınlıklan vardı. Sufîler ile Bogomillerin görüşleri arasında ortak nok­ 30 talar olması nedeniyle dervişlerin onlan ikna etmesi zor olmuyor­ du. A l i ' n i n mistisizmi ve çift çatallı kılıcıyla -Zülfikâr- olan bağlan­ tı yeniçerileri rahatsız edecek, ancak Zülfikâr daha sonra onların simgelerinden biri olacaktı. Yeniçeriler, Konstantin Mihayloviç Ör­ neğinde olduğu gibi, i l k başlarda Bektaşîlerin görüşlerine kaydı (bkz. Yedinci Bölüm). Şiî akımlar Ali'ye olan inana besliyor ve Os­ manlı'nın Ortodoks görüşünü reddediyordu. Bübirini etkileyen giz­ l i inançların bağdaşması zordur, ancak bunların önemi inkâr edile­ mez. Bogomil olan sadece halk değildi. 1444 üe 1461 yıllan arasmda Bosna kralı olan Stefan da Bogomil'di. Slavlar İslamiyet'i kolayca kabul ediyordu. Bu nedenle devşir­ me düzeni 1512'ye kadar Anadolu'da uygulanmadı. Bu da Balkanlar'daki uygulamaya karşı büyük bir tepki oluşmadığını gösterir. Öte yandan Tatarlar Kafkasya'dan topladıktan kız ve erkek çocuk­ larla köle ticaretini sürdürdüler ve b u köleler XIV. ve XV. yüzyılda İstanbul'a gemilerle yollandı durdu. 1400'lerde I . Bayezid'in sara­ yında içoğlanı olarak bulunan Johann Schiltberger çocukların-ya­ 31 kışıklı oğlanların ve güzel kızların- gemilerle getirilip satıldığım an­ latır. Köle ticareti Konstantinopolis'in 1453'te fethinden sonra da de­ vam etmiş, ancak H Mehmed Müslüman olanların getirilmesini ya­ saklamıştı. Erkek çocuklardan bir kısmı orduya, kızların bir kısmı 32 da hareme alındıktan sonra kalanlar Mısır'daki pazarlara gönderi­ lirdi. İtalyan tüccar Tenenti 7 000 kadar Tatar, Çerkez, Rus ve Macar 28 çocuğunun İskenderiye'de satıldığından bahseder. Tatarlar 130-140 dukaya satılırken Çerkezlerin fiyatı 110-120 duka dolayındaydı. Yu­ karı Adriyatik'teki barbar Uskok korsanlan b u konuda Papa V. Sbctus'a aracılık etmişlerdi. 1599'da 2 000 kölenin Ancona rıh­ 33 tımlarında satıldığı bilinmektedir. Tuna Nehri'nin güneyindeki toprakların büyük kısmı Osman­ lı egemenliği altına girince, merkezî hükümet kısa sürede Edirne'ye (eski Adrianopolis) taşındı. Mahallî prenslerin birbirlerine olan düş­ manlığından yıpranan b u ülkeler böylece 400 yıllık bir dönem bo­ yunca tek bir yönetim alünda toplanmış oldular. Buralarda yaşayan halk, iyi beslenen ve ücret düzeyi yüksek Osmanlı ordusunu, yağ­ macı ve şehvet düşkünü şövalyelere ve bunların serseri askerlerine tercih ediyordu. XVHI. yüzyıla kadar ordusunu sürekli eğitip süah alfanda tutabilen tek ülke Hollanda'ydı. Paralı askerler ise Hol­ 34 35 landa'nın b u uygulamasını aşağılıyordu. Osmanlılar sağlam bir di­ siplin ve ikmal ihtiyaçlarını satın alabilecek para gücü sayesinde yerli halkın kendilerine bağlanmasını sağladılar. Örneğin kölelik ve eşkıyalıkla Osmanlı'nın düzeni arasında seçim yapmak durumun­ da kalan Bulgaristan böylece 1393'ten 1878 yılında hürriyetine ka­ vuşana kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. 36 Bulgar prenslerinin acımasız derebeyliği kimsenin gönlünü kazanmamıştı. Osmanlı'ya boyun eğip İslamiyet'i kabul eden toprak sahipleri ve köylüler kel­ le vergisinden muaf tutuldular; dinî inançları kazançlarına boyun eğmişti. Hatta hükümet, vergilerdeki düşüş nedeniyle devşirme uygulamasını bile yavaşlattı. Aynı d u r u m 1463 ve 1482'de Osman­ lı egemenliği altına giren Bosna ve Hersek'te de oldu. Oysa b u böl­ gelerdeki halkın çoğu başka hiçbir yerde eşi olmayan b u ücretli or­ duya katılmaya gönüllüydü. Osmanlı ordusunun üniformalan çok görkemli ve göz alıaydı, disiplini ise mükemmeldi. Martinef i n XVHI. yüzyılda Fransız ordusuna verdiği düzene kadar Avrupa or­ dularında böylesine bir disiplin uygulanmamıştır. Askere alınabilecek insan gücü her zaman mevcuttu. Yeniçeri Ocağı'nın gelişmesi için gereken harcamanın karşılanabilmesi de büyük bir özen ve dikkatle planlandı. Bu husus, bazı paralı asker­ lerden oluşan birliklerde ve sonralan da korsanlıkta olduğu gibi ga­ nimete dayalı değildi. Vergi toynaklarının gereğince tahsisini ve harcamaların sorumluluk alfanda yapılmasını gerektiriyordu. Yeniçeri Ocağı'nın varacağı sonuçlan ne I . Murad ne de oğlu 29 Yıldırım Bayezid görebilirdi. Tıpkı İngiltere Kralı VH. Henry'nin Eton'da kurduğu okulun 1 400 erkek çocuğu eğitip ileriki yıllarda buradan topluma birbiri peşi sıra liderler kazandıracağını tahmin etmesinin mümkün olmadığı gibi. Balkanlar'dan ilk gelen b u basit köylü devşirmeler bir gün gelip kaderin kendüerine politik güç ka­ zandıracağını hayal bile etmediler. Kısa zamanda okçulukta ve ar­ dından silahşörlükte gösterdikleri ustalıkla ve de deneyimli asker­ ler olarak aralarındaki dayanışmayla gurur duydular. Birinci sınıf piyadeler olan yeniçerilerin Edirne ya da İstanbul'daki sıradan halk­ la hiçbir yakınlığı yoktu. Bu yakınlaşma, sanki birtakım tesadüfler sonucuymuş gibi, aslında bir boşluğu doldurarak sonradan oluştu. Yapıcı kavramlardan uzak olmalarına rağmen bir süre toplumda halkın haklarının savunucusu olarak yer aldılar. Yerûçerilerin tarih içindeki yükselişlerini işte b u olgu sağlamıştı. Ancak b u tırmanışın ucunda fildişi bir kule değil, sadece bir gözcü kulesi bulunuyordu. Onlar Osmanlı'nın devlet yönetim tabakası alünda süregelen çatış­ maları ve çoğunluğun mücadelesini b u kuleden izlediler. XIV. yüzyıl sonunda Timur, Yıldırım Bayezid'i esir etmiş ve böylece parçalanan Osmanlı Devleti'ni yok olma tehlikesiyle baş başa bırakmışü. I . Mehmed sufîlerden aldığı destekle kardeşlerin­ den kurtularak eyaletleri yeniden büleştirdi. 37 1416'da k u l (köle) düzenini kurdu. O dönemde yaklaşık 6 000 yeniçeri olduğu sanıl­ maktadır. Oğlu n. Murad yöneticilik yeteneğini ve mistik eğilim­ 38 lerini babasından almıştı. Yeniçeri Ocağı ücretli niteliğine tam anla­ mıyla onun hükümdarlığı sırasında kavuştu, ancak bunun gerektir­ diği masraflar nedeniyle asker sayısı açısından büyüyemedi. E. Murad, Bursa ve Manisa'da tasavvufî yaşamına çekilebÜmek gayesiyle 1444'te tahtı terk edince yeniçeriler, 14 yaşındaki oğ­ lu H. Mehmed'in yönenrnine karşı ayaklandılar. Karadeniz bölge­ sinde büyük topraklara sahip olan Çandarlı ailesinden Sadrazam Kara Halil Paşa'yı devirmek istiyorlardı. Kara Halil Paşa, isyanın bastırılıp Hıristiyan ordularına karşı konulması için E. M u r a d i der­ hal geri çağırdı. Tahtı terke mecbur bırakılmayı kendisine bir haka­ ret olarak gören II. Mehmed, Çandarlı Kara Halil Paşa'yı hiçbir za­ man affetmedi. II. M u r a d ' m 1451'de ölümü üzerine H Mehmed yeniden tah­ ta geçti. Hedefi olan Konstantinopolis'in fethi için eğitim görmüş askere ihtiyacı vardı. Bu nedenle Yeniçeri Ocağı'nı genişleterek dev- 30 şirrrıe sayısını artırdı. Aralarından seçtiği yapılı ve akıllı olanlardan ayrı bir grup oluşturdu. Bunlar geleceğin komutanlan ve devlet adamlan olmak üzere Enderun'da eğitildi. Onlardan daha aşağı 39 seviyedekiler gibi b u seçkin devşirmeler de İslamiyet'i kabul etme­ lerine rağmen köle konumundaydılar; ancak ne satın alınabilir ne de satılırlardı. Gerçekten de kapıkulu deyimi bunların sultana ait ol­ duklarını ve devletin güçlü olduğu zamanlarda Hazine'den beslendiMerini belirtmektedir. Buna rağmen sultan onları suçlu bulup ölümle cezalandırsa bile hiçbir itiraz haklan yoktu. Ayrıca, hiç de­ ğilse teorik olarak, ister idamla ister savaşta ya da doğal bir ölümle yaşamlarını yitirdikleri zaman tüm mal, mülk ve serveüerine el ko­ nurdu. Büyük yetkilere sahip olduktan için kapıkulu seçilmek çok önemliydi. İKİNCİ BÖLÜM Devşirme düzeni Sultanlar için bereketli bir hasat Asker olarak yetiştirmek üzere çocuk toplamak şaşırtıcı bir kavram olarak görülürse de bu, eski bir uygulamadır. Moğol hü­ kümdarları, savaşta ele geçirilen ve katlık dönemlerinde ailelerin­ den satın alınan çocukları askerlik için eğitirlerdi. Bu gelenek H i n ­ du kökenliydi. Büyük Petro'nun da, cehaletin egemen olduğu or­ 1 dusu için yetiştirilmek üzere on yaşma giren yetenekli Rus çocukla­ rını topladığı biünmektedrr. Osmanlı sultanlan savaş esrilerinin ön­ celeri beşte birini, daha sonraları da yansını dinî vakıflara para öde­ yerek alırlardı. H Mehmed esirlerden genç olanlarını kişi başına beş altın karşılığında alır, kâtipleri de bunlan Yeniçeri Ocağı için kay­ detmek üzere orduyla birlikte giderdi. Köle statüsünde olan b u ço­ cuklara penrik oğlanı denirdi. Pencik oğlanlan, köylerden toplanan devşirmelerin aksine, miras bırakamazlardı. Aralarından en yete­ nekli olanlan sultan kendisine alır, diğerlerini eğitilmeleri için Ana­ dolu'ya gönderirdi. 1455'te Novo Brdo ele geçirildiğinde halk şehir duvarlarını çevreleyen hendeğe dizilerek, aralarında Konstantin Mihayloviç'in de bulunduğu 34Û genç, Yeniçeri Ocağı'na ve destek kıtalarına kay­ dedilmişti. Bunlardan Konstantin'le bülikte on dokuzu kaçmayı ba­ şarmış fakat yakalanmıştı. Arkadaşlan bunu tekrar etmeyecekleri­ ne dair kefil olana kadar dayak yemişler ve atlara bağlanarak sü­ rüklenmişlerdi. Öte yandan madenlerde çalışan ailelerden alınan bir grup genç, sonradan II. Mehmed'i hançerlemeyi planlamış, an­ cak ele verilip yakalanınca boyunlan vurulmuştu. Bu suikast teşeb­ büsünü atlatan sultan, yakalandığı bulaşıa bir hastalık sonucu ya­ şamını yitirecekti. Tatarlar Rusya'ya yaptiklan akınlardan getirdik­ leri esirleri köle pazarlarında satarlardı. Sultanlar b u esirlerden ve 52 Kafkaslar'da köle statrisündeki ailelerden de insan kaynağı olarak yararlandılar. Akmaların Avrupa içlerinde, korsanların da Akde­ niz'de hasadı devam ederken toplanan esirler arasından akıllı ve yakışıklı gençler sultana armağan edilirdi. Başıbozuklar ve dönmeler deneyimli askerlerdi, uzun bir eği­ timden geçmeleri gerekmiyordu. Bunlar yeni savaş usulleri uygula­ yarak orduya katkıda bulunuyorlardı. Osmanlılan terk edip karşı saflara geçmeleri de pek söz konusu değildi. 1402 yılındaki Ankara Savaşı'nda Timur'a karşı çarpışan Sırp kuvvetleri buna örnek gösteruebilir. Bu yağmaa askerlerin Osmanlı ordusuna katılma nedeni zafer beklentisiydi. Böylece hem savaşma arzulan tatmin olmuş hem de ganimetten önemli bir pay almış olacaklardı. Bir şehir tes­ l i m olmayıp düşerse yağmalanırdı. Bir Palaiologos olarak doğan M u r a d Paşa, Aleksandros ve Mikhail olarak doğmuş İskenderoğlu ve Mihaloğlu gibi dönmeler Hıristiyan asıllı gönüllülerdi. Saflarına katildıklan devlet hem arazilerini koruyor hem de onlara iş sağlı­ yordu; dolayısıyla ihanet etmeleri akla gelmezdi Bu Hıristiyan do­ ğumlu dönmelerin tek serveti arazileriydi. Örneğin Macarların safı­ na geçselerbile sahibi olduklan topraklan alıp götüremezlerdi. Ara­ larından bazılan o dönemin Hıristiyan şövalyeleri gibi budalaca davranıp başına buyruk hareket etmeye kalkarsa, bunu ikinci kez tekrarlamaya fırsat bulamazlardı. Fakat askere alınan yeni bir sınıf vardı ki, bunlar sarayda ya da saraya bağlı okullarda eğitilip pekiştirilir ve giderek gelişen bir ge­ leneğe sadakatle katılmanın gururunu taşırdı. Bu kuruluş etkin bir topluluktu ve giderek hem sivil hem de askerî alanda otorite kaza­ nıp büyük bir güç olarak ortaya çıktı. Kendüerini halktan ayn kılan bir düzenin beslediği yeniçeriler, bir süre sonra devlete büe meydan okuyabildiler. Nitekim zaman zaman uygun ortamların oluştuğu­ 2 n u sezdiklerinde bile herhangi bir çıkara komutanın buyruğu altı­ na girmeyi kolayca kabullenmedüer. Sebep olduklan ayaklanmala­ rın çoğu kez felaketlerle sonuçlanması, ileriye yönelik düşünceler­ den ve yakıp yıkarak can almanın ötesinde yapıa bir planlama ye­ teneğinden yoksun olmalarından kaynaklanıyordu. Yeniçeriler Os­ manlıların i l k dönemlerindeki silah arkadaşlan gibi özgür kişiler değillerdi. Aksine devlet yapısının aynlmaz bir parçası olarak b u ağın içinde yer aldılar. Öyle k i b u yapının yıkılması kendilerinin de sonu demekti. Dolayısıyla uyguladıklan politikalar hiçbir zaman 33 küçük çaptaki kişisel çıkarlarının boyutlarını aşamadı. Öte yandan iş başına gelen hükümetler de, asilerin elebaşlarına görkemli un­ vanlar verip onlan maddî yönden memnun ederek etkisiz kılmaya çalıştılar. Ancak bunlar kıskanılır bir yaşam sürerken, giderek artan bir kayıtsızlık içinde sedirlerine yayılıp kendüerini destekleyen kit­ lelerden koptular. O zaman da yeniçerileri b u unvanlarından sıyı­ rıp canlarını almak kolaylaşh. Oysa kendi kişisel çıkarlarına hizmet ettikleri ölçüde topluma da hizmet vermeyi amaç edinmiş olsalar­ dı, saltanat yıkılıp giderdi. Ancak böyle yapmadılar, çünkü o niteli­ ğe sahip değillerdi. İlk sultanlar devşirme düzeniyle nasıl bir afacanı sırtladıklanru görebilselerdi b u işe herhalde ara verirlerdi. Oysa haklı olarak is­ tedikleri tek şey doğrudan kendilerine bağlı özel bir ordunun yaraülmasıydı; üpkı Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph'in de düşündüğü gibi. O da savaş için tamamen profesyonel bir ordu düşlemişti. Devşirme yoluyla askere alma kararı da böyle verildi. Ayrmülara büyük önem veren Osmanlılar bu karan alınca, kimse­ nin yanlış yorumuna meydan vermeyecek kadar açık ve kesin k u ­ rallardan oluşan bir devşirme düzeni kurdular. Büyütülecek tohumun seçimi İslamiyet'i kabul eden hiçbir çocuk özgür isteği dışında aske­ re alınmazdı, eğer yaşamla ölüm arasındaki seçime özgür istek de­ nebilirse (tarihte dinî inançlann bir t u t k u olduğu ve savaşarak öl­ menin istekle kabul edüdiği dönemler herhalde böyleydi). Doğru olduğu kuvvetle muhtemel bir diğer husus da d u l bir kadının tek oğlunun ya da bir köyün gençlerinden belirli bir oranın üstünde askere alınmaması kuralıydı. B u yalnızca merhamet duyguların­ dan kaynaklanmıyordu, Balkanlar' daki topraklarda tarımın geri­ lememesi gerekirdi. Uygulanan politika bir yönden de siyasî h u ­ zursuzluğu ortadan kaldırıyordu. Şöyle k i , erkek çocuklardan en yetenekli olanların seçilmesiyle lider niteliği taşıyanlar alınıyor, böylece geriye yumuşak başlılar kalıyordu. Devşirme, şehirlere uygulanmazdı. Oysa Atina'da en az i k i kez yapılmışta, ancak XVI. yüzyılda buranın nüfusunun köyden az büyük bir düzeye inmiş olduğunu hatırlamak gerekir. Şehirlerin halkına, sahip olduklan zanaatlar nedeniyle ihtiyaç vardı. Aynca bunlar yumuşak h u y l u 34 insanlar olduklarından kırsalda yaşayanlar kadar güçlü ve daya­ nıklı değillerdi. Evli olan gençler alınmazdı. Bunun doğal sonucu olarak aileler erkek çocuklarını on i k i yaşında evlendirirdi. Büyük 3 bir sadakatle bağlı olduklan sultanla aralarına başka tür bağlılıklar girmesini önlemek için yeniçerilerin emekli olana kadar evlenme hakkı yoktu. Romanya vasallık olduğundan, halk sultanın kulla­ rından sayılmaz ve burada devşirme yapılmazdı. Eflak ve Boğdan da haşatın dışındaydı. Yahudiler ve Çingeneler de alınmazdı. Ya­ hudiler şehirliydi. Doktorluk yaparlar, paşaların büyük arazilerini yönetirler ve buraların hesaplarını tutarlardı. Bunlar Müslümanlar gibi dînlerine sıkı sıkıya bağlıydılar. Çingeneler ise açıkça hor gö­ rülürdü. Ermeniler başlangıçta b u uygulamanın dışmda tutuldularsa da zaman içinde aralarından bazılan askere kabul edildi. Rumlar pek rağbette olmamalarına rağmen aralarından seçkin pa­ şalar bile çıkü. Devşirme düzeni giderek Anadolu'ya da uzandı, ancak buradan askere alınanlar Balkanlar' dan toplanan Slavlar ka­ dar rağbet görmedi. Bazı aileler oğullarmm İslamiyet'i kabul edip savaşlara sürül­ mesinden korkuyordu. Kendi çocukları yerine gidecek başka ço­ cuklar bulmaya çalışmak, kayıp olduğu iddia edilen gençler için konmuş kurallar ve papazın kalbi uygun biçimde yumuşatılarak k i ­ lise kayıtlarından silinmiş isimler duyulan b u korkunun kanıtlan­ dır. Devşirme işlerini yürüten ağa, cambaz (beygir taciri) ya da sü­ rücü gibi kaba isimlerle anılırdı. Bu düzenin başansrnı, devşirilenler arasından yetenekli k i m ­ selerin devlet yönetiminde en yüksek mevkilere gelebilmiş olması açıkça göstermektedir. Öyle k i , Müslüman aileler devşirilen Hıristiyanlara karşı zamanla haset duymaya bile başladılar. Böylece XVI. yüzyılda Hıristiyan çocukların Müslümanlarla değiştirilmesi bir tür ticarete bile dönüştü. Ancak bunun akıllıca yapılması gere­ kirdi zira Müslüman çocuklann çoğu o zamana kadar sünnet edil­ miş oluyordu. XVII. yüzyıla gelindiğinde kurallara aykın olması­ na rağmen yeniçerilerin oğullan ve Müslüman doğmuş olanlar açıkça ocağa alınmaya başlandı. Bu uygulama doğal olarak Yeni­ çeri Ocağı'nrn niteHUerini de değiştirdi. 1515'te Bosna ve Saraybosna'dan alınan 1 000 devşirme doğuştan Müslüman'dı, ancak babalan Müslüman doğmuş olmadığından bunlara bütünüyle öz­ gürlük tanınmamışti. Bu örnek Bogomil Balkanlar'da devşirme 4 35 islerinin ne kadar hız kazandığını göstermektedir. 1550 yılında Fi­ listin'deki tımar saMplerinin giderek askerlik hizmetinden kaçtığı ve bölgedeki şehirli halkın Yeniçeri Ocağı'na alındığı kaydedilmiş­ tir. Yani bunlar ulufelerini almışlar, fakat baştaki subaylan razı ederek özel yaşamlarını da sürdürebilmişlerdi. Ancak b u gibi uy­ 5 gunsuz davranışlar daha çok eyaletlerdeki mahallî yeniçeriler ara­ sında meydana gelmiş, başkentteki düzenle pek ilişkili olmamışür. 1564'te çıkarılan bir fermanla Müslüman doğumlu ve sünnetli ol­ sa bile Bosna ile Saraybosna'da devşirilen erkek çocukların ocağa alınmaları yasalaşnnldı. Bu ferman Bosnalıların yaptığı başvurulan n yamaydı ve yıllar önce başlatılan kanundışı uygulamayı res­ men onaylamış oluyordu. Devşirme yedi yılda bir yapılırdı, ancak XVI. yüzyıldaki bü­ yük savaşlar süresince ordunun asker ihtiyacını karşılamak için ça­ resiz kalınarak daha sık tekrarlandı. O dönemde kendisi de yeni­ 6 çeri olan Ramberti, yüzyılın iik çeyreğinde her dört yılda bü devşir­ me yapüdığmdan bahseder. Ancak b u ender bir uygulama olup ka­ nıtlanmamıştır. XVI. yüzyıl başlarında çıkanlan bir fermanla dev­ 7 şirme adedi kırk evden bir çocukla sınırlandırıldı. 1573'te Balkanlar ve Anadolu'dan devşirilen çocuk sayısı 8 000" di. Bu rakam yüzyılın başlarına oranla bir miktar azalma göstermektedir. 1637'deki devşirme işleminden sonra uygulamaya 12 yıl ara verildi. Ancak IV. Murad'rn ihtiraslan hudutsuzdu ve Yeniçeri Oca­ ğı'nda reformlara başlamıştı. Bu nedenle bir yıl sonra yeniden dev­ şirme yapıldı. Aynı dönemde yaşayan ve IV. Murad'a yakın olan Evliya Çelebi, devşirmenin her yedi yılda bir yapıldığını ve 8 000 k i ­ şinin ocağa alındığım yazmaktadır (bunlar doğrudan ocaklara ya da kışlalara gönderildiğinden çocuk olamazdı). 1666'da Enderun için özel olarak devşirme yapılmış ise de son önemli devşirme uy­ gulaması 1663'tedir. Bir diğeri on yıl sonra yalnızca Yunanistan'a 8 uygulandı ve Köprülü Ahmed Paşa 3 000 çocuk toplamakta büyük güçlükler çekti. Paşa, hücum taburlarına moral verir düşüncesiyle topladıldannın arasına akrobatlan ve hokkabazlan da katmıştı. ÜT. Ahmed 1705 yılında 1000 çocuğu ocağa aldığı zaman, devşirmenin Özünden tamamen uzaklaşılmışti. Ocağa alınanlarda yaş sınırının ne olduğu pek açık değildir ve elmanın bir mevsim bol bü mevsim kıt olması kadar farklılıklar göstermiştir. Ramberti b u gençlerin 10 ila 20 yaşlan arasmda oldu- 56 ğundan bahseder. Oysa Lybyer'in araştırmaları en gencin 12 yaşın­ da, Reşad Ekrem Koçu ise sadece üstün yetenekli olanların 20 yaşı­ na kadar askere alındığını belirtmektedir. Koçu muhtemelen b u 9 yaşlarda devşirilmiş olan Mimar Sinan Abdulmennan'la ilgili ko­ nuya açıklık getirmek amacını güdüyordu. Sinan, doğum yeri olan Ağımas'tan (Mimarsinanköy) uzaklaşmak isteyen diğerleri gibi sü­ rücüyü rüşvetle kandırmış olabilirdi. Osmanlı kaynaklan 1601'den sonra devşirilenlerin genelde 15 ila 20 yaş arası olduğunu kaydeder. Bazı dönemlerde Enderun eğitimine başlangıç yaşının 13 olduğunu belirten farklı bilgilere de rastlanmaktadır. Çocukların çok genç yaş­ larda devşiriımesinin uzun vadeli bir politika izlendiği takdirde mümkün olabileceği açıkür. Devşirme için özenle hazırlık yapılır ve buna aylar önce baş­ lanırdı. Her bölge 40 çocuk çıkarmak zorundaydı. Yayabaşı (sipa­ h i subayı) ve sürücübaşı ağa bir yerden diğerine yanlarında bir kâtip ve seçilmiş çocuklarLa birlikte g i d e r d i . Bu konvoy acıkmış, 10 susamış ve yorgun olarak bir köye girdiğinde, beklentileri ne olur­ sa olsun, aileler mutsuz bir gün yaşardı. Papaz, vaftiz listeleri elin­ de, çocuklar da babalanyla hazır beklerken anneler ve kız kardeş­ ler evlerinde gözyaşı dökerdi. Sonra her aday bedenî ve aklî yön­ den muayene edilirdi. Balkanlar kırsalındaki yaşamın verdiği n i ­ telikler nedeniyle sağlam yapılı gençler bulmak zor olmazdı. Ye­ tenekli görülmeyenlerin yerini sırada bekleyen bü diğeri kolayca alırdı. Zekâ düzeyinin ölçülmesinde, b u konudaki deneyimin ve gözlemin yanı sıra frenolojik yöntemler de uygulanıyordu. Oy­ 11 sa kafatası yoklanarak yetenekli görülen köyün aptalı ne kadar ümit vaat etse de kayda geçirilmezdi. Aralarında böylelerine sık rastlanırdı. Seçim işi tamamlanınca iki nüsha tutanak hazırlanır, bunlar­ dan birini yayabaşı diğerini sürücü alırdı (bunun nedeni köleler de­ ğer taşıdığından, dürüst olmayan sürücünün çocuklardan maddî çıkar elde etmesini önlemek için kontrolün i k i kez yapılmasını sağlamaku). Her sürücü Balkanlar'dan topladığı çocuklan 100 ila 120 kişilik gruplar halinde İstanbul'a getirirdi. Şimdi sıra gözyaşlarına 12 gelmişti ve aynlığrn verdiği hüzün en yoğun biçimde yaşanıyor ol­ malıydı. Oysa tozlu yollan arkadaşlanyla yan yana yürüyerek çiğ­ neyen çocuklar yeni bü maceranın başlangıcında hissedilen heye­ canlarla doluydu. Onlar yükselmeyi ve zengin olmayı düşlerken 37 köydeki aileleri, oğullarından kuşkusuz çok daha uzun süre gözya­ şı dökerek tarlalarına dönerlerdi. En azından yedi yıl sonra tekrar­ lanacak bir ziyarete kadar rahatlardı. Giriş sınavı: işler ve alışılmadık işler Çocuklar ikinci kez Edime ya da İstanbul'da muhtemelen ye­ niçeri ağası tarafından tepeden tırnağa çırılçıplak muayeneden ge­ çirilirdi. İki arada, sanki bir boşlukta gibiydiler. Çocukların künye­ lerine, uzaklarda kalmış olan babalarının gerçek adı yerine takma adlar yazılırdı. Bunlar Abdullah (Allah'ın kölesi) ya da Abdülmennan ya da abd (köle) takısıyla başlayıp babanın Müslüman ol­ madığı anlamını taşıyan çeşitli isimlerdi. Öte yandan oğlanlara Müslüman adlan takılır, İslamiyet'i kabul ettiklerinin işareti ola­ rak da sünnet edilirlerdi. Zekâ düzeyleri yeniden mcelenir ve so­ nunda - y a da sonuna doğru, züa Osmanlı tarihinde her zaman is­ tisnalar vardır- kaderlerine teslim edilirlerdi. XVI. yüzyıl başların­ da 5 000-6 000 devşirmenin arasından ülkenin gözdesi olan Ende­ r u n için yalnızca 100 ila 200 arası çocuk seçilirdi. Bir dönem, en ye­ tenekli görülen devşirmeler doğrudan saraydaki Enderun'a 13 göndeıilrnişti. ikinci tertip devşirmeler ise saray dışındaki okulla­ ra verilmişti k i aralarında, kuşkusuz büyük Mimar Sinan gibi, üs­ tün nitelikli olanlar da vardı. Ancak bunlar kafatası yapılan açısın­ dan ya da yeterince güzel bulunmadıklanndan ikinci tertibe alın­ mış olurlardı. İlerki yıllarda acemi oğlanlan bir süre Galatasa­ ray'da (Mektebi Sultanî) hazırlık eğitimi gördükten sonra saray için seçilmeye başlandılar. Sarayda Enderun eğitimi görenlere içoğlanı denirdi. Bunlar­ dan 400 kadarı Galatasaray'da eğitiliyordu. Öte yandan Kanunî Sultan Süleyman'ın gözde sadrazamı mrahim Paşa, Hipodrom'dak i (Atmeydanı) bugün müze olan sarayında Bosnalı ve Arnavut devşirmeler için üçüncü bir okul açmıştı. 1624'te Baudier'nin anlatbklanna göre 140 metre cephesi ve 600 kadar odası bulunan b u bü­ yük saray -İbrahim Paşa Sarayı- resmî törenler ve şehzadelerin tür­ lü eğlenceleri için kullanıldıktan sonra 400 öğrenciye okul olmuştu. Burada onlara edebiyat, süah bilgisi ve diğer dallarda eğitim verilir­ di. Evliya Çelebi'ye göre bu okullardaki dinî eğitirrv medreselerde verilenden daha üstündü. Öğrenciler aynca okçuluk, brrûcUik ve ci- 38 rit atmanın yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe de öğrenirlerdi. Eği­ tim konuşma, düzyazı, şiir, musiki ve hat sanatını da kapsardı. İb­ rahim Paşa Sarayı sonraları XVII. yüzyıl ortalarında I . İbrahim tara­ fından geçici olarak kapatıldı. Sultan, aynı zamanda Galatasaray'ın gelirini de kesmişti. İbrahim Paşa Sarayı sonraları bir şekilde varlı­ ğını sürdürebildi, ancak buradaki öğrenciler süvari olamıyor, zülüf­ lü baltacılar koğuşunda basit temizlik işleri yapıyor ya da yeniçeri kışlalarında aşçı, f i r m a ve çamaşırhane görevlisi olarak hizmet edi­ yordu. Galata ve Edirne'deki okullar, IV. Murad döneminde (1623¬ 1640) devşirmelerden Enderun için seçim yapılması tamamen sona erdiği zaman kapatıldı. İyi bir eğitim görmelerine rağmen içoğlanlan kendi yaşıttan gençlerden farklı davranmazlardı. Biri Fransa Evi'nin (Maison de France) bahçesinden meyve çalmış, bir diğeri Fransız sefirine küçük muziplikler yapmıştı. Fransız Sarayı, bugün de olduğu gibi Galatasaray'ın bahçesine bitişikti. Kâtip meyve ola­ yını şikâyet etmiş, sefir de akşamüstü masasında çalışırken açık pencereden birtakım çığlıklar duymuştu. Sesler sanki Galatasa­ ray'da dayak yiyenlerden geliyordu. Ancak bunların gerçekten suç­ l u öğrenciye m i yoksa taklitçi bir yaramaza mı ait olduğunu hiçbü zaman anlayamamıştı. En az rağbet gören okul Gelibolu'daydı ve acemi oğlanlan bu­ rada XV. yüzyıldan beri denizci olarak yetiştiriliyordu. Bir dönem bunlardan 2 000'i Gelibolu'nun karşı kıyısında bulunan Çanakka­ le'deki savaş gemilerinde, 5 000'i de Haliç'teki tersanede görevlen­ dirildi. Haliç Tersanesi aynı dönemin Venedik tersanelerine rakipti. Bü kısmı burada aşçı yamaklığı ve odun kesme gibi işlerde, 2 000 kadan da saraya ait bahçelerde çalışıyordu. Bu bahçelerin arasına Bursa ve Manisa'daki saray bahçelerine ait büyük çiçeklikler ve meydanlar da dahildi. Ancak acemi oğlanlarının tümünün de pay­ laştığı tek bir nokta vardı: savaş için eğitilmek. Diğerleri ise ordu emeklisi olan çiftçiler tarafından 25 akçe gi­ b i küçük bir ücretle i k i ya da dört yıl süreyle kiralanıyordu. Fransız ElçiJiği'nde çalışan Nicolay'a göre bunlar artakalanlardı. Balkan­ 14 l a r d a n gelenlere Türkçe ÖğretiHr ve ağırlık kaldırma çalışmalanyla vücut yapılan sö/ylendiğm&göre.360'kiloyu birkaç adım taşıyabile¬ cek kadar güçlendirilir, ,-dolaya 15 iyi-gıda almalarına özen gös­ terilirdi. Bunlar Şehzade Camii yakınındaki acemi oğlanı kışlasında 39 kalırlardı. Bu kışlada yaklaşık 2 500 acemi oğlanı barındıran, her bi­ ri 70-80 kişilik 31 koğuş vardı. Sarayda nöbet tutanlar kışlanın dış duvarlan üzerindeki kulelerde yatarlar, ordu sefere çıküğı za­ 16 manlar şefinde k o l l u k görevi yaparlardı. Zmdeliklerrni korumala17 n için bunlara su dağıtım işlerinde, askerî kuruluşlarda, saraya ait yapılarda duvarcılık gibi görevler yüklenirdi. Süleymaniye Külliyesi'nde çalışan işgücünün yansı bunlardan oluşuyordu. 300 acemi oğlanı Şehzade Carnii'nin yanındaki Eski Odalar da 7 ve kışlalan yakınındaki yeniçeri fırınına bitişik bekâr koğuşlarında kalırdı. Salhanelerdeki kasaplara çıraklık edenlere de benzeri yerler verilirdi. Bu salhanelerde Yeniçeri Ocağı'na ait sürülerden kesim yapılırdı. 1566'da çıkan bir fermanla 20 acemi oğlanı Edime, 250'si de Topkapı Sarayı'na ait bahçelere gönderilmiş, on yıl sonra bunla­ ra 120 kişi daha üave edilmişti. 1573 ağustosunda 150 acemi oğlanı eşit sayıda bostancıyla birlikte kışlık odun kesimi için izmit'e yol­ landı. 1577'de bir fermanla acemi oğlanlan sarayın kilerlerinde ve çiçek tarhlarında çalışmaya başladılar. Bir kısmı da mutfaklarda sultanın sofrası için sebzelerin hazırlanmasmda, peynir ve yoğurt yapımında aşçı yamağı olarak görev aldı. 1586'daki fermanla Anadolu'dan 20, Balkanlar'dan özel ola­ rak seçilen 25 acemi oğlanı konakların muhtelif işleriyle görevlendi­ rildi. 7 acemi oğlanı saray çamaşırhanesinde, 10'u da atların bakı­ mında kullanılarak b u böylece sürüp gitti. 1572'de 54 acemi oğlanı lağımlarda çalışmaya başladı ve 1578'de 50 kadarı su dağıtım işleri­ nin başındaki ağanın ermine verilerek muhtemelen boru döşenme­ sinde kullanıldı. O dönemde b u işlerin başında "dalgıç" lakabıyla anılan ve çevresine korku salmış Davut Ağa vardı. Bu takma ad kendisine Galata Köprüsü yakınındaki Yenivalide Camü'nin temel­ lerini atarak inşaata başlamış olduğu için verilmişti. Bir dönem ye­ niçeriler Tophane'deki top dökümhanesinde de çalıştılar. 1587'de 100 kadar acemi oğlanı buraya dökümcülük, demücilik, marangoz­ luk gibi işlerde yardıma olarak kullanılmak üzere gönderildi. 1623'te eski sultanların d u l kadınlarına hizmet için toplam 1 277 acemi oğlanı Eski Saray'da, Galata'daki sarayda ve irjrahim Paşa 18 Sarayında ve sultanın emrinde görev aldılar. Bunlar süpürgecilik, su taşıma, aşçılık ve buzhanelerde hamallık gibi işlerde çalışırlardı. B ü kısmına da yeniçerilerin hayvan sunilerine bakan sÜahlı çoban bölüğünde ve askerî törenlerden önce sokakların süpürüimesi gibi 40 işler v e r i l i r d i . 19 Şehirdeki yaşam birtakım kaçamaklara y o l açıyordu. Yeniçe­ riler meyhanelerin tadını çıkarıyor, yeni gelenler de ağabeylerini iz­ liyordu. Evliya Çelebi'nin hem aşağıladığı hem de keyif aldığı kö­ çek oğlanlar, raksederken acemi oğlanı üniforması giyerlerdi. Üstün nitelikli birlikler I . Selim, XVI. yüzyıl başlarında uyguladığı poütikanın İran'a, Suriye'ye ve Mısır'daki Memlûklara karşı savaşa yol açacağını an­ lamıştı. Bu d u r u m büyük çapta bir askerî güce İhtiyaç gösteriyordu. Böylece devşirme yoluyla asker toplamak üzere ilk kez Anadolu'ya başvuruldu. Küçük Asya'dan almanlarm sertleşip güçlenmesi için Balkanlara gönderilmesi gerekiyordu. Bu uygulamayla çocuklar­ dan mçbirinin gerisin geriye evine kaçabüecek kadar yakında ko­ nuşlandırılmaması da göz önüne alınmışü. Anadolu'dan gelenlerin Türkçe öğrenmesi gerekmiyordu ve X V I . yüzyılda Balkanlar'daki sipahi tımarlarının ucuz işgücüne ihtiyacı vardı. 1512'deki devşirme uygulamasında en ağır yük, Anadolu Rumlarının omuzlarına binmişti. Ancak asker olarak bunlara pek rağbet edilmiyordu. Ispartalılann soyundan geldilderini savunan ve en sert savaşçılar olarak bilinen Arnavutlar en gözde olanlardı. Osmanlılar arasında örnek gösterilir, hevesle hizmet etmeleri aynı derecede savaşçı olan Karadağlılarla tezat oluştururdu. Karadağlı­ lar, yüksek dağlarda yaşarlar ve onları askere almak için gelen he­ yetleri geri çevirirlerdi, Osmanlı yönetimi Arnavutluk'ta şehirler ve ovalarla sınırlıydı. 1565'te meydana gelen bir ayaklanmadan başka devşirme uygulamasına karşı burada hiçbir başkaldın olmaması dikkate değer bü husustur. Arnavutlardan sonra en çok itibar gö­ ren askerler, küçük bir İtalyan grubu dışında, Sırplar, Bosnalılar ve Hırvatlardı. Topçuluk tekniğinde uzman İtalyanlar olmasaydı I. Se­ l i m İranlılan ve Memlûklan yenemezdi. Rumların arasından birçok yüksek rütbeli asker çıkmış, ancak bunlar Kanunî Sultan Süley­ man'ın en yakını olan Sadrazam İbrahim Paşa'nın gölgesinde kal­ mışlardı. Bunun nedeni kendisinin eşit rütbeliler arasında en kı­ demlisi olmaktan çıkıp sultanın başyardımcısı sıfatıyla doğrudan ona karşı sorumluluk yüklenmesiydi. İbrahim Paşa, Süleyman'ın 41 gençlik yıllarından beri can dostuydu. Savaş alanındaki komutanlı­ ğı kadar, yönetimde de parlak başanlar sağlayarak kendini ispatla­ mıştı. Mısır'ın uzun süre Osmanlı yönetimi alünda kalmasının ne­ deni 1517'deki fethini izleyen birkaç yıl kötü yönetildikten sonra İb­ rahim Paşa'nrn uyguladığı reformlardı. Şan ve şeref için büyük ümitler Eğitimini bitiren her acemi oğlanı görevlendirildiği "orta"ya kaydedilir, numara ve ait olduğu ortanın simgesi dövme yapılarak koluna, bacağına ve muhtemelen de ruhuna işlenirdi. Bunu tehlike ve güçlüklerle dolu sefer yıllan izlerdi. Sıradan asker için bile Os­ manlı ordusundaki yaşam seviyesi Avrupa ölçülerine kıyasla gayet yüksekti. Silah arkadaşlığı ve yeniçeri olmanın saygınlığı, sorumlu görevlere atanmayanları bile yeterince tatmin ederdi. Yeniçeri Oca­ ğı, aynca Hıristiyan kimliklerinden sıyrılmış b u devşiımelerin ken­ di kişisel çıkarlarını kollamalarına, zevk ve sefaya düşkünlülderine -Osmanlı yaşamırun i k i önemli öğesi- paravan oluştururdu. Devlet genç yaşta askere almakla ve uzun süre türlü zorluklara göğüs ger­ meyi öğreten bü askerî eğitim vermekle onların b u egoizmini ken­ di yararına kullanırdı. A m a a n tek oluşu İrişinin diğerini kardeş ka­ bul etmesine engeldi. Önemli biri mevldini kaybedince ardından pek üzülen olmazdı. Enderun'a alman bir devşirmenin yaşamı ve ölümü üzerindeki hâkimiyet Osmanlı hanedanına aitti. Yeniçeriler öncelikle sultanın sonra da kendi mtüaslarrnın kölesiydi. Hiçbü okula kabul edilmeyenlerin çoğu kırk yaşlarında maaş bağlanarak emekli olmayı bekler, sonra da rekabet ortamından uzak olan Osmanlı ticaret hayati içinde kaygısız bir yaşam sürerdi. Bunlar nargüelerini tüttürür, halk arasında saygı görerek romatiz­ ma ağnlannın ve eski yaralarının izin verdiği kadar dolanır durur­ lardı. Hatta birden çok kadınla evlenecek ve bazı ufak lükslerini karşılayabüecek düzeyde ganimet sahibi olabilirlerdi. Ancak subay olanın beklentisi bunun çok daha üstündeydi. Bü kısmı, en azan­ dan, çiftçilik yapmak için devletten arazi kiralardı, oysa b u hak, si­ pahilere tanınan bir ayncalıkti. SipahÜer tımarlan, sefer zamanı 20 orduya silahlı asker sağlamanın karşılığı olarak ellerinde tutarlardı. Vermeleri gereken asker sayısı tımarın büyüklüğüyle orantılıydı. XVI. yüzyıl sonlarında tımar sisterrünin modası geçerek düzen çü- 42 riimeye başlayınca bunların yerini paralı süvarilerden oluşan birlik­ ler aldı (feodal süvari sağlayan tımar düzeni varlığını yalnızca Ana­ dolu'da XIX. yüzyıla kadar korumuştu). Araziler çiftçilere askerî yükümlülük getirmeden vergi karşılığı olarak da kiralandı. Yeniçeriler okuma yazma bilmiyor olsalar bile arzuhalcilere mektup yazdırarak köylerindeki akrabalanyla teması sürdürür ve onlan gözetirlerdi. Hısımlarını kayırmanın tehlikeli boyutlara 21 ulaşmasından, çoğu Balkan kökenli savaşçılar gibi, Arnavutlar ve Bosnalılar da sorumluydu ve b u zaafın etkileri olumsuz sonuçlar vermişti. Kanunî Sultan Süleyman'ın Hırvat kökenli sadrazamı Rüstem Paşa uzaklardaki topraklarından gelen akrabalarına kötü davranmakla suçlanırdı. Yardıma muhtaç babasını bile sokağa terk etmişti. Hiç sevilmezdi. Oysa l^deşinin kaptanpaşalığa kadar 22 yükseldiği bilinmektedir. Öte yandan İbrahim Paşa ise onun tam aksiydi. Meyhanelerde dolaşan ayyaş babasını dışlamamış, onunla ilgilenmişti (babasını sokakta çamurlar içinde yatarken alıp eve götürdüğü söylenir). Bosna kökenli Sokollu Mehmed Paşa gibi di­ 23 ğer vezirler de pek çok akrabasına yüksek mevkiler sağlamıştı. 24 Ancak arka çıkma konusu öyle bir düşmanlığa yol açmıştı k i , aske­ re alman bir Bosnalı derviş tarafından katledildi. Hısımlara arka çık­ maya çavuş düzeyinde rastlanmaz, bunların davranışı kendi kö­ yünden gelen bir yeğen için tanıdık bir tüccara çırak olmasına salık vermekten öteye geçmezdi. Bu tür masum himayeciliğin yanı sıra, Kanunî Sultan Süleyman ve Rüstem Paşa döneminde başarısız so­ nuçlanan seferlerin kaderini değiştirmek gayesiyle Hazine'ye gelir sağlamak için memuriyetlerin satışı da yapılmıştı. Bu aynı zaman­ da zengin ulema sınıfının servetini vergüendirrnekti. Enderan'un içoğlanları: seçftrrrişlerin seçilmişleri Enderun'dan ya da saray duvarlan içindeki okuldan bahset­ meden önce içoğlanı denen gencin kölelik konumuna değinmek ge­ rekir. Kanunlarda bir Müslüman'ın konumu ile saraya bağlı k u l ya da gulam statüsündeki birinin arasında ayrım vardı. Bir lörnsenin 25 yeniçeri olarak kaydı yapıldığında, babasma verilen isim, kendisi­ nin k u l (köle) statüsünde olduğu anlamını taşırdı. Bu isim çocuğu olumsuz etkilemesin düşüncesiyle ona verilen A l i , Sinan, Osman gibi adlardan sonra gelirdi. Zaman içinde onu diğer Ali'lerden, 26 43 Mehmed'lerden ayıran bir de lakabı olurdu. Bu lakabın Sokol'dan gelen SokoIIu Mehmed Paşa'da olduğu gibi düzgün bir anlamı var­ dı. Ancak Vezir Rüstem örneği sevilmeyen kimselere yerici lakap­ lar da takılırdı (Rüstem'in b u türden lakaplan arasında kendisine " b i t " de denirdi). Yeniçeri kaydedilen çocuk, XVDI. yüzyılda Virginia'run pamuk tarlalarında çalışan zencüerin olduğu anlamda köle değüdi. Zira yeniçeri olan kimse "Tann'nın Yeryüzündeki Gölge­ s i n i n ailesinden sayılırdı. Dolayısıyla Tann'run kölesi olmak onur­ suzluk değil, aksine şerefli bir konumdu. Aynca hiçbü kula aşağıla­ yıcı isimlerle hitap edilmez, "delikanlım" diye çağrılırdı. Harem'de­ k i genç kızlara da "kızım" d e n i r d i . Oysa, Cenova'da yeniçeri üni27 formalan için kumaş satın alanlar kendilerini "Sultanın uşaklanyız" diye tartmışlardı. Ancak onlar da asker olduklarından k u l konu­ munda Türklerdi. K u l olmak, bü komutan idam edildiği ya da hiç çocuğu olmadan öldüğü takdirde, yemek tenceresinden konağına kadar bütün mal ve mülkünün sultana intikal etmesi demekti. M i ­ ras yoluyla elde edilen servetten sadece yüzde on vergi alınırdı. 28 Ne de olsa b u servet, mal ve mülk, öncelikle devletten sağlanmıştı. Oysa, Rüstem Paşa ile kansı Mihrimah Sultan, büyük servetlerinin bir kısmını sessizce çocuklarına aktarmışlardı. Onların b u yaptığını onlar kadar şöhret sahibi olmayanlar da izlemişti. Servet yön değiş­ tirebildiği ve yenilgi şerefsizlik sayıldığı için sistem basitieştirilmiş ve komutanların pek azı son nefesini huzur içinde yatağında ver­ mişti. Sürgüne gönderilen ya da azledilen ve ardında mirasçı bırak­ mayan kimseye ait mal ve mülkün imparatorluğun mirasçısı sayı­ lan sultana intikali ancak 1826'da son buldu. Selçuklu soyu Ünlü İran Şahı Nizamülmülk'ün hüküm sürdüğü XI. yüzyıl­ da Türk aşiretleri birbirleriyle savaşıyor ve aldıklan esirleri köle ola­ rak satıyorlardı. Bu kölelere bir yıl süreyle disiplin ve itaat, bü yıl da binicilik öğretilirdi. İran sarayında içoğlanlan için okul olmamasına rağmen b u köleler saki, mabeyinci, hatta meydan sorumlusu olarak hizmet görürlerdi. Köleliğin kurumlaştirılması fikri halifelikle bülikte gelişti. Bu dönemde asker köle statüsünü koruyan pek çok Er­ meni, Slav, Rum ve Türk vardı. Aralarından yüksek mevkilere ge­ 29 lenler hatta hükümdar olanlar büe çıktı. LX. yüzyılda Mısır'a hük- 44 meden A h m e d b i n Tolun bunlardan biriydi. Doğu İran'da Selçuk­ lular ve Karahanlılar döneminde asker karşılığı tımar verilmesine dayanan Abbasî kökenli bir düzen oluşmuş, fakat sonunda merke­ zî hükümetin çökmesine de bu y o l açmıştı. Oğlan çocukların eğitilip yetiştirilmek üzere saraya alınması... İşte bu Selçuklu soyundan gelmiştir. I . Bayezid döneminde Bur­ sa'daki sarayın dışında bir esü pazan vardı ve içoğlanı düzeni ken­ disinin döneminde uygulanmışü. Bunu ilk ortaya atanın eski soylulan temsil eden Sadrazam Çandarlı A l i Paşa olduğu sanılmaktadır. Oğlan çocuklar hem vezirlerin konaklarına hem de sultanın sarayı­ na gönderilirdi. A l i Paşa güçlü bir askerdi. Ankara bozgunundan sonra Süleyman Paşa'yı kurtarmış ve birlikte Edirne'ye kaçmışlardı, A l i Paşa'nın 1407'de ölümü üzerine onun askerî yeteneğinden yok­ sun kalan Süleyman Paşa, Bayezid'in üç oğlu arasında çıkan kardeş çaüşmalan sırasında 1410'da I . Mehmed'e yenik düşmüştü. Başlar­ da yeniçeriler ile içoğlanlan arasında aynm vardı. Bu aynm sonra­ ları devşirme yoluyla askere alma uygulaması sonucu netliğini kay­ betti. I . M u r a d fethettiği yerlerdeki askerlerin oğullarını orduya al­ maya başlamışü bile. I . Bayezid döneminde ve XV. yüzyüda soylu­ ların oğullan, H M u r a d Edirne Sarayı'nda bir okul kurduğu zaman buraya ayncalıklı bir sınıf olarak alındılar. LT. Mehmed'in, Konstantinopolis'in fethinden sonra duygusal düşüncelerle geliştirdiği düzen buydu. Hedefi yalnızca savaş meydanlan için subay eğitmek değil, bütünüyle yönetici olan bir sınıf ye­ tiştirmekti. Bu nedenle saray kapdannı soyluların oğullarına kapattı. Bu sınıfı (Büyük Petro'nun yaptığı gibi) ortadan kaldırmaya kararlıy­ dı. Ne kendi kurduğu okul ne de destek okullan Bizans kökenliydi. Enderun'a ya da Gala tasar ay* a girmeyi başaramayanlar ikinci derece okullara alınırdı. Kişiye ikinci kez şans tanımak, Türklerin sevgi ve sabır göstermeyi içeren niteliklerinden biridir. Böylece daha alt dü­ zeydeki bü okuldan saraydaki okula geçme imkânı da oluşuyordu. Simgeler ve törenlerle sarmalanmış bir okul II. Mehmed'in İstanbul'daki sarayda (Topkapı Sarayı sı için başından beri bazı köşkler mevcuttu. Ancak bildiği burarım resmen sultan sarayı olması I . Süleyman'ın saltan mine rastlar. Topkapı Sarayı, uşaklar, muhtelif hizmet b " 45 içoğlanlan, devlet erkânı, Tanrı ve hanedan için akıllıca tanzim edil­ miş yerleşim birimleriyle giderek geHşmişti. Babmümayun geniş 30 bir meydana, Birinci Avlu'ya (diğer adıyla Alay Meydanı) açılırdı. Alay Meydanı' nda bir zamanlar Aya irini Kilisesi olan silahhane gi­ b i hizmet binaları vardı. Birinci A v l u aynca Yeniçeri Meydanı adıy­ la da bilinir ve burada idamların yapıldığı adalet taşı da (ibret taşı) bulunurdu. Orta Kapı'dan ikinci Avlu'ya (Divan Meydanı) girilir­ di. Burası saraydaki bütün görevlilere ve sefer zamanı dışında haf­ tada üç dört gün toplanan hükümetle işi olan herkese açıkü. Diva­ nın toplandığı Divanhane'nin arkasında Zülüflü Baltacılar Koğuşu, onun da arkasında Zenci Hadımlar Koğuşu ve Harem yer alırdı. Harem'de bir avlu ve valide sultana ait bölümler de bulunurdu. İçinde ceylanların dolaşüğı büyük bahçenin karşısında, denizden bÜe göze çarpan bacaları ve kubbeli tavanlanyla mutfak bölümleri­ ne giden kapılar vardı. Üçüncü Avlu'ya babüssaadeden geçilirdi. Sultanların tahta çı­ kışlarında, bayramlarda ve l<anunî teşrifata göre her üç ayda bir al­ an taht buraya kurulur, devlet büyüklerinin ardından yeniçeriler burada sultana bağhlıklarrru ifade ederlerdi. Elçilerin kabulü için kullanılan A r z Odası Üçüncü Avlu'da yer alırdı. Enderun'a ve babüssaade ağası (baş ak hadımağası) üe ileri gelen saray görevlileri­ ne ait bölümlerden oluşan binalar da buradaydı. II. Selim'in yaptır­ dığı hamamın değerli İznik çinileriyle kaplı soyunma odası II. Mehmed'in köşküyle büleştirilmiş ve bugünkü Hazine müzesini oluş­ turmuştur. Kutsal Emanetler Dairesi, Enderun'u Selamlıkla birleş­ tiriyordu. Selamlık havuzlu terasa, sonralan IV. Murad'm Erivan ve Bağdat zaferleri anısına inşa ettirdiği köşklere açılırdı. İçoğlanlannın, görevli olmalan dışında buralara girmesi yasaktı. Her devşirme uygulamasında toplanan oğlan çocuklarının ve gençlerin onda biri saraya gönderilirdi. E. Mehmed döneminde b u sayı 300'den XVI. yüzyılda 500 hatta 800'e çıktı. İçoğlanlan İstanbul'da yüksek devlet erkânının ve eyaletlerde beylerbeyleri Üe valilerin konaklarına da gönderilir, buralarda da eğitilirlerdi. İbrahim Paşa'nın sarayında okul açılması herhalde b u geleneğin bü uzantısıydı. Sadrazamların ve diğer vezirlerin kölelerini barındırmak için büyük konaklan vardı. Ayas Paşa'nın himayesinde 600, Kasım Pa­ şa'nın 150, Mustafa Paşa'nın 200 ve Barbaros Hayreddin Paşa'nın 100 oğlanı vardı. Bu sayılar yine de düşük sayılabilir, çünkü Ayas 46 Paşa'nın 2 000, Kasım Paşa'nın 1 500 kölesi olmakla övündüğü dö­ nemden üç yıl önce kaydedilmişti. İbrahim Paşa'nın bir ara 6 000 kö­ lesi olduğu söylerurdi, ancak b u rakama fazladan bir sıfır eklendiği de düşünülebilir. İskender Çelebi masum olduğu halde 1534 yılında idam edildiğinde Sokollu Mehmed köle olarak kaldığı konaktan sul­ tanın yanına alrnmış ve kendisinin sadrazamlığa kadar uzanarak düzenin esnel<uğini de gösteren olağanüstü yükselişi böyle başla­ mıştı. Bazı paşaların giderlerinden tasarruf etmek amacıyla yanların­ daki köleleri saraya yerleştirmeye çalıştıklarına dair kanıtlar vardır. Babüssaade ağası olan Cafer Ağa öldüğünde 156 köle sahibiydi. Bunlardan 13'üne zaten sarayda görev verilmiş, Kanunî Sultan Sü­ leyman 39 köleyi daha süvari bölüğüne, marangozhanelere ya da kendi hizmetine almıştı. Kölelerin ırk, yetenek ya da yeteneksizliğe göre en becerikli ve güçlüden vasat ve işe yaramaza kadar sınıflan­ dırılmış olması sultana kolaylık sağlamıştı. Burada kullanılan köle kelimesinden acemi oğlanı kastedilmektedir. Kabul görmemiş ol­ dukları takdirde ya sarılacak ya da sokağa atılacaklardı. Kayıtlarda kadınlara rastlanmamasına rağmen sayüarınrn yüksek olması gere­ kir. Örneğin Arnavut Ayas Paşa öldüğünde ardında 140 yetişkin ço­ cuk ve sallanan kırk beşik bırakmıştı. Saraydaki içoğlanlanrıın hepsi de devşirme değildi. Bohemyalı, Bulgar, Çerkez, Fransız, Alman, Macar, İtalyan, Polonyalı, Rus, İs­ panyol, Transüvanyalı gibi farklı milletlerden gelen ve devşirme ol­ mayan içoğlanlan da vardı. Bunlar savaş esiri ya da korsanlar ve akmalar tarafından kaçırılmış gençler olup sıkı bir inceleme sonucu seçilirlerdi. Aslında bütün içoğlanlan sürekli olarak değerlendirme­ ye tabi tutulurdu. Bunun da başlıca nedeni sultana özel hizmet ver­ diklerinden devlete ait sırlara ulaşabüecek konumda olmalanydı. Enderun hakkında bildMerimiz, Yüdırım Bayezid'e içoğlanlık yapmış Johann Schiltberger gibi kölelerin sağladığı bilgilerden kaynaldanmaktadır. Bayezid Ankara Savaşı'nda maiyetiyle bülikte Ti­ mur'a esir düştüğü zaman Schiltberger 22 yaşındaydı ve 19 yıl son­ raki kaçışına kadar pek çok kimsenin hizmetinde bulunmuştu. 1436¬ 1453 yıllan arasında köle olarak birkaç Osmanlı ailesi arasında el de­ ğiştiren Ricoldus ile II. Bayezid döneminde sarayda içoğlanı olarak bulunan Spandugino, devşirme düzeni hakkında ayrıntılı bilgiler sağlamışlardı. Giovanni Antonio Menavino, 1493 yılında varlıklı bir Ceneviz aüesrnin oğlu olarak dünyaya gelmişti. 12 yaşındayken 47 Korsika açıklarında korsanlara esir düştü. Akıllı, i y i eğitim görmüş ve üstelik yakışıklı olduğundan Sultan II. Bayezid'e armağan edüdi. ' Sonraları I . Selim'e miras kalan Menavino, 1517'de 24 yaşındayken Trabzon'da kaçarak Edirne ve Selanik üzerinden Cenova'daki aÜesine dönmeyi başardı. Ramberti ise Barbaros Hayreddin Paşa'yla al­ tı ay geçirmişti. Osmanlı düzenine tanık olan bir diğer önemli kişi de, dikkatli bir gözlemci olması nedeniyle 1551'de Fransız sefüınin maiyetine özellikle seçüen Nicolas de Nicolay'dı. Enderun'un varlı­ ğını sürdürdüğü bütün dönemleri kapsayan bilgiler (bazen bübiriyle çelişkili olsa bile) gerek Nicolay' dan gerekse Türk kaynaklarından elde edilmiştir. Aşağıdaki bölüm bunların bü özetidir. Seçkinlerin okulu Enderun'un başında babüssaade ağası bulunurdu. Kendisine kapı ağası da demrdi. Bu görev kendisine saraya gelen giden herke­ si kontrol etme yetkisini de verdiğinden çok güçlü konumdaydı. Kendisine 40 ak hadım yardım ederdi. X V I . yüzyıl sonlarında he­ nüz çocuk yaşta tahta çıkan ya da aklî dengesi bozuk olan sultanla­ rın anneleri -valide sultanlar- giderek sarayda güç kazanmaya baş­ lamışlardı. Yine aynı dönemde kapı sorumluluğu darüssaade ağa­ sına (baş siyahi hadımağası) devredildiği için babüssaade ağası sa­ dece eğitim göreviyle ilgilenir olmuştu, önemli olan kapı, erkek zi­ yaretçilere açık olan selamlık kapısı değil, harem kapısıydı. Babüs­ saade ağasının yönetimi altinda bulunanlar, lalalar ve ziyaretçi ho­ caların yanı sıra bü hekim, bir cerrah, müzisyenler, müneccimler, terzÜer, kürkçüler, kuyumculardan oluşuyordu. Sultanın özel hoca efendisi aynı zamanda içoğlanlarrnm ibadetinden de sorumluydu. Kendisine b u konuda iki imam ve müezzinler de yardımcıydı. Yeni gelen içoğlanlan Küçük Oda'ya yerleştirilirdi. Menavino'nun döneminde burada dört lalanın denetimi altinda yaklaşık 80¬ 100 içoğlanı bulunmaktaydı. Ramberti ise içoğlanlarırun burada bü arada yataklarını ve her 10 içoğlanından bir lalarım sorumlu olduğu­ n u yazmıştır. İçoğlanlan Enderun'un her bölümünde muhtemelen 31 büer yıl geçirirler, büyük çoğunluğu ikinci yıl eğitimin giderek ağırIaştiğı Büyük Oda'ya terfi ederdi. Bu i k i oda babüssaadenin sağında ve solunda yer alırdı. Yirmili yaşlarda 70 kadar içoğlanı Hazineyi Hümayun'da, 25'i kiler odalarında görevlendirilirdi. IV. Murad, 48 H. Selim'in yapürdığı görkernli hamamın yarımda Seferli Koğuşu'nu inşa ettirerek burasını çamaşırcılara, berberlere, sank katlayıcılara ve müzisyenlere tahsis etti. Yeterince büyük olan b u koğuşun aynı za­ manda idman yapmak için de kullanıldığı sanılmaktadır. Bütün b u bölümleri Has Oda'mn sorumlularından biri denetlerdi. Has O d a ' d a yaklaşık yedi yıl sonra bütün aşamalan başany32 la tamamlayan içoğlanlan görev alabilülerdi. Has Oda'daki içoğlanı sayısı 39'la stnırlandmlmışta, çünkü sultanla bülikte kutsal 40 sa­ yısı tamamlanmış oluyordu. Has Oda'nrn içoğlanlan sultanın en ya­ kın hizmetkârlanydı. 1517'den sonra gözalıa güzellikteki Hırkayi Saadet Daüesi'ni koruyan i k i daimi muhafız da bunlara dahil edüdi. 39 içoğlanmm 12'si yamaklanyla birlikte sultanın Selamlık'ta ta­ raş olmasından, giydirilmesinden ve her türlü hizmetinden sorum­ luydu. Bu işleri görenler zaman içinde sultanın özel kâtipliğini de üstlenen has odabaşı dışında, diğerlerinden daha alt konumdaydı. En önemli makam Has Oda'dan sorumlu olan anahtar kethüdalığıydı. Ancak zaman zaman (değişik dönemlerde) silahtar ağalı­ ğının anahtar ağalığından daha önem kazandığı olmuştu. Bu ma­ kam öylesine ün kazandı k i , vezülerbunu unvanlarına katmışlardı, îçoğlanlannm en güvenilir olardan sultan yatağının baş ve ayak uç­ larında gece boyunca ellerinde fenerle nöbet tutardı. Bunun nedeni sultanın suikastçılara ve ruhlara karşı korunmasıydı. Sultanı giydi­ ren içoğlanlan sultan kaftanının bü cebine 500 düka diğer cebine de ihsan dağıtması için 1000 akçe koyardı. Bu para mutfak bahçesinin üıürüerinin satışından sağlanırdı. Akşam olduğunda içoğlanlan sultanın cömertliğinden artakalanlan paylaşırlardı. Bu içoğlanlan sultana yakın olduklarından fincanabaşı, okçubaşı, terlikçibaşı, iskemlecibaşı gibi görevlere tayin olabilirlerdi. Aralarından bü kısmı da b u makamlarla divanın zirvesine doğru yükselişe başlardı. Ör­ neğin Sokollu Mehmed Paşa sadrazamlığa giden yola şahincibaşılıkla adım atmışta. Oysa içoğlanlannın çoğu için b u gibi yüksek ma­ kamlar hayal edilemeyecek kadar uzaktı. Katı bir disiplin ve altın fırsatlar Enderun'da okuyan içoğlanlan devletin yüksek katanda yer alabilmek için okumaya Arapça Kuran ile başlar, Farsça'yla devam ederlerdi. Öğretmenleri kaligrafiyi ayn bir sanat dalı olarak verirdi. 49 Yeni dinlerini anlamalan için öğretilen edebî Arapça'nın yanı sıra önemli mevkilere geldiklerinde kendileri için gerekli olacak halk di­ l i Arapça ve Farsça'nın eğitimini de görürlerdi. İslam hukuku K u ran'a dayandığı için ilahiyat dersleriyle aynı zamanda hukuk da öğ­ retilmiş oluyordu. Onlara aynca kanunlann içerdiği ve uygulaya­ caktan sivil yasalarla ilgili dersler de verilirdi. Bunların yanı sıra ta­ rih dersi yerine Osmanlı menkıbeleri, aynca matematik, geometri ve coğrafya da Öğreniyorlardı. Öte yandan her biri aynen sultanlar gibi, bir zanaat sahibi olmak zorundaydı. Bir zanaat öğrenmek, kö­ tü gün için hazırlıklı bulunmanın yanı sıra, sultanların görevlerin­ den, avlarından ve yataklarından ayırabüdikleri boş zamanlarını değerlendüebilmek içindi. Bu zanaatlar arasında bahçıvanlıktan (E. Mehmed'in büyük tutkusu) ok, yay ya da altın telkâri yapımına kadar çeşitli beceriler sıralanabilir. Ancak birinci derecede önem ta­ şıyan, muhtelif topların, arkebüzlerin ve misket tüfeklerinin ateş gücünü inceleyen savaş ilmi, okçuluk ve kılıç kullanma ustalığıydı. Atletizm, güreş ve Papaz Colton'un 1836'da İstanbul'u ziyaret etti­ ği zaman hâlâ oynanmakta olduğunu gördüğü cirit, savaşta ustalı­ ğı tamamlayıcı sportif faaliyetlerdi. Acemi oğlanlarının kaldığı odalar ya da koğuşlar gündüzleri sınıf olarak kullanılırdı. Mekânlar ferah ve iyi aydınlatılmıştı. Her 10 acemi oğlanı, üç yanı yüksek olmayan ahşap parmaklıkla çevrili bü platformu paylaşırdı. Biri yaşlı diğeri genç i k i hadımağası koğuşun ortasında benzeri bü platformda yatardı. Kıdemli lalaların, koğuşun her iki ucunda kafesli Özel bölmeleri vardı. İbrahim Paşa Sarayı'nın büyük salonu, 1960 yılına kadar, XVHI. yüzyıl sonlarında yapılmış benzeri platform düzenini korumuştu. Her zaman bir galerinin çev­ relediği b u düzene örnek olarak Hazine Odası (şimdi resim galerisi) ve XVI. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş olmasına rağmen hâlâ ayakta olan aydınlık ve havadar Zülüflü Baltacılar Koğuşu gösterilebilir. Yüzyıllar boyu kullanılan b u koğuşlarda acemi oğlanlan hem mahcubiyetten hem de korunma amacıyla kısmen giyinik yatarlar­ dı. Yün yorganlan ve zengin sırma kabartmalı harmaniyeleri sık yıkanamadığı için bit ve püe sorunu eksik olmazdı. Ancak tuvaletle­ ri ve yıkanma yerleri gayet düzgündü ve kendi hamamlan vardı. Sanıldığı kadanyla içoğlanlanna, El. M u r a d Köşkü'nün inşasından sonra, binanın bodrumundaki sultan ve hareminin sıcak su havu­ zunu haftada bir kullanma izni de veriHrdi. Yemekler basit ancak 50 kaliteli ve boldu. Yeniçeri Ocagı'na pek çok rütbe simgesini veren mutfaklar, imparatorluğun kalbiydi. Sultanlar b u önemli gerçeği Napolyon'dan çok önce kavramıştı. Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanaü döneminde mutfaklarda başaşçrnın emrinde 50, helvaabaşınrn ise 30 aşçı ve b u aşçı kadrosuna ilaveten bulaşıkçılar ve hamal­ lardan oluşan büyük bir ekip çalışmaktaydı. Babıhümayun'dan girer girmez içoğlanları için bü hastane ve b ü de hamam vardı. Hastane görevlileri belirli hastalıklardaki uzmanlıklanna göre seçilirdi. İçki, baza şikâyetlerin giderilmesinde ilaç olarak kullanıldığmdan, içoğlanlarrnrn yapmacık şikâyetlerle hastaneye başvurduğu ve bazılanrun sarhoş davranışları nedeniyle cezalandırıldığı olurdu. Oğlanlardan b i r i lalasına hasta olduğunu bÜdirdiği zaman, lala bunu başlalaya iletir ve o da zülüflü baltaabaşından i k i tekerlekli bir araba göndermesini isterdi. Baltaabaşının i k i adamı tarafından çekilen b u kırmızı perdeli araba geçerken her­ kes y o l açardı. Sarayın bütün kapılan gün batarken kapandığından gece hastalananlar eczanede tedavi editirdi. Ölen olursa bir kilime sarılarak şafakta hastaneye götürülürdü. Ölüler hastanede yıkanır ve gömülmek üzere Haliç'ten sandalla Kasımpaşa'ya gönderilirdi. Subayların ve hadım ağalarının denetimi çok sıkıydı. Sessizlik kuralı da, diğer kurallar gibi, bozulursa falaka cezası verilüdi. Bu 33 nedenle tuvaletler ve yıkanma yerleri, özgür olunabüen ve insancıl ilişkilerin geliştirilebüdiği tek yerdi. Bazı sultanlar Enderun'a özel i l ­ gi duyduğu için spor çalışmalarında hazır bulunmaktan ya da sınavlan bizzat yönetmekten hoşlanır ve bazen içoğlarüarının seçimi­ n i kendisi yaparak geHşmelerini yakından izlerdi. İÜ. Murad devlet yönetimini ihmal edecek kadar kendini Enderun'a adamışti. XTX. yüzyıl İngiliz eğitim sistemine benzer tuhaflıklan ve Ön­ yargılı yaklaşımlan da olan b u ideal eğitim, Osmanlı düzeninin k u ­ rallarını Öğrencilerin kalbine ve beynine işliyordu. Spandugino, Os­ manlı seçkmlerinin Hıristiyan, Musevî ve Türk aynım yapmayan cömert misafirperverliğinden ve yardımseverliğinden övgüyle bahsetmektedü. 34 İçoğlanlarrna genellikle üç ayda bü mütevazı bü ulufe dağıtı­ lırdı. Bü kısmı b u parayı saraya gizlice soktuklan küçük lüksleri­ 35 ne ya da kötü alışkanlıklanna harcasa bile çoğunluğu, 25 yaş civa­ rındaki mezuniyet sonrası ve evlilik için biriktirebiliyordu. Görev dışında şehre inmeleri yasak olduğundan para harcamalarını ge- 52 rektirecek yaşantıları da yoktu. Kendilerine yılda i k i kez kırmızı mintan ye yazm beyaz bir dolama verilirdi. İçoğlanlarrnın gül gibi kokhıklannı anlatan kaynaklara göre, giysileri haftada bir kokulu sabunlarla yıkanırdı (bit ve pire sorunu sadece döşeklere aitti). Her içoğlanının birinci görevi çalışmaktan yılmamakti. Eğitim şafakla birlikte başlar ve öğleden sonraki dinlenme saatine kadar Hçbirinin pek boş vakti olmazdı. Aralarında 30 yaşma kadar me­ zun olamayanların da bulunmasına rağmen hepsi de sağlıklı ve genç erkeklerdi. Bu nedenle denetim ne kadar sıkı olursa olsun en 36 ciddi kuralların bile zaman zaman çiğnenmesi doğaldı. Sarhoş olan içoğlanlan genelde vurulacak değnek sayısı yasalarla beMenmiş falaka cezası alırdı. Ancak onlan en çok korkutan ceza, okuldan atıl­ mak ve hiç hazırlıkh olmadıklan dış dünyada bütün haklan ellerin­ den alınmış olarak kendi başlarına kalmaktı. 1826'da Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldıktan soma önemini yitiren Enderun, 1922'de saltanat sona erene dek resmen kapatılma­ dı. Galatasaray Lisesi bugün saygın bü eğitim k u r u m u olarak var­ lığını sürdürrnektedü. Kadınların sarayı terk etmesi Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki yıllara rastlar. Ancak haremin bü zamanlar davranış, müzik, şür ve diğer mceliklerin öğretildiği bir okul oldu­ ğu da unutulmamalıdır. Haremdeki kadmlann pek azı sultanın gözdeleri araşma güebildiğinden bunların beklentisi içoğlanlanndan biriyle evlendirilmekti. Şanslı olanlar zamanla yüksek mevkile­ re erişecek olanlarla evlemrdi. Geleneğe göre sadrazam sultanın kız kardeşlerinden ya da kızlarından biriyle evlendirilir ve çok hoşnut olduğu diğer eşlerine büe tövbeli olmak zorunda kalırdı. Enderun'dan mezun olanların çoğu saray muhafızlığına, bir kısmı ise yeteneklerine ya da dalkavukluktaki başanlanna göre sa­ raydaki yüzlerce makamdan birine tayin edilüdi. Sultanın üç başmuhahzı vardı. Savaş alanında kendisini çevreleyen müteferrikalar özel­ likle Enderun'un mezunlan arasından seçilirdi. Bü zamanlar 100 ci­ varında olan sayılan zamanla 800' e yükselmişti. Sultanın yanında aynca kıdemli yeniçeri okçulanndan oluşan dört solak bölüğü bulunur­ du. Bu bölüklerin kumandanının sultanın üzengisini tutmak gibi önemli bü görevi daha vardı. Sultanın sağında ve solunda yer alan bu bölüklerden sağdakÜerin yaylarını kullanabilmeleri için solak olma¬ lan gerekiyordu. Üçüncü grup muhafızlar yaya olan peyklerdi. 150 kişiden oluşan peyklerin bir Özelliği dalaklarının alınmış olmasıydı. 52 H- Mehmed hiçbir mantığa dayanmayan b u geleneği, giyim kuşam­ daki mor ya da pembe atlas üzerine sim işlemeli giysiler ve altın yal­ dızlı, balıkçıl tüylü gümüş miğferler gibi Bizans'tan devralmıştı. So­ lakların ve peyklerin çoğu ikinci kuşak Osmanlı'ydı. Çavuşluk mertebesi teşrifatçılıktan elçiliğe kadar uzanan fark­ lılıklar göstererek yıllar içinde sayıca artmıştı. Çavuşların ağası ay­ nı zamanda kapıkulu askerinin başında olduğu gibi bazı dönemler­ de cellatbaşılık da yapardı. Zülüflü baltacılar saraydaki en sıradan işleri yapan yeniçerilerdi. Bunların yansı silahtarın diğerleri darüssaade ağasının emrinde çalışırdı. Görevleri hareme odun taşımak, çöpleri atmak gibi hamallık işleriydi. Görev yapüklan odalar ve koridorlardaki kaçanların önceden uzaklaşünlmasma rağmen yine de göz siperi olarak yalana zülüf takarlar ve her zaman ikişer kişilik gruplar halinde çalışırlardı. Haremin girişindeki dârüssaade ağası­ nın daüesi yanında, çinilerle kaplı koğuşu ve mescidi bulunan ayn bü bölümde kalırlardı. Mızraklı baltalan aslında odun kesmek ve kütükleri parçalamak içindi. Saray nöbeti olmayan baltaolar or­ manda odunluk ağaç kesmek, yolların bakımı ve bataklıklara geçit yapılması için kereste hazırlamakla görevlendirilirdi. Saray dışındaki muteber işler Sarayın içindeki b u makamlardan başka içoğlanlarrmn saray dışmda da istediği pek çok muteber görev vardı. Bunlardan biri üzengicibaşılıktı k i E. Mehmed zamanında bunların 17 olan sayısı XVTH. yüzyılda 5'e düşmüştü. Aralarında en yüksek mertebe sulta­ nın önünde 12 at kuyruklu tuğu taşıyan m i r i alemdi (at kuyruğu, Orta Asya Türkleri arasında da bü otorite sembolüydü). M i r i alem, aynı zamanda mehterhanenin de sorumlusuy du. Ülkenin en büyük bandosu olan mehter, her gün büyük bü seremoni ve şatafatla çal­ manın yanı sıra savaşta Osmanlı stratejisinde Önemli b ü r o l oyna­ yan o dehşet verici sesleri çıkarmakla görevliydi. Mehter, A v r u ­ pa'nın askerî bandolarına ilham kaynağı olacakta. Dr. Covel'e göre çalman müzik sultan, sadrazam ya da her k i m için olursa olsun büyük bü farklılık göstermiyordu. Hiçbü zaman tam bü melodi çalmayan borular, zaman zaman yüksek bü notayla melodiye girerdi. Zurnalar ise sürekli olarak çalardı. Davullar sağ el­ de tutulan büyük bir tokmakla üstten, küçük bü değnekle de alttan 53 vurularak melodinin her notasına eşlik ederdi. Kösler ve nakkareler çifter çalınırdı. Covel, kökeni Anadolu olan ziller için "metal tepsi­ ler" deyimini kullanmıştır. Ancak ne Covel, ne de X V I I I yüzyılda Yeniçeri Ocağı konusunda otorite olan Marsigli, üzerinde küçük çanlar bulunan çevgândan hiç söz etmemektedir. Covel aynı zaman­ da müzik zevki için dinlenen topluluklardan da bahseder. Bu toplu­ lukların kullandığı üginç müzik aletlerinden biri olan mıskal, çeşitli uzunluklarda 20-30 borudan ve 22 kamıştan oluşan bir çalgıydı. Her biri ayn bü müzisyen tarafından üflenen borular, kanun, dört ut, beş üe sekiz arası çift telli çalgıya ve tamburlara eşlik ederdi. Önem sıra­ lamasında m i r i alemden sonra gelen makam, irnrahorbaşıydı. Imrahorbaşı sadece has ahırlardan değil aynı zamanda sayısız odaklar­ dan, katır ve katırcılardan da sorumluydu. Haremin altındaki sıra sı­ ra has ahırlarda sultanın 100 seyis tarafından bakılan 200 özel aü bu­ lunurdu. Ancak saraya ait has ahırlar park ve bahçelerin alanda Marmara Denizi'ne ağları Ahırkapı'daydı. Aynca otlaklardan yarar­ lanmak amacıyla şehir surlarının dışında ve Boğaz sırtlarında sara­ ya ait4 000 civarında at vardı. Hıristiyan Bulgarlardan oluşan ve adı­ na voynuk denen özel birlikler, Balkanlar ve Anadolu'daki çiftlikle­ re yollanan atlann bakımından sorumluydu. Imrahorbaşının yar­ dımcısı, koşum hayvanlarına ve harem kadırdarrnın gezintilerde kullandığı arabalara bakmakla da görevliydi. Sarayın ve hükümetin diğer üyeleri arasında mimarlar, sanat­ kârlar ve vezü statüsünde özel temsilciler vardı. Bunların bü kısmı Sinan ve Mehmed Ağa gibi Enderun'dan mezun olmamış yeniçeri­ lerdi. Saraydaki görevlerin genellikle saray içinden birilerine veril­ mesine rağmen diğer birtakım işlerde sultanın gözüne girmiş kı­ demli yeniçeriler kullanılırdı. Genellikle içoğlanlan arasındaki rüt­ be farklılıklan kesin kurallarla aynlmamışti ve bü kademeden diğe­ rine terfi etmenin önünde, şansın rolü hariç, hiçbü engel yoktu. A n ­ cak herkesin köle olduğu bir dünyada kimse kral değüdi. Bahçelerin ve kayıkların muhafızları 4 000 kişilik bostana bölüğü, acemi oğlanlan ve bazı durum­ larda yeni devşirmelerden oluşurdu. Bunlar XVm. yüzyıl sonunda IH. Selim'in yeni ordusunun ürdforması olacak mavi şalvar ve kır­ mızı dolama giyerlerdi. Başlarında koni şeklinde larmızı külahları 54 vardı. Görevleri Topkapı, Edirne ve Manisa saraylarının geniş bah­ çelerini gözetmekten ibaret değildi. Buraların sebze ve meyvesi sa­ tılarak gelir de elde edilirdi. Bostancılar aynı zamanda sultanın m u ­ hafızlığını ve sultan Boğaz'da ya da Kâğıthane'de tebdili kıyafet dolaşmaya çıktığı zamanlar kayıklarda kürekçilik yapardı. XVII. yüzyılda İstanbul'a gelen Fransız seyyah Galland, valide sultan Fransız gernüeııruri limana girişini izlemek üzere köşke geldiği sı­ rada bostancıların Saraybumu civarındaki bütün tekneleri uzaklaşürdıldarını görmüştü. Yeniçerilerle olan yakın ilişkilerinden dolayı her i k i bölüğün subaylan arasında bağlantilar vardı. Bostancılar ay­ nı zamanda varoşlarda, İstanbul'u çevreleyen ormanlarda ve su yollarında kolluk görevi yaparlar, sultan bizzat sefere çıktiğında onunla bülikte giderlerdi. Bostanabaşının Önemli b ü mevkü vardı; yazlık sarayda ikamet izni sadece kendisine verilüdi. B ü dönem sultanın üzengidbaşılığı ile sultan kayığının teknecibaşılığını yapa­ ğından hem karada hem denizde efendisine yakın olan kimseydi. Terfi ederse saraydaki subaylar arasında sadece kendisinin uzat­ masına izin verilen uzun sakalını kesmek zorundaydı. Bostanabaşı her zaman İstanbul'daki bostancı kışlalarından seçilüdi. Edime kışlasından seçilme geleneği yoktu. IV. Mehmed b ü seferinde Edüne'den geürken yolda pek az av hayvanına rastladığından, Bostancıbaşı Şaban Ağa'yı azledip yerine Sinan Ağa'yı getirince, bostancı­ lar b u değişikliği kabul etmemişler ve sultan geri adım atmak zo­ runda kalmıştı. Bostanabaşı mabeyinci sıfauyla saraya bağlı yeniçeri bölüğüne karşı da sorumluydu. Bü ayncalık olarak yüda bü kez sultana Kâğıt­ hane'de ziyafet düzenlerdi. Yüklendiği b ü diğer sorumluluk balık pazarındaki muhafız köşküydü. Bu kötü şöhretÜ b ü görevdi, çünkü azledilen b ü sadrazam bostanabaşıyı beklemek üzere buraya yolla­ nırdı. Kendisine beyaz renkte şerbet sunulması sürgüne yollanacağı, şerbet kırmızıysa yayla boğularak öldürüleceği anlamını taşırdı. 1774 yılında Ruslara karşı savaşan Serasker Mehmed Emin Paşa, bostanabaşının köşküne konuk olarak çağrılmış ve burada boğula­ rak öldürüldükten sonra tüm servetine el konmuştu. Bostanabaşı­ nın kendisi azledilirse yerini b ü alt rütbedeki subayı ya da muhafızbaşı alırdı. Edime ve çevresindeki asayiş konularına bostanabaşının yardıması bakardı. Edime, Balkanlar beylerbeyinin eyalet sınırlan içinde yer almasına rağmen kendisi beylerbeyine bağlı değildi. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İmparatorluğun temel direkleri Tann'nın yeryüzündeki gölgesi Yeraçerilerîn rolünü ve olağanüstü gücünü anlamak için Os­ manlı Devleti'nin temel düelderini incelemek gerekü. Tümünün ve her şeyin üstünde Tann'nın yeryüzündeki gölgesi olarak bilinen sultan ya da padişah vardı. Kendisi sadece bütün mevki ve rütbele­ ri veren kimse olmayıp aynı zamanda imparatorluktaki halkların koruyucusu ve yöneticisiydi. Tüm halkların; çünkü imparatorluk büçok ırk ve aşiretten, çeşitli din ve mezheplerden oluşuyordu. İs­ lam geleneklerine göre Rum Ortodokslan ve Ermeniler gibi başta gelen topluluklar kendi patriklerine ya da önde gelen d i n adamla­ rına karşı sorumluydu ve millet olarak tanrmlanmışti. Bu topluluk­ lar kısmen kendi kendilerini yönetirdi, ancak muhtelÜ sorumluluklan ve vergi yükümlülükleri vardı. Hıristiyanlar askerlik görevin­ den muaf tutulur, karşılığında kelle vergisi öderlerdi. Bu verginin olmaması halinde hükümetin iflası söz konusuydu. İlk Osmanlı sultanlan günlük hayatin dışında görkemli kişÜer değüdi. Adaleti simgeleyen saray kapısından çok üzengi üzerinden yönetirlerdi. Önceki sultanlar kâfirlerle sınır olan bölgelerde gazi unvanıyla anılırdı. Yaşam hedefleri İslamiyet'in ilerlemesini sağla­ mak ve Rumen'deki topraklan genişletmekti. Orhan'ın Bursa'daki camiinin kapısı üstündeki 1350 yıllarında yazılmış olduğu tahmin edilen şu ibare, bu bakış açısına Örnektir: "Sultan, gaziler sultanının oğlu; gazi, gazilerin oğlu, ufukların bekçisi, dünyanın kahramanı." Bu ithaf, Osmanlı soyunun yasallaşmasıru sağlamak için sonralan han, hanın oğlu ya da benzeri bü sözcük kullanılarak değiştirilmiş­ tir. Bu hükümdarlar sülalenin başlangıcım oluşturuyordu. Orhan'ın başlatıp I . Murad'ın geliştirdiği ordunun yenileştirilmesi, onlan ka­ vimlerin başındaki beylerin kıskacından k m tarmışti. Ancak dere- 56 beyliğine dayalı soylular sınıfı, 1453'te Konstantinopolis'i fetheden II. Mehmed dönemine kadar ortadan kaldınlamadı. 1402'de Anadolu'ya giren ve avlanarak ilerleyen Timur, ar­ dında kendisine benzemeye özendiren bir ihtişamla güya dünyanın üç parçasını tanımlayan üç güUenıri oluşturduğu bü simge bırak­ mıştı. LT. Mehmed, üzerinde dalgalatın, bulutların ve kaplan pos­ tundan çizgiler bulunan b u üç gülleyi kendi simgesi olarak kullan­ dı. Aynca Bizans'ın pek çok yöntemini ve sarayla ilgili tören kural­ larını benimsedikten başka doneırtinin hükümdarlan gibi bü dün­ ya imparatorluğu düşledi. Büyük Roma düşüncesinden kaynakla­ nan b u fikre Yeni Roma'nın hâldmi olarak yakınlık duymaması i m ­ kânsızdı. Osmanlılann 1517'de Mısır'ı fethetmesiyle Muhammed'e ait kutsal emanetler İstanbul'a getirildi. Muhammed, tanrısal olmaya hiçbü zaman istek göstermemişti. Ancak bu kez işgüzar din adam­ larını meşgul eden halifelik konusu ortaya çıktı. Aslında İslami­ yet'te baş olmak, Muhammed'in belülenmiş haleflerine geçen bü hakti ve kendisinden hemen sonra da türlü hizipleşmeler başlamış­ tı. Fakat XVI. yüzyılda I . Selim bü orta yol izlemeyi uygun gördü. Kutsal emanetler, onları elinde bulundurarak kullanacak güce de bazı yetkiler sağlıyordu. Aksi halde büyük bü özeltiği yoktu ve pek de önemsenmezdi. Ancak halifelik, dinin koruyucusu olmakla kı­ yaslanacak kadar büyük b ü şerefti. Oysa elinde hilafet fermanıyla her adil hükümdar kendi topraklarında halife olabilüdi. XLX. yüz­ 1 yıl sonlarında Osmardı sülalesine bü dayanak arama çabasına giri­ şen E. Abdülharnid, halifelik makamını yüceltmek için umutsuz bü girişimde bulundu. Aynı zamanda Söğüt'te, aüesinin aşüet olarak yaşadığı günlere ait mezarlan abartılı biçimde tamü ettirdi. İçinde XIV. yüzyü kahramanlarırun mezar taşlan bulunan bir mezarlık yaptırdı; tıpkı Glastonbury'de Arthur ve Lancelot için düzenle sıra­ lanmış aslının taldidi mezarlar gibi. Bu efsane, mistik yaşamlarını kutsal kurallara göre sürdürmüş olan gazi beylerden çok uzaktı. VLT. yüzyılda Suriye topraklarında­ k i ilk gazüer, o dönemin halifesine sadakatle bağlıydı. Gürz ya da 2 başka bü sÜahın sunulma geleneği buradan gelmektedü. Sonralan, Osmanlılarda tahta çıkmak, atalan olan Osman Gazi'nin kılıcını ku­ şanmakla simgelendi. Yapılan törene bir dönem Mevlevi dervişleri de katıldı. İlk zamanlar bü Moğol geleneği olan davul verilmesi da- 57 ha sonra da büyük bü önem taşımışü. Orhan Gazi'nin davulu ya da eş örneği, bugün Bursa'daki türbesinde asıkdır. Ancak Moğol han­ larına ait bü geleneğe uyulmamış ve Orhan Gazi öldüğünde davul patlayana kadar çalınmarnışü. 3 H Mehmed'in, çekişmeleri sona erdirmek için bütün dinleri bü araya getirme eğilimi yeni değildi. I . Bayezid XIV. yüzyılda İslamiyeti, Hıristiyanlığı ve Musevîliği büleştirmeyi düşünmüştü. Hat­ ta Papa V. Nicolaus, Osmanlıların Priamos' soyundan geldiği efsa­ 1 nesini, Bayezid'in Hıristiyanlığı kabul edebileceği hususunda umu­ dunu kaybedene kadar desteklemişti. Fischer, Bayezid'in oğulları­ 5 na verdiği isimlere dikkat çekmektedü: Musa (Moşe), Mehmed (Muhammed), Süleyman (Salomon), Ertuğrul (Türk) ve sûfî adı alan Mustafa. Bayezid, Bizans'ın giyim tarzını ve oğlancılık, şarap içme gibi görenelderini benimsemiş ve b u yüzden Müslüman hal­ kın düşmanlığını kazanmıştı. Unutmamak gerekü k i 1402 Ankara 6 Savaşı'nda yenilgiye uğradığı zaman yeniçerilerine destek verenler kendisine bağlı Hıristiyan vasallardı. Konstantinopolis'i elde etmeyi düşlüyor ve planlar yapıyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun tüm simgeciliği, törenselliği ve farklı toplumlan tek başma yöneten hükürndanyla bülikte varlığını ortaya .koyması, 1453'te Konstantinopolis'in düşüşüyle gerçekleşti, n. Mehmed'in getirdiği Kanuni Teşrifat'la kişilerin makamı, yeri ve kıyafeti belülenmiş oldu. Herkes bu görkemden etkilenmişti, çünkü hepsi de LT. Meh­ med'in törerüerinin büer oyuncusuydu. Sultanın huzurunda nsıldaşmak bÜe kabalık sayılırdı. Topkapı Sarayında ikinci Avlu'dan içeri güişte b u sessizliği sağlayan görevliler vardı. Dolayısıyla sağır 7 ve dilsiz bir konuşma biçimi gelişmişti. Saray yan kutsal bü kimli­ ğe bürünmüştü ve b u kimlik, yozlaşma döneminde bile bazı veli­ ahtların hayatini kurtardı. Bü diğer kural da veUahtlarm kan dökül­ meden, boğularak öldürülmesiydi. Kanda büyülü bü güç olduğu­ na ve bunun düşmanlar tarafından kötülük için kullanılacağına ina­ nılırdı. Bu çok önemsenen b ü Moğol ve Türk inancıydı. Osman 8 Gazi'nin soyuna b ü şekilde karıştığı söylenen b u kutsal gücün sa­ dece erkekten erkeğe geçtiği sanılırdı. Osman Gazi'nin Moğol tarzında uzun saçlan vardı. XIV. yüz­ yılda saç kısaltıldı ve sonunda İslamî biçimde tamamen tıraş edildi. 9 Osmanlı soyu ortadan kalktığı takdüde vârisi Kırım'daki Güay hanlan olacaktı. Osmanlı sultanının en başta gelen görevi orduya 10 58 ulufe ödemekti. Aynca toplumda her kesimin kendi işlerini yürüt­ mesini sağlar ve bübüiyle çaüşmasmı Önlerdi. Bü sultan, duygu­ 11 sal anlamda, yeteneği ve becerisiyle ölçülürdü. Devletin kalıaJığmı sağladığı takdüde anasının hangi kandan geldiği önemli değildi. 12 İstediğiyle evlenebiürdi. Bu bağlanülar hanedana büçok Hıristiyan kadının girmesine y o l açtı. H Mehmed döneminden sonra sarayda­ k i herkes gibi onlar da k u l konumuna geçtiler. Oysa efendüeriyle 13 evlenip bundan doğan haklara sahip olabüülerdi. Ancak sultan, devletin çıkarlan uğruna aile bağlarını bü kenara itmek zorunday­ dı. II. Mehmed'in koyduğu, taht kavgalarını önlemek için erkek kar­ deşlerin öldürülmesi kuralı buna dayanıyordu. Öldürülme işi ipek kordonla boğularak yapılırdı. Önce de gördüğümüz gibi hanedan kanı akıtılmamalıydı. Sonunda ulema ve zaten güçlü olmayan azın­ lıklar dışında köle düzeni herkesi kapsadı. 14 E. Mehmed, gazüer olarak otokratik yönetimine başkaldırma­ larını önlemek için soylulan acımasızca bastirdı. Aralarından en sa­ dık olanlar büe herhangi bü nedenle ortadan kaldırıldı. Edindikleri serveti ileri sürerek ulema sınıfının gücünü bü süre zayıflatmayı ba­ şarmıştı. Ancak ulema sınıfını oluşturanlar Müslüman doğduğu için özgürdü. Uyguladıklan kanunların ve dinî hukukun verdiği yetkiler açısından güvence altındaydı. Çıkarlarına düşkünlükleri sık sık kendini gösteriyordu. Yine de onların sınırlayıcı ölçüleri, komutanlannm yetkilerini sorumsuzca kullanmasını Önlüyordu. Kanunun bekçileri Tutuculuk, ulemayı korkulan bü siyasî güç haline getirmişti. Aynca ulema eğitim görmüş ve tanrısal bilgüere sahip bü sınıftı; an­ cak bu, i l i m sahibi kişüer olduktan anlamına gelmiyordu. Tüm ma­ nevî ve hukukî konulardaki başvuruların dinî açıdan değerlendiril­ mesi önceden saptanmış bü adalet anlayışı içinde yorumlanırdı. Z i ­ ra İslam hukuku, gelişimci görüşlere, ideallere ve dolayısıyla tartış­ maya açık değildi. Adlarına kadı denen, geleneklere bağlı b u hâ­ kimler, konulan formüle etmek yerine sadece verdikleri kararlarla halkın yaşamını etkilerdi. Ulemanın Ortodoks eğitimi uzun ve tek­ düzeydi. Her öğrencinin (softa), E. Mehmed'in kurduğu külliyeye bağlı tüm okullardan mezun olması gereküdi. "Sekiz" adıyla anılan sekiz adet hazırlık okulu vardı. Böylece her talebe Süleymaniye'de- 59 k i dört medreseye girmeden önce en az 16 yıllık bir eğitimden ge­ çerdi. Öğrenciye burada başlangıçta "softa" sonralan da "lala" de­ nirdi. Zenginlerin ve sözü geçen kişilerin oğullan için birtakım kes­ tirme yollar olduğunu söylemeye gerek yok. Pek çok öğrenci olağa­ nüstü bir ezber gücü ve saygı uyandırabilme yeteneği gerektiren bu eğitime devam etmeyip küçük kasabalara ya da büyük köylere ka­ dı olarak atanmayı tercih ederdi. Bu l<imselerin herhangi b ü karar­ la ilgili olarak hükümetin baskısı ve (eğer bundan farklı ise) sulta­ nın eğilimi ile mahkeme salonunun sakin havasını etkileyen diğer baskılar arasında denge kurabilecek içgüdüsel bü anlayışa sahip ol­ ması gereküdi. Aynca uzun ve sağlıklı bü ömre ek olarak sakallı ol­ ması da önemliydi. Mezuniyetle orta yaşa erişilmiş olunurdu. Önce molla (büyük kadı) unvanıyla üst düzeyde bü okula atanır, sonra da kıdemli ka­ dılar kurulunun kabulüyle, devletin siyasî çarkı içinde üerleme ola­ nağı bulabilüdi. Ardından pek gözde bü mevki olan R u m (Rumeli) ya da Anadolu kadıaskeri unvanına kavuşması mümkündü (bu makam, inzibat amiri olmaktan çok, baş askerî kadının mevküydi). Rum sözcüğü ise, gayet tabiî, sultanların düşlerinden uzak olmayan Roma şehrinden türetilmişti. En son ve en büyük makam şeyhülis­ lam olmaktı. Şeyhülislamın divanda (büyük devlet meclisi) yeri yoktu. Ancak önceliği sadrazamla paylaşmasma rağmen dünyevî güç, genel olarak ruhanî gücün Önündeydi. Başlarda İstanbul müf­ tüsü olan büyük hukuk bügini Ebussuud'u Kanunî Sultan Süley­ man XVI. yüzyılda b u makama getirmişti. En yüksek söz sahibi k i ­ şi olduğundan ancak şeyhülislam sultanı tahttan indirebüü ve taht vârislerinin idamına fetva verebilüdi. Önemli yasal değişikliklerin yürürlüğe konabilmesi için onun fetvasına gerek vardı. Sadrazam 15 üe şeyhülislam bülikte yürüseler yan yana gidiyor olurlardı, çünkü şeyhülislam doğuştan Müslüman'dı. Oysa başvezü genellikle Hı­ ristiyan kökenliydi. Sadrazam şeyhülislamı haftada iki kez ziyaret eder ve ona bil­ gi verirdi. Buna rağmen gerçek yetkilinin sadrazam olduğundan kimsenin kuşkusu yoktu. Bunun nedenlerinden biri, şeyhülislamın kadıasker olarak katıldığı divan toplantılarında şeyhülislam sıfatıy­ la bulunmamasıydı. Bu uygulama sonralan değiştirilerek toplantı­ lar sadrazamın konağında yapılmaya başlandı. 1656'da Köprülü Mehmed Paşa'nın IV. Mehmed tarafından sadrazam olarak atan- 60 masıyla b u mekân Babıâli adıyla anılmaya başlandı. XVH. yüzyılda kanunlar Önem kazanmaya başlayınca kadıaskerler yetküerinırî ço­ ğunu kaybetti. Kadıasker görevden azledilebilüdi. Bu durum şey­ hülislam için yüzyılın sonlarına kadar söz konusu olmadı. O tarih­ ten sonra da itibarının zedelenmesiyle yetinildi. Böyle durumlarda şeyhüHslam yalnızhğa terk ediHr, entrika çevrilmesinden korkuldu­ ğu için dostlarının kendisini görmesine izm verilmezdi. H. Mahmud bu uygulamaya 1826'da son verdi. Ulema sadece hukuk ve d i n adamlarından oluşmuyordu. Aralarında saraya mensup doktorlar ve cerrahlar ile müneccimbaşı da vardı. Şeyhülislam yeni yapılan b ü camide mihrabın temel taşı­ nı yerleştirmesi ya da ordunun sefere çıkması için en hayırlı zama­ nı müneccimbaşıya danışmadan belülemezdi. Sultanın aynı za­ manda aileden gelen imam unvanı da vardı. Müslüman b ü hüküm­ darın halkına namazda imamlık etmemesi düşünülemezdi. Ulema imparatorluğun bütün şehirlerine yayılmıştı. Kahire bu yönden i l i m ve üfan yuvası sayılırdı. Bü de Muhammed soyundan gelen, başlan yeşil sarıklı "seyitler" vardı. Bunlara dinî görev pek veril­ mezdi. Mısır ve Suriye'de yaşayan seyitler ayn b ü siyasî güç oluş­ turmuştu. Şam ve Halep'teki seyitler yeniçerilere düşmandı ve on­ lardan nefret ederlerdi. Aslında askerî düzenin bütününe karşıy­ 16 dılar, fakat anarşiden korktuklan için sesleri çıkmazdı. 17 Başlangıçta ulemanın bilgisine ve onurlu yaşam biçimine bü­ yük saygı duyulurdu. Gösterişten uzaktılar. Yanlarına uşak alma­ dan sokağa çıkarlar ve onlar geçerken halk kenara çekilüdi. Makul sınırlar içinde hediye kabul ederler ve önemli davalar hakkında k i ­ şisel erdemlerine dayalı kararlar verirlerdi. Eğer oğullan b ü yolunu bulup da seçkinler srnıfına katılırsa, bundan çıkar sağlanması engellertirdi. Sonralan kısa süreli zenginlikler gösterişe y o l açtı. Kanunî Sultan Süleyman'ın hükümdarlığı sırasında paranın değer kaybet­ mesi üzerine devletin gelü kaynaklarını artirmasıyla da b u zengin­ lik doruğa ulaşb. IH. Murad döneminde (1574-1595) davalar altin ve gümüşle tartılır oldu. Medrese eğitiminin kahtesi düşene kadar oğulların sınıf geçmesi parayla sağlandı. Gerçekten de matematik ve coğrafya gibi dersler eğitim programlarından kaldırıldı. Bunun nedeni öğretici kadro olmamasının yanı sıra duyulan tepküere de dayanıyordu. Gericilerden cesaret alan isyana b ü güruh İstan­ bul' daki tek rasathaneyi yerle b ü edip kapatılmasına sebep oldu. 61 Özgür düşünceleri yüzünden üç büginin idam edilmesi ve dışar­ dan kitap getirilmesinin yasaklanması aynı döneme rastlar. ** 1 Önemli bir kişi olan Kemalpaşazade, ulemaya kaülmanrn sağ­ ladığı olanaklar için iyi bü örnektir. Kendisi önceleri asker olmak is¬ tiyordu. II. Bayezid'le bü sefere katıldı. Bu sefer sırasında bü gün Sadrazam Çandarlı mrahim Paşa'nm çadırında FÜibe'deki külliye­ n i n müderrisi (profesör) Lütfi Efendi'ye gösterilen olağanüstü say­ gıdan çok etldlenmişti. Aynı zamanda yüksek rütbeli bü subay olan Lütfi Efendi'ye ünlü kahraman Gazi Evrenos'un oğlu Ahmed Beyle eşit davranılıyordu. Böylece Kemalpaşazade ulemanın diğer sınıfların üstünde tutulduğunu gördü. Lütfi Efendi'nin öğrencisi ol­ du ve Edirne kadılığına tayin edüene kadar Ectirne ile Üsküp'te mü­ derrislik yaptı. I . Selirn'in vakanüvisi oldu ve sultanla bülikte Mısır seferine katıldı. 1526'da Kanunî Sultan Süleyman kendisini şeyhü­ lislam tayin etti. Kemalpaşazade aynı zamanda vakanüvislik göre­ v i n i de sürdürerek 1533'te ölümüne kadar b u makamda kaldı. Beş yıl sonra devlette görev verilen Ebussuud Efendi, bilgisi ve kişiliği sayesinde en üst makama gelecekti. Süleyman'a Kanunî lakabını verdüen Medenî Kanun'u Ebussuud Efendi hazırlamıştı. Divan ya da büyük devlet meclisi 19 Divanın oluşumu döneme ve şartlara göre farklılıklar göster­ miştir. E. Mehmed'in yeniçerilerinden olan Konstantin Mihayloviç'e göre b ü süre sultanın altinda i k i üye vardı: Sadrazam Mah¬ m u d Paşa ve İshak Paşa. Bunlar aralarında toplanarak tartışırlar, bÜgi almak için dilediMerini yanlarına çağırırlar sonra da görüşleri­ n i sultana iletirlerdi. XVI. yüzyılda divan sadrazamın başkanlığında toplanır, hemen ardından da iki kadıasker geürdi. Bunun nedeni di­ vanın o dönemde yönetim işlerini yürüttüğü kadar divanı âli niteli­ ği de taşımasıydı. Sefer sırasında divan, serasker konumunda olan sadrazamın çadırında toplanırdı. Kendisine bağlı dört kubbealtı 20 veziri de çoğunlukla savaş alanında komutanlık yapabilecek nite­ liklere sahip kimselerdi. Sadrazam gibi onlar da Enderun'da eğitil­ mişlerdi. Kaptanpaşa (Barbaros Paşa'nm atanmasından sonra en azından aralıklı olarak) ve yeniçeri ağası da zaman zaman b u top­ lantılarda bulunurdu. Yeniçeri ağası katılmazsa, toplantı bittikten sonra huzura ilk kabul hakkı kendisinindi. Burada bizzat sadrazam- 62 dan alınan kararları öğrenirdi. Dışişleri, cehaleti çoğu zaman inanıl­ maz boyutlara varan reis efendinin, parasal konular ise defterdarın elindeydi. Divan, haftanın belirli günleri halka açık olurdu. Sadra­ zam ek görüşmeler için kendi divanını kendi konağında, sonralan da Babıâli'de toplardı. Çok kez yeniden inşa edilen Babıâli binalannrn bir kısmı İstanbul Valiliği olarak bugün de kuUarulmaktadır. Divan ya da sadrazamın güvendiği kişilerden oluşan iç mecli­ si aynca özel olarak da toplanırdı. II. Mehmed'in i k i veziri bir kez özel görüşebilmek için Hazine'de kasaların bulunduğu bölümde buluşmuşlardı. Buradaki muhafız, otarmaları için yere bir halı ser­ miş, o sırada kendisini ziyarete gelen kardeşini dolaplardan birinin arkasına saklamak zorunda kalmıştı. Nerede yapılmış olursa olsun, elde b u gibi toplantılara ait kayıtlar yoktur. Bunlara katilanların ara­ sında darüssaade ağası gibi devlet siyasetini etkileyebilecek olup da pek ortalıkta görünmeyen kimseler de olabüüdi. Dârüssade ağalan XVII. yüzyılın çoğunu haremi yönetmekle geçirmişlerdi. Toplantilara, siyasî yönden güçsüz sultanların anneleri olan bazı valide sultanlan da getirdikleri bilinmektedir. Süvarilerin başkomutanı sipa­ h i ağası ve bazı ayncalıklı kişiler de b u toplantılara katılırlardı. Gö­ rünüşte hiziplerin ve entrika ağlarının örülmesini sağlayan b u gibi durumlarda kozlar daima bü MaclüavelH'nin elinde olurdu. XVI. yüzyüda sultanlar divandan çekildilerse de görüşmeleri salonun üstündeki küçük bü odanın kafesli penceresi ardından izlemeye devam ettiler. Bu uzaklık sultanın hükümet işlerinden çekildiği an­ lamını taşımıyordu. Kendisi her zaman iç grubun etkin bü üyesi olarak kaldı. Divanın kararlan, imparatorluktaki büçok vilayetin yönetimi­ ne yansırdı. Haberleşmede çekilen güçlükler, valilere son derece ge­ niş b ü yönetim özgürlüğü sağlıyordu. Sadece çok önemli konuların karan, divandan gelecek cevabı beklerdi. Diğer kararlar - saraydan gelen buyrukların nasıl uygulanacağı dahil- valinin kendi kurulun­ da görüşülür, ancak bunlar genellikle sultanın buyruğunu yansıt­ maktan öteye geçmezdi. Vilayetin Önemli ve güçlü kişüerinden bazılan da b u kurulda yer alır, böylece b ü derece özerklik ve yöre sorunlan hakkında genel bilgi sağlanmış olurdu. Fakat b u düzen, so­ runların tamamen çözümlenmesi ya da tatininsizliğin Bağdat ya da Şam'da, İstanbul'dan daha az olması demek değildi. Taşıdığı an­ 21 lam, merkezî hükümet güçten düştükçe yerel çıkarların giderek 63 egemenlik kazanmasıydı. Makama destek olsun diye beylerbeyine ya da valiye bağışlanan mal ve mülkün XVII. yüzyılda kısıtlanma­ sı, bunun bü diğer nedeniydi. Bu kısıtlama kısmen ekonomik bü tedbü olmakla beraber kısmen de toprak saHpIerinin özgürlüğünü ve gücünü kontrol altında tutmak içindi. Beyler ve beylerbeyi İran kökenli eski bü Türk unvanı olan "bey", Orhan Gazi dö­ neminde ikinci sınıf soyluluğu belirtirdi. Başlangıçta I . Murad'm sa­ dece iki komutanı, Şehzade Alaeddin Paşa'nın torunu olan Lala Şa­ hin ve Timurtaş, b u unvanla anıldığından, bey sıfatına gıptayla ba­ kılırdı. XV. yüzyıl başlarında I . Mehmed'in hükümdarlığı sırasında Anadolu'da ve Balkanlar'da beyler vardı. XVI. yüzyılda beylerin sa­ yısı 401 bulmuştu ve Balkan beyleri divanda ön sırada yer alıyordu. Gerçekten de b u beyler, büyük timar arazüeri üzerindeki haklarmı kaybedene kadar vaMerinki gibi yetkilere sahipti. Beylerbeyi unva­ nıyla tanınmaya başlayan büyük vilayetlerin valileri, genel vati kav­ ramına yakın konumdaydı. Daha küçük bölgeleri kapsayan sancak­ ların valileri, beylerbeyine bağlıydı. Bu yöneticilerin hepsi de sulta­ nın okullarında, sarayda ya da Edirne ve İstanbul'daki yüksek dü­ zeydeki okullarda eğitim görmüştü. Genellikle eski yeniçeri subaylan ve meslekten askerlerdi. Sonralan bunların yerini Musul'da ol­ duğu gibi yerli eşraftan kimseler aldı. Güvenliğin korunması gaye­ siyle kısa sürede yerel ve düşük nitelikli yeniçeri bülikleri yetiştiril­ di. Ancak bunların başkentteki Yeniçeri Ocağı'yla ortak yönü pek azdı. Dolayısıyla vergiler konusunda ortaya çıkan sorunla uğraş­ mak için İstanbul'dan yeniçeri bülikleri gönderilüdi. Kararların uygulanması ve geüştüilmesi zaman aldığından valiler Önceleri gittikleri bölgelerde uzun süre kalırlardı. Yerel des­ tek toplayarak bağımsızlık kazanmalarının önlenmesi için b u süre sonradan kısaltıldı. Aynı nedenle valilerin en kısa zamanda zengin­ leşmesini sağlamak için de ağır vergiler k o n d u . Yönetimin yetki­ 22 leri, acil sorunların çözümüyle sınırlı olup uzun vadeti yarar sağla­ maktan uzaktı. Bu tutumdan Suriye vilayeti kadar zarar gören ol­ mamıştı ancak, bunun özel b ü nedeni vardı. Mekke'ye hac için gi­ decek olanlar Şam'da toplanırdı. Hac kemanının komutanlığım ge­ nellikle beylerbeyi yapardı. Bu iş, kârlı olmasına rağmen çapulcu 64 Bedevi kabüelerine karşı kervanı koruyacak askeri kendisinin temin etmesini gerektiriyordu. Osmanlılar Bedevilerle hiçbir zaman baş edemedi; hacılar muhtelif zamanlarda soyguna hatta katliama uğ­ radı. Yemen gibi vilayeder de gerçek anlamda fethedilemedi. Bura­ da Osmanlı egemenliğinin çoğu zaman adı var kendi yok gibiydi; şehirler ve kalelerle sınırlı kaldı. Yaşanması zor bölgelerdeki kalele­ re yollanan yeniçerileri, iki misli ulufe dahi ikna edemiyordu. Bu gözden uzak garnizonlarda onları vicdansızca soyan gezici saba­ lardan aldıklan iaşeyle yaşamlarını sürdürmeye çalışırlardı. Kutsal yerler sultanın koruması altındaydı, ancak Mekke şerifleriyle ilişki­ ler sık sık bozuluyordu. Bunun da nedeni şeriflerin Şiî inançlarına sarayın Sünnî görüşlerinin ters düşmesiydi. Sonuncu olarak devletin dördüncü bü direği daha vardı: öde­ dikleri vergilerle yönetime ve orduya güç veren tüccarlar. Her tica­ rî sırvrfm, üyelerini zorbalığa ve güçlüklere karşı koruyan loncalan vardı. Ancak onların en büyük güvencesi, önemli olmalarının sul­ tan tararından kabul edilmesiydi. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Osmanlı ordusu Kara kuvvetleri: görkemli süvariler ve delişmen akıncılar Yeniçeriler, Osmanlı ordusundaki en kalabakk askerî topluluk değildi ama silahlı kuvvetlerin, sipahiler dışındaki diğer sınıflan üzerindeki etkisi, büyük ve yaygındı. Sipahilere, sefer zamanı ordu­ ya verdikleri hizmet karşılığında yaşamları boyunca üç sınıf arazi tahsis edikrdi. Aralarında en küçük olanı tımardı. Buna karşılık kendisinden tam teçhizatlı bir süvariyle b ü de seyis getirmesi iste­ nirdi. SipahÜer savaşta başan göstermiş askerlerden başka içoğlanlan arasından da seçilebilirlerdi. Arazilerin işletme hakkı sipahinin yaşamıyla sınırlı olmasına rağmen çoğu b u hakkını oğluna bırakma eğilimindeydi. Ancak bunun bü ırüras haline gelmesi önlenmeye çalışılır ve sipahiler arasında arazi değiştirmeye gidilirdi. Oysa b u düzen tarım politikası olarak pek olumlu değildi. Tımarın en az beş katı gelü sağlayan topraklara zeamet denüdi. Zeamet sahibi sipahi­ ler sefer zamanı orduya daha çok süvari vermekle yükümlüydü. Has adı verilen topraklar ise geliri 100 000 akçenin üstündeki arazi­ lerdi ve tam teçhizatlı 25 süvari sağlaması beklenüdi. Başlangıçta Osmanlı soyundan kimselere gelü kaynağı olarak tahsis edüen has­ lar, sonralan içoğlanı ya da yeniçeri kökenli vezülere de verilmeye başlandı. Haslar, tahsis edilen kişinin ölümü üzerine tüm mal ve mülküyle yeniden saltanata intikal ederdi. Kapıkulu süvarisi şehir dışında, atların otlayabilmesi için kırlık alanlarda konuşlandınlırdı. Süvariler, yeniçeriler ve içoğlanlan ara­ sından seçilen ulufeye bağlı ücretli askerlerdi. Savaşlarda göz âka 1 üıtiformalanyla sultanın sağında ve solunda yer alırlardı. Başka hiç­ bir ordunun süvarisiyle kıyaslanamayacak kadar usta biniciler ve es­ k i Türkmen atlılan kadar keskin okçular olmak üzere eğitim görür­ lerdi. Kullandıklan teçhizat ve silahlar, hissettikleri gururu ve aza- 66 meri yansılardı. Fakat b u silahlar sonralan savaşlarda zayıf düşmele­ rine ve yenilgilere yol açacaktı. Barut dumanının pisliği yüzünden ateşli silahlardan uzak duruyorlardı. Kapıkulu süvarisinin sağ kana­ dı mızraklarrrun ucunda üç köşeli kırmızı flamalar taşırdı. Bunu, sa¬ n flama taşıyan sol kanat süvarisinden ayırt edebilmek için II. Mehmed uygulatmışü. San flamanın ise Orhan Gazi'den kaldığı söylenü. Sağ kanattaki süvarilere banş dönemlerinde Hazrne'yi korumak ve vilayetlerden gönderilen vergilere, İstanbul'a getirilirken yol boyun­ ca muhafızlık görevi verilüdi. Eskiyen otağlann saülmasıyla da ba­ zen b u süvariler uğraşırdı. Sol kanatta yer alan süvariler seferde sul­ tanın çadın önünde istiflenen Hazine sandıklarının korunması ve ödüllerin sultan namına dağıtılması işleriyle yükümlüydü. Bunlar­ dan bü tabur, saraya ait atların bakımıyla uğraşır, seyisler araların­ dan seçilüdi. Üzerinde sultanın simgesi olarak 12 at kuyruğu bulu­ nan tuğların seferde sultan otağı önüne dikilmesi şerefi de bü diğer kapıkulu süvari taburunundu. Aldığı ulufeye ek olarak kapıkulu sü­ varisine bü de küçük tımar tahsis edilü ve savaşa silahı ve zırhıyla bü atlı asker vermesi istenüdi. Ata binmeyi iyi bilen yeniçerilerin, iki ka­ ta ulufeyle hassa süvarisi olmalan mümkündü. Bunların oğullan da süvari olabilir, fakat nedense torunlarına b u hak tanınmazdı. Bunların dışında kalan süvariler 12 000 kadardı ve fırkalara bölünmüştü. 5. ve 6. fırkalarda yeniçeri kökenli süvarüer, silahtarlar bulunur ve b u gözde fırkalar savaşta sultanın sol kanadında çarpı­ şırdı. Gureba adı verilen 3. ve 4. ürkalar ise yabancılardan oluşan süvarilerdi. Bunlar XVH. yüzyıla kadar Güney Anadolu eyaletlerindeki İran, Arap ve Kürt kökenli paralı Müslüman askerlerdi. Ordu­ n u n her i k i kanadında da bulunan b u süvariler gaddarlığıyla ün salmışta. Madenî halkalardan örülü zırh gömlekleri ve yuvarlak kal­ kardan vardı. Ateşli silahların önemi, kapıkulu süvarüeri dışında, diğerleri tarafından kabul edildiğinde bile bunlan kullanmadılar. Geleneksel silahlan olan pala, gürz, ok ve mızrakla savaşmaya de­ vam ettiler. Bu nedenle, XVIII. yüzyıla doğru gelişen silahlar karşı­ sında büer Don Kişot gibi kalarak önermerini yitirdiler. 2 Sipahilerin ateşli silahlardan uzak durması, önce de belirtildiği gibi, daha akla uygun b ü sebebe dayanmaktaydı: barut dumanının pisliği. Öte yandan sipahiler de gurebalar gibi düşmanı ateşli silah­ la vurmayı korkaklık ve kalleşlik olarak görüyordu. Memlûklara gö­ re göğüs göğüse çarpışmadan top kullanarak 50 kişiyi öldürmek 67 mümkündü. 1548'de İran'da 200 kadar sipahiye tüfek eğitimine baş­ lanmış ancak arkadaşlannm bunlan alaya almasına, barut dumanı­ nın pisliği de eklenince aüşlardan vazgeçilmişti. Sipahilerin yüksek rütbeli komutanlan olan alaybeyleri önemli mevkilere sahip kimse­ ler olup genellikle eyaletlere vali olarak tayin edilülerdi. Dolayısıy­ 3 la kendilerini soylular gibi hisseden sipahiler, savaşlara yaya giden, üstü başı barut isiyle kaplı, çamura bulanmış yeniçerileri küçümser­ di. Karşılığında yeniçeriler de sipahilere kendini beğenmiş hanım evladı gözüyle bakıyordu. Sipahiler giderek önem kaybetmeye baş­ ladıktan zaman büyük araziler elde ettiler ve izmir'in tepelerindeki bıçkı tezgâhlarım sahiplenerek yöredeki ormanlardan İstanbul'a ke­ reste sevk etmeye başladılar. Kereste ticareti kârlı bü işti ve Yeniçeri Ocağı'na yeni alman tayfaların kullandığı teknelerle ucuza taşınabi­ liyordu. O dönemdeki bazı sejyahlarrn, kereste taşıyan 1 000 man­ danın oluşturduğu kervanlardan bahseden anılan, ticaretin hacmi hakkında iyi bü fikir vermektedü. Hafif süvariler olan akmalara ise kesinlikle hanım evladı de­ nemezdi. Bunlar Balkanlar'dan ve sınır boylarındaki aşüetlerden askere alınırdı. Görevleri baskın ve yağma yoluyla düşmanı şaşır­ 4 tarak esas saldırının nereden geleceği konusunda yanıltmaktı. Sonralan baş belası kesüen ve sayılan 20 000'e ulaşan b u yağmaalara, Yemen fatihi, düzen ve disiplin yanlısı Koca Sinan Paşa 1595'te çı­ karttığı bü buyrukla son verdi. Akmalarla bülikte deli adı verilen bü sınıf daha vardı. Keşif işlerinde kullanılan ve akınlara da kanlan bu sırııtin görevini giderek Kınm Tatarlan üstlendi. Oysa b u her i k i 5 kuruluş, Konstantinopolis'in fethinden sonra II. Mehmed'e başanyla hizmet etmiş, akmalar 1499'da Vicenza kapılarına dayanmıştı. Göçebe aşüetlerden gelen ve adlarına müsellem denen savaşçılar da yanlarında yamaklarla bülikte üçer-dörder kişilik gruplar halin­ de seferlere katılır, karşılığında vergiden muaf olurlardı. Bunlar ço­ ğunlukla Türkmen aşüetlerinin yörükleriydi. Yörüklerden ancak ele geçüilüse vergi alınırdı. Piyadeler ve cehennem makineleri Osmanb ordusunda b ü de yaya ya da piyade adı verilen Anadolu askeri vardı. Bunlar çoğunlukla küçük arazi sahipleriydi ve askerlik hizmeti karşıhğmda vergiden muaf tutulurdu. Aynca 68 eyaletlerden gelen başıbozuklar da sefer zamanı orduya katilırdı. Gözünü budaktan sakınmayan, adeta ölümüne savaşan başıbo­ zuklar, çoğunlukla Balkanlardan gelen, İslamiyet'i yeni kabul et­ miş fanatik dönmelerdi. Savaşmak için duyduklan istek sadece sa­ vaşıyor olmanın verdiği heyecan ve coşkuya yöneUkti. Hafif okçu­ lar olan azaplar hudut boylarındaki kalelerin savunmasında ve başkaldırılara karşı yeniçeri birliklerine destek verirlerdi. Azap büliklerinin b ü kısmı donanmada görev alır aynca cephane taşıyan deve katarlarının güvenliğini üstlenüdi. Aralarından topçu büliklerine geçenler de olurdu. Azaplar devşirme değildi. Her bölge or­ duya belüH miktarda genç vermekle yükümlüydü. Yolların ve ge­ çitlerin güvencesi, çevredeki Müslüman ve Hıristiyan halktan seçi­ len küçük bülikler tarafından sağlanıyordu. Bunlara derbend denü ve umar tahsis edilüdi. Tımar sahipleri b u görevin aile içinde yü­ rütülmesine çalışır, derbendlerin arasına bazen yörüiderin de katil­ di ğı o l u r d u . 6 XVTH. yüzyılda yeni b ü savaşçı sınıf ortaya çıktı. Onlara ölüm taburları demek uygun olur. Serdengeçtiler, savaşta canlan pahası­ na düşman saflarının içine dalan ve ıritihar edercesine çarpışan fedaüerdi. Yeniçeriler arasından aynlan b u gönüllüler daha yüksek ulufe alır ve farklı b ü başlık giyerdi. Değişik b ü sınıf olduklarını vurgular gibi yemçerilerin gözden düşmeye başladığı dönemde or­ taya çıkmışlardı. En akla gelmedik çügınca taktiklerle savaşan b u bülikler diğerlerini yüreklendüip onlara örnek oluyorlardı. Topçu sınıfım kuran H Murad'dı. Birliklerin başta gelen sila­ hı kuşatma topuydu. Topçular üç ağarım komutası altındaydı ve sayılan giderek 2 000'i bulmuştu. Topların dökümü, onarım ve kullanımı topçuların göreviydi. Sonraki yıllarda top dökümü Ga­ lata'daki tophanede yapılacaktı. Namlular dökümhanenin altinda denize doğru uzanan kumsala yuvarlanarak buradan teknelere kolayca yüklenebiliyordu. Top arabası sürücülerinden oluşan top­ hane personelinin sayısı zaman içinde 3 000'e ulaştı. Bunlar dökümcübaşırun komutasında çakşırdı. Dökümhanenin sırtlannda7 k i Beyoğlu ya da Pera'run güvenliğinden de bunlar sorumluydu. Silah üretimi ve onarımıyla uğraşan cebecilerin sayısı XVI. yüzyılda 2 000'e ulaşmıştı. Bütünüyle bağımsız b ü sınıf olan cebeci­ ler, yeniçeriler için arkebüzler üretiyordu. Sonralan piyade talimi 8 görerek bunların en mükemmeUerini kendi butiklerinde kullandı- 69 lar. Lağımcıların görevi de kale duvarları altından tüneller açarak buralan havaya uçurmaktı. Hurnbaraalar ise b ü tür havan topu 9 olan humbara vapurundan, bunların naklinden ve ateşlenmesinden sorumluydu. Havan güllesi ve barut yapanlar olarak iki bölüğe aynlmışb. Humbaracdann bü kısmı kalelerde, esas bülikler ise topçu ocağında görevliydi. Tüm topçular acemi oğlanlan arasından seçilüdi. Öte yandan cebecilerin hem zülüflü baltacılarla hem de yeni­ çerilerle belirli ilişkileri vardı. Savaş zamanı işçilerle bülikte esnaf ve zanaatkarlar, duvarcılar, terziler, ayakkabıcılar, tümü de bağlı olduklan loncalar kanakyla or­ duya çağrılırdı. Fakat yeniçerilerin ve diğer asker sınıflarınm çoğu zaten b u tür işlerde becerisi olan Idmselerdi. Örneğin yeniçerilerin kendi kasapları ve aşçlan vardı. Acernicilik döneminde hepsi inşaat işlerinde çalışmışlardı. Bundan dolayı ordunun peşine takılarak bü­ likte savaşa gidenler kalabalık değildi. Fakat zanaat sahibi birinin as­ kere dönüşmesi kolay olmayan ve zaman alan bü işti. Osmanlı ordusunun kalbi: yeniçeriler Osmanlı ordusunun dörtte üçünü böylece gözden geçirdikten sonra geriye en seçkin ve gözde asker olan yeniçeriler kaldı. Bunlar 10 ücretli piyadelerdi ve seferde ve kale nöbetinde olmadıklan zaman sürekli olarak kışlalarında kalırlardı. Bu nedenle evlenmeleri yasak­ tı. Ulufe alırlar, 45 yaşında emekliye ayrıldıktan sonra bÜe ürüfor11 malanyla dolaşır, isterlerse kışlalarında yaşarlardı. Burada savaş anı­ larını anlatarak ocağa yeni katılan gençlere şevk verirlerdi. Pierre Gyllius, Fransa Kralı I . François tarafından Bizans dönemine ait ki¬ taplan toplaması için Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatı sırasında İstanbul'a gönderilmişti. Fakat kendisi her nasılsa unutulmuş ve kar­ nını doyurabilmek için Yeniçeri Ocağı'na katılmak zorunda kalmış­ tı. Genç biri olmamasına rağmen buraya zorluk gösterilmeden kabul edilen Gyllius, İran seferi sırasında kaçmayı başanp Roma'ya döndü. İstanbul'da bulunduğu sürede şehrin her köşesini gezmişti. Anıla­ rında İstanbul surlan içinde özgürce dolaşabüdiğinden bahseder. Profesyonel askerler olan yeniçeriler, mağrur sipahilerin aksi­ ne tüfek kullanmayı kabul ederek bunu saldın silahı olarak benim­ sediler. İlk kez 1389'da Kosova Savaşı'nda Hunyadi'nin ordusun­ 12 da gördükleri çakmaklı tüfeği benimsemişlerdi. O dönemlerde Os- 70 manii komutanlan, düşmanlanndan pek çok şeyi süratle öğrenip yararlanmasını büen lcarıselerdi. Ancak Üeri tarihlerde yeniçerüerin ayncalıklı bü topluluk olarak şehü hayaüna karışması, Bati'nın as­ keri alandaki yenililderinden yansıyan ışığı söndürmüş ve XVffl. yüzyıl karanlığı içinde b u gibi gelişmelere gereken önem verilme­ mişti. Yeniçerilerin mızrak kullanmak istemeyişi baltaa sınrfırun kunümasıyla bağlantılıydı. H Mehmed döneminde yeniçerilerin başlıca silahlan ok, Tatar yayı, misket tüfeği ve humbaraydı. Ye­ 13 niçeriler, Laupen'de mızraklı İsviçre piyadelerinin yer değiştirme­ den ya da bülilderin Waterloo tarzı kareler oluşturarak uyguladığı savaş biçimlerinde başanlı değillerdi. 14 Yeniçeriler üç ana bölüme aynlırdı: seğmen, cemaat ve bölük Kırmızı çizme giyen seğmenler (zağaralar) 34 ortadan, önemli ka­ lelerin savunmasını sağlayan cemaat ise 101 ortadan oluşuyordu. Subayların çizmeleri ise san renkteydi ve yeniçeri ağasıyla birlikte ata binmelerine izin verilüdi. Üçüncü bölüm ise 61 ortadan oluşan bölüktü. Böylece yeniçeriler toplam olarak 196 ortaydı. Her ortada Önceleri 100 kişi olan asker sayısı giderek 600 hatta 800'e çıktı. XVII. yüzyıl sonlarına doğru yeniçeri sayısının 70 000 kadar olduğu sanıl­ maktadır. Bu rakamın içindeki gerçek asker sayısı yandan azdı. D i ­ ğerleri uydurma isimlerle kaydedilmiş kimselerdi. Yeniçeri sayısı, zaman zaman yanya mdirilmesine rağmen yine de kutsal bir sayı olarak 70 000'le ifade edilirdi. Yeniçeriler sultana bağh k u l konumundaydı. Kuramsal olarak yalnızca acemi oğlarilan arasından seçilülerdi. Bu gelenek XVII. yüzyılda acemi oğlanı kalmayana kadar sürmüştü. Yeniçeri ortası­ nın komutanına çorbaa dertir, rütbesini gururla taşıdığı fakat hiçbü zaman kullanmadığı uzun saplı bü kaşık simgelerdi. Emrinde 6 su­ baydan başka bü kâtip ve b ü de imam bulunurdu. Çorbaa altin yaldızla kaplı bü miğfer giyer ve elinde beyaz bü asa taşırdı. Küçük rütbeli subayların bellerine sardığı kuşağa sokulu ve rütbelerini gösteren k m içinde bü kama vardı. Çorbacının sağ kolu olan odaba­ şı, kışlada ortanın kaldığı bölümden sorumluydu. Emrinde bü de aşçıbaşı vardı. Yeniçerilerin mutfağı Üe onlan memnun edecek ye­ meklerin hazırlanması ona ait olduğundan aşçıbaşı Önemli b ü k i ­ şiydi. Diğer ordulardaki gibi askere kuru peksimet verilmez, koyun eti, pilav ve tereyağının yanı sıra her gün taze ekmek çıkardı. Aşçı­ başı aynı zamanda bölümdeki disiplinden de sorumluydu, ne de ol- 71 sa en keskin bıçaklar onundu. Ancak idam, hapis ve zincire vurul­ ma cezalarından çok, en sık uygulananı mutfakta bulaşıkçılık ve te­ mizlik yapürılmasıydı. Her ortanın ulufe ödeyen ayn bir görevlisi vardı. Özellikle XVI. yüzyıl sonlarına doğru rüşvetin ve yozlaşma­ nın artmaya başlamasıyla, b u memurun konumu giderek önem ka­ zandı. Hazine'de Ödeyecek akçe kalmayınca verilen borç senetleri çek gibi kullanılır oldu. Evli yeniçerilerin kışlanın dışına, kendi ev­ lerine çıkmalan da b u döneme rastlar. Terfüer de bedel karşılığı ya­ pılmaya başlanınca yeniçeriler giderek esnaflığa bulaştılar. Yeniçeri Ocağı'nın başında eski bü divan üyesi olan yeniçeri ağası vardı. Ağanın rütbesi dört kubbealü vezirinin altında fakat di­ ğer vezülerin üstündeydi. I . Selim döneminde b u tayin, ocağın için­ den değil saraydan yapılırdı. Yeniçeri ağası Süleymaniye Külliyesi üe Haliç arasında, Tekeli Köşk adıyla arulan ahşap bü konakta ka15 brdı. Bahçelerle çevrili b u konağın eüafında muhafızlar kışlası ve diğer memurlara ait binalar bulunuyordu. Aynca subay odalan ve karargâh bölümleri de olan Tekeli Köşk başlı başına bü mahalle gi­ biydi. Kışla olarak kullanılan bölümlerin büe duvarlan iznik çinileriyle, tavanlan da alün yaldızla kaplıydı. Seğmenlerin komutanına kulkâhya denüdi. Kulkâhya aynı za­ manda yeniçeri ağasının yardımcısı olup ocağın bölük grubuna da komuta ederdi. Bunlar ve en Önemli 3 ocağın komutanları ocak ağa­ lan adıyla anılırdı. Bü de 34 acemi ortasının komutanlığını yapan ye­ niçeri kâtibi vardı. Büliklerin asker ihtiyacı b u 34 ortadan sağlanırdı. 5. Orta'nın komutanı acemilerin kayıt ve disiplin işlerinden sorum­ luydu. Ateşçibaşı denen levazım komutanı siyah deriden yapılmış, üstü gümüş kabaralarla süslü bü dolama giyerdi. Kemerindeki kan­ calardan sarkan zincülerin ucunda kaşıklar, b ü kâse ve iki de büyük bıçak gibi mutfak aletleri sallanırdı. Bütün bunlar o kadar ağırdı ki, ateşçibaşı yürürken ya da at üstündeyken her iki yaranda birer yeni­ çeri ona destek verirdi. Yeniçeriler merasimlerde başlarına kırmızı ya da beyaz keçeden H a a Bektaşi Veli'nin cüppesinin kolunu sim­ geleyen börk giyerlerdi. Börkün başa geçen kısmı yüksekti ve ar­ 16 kaya, enseden aşağı doğru sarkardı. Alrnlarrnrn ortasında kaşıklık denen bü de sorguç b u l u n u r d u . Börkün arkaya sarkan kısmı, ye­ 17 niçeriler yürürken sallanarak görünüşlerine heybet katardı. 18 Yeniçeri subaylan merasimlerde çeşitli süsler ve başlarına ka­ lafat adı verilen bü tepelik takar, kaşüclıklanna da turna ve balıkçıl 72 tüyleri iliştirirdi. Ancak en göze çarpan Bektaşîliği simgeleyen börktü. Bol pantolonlan gibi b u da muhtemelen dervişler yerine AhÜerden gelme bü geleneğin devamıydı. Yılda bü kez Ramazan'da Kadü Gecesi'nde askere Beyazıt Camü'nin yanındaki darphane depo­ larının birinde Selanik'ten getirilen bü mavi kumaş dağıtılırdı. Bö­ 19 lükler büer büer komutalarının ve 150 kişilik maiyeti olan levazım emirinin önünden geçerek mavi kumaşın yanı sıra nüntanlık kumaş ve tülbent alırlardı. Bunlar, biri has ahırların diğeriyse sadrazam ko­ nağının yakınındaki askerî terzilerde diktirilüdi. Keçe başaklan ise kışlalardaki 10 atölyede 60 usta tarafından imal edilüdi. At kuyruklan ve flamalar Sancak, Osmanlılar için büyük önem taşırdı. Konya'daki sultan­ lar tarafından beylere verilen sancak ve davuL onların yetki ve yöne­ tim haklarının simgesiydi. A k sancak en başta gelüdi. Bu sancağın be­ yaz ipek kumaşı üzerine simle işlenmiş yazı egemenliği belirtirdi. Sü­ varilerin kırmızı ve yeşÜ-kıımızı, saraydaki yerdçerilerin ise kırmızı ve alan şansıydı. Komutanlık simgesi olan at kuyruğu geleneği Moğol hanlarından geliyordu. Tuğ adı verilen bu amblem, üstünde Kibele'nin hilali bulunan alan bü topuzdan sarkan at kuyruklanydı. Her tuğun tepesine aynca gümüş mahfazası içinde küçük bü Kuran da bağlanırdı. Küçük vilayetleri yöneten valilere sancak beyi unvanı ve­ rilmesi gelenek olmuştu. Bü paşanın cadın önüne dikili olan tuğ, za­ man zaman farklılık göstermesine rağmen mertebesinin işaretiydi. A t kuyruğu, tuğun tepesine bağlanırdı. Sultanın dokuz tuğu vardı; bu sa­ yı daha sonralan iki tuğ üstünde altışar adetten toplam 12'ye çıkmıştı. Ancak Mohaç seferinde Kanunî Sultan Süleyman yedi tuğ kullanmış¬ tır. Küçük bü valinin sadece bü ya da iki, divan vezüleııriin üç ve sad­ razamın beş tuğa izni vardı. XVDI. yüzyılda Emin Paşa'ya serasker olarak altı tuğ verilüken kurbanlar kesilip yoksullara dağıtılmıştı. Yeniçeri Ocağı'nın yansı kırmızı yansı san sancağının ortasın­ da zülfikâr amblemi vardı. Denizde kaybedilen sancaklar hariç ilk 20 Osmank sancağının 1559'da ele geçüüdiği söylenir. O zamanlar 21 kayrak taşı renginde olan Osmanlı sancağı sonradan yeşil olmuştur. Hazreri Muhammed'in yeşil sancağı zamanla rengini kaybedip ka­ rarmış olsa bile hiç kimse peygamber aÜesinin b u kutsal rengini de­ ğiştiremezdi. Peygamber soyundan gelenler savaşlara, doğuştan 73 haklan olan yeşiller giyinmiş ayn bir bölük olarak katılırdı. Kara Mustafa Paşa'nm komutasındaki 1683 Viyana Kuşatması'nda bile peygamberin kutsal sancağı sultan emretmedikçe açılmamıştı. Ye­ niçeri alaylarının sancak renkleri böylesine bir huşu yaratmasa bile neredeyse benzeri bir saygı görürdü. Her alayın sancağı farklıydı. 1. Orta'nınki deve, 43/nünkü fil, 17.'ninki aslan, 10/nunki atmaca, 68.'ninki leylek, 74.'nünkü garip bü mimberle süslenmişti. 84. Or­ ta'nın amblemi çift minareli, 30.'nunki ise tek minareli bü camiydi. Diğer amblemler 41/ninki m u m söndürme külahı, 56.'nınki pupa yelken bü tekne gibi çok çeşitliydi. Çapalar, bayraklar, silahlar, anahtarlar, 54. Orta'nın ok ve yayı ve 44/nün gül motifi vardı. Bu 22 amblemlerden hiçbiri ortanın görevini simgelemiyordu. Ağanın k i ­ şisel sancağı b ü topuz ve hilalin altinda sallanan at kuynıklanyla bülikte taşınırdı. Sefer sona erdiğinde bu sancaklar -mgiliz alaylannın kiliselere konan bayraklan g i b i - merasimle camilere ve tekkele­ re taşınır ve ırümberin sağına ve soluna asılırdı. 23 Kahramanlara layık kışlalar Yeniçeri kışlalan muhteşemdi. Grenville'e göre XVIII. yüzyıl­ da İstanbul'da 40 000 askeri barındıran 60 kışla vardı. Sanderson, 1594 yılında, yeniçerilerin kaldıktan yerlerin keşişlerin manasür hücrelerine benzediğini yazar (bu Şehzadebaşı'ndaki Eski Odalar için geçerli olabilü). Vandal ise yeniçeri kışlasını, yüksek bir galeri­ nin çevrelediği, tavanı kısmen altin yaldızlı büyük (Örneğin dik­ dörtgen) b ü salon olarak anlatir. Bü tarafı çinilerle kaplı b u salonun diğer tarafında avluya açılan kapılar bulunduğunu yazmıştır; bu ta­ rif Topkapı Sarayı'nda görülen örnekler ve Kâğıthane'deki saraya bitişik olarak inşa edilmiş ve bugün ayakta olmayan bostana kışla­ larının planına uymaktadır. Saraydaki zülüflü baltaalar koğuşu­ n u n da helalar, çeşme, depolar ve küçük bü mescidin bulunduğu ve süah dolaplarının yer aldığı L şeklindeki bü avlusu vardı. Bu av­ ludaki küçük odalar muhtemelen subaylara aitti. Galland, çinilerle kaplı, kapılan ve çerçeveleri mermerden, ga­ lerileri fenerlerle aydınlatılmış uzun binalardan söz eder. H e m ye­ 24 niçerilerin, hem subayların odalarının geniş ve ferah olduğunu, bü kısmı mutfaklarda olmak üzere pek çok çeşme bulunduğunu yazar. Bü orta, büden fazla koğuş işgal ederdi. Bu koğuşlar 100 kişiyi ve ge- 74 rekirse iki katını baımmrabilirdi. Her koğuşun, ortanın özel işaretine ilaveten bir de amblemi vardı ve b u uygulama küçük bülikler ara­ sındaki bağlılığın gelişmesine yardıma olurdu. Ortanın özel işareti her yerriçerinin bacağına ve koluna dövme olarak işlerürdi. Galland b u koğuşların 250'şer kişiyi banndırdığmı söyler, ama 1672 yılında çoğu yeniçerinin evlenip koğuşlan terk ettiği düşünülürse, b u sayı pek gerçekçi olamaz. Şehzade Carrtii yanındaki Eski Odalar (ki ya­ lan zamana kadar o civardaki bazı sokaklar ve harabeler b u binanın varlığını kanıtlamaktadır) kısa zamanda küçük gelmeye başlamış, fakat bölük ortalarını ve en azından XIX. yüzyüa kadar subaylan ve çavuşlan barmdırmaya devam etmiştir. Kışlalar, sadece yangınlar­ dan sonra bile olsa, zaman zaman tarnir görmüşlerdi. XVI. yüzyılda caminin hemen altında Yeni Odalar inşa edilmişti. Bu devasa kışla şimdiki belediye binasının bulunduğu yerden Aksaray'a, Muratpaşa Camii ve Sofular Hamamı'na kadar uzanıyordu. Uzunçarşılı, b u i k i kışladaki odaların listesini şöyle vermek­ tedir: Tablo 1 Eski Odalar ve Yeni Odalarda oda sayısı Odalar Ocaklı odalar Bölük ortalarının odalan İlave yatak yeri Barakalar Yatak odaları Talim ve eğitim salonlan Özel bölümler Tekkeler Ahırlar Eski Odalar Yeni Odalar Toplam 47 26 55 21 368 - 415 26 55 151 69 90 20 5 184 - 1 26 - 130 69 90 20 4 158 Yeni Odalar'm yedi kapısı vardı. Yeniçerilerin 1826 yılında son düerüşlerini sürdürdükleri büyük kapı, resmigeçit alanı olan Etmeydanı'na açılan tören kapısıydı. Verilen tabloda mutfaklar, depolar, koşum odalan, atölyeler, düldcânlar, hamamlar, helalar ve hapisha­ nelerin sayısı belirtilmemiştir, mtişamma rağmen tek katlı olan b u kışlada herhalde duvarlarla çevrili 800 ayn bölüm bulunmaktaydı. İç avlunun ortasında Orta Camü vardı. Bu cami 1591'den sonra se­ kiz Bektaşî dervişinin (daha sonra sayılan artmıştır) toplantı yeri ol- 75 muştur. Bu i k i kışlaya ilaveten Sultanahmet'te mrahim Paşa Sarayı'nda azaplar için kırk oda ve Eski Odalar'm yarımda acemi oğlanı kışlası bulunmaktaydı. O civarda bir sokak hâlâ adlarım taşımakta­ dır. Le Chevalier, 1800 yılında, hiçbir namuslu kadının b u kışlaların yakınından geçmeye cesaret edemediğini, ancak aynı şeyin Fransa ve diğer ülkelerdeki kışlalar için de geçerli olduğunu yazar. Ayasofya'ya bakan saray kapısının yanındaki imalathanede yeniçeriler için m u m yapılırdı. Kış aylarında yertiçerüerin bol bol iç­ tiği boza, Vefa gibi semtlerdeki bozacılardan sağlanırdı. 300 acemi oğlanının çalıştığı nnnlar ekmek pişirir ve peksimetler yakındaki Kırkçeşme ve Galata ile Boğaz kıyısındaki Yeniköy'de özel olarak yapılırdı. EÜer 20 dükkândaki 80 Rum kasap tarafından hazırlanır­ dı. Celepler hem saraya hem şehüdeki kasaplara koyun getirirdi. Celeplik kârü bü işti ve askerlerin Yeniçeri Ocağı'nı terk edip b u işe girmesi yasaklanmışü. Celeplerin gelirine uygulanan vergi yeniçe­ rilerin et ihtiyaaru sağlamak için kullanılırdı. Ulema başka şeylerde olduğu gibi et vergisinden de muaftı. Yeniçerilerin kendi koyun sü­ rüleri vardı, ama bunlar muhtemelen seferler içindi. 25 Ordunun diğer bülikleri için başka yerlerde de kışlalar bulun­ maktaydı. Bostancıların kışlası saray hudutlan içindeydi. 4 000 kişi­ lik cebeci ve 2 000 kişilik topçu kışlalan KıüçaUpaşa Camii ile bu­ günkü Güzel Sanatlar Akadernisi'nin arasında bulunan ve Nusretiye Camü'ruri i k i tarafında yer alan mıntıkadaydı. IH. Selim'üı yeni ordusu için yapürdığı kışla, İngiliz tarihinde Kırım Savaşı'nın yara­ kları için (Florence Nightingale gelene dek) hastaneden çok morg gibi kullanıldığmdan kötü şöhret sahibi olsa da muhteşem bü yapı­ dır. XTX. yüzydda Harbiye'de inşa edilen büyük ve ferah kışla şim­ d i Mimarlık Fakültesi'ne tahsis edilmiştir. İpekten ve brandadan şehirler Osmanlıların çadırları da merasim üniformalan kadar gör­ kemliydi. Askerin savaş alanında, evinden daha büyük bü ihtişam içinde yaşadığı doğrudur. Bu çadırların hepsi, silahlar ve zırhlar gi­ bi, sultanın malıydı ve savaş zamanı tahsis edilüdi. Tahta çıkan sul­ tan kendine yeni bü ipek otağ ısmarlardı. Bu gelenek Orta Asya hanlarından ve Timur'un bü zamanlar inşa ettirdiği gerçek bü sa­ ray görünümündeki otağlardan geliyordu. Bü otağın yapımı yıllar 76 alırdı. Galland, halkın görmesi için Sultanahmet Meydanı'na kuru­ lan bir otağdan söz eder. IV. Mehmed için yapılan b u otağ 16 direk­ liydi ve satenle kaplıydı. İçi ve dışı Osmanlı geleneğine uygun ola­ rak canlı ve parlak kırmızı ile yeşil tonlarında, stilize edilmiş bitki motifleriyle işlenmişti. Sefere çıkıldığında kullanılan çadırlar genelde b u kadar göste­ rişli olmazdı. Sultanın çadın Çin tarzında, kumaştan bir kale içine kurulur ve iki kademeli kapısının üstünde bü sayvan bulunurdu. Sultanın ayrıca 15 basamakla çıküan ve içinde bü hamamla kuma­ lar bulunan 1,5 metrekarelik bü çadın daha vardı. Divan ve savaş meclisi toplanhlan için büyük bü çadır daha kurulurdu. Otağ ihti­ şam sembolüydü: Peygamber in çölde kubbeli bü çadırda oturduğu 7 ve efsaneye göre sufı ermişlerin gökyüzünde çadırlan olduğu söylenüdi. Lady Mary Wortley Montagu önemli kişÜerin çadırlarının XVm. yüzyü saraylarına benzediğini yazar. Kemalpaşazade M o 26 haç seferindeki komutanların kırmızı ve san, Sadrazam İbrahim Paşa'nın mor çadırından bahseder. Tüm İslam dünyasında çadırın çok Önemti bü yeri vardı, örneğin Hindistan'da Moğol imparatorunun çadın kınrıızıydı. Önemli seferlere divanın bütün üeri gelenleri ka­ 27 tılır ve başkentte sadece vekâleten yardımalan bırakılırdı. Divan üyelennin her birinin, mertebesiyle oranblı kişisel çadırlarından başka kâtipler ve evraklar için de çadırlar kurulurdu. Devlet işleri savaş alanında da aynen saraydaki düzene göre yürütüldüğünden, çıkılan sefere hükümet erkânı sultan ve ordusuyla bülikte katılırdı. 1670'lerde İstanbul'da bulunmuş olan Dr. Covel, sultanın farklı işler için tasarlanmış altı ayn çadırından söz eder. Bunlardan birinin girişinde 2,4 metrekarelik bü sayvan bulunuyordu. Dörder sıralı yedi direk üzerine çatılmış olan çadırın iç mekânı 15 adıma 12 adımdı. Tavanı alçak ve düzdü. Kenarlan ancak hava soğuk oldu­ ğunda takılırdı (Osmanlılar çok dayanıklı kimselerdi, dolayısıyla havanın gerçekten aşın soğuk olması gerekiyordu). Arzuhal çadın, Covel'in tarifine göre, ortasında tek bü düek bulunan, çapı 12 ya da 15 metre civarında yuvarlak b ü çadırdı. Bu direğin tepesindeki çi­ çek saksısının üstünde bü altin topuz bulunurdu. Sultanın yattığı çadır ise sadece 3,7 metrekare olup yanlan geleneksel kabile çadır­ lan tarzmda kafesliydi. Çadın her köşesinde kısa büer direk ve or­ tada i k i düek tutardı. Covel aynca olağandışı uzunlukta, içinde yaklaşık 35 adım boyunda bü divan bulunan üç direkli bü çadırdan 77 da söz etmektedir (Edirne'de b u çadırın güzel bü örneği vardı). En mütevazı çadırlar büe süslemelerle bezeliydi. Marsigli b u süslemelerden hayranlıkla ve Osmanlıların göçebe geçmişleıırıin değerii bü yadigârı olarak söz eder. Bü zamanlar ortalara büyük yuvarlak çadırlar verilüdi, ama genellikle her üç yeniçeri koni şek­ linde, kumaş ya da keçeden yapılmış alçak bü çadın paylaşırdı. Kendüerine aynca bü yük hayvanı ve Önden gidip çadın kuracak bü asker tahsis edilüdi. Errdrerliği yapan bu askerler genellikle voynuklardı (Hıristiyan gönüllüler) ve kelle vergisinden muaf olma karşılığında seyislik, arabacılık gibi mütevazı görevler üstlenülerdi. Sultanın ve ileri gelenlerin çadırlan bü ordugâh toplanmadan diğe­ ri kurulabilsin diye çift olurdu. Askere büer koyun postu (koyun eti bol miktarda tüketildiğinden fazlasıyla post vardı) ya da büer k i l i m verilüdi. Subayların çadırlarında ise haklar ve hatta alçak sedüler üstünde yastıklar bile vardı. Bunların dışındaki eşya yedek giysile­ rin ve halıların göçebe usulü sarıldığı denklerden ibaretti. Büyük ça­ dırların içi perdelerle ayrılabiliyor ve kanatlan düeklerle kaldınlarak veranda vazifesi görüyordu. Ordugâh sözcüğü Osmanlı sttatejisinin temelini oluşturan mükemmel b ü düzeni özetler. Tarihte pek çok yazar ana yollan, yan sokaklan, meydanlan olan bu ordugâhların biçimselliğinden hayranlıkla bahsetmiştir. Ordugâhların simetrisi, geometri kuralla¬ n yerine mülkiyet esaslarına göre düzenlenen Osmanlı şefıülerinin tam zıddıydı. Yollar padişahın ve paşa çadırlarının bulunduğu merkezden başlayarak yayılır ve Roma kamplarının düzenini hatır­ latır şekilde bölümlere aynürdı. Her çadır komşusuyla aynı hizaya gelecek şekilde kurulurdu. Atların otlatıldıktan sonra akşam çök­ meden bağlandığı düekler muntazam bü sıra oluştururdu. Her grubun ayn bü yıkanma ve aptes alma çadm vardı. Belüli aralıklar­ la kazılan ve üzerlerinde kırmızı kapaklan olan hela çukurlarının etrati tahta perdeyle örtülmüştü. Pek çok yabana kendi ülkesinde görmeye alışık olduğu pis ve sefil kamplara tezat teşkil eden Os­ manlı temizliğine dikkat çekmiştir. Kemikler köpeklere atıüyor ol­ 28 sa büe, diğer çöpler dikkatle toplanıp yok ediüyordu. Bölük komutanlan da çadırlarını kendi birliHerüün ortasına kurardı. Her bölümde mutfakların, yiyecek satan dükkânların, ter­ zi, zırh ve silah ustası gibi zanaatkarların bulunduğu bü meydan vardı. X V I . yüzyılda ordunun peşine takılan asalaklar boy göster- 78 rnişti. Kanunî Süleyman gibi sert sultanlar buna mani olamasalar büe onlan kontrol altinda tutabümişlerdi. Esirler ve suçlular için boş çadırlar hazırlanır ve en az b i r i idam çadın olarak kullanılırdı. MarsigÜ Belgrad'da, asilerin iplerle sürüklendikten sonra kesik başlarının nehre atıldığını izlemişti. Ordugâh karanlık çöktükten sonra u z u n düeklere asılı fenerlerin içinde yağa batinlmış çaputlan n yakılmasıyla aychnlatilırdı. Akşam namazından önce çadırlan kurmak zorunda olan öncü hizmetkârların el çabukluğu, A v r u ­ pa'ya uzanan eski sefer yollan üzerinde daha önceki mekânların kullaıulmasından, gördükleri eğitimden ve deneyimlerinden kay­ naklanıyordu. İlk önce merkez noktasını oluşturacak sultan çadın kurulur, burarım tefrişi gibi ayrıntılar daha sonraya bırakılırdı. As­ kerin yürüyüşü düzenli değildi, çünkü en i y i yollar bile engebeliy­ di; Roma lejyonlarının savaş düzeninde yürümesinden sonra mıcrrü yollar yapılana kadar hiçbir ordu onlar gibi düzgün adım yürümemiştir. Ancak yeniçeriler çok i y i gıda aldıklarından büyük bü 29 süratle hareket edebiliyor ve gereküse meşalelerin yardımıyla ge­ celeri bile y o l alıyorlardı. Bazı günler önden giden lağımcıların ve mühendislerin ağaçlan keserek, engebeleri ortadan kaldınp çukurlan doldurarak ve bataklık araziye ağaç kütükleri yerleştirerek yo­ l u hazırlamalan sonucu ordu, bazı günler 35 kilometre kadar yol kat edebüiyordu. Tatar muhafızların koruduğu levazım kervanı 30 arkadan gelirdi. Bu kervanda binlerce devenin taşıdığı cephane, y i ­ yecek ve y e m ile ordunun peşinden gelen saboların mallarından başka, Hazine, kayıtlar ve zafer kazanılırsa gerekecek olan merasim giysileri vardı. 31 En i y i atlar, sultan ordusuyla savaşlara katılacak olursa, sadra­ zamın komuta edeceği öncü kuvvetler için saklanırdı. Bu öncü kuv­ vetler genellikle Tatarlardan oluşurdu. Tatar atlan nalsızdı. Her 32 atin bü köle seyisi vardı ve bunlara nehüleri geçerken atin kuyru­ ğuna tutunmalan öğretilirdi. Bu atlar inatçı ve hantaldı, ama yorul­ mak nedü bilmezlerdi. Bulgaristan'da daha iri atlar yetiştirilmesine rağmen safkan yanş atlarının atalan olan Anadolu atlan çok daha asil ve süratliydi ve Boğdan'da yetiştirilen cins atlarla kıyaslana33 bilüdi. Bu cins atlara, onlan saatlerce timar eden, hatta yele ve kuyruklanndaki beyaz kıllan kınayla boyayacak kadar kendini b u işe adamış Arap seyisler bakardı. Sultanın atlan öylesine itibarlıydı k i ahırlan keçeyle kaplanmıştı. 79 Strateji, taktikler ve savaş alanı O r d u düşman arazisine güdiğinde ayrıntılara gösterilen özen ve dikkat değişikliğe uğrardı. Dinlenmeye vakit ayrılmaz ve bü günde kat edilecek yol zamanlanamazdı. Askere çelik miğfer, hafif zırh gömlek, 34 deri kaplı tahta kalkan ve en önerrüisi Özel süahlan dağıtılırdı. Toplar arkadan öne alınır ve kamp saldmya karşı dik­ katle korunurdu. D i p dibe kurulmuş çadırların bübiri üstünden ge­ çen mtturma ipleri büer tuzak ağı görevi görürdü. Toplar, düşman atlısının arkadan dolanarak akp götürmesini engellemek için bübirine zincülenüdi. Osmanlı savaş taktiğinin özü yanütmak ve şaşırtmaktı. A k m ­ alar savaş alanından kaçar gibi yapar ve ağır zırhlı Hıristiyan atlılan sahaya çıkararak hem atlarını yormaya hem de yeniçeri siperleri Önüne çakılı sivri uçlu engellere doğru çekmeye çalışırlardı. Aynı zamanda aralıksız olarak düşman atlısının yan kanatlarına saldırır­ lar ve hantal şövalyeler kolayca dönüp karşılık veremedikleri için ağır kayıplara uğrardı. Yeniçerilerin müthiş süah gücü Osmanlı or­ dusunun en etkili ve can aka özelliğiydi. Ordunun akşılmış savaş düzeni b u silah gücüne dayanıyordu. İdeal savaş düzeninde sultan ile sancakları, yığılmış topraktan bü duvar, kazıklar ve kalkanlar­ dan oluşan, ortası çukur bü tümsek ya da tepecik üstünde yer alır­ dı. Bunun arkasında her mazgalda toplan, havan toplan ve kaval tüfekleriyle yeniçeriler bulunurdu. Anadolu süvarisi ve pek iyi eği­ tim görmemiş Anadolu yaya askeri sağ kanatta, Balkanlar'dan ge­ len süvari ve yaya asker sol kanatta savaşırdı. Bu taktik, toplan mer­ kezden öne alan I . Setim tarafından değiştirilmiştir. Kanunî Sultan Süleyman ve İbrahim Paşa'nrn Mohaç seferinde yararlandığı büyük nehirler saldıran ordu için her zaman sorun ya­ ratmıştı. Drakula adıyla anılan Kazıklı Voyvoda UT. Vlad, Niğbolu halkının burunlarını kesip Macaristan'a yollayarak zafer kazanmak­ la övünmüştü. Bu vahşet üzerine II. Mehmed vasahnı azledip yeri­ ne rehin olarak bulunan yakışıklı kardeşini tayin etti. Bu genç vasak 4 000 atiıyla önden gönderdikten sonra kendisi de Tuna Nehri kı­ yılarında ona yetişti. Drakula ordusuyla nehrin karşı kıyısrndaydı. Sultan'm talimatı üzerine yeniçeriler 80 adet tekne tedarik edip ka­ ranlıkta karşı kıyıya kürek çekerek nehrin aşağılarında, bütün ordu­ n u n ve topların geçebileceği bü köprü başı oluşturdu. Ancak bu ara- 80 da oldukça büyük kayıplar da verdiler. Osmanlı ordusunun sayısal üstünlüğü karşısında durumu ümitsiz gören Drakula Macaristan'a kaçtı. Ancak kral akıllıca bü kararla Drakula'yı işlediği suçlardan ötürü hapsetmeden önce, bü gece Osmanlı ordugâhına saldırarak, çadır iplerini kesip pek çok askeri katletti. Katliamdan kaçanlar ça­ dırlarından fırlayan yeniçerilerin üstüne çığ gibi akınca, yeniçeriler ezilmemek için b u insan selini biçmek zorunda kalmıştı. 1683 yılında Viyana önlerindeki Kara Mustafa Paşa'run aksi­ ne, II. Mehmed her zaman sabırsız davranır ve kalelerle şehülere yapüğı saldmlar pahalıya mal olurdu. Bu, deneyimle geliştirdiği bü sistemdi. Sultan Mehmed Allah'ı da yanma almak için saldınlarını cuma gününe planlardı. Topçu ateşi sonucu bir gedik açıldığında, saldırının günü, saati ve cesaret göstereceklere (düşman siperlerine sancak dikmek gibi) verilecek ödüller açıklanırdı. Saldırıdan Önceki gece ordugâh don yağından yapılmış mumlarla ışıl ışü aydinlatikr ve surlan koruyarüan uzaklaştırmak için ağır bü topçu ateşi başla­ tılırdı. Sonra da top ateşi büdenbüe durur ve asker kaleyi çevrele­ yen hendeği çalılar ve dallarla doldurup tırmanma merdivenleriyle birlikte gediğe saldırırlardı. Zamanlama Birinci Dünya Savaşı'nda, binlerce ölü verilen Flanders'daki müttefik topçusundan daha başa­ rılıydı. Düşman öğlene kadar dayanırsa, cephaneleri tükenen Os­ manlılar, kayıplan çok fazla olacağı için saldınyı durdururdu. Eğer geri çeküülerse, toplar süratle yüklenü, çadırlar sökülür ve artçı kuvvetler oluşturulurdu. Sakat kalanlara da cömert bü maaş bağla­ nırdı, n. Mehmed devletin görevleri konusunda ve düşkünlere yar­ dımda aşın titiz davranırdı. Servete karşıydı ve çevresinde pek az zengin vardı. Osmarüı komutanlarının çoğu çözüm yaratmakta üstün yete­ nek sahibiydi. Sultan Mehmed'in 1453 yılında ormanlarda inşa et­ tirdiği gemileri, mandalar ve askerlerle, yağlanmış kalaslar üstün­ den Haliç'e indüerek limanın ağzına gerili Bizans zmcirini aşması bunun en güzel örneklerinden büidü. Babası da Varna'da ordusu­ nu sarp yamaçlara doğru geri çekerek fundalıklara gizleyip arkala­ rından gelen düşmanı peş peşe pusuya düşürmüştü. Düşmanın sa­ dece bü kolu, krallarının öldüğünden habersiz, bulunduğu derin bü vadide başanlı olmuş ve yıpranmadan savaşı terk edebilmişti. XV. yüzyılda, fetihler sırasında bile en temel strateji, tedbüdi. II. Mehmed buna örnek olarak yere büyük bü halı serdirir, ortasına SI bir elma koyar ve komutanlarından halıya basmadan elmayı alma­ larını isterdi. Komutanlar ya gerçekten ya da sultana nezaketten so­ runu çözemezlerdi. Sultan o zaman halıyı yavaş yavaş katlayarak elmaya ulaşırdı. Ancak tedbirli olması toplarının önemini azaltma­ dı. Yüzyılın dönüşümünde Fransız toplan İtalyan şehülerini nasıl yıldırdıysa Sultan Mehmed'in topçu ateşi de Akkoyunlu Uzun Hasan'ı öyle yüdırmıştrr. Sultan Mehmed yabana ülkelerden getirttiği vasıflı ustalar sayesinde savaş alanında da top dökebiliyordu. M o ­ ra seferinde Korintos'u kuşatmış ve ele geçüdiği bü kiliseyi döküm­ haneye dönüştürmüştü. Burası için gerekli malzeme yeni fethedil­ miş Novo Brdo'nun zengin madenlerinden temin ediliyordu. Böy­ le b ü tesisi olduğu için sultan, geri çekilmek gerektiğinde toplan Belgrad önünde olduğu gibi düşmana terk etmektense uçurumlar­ dan aşağı ya da nehülere iterek imha edebilmişti. Sultan Meh­ med'in ordusu b u nedenle kendisinin çok Önem verdiği süratli ha­ reket yeteneğine sahipti. Osmanlı topçusunun belki de pek hak etmediği bir ünü var­ dı. İlk top 1366 yılında Kahüe'de kuUamlmışti. Osmanlıların ise to­ p u i l k kez b u tarihten 60 yıl sonra, 1425'te Antalya kuşatmasında kullandıktan kaydedilmiştir. Yeniçerilerin seyyar topla (arkebüz) tanışması 1465 yıündadır. Top tekniği XVII. yüzyılda İtalyan Pi35 etro Sardi tarafından geliştirilmişti. İtalyan süah ustalarının Os­ manlılara ve başka ülkelere hizmet verme geleneğine rağmen Babürşah, Moğol ordusunu yetiştirmek için Türkler ve Portekizli me­ lezlerden yararlanmıştı. Aynı dönemde Kürdoğlu Kizir Bey sekiz topçu ve 50 silah ustasıyla Sumatra'da Aceh Sultanı Alaeddin'in or­ dusunu eğitmekteydi. Venedikli bü dönme tarafından gekştirilmiş olmasına rağmen Osmanlı havan toplarının kalitesi i y i değildi. Toplar ve havan top­ lan yağlanmış deri ya da koyun postuna sanlı taşlar, zincü parça­ 36 lan ve bakır gülleler fırlatırdı. Mayınların mükemmel yerleştirilme­ sinde Ermeni duvar ustalan son derece başanüydı. I . Selim'in Mem­ lûklara karşı kazandığı zaferler maden cevheri temin edüebilmesi sayesindedü. Babasının seferlerinden ders alan Kanunî Sultan Sü­ leyman yeniçerilere kaval tüfeği verürnesini Osmanü stiatejisinin kurak hâline getirmişti. Osmarüı top ve tüfeklerinin namlülan süahlara verdikleri önemi yansıtmaktadır. Genellikle"süahlann üstü özenle işlenü ve 82 tüfeklere savat ve gümüşle kakmalar yapılırdı. Mermi yatağı nam­ ludan döküm bir parçayla aynlmışti ve üzerinde değişik mesafele­ re nişan alabilmek için delikler bulunan bir dışbükey gez vardı. Tü­ feğin beş kenark kundağı Adapazan'ndan gelen ağaçlardan yapıkrdı. Dipçik omza yerleşecek şekilde açılandınlmışü. Bu tüfeklerin tetik mahfazası yoktu. En kıymetli tüfeklerin namlularına ejderha başlan işlenirdi. X\TI. yüzyıl ortalarında İspanya ve İtalya'da geliş­ tirilen Katalan micjuelet ateşleme tertibatlı arkebüzün yerini alarak hem tüfeği dinlendirmek hem de kibrit kullanmak zorunluluğu gi­ b i yavaş ve sakar b ü işleme son verdi. Çakmakk tüfeklerle donatı­ lan Avusturyalıların, 1683'teki Viyana yenilgisinden sonra Osmanülan Macaristan'dan söküp atmalarında b u seri ateşÜ silahın büyük rolü olmuştu. Yeniçerilere aynca çok yakın mesafelerde kullanmak için ta­ banca verilirdi. Bu süahlar askerin şahsî malıydı. Her sÜah şahsa teslim edilü ve halamından kendisi sorumlu olurdu. Yemçerilerin aşın ve azgın davranıştan nedeniyle silahlan kilit altinda saklanır ve kendilerine sadece resmigeçitler için merasim günlerinde dağıtı­ lırdı. Yeniçeriler b u resmigeçitlerde izleyenleri oldukça ürkütücü bü yaylım ateşiyle selamlardı. Marsigü'nin 1693'te Budin ve Belgrad'da tanık olduğu gibi Ta­ tarlar şehirlere saldırırken alevli oklar kullanırdı. Diğer el silahlan arasında küçük cüit, kargı, mızrak, kıkç, yatağan, hançer, m e ç gürz, balta ve insanın kanım donduracak kadar ürkütücü kıvrık pala sı­ ralanabilir. Tırmanma merdivenleri ve kuşatma kuleleri -1683'teki ikinci Viyana Kuşatması'ndan sonra bunların 40 tanesi ele geçiril­ miştir- XVIII. yüzyılda bile büer savaş abidesi gibi savaş alanlarına taşınmışlardı. Şeftirler ve kalelere karşı en etkin silah, duvarların ve kulelerin maharetli b ü şekilde mayınlanarak yıkılıp kale hendeğini doldurmasıydı. Bu yıkıntı geçiş için mükemmel b ü köprü oluştu­ rurdu. Osmanlılar, düşmanın artan süah gücü karşısında değiştiril­ mesi gereken taktiklerini aynen uygulamakta devam ettiler. Deği­ şim sanki Osmanlı askerinin yapışma aykınydı. Sipahiler için geçerÜ olması mümkün görülen b u husus yeniçerileri de kapsamamakydı. Üstelik ordu farklı diller konuşan değişik ırklardan oluşuyordu. 1683'te Viyana'yı kuşatan yaklaşık 250 000 askerin dörtte biri Suri­ ye'deki aşüetlerden ve dörtte birinden büaz fazlası Anadolu'dan ge- 83 liyordu. Bir o kadan da kapıkulu askeriydi: sipahi ya da yeniçeri bö­ lükleri. Geri kalanı Tatar, Transilvanyalı, Ulah ve Kazak'ü. Demek ki zafere ulaşmak ulusal b ü karakter olmaktan çok komuta yeteneğin­ den kaynaklanıyordu. Osmanlı saldın düzeninde çok kayıp verilkdi. Çılgın ve ani hamlelerle bübirini dalgalar halinde izleyen saldınlar, sevk ve idareyi sanki disiplinsiz kabile savaşçılan yürütüyormuş izlenimi vermekteydi. Savaş bü ilim haline geldikten sonra da Os­ manlıların en gözde bülikleri bile gazi ruhuyla savaşmaya devam ettiler. Ve b u onlar için felaketlerle sonuçlandı. Kuşların uçmaya korktuğu yerler Osmank yayı kutsal Moğol yayıyla bağlantılıydı. Konumu ne olursa olsun Osmanlı erkeği sert ve uzun süren bü okçuluk eğiti­ minden geçerdi. Her erkek çocuk hafif bü deneme yayıyla bükaç yıl yay bükme, bükaç yıl da kiriş gerip boşaltma çakşmalan yapardı. Bu çakşmalar gencin okçuluk sanatını öğrenmesindeki en tehlikeli dönemdi. Yapılan bü hata yay parmağının, yani tetik parmağının 37 kazaya uğrayıp Ömür boyu sakat kalmasına sebep olabiHrdi. Dola­ yısıyla koruyucu yüzükler kullanılırdı. Bu yüzüklerin yapımı başk başma büyük bü ustalık gerektirir ve sultanların öğrenmesine layık bü zanaat kabul edüüdi. Acemi okçu ancak yıllar süren bu dönemin sonunda ilk okunu atar ve böylece uzun mesafe atışlarına ve keskin nişancılık eğitimine geçebilüdi. İsabetli ve uzun mesafe atışlarında ustalık kazanmak kolay değüdi, büyük çaba gereküdi. Başkaca bü yetenek sahibi olamamış sultanlar bÜe aynen okçulukta büyük ba­ şarılar sağlamışlardı. İngiltere Büyükelçisi Sü Robert Ainslie 1798'de IH. Selim'in b ü kilometreye yakın mesafeye ok attığından hayranlık­ la bahsetmektedü. H Mehmed'in HaÜç sırtlarında yaptırmış olduğu okçuluk meydanı (bugünkü Okmeydanı) XIX. yüzyılda bile önemi­ n i yitirmişti. Amerikan büyükelçilerinden biri, II. Mahmud'un 800 38 metre uzaktaki hedefe isabet sağlayacağından şüphe duyduğunu belütmiş, kendisi ok meydanına davet edilerek ve burada I I . Mah­ m u d ' u n tam olarak Ölçülen 800 metreye yaptığı atış karşısında mah­ cup olmuştu. Rekor atışların anısına mermer sütunlar diküüdi. Bun­ lardan 20 kadan günümüze kalmış, I . Selim'in yaptığı bü rekor atı­ şın araşma, okun toprağa saplandığı yerde dikilen anıt sütun bu­ günkü Nişantaşı semtine adını vermiştir. Okçulukta en üstün olan- 84 lar Tatarlardı. Okçulukta en üstün olanlar Tatarlardı. Onların b u ye­ teneğini anlatmak için Çinliler kuşların bile uçmaktan korktuğunu söylerdi. Osmanklar bir sıngın ucundan sallanan pirinç topa, Orta Asya stepleri geleneğine uygun biçimde eyer üzerinden atış talim­ leri yapardı. Yay yapmak başü başına bü sanat ve zaman işiydi. Bunun için sığır ve diğer bazı hayvanların baldır kasını topuğa bağlayan kat kat tendonlar (Aşil kirişi) kuüanılırdı. Bu tendonlar tercihen Kastamo­ nu yöresinin akçaağaç dallarına geıilüdi. Boynuz esnek hale gelene kadar kaynatılır ve bundan yayın kavrandığı orta kısım yapılırdı. Boynuz ve tendon ne kadar çoksa yayın aldığı refleks şekli ve katitesi o derece mükemmel olurdu. Yay yapan usta, tendonlan ağır ağır kaynatarak satıhta toplanan yağ ve pislikten anndınrdı. Ardın­ dan tendonlar odun kömürü ateşinde bükaç gün boyunca pişirilir, buharlaşmayı önlemek için yağmur suyu kullanılırdı. Yay yapımın­ da zamk da çok önemliydi ve bunun en iyi cinsi ton bakğı ağzından çıkartılan reçineden yapılırdı. Kıvamını bulması için keten tohumu yağı üe yağlanarak bü yıl bekletilen yay, 200 yıl ömürlü bü hale ge­ lirdi. Kiriş, ortalama 70 cm gerilebilü, yayın uçtan uca uzunluğu 112 cm civarında olurdu. A t kuyruğundan yapılan kiriş beş kısım bal­ m u m u , beş kısım çam sakızı ve 20 kısım balık tutkalında yaünlarak ipek kadar saf hale getirilirdi. Okun gidişini yönlendüen kılavuzlar fildişi ya da kaplumbağa kabuğundandı. Aüşta kullanılan yüzükler için mühür mumundan okçunun parmak kakbı alınırdı; yüzüğün parmak ölçüsünde olması çok önemliydi. Okların yapımı için de aynı derecede Özen gösterilmesi gerekü, ok kanadı olarak kuğu, kartal, karabatak ve diğer bazı kuşların tüyleri kullanılırdı. Çam ağacından yapılan ok genellikle 61 cm uzunluktaydı. Ok uçlan ise keçi kemiğinden Ünal edilüdi. Okluklar (sadak) inceden inceye bü­ yük bü özenle süslenü ve İrişinin en asü eşyalan arasında yer akrdı. Yay ldrişmin barut gibi, rutubetten uzak tutup k u r u kalmasını sağlamak sorunlu bü işti. Gereken özenin gösterilmesiyle yay ve ok­ tan, eski kaval tüfeğine kıyasla çok daha hassas sonuçlar almak mümkün oluyordu. Tahrip gücü kaval tüfeği kadar olmamasına rağmen okla peş peşe atışlar yapmak mümkündü. Bundan dolayı yay ve ok, yeniçeriler tarafından XVII. yüzyılda büe kuUanılmıştı. 39 Osmank ordusu, gerekli deneyimler sonucu, düşmanda aşın korku yaratmak gayesiyle başanyla yararlandığı b ü diğer süaha da- 85 ha sahipti. Ses ve gürültü, savaşların ayrılmaz bü parçasıdır. Uygun adım yürüyen büliğin ayak sesleriyle bir köprüyü yıktığı bilinmek­ tedir. Ancak "profesyonelce yaratılan sesin" korku salabilmesi için savaşlarda çıkan normal gürültünün üstünde olması gerekü. Bü şehri ya da kaleyi kuşatan yeniçeriler gayet düzenli ve plarüı siper­ ler kazardı. Oysa açılan bü gediğe yapılan saldırılar düzensiz ve telaşkydı. Yeniçeriler saldırırken araklan savaş naralanyla ünlüydü. Fakat tehlike içindeki herkese doğal gelen b u haykmşlar bilinçli bü taktik sonucu olduğundan çok daha ürkütücü bü etki yaraüyordu. Savaşta ilk saldıran hücum kıtalarından yükselen naralar, yeniçeri­ lerin haykınşlanndan daha da korkutucu olurdu. Topların gürlemesi, tüfek sesleri, vızıldayan kurşunlar ve ha­ vayı yaran güllelerin çıkardığı vınlamalar başk başına olağanüstü bü gürültüydü. Ancak Baüklann kulağına tamamen yabana olan ve yankılanan gürültünün üstünde bü ses daha vardı: mehter mü­ ziği. Yeniçerilerin b u askerî bandosu köslerden, davullardan, zur­ 40 nalar, borular ve zillerden oluşur, çaldığı aletlerin adedine ve bağk olduğu komutanın rütbesine göre sımflandrnlırdı. Mehter takımın­ da alti ila dokuz arasında müzik aleti vardı (dokuz rakamı Oğuz Türklerinde uğurlu bü sayı olarak bilirürdi). Sultan için bu adet bü düzineye kadar çıkabiliyordu. Mehter, banş zamanı her gün sa­ 41 raylar ve kalelerde çalar, savaş dönemlerinde orduyla bülikte gide­ rek saldırılara şevk kaüp düşmana korku salardı. Mehteran bölüğü çok etkileyici, güçlü ve ağır bü tempoyla yürürdü. Yaptiğı müzik gözdağı, veren bü niteliğe sahipti ve b u etkisini XVIII. yüzyıl ortalanna kadar sürdürdü.. Bü orduyu tüm askerin ve hayvanların yiyecekleriyle, silah ve çadırlanyla ve de kösleriyle bülikte savaş alanlarına taşımak çok aynntik b ü planlamayı gerektirirdi. Süratli hareket edebilme yeteneği devletin ilk dönemleri için büyük önem taşıdı; yeni toprakların, ye­ n i ülkelerin fethi gerekliydi. XV. yüzyılda LT. Murad m ordulan, IV. Murad'ın 200 yıl sonraki ordularından çok daha esnek bü yapı­ ya sahipti. IV. Murad'ın kurduğu kusursuz ikmal düzeni srnırlayıa olmuştu, çünkü ordunun bir ikmal mahallinden diğerine gidebil­ mesi için belülenmiş güzergâhlan izlemesi gereküdi (oysa b u du­ r u m IV. Murad'ın Bağdat ve Erivan seferlerinde Önemli olmamıştı). Başlarındaki komutanlar yetenekli olduğu (ve gerçekten de bunu kamtlamışlardı) ve kendilerini, askerî ya da dinî ağdan, akşılrruş 86 kati usullere bağk hissetmedikleri sürece Osmanlılar beklenmeyen olayların her zaman üstesinden gelebilmişlerdi. II. Mehmed'in bel­ k i gaddarca fakat olağanüstü başarılan buna örnektir. Karadeniz'in yağmurları II. Mehmed 1461 yılında Trabzon'un fethi için sefere çıktığın­ da ne Akkoyunlu U z u n Hasan, ne İsfendiyaroğlu ne de Trabzon İmparatoru David Komnenus, aralarından hiçbiri hangisinin ger­ çek hedef olduğunu anlayamamıştı. Aslında U z u n Hasan on yıl sonrasına bırakılmış, İsfendiyaroğlu ise kolayca bertaraf edilmişti. Ana hedef Komnenus'tu. Sultan ve ordusu çıkılan b u seferde bü­ yük güçlüklerle karşılaştı. Hıristiyan komşusunu II. Mehmed'e ter­ cih eden Tatar hanının atklan orduya rahat vermedi. Dağ geçitleri çok yükseklerdeydi ve arazi aşılması kolay olmayan ormanlarla kapkydı. Karadeniz'in aman vermeyen yağmurlan her yanı bataküğa çeviriyor, bazen bele kadar çamur içinde y o l almak gerekiyor­ du. Bu zorlu yolculuk sırasında Sultan Mehmed 100 tanesi kendine ait olmak üzere bütün yük arabalarım yaktırarak ağırlıklan 800 de­ veye yükledi. Bunlardan biri yardan aşağı yuvarlanmış, taşıdığı sandıklar parçalanarak etiafa 60 000 kadar altin sikke saçılmıştı. A l ­ tınlar, onlan korumaya alan yeniçerilere toplayabildikleri kadan ödül olarak verilip yine de b u korkunç sefere devam edilmişti. Ön­ cülerin katkama uğramasına rağmen ordu sonunda hedefine ulaş­ tı. 150 gemiden oluşan bü donanma da aynı zamanda şehri deniz­ den kuşatmış bulunuyordu. H Mehmed altı hafta süren saldınlardan sonra 26 ekim 1461'de Trabzon'u ele geçüdi. Sultanın şahsî eşyalarını 400 deve ile katırlar taşıyordu. Hazi­ ne sandıklan, aralarından en güçlü 60 deveye, sahra mutfakları ile çadırlar da 24'er deveye yüklenmişti. Toplarla, sayılan 6 000 civa­ rında olan kapıkulu askerinin barut ve cephanesini de develer ve katırlar yüldenmişti. Ordu, geçtiği yerlerde ekine zarar vermemeye Özen gösteriyordu. Gereken ihtiyaçlar, bedelleri tek bü tavuğa ka­ dar Ödenerek satin alınmış, aksi hareket edenlere ağır cezalar uygu­ lanmıştı. Hıristiyan çiftçiden erzak yüklü büyükbaş hayvanlar teda­ rik edilmiş, ancak bunların da karşıkğı verilmişti. H Mehmed'in or­ dusu XVI. ve XVII. yüzyıllarda sayılan 250 000'leri bulan ordularla kıyaslandığında son derece küçüktü. 87 Büyük bir ordunun ikmali Osmanlı'nın giriştiği seferlerde ordunun yiyecek, giyecek, hayvan yemi ve teçhizatı için kendi kendine yeterli olması, kurdu­ ğu düzenin ne boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemlidir. Filibe'de sadrazamın 5 000 deveyi barındıran ahırlanndaki düzen Henry Blounf u hayrete düşürmüştü. Oysa b u gördüğü, binlerce 42 çuval buğdayı, kumaş balyalarını, süahlarla yedek parçalarını, ba­ rutu ve gülleleri taşıyan muazzam bü kervanın sadece ufacık bü bölümüydü. Her üç deve için gereken yemi dördüncü bü deve ta­ 43 şırdı. Ordu mola verdiğinde 100 000 baş hayvanın civar tarlalarda otlaması, dönüş yolunu tam bü çöle çevirebilirdi. Ruslar XVIII. yüz­ yılda b u hataya düşmüşler ve dönüşte b u durumla karşüaşmışlardı. Planlama akşılmış yöntemlere göre yapılırdı. Yılların deneyi­ miyle kurulmuş bu düzen Viyana'ya, Eflak'a, Erzurum'a ve Şam'a uzanan yollar boyunca mükemmel bü hizmet vermişti. Osmanklar karşılaştıkları acil durumlarla baş etmeyi bilmiş­ lerdi. I . Selim'den sonra tahta geçen oğlu Kanunî Sultan Süleyman filizlenmekte olan bü ayaklanmayı önlemek gayesiyle yeniçerilere yeni zaferler vaat etmiş ve 1521'de Belgrad'm fethi için sefere çık­ mışa. Ordusunda 10 000 tahıl arabası ve cephane yüklü 3 000 deve­ den 44 başka binlerce hayvan daha vardı. Şehü, kuşatmaya büyük bü düençle karşı koymuş ve üç hafta sonra İstanbul'dan Tuna yo­ luyla 300 top getirilmişti. Seferlerin zaferle sonuçlanması her şeyden Önce Öngörüş sayesindeydi. Osmarüı'nın gücü, kurduğu b u değiş­ meyen düzenden kaynaklanıyordu. Sefere giderken çoğunlukla ay­ nı güzergâhlan izlemenin de katkısı büyüktü. Orduyla bülikte yol alan hayvan sürülerinin dayanıklı olması gereküdi. Bu da asker için koyun ve keçi etinin lezzeti demekti ve üç yaşındaki koyunlar bulu­ nabilen en i y i eti sağkyordu. 45 Top ve ağır yük taşıyan arabalara mandalar koşulurdu. Huysuz hayvanlar olmakla beraber orduda mandanın önemi büyüktü, dolayısıyla balamına özen gösterilüdi. 46 Kaleler, yollar ve yüzer köprüler Ordu sefere çıkarken 500 kadar mimar ve mühendisi, duvara, madenci ve demüci ustasını beraberinde götürürdü. Aynca 250 ka­ dar yaya askeri de aletleriyle bülikte işçilik lüzmetleri için hazır bu- 88 lunurdu. Bunlar köprülerin - daha çok yüzer köprüler- yapım ve onarım işleriyle uğraşırdı. Kuşatmalarda yıkılan kaleleri, b u kez ele geçirilen toprakların korunabilmesi için, yeniden inşa ederlerdi. K i ­ liseleri de camiye dönüştürmek onların görevleri arasındaydı. A n ­ cak b u sadece basit bü marangozluk değildi. Sunakların mihraba, vaiz kürsülerinin minbere ustalıkla dönüştürülmesi gereküdi. A y n ca kiliselerin ahşap eşyalarından geçici minareler yapılırdı. Ferhad Paşa X V I . yüzyılda İran seferine giderken başmiman Davud Ağa'nın emrinde 400 kadar marangoz ustasını da yanında götürün­ ce İstanbul'da b ü süre marangoz bulunamamasına sebep olmuştu. 47 İşçilik Öğreıümi acemi oğlanı eğitiminin bü bölümüydü. Banş döneminde huzuru sağlamak için 24 000'den fazla acemi oğlanına iş vermek gereküdi. Ancak b u uygulamadan her zaman olumlu so­ nuç alınmazdı. Örneğin LT. Selim'in Edirne'de yaptırmakta olduğu büyük cami için işçi olarak gönderilen 100 kadar acemi oğlanı bura­ da kendi kurduklan işlerde çakşmışlardı. Uzun yıllar zanaat ve us­ talığın merkezi olan Şam'da yeniçeıilerin işçilik yaptiğı bilırîmektedü. Sefer sırasında savaşümadığı sürelerde asker duvar örmekte kullanılırdı. Böylece yerüçerÜerin ticarete nasıl bulaştıkları da orta­ ya çıkmaktadır. Bu noktadan sonra bir adım daha atarak kasapla­ rın, firmaların, mumcuların ve benzeri esnafın loncalarına katılmak zor değildi. Sonuçta, duruma göre şekil değiştiren, seferde askerlik, barışta esnaflık yapan b ü yeniçeri tipi ortaya çıktı. Barış dönemindeki görevler Sefer zamanı savaşan yeniçerinin banşta da üstlendiği görev­ ler vardı. Yeniçeri subayları şehrin önemli yönetim konulanyla da uğraşırdı. 56. Orta'nın komutam çardak çorbaa (gümrük emini) gı­ da maddelerinin şehre dağıtımında kadıya yardımakk yapardı. Böyle önemli görevleri yüklenen subaylar acemi oğlanı okulların­ dan birinde b u gibi konularda eğitim görürlerdi. Yeniçeri ağası herhangi bü paşa kadar güç ve yetki sahibiydi. Kendi divan toplantilannı Süleymaniye'deki konağında yapardı. Terhis edilen askerlerin 1632'de Anadolu'da ayaklanıp köy ve kasa­ baları yağmaladığı dönemde yeniçeri ağası, kıdem sıralamasında üçüncü geliyordu. Üzengicibaşı olarak sultanın her zaman yanında yer alması, hükümdara diğer saray erkânından daha yakın olması- 89 nı sağlardı. Yeniçeri ağası aynı zamanda saray mutfağım da denet­ lerdi. Bilindiği gibi Yeniçeri Ocağı'nın yemek kazanlanyla yakın ilişkisi vardı. Bu nedenle ağarım mutfak işleriyle de ilgilenmesi gö­ revinin bir bölümünü oluştururdu. Askerle karavana arasındaki bu bağlantı Orta Asya'dan, eski Moğol âdetlerinden gekyordu, aynen ok ve at kuyruğunun şamanlıkta kutsal sayılması gibi (iyi ve kötü ruhlarla bağlantik ilkel inançlar). Bu inançlar Bektaşîlikte de önem­ li olmuştu. Yeniçeri Ocağı'na ait rütbe ve simgelerin sahra mutfak­ larından kaynaklanmasının nedeni budur. Hiç kimse ayaklanma­ nın işareti olarak yeniçerilerin kazan kaldırmasını ve de kazanlar­ dan yansıyan gümbürtüleri yadırgamazdı. A z i m sahibi bazı yeniçeri ağalarının giderek güçlenip sadra­ zam dahi olduğu bilinmektedü. Başkaldınp zorbakkla mevki elde edenler dışında çoğu en azından kaptanpaşa ya da Rumeli beyler­ beyi olmayı düşlerdi. XVI. yüzyılda yeniçeri ağalan çoğunlukla içoğlanı eğitiminden geçmiş saray görevlileri arasından seçüüdi. ÖnemÜ mevkilerde bulunmuş b u kimselerin kubbealtı veziri, hatta en üst makam olan sadrazamkğa yükselmeleri mümkündü. Aske­ rini disiplin altina alamamış, savaşlarda yenilgiye uğramış ya da adına bü şekilde leke düşmüş yeniçeri ağası eğer hayatta kalabüdiyse Ege'deki küçük adalardan birine vali olarak gönderilirdi. Her orta, saraydaki görevinin adını taşır, seferde ise farklı bü adla anılırdı. Örneğin 64. Orta zağarlardan, 69. Orta tazılar üe şa­ 48 hinlerden, 71. Orta ayı zağarlarından sorumluydu. 54. Orta'nın özelkği okçuluktu. Bu orta sonralan askere tüfekle atış eğitimi de vermişti. 54. Orta'nın komutanı bü ayncabk olarak sultanın kavu­ ğuna benzer bü kavuk giyerdi (bu ayncalık büyük bü şeref sayılır­ dı, züa sultan, tören alayıyla geçerken önünde taşman kavuğunu yeniçeriler daha da büyük bir saygıyla selamlardı). Bu gibi ayncakklar Yeniçeri Ocağı'na halcim olan gizemin önemk bü kısmını oluşturduğundan büyük bü dikkatle korunurdu. 82. Orta'ya bölük imamlarının yanında çadır kurma hakkı taranmıştı. Bu orta Tatar yayı ve sapan kullanmadaki ustakğıyla bilinirdi. Osmank mimarla­ rının en büyüğü olan Sinan Ağa bü zamanlar 82. Orta'ya komutan­ lık etmişti. Mimar Sinan 50 yıl süreyle imparatorluğun başmiman mevkiinde bulunmasından büyük gurur duyardı. Ancak Yeniçeri Ocağı'ndan gelmekle ve ordu saflarında yükselerek kapıkulu komutankğı yapmış olmakla daha çok övünürdü. 17. Orta sultanın ça- 90 d i n yanında konaklar ve b u ortanın yeniçerileri sultan dolaşırken el ele verip çevresinde bir halka oluştururdu. İlk beş ortanın subaylan genellikle kalelere komutan olarak tayin edilirdi. Sultana muha­ fızlık görevi yapan solaklar her zaman 60, 61, 62 ve 63. ortalardan seçilir ve bunlar da seferde sultanın çadın yanında konaklardı. Önceleri 84. Orta'ya Sünnî imamlar tayin edilmekteydi, fakat 8 Bektaşî babasının ocağa kabul edilmesiyle bunların etkisi giderek azaldı. Bektaşîler 99. Orta'ya kaülmış ve en kıdemli Bektaşî babası yüksek askerî rütbeyle onurlandmlmışü. Bunlar verdikleri vaazlar­ da şehitlerin cennete gideceğini tekrarlayıp dururlardı. Çok rağbet gören Bektaşîler 1826 yılına kadar yeniçerilerin koruması altında kaldılar. İçki ve şeytan Meyhaneler Batik askerler için olduğu kadar yeniçeriler için de yaşarnlannın önerrüi bü parçasıydı. Yeniçeriler görevde olmadıklan zaman eğlenmek için Galata meyhanelerine, Edirne'nin va­ roşlarında Karagöz ve Hacivat oynatılan kahvelere ve ortaoyunlanna giderlerdi. Ortaoyunu bü halk tiyatrosuydu. Adını herhangi bü meydanda ya da çayırda oynanmasından akyordu. Ocağın bü bö­ lüğü anlamk bü şekilde meydan orta adını taşırdı. Meddahlar dolambaçk yoldan siyasî ve sosyal yorumlarla yüklü öykülerinde ye­ niçerilerin haylazlıklarından ve algın maceralarından bahsetmeye­ cek kadar akıllıydılar. Yeniçeri Ocağı hakkında bilinen tek ortaoyu­ nu XVI. yüzyıl sonunda kanun tanımazkklarırun örneği olan gerçek bir olaydan alınmıştır. Bu olay sarhoş yeniçerilerin bü kadmlar ha­ mamını basarak sonunda kendi mahkemeleri yerine kadı tarafın­ dan yargüanmasıydı. Yeniçerilerin itaatkâr görüntü altinda otokratik yönetime karşı için için kaynayan kitlerlerle temas halinde oldu­ ğu yerler, meyhaneler ve kahvelerdi. Ancak meyhanelere içki içme­ ye ve kız gibi giyinerek dans eden ve peçeleri ardında bü kadın ka­ dar çekici görünen oğlanlan seyretmeye giderlerdi. Kız kıkk kıyafe­ ti içindeki oğlanların b u çekiciliği yüzünden XVIII. yüzyılda bazı acemi oğlanlarına efendileri peçe taktırmaya başlamıştı. XVrn. yüzyıla 49 girildiğinde, ocağın kurallan giderek gevşedi­ ğinden, yeniçeriler zorbalıklanyla sadece meyhanelerde değil her yerdeydiler. ^ Askerî üniformaların ve teçhizatın tamüi gibi gerek51 91 li işlerde ustalaşmış esnaf bir zamanlar loncasını terk edip bir orta­ ya kaülmaya zorlanırken, artık bunun tam tersi oluyor ve yeniçeri­ ler loncalara katıkyordu. Bir zamanlar oğullarının ocağa alınması yasakken b u artık olağan bir uygulama haline gelmişti. Üstelik üc­ retli görevde olan yeniçerilerin evlenebilmesi, durumu daha da kötüleştüiyordu. Eskiden ancak emekÜ olduktan sonra evlenebildiklerinden, oğullarını en az 20 yıllık bü emeklilik döneminden sonra ocağa yerleştirebüülerdi. Bu çöküşün tek iyi tarafı, zanaat erbabı ile (bunlar ocağa sadece sağladığı ayrıcalıklar için kayıtkydılar) savaş­ çı yeniçeriler (bunlar ise zorbakklarma rağmen en azından savaş­ çıydılar) arasında kesin bü ayrım oluşmuştu. Diğer bülikler de ka­ nunsuz davranışlar sergiliyordu. Galland, seferklerin Hıristiyanlardan zorla para istemeleri sonucu büyük bü paürü koptuğundan söz eder. Kolluk gücü ve gece bekçileri Halkın çoğunun kendilerinden nefret etmesine, zorbalık ve yağmalarından korkmasına rağmen şehüdeki düzeni yeniçeriler sağlardı. Sefere çıkılan mevsimlerde, güvenlik görevini şehüde bı­ rakılan sadrazam yardımasının emrindeki acemi oğlanlan üstlenir­ di. Yüksek rütbeli subayların geceleri şehrin en sorunlu mahallele­ rinde ada dolaşarak semtin çetelerine ve serserilerine sultanın ka­ nunlarının şehrin her yerinde geçerli olduğunu göstermeleri âdetti (10. Bölüm'de göreceğimiz gibi 1826 katliammdan önceki gece, b u görev son kez ağa tarafından yerine getüilmişti). İstanbul'un diğer İslam ve Rumeti şehülerine kıyasla farkk bü durumu vardı. Hiç kimse geceleri sokakta üniformalı b ü otorite olarak devriye gezen yeniçerilere karşı gelmeye cesaret edemezdi. Suriye şehirlerinde ise kanun ve düzen, ayaktakımına ve devlet içinde devlet oluşturmuş çetelere hâkim olamayan ulemaya teslim edilmişti. Yeniçeriler kol­ luk görevinden dolayı temelde nefret ettikleri yargı sınıfıyla çelişkiü b ü ilişki içindeydiler. Yeniçeriler aynı zamanda çarşı ve pazarlarda düzeni ve adü akşverişi sağlamakla görevkytii. DalavereÜ işleri ve hileti tartıyı arımda cezalandırma yetkileri vardı. Aynı zamanda şehrin kapıları­ nı korur, kaleler ve hapishanelerde nöbet tutarlardı. Bu nedenlerle yeniçeriler, hamamlarda kadınlara tecavüz etmedikçe, kanunların 92 üstündeydi. Sivil otoriteyi temsil etmesine rağmen kendi subayları tarafından cezalandmlabilü, ciddi bü suç işlemişse kaba etlerine so­ pa vurulurdu. Sipahiler ise falakaya yatırılarak cezalandınkrdı. Ye­ niçeriler kısa süreli hapis cezalan için Rumelihisan'nda, daha uzun süreler için Boğaz m Karadeniz'e açıldığı yerde soğuk rüzgârların estiği kasvetli bü kaleye hapsedilülerdi. Çok ciddi suçlardan dolayı idama mahkûm edÜdikleri de olurdu. Böyle bü durumda önce aşağüanarak ocaktan ihraç edilü ve geceleyin boğdurularak cesedi de­ nize atılırdı. Anayollarda ve taşradaki kasabalarda devriye gezmek, ma­ hallî yeniçerilerin göreviydi (bunların başkentteki gerçek yeniçeri­ lerle isim benzerliği dışında paylaşüğı yönleri pek yoktu). Taşrada­ k i subaylar da askerin, silahlı ve üniformak bü kolluk gücü olarak toplumda her kesimi korumakla görevli olduğu düşüncesine sahipü. Ancak askerin, gece belük bü saatte kapaülmış olması gereken meyhanelerde sabahlara kadar içip kumar oynama düşkünlüğü b u düşüncenin zayü noktasıydı. Yeniçeriler aynca b u uğrak yerlerinde oğlanların kıvrak danslarına büyük ilgi göstererek onlan, sultanlan gibi alün olmasa bile, gümüş yağmuruna tutardı. Ocağın kolluk görevi şeftir kapüanrun dışına da uzanıyor ve zaman zaman başka yörelere yapılan resmî bü yolculukta mahallî yeniçeriler ile başkent yeniçerileri arasında aynm yapmak zorlaşıyordu. 1674'te İngiliz seımriıri sağladığı ve bütün görevlilerin ken­ 51 disine yardım etmesini buyuran fermanla bülikte yola çıkan Richard Chandler ve muhafızı yeniçeri Mustafa, Gülhisar vaüsi tarafından 52 berbat bü odaya hapsedilü. Mustafa'nın Kandiye'de aynı vakye kar­ şı bü isyana kanşmış olması, durumu daha da dddileştirmiştü. Va­ li korkudan titreyen Mustafa'yı şans eseri tanımaz ve Chandleri ser­ best bırakır. Daha sonra, Chandler'ın bazı Türklerin düşmanca dav­ randığından ve kırsalda soyguncularla canilerin pusuda beklediğin­ den söz ettiği Denizli'de, zavalk Mustafa'nın başı daha büyük derde güer. Yolda rasüadıklan birinin tavsiyesine uyarak kamp kurduklan yere aynı adam süahlı soyguncularla getip eşyalarım karıştırır. Mustafa korunmalan için ağaya başvurduğunda, beraberinde gö­ türdüğü şeker, kahve ve para gibi hediyeleri az bulan ağa zavallı ye­ niçeriyi hapse atar. Sonunda, pis ve püeli bü hana yerleşmiş olan Chandler'a geri dönmesine izin verir. Süahı alınan ve fena halde kor­ kan Mustafa, hırsızlar ve isyancılar arasında olduklarından ve ağa- 93 run onları öldürüp eşyalarını almak istediğinden emindü. Korkak biri olmadığından ağaya büaz daha para götürerek onun daha önce okumayı reddettiği fermanı okumasını sağlar. Bu kez korkma sırası, Chandler'rn sultanın koruması altında istanbul'a gitmekte olduğu­ n u öğrenen ağanındır. Kendisi hakkında şikâyette bulunmalarından çekinerek aldığı rüşvetleri iade eder ve güvenlMerinden kendisinin sorumlu olduğunu bildirir. 1634 yılında Henry Blount Venedik'te kendisine yolluk, araba, at ve İstanbul'a kadar geçiş sağlayan bü yeniçeri tutmuştu. Adriyatik'i yolcuları Türk ve Musevî olan bü Venedik kadırgasında geçer­ ler. Blount, yolda kaldıklan kervansaraylar ve hamamlardan çok memnun kaldığını anlaür. Daha önceleri 1589'da Lord Harry Ca¬ vendish b u kadar şansk olamamışü. Kırbaçlarla saldırıya uğraması­ na ilaveten, bü kilise sundurması alanda, bü kümeste, Edirne'de bü nalbant dükkânında, b ü köylünün arabasında, saman yığınlan ara­ sında ve pek çok kez köy evlerinin toprak zenuninde uyumak zo­ runda kalmışta. Yine de bunların hepsini kötü kokulu kervansaray­ lara tercih ettiğini yazar. Kaleler ve ağır topçu ateşi Osmanklarm Avrupa seferleri, İstanbul'dan üç aykk yürüyüş uzakkğındaki bü orduya gerekli desteği verecek bü dizi kalenin el­ de tutulmasına bağkydı. Szeged gibi bü düşman kalesi 1566'da, or­ dusu İmparator MaximiUan'in askerinden sayıca bükaç kez üstün olmasına rağmen Kanunî Süleyman'ı durdurmuş ve sultan sonun­ da orada ölmüştür. Monte Cassino Savunması da ikinci Dünya Savaşı'nda Mareşal Alexander'rn ordusunu aynı şekilde engellemişti. Kale, ister kendi başına, ister b ü şehrin müstahkem mevkü olsun, aslında bü sınırdı. Bazen, zaman içinde bü kalenin çevresinde yer­ leşim alam oluşur ve kale müstahkem mevki haline gelüdi. Ancak 53 Osmanlılar İstanbul'un taş surlarının dayanıksız olduğunun farkın­ daydılar, çünkü kendileri Balkanlar' da ve başka yerlerdeki kaleleri bir bü imha edebiliyorlardı. Sistemleri etkili olduğu kadar aynı za­ 54 manda tekdüzeydi; mancınıklardan ve toplardan gülleler ve çeşitk büyüklükte taşlar fırlatarak ve büyük miktarlarda barut kullanarak açtıkları lağımlarla duvarların ve kulelerin, kaleyi çevreleyen hen¬ deklerin içine yıkılmasını sağkyorlardı. Böylece hem duvarlarda ge- 94 dikler açıkyor hem de dolan hendeğin üstünden aşılması mümkün oluyordu. XIV. yüzyıl sonunda Timur, Şam'ı hiç top kullanmadan ele ge­ çirmişti. Şehrin güçlü surlarını ateş yakarak ısıttıktan ve süke kulla­ narak hızla soğuttuktan sonra duvarlar çekiçle kırılır hale gelmişti. 1500'lerden sonra hiçbü kale sultanın topçu bataryalarının güçlü saldırısı alanda uzun süre dayanmayı ümit edemezdi. Surlar ancak halkın yılmadan onardığı sürece kuşatmaya dayanabiliyordu. Şehüdeki askerin surlan ve gedikleri savunmanın yanı sıra onanm yapabilmesi imkânsızdı. Osmanlılar yıktiklan kaleleri onarıp ye­ 55 n i baştan inşa ettikleri gibi, tasarımlan kendüerinin olan örnek kale­ ler de yaptılar. 56 Bunların en ünlüsü İstanbul alınmadan önceki yaz, üç ay için­ de inşa edÜen ve Yıldırım Bayezid'in daha önce Asya kıyısında yap­ tırdığı kalenin karşısındaki Rumelihisan'dır. Bu çift kalenin Boğazlar'a hâkim olduklarını ispatlamalan için tek bü gemi bafarmalan yeterliydi. Rumelihisan, esas itibanyla, çapraz mermer sütunlarla bübüine bağlanmış bol miktarda, hatta savurganlık derecesinde, taştan yapılmış bü dizi heybetti ve sağlam kuleden oluşur. Kalın perde duvarlarla büleştüilen kuleler, topların bulunduğu platfor­ m u n altından suyun kenarına kadar inen bü savunma hattıyla aynca takviye edilmişti. Kulelerin her birine de küçük toplar yerleştir­ mek mümkündü. Kale, deniz tarafı hariç, bulunduğu tepedeki ara­ zinin iniş çıkışlarını zarif ve stratejik bü şekilde izleyerek yapılmış­ tı. İnşa edildiği zaman b u kulelerin tepesinde Galata Kulesinden kopya edilen çini kapk başkklar vardı. Bunlar zamanla yok oldu. Keskin, nişancılar b u başlıkların saçaklan alana saklanabilülerdi. Ancak b u hiçbü zaman gerekmedi, zira kale tarihi boyunca film ak­ törlerinin saldınsından başka bü saldınya uğramadı. Taş bloklar­ dan inşa edilmiş, insana ürperti veren Rumelihisan sadece hapisha­ ne olarak kullanıldı. Buradaki askerler oval biçimde ahşaptan yapıl­ mış koğuşlarda kakrdı. Ne gariptir k i H Mehmed'in güçlü toplan­ ırın 1453 mayısında İstanbul surlarına gedikler açmaktaki başansı benzerlerinin en muhteşemi olan Rumelihisan gibi kalelerin ve do­ layısıyla bü dönemin sonu oldu. 400 kişiyi banndırabüecek kapasi­ tesi olmasına rağmen burada tarihi boyunca askerden çok gardiyan göreviyle pek az sayıda asker bulundurulmuştu. İç kesimlerdeki vüayetlerin yanı sıra sınırlarda ve özellikle 95 anayollar boyunca çok sayıda kale ve hisar bulunması, yeniçerilerin buralardaki garnizonun sadece nüvesini oluşturduğuna ve gerisi­ nin çoğunlukla mahallî büliklerden meydana geldiğine işaret ettiği söylenebilü. Boğaz'ın Karadeniz çıkışındaki her i k i kalede de çok sayıda asker bulunmadığı muhakkaktı. Ancak Çanakkale ve Getibolu'daki heybetli müstahkem mevkiler, Venedik donanmasına karşı ana savunma unsuru olarak büyük önem taşıyordu. Bu kale­ ler VflX Henry'nin güney İngiltere sahülerinde yaptırdığı kaleler tarzında yekpare taşlardan inşa edilmişü. XVHI. yüzyılda Macar mühendis Baron de Tott onarımını üstlendiği b u kalelerin harap durumunu ve ahşap kızaklar üstünde çurümekte olan paslanmış toplan görünce çok şaşırmıştı. Düşmanlar II. Mehmed'in b u büyük eserlerinin büer aldatmaca olduğundan ve Marmara Demzi'nin Ege'den gelecek herhangi b ü düşman şaldrnsına açık olduğundan tesadüfen habersizdi. Tott i k i kaleyi de onanp gerıişlettikten son­ 57 ra, metrelerce kalınlıktaki duvarlarına top bataryaları yerleştirdi. Bu toplar, bakmalarını yapacak ve ateşleyecek büyük bü topçu birliği gerektiriyordu. 58 E. Mehmed aynca, Bizans imparatorlarının Hebdomon'da taç giymeye giderken alfandan geçtiği Alfan Kapı'yı da içine alan Yedikule'yi inşa ettirmişti. Burası tabakhaneler nedeniyle kötü bü şöhre­ te sahipti, züa tabaklamada kullanılan ve iyi para getiren çürük yu­ murta ve köpek piştiği toplayıalan b u bölgede banndıyordu. Yedikule, benzerleri İtalya'da inşa eıdilmiş kalelerden daha eskiydi. Unutmamak gerekü ki, burası Balkanlar'dan yapılacak bü saldından çok şehirden gelecek çapulculara karşı planlanmıştı. Burası ca­ milerden toplanan katların saklandığı b ü mekân ve aynı zamanda zindan olarak kullanılmıştı. Yedikule'de gorevK askerler, Osmanlı usulüne uygun biçimde, surların içindeki ahşap evlerde ve baraka­ larda yaşıyor ve tutuklular - setirler de dahil- soğuk taş kulelerde hapsediUyordu. Ancak kumandanlarla arası iyi olan ya da kira üc­ reti ödeyebilecek bazı tutukluların ahşap evlerin konforundan ya­ rarlandığı da oluyordu. Osmanlıların kendüerinin inşa etmeyip ele geçirdiği kaleler de vardı. Bakras'ta İskenderun yoluna hâktim Ermeni kalesi bunun ör­ neklerinden biridü. Kanunî Sultan Süleyman 1551'de bu kaleyi ona­ rırken kasabaya bü de cami ve han yaptırmıştı. Amanos Dağlarindaki geçide hâkim Payas'ta ü. Selim, anıtsal boyutlarda ve gör- 96 kemli bir şekilde tefriş ettirdiği bir de kervansaray inşa etti. Aynca sahildeki eski kaleye ilaveten yine Payas'ta külek ve dikdörtgen ikinci bir kale (kalenin içindeki tuğla duvark kışlalar XIX. yüzyılda inşa edilmiştir) yaptırdı. XVII. yüzyılda Hoşap Kalesi vahşi Hakkâri Dağlan'na geçit sağlaması nedeniyle fethedüdi. Amaç İranlılara ve müttefiklerine karşı savunmadan çok, dağlardaki asi aşüetleri kont­ rol altında tutmakü. Daha güneyde savunulması gereken tahkim edilmiş kervansaraylar ve manastırlar ile Hadramut kaleleri vardı. Bunların savunulmasında muhtemelen mahallî yeniçeriler görevkydi. Balkanlar'da ise 1550'de, bugünkü Romanya topraklarında bulu­ nan Giurgiu Kalesi yapılmışü. Boğdan'daki Montecastro, yeniçerile­ rin çok sevdiği İznik çinileriyle süsledikleri eski bü müstahkem mevkiydi. Bender Kalesi Ruslar tarafından tadil edilene dek Osman­ lıların sınırlarında inşa ettikleri müstahkem mevkilerin en güzel ör­ neklerinden biriydi. 1538'de eski bü kalenin temelleri üzerine yapıl­ mışta. Bütün b u kaleler, kaleye yaklaşmayı zorlaştırmak, top ateşin­ den ve geleneksel saldın yöntemlerinden daha i y i korumak amacıy­ la yüksek yerlere inşa edÜüdi. Kervansaraylar gibi konaklama yerlerinde az sayıda asker bu­ lundurulurdu. Bunların 10 kadan yeniçeri, diğerleri yöreden temin edilmiş ve sadece bükaç yıl hizmet veren evh barkk askerlerdi. 59 II. Mehmed döneminde kaleye, dizdar denen kale komutam, em­ rindeki kâhyalar ve bölükbaşılar kumanda ederdi. Dizdar her i k i gün için b ü altan alırdı. Kâhyaya her dört günde, bölükbaşılara her sekiz günde ve erlere her on günde bü altan verilüdi. Bu para ge­ çimlerini sağlamalan içindi. Kuşatma altında olmadıkça kaledeki stoklan kullanmalan yasakta. Bu uygulama nedeniyle kale garnizo­ nu çevrenin ekonomik sorunlarına da yabana kalmıyordu. Kapıda nöbetçi olarak iki asker bulunur ve kulelerde 24 saat nöbet tutulurdu. İçkiye izin yoktu ve b u yasak seferdeki ordu için de geçeriiydi. Hıristiyanlar b u kuralın dışındaydı ve istediklerini yapa­ bilirlerdi. Osmank saldınsından yansıyan korkunç uğultunun ya­ rattığı korkuyu bastırmak üzere (Savoie Prensi Eugene'in ordusu da dahü) sarhoş olmaya teşvik edilen Avrupa ordularının aksine, sul­ tanın ordulan mideleri sadece inanç ateşiyle yanarak dövüşürlerdi. Dinî kurallara riayet son derece gevşekti ve bazı yüksek rütbeÜ su­ baylar b u kurallan tümüyle yok sayardı. XV. yüzyılda b ü sınır garnizonu 50 kadar yeniçeri ve 30 civa- 97 nnda diğer askerden oluşurdu. Ancak yerine göre farkkkklar gös­ teren b u sayı, XVTL yüzyıla girildiğinde genelde yanya inmişti. Oy­ sa b u az sayıdaki b ü güç büe Zvecaj'ın Macar kralına karşı sekiz hafta direnmesine yetmişti (surlar yıkıldıkça gece gündüz demeden onanhyordu). Kalelerin savunmadaki fonksiyonu çift yönlüydü; düşman saldınsında sultan ordusunu toplayıp gelene kadar smırlan savunmaktı. Bunun yanı sıra b ü eyaleti valiye karşı da korurdu, çünkü garnizonlar vakye bağk olmadığından kendisini denetim al­ fanda tAitabüirlerdi. Derrrirkapı'daki Adakale Tuna Nehri üzerindeki en güçlü kale Habsburglar tarafından 1689-1690 yıllarında Demükapı'ya yakın b ü adanın üzerine inşa edilmişti. Adakale, nehrin yukarı bölgesinin anahtanydı. 1690 yılın­ da sahdldeki diğer kalelerle bülikte Osmanlıların eline geçti. Osman­ lılar Adakale'de, burasını sahildeki savunma hatbyla bübirine bağ­ layan tünel hariç, pek bü değişMik yapmadılar. İmparatorluk ordulan koruganlann bile ağaçtan yapıldığı bu ormanlık araziye büyük miktarlarda taş taşımıştı. Adakale, Osmanlılar için hem b ü üeri ka­ rakol hem de Tuna donanmasına destek verecek önemli b ü müstah­ kem mevkiydi. Habsburg topraklanran huzurunu bozacak baskın­ lar için b ü üs olarak kullanılabilüdi. Bugün ikinci b ü barajın suları alfanda olan bu kale tarihî açıdan, XVIII. yüzyıl başlarında tutulan envanterinin günümüze kadar korunmuş olması nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Ayrıntılara gösterilen Özen, Osmank gücünün sonbaharında bile her şeyi ne kadar dikkatle planladığının ve kale­ lerini, teorik olarak dahi ne kadar iyi donatmış olduğunun kanıtıdır. Bu Üstede demü takviyeli 51 adet kapı, demü kirişler, palanga­ lar ve zinctiler, kale kapısındaki 7 adet sivri uçlu büyük demü kaba­ ra, menteşeler, yaylar, musluklar, vidalar, ızgaralar ve merdivenler gibi demübaşlann hepsi sıralanmış; 32 kazan, 14 tencere, 51 su tulu­ mu, 3 demü dolap, bıçaklar, güğümler, deri masa örtüleri ve 100 adet çuvaldıza kadar bütün mutfak eşyasının hesabı verilmiştir. Ka­ lede aynca 106 döşek bulunduğu İcaydedilmis, cephane envanterin­ de ise 94 adedi bronz, 6 adedi demü döküm olmak üzere çeşitti top­ lar, 142 adet tokmak, kepçe, ölçek, barutluk ve çadır dikim iğnesi yer almıştır. Top arabaları yedek parçalanyla listelenmiş, aynca b ü kıs- 98 mı süngülü 3 311 adet düşman tüfeği, kılıçlar, hançerler, kargüar, mızrak başlıkları, 3173 bomba, 26 018 el bombası, 17 813 top güllesi, kutularla fişek ve misket, barut, destelerle kartuş kâğıdı bulunduğu belirtiknıştir. Mermi yapmak için kurşun kakplar olması tüfeklerin çaplarının standardize edildiğine işaret etmektedir. Listenin sonun­ da barometreler, saatler, açıölçerler, keserler, keskiler, çekiçler, örsler, lağımcılar için 6 531 kürek, bahçıvanlık ve balıkçılık aletleri, cerrah aletleri ve donanmaya ait stoklara ilaveten 17 çadır, çadır bezleri, her türlü halat ve 5 850 adet kenevü torba ve çuval da yer almıştır. Kale, kıyıya tünelden başka bü yüzer köprüyle de bağkydı ve sel basmasına karşı pompalar vardı. Bu vahanın bahçelerinde küaz, erik, şeftali, elma, armut, fındık, ceviz, 19 ayn tür üzümden başka mısır, arpa ve buğday gibi tahılların yanı sıra çeşitÜ sebzeler yetişüdi. Nehirden bol miktarda mersinbakğı çıkıyordu. Burası başka yer­ lere kıyasla kışlan ve savaş zamanı hariç konforlu bü görev yeriydi. Döşek sayısı garnizonun yaklaşık 100 kişiden ibaret olduğuna işa­ ret ermekteydi. Dağlar gibi diğer malzemenin, ordunun gelişi için stoklanmış olması muhtemeldi. Binlerce kürek herhalde bü lağıma büliğinıri gelişini bekliyordu. Yeniçeriler aynca eyalet başkentlerinde valiye destek vermek üzere görevlendınkrdi. 1669 yılında 400 yeniçeriden oluşan bü or­ ta, mahallî yeniçerilerin ve sipahilerin katıldığı bü ayaklanmayı bastırmak üzere İstanbul'dan Şam'a yoUanrruşti. Mahallî bülMerin disiplinsizliği, kötü abalar olması ve askerlikten çok ticaretle ilgi­ lenmeleri nedeniyle b u görevi zorlanmadan yerine getirdiler. Fakat düzeni korumak üzere şehüde yerleşenler zaman içinde yozlaşıp sonunda b u görevden atıldılar. Sınır görevi kolay değildi. XVI. yüzyıl sonunda yazılmış bazı mektuplar Osmank gücünün zayıflamaya başladığı b u dönemde 60 Macaristan sınırındaki sorunlara ışık tutmaktadır. Yöredeki Os­ mank vatisi sürekti olarak 1568 arılaşmasına uyulmadığından ve çatişmalann, baskınların ve adam kaçırmaların gündelik olaylar hakne geldiğinden yakmmıştir. İmparator II. Maximilian, Estergon va­ lisine ve Beylerbeyi Ferhad Paşa'ya her yıl para, fincan ve çanaklar­ dan oluşan bü haraç ödemek zorundaydı. Ferhad Paşa'ya aynca tü­ fekler ve saatler de yollanıyordu. Yeniçeri ağasma arasında saatle­ rin de bulunduğu daha mütevazı hediyeler gönderikyor ve sultan ve vezüleri için önemli miktarda para sağlanıp saklanıyordu. Maca- 99 riscan halkının yansı savaşlarda ya ölmüş ya da esü düşmüş oldu­ ğundan ülke perişanlık içindeydi ve Budin paşasının görevi zordu. Osmanlı bülikleri fethedilen b u topraklarda sadece belük noktalar­ da üflenmiş olduğundan asayişi sağlamak imkansızdı. Tımar sa­ hipleri hasat yaparken ve hatta köy papazını ziyarete giderken saldınya uğrayıp kaçınkyordu. Kiralarını toplayamıyorlardı ve vaknin habercileri merkezden uzaktaki kalelere ulaşıp bülikleri yardı­ ma çağıramıyordu. 1590'dan sonra Budin valüerinin sık sık değişti­ rilmesi ve hatta sırayla nöbetleşe göreve getirilmeleri bu soruna yar­ dıma olamadı. Ertesi yıl şikâyetler çığ gibi arttı; iki taraf da askerle­ rini kesinlikle kontrol edemiyordu. Avusturya Arşidükü Ernsfin, esü generalleri soğuk mahzenlerde aç, susuz hapsettiği ve eve dön­ mekte olan esüleri fidye almak ya da rehin olarak elinde bulundur­ mak için yeniden tutsak aldığı söyleniyordu. Hatta Ferhad Paşa'ya, talihsiz bü subayının çenesinden sökülen b ü avuç diş bile yollan­ mıştı. Macarlar kanuna aykm düellolara rağbet etmekte hatta mek­ tuba göre silahk yanşmalar düzenlemekle itham edilmekteydi. Ba­ zı köylüler vergilerini mahallî arazi sahiplerine ödedikleri takdüde kazığa geçirilmekle -Osmanlıların devraldığı eski b ü Balkan gele­ neği- tehdit ediliyordu. Hepsinden Önemlisi İstanbul bü türlü Ödenmeyen savaş tazminatı için sabırsızlanmaktaydı. Macarlar da aynı derecede şikâyetçiydi. Tazminat yerine ulaş­ mamıştı, çünkü bazı yeniçeriler ve subaylan kervanı pusuya düşür­ meyi planlamıştı. Bu iddia yeniçerilerin yeni ağalarına verecekleri teftiş için toplandıklan ileri sürülerek şiddetle yalanlandı. Ancak Arşidük Ernst bazı gemilerin tahrip edildiğinden şikâyet edince, Ferhad Paşa suçsuz olduklarında ısrar etmelerine rağmen birtakım subaylan hapse attı. Kank b ü arbedede (köylüler b u arada fırsattan istifade odun çakyorlardı) Osmanlıların açıklamasına göre 12, arşi­ dükün iddiasına göre 130 kişi Öldü. O yıl ürünü Aldırmak, bazı de­ ğirmen sahiplerinin her büi 4'er Türk'e karşılık serbest bırakılması­ na rağmen zor oldu. Yağma edilen köylere araştırma yapılacağı va­ at ediliyordu. Eğer suçlular sultanın ordusundan ise ve de amaçla¬ n sipahiler için Ödenmemiş vergileri almakla sınırlı değilse cezalandınlacaklardı. Bu vergiler başka hiçbir geçim kaynağı olmayan sipahüer için toplanıyordu. İki tarafın da b ü uzlaşma arayışı içinde olduğu sezilmekteydi, ancak Osmank subaylan artik sadece dişleri­ n i değil, kulaklannı, burunlarmı ve parmaklarını kaybeder olmuş- 100 tu; bir diğer Habsburg arşidüküne göre b u aamasız cezalar, hapis­ ten kaçma teşebbüslerini engellemek içindi. Bununla beraber, beyler suçlan nedeniyle görevden aknırken aracılar dürüstlükten uzak, büdilderini okuyorlardı. Üç tüccar M u ­ sevileri ve Müslümanlan dolandırarak edindiği büyük servetle Ma­ car topraklarına sığmmışü. Macarların iade etmediği b u suçlu tüc­ carların servetine ne olduğu ise meçhuldü. Büyük b ü Osmank gü­ cü bir Macar kalesini kuşattığında paşa, b u gücün kendi komutası altında olmadığını ve şikâyetin İstanbul'a yapılması gerektiğini ile­ ri sürmüştü. Üç köyün yöneticisi bü paşanın emriyle idam edilmiş­ ti. Bunun nedeni bölgelerinde Macar büliklerinin bulunduğunu ra­ por etmemiş olmalanydı. Ve gerçekten Macar bülikleri bazı Os­ mank mevzüerine saldınlarda bulunmaktaydılar. Paşa'nın mektuplarında sık sık tekrarlanan konulardan biri vergiler, ödenmeyen tazminat ve bulunduğu kalenin dışına çıkacak Osmank askerini bekleyen tehlikelerdi. Ferhad Paşa'nın Öldürülme­ si üzerine yerine gelen daha sert ve savaşçı vali, yasal olmayan bü sefere çıkarken Bosna paşasını özellikle engellemedi. Ve Paşa 1593 hazüanmda Osmank'nm çöküşünü simgeleyen çürümüş bü köp­ rüden geçerken düşüp boğuldu. Son sadrazam Rüstem Paşa'nın oğullarından biri de kaybolanlar arasındaydı. İmparatorun elçisinin b u konuda sergilediği alaya tavır Budin paşasını fena halde öfkelendüdi. İstanbul'un büyük bü infial içinde olduğu söyleniyordu. Mevsimin geç olmasına rağmen Sadrazam Sinan Paşa komuta etti­ ği bü orduyla Budin'e hareket etti. Savaş hazırlıklan, mevsimi gel­ diğinde hediye çiçek fideleri gönderileceği vaadiyle gecikti. Mek­ tupların b u kısmında halkın ıstıraplarından da akşılmadık şekilde söz edilmektedü. Böyle bü ortamda yeniçerüeri görev yerlerinde tutmak için ek b ü gelirin özendiriciliği şarttı. Kalenin sınırlan içine kapanmış yeni­ çeriler arada b ü baskın yapıp, yasaklanmış olmasına rağmen silahh yanşmalar ya da b ü iki düello düzenleyerek tatmin oluyorlardı. Yangın ve ayaklanma Kolluk görevinin yanı sıra, yeniçerilerin üstlendiği önemli bü sorumluluk da yangınlarla mücadele etmekti. Bunun için özel eği­ tim görürler ve çeşitli gereçlerle donatılırlardı. İstanbul'da kundak 101 sonucu çıkan yangınlar pek çoktu ve bunlan diğer nedenlerle olu­ şan yangınlardan ayırt etmek kolay değildi. Evleri mangalla ısıtılan, ahşap binalardan ve büyük bir kalabakğın doldurduğu daraak ge­ çitlerden ve sokaklardan oluşan bü şehirde halk, yangının getirece­ ği felaıVetlerin bilincindeydi. Ancak bu bilüıçlenme ne düzeyde olursa olsun, geceleri ve özellikle tirtinak havalarda çıkan yangını, alevlerin ilerlediği yöndeki evleri yıkarak önlemek imkânsızdı. Yangını Galata Kulesi'nden ya da Eski Saray'ın yarımdaki Beyazıt Kulesi'nden hemen görmek mümkündü. Yangım, b u kulelerdeki yeniçeri gözcüler davullar çalarak, gece bekçileri de ucu demüK so­ palarım sokak taşlarına vurarak haber verirlerdi. Yangınla mücade­ le etmek, sadrazamla yeniçeri ağasının görevleri arasındaydı. Yan­ gın giderek büyürse sultan da bizzat yapılan çakşmalara katılırdı. Sultanahmet Meydanı'nda barut deposu olarak kullanılan bü kiliseye 1489'da bü tirtina esnasında yıldırım düştü ve çıkan yan­ gında sadrazam hayatim kaybetti. Depoda meydana gelen patlama­ lar çok uzaklara kadar taş parçaları fırlatmış ve büyük zarara sebep olmuştu. Bu felaketten bü süre soma, 1501 yılında, yine tirtinak bü gecede ahşap evlerin birinden sıçrayan kıvılcımdan çıkan yangın kı­ sa sürede şehre yayıldı. Bu kez de ya düşen bü yndırrm ya alevler ya da civardan yansıyan sıcaklık Galata'daki bü barut deposunu tu­ tuşturdu. Depo patladığı sırada Hakçti kayıkla geçmekte olan Sad­ razam Mesih Paşa ve Yeniçeri Ağası Karagöz Paşa teknenin isabet almasıyla yaralanıp bükaç gün içinde hayatlarım kaybettiler. 61 İstanbul ilk büyük yangınla 2 temmuz 1539'da karşılaştı. Yan­ gın Baba Cafer Hapishanesi civarında zift satan bü dükkânda baş­ lamıştı. Hapishanedeki mahkûmların hepsi de ilgisizlik yüzünden yanarak can verdi. Öte yandan servetiyle ünlü Sadrazam Ayas Pa­ şa diğer bütün vezüler ve toplanabilen yeniçerilerle bülikte sabah­ tan akşama kadar yangınla boğuştu, ö l ü sayısı yüksekti ve alevler İstanbul'un büçok mahallesini kül yığınına çevirirken Ayas Paşa al­ dığı yaraların etkisiyle öldü. Yeniçeriler yangım da poktik bü silah olarak kullandılar. 1554 yılında Anadolu'ya yapılan b ü sefer sırasında yeniçeriler Rüstem Paşa'ya duyduktan nefreti göstermek için Amasya'yı ateşe verdik­ ten başka çıkan yangının söndürülmesine de engel oldular. 1569'da İstanbul'un Yahudi mahallesinde bütün bü gün ve gece süren bü yangın çıktı. Sokoliu Mehmed Paşa yangının söndürülmesiyle uğ- 102 raşırken çerin bir sorunla karşılaşmıştı: yeniçerileri b u işte kullana­ mıyor ve de yangın yerine giden yollardaki evleri yağmalanmaktan koruyamıyordu. Bunun nedeni yeniçeri ağasının hasta olmasıydı; ondan başka hiç kûrıse yeniçerileri çakşüracak ve talana son verdi­ recek güce sahip değildi. Yeniçeriler kahramanca çabalarının karşıkğmı terfiler yerine dolgun ödüllerle almak istiyordu. Birçok paşa­ nın yangınlarla yiğitçe baş etmeye çakşırken can vermiş olması, b u felaketlerde karşılaşılan tehlikenin ne derece büyük olduğunu gös­ termektedir. Yangını söndürmeye uğraşmak yerine soygunculuk daha kârkydı. Sorıralan yeniçeriler talan gayesiyle kundakçıkğa da başladılar. 1588'deki bü yangın Bedesten'den Hatiç'e uzanan ma­ halleleri kasıp kavururken yeniçeriler, Di. M u r a d yönetimine duyduklan düşmanlığı göstermek için yağmaakğa girişmişti. Aynı ne­ denlerle 1590 yılında şehrin i k i ayn semtinde yangın çıkardılar. 1591 yılının temmuzunda Pera'nın alfanda bulunan Tophane'de, top dökürrmanelerinin yakınlarında kundak sonucu olmayan ger­ çek b ü yangın çıkmıştı. Boğaz'rn karşı yakasından kayıklarla sön­ dürmeye gelen yeniçeriler, topçuların yangını kontrol alfana aldığı­ nı görüp bekledikleri ödülden düş kırıldığına uğradılar. Ancak bu­ n u fırsat bitip düşmanlık besledikleri Diyarbakır Valisi İbrahim Pa­ şa'dan intikam almak istediler. Bunun nedeni paşanın bü yeniçeri arkadaşlarını öldürmüş olmasıydı ve ona karşı nefret doluydular. Karaya çıkıp İbrahim Paşa'nın Şehzade Camii ile Eski Odalar yakı­ nında bulunan konağını ateşe verip büyük zarara sebep oldular. Oysa ertesi yıl Ayasofya yalanlarında çıkan bü yangını canla başla çabalayarak kısa zamanda söndürmüşlerdi. 1633 eylülünde çıkan büyük bü yangın yeniçerilerden intikam almış, şehrin beşte birini süip süpürdükten sonra Eski Odalar'ı da bü kül yığını haline getirmişti. Böylece yatacak yerleri kalmayan ye­ niçeriler kahvehanelere sığınmaya çakşfaysa da, IV. Murad kendisi­ ne karşı komplolar hazırlanmasından kuşku duyarak buralan ka­ pattı. Yedi yıl sonra sıcak b ü ağustos akşamı koyun yağhanesin­ 62 de çıkan yangın büyümeye başlayınca Kara Mustafa Paşa buraya yetişmeye çalışmış, ancak kayığıyla yanaşırken meydana gelen pat­ lama sadrazamın yüzünü kavurarak ömür boyu silinmeyecek ya­ nık izleri bırakmıştı. Kara Mustafa Paşa'nın içkiye olan tutkusunun bu olaydan sonra başlamış olması mümkündür. 1688'de yeniçerilerin yangın söndürme işlerinde gevşek dav- 103 randıklarını ve alevler Haliç'in fakir mahakelerirıe yayılırken halkı huzursuz ettiklerini görüyoruz. 1718 yılında meydana gelen yangın gerçekten büyük zarara y o l açmış, vezülerin konaklarını, yeniden inşa edilen Eski Odalar/ı ve Şehzade Camü yakınındaki acemi oğla­ nı kışlasını yok etmişti. Bu durum birtakım yeni düzenler kurulma­ sını gerektiriyordu. 1721'de I . Selim'in yaptırdığı caminin yakınla­ rında çıkan bü yangına Sadrazam İbrahim Paşa 150 kadar eğitilmiş yeniçeri ve Davud (David) adında bü Fransız'ın icadı olan yangın söndürme tulumbalanyla yetişti. Bu tulumbalarla minare boyu su sıkılarak alevler süratle söndürüldü. Ağustos ayında Balat'ın kenar mahallelerindeki yangın da aynı şekilde -yeniçerilere gösterecekle­ ri gayret karşıkğı ödüller vaat edilip halkın korkusu yatiştmldıktan sonra- b u tulumbalarla konrol altina alınmıştı. Ertesi yıl rnillî hisleri galeyana gelen bazı serseriler İran Sefareti'nde görevli ve hoşlanmadıklan memurların evlerini ateşe ver­ diler. Ancak tulumbacı yeniçeriler zamanında yetişerek başıbozuk­ tan kendi kazdıktan kuyuya düşmekten kurtardı. 1750/de Baron de Tott anılarında, sık sık meydana gelen feci yangınlardan bahseder. Bunlardan biri Haliç kıyılarında başlayarak yayıkp Topkapı Sarayı bahçesinin duvarlarını aşan bü yangına aittir. Bu yangın Pera'daki Maison de France'tan olduğu gibi görülüyormuş. Alevler sadraza­ mın konağını yerle bü ettikten başka Ayasofya'nın kubbesini kap­ layan kurşun levhaların da eriyip akmasına sebep olmuş. Tott, sul­ tanın da bizzat yangın yerine geldiğini, alevlerin evleri yıkmakla uğraşan bü yeniçeri bütiğini çembere aldığını ve askerlerin yanarak can verdiğini anlatmaktadır. Yerle bü olan b u evlerin yeniden inşa­ sı tamamlanmadan ikinci b ü yangın daha çakmış. DJ. Osman (1754¬ 1757) şehrin sokaklarını genişletmeye çalışmışsa da b u girişimi dinî vakıflara mensup kimseler tarafından engellenmiş. Tott, sultanın yangınla mücadeleye her zaman nezaret ettiğinden ancak pek çok yangının kasten çıkarıldığından ve yeniçerilerin halkın üstüne su sı­ karak eğlendiklerinden bahsetmektedü. XVHÎ. yüzyılda peş peşe çıkan yangınlar genelde yönetim bo­ zukluğundan kaynaklanan huzursuzlukla bağlantıkydı. Özellikle 1769 yılında moral destekten yoksun b ü ordunun ünparatorluğu Ruslara karşı savunamamış olmasında bunun büyük payı vardı. 1782'de meydana gelen yangın faciasında sultan saraydan çakıp sü­ ratle Beşiktaş'a gelerek burada bulunan vezülerine katılmıştı. Vezü- 104 ler ise oradan oraya koşturup duruyor ve kaybedileceği başından belk bir savaş veriyorlardı. Yeniçeriler yangının söndürülmesi için ya da saü nedenlerle oraya buraya dağılmış olduklarından kışlala­ rı da hasar görmüştü. 1808'deki yangın, o yıl meydana gelen ayak­ lanmayla bağlanük olarak Dokuzuncu Bölüm'de anlatilmışbr. Yangınların yeniçeri ayaklanmalan ve birtakım poktik ihtiras­ larla ilişkisi, Osmank tarihinde sık rastlanan bü konu olmuştu. Ye¬ niçerilerin XVII. ve XVIII. yüzyıllarda gözden düşmesine sebep olan kanun ve nizam dışı davranışları her zaman belüli bü haksızkğa karşı gelmeyi hedeflemiyordu. Bunda kaba kuvvetin ve kabadayıkğın payı büyüktü. Bazen bü hedefe yönelik olsa ve kopanlan gürültü köklü bü nedene dayanıyormuş izlenimini verse de, yaptıklan zulüm çoğu kez gayesizdi. Kötü niyetle başlayan kargaşanın olumlu sonuçlar alınan b ü ayaklanmaya dönüştüğü de görülmüş­ tü; örneğin 1651'de loncaların kurumsallaşmasının kabul editip destek verilmesi ve yeniçerilere loncalara katilma haidkının tanın­ ması gibi. Öte yandan Sokollu Mehmed Faşa tarafından Cihangü'de yapbnlan rasathanenin düşüncesizce yakılıp yıkılması impa­ ratorlukta müspet ilmin ğekşme yolunu tıkamış, b u olay gerici ule­ manın yeniçerilerin bilinçaltinda var olan kundakçılık eğilimini kö­ rüklemesinden kaynaklanmıştı. Cavendish, 1589'da İstanbul'a geldiği dönemde devletin içinde bulunduğu sorunlardan bahseder. Anlattıklarına göre vanşından i k i ay önce İstanbul, başkaldıran yeniçeriler tarafından ya­ kılmıştı. Buna sebep sultanın yakın çevresindeki i k i kişiden hoş­ nut olmamaları, yeni uygulanan bir vergi ve sadrazam tarafından tayin edilen yeniçeri ağasını kabule zorlanmalanydı. İsyancılar sarayın kapısı önünde toplanıp üç kelle istemişler, Sultan I I I . Mu¬ rad b u istekleri geri çevirince şehrin büçok semtini yakıp yıkmış­ lardı. Aynca sultana haber gönderip sarayı yıkmak ve oğlunu Anadolu'dan getirip tahta oturtmakla tehdit etmişlerdi. Hiçbü va­ adin ve hediyenin işe yaramadığını gören I I I . M u r a d yeniçerilerin isteklerini kabul etmek zorunda kalarak istenmeyenleri onlara teslim etmiş ve zavalklar atların kuyruklarına bağlanıp sokaklar­ da sürüklendikten sonra da kafalan kesilmişti. Böylece tatmin olan yeniçeriler dağıkp halkın yangını söndürmesine göz y u m ­ muşlardı. Cavendish'in anılarına göre b u yangında şehü merke­ zinde 48 000 ev yanmıştı. 3 05 Kötüden daha da kötüye İngiliz sefirinin eşi Lady Mary VVortley Montagu, 1717 yılın­ da Belgrad'a geldiği zaman burasının yeniçeriler ile başlanndaki paşanın yumruğu alünda yönetildiğini gördü. Gerçekte paşaya da hükmedenler yeniçerilerdi. Bir önceki paşa Alman hududu boyun­ ca yapılan yağmacıkğı önlediği için düşmana yumuşak davran­ makla suçlanıp yeniçeriler tarafından öldürülmüştü. Paşa Edüne'ye gönderilerek kadı üe şeyhülislamın karşısına çıkarılmış, ken­ disine nasıl olup ta kâfirleri koruduğu ve yeniçerilerin ekmeğine mani olduğu -her zamanki şikâyetler- sorulmuştu. Paşa da bütün b u suallere bir anda cevap veremeyeceğini, tek bü can taşıdığını söyleyince daha hüküm verilmeden orada kadedilrnişti. Dolayısıy­ la yerine tayin edilen paşanın asüere boyun eğmekten başka yapa­ cağı bü şey yoktu. Mary Montagu ve eşi, bü an önce Belgrad'dan aynkp Edir­ ne'ye ulaşmak istiyordu. Gereken izinlerin verilmesi ve kendilerine muhafızlık yapacak yeniçeri müfrezesinin hazırkğı için bü süre bekledikten sonra ancak yola çıkabÜdiler. Çürümeye yüz tutan Os­ manlı İmparatorluğu'nun egemen olduğu toplumlara sağladığı ge­ leneksel güvencenin nasü yok edildiğine de böylece tanık oldular., Sırbistan ormanlan soyguncu çetelerle doluydu ve bunlar askerî büliklere büe saldırmaktan çekinmiyorlardı. Sefir ve eşi, yerûçerilerin, y o l boyunca ele geçirdiği kümes hayvanlarını ve koyunları hiç acımadan boğazladığını gördüler. Kendileri kötü bü davranışla karşılaşmaktan korkan köylüler b u hayvanlar için hiçbü karşılık talep edemiyorlardı. Kuzular, kazlar, hindiler hepsi de merhametsizce öldürülüyordu. Paşa'run yöreyi gezerken yaptiklan daha da kötüydü. Gittiği yerlerde kendisi için kurulan sofralan silip süpürdükten başka köylüden bir de diş küası adı altında para topluyor, hediyeler akyordu. Bu dönemde ordu her şeye hükmediyordu. Sultan IH. Ahmed dahi adeta ordunun kö­ lesi haline gelmişti ve yeniçerilerin surat asmasından bile korkmak­ taydı. Daha önceleri IV. Mehmed İstanbul'un boğucu ortamından kaçarak Trakya'nın tertemiz havasma sığınmış, ancak düzensizüği de kendisiyle bülikte getirdiği için halkın gözünden düşmüştü. İs­ tanbul taşıyamayacağı kadar kalabakkti ve haşaratın işgaline uğra­ mıştı. Subaylar şehir dışında kurduklan çadırlara kaçmışlar, asker 206 de halkın imkânlarına sığınmışa. 1672 şubatında bir arına yeniçeri askerinin verdiği değeri düşük parayı kabul etmediği için canından olmuştu. Yeniçeri Ocağı Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümünden önce yozlaşmaya başlamışü. Bunun tek nedeni, iddia edildiği gibi ocağa aşağı sınıf halktan Müslümanların alınması değildü (bunların ara­ sında Araplar ve Çingeneler yoktu). Yozlaşmayı sadece loncalarla ilişkilerin artmasına ya da halka çok yakın olan Bektaşî dervişleri­ nin etkisine de bağlamak doğru değüdü. Bunun tohumlan daha önceleri aülmışü. Yeniçeriler uzun süre savaşa zorlandıklarında her zaman başkaldırrnışü. Paraya da aşın düşkündüler. İçmeye de me­ raklıydılar. XVI. yüzyıl başlarında II. Bayezid'i meyhaneleri açma­ ya zorlayanlar da onlardı. Sert bü hükümdar olan IV. M u r a d tütün içmeyi yasaklamış ve buna uymayan yeniçerileri ağızlarında çubuklanyla asürmışü. Ancak IV. M u r a d da I . Selim gibi sıradışı sul­ tanlardandı. XVII. yüzyılda Köprülü Mehmed'in tarikattan kapat­ masını yeniçeriler önlemişti. Suriye ve diğer eyaletlerde aynı dere­ cede başına buyruk davranıyorlardı. İstanbul'daki loncalarla ismen ikşkili olmalarına rağmen başkentteki yeniçeriler kadar haristiler. Tüm İslam ve Bati dünyasının şehülerinde olduğu gibi b u arsız ka­ badayılar aşağı tabakadan genç kitlelerle yakın ilişki içindeydi. A y ­ nı şekilde yeniçerilerin de İstanbul'daki ayaktakımıyla da dışa yan­ sımamış bü bağkkğı vardı. Donanma II. Bayezid'e kadar güçlü bü donanma olmayışı, sonraki Os­ manlı hükûmeüerini zor durumlara sokmuştu. Yıldırım Bayezid, 1396'da Niğbolu'da yenilgiye uğrattığı İmparator Sigismund'un yelken açarak Marmara'yı geçmesini önleyemedi. Yapabildiği tek şey elinde esü tuttuğu birtakım soylulan GeUbolu sahillerinde pa­ çavralar içinde yürüterek onu küçük düşürmek olmuştu. II. Mehmed fethettiği ülkelerden getirdiği marangozlan tekne yapımında kullanmış, onlardan gemici olarak da yararlanmıştı. Sonunda ada­ lara, hatta İtalya'nın topuğundaki Otranto'ya asker çıkarabÜecek güçte b ü donanmayı denize indüdi. Venedikli korsanların soygun­ larına da 300 tekneden oluşan b u deniz gücüyle 1468 yılında son verdi. Ancak gemilerin çoğu küçük teknelerden oluşuyordu ve bü- 107 yük bir donanmaya karşı koyacak güçte değildi. Nitekim korsan63 k k yine de sürüp gitti. Venedik ve Ceneviz kadırgalarını örnek alarak hafif tekneler yerine büyük savaş gemileri yaptıran II. Bayezid oldu. 1515'te oğlu I . Selim, sahil yolunu izleyerek Selanik'e giderken Rodos şövalyele­ rinin saldırısına uğradı ve maiyetrndekileri öldüren korsanlardan zor k u r t u l d u . Denizlerde üstünlük sağlanması, Cezayü sahillerin­ 64 de korsankk yapanların donanmaya alınması ve Bati'da Barbarossa adıyla tanınan boyun eğmez Barbaros Hayreddin'üı Kuzey Afrika beylerbeykğine ve kaptanpaşakğa getirilmesiyle başladı. Bu yaşk denizci, baül inançlara sıkı sıkıya bağk biriydi. Akdeniz'i avuçlan içine almıştı. Dönemindeki çoğu denizcinin aksine karayı gözden kaybedecek kadar uzaklara yelken açmaktan Açınmıyordu. İstan­ bul'da divana görkemli kaftanını giymiş, kıkanı kuşanmış ve el­ maslarını takmış olarak kendi bayrağıyla gelüdi. Çok etkileyici bü kişiliği vardı. Emrindeki güçlü donanma Akdeniz'e baüdan doğuya hâkimdi. Galata'daki tersanede emri alanda 100 okçusu vardı. Hakç'üı adı o dönemde Tersane Boğazı olarak değiştirilmişti. Bu tersa­ nede İTİ. M u r a d devrinde 2 364 yeniçeri ve acemi oğlanı bulunurdu. Ednci önemli tersane ise Gelibolu'daydı ve burarım valiliği kaptanpaşaya verilmişti. Donanmayı kuran Barbaros Hayreddin Paşa değÜdi; ona yalnız başarısı ve ünüyle sahip olmuştu. Namı öy­ lesine yayılmıştı k i , CenevizU Amüal Andrea Doria, Barbaros'un kalyonlarının yakınlarda olduğunu duyduğu zaman olağanüstü tedbirler akyordu. Fransa Krak I . François, Barbaros'un müttefikiy­ di. 1543 yılında Osmank donanmasının kışı Toulon'da geçüTnesini sağlamak için şehri boşaltıp camiler kurulmasma izin vermişti. Ga­ riptir ama Osmank donanması yelken açtıktan sonra evlerine dö­ nenlerin en ufak b ü çizik dahi bulmadıklan ve askerleri överek gök­ lere çıkardıklan söylenü. Oysa halktan on yıl vergi alınmaması dik­ kat çekicidü. O dönemde Toulon'da bulunan Maurand, şehrin yağ­ malandığından bahseder. Sorun Villefranche'tan gönderilen kötü ekmek yüzünden çıkmış, bunun üzerine Barbaros, Osmanlıların ek­ meği kendüeri pişirmesi için mısır unu talebinde bulunmuş. Bu zi­ yaretin sonunda Türk etkisi büyük ölçüde yayılmıştı. Barbaros aynca, sultanına büyük bü hizmette daha bulunarak yetenekti deniz­ ciler arasından yerini alabilecek nitelikte gördülderini germcilik ve savaş tekniği konularında eğitti. 108 Kadırgalar Barbaros'un komutası altında 80 kadırgadan oluşan donan­ manın Toulon'dan dönüşü, yeniçerÜerıri denizlerdeki görevi hak­ kında bü fikü vermektedir. Yolculuk 1544 yılının 23 mayısından 10 ağustosuna kadar sürmüş ve ilk yansı karada yapılan seferler ben­ zeri çarpışmalarla geçmişti. Kadırgalarda her küreğe üç forsanın oturacağı sıralar vardı. Aynca her türlü işe koşulan 144 köle, 60 de­ nizci ve 18 subay bulunuyordu. 100 sipahi ve 6 000 yeniçeri de ka­ dırgalar arasında dağıtikruştı (1587'de H a a Paşa'nın filosundaki her kadırga b u rakamın i k i karı, yani 200 asker taşımıştı). Barba­ ros'un yeğeni ile İtalyanca konuşan ve muhtemelen İtalyan asılk olan Gelibolu Sancak Beyi Cafer Ağa da donanmadaydı. Aynca Maurand'dan başka bazı Fransız subaylan ve tanınmış İngiliz Dok­ tor Alban H i l l de Barbaros'un yanındaydı. Savona'ya çıktiklannda şehri tamamen terk edilmiş buldular; Barbaros adının yarattığı korkuydu bu. Elbe'de hiçbü düençle kar­ şılaşılmadı. Orbetello Kalesi'nin kapılan içerdeki askerler tarafın­ dan kapatılmıştı. Burayı zapt etmek Osmanlılara 5 askere mal oldu. Gigtio'da ise toplan karaya çıkarmak gerekti. Kale 30 ölü verilerek ele geçirildi ve yakıldı. Önde gelen komutanların boynu vurulup 632 Hıristiyan esü alındı. Doktor H i l l ve Fransız subaylar henüz b u zaferi kutlamaya vakit bulamadan İschia'ya çıkıkp burası yerle bü edildi ve 2 040 esü zincirlendi. Vezüv Yanardâğı'nın görkemli pat­ layışının ardından çıkan fırtınada kadırgaların biri kayboldu. Bu­ nun üzerine donanma terk edilmiş olan Pokcastro Adası açıkların­ da toplanarak burayı da yakıp yıktı. Lipari'de ise ciddi bü savunmayla karşılaşan Barbaros Hayreddrn Paşa bizzat karaya çıkarak kuşatma toplarına ve yeniçerilere komuta etti. 11 gün süren çarpışmalarda 2 000 ev yıkıldı ve Osmanklar 343 Ölü verdüer. Lipari kuşatmasında 2 800 top güllesi kullanıl­ mış, 10 000 kişi esü alınarak, kent yağmalanıp yakılmıştı. Barbaros daha sonra elinde bulunan çok büyük sayıdaki esirin fidye pazarkğmı yapmak üzere Reggio'ya yelken açtı. FÜo Venedik sularına güdiğinde, sultan ve serenissima banş yapmış olduklarından, İstan­ bul'a devam etmeden önce Zante'ye bü dostluk ziyaretinde bulunu­ larak malzeme ikmali yapıldı. İstanbul'da bayraklar ve törenlerle karşılandılar, ama sultan o günlerde başkentte değil Bursa'daydı. 109 Filolar genellikle büyük olur ve bükaç bölük asker taşırdı. 1554'te Rüstem Paşa'nrn kardeşi Sinan Paşa'nın emrindeki Turgut Reis 103 kadırgaya kumanda ediyordu. Ertesi mevsim Piyale Pa­ şa'nrn komutası alanda 70 gemiden oluşan bü filo vardı. Turgut Re­ is 1561'de CenevizH korsan Visconte Scipione Cicala'yı esü almıştı. Cicala, fidyesi ödenip serbest kaldığında 16 yaşındaki oğlunu şan­ sını denemesi için Osmanlılara bırakti. İslamiyet'i kabul eden genç, en yüksek mevkilere kadar yükselerek Cigalazade Yusuf Sinan Pa­ şa adıyla bü dönem yeniçeri ağakğı bile yapü. Babası Cicala İspan­ ya kralına ait bir deniz filosuna komuta ediyor, ailesi de Messina'da oturuyordu. Başanyı gurbette yakalayan Messinak Sinan Paşa, filosuyla şehrin açıklarında derrür atarak annesini ve diğer akrabalannı ziyaret ermişti. Sinan Paşa daha sonra İran seferine komuta ede­ rek meşalelerle yapılan son derece romantik bü savaşm da galibi ol­ du. Üç gün, iki gece süren askerlik tarihinin b u en olağandışı sava­ şında, geceleri dostu düşmandan ayırabilmek için ateşler yakılmış ve meşaleler kukanılmışü. Bü diğer İtalyan arntiati, Calabria'daki Licastella'dan gelen Kı­ lıç A k Paşa, Sinan Paşa'dan da ünlüydü. 1571'de Lepanto bozgunun­ dan kaçırmayı başardığı filosu yeni donanmanın çeküdeğini oluştur­ du. Osmanlı donanması bü mevsim içinde yeniden toparlanarak de­ nize indirildi, ama iki taraf da Avusturyak Don Juan'ın deniz zaferin­ den gerekti dersi almamıştı. Gerçek şuydu k i pruvadan ilerleyebilen ve sadece kıçtan ve pruvadan kısıtk sayıda top atabilen kadırgalann devri geçmiş, büaz rüzgârla manevra kabiliyeti çok daha artan ve bordasından salvo ateşi açabilen kalyonlar dönemi başlamıştı (Kılıç AH Paşa, daha sonralan Cervantes'i esü almasıyla ün yapacaktı. Esa­ reti süresince Cervantes'e son derece saygılı davranılmışti). Osmanlılar, kaptanları açısından her zaman böyle şansk değil­ di. 1554 yılında Mısır'dan Hint Okyanusu'na açılan filonun amaa Portekizlileri b u sulardan sürmek ve ekonomik krize çözüm getire­ cek baharat ticaretini tekrar ele geçirmekti. Ancak kaptanlar cesaret sahibi olmayan ve ele geçirilen limanlarda halka sağduyusuz yak­ laşan yeteneksiz kimselerdi. Aşın davranışlan Hint Okyanusu'nun son derece zeki ama vahşet düzeyinde acımasız Portekiz genel va­ lisi Albuquerque Dükü'nden aşağı kalmıyordu. Bü de, uzaklardaki İstanbul'dan b u subaylan kontrol etmek ya da verdikleri zaran de­ ğerlendirmek imkânsızdı. 65 no Tuna üzerinde aynca bir nehir filosu bulunmaktaydı. Alü düz teknelerden oluşan b u filo, Belgrad'dan takviye gören bir dizi kü­ çük A l e n i n yardımıyla XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar b u su yolunda Osmank egemenliğini korumuştu. Rusçuk'ta üslenen filo­ ya Tuna'daki kaptanpaşa komuta ederdi. Bu 60 kadar teknenin tü­ mü de HaÜç'te inşa edilmişti. Filo, kara ordusu için gerekti atların ve malzemenin naklinde kullanılıyordu. Kanunî Sultan Süleyman'a Belgrad önünde gereken 300 topu b u tekneler taşımıştı. 1690'da ön­ celeri Akdeniz filosuna komuta eden Mezomorto (yan ölü) Kara Hüseyin Paşa sayesinde Derrurkapı'nın altındaki Adakale ele geçi­ rildi. Sava Nehri üzerindeki Novi Kalesi'nde b u filoya hizmet veren dairni b ü tersane vardı. 1538-1539 yıllan arasında b u tersanede 100 adet at nakliye teknesi inşa edilmişti. 1551 tarihti b ü buyruk Zvornik bölgesinden 70 kürekçi toplanmasını emreder. Güçlü akınü ne­ deniyle tekneler nehü yukan atların yardımıyla çeküerek yol alırdı. Buna karşılık ticaret tekneleri üstünkörü yapılırdı, çünkü Karade­ niz'e çıkarlarsa kolayca parçalanacaklarından nakliye kara yoluyla devam ederdi. Donanmanın insan gücü Donanma komutanlarına büyük saygı duyulurdu. Kaptanpaşanın mevkii bazı dönemlerde sadrazamdan hemen sonra gelmek­ teydi ve b u göreve çoğunlukla Enderun'dan yetişmiş subaylar ata­ nırdı. Üç fenerli bü paşa, uç tuğlu bü kara paşasından daha yüksek mevkide saydırdı. Çoğu denizlerden gelmiş ve acemi oğlanı dönerrderini teknelerde geçirmiş askerlerdi. İlk yeniçeriler gibi onlar da esüler arasından seçilmiş olduklarından bü tür devşirmeydiler. Barbaros Hayreddin Paşa'nın karargâhının bulunduğu Cezayü'e yollanan 2 000 kadar yeniçeri zaman içinde Kuzey Afrika'nın yönetici sınıfını oluşturdu. Nüfusunun çoğunluğu hem karada hem denizde çakşan dalavereci kimseler olmasına rağmen, Cezayü on­ ların sert yönetimi altında son derece düzenli b ü şehir haline gele­ rek görenleri etkilemişti. İlk zamanlar kadırgaların kürekçileri gönüllülerdi. Ancak sonralan b u zahmetti göreve esüler ve tutuklular yerleştirildi. Dö­ külen ter ve gözyaşının ve forsaların yerlerine zmcülenmesırıin do­ ğal sonucu olan kötü kokular karanlıkta bü kadırganın gelişini bü 111 kilometre kadar uzaktan haber verirdi. Kalyonlar ve diğer yelkenli gemiler özgür denizciler tarafından idare edilüdi. Bunlar Rumlar, Levantenler ya da aralarında mgiliz ve İskoçların da bulunduğu ve vatanına ihanet etme pahasına parayı verene hizmet eden yağma­ cılardı. Sonunda XVHI. yüzyılda Grenville'in vahşüer olarak aşağı­ ladığı b ü levent sınıfı oluştu. Tersanenin banyol adı verilen ha­ mamdan bozma hapishanesi, ucuz emek sağlayan bir depoydu. 4 000'in üstünde t u t u k l u bulunan b u hapishanede birçok Hıristi­ 66 yan mezhebinin ibadet yeri vardı. Hapishane yaşamı sadece elem­ den ibaret olmasa da küçük keyifler bile hüsranla son buluyordu. 1672 martında Sicilyak b ü mahkûm b ü başka tutuklunun müzik aletini çaldığı için dövülerek öldürülmüştü. Acemi oğlanları, Gelibolu ve İstanbul'daki donanmanın bakı­ mını yapıyor, yeniçeriler de denizcikgin en cazip yönü olan ganime­ te borda etme hevesiyle donanmaya hizmet ediyorlardı. Bu arada i y i okçu olmalan da gerekiyordu. Arkebüzün menzili 100 metreden az­ ken iyi b ü okçu, gemiler rampa etmeden subayları ve tayfalan rahatkkla avlayabiliyordu. 1589 temmuzunda Akdeniz'de seyreden A f r i kak siyah korsanlar bile vardı. Fransızlar aynı yıl Rum yağmacıları smdirmiş ve 1765'te de herkesin baş düşmanı Arnavutları mağlup etmişti. Aslında Yunan derrizcilik geleneği korsanlık sayesinde geliş­ miş ve 1 000 kadar zorba Yunanlı Selanik'e saldınp 8 000 kişilik ye­ niçeri garnizonunu kaçmaya zorlamıştı. Şans eseri Rus ve Ragusa korsanlan da denizde olduğu için rakip donanmalar bübirini kontol alfanda tutuyordu. Gelmiş geçmiş en büyük korsan gemileri XVI. ve XVT1. yüzyıllarda Rodos ve onlan izleyen Malta, şövalyelerine aitti. Kaptanpaşakğa sık sık b ü askerin tayin edilmesi politikti, do­ nanmayla ilgili olması önemli görülmezdi. Bu mevki denizcilik bil­ gisinden çok, b ü çıkartma gerçekleştiğinde genel kumanda yetene­ ği gerektiriyordu. Osmanklann çoğu deniz seferi, düşman donan­ masıyla denizde savaşmak yerine karaya çıkartma yapmaya yöne­ likti. XJX. yüzyıl ortalarına kadar donanmaya Mezomorto gibi aslen yabana olan komutanların tayinine, yabanalann usul ve taktikleri­ nin kopya edilmesine devam edildi. Kaptanpaşarun denizden, başmrmann inşaattan anlamadığı XVII. yüzyılda tersane Fransız etkisi altındaydı ancak burada Spurring admda bir İngiliz gemi mühen­ disi ve bazı İsveçliler de vardı. 1703-1706 yüları arasında yapüan k u ­ r u havuz, Toulon'dakıriin kopyasıydı. 112 Reform: donanma başı çekiyor DJ. Selim'in Osmanlı donanmasındaki reformları kara ordu­ sunda da neler yapmayı tasarladığım gösterir. 1718'den itibaren kaptanpaşa, yozlaşmanın simgesi olmuştu. Gemi inşaatında yeni hiçbir gekşme kaydedilmemiş ve denizcilik bilgisi kaptanların sa­ hilden uzaklaşmaktan çekindiği ve en ufak fırtınadan bile korktu­ ğu bir düzeye inmişti. Subaylar ve denizciler kendi kumanyala­ rından sorumlu olduğu için güverteler küçük aşevleri sergisine benzerdi ve şehirde olduğu gibi sık sık yangın çıkması olağandı. Çatlamış ya da iyi bakım görmemiş toplara yankş gülleler yükle­ niyordu. 1770 Çeşme Savaşı'nda donanmanın tamamen yok ol­ masından soma güverteler kaptanpaşamn emriyle boşaltıldı. Ha­ san Paşa'ya yeniden bir donanma yaratmak görevi verildi. Paşa, tersanede yeni kışlaların yapımı için i k i Fransız mimar getütti, üc­ retleri ve eğitimi düzene k o y d u ve uygunsuz serseri takımının donanmaya girişini engelledi. Ege sahillerinden gemiler için üc­ retti asker akndı ve b u gençlere terfi imkânı ve emeklilik hakkı ta­ nındı. Bundan böyle denizcilerin yiyeceğinden kaptan sorumluy­ du. Eskiden nevaleler gemi yola çıkmadan denizcinin evine tes­ lim edilirdi. 67 Bu arada becerikli Baron de Tott ve İslam dinini seçen İngiliz Kampel Mustafa Ağa Türkiye'ye geldiler ve bü Fransız subayının da katkılanyla daha sonralan mühendis mektebi olacak okulu kur­ dular. Ancak subaylar arasmda okula devam azdı ve rüşvet, terfi etmenin en hızk yolu olmayı sürdürüyordu. 1784'te donanma bü kısmı i y i durumda olmayan 22 ana tekneden ve 15 firkateynden oluşuyordu. 179Tde donanma Karadeniz'de mağlup olunca Ha­ san Paşa azledilerek yerine Küçük Hüseyin Paşa getirildi. Hüseyin Paşa'rırn yardımcısı III. Selim'in yakın dostu İshak Bey'di. Yeni kaptanpaşa, subayların eğitimini zorunlu kılmanın yam sıra sade­ ce deneyimli olduklan kategorideki gemilere kumanda edebile­ cekleri kuralım koydu. Ödemeler ve harcamalar için makbuz kesil­ mesini zorunlu kıldı. Haliç/in yukarısında yeni barakalar yapıldı ve Karadeniz, Ege ve Tuna üzerindeki Silistre'de büçok tersane düzene sokuldu. 1789-1798 yülan arasmda Fransız gemileri model alınarak 45 savaş gemisi inşa edildi. 1796 yılında 122 topu ve 1 200 mürettebatı olan Selimiye denize indirildi. Bahriye Mektebi, deniz- 113 dlerirı yanı sıra asker de yetiştirir olmuştu, çünkü başka hiçbü as­ kerî eğitim merkezi yoktu. 1804'te kurulan Bahriye Vekâleti, Osmank yönetirrürıüı ilk çağdaş devlet kuruluşu olma özelHğini taşı­ maktadır. 1806'da deniz bp okulunun açıkşı da aynı derecede b ü devrimdi. Sonuçta Osmank bahriyesi, 1826'daki Vakayi Hayri­ ye'den b ü kuşak önce yeniçeri etkisinden kurtulmuş oluyordu (bkz. Bölüm 10). BEŞİNCİ BÖLÜM Zafer dolu yıllar II. Murad: mistik bir yönetici Yeniçeri Ocağı XVI. yüzyıl sonlarına doğru devşirme düzeni­ nin gevşemesi ve Müslüman ailelerin, hatta ulema çoculdarının alın­ masıyla bağlantılı olarak yozlaşmaya başladı. Bu uygulamanın to­ humları aslında yüzyılın başlarında aülmış ve 1582'de de yasallaşmışti. Ancak Osmank askerî gücünün zayıflamasını ocağa Müslü­ man kökenli ailelerden aknan b u çocuklara bağlamak haksız b ü yaklaşımdır. Dönemin saray kitabı olarak bilinen Kabusname, Türk­ 1 lere ancak bü İranlıdan beklenebilecek iftiralarda bulunarak onları kaba zekâlı, cahil, düzensiz, övüngen, adalet anlayışından yoksun ve ürkek olarak rütelendirmişti. Oysa Türkler gayretli, açık ve yürekli kimselerdi. Yeniçeriler IV. Murad gibi olağandışı hüloımdarlann yö­ netiminde zaman zaman başanyla savaşmaya devam ettiler. Ortak­ laşa paylaştıkları gurur duygusundan kaynaklanan değişken mizaçk, çabuk öfkelenen bü yapılan vardı. Onların bu davranışı, İngilte­ re'de Edward dönemindeki mgilizlerıri okullarına, kıtalarına ve k u ­ lüplerine duyduklan takım ruhunun (esprit de corps) benzeriydi. Ye­ niçeriler kuruluş günlerinden itibaren, komutanlan İçenlerine ka­ tılmasa da başkaldıran dik kafak bü grup olarak kaldılar. E. Mehmed ilk kez, henüz çocuk yaşta tahta geçtiğinde naibi Çandark Halil Paşa, onun en gözde veziri olan Babüssaade Ağası Sabahaddıri Paşa'nın evine b ü yeniçeri baskını düzenlemişti. Bu baskın, kıskançlıklar ve rakipler arasındaki çatışmalardan kaynak­ lanmış ve bunu izleyen ayaklanmaya örnek oluşturmuştu. Askerî yenilgilerden doğan hoşnutsuzluk nedeniyle ordunun hükümetle­ ri devirmesi XTX. yüzyıla kadar Osmank toplumunun özelliklerin­ den b i r i oldu. Ancak b u başkaldınlar etrafkca düşünülüp yerine gerçekçi çözümler getirilmeden yapılmıştı. Böylece Edime kenti ve 116 pazar yeri ateşe verilerek yakılck. Askerler, yükselen alevlerin kar­ şısında, I . Bayezid'in eski sarayının bulunduğu (sonradan İL Selim döneminde en büyük Osmank camimin inşa edildiği yer) tepede toplanmışlardı. Ulufelerinden artakalanı ödenmediği takdirde Bi­ zans yanlısı birini tahta geçüeceklerini büdiren tehditler savurdular. Ulufe her zaman önemliydi, bunda da hakkydılar. Sultan Mehmed'in babası II. Murad, Bursa'ya çekilerek kendi­ n i tasavvufa vermişti. Macarlarla Szeged'de on yıllık bir banş ant­ laşması yapmış, fakat onun tahtı terk ettiğini öğrenir Öğrenmez Ma­ carlar antlaşmayı bozmuşlardı. Bunun üzerine orduya komuta et­ mek üzere geri dönen II. Murad yeniçeriler tarafından coşkuyla karşılandı ve 1444'te düşmanı Varna'da kesin bü yenilgiye uğrattı. Sonra da arzuladığı değişik nitelikti yaşam için Manisa dağlanılın eteklerinde, yeşillikler arasındaki sarayına yerleşti. H M u r a d derviş değildi. Ruhunun bağırnsızkğı peşinde olmasına rağmen mal ve mülkünden vazgeçmedi. Büçok Müslüman hükümdar gibi onda da Kabusname kitabı vardı. Kitap hükümdarlara 40 yaşma kadar, yaşamın sınırlarına ulaşınca tahttan ayrılmayı, aynca günde bü kez yemeyi, evde içmeyi, yazm gençlerle, kışın kadınlarla keyif sürme­ y i öğütlüyordu. Hamama günaşuı gidilmeli, avlanmak için doğan, şahin, köpek ve çita kuUarrJmakydı. A v a k k t a n sonraki en soylu spor ise polo oynamaktı. Tasavvuf kadar dünyevî konularda da bilgi sahibi olan E. M u ­ rad en gözde oğlunun ölümünden (bu Şehzade Mehmed değildi) duyduğu aayı unutamadı. 1442 kışında Macar ve Sırp kuvvetleri ordusunu geri çekilmeye zorlamıştı. Bu yenilgi onu çok üzmüş, fa­ kat Varna'da kazandığı zafer bozulan moralini güçlendürnişti. 1446'da altı aydır ulufe alamayan yeniçeriler yeniden huzursuzlanmaya başladılar. Gerçekten de 1429'dan 1441'e kadar sadra­ zamlık yapan Lütfi Paşa onlara ancak akçenin değerini düşürerek ulufe dağıtabilmişti. Bu uygulama Osmanklarm ekonomik tarihin­ de b ü model haline gelmiş, hatta Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanlarmdan Adnan Menderes'in 1961 yılında idamının sebeplerin­ den biri olmuştu. Ücretti ordu 15 000 kişiydi ve üçte birini yeniçeri­ ler oluşturuyordu. Öte yandan başka hiçbü ülke b u boyutta bü or­ du beslemiyordu. II. Murad'ın küçük devleti böyle b ü orduyu silah alfanda tutabilmek için gereken kaynaklardan yoksundu. Sonralan yeniçeriler b u sayının yaklaşık on kafana ulaştı ve masraf korkunç 2 117 boyutlara vardı. Yeniçerilerin varlığı devlete hem destek vermiş hem de başlangıçtan beri, sürekliliğine tehdit oluşturmuştu. Ordu, kardeşi Mustafa'ya arka çıkbğı zaman II. Murad bile ulemanın des­ teğine başvurmak zorunda kalmışü. Despot sultan Halk ve onu bir bakıma devlet katında temsil eden yeniçeriler II. Murad'ın 1446'da geri geÜşini memnuniyetle karşıladı. Bunun nedeni kendisinin gösterişsiz yaşam tarzına duyulan saygıdan çok oğlunun sevilmemesiydi. Herkesle konuşmaya açık olan Murad, demokrat ruhlu Osmanlı sultanlarının sonuncusu, oğlu H Mehmed ise despot sultanların ilkiydi. Konstantinopoüs'i aldıktan sonra ken­ dini bilinçli olarak tebaasından uzak tuttu. Bizans'm törensel kural­ larını benünsemişti. Bunun bü nedeni çevresinde başka bir impara­ tor modek bulurtmamasıydı. Bir diğeri de Yeni Roma'yı, Eski Roma'yı da ele geçirmek için bir hareket noktası, bir basamak olarak kullanmak gayesiyle femetmiş olmasıydı. Buradan, b u yeni pante­ 3 ondan dünyaya, hiç değilse bir lasrruna hükmetmeyi düşlüyordu. Ancak buna daha vakit vardı. Genç Mehmed'in erken yaşlarda edindiği kötü şöhret, b ü bakıma ona avantaj sağlamışü. Askerleri­ nin onu sevmediğini büen Bizans, b u hovarda şehzadeyi küçümsemiş ve dolayısıyla kendini güvence altında hissetmişti. Mehmed'in tahta dönüşü kolay olmadı. Sadrazam, I I . M u ­ rad'ın ölümünü gizH tuttu ve b u poHtika sonradan sultanların ölü­ münde bü kural haline geldi. Haber Manisa'da vaH olarak bulunan vekahta ulaşana kadar Haki Paşa b u sırrı on beş gün saklamışü. Ba­ basının Öldüğünü böylece öğrenen Mehmed, yıldırım hızıyla yola düşmüştü. Hazırlanmasını beklemediği maiyetinin büyük kısmı kendisine ancak Gekbolu'ya ayak basüğında ulaşabüdi. Mehmed burada kendini güvende hissettiğinden i k i gece kakp dinlenerek yeniden yola çıktı. Büyük sürade y o l alan veüaht, Meriç Nehri kıyı­ sında bü gece daha mola vererek başkentteki karşılama hazırlıkla­ rının tamamlanmasını bekledi. Mehmed'e naiplik yaptığı sıra aralan açılmış olan Sadrazam Haki Paşa, yeni sultandan hoşlanmayan yeniçerileri kontrol alanda tutmakta zorluk çekiyordu. Mehmed şehre güdiğinde Edirne'de gergin b ü hava vardı. Yeni sultan, Haki Paşa'nrn düşmanı olan göz- 118 de veziri Sabahaddin Paşa tarafrndan karşılanırken kendi akıbeüerinden kuşkulu olan devlet büyükleri kenarda duruyorlardı (Haki Paşa 10 yü önce Sabahaddin Paşa'nrn konağını yeniçerilere yağmalatmışü). Oysa Sultan Mehmed, sadrazama duyduğu öfkeyi gizle­ yerek bütün vezirlerin makamlarında kalacaklarını buyurdu. Halü Paşa, kendüerrni sultan seviyesinde gören bazı beyleri kendine bağlamışü. E. Mehmed b u eski düşmanını Konstantinopolis'i fethetti­ ğinde ortadan kaldıracakü. Ordunun gözbebeği olan İshak Paşa, Sultan Murad'm naaşım Bursa'da hazırlanan türbesine götürmek üzere büyük bü askerî bütiğin başmda yola çıkü- Paşa'ya verilen ernirlerden biri de bazı vilayetlerdeki ayaklanmalan süıdirmekri. Bu görev, yeniçerilere entrikalarla uğraşıp isyan hazırlamak yerine yeni ganimetler elde etme ümidi vermişti. Sultan Murad'ın dul kansı da İshak Paşa'yla gidiyordu. İskenderoğlu ailesinden gelen b u orta yaşk kadın, kocasının defin töre­ ninde bulunacak ve aynı zamanda, Shakespeare'in Gertrude'u gibi, Mehmed'in emriyle İshak Paşa'yla evlenecekti. Öte yandan Meh­ med, babasının b u kadından olan oğlu (ve kendisinin üvey karde­ şi) Küçük Ahmed Çelebi'yi boğdururken annesinin ortalıkta olma­ sını istemiyordu. Küçük şehzadenin hayatta kalması ileride karga­ şalara yol açabikrdi. Dönme olan Evrenos Paşa'nrn oğlu A k Bey, ço­ cuğu bü yay küişiyle vahşice boğmak yerine ipek kordonla boğazı­ nı sıkarak öldürdü. Küçük Ahmed Çelebi'nin ölümüyle kardeş katk acımasız b ü yasa olarak sürdü. XVII. yüzyıla kadar Osmanlılar bununla, aile içindeki düşmankkları ve başkaldırmalan, hatta birbi­ rine rakip kardeşlerin babalan henüz hayattayken çaüşmasım önle­ meye çakşülarİshak Paşa Anadolu'daki ayaklanmalan bastırdı ve karargâhı­ nı Ankara'dan Kütahya'ya taşıdı. Bu karargâh imparatorluğun orta­ dan kalküğı 1923 yılına kadar Kütahya'da kaldı. Ardından İshak Pa­ şa, Sultan Mehmed'le buluşmak üzere Bursa'ya hareket etti. Sultan buraya geldiğinde yeniçeriler arasında huzursuzluk baş göstermiş­ ti. Sabahaddin Paşa pek akılkca olmayan bü düşünceyle sultanın tahta çıkışı şerefine onlara keselerle akçe dağıtarak öfkelerini yumu­ şatmayı önerdi. Pek hoşa giden b u davranış o tarihten soma her sul­ tanın tahta çıkışında uygulanan bü âdet halini aldı, fakat aynı za­ manda Osmanlı ekonomisinde sorun yarattı, hatta hükümdan de­ virmek için bü neden büe oldu. Sultan Mehmed hiç istekli olma- 119 makla birlikte öneriyi kabul etmek zorunda kaldı. Ancak kendisini rahatsız eden b u uygulama yüzünden hırsını yeniçerüerıri küstah komutanından çıkararak Kazana Doğan Ağa'yı görevinden azletti. Mehmed ortalan yeniden düzene sokmaya başladı ve onlan sarayın içoğlanlanyla takviye ederek sayılarını arardı. Bu binlerce doğana ve kapıkulu bülikleri, i l k seğmen bölüklerini (zağaralar) oluşturdu. Devşirme yoluyla aknanlan eğitecek zaman yoktu. Sı­ nırlardaki kalelerin korunması için buralara asker gönderilmesi ge­ rekiyordu. H Mehmed öte yandan en büyük düşü olan Konstantinopoks'in fetih hazırlıklanyla uğraşmaktaydı. Sınır boylarındaki bülikler yerel vakye bağk olmayıp divana karşı sorumluydu. Böy­ lelikle yerel yöneticilerin başAldırma olasıkğı kontrol alanda tutu­ luyordu. Aynca küçük yeniçeri büliklerinin imparatorluğun dört köşesine dağıtılmış olması da, bunların başkentteki ortalarla işbtiliği yaparak ayaklanmasını önlüyordu. Bü diğer önlem de kalelerdek i garnizonlarda görev süresinin kısa tutulması ve buralardaki as­ kere dağıtılan ulufenin artinlmasıydı. Züa buralardaki yeniçeriler iaşelerini kendüeri temin etmek zorundaydı. Sipahiler ise kendilerine timar olarak verilen arazilerin kısıtk olması nedeniyle en az piyadeler kadar sorun yarabyordu. Bu ne­ denle Sultan Mehmed İslamiyet'i kabul etmiş Bizansk toprak sahip­ leri ile Müslüman derebeylerine ait arazüere el koydu ve bunlan ya­ şam boyu kullanma hakkıyla süvari sağlayan tımarlara bölerek Hazine'yi de b u yükten kurtardı. Sultan aynca ulemanın gücünü de kırmakta kararkydı. Bu kimseler dinî vakıflar yoluyla üstü örtü­ lü bü müas düzeni yaratarak, mal ve mülkün daimî bir üat olarak vârislere geçmesini sağkyordu. Hayır kuruluşlarına, görevlerini ge­ reği gibi yapmalarına ve destek veren aÜelerin onlan korumasına rağmen, sonuçta ülke topraklarının ve kentlerin yansından çoğu dağıtılmak üzere devlete geçti. Büyük araziler, yeteneksiz olanlarla başan gösteren 2 000 kadar subay arasında sürekli el değiştirdi. Bu uygulama soyluluğa karşı bü hareketti. Sultan giderek 20 000'den fazla köye el koydu ve buralardaki ulemayı, dervişleri ve yönetici­ leri etkisiz kıldı. 4 Reformlar orduda disiplini sağladıktan başka askere güç ka­ zandırdı. Gelecek yıllar büyük zaferlere ve bükaç yenilgiye gebey­ di. En büyük zafer ise 1453'te kazanılacaktı. XX Konstantinos, buda­ laca bü davranışla i k i yü önce tahta çıkmış olan sultandan büyük bü 120 meblağ talep etti. Tersi durumda kullanacağı koz, erinde tutsak ola­ rak bulunan II. Mehmed'in amcası Orhan'ı serbest bırakıp karşısına rakip olarak çıkarmakü. Bu davranışı Konstantinopolis'e yapılacak saldınyı hızlandırmaktan başka işe yaramadı. Hazırlıklar Karaman Beyüği'ne karşı girişilecek bir sefer adı altında kısmen gizlenmeye çalışıldı. Boğaziçi'nin Avrupa yakasındaki Rumelihisarı için de b u seferin karargâhı olacak denildi. Buradaki k^enin yapımı 1452'de tüm Bizans dünyasında büyük endişe yaratmıştı. Sultan Mehmed inşaat sırasında bizzat taş taşımış, maiyeti ondan aşağı kalmamış ve böylece yeniçerilerin sadakat duygusunu peldştürnişti. Ankara'da büliklerini teftiş etmesinin yankılan çok geçmeden yayıldı. 4 000 seçkin piyadesini izlerken, "Bu rakamın 10 000 olması için çok şey­ den vazgeçerdim" demesi üzerine yanındaki uyanık bü solak, ken­ disinin değil 10 000 böyle 20 000 piyadeye layık olduğunu söylemiş ve bundan büyük mutluluk duyan sultan b u askeri 100 alfanla ödül­ lendirmişti. Savaş ve felaket: şehrin düşüşü Rumelihisan yaz sonuna doğru bitmiş, fakat ordu yerinden kımüdamamışti. Ağır bü kış geçmiş, bülikler son ilkbaharını yaşa­ yan şehrin surlarına dayanmıştı. Aralarında Hıristiyan despotunun Novo Brdo'dan II. Mehmed'e gönderdiği madenciler de vardı. Bun­ lar Konstantinopoks surlarını yıkmak için lağımlar açmakla görevlendüilmişti. Nüfusunun dörtte üçü tarafından terk edilmiş bulunan bü za­ manların görkemli şehri Konstantinopotis'üı düşmesiyle ilgili ay­ rıntılara burada yer vermiyorum. Ancak şehrin fethedilmesinde, yeniçerüerin katkısına bü parça değinmek gerekti kanısındayım. Cenevizlilerin komutanı Nicolo Barbaro, tuttuğu kuşatma günlü­ ğünde b u askerlerin vahşi yaratıklar gibi surların dibine kadar hiç korku duymadan sokulduklarını anlatır. Aralarından bükaçı Öldü­ ğü zaman daha çoğunun onların yerini aldığını ve ölen bü yeniçe­ riyi bü diğerinin hiç korku duymadan sırtlayıp götürdüğünü, hat­ ta b u yeniçeri de vurulursa diğerleııriin getip ikisini büden geriye taşıdıklarını yazar. Barbaro hiçbirinde ölüm korkusu olmadığın­ dan, tek bü Osmank ölüsünü surlarda bırakmanın utancıyla azap çekmektense on yeniçerinin ölmesini tercih ettilderinden bahseder. 321 Nisan ayı boyunca Osmanlılar büyük saldınlarda bulundular. 18 nisanda yeniçeri birlikleri her zamanki savaş naralarını atarak mehterin eştiğinde bir gece saldırısına geçtiler, fakat 200 ölü vererek geri çekildiler. Kuşatma toplarının attığı gülleler surlarda büyük çö­ küntüler yapmıştı. Yeniçeriler buralan savunanları arkebüz ateşine tuttu. 7 mayısta 30 000 asker şahmerdanlarla büyük bü saldırıda bulunduysa da üç saat süren boğuşmadan sonra geri püskürtüldü. 12 mayısta daha şiddetti bü saldın oldu ve yine sonuç alınamadı. Bizansti lağımcılar, Osmank hatiannrn içine kadar sokulan karşı la­ ğımlar açabilmişlerdi. Buna rağmen Bárbaro yine de tüm Bizanstilann korkakkğından söz etmektedü. Türkler bü ayda ancak bitebi­ lecek bü savaş kulesini dört saat içinde tamamlamışlardı. Bu kule deve derileriyle kapkydı ve içi yanya kadar toprak yüklüydü. Sur­ ların önündeki hendek de doldurulmuş olduğundan kule buradan geçirilerek Bizanslılara ok yağdınlmışti, 19 mayısta okçular bütün gün boyunca surlan ok yağmuruna tuttu. 544 kiloluk gülleler atan büyük topun çıkarttığı ses Bizansk ka­ dınların baygınlık geçirmesine sebep oluyordu. 22 mayıs gecesi do­ lunay olması gereküdi, ancak mehtap üç günlükmüş gibi, tıpkı bü İslam hilali şeklinde doğdu. A y tiıtulması dört saat sürdü. Bizansk¬ lar esü ettikleri iki Osmank lağımcısını işkenceyle konuşturup yeni açılan lağımların yerlerini öğrenmek istediler; sonra da başlarını ke­ sip surlardan aşağı attılar. Bu olay yeniçerileri çileden çıkardı. 27 mayıs gecesi Osmank ordugâhındaki her çadırın Önünde i k i meşale yanıyordu. Yapılan şenlik, şehri paniğe uğratmıştı. Bu deh­ şet dolu gece boyunca bombardıman bü an olsun kesilmedi. Meşa­ lelerin alevi gece karanlığını gündüze çevirmişti. Ertesi gün yeniçe­ rilere 2 000 tırmanma merdiveni dağıtıldı. Güneş batarken Sultan Mehmed'in bülikleri son saldın için mevzÜerini aldılar. Askerin hazırkk sesleri bütün gece, şafak sökmeden üç saat öncesine kadar de­ vam etti. Mehmed üç ayn saldın yapılmasını emretmişti. Her biri­ nin başındaki paşanın 50 000 askeri vardı. İki saat sonra topçu ateşi surlarda büyük bü gedik açtı ve ilk saldında geri püskürtülen yeni­ çeriler, sonunda yükselen dumanlar arasından şehre güdiler. Uygulanan taktiklerin zamanlaması ve sağlanan disiplin mü­ kemmeldi. Aksi halde topçuların kendi bülilderini biçmesi işten de­ ğildi. Osmanklar şehre güdikten sonra önlerinde hiçbü engel kal­ mamıştı. Katliam ve esü alma öğlene kadar sürdü. Denizdlerin ra- 122 hibeleri teknelere doldurduğu söyleniyordu. Yağma edilen evlerin kapışma bir flama dikiliyor ve buraya başkaları girmiyordu. Sultan Mehmed'in ise şehir nüfusunun yeniden arürılmasrnı da kapsayan başka planları vardı. Sonunda 20 000 esü, 200 000 duka altını alın­ 5 dı; b t i de Venedik balyosunun kafası. Ancak şehrin yağmalanması 1204'te Doge Enrico Dandolo komutasındaki haçlıların çapulculu­ ğu ve vahşetiyle kıyaslanamazdı bile. Venedikli esüler için aynca yılın sonuna doğru yüklü bü fidye de elde edildi. E. Mehmed, KonstantinopoÜs'e yaptiğı saldırılarda azapları (piyadeler) ve yeniçerileri kuuanmışti, fakat sonralan b u taktiğini değiştirdi. Bü kaleye ya da şehre taarruz ederken, eğitim görmüş 6 ve deneyimli askerlerini harcamamak için önce başıbozuklan k u l ­ lanmaya başladı. Düzenti bülikler, başıbozuklann çılgınca yaptıkla­ rı intihar saldınlarını izlediler. Mehmed her savaştan zaferle çıkma­ mıştı. 1456 yılında Belgrad'ı 150 000 kişilik ordusuyla 13 hazüandan 22 temmuza kadar kuşatma altina aldı ve göğsünden yediği bü ok­ la yaralandı. Lağımcıların patlattığı bü mayın surlarda büyük bü gedik açınca yeniçeriler başıbozuklan beklemeden buradan saldınp ciddi bü düençle karşılaşmadan şehre güdiler. Yağmadan elde ede­ cekleri ganimeüere kavuşmak için hiç vakit kaybetmek istemiyor­ lardı. Ancak bunu fırsat bilen Sırp bülikleri gizlendikleri yerlerden çıkarak yeniçerileri panik içinde geri püskürtüp siperlerini katrana bulanmış odunlarla ateşe verdiler. Bu cehennemden kendini kurta­ rabilenlerin bozgun içinde kaçışı sultanı ve yeniçerilerin başındaki Hasan Ağa'yı hiddete boğmuştu. Celladın etinde şerefsizce can ver­ mektense savaşarak ölmeyi seçen Hasan Ağa, kendini boğuşmanın içine attı. H Mehmed geride iki top bırakmıştı. Kanunî Sultan Süley­ man 1527'de Budin'e güdiği zaman b u toplan geri aldı. Savaş yorgunluğu ve hasta bir sultan Fatih Sultan Mehmed 1463'te hastalandı. Ordu da savaştan usanrnışti. Bu durumun farkında olan sultan askerini iki yıl dinlen­ meye çekti. Bu arada maliye ve toprak dağılımı konularında uygu­ ladığı sert tedbüler büyük toprak sahiplerini ve daha kötüsü siyasî açıdan ulemayı kendine düşman etmişti. Yobaz ve dar görüşlü bi­ 7 ri olan oğlu I I . Bayezid bu düşmankğı kendi yararına kullandı. 8 E. Bayezid ortodoks bü İslamî anlayışa sahipti. Babasının geniş gö- 123 rüşlülüğünden yoksundu. Açık fikirk olmasına rağmen E. Mehmed bile tarikatlarla ilgUemruşti. Hatta şeyhülislama Öfkelendiği halde boyun eğmek zorunda kalarak dinî inançlardan saptiğı için İrarık gözdesinin yakılmasına göz yummuştu. Taht kavgası Dervişlerin tarlada biten gelincikler gibi çoğaldığı Amas­ ya'da bulunan Şehzade Bayezid, ulemanın ve yeniçerilerin verdiği 9 desteği sürekk olarak geliştirdi. A r t arda yapılan seferlere kaynak sağlamak için aldığı vergiler yüzünden Sadrazam Karamank Meh­ med Paşa pek sevilmiyordu. Bayezid'in tutumu da Paşa'yı rahatsız eder hale gelmişti. Bayezid Enderun'dan yetişmiş olanların görev alması gereken mevkilere ulemadan kişileri tayin ediyordu. II. Mehmed 1481 yılında Marmara kıyılandaki Maltepe'de ha­ yata gözlerini y u m d u . Zehülendiği söylenüse de buna pek ihtimal verilmemektedü. Bu Ölüm Mehmed Paşa'nrn sonu geldiğine işaret­ ti. Sadrazam, Sultan Mehmed'in küçük oğlu Şehzade Cem'i tahta oturtmayı düşünüyordu. Genç şehzade, Bayezid taraftarlarına des­ tek olan yeniçerilere karşıydı. Karamanlı Mehmed Paşa, II. Meh­ med öldüğünde, sultanın hasta olduğunu ve b u nedenle çıkılan se­ ferden vazgeçüdiğini büdüdi. Ardından Bursa'da bulunan Şehzade Cem'e üç ayn ulak yollayarak onu tahta geçmeye çağırdı. Aynı za­ manda orduyu da Üsküdar' daki ordugâha geri gönderdi. Sultan Mehmed'in güya romatizmalan nedeniyle yatarak yolculuk yap­ ması gerektiğini açıklayarak, naaşı karşı kıyıya taşmana kadar bir­ liklere burada kalmalarım emretti. Ne yazık k i birtakım aksilikler 10 üç ulağın da Bursa'daki Şehzade Cem'e ulaşmasına engel oldu. Bunlardan birinin taşıdığı mektubu okuyan Anadolu beylerbeyi, çavuşu kazığa geçüerek öldürdü. Üsküdar'da konaklayan ordu du­ rumdan şüphelenmeye başlamıştı. Hızla yayılan dedikodulardan huzursuzluk duyan yeniçeriler ellerine geçüdikleri teknelerle karşı kıyıya geçerek sarayın iç kapışım zorlayıp sultam görmek istedüer. II. Mehmed karşılarına çıkmayınca bu kez divan odasına açılan kapüan da kınp içeri güince Babıhümayun'un arkasındaki taht odası­ nın önünde sultanın naaşıyla karşılaştılar. Duyduklan öfke hakkyı haksızdan a)Trmalanm engelliyordu. Sadrazam hemen orada can verdi. Sultanı zehülemiş olması ihtimaline karşı sarayın Musevî 124 doktoru da öldürüldü, ikisinin de kafaları kesilerek büer mızrak ucuna geçirilip şehrin sokaklarında, yeniçerilerin yakınlık duyduğu semtlerde dolaştırıldı ve Yahudiler üe Hıristiyanlara ait bazı yerler yağmalandı. Tam yetmiş gün, zorbalık kanunla yer değiştirdi ve İs­ tanbul'a yeniçerüer halcim oldu. îshak Paşa'nın, Yeniçeri Ağası Sinan Ağa'yla işbirliği sonucu yeniçerilere büyük vaatlerde bulunularak ortalık yatiştrnldı. Bayezid'in oğlu Korkut haremde bulundu ve kentin sokaklarında dolaş­ tırıldı. Babası, beraberindeki 4 000 sipahiyle bülikte ancak 20 mayıs­ ta İstanbul'a ulaşabildi. Hükümdarlığı süresinde akçe değerinin düşürülmeyeceğine ve yeniçerilerin sorumlu mevkilere getüüeceğine söz vermesi üzerine E. Bayezid tahta geçti. Ülkeyi asker yöne­ tir olmuştu. 11 ö t e yandan yakışıkk ve u y u m l u Şehzade Cem, Akülere daya­ narak kendisini eski başkent Bursa'da sultan ilan etmişti. Ancak ar­ kasında eğitimli b ü ordu yoktu. Buna karşı çıkan bazı yeniçerilere rüşvet verüerek eski bü şehir olan Bursa'nm yakılması önlendi. Ye­ niçeriler bükaç dervişin canını almakla yetindiler. Bu dervişler muhtemelen Halveti* tarikatına bağkydı. Şeyhleri H a a Çelebi, Bayezid'in şahsî dostuydu. Sufî eğitimi görmüş olan Bayezid'in de aynı tarikatın mensubu olduğu sanılmaktadır. Bu şeyhin eğitim gör­ 12 müş kimseler ve yönetici srrııflar üzerindeki etkisi, erdemleri henüz göze çarpmayan Bayezid'e destek vermeleri açısından büyük önem taşıyordu. Bayezid ve İshak Paşa, seçkin bü asker olan ve yeniçe­ 13 rilerin büyük hayranlık duyduğu Gedik Ahmed Paşa'yı tüm ha14 zırkklannı tamamladığı İtalya seferinden vazgeçüdiler. Ordugâ­ 15 hını Arnavutluk'ta kurmuş olan Ahmed Paşa İstanbul'a dönerek Anadolu'ya geçti ve Cem'in köylülerden oluşan ordusunu dağıt­ makta hiç zahmet çekmedi. Şehzade Cem, sonunda Avrupa'ya kaçtı ve esarete teslim ola­ rak kaleden kaleye, şatodan şatoya gönderilen bü piyon haline gel­ di. Ancak onu, konuğu olduğu herkes çok sevmiş ve ardında o gü­ ne kadar Osmanlılara duyulmamış bü saygının izlerini bırakmıştı. Papanın gözetimi altındayken Capua'da ölene kadar tüm masrafla­ rını ağabeyi karşıladı. Cenazesinin iadesi uzun tartışmalara y o l aç­ mıştı. Ancak Papa VIH. Innocentius'a 1453'teki yağmada ele geçiri­ len kutsal mızrak ile kutsal vaftiz hamurunun hediye edilmesiyle konu çözümlendi. Cem'in 25 şubat 1495'te zehirlenerek öldürüldü- 125 ğü haberi kendisine ulaşüğı zaman Bayezid çok sevdiği b u yiğit 16 kardeşini keybetmesinden duyduğu elemin ifadesi olarak tüm dük­ kânların kapaülmasrnı emretti. Öte yandan, Bayezid'e göre hüküm­ darların aile bağlan olmamalıydı. Gedik Ahmed Paşa ise haşin davraruşlannın ve içkiye düşkünlüğünün kurbanı oldu. Sarhoşken çok kavgaa oluyor, sultana bile hakaret ediyordu. Sonunda 18 kasım 17 1481'de öldürüldü. Kayınpederi İshakPaşa da Bursa civarmda İne­ göl'e sürgün edÜdi. II. Bayezid 1481'de hükümdar olduktan sonra yeniçeriler onu kendüerinin tahta geçüdiğini unutmadılar ve bunu sultan yaşlandı­ ğı, hasta olduğu ve ona karşı saygılan azaldığı zamanlar bü koz ola­ rak kullandılar. Ancak babasının ve oğlunun başarılarına benzer büyük fetihler yapılmamış olmasına rağmen Bayezid'm saltanat dönemi askerî açıdan önemli geçti. Savaşlar yine süregeldi, ama 18 farkk biçimlerde yönlendirildi. Akmalar, baslaruarrnı batıdaki sınır boylarında aralıksız sürdürdüler. Hedefleri yeni topraklar yerine köle ve ganimet elde etmekti. 1490'da Transilvanya'ya saldırdılar, 19 Avusturya'da Villach'a ve St. Veit e kadar güdiler. Gedik A h m e d / 20 Paşa'nın son zaferi 1491'de Otranto'nun fethiydi. Zengin toprakla­ ra sahip Eflak'a yapılan sefere Sultan Bayezid bizzat komuta etti. Polonyaklarrn Osmank atklarını 1497'de Karadeniz'den geriye sür­ mesine rağmen Boğdan ve Tatar süvarileri ertesi yıl buna misilleme yaptilar. Ancak askerin fevrî kararlarla kötü yönetilmesi ve zafere ulaşmak için mevsim açısından geç kalınması sonucu geri çekilmek zorunda kalındı. Karpat Dağlan'run kan, onlan feci bü yenilgiye uğratmıştı. En ciddi sorun Anadolu'daki durumun kötüleşmesiydi. Bu topraklar Osmank döneminde hiçbü zaman huzura kavuşamadı. İshak Paşa, Sultan Bayezid'in ilk saltanat yıllarında Karamank bey­ lerinin ayaklanmalarını bastırmıştı, ancak b u kurnaz savaşçıdan sonra onun yerine gelen komutanlar bölgeye yabanaydı. Memlûk­ ların hemen her yerde, özellikle Toroslar'm güneyinde taraftarlan vardı. Tipik bü Osmank olan Hersekoğlu Ahmed Paşa Memlûkla­ ra yenildi. Kendisi son Hersek dükünün oğluydu ve yetenekli bir yeniçeri komutanıydı. Zincire vurularak Kahire'ye gönderildikten sonra 21 serbest bırakıldı ve serasker mevkiine yükseldi. Ardından yine esü düştü ve yine kurtuldu. Daha az şansti olanlar görevden azledüdi ya da boyunlan vuruldu. Bü komutana siyah kaftan gön- 326 der ilmesi yaşamına derhal son verileceği anlamını taşırdı. Saygıde­ ğer bir kişiliği olan Arnavut asılk Koça Davud Paşa (bilime büyük ilgi duyardı ve Venedikklerin dostuydu) ile Karagöz Paşa'ya da bi­ rer siyah kaftan gönderildi. Bunların hiçbiri Bayezid'in kötü yazgı­ sını değiştirmeye yaramadı. Vezirler, Memlûkların üzerine gönde­ rilen orduların yenilgisini kullanılan silahların düşük kaHteH ve ateş gücünün zayıf olmasına bağkyordu. Bu nedenle Bayezid gele­ cekteki zaferlerin temelini oluşturacak birtakım reformlara girişti. Üstün nitelikk arkebüzlerin, küçük süahlann ve hareket kabiüyeti yüksek topların imalatına kendisinin döneminde başlandı. Ancak şansı yaver gitmiyordu. Düşen bü yıldırım sonucu tersane havaya uçtu. Aralarında yeri doldurulması güç olan büçok deneyimli usta­ nın da bulunduğu yaklaşık 6 000 kişi yaşamını yitirdi. Şehzade Cem'in ölümü, Bati'yla barışın sonu olmuştu. Batik güçlerin elinde Osmanklan savaştan akkoyacak başka bü rehin yoktu. Uygulanacak politikalara divandaki savaş yanlısı zihniyetin egemen olması nedeniyle Venedik etkisini Aybetmişti ve 1499'da savaş patlak verdi. Bayezid'in dikkatle yaptığı hazırlıklar sayesinde Osmank donanması 158 gemiye ve 15 000 denizciye sahip olmuş­ t u . Balkanlar deve kervanlanyla doluydu. Mustafa Paşa, Pelopon2 2 nesos'u almıştı. İsa Paşa ve ardından Firuz Bey Dalmaçya'ya alan­ larda bulunuyordu. 1500-1501 kışında Sinop'taki tersanede 50 kal­ yon inşa edilmişti. Böylece Doğu Ege 300 yıl sürecek olan Osman23 k egemenliği altina güdi. Ancak Anadolu'dan gelenler, devlet yö­ netimini içten zayıflatacaktı. İnanç, hizip ve sadrazamın Ölümü Şah İsmaü'in Şiîler üzerinde aileden gelen güçlü bü etkisi var­ dı. Bu nedenle, yeniden gelişmekte olan İran devletinin hükümdarı olarak kazandığı başarılar ciddi bü tehlike olarak beliriyordu. Şiiler İran'da büyük çoğunluktaydı. Bunların aynı zamanda Osmank eya­ letlerinde de sufî dervişlerin telkinleri ve birtakım pagan gelenekle­ riyle aşılanmış pek çok yandaşı vardı. İsmail aynı zamanda muzaf­ fer kumandanlara özgü bü çekiciliğe de sahipti. Bu niteliğini 1504'te Bağdaf ı ve 1505'te Mardin üe Diyarbakır'ı aldığı zaman büçok dost edinmekte kullanmıştı. Şiî sorunu Doğu Anadolu için yeni değildi. Daha önceleri meydana gelen bü Kızılbaş ayaklanması Mesih Paşa 127 tarafından acımasızca bastırılmış ve asilerin birçoğu Amavutluk'a ve Yunanistan'a sürülmüştü. Oysa şimdi Şiflerden başka Bektaşîler de İsmaü'in saflarma kaülmaktaydı. Yeniçerilerin kendilerini Bektaşîlere yakın hissetmeleri konunun tiddiyetini daha da artırıyordu. Bu üişki ancak yüzyıbn sonlarına doğru resmen kabul görecekti. Yahya Paşa süratle Ankara'ya gönderildi. E. Bayezid kaçınılmaz ha­ le gelen İran seferinin hazırlıkları için 1508 ilkbaharında Bursa'ya gittiğinde farkk inançlara sahip olanların ayıklanmasına büyük hız verildi. Talih, Sultan Bayezid'e bü türlü gülümsemiyordu. 1509 eylü­ lünde İstanbul'da meydana gelen büyük deprem, ardında harabe­ ye dönmüş bü şehüle 13 000 Ölü bırakü. Fakat surlar 60 000 işçiyle 24 18 günde onarıldı. Yapılan onarımın izlerini bugün dahi kara surla­ rında görmek mümkündür. Bu telaşın nedeni, Anadolu'da Şah İs­ mail'le uğraşlarken Hıristiyanların saldırma mamatiydi. İranlılar henüz Anadolu'ya girmemişti, fakat huzursuzluk devam ediyordu. Korkulan ayaklanma 1511'de paüak v e r d i . 25 Dindarkk, stratejinin b ü parçası olsaydı, sufîler kazanabitirdi. Oysa böyle olmadı. İsyancıların başı Şahkulu 26 Konya'yı ele geçüemeyince Afyonkarahisar üzerine yürüdü ve burada Anadolu Beylerbeyi Karagöz Paşa'yı bozguna uğrattı. Paşa bunun üzerine Kütahya'daki karargâhına kaçtı. Burada b ü yeniçeri bükği ve azap­ lar bulunuyordu. Şahkulu'na bağk vahşi aşüetler savunma hatlannı yardılar, şehü yağmalandı ve beylerbeyi kazığa geçirildi. Sadra­ zam yaşk fakat yetenekti bü kişi olan A k Paşa'ydı. Dürüstlüğü, bilim ve edebiyata olan ügisiyle çevresinde saygı ve sevgi kazanmıştı. Der­ hal ordunun başına geçti ve Şahkulu'nu tam yakalamak üzereyken avucundan kaçırdı. Asilerin başı ordugâhının meşalelerini yanar bı­ rakarak adamlanyla bülikte sessizce sıvıştı. A t i Paşa, Sakarya Nehri'ni aşarak kaçanlardan art akalardan acımasızca y o k etti ve isyancılan Kayseri'den ileriye kovaladı. Şahkulu dağlara saklandı. Paşa, 27 yeniçerilere dinî konularda düşünecek zaman tanımadan bütün yor­ gunluğuna rağmen hemen saldmya geçti ve yaşamını savaş alanın­ da yitiren ilk sadrazam oldu. Şahkulu da Ölmüştü. H. Bayezid'in oğ­ l u Şehzade Ahmed bükaç gün sonra taze kuvvetlerle yetişerek zafe­ ri tamamladı. Uzun süreçtir hasta olan babası giderek iyileşiyordu. Ancak Ahmed'in başarısından telaşa düşen küçük oğlu Selim, Tatar süvarilerin başında stepleri aşarak Kırım'dan Edirne'ye geldi. 128 Yaşlı sultan şehri terk etmiş ve tahtı oğlu Ahmed'e bırakıp istirahate çekilmek üzere İstanbul'a doğru yola çıkmıştı. Yeniçeriler Selim'e karşı çıkacak kadar sultana sadıktılar. Selim yenilgiyi kabul etti. Yeniçerilerin düşmanlığını kazanmak istemiyordu. 28 Ancak yeniçeriler de kaybedecek olanın yanında yer almayı kendilerine yedüemediler; Selim, Kırım'a dönüp yeni kuvvetler toplarken Şeh­ zade Ahmed'rn Boğaziçi'nin karşı yakasına geçmesini engellediler. Bayezid yeniçeriler üzerindeki hâldmiyetini kaybetmemişti, fakat onların Ahmed'e destek olmasını da sağlayamadı. Aynı zamanda büyük oğlunun Şifleri kendisine karşı isyana teşvik etmesinden korkuyordu. Bu nedenlerle çaresiz kalan Sultan Bayezid, Selim'i ça­ ğırmaktan kaçınmadı. Selim, 24 nisan 1512 günü başkente güdi. Ba­ bası da üç hafta sonra, Kral Lear gibi, beraberindekilerle çok sevdi­ ği Dimetoka'daki sarayına (65 yıl Önce doğduğu yere) hareket etti. Ancak 26 mayısta Çorlu'da zehülenerek ya da aşın yorgunluk ne­ deniyle öldü. Selim ve önlenemeyen yükselişi Görmüş olduğumuz gibi I . Selim yeniçerilerle dostluğunu pe­ kiştirmeye özen gösteriyordu. Önderlik, cesaret gibi onların değer verdiği niteliklere sahipti. Kendisinin başa geçmesini destekleyen yeniçerilere halkın gözleri önünde eğilerek selam vermemekte de kararkydı. Bu nedenle saraya küçük bü arka kapıdan girdi. Yeniçe­ riler tahta çıkardıktan hükümdann kişitiğırii sezebilmiş olsalardı onu alkışlamakta pek acele etmezlerdi. Hiç vakit geçirmeden onlan yeni seferlere hazırlayan eğitimlere başlandı. Aynı zamanda özel b ü devşirme uygulamasına girişildi. Bu uygulama, acaba kimlerin ölümü yeni gelenlere yer açacak diye bazı öngörüşlü kimseleri tedügin etmiş olmakydı. Üstelik Selim, tayinleri başanya göre yapı­ yordu ve bunların hepsi de Enderun mezunu değildi. Yeni sultan 29 kendisiyle ordusunun araşma bü sadrazam koymakta acele etme­ di. Yapılacak işler için kendi başına kollan sıvadı. İlk iş olarak diğer kardeşlerinden kurtuldu. Bunların arasın­ da sakat ve şair olan Şehzade Korkud ile başmda Kızılbaşların kır­ mızı külahıyla açıkça ortalıkta dolaşan Şehzade A h m e d de vardı. 30 Sultan Selim'in Şiilere karşı olması sadece politik nedenlere daya­ nıyordu, ama Safevî sülalesinin de can düşmanıydı. Osmanlılara 129 açıkça karşı olmamasına rağmen muzaffer bir Şah İsmail İstanbul için tehlikeydi. Harekete geçmek için aynca ikinci ve daha acil bir neden var­ dı. Vasco de Gama 22 kasım 1497'de Ümit Bumu'ndan dolaşınca, bir Portekiz filosunun Hint Okyanusu'na açılması kaçınılmazdı. Bu d u r u m öyle başank olmuştu k i Levant ticareti tamamen durdu. İran engellediği takdirde Asya'dan gelen ticarî malların İpek Yolu üzerinden değil Venedik'e, İstanbul'a bile ulaşması imkânsız ha­ 31 le geliyordu. Hindistan'ın Portekizk genel vaksi olan Albuquerque dükü çok zalim fakat yetenekli bir amiraldi. Estilerinırî burunları­ nı, ellerini ve kulaklarım keserek Arabistan kıyılarına dehşet saçan, şansı döndüğü zaman nedenini kendinden başka herkeste arayan bir despottu (Aden seferinde kırılan tırmanma merdivenleri yü­ zünden yenilgiye uğradığında olduğu gibi). Ekonomik açıdan du­ r u m I . Selim için felakete doğru gidiyor, kendi Öngörüşünü paylaş­ mayanlara öfkeleniyordu. Savaş bir ölüm kalım mücadelesi olacak­ tı. Ona yıkmayan kararkkğından dolayı Yavuz adı verilmişti. Ana­ dolu'da çeşitli ırklardan oluşan mozaiğin parçalanmasına göz y u ­ mamazdı. Kırsalın çamuru ordusuna geçit verecek duruma geldiği za­ man, 20 mart 1514'te i l k seferine çıktı. Ayaklanan dervişlere, tahta göz diken bölücülere ve genelde Türkmen aşüetlerine böylece ke­ sin cevabını vermiş olacaktı. Acımasız davranışı akılsızca değildi. Bitlis'teki İdris Han'ın önerilerini dikkate aldı. Han, Kürtlere karşı hoşgörülü bü potitika uygulayarak sultanın gücünü pekiştirdi. D i ­ ğerleri için merhametsiz oldu. Sefere, kitle halinde tutuklamalar ve sürgünlerle başladı. 40 000 ölü abartık b ü rakam dahi olsa yapılan idamlar büyük dehşet yarattı. Bu tür vahşet, Şam halkım baş aşağı asarak dağlayan, burun d e k l e r i n i külle dolduran ya da mengeney­ le ezerek öldüren Timur'la başlamış bü döneme aitti. Ordu ancak Osmank levazım düzıenırtin başarabileceği bü Özen içinde Anadolu'dan geçti. 32 İran topraklarına güdiklerinde Şah İsmail'in bütün tarlalardaki ekinleri yakmış olduğunu gördü­ ler. Ancak Osmank ordusu tahılım, hayvan yemlerini ve sürülerim beraberinde götürüyordu. Aşılması en güç arazide toplan manda­ lar çekmekteydi. Bü kıyaslama: 1472'de Milano dükünün 18 topu­ nu ve cephanesini taşımak için 227 araba ve 522 çift öküz kullanıl­ mıştı. A t sonralan Avrupa'da öküzün yerim aldığında bile tek bü 130 topu ve cephane arabasını çekmek için 70 at gerekliydi. Bunun kış şartlan alanda başanlması da ayrıca imkânsızdı. Yolculuk zor geçiyor ancak Sekm'in ordusu büyük bü düzen içinde ilerkyordu. İki ordu 25 ağustosta Çaldıran'da karşılaşü. Lütfi Paşa'nrn kayıtlarına göre Şah İsmail, Osmanlı ordusunu ümitsiz ve aç yığınlar halinde beklerken büliklerin disiplin alanda bübiri pe­ şinden saflar halinde gelerek ovada mevzilenişini izledi. Bu görün­ tü güllelerin kendi askerlerini havaya uçurmasından daha çok etki­ lemişti onu. Selim öyle bü hızla salarrmışti k i yeniçeriler farkk bü İslamî görüşü savunan b u düşmanla savaşmayı reddedecek zaman bulamamışlardı. Oysa onlarla paylaştıktan noktalar çoktu. Hatta Şi­ flerin önderi olan ve kahramankğıyla tanınan İsmail'in Anadolu'da bü hayk yandaşı vardı. Selim'in sabrrsızkğı artıyordu. Nedeni ise kendisinin Azerbaycan'da savaştığı haberi casuslarla Bati'nın kula­ ğına giderse, büyük b ü orduyla harekete geçebitirlerdi. Yeniçeriler büyük bü üstünlükle savaşıyorlardı. Bü ara sağ kanatta çarpışan mahallî bülikler bozguna uğrayıp kaçmaya başladılarsa da kapıkulu askerinin gösterdiği cesaret ve merkezde bulu­ nan yeniçerilerin atış gücü d u n u n u düzeltti. Yeniçeriler toplanyla ve 12 000 arkebüzle Şah'm şaşkına uğramış ve kötü donanımk büliklerine karşı eşine rastlanmadık bü üstünlük sağladılar. Selim'in bübirine zincüli toplan saldıran süvarileri dize getirdi. Çaresiz ka­ lan süvariler tabancalarla öldürülüyordu. Aynı derecede Önemli olan bü diğer husus da uygulanan ağır eğitimin ikmal düzeniyle u y u m içinde olmasını sağlamaktı. Talim ve siper kazmak, silah kul­ lanma becerisinin bübüinden ayrılmaz i k i temel unsuruydu. Yeni­ çerilerin üsüendiği bu yeni uygulamadan yeni bü strateji doğdu. Onlar artık saldın büHği olmak ya da can vermek pahasına surların dibinde ölen arkadaşlarını toplamak yerine, baruta dayanan koordineti bü savaş makinesi haline geliyorlardı. Ancak yardıma silah olarak oklarım elden bırakmadılar. İran ordusu ise çağdışı kalmışti. Kendini beğenmiş olmanın yarattığı kötü disiplin yüzünden büyük yaralar aldı ve bütünüyle yenildi. Tebriz'e giden yol artik açılmıştı. Şehü sonbaharda ele geçti. Yabana topraklarda savaşmanın getirdiği güçlüklerden yorgun düşen yeniçeriler homurdanmaya başladılar. Yolu üzerindeki kale­ leri askerle takviye ederek ilerleyen Setim, kışkk ordugârunı Amas­ ya'da kurmak zorunda kaldı. Bu arada Erzurum'u yönetimi alana 131 aldı. Burası 1523'te hâlâ ürkütücü ve kalesindeki askerî birlik dışın­ da boş bü şehirdi. Kasımda Diyarbakır'a güdi. Heybetti surların çevtidiği kente, geleceğin güneydeki merkezi gözüyle bakıyordu. A r ­ tık panislam b ü Osmank İmparatorluğu'nu düşlemesi mümkündü. Böylece Anadolu'nun büyük bü kısmında güven sağlamıştı. Ancak Alevîlerin ve Kızılbaşlarm tutuklanıp bunlara işkence edilmesi de­ vam ediyor, Kalenderi tarikatına mensup dervişlerin mallarına el konuyordu. Sultan 1515'te ordusunun eğitimiyle uğraşü. Suriye ve Mısır'm fethi için askerinin yeterince hazırkkk olmadığını görüyordu. Üstelik Memlûklar Anadolu'da, Elbistan'ın yüksek vadilerinde son bü yan­ daş bulmuşlardı: Dulkadir beyleri. Kıyılan ve ovalan ele geçirmek kolaydı. Ancak yaylalar, onlan çevüen yüksek dağlarla korunuyor­ du. Bu engek üzerinde geçiüer bulunan i k i yolu izleyerek aşmak mümkündü. Geçitlere hâkim olmak ise zor değüdi. Yüzyılın ikinci yansında bu geçitleri kullanan aşüetler Karamani yakıp yıkmışlar, XLX. yüzyılda ise buralan eşkıya yatağı olmuş ve sultanın askerleri onlarla baş edememişti. Sultan Selim'in annesi Dulkadti soyundandı, ancak b u ilişki yeğenlerine ait topraklar üzerinde ona bü hak ta­ nımıyor, kendisi de b u gibi hassas konularla ügüenmiyordu. Zapt edilmesi mümkün görülmeyen b u bölge yapüan saldırılar sonunda ele geçti ve sultan böylece akrabalarından da kurtiılmuş oldu. Gelecekte Ayas Paşa adıyla anılacak olan cahil bü devşirme 1512'de, henüz 30 yaşındayken yeniçeri ağası olarak atandı. Seçkin bü subay olduğunu kamüamışti. Çaldıran ve Elbistan'da gösterdi­ ği başanlar nedeniyle yapılacak yeni seferin komutanlığı için uygun görülüyordu. Sultan I . Süleyman onu 1520'de Anadolu beylerbeyi, sonra da 1536 martında sadrazam olarak atayacak ve 1539'da ölü­ müne kadar b u mevkide kalacaktı. Kendisi Arnavut'tu. Aslında 1453'ten 1623'e kadar geçen 170 yıllık surede sadrazam olan 47 k i ­ şinin sadece beşi doğuştan Türk'tü. Selim artik Memlûklan bertaraf edecek büyük seferine hazırlanabilüdi, aynca üstünlük sağlayan bü avantaja daha sahipti; ken­ di askerleri k u l (köle) konumundaydı, oysa Memlûk hükümdarla­ rının kendileri köleler arasındaydı. Selim'in babası EL Bayezid'i ye­ nilgiye uğratmış olmalarına rağmen. Memlûk Sultam Kansu, (Sul­ tan Kansu Gavri) 1509'da Selim'e yalvararak yardım istemek zo­ runda kalmıştı. Mısır'da kereste, gümüş kadar değertiydi ve Kan- 132 su'nun Hint Okyanusu'nda Portekizlilere karşı koyabilmek için do­ nanmaya İhtiyacı vardı. B u çaüşma Osmanlıların yar armaydı. Böy­ lece Memlûklar için 32 tekne, 150 gemi direği ve 3 000 kürek yapı­ mına yeterH kereste ile 300 dökme top ve sair malzeme gemilere yüklenmiş, fakat bu gerrulerin bazıları ve taşıdıkları malzemeler Ro­ dos şövalyelerinin eline geçmişti. Hazırlanan Memlûk donanması ise onur k ı n a bü mağlubiyete uğramıştı. Osmanlı ve Memlûk: son hesaplaşma Selim, Kansu'ya Elbistan eyaletini vermeyi teklif etmişti. Memlûk sultanı ise Karaman topraklarını da istedi ve tüm Memlûk ordusu, Kahüe'de 2 000 ldşitik bü garnizon bırakarak Halep üzeri­ ne yürüdü. Selim'in divanı 29 temmuz 1516'da hâlâ barıştan bahse­ derken Memlûkların ilerleyişi savaşın kaçınılmaz olduğunu ortaya koydu. Bu d u r u m Selim'i hiç de şaşırtmadı. 4 ağustosta savaş ilan edilerek Osmank ordusu ertesi gün harekete geçti. Bütün hazırlık­ lar temmuzdan aylar önce tamamlanmıştı. Memlûk temsticisi, saçı sakak tıraş edilerek başına da bü külah geçüikp topal bü katırın üs­ tünde geri gönderildi. Söylenecek bü şey kalmamıştiEk önemli engel Amanos dağ silsilesiydi. Setim, ateşli konuş­ malarla yeniçerileri yüreldendirmeye çakşırken, azaplar yük katirlan için geçitlerde yollar açıyorlardı. Top gülleleri askerlerin sırtın­ da taşınıyordu. Osmanklar Öyle süratle yol alıyordu ki, bütün ordu 23 ağustosta Halep'in 16 kilometre dışında ordugâh kurunca kentin Memlûk vaksi derhal Osmank tarafına geçti. Mercidabık Ovası er­ tesi gün son kozun paylaşılmasına hazırdı. Her iki ordu bübirinin karşısında yer aldı. Sinan ve Yunus pa­ şalar sağ ve sol kanatta süvarilerin başındaydı. Setim ve yeniçeriler merkezde bulunuyordu. Topçular ise iki batarya hatinde bunların arasında yer almıştı. Osmank ordusu klasik savaş düzenindeydi. Memlûk ordusuna son anda arkebüzlerle donatılmış siyah köleler­ den oluşan bü bülik de katıldı. Memlûklarda top bataryalan da var­ dı, ancak bunlar siperlere sabit olarak yerleştirildikleri için kolayca ele geçtiler. Bu savaş da, Çaldıran gibi, ateş gücünün üstünlüğüy­ le kazanıldı, fakat zafere süratle ulaşılamadı. Sinan Paşa'nın sipahi­ leri geri püskürtülünce Osmank ordusunun her i k i kanadı da tehli­ keye düştü. En yetenekli komutanlar timar süvarilerini toplamak 133 için gönderildi. Selim ve yeniçerileri, topçu desteği altında, Memlûk saldırılarını geri püskürttüler. Memlûk askeri bir süre sonra yorul­ maya başlayınca sultan, büliklerine üerlemelerini emretti. İhanetler yüzünden Memlûk saflarında panik başlamışü. Selim, zafere daha ağır ulaşmak istermiş gibi askerini dizginliyordu. BüliMerin buna u y u m sağlaması aldıklan disiplinin eseriydi. Osmanlıların i k i şansı olmuştu: Kansu'nun bük yüzünden savaş alanında ölmesi ve asker­ leri arasında yayılan veba. Bu salgın XVI. yüzyılda Mısır ve çevre­ sindeki vilayetlerde, İslam ülkelerinin hiçbirinde görülmeyen bo­ yutlara ulaşü ve Napolyon'nun buralara gelişine kadar etkisini sür­ dürdü. Nihayet son saldın emri verilince Memlûk ordusu yürekti arkadaşlarının cesetleri üzerinden kaçarak darmadağın oldu. Halep kenti yenik düşen orduya kapüanm kapamıştı. Kan­ su'nun oğlu at koşturarak Kahüe'ye kaçmak zorunda kaldı. Yunus Paşa ve akmalarının ardından 28 ağustosta Selim Halep'e güdi. Mı­ sır fethinin yolu açılmıştı ve Sinan Paşa kuşatma için Şam'a gönde­ rildi. Sultan 16 eylülde Halep'ten aynkp 20'sinde Hama'yı, 22'sinde Humus'u ele geçirerek 10 ekimde Şam'a ulaştı. Selim, Osmanlıların burada k a k a olduğunu - h e m de uzun süre- belli edene kadar düenen şehü, 27 aralıkta düştü. Yağmaya izin verilmedi, hatta bahçeler bile koruma altına alındı. Ancak her fetih sonrası Osmanlılarda âdet olduğu üzere bazı nadide bitkiler ve meyveler kökleriyle sökülerek götürüldü. Ticaret açısından Önemli bü srnü olan Hrristiyanlara iyi davraıuldı. Zarar görenler sadece Memlûklar oldu. Halk, kendileri­ ne aa çektiren b u zorbalardan ele geçüdikleri yerde mtikam akyordu. Memlûklar, Suriye'de de Kahüe'deki gibi davranmışlardı. Ken­ dileri saraylarında büyük bü zenginlik ve gösteriş içinde yaşarken tüccarlar ve halk aşın vergilerden ve alınan haraçlardan uzak dur­ mak için zavalk kıkklarda dolaşıyordu. Memlûklara baş eğmeyen­ ler Bedevilerdi. Çölde yaşayan b u kabileler kervanlan ve gezginleri soyuyordu. Memlûkların yaptığı vahşet, çöküşlerinden önceki yıl­ larda doruğa ulaşmıştı. Aralarında Çerkezce konuştuklarından pek çoğu Arapça okuyup yazma öğrenmek zahmetine katlanmamıştı. Aslında yerli halk onlara hak ettiklerinden fazla destek vermişti. Vergileri falaka gücüyle toplarlardı. Falaka, aynı zamanda onlarla uğraşmaya kalkanların da ödülüydü. VergÜeri ve gümrük rüsıımlannı indüerek zengin Suriye şehülerinin hamisi rolünü üstlenmek, Sultan Selim için kolay oldu. 134 Ancak kanun tanımayan Bedevilere hükmedemedi. Şehirlerde yaşa­ yan halk, onlardan hem nefret ediyor hem de korkuyordu. Sultan, Şam, Halep ve Trablusşam m başıbozuk ayaktalamıııı sinctirmekte de başank olamadı. Bunlar sokaklarda yatip kalkıyor ve türlü hasta­ lıklar taşıyordu. Böyle güruhlar Kalküta gibi İstanbul'da ve hemen hemen bütün şehülerde mevcuttu. Ancak İstanbul'un ayaktakımı Suriye şehülerini dolduranlardan daha üst seviyedeydi. Suriye sokaklan büyük bü yoksulluk içindeydi. Buralarda yeniçeriler ile ayaktakımı gençler arasında sık sık kank çatışmalar oluyordu. Hükümetlerin dengesini bozan b u sürtüşmeler Osmank İmparator­ luğu sona erene kadar sürüp gitti. 1516'nın son günlerinde sokak­ ların güvence altına alınması için N i l ' i n fethini beklemek gerekiyor­ du. Kahüe'ye, yetenekli bü yönetici olan Tomanbay, Memlûk sul­ tanı seçilmişti. Yıl sonuna doğru 33 Sultan Selim Şam'dan ayrıldı. Mevsimin kark oluşu nedeniyle yolda develerin ve atların büyük b ü kısmını kaybetti. Bedeviler için Memlûklarla Osmanlılar arasında hiç fark yoktu. Gazze'ye varana kadar, kazanılan ufak bü galibiyet dışında, Osmanlıları saldınlarla taciz edip durdular. Setim buna rağ­ men 13 gün sonra Kahire önlerine vardı. Ve 23 ocak 1517'de yapacağı büyük saldırıya hazırlandı. Kahire, etrafını çevüen hen­ deklerle korunuyordu. Bu hendelderin içine eskiden kalma bü usul­ le sivri uçlu kazıklar çakılmıştı (XX. yüzyılda tank savaşlarında hâlâ kullanılanlar gibi). Şehirden kaçanlar b u sun açıklamışlar, hatta savunma hatlarının arkasına topların yerleştüilmiş olduğunu da söylemişlerdi. Rüşvet vererek Bedevilerin desteğini alan Memlûklar, Os­ mank ordusunun i k i kanadına büden süvari saldırısına geçtiler. Akdeniz ticaretinin çöküşünden sonra meydana gelen yoksulluk yüzünden, Tomanbay'rn elinde paslanmış eski toplar kalmıştı. Oy­ sa Selim'in toplan İtalyan topçularının bakımı alandaydı. Osmanklann kullandığı barutun kalitesi de yüksekti. Bunun kanşımını Ka­ tolik İspanya'dan sürülen Yahudiler hazırlamıştı. Memlûk savunması bozulmuş, süvariler geri çelrilmiş ve Bedeviler yorgun düşerek safdışı kalmıştı. Kahüe artık son saldınya açıktı, b u da 27 ocakta başladı. Kadınlar ve çocuklar süahlandmlmış, 6 000 siyah köle serbest bıralolmışti. Evden eve uzatılan kiriş­ ler ve sokaklara açılan çukurlarla türlü engeller yapılmaya çakşılmıştı. Yeniçeriler b u engelleri aşmak için büyük gayret sarf ederken 135 evlerden üzerlerine taşlar anlıyordu. Onlar da evlerin pencerelerine ateş edip kapılarını kararak cevap veriyor ve karşı koyardan öl­ dürüyorlardı. Yanan evlerden ve dükkanlardan yükselen alevlerin ışığı altında gece gündüz, tam 72 saat süren b ü boğuşmadan sonra Kahüe düştü. Şehü yağmaya ve katkama terk edüdi. Memlûk sul­ tanı kayıklardan oluşan b ü köprüyle N i l ' i n karşı yakasına kaçmıştı. Çarpışmalar burada da b ü süre devam ettikten sonra sultan esü akndı. Selim onu derhal idam ettirmedi, ancak orduda artan huzur­ suzluk Tomanbay'm sonunu hızlandırdı. Elleri arkasında bağk olarak adi b ü katil gibi sokaklarda dolaşünldıktan sonra 13 nisanda şehü kapışma asıldı. Ertesi gün de Osmanlılar etkin b ü yönetim an­ layışı içinde Memlûkların Kıbns'tan aldığı verginin bundan böyle İstanbul'a gönderilmesini sağladılar. Sultanı da kanser fethediyor Sultan Selim, Mısır'ı b ü Osmank vilayeti olarak düzene sok­ tuktan sonra 10 ocak 1518'de yeniçeri bülikleriyle Şam'a döndü. Şimdi de birtakım Bedevi ayaklanmalarını bastırmayı plankyordu. 34 Fakat her zaman olduğu gibi Bedevileri ele geçirmek kolay değüdi. Aynca İran'la yeni b ü savaş mtimali de söz konusuydu. Bu neden­ lerle Selim Bedevi kabilelerini kontrolü altına alamadan 500 usta zanaatkarla bülikte Horn'a döndü. Bu ustalar, oğlu Süleyman'ın yaptıracağı anıtlan ve Sinan döneminin mimarî eserlerini süs­ leyecekti. Suriye şehMerine Osmank valileri tayin etmiş, Şam'daki beylerbeyinin komutasına yeniçeri bülikleri vermişti. Suriye vilayet­ lerine vergi getirlerinden 200 000 duka harcamış, yapılan seferlerin ağır masraflanyla boşalan Hazine için İstanbul'a ancak 100 000 duka gönderebilmişti. Getirilen ganimetler savaş harcamalarını bile doğ­ ru dürüst karşüamadı. Yeniçeri bülikleri ve azaplar sayıca yetersiz olduğundan 1522'de Rodos'un ve 1571'de Kıbns'ın fethi için Mısır ile Suriye'den mahallî askerler temin edilmişti. Lübnan, dağlarında barınan Dürzî aşiretleri yüzünden devamk b ü huzursuzluk ve kargaşa merkeziy­ di. Bu aşüetler gerektiğinde 25 000 savaşçıyı b ü araya getüebüiyordu. En ciddi ayaklanmalar Selim'in öldüğü haberi üzerine mey­ dana geldi. Kendisi yapbğı fetihlerin arkasını getiremeden 1520'de kansere yenik düştü. 136 Tahta çıkışı bütün hükümdarkklarda en tehlikek dönem ol­ muştur. Osmank İmparatorluğu'nda da birçok ayaklanma yaşan­ mış, Rum Ahmed Paşa 1522'de Şam'da büyük bir isyan hareketine girişmiş, fakat yeterince destek görmeyip hamamda öldürülmüştü. Kasım Paşa, bübiri ardınca ortaya çıkan Memlûk isyanlarıyla uğraşü ve bunlan basardı. Ancak Damat İbrahim Paşa 1524'te Suriye'yi Şam, Trablusşam ve Halep olarak üç vilayete ayınp yönetimi kolay­ laştırdı. Sonra da, daha önce belirtildiği gibi, Mısır'ı düzene sok­ maya girişti. Dağınık olan vergi kayıt işlerini düzelterek sağlanan getirlerle, savaşın kaçınılmaz sorunu olan öksüzleri ve borçluları koruma altına aldı. Bedevtierin güvencesini sağlayarak onlara belüti görevler verdi. Beylere Kahire belediye başkanını seçme yetkisi tanıdı. Kurulan yerel divan haftada dört kez toplanacak ve Mısır'a İstanbul'un kararlarım yansıtacaktı. A L T I N C I BÖLÜM Büyük zafer 1 Gençlik atılganlıkar Osmanlı tarihinde zaferle sonuçlanmış seferler arasında en i l ­ ginç olanı 1526 yılındaki Mohaç'tır. Bununla ilgili bilgileri vakanüvis ve şeyhülislam olan Kemalpaşazade'nin coşkulu anlatısına borçluyuz. Daha önce de gördüğümüz gibi kendisinin i l k arzusu orduya girmekti. Böylece II. Bayezid'le Yunanistan sererine katıl­ mış, sonra da kendini ilme vermişti. Süratle yükselerek Edime ile Üsküp'te kadılık ve müderrislik yapmış, ardından ikinci başkent olan Edirne'ye başkadı olmuştu. I . Selim, gittiği seferlerde kendisi­ n i vakanüvis olarak yanına almış, oğlu Süleyman da b u makamını değiştÜTnemişti. Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanaü alan bü dönemdi. Kemalpaşazade, tuttuğu kayıtlarda bundan çocuksu bü coşkuyla bah­ seder. Kanunî henüz çok gençti. Sadrazamı Damat İbrahim Paşa 2 ise 26 yaşındaydı, ikisi de banş döneminden sıkılmışlar, sakin d u ­ ramayan yeniçeriler gibi yeni feuHerin özlemini çekiyorlardı. İbra­ h i m Paşa'nın gençliği ve heyecanı onu karşı konması güç b ü kahra­ man yapmıştı. Orduyu şevke getiren, onlara öncülük eden İbrahim Paşa'ydı ve Süleyman onun izinden giderdi. Sultan savaşa katıldı­ ğında ordunun öncülerine, Balkanlar beylerbeyi olarak sadrazamın komuta etmesi ve sultanın merkezde bulunup tüm orduyu yönet­ mesi, yerleşmiş bü usuldü. Bu gelenek her iki dostun da mizacına tam tamına uygun düşüyordu. Kemalpaşazade ön methiyesinde ikisine de hak ettikleri onurlandırmayı yapmıştı. Bunun için kullan­ dığı cümleler gerçeği yeterince yansıtmaktadır. Anlattiklan sona er­ diğinde, Kanunî Sultan Süleyman'ın İbrahim'i delikanlılık yılların­ dan beri kendisine en candan dost olarak seanesinin, sultanın sorumluluklarırun tek kişi tarafından taşınamayacak boyutlara ulaş- 138 masının ve k u l konumundaki İbrahim'in neredeyse ikinci impara­ tor mertebesine yüksekmesinin nedenleri ortaya çıkmaktadır. Kemalpaşazade yemçerilerden de aynı derecede övgüyle bah­ seder. "Yiğidin yiğidi" lakabını hak ettikleri Mohaç, onların doruk noktasıydı. Ordunun en seçkin sınıfını oluşturuyorlardı. O k atma­ da, kıkç ve tüfek kullanmada kusursuzdular. Zırh giymedikleri için baskına birliklerden değillerdi. Savaşlara büyük b ü güç ve disipli­ ne sahip üstün nitelikti piyadeler olarak katılırlardı. Yeniçeriler ve kapıkulu süvarileri ordunun gözbebeği konumundaydı. Bu sadece şatafatk görüntülerinden ve başlarındaki komutanların savaş dene­ yimlerinden kaynaklanmıyordu. Rumeti topraklarında savaşmayı birtakım doğal nedenler yüzünden Asya'nın uzun sınır boylarına tercih ediyorlardı. Şöyle k i , Macaristan'a uzanan y o l kendi doğum yerleri olan yörelerden geçiyordu. Buraların dilini bÜdikten başka, bazı yerlerde oralara özgü lehçeleri de konuşabiliyorlardı. Yeniçeri Ocağı'na, Anadolu yerine çoğunlukla Balkanlar'dan gelen devşümelerin alınmasına devam ediliyor, Anadolu'dan gelenler yeterin­ ce yetenekli görülmüyordu. Ancak istisnalar da vardı. Örneğin M o haç'ta büyük ün kazanmış kapıkulu süvari komutanlarmdan biri, Kayseri dolaylarından gelen Sinan'dı. Kendisi daha o zamandan büyük Osmanlı mimarı olarak tanınıyordu. Sefere çıkılmadan önce sadrazam Kütahya, Diyarbakır, Halep, Şam ve Mısır'daki komutanlara kesin emüler gönderdi. Cidde, 3 Aden ve Yemen sahih boyundaki kale kumandanlarına uyanık ol­ malarını ve mevldlerini değiştirmemelerini bildüdi. Hac yolu sıkı koruma alana alınacak, Karadeniz ve Akdeniz'deki donanma sava­ şa hazır olacaktı. Genç sultanın başkentten aynlması Suriye, Ana­ dolu ve Mısır'da isyanların patlak vermesine davetiye çıkarmak olabilüdi. Hepsinden önemlisi Şiî yanlısı Türkmen boylarıydı. Bun­ lara güvenilemezdi ve mrahim b u konuda hakkydı. Trabzon ve ku­ zeydoğu Anadolu'daki bklikler sonuna kadar savaşmaya hazır tu­ tulacaktı. Amasya, Tokat, Niksar ve Karahisar'daki paşalar errurlerindeki bülikleri baştan aşağı donatacak ve gerektiğinde hudut boy­ larındaki komutanların süratle yardımına koşabilmek için Sivas dü­ zünde toplayacaklardı. Bu kararın nedeni, ezelî düşman İran'dan gelebüecek b ü salcbnya olduğu kadar, Anadolu'da Kızılbaşlann ya­ ratabileceği huzursuzluğa karşı da tedbü almaktı. Öte yandan Karaman valisinin komutasındaki bklikler de sa- 139 vaş düzeni içinde Kayseri Ovasında konaklayarak Orta Anado­ lu'yu ve güney kıyüannı kontrol altında tutacakü. Toroslar'daki ba­ şıboş aşüetler üe eski Ermeni kalesi Bakras civarındaki çapulcu gö­ çebelerin de gözerim alünda tutulmaları için errürler verildi. Kısaca­ sı tüm Anadolu savaş düzenine sokuldu. Kaptanpaşa olan Güzelce Kasım Paşa İstanbul valiliğine getirildi. Önemk konular karar için seferde bulunan sultana iletilecek, ancak şeririn günlük yönetimi yardımcısıyla bülikte kendisi tarafından yürütülecekti. Adı bugün­ kü tersanelerin bulunduğu yere verilen Kasım Paşa deneyimli b ü askerdi. Vezü olarak atanmadan önce Halep, Mısır ve Anadolu'da valilik yapmıştı. Hükümet, Fransa Krak I . François'nın güvenilir bü müttefik olduğundan ve ortaklaşa düşmanlık beslenen kutsal Roma impara­ toru ile İspanya kralını tehdit altında tutacağından yana iyimserdi. Osmanlıların V. Charles'a saldırmasında onun da büyük çıkarları vardı. Osmanlı haber alma ağı Avrupak güçlerinki kadar iyi çakşıyordu. Ancak bütün b u önlemler akndiktan sonra davullara vur­ mak münıkün olmuştu. Böylece tımar sahiplerine askerlerini silah altına akp şehrin surları dışında bulunan Davutpaşa'daki ordugâh­ ta toplanmalan için çağnda bulunuldu. Ordu 12 000 yeniçeri, 50 000 süvari ve diğer büliklerle beraber 2 000 kadar da topçudan oluşu­ yordu. Sadrazamın tam ortada kurulu pembe sefer otağı san ve kır­ mızı renkti çadırlarla çevrelenmişti. İbrahim Paşa burada kendisine bağkkğını ve saygılarını sunmaya gelen komutanlan kabul ediyor­ du. Böylece hem zaman doldurulmuş oluyor hem de müneccimbaşınrn hareket için en uğurlu günü bÜdümesi bekleniyordu. Sonun­ da hareket günü 23 nisan olarak kararlaştırıldı. mrahim Paşa süvarinin başında sultandan bü hafta Önce hare­ ket etti. Askerî büliklerin çoğu 23 nisanı takip eden pazartesi günü yola çıktılar, önde, boruların ve zillerin ürkütücü tiz sesleriyle da­ v u l ve köslerin azametti gümbürtüsü içinde mehter takırnlan gidi­ yordu. Onlan büyük bü ihtişamla atlarına binmiş vezirler, beyler ve diğer komutanlar izlemekteydi. Bunların tümü de aslında k u l ko­ numundaydı, oysa kendÜerinde hiç de böyle bü görüntü yoktu. Kanunî Sultan Süleyman gül kurusu renkti üniformalar giymiş ka­ pıkulu alayının ortasında yer almıştı. Arkalarında yük atlan, katır­ lar, develer ve artçı süvari büliklerinden yükselen büyük toz bulut­ lan savruluyordu. Sultan, tepelerinde alfan kaplı alemler bulunan 140 sancaklar, paşaların at kuyruğu tuğlan, bülMerin hem yürüyüşte hem savaş alanında tanınabilmesi için kargıların uçlarında taşıdıklan beyaz, kırmızı, san ve mor renkli flamalar, panldayan mızrak­ lar ve halkın çılgınca bağınşlan arasında uğurlanıyordu. Süleyman başkentinden böylece aynkp i l k geceyi Halkapınar'da, konaklaması için özenle hazulanmış bir mekânda geçücti. Büyük ordu yavaş ilerler. Edirne düzlüğüne vanldığında toz içinde kalmış asker ve hayvanlar için bükaç gün dinlenme molası verildi. Sonra da Kanunî Sultan Süleyman Fikbe üzerinden Balkanlar'm başkenti ve askeri karargâhı olan Sofya'ya ulaşarak burada bü haf­ ta kaldı. Sultanın ordu tarafından çok sevilen sadrazamdan ayn kakp kuşku duymaması için onu bü an önce karşılamakta sabırsızla­ nan İbrahim Paşa, otağı hümayunu kurmuştu bile. Kabusname adk kitapta bü vezirin hiçbü zaman hükümdanndan uzun süre ayn kalmaması, aksi halde başının belaya girebüeceği yazıkydı. Sofya, mahallî büKklerin ve Anadolu'dan gelen destek ]mweüerinin top­ lanma noktasıydı. Anadolu askeri Marmara Denizi'ni teknelerle, yanlarındaki binlerce at, katır ve mandayla bütikte aşarak Gelibo¬ lu'ya oradan da Sofya'ya ulaşmışü. Bu büyük ordunun bütün bü4 likleri emredilen saatte toplanarak sultan tarafından teftiş gördü. Ef­ lak'tan gelenler sultana hediyeler getirmişti. Belülenen saatte tekrar hareket edildi. Yol toza gömülüydü. Kemalpaşazade arüatnklannda tozdan sürekli olarak bahseder. Hava çok sıcakta. Hafif b ü yağ­ m u r serpiştirip de askeri canlandırana kadar alçak bulutlar bunaltıa b ü ortam yaratıyor, Kanunî Sultan Süleyman ise küçük b ü kub­ beyi andıran şemsiyesi altında yol akyordu. Casuslan tararından uyarılan Macarlar, Polonya ile Bohem­ ya'dan yardım istemişti. Böylece 100 000 atk toplanmış ve ordu Sa­ va ile Drava nehülerinin öte yakasında mevzilenmişti. Bunu önce­ den haber alan İbrahim Paşa dikkatle seçtiği, gül rengi flamalan rüzgârda uçuşan 10 000 yeniçerinin ve mandaların çektiği 150 to­ p u n başında harekete geçti. Süleyman, Niş'e doğru y o l akyordu. Burada Belgrad Valisi Bati Bey'le buluşacaktı. Bati Bey, deneyindi b ü akmaydı ve akmalanyla bülikte gelmişti. İbrahim, Sava üzerindeki Sirmium Adası'nı işgale hazırlanı­ yordu. Emrindeki öncüler tekneleri zincüle bübirine bağlayıp sula­ rın akıntısına karşı koyacak ve üzerinden geçecek ağır yüklü deve­ lerle erzak arabalarını taşıyacak güçte bü yüzer köprü kurdular. Bu 141 iş süratle tamamlandı ve Kanunî Sultan Süleyman gelmeden bir gün önce İbrahim Paşa nehri geçti. Bü kez daha meşalelerle ışıldayan pı­ rıl prnl bü ordugâh kurulmuştu. Korku saçan yeniçerilerin çadırlan otağı hümayunu ayın etiahndaki hale gibi kuşatiruşti. Silahlan k u ­ şanma zamanı gelmişti artık, mrahim Paşa zırh gömleğini giyerken Kanunî Sultan Süleyman miğferlerin ve kalkanların dağıtimına ne­ zaret ediyordu. Görüntü, saldın bekleyen bü savaş kampını andınyordu. Çadırlar bübirîne o kadar yakındı k i aralarındaki gergi halat­ larından sanki b ü duvar Örülmüştü. Askerler süahlanyla yatıyorlar, yeniçeriler de kıkçlan, oklan ve arkebüzleriyle uyuyorlardı. Burası 5 artik savaş bölgesiydi ve askerlerin her biri gazi saydırdı. Ordu, her biri timar edilmiş gösterişli Arap atlan, bayraktan ve rüzgârın salladığı laleleri andıran kıımızı-beyaz başlıklarıyla sa­ vaş düzenine sokulup yeniden teftiş edildi. Sonra da sultan, Salankamen'e doğru yola çıktı. Buradaki kaleyi terk edilmiş ve harap bü halde buldu. Ardından 1521'de fethettiği Belgrad'a hareket etti. Belgrad garnizonunda 3 000 yeniçeri ve 200 top bulunuyordu. Bati Bey ve ona bağk akmalar Petrovaradin yakınlarında düşmanla ça­ tışmaya girmiş ve esülerin, savaş heyecanı içinde kelleleri uçurulmamış olanlarını zincüe vurarak ordugâha göndermişti. Bosna va­ lisinden Belgrad'a gelen bü haber bağımsız bü birliğin Iriğ Kalesi'ni ele geçüctiğini bildiriyordu. Kaleler düşüyor İbrahim Paşa, Bati Beyle buluşup kaleyi kuşatmak düşünce­ siyle Peüovaradin'e yürüdüğünde kaleyi savunanlar ani b ü saldırı­ ya geçtiler fakat paşa, her zaman olduğu gibi hazrrkkkydı. 1525'te Mısır' da çıkan bü ayaklanmayı bastırmıştı. Bu ayaklanmanın ne¬ denlerini inceleyerek hazırladığı ve 400 yıl boyunca uygulanan k u ­ rallar, onun parlak zekâsının ürünüydü. Paşa derhal süvarilerirıin başında cesaretle karşı saldınya geçti ve düşmanı nehre sürdü. Ka­ çanlar canlarım kurtarmak için yüzmeye çakşarak nehrin öte yaka­ sına kaçmaya çabaladılar. Sazlar araşma dağılan Hıristiyan askerle­ rin büçoğu yeniçerilerin yaylım ateşi altında can verdi. Aralarından 20 kişi mrahım Paşa'nrn yüzer köprü için kullandığı 800 kayıktan en baştakiyle kaçıp kurtulabildi. Öncülerin komutanı Koca Hızır, tam karşı sahile çıkmak üzereyken bü şövalye dörtnala üstüne geldi, an- 142 cak yetişen bir yeniçeri onu atından devirip keuesini uçurdu. Diğer kaçanlar daha fazla kayıp vermeden sahile çıkarak şehir surlarının ardına sığınmayı başardılar. Surların dışındaki mahalleler kısa sürede ele geçirildi, ancak Sırp askerleri şehri ateşe verip zaman kazanarak alevlerden oluşan duvarın ardındaki iç kaleye doğru geri çekildiler. İbrahim Paşa toplarını yerleştkmişti. Her top için kendisi ve subaylan dahil bir asker görevlendirdi. Toplar, namluları kıpkırmızı olana kadar ej­ derhalar gibi duman püskürtüp durdular. Fakat Sırplar kalelerini büyük cesaretle savunuyor, güllelerin açtiğı gedikleri süratle dolduruyorlardı. Topçuların dışındaki tüm Osmank askeri, kaleyi ok ve kurşun yağmuru alanda tutuyordu. Bu arada Bosna'daki Hüsrev Bey'den gelen bü haber, askerin gücüne güç katti: i k i önemH kale daha zapt edilmişti ve başka yeni haberler de bekleniyordu. Toplar kalenin kulelerini ve burçlarım gece gündüz yıkadursun, lağımcılar da kazchklan lağımlarla kale duvarlarrnı ve temelindeki kayaları atıyorlardı. Çaresiz kalan Sırplar, sonuç alamadıktan bükaç çıkış yaptılar. Bu arada saldmya geçen Osmank kuwetlerrni geri püskürtmeyi de başarmışlardı, mrahim Paşa askere b ü gecelik dinlenme izni verdi ve ardından ikinci bü hücuma kalktı. Ancak bu da ok ve kurşun fırtinası alfanda yapılmasına rağmen i l k saldından farkk sonuç vermedi. Daha çok lağım açıldı ve topçu ateşi mehterin çaldığı marşlarla bütikte bütün heybetiyle devam etti. So­ nunda kalede tekbü kule dışında taş üstünde taş kalmadı. Sırp as­ kerlerinden geriye kalanlar b u kuleye çeldlmişti. Bunlar daha fazla düenmenin b ü yaran olmayacağım anlayarak onurlu bü şekilde testim oldular; tümünün de cam bağışlandı. Petiovaradin, hayatî önemi olan bü geçit yerini koruyordu. Bu nedenle İbrahim Paşa hemen ertesi gün otağım kurarak hiç vakit geçirmeden eskisinden daha sağlam bü kale inşa etmeye başladı. Etrafına çok derin b ü hendek açtırdı. Yıkılan kulenin taşlan hendeğin içine yığılmıştı, fa­ kat üzerinden aşılacak bü köprü oluşturmuyordu. Kanunî Sultan Süleyman hiç gecikmeden muzaffer komutanlarım kaftanlar ve esülerle ödüllendüdi. mrahim Paşa, kale mşaatimn başlamasına kadar burada kal­ dıktan soma Tuna ve Drava nehirleri üzerindeki en güçlü kale olan Essek'e doğru yola çıktı. Çevresini nerdeyse dipsiz denebilecek ka­ dar derin bü hendek kuşatıyordu. Hendeğin derinliği lağım açıl6 143 masına engeldi; dolayısıyla önce içindeki suyun kanallarla boşaltıl­ ması gerekliydi. Ancak b u iş de çok uzun b ü süre alırdı. Kale aynca güçlü toplarla savunuluyordu. Küçük bir baskın düzenleyen Os­ manlı süvarileri şehrin bazı önde gelenlerini de beraberinde getirdi. Bunlar kurulan divana Macar kralının yürüyüşe geçtiği haberini verdiler. Burada Petrovaradrn'deki gibi Sırp bülikleri yoktu. Şehir teslim oldu ve kiliseler camiye dönüştürüldü. Bak Bej/in dehşet sa­ çan akmaları çevre kırsak talan etti. Aynı zamanda nehir boyunda­ k i küçük kaleler pek az düendüer ya da hiç karşı koymadan teslim oldular. Osmanlılar yeniden yürüyüşe geçerek Onik'e vardılar ve buradaki Macar akmalanrun komutanı esü edÜdi. Drava Nehri'nin sulan önünde Drava, ürkütücü bir nehüdü. İstırıkâmolar b u nehrin üzerine köprü kurmak için üç ay gerektiğini üzülerek bildüdiler. Oysa İbra­ h i m Paşa düşmanın engellemesiyle karşılaşmadan yüzer köprüyü kurup üç gün sonra öncü Osmank büliklerini Drava'nın karşı kıyı­ sına geçtidi. Bü hafta sonra da bütün ordu, Kanunî Sultan Süley­ man'la bülikte nehri aşıp öte yakasına yerleşti. Macarlar, Osmanklann saldırıya açık olduğu b u kısa süreden yaralanmasını bilemedi¬ ler. Ordunun yüzer köprüden geçişi Delacroix'nın hayranlık duya­ cağı bü sahneydi: yalpalayarak ilerleyen kuşatma toplan ve manda­ lar, devedlerin, kadroların yüklü hayvanlarla boğuşması, bağnşlar, feryatlar ve hiç kuşkusuz üzerindeki ağırlıkla bir inip bü çıkan tek­ nelerin savurduğu sular. Osmanlılar b u ve benzeri sorunlarda başankydı, züa orduda sadece duvarcılar ve y o l yapımalar yoktu. Bun­ ların yanı sıra bina inşa eden, sallar, tekneler ve kuşatma araçlan ya­ pan, dingilleri kınlan arabalan tamü eden, kiliseleri camiye dönüş­ türmek için minberler ve geçici minareler kuran usta marangozlar da vardı. Artık gerçekle yüzleşmenüı zamanıydı. Macar ordusu Mohaç Ovasına yerleşmişti. Şövalyeler ve silahşorler (orduyu çoğunlukla bunlar oluşturuyordu) yaklaşan zaferi kutlamaya başlamışlardı b i ­ le. Savaş için seçilen yer buna uğurlu bü işaretti, çünkü güdikleri her yere korku saçan Tatar süvarilerini burada yenmişlerdi. Macar Krak Lajos, Osmank ordusunun geri çekilmesini önlemek gayesiy­ le yüzer köprünün yakılması için bü baskın müfrezesi göndermiş- 144 ti. Böylece Osmankların tuzağa düşeceğinden kesinlikle emindi. Oysa İbrahim Paşa'nın köprüyü çoktan söktürüp toplamış olması Macarían şaşkına uğratü. Paşa bunu tahmin etmişti. Aldığı karar ordusuna verdiği ya zafer ya ölüm emriydi. Taşıdığı b u anlamı as­ kerine dolayk olarak üettiği için daha da etkileyici olmuştu. Nehrin üzerinde herhangi b ü köprüye rastlamayan Macar arklarının heye­ canı akan sulara karışıp giti. Bu arada akmalar boş durmamış, şö­ valyelerin savunmaya geldiği, üzüm bağlanyla kapk kırsak yakıp çöle çevümişlerdi. Bunun yaklaşmakta olan savaşa pek etkisi olma­ dı, ancak bir komutanın, planladığı tuzağa kendisinin düştüğünü göstermesi açısından önemliydi. Macar ordugâhı, Mohaç Nehri'yle bataklık bü arazinin arası­ na yerleşmişti. Açık olan tarafa taş ve toprak doldurularak tümsek­ ler yapılmış üzerlerine de toplar yerleştirilmişti. Halbuki ağır zırh­ lar giyen Hıristiyan şövalyeleri savaşta bu batakkğa gömülecekti. Kaldı k i İbrahim Paşa'nın hatif süvarileri için burasının, önünde hiçbü engel bulunmayan açık b ü cenah oluşturacağı Macarların aklına büe gelmemişti. Gerçekten de Macar ordusunun komutanlan savaşacaklan düşman ve b u düşmanın savaş taktikleri, güçlü ve zayti yönleri hakkında üıanılmaz derecede bilgisizdi. Bü de askerlerinin yeteneğine aşın değer biçiyorlardı. Artık Kanunî Sultan Süleyman'ın başkomutankğı sadraza­ mından devralma sırasi gelmişti. Tarih 28 ağustos 1526'yı gösteri­ yordu. Kapıkulu süvarileri, mrahim Paşa'nın emrindeki Öncülere destek için gönderildi. Paşa Öğlen güneşi altinda savaş alanının ke­ narına kadar gelmiş ve burada durmuştu. Yaptığı akınlar ve saldınlar nedeniyle bölgenin ve düşmanın özellikleri hakkında bilgi sa­ hibi olan Bati B e y i yanma çağırttı. Akmaların en büyük hazinesi düşmanın davranışlarını, tepkilerini ve arazinin ayrıntılarını bilme­ leriydi. Yaşk paşa, askerine "Hıristiyan arklarından çekinmeyin" demişti. "Macarlar baştan aşağı zırh giyerler, bundan dolayı atlan demüle yüklüdür ve hayvanların b u ağırkğı taşıması kolay değildü." Tavsiyesine göre Osmank piyadesi ve süvarisi şövalyelerle gö­ ğüs göğüse gelmemeli, tam aksine saflarını yana açarak onların geç­ mesini sağlamak, ancak Macarların atlarını geri döndürmesine fır­ sat vermeden akmalar saldrnya geçmekydi. Hatif Osmank süvarisi doğrudan şövalyelere saldırabilü, ardından onlan çember içine ala­ rak düşman kendini toparlayamadan bü darbe daha mdirebilüdi. 145 Mohaç ve Macarların gücü İbrahim Paşa b u tavsiyeden etküenmişti, fakat böyle bir ma­ nevra Osmank ordusunun hemen ardında dağlar gibi yükselen er­ zak ve malzemeyi, develere yüklü tahıllan, arabalan ve top taşıyıcı­ ları düşmana açık bırakacaktı. Bak Bey, İbrahim Paşa'nın kararsız halini üzüntülü gözlerle izUyordu. Bükaç dakika daha düşünen sadrazam büden ordugâhın derhal bulunduğu yere taşınmasını emretti. Böylece, sık kurulacak çadırların aralarında gergi halatla­ rından örülü bü ağ oluşacak, şövalyeler de buna kalkan bakğı gibi yakalanacaktı. Macarlar atlarını ağların İçine sürmeye kalkarsa kur­ tulmak için çırpınıp duracaklardı. Sonuçta piyadeler ve süvariler ar­ kalarında halatlardan örülü bü savunma hattı, önlerinde ise hiçbü engel olmadan savaşa girişebüecekti. Macarlar savaş alanının uzak bü köşesinde olması gereken ordugâhtın, sultanın otağı hümayunu da dahil burada kurulmasını hayret dolu gözlerle izlediler. Sipahi ağalarına savaşa hazır olmaları emri verildi. En yetenekti akmalar­ dan 50 000'i seçilerek bunlara yeni eyerler dağıtıldı ve parlayan gü­ neşin altında kendi görkemiyle büyülenmiş düşmanın Osmank or­ dugâhım hedefleyen saldırısından soma baskın için sol kanatta bek­ lemesi emredildi. A k m a l a r mızrak, savaş baltası ve gürzle hücuma geçecekti. Macar topçusu öncülere ateş açıp oklar havada uçuşmaya baş­ ladığı sırada Kanunî Sultan Süleyman ve ordunun ana bülikleri mehter marşlanyla tam b ü savaş düzeni içinde harekete geçti. As­ kerin giderek yükselen sesi çok uzaklara kadar yansıyordu. A t k Ma­ car şövalyeleri üç gruba ayrılmıştı ve her atk diğeriyle arasında belüli bü açıkkğı koruyarak ilerlemekteydi. Ön saflar ovaya yayılmış geniş bü madenî dalgayı andrnyordu. Belki zırHarının verdiği rahatsızkktan, belki de sert mizaçk ve disiplinsiz olmalarından b u dü­ zenlerini koruyamadılar. Mızraklarım indirip ilk b ü kilometreye ya­ lan mesafeyi yürüyüş hızıyla aşarak saldınya geçtiler. İbrahim Paşa baskın için bekleyen bülikleri teftiş ederken bü çavuş ona saldırının başladığı haberini getirdi. Henüz çadırları kurmakta olanlar, yakla­ şan süvarilerin seslerini duyunca hızlandılar, mrahim Paşa atma at­ layıp sipahilerin başında yerini alarak karşı saldınya geçecek vakti ancak bulabilmişti. Her iki taraf da tekrar tekrar saldınyor ve çarpış­ ma bü o yana b ü bu yana yalpalayıp duruyordu. Osmank ve Macar 146 süvarileri buldukları gediklerden dört nala koşturuyor, fakat atlar bübiriyle çarpışmamak için ani dönüşlerle yön değiştiriyordu. Şö­ valyelerin atk düello sahalarındaki gibi hayvanları sakırueştiren çit­ ler yoktu burada. Bazılan yere düşenlere takıkyor ve savaşın ağırlık merkezi, oluşan yoğun karmaşadan dolayı b ü süre için hareketsizmiş gibi görünüyordu. Arük ok yaydan çıkmışü. Akmalar gizlen­ dikleri yerden fırlayarak düşmanın sol kanadına hüoım ettiler. Kral Lajos, emrindeki bü numarak bölüğü b u belayı savmak üzere üstle­ rine gönderdi. Kendisi de savaşın kilitlendiği merkezden aynkp sol kanadının başındaki İbrahim Paşa'ya yüklendi. Smav anı gelmişti. Tam b u sırada iki büyük rakip, Bosna Valisi Bak Bey ile Savendia beyi, bübülerini ölene dek desteklemeye ant içtiler. Ancak yaptiklan hesapta ufak bü hata vardı, sonuç sandıklan gibi kötü olmadı. Tıpkı 50 yıl sonraki İnebahü Deniz Savaşı'nda küreklerin de­ nizi örtmesi gibi burada da ablan oklar akmaların kırmızı başlıkla­ rını örtüyordu. Macar toplan mevzüerini değiştiremediği, Osmanlı toplarının ise kendi askerlerini vurmamak için ileri hatlara alınma­ sında geç kalındığı için savaşa hakim olan süah oktu. Bu nedenle her i k i tarafın süvarileri de sıkanlarını başlarına siper edip, omuz­ larını kısarak insan ve ok parçalanyla dolu toz bulutlarını yanp y o l almaya çalışıyorlardı. Akmaların hızına karşı koymak mümkün değildi. Bunların gözüpek şiddeti karşısında birinci Macar bölüğü çözülerek gerisin geriye kaçmaya başladı. Kovalanarak yakalanan­ lar esü ectildi. Kral Lajos'un sol kanadındaki bülikler, sultanın gönderdiği ye­ niçerilerle destek gören İbrahim Paşa kuvvetlerine saldırmaya de­ vam ediyordu. Yeniçeriler, ekerinde mızrakları, yuvarlak kalkanlannın ardında sabırla bekkyorlardı. Arkalarında dehşet saçan Osmank topçu bataryalan yerleşmişti. Yeniçeriler geri çekilecek olursa saldı­ ran düşmana ölüm saçan güllerini göndereceklerdi. Ancak Lajos, Osmank mevzÜerine vardığında tamamen geri püskürtüldü ve m u ­ zaffer yertiçeriler kıvrık kıkçlanyla şövalyelere yüklendiler. Sonunda üzerlerindeki zırhların ağırkğma dayanamayan Macar piyadeleri ge­ ri çekilmeye başladı. İbrahim Paşa atinin üstünde, kıkanı havada sa­ vurarak ne yapacağını şaşırmış b u güruhun içine daldı. Macar Krak, etrafını kuşatan soyluların nerdeyse tamamı ölene kadar çarpışmala­ rın ortasına sıkışıp kalmıştı. Kanunî Sultan Süleyman işte b u sırada kapıkulu süvarileri ve ardından taze piyade bülikleriyle savaşa güdi. 147 Kral Lajos'un direnecek gücü kalmamış, ümidini ve onurunu kaybet­ mişti. Aldığı üç yaradan akan kanlarla meydanı terk edip kaçtı. Bu arada kralın sol kanadındaki bütikler yemden saldınya geçmiş ve Anadolu askeriyle kank bü boğuşmaya gümişti. İki taraf da oklarla büyük can kaybına uğruyordu. Sultan, arkebüzlerle do­ natılmış yeniçeri bükğine ateş emri verince tek bü yaykm ateşi, mo­ rali çökmüş Hıristiyanları bozguna uğratmaya yetti. Böylece büçok Polonyak, Bohemyak, Avusturyak, Macar, Hırvat, A l m a n ve İspan­ yol savaşçı öldürüldü ya da esü alındı. Lajos'un başsız kalan büyük ordusu bozguna uğramış ve kaçmıştı. Pek çoğu gibi kralın da, or­ dusunu koruyacağım sandığı nehüde boğulup öldüğü tabmin edilmektedü. Macarlar, Tatarların yaptığı gibi atlannın kuyruklarına yapışarak nehri geçmeyi öğrenememişlerdi. Akşam çökerken Ölümün gölgesi Macarlar arkalarında değerli eşyalarla dolu çadırlar bırakmış­ tı. Bunlar ganimet hakkı olarak yağmalandı. Osmank esülerini bağ­ lamak için hazırlanmış halatlar Hıristiyanların boyunlarına geçiril­ di. Savaş alam üst üste yığılmış insan ve at Ölüleriyle doluydu. Yemçerilerin kelle uçuran kıkçlarrndan kaçabilenler akmalara yakala­ nıyordu. Üstlerindeki zırhlar bazı tüfekti piyadelere tuzak olmuştu. Akşam namazı vakti Osmanlılar kendi ordugâhlarına döndü­ ler ve Kanunî Sultan Süleyman kubbeti otağına güdi. Ertesi gün bü­ tün ordu istirahate çekilmişti. Sadece yerinde duramayan akmalar dört bü yana dağüarak çevreyi talan edip ateşe vermeye devam et­ tiler. Esü alınan ve zincire vurulan 10 000 silahşor, sultanın karşısı­ na getirildikten soma tümünün de boynu vuruldu. Kesilen kafala­ rın oluşturduğu püamitler sultanın otağına doğru uzanan bü y o l oluşturmuştu. Bu yolu kazığa geçirilmiş '2 000 kafa çevreliyordu. Büyük bü şölen düzenlendi ve Kanunî Sultan Süleyman, zaferi i b ­ rahim Paşa'ya bağışlayarak sarığına imparatorluğu simgeleyen bü beyaz balıkçıl tüyü taktı. Haberi tüm İslam dünyasına ve sadık bü müttefik olan Fransa kralına iletmek üzere dört b ü yana ulaklar gönderildi. Her köyde, şehtide ve kalede büyük kutlamalar yapıkyordu. İstanbul görkemti bü debdebeyle donatılmış, âdet olduğu üzere surlar badana edilmişti. Ancak Mohaç kıyılarında ve akma­ ların ganimet peşinde koştuğu yerlerde sessizlik vardı. 148 Budin'in çanları susuyor A r a k Budin'e giden y o l açılmıştı. Zenginler şehri terk etmiş, Budin'in anahtarlarını İbrahim Paşa'ya teslim etmek bazı Önemsiz kişilere kalmıştı. Sadrazam ordunun gelişinden çok önce şehre ulaşü. Macaristan'ın başkentini teslim alırken yanında sadece bir içoğlanı vardı. Budin, tüm kaleleri ve burçlanyla o dönemde herhangi bir şehir kadar kendini savunabilecek güce sahipti, mrahim şehrin anahtarlarını derhal sultana yolladı. Kanunî, Hazine'yi, silah depo­ larını ve sarayı boşalttırdı. Mohac/ta soylular ve komutanlardan pek geriye kalan olmadığı için buralan ağzına kadar doluydu. Bü­ tün b u servet, 1456'da H Mehmed Belgrad kuşatmasını kaldırdığı zaman ele geçirilen topla bülikte, Tuna yoluyla önce Belgrad'a gön­ derildi. İbrahim Paşa, Herakles, Diana ve Apollon'a ait üç klasik heykeli İstanbul'a aldırıp bunları zafer anısına sarayının bahçesine koydurdu. Bu heykeller sonraki on yıl içinde kendisinin de düşü­ şüyle bülikte yobazların b ü saldırısında parçalandı. Saldırganlar onlan l^ârülerin krak ve onun çocuklan sanmıştı. Kanunî Sultan Süleyman, boşaltılmadan önce Budin'deki görkemti sarayda kakp dinlendi. İmparatorun avlaklarında ayı, panter, kurt, yaban domuzu, ceylan, çakal, tilki ve tavşan avladı. Doğanlan ve kar leoparlanyla yaptığı iki büyük av partisinden keklik, sülün ve güvercinle bülikte pek çok avla döndü. Oysa mrahrm Paşa, ka­ zanlarını kutsanmamış av ederiyle doldurmak istemiyordu. Vakti­ ni Tuna üzerinde yeni bü köprü inşa ederek ğeçüdi. Bu uzun köp­ rü bübirine zincirlerle sıkıca bağlanmış teknelerden oluşuyordu. Tekneler baştan ve kıçtan kilise çanlanyla dernülenmişti. Sadece bü hafta süren b u çakşma sırasında İbrahim Paşa yanına aldığı yeniçe­ riler ve süvarilerle güzel kız ve erkek çocuklar aramaya çıktı. Kemalpaşazade'nin vakayinamesi b u çocukların vücuüarınrn limon ve su gibi, teberinin parlak beyaz olduğunu yazmaktadır. Köprü tamamlanınca mrahim Paşa yeniçeri ve sipahüeriyle karşıya geçti. Sultan köprüden geçmek için müneccimlerinin bekrleyeceği en uğurlu zamanı bekledi. Sadrazamın ise yıldızlara gerek duymadığı­ nı belirtmek gerekir. Süleyman döneminde batıl inançlar, büyü ve uğursuzlukla ilgili hususlara uyulması protokol kuratiarrnın önün­ de geliyordu. Neyse k i müneccimler uğurlu vaktin geldiğini kısa zamanda bildirdiler ve sultan zafer alayı ile Peşte'ye güdi. Kendisi- 149 nin Budin'den ayıüışıyla birlikte bütün zanaatkar ve tüccarlar Osmank vüayetlerine gönderildi. Ardından bu görkemk şehir anıtlanyla bülikte, saray dışında, ateşe verihp tahrip edildi. Sarayı koru­ mak üzere güçlü b ü yeniçeri bühği bıratolmışti. 7 Ordu güneye, Szeged'e doğru yola çıkü. Szeged sakin ve gü­ zel bü şehirdi. Gereksiz yere sadece bü gece düenebildi ve o da yağ­ malanarak yakıldı. Halk kıkçtan geçirildi ya da esü alındı. Olaylar kalelerin ve şehülerin ümitsizlik içinde boşaltılmasına y o l açmışti. Bunların hepsi, meyve ağaçlan ve çiçeklerine kadar, yağmalandık­ tan sonra yakıldı. Ancak mevsim ilerlemişti ve hava koşullan ürkü­ tüyordu. Osmanklar arkalarında çöle dönmüş ve yıllar boyu ıssız kalacak topraklar bırakarak geriye döndüler. Sultan olmanın büyüklüğü Şimdi taktik değişmişti: ordusunun başında Tuna'yı Kanunî Sultan Süleyman aştı. mrahün Paşa ise Osmanlı topraklarına gtiene kadar artçı kuvveüere komuta ederek kendisiyle Belgrad'da buluş­ tu. Anadolu beylerbeyi ile emrindeki bülikler ve ağırkklan buradan Gekbolu yoluyla Anadolu'ya gönderildi. Balkanlar' dan gelen kuv­ vetler de geldikleri vilayetlere yollandılar. Sultanın ordusu, gani­ metleri ve hazineleri taşıyan kervanlar dışında küçülmüştü. Bu arada sultana Anadolu'da başlayan ve İbrahim Paşa'nın önceden tarurtin etmiş olduğu b ü ayaklanma haberi ulaştı. Ancak buna önderlik edenlerin kesilen başlan getirilip sultanın ayaklan d i ­ bine serilince olay yatişti. İstanbul'a dönüş zamanı gelmişti. Sonba­ har yağmurlarının getirdiği sellerle bazı yolların kapanması yüzün­ den sultan başkente 13 kasımda ulaşabildi. Süleyman'ın şehre za­ ferle girişini düzenlemek için İbrahim Paşa ve vezüleri İstanbul'a ondan bü gün önce geldiler. Şehrin kasım ayında hiç de yabancısı olmadığı yağmurlu ve tirtinak b ü gündü. Buna rağmen halk Kanu­ nî Sultan Süleyman'ı kutlamak için sokaklara dökülmüştü. Onlara göre rüzgâr sokaklan temizliyor, yağmur ise kutsal savaşm kahra­ manı için Tann'mn gönderdiği sevinç gözyaşlan olarak gökten boşanıyordu. YEDİNCİ BÖLÜM Balık baştan kokar Akşamın gölgeleri Baüda tarandığı adıyla Muhteşem Süleyman tahta akar çık­ maz, ihtüaslarına destek veren can dostu İbrahim Paşa'yla bülikte büyük seferlere girişti. Yapılan savaşlarda sipahilerle akmaların coşkusu yeniçerilerin ateş gücünü dengelemişti. Tuna Nehri, Os­ manlıların Avrupa'daki hududunu oluşturuyor ve buranın güvenkği nehir üzerinde seyreden bir donanmayla sağlanıyordu. Budin'ıri ele geçmesini ve Macaristan'ın Osmank topraklarına katilmasını zaferlerin en büyüğü izlemekydi: Viyana'nın fethi. Roma'nın bü düş olarak kalması gibi Viyana seferi de ulaşımda karşılaşüan güçlükler yüzünden başank olamadı. İyi bü eğitim görmüş olan genç sultanın etkileyici bü kişiliği vardı. Kendisinin yaranda içoğlanı olarak bulunan Geuffroy, yüz hatlanrun muntazam olmayışından ve uzun kızıl bıyıklarını beğen­ mediğinden bahsederken koyu renkk i r i gözlerine de değinmişti. Ramberti, sultanın felsefe bÜgisine ve kanunlarda yapüğı reformlar­ la bunlara getirdiği düzene büyük hayranlık duymuştu. Bu düzen­ lemeler yalnızca hukuk büginlerinin eseri olmayıp, bizzat sultanın yalan ilgisi ve denetimi altında yapılmıştı. Kanunî Sultan Süleyman, Anadolu'daki ve yeni ele geçirilen bölgelerdeki isyanlarla da uğraş­ mak zorunda kaldı. Macaristan seferi sırasında Anadolu'da filizle­ nen aşüet ayaklanmalan 1528 yılma kadar sürdü. Bunlardan birin­ de barbarlığıyla tanınan b ü aşiret, Beylerbeyi Ferhad Paşa'nın kaldı­ ğı çadırın gergi iplerini keserek yapılabilecek en ağır hakarette bu­ lunmuş ve böylece olaylar doruk noktasına ulaşmıştı. Başkalctiranlar aslında süahk soygunculardı, züa o dönemde Küçük Asya'da vatanseverlik kavramı söz konusu değildi. Durumdan yararlanan diğer aşüetler de yağma ve kattiamlaıa girişince ordugâhını Kayse- 152 ri Ovası'na kurmuş olan Hürrem Paşa süratle harekete geçti, fakat çatışmalarda can verdi. Bunun üzerine emrindeki birlikler karmaka­ rışık bir şekilde dağıldılar (unutmamak lazım k i düzensizlik acil du­ rumlarda bir taktik olarak da uygulanabilirdi). Asiler böyle bir başa­ rı beklemiyordu, çünkü ne askerî ne de siyasî bü hedefleri vardı. Başlarındaki Baba Zünnun ya da -sonralan- Kalender Çelebi gibi bazı Türkmen önderler aslında sadece cesur dervişlerdi. Ancak dev­ lete galebe çalmış olmalarına rağmen aşiretler b u kez de intikamdan korkmaya başladılar. Muzaffer Osmanlı sultanı Budin'den dönünce onunla baş edebÜecek güçte olmadıklarını biliyorlardı. Asüer 1526'da Hürrem Paşa'ya karşı kazandıkları, yenilgiden pek ayırt edilmeyen zaferden sonra paşanın tüm silahlarını ve hazi­ nesini atlara yükleyip Azerbaycan'daki Kızübaşlara katılmak üzere yola düştüler, ama geç kalmışlardı. RumeÜ Beylerbeyi Hüseyin Pa­ şa üzerlerine yürüdüyse de yemçerilerin kararsız davranışlan yü­ zünden hayatını kaybetti. Ancak Diyarbakır'daki kışkk ordugahtan kuzeye doğru harekete geçen Hüsrev Paşa'nın süvarileri asileri k u ­ şatarak acımasızca kıkçtan geçirdi. Buna rağmen ayaklanmalar tam olarak basünlmış değildi. Bü yıl sonra Derviş Kalender Çelebi, İsa'nın Muhammed'e üstün olduğu iddiasını ortaya atü. Şeyhülis­ lam ve ünlü vakanıvüs Kemalpaşazade b u karmaşık ortamda Osmank İmparatorluğu'nun temel ükesinin akılk ve muhafazakâr bü yönetim ve eyalederle tımar sahiplerinin sürekü denerim alanda tu­ tulması olduğunu söylemişti. Tımar sahiplerine verilen haklar ka­ yıtlara sadece ömür boyu olarak ve sultan namına işleniyordu. Tarlalan at nallan altında çiğnenen köylünün haklarına, beklentilerine ve çaresizkğine kanunlarda yer veriknernişti. Anadolu buna karşı 1 sessiz kalmadı, fakat b u sese cevap veren de olmadı. Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatı imparatorluğun diğer topraklarında başardı bir gelecek vaat ediyordu. Mısır'a giden de­ niz yolunun güvence alana alınması için Rodos'un fethi gerekliy­ d i . Batı'da üst üste kazanılan zaferler, Asya'daki sınır boylan ye­ 2 rine Rumek'de savaşmayı tercih eden yeniçerilerin başansıydı. Za­ fer daima tatkdır. Kazanılan ganimetler ve estiler devam ettiği sü­ rece ya da ordular Viyana önlerinden geri dönene kadar batıya doğru genişleme politikasında b ü değişikliğe gerek yoktu. Viyana seferi bÜe yenilgi sayılmazdı, sadece kış şartlan nedeniyle kuşat­ madan vazgeçilmişti. 153 1520'ti yıllardaki zaferlerin bir nedeni de silah üretiminin sürekk oluşuna bağkydı. Ancak dökümlerin elle yapıkyor olması top­ larda baza hatalara sebep oluyordu. Topların namlu ölçülerinde farklılıklar vardı ve Osmanlıların arzu ettiği şekilde standardize edilemiyordu. Bu nedenle bir sefere çıkılmadan Önce toplarla birlik­ te gidecek güUelerin seçilmesi gerekliydi. Öte yandan b u topların şöhreti oldukça yaygındı ve Osmank topçuları sadece Hindistan'da değil, düşman bir ülke olmasına rağmen İran'da bile topçuluk eği­ timi veriyordu. Topların istenen hatasız düzeye ulaşması XVIII. yüzydda Gribeauval'in üretimi standardize ederek parçalan bübiriyle değişrüilebikr hale getirmesine kadar sürdü. Bu Fransız mü­ hendis aynca top arabalarının ağırkğını hafifleterek onlan çeken at sayısını da azalttı. Fransa'daki bu uygulama böylece Fransızların eğitimi altında Osmank İmparatorluğu'nda da başlatılmış oldu. Za­ man akıp giderken yazgılar da değişiyor. İbrahim Paşa'nın zekâsı ve kişiliği Kanunî Sultan Süleyman'ın muhafazakâr kötümserkğini dengeliyordu. Ancak sahip olduğu güç onu giderek yozlaştirdı ve ne yazık k i istemediği halde mart 1536'da paşanın idamını emretti. 3 Osmank ordusunun ihtişamı sönmüştü. Elde edüen ganimetler ve estiler azalırken parasal sorunlar büyümeye başladı. Yeniçeri sayı­ sının ve emekli olanların artışı, eğitimli b ü orduyu sürekli silah al­ tında tutmanın matiyeti üzerine gölge düşürüyordu. Buna rağmen 4 her şey o kadar da kötü değildi. Tuna'nrn güneyindeki topraklar, Macaristan'da meydana gelen ayaklanmalara rağmen Osmank hâ­ kimiyeti altındaydı. 1547 yılına gelindiğinde yeniçeriler sürekli sa­ vaşlardan yorgun düşmüş, divandaki savaş yanklanrun etkisi de "azalmıştı. İtalya'da huzursuzluk devam ediyordu. Akıncıların V i cenza'ya yaptığı saldrnların izleri silinmemişti. Bu nedenle İnebahtı Savaşı'na katılmak üzere Avusturyak Don Juan'ın emrine verile­ cek iki kalyonun donanımı için büyük masraflar yapmışlar ve V i cenza b u yüzden iflasın eşiğine gelmişti. Aynı nedenle Loggia del Capitanio da hiçbü zaman tamamlanamadı. Aslında bu korku yer­ 5 sizdi zira Osmanklar gözlerini doğuya çevirmek zorunda kalmış¬ lardı. İran'la çatişma Açınılmaz hale geliyordu. Yeniçeri ağası olan Arnavut Kara Ahmed Paşa büliklerini ve sipahileri toplayarak on­ lan yeni zaferlere götürdü. Ancak bütün bunlar imparatorluğun ya­ kasını bırakmayan ekonomik krizi hafifletmeye yaramadı. Bati A v ­ rupa da ekonomik sorunlar içindeydi, ama buradakıriin nedeni Ye- 154 n i Dünya'dan akmakta olan gümüşün yarattığı dengesizlikti. Os­ manlı İmparatorluğu'nda yaşanan sorunlar ise savurganlıktan kay­ naklanıyordu. 1544 yılında sadrazamlığa getirilen Rüstem Paşa enflasyonu süraüe kontrol altina alabilmek için akçenin değerini düşürme yolu­ nu seçti. Bunun yanı sıra acımasız bü malî politika uygulayarak çi­ 6 çeğe bile vergi getirdi. Kararkkğı sayesinde ve halkın kendisine duyduğu nefreti hiçe sayarak Hazine'yi ve kendi kesesini doldur­ 7 du. Bu arada askerin ulufesi de düzenli olarak verilmeye başlandı. Ancak I . Selim'in istikrark yönetimi alfanda eyaletlerin ulaştığı refah düzeyi geritiyordu. Köylüler topraklarını bırakıp şehirlere yerleş­ meye ya da dağlara çıkarak eşkıyaya katılmaya başlamıştı. Kanunî Sultan Süleyman ölmeden önce enflasyon korkunç boyutlara ulaştı. Asker kökenli olan Rüstem Paşa son derece çirkin bü insandı, ama sultanın kızı ve dünyanın en zengin kadını olan eşi Mmrimah Sultan'a herhalde b u kadar itici gelmiyor olmalıydı. Nicolas de Nicolay, Rüstem Paşa'nın amcasını ve yeğenlerini sokaklarda dilenmeye terk ettiğini anlatır. Yeniçerüerin paşaya duyduğu nefret onun bü süre için sadrazamlık makamından uzaklaştırılmasına ve savaşlarda or­ duya komutanlık edemeyecek kadar yaşlanmış olan Kanunî Sultan Süleyman'ın yerine oğlu Mustafa'nın tahta geçmesi için bü komplo hazrrlanmasma yol açtı. Sultan gerçekten de kendini melankoliye ve batıl inançlara taptırmış, barışı savaşa, kitaplan eğlenceye tercih eder olmuştuk Ordusuyla bülikte Amasya'da konakladığı zaman kriz doruk noktasma ulaştı. Büyükelçi Busbecq b ü görevle oraya vardığında Şehzade Mustafa tuzağa düşürülerek üç dilsiz taralın­ dan boğuluyordu. Babasının çadırında canını kurtarmak için boğu­ şurken sultan her şeyi duyabüeceği kadar yakındaki bü perdenin arkasında beklemekteydi. İbrahim Paşa'nın ölümü sultanı kasvete 9 boğmuş ve asabi yapmıştı. Yine de hiçbü görevden kaçınmıyordu, cellatlıktan büe. Ve Kanunî Sultan Süleyman 1566 yılında ordusunu sefere götürürken Erdel'de hayata gözlerini yumdu. ^ Yüzyıl süren fetihlerin sonrası Kanunf n i n ölümü Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'yı kaygı­ landırmıştı. Tahtin vârisi II. Setim alelacele Manisa'dan getirilene kadar b u n u yeniçerilerden sakladı. Şehzadenin İstanbul'a varışın- 155 dan birkaç gün önce 11 Kanunî Sultan Süleyman'ın ölmüş olduğu dedikodusu etrafa yayılmış, ancak yeni sultanın ordusuyla yüz yü­ ze gelmesinde herhangi bü sorun çıkmamıştı. Asker b u tombul ve neşeÜ veliahb küçümsüyor, o da hükümdar olmanın yarattığı tedir­ ginlik ve şaşkınkğı içkiyle boğmaya hazırlanıyordu. Yeniçerilerden korktuğu ortadaydı. Buna rağmen onlara sadrazamın uygun gör­ düğünden daha da sert davranmak istiyordu. Oysa dirayeti! bü devlet adamı olan Sokollu Mehmed Paşa ordunun ve imparatorlu­ ğun yönetimini kendi ellerinde tutmak eğilimindeydi. H. Selim'den sonra tahta geçen oğlu IH. Murad kendisine Kra­ liçe Elizabeth'ten armağan olarak bü saatli org getiren Thomas Dall a m i İncili Köşk'te huzuruna kabul etmişti. Dallam, sultanın o ka­ dar yalonındaydı k i orgu çalarken onun kaftanına sürünüyordu. Aslında b u cüretin cezası ölümdü, oysa sultan onu alkışla Ödüllen­ direrek yüksek b ü getir karşıkğı hizmetine almak istemiş, Dallam ise Lancashire'daki ailesine dönmeyi tercih etmişti. Anılarında I I . Selim'in atmacalar taşıyan yüz dilsiz uşağından ve yüz cücesinden bahseder. Dönemin modası olan bu Avrupa tarzını II. M u r a d da be­ nimseyecek ve babasının çevresini dolduran b u kafileye birtakım ucubelerden başka palyaçolan da katacaktı. Bu eğlenti biçimine an­ cak Vicenza'daki muhteşem Vaknarana Villası'nda ya da Mantova Sarayı'nda rastlamak mümkündü. 12 Yan Venedikli olan Sultan Murad'ın gösteriş ve debdebe an­ layışı İtalyan tarzına uygundu. Sadrazam ise ekonomik nedenlerle bu ihtişamı kontrol altinda tutmaya çalışıyordu. Bu arada Sokollu 13 Mehmed Paşa'nrn konumu sarayda başlayan Musevî etkisinden dolayı, Özellikle II. Selim'e şarap temin eden Naxos Dükü Joseph Nasi yüzünden zayıfkyordu. Sadrazam, Tophane sırtlanndaki Cihangü semtinde ulemanın gösterdiği tepkiye rağmen bü rasathane kurulmasını sağlamıştı. Aynı zamanda Osmanti İmapartorluğu'nun dış politikasını Batı'dan, kendisinin doğduğu ve akrabalannın yaşamakta olduğu Hıristiyan eyaletlerden Doğu'ya doğru yön­ lendirmiş, D o n Nehri'nden Volga'ya kanal açılması için sonuç aknamayan bü girişimde bulunmuştu. Ortaya çıkabilecek sorunlar­ dan çekinen Kırım hanını ikna etmek mümkün olabilseydi, b u giri­ şim başanya ulaşabilecekti. Kanal projesi bü kumardı, ancak önemliydi. Eğer başanlsaydı, Orta Asya'yı imparatorluğa bağlayacak ve Osmanklann İpek 156 Yolu'mı kontrol altına almasını sağlayacakta. Böylece Tuna Nehri'ndekirün benzeri bir donanmayla IH. İvan'a bağk Rus Kazaklannın saldırıları önlenmiş olacakü. Kırım hanı Osmanlı bülılderıriin gelişine, cephane ve erzakın Azak'ta depolanmasına karşı çıkmadı. Çerkez Kasım Paşa, Kaffa'ya 10 000 asker ve 6 000 işçi yığmışü. Kı­ rım Hanı Devlet Giray ise paşaya sadece 3 000 Tatar süvarisi gön­ derdi. Kafile hazüan 1570'te hareket etti. Don Nehri'nde toplarıyla bülikte yol alan 500 asker Perekop'ta ordugâh kuracakü. Kanal için çakşmalara gecikmek olarak ağustos sonunda başlandı. Ekim ayı­ rım fırtınaları ve don başladığında kanalın ancak üçte büi kazılabüırtişti. Çakşmalann Üerleyişinden endişeye kapüan Devlet Güay süvarüerini geri çağırdı. Kazak tehlikesine topraklarındaki sultanın askerleri yerine kendi bülü<lerinin karşı koymasını tercih etmişti. Nitekim aldığı b u kararın doğruluğu, Tatar büliklerıriin bahar ge­ lince Moskova'ya ulaşmasıyla kanıtlanmış oldu. Böylece müttefiki tararından terk edilen Kasım Paşa, korkuya kapılan bülMerini kışı geçirmek için ordugâh kurmayı düşündüğü Astrahan'a götürmeye ikna edemedi. Babıâk'nin emülerini dinle­ meyerek toplan toprağa gömdü ve kampı yakarak zorlu geçen bü yürüyüşten sonra Azak'a geri çekildi. Buradaki cephanelikler ve malzeme depolan yakılmışü. Bunu yapanların Rus ajanlan mı yok­ sa başkaldıran bazı yeniçeriler m i olduğu anlaşılamadı. Yangın, planlanan seferin ertesi yıl tetoarlarımasrnı engelledi. 1571, kanal yerine İnebahü yık oldu ve Sokollu Mehmed Paşa'nın bu en büyük düşü gerçekleşemedi. Kanunî Sultan Süleyman'dan sonra tahta çıkan E. Selim ve ÜT. Murad onun askerî alandaki dehasından ve ihtiraslarından yoksun­ du. Yine de yeteneksiz sayılmazlardı ve imparatorluk onların yöne­ timi altinda, aşın makyetine rağmen genişlemeye devam etti. Di. M u r a d döneminde akçe değerinin yeniden düşürülmesi alım gücü­ nü zayıflattı ve ekonomik konularda basit görüşe sahip yeniçeriler 1584 yılında kazan kaldırdılar. Tek kazandan çıkan ses zaten yete­ rince ürkütücüydü; büçok kazandan ise yıldırımlar yüklü gök gü­ rültüleri yansıyordu. Yeniçeriler ayaklanmıştı. Bu isyana defterdar ile Rumeli beylerbeyi ve darphane kurban gitti. Öte yandan akçenin değer kaybında yeniçerilerin İran'da uğradığı yenilgilerin de payı vardı. Bu savaşlar sırasındaki davranışlan utanç vericiydi. Kendi 15 subaylarını öldürdükten başka, çok önemli bü Osmanlı geleneğini 157 hiçe sayarak yerti halka tecavüzlerde bulurımuşlardı. Bu davranışı İstanbul'a dönünce de sürdürdüler. Kendi başkmtierrni sanki istila ediyormuş gibi şehir halkına saldırılarda bulunup dükkânlan yağ­ maladılar. HI. M u r a d ve yerine geçen oğlu IH. Mehmed yeniçerile­ rin sadatatırii ancak onlan satın alarak sağlamak zorunda kaldı. 16 Çerçekten de HI. Mehmed 1595'te tahta çıküğında sarayın yağma¬ lanmamış ve canını kurtarmış olmasından dolayı şanslıydı. Aynı şekilde eyaletlerde de ayaklanmalar başlamış ve düzen bozulmaya yüz tutmuştu. Bu kaçınılmazdı. Yeniçeriler kırsalda eşkıyakk yap­ maya başlamışü. Diğer eşkıyalarla aralarındaki fark yeniçerilerin dağlara sığınmak zorunda olmamalarıydı. Ancak buna paradoks olarak büçok yeniçeri ortası da Rumek'de A l m a n prenslerine karşı başanyla savaşmaya devam ediyordu. TarikaÜarrn gücü Muhammed'in Medine'ye Hcretinin bininci yıldönümü tüm İslam dünyasında heyecanla bekleniyordu. 1591-1592 yıllan İstan­ bul'da olağanüstü b ü durumla karşılaşılmadan geçti. En kayda de­ ğer olay yeniçerilerin Bektaşî tarikatıyla ilişkisinin resmen tanınmasıydı. Bektaşî dedebabası yüksek b ü rütbeyle taltif edilmiş, sekiz 17 Bektaşî dervişi 99. Orta'ya alınarak Şehzade Camii yakınındaki Ye­ n i Odalar'da kalmalan sağlanmıştı. Resmî törenlerde Bektaşî dede­ babası yeniçeri ağasının önünde yer alarak imparatorluk ve onun savaşçılan için yüksek sesle dualar okur, diğer dervişler de buna hep b ü ağızdan katılırdı. Bektaşüerin simgesi olan teber (iki başk balta) b u orta tarafından da simge olarak kabul edildi. riıristiyanlann Bektaşî dervişlerine yakınlık duyduğu söylenüdi. Yeniçeriler de, Hıristiyan doğmuş olmalan nedeniyle onlara karşı yakınlık duyarlardı. Bektaşîlerin yapısında var olan b t i l i k 18 anlayışının, İstanbul'da loncaların yeniden ortaya çıktığı ve yeniçe­ rilerin ticareüe ilgilenmeye başladığı dönemde yarark olduğu söylenebilü. Bu tarikat sağladığı tüm haklar ve yükümlülüklerle Yeni­ çeri Ocağı'na, kendini bağk hissedebileceği hazır b ü düzen sağladı. Oysa b u bağkkk çok daha önceleri, sadece saraydaki içoğlarüarının değil yeniçerilerin Hıristiyan doğumlu olduğu dönemde de kurulabitirdi. Aynca Bektaşîlik hiçbü kutsal kitaba, İncil'e ya da Kuran'a bağk olmayanlara, hatta eski ilkel dinlere tapanlara da kapılarını 158 açık tuttu. Kaldı k i Timur'un Anadolu'yu istila ettiği tarihlerde b u toprakların nüfusu azalmışti. Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanaü sırasında, kargaşanın ge­ çici olarak bastınlmasıyla kasabalar ve şehirler yeniden büyümeye başladı. Fakat b u artış Anadolu'daki nüfusun kök salarak gelişmiş olduğunu göstermiyordu. Busbecq'in Bursa'nın doğusunda gör­ müş olduğu düz damk, basit kerpiç barınaklar tarıma yönelik yer­ leşim birimleri olmaktan çok, ıklım şartlarının ve yağmaların yaratüğı sürekk b ü korku altında yaşayan insanların başlarını soktukla­ rı mekânlardı. Devlete ya da eski askerlere ait arazÜer, b u fakükğıri ve cehaletin yabani yaşamı ortasında büer vaha gibiydi. Bektaşî tarikatı Orta Asya ve özellikle Horasan'daki şamanlara benzeyen babalar tarafından kurulmuştu. Merkezi Kırşehir adın­ daki küçük bü kasabada bulunuyordu. Türkçe konuşan b u Türk­ menler en eski Türk şiü geleneğine ve basit simgeciliğine bağkydılar. Gelişmiş dinlerden çok, şamanizmle paylaştığı yönleri vardı. Daha entelektüel içerikli olan A h i kardeşliğiyle bağlantısı törensel yemek yeme âdetlerinde ve mumlarla yaptıkları danslarda yansı­ yordu. Bu m u m dizilerine Anadolu'daki bazı camilerde rastlamak hâlâ mümkündür. Atatürk devrimleri sırasında yasaklanmış olma­ sına rağmen müritierırîin çokluğu göz önüne alınırsa, Bektaşiliğin, çeldritiğini hâlâ kaybetmemiş olduğu söylenebilü. E. M a h m u d ' u n XTX. yüzyıl, Cumhuriyet'in de XX. yüzyıl başlarında b u tarikatı ka­ nundışı üan etmesinden sonra Bektaşîler ancak 25 yılda kendilerini tekrardan toparlayabilmişlerdi. Bektaşî felsefesinin çekici olan yanı, insan ruhunun varkğına ve b u ruhun yokluk anlamına gelen ölümü aşarak göç ettiğine du­ yulan inançtı. Sünnîlere ters düştüğü için tarikatta gizlilik esas ol­ muştu. Merkezî hükmrtetin güçlü olduğu dönemlerde ulemanın otoritesi sağlamdı. Ancak Bekraşîlerin gizlilik anlayışı sıkı sıkıya ka­ pak olmak da değildi; günümüzde Rotaryerderinki gibi açıkbü giz­ lilikti. İçeriğinde, kökleri şamanizme uzanan çeşitti tabular ve baül inançlar yer almıştı, örneğin masa üstünde kaşık bırakmamak gibi. Kapı eşiklerine basılmaması da Moğollardan gelen bü gelenekti. Aynı âdet Ahilerde de vardı ve kökleri Âdem'den önceye uzanan unutulmuş bü inançtan kaynaklanıyordu. Tavşan eti yemek, tavşa­ na bakmak yasaktı. Tavşan gören Hşinin ona hemen sırtını dönme­ si gerekirdi. Tarikatın Türk olan bü yanı devlere ve olağanüstü gü- 159 ce duyulan hayranlıktı. Güreş sporunun ilgi görmesi bununla bağlantıkdır. Bektaşîler iyimser ve Epikürcü düşünceye yakın bü felsefe ge­ liştirdi. Bu bakış açısı, köylünün kurnazkğı ve masurniyetiyle besle­ nen Nasreddin Hoca'nın üıce nüktedanlığını da içeriyordu. İçki iç­ meyi severlerdi. Kadınlara karşı hoşgörülüydüler. Bü çelebinin yö­ nettiği Kuşehü'deki tekke, içinde kadınlara ait bölümler, mutfak, fı­ rın, dua mahfilleri ve toplantı mekânları olacak kadar büyüktü. D i ­ ğer bütün tekkeler Bektaşî babalarının yönetimi altında olup Kırşe­ hir'deki tekkeye bağkydı. Anadolu'da Bektaşîlik, Osmancık ile El19 mak'yı ve buranın dağkk yörelerinde yaşayan Tahtaalan da içine alarak büyüdü. Tahtacılar, büçok eyalette merkezî yönetime başkaldıran asilerle işbtikği yapıyorlardı. Bu tarikat Marmara Denizi'ni aşarak Dünetoka'dan Balkanlar'a ve Arnavutluk'a kadar yayıldı. Hıristiyan eyaletlerin hepsinde müritleri vardı. Yeniçerilerle arala­ rındaki bağın resmen tanınmasından önce devşirmelerle olan ilişki­ leri bunun nedenini kısmen açıklamaktadır. Bektaşî kardeşliği b ü süre H Mehmed'i de eüalemişti. Fakat sonradan tarikatın düzeni yıkmaya yönelik eğilimlerini fark ederek ürkmüş, hatta dinî inançlara aykın olduğu düşüncesiyle bazı mürit­ leri Üçşerefeti Carrti'rıin avlusunda yaktirmışu. 1502 yılında Şah İs­ mail adında bü yobaz da Bursa'da yakılarak öldürülmüştü. E. Ba20 yezid, Elbistan'ın Dulkadü ailesi gibi (II. Mehmed b u aileden b ü kızla evlenmişti) Bektaşîtiği hoş karşılamış ve tarikata bağışlarda bulunmuştu. Oysa kulağı delik I . Selim, Bektaşîlerin Türkmen aşiretleriyle ilişkileri nedeniyle Kırşehir'deki tekkeyi 1519'da kapatmış ve burası ancak 1551 yılında yeniden açılabilmişti. 1577 yıknda ken­ disinin Şah İsmaü olduğunu söyleyen bü diğer fanatik Malatya'dan taraftarlar toplayarak tarikatın kurucusu H a a Bektaş'ın mezarında kurbanlar kesmişti. Yeniçeriler Bektaşî tarikatına girince dervişlere ocaktan bağışlar verilmeye başlandı. Bununla ilgili olarak Kırşehü'de tek bü kitabe vardır. Kitabe türbenin damının onarımı için 1618'de yapılan bü bağıştan bahseder. 21 Halk tabanlı Bektaşî tarikatının yeniçerilerle büleşmesinin b ü sonucu da her isteyenin ocağa kabul edilmesi oldu. Oğullan asker­ lik çağma gelen Hıristiyan aileler onların yerine aknmalan için yok­ sul Müslümanlara, Yahudilere hatta yasaldı olan Çingenelere bile para ödüyorlardı, m. Murad, akrobat ve soytanlanrun kaydedilme- 160 si için ocağa baskı yapmışti. 1630'lu yıllara gekricUğinde bir döne­ m i n en seçkin askerleri olan yeniçerilerin saflan arasında Tatarlara, deveciler ile katırcılara, Karadeniz'deki aşirederden gelen Lazlara, rmomlarda dolanan serserilere rastlanmasına şaşmamak gerekir. Ancak şu husus da unutulmamakdır ki, Wellington Dükü'nün ka­ yıtlarında belirttiği gibi, Avrupa'nın bazı seçkin alaylan da alt taba­ kadan gençlerle doluydu. Yeniçeriler, askerî olduğu kadar poktik açıdan da önem taşıyordu. Ancak kuralların çiğnenmesi, onların sa­ vaş gücünü etkilememiş olması gereküken, büçok farkk topluma egemen olan imparatorluğun gücünü kaybetmesinin ardındaki hastakğı yansıüyordu. Bakk baştan kokar; her Türk'ün bildiği bü atasözüdür bu. Ka­ nunî Sultan Süleyman döneminde makamların satışından elde edi­ len geliri Sadrazam Rüstem Paşa b ü vergi kaynağı olarak kullandı. Rüşvet denen pislik, imparatorluğun çatlaklarından, köşesinden bucağından yaşamın içine sızmaya başlamışü. Akraba kayırmak aşın boyutlara ulaşmış, hatta Sokollu Mehmed Paşa'nın ölümüne bile sebep olmuştu. Geliri yüksek olmayan subaylar bÜe evlerinde hizmet edenleri Yeniçeri Ocağı'na aldırarak maaş ödemekten kur­ tuluyorlardı. Ocağa kanlan zanaatkarlar kendi aralarında Örgütler kuracak kadar çoğalmıştı. Yeniçeriler b ü zamanlar Ahilerin sindi­ 22 rilmesinde yardım etmişlerdi; bundan dolayı aralarında düşmanlık vardı. Oysa Bektaşî dervişlerinin öncülüğünde gerçekleşen b u büleşme ise çekilen yoksulluktan kaynaklanıyordu. Devalüasyon devlerin bilinçle uyguladığı bü ekonomik potitika haline gelmişti. Yeniçeriye verilen ulufenin alım gücü erimeye başlayınca, subaylar ocağa hayalî isimler kaydetmeye, asker de 23 kışla dışındaki işlerde çalışmaya başladı. Yeniçerilerin b ü kısmı es­ naflığa giderek daha çok vakit ayırır oldu. Askerlikle bağlantılan sa­ dece ulufe dağıtım günleri Etmeydanı'nda toplanmakla sınırlandı; tabu Hazine ödemeleri geciktirmemişse. Çoğu evlenmişti ve kendi evinde kakyordu. Bu nedenle kışlalar hemen hemen boşalmış d u ­ rumdaydı, temizlik bile yapılmıyordu. Kanunî' nin ölümünden son­ ra devşirme pek az uygulandı ve pek çok genç Anadolu'da eğitim görmeden babasının ortasına kaydedildi. İstanbul'daki Yeniçeri Ocağı'yla bağlanub olmadan, eyaletlerdeki mahallî yeniçeri büliklerine asker aknması giderek kural halini aldı. Bağdat gibi şehirler­ de nüfusun nerdeyse mahallî ordudan oluştuğu söyleniyordu. 161 Şam ve Halep'te ise, İslam dünyasının varlıklı üst sınıfı olan ulema, halkın orta kesimiyle çatışma halindeydi ve bugün mutlakı­ yetle yönetilen ülkelerdeki gibi askerle bü parti üyesiymiş gibi oy­ nuyordu. Bu şehirlerde yeniçeriler ayaktakımmdan olmasalar bile toplumun alt tabakalarından geliyorlardı. Şöhrete uzanan yolda rakip tarikatlar Sipahiler de tasavvufa yönelikti ve Bektaşîlerin rakibi olan Melamîlik tarikatını beıtimsemişlerdi. Gizliliği olmayan b u tarika­ tın köklerinde monizm felsefesi yatıyordu. Bunlar ortodoks inanç­ lara karşı oluşu nedeniyle baskı ve zulüm gördülerse de Melamîlik bundan kaynaklanan tepkiyle, özellikle Edirne ve Balkanlar da 1 hızla yayılmıştı. Ulemayla aralarındaki çekişmeler yüzünden tari­ katın başı ve 40 müridi 1662'de Köprülü Fazıl A h m e d Paşa'nın em­ riyle idam edildi. Oysa, 50 yıl sonra sadece Sadrazam A t i Paşa de­ ğil, donemin şeyhülislamı bile b u tarikata güecekti. Melamîlerin Halveti ve özellikle bugün de Türkiye'de varkğmı sürdüren Nak­ şibendî tarikatlanyla yakınkğı vardı. Nakşibendîler 1826'da Bekta­ şîlerin mal ve mülküne sahip çıkacak ve zulümden kaçan müritle­ rini barındıracaktı. Yönetim ve ulema ise rağbette olan b u tarikaüann aksine Mevlevîliği benimsemişti, Mevlevîlik uygar ve seçkin bü felsefeye sahipti. Osmank sultanlarına geleneksel olarak Osman Gazi'nin kık a , Eyüp'te Mevlevi halifesi tarafından kuşatikrdı. IV. Murad Konya'daki dergâha büyük bağışlarda bulunmuştu. Mevleviler giderek güçlendiler ve etkinlikleri arttı, öyle k i IV. Murad'dan sonra başa geçen Deli mrabim'in tahttan indirilerek yerine IV. Mehmed'in ge­ tirilmesinde önemli rol oynadılar. Karşı konulmaz b ü manevî de­ ğerler arayışı içinde olan Osmank toplumunda subaylar bübülerinden farkk tarikatlara mensuptu. Sufî mistisizmi sürekli bü güven­ sizlik, tedirgintik ve kuşku ortamında yeşeren batıl inançları banndınyor, körü körüne inanca bir pencere açarak Dante'nin görmeyi Öğrendiği ve "İl Paradiso"da yücelttiği ışığı yakalamaya çalışan bü felsefeyi yansıtıyordu. Böylece Hicret'in bininci yıldönümüne rastlayan 1591-1592 yıllan, tutuculuğun insan düşüncesine egemen oluşu gibi daha pek çok şeyi de simgeliyordu. Bü zamanlar matematik ve fen dersleri- 162 nıri okutulduğu medreseler, dinî inançlara sıkı sıkıya bağk ve bun­ ların dışına çıkmayan bir eğitim vermeye başlamışü. Astronomi, sa­ dece astrolojiye zemin hazırlamak gayesiyle öğretikyordu ve içeriği giderek genişlemeye yüz tutunca ulemada ciddi tedüginlik yaratmışü. Yeni Dünya'nın Hıristiyan ülkeler ticaretini tehdit ettiği ve gereken reformlar yapılmadığı takdirde Avrupa'nın İslamiyet'e egemen olacağı görüşleri daha 1580'lerde HI. Murad'a söylenmişti. Sonraki yıkarda IV. M u r a d bir Hollandalı haritacıya imparatorlu­ ğun haritasını yaptırmak istedi. Ancak haritacı kabul etmeyince bir başkasına başvurmaktan vazgeçildi. Karşı konulamayan Osmank toplarınm kaktesi b u dönemde Avrupa'da yapılanların alfana düş­ müş, Avrupa ülkelerinde üretilen kılıçların çekği de Şam çetiğinden çok daha üstün olmuştu. Osmank İmparatorluğu yine de i y i b ü ok­ çuydu, ancak XVII. yüzyıl için b u yeterti değildi. Güç kavgası XVI. yüzyılın son çeyreğinde divanda iki bekrgin grup vardı. Bunların başmda üstün yetenekti iki asker bulunuyordu: Lala Mus­ tafa P a ş a 24 ve olağanüstü bü kişiliğe sahip yaşk Koca Sinan Paşa. İran'da yenilgiye uğramasına rağmen Sinan Paşa üst üste sadra­ zamlık yapmış askerî siciti parlak bü yöneticiydi. Onun kadar güç­ lü otoriteye sahip biri, yeniçerileri avucunun içinde tutup onlan coş­ kuyla yüreklendüebilüdi. Bü süre için Yemen'e boyun eğdüebü25 miş (kendisi Yemen Fatihi Koca Sinan Paşa olarak da anılırdı), an­ cak İstanbul'a çok uzak olması dolayısıyla burasını kontrol alfanda tutamamıştı. Bu d u r u m paşanın askerî yeteneksizkğinden değü, coğrafî nedenlerden kaynaklanıyordu. Arabistan kadar uzak top­ raklarda bübülerinden bağımsız kabüe reisleri ve Mekke şerifleri gibi kimselerle sağlamkğma güven duyulmayan birtakım ilişkiler­ den Öteye geçmek mümkün değüdi. İmparatorluk denizde ve kara­ da hâldrrtiyetini sürdürebileceği hudutlarına ulaşmıştı. SokoUu Mehmed Paşa gibi Boşnak olan Lala Mustafa Paşa, Arnavut kökenti Sinan Paşa'ran uyguladığı savaş politikasını des­ 26 tekliyordu. Bü Hırvat ayakkabı tamücisinin oğlu olan yaşk denizci Piyale Paşa'yla bülikte b u triumvülik, Mustafa Paşa'nın Ölümüne kadar, aralarında zaman zaman sürtüşmeler olmasına rağmen de­ vam etti. Bundan sonra Sinan paşa, kendisini uzaklarda olup zarar 3 63 veiTnesini Önlemek için seferlere yollayan sadrazamlarla yaşamak zorunda kaldı. Fakat yine de bir yolunu bulup yeniçerilerin desteği ile sadrazamkk makamına otarmasını bildi. Koca Sinan Paşa beşin­ ci kez sadrazamkk yaparken 1596'da Öldü. Yaşlı olmak, yükselme­ ye engel değildi. Rakiplerinden biri olan Mesih Paşa, 90 yaşında sadrazam tayin edilmiş ve çok da güzel bir cami yaptıracak kadar yaşamışü. Sinan Paşa'nın bir diğer hasmı olan talihsiz Hasan Paşa, sarayda Darüssaade Ağası Gazanfer Ağa'nın oluşturduğu hizip­ 27 leşmeyle ters düştü. Bu gibi hizipleşmeler sultanların anneleri olan vaHde sultanlar tarafından besleniyordu. Çevrelerine dehşet saçan bu kadınlar giderek hükümet işlerine de burunlarını sokmaya baş­ lamışlardı. Tahtta oturan oğullan ya çok küçüktü ya da aklen den­ gesizdi. Di. Murad i l i m ve eğitime düşkündü; XVII. yüzyılda tahta çı­ kan I . Mustafa ise genç oğlanlara. İngiltere Kraliçesi I . Elizabeth'in mektup yazıp hediyeler gönderdiği rüşvet düşkünü Safiye Sultan (vakde sultan), İbrahim Paşa'nın reformlarını engelleyerek devril­ mesine sebep olmuştu. Oysa İbrahim Paşa yeniçeri ağakğı yapmış ve vezülerin tayininde etküi olan güçlü bü kişiydi. Yeniçerilerin ve­ rilen ulufeden tatminsizkği Siyavuş Paşa'yı makamından etmiş ve yerine sevdikleri Sinan Paşa'nın üçüncü kez sadrazamkk makamı­ na getirilmesine sebep olmuştu. Bunun nedeni, Sinan Paşa'nın uy­ guladığı malî reformlarda yeniçerilerin yolsuzluklarını hedef alma­ mış olmasıydı. UT. Murad'ın dul kansı, oğlu Di. Mehmed'in salta28 nati sırasında sadece devlet poktikasını etkilemekle kalmamış, b u tür davranışlanrun saltanata verdiği zaran bilmezden gelerek ken­ disi için Hazine'den yararlanmayı bilmişti. Koca Sinan Paşa 1596 yılında son kez sadrazam olduğunda, Di. Mehmed'i sefere çıkmaya ve kendinden önceki rüşvet düşkü­ nü sadrazamı ibret için idam ettirmeye ikna etti. Ancak o da fazla uzun yaşamadı ve dört ay sonra öldü. Sadrazamlar geliyor, sadra­ zamlar gidiyordu. Bunlardan büi de yolsuzluk yapan yeniçerilere acımasız davranışıyla tanınan Cigalazade Sinan Paşa'ydı ve 1596 yılının son üç ayı sadrazamlık yaptı. B ü diğer sadrazam, Hasan Pa­ şa, aldığı rüşvetler yüzünden idam edildi. İbrahim Paşa ikinci kez sadrazamkk yaparken 1602'de öldü ve yerine, 1594'te yeniçeri ağa­ kğı yapmış olan Yemişçi Hasan Paşa getirildi. İbrahim Paşa'nın dul eşiyle birlikte servetiyle de evlenen Hasan Paşa akçenin değer ka- 164 zaruTiasını sağladı. Ancak bunun için uyguladığı sert poktika ayak­ lanmalara sebep oidu. Safiye Sultan m sadrazam tayin ettirdiği Güzelce M a h m u d Paşa, kurnazca davranıp sipahilerle yeniçerileri bübirine düşürerek Hasan Paşa'yı idama gönderdi. m. Mehmed 1603'te öldüğü zaman yerini bü çocuk ile yeni vaüde sultana bıraktı. 13 yaşında tahta çıkan I . Mehmed'in üç sad­ 29 razamı oldu. Bunlardan b i r i nefretle anılan Derviş Mehmed azledi­ lerek 1606 yılında idam edüdi. Önceleri bostanabaşı olan b u şişman sadrazam Bosnakydı. Yapüğı haksızkklar ve kabakğıyla tanınırdı. Bü önceki yıl Cigalazade Sinan Paşa'nın uğradığı yenilgiler ve ar­ dından intihan, imparatorluğun askerî alanda çökmeye başladığı­ nın işaretlerini veriyordu. Bu sıralarda Kuyucu Murad Paşa devle­ te sadrazamlık ve kendisine hayran olan I . Ahmed'e babakk yap­ mak üzere tayin edildi. Ona Kuyucu denmesinin nedeni 1585 yılın­ daki İran seferinde bü kuyuya düşerek ele geçirilmesinden ya da Anadolu'daki kuyulan askerin cesetleriyle doldurmuş olmasından ya da her ikisinden kaynaklanıyordu. Sahneye nihayet sağlam biri çıkmışb. Anadolu kargaşaya sürükleniyor Kırk yıl önce Kanunî Sultan Süleyman, oğlu Bayezid kendisi­ ne başkaldırdığı dönemde Anadolu'da sürekh konuşlanmak üzere kapıkulu birlikleri göndermişti. ^ Sonralan b u büliklere yöreden 31 asker alınmış fakat b u n l a r zaman içinde ordudan koparak eşkıya 31 çeteleri oluşturup diledikleri gibi soygunlar yapmaya ve kendileri için halktan vergi toplamaya başlamışlardı. Bunlann arasında en 32 azılı olan Celalîler, Anadolu'nun büçok bölgesine dehşet saçtılar. 33 B ü ayaklanma mtimalini küçümsemeyen IH. Mehmed ve vezüleri, henüz pek yayılmamış b u hareketi bastırmak üzere sefer hazırkklanna girişti. Bunun için Hüseyin Paşa Anadolu'dan asker topla­ makla görevlendüüdi, fakat maddî kaynakların temin edilememe­ si, askere aknacaklan isyancıların safına itti. Hareketin başta gelen­ lerinden biri olan Karayazım, emrindeki 20 000 kişiyle Sivas'tan 34 Elbistan'a kadar uzanan bölgeyi elinde tutuyordu. Buralarda halk Şiî yanlısıydı. Hüseyin Paşa'nın yerine tayin edüen Mehmed Paşa 1599 yılında b u kanşıkkğa son vermek karanyla yola çıkü. Karaya­ zım, Urfa'nm güneyine, Suriye hududuna çekilmişti. 1602'de ölü- 265 müne kadar k e d i s i n i kazanmak için yapılan tüm girişimlere kar­ şı koydu. Osmanlı tarikinde kişiler, daha doğrusu kder kişilikler önemÜydi. Bu nedenle Karayazıa'nm adamlan ölümünden sonra dağıl­ dılar. Fakat kardeşi Dek Hasan, Anadolu beylerbeyinin Kütah­ ya'daki karargâhını kuşatarak adamlarını Bursa'dan 35 Tokat'a ka­ dar diledikleri yeri yağmalamalan için serbest bırakmışü. Bunlar gerçek anlamda eşkıya değildi. Köylüler kendilerini güvenceye al­ mak için çiftliklerini terk edip şehirlere, kasabalara kaçmıştı. Mey­ 36 dana gelen çekişmeler ve çıkan sorunlar b u topraklarla ilgikydi ve ortada güçlü bü hükümet ya da düzgün bü politika olmamasından kaynaklanıyordu. Aslında DeÜ Hasan sağduyulu b ü kişiydi. Ken­ disine Bosna valmğinin teklif edilmesi, sultanın hizmetine girmesi için yeterli o l d u . 37 Sadrazam Kuyucu M u r a d Paşa, 1603 yılından yaşamını yitir­ diği 1611'e kadar Celalîlere karşı amansızca savaştı. Bu mücadele­ de her zaman başarık olmasına rağmen zafere bütünüyle ulaşmak mümkün olamadı. Karşı baskılar azalmış ancak tamamen kesilmemişti. Bu arada sultanların Manisa'daki sarayı ve terasb bahçe­ leri de maalesef harabeye döndü ve yok olup gitti. M u r a d Paşa, Halep Beyi Yusuf Paşa ile Doğu Anadolu'yu elinde tutan Kalenderoğlu'nu ölümünden önce kesin yenilgiye uğrattı. Yaşkkğm verdiği bilgelikle düşmanlarını katliamlar yoluyla banşa zorlamış­ tı. Bu katliamlarda isyana kanşan yeniçerilerden de ölenler oldu, kurtulanlar Erzurum'a kaçarak burarım valisi Abaza Paşa'run em­ rindeki büliklere katıldı. Anadolu'da süren huzursuzluk, beylikler dönemine geri dönüşü anımsatıyordu. Geçmişte kalan o dönem­ de Anadolu topraklan birtakım doğal hudutlarla bölünerek A h i ­ lerin etkisi altındaki küçük eritirler tarafından yönetilmişti. Osman Gazi'nin kurduğu beylik de bunlardan büiydi ve aralarından sivritip yükselmişti. Ancak şimdiki gerçek d u r u m , b u n u n kötü bü taklidiydi. Şişman Sultan I . Ahmed, yaşamını şahinleri, panterleri ve tazüanyla sülünden yabandomuzuna kadar çeşitli avlarla dolu kırsal­ da avlanmaya, tombul Isadınlara ve Tann'ya adadı. Tann ona Sul­ 38 tanahmet'te inşa ettirdiği caminin tamamlanışını görecek kadar uzun bü ömür vermişti. Burgaz'da avlanırken bü yabandomuzunun saldınsına uğradı. Yatağına, Rubens'in tablolarındaki şişman 39 266 kaçanları aratmayacak kızlar bulan Yahudi Madam La Quira ya da Sultana Sporca, sadrazamm emriyle boğduruldu. I . Ahmed'in ona ve oğullarına akıttığı para ve hediyelerin sebep olduğu ayaklanma­ nın yaüştmlması gerekiyordu. 40 Sadrazam yenilgiyi kabul ederek 11 kasım 1606'da Avustur­ ya'da Zitvatorok Banş Antlaşması'nı imzalayacak kadar öngörüş sahibiydi. Karar nefretle kaışdanrruşti. Ancak Anadolu'daki karga­ şanın basünkp buranın düzene girmesi için yeterince askere ve b u nedenle banş antlaşmasına ihtiyaç vardı. Zitvatorok, Osmank'nm üstünlüğü inancına son vermiş oldu. Antlaşmanın görünüşte ordu yenilgiye uğramadan yapılmış olması büyük öfke yarattı. Öte yan­ dan Hıristiyanların 1571'de kazandığı İnebahti zaferinin Osmanlı donanmasında kaka bü iz bırakmamış olmasına karşın Zitvatorok'ta sipahilerin ve yeniçerilerin zırhla kapk gururu delinmişti. David Urquharr'a göre b u gerçek, ilk kez ele geçirilen Türk sanca­ ğının Papa VII. Clemens'e gönderilmesiyle simgelenmiş oluyordu. Deli bir şehzade I . Ahmed saltanatının son döneminde Kuyucu M u r a d Paşa'nın 1611'de ölümünden sonra - i l k yıkarında olduğu g i b i - Ana­ dolu yeniden kanşti. Cinsel yaşamıyla yorgun düşmüş ve eyer üs­ tünde geçirdiği saaüenri zayıflatamadığı sultan, 1617 yılında tifüse yenilerek hayata gözlerini yumdu. I . Mustafa, yeğeni 13 yaşındaki Osman'ın henüz genç oluşu nedeniyle yeniçerilerin desteğini alarak darüssaade ağasının gölgesinde tahta çıktı. Kendisi şeytanın yardı­ mı ve I . Ahmed'in insanal duygulan sayesinde iki kez boğularak öldürülmekten kurtulmuştu. Mustafa, bü ayaklanmaya sebep olur düşüncesiyle harem gözdelerinin kaldığı bölümün arkasındaki av­ lunun en ücra köşesinde, ufacık bü hücrede tam on yıl sakk tutul­ muştu. Fakat gün ışığına çıktığında, doğal olarak, delirmiş b ü b u ­ dala olduğu anlaşıldı. Çok acımasızdı. Yaptığı vahşet dalkavukla­ rında bÜe nefret uyandmyordu. Normal yönetim imkânsız hale gel­ mişti. Aklen dengesiz olanlara İslam'ın hoşgörüsü bile zor dayandı. Tüyler ürperten üç aydan sonra şeyhülislam - sultanı ancak onun fetvası tahttan indüebilüdi- ile darüssaade ağası bü araya gelerek, sadrazamın İran seferi dönüşünde I . Mustafa'yı devirip talihsiz EL Osman'ı tahta çıkardılar. 167 Yeniçeriler sultanlarını katlediyor Tahtı terk eden I. Mustafa, Sultan Osman'ın kendisi için hazır tuttuğu hücreye geri döndü. Yeni sultan, amcasına destek veren ye­ niçerilere ancak düşmanlık hissedebikrdi. XVI. yüzyıl sonundan beri istikrarın sağlanması için Yeniçeri Ocağının kaldırılması gereğine inanmış devlet adanılan gibi o da yeniçerilerin sayısını azaltmaya heveskydi. Ancak böyle bü politikanın uygulanması da imkânsızdı. Kuyucu Murad Paşa bütün acımasızlığına rağmen imparatorluğun devamı ve güvencesi için yeniçerileri ortadan kaldırmayı hiçbü za­ man düşünmemişti. Yeniçeriler 1621 yılında Hotin'de Sultan Os­ man'ın komutası altında Lehlere karşı utandına bü savaş verdiler. Bu yenilgi, sultan ile sadrazamı yeniçerilere karşı bübülerine yakınlaştirrnış ve bozgunun sorumluluğu yerüçerüerin omuzlarına yük­ lenmişti. Oysa ana neden, orduya kötü komuta edilmesi ve askerin yetersiz eğitim görmüş olmasıydı. Sultanın Kuyucu Murad Paşa dü­ zeyinde bü sadrazamı yoktu. Yeniçerileri denetim altına alarak onla­ rın yerini almak üzere Kürtlerden oluşan büliklerin getirilmesini ön­ gören bü taktik ise çok yersizdi. Talim görmemiş bü topluluğu dağ­ lardan indüerek, tüfekle donatılmış ve özellikle kendilerini savun­ mak için bübirine büsbütün kenetierrmiş yemçerilerin üstüne salmak, düşünülür şey değildi. Bu yabani kalabakğı başkente getirmek hiç kuşkusuz talana yol açacağından aynı şekilde büyük bü hata olurda. Durum, yönetimin kendi içinde disiplin ve tedbüden yoksun olmasıyla daha da kötüleşti. Sultan Osman'ın planı ihanete uğra­ mıştı. Hotin yenilgisi yeniçerilere ulufe dağıtilrnayacağımn işaretiy­ di; özellikle ortada bü ayaklanma havası varken. Bu akılsız macera­ nın kötü sonuçlara varması kaçınılmaz görünüyordu. Genç sultan hacca gitmek ve Sidon'daki ayaklanmayı başar­ mak gibi herhangi b ü bahaneyle başkenti terk edecekti. Sebebin ne önemi vardı k i , cesur vezüleri nasıl olsa İstanbul'daydı. Şehirden aynldıktan sonra da sipahiler ile mahalti askeri, sancağı alanda top­ layacaktı. Ancak yeniçeriler kuşkulu ve dikkatkydi. Sarayın kapüannı tutarak sultanı içerde kalmaya zorladılar. Yeniçeri Ocağı geleceğinden kuşku duymaya başladıysa, halk korkulu kâbuslar görüyor olmakydı. Bu nedenle her ikisi de bübi­ rine kenetleneı ek devlete karşı çıktı. Saray kuşatilmışti. Korku için­ de geçen i k i günden sonra sadrazam azgın kalabakğı yatıştırmak 168 ümidiyle dışarı akınca güruh kısa bir süre duraksadı. Fakat arala­ rından biri saldırınca hepsi birden sadrazama çullanarak bostanabaşıyla bülikte onu parça parça ettiler. Sultan ümidini yitirmiş, b ü köşede saklanıyordu. Yeniçeriler bağrışarak onu dışan çıkmaya çağınyor, görünmediği takdirde tahttan indirmekle tehdit ediyordu. Aramak için iç avluya girdiler, fakat sarayı yağmalamaya istekk görünmüyorlardı. Talihsiz darüssaade ağası tüm zorlamalara rağ­ men sultanın nerede gizlendiğini söylemeyince canından oldu. Sultan Osman'ın yerine eski sultan Mustafa'yı buldular. Açlıktan ölmek üzere, i k i siyah cariyeyle b ü hücredeydi. Onu sultanın gaza­ bından korumak için hücrenin tavanındaki bir pencereden çekip adeta sürükleyerek Eski Saray'a götürdüler. Ortalık yaüşmca Sul­ tan Osman gizlendiği yerden çıkü. Amcasının kaçırıldığını öğren­ mesi üzerine Eski Saray'daki kadınlara gizkce haber ulaştirarak Mustafa'nın öldürülmesi gerektiğini bildirdi. Oysa Mustafa muha­ fızlar tarafından kurtanüp yeniçeri kışlasına götüıülmüştü. Genç Osman cesurdu. Yeniçeri kıkğma güerek ocağın ağası Hüseyin Paşa ve 12 kapıkulu süvarisiyle kışlaya gitti. Burada isya­ nın elebaşlanyla konuşarak onlan ikna eder gibi olduysa da Hüse­ y i n Paşa'nın dilini tutamaması yüzünden başaramadı. Paşa tam o kritik anda yeniçerileri ihanetle suçlayarak azarladı. Gözlerini hırs bürümüş askerler ağalarını hemen oracıkta öldürüp Sultan Os­ man'ı Mustafa'nın önüne götürdüler. Sultanın tahttan indüilmesi sorulduğunda budala Mustafa kendinde ancak başını evet anla­ mında sallayacak gücü bulabilmişti. Yeniçeriler sadrazamlık müh­ rünün Mahpeyker Kösem Sultan'ın -vatide sultan- desteği altında zorbakğıyla tanınan Davud Paşa'ya verilmesini sağladılar. Korku 41 içinde bekleyen Mustafa'ya da yemden sultan olduğu bildirildi. 22 mayıs 1622 günü yeniçerilerin imparatorlukta en önemli güç oldu­ ğu kamtlanmışti. Genç Osman, onur k ı n a b ü şekilde Yedikule'ye, Osmanlıların Bastille'ine gönderildi. Sipahilerden biri Osman'ı aşağılamak için onun sanğı ile kendi başkğmı değiştirdi. A m a yine de at sırtında git­ mesine izin verilmişti. Ne de olsa hanedandan birine saygı gösteril­ mesi gerekiyordu. Sülaleden bü ya da terdhen i k i vârisin hayatta olduğu kanıtlanmadan onu öldüremezlerdi. Ne yazık k i haremde bükaç erkek kardeşi olduğu ortaya çıktı. Böyle bü araştırma yapıl­ ması ve alınan sonuç, Osmank hanedanının ne büyük bü gizlilik 269 çemberiyle kuşatılmış olduğunu açıklıyordu. Bah'da herhangi bir başbakanın ülkeyi yöneten hanedana ait kaç kişinin yaşamakta ol­ duğunu, gayrimeşru olsalar dahi, bilmemesi pek mümkün değildi. Kısa süre sonra Osmank hanedanından biri eksilmiş olacakü. Hanedanın sürekliliği güvence alana alınınca, Davud Paşa be­ raberindeki üç cekatla Yedikule'ye gitti. Kendisinin yerine herhan­ gi bü sadrazamın ve hükümetin tercih edüebileceğmi bildiğinden, Sultan Osman yanksı bü ayaklanmadan korkuyordu. Küstahça uyandırılan 17 yaşındaki sultan canını kurtarmak için büyük bü bo­ ğuşma verdi. Yırük ve kank kaftanı (eğer gerçekten ona aitse) b u ­ gün müze olan Topkapı Sarayında sergilenmektedü. Davud Paşa kaba elleriyle Genç Osman'ın husyelerini kavrayıp sıkınca, cellatlar kordonu boynuna geçirdiler. Dek Mustafa, babüssaade ağasma tahü için tehdit oluşturan Osman'ın tardeşlerinin boğdurulmasını emretti. Yeni tayin edilmiş darüssaade ağası böyle bü eırırin veıileceğini talıınin etmişti. Ancak Osmank sülalesi de sona ermiş olacaktı, züa kadınlardan nefret eden Mustafa'nın çocuk yapması söz konusu değüdi. Darüssaade ağası böyle b ü lcattiamın olabileceğini içoğlanlanna önceden haber vermişti. Bunlardan bazılan şehzadeleri kurtarmaya koşarken bükaçı da babüssaade ağasını öldürdü. Bü kısmı da darüssaade ağası­ nın daüesinden geçip durumu saraydaki yeniçerilere iletti. Yaşk haremağasını öldürenler yakalanıp tutuklandıysa da cezalandırılma­ dan yetişen askerler hanedanın devamını korudukları için içoğlanlartnın affını istediler. Henüz orta yaşlarına varmadan bunamış bü iktidarsız deliyi savunacak kimse çıkmadığından gençlerin hayati kurtanlmış oldu. Ancak Sultan Mustafa'dan cülus kesesi alamayan yeniçeriler için sadece affetmek yeterti değüdi. Akçe sürekti değer kaybettiğinden b u tatminsizlik yeniçerilere pek ağır geliyordu. İs­ tanbul'da kanun ve düzen bü yaz sabahının puslu havası kadar in­ celmişti. Öte yandan hanlılar talihin kendilerinden yana döndüğü­ nün farkındaydı ve savaşa hazırlanıyordu. Davud Paşa meydana gelen kargaşadan ve askerine hâkim olamamaktan yeniçeri ağasını sorumlu tutuyordu. Ağayı ve bazı vezüleri sessizce boğdurabilmek için onların Anadolu'da ücra b ü köşeye sürgün edilmesini emretti. Oysa yeniçeriler, genç M u r a d i tahta oturtmayı tasarlayan ağalan­ ılın imdadına yetiştiler. Böylece kazançlan bü keseden i k i keseye çı­ kacaktı. 2 70 Abaza Mehmed Paşa sultan katillerini cezalandırıyor Bu arada Sultan Osman'ın katledildiği haberi bütün eyaletlere yayılrnışü. Doğu sınır bölgelerinin komutanı Abaza Mehmed Paşa Erzurum'daki karargâhında, birinci sınıf bölüklerden oluşan karı­ şık bü ordu topladı. Sultanı katledenleri cezalandırmak ve Davud Paşa Üe vahde sultanın yönettiği deli sultanı tahttan indirmek için İstanbul'a doğru yola çıktı. Vezü olma şansını yakaladığına inandı­ ğından, darphanesi olan Tokat'ı ele geçirerek keselerini doldurdu. Abaza Mehmed Paşa, b ü zamanlar Bizans'a hadım estiler sağlayan Bati Kafkasya Gürcülerine hükmetmiş bü aileden geliyordu. Genç­ liğinde isyanlara karışmış olmasına rağmen dönemin yeniçeri ağa­ sı Halil Paşa, muhtemelen yakışıkkkğı nedeniyle, kendisini atfet­ mişti. Halil Paşa kaptanpaşakğa getirilince, Abaza'yı önce bü kadır­ ganın komutanlığına, daha sonra sadrazam olduğunda önce Maraş, ardından asker dolu Erzurum valiliğine tayin etmişti. Abaza, sert42 tiğiyle ün salmıştı. Bu nedenle başkentteki yeniçeriler ona karşı çık­ mak istemediler. Son bükaç haftanın katliamlanndan kurtulan veztiler cesaretleri olsa Sultan Mustafa ve Sadrazam Davud Paşa'dan kurtulmayı isterlerdi, ama Davud Paşa hem sarayda hem şertirde dehşet saçmaya devam ediyordu. Bu arada Anadolu'daki kumandanları ve ileri gelenleri sanca­ ğı alana toplayan Abaza Mehmed Paşa giderek büyüyen ordusuy­ la İstanbul'a yürümeye devam ediyor, Önüne çıkan yeniçeriyi ve ai­ lesini Öldürüyordu. Paniğe kapılan yeniçeriler Abaza'nın görevden alınmasını sağladı, ancak paşanın azti ne cezalandırma yöntemleri­ n i durdurdu ne de şehre hızla yaklaşmasını engelledi. Çaresiz kalan yeniçeriler, sadrazamı son ana kadar destekleyen ve kendileri de endişe içinde olan ulemayla anlaştılar- Yandaştan tarafından terk edilen Davud Paşa, sadece üç hafta süren, ancak herkese fazlasıyla uzun gelen sadrazamkğı bırakarak 15 haziranda mühürlerini testim etti. Yedikule zindanlarına götürüldü ve b ü hafta sonra 22 hazüanda, kendi seçimiyle Sultan Osman'ın öldürüldüğü aynı yerde boy­ n u vuruldu. Biçare Mustafa ise kendini boğmaya gelecelderin ayak seslerini titreyerek dinleyeceği hücresine kapatıldı. Kısa b ü süre sonra da, 12 yaşında olan IV. Murad'ın tahta çıkmasına tek engel oluşturduğu gerekçesiyle boğdurularak ortadan kaldınldı. 43 171 Yeıtiçerilerin küstahlığı sınır tanımıyordu. Onlar ve sipahiler Abaza Mehmed Paşa'ya yenik düşeceklerini büdiklerinden ona karşı savaşmak için mevsimin çok geç olduğunu ileri sürdüler. Üs­ telik divanın tekrar toplanmasına izin vermeleri karşıkğmda bağış istemek cesaretini büe gösterdüer. Sarayın avlularında çalım satarak dolanıyor ve baskı yaparak kendilerine büyük camilerin ve vakıfla­ rın kâhyakğı gibi kazana bol işler sağkyorlardı. Bazı subaylar kendüerini vergi ve gümrük rüsumu toplamaya memur ettirmişlerdi. Disiplinsizlik ve kanunsuz davranışların en alt kademeye kadar si­ rayet etmesi kaçınılmazdı. Sarhoş olarak sokaklarda dolaşan yeni­ çeriler gelip geçenden şarap parası istiyor, vermeyene saldınyorlardı. Saray mensupları ve ulema, halk arasında görünmeye cesaret edemiyordu. Kaybedecek büyük servetleri olan ve dolayısıyla kor­ k u içinde yaşayan kadılar yeni sultanın tahta geçmesinin yasal ol­ madığını ilan ettiler. Bu iddianın b t i bakıma doğru olması, b u kriz­ li günleri korkudan titreyerek ve kaçacak bü y o l arayarak geçken şeyhülislamın suçuydu. Otorite boşluğu imparatorluğun dört bü yanını sarmıştı. Izmü'deki yeniçeriler yabana elçiliklere saldırdı. Hükümet güçsüzlüğünü kabullenerek darphaneyi Beyazıt Camii yakınlarından sarayın içine taşıdı. Beş yıldır Anadolu'nun yarışma hükmeden Abaza Mehmed Paşa, Bursa Kalesi'ni fethedemedi ve b u başarısızlık ilerleyişim dur­ durdu. IV. Murad'ın sadrazamı yaşk ve tecrübeli Hafız Paşa, 26 ma­ yıs 1624'te Abaza'yı Kayseri önlerinde mağlup etti. Ancak bu savaş­ ta kesin bü sonuç elde edilemedi, çünkü Osmank ordusu Hafız Paşa'nın üadesi ve saldığı dehşetle ayakta duruyordu. Abaza Erzu­ rum'a geri çeküebilmiş ve şehüde bü bölük yeniçerinin konuşlan­ masını kabul etmişti. Hafız Paşa Bağdaf a ulaşmak için acele ediyordu. Şehü b ü yıl önce İranlılar tarafından ele geçüilmiş ve çevresindeki eyaletlerin kontrolü de İran'a geçmişti. Paşa Bağdaf ı kuşattı, fakat şehrin güç­ lü düenişi, sonunda yeniçerileri ve sipahileri yıldıranca, ordu ka­ zan kaldırdı. Hatiz Paşa düzensiz bütikleriyle, yol boyu zorlu bü artçı harekât sürdürerek, Diyarbakır'a geri çekilmek zorunda kal­ dı. Diyarbakır surlarının içinde kendini güvende hisseden asker yeniden isyan edince, Hafız Paşa görevini terk etti ve yerini savaş­ tan çok entrika sanatında yetenekti Halil Paşa aldı. Halil Paşa, Aba­ za'yı öldürebilmek için kandırarak kalesinden çıkarmayı denedi, 172 ama Abaza Mehmed Paşa akılsız değildi. Kendisine zorla kabul et­ tirilen korkak yeniçerileri kovaladı ve dağların dar geçitlerinde Halil Paşa'nın Erzurum'u ele geçirmek için yolladığı güçleri peri­ şan etti. 1627 sonbaharında Haül Paşa, Abaza'yı kuşatma altına al­ mak için Erzurum'a bizzat gitmek zorunda kaldı. İki ay sonunda hiçbir sonuç alamayınca şerefini yitirmiş olarak İstanbul'a döndü. Yerini alan Hüsrev Paşa Abaza'ya, isyancılan yakalamak için y e m olarak kullanılan ve Abaza'yı taraftarlarından uzak tutacak geliri bol olan Bosna vakkğini teklif etti. Abaza 1628 yılında görevi kabul etti ve ancak o zaman Orta ve Doğu Anadolu'da asayiş bir parça sağlanmış oldu. Abaza Mehmed Paşa, Sultan Murad'a bağkkk ye­ m i n i etti ve onu, sultanlarını deviren ve ulemadan pek çok kimse­ y i katleden yeniçerilere karşı Fatih Camii'nde uyardı. Çocuk yaşta­ k i sultan yönetimi ele alacak düzeye geldiğinde Abaza, sultanın güvenilir bü danışmanı oldu. Kızgın yeniçerilerin çorbalarını iç­ meyi reddettikleri bü gün, Abaza'nın Sultan Murad'dan onlara çorbalanyla bülikte kâselerini de yedirtmek için izin istediği ve Abaza görünür görünmez yeniçerilerin korkudan yemeklerini ale­ lacele bitirdiği söylenti. Ancak sonunda yine de yeniçerilerin ısranyla beyaz bü mintan giydirilerek boynu vuruldu. IV. Murad: sultana barış tacı O sıralar 12 yaşında olan sultan devlet işlerine kanşamayacak kadar gençti. Enerjisini, içki âlemlerinden oğlancılığa kadar her tür­ lü sefahate harcıyor ve şehvet düşkünü gençlerle beraberiiği sürdü­ rerek halkın sevgi ve saygısını kaybediyordu. Yeniçeri subaylarının Vakde Mahpeyker Kösem Sultanla ittifak halindeki baskısı 1632 baharına kadar sürdü. Devleti yöneten paşalar, b u subayların ona­ yı olmadan hiçbü şey yapamıyorlardı. Yeniçeri subaylarının şata¬ fatk yaşamına yapılan harcama askerin ulufe alamamasına ve dola­ yısıyla giderek daha da hırslanmasına sebep oluyordu. İstismar edildiğini hisseden ve sürekti korku içinde olan halk, artan vergile­ re ve önü alınmayan enflasyona isyan ediyordu. Sipahiler de yeni­ çeriler kadar huzursuzdu ve sadrazam onların başındaki ağayı idam etmek zorunda kaldı. Ancak b u olay beklenmedik bü sonuç doğurdu ve yeniçeriler nefret ettikleri rakipleriyle müşterek çıkarlan uğruna büleşerek isyan başlattılar. Taşlar atıldı ve sadrazam linç 173 edilmek üzere isyancılara teslim edildi. Şeyhülislam azledildi ve ha­ lefi, Sultan Murad m tahtına vâris olan kardeşlerinin canına doku­ nulmayacağına söz vermek zorunda bırakıldı. 1630 kasımında Ha­ fız Paşa tekrar sadrazamkğa getirildi, ancak yeniçeriler b u sert ihti­ yardan korktukları İçin zayıf ve aciz Hüsrev Paşa lehine başkaldırdılar. Seferde olan ordu, savaş alanından uzaklaşusa yatışır u m u ­ duyla İstanbul'a geri çağrıldı. 6 şubat 1632'de sanki kazanılmış b ü zaferden dönüyormuş gibi şehre güen yeniçeriler sadece buradaki ortalardan değil, sipahilerden ve ayaktalamının yanı sıra yoksul düşmüş esnaftan da destek gördü. Bu güruh sarayın kapüanna hü­ cum ederek, Boşnak Receb Paşa admda birinin kışkırtmasıyla diğer taleplerin yanı sıra sadrazamın başını da istedi. 23 yaşma varmış olan IV. Murad, sipahilerin ve yeniçerilerin elebaşlannı çağırtarak kendilerine görevlerini hatırlatmayı denedi. Şöhreti kötüye çıkmış genç sultanın doğuştan müstebit tavırlan ya­ şını başını almış iki adamı büsbütün öfkelendüdi ve sadrazamın ba­ şını istemekte direttiler. Sadrazam büyük bü sükûnetle b u başıbo­ zuk topluluğun karşısına çıkarak gerçek bü cesaretle güçten düşe­ ne kadar savaştı ve sonunda hançerlenerek öldürüldü. Bu arada Sultan Murad'ın yakını olan Musa Çelebi de hayatim kaybetti. İki yakın dostunun dökülen kanlan sultanı gözyaşlarına değil lanete boğdu. Vakanüvis, kadıaskerin sözlerini hatırlayan sultanın "İhane­ te cevap ancak kılıçla veritir'' dediğini yazmaktadır. Kalabalık elde ettiği başanyı kutlamak üzere dağılırken sultan, Hüsrev Paşa'nın idamını emretmişti bile. IV. Murad yeniçerilerin gücüne karşı kesin tavır almasına rağ­ men, Boşnak Receb Paşa bü ay içinde isyanı yenilemekte zorluk çekmedi. Tazelenmiş bü gaddarlıkla yeniden ortaya çıkan güruh, Sultan Murad'ın çok sevdiği vezirim katletti. Daha da kötüsü Sul­ 44 tan Osman'a yaptiklan gibi padişahın tahttan mdüilmesi için bağnşmaya başladılar, ama karşılarındaki Sultan Osman değildi. M u ­ rad, 18 mayıs 1632'de şüphe götürmez zekâsını ve gücünü toplaya­ rak kendini nasıl savunacağım planladı. Receb Paşa huzura çağnlarak sultanın gözleri önünde katledildi ve cesedi ak hadımlar tarafın­ dan isyancıların üstüne fırlatıldı. Sultan her birirtin suratına büer yumruk mdirmiş olsa etkisi bundan daha şiddetli olamazdı. İsyan­ cılar hemen dağıldı. IV. M u r a d sultan olduğunu kamtlamıştı. Hiç yumuşamadı da. Cezalandına politikasını en ufak taviz 174 vermeden izledi ve cezalar merhametsizce uygulandı. Sipahilerin komutanı A h m e d Ağa'dan isyana elebaşıkk yapan adamlarını idam edilmek üzere getirmesi istendiğinde, b u talebi belki de şerefk bir şekilde reddeden Ahmed Ağa'nın derhal boynu vuruldu. Sa­ ray erkânı karşı koymaya cesaret edemedikleri b u acımasız güce teslim olmuşlar, başlan eğik, elleri bağlanmış duruyorlardı. İyi ka­ zanç sağlayan mevkilerde olanlar kovuldu, isyancılar bü b ü izlenip yakalandı. Şehirde ve surların dışında kurulmuş olan idam sehpalan haftalar b o y u boş kalmadı. Ulemadan kimselerin de aralarında bulunduğu ve gerçekten hesap vermek durumuna düşen devlet memurlan, zimmete para geçirmekten başka, tembelliklerinden dolayı da cezalandınldı. izmit kadısı İznik yolunun bakımını yap­ madığı için asıldı. Murad kütük defterine kaydı olan her yeniçeri ve sipahiden sadakat yemini etmesini istedi; bunu reddetmek ölüm demekti. Ancak fazla üeri gittiği için başkentte yeni b ü isyan dalgası yaşandı. Sağduyulu davranarak Üsküdar'a çekildi, ama ateşlediği intikam yangınlarım söndüremedi. Eyaletlerdeki yeniçe­ riler subaylan öldürdüğünde disiplinden sorumlu komutanlar d i ­ ğerlerine örnek olsun diye idam edikyordu. Sultan M u r a d zamanla, eyerini yastık yapıp yıldızların altında uyuyabilecek nitelikte bir asker olduğunu ispatlarmşü. Bü süre içki­ den uzak durmasına rağmen diğer akşkankklanndan vazgeçmedi. 1634 yılından iübaren ordudan endişe duymasına pek gerek kalma­ dı, ancak b u kez halk arasından taraftarlar sağlayan ulemayı karşı­ sına almışü. Yanlış yönlendirilen bü ayaklanma 50 elebaşının asıl­ masıyla sonuçlandı. Asılanlar arasında bü de kadı bulunuyordu. Kadının idamı ulema tarafından dine saygısızlık olarak nitelendüüd i ve olaya infial duyan ulema Fatih Camü'nde toplandı. O sırada Bursa'da olan Sultan Murad şeyhülislam ile oğlunu yanma çağırta­ rak ikisini de ayaklannm tozuyla idam ettirdi. İstanbul camileri ve sokaklan b ü anda sessizüğe büründü ve kışkırtialann sesleri kesil­ di. İsyan girişimleri son bulmuştu. Ordunun eğitim gördüğü ve Avrupa'ya sefere çıkmadan ön­ ce toplandığı Davutpaşa'da sultan köşkünün penceresinden güen bü yıldırım IV. Murad'in yatak çarşaflarım y a k a . Söylentilere gö­ 45 re ikinci b ü yıldırım olayı daha vardı. Bu uyanlar Tann katından gelmiş olsun ya da olmasın, bütün çağdaşlan gibi batil itikatlan olan sultanı korkutmaya yetti. Kurtuluşuna bü mucize gözüyle ba- 175 kılıyordu. Ancak b u yıldırımlar, kazanacağı zaferlerin müjdecisi de olabilirdi. Bu zaferlerin nedeni yeniçerilere uyguladığı sıkı disiplin, yeteneksiz subayları Yeniçeri Ocağı'ndan temizlemesi, levazım ve ordu donanım ikmalinin Osmank'ya özgü mükemmel organizas­ yonuydu. 1635'te Erivan seferine çıkü ve şehri, aynı yılın ağustos ayında, sekiz günde ele geçüdi. Oradan, aklî dengesi bozuk İbra­ h i m hariç, yetişkin kardeşleri Bayezid ve Süleyman'ın boğdurulma­ sı ernrini gönderdi. Bu paranoyak davranışı başkentten çok uzak­ 46 tayken saltanatını güvencede hissetmemesine atfedüebilü. Ancak idam emri şeyhülislamın böyle bü emre boyun eğen fetvası olma­ dan gerçekleşmeyeceği için yerine getirilmedi. Bütün bunlar Sultan Murad'ın Osmank hanedanının devamına ne derece değer verdiği konusunda şüphe uyandırmaktadır. Ertesi yıl İranklar Erivan'ı geri akp Osmank ordusunun büyük bü kısmını yok ettiler. Bu da başlarında sultanları olmadığı zaman yeniçerilerin eski güçlerinden ne kadar yoksun olduğunu ve uzak­ taki bü orduyla üetişimi sürdürmenin zorluğunu gösteriyordu. Sul­ tan Murad 1637 yık boyunca Bağdat'ı geri alma planlan yapmasına rağmen şehrin kuşatılmasına 1638 yılına kadar girişüemedi. Sultan burada basit bü asker gibi giyinip onlarla bülikte omuz omuza si­ per kazdı. Bü şehrin kalesine saldırmadan önce yapılması gereken ilk iş çevresine siper kazmaktı. Vezüleri, siper kazmaya hemen baş­ lanmasını isteyen sultana, askerin uzun yürüyüşlerden sonra yor­ gun düştüğünü ileri sürerek karşı çıktilar. Fikrinden caydınlamayan Sultan Murad askerlerine örnek olarak kararkkğırun mükâfaünı görecekti. Sehü düştükten bü gün sonra şiddetk bü yağmurla si­ perleri sel basa. Bu d u r u m kuşatmaya son verebilüdi, ama 24 arak k gecesi savaş divanı duvarın aşılabileceği görüşünde büleşti. Sal­ dırıya geçen orduya bizzat komuta eden sadrazam başından bü kurşunla vuruldu. Bunun üzerine komutayı kaptanpaşa devraldı ve şehrin sokaklarmdaki acımasız savaş iki gün devam etti. Zaferle geri dönen Sultan Murad, 1640 yılında siyatik, yorucu yaşam biçi­ m i , oburluğu ya da cinsel aşınkklan sonucu yaşama veda etti. Yeniçeriler, Sultan Murad'ın önderkğinde eski günlerdeki ka­ dar iyi savaşülar ve bü süre için geçmişteki şöhretlerine layık oldu­ lar. Ancak poktik d u r u m değişmişti ve Sultan M u r a d çağma ters düşüyordu. Aşın derecede zalimdi. Ancak ordunun, develer, katır­ lar ve mandalardan oluşan ikmal ve levazım işleıinin kusursuz şe- 176 kilde planlanması, aynca askerî seferlerin malî yönünün büyük bü dikkatle hazırlanması, sultanın toplum yönetiminde de reform ya­ pabilecek nitelikte biri olduğuna işaret eder. Buna karşıkk toplum­ sal reformlara girişmiş olsa, ulema tarafından engeUeneceği de m u ­ hakkaktı. Vergiden muaf, entelektüel açıdan tükenmiş ve komedi­ lere konu olabilecek kadar azametk ama kafası boş valilere benze­ yen ulema sınıfını devletten ayırmak, Osmank toplumunun yeni­ den sağkğına kavuşması için şarttı. Eski düzen ve yeni sınıflar Bu arada sınıf savaşlarından biri de son buldu. Sipahilerin sön­ mekte olan feodal gücü, ücretk askerler yine de var olsa bile, bü değişikkğin habercisiydi. Askerî umar sisteminin zayıflaması sultanın iç kısımlardaki kontrolünün azalması demekti. Yoksa büyük ve kü­ çük arazileri, babadan oğula devretmeyen, dolayısıyla toprağın ve­ rimini önemsemeyecek olanlara dağıtan bü düzenin çökmesinden ancak yarar sağlanabilüdi. Daha da kötüsü bu araziler sipahiler ara­ sında sürekü el değiştirdiği, birinden alınıp diğerine verildiği için kısa süreli sahipleri, çiçeğini görmeyi düşlemediği bü gül fidanı di­ kerken bile tereddüt ediyor olmakydı. Yeni uygulamalarla beyler­ beylerinin ve vatilerin mülklerinde kısıtlamalara gidikyor ve buna karşılık çiftliklerdeki küaalardan vergi toplayacak tahsildarlar ta­ yin editiyordu. Bu yeni kadro, kendi maaşını toplanan paralardan çıkarmak zorundaydı. Dolayısıyla araziler gekşecekleri yerde b u parazitler tarafından sağıldı. Sipahilerde babadan oğula çok kısıtk bü nüras geleneği olsa da b u sadece ticarî faakyetlerle ilişkili oldu­ ğu sürece geçerkydi. Örneğin Karamürsel'deki deniz üssüne do­ nanma için kereste sağlayan ormanlardaki bıçkı atölyeleri gibi. Bü­ tün bunlara rağmen çiftçiler arazi sahibi olmaya başladılar ve arala­ rından kurnaz ve zeki olanları tahsildarların talanına rağmen büyük servet yaptı. Bu kimseler, eğer isterlerse, kendilerine bağlı olmala¬ 47 n karşıkğında güçsüzü koruyabilecek durumdaydı ve gelişen b u bağbkklar zinari Babıâli'den çıkan kararların hepsinden daha kesin sonuçlar doğurdu. Bu tür aileler arasında yapüan bü seferden son­ ra başkente dönmemiş yeniçeriler ve onların yerel takktçileri vardı. Giderek güç kazanan b u kimseler XVII. ve XVIII. yüzyılda âyan adıyla anılan sınıfı yarattı. Dağlar tepeler eşkıyaların eli altında ol- 377 duğu için bunlar birer derebeyi konumundaydı. Bazı aileler öylesi­ ne bağımsızdı k i onlan karşısına almaya cesaret edemeyen merkezî hükümet tarafından pohpohlanırdı. Gerçekte b u övgüler, sultan ile başkente hiç vergi ödemeyen b ü âyan arasındaki tek ilişkiydi. Âyan sınıfı Osmank tarihinde görülen bü düzenin tekrarıydı. Ayanlar da, önce Moğol hanlarına bağk olan ve daha sonra ya ken­ d i arzusuyla ya da savaş sonucu boyun eğerek Osman Gazi'nin et­ rafında toplanan sınıf gibiydi. XVIII. yüzyılda Yozgat'ın Çobanoğullan ya da Manisa'nın Karamanoğulları, Menderes Ovası'nın Menteşoğullan gibi Ortaçağ emülerîne benziyordu. Ancak âyan sı­ nıfı hiçbü zaman İstanbul'a yürümeye kalkışmadı; tahü devirmeyi düşünemeyecek kadar önemsiz işlerle uğraşan kimselerdi. Tepedelenk A k Paşa bile o kadar cüretkâr olamamışü. XVII. yüzyılda Aba­ za Mehmed Paşa ve XIX. yüzyılda Alemdar Paşa büyüklük hayal­ lerine kapılmış olsalar da hiçbiri hanedanını yıkmaya kalkışmadı, hatta Alemdar Paşa korudu büe. Beylik dönemi b ü daha geri gel­ medi. Anadolu'nun Amasya, Kütahya ve Manisa gibi vilayet mer­ kezleri sultanların oğullan (vekahtlar) tarafından yönetildikleri dö­ nemlerde tehlikek hizip merkezleriydi. Zaten bahtsız vekahtlar b u nedenle sarayda hapsolmaya mahkum edilmişti. Onların yerine hepsi büer k u l olan subaylar atandı. Ancak görevde kaldıklan ve dolayısıyla küplerini doldurabilecekleri süreler üç, iki, hatta b ü yıla kadar fosalblrnışü. Bu uygulama sürekk ve yarark poktikalara i m ­ kân tanımamasına rağmen Musul ve Şam vaÜleri gibi hırsk olanla­ ra, Babıâk'ye karşı yerel destek toplayabilecek zaman tanımıyordu. Sonunda, XIX. yüzyılda babadan oğula devrolan Mısır Beylerbeytiği İstanbul üzerine yürüdü. Bu derebeyleri açgözlüydüler. Fakat 48 gelülerini kendi bölgelerine harcadıklan için, örneğin Yozgat ta ve 7 Doğubeyazıt'ta büçok eser bırakülar. Paşalar ise eyaletlerden diş çe­ ker gibi sökerek aldıklan paralan Boğaziçi kıyılarında har vurup harman savuruyorlardı. Yönettikleri eyaletlerde güvenecek kökleri olmadığı ve rakiplerinin sürekk olarak kendüerirıi devirme komplolan hazırladığı başkentten uzakta bulunduklan için, kalelerinde ve konaklarında huzurla uyuyamadılar. Hissettikleri korku gerçek­ ti. Saray çavuşunun getireceği ve İstanbul'a dönme emri veren fer­ man gizli b ü ölüm emri olabikrdi. Bu nedenle her paşa kendisini günün komplolarından haberdar eden ve hatta b u komplolara ka­ tılmasını sağlayan taraftarlar edinüdi. 178 Hükümetin de kendine göre endişeleri ve dolayısıyla casuslan vardı. İstanbul'a geri çağıran bü mektup, sert b ü valiyi isyana 49 yöneltebilirdi. 1655'te geri çağnlan İbşü Paşa İstanbul'a ordusuyla gelmişti, ama otlaklarını b u köylü takımıyla paylaşmaya hiç de n i ­ yetli olmayan yeniçeriler tarafından bertaraf edilmişti. Büyük tarih­ çi Evtiya Çelebi, böyle isyankâr bü paşanın hizmetinde çakştiğı ve kaçamadığı bü dönemde, işbitir b ü garnizon komutanının b u paşa­ ya ve ordusuna Ankara Kalesi'nin kapılarını kapattığını, ama onla­ rın şehirde kalmasına izin verdiğini anlatır. Bu şekilde iki tarafın da itibarı korunmuştu. Hatta hükümet, rakibinin başını b ü kadife tor­ ba içinde İstanbul'a yollayacak olana i y i getir getiren bü mevki va­ at ederek paşalan bübüine düşürüyordu. Böylesine b ü despotluk behrli b ü zekâ gerektirir ki, çoğu Osmank, mevldlerindeki iniş çıkış­ lara ve itibarlarını kaybetmelerine rağmen b u yeteneklerini şaşıla­ cak derecede başarık şekilde korumuştu. Garip davranışlarını, ka­ derinde olan haksızlıklara kadanmayı, I . Mustafa ya da I . İbrahim gibi canavarların Hzmetinde çalışmaya istekli olmalarını anlayabil­ mek için Osmank'run b u özelliğini dikkate almak gerekti. Sadece ve körü körüne kişisel çıkara dayak ve özeleştiriden yoksun toplumlar tesadüflerin etinde oyuncaktır. Gözden düşen paşalar kendüerini ancak şaşkınlıkla avutabilir ve beyinleri b u şekilde uyuşmuş olarak da idama boyun eğerlerdi. 50 İmparatorluğun parçalanmadan devam etmesi, bölgelerin gi­ derek artan otonomisinden kaynaklanıyordu. Bu bölgeler küçük kasabalar ve pazar yerleri çevresinde, keçüerin ve savaşların çoraklaşfardığı arazilerle bübirinden ayrılmış kırsal federasyonlar oluş­ turmuşlardı. Anadolu kasabalanndaki büyük nüfus artışının XVII. yüzyılda hızı kesildi ve Suriye'nin ekonomik gerileyişi devam etti. Buna rağmen I . Osman, IV. Murad ve IV. Mehmed ya da vezüleri, Kanunî Sultan Süleyman'm, Mohaç'taki zaferinden b u yana silah, eğitim ve yönetim konusunda üstünlük kazanmış bü Avrupa'yı fethetmeyi düşleyip durdular. SEKİZİNCİ BÖLÜM Gözü keskin olarını bacağı uzun olur Deliler, anneler ve çocuklar Timur'a yenildi diye IV. Murad'ın Yıldırım Bayezid'in meza­ rına hiddetle tekme atması kişmğini yansıtan bir davranışü. Yenil­ giden kendisine de pay çıkararak b u hareketiyle sülalesine karşı duyduğu nefreti ve deliliğe varan dengesizliğini ortaya koymuştu. Kendisinden sonra Osmank tahtına aklî dengesi bozuk olan karde­ şi İbrahim'in geçmesi gerekecekti. Sultan Murad, belki de hakk ola­ rak, buna kesinlikle karşıydı. Tahta, İbrahim'in yerine bir Kırım sul­ tanının geçmesini (rivayete göre Giray hanların soyu Osmank tahtinrn vârisiydi) ya da tahtın boş kalmasını tercih etmiş olması muh­ temeldir. IV. Murad, o güne kadar dinî nedenlerle carıma dokunul­ mamış olan kardeşinin boğdurulması emrini ölüm döşeğindeyken vermişti. Bu errvrin kasten geciktirilmesine gösterdiği aşın hiddet sonucu 1640 yılında öldü ve korku krizleri geçirmekte olan İbrahim, kapatıldığı hücreden alınarak mezar yerine tahta götürüldü. Yeni sultan çelimsiz ve çirkin b i r i y d i Zevklerinde IV. M u ­ rad'dan sadece cinsiyet seçiminde farkkydı. Kadınlara çok fazla düşkündü. Bu konuda şöhreti öyle kötüydü k i tahta çıktığından iti­ baren Bati'da imparatorluk hakkında çarpık görüşler oluşuyordu. Şişman kadınlara karşı aşın tutkundu. Bu tutkusunu karşılamak için ülkedeki en tombul cariyeler aranmaya başlandı. Sonunda yüz kilonun üstünde, hareket edemeyecek kadar şişman b ü Ermeni b u ­ lunmuş ve b u kadın sarayda sultanın gözdesi olarak hüküm sür­ müştü. Valide sultan oğluna her cuma yeni b ü tombul cariye gön­ deriyor, haremdeki kadınlar btier kâğıt peçete gibi kullanıkp afakyordu. Ancak Ermeni gözde, has bü Şam kumaşıydı ve onun yeri­ n i hiç kimse alamadı. Sultan İbrahim'in kadına olan aşın düşkünlü­ ğü tabiî k i cinsel arzuyu artıran ilaçlarla takviye ediliyordu. Sultan 180 cariyeleri için ipekli kumaşlara ve mücevherlere büyük paralar har­ cıyor, lükse olan düşkünlüğü yüzünden sakalına elmaslarla süslü bü file takıyordu. Rusya'dan getirilen samur kürklere el koymuştu. Yatak odasının duvarlan bunlarla kapkydı. 1 Sultan mrahim kimseyle kıyaslanamayacak kadar sinükydi. İsteklerine en ufak şekilde karşı gelinmesi onu aniden hiddetlendi­ rip bastinlamaz çügınkklara sürüklerdi. Bu sürü krizleri, çevresin­ dekilere bü yığın haksızkklar yapıp onlan kökten sarsaladıktan sonra ancak durulurdu. Oğlu Mehmed doğduğu zaman darüssaade ağası ona süt vermesi için kendi konağından genç ve çok güzel b ü kadın bulmuştu. Sultan İbrahim b u kadına âşık oldu, hatta kadı­ nın oğlunu kendi oğluna tercih etti. Çocuğun babasının k i m olduğu bilinmiyordu. Bu kimse hadım darüssaade ağası Sümbüllü olamaz­ dı. Olay, Mehmed'in annesi Hatice Turhan Sultan'dan sakk kala­ mazdı. Turhan Sultan, henüz 16 yaşında olmasına rağmen güçlü k i şitiğiyle çevresini smdirmişti. Tabiî fırtina koptu, İbrahim, Turhan Sultan'ı oğlu Mehmed'i Öldürmekle tehdit etti ve rivayete göre de bü sarnıca attı. Sümbüllü, her ikisini de gayet iyi tanıyor ve olayın nereye varacağını kestüebitiyordu. Kendisi de dahil çok kimsenin canını tehlikede gördü. Yanma güzel cariyenin oğlunu alarak o gün hacca gitmek üzere demü almakta olan filonun sancak gemisine bindi. Filo yolda korsanlıkla geçinen Malta şövalyelerinin saldırısı­ na uğradı. Korsanlar sancak gemisine çıktılar. Sümbüllü, ölene ka­ dar kahramanca çarpıştı ve bebek korsanların etine geçti. Onu Os­ manlı tahtının vârisi sandıklarından Kandiye'ye gelene kadar özen­ le baktılar ve buranın Venedik valisine teslim ettiler. Çocuğun vekaht olmadığını anlayan vali onu Venedik'e gönderdi ve bebek ora­ da büyüdü, vaftiz edildi ve rahip oldu. Yine de duyduğu her şeye inanan safdüler Padre Ottomano'yu (Osmank Peder) sultanın oğlu olarak büdiler. Casuslan sultana çok sevdiği bebeğin Kandiye'ye götürüldü­ ğünü haber verince, İbrahim hırsından ne yapacağım bilemedi ve tüm Hıristiyan tebasımn öldürülmesini emretti. Neyse k i şeyhülis­ lam kendinde karşı koyacak cesareti buldu ve divan sultam yalnız­ ca Katolik papazlarını ortadan kaldırmaya ikna edebildi. Somadan bu emir de geri alındı, fakat Avrupa ülkelerinin bütün temsilcileri tutuklandı. İngiltere, Hollanda ve Venedik elçileri sultana yalvararak Malta şövalyelerinin Fransız tebası olduğunu, dolayısıyla onla- İSI ra hül^edemeyecelderini anlatmaya çalıştılar. Bu arada sadrazam akıllıca bir manevrayla Sultan İbrahim'i b u anlamsız intikamdan vazgeçirip dikkatini Venedik'e ve adalarına karşı uzun sürectir planladığı sefere çevirdi. 300 gemiden oluşan Osmanlı donanması 24 haziran 1645'te herhangi bir ihtara gerek görmeden Hanya'ya saldırdı. Karaya çıkan 50 000 asker, Venedik donanması burayı sa­ vunmak için yelken açmadan şehri ele geçirdi. Bu tam yeniçerilere göre bir saldın olmuştu. Ancak bunu izleyen savaş kolay sonuçlan­ madı. Adalar ve kıyı şeridi büyük zarara ve katliamlara yol açan an­ lamsız çarpışmalara sahne oldu. Gelen haberler İbrahim'i çılgına çe­ viriyordu. Hıristiyan halkın tek güvencesi, hayatta kalmalanyla yok edilmeleri arasında duran, dek sultanın tek saygı duyduğu Şeyhü­ lislam Ebu Seyyid Efendi'ydi. Başlarda, sultanın savurgankğı Bağdat'tan ele geçirilen gani­ metlerle karşılanabüiyordu. Ancak yapüğı çılgınca harcamalar sadrazamın kaynak bulmak için gösterdiği çabanın üstündeydi. Bu nedenle uygulamaya çakşüğı vergiler sonunda hayatına mal o l d u . Sultan mrahim ise tüm yetkilerini annesine ve yeniçerilere 2 vererek tahtta kalmayı başardı. 1648'de sekiz yaşındaki kızını ye­ n i sadrazam Hezarpare A h m e d Paşa'yla evlendüdi. Hezarparenin anlamı " b i n parça" demekti ve b u lakap kendisine, kısa süre sonra b ü suikast sonucu parça parça doğrandıktan sonra verile­ cekti. Bunun üzerine İbrahim, ileri gelen yeniçeri subaylannın ida­ mım emretti. Ancak b u emri önceden haber alan subaylar kışlala­ rındaki camiye sığınarak yeniçeri büliklerini yanlanna aldılar, hat­ ta sipahiler de onlara katildi. Ulema, bükemediğin eti Öpmek ge­ rek düşüncesiyle isyanalan destekledi. Bunun üzerine şeyhülis­ lam, İbrahim'in tahttan indirilmesi için gereken fetvayı verdi. Söy­ lentiye göre İbrahim, şeyhülislamın kızma tutulmuştu. Çılgmkğı son haddindeydi. Babasının nefretinden zor kurtanlmış olan IV. Mehmed, 1648'de, altı yaşındayken tahta geçirildi. Sipahiler, hakb olarak, b ü çocuğun sultan olmasına karşı çıkınca isyancılar b u ­ n u hayretle karşıladılar. Öte yandan vezirler İbrahim'in yeniden tahta getirilmesinden korkuyorlardı. Hiç vakit kaybetmeden sağır ve dilsiz cellattan onun odasına yolladılar. Kulaklan bütün yalvar­ malara akak olan cellatlar ipek b ü kordonla 32 yaşındaki İbra­ h i m ' i susturdular. IV. M u r a d saltanatının ilk yıllarına hâktin olan kanunsuzluk, 182 IV. Mehmed döneminde de sürdü. Yalnızca kişiler değişikti. Küs­ tah yeniçeriler yine de her şeye burunlarını sokuyordu. Çekin­ 3 dikleri tek güç, rakipleri olan sipahilerdi. Bir defasında Anadolu askeri İstanbul üzerine yürüyerek korkak bir sadrazamla yeniçeri ağasını alaşağı etti. Hükümet, Halep ve Kahire'deki ayaklanmala­ rı, ordudan çok düzensiz b ü kalabakk olan büliklerle ve de büyük rüşvetler vererek bastırdı. Donanma gereken cesareti göstermedi­ ği için yenilgiye uğradı. Kandiye kuşatması, İstanbul'daki yedek­ ler barış için halkı ayaklandınnca, savaşmaktan vazgeçen yeniçe­ riler yüzünden kaldırıldı. Bu itaatsizliğin kurbanı kendilerinin seçtiği Sadrazam Sofu Mehmed Paşa'ydı. Eğer isyancılar araların­ da sürtüşmelere düşüp bübirlerine ihanet etmeselerdi, Mehmed Paşa'nın Anadolu'da kaynayan isyanı bastırma gütişimi o l u m l u sonuç vermezdi. Sultan İbrahim'in devrilmesindeki ana sebep Hazme'nin tükenmiş olmasıydı. Aynı d u r u m şimdi de IV. Mehmed'i tehdit etmekteydi. Sadrazam, şeyhütislam ve hükümetin ileri gelenleri azledilip yerlerine yemleri getiriliyordu. Değişme­ yen tek husus devletin içinde bulunduğu acıkti d u r u m d u . Valide sultanlar, yaşlısı genci, aralarındaki rekabeti ölümüne sürdürü­ yorlardı. Yaşk Mahpeyker Kösem Sultan, IV. Mehmed'in Rus asılk annesi Turhan Sultan'a sadık olan kadınlara komplolar hazırkyordu. B ü çatışmada, üstü başı parçalanan Kösem Sultan odasın­ dan yerde sürüklenerek çıkanlrnış ve Hadımlar Camti'rtin kapısı­ na getirilerek burada b ü perde kordonuyla boğulmuştu. 1651 ile 1656 yıllan arasında durmadan yeni sadrazamlar tayin ediyor ve yeniçeriler b u n l a n kuka oynar gibi devüiyorlardı. Ekonomik d u ­ r u m ise berbattı. 4 Yalnızca yem vergiler konmakla yetinilmeyip, bunlar i k i yıl önceden almıyor, fakat toplanan getir yine de savaşmaya gönlü ol­ mayan bü ordunun masrafım karşılamaya yetmiyordu. Sefer hazırkğma girişildiğinden yeni bü devalüasyonu önlemek mümkün ola­ madı. Bu şartların yemden ayaldanmaya y o l açması ve yeniçeriler ile sipahileri henüz ocağa alınmamış küçük esnafla b ü araya getir­ mesi kaçmıknazdı. Divanın ne gücü kalmıştı ne de etkisi. 1656 yıknın mart ayında isyancılar kellelerim istedikleri devlet büyüklerinin ve subayların adlarını ilan ettiler. Şehü yedi gün yağmalandı, sara­ ya saldınlar düzenlendi, vezüler azledilip Hazine talan edildi. IV. Mehmed aşağılanmışti. 183 Nihayet aklı başında bir adam: Köprülü 1656 eylülünde gerçek bü sonbahar yaşandı. AzledÜen sadra­ zam mayıs ayında Halep'ten geri çağnlmışü. İstanbul'a dönüş yo­ lunda Köprülü Mehmed Paşa'yı devlette görev almaya davet etti.. Arnavut kökenli olan Köprülü, Anadolu'da inzivaya çekilmişti. Sadrazamın var olan sorunlarla hiçbü zaman baş edemeyeceğini gören 80 yaşındaki paşa, konağında yakın dostlarıyla toplanıyor ve imparatorluğu yuvarlanmakta olduğu uçurumdan kurtarmanın çarelerini tartışıyordu. Bu bü devrim hareketiydi. Toplantilann so­ nunda akılkca düşünülmüş bü politika saptandı; Ortaçağ kapan­ mıştı. Entrika düzeni Köprülü'nün sadrazam olmasına karşı yoğun bü çaba gösteriyordu. Fakat Turhan Sultan hiçbü ümidi kalmadığı­ nı görünce, b u yaşk paşadan başka kurtuluş yolu olmadığını anla­ mıştı. Gerekti hazırkğmı yapan Köprülü Mehmed Paşa en uygun zamanı seçerek 13 eylülde Turhan Sultan'a kendisiyle görüşme is­ teğini bÜdüdi. Aynı günün akşamı gizli bü toplantı yapıldı. Köprü­ lü toplantıya gekrken hemen orada imzalanıp mühürlenmeye hazır bü yazık anlaşmayı da beraberinde getirmişti. Bu anlaşmaya dört esas hâkimdi: Turhan Sultan'd an bunların tümünü de onaylaması, yapılacak tayinlerde kendisine karışılma­ ması, bü diğer vezirin rakip olarak karşısına çüçanlmaması ve sa­ rayda dedikodular ile iftiralara son verilmesi. Turhan Sultan yenil­ giyi kolay kabul eden biri değildi. Beş yıl önce darüssaade ağasını yanma alıp yeniçeri komutanlanyla b ü olan eski valide sultanı alt etmeyi bilmişti. Şimdi de kıvranıyordu, ama kurduğu komplolar ters tepmiş, çevresinde dama taşı gibi oynattığı vezüler kalmamış­ tı. Turhan Sultan'ın kendisini hedef alan bü ayaklanmanın sesi sa­ rayda açıkça duyuluyor, saray dışındaysa kulaklan sağır edici bo­ yutlara ulaşıyordu. Turhan Sultan sonunda boyun eğmek zorunda kalmıştı. IV. Mehmed sadrazamlık mührünü hemen ertesi sabah Köprülü Mehmed Paşa'ya testim etti. Henüz 14 yaşında olan Mehmed'in elinde sultan olarak sadece bü unvan l<alrnış ve tüm yetki­ lerini devretmişti. Artık dilediği gibi av peşinde koşabitirdi. Edir­ ne'ye yerleşti. Bu yörede çok verimli avlaklar vardı ve sultan hakk olarak İstanbul'dan nefret ediyordu. Aynca Edirne, Avrupa yakasındaydı ve yeni seferler için planlanacak her türlü harekât da Batı'ya yönelikti. Osmanlıların b u eski başkenti yoksul halkın doldur- 184 duğu kalabalık bir yer olmuştu. Elçiler bile kalacak yer bulmakta güçlük çekiyor, İstanbul'a atla sadece sekiz günlük bü uzaklıkta ol­ makla avunuyorlardı. Genç sultan, zaten sahip olmadığı yetküerini yetenekk sadrazama devretmekte tereddüt etmemişti; en azından şimdilik. Ne de olsa seksenine gelmiş biri sonsuza dek yaşayama­ yacaktı. Öte yandan hiç kimse Köprülülerin aile fertlerini kayırarak nasıl dal budak salacağını da tahmin edemezdi. 5 İmparatorluğun yeni sambinin sağlığı yerindeydi. Hiç vakit geçirmeden sultanı ve vezüleri yanına alarak yağmacıların her kö­ şesine yayılmış olduğu şehri onlarla bülikte dolaştı. Sonra da isyan odaklarını bastırıp halkın korkusunu giderdi, yetkileri elinde tut­ manın verdiği güvenle düzeni sağladı. 1654'te SokoUu Kapısı'ndan sarayın bahçesine uzanan yolun karşısındaki konağına geçerek hü­ kümet merkezini buraya taşıdı. Bu arada, idama mahkûm edilmiş olan eski sadrazamın affını sağladı. Kendisine b u yolu açan eski dostuna adil davranmıştı. Ancak isyancılara karşı tutumu farkkydı. Söylendiği gibi 4 000 olmasa da, kısa zamanda yüzlerce yeniçerinin cesedi Marmara sularında yüzmeye başladı. Ordu garip bir sessiz­ liğe gömülmüştü. Çözülme tehlikesi Köprülü Mehmed Paşa artik Anadolu'yu düzene sokabitirdi. 1657 yılında Yeniçeri Ocağı'nı disiplin altina alarak temmuz 1658'de onlan Konya Ovası'nda zafere götürdü. Başma buyruk paşalan ve derebeylerini perişan etti. Kendinden öncekilerin aksine, yaşk sad­ razam elde ettiği zaferlerin ardına gerekti reformlan da ekleyerek Hazine'nin üstündeki ağır yükü hafifletmiş ve yoksul köylüye des­ tek olmuştu. Gerek kendisi gerekse ardından 1661 üe 1676 yıllan arasında sadrazamkk yapan oğlu Fazıl Ahmed Paşa sürekk olarak yeniçerilerin sayısını azalttılar. Gayeleri yeni kurulan büliklerle oca­ ğı tamamen ortadan kaldırmaktı. O dönemde yeniçerilerin çoğu ti­ caretle uğraşıyor ve kollarındaki dövmeyi kanun karşısında üstün­ lük sağlamak için kullanıyorlardı. Ancak b u ayncakk geri tepmeye başlamıştı. Ezilen halkın duyduğu huzursuzluk ve haset gün geçtik­ çe artıyordu. Giderek yeniçerilere boyun eğmez oldular. Ocağın tut­ tuğu hesaplar da karmakanşıkti. Yeniçeri ağası bile emri alfanda kaç asker olduğundan habersizdi, züa tabur komutanlan, emektiye ay- 385 nlmış hatta ölmüş olanlara büe ulufe talep ediyordu. Hazine öde­ melerde her zaman geri kaldığından verilen senetler devredüerek el değiştiriyor, sonunda tefecilerin eline geçiyordu. Yeniçeri Ocağı'nda sadece işe yarayan subaylar üe çavuşlar ve acemi erler kalmışü. Sipahilerin durumu da farkk değüdi. Kullandıkları silahlar es­ k i ve çağdışıydı. Köprülü Mehmed Paşa alışılmış politikaya uygun olarak onlan yeniçerilerle bübüine düşürüp zayıflattı. Ancak yeni kurduğu bülikler b ü türlü istenen düzeye ulaşamıyordu. Genelde Osmank ordusunun gitgide zayıflıyor olması ve eski şevkin kalma­ ması bunun nedeni olarak rahmin edilebikr. Eskiden olduğu gibi eyaletlerden gençlerin toplanmasına son verilmiş olması da b ü yan­ dan buralarda yeni derebeylerinin titizlenmesine y o l açıyordu. Oy­ sa topçu sınıfı gelişmeye devam ederek yaklaşık 100 yılkk b ü süre içinde yabana uzmanların verdiği eğitimle beklenen düzeye erişti. 1679'da Kont MarsigÜ 11 ay için İstanbul'a geldi ve Yeniçeri Ocağı üzerinde geniş yetkiye sahip oldu. Bu olağanüstü asker, 1683'teki Viyana Kuşatması'nda esü düşecekti. Kuşatmayı sona er­ diren büyük çöküntüyü atlattıktan sonra 1691'de İstanbul'a döndü. Burada bü yıl kalarak Köprülü ailesinden Sadrazam Amcazade Hü­ seyin Köprülü'yle yakın dostluk kurdu. Osmank ordusunu en ince ayrıntılarına kadar inceledi, hatta kendisine evrak ve kayıtlara inme­ si içüı izin bile verildi. Marsigli'nin görüşüne göre IV. Mehmed ve vezüleri yeniçerilerin yüksek getir sağlayan mevkilere gelmelerine ve sefahate düşmelerine göz yumarak ocağın düzen ve disiplütinin bozulmasına bilinçli olarak zemin hazırlamışlardı. Terfii ere üstün nitelik ve başan yerine iltimas hâkim olmuştu. Yeniçeriler Niş boz­ gunundan sonra büyük itibar kaybına uğradılar ve sadrazam saray­ dan asker kökenli olmayan birini yeniçeri ağalığına getirdi. 1692 yı­ lma gelindiğinde Yeniçeri Ocağı'na katılmak isteyenler o kadar azdı ki, hükümet teşvik için ulufeyi artırmak, ayncakklar tanımak ve ti­ caret ya da saü işlerle uğraşma imkânı vaat etmek zorunda kaldı. Aksi halde İstanbul'da yangın söndürme işleri yapılamayacak, kale­ ler savunma büküklerinden yoksun kalacaktı. Buna rağmen Araplar ve Çingeneler hiçbti zaman ocağa alınmadı. Yönetimdeki zayıflıktan dolayı devşirme düzeni ortadan kalkınca, devletin b u en güçlü k u ­ ruluşunun kökleri kurumuş ve yerine yeni tohumlar ekilememişti. Savaşlarda yeniçerilerin büyük bir kısmının yerini gönüllüler akyordu. Bunlar çarpışmalara yalnızca yaz aylarında katılır, sonra 186 da dağılıp giderlerdi. Karşılığında yağmanın sağladığı ganimetten pay alırlar, dolayısıyla devlete yük olmazlardı. Üniformaları bile yoktu. Çoğunlukla Arnavutluk'tan ve Balkanlar'm yüksek dağkk yörelerinden gekyorlardı. Ovalarda yaşayan halk yoksullaştığı için buralarda soygunculuk yapmanın da çekiciliği kalmamışü. Savaş­ lar zafere doğru giderse b u başıbozuk kalabalıktan yararlanmak mümkün olurdu. Aksi halde savaş alanını terk edip kaçarlardı. Bu davranışlarında yeniçerilere benziyorlardı. Bir Türk atasözünün ifa­ de ettiği gibi gözleri keskin ve bacaklan uzundu. Oysa, daha önce de beliırtiğimiz üzere geriye kaçış, Osmanlı'nın savaş taktilderin¬ den biriydi. Ancak o dönemde gönüllüler sÜahlarrnı, çadırlarını ve onurlarını arkada bırakarak kaçtıkları zaman daha az zayiat verdik­ lerinden, yenilgiden sonra asker bulma sıkrnüsı çekilmezdi. Ancak bu dağk soyguncular, Osmanlıların onlara bü imparatorluk kazan­ dırmış eğitimli, ücretü ordusuyla hiçbü yönden kıyaslanamazdı. 1661 yılında sadrazam olan Fazıl Ahmed Paşa yeniçeri ortala­ rından en gözde olanlarını seçerek Erdel'de Osmank hâldmiyetini kurdu. Kazanılan b u başan sanki b ü yeniden doğuşun müjdecisi ol­ muştu. Kendisinden sonra sadrazamlık mührü Alman topraklarının fethini düşleyen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'ya verildi. Bu arada Lehistan'a ve Rusya'ya açılan seferler ve Ukrayna Kazaklarını dene­ tim alana almak için yapüan güişrmler zaferle sonuçlandı. Bu başanlarda K m m hanının görkemli süvarilerinin de rolü olmuştu. Ekonomik bunalımın yarattığı sorunlar sürüp gidiyordu. İslamî inanç, dolayısıyla Osmanlılar faize karşıydı. Bu nedenle Avrupa örneğini uygulayarak borç alana girmemek için inatçı bü düenç içindeydiler. Ancak ileride b u kaynağa başvurmak zorunda kala­ caklardı. Ağır ağır büyüyen Hazine 1683 yılında 200 000 kişilik bü orduyu ortaya çıkaracak güce erişti. Ulema sefer zamanının geldi­ ğine inanıyor ve yeniçerileri b u yönde teşvik ediyordu. Orduya ya­ püan böyle bü yatinmı ancak büyük bü fetih karşılayabitirdi ve Ka­ ra Mustafa Paşa da b u düşünceyle aynı yıl Viyana üzerine yürüdü. Karanlığa doğru: Viyana Yüzü gibi mizaa da karanlık olan Merzüonlu Kara Mustafa Paşa bü siparıinin oğluydu. Köprülülerin himayesine girmeden Ön­ ce saraydaki içoğlanlanndan biriydi. İhtüaskydı ve gösterişe düş- 187 kündü; 42 yaşında sadrazam olduğu zaman da bunlara hudut tanı­ madı. Prusya'dan gelen bir heyeti kabulünde, zırh gömlek üstüne altin simli dolamalar giymiş yüz içoğlanı da hazır bulunmuştu. Sa­ rayında 1000 kadar köle, 1500 cariye, 750 haremağası, atlan için bü­ yük bü tavla, av köpekleri ve çeşitti hayvanlar bulunuyordu. Hıris­ tiyanların ölçüsüyle bile aşın derecede içkiye düşkündü. Viyana 6 bozgununa kadar yaşadığı en büyük şanssızlık, sık sık meydana ge­ len yangınlardan birinin sondürülmesiyle uğraşırken yüzünün kavrularak çükin bü görüntü almış olmasıydı. O dönemde İstan­ bul'da bulunan tüccar Roger North, btibirine kuş kafesi gibi tutun­ muş ahşap evlerin oluşturduğu şehüdeki b u yangından bahsetmektedü. Kara Mustafa Paşa b u kazanın ardından sarayında üç ay saklandıktan sonra halkın içine çıkabilmişti. 1677'de yapılan sefer ona beklediği ünü sağlamamıştı; gururunun her yönden desteğe ih­ tiyacı vardı. Kanunî Sultan Süleyman 1529'da Viyana'yı kuşattığı zaman ağır toplar yaz yağmurlarının oluşturduğu çamurlara saplanmamış olsaydı ve de sonbahar yaklaştıkça yeniçeriler başkaldırmaya yönelmeseydi şehü düşebilirdi. Kara Mustafa Paşa ise zafere dokuna­ cak kadar yaklaşmış ve uğradığı yenilgi b u yüzden pek ağır olmuş­ tu. İmparator ve maiyeti, kuşatmadan beş gün önce, 7 temmuz 1683'te, Viyana'yı terk etmişti. Osmanlı ordusu savunanları hayre­ te düşüren bü düzen içinde ordugâh kurup kuşatma hazırlıklarını tamamladı. Sadrazam otağı önüne bü de bahçe yaptırdı. Ancak b u zarafet, hiç vakit kaybedilmemesi gereken b ü zamanda askeri gevşetmişti. Ama yine de kuşatma boyunca 40 kara mayım ve 10 karşı mayın patiatılmış ve 18 saldında bulunulmuştu. Eylül ayı geldiğinde dış surların çoğu ele geçmiş, iç surlar ise harap olmuştu. Kara Mustafa Paşa buna rağmen şehrin çok yakın­ da teslim olacağına inandığından saldınlan durdurdu. Başlayan gıda sıkıntısı yüzünden yeniçeriler de ayaklanmaya hazırlanıyor­ du. Viyana testim olmayıp da salduıyla ele geçirilirse, sadrazamın askere üç gün üç gece yağma hakkı tanıması gerekecek, devletin bu ganimete olan mtiyaa büyük ölçüde kısıtlanacaktı. Ancak paşa sabırla beklerken akkna gelmeyen bü gelişmeyle karşılaştı: Prens Jan Sobieski, emrindeki Leh bülikleriyle Viyana'ya yardım için çıkageldi. Leh süvarileri 12 eylülde Osmank hatlarına saldırdı. Sad­ razam, Prens Sobieski'nin Lorraine düküyle bir hafta önce görüş- 188 tüğü yolundaki haberlere inanmamakta ısrar etmişti. Dükün em­ rinde 27 000 kişüik b ü kuvvet vardı. Kara Mustafa Paşa tamamen gafil avlanmışü. Osmanlılar büyük bü bozguna uğrayarak hava karanrken çekilmeye başladılar. Ordu her şeyini geride bırakarak kaçıyordu. Çıplak ayakla koşarak yol alan Marsigk de kaçanlar arasındaydı. Osmanklar arkalarında 300 top, 5 000 çadır, sancakı şerif dışında bütün bayraklarını ve tuğlarını savaş alanında bırakıp çekildüer. Kara Mustafa Paşa askerini Budin Önlerinde toplayabil­ di, fakat verdiği karık savaşın sonunda yemden yenilgiye uğradı. Askerin moral gücü yok olmuştu. Kaçanlan öldürtmesine rağmen çıkan paniği denetim altına alamadı. Maiyeti ve emrindeki subay­ lar kendisine karşı büleşmişlerdi. Yenik düşen paşanın Edirne'de tekbü dostu kalmamıştı. Vali­ de sultan büe ona düşman kesilmişti. B ü subay Belgrad'a gitmiş olan Kara Mustafa Paşa'ya bü ferman getirerek elindeki sadrazam mührünü ve kellesini istedi. Paşanın kesik başı bü kadife torba için­ de Edirne'ye gönderildi. Bu baş gövdesinde duruyor olsaydı bile yenüginin getirdiği ekonomik sorunlara herhangi bü çare bulama­ yacaktı. Zengin eyaletlerin elden çıkması sonucu getirler büyük öl­ çüde azalmış, asker teinini yüzünden tarım sekteye uğramıştı. Öte yandan ulufelerini alamayan subaylar kıyameti kopanyordu. Ule­ ma da dahil, sefer için toplanan vergilerle hükümet ne askerin iaşe­ sini ne de en temel ihtiyaçlan karşüayabitiyordu. Tedbü olarak 1687'de bütün terfilerin durdurulması kararlaştırıldı. Orduya on beş aydır ödeme yapılmamış, ayaklanma gelip kapıya dayanmıştı. 7 Lehler Boğdan'ı işgal etmişler, savaşa Venedik ve Rusya da katıl­ mıştı. Divanın yapabildiği tek şey Fransa'dan yardım istemekti. Yenilgiler bübüini izledi. Budin düştü ve yeni Sadrazam Sü­ leyman Paşa Mohaç'ta bozguna uğradı. Yeniçeriler, Osmanlı'nın görkemli günlerinden yansıyan hayaller arasında 8 000 ölü ve 2 000 esirle bülikte toplarım ve ağırkklarını savaş alanında bırakıp kaçtı­ lar. Ordunun ileri gelenleri Süleyman Paşa'mn azlini isteyince, ken­ d i güvenliğinden korkan IV. Mehmed onlara sadrazamın kesik ba­ şım göndermekten kaçınmadı. Ayaklanan yeniçeriler ve sipahiler savaş alanım terk edip Edirne'ye doğru yola düştüler. Peloponnesos elden gitti ve maceraperest Alman Kontu Königsmark Atina'ya güdi. Yiyecek fiyatlan akıl almaz boyutiara yükselmiş ve Anado­ lu'da açlık baş göstermişti. Ancak b u arada Osmanlılar farkında ol- 189 madıklan bir zafer kazandılar. Rus Prensi GaUitzin 300 000 piyade, 100 000 süvari, b ü milyon at ve 1 200 toptan oluşan büyük bü or­ duyla Moskova'dan yola çıkmıştı- Hedefi Osmank İmparatorluğu'nu dümdüz ermekti. Öte yandan böyle büyük bü güce kırsalda iaşe teinin etmek kolay iş değildi. Ruslar, Osmanlıların sahip oldu­ ğu ayrrntik planlar yaparak düzen kurabilme yeteneğinden yok­ sundu. Ordu yiyecek ve yem sıkıntısıyla baş başa kaldı. Hayvanlar geçtikleri yerlerde ot brrakmamışti. Ruslar böylece kendi kendini yenilgiye uğratıp geçtikleri yerlerde yaratüklan çölden geri döne­ rek perişan b ü şekilde çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlı sülalesi devam etmeli mi? Köprülülerden b ü diğeri, Vali Köprülüzade Fazıl Mustafa Pa­ şa, saltanatın korunması uğruna sultanın görevlerini ihmal ettiği gerekçesiyle tahttan mdüilmesi için fetva çıkarttı. IV. Mehmed de bunu Tann'nrn buyruğu kabul edip 8 kasım 1687 tarihinde tahtı terk edip sarayda kendisine ayrılan daüeye çekildi. 46 yıldır inziva hayatı sürmekte olan üvey kardeşi II. Süleyman ise imparatorluğun başına geçmesi istenince büyük korkuya kapıldı. Yıllarını devlet iş­ leri yerine dine adamıştı. Her an başkaldırmaya hazır b ü orduyla karşılaşınca tahta geçmesi nedeniyle askere kese kese akçe dağıttı ve baştaki komutanlan terfi ettirdi. Döneminde komutankk maka­ mını yahuzca bü sıfat gibi kullanıp orduya i k i kez komuta etmişti. Sıhhati iyi değildi. Yeniçeriler II. Mustafa'nın tahta geçişini, yeniçe­ ri ağası ile bazı üeri gelen komutanlan ve Sadrazam Siyavuş Paşa'yı katlederek karşılamışlar, sadrazamın haremine güerek kansıyla kız kardeşini sürükleyip perişan b ü şekilde şehrin sokaklarında dolaştirmışlardı. Bu anarşik ortam, II. Süleyman hiç beklenmedik şektide ken­ dini toparlayıp gücünü ortaya koyana kadar tam beş ay sürdü. Kor­ kudan sinen ulemayı topladı ve onlara sancakı şerifi açtırıp tüm Müslümanları askere karşı koymaya çağırmalarını emretti. Soygun ve katliamdan başka hiçbü gayesi olmayan çapulculara karşı halkın duyduğu nefreti körüklemek istiyordu. İsyancılar korkak ve batil itikatkyck. Sancakı şerifin ortaya çıkması onlan ürkütmüş, harekete geçmek için gereken ortamı hazırlamıştı. Sultanın kendine pek gü­ veni yoktu, ama yine de emrindeki askerle ayaklanmayı bastırdı. 190 Elebaşlartnı idam etmesi şehirde denetimi sağlamaya yetti. Birta­ kım ağır vergileri kaldırması sayesinde yeniçeri esnafı ve halk ken­ disine destek o l d u . Ancak bütün b u yapılanlar eylül 1688'de Belg8 rad'm elden gitmesini önleyemedi ve kasım ayında bü Osmanlı he­ yeti banş istemek üzere Viyana'ya gittiyse de Hıristiyanlar savaşın devamında daha büyük çıkarlar gördüklerinden anlaşmaya yanaş­ madılar. Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa çıkara devlet memurlarının üstüne gitti. Servetlerine el koydu, akçeye değer kazandırdı, yeni b ü ordu için asker toplamaya başladı. Devlete karşı ihanet son bul­ 9 muştu. E. Süleyman ve ardından II. Ahmed gibi hükümdarlar çıka­ ran Osmank sülalesine de son vermek istediğini yakın dostu Marsigli'ye mahrem olarak söylemişti. Ancak gerçek güç, çıkarları yü­ zünden bülikte oldukları sürece yeniçeriler ile ulemanın elindeydi. Aralarındaki güç bütiği hiç değilse hükümetin yeni bü sefer için sa­ vurgan planlar yapmasını önledi. Köprülüzade'ye karşı korkuyla karışık bü saygı duyuluyor, fakat aynı zamanda aklî dengesinden de şüphe edikyordu. Bunun da nedeni, diğer vezülerin aksine bü konuda enine boyuna düşün­ meden karar vermemesiydi. Avluda, belki iki saate yakın bü aşağı bü yukan yürüyerek düşünür, bundan dolayı kendisine y a n deli gözüyle bakılırdı. Marsigli gibi deneyimli Batıkların görüşüne de başvururdu. 1690'da savaş alanında can vermeden önce mevcut ekonomik sorunlar hakkında tersanede çakşan bü yabana mühen­ disle görüşmüş, talihsiz mühendis de kendisine reform hareketleri­ ne girişilmeden b ü kez daha devalüasyon yapılmasını önermişti. Bu uygulamanın ardından artan huzursuzluk, Köprülüzade'nin ölüm haberi Edirne'ye ulaşınca ayaklanmaya dönüştü. Bu öneriyi yapan mühendisin halkı sakütieştÜTnek için boynu vuruldu. E. A h ­ med saltanatının son dönemleri de paşaların arasındaki kavgalarla sürüp gitti. Sadrazamlık mührü, bayrak yanşındaki koşucuların çu­ buğu bübülerine geçirmesi gibi elden ele dolaşıp durdu. 1691 ila 1695 yıllan arasındaki dönemde banşçı poktika izlenmesini savu­ nanlar ile kendini savaş meydanlarına adamış olanlar arasındaki mücadele hiç dinmedi. Her i k i tarafın karşısına da kabule zorlana­ caktan banş şartlan korkunç bü kâbus gibi dikilmişti. İçkiye düşkün olan E. A h m e d 1695'te ödem sonucu yaşamını yitirdi ve yerine ondan daha yeteneksiz I I . Mustafa geçti. Yeni sul- 191 tan, IV. Mehmed'le aslen Venedikli Versizzi soyundan gelen GiritH Rabia Gülnuş Ürnrnetullah'rn oğluydu. Bu güçlü kadın, diğer oğlu UT. Ahmed'in tahta çıktığı 1703'ten 1715'te ölümüne kadar hüküm sürdü. Mahpeyker Kösem Sultan'ın divana kaüldığı söylenüdi. Ümmetullah Sultan ise alınacak kararlan divan toplantılarına gümeden yönlendüirdi. H Mustafa 23 yaşmdan itibaren ömrünün ye­ di yılını saraydaki kafeste geçirmişti. Öte yandan zavalk biri olan II. A h m e d de sarayda 43 yıl inzivada yaşamıştı. İngiliz Elçisi Lord Paget, E. Mustafa'nın genç ve deneyimsiz olduğunu, devlet işlerinden anlamadığını, buna rağmen kendini dev aynasında gördüğünü yazmıştır. Oysa yeni sultanın sarayda zevk âlemleri içinde yaşamak ye­ rine ordusunun başına geçeceğini söylemesi vezüleri şaşırtmıştı. Gerçekten de söylediklerini yerine getirdi ve çıktığı seferden gani­ met olarak Emst Wilhelm von Hanstein'ın kızını, güzeltiği dillere destan Arına Sophia v o n VVippach'ı getirerek onunla haremini süs­ ledi. Bu zafer pahakya mal olmuştu ve felaketle sonuçlandı. Askerî dehası müneccimler üe büyücülere bağk olmayan Prens Eugene, sultanın ordusunu 11 eylül 1697'de Zenta'da perişan etti. Barış için i l k üstü kapak girişimler, H Süleyman'ın 1687'de tahta geçişini bildirmek amacıyla imparatora gönderilen heyet tara­ fından yapılmıştı. Savaş yanksı Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa'mn yetkileri kendinde toplamasıyla bülikte Belgrad'ın teslimine karşılık Sava Nehri'nin yeni hududu oluşturması teklifi geri çevrildi. Os­ manlılarla güç bütiği üntidini besleyen Fransızlar Ren havzasını iş­ gal ettiler. İngiliz Elçisi William Hussey, Levant Ticaret Bükği'nin baskısıyla hem Edirne'de hem Viyana'da barış için büyük çabalar gösteriyordu. Avusturya'nın ekonomik durumu Osmanlılardan pek az öndeydi. Kendini kendi gözünde yüceltmenin sersemkğini yaşayan Viyana, aynen divan gibi dar görüşlüydü. Fransız elçisi, sa­ vaş halinin uzamasını isteyen XIV. Louis'nin talimatı doğrultusun­ da vezülere rüşvet dağıtıyordu. Zafer ufukta göründüğü zaman banşm çekiciliği kalmıyor, bu şartlar altında arabuluculuk yapmak da imkânsızlaşıyordu. Örneğin Köprülüzade 1690 yılında 300 000 kişi­ lik ordusuyla Belgrad ve Niş'i geri almış, Viyana'yı da üçüncü kez kuşatmaktan söz ediyordu. Ancak d u r u m 1688'in şartlarından farkkydı; ne Hazine'de para kalmıştı ne de askere alacak insan gücü. Anadolu'daki sorunlar da büyük b ü ordunun kurulmasına engeldi. 192 Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa 1691'de Salarıkamen Savaşı'nda hayatını kaybetti. ITiç beklenmedik bir olaydı bu. İmparato­ r u n askerleri ağaç kütüklerinden çocuksu bir tuzak hazırlamışlardı. Tuzak çok basit ve çocuksuydu, ama istenen sonucu vermişti. As­ lında savaşlar da saçlan ağarmış çocukların oynadığı bir cehennem oyunu değil m i y d i ! Osmank askeri iki saf halinde birbiri peşi sıra A l m a n topçusuna yüklenmiş, ardından sipahiler, başlarında sadra­ zamla saldınya geçmişlerdi. Köpıülüzade'nin ölümü orduda panik yarattı ve Osmanlılar geride 28 000 ölü ve 150 top bırakarak savaş alanını terk ettiler. Hazine'de orduyu yeni baştan donatacak para kalmamışü. Böylece 1695 kışına kadar herhangi bü sefer yapılmadı. 1695'te yemden oluşan maddî imkânlarla yeni yıl için sefer hazırlık­ larına başlanması, I I . Mustafa'yı ve savaş yanlısı olan annesini memnun etmişti. Osmanlıların ağustosta uğradığı yenilgi, müttefik Fransa'nın İspanya'daki sorunlar yüzünden desteğini çekmesiyle daha da kötü bü şekle güdi. Lord Paget barışa giden yolu zorluyor William Hussey, Edirne'de vebanın kurbanı olmuştu. Yerine gelen İngiliz Elçisi William Harbord da yine b u şehüde geçirdiği bü sinü krizi sonucu yaşamım yitirdi. Fransız Elçisi Châteauneuf, Osmanlılara tüm mürettebatıyla bülikte tam donanımk gemiler vereceklerini söylüyor, ancak b u vaatler b ü türlü gerçekleşmiyordu. Öte yandan Fransız mühendislerinden oluşacak bir ekip Os­ mank ordusundaki silahlan ve istihl<amlan, özellikle Venedik'in tehdidi altında bulunan Çanakkale Boğazindaki tabyalan yenile­ mek üzere çakşmalara başlayacaktı. Fransız etkisinin doruğa ulaş­ tığı b u dönemde 10 üçüncü bü İngiliz elçisi kötü hava şartlan yü­ zünden gecikmeli olarak 1693 yılının şubat ayında Edirne'ye vardı. Lord Paget mart ayma kadar sultam göremedi; sadrazam ve divan barışa giden tüm yollan tıkamıştı. Teklif edilen anlaşma metni, maddeleri üzerinde değiştirmeler yapılarak Yeniçeri Ağası İsmail Paşa tarafından yeniçerilere okundu. Bundan gaye onlan aracılara karşı kışkırtmaktı. Lord Paget 1694'te gönderdiği raporlarda, mevsimlik meyve­ ler gibi değişip duran hükûmeüerle görüşmenin ürrutsizliğinden ve ordunun zayıfkğından bahsediyordu. Ulufelerini almayan yeniçeri- 193 ler ala ay kadar sonra Sofya'da ayaklandılar. Sorun her zaman ulu­ feydi. Divan, 1696'nın getirdiği felaketlerin yanı sıra Iran ordusu­ nun güçlenmesi, Rusların ve Venedik donanmasının tehdidi karşı­ sında tüm ümidini yitirmişti. Halk da yeniçeriler gibi savaş istemi­ yordu. Châteauneuf ün satın aldığı bazı sesler dışında divan arak hayalî zafer vaatlerim de yerine getirilmemiş sözleri de önemsemi­ yordu. İleri gelen Osmank vezüleriyle yapüğı görüşmelerden son­ ra Lord Paget'in anlaşma için hiçbü ümidi kalmadı. Bıkıp usanmış olmasına rağmen Sadrazam Amcazade Hüseyin Köprülü'yle gö­ rüşmeyi kabul etti. Bunu Kral HI. William'a büdirince aldığı talimat barış üzerinde ısrar ermesi oldu. Paget 1696'mn Noel günü Edirne'de Amcazade Hüseyin Köp­ rülü'yle uzun bü görüşme yaptı ve divan, 21 ocakta toplantıya çağnldı. Başta sultan, Tatar hanı ve desteğine büyük ihtiyaç duyulan yeniçeri ağası divana katılanlar arasındaydı. Toplantıya aynca reis efendi, Osmank elçisi olarak çevüdiği dalavereler yüzünden az kal­ sın hayati tehlikeye güen Mavrokordato da katıldı. Sadrazam A l ­ man ordusunun gücünü gayet i y i bitiyordu. Bu orduyla Saint Gotthard'da ve daha başka yerlerde de çarpışmıştı. Fakat Venedik'le iyi bü anlaşma yapmayı ümit ediyordu. Paget'in ısrark tutumu Fran­ sa'dan rüşvet yiyen vezüleri köşeye sıkıştırdı ve divan barışın ge­ rekti olduğunu kabul etti. Şimdi ortaya çıkan sorun savaş yanlısı Lehistan ile Rus Çan Büyük Petio'ydu. Aralarında en kolay safdışı edilen Petro oldu. Mayıs 1697'de sefer hazırlıklarına girişildi ve dikkat çekmemek için orduya manevralar yaptinldı. Paget sadrazamın isteği üzerine onunla bütikte Sofya'ya gitti. Fransızların savaşa devam edilmesi için uyguladığı baskıya rağmen sultan 23 temmuzda elçüerini Viyana'ya yolladı. Ağustos ayında yapılan görüşmelerde büçok pürüz ortaya çıktıysa da bunlar sonunda halledildi. 11 eylülde Osmanlıla­ rın Zenta'da uğradığı yenilgi bü somaki yıl için düşünülen seferi çıkmaza soktu. Prens Eugene'le Sofya önlerinde yapılan savaşta ye­ niçeriler daha ilk saldırıyı püskürtemeden büyük b ü zayiata uğra­ dılar. Düşman yeni bir saldın için kendini toparlamadan ayaklana­ rak, subayların kaçardan vurmasına rağmen, savunma hatlarını terk ettiler. Burada 20 000 Osmank askeri Avusturyaklar tarafından katledildi, 1000 kadan da nehrin sularında boğuldu ve sultan savaş alanım terk ederek İstanbul'a kaçtı. 194 Karlofça'da onur kaybı 1698'de pek Önemk bir şey olmadı. Zira imparator da savaş yorgunuydu ve Babıâk gibi o da parasızdı. Antlaşma için görüşme­ lere başlanmasına eylülde karar verilince süratle hazırlıklara girişil­ di. B t i yıl sonra da heyetler Tuna üzerindeki Karlofça köyünde b ü araya geldiler. Görüşmeler için burada bü toplanü köşkü ve buna uygun görünüşte bütakım mekânlar yapılması gerekiyordu. Ancak 13 kasımda toplanü salonu henüz tamamlanmamış olduğundan görüşmelere bü çadırda başlandı. Karşılaşılan büçok gecikmelere ve sorunlara rağmen Avusturyaklar da, Osmank heyeti ve Paget de toplantıları büyük bir ısrarla sürdürdüler. Rusya, Lehistan ve Vene­ dik'le ayrı ayn yapılan görüşmelerden sonra 21 ocak 1699'da anlaş­ ma İmzalandı. Ve b u anlaşmayla bülikte Osmank İmparatorluğu'nun büyüklüğü de sona ermiş oldu. Biriken ge:rilim bü anda or­ tadan kalkmıştı. Temsilciler birbirlerini görkemli davetlerle ağırla­ maya başladılar. Savaş azığının, topçu ateşinin ve oluk gibi akan kanlann yerini şimdi ziyafetler, havaî fişek gösterileri ve oluk gibi akan şaraplar almıştı. Antlaşmanın onaylanması, kış aylarının kötü hava şartlan ve kar fırtmalan yüzünden oldukça gecikti. II. Musta­ fa antlaşmanın getirdiği yüz karasıyla baş başa kalmıştı. İleriyi gö­ rerek vergilerde ve orduda reformlar yapmasına rağmen Amcaza­ de Hüseyin Köprülü'nün de geleceği karanlıktı. Divan, ordunun içinden bü sadrazam tayin etti. Daltaban Pa­ şa çoğu sadrazamdan da budalaydı. Karlofça Antlaşması'nı kabul etmek istemediğini açıklayınca, yeniçeriler ile ulemanın arasındaki beraberlik bozuldu. Sultan yetküeıinin çoğunu, kötü bü şöhrete sa­ hip olan Şeyhülislam Feyzullah Efendi'ye vermişti. Feyzullah Efendi haris ve açgözlüydü. Halkın büyük yoksulluk çektiği dö­ nemde aşın servet yaptıktan başka etkinliği sayesinde politik ent­ rikalar da çeviriyordu. Daltaban Paşa'yı tehtikeli bulduğundan onun düşüşünü hazırladı ve kendi güvenliği için boğdurttu. Bu kez sadrazamkk makamına erken fakat akılkca bir kararla i l k ola­ rak bir bürokrat getirildi. Rami Mehmed Paşa yenik ve yorgun düşmüş askerin birbiri ardınca geçit resmi yapar gibi sadrazamkk makamına çıkıp inmesinden büyük rahatsızlık duyan yeni bir k u ­ şağı temsil ediyordu. Aamasız ve kendi mesleğinde başansızdı. Bu nedenle bü geçiş dönemi yaşayan impara torlukta böyle bü gö- 195 reve u y g u n kişi değildi. Yeni sadrazam suiistimallerle midye tut­ muş bir gemi enkazına benzeyen ordunun köklü reformlara ihti­ yaç duyduğunu biliyordu. Askerî eğitim görmemiş olduğundan, paşalarla arasında oluşacak sürtüşmelerden ancak sağ çıkmayı ümit edebilüdi. Feyzullah Efendi'nin çevüdiği entrikaların da kar­ şısındaydı. Şeyhükslamın, yapüğı bunca ahlaksızkğm yanı sıra ak­ rabalarım kayırması, saray çevresinde kendisine karşı gekşen olumsuz havayı büsbütün arürmışü. Sadrazam Rami Mehmed Pa­ şa, Feyzullah Efendi'den kurtulmak için el alandan bü ayaklanma tertipletti. Planı başankydı. Yeni şeyhülislamın fetvasıyla Feyzul­ lah Efendi tutuklanıp isyancıların ellerine verildiyse de bir yolunu bulup kaçmayı becerdi. Varna'ya ulaşmak üzereyken yeniden ya­ kalanıp Edirne'ye getirildi. Servetini nerede sakladığım öğrenmek için ona akıl almaz işkenceler yapıldı. Talih oğullarına da gülme­ 11 di. Öte yandan Rami Mehmed Paşa yeniçerileri kışkırtarak başlat­ tığı ayaklanmanın sonuçlarından kaçamadı. Asiler Edime üstüne yürüdü ve A h m e d Paşa'yı sadrazam üan ettirip b ü köşede unutul­ muş olan sultam da 22 ağustos 1703'te tahttan indüdüer. E. Musta­ fa pek uzun yaşamadı ve bükaç ay soma b ü ödem sonucu hayata gözlerini y u m d u . Böylece, Ut. Ahmed aynı ]<arankk ortamda tahta çıktı. O da, asknda ortadan kaldırmayı düşlediği yeniçerilere Osmank tarminin en dolgun akçe keselerini dağıttı. Bu arfak bü âdet haline gelmişti. Neyse k i Feyzullah Efendi'nin büyük serveti elinin alandaydı, ö t e yandan diğer bülikler de aynı şekilde ödüllendirilmek isteyerek başkaldırdılar, ancak onlan destekleyen olmadı. Osmank sülalesine son vermek için yaptıklan çağn da Önemsenmedi Sonunda çözü­ lüp dağıldılar ve Trakya'yı haydutlar gibi haraca kestiler. El. A h med'in geleceği karanlıktı. Yine de saltanatı destekleyebilecek tek kuruluş, kendi varkğım korumaktan başka şey düşünmeyen Yeniçeri Ocağı'ydı. Asknda yüzyülık bü süreden beri pok'tikaya bulaşmış yeruçerilerin hiçbü so­ mut hedefleri olmamıştı. Bu nedenle sonuçta idarî düzene karşı -ba­ zı talihsizler dışında- bü tehdit oluşturmadılar. Sadece zorbalık yap­ tılar, ayaklandılar ve yağmaladılar. Ters çevirip yığctiklan kazanlar­ dan büyük bü gümbürtü yüksek'yordu, ama b u kazanların içi de ye­ niçeriler gibi bomboştu ve aralarından ülkeyi kendi başma yönete­ bilecek nitelikte tek kişi çıkmadı. D O K U Z U N C U BÖLÜM Laleler ve karmaşa Ali'ye karşı Ali IH. Ahmed yaklaşık yarrrn yüzyıl sonra İstanbul'u tekrardan sultanın resmî mekânı yapmışb. Hiç kimseye güveni yoktu. Üç yıl içinde dört sadrazam değiştirdi. Kendisinin tahta geçmesine önayak olan asileri aynı dönemde smdirmesini bildi, onlan gözden dü­ şürüp elebaşlarım sürgün etti. Yeniçerilerin, büeylerin savunulması gerektiğinde ne kadar beceriksiz olduğu ortaya çıktı. En son yapüan devşirmede toplanan gençlerden bü yolunu bulup kurtuldu, hatta düşmankklannı gizlemeyen yeniçerilerin şişirilmiş kadrolarını onlann gazabına uğramadan azalttı. Ancak bütün b u nedenlerden do­ layı da sürekk bü korku içinde yaşadı. 1706 mayısında Çorlulu AÜ Paşa'ya sadrazamlık mührü veril­ di. Korfulu b ü berberin oğlu olan paşa henüz kırk yaşma gelmemiş­ ti. Yakışıkk olması nedeniyle saraydan birileri tarafından evlat edi­ nilmiş ve Galatasaray'a gönderilmiş, ardından Enderun'a alınarak E. Mustafa'nın himayesinde süratle yükselmişti. Ancak Şeyhütislam Feyzullah Efendi ile Sadrazam Rami Mehmed Paşa'nın kıs­ kançlığına uğramış, saray içoğlarüarrnın başındayken Suriye'ye Trablusşam valisi olarak atanmışü. IH. Ahmed b u yakışıkk subayı haürlayarak onu Kubbealü vezüleri arasına aldı. A k Paşa barışçı bü kişiydi, askerî eğitimi azdı. H Mustafa'nm kız kardeşiyle evliydi. Bu tür evlilikler Osmank hanedanına bağlıkğı sağlamak nedeniyle ge­ lenek haline gelmişti. Ücretli orduyu yenileştüip tersaneleri geliştir­ mesine rağmen savaş yanklan ona düşmandı. Her zamanki gibi ar­ tan kıskançlıklar sonunda b u yetenekli sadrazam 10 hazüan 1710'da azledilerek Kırım'a Kaffa valisi olarak sürüldü. Sonra da Midilli'ye gönderilerek burada 11 aralıkta idam edildi. fll. Ahmed'in kızıyla evli olan Iznikli Damat A t i Paşa, Çorlulu 198 A l i Paşa'nın en büyük düşmanıyck. Her şeye burnunu sokan vatide sultan ve darüssaade ağasıyla bülikte sarayda gizk bü üçlü oluştur­ du. Bü köylü çocuğu olan AH Paşa, saraya aknmış ve LT. Ahmed'in maiyetine güerek yakınlığını kazanmışü. HI. Ahmed'le dostluğunu işte bu dönemde pekiştirmişti. A t i Paşa Anadolu'da k o l gezen eşkıyakğı ve Suriye'deki ayaklanmayı bastırarak sivrildi. Çıkarını kolla­ yan fakat aynı zamanda yetenekleri olan bü vezüdi. Sarayın mas­ raflarını kısmayı 3 ve hediye kabulünü yasaklamayı başarmıştı. Medreseye dönüştürülmüş olan Galatasaray'ı yeniden içoğlanlan için okul haline getirdi. Dikkatli bü politika izleyerek hem esnaflık­ la uğraşan hem de askerlik yapan yertiçerilerin desteğini kazanıp Sadrazam Koca İbrahim Paşa'yı devüdi. Bunun zamanlamasında şanskydı, züa yaşk İbrahim Paşa onu ortadan kaldırmak üzere bü komplo hazırlamakla meşguldü. Damat A t i Paşa böylece hayattaki en büyük emeline erişti ve 13 nisan 1716'da sadrazam oldu. Prens Eugene'le savaşmak üzere derhal Petrovaradin'e gönderildi, ancak burada başından vurularak öldü. Yapılan artçı harekâtında yeniçe­ rilerin İsteksiz davranışı, özellikle dikkat çekiciydi. Korfu'ya çıkan kuvvetler sadrazamın ölüm haberi üzerine süratle geri çağrıldı. Bu arada Prens Eugene zaferden zafere koştu ve 1718'de Pasarofça Ba­ rış Antlaşması imzalandı. Fazlasıyla zarif bir sadrazam Pasarofça onur k ı n a bü antlaşmaydı ve yeni sadrazamın az­ ledilip yerine Nevşehüti Damat İbrahim Paşa'nın atanmasına sebep oldu. 1666'da doğmuş olan İbrahim Paşa, Nevşehir'de bü toprak ağasının oğluydu. İstanbul'a 1698 yılında gelmiş ve sarayda kâtip olarak çalışmaya başlamıştı. El yazısı olağanüstü güzeldi. Bu ne­ denle dinî konularla uğraşan bölümde görev almış sonra da Peloponnesos'taki çırakkk dönemini takiben A l i Paşa tarafından vergi tahsildarkğı göreviyle Niş'e gönderilmişti. Sanata ve şehü yaşamı­ nın lüksüne düşkünlüğünden dolayı taşradaki yaşam ona pek ke­ yifli gelmemişti. El. Ahmed'le tanıştıktan sonra da aralarında bü­ yük b ü dostluk gelişti. Nevşehirk İbrahim Paşa giderek sultanın sırdaşı da oldu ve 1717'de Petiovaradin'de şehit olan Damat A t i Paşa'nın 12 yaşmda dul kalan eşiyle evlendi. Hiçbü savaş deneyimi yoktu. Sadece iki yıl 199 çıraklık dönemi geçirmişti. Buna rağmen sadrazam yapıldı. İlk işle­ rinden biri, bağk olduğu ortanın numarasından dolayı "Yirmisekiz" lakabıyla anılan Mehmed Said Paşa'yı bir sefaret heyetinin başında Fransa'ya göndermek oldu. Bu heyetin Fransız saraylarının planlan­ ın ve Bati kültürüyle ilgili birtakım yenilikler getirmesini bekkyordu. İbrahim Paşa, İstanbul'da Bizans döneminden kalan Tekfur Sarayı'nm yıkmtilan arasında eski iznik porseleninin imalatını başlattı, kâğıt yapımına destek verdi ve i l k matbaanın kurulmasını sağladı. Aynca dokumaakğm gelişmesine önayak oldu. Bu arada Yirmisekiz Mehmed Said Paşa Paris'ten dönmüş ve portakal fideleriyle şampan­ yanın yanı sıra barok tarzı köşklerin planlarını da getirmişti. Kâğıtha­ ne Deresi boyunca uzanan kırlarda görenlerin gıpta ettiği köşkler ve HaHç ağzında bü de küçük saray inşa edildi. Denizden hoşlanmayan HL Ahmed çok sevdiği Belgrad Ormanı'na Kâğıthane'den kolayca geçebiliyor, buradaki keyif âlemlerine ve eğlencelere katikyordu. Venedik balyosu, mrahim Paşa'nm rakiplerine sabır göster­ meyen b i r i olduğunu anlatır. Cömerttiğiyle tanınan paşa gelenekle­ re çokbağkydı ve Eyüp'teki bayram şenliklerini yeniden canlandır­ mıştı. Makamını ve yaşamını sürdürebilmek için yeniçeri ağasıyla i y i ilişkiler içinde olmaya Özen gösterir, b u şenkklere onunla bülikte katılırdı. Ancak 1723'te garnizonlarda görevti olanlar dahil, yeni­ çerilerin ulufelerini azaltmış ve bu davranışı pek uzun olmayan ya­ şamının sonuna kadar onlan kendisine düşman etmişti. Sultanla arasmda çok sıkı b ü bağkkk vardı. Hatta b ü defasmda, geleneklere uymamakla bülikte, ÜT Ahmed'i sarayında dört gece misafir etmiş­ ti. Öte yandan Osmank ordusu perişan durumdaydı, yılgın ve güç­ süzdü. Bu nedenle döneminde sadece banştan yana b ü politika iz­ ledi. Sultanın her istediğini, masraflan kısıtlamadan yerine getiriyor ve sonuçta ekonomiyi yaşadığı sorunlardan kurtaramıyordu. İbrahim Paşa dönemi sarayda düzenlenen çiçek şenlikleri ve gece âlemleriyle geçiyordu. Tarihte Lale Devri adıyla anılan b u dö­ nemde su işlerine Önem verildi ve İstanbul'un her köşesi ve vilayet­ ler sebillerle donatıldı. Bu sebillere sadece Uludağ'dan getirilen buz­ larla soğutulmuş sulardan başka çeşitli şerbetler içmek için de gidilüdi Belgrad Ormaru'nın akarsularmı toplamak için burada bentler yapıldı. Kâğıthane'deki küçük saray, kanaUar ve havuzlarla süslen­ di. Hükümette büçok makama Nevşehirli İbrahim Paşa'nm yakınlan olan Müslüman doğumlular getiıilmişti. Devşirme işine son veril- 200 mis olmasına rağmen yeniçeri okullarında eğitim devam ediyordu. ÏÏI. A h m e d Topkapı Sarayı'run üçüncü avlusunda, Havuzlu Köşk'ün yerinde bulunan taht odasının arkasında, yeni bü kütüp­ hane kurdu. Büyük masraflar gerektiren bü işe daha girildi: Bizans surlarının tamiri ve inşası. Ancak kitapların ve kütüphanelerin yanı sıra hayal dünyasına yeni b ü yol daha açıldı: uyuşturucu kullanımı, reis efendinin her gün 200 gram afyon aldığı söyleniyordu. İyi bü 2 gözlemci olan Fransa sefiri Marquis de Villeneuve, ÏÏL Ahmed'in dünyadaki en sallantik tahtta oturduğunu, sadrazamın da çepeçev­ re sarp dağlarla kuşatılmış olduğunu söylemişti. Nevşehüli İbra­ h i m Paşa sultana yakın olan iki kişiyi sürgün etmişti. Buna rağmen saraydaki düşmanları onu devirmeye kesinlikle kararkyck. Başlan­ gıçta paşanın kurnazkğrnı yenemedüer ve Osmanlı'ya özgü bü sa­ bırla uygun zamanı kolladılar. Nevşehüli, özgürlük yanksı olabilüdi, ancak savaş için uygun kişi değildi ve devletin çıkarlan nedeniy­ le savaştan kaçınılamazdı. Bunun anlamı da intihar demekti, şöyle k i yaşanan gümüş krizi sonucunda para Amerika ile İran'a akmış, öte yandan Osmanlı egemenliğindeki İran topraklarında Sünriîlere eziyet edilmeye başlanmıştı. Vezüler huzursuzluğun yayılmasın­ dan korkuyordu. Nevşehüli mrahim Paşa İran şahına saldırmaya karar verince yeniçeri saflarına asker bulmakta zorlandı ve ocağı 3 imparatorluğun dört bü köşesinden gelenlerle doldurdu. Yine de Ahmed Paşa'nın komutanlığı altinda 1724'te yapılan sefer başank olmuş ve 50 gün içinde Hemedan'a giriknişti. Saraydan ve tersane­ den atılan top sesleri arasında b u zafer sokaklarda bü hafta boyun­ ca kutlandı. Üç ay sonra da Erivan düştü. Bütün şehü ışıklarla do­ natıldı, havaî fişek gösterileri yapıldı. Limanda bulunan i k i Fransız savaş gemisi de 126 pare top atarak şenliklere katıldı. Şans tersine dönüyor Oysa iyi haberleri kötüleri izledi ve gericiler bundan cesaretlen­ diler. Hayat pahakkğınm yarattığı açlık ve bübirini izleyen çeşitli olumsuz gelişmelerin ardından hiçbü vezü varkğını sürdürememiş­ ti. Yeniçerilerin ticarete bulaşması, durumu daha da kötüleştiriyordu. Bakliyat piyasasına el koymalan üreticileri ve sevkiyatlan öldür­ dü. Ordunun Hazar Denizi dolaylarında Ruslar tarafından yenilgiye uğraması bü süre zafer kazanılmış gibi gösterildiyse de gerçek uzun 201 süre saklı tutulamadı. Nadü Şah'ın, acınacak duruma düşen Osmank ordusuna karşı kazandığı zaferler de durumu büsbütün kötüleşuriyordu. 1721'de Osmanlıların 50 000 civarında kayıp verdiği söyle­ niyor. İran topraldannın işgaline başından beri karşı olan ulema, şimdi de tutumunu açıkça ortaya koymaktan çeldnmiyordu. Yenilgi onlan cesaretlendirmişti. Bundan bütünüyle yeniçeriler sorumlu de­ ğildi. Nevşehük İbrahim Paşa da savaş için gereken maddî kaynak­ lan sağlamamışü. Gerek ulema gerekse ayaklanmaya hazır olan kit­ leler Batıklaşmanın karşısındaydı. Ulemanın evleri kadifeler ve inci­ lerle doluyken sarayın zengirüiğine karşı seslerini yükseltecek du­ rumda değillerdi. Ancak açlık çeken halk için böyle bü engel yoktu. Bu arada saraydaki düşmanlar, yapılması düşünülen yenilik­ leri yeniçerilere iletmekte gecikmedi. Sonunda, Osmank ordusu 1729 yılında, İran'da kötü bü yenilgiye uğradı. Hükümet alınan b u sonucu yeni yılda değiştirmek ümidiyle yeni bülikler kurmaya baş­ ladı. Gerçekten de, karşılaşılan d u r u m vezüleri öylesine hiddete boğmuştu k i , mayıs ayında İran'dan gönderilen bü elçinin şahı ko­ ruyan sözleri üzerine boynu vuruldu. Sultanın da NevşehüH İbra­ h i m Paşa'nrn da şehüde içten içe gelişmekte olan tepkiden ve yeni­ çerilerin huzursuzluğundan haberleri vardı. Ancak tereddüt için­ deydiler ve b u tutum sonlarını hazırladı. Yaklaşan ayaklanmayı şiddet kullanarak basürmaya çakşülarsa da çok geç kalmışlardı. Ye­ niçeriler şehri kundakladılar. Venedik balyosunun anlaülanna göre temmuz ayındaki b u yangın, o güne kadar yaşananların en kötüsüydü; meydana gelen zarar 50 yıldan daha kısa bü sürede gideri­ lemezdi. Kendisi 40 000 İrişinin öldüğünü belütmekteyse de bu sa­ yı oldukça abarükdır (gerçek sayının 5 000 dolayında olduğu sanıl­ maktadır). Balyos, 130 caırvinin b u felakette büyük zarar gördüğün­ den ve aşın yükselen inşaat malzemesi fiyaüanmn enflasyona bü­ yük katkısı olduğundan da söz etmektedü. mrahün Paşa 1730'un sonbaharına kadar yenilgi haberleri ve ekonomideki çöküntüyle uğraşıp durdu. 27 eylül günü 25 kadar is­ yana elebaşı ve üç tahrikçi Kapakçarşı'da bulduklan eski bü bay­ rakla ortaya çıkarak yeniçerilerin ve halkın desteğini istedüer. Bu hareket b ü tatil gününe rastlamıştı ve hükümetin üeri gelenleri Bo­ ğaziçi'nde keyü sürmekteydi. Şehrin valisi ve sultana sadık bü ye­ niçeri subayı b u isyan başlangıcım bastırmak ve hükümete haber ulaştırmakta geç kaldılar. 202 in. Ahmed ve Nevşehirli İbrahim Paşa şeyhülislam ve maiyetleriyle birlikte Üsküdar'daki ordugâhta bulunuyordu. Ordunun Asya'da yapılacak seferlere çıkış yeri burasıydı ve sultan İran üze­ rine gidecek birlikleri teftiş için gelmişti. Yeniçeri ağasının çadın, sembolik olarak kapısı doğuya dönük kurulmuştu. Anadolu'dan develer, 1531131113/dan atlar toplanmış, buğday ve toplarla yüklü gemiler Trabzon'a ve İskenderun'a doğru yelken açmıştı. Öncülerin kışı Halep'te geçirmesi, sultanın da takviye bülikleriyle Tokat'a ulaşması düşünülüyordu. İleri gelen komutanlar sorguçlarını tak­ mış, silahlarını Imşanrruşlardı. Altı atin çektiği bü saltanat arabası içinde Kuran da muhatizlanyla bülikte sefere götürülüyordu. Zenginliğin b u şekilde sergilenmesi kaba bü gösterişti, incelik­ ten uzaktı. 1699 Karlofça AnÜaşmasindan sonra kaybedilen top­ raklardan göç başlamış ve İstanbul köylü göçmenlerle dolmuştu. Esnaf bunlara düşük maaşlarla iş veriyor, ancak loncalara almama­ ya özen gösteriyordu. Aksi halde b u göçmenler de yeniçeriler gibi ayaklananlara katılacaktı. Böylece küskün bü emekçi sınıf yaratıl­ mıştı. Bunlardan bazılan öyle yoksuldu k i geceleri çöplüklerde ve yangın yerlerinde yatıyorlardı. Bü sefere hazırlanırken, esnaf, mas­ raflarını da karşılayarak betirk miktarda bü insan gücünü orduya vermekle yükümlüydü. Aynı zamanda ordunun ihtiyacını karşıla­ yacak olduklarından bü de vergi öderlerdi. Hükümet 1730'da b u vergiyi artırmıştı; oysa ordu Üsküdar da atıl olarak bektiyordu, ye­ 1 n i malzemeye ve giysiye ihtiyacı yoktu. Bunun yarattığı işsizlik ne­ deniyle pek çok küçük esnaf iflasa sürüklendi ve sultana karşı cep­ he aldı. Bu durum, şehti halkını göçmen köylülerle kaynaşüramayan hükümete karşı ulemanın aylarca bekledikten sonra, yeniçeri­ lerle anlaşıp harekete geçtiği zamana denk gelmişti. 4 Tahttan çekiliş ve kötü yönetim Kapakçarşida başlayan ayaklanmanın hızla yayıldığı haberi kendisine ulaşır ulaşmaz, Nevşehüli İbrahim Paşa o gece Boğazi­ çi'nden yola çıkarak saraya geldi. Cesaret göstermekte geç kalmıştı. Atilgankkla herhangi bü katliama girişip Müslüman kanı dökme­ mesi Önerildi. Sabah olduğunda isyan hareketi tam anlamıyla ör­ gütlenmişti. Aralarına subaylar ve başkalan da katilrruşti. İsyancılar kışlalara girip buralardan temin ettikleri kap kaçakla kendilerine bü 203 kamp kurdular. Sultan ve sadrazama sadık kalan yeniçeri ağası, vak ve kaptanpaşa saraya gece karanlığından yararlanarak güebilmişlerdi. Bu arada sonuçsuz birtakım toplantılar yapan Di. A h m e d de sabahleyin saraya geldi. Hükümet bir anlaşmaya varabilmek için asilerle iki gün görüştüyse de hiçbir sonuç elde edemedi. Öte yan­ dan askerî bülikler de sultanı ve sadrazamı korumak için hiçbir ha­ rekette bulunmadılar. Limandaki beş kalyondan gelen esirler ve şe­ hir hapishanelerindeki marıkûmlar da isyancılara katildi. Hüküme­ te destek veren tek b ü bölük kalmamıştı. 29 eylül 1730 cuma günü görev yerlerinde bulunan yeniçeriler de iki taraftan birini tutmuş ol­ makla suçlanmamak için buralan terk ettiler. İsyancılar kendilerine katılmak isteyen herkesi coşkuyla aralarına akyor, konuşmacılar ca­ m i kapılarında bütün dindaşları, emekti yeniçeri ve acemi oğlanla­ rını isyana çağınyordu. 5 Harekete geçme zamanı akşama doğru gelip çattı. Bü ara olumlu görünen halk desteği de giderek ortadan kaybolmuştu. Bu sırada ulemadan önde gelen Müderris İbrahim Efendinin, ikna edi­ lip - y a da girişilen hareketin bocalamaması için ulema tarafından gönderilip- asilere katıldığı görüldü. İbrahim Efendi derhal bü fet­ vayla isyanın yasal olduğunu açıkladı. Kendisi sonradan ödül olarak İstanbul kadılığına getirilecekti. Bu fetva üzerine artik sipahilere, top­ çulara, tersaneye, bakkallara, eskicilere, kahvecilere, Rumlara, Erme­ nilere ve kahveci çıraklarına kadar herkese haber ulaştirıkp destek istenebilüdi. IH. Ahmed güruhun dağıtılmasını emretti, ancak b u em­ ri dinleyen olmadı. Ulema ise kendilerine başvurulduğunda ikiyüz­ lü davrandı. Asiler hükümetten 37 kişinin kellesini isteyince, Kap­ tanpaşa Mustafa (El. Ahmed'in damadı) bile onların safına katıldı. Kendisinin yerine getirilen A b d i Paşa da Mustafa Paşa'yı izledi. 30 eylül sabahı sultan Etmeydanı Kışlası'nın önünde kamp kur­ muş olan askere bü heyet gönderdi. Gidenler, Nevşehüti İbrahim Paşa'ran, şeyhülislamm ve Yenicami imamının kendilerine teslim edil­ mesini isteyen bü ültimatomla geri geldiler. Artik Nevşehüti'nin ve şımarık yeğenlerinin sonu geldiği belti olmuştu. Silahdar Mehmed Paşa sadrazam tayin edÜdi Akşamla btilikte ulemanın da b u ayak­ lanmanın içinde olduğu kesinlikle anlaşılmıştı. Böylece 1 ekim 6 1730' da IH. Ahmed asilerin istelderini kabul etmek zorunda kaldı. Sünnî olan bü sultan arkasına yeniçerilerin desteğini almadan ule­ maya cephe alamazdı. Dostianrun asiler tarafından parçalanmasına 204 gönlü razı olmadığından onlan boğdurup cesetlerini gönderdi. Be­ reketli b ü düşünce hayatının süregeldiği Lale Devri lanetlenmiş ve esnafın, yeniçerilerin ve ulemanın bağnaz bülikteHği böylece Baü'nın etkisine son vermişti. Fakat İbrahim Paşa'nın Nevşehü'de yaptırdığı hayratların yıktinlması için verilen emüler yerine getiril­ medi. Paşa, hazinesini bahçesine gömmüştü. Burada üç sandık bu­ 7 lundu. İçlerindeki 18 torbada 60 000 altin sikke vardı. Bü dördüncü sandık ise kıymetli taşlarla doluydu. Bu servet, alınan rüşveder de­ ğil, Anadolu'daki gümüş madenlerinden elde edüen kanunî ka­ zançlardı. Venedik balyosuna göre böyle bü hazineye sahip olmak kolay değildi. Bu arada LTI. Ahmed de tahtı terk edip hayatini kur­ tardı. Altı yıl daha rahat bü ömür sürdükten sonra öldü. Oğul doğurmayan alü kadın I . Mahmud adı, ayaklanmalardan yorgun düşmüş varkkk ke­ sim için yeni b ü başlangıç olarak memnuniyetle kabul edildi. Sul­ tan hakkında olumlu düşünmeleıirün bü sebebi de tahta çıkışında dağıttığı ulufe keselerini, HI. Ahmed'in öldürülen sadık vezülerinin yeğenlerinden aknan vergiyle doldurulmuş olmasıydı. Sultan 34 yaşındaydı ve çeyrek yüzyıl saltanat sürecekti. Altı kansı ve sayısız cariyesi olmasına rağmen ardında tahta vâris bırakmadı. Kimlerdi ayaklanmanın elebaşıları ? Biri meyve satiasıydı, so­ kaklarda el arabasıyla dolaşan sabalardan. Diğeriyse Patrona Halil lakabıyla anılan bü eskici, savaşlara katılmamış bü yeniçeriydi. Ne kışlada yaşamıştı ne de okuma yazma bitirdi. Ordu sefere çıktığın­ da o da peşinden gider, askerlerin yırtılan, eskiyen giysüerini ona­ rırdı. Seferde olmadığı zamanlar bu Danton benzeri Osmank, bitpazanndaki tezgâhında satiakk yapardı. Ancak güçlü bü kişitiği var­ dı. Eğitim görmüş olsaydı, alt edilmesi zor b ü düşman olabitirdi. Sultanın başlangıçta onun desteğine ihtiyaa vardı. Halil'in ısran üzerine esnaf da Yeniçeri Ocağı'na alınarak sayılan yine 70 000'e yükseltildi. Sipahüerin ve hatta topçuların da kadrolan yeni alınan­ larla şişirildi. Sarayda uygulanan tasarruflar ve el konulan servet­ lerle Hazine nihayet bir parça getire sahip olmuştu. İsyanalar da dağılmaya razı edildi. Ayaklanma kana doyunca reis efendi gizlen­ diği yerden çıkarılarak Lefkoşa'ya sürgün edildi. Fırtina dinmiş ve etrafa kasvetti bü durgunluk hâkim olmuştu. 205 Güç var görüş yok Patrona Halil kazandığı zaferden sonra isteklerinde oldukça alçak gönüllü davrandı. Sarayda azametle dolaşan yandaşlan ise, ürkekkği nedeniyle iki ay sonra azledilen sadrazam tarafından arzu ettikleri mevkilere getüÜdüer. Ancak Halil kısa sürede tutumunu değiştirdi; Nevşehüli İbrahim Paşa'nrn serveti gözlerini kamaştır­ mış ve kendini kendi gözünde yüceltmeye başlamıştı. Kabaran gu­ ruru alçakgönüllü tutumunu görgüsüzlüğe ve küstahkğa dönüş­ türdü. Halil'e karşı gelinemedi. İsyandan üç gün Önce ona borç pa­ ra vermiş olan Yanak adında bü Rum kasap, 1730 kasımında Ha­ lil'in isteğiyle Boğdan voyvodakğma tayin edilerek ödüllendüildi. Fakat Yanak, Boğdan'a gitmeyip sarayda kalmayı tercih etti. Kendi bildiğini okuyan Patrona Haki giderek sonunu hazırlayan bü gev­ şekliğe sürükleniyordu. Bu arada mevye sabası olan bir yandaşı sa­ rayın kul kâhyası olmuştu. Yükseldiği b u güçlü makamda ne yap­ ması gerektiği hakkında Patrona Halil'in en ufak bü fikri yoktu. Yeni Sadrazam Halil Paşa tarafından yönlendirilen I . Mah¬ m u d çalışmalarını dikkat ve sabırla sürdürmekteydi Pationa Halil tarafından önemsenmeyen bazı yeniçeri subayları sultanın saflarına katılmıştı. Aynca varkkk olmanın henüz bozmadığı Tatar kanı taşı­ yan Kınm hanının Önerileri de dikkate alındı. 25 kasımda, m. A h med'in tahtı terk edişinden yedi hafta sonra I . Mahmud Patrona Halil'i, 30 kadar yandaşını ve korumalarını Sünnet Köşkü'nde yapı­ lacak divan toplantısına davet etti. Sultan, İran'a savaş ilanından sonra Patrona Halil'in de serasker olarak Sofya'ya gönderileceği ha­ berinin onun kulağına gitmesini sağlamıştı. Patrona Halil, çadırının önüne üç at kuyruklu tuğ dikmenin hayati içinde toplantıya geldi. Aşırı gururu şüpheciliğine üstün gelmişti. Fakat 400 silahk asker çevrede sakk bekliyordu. İşaret verildiği an askerlerin hepsi büden bu çapulcu grubun üstüne çullanıp tümünü de oraakta katlettiler. İsyana katılmış olan yeniçeriler de yakalanıp boğduruldu ya da zin­ dana atıldı. Venedik balyosunun belirttiğine göre, aynca Izmü'den 8 gönderilen yeniçeri kekelerinin de halka sergilenmesi hiçbü sorun yaratmadı. Yeniçeriler aldıklan ulufeden memnundu ve ticari işle­ rinin duraksamasını istemiyorlardı. Ancak Kuzey Afrika sahillerini kasıp kavuran korsanlardan daha acımasız olan bazı asi elebaşlan Önemli mevkiler verilerek susturuldu. Hatta aralarından biri kap- 206 tanpaşakğa getirildiyse de kısa süre sonra sessizce azledildi. Köprülülerin yanında yetişen bü diğer sadrazam ocakl731'de enflasyonu önlemek için büyük çaba göstermesine rağmen hospodar namıyla tanınan bü asi elebaşının mart ayında asılması üzerine 9 çıkan yeni bü ayaklanmaya yenik düştü. Yaklaşık 1 500 isyana gi­ riştikleri hareketin bastinlmasmdan ve ceza görmekten çekiniyor­ du. Ancak yağmadan elde edecekleri ganimetin çekiciliği gatip gel­ di. Asilerin çoğu Arnavut'tu. Elebaşılan olan Kara A t i , isyanolan bü ramazan gecesi sokağa döktü. Hedef özellikle Hıristiyanlara ait dükkânlardı. Yağma sabaha kadar sürdü. Loncalarda artık Yahudi­ ler ve Hıristiyanlar da bulunuyordu. Sultan yeni bir başkaldmya karşı bunlan da 1740'ta silahlandıracakti. Yeniçerilerin ve Müslü­ man olmayan esnafın oluşturduğu loncalar arasındaki sürtüşmeler böyle bü ayaklanmayı körükleyerek Osmank toplumunun denge­ sini büyük ölçüde etkileyecekti. 10 1731 l<asırnında yine bü sürü çapulcu çadırlarını Sultanahmet Meydanı'nda kurarak yeniçeri ağasının konağını yağmalamak iste­ diyse de Sultan Mahmud'un acımasızkğından çekinen yeniçeriler isyanalara katılmadı. Ulema çapulculuk olaylarından bıkmıştı ve isyanın kendüerini de hedef almasından korkuyordu. O r d u da sul­ tandan yanaydı, ancak isyanı onun komutası altinda bastırmak is­ temedi. I . Mahmud da Babıhümayun'da sancakı şerifi açmakla ye­ tindi. Sadrazam, yeniçeri ağası ve kaptanpaşa, Arnavut ve Lazlara halkın beslediği husumetten yararlanarak isyancıların üstüne yürü­ dü. Sonunda başkaldıranlardan 1 000'i idam e d i l d i Kısa bü süre sonra Nevşehüti İbrahim Paşa'nın henüz 30 yaşı­ na varmamış olan dul eşi III. Ahmed'i yeniden tahta geçirmek için ga­ rip bü girişimde bulundu. Ancak sonunda kendisi zindana ve 3 000 yeniçeri de İran seferine gönderildi. Kahveler ve hamamlar kapatıl­ mış, vezülerin konaklan koruma altına aknmışti Abdullah Paşa ye­ niçeri ağakğına getirildi. Sultan, muhafizlan tarafından çok sıkı ko­ runmasına rağmen bayram namazı için her zamanki gibi ulemanın toplandığı Fatih Camiine gitmedi. Namazı Ayasofya'da kılmakla ye­ t i n d i Hükümet tedirgin olmakta hakkydı. Kıtlık ve enflasyon şehüdeki huzursuzluğu körüklüyordu. Sadrazamın güçlü üadesi, yetene­ ği ve uzun yıkara dayanan deneyimine rağmen 21 temmuzda çıkan büyük bü yangın, durumu iyice karanlığa sürükledi Sadrazamın ve ileri gelen yeniçeri subaylarının emüleri dinlen- 207 medi. Yeniçeri tulumba alan, Hazine'de kendilerine rüşvet olarak dağıtılacak para olmadığından yangına ügisiz kaldılar. Sultan Mah¬ m u d da çaresizdi. Tulumbaa yeniçeriler zengin konaklarının bod­ rumlarında buldukları içküere saldırmaya başlamışti. Sultan ve vezüleri, yerdçerilerin tehdit ve hakaretleri karşısmda geri adım atmak zorunda kalarak tahü yeni bü kargaşadan kurtardılar. Çöken binala­ rın çıkardığı sesler halktan yükselen hoşnutsuzluğu yansıüyordu. Tulumbacılar hiçbü şey yapamayacak kadar sarhoş olunca 100 kadan hemen tutuklandı ve "Topal" lakabıyla anılan Osman Paşa alela­ cele sadrazamlık makamına getirildi. Batil inançlan olan paşaya, şey­ hülislam, darüssaade ağası ve hazinedar karşıydı. Sadrazamın cesa­ ret ve cömertkği pek bü şeyi değiştiremedi Malî konularda en küçük bilgisi yoktu. Bütün bunlara rağmen çarşıların açılmasını sağlayarak yaşamı canlandırdı ve şehre düzen getirdi; çıkan yangınlar da önlen­ di. Ancak işgal ettiği mevki, kişiliğinde var olup da gizk kalmış b ü ruhsal dengesizliği ortaya çıkarmıştı: en ufak bü hatası görüleni idam ettiriyor ve Osmanklann nefretle karşıladığı bu vahşeti herke­ sin gözleri Önünde sergikyordu. Yaptığı en büyük delilik, enflasyon yetmiyormuş gibi gıda maddelerine vergi koymak ve Avrupa'ya ye­ ni b ü sefer hazırlamak oldu. Bu gayeyle Osmanlı İmparatorluğu ta­ rihinde Humbaraa Ahmed Paşa olarak bilinen Kont Alexandre de Bonneval'i davet etti. Bonneval Paşa, Fransa'ya ve imparatorluğa bağlıkğını yitirmiş, öfkesi burnunda bü askerdi. Günümüzde de var olan Dordogne'lu b ü Fransız ailesinden getiyordu. Bonneval Paşa, Üsküdar'da topçu büliklerini ve 1734'te Mühendishane'yi kurdu. Ancak yeniçeriler bu iki kuyruklu paşanın ne yapmak istediğinin ko­ kusunu almıştı. Herhangi bü ileri gelişmeden korktuktan için b u okulu kapattırdılar. Mühendishane, 1759'da Boğaziçi'ndeki özel b ü mekânda, Ragıp Paşa tarafından tekrar kurulacaktı. Batı Avrupa'dan gelen danışmanlar Başlangıçta Topal Osman Paşa için her şey yolunda gitti. İran ordusunu Fırat Nehri boylannda yenilgiye uğrattı. Ardından 1733'te Bağdat'ı tekrar ele geçüdiyse de yenilgiye uğradığı b u savaş sonu oldu. Yerine geçen Sadrazam Hekimoğlu A l i Paşa dengeyi b ü parça sağlayabildi. Valide sultan ve darüssaade ağasıyla ilişkileri­ nin i y i olması ve baş hasmı reis efendinin sevilmemesi sayesinde üç 208 yıl b u makamda kaldı. Yeniçerilere karşı daha ıkırüı bir poktika iz­ lemesi nedeniyle kasten çıkarılan yangınlan kontrol altında tutabil­ di. Gıda fiyaüanndaki düşüş ve şehirdeki yiyecek kıtkğımn sona er­ mesi de kendisine yardıma oldu, ancak b u olumlu gelişmeler uy­ guladığı malî poktikalann ürünü değildi. Gözü doymayan itibarlılar Sarayda ise pek bü değişiklik yoktu. Elçilerden hediye olarak üpkı çocuklar gibi Venedik kadifeleri, aynalar, saatler, alün işleme­ l i kumaşlar, avizeler ve kanaryalar isteniyordu. Bütün b u istekler karşıkğında da atk subaylar, gösterişk giysiler içindeki seyisler ve yüzlerce yeniçeriyle donaülmış görkemk törenlerle kabul editiyorlardı. Reis efendi yeni balyostan Boğaziçi'ndeki yaksı için 1 000 bü­ yük, 2 000 küçük parça cam istemişti. Baştercümanın ise 20 pencere camıyla birtakım ufak tefeklere ihtiyaa vardı. Bunların arasında 4 teleskop, b ü gözlük, ilaç, tabancalar, çiçekler, meyveler, sebzeler, Hollanda, Piacenza ve İngiliz peynüleri, şekerleme ve çikolata da bulunuyordu. Balyosa göre saray erkânı dolmak bilmeyen bü gtidaba benziyordu, hatta baştercüman hediyeleri depolamak için ko­ nağında özel bü oda yaptirmıştı. Kararlıkğı rüzgârda uçuşan çiçek tohumlarına benzeyen I . Mahmud'un önceden tahmin edÜebilmesi mümkün tek bü isteği vardı: lame kumaş. Gezgin Maurand m sarayda sultana ait 200 at 11 için anlartiklan, buranın göz kamaştıran mtişamı hakkında çok iyi bü fikü vermektedü. Bu atların dizgin ve üzengileri gümüş ve altındı. Sorguçlarının çoğunda gül şeklinde alün ya da gümüş kapk, ortasın­ da yakut ya da firuze bü taş bulunan armalar vardı. Yularlan firuze ve altinla süslüydü. Eyerleri alün yaldızk, kayışlan altin brokar ya da işlemek kadifeyle kapkydı. Her iki yanından uzanan alan kabaralı şe­ ritlerin ucunda ipek püsküller sarkıyordu. Sultanın, ne de olsa, 6 000 sipahisinden daha zengin koşum takımlarına sahip olması gereküdi Ünlü sadrazamlar 1720 yılındaki veba salgını İstanbul'a hızla yayılmış ve yaban¬ a temsilcilerin çoğunu şehüden kaçumışü. Ancak 1733'teki salgın 209 olağanüstü boyutlara ulaştı ve sadrazam oğlunu, erkek kardeşini, yeğenini ve konağından 300 kişiyi kaybetti. 1733, Topal Osman Paşa'nın 25 000 Tatar süvarisinin de desteğiyle İran şahını yenilgiye uğrattığı yıldı. Çoğu kez, çarpışmalar düşman topraklarında yer alır ve kazanılan zaferler başkentte havaî fişek gösterileri ve top abşlanyla kutlanırdı. Ancak b u zaferler her zaman kesin sonuç sağlamaz­ dı. Ordunun donanımı parasızkktan dolayı kötüydü. Bu arada sad­ razam, Köprülü Abdullah Paşa'yı seraskerüğe getirdi. Yeni seraske­ rin hiçbü deneyimi yoktu. Yapılan b u tayin taşıdığı isim yüzünden­ di. Abdullah Paşa ordu tarafından da sevilmiyordu. BütiJderini, ver­ diği emre rağmen Diyarbakır dışına bile çıkaramamıştı. Donanma­ nın durumuysa ordudan daha i y i değÜdi. Navption'a gidecek yeni­ çeri takviye kuvvetleri b ü Fransız teknesiyle gönderilmişti. Topal Osman Paşa doğru karar vermişti: Bonneval, yeniçeri büliMerini savaşçı bü güç olarak yetiştirdi. Verdiği eğitim yüzün­ den sevilmemesine rağmen onlan tam zamanında hazır etmişti, çünkü Mareşal Münnich, Kırım için uzun süredü hazırlandığı sal­ dırıyı 1736'da başlattı. Güdiği yerleri acımasızca yıktı. Avrupa' daki Osmank topraklanmn işgalini Önleyen tek engel, steplerin yakılma­ sı tehdidi oldu. Büyük Yekaterina'nrn hedefleri de gerçekleşmedi. Rus donanması Karadeniz'e inemedi, dolayısıyla Çanakkale Boğa­ zı'ndan geçip Akdeniz'e açılması da mümkün olmadı. Tatar süva­ rilerinin Ukrayna'ya yaptığı akınlarda 30 000 esü alındı. Tatarlara destek için en gözde bütikler gönderilememişti. Buna rağmen Folard Şövalyesi Osmank ordusundan, "Her zaman olduğu gibi çok iyi savaşan bü güç" diye bahsetmiş, "Tek yetersizkği modem savaş silahlarından, özellikle süngüden yoksun olmasıdır" demişti. Mare­ şal Seckendorff ve Hildburghausen prensinin komutasındaki ordu­ lar, 1737'de Bosna'ya saldırdı. KendÜerini Prens Eugene'in vârisi olarak gören b u komutanlar nihayet 1738'de kesin yenilgiye uğra­ tıldı ve Eugene'in gölgesi, kazanılan bu zaferle bülikte tamamen si­ linmiş oldu. Ardından yapılan Belgrad Barış Antlaşmasiyla da Os­ manlılar birtakım menfaatler elde ettiler. Osmank İmparatorluğu, yetenekli yöneticilerden de yoksun değildi. Örneğin, Hekimoğlu A k Paşa. DJ. Ahmed, VenedikH olan doktorunun oğlu A k Paşa'yı I . Mahmud'a müas bırakmıştı. Paşa seçkin bü kişiliğe sahipti. Enderun'da eğitim görmüştü. İran'la ya­ pılan savaştan zaferle çıkmış ve Topal Osman Paşa'nın ölümünde 230 sadrazamlığa getirilmişti. Özgür düşünen, bilgili bir sadrazamdı. Sert ve ürkütücü bü mizaca sahip olması nedeniyle rüşvetçi devlet memurlarına boyun eğdüebtidi. Paranın değerini arüna reformlar yapmaya kararkydı. Ne yazık k i İran'la savaş yeniden başladı ve bü türlü sonuç alınamadı. Bu yüzden 1735 temmuzunda, uyguladığı ekonomik tedbüler olumlu yönde gekşüken azledildi. Ancak itiba­ rı zedelenmedi. Sürgüne gönderildiği Midilk'den Bosna valiliğine terfi ettirildi ve burada Avusturya bülMerinrn ilerlemesini durdur­ du. Hildburghausen prensini Banja Luka'da yenerek gümüş ma¬ denlerinin elden çıkmasını engelledi. Buradan Memlûkların ayak­ lanma girişimini bastırmak üzere Mısır'a gönderildi ve ikinci kez sadrazamkğa atanmadan önce kısa bü süre Anadolu beylerbeyi ol­ du. Sadrazamlığı İran'la olan sorunlar nedeniyle sadece b ü yıl sür­ düyse de kendisine yüklenen suçlardan aklandı ve doğu bölgeleri­ ne serasker olarak tayin edildi. Sonunda, 1746'da İran şahıyla sağ­ lam bü banş antlaşması imzaladı. Sultarun hiddeti Diğer vezüler arasında Hekimoğlu A l i Paşa, en azimh (ya da kurnaz) olanıydı. Nitekim IH. Osman 1754'te tahta çıktıktan i k i ay sonra onu tekrar sadrazamkğa getirdi. Ancak kısmen onu üç yıl sonra ölüme götürecek olan kolay öfkelerür mizacından {Sultan Os­ man'ın hiddeti kadar kötü değildi) kısmen de sultanın yakını olan Bıyıkk A l i Ağa'nm çevüdiği entrikalar yüzünden sadrazamlık ma­ kamında sadece 53 gün kaldıktan sonra Kıbns'a sürgün edüdi. A r ­ dından yine Anadolu'ya gönderildi ve 69 yaşında Kütahya'ya çeki­ lerek buraya yerleşti. Bıyıkk A t i Ağa ise gözden düştü ve boynu v u ­ rulup başı bü tepsi içinde EL Osman'a sunuldu. Sultan Osman'ın hiddeti ulemayı da huzursuz ediyordu. Ara­ lık 1756'da eli kıkç yerine kalem tutan Ragıb Efendi sadrazam oldu. Kendisi yedi yıl sonraki Ölümüne kadar çok yetenekti bü yönetici olduğunu kanıtlayacaktı. B ü kâtibm oğluydu. Aralarında Heki­ moğlu A t i Paşa'nm da bulunduğu muhtelif valilerin yanma yar­ dıma olarak gönderilmeden önce divan kâtipliği yapmıştı. Hekimoğlu'ndan gelecekteki göreviyle ilgili pek çok bilgi edinmişti. 1741'de reis efendiliğe atanmadan önce kısa bü savaş deneyimi de olmuştu. Dört yıl Mısır'da beylerbeytiği yaptı, fakat 1748'de M e m - 211 lûklarrn aynlıkçı baskılanyla b u görevi bırakarak cüvana akndı. Şa­ ir, tarihçi ve kitap merakksıyck; çok güzel bir kütüphane kurmuştu. Huzursuzluklarla dolu bir ortamda olağanüstü bü dönem yaratü. Paşa olduktan sonra uzun süre sadrazam kalmayı ümit etmesi için hiçbü neden yoktu. Kendinden Öncekiler arasında III. Osman döne­ minde iki haftayı geçmeden azledilenler bile vardı. in. Osman aklen dengesiz biriydi. Bu bozukluğun gerek Sultan Osman'ı gerekse I . Mahmud'u iktidarsız kılan kabümsal bü hastalıktan kaynaklandı­ ğı sanılmaktadır. Sultanla aynı yaşta olan Ragıb Paşa, erişkin bü k i şitiğe sahipti; olgun ve sağduyuluydu. Sarayın ileri gelenlerinden çok daha dengekydi. Bü defasmda ekmek kıtkğı kadınların ayak­ 12 lanmasına ve bağnaz yeniçeri ağasının yaşamını değilse bile erkektiğini yitirmenin korkusuyla kaçıp gitmesine sebep olmuştu. Sadra­ zam Ragıb Paşa, ekmek dağıtımını bizzat yöneterek olayı bastır­ m ı ş , bü defasında da, sokaktaki insanlan olur olmaz dövdükleri 13 için patriği korumakla görevti yeniçerilerin silahlanm toplatmışti. Aşın içki Beylerbeyi İsmail el-Azam Paşa'nrn emrindeki yeniçeriler Ya­ fa'daki Fransız temsüdsini istenen parayı testim etmeyince dövdü­ ler. Bu olay üzerine Fransız hükümeti yardıırüannı geri çekti, Yeni­ çeri Ocağı da önemli bü destekten yoksun kaldı. Zorbalık, yeniçeri­ leri yalnız bırakmıştı. Hükümet derhal gücünü ortaya k o y d u 14 ve yeniçeriler 1757'de tahta çıkan IH. Mustafa'ya boyun eğdiler. A n ­ 15 cak Ragıb Paşa b u kez başka sorunlarla karşı karşıya kaldı; yeni sul­ tan aşın derecede paraya düşkündü. Onun b u hırsı subayların ücret artişı taleplerini hızlandırdı. Öte yandan Venedik'in Rusya'da oldu­ ğunu zannedecek kadar coğrafya bügisinden yoksun kaptanpaşa da gemileri en yüksek bedek Ödeyene satmaya başlamıştı. Yeniçerileri gözden düşürücü bü politika uygulanmasına ka­ rar verildi. Onların davranışlan da, farkında olmadan b u politikaya destek oldu. Ücretli ordu için gönüllüler tercih ediliyordu, züa bun­ lar sefer sonunda ordudan çıkanlabitiyor, kendüerine maaş da Ödenmiyordu. Ancak gönüllüler evlerine geri dönmekte her zaman yumuşak başlı davranmıyorlardı. Yeniçeriler gibi onlar da kış ayla­ rında İstanbul ve çevresini doldurarak soygunlar yapıyordu. Denebitir k i şehir halkı ancak savaş zamanı huzura kavuşuyordu. Bu dö- 212 nemde davranışlarda belirgin bir değişiklik göze çarpmaktaydı: dervişlerin içkiye düşkünlüğü artmış, uyuşturucu kullanımı azalmışü. Öte yandan yeniçeriler kahve içmeyi içki içmeye tercih eder olmuşlardı. Oysa içki askerin, kahve ise esnafın kanıydı. İçki, vergi sağladığından hükümetler için her zaman sorun olmuştu. İçkiden tiksinen -ya da til<sindiğmi söyleyen- ulema bu konuda hükümet­ leri suçluyordu. Çünkü içki içenler yalnızca Hıristiyanlar değil, ay­ nı zamanda ulemanın nefret ettiği sufîlerdi. Baron de Tott Askerî tesisler ordudan daha iyi durumda değildi. Macar mü­ hendis Baron de Tott Çanakkale'deki hayati önem taşıyan kalelerin durumunu acınacak halde bulmuştu. Surlar yıkılmak üzereydi. Top­ lar ise Öylesine eğitimsiz ve disiplinden yoksun askerler tarafından kullanılıyordu ki, düşman ikinci bü salvoya gerek duymayabilüdi. Bakır ve çinko alaşımı sert bü metalden yapılmış olan topların teker­ lekti taşıyıcıları yoktu. Bunlar XV. yüzyıl tarzında, ortasına bü yuva açılmış tahtalar üzerine oturtulmuştu. Kullandıklan gülleler kaleyi savunanlar için düşmandan daha büyük bü tehlikeydi. Neyse k i b u durum gizk kalabilmişti. Topçu sınıfını yenileştiımek için bü anlaş­ mayla davet edilen Tott, Kâğıthane'de atölyeler kurarak işe başladı. Ardından Tophane'deki dökümhaneyi yeniden düzenledi. Bu iş için emrine bü bölük yeniçeri verikruşti. Top atışları için Okmeydanı'nı 16 kullanma izni aldı. Ancak meydan meraklı seyücilerle öylesine dol­ du ki, askerler kalabakğm arasında büyük güçlükle bü atış menzik açabildi. İlk altı merminin atışı başarılıydı, ancak yedincisi kalabalı­ ğın içine düştüyse de herhangi bü kazaya meydan vermedi. İşte bu sıralarda iki grup yeniçeri, meyhanelerden birinde zen­ nelik yapan 14 yaşındaki b ü oğlan çocuğu yüzünden bübülerine düştüler. Gruplardan biri çocuğu akp kaçırdı. D u r u m savaş ilanın­ dan kötüydü. Kaçıranlar bü camiye sığınıp kapılan kapattı. Bunun üzerine diğer grup Haliç'te demüti ticaret gemilerinden söktükleri toplarla cami kapısını topa tuttular. Akşama doğru şehir sokakla­ rında barikatlar kuruldu ve çatışma gece boyunca sürdü. Sadrazam yeniçeriler bübirini yok ediyor diye memnundu. Hatta Galata'da çarpışanların cesaretini Tuna boylarında savaşanlarla kıyaskyordu. Ancak, olayın bütün şehre yayılmasından korkulduğu için tedbü 213 almaya gerek duyuldu. Arabulucuların görüşmeleri sonunda an­ laşmaya varılarak barikatlar kaldırıldı, zenne oğlan da asılınca ko­ nu kapanmış oldu. Baron de Tott'un düzene soktuğu topçu srmfırun yüksek ma­ aş düzeyini ve daha da Önemtisi, maaşlarım zamanında aldıklarım öğrenen yeniçerilerin öfkesi yaüşmamışb. Tott aynca insancıl bü di­ siplin kurmuş, pranga ve falakayı kaldırarak bunların yerine çift nö­ bet tutma gibi daha hafif cezalar getirmişti. Asker kaçaklan ise yine kalyonlara forsa olarak gönderiliyordu. Tersanede b ü denizcilik okulu açılarak subaylara trigonometri dersleri verildi. Yeniçeriler bu beyaz sakallı yaşk subaylan kendilerine rakip görmedikleri için huzursuzluk duymadılar. Oysa batil inançlar yine de hükmünü sürdürmeye devam edi­ yordu. Tott'un Boğaziçi'nin Karadeniz çıkışındaki kaleleri onarma­ ya hazırlandığı zaman sadrazam müneccimbaşıya i l k taşın hangi gün ve saatte konmasının uygun olacağını sormuş, hazinedar da Allah'ın adına işe başlanması için etinde saatiyle tam o anı bekle­ mişti. Onarım işi sürerken b u arada yeni bü piyade sınıfı kuruldu ve bunlara süngü dağıtıldı. Aynca, köprü yapım işleri için b ü mü­ hendislik okulu da açıldı, m. Mustafa, Ragıb Paşa'nın 1763'te ölü­ münden soma, veztilerin rüşvete olan düşkünlüğü ve hem kendi­ sinin hem de ulemanın akılsızkğı yüzünden etkisiz ve güçsüz du­ ruma düşmüştü. Atalarına benzemeye çakşıp ordusuyla savaşlara bizzat katılmak istediği zaman çevresindekiler onu b u hevesinden vazgeçirmeyi başarmıştı. Oysa askerin başında olmak, kendisine yeniden cesaret ve güç kazandırabiltidi. Ruslarla savaş ağır ağır sü­ rüklenip gidiyor, ünlü Rus Mareşak Suvorov, zafer üstüne zafer ka­ zanırken, Osmanklann kayıplan korkunç boyutlara ulaşıyordu. Küçük Kaynarca'daki utanç m. Mustafa 1774'te Öldüğünde somadan LU. Selim olarak başa geçecek oğlu henüz 13 yaşındaydı. Bu nedenle 50 yaşına yaklaşmış olan kardeşi I. Abdülhamid tahta oturdu. Abdülhamid, IH. Sekrn'in çok sevdiği ve yakınlık duyduğu n. Mahmud'un babasıydı. Yeni sultana imparatorluğa bağlı bölgelerin çoğunu yöneten itaatsiz pa­ şalar müas kalmıştı. Yanya'daki yaşlı A k Paşa ile Bağdat ve Arna­ vutluk'ta yönetime kafa tutanlar bunların arasındaydı. Sultanın i l k 214 işi genç Selirn'üı her türlü baskıdan uzak tutulmasını sağlamak oldu. Şehirdeki karışıklıklar yüzünden, sürekü olarak savaşılan Ruslarla barış antlaşması yapmakta isteksizdi. Banş için masaya oturulduğu zaman hakk olarak elde pazarlık edüebilecek bü zafer kazamlmış ol­ ması gerektiğine inanıyordu. Fakat sürekti yenilgiler Osmank ordu­ suna korku sakyor ve onu giderek çökertiyordu. Bu arada reis efen­ di hazüan 1784'te yeniçerileri bü araya toplayıp düzene sokmaya kalkışınca Öldürüldü. İşte Küçük Kaynarca Antlaşması b u şartlar al­ fanda 21 temmuz 1774'te imzalandı, fakat sonradan, 9 ocak 1784 ta­ rihinde Aynakkavak'ta birtakım değişikliklere uğradı. Çarkk hükü­ meti Azak İhalelerini elde etmiş, Kırım bağımsız bü konuma getiril­ miş, ancak Aynakkavak'ta yapılan değişiklikler sonunda Rusya'ya bağlanmıştı. Atılan b u tokatlar yetmiyormuş gibi gerçekten gayret sahibi olan Abdülhamid'in karşısına bü de sahte mehdi sorunu çık­ tı. İran'dan destek gören mehdi, Kürtleri yanma alarak 1785'te Erzu­ rum'a, oradan da Sivas ve Izrrtir üzerine yürüdü. Bulduğu her yer­ de yeniçerileri savurup perişan etti. Hükümet korku içinde kalmış, mehdiye elçiler yollayarak adeta yalvarır duruma düşmüştü. Mehdi aslında Giovanni Battista Boetti adıyla Montferrat'da doğmuş bü Hıristiyan'dı. Gençliğinde kadın düşkünüydü. Sonralan duyduğu pişmanlık nedeniyle Dominiken tarikatına girmiş ve misyoner olarak Musul'a göndeıilrnişti. Hoşgörüsüz davranışı ve d i n değiştirme merakı üstlerinde kuşku uyandırmış, sonunda papa tarafından aforoz edilmişti. Bunun üzerine önce şehvet ve ardından Hıristiyan misyonerîiğine bağlandığı aynı tutkuyla İslamiyet'i ka­ b u l etmişti. Anadolu'daki askerî harekâtı büyük bü dikkatle ince­ 17 den inceye planlamış, tüm olası engelleri araştınp incelemiş ve olup bitenlerden memnuniyet duyan İran'dan silah desteği sağlamıştı. Ortada bertiğin hiçbü sebep yokken Büyük Yekaterina tarafından ikna edüerek Ruslar adına çarpışmayı kabul edince İstanbul bü fe­ laketle karşı karşıya kaldı. Mehdi 1791'de Osmanklara esü düşene kadar tam dört yıl başarıyla savaştı. Esareti sırasında ona karşı i y i davranıldı ve 1798 yıknda bü Ermeni manastırına çekikp tarih say­ falarından silinene kadar hükümetten maaş bile aldı. 18 Avustur­ ya'ya karşı başlangıçta kazanılan zaferlerin ardından Ruslarla savaş yeniden başladı ve eskiden olduğu gibi sonuç almamadan sürüp gitti. Bu arada, 1789'da ümitsizlik ve endişenin getirdiği bü felç so­ nunda I . Abdülhamid hayata gözlerini yumdu. 215 Uzun süre hüküm süremeyecek kadar ince ruhlu bir sultan Amcasının mükemmel bir eğitimle yetiştirdiği m. Selim böyle­ ce 28 yaşında tahta çıktı ve sallantıdaki bir hükümetin başaramaya­ cağı kadar ciddi reformlar gerektiren sorunlarla yüz yüze geldi. Eko­ nomik d u r u m cesaret kınaydı. Ordunun kendine güveni kalmamış­ tı. Eyaletler İstanbul yönetimini giderek daha fazla küçümsüyordu. Donanma ise acınacak haldeydi. Kaptanlar, yıldızlarla yön bulmayı beceremediğinden sahilden açılamıyordu. Teknelerde gemici adı al­ fanda çapulcular toplanmıştı, öyle k i demü attiklan liman kasabalanndaki esnaf dükkânını kapatıp saklanıyordu. Gemilerdeki yaşam koşullan çok kötüydü. Kaptanlar ve subaylar daha rahat koşullarda olmalarına rağmen tekneleri dolduran böcekler ile farelerden ve bunların yarattığı kokudan kaçamıyordu. Toplar, ağırkklan göz Önüne alınmadan yerleştirilmişti ve top atıldığında gemilerin kolay­ lıkla alabora olup batması mümkündü. Sonuçta küçük bir Rus filosu tüm donanmayı Çeşme Savaşında yok etti. Bu felaket reformlan hızlandırdıysa da tayinler rüşvet karşıkğı yapılmaya devam ediyordu. Yeniden kurulan donarıma bu kez de 1791'de Karadeniz'de yenilgi­ ye uğradı. Bunun üzerine Ek Setim, Küçük Hüseyin Paşa'yı kaptanpaşakğa, çocukluk arkadaşı İshak Be/i de yardımalığına tayin etti. Ödemeler ve defter tutma işleri düzene sokuldu ve rüşvetin önü alındı. Trajik olan husus b u reformların orduya yansımamasıydı. Balkanlar sÜahlanıyor Sırbistan'daki d u r u m Osmank gücünün çöküşüne bü örnek­ tir. Bunun nedenini şu ya da bu bahaneye bağlamak, hatta perişan halde olan yeniçerileri suçlamak mümkün değildir. Onlar bütün ta­ rihleri boyunca, ister en şank ve şerefli dönemlerinde, ister sultana sadakatle bağk Hıristiyan doğumlu devşirmeler olmaktan çıkfaklan XVTH. yüzyılda olsun, bukalemun benzeri bü poktika izlemişler­ di. Eğer sultanlar daha yetenekti ve azimli olsaydı onların komutalan altına toplanabilülerdi. Suvorov'un kuwetlerini püskürtememelerinin bü nedeni de modem silahlardan yoksun olmalanydı. 19 Yeniçeri subaylarının rüşvetçiliği diğer paşalardan aşağı kalmıyor­ du. Ancak elde ettikleri geliri saray kadar har vurup harman savur- 216 madıklan da kesindi. Sonuçta bütün bunlar şu gerçeği de gizleyemiyordu: yeniçerilerin, denizciler gibi ordan burdan toplama olma­ malarına rağmen eski günlerdeki seçme gençlere benzer yanlan kalmamışb. Şimdiyse geldikleri bölgelerin ve yaşadıklan dönemin zevke düşkün nişanlan olup çıkmışlardı. Sırbistan 1459'dan beri Osmanlı yönetimi alandaydı. Kırsal­ daki arazilere sipahiler için el konmuştu. Şehirler ise Osmanklann kurup gekştüdiği yönetim düzeninin ağırkk noktalarını oluşturu­ yordu. Köylüler hiçbü zaman kötü muamele görmezdi ve bunla­ rın en seçkin erkek çocuklan, arkalarında son derece huzurlu top­ raklar bırakarak sultanın hizmetine alınırdı. Özgür bir ruha sahip bazı Slav erkekleri dağlarda yer içer ve yaşarlardı, ancak bunlar erişilmesi zor dağlarda yaşayan savaşçı Arnavutlar ve Karadağklar gibi sorun olmazdı. Halk işsiz değildi Çoğu toprağa bağk köy­ lülerden oluşan kesimin dışındakiler de türlü zanaatlar ve maden işçiliğiyle uğraşırdı. Devşirme olayının ortadan kalkmasıyla bülikte, bir zamanlar Osmank yönetiminin belkemiğini oluşturan yete­ nekli ve ihtirask b u gençler boşta kakp düş kmkkğına uğradı. Sırp­ lar ve Balkanlar'daki diğer etnik topluluklar b u nedenle giderek bağımsızkktan söz etmeye ve böylece içlerindeki ateşi bununla beslemeye başladılar. Yönetim sorurnsuzlaşakça çaüşmalar paüak verdi ve artan baskı karşısında b ü araya gelenler çoğalmaya başladı. Sırplar 1789'da Belgradi ele geçirdi, ancak Ruslar vaat ettikleri desteği ver­ meyince yeniçeriler şehri geri aldı. Halk, silahk soyguncuların (öz­ gürlük için yapüan savaşı soygunculuktan ayırt etmek kolay değil­ di) ve yeniçerilerin merhametine kalmıştı. Asilerle ve savaştan son­ ra ülkelerine dönmek istemeyen parak askerlerle başa çıkamamak, yeniçerilerin intikam hislerini daha da biledi. Kendi ağalarını öldü­ rüp halka zulmettiler. Cesaret sahibi ya da zengin ya da şehrin ön­ de gelen ailelerinden olup bağımsızkk hareketine önderlik edebilü düşüncesiyle birçok kişiyi ortadan kaldırdılar. Kendi askerleılnin kanunsuz ve vahşice davranışı, Slavlar ka­ dar Osmank aüelerini de korkutuyordu. Yardım için LU. Setim'e başvurdular. Doğru olanı zamanında yapabilme yeteneğinden yok­ sun olan ve sadece taşıdığı sıfatla yönetim gücünü etinde tutanlar gibi sultan da yeniçerileri, Hıristiyanlan silahlandırmakla tehdit et­ ti. Yeniçeriler de buna ileri gelen Sırp büyüklerini katlederek cevap 217 verdiler. Bu arada Karayorgi adında cahil bir domuz tüccarı er ola­ rak Avusturya ordusuna karılmış ve çavuş rütbesine yükselmişti. Böylece eğitim de gören Karayorgi, olağanüstü bü Önderlik yetene­ ğine sahip olduğunu da gösterdi. Köylüleri ve dağklan bayrağı al­ tına toplayarak kırsak Osmanlılardan temizledi. Çiftliklere ve birta­ kım arazilere el koyarak yaz gelince de Belgrad önlerinde kamp kurdu. Kızgın halk, yeniçerileri şehü kalesine kovalamışti. Sultanın yardım göndermesine rağmen kendini beğenmiş yeniçerilerden fe­ ci bü intikam alındı. Ancak olay bununla bitmedi. Karayorgi, şeh­ rin, Bosna Valisi Bekü Paşa'ya teslimini reddetti. O sırada Rusya, Napolyon'un yarattığı korkuyla desteğini çekmeseydi Belgrad'ı elinde tutabitirdi. Osmank toprak sahipleri ancak 1812'de yapılan Bükreş Antlaşmasindan sonra arazilerine tekrardan sahip olabildi. Aslında Babıâli'yi, adı reform olmasa bile yenileşmeye hazırlayan Fransız İhtilali'nden çok Napolyon'un gölgesiydi. Napolyon'un 1798'de Mısır'a çıkmasma zavalk bü sultan karşı koyamadı. Bu d u ­ ruma ancak Nelson'un Abukü Körfezindeki zaferi sayesinde son verildi. Bu süre içinde TU. Sekm, İngiliz kara kuvvetlerine 6 000 as­ kerle destek vermişti. 20 Fransızların, Avusturya ve Rusya'yı yenerek aşağılamasın­ dan memnuniyet duyan sultan, kapılarını Fransız subaylarına ve gönüllülerine açtı. Küçük Hüseyin Paşa Karadeniz'i korsanlar­ dan temizledi, denizcilerin zorbakğını bastırdı ve Anadolu sahi­ lindeki bakü ormanlardan yararlanma imkânı yarattı. Yeniçerile­ r i n sayısı 30 000'e indüilince ne yeniden yapılan kışlaları ne de ulufenin artırılması onları etkiledi. Çağının gerisinde kalmış olan •sipahilerin de t u t u m u farklı değildi. Oysa 3 000 kişi olan topçula­ rın - T o t t ' u n topçularının- ise görüşleri olumluydu. Bu dönemde Tophane'de üretilen topların kalitesi de adamakılk geliştirildi. Ne yazık k i Küçük Hüseyin Paşa 1803'te öldü ve IIT. Setim onun kay­ bıyla, gelecekteki sorunlarla baş edebilecek tek sadrazamından yoksun kaldı. Yeni düzen ve eski kaos 1792'de Sultan Selim'in yanındaki Fransız danışmanları ve subaylan yeni kurulan bü alayı eğittiler. Nizamıcedid (yeni düzen ya da yeni ordu) Avrupa'daki en çağdaş düzene uygun olarak dona- 218 tilmış ve eğitim görmüştü. Aynı dönemde sultan içki, kahve, tütün ve diğer lüks tüketim mallarına yeni vergi koymak zorunda kaldı. Bu uygulama hiç de i y i karşılanmadı, ancak yeni bü ordu kurul­ muştu ve yaşatılması gerekliydi. Genç subaylar okuryazardı ve ma­ tematik eğitimi görmüşlerdi. IH. Selim Nizamıcedid'in ülkede yep­ yeni b ü güç olarak ortaya çıkacağına hakk olarak inanıyordu. A n ­ cak ulema da yeniçeriler gibi büyük bü endişeye kapılmıştı. Olayla­ rın gelişme şekti kendi ayncalıldarırun ve diğer dallardaki kuruluş­ ların da reforma uğrayacağım gösteriyordu. Nizamıcedid'in kıs­ men dağıtılmasını ve cumhuriyetçi Fransız subayların görevine son vermeyi tasarlamaya başladılar. Yeni büliklerin Akkâ Savaşinda güçlerini ortaya koymasını beklemeden harekete geçmek istediler. Önsezisi kuvvetli ve zeki bü kişi olan Şeyhülislam Velizade, yeniçe­ rilerin arasında disiplin yanksı subayların bulunduğunu anlayınca sultam desteklemekte bü zarar görmedi. Hükümetin böylece topçulan Yeniçeri Ocağı'ndan bağımsız bülikler halinde düzenlemesi ve hiçbü ocakla ilişkisi bulunmayan destek taburları olarak sınıflan­ dırması mümkün oldu. Bu gelişmelerden ürken yeniçeriler sonlann m yaklaştığım sezmişlerdi. Edirne'de bü ayaklanma başlatıp Silistreti Alemdar Mustafa Paşa komutasmda yeni kurulan bütiklere sal­ dırdılar. Çevresi korkuyla kuşatılmış bir komutan olan Mustafa Pa­ şa aynı zamanda Tuna boylarının seraskeriydi. Bü yeniçeri oğluy­ 21 du. Ruslarla yapılan savaşlarda kendim göstermiş ve ün kazanmış­ tı. Zaman içinde büyük arazi sahibi olmuş ve giderek yan bağımsız bir bey haline gelmişti. Sultana sadıktı, ama kendini hiçbü şekilde Babıâli hükümetine bağımk hissetmiyordu. III. Selim'in asker toplamaya başlaması, ayaklanmanın güç­ lenmesine neden oldu. Karaman valisinden, 25 yaşın alandaki tüm gençlerin askere alınması istendi. Bu gençler İstanbul'da talim gör­ düler ve IH. Selim'in önünde bü geçit resmi yaparak moralini yük­ selttiler. Ancak talim dönemi çok uzun sürmüştü. Üç ay soma Edüne'ye vardıklarında şehrin kapılan suratlarına kapandı. Babaes­ ki'de geri püskürtüldüler. Çorlu'da başkentle bağlantılan kesildi ve Silivri'de tam bü yenilgiye uğradılar. Onlarla bülikte IH. Selim de yenik düşmüştü. Uğranılan felaketi vezülerin çevüdiği entrikalara bağkyordu. Yine de onların önerisine uyarak gençleri terhis etti. 22 mgılizlerin Çanakkale'deki başansı durumu daha da kötüleştir­ di. Buradaki kaleler yine bü süreçtir ihmale uğramıştı. İngiliz donan- 219 ması Osmanlı topçusunun etkisiz ateşi alanda boğazı zorlamış, i k i Türk firkateynini batırarak İstanbul'u tehdide başlamışb. İTİ. Sekm'üı en büyük dayanağı olan Fransız Elçisi Sebastiani bir süre için gönde­ rildiği sürgünden alelacele İstanbul'a çağrılmış ve geldiğinde sarayı büyük bü karmaşa içinde bulmuştu. Nizamıcedid bölükleri Anado­ lu'daydı. Reform yanksı vezüler de kendisi gibi sürgün edilmiş, Rus­ ya'yla yeniden çılgın bü savaş başlamışb. İstanbul ve onunla bülikte Babıali'deki Fransız hâkirrriyeti de çökmek üzereydi. Karşılaştığı tep­ kilerin amansız gücü önünde sultanın boyun eğişi Mettemich'i bile gölgede bırakırdı. Yeniçeri ağasını sadrazam yapmış olması bunun göstergesiydi. Bu durumda kendisine yardım edebilecek tek kişi Alemdar Mustafa Paşa kalmışa. Paşa eşsiz bü karar verme yeteneği­ ne sahipti, ö z ü çürümüş bü orduya uygulanmak istenen reformlar yüzünden sultana cephe almaya devamda gerek yoktu. Ancak düş­ man savaşa hazırlanırken Tuna'yı da bırakamazdı. Bu nedenle 1807'nin hüzün dolu baharında İstanbul'a gelemedi. Avrupa'nın işlere karışmasının odak noktası olan Sebastiani'ye İstanbul'dan ayrılması söylenince reddetti. Sadrazamın ve şeyhülislamın Rumek cephesine gitmesi de durumu büsbütün kanşürdı. Her ikisine de vekâlet etmek üzere gerici bü vak tayin edil­ di. Öte yandan İngiliz Arnirak Arbuthnott'un İstanbul'a yaklaşma­ sı karşısında halk bütünleşti. Sebastiani, korkuyla titreşip ağlayan hadımağalanyla dolu bü sarayda hükümeti toplamaya çakşıyordu. Halk ayağa kalkmış, topçular ve yeniçeriler süahlanmışti. İstan­ bul'da hâlâ bazı akk başında Fransız subayı mevaıttu. Bu subaylar kendi elçüiMerindeki memurlar ve İspanyol elçisinin yolladığı per­ sonelle bülikte toplan mevzüere yerleştirdiler. Sultan da herkesle bülikte büyük bü şevkle çakşü. Ancak Arrtiral Duckvvorth'un uygu­ ladığı diplomasi yüzünden boşu boşuna beş gün kaybedildi ve İn­ giliz donanmasının harekâtı hedefine ulaşamadı. Arbuthnott aldığı sağduyulu bü kararla, Çanakkale'deki topçular önünü kesmeden geri döndü. İngiliz donanmasının gidişi halkı rahatlatmış fakat coşku do­ lu bü sevince boğmamışti. Anadolu'daki Nizamıcedid bütiklerine katılmak üzere topçuların gönderilmesi başkentteki yeni valinin entrikalan yüzünden gerçekleşemedi. İstanbul'da otoriteyi kaybet­ tiğini anlayarak Tuna'ya kaçan valinin yerine getirilen Musa Paşa ondan daha da beterdi. Sadece şehirdeki yeniçeri ayaklanmasını 220 kışkırtmakla kalmamış, b u hareketi Anadolu'daki Kabakçı Mustafa isyanıyla da ilişkilendirmişti. Asilerin elebaşısı Mustafa, çevresine topladığı yandaşlanyla vilayetlerde bir ayaklanma hareketi başlatmışb. Buralarda bulunan askerî birlikleri de İstanbul üzerine yürü­ meye isteklendüiyordu. Tam b u sıralarda Boğaziçi kalelerindeki acemi yeniçeri erleri, körü bü zamanlamayla kendilerine gönderilen yeni üniformalan giymeyi reddederek bunlan getiren Nizamıcedid subaylarım öldür­ düler. Ardından, 27 mayıs 1807 günü, eski kıyafetleri içinde İstan­ bul'a yürüyerek şehirdeki yeniçerilerle büleştiler. UI. Setim'in başın­ daki dertler giderek artıyordu. Şeyhülislam Vetizade ömüş, yerine Balkan eyaletleri kadıaskeri atanmıştı. Yeni şeyhülislam can çekişen bü imparatorluktaki fesatçılar ve suikastçılar arasında sivrilecek ka­ dar ikiyüzlüydü, m. Selim'e derhal asileri yatıştırmaya çalışmasını önerdi. Bü kısım Nizamıcedid askeri şehrin orasına burasına dağıl­ mıştı. Kabakçı Mustafa karşı koyardan acımasızca öldürerek Sulta­ nahmet Meydam'na ve Yeni Odalar'a ulaştı. Musa Paşa Nizamıce­ did taburlanmn kışlalarından ve Boğaziçi'ndeki kalelerden çıkma­ masını sağlamıştı. Şemr artik asilerindi. Kabakçı Mustafa 800 kadar yeniçeriyi çevresine toplayıp isyancılara konuştu ve reformdan yana olanlarla H a a Bektaş'ın yolundan aynlanlan cezalandıracağını söy­ ledi. Böylece gelecekteki tüm reformcuların -Tl. Mahmud'dan Ata­ türk'e kadar- derviş tarikatlarına karşı hissettiği husumetin tohum­ larım atmış oldu. Hazinedar hemen oracıkta öldürüldü ve diğer kur­ banların da kimler olacağı duyuruldu. Cellatlığı üstlenen asiler, ad­ lan üan edüenleri ya evlerinde ya da toparlayıp getüdikleri Sulta­ nahmet Meydam'nda katlettiler. Böylece önde gelen devlet büyük­ lerinden on yedisinin kellesi kışla önünde sergilendi. 23 Fakat bunların arasında bostanabaşınrn başı yoktu. Kendisi, Topkapı Sarayı'nda kapıkulu askerini toplayıp kuşatmaya karşı tedbüler almaktaydı. Toplanan güruhtan yankılanan gürültüyü ve asi­ lerin çılgınca haykırışlarını duyan İTİ. Selim kapıkulu askerinin başı­ na geçerek isyanın üstüne yürüyecek cesareti kendinde bulamadı. Ancak sarayın kapılarını kapattırarak deımrletti ve korkak vezüleri gibi davranmayıp canım kurtarmak için yandaşlarını feda etmeyi reddetti. Oysa bostanabaşı, sultam korumak uğruna ölmeye hazır olduğunu söyleyerek sakin bü sesle kendisinden dışan çıkmak için izin istedi. Sonunda Hl. Selim Tanri dan yardım dileyerek onun bu is- 221 teğini gözyaşları içinde kabul etmek zorunda kaldı. Şehirde katliam iki gün boyunca sürdü ve hükümet bunu hiçbir şekilde engelleyeme­ di. Oluşan otorite boşluğunda asiler beklendiği gibi hareket ederek sultanın tahttan inmesini istediler ve Sultanahmet Meydanı'nda kar­ gaşa içinde b k toplantı yaparak yeniçeri subaylarından oluşan bir he­ yet seçtiler. Bu heyetin şeyhülislama gönderilmesine ve "Kuran'ın belülediği yoldan çıkan bü sultan tahtta kalmak mı?" diye sorması­ na karar verildi. İlahî kudretin temsilcisi de hayret ve pişmanlık gös­ terileri arasında İslamiyet'in ve Osmank sülalesinin hayrına m. Selim'in tahttan üıdirilmesi için fetva verdi. Aslında fetva öyle karma­ şık bü düle yazılmıştı k i , her okuyanın kendi yorumuna açıktı. So­ nuçta " b u olmaz" diyor, ardından en iyi olanı ancak Tann'nm bildi­ ğini söylüyordu. Asüer ellerinde b u fetvayla saraya yürüdüler. IV. Mustafa: ruh hastası bir kukla 29 mayıs 1807'de Kabakçı Mustafa HJ. Selim'in tahttan indiril­ diğini ve yerine m. Ahmed'in torunu IV. Mustafa'nın geçtiğini ilan etti. Yeni sultan 28 yaşındaydı ve 30'una varmadan hayata gözlerini yumacaktı. Şeyhülislam yüzüne kederk bü üade takınarak durumu bildirmek üzere DJ. Selim'in huzuruna çıktı. Kabakçı Mustafa ise asi­ lerden aldığı güce dayanarak küstah bü tavırla Tann'nm isteğine bo­ y u n eğmesini, böylece yandaşlarından hayatta kalanlan kurtarmış olacağını söyledi. Sultan Selim bunlan sabırla dinledikten sonra ce­ vap vermeye tenezzül etmeden sarayda kendisine aynlan bölüme geçti. Burada zamanını, 22 yaşındaki yeğeni, Osmank tahtının ger­ çek vârisi olan II. Mahmud'u yetiştirerek yeniçerilerden alacağı inti­ kamı düşlemekle geçirecekti. Söz dinleyen yeni sultan Nizamıce24 did ordusunun dağıtılmasını emretti ve asilerin elebaşılarını, arasın­ da Boğaziçi kaleleıinin komutanlığı da olmak üzere, birtakım yük­ sek mevkilere atadı. Bu arada vali ve şeyhülislam, erdemli oldukla­ rından değil, tamamen otorite boşluğundan dolayı hazüan ayma gi­ rerken tüm gücün kendÜerinde yoğunlaştığını gördüler. Şehü dehşet içindeydi. Halk yağmadan korkuyordu. Öte yan­ dan Kabakçı Mustafa gerçekten güçlüydü ve rüşvet yedirmesini i y i biliyordu. Düzen sağlanmış ve asiler şehü dışına çıkarümışti. Sadra­ zam azledildi ve yeniçeriler b u makama kendi seçtikleri Çelebi Mus­ tafa adında birini getirmek istediler. Fakat şeyhülislam ile Vati Musa 222 Paşa arasındaki bir sürtüşmeyi fırsat bilen Kabakçı, b u makama yan­ daşı bir kuklayı oturttu. Ancak asıl güce sahip olan birisi vardı ki, onu hiç kimse aklına getirmiyordu: Tuna boylarındaki Serasker Alemdar Mustafa Paşa. HI. Selimi yeniden tahta geçirmeye karark olan paşa, en yakın danışmanını vezülerin nabzını yoklamak üzere gizHce İs­ tanbul'a göndermişti. Bu şahıs, o sırada zaten İstanbul'a doğru yola çıkmış olan Alemdar'm sadece Kabakçı'yla şeyhülislama cephe aldı­ ğı hususunda vezüleri ikna etmiş, kaptanpaşayı da kendinden yana çekmişti. Hiç vakit geçirmeden Kabakçı'yı ortadan kaldırmak için H a a A t i adında biri görevlendirilerek onun bulunduğu kaleye gön­ derildi. Elinde bü hançer ve şartlara boyun eğen sadrazam tarafından imzak bü fermanla yola çıkan bu suikastçı, kurbanını haremde bula­ rak öldürmekte zorluk çekmedi. Hatta buradaki 100 kişilik garnizo­ nu da emri alfana almayı başardı, ama harem kadınlarının feıyatlan yüzünden d u r u m değişince kulelerden birine sığınmak zorunda kal­ dı. Kendini burada üç gün savunan H a a A t i bü gece tünel kazarak kaçmayı başardı ve Alemdar Mustafa Paşa'ya katildi. IV. Mustafa olanlan duyunca vezülerini ve şeyhülislamı azle­ derek bütün servetlerine el koydu. Ancak destekçilerini toplamaya fırsat bulamadı; Alemdar Mustafa Paşa, en seçkin ve sadık askerle­ rinden oluşan 16 000 kişilik bü kuvvetin başında İstanbul kapılanna dayanmıştı. 26 temmuz 1807'de yeniçerileri süratle sindüen pa­ şa, IV. Mustafa'yı görevinin bittiğine ve artik geri dönmemesi için ortada bü sebep kalmadığına inandırmıştı. Eğer sadrazamın casus­ ları Alemdar'ın asıl niyetinin ne olduğu hakkında kendisini uyar­ mamış olsalardı, yarım akılk sultan 28 temmuzda Göksu'daki köş­ küne çekilip keyfine bakacaktı. Alemdar Mustafa Paşa'nın darbesi Ortada gizli sakk bü şey kalmamıştı. Mustafa Paşa süratle ha­ rekete geçti. Sadrazamı tutuklayarak savaşlarda yarımda taşıdığı ve olacakları bildiği için beraberinde getirdiği sancakı şerifi açtı. Babıhümayun'daki yeniçerilerden karşı koyan olmadı, ama bostanabaşı Orta Kapı'yı Alemdar'ın yüzüne kapatarak açmamakta düendi. Paşa burayı zorlamak için hazırlıklar yaparken IV. Mustafa, Orta Kapı'nm arkasındaki divan avlusuna gelmişti. Herhangi bü düenme beklenmediği için de saray çepeçevre kuşatilmışü. Durumu gö- 223 ren valide sultan oğluna derhal haber gönderdi. Sultan bunun üze­ rine darüssaade ağasına TU. Selim'in ve veHaht Mahrnud'un anında öldürülmesi emrini verdi. Her ikisinden de kurtulduktan sonra Os­ manlı sülalesinden bir tek kendisi kalmış olacak ve böylece dokunulmazkğı güvence altına güecekti. Selim, güçlü bü kişiydi. Anne­ sine ait bölümde canım almaya gelenlere şiddetle karşı koyduysa da katiller sayıca üstündü. Kalbinden yediği bir bıçak darbesiyle ya­ şama veda etti. Bu tarz öldürülme şekk kutsal değerlere ve gelenek­ lere ters düşüyordu. Züa sultan kanının akıülması caiz değildi. Bu olay, günümüzde Topkapı Müzesi'nde bulunan kank kaftanın, "Acaba II. Osman yerine TU. Selim'e m i ait?" sorusunu da akla getirmektedü. Bunlar olurken Alemdar Mustafa Faşa, kapıyı zorlayarak içe­ ri gürniş ve divan avlusunu ele geçirmişti. Saray artık onundu, fa­ kat TU. Selim için geç kaknmısü. Selim'in ölüsünü getirip IV. Mus­ tafa'nın önüne koydular. Sultan duygusuz bü edayla Ölünün onu arayan paşaya teslim edilmesini emretti. Gözleri önüne serilen gö­ rüntü Alemdar Mustafa Paşa'yı kedere boğmuştu. Karşısında IH. Selim'in kendisi yerine kank cesedi duruyordu. Gözlerinden yaş­ lar boşandı. Kaptanpaşa dayanamadı ve önün gibi yürekli b ü sa­ vaşçının vaktini kadınlar gibi ağlayarak geçireceği yerde hüküm­ darın mtikamım akp katilleri cezalandırması ve her şeyden önce Mahmud'u Ölümden kurtarması gerektiğini söyledi. Alemdar Mustafa Paşa b u sözler üzerine IV. Mustafa'yı hapsettirdi. Mah­ m u d ' u A l t i n Yol'a çıkan merdivenin üzerindeki, yaşk dadısına ait bü gömme dolabın içinde saklanır b u l d u l a r . Burası sarayın ha­ 25 rem ve selamkğma giden anayoldu. Böylece U. M a h m u d 28 tem­ muzda Osmank tahtina oturdu; Mustafa Paşa'ya da sadrazamkk mührü verildi. Di. Selim'in katilleriyle IV. Mustafa'nın destekçisi olan asilerin elebaşılan yakalanarak işkenceyle öldürüldü, azledilen sadrazamın da boynu vuruldu. Kaptanpaşa büe sürgüne gönderildi. Alemdar, hiç oyalanmadan yeniçerileri disiplin altına almak için kollarını sı­ vadı. Ordunun yüksek rütbeli komutanlanyla Önde gelen devlet büyülderini bü araya toplayarak onlardan düzenin kötü yanlan ile bunlan onarmak için gerekti reformlar hakkında Önerüerini istedi. Onlara sık sık y o n değiştüdiklerrni ve güvenilmez olduklarını, çağ­ daş savaş yöntemlerinden yoksun bulunduklarını söyledi. Kendisi- 224 nin de bir yeniçeri olduğunu ve savaş alanında yeniçerilere komu­ ta ettiğini, dolayısıyla bütün bunlan gayet i y i büdiğini ekledi. Kışla­ lar, evi barkı ve işi gücü olmayan tembellerin barınağı haline gel­ mişti. Buralarda bozuk düzen ve türlü kötülükler kol geziyordu. Kolluk görevi verilen yeniçeriler güvenliği korumak bü yana, halkı haraca bağlamışlardı. Öncelikle rüşvete son verilmeli, sadece silah altındaki ücretti yeniçeriler destek görmek ve ulufe almakydı. Bü yandan reformlar yürütülürken Alemdar Mustafa Paşa b u çabalara halkın arasından da gönütiülerin katilmasını istedi. Verilen kararlar yazıldı, herkes bunlan imzalamaya ve u y u m sağlamaya mecbur edildi. Alemdar Mustafa Paşa'mn kendini beğenmişliği çok kimseyi öfkelendiriyordu. Başlarına yeni kurulan ordu komutanlarının atanması subaylan hırslandırmışti. Özellikle vakti gelülerinin dinî kuruluşların etinden alınması ve paşanın dindar kesimi açıktan açı­ ğa küçümsemesi ulemayı hem korkutmuş hem de kızdırmıştı. Alemdar'ın bütiklerine ait askerler şehrin sokaklarında bü işgal kuvveti, daha da kötüsü yeniçeriler gibi dolaşıyordu. Mahmud'un bu güçlü vezirine hissettiği kıskançlık, sadrazamlık makamını ağır ağır kemirmeye başlamıştı. Filibe Beyi Molla Ağa'nın o sıralarda başkaldırması, Alemdar'ın büliklerinden 12 000 kişilik bü kuvveti isyancıların üstüne göndermesine sebep oldu. Böylece kendisi İs­ tanbul'da sadece 7 000 askerle kaldı. Yakmlanrun b u kadar aceleci ve atak olmaması uyanlarına rağmen düşmanlarını küçümsemek­ ten vazgeçmiyordu. Belki onun da kişiliğinde, bazı kahramanlarda olduğu gibi, cesaretin verdiği coşkudan kaynaklanan b ü intihar eği­ timi vardı. 14 kasım 1808'de 6 000 yeniçeri Alemdar'ın bütiklerine saldırarak saraya yürüdü. Gayeleri IV. Mustafa'yı yeniden tahta ge­ çirmekti. Mustafa Paşa, az sayıda muhafızıyla saraydaki kulelerden birine geri çekilmek zorunda kaldı. Tarih burada yine tekrarlanmış, bu kez Alemdar Mustafa Paşa IV. Mustafa'nın cesedini düşmanla­ rının ayaklarına fırlatmıştı. Ancak burada tutanamayan paşa, Alay Köşkü karşısındaki sadrazam konağına kaçtı. İsyancılar burayı hemen kuşatıp tutuşturduklan k u r u otlarla kapıyı ateşe verdiler. Bahçeye girince büyük ahşap binayı ateşe verdiler. Konağı korumak için düenenleri vur­ duktan başka eşyalarım kurtarmaya gelen halkı bile çevredeki evle­ rine sokmadılar. Alemdar, her şeyin sona erdiğini anlamıştı. Ele ge- 225 çerse yaşayacağı vahşet onu intihara iterek binanın mahzenindeki barut deposunu ateşledi. Kendisiyle birlikte adamlarının çoğu ve 300'e yakın yeniçeri havaya uçtu. Sultanahmet'teki kışlaya sığınmış olan 300 kadar Nizamıcedid askeri yeniçerilere ateş açrruşb. Ancak yangın çevreyi sarınca b u ümitsiz direniş de sona e r d i . Asiler b u ­ 26 nun üzerine Üsküdar'a geçip misilleme olarak burada Nizamıcedid büliklerütin kaldığı ahşap kışlayı ateşe verdiler. Alemdar Mustafa Paşa'yı kurtarmakta geç kalınmıştı. Yeni kaptanpaşa, gemictierinin başında karaya çıkarak saraya yürürken kadı paşa da 3 000 askerle sultanın yardımına gekyordu. Kaptanpa­ şa, silahlarmı bıraküklan takdüde yeniçerileri affetmeye hazırdı, ama kadı paşa b u kendini bilmezHği kabul etmiyordu. Topçulara ateş açtırarak saldırganlan dağıta. Asiler, yanmakta olan BabıâH Konağı'na doğru panik içinde kaçtılar. Alevleri aşamadığı için peş­ lerinden gidemeyen kadı paşa, Süleymaniye'de bulunan yeniçeri ağasının konağına yöneldi. Yolda önlerine çıkarılan öldürüyorlardı. Ancak yangın dört bü yanı sarmıştı. Yarımdaki müfrezelerden ya­ narak can verenler olunca kadı paşa geri çekilmek zorunda kaldı. Alevler büyük bü hızla yayıkyor ve tüm şehri tehdit ediyordu. Yan­ gının yarattığı korku ve dehşet karşısında çarpışmalar büden şidde­ tini kaybetti ve herkes yangınla boğuşmaya başladı. Her yer yanı­ yordu. Neyse k i bü süre sonra b u büyük felaket kontrol altına aknabüdi. Bu arada sarayında bulunan sadrazamın cesedi kazığa ge­ çirilip üç gün halka teşhü edildi. Tilki uygun zamanı kollar E. M a h m u d yalnız kalmışh. Kendisi için herhangi bü korku duymuyordu. Harabeye dönmüş şehrin yangından artakalan kıs­ mını kurtarabilmek için çoğunluğun öfkesine boyun eğmek zorun­ daydı. Bu şartlar alanda kaptanpaşa ile kadı paşaya da sahip çıka­ mazdı. Onlar kendilerine yeni destek kuvvetleri bulamayınca zaten kaçmışlardı. Kaptanpaşa, Sen-Petersburg'a gitmiş, kadı paşa ise Ka­ raman'dan yardım sağlamak istemiş, fakat yolda öldürülmüştü. Yeniçeriler böylece son zaferlerini kazanmış oluyordu. Uğranılan yenilgi karşısında sultan ve vezüleri yeniçerilerle bü de anlaşma yapmaya itilmişlerdi. İsyancılara karşı koyma yürekMğirû gösteren tek askerî güce, yeni orduya vefasızca davranıkp, b u kuruluş da- 226 ğıtılmak zorunda kalınmıştı. Neyse k i Nizamıcedid askerleri yeni­ çeriler tarafından katliama uğramadan evlerine yurtlarma dönebilmişlerdi. Aradan kasvet yüklü 18 yıl daha geçecekti Yenilgiler bübirini kovakyor, mevsimler bile sanki düşmanca davranıyordu. Bütün b u kötü şartlarrn yanı sıra salgın hastalıklar da aman vermez olmuştu. Bübirini izleyen hükümetler, ulema ve devlerin diğer kesimleriyle ilişkileri bozmadan Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmaya yöneUk planlar yapıp durdular. Yeniçerilerin saltanab "Vakayi Hayriye" yle noktalanmcaya kadar askerlerin desteği devam etti. 1826'daki ola­ yın en olağandışı Özeltiği uzun bü süre alarak gelmesiydi. Bunun başkca nedeni hiç kuşkusuz yeniçerilere hâkim olan rüşvetçilik, çıkarakk ve bencillikti, ancak sonuçta onlar da Osmanlı toplumunun içinde bulunduğu durumu yansıtıyordu. II. Mahrnud'un hasımlanyla doğrudan ya da gizlice uğraşa­ rak otoriteyi kendinde toplayabilmesi için büyük sabır göstermesi gerekiyordu. Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırmak, kurduğu ana planın sadece b ü bölümüydü. Zorbakğa son verilmeli, boş laf et­ mek dışında hiçbü işe yaramayanların yetkileri ellerinden alınma­ lı ve vergi borçlan toplanabilmeliydi Bü diğer önemli konu da ule­ manın hükümet üzerindeki baskısını kaldırmaktı. Ancak b u iş bü­ yük bü dikkat ve gizlilik içinde yürütülmeliydi Aksi halde yüz yü­ ze b ü çabşma, ulemadan çok saltanata zarar getirirdi. 27 Neyse k i geri kafak ulema, yeniçerilerin zorbakğından ve 1808 benzeri olay­ lardan son derece tedügindi Evet, onlara destek vermişler, ancak b u tııtumlan sayesinde korku ve nefretlerini maskeleyebilmişlerdi. Dolayısıyla E. Mahrnud'un büyük topçu bülikleri kurmasına ve b u topçulara ordunun diğer büliklerinin üstünde maaş vermesine en­ gel olmadılar. 1826'da b u örgüt 10 000 asker ve subayla 4 400 sürü­ cüye ulaştı. Aynca 1000 kadar topçu da, 1808 isyanında öldürülen iyi eğitim görmüş ayetin subayların yerini almak üzere Batık me­ totlarla yetiştirildi. Fakat b u yeni bülikler 1812'de Ruslarla yapılan savaşta boz­ guna uğradı, ö t e yandan E. Mahmud 1812 ila 1817 yıllarında hem asker kullanıp hem de birtakım beklenmeyen ölümler ve aile içi sürtüşmelerden yararlanarak Anadolu'daki ayandan kurtulmayı başarmıştı. 1814'te yine şans ve uyguladığı taktikler sonunda Bal­ 28 kanlar'daki zorba beyleri de birer birer ortadan kaldırdı. 182CKde 227 Sırbistan'da merkezî otoriteyi sağladı, fakat dağlarda sürüp giden eşkıyalığı kontrol altına alamadı. Asilerin başta geleni Tepedelenk A k Paşa ve oğvıkarrnrn kesik kafaları bir torba içinde saraya getiril­ di. Bu olay uygulanan poktikanrn en başank sonucu olmuştu. Ne gariptir k i AU Paşa'nın düşüşü, Yunanistan'daki ayaklanmanın kri­ tik boyutlara ulaşarak Avrupa'nın güçlü devleüerrnin de işe karış­ tığı döneme rastlamıştı. Mısır'da ise patlak veren bü Memlûk ayak­ lanması, asker geçmişi olmayan, ulemanın önde gelenlerinden Mehmed Said Halet Efendi tarafından bastırıldı. E. M a h m u d ' u n takdirini kazanan Halet Efendi kazandığı baş an üzerine divana alındı. Oysa b u görevi sırasında sultanın uygulamak istediği tüm reformlara karşı çıktı. Buna rağmen yandaşlarının ve yeniçerilerin yardımıyla sadrazamlık mevkine kadar yükseldi. 1821'de Yunan ayaklanmasını bahane eden E. Mahmud Halet Efendiyi sürgüne yolladı ve gittiği yerde sessizce boğdurdu. Boşalan sadrazamlık makamına derhal asker kökenli Silahdar A l i Paşa atandı. Üstlendiği en acil görev, en önemli mevkilere geti­ rilecek kimseler sultan tarafından seçilüken, şeyhülislamın etkisini bunun dışında tutmaktı. Ardından 1824'te Galib Paşa sadrazam ol­ du. Döneminde yeniçerilerin uğradığı yenilgüer zirveye ulaşmıştı. Bu d u r u m paşanın Yeniçeri Ocağı'mn gözden düşmesini kolaylaş­ tırdı. Oysa Galib Paşa kâtiplikten yetişmeydi ve olayların gelişmesi İstanbul'da çarpışmalara y o l açtığı takdüde başta b ü asker bulun­ masını gerektiriyordu. Benderti Mehmed Selim Paşa, deneyimli bü komutandı. 1821'de iki ay kadar sadrazam yardımcıkğı yapmıştı. Yeniçeri Oca­ ğı'mn ortadan kaldınlması olayında başta bulunmasının ne kadar isabetti olduğu anlaşılacaktı. Sultanın sürekti olarak kendi adamla­ rım yeniçeri subaykğına getirmesi, Ağa Hüseyin Paşa'nın 26 şubat 1823'te ocağın ağakğına tayiniyle doruğa ulaştı. Yapılan b u tayin, son derece sert ve kasvetti kış aylan sırasında bü an için parlayan bü ışık gibiydi. Çok soğuk geçen kış 1821'den beri süregelen kolera salgınım yok etmişti. Yeni ağa, hiç vakit geçirmeden bağkkğından kuşku duyduğu yeniçeri subaylarım görevden uzaklaştırdı ya da emekli olmaya zorladı. Gösterdiği çabalara karşılık kendisine Önce vezü, soma da paşa rütbesi verildi. Fakat bütün bunlar olurken ye­ niçeriler hükümetin ne yapmak istediğini sezmişler ve içten içe kay­ namaya başlamışlardı. Ağa Hüseyin Paşa da bü tedbü olarak Bur- 228 sa valiliğine ve Boğaziçi kaleleri komutanlığına getirildi. Böylece gözden uzak fakat gerektiğinde yakınlarda bulunacaktı. Yerine atanan Yeniçeri Ağası Celaleddin Mehmed de LT. Mah¬ m u d yanksıydı. Ağa Hüseyin Paşa'dan daha tiriz ve tedbirliydi. Ye­ niçeriler İstanbul sokaklan ile Anadolu kırsalında tam bir eşkıya gi­ b i davranıyor ve her geçen gün kendilerini daha çok aşağıkyorlardı. Ulema da kendi arasında bölünmüştü. Bü kısmı hâlâ eski düzen­ den yanaydı. Onlar da yeniçerilerle bülikte gözden düştüler. Kocakanlar adı takılan yeniçerilerden desteğini çekmeyen sadece derviş­ ler kalmıştı. Davranışlan öylesine kötülemişti ki, düşmanı göğüsle­ mek yerine dükkânalan haraca bağkyor, hatta mallarını yağmala­ yarak kendileri satıyordu. Ambar ve yük gemisi sahipleri korunma­ larına karşılık onlara haraç ödüyordu. Yeniçerilere en çok k i n besleyenler soyulan esnaftı. Bunlar özellikle 56. Orta'dan nefret ediyordu. Bu ortaya mensup yeniçeri­ ler şehre deniz yoluyla gelen mallan kontrol altına almış ve kısa za­ manda büyük servet sahibi olmuştu. Manavlar, dükkânı olan yeni­ çerilere haraç vermek zorundaydı, özellikle kahve, nohut ve gübre, önemli getir kaynağı sağlayan mallardı. Yüz tuğlayı bin tuğla fiya­ tına satarak duvara ustalarına meyhane ve kahveler yaptınyorlardı. Bunlardan büinin açılışında bü yeniçeri subayı, elinde ait oldu­ ğu ortanın flaması ve başlarında kaşmü şallar sarık oğlanlarla bü­ likte içeri girmiş, oturanlan ayağa kaldırarak flamaya selam almala­ rını emretmişti. Yeniçeri kışlalanysa sarhoş dervişler sayesinde büer sefahat yuvasına dönüşmüştü. Buralarda sadece subaylar, çavuşlar ve bazı emekli yeniçeriler kakyordu. Diğerleriyse sokaklarda ve pazar yerle­ rinde, çevreyi huzursuz ederek dolanıp duruyordu. Özellikle Yuna­ nistan'daki isyandan sonra, Paskalya zamanı yerlere kilimler serip Hıristiyanlan bunların üzerinden yürüterek ya da içki içmeye zorla­ yarak haraç almaya kalkıyorlardı. Özellikle Yunan isyanından sonra büçok Hıristiyan ve Yahudi ağır vergüere ilaveten bü de yeniçerile­ re korunma parası ödemek yüzünden yoksulluğa sürüklenmişti. Yeniçerilerin, sultan cuma namazlarına giderken geçtiği yolun yanında gruplar halinde toplanıp devlet büyüklerinin arkasından takiiüerirıi yaparak ya da ağza alınmayacak türküler söyleyerek ser­ serilik etmeleri âdet olmuştu. Önlerine geleni soyuyorlardı; bunla­ rın arasında İstanbul kadısı bile vardı. Yüksek rütbeti bü istihkâm 229 subayı Süleymaniye'deki yeniçeri ağasının konağından fırlayan bir grup yeniçeriden, silahlı olması sayesinde yakayı kurtarabilmişti. Sokaklarda güvenliği sağlamakla görevk yeniçeriler bile evlere me­ şaleler atarak buraları talan ediyor, kadınların ırzına geçiyordu. Ka­ tiller dahil tüm suçluların koruyucusu kesilmişlerdi. Kırsaldaysa çok daha feci olaylar meydana geliyor, eşkıya çeteleri gibi köyleri basıp yağmakyorlardı. Ölmek üzere olan arkadaşlarını soyup top­ rağa diri diri gömecek kadar da acımasızdılar. İngiliz Elçisi Lord Strangford, eşinin üç yeniçeri ve i k i muha­ fızla birlikte 21 nisan 1821 günü kikseye giderken türlü hakaretlere uğrayıp dövüldüğünden bahisle ortamın çok iğrenç bü hal aldığı­ nı, ancak bunun daha fazla süremeyeceğini yazıyordu. 29 Eşi b u olayda herhalde ciddi şekilde yaralanmamışü. Lord Strangford'un 28 şubat 1823'te gönderdiği bir mektup, aynntılara inmemekle b t i likte durumu açıkça belütmektedü. Buradan bükaç saür aşağıya aynen alınmıştır: "İstanbul'daki yaşamı süsleyen olaylar son İH haftada adamakıllı art­ tı ve değişik şekillere büründü. Birkaç fırtına, bir deprem, yeniçerilerin boğ­ durulması, veba vakaları ve muhtelif yangınlar..." 30 Yeniçeriler kimler tarafından ve neden boğduruluyordu? Mesolongion Kalesi'nin kuşaülması olaylan hızlandırdı. Ulemanın çoğu bü zamanlar imparatorluğun olan b u sefil güruhtan desteğini çekmişti. Topçuların gücüne ve halkın duyduğu nefrete güvenerek sultanın ve hükümetin b ü isyan hareketini tahrik etmeleri zamanı artık gelmişti. Medreseliler bile gereken desteği vermeye hazırdı. O N U N C U BÖLÜM Vakayi Hayriye 1 Sır saklamak Yeniçerilere karşı hazırlanan komplonun başank olması bir­ çok yönden şansın yaver girmesine bağkydı. İstanbul'da yetkili ve sorumlu mevkide bulunan herkesin bundan haberi olması gerekti­ ği için gizti kalması mümkün değildi. Baza kimseler bunun akılkca 2 b ü düşünce olduğuna kuşkuyla bakıyor ve başanyla sonuçlandığı takdirde kendi çıkarlan açsından kaygı duyuyorlardı. Öte yanda, bir de istenen sonucu vermezse b u sırn paylaşmış olmak hem ken­ dilerini hem de aüelerini korkunç felakeüere sürükleyecekti. O gü­ ne kadar yeniçerileri ortadan kaldırmak için yapılan her girişim ba­ şarısızlıkla sonuçlanrruşü. IH. Selim onların tahrikiyle daha 18 yıl önce öldürülmüştü. Ayrıca yüksek rütbek subaylar arasında dö­ neklik edebüecekler vardı. Gerilim günden güne arttıkça, g^ülik imkânsız hale gekyordu. Şehzade Carrui yanındaki kışlalarında te­ tikte duran inatçı yeniçerilerden başka herkes soluğunu tutmuş beklemekteydi. n. Mahmud kendisini eğiten iyi yürekti amcası IH. Selim'e çok şey borçluydu. B ü zamanların en seçkin askeriyken şimdi asiler güruhuna dönüşmüş olan yeniçerileri onun ölümünden sorumlu tutuyor ve affetmiyordu. Bu vahşi kitleyi artık yeni b ü düzene 3 sokma ümidi kalmamıştı. Fakat halk arasında popüler olmalan ne­ deniyle 500 yıllık b ü geçmişe sahip yeniçeriler, süratle ve geçerli görünen nedenlerle ortadan kaldmlmakydı. Dolayısıyla en zengi­ ninden en sefiline kadar herkese zarar getiren b ü isyana giriştikle­ r i zaman harekete geçilmekydi. Bu güruh y o k edilince tüm impa­ ratorlukta merkezî mutlakıyete bağk bü otoritenin kurulması ve birtakım reformlara başlamak ancak mümkün olabitirdi. En önde gelen reformun orduda yapılması gerekiyordu. Osmanlı ordusu 232 yenilgi üstüne yenilgiyle karşılaşmış, 1822'de Peloponnesos'ta Türkler korkunç b ü katkama uğramışü. Bundan yeniçeriler sorum­ l u tutulabikrdi. Sonradan gaddarlıkla suçlanmayı önlemek için divan, önce­ likle reform denemesi yapmaya karar verdi. Hükümet geniş kapsamk değişikliklerin ayaklanmaya y o l açacağını tahmin ediyordu. Buna rağmen adalet, dış görünüşü açısından korunmalıydı. Emek­ ti olmuş eski askerlerin, savaş yaraklarının, fazlalıkların ve beleşçi­ lerin uzaklaştinlması teklü edÜdi. Başkentteki yeniçeri sayısı yanya indüilecek, böylece geriye kalanların talim ve otisiplin görmesi sağ­ lanacaktı. Bu, daha önce de denenmiş, kâğıt üzerinde bü plandı, an­ cak yürürlüğe konabilmesi için güçlü bü komutan gerekiyordu. Böyle biri vardı: Boğaziçi kalelerinin komutanı Ağa Hüseyin Paşa. Yaşlanmış olmasına rağmen b u nitekğe sahipti. Kendisi becerikli ve bü zamanlar etrafa korku saçmış bir yeniçeri ağasıydı. Başkaldıran büçok yeniçeriyi idam ettirmiş, sonralan aşın davranışlan nedeniy­ le b u makamı terk etmeye zorlanmıştı. Yeniçerileri i y i tanıyor ve aralarından güvenitir olanlan bitiyordu, ancak bunlar sayı itibariy­ le çok azdı. Ağa Hüseyin Paşa, kocaman kışlalarında oturup sorun­ lar üreten b u güruhu, burayı yerle bü etmeden dize getirmenin mümkün olmadığı görüşünde ısrar ediyordu. Başlarındaki subay­ lara, idarecilere ve kâtiplere saygısı kalmamıştı ve bunlann göreve döneceğine de inanmıyordu. Yapılacak şey, tümünü kışlalarında tek bü darbeyle basıp toptan imha ermekti. Ağa Hüseyin Paşa b u düşüncesini apaçık ortaya koymuştu. 4 Vezüler hiç kuşkusuz b u açık sözlü ihtiyardan ürkmüş ve te­ laşa düşmüşlerdi. Hiçbirinden aynı cesareti göstermeleri beklene­ m e z d i Aralarında b u öneriyi kabul ederek sonuçlarına katlanabile¬ cek pek az kişi vardı. Vezüler eski görüşlerine dönüp aralarından iyileri ayıklayarak bunlardan yeni bü ordu kurmayı tercih ettiler. Bu düşünceyle ileri gelen subaylara rüşvet ve övgü yağdırmaya ve on­ ların görüşlerini almaya başladılar. Bu yüksek rütbelilerin arasında Yeniçeri Kethüdası Hasan Ağa ile İaşe Emini Aşçıbaşı İbrahim Ağa da vardı. Bunlara reform için düşünülen planlar anlatildı. Tabiî k i kendilerine uygulanacak terfiler de b u planlara dahil edilmişti. Su­ baylar hazırlıklıydı. A y n görüşte olduklarını ve yeni kurulacak or­ dunun disiplini konusunda canla başla çakşacaklannı derhal bildir­ diler. Sadrazam Mehmed Selim Paşa da b u haberi hemen sultana 233 iletti. E. Mahrnud haklı olarak sadece sözle yetinmedi ve bir belge hazırlanarak divan toplanüsında tümünün de imzalamasını istedi. İmparatorluğun meclisi Divan 25 mayıs 1826'da şeyhülislamın konağında sadraza­ 5 mın başkankğı alanda toplandı. Divanda vezirlerin ve yüksek rütbek subayların yanı sıra ileri gelen hukuk uzmanları da yer almışta. Bunlar savaş ilmine sahip olmanın Müslümankk görevi olduğuna karar verdiler. Yeniçeri ağası da subaylarının işbükği konusunda yemin ettiklerini açıkladı. Divanda bulunanların hepsi de teklif edi­ lenin kanunî olduğu ve üç gün sonra yeniden toplanılarak Üan edil­ mesi hususunda karara vardılar. Divan, 28 mayıs günü şeyhülisla­ mın evinde yeniden toplandı. Bu kez aralarında sorumlu makam sahibi başkalan da vardı: Ağa Hüseyin Paşa, ulemadan seçkin kıdemk kişiler, Hazine kâtipleri ve bazı komutanlar. Sadrazam toplananlara etkileyici b ü konuşma yaptı. Ünlü ko­ mutan, yeniçerileri aşağılayıcı söz etmekten çekinmedi. Onlar baş belasıydı. Yeteneksiz komutanlar yönetiminde yozlaşmışlar, bü za­ manların yiğit askerleri aralarına katılan serserilerle eski nitelikleri­ n i kaybetmişlerdi. Savaşa çapulcu alayı gibi gidiyorlardı. Ocağın saflarına Rumların bile karıştığını alçaltia sözlerle belirtti. Parlak döneminde yeniçeriler arasında Rum asılk paşaların da olduğu göz önünde tutulursa, yapılan hakaretler Yunan bağımsızlık savaşının yarattığı betirgin bü değişikliğe işaret ediyordu. Mehmed Setim Pa­ şa, konuşmasını sürdürerek yerriçerilerin kendilerine büyük zarar­ lar getirebilecek savaşlara karşı koyduklarını söyledi. Yozlaşmalanm n nedeni dinî inançlarının zayıflaması, eski disiplinlerini kaybet­ meleri ve Müslüman savaşçılara özgü gazi ruhunun y o k olmasıydı. Sadrazam toplantıya katılanlardan imparatorluğa şan verip başanya götürecek doğru yolu göstermelerini istedi. Kendisinden sonra söz alan reis efendi bazı Avrupa ülkelerinin beslediği kötü emeller­ den söz etti. Başmabeyinci de yeniçerilerin içinde bulunduğu berbat durumu anlattı. Bü namert ortaya çıkıyor, diğerleri de onu izliyor dedikten sonra hiç vakit kaybetmeden reformlara başlanılması ge­ rektiğini vurguladı. Herkes ileri sürülen hususlarda mutabıktı. Sad­ razam gösterdikleri anlayıştan dolayı hazır bulunanlara teşekkür ederek hazırlanmış olan üadeyi ortaya çıkardı ve üade sultan adına 234 bir kâtip tarafından okunarak ayakta dinlendi İrade, Yeniçeri Ocağindaki gerilemeyi özetleyerek başkyor ve yeniçerilerin kaybettikleri savaşlan, kaleleri sırakyor, sonra da yapıl­ ması düşünülen reformlan aynntilanyla açıklayarak uzun süredir tartişıkp hazırlanan değişiklikleri anlatıyordu. Her bölüğün başına getirilecek subay ve çavuşların sayısına kadar inen kuruluş düzeni­ nin yanı sıra terlilerle ilgili sorunlar da çözümlenmişti. Aynca sürek­ l i sorun olan ulufe Ödemeleriyle bütikte emeklilerin, hasta ve yarak­ ların bakımı gibi sağlık konulan da düzene sokulmuştu. Yeniçeri kışlası içindeki geniş tören alanlan yeniden kullanıma açılacaktı. Su­ bayların talimlerde üzerinde durduktan taşlar hâlâ yerti yerindeydi ve günlük eğitimlere derhal başlanabitircti. Tabanca, tüfek ve kıkç gibi süahlarla yapılacak talimler için Davutpaşa Kışlası dışındaki tö­ ren alanı ya da Kâğıthane çayırlan en uygun yerler olarak seçilmiş­ ti. Eğitimlere ocak imamının duasıyla başlanacaktı. Alınan b u kara­ rın önemi XVI. yüzyıl sonlarından beri Bektaşîkğin etkisi alfanda olan kışlalara Sünnî mezhebinin yerleşmesini sağlamaktı. Böylelikle asker, ulemanın dine aykın ilan ettiği sufî görüşlerden uzaklaştinkp Ortodoks İslam'a yömendirilecekti. Vezüler sufîliği mistik ve boz­ guncu olmakla suçluyordu. Aynca asker tayını, mutfaklarla ilgili konulan rütbeye ve görev niteliğine göre verilecek çadırların sınıfla¬ n ve kilim sayısı da beltilenmişti. İzinler ve kaçaklara uygulanacak cezalarla önemti bü bölümü oluşturan silahlar, üniformalar ve ha­ mam çadırlarını kapsayan teçhizatla ilgili hususlar da üadeye yazıl­ mıştı. Askere, subayların müdahalesi olmadan diledikleri ortayı seç­ me hakkı da tanınıyordu. İrade, Tann'nm yardımı ve yeniden düze­ ne sokulan orduyla Bâbıâti'nin İslam'ın gücünü ve üstünlüğünü düşmanlar üzerinde sağlaması dileğiyle sona eriyordu. 6 Ardından şeyhülislam kendi fetvasını okudu. Buna göre dini­ n i ve savaş itiruni Öğrenmek her askerin göreviydi Orada bulunan yeniçeri komutanlarına b u yeni görevleri kabul edip etmedikleri so­ rulduğunda hepsi de "Kabulümüzdür" diye cevapladılar. Sadra­ zam tüm inanç sahibi Müslümanların sultanın emülerine süratle uyması gerektiğini ve reformlar hakkında orada burada nsıldaşanlarrn ya da onlan çıkmaza sokan kötü ruhluların ve geleceği göre­ meyenlerin cezalandınlacağını söyledi Ulemanın başı olan şeyhü­ lislam b u sözleri "Evet, hem de şiddetle" diyerek peldştirdi Sonra üade, kıdemli vezüler taranndan mühürlendi. Toplantının birtakım 235 heyecanlı gruplara bölündüğünü gören sadrazam, b u n u hemen ön­ leyerek ulemanın resmî giysileri içinde ve yeniçeri ağasıyla bülikte kendisinin Süleymaniye Camü yakınındaki Haüç'e bakan konağma gitmelerini buyurdu. Burada subay ve çavuşlarla görüşerek onların da imzalarını alacaklardı. Yeniçerilerle yüz yüze Ulema büyük b t i debdebeyle yola çıkarak ağanın konağında­ k i avlusunda yerini aldı. Sirtirh ve heyecank görünüyorlardı. Serkâtip Esad Efendi sultanın üadesini dü sürçmeleriyle, kekeleyerek Öy­ le kötü b t i şekilde okudu ki, üadertin yeni baştan yüksek sesle ve ta­ ne tane okunması gerekti. Ardından şeyhülislam disiplinin, ağa da sadakatin öneminden söz ettiler. Ulemanın gerilen sinülerini deniyormuş gibi kısa b ü sessizlik oldu. Sonra da avludaki kıderrdi su­ baylar üadeye uyacaklarını belirterek öne çıktılar. Onlan diğerleri izledi ve çoğu kanlarıyla mühür basacaklarına yemin etti. Ancak bunun için bübüleriyle itişip kakışmaları, yeniçerilerin temel disip­ linden ne kadar uzak olduğunu gösteriyordu. İrade artik sultana iletilebitirdi. Herkes aynı günün akşamı dağıldı. Ancak yeni ordunun yasalkğı hakkında bazılarının kuşkulan vardı. Çalışmalara süratle başlandı, ancak bazı şanssızkklarla bülik­ te başmüfettiş yeterince etkin güce sahip biri olmadığından yerine Gümrük ve Mutfak Emini İbrahim Seyyid Efendi getirildi. Başlan­ gıçta 5 000 kişi askere alındı, fakat yeni üniformalar, tedbü olarak, şehir dışındaki Davutpaşa Kışlasinda dağıtıldı. Yeni orduyu sim­ geleyen ortanın 200 acemi askerine ümforma ve silahlan 12 hazi­ randa Etmeydanı'nda öğle namazından sonra verildi Bu törende kıdemk ulema ve subaylar da yer almıştı. Aynca aralarında, EL Selim'in reformlarını yaşamış olan Davud Ağa ile Mısır ordusundan tesadüfen İstanbul'da bulunan İbrahim adındaki bü subay da dahiL 4 eğitim subayı bulunuyordu. Ağa, İbrahim'e ait olduğu bütiği sor­ muş, Mısırk subayın kolundaki dövmeyi göstermesine rağmen sır­ tını dönüp kendisini kabul etmediğini söylemiş, böylece talime yal­ nızca diğeı üçüyle devam olunmuştu. 7 Yeniçerilerin reformlara göstereceği tepkiyi toplantıda bulu­ nanlardan acaba kaç kişi Önceden sezinlemişti? Bunu bilmek ger­ çekten ilginç olurdu. Ancak sultanın tahmin ettiği belliydi. Re8 236 formların bir ayaklanmaya yol açacağını, vezülerin ve maiyetinin hissetmemiş olduğuna inanmak güçtür. Ama oyun yine de devam etti. Yeniçeriler arak casuslara ihtiyaç kalmadığırun ve eğer üadenin hükümleri değiştirilecekse daha fazla beklemenin gereksiz ol­ duğunun bÜmcindeydi. Şehrin meyhanelerinde toplanıp sağladık­ ları akarların sona erdiğini konuşarak homurdamp duruyorlardı. Bazı subaylar da aynı kafadaydı. Aralarında yeniçeri kethüda yardıması Mustafa ve Kürt Yusuf gibi, yandaşları üzerinde büyük et­ kiye sahip olanlar vardı. Fakat bunlar manetlerini, alınan kararlara şevkle katikyormuş gibi yansıtan bü maskenin ardında gizliyordu. Daha üadeyi rmzaladıklan günden itibaren komplolar kurmaya gi­ riştiler. Yapüacak i l k geçit göreni, ayaklanmayı başlatmak için en uygun zaman olarak düşünüldü. Sonra b u fiküden vazgeçtiler. Ge­ leneğe göre yeniçeriler isyanın başladığını yemeklerinin piştiği ka­ zanları ters çevüerek ilan ederdi. Bunların çıkarttığı ses, etrafa kor­ kunç yankılarla yayılırdı. Çözülememiş bü sorun daha vardı; onla­ ra katilanlann günbegün çoğalması mı beklenmek yoksa emeklile­ r i n ve fazlakklann çıkanlmasryla zayti düşecekleri için derhal m i harekete geçilmeliydi? Osmanlı'nın işleri ağırdan alan yaklaşımıy­ la, sonunda bükaç gün sabır gösterip daha uygun zamanı kollama­ ya karar verildi. Bu uygun zamanın ne olduğunu tahmin edebilmek tabu k i güçtü. B ü s i m devlet saklayamazsa isyancılar da saklayamazdı. îsyanalarm casuslan varsa devletin de vardı. Vezirlerin kulağına ge­ len kuşkulandına haberleri başmüfettiş de doğruluyordu. Sözde yapılan talimleri görüşmek üzere yeniçeri ağasını ziyarete gitti. Asıl niyeti onu muhtemel bü ayaklanmaya karşı hazırlamaktı. Başmü­ fettiş ayrılınca ağa yüksek rütbeli subaylarını çağırtarak (küçük rüt­ beli olanların çoğu sadıktı) onlardan dikbaşk zorbaların yeni düze­ n i kabul etmelerini sağlamalarını istedi. Subaylar kendisine askerin kâfirler gibi talim görmek istemediğini, kılıçlan ve tüfekleriyle so­ nuna kadar çarpışmaktan yana olduklarını söyledi. Her şey apaçık ortadaydı. Bunu anlamak için Kürt Yusuf u n yüzüne bakmaya büe gerek yoktu. Huzursuzluk daha uzun süre gizli kalamayacaktı. Hatta ibrahim Seyyid Efendi son üç talim sırasında bazı kimselerin askerler ile onlan izleyenlerin arasında dolaşarak komplolar kur­ maya çakştiğından bahsetmişti. Hükümet ciddi bü endişe içindey­ di. Ardından kazan kaynayıverdi. 237 Kazanların gümbürtüsü İradenin yürürlüğe girişinden bü ay sonra, 15 hazüan 1826 perşembe gecesi isyancılar ikişer üçer Etmeydanı'nda, kışlanın bü­ yük kapısı ardında toplanmaya başladılar. Güvenemedikleri için aralarına küçük rütbek sübaylan almamışlardı. Taşlanmış olmak bunların hayatını kurtarmışta. Tören meydanı kısa sürede asilerle doldu. İsyanın elebaşılan b ü güruhu yeniçeri ağasının canını alsın­ lar diye ağanın konağına gönderdi. Yeniçeri Kethüdası Hasan Ağa'ya da b ü haberci yollanarak kendilerine katılması istendi Ha­ san Ağa kaçamak bir cevapla çağırttığı bazı komutanlan beklediği­ ni, kendisinin onlar yanma varınca geleceğini büdüdi. Tuzağa düş­ memişti. Endişe içinde subaylarının yolunu gözlüyordu. Asüer yeniçeri ağasının konağına vardıklarında Mehmedci Etin Ağa Yedikule Zindanlarinın denetiminden henüz dönmüştü. Yatmaya hazırlanıyordu. Aslında yeniçeriler kapışma vardıkların­ da heladaydı. Ölümden dönmesini böylece bağırsaklarına borçlu kaldı. Gelenler konağa güdiğirti bilmiyorlardı. Burayı hemen talan etmeye başladılarsa da vazgeçip b u zevki sonraya bıraktılar. Aksi halde Etmeydanı'na geç kalacaklardı. Kapılan ve pencereleri parça­ lamakla yetinip yangın çıkarmaya çalıştılar. Ancak yaktiklan her ateş söndü. Elebaşıları çoktan kaçıp gitmişti. Bunlar yenilginin işa­ retiydi Gün doğarken kışlalardaki kazanlar dışan sürüklendi. Cebe­ cilerin ve saraçların ordugâhlarından da kazanlar getirilerek mey­ danın ortasında yükselen uğursuz bü tepe gibi üst üste yığüdı. Kentteki zorbaların, çapulcuların mekânı olan Yedikule Zindanlarina çavuşlar gönderilerek isyana katilmalan haber edildi. Etrafa sadrazamın, yeniçeri ağasının ve devletin yüksek memurlarının katledildiği söylentisi yayılarak, halk şehri yağmalamaya davet edildi. Toplanan kalabalık Etmeydanı'ndan dışan taşıyordu. Ye­ mişçi Mustafa (bu yeniçeri gerçekten de meyve satiasıydı) büyük bü grubun başına geçerek onlan sadrazamın mekânı olan Topkapı Sarayı yakınındaki Babıâti'ye yönlendüdi Ayyaş Mustafa lakabıy­ la taranan bir diğeri de peşine taktığı isyancılarla bülikte hiç hoşlanmadıklan Mısırlı eğitim subayım ele geçirmek ve özellikle nefret et­ tikleri Mısır kapıkâhyasının konağını yağmalamak üzere yola düş­ tü. Kapıkâhyası şans eseri Kankca'daki yazkğına girmişti. Sadra- 238 zam da Beylerbeyi'ndeki konağında bulunuyordu. Harerrrindeki kadınlar gösterdikleri cesaret ve akıllan sayesinde bahçenin ortasın­ daki buzhaneye ve bodruma kaçarak buralarda sessizce saklanıp canlarını kurtarabilmişlerdi. Yeniçeriler ayn ayn gruplar halinde İs­ tanbul sokaklarına yayılarak, "İradeyi imzalayanların kanlarını iste­ riz" diye bağınyorlardı. Ulemayı da, kadıruarrnı ve çocuklarını ala­ rak oğlanlan 10 paraya, giysilerini beş paraya satmakla tehdit edi­ yorlardı. Esnafa kepenk kapatmayı emretmişlerdi. Sahibine, zarara uğrarsa bir elmas verileceğini söylüyorlardı. Şehri büyük bir korku sarmışa, halk dehşet içindeydi. Sadrazam tehlikeyi görmüş olsaydı (nasıl görmezdi ki!) neden Boğaz'a gitmiş ve ailesini kaderiyle baş başa bırakmışü ? Yeniçerile­ rin davranışı, yok edilmelerine hiçbü dürüst vatandaşın karşı çıka­ mayacağı boyutlara ulaşmışb. Yine de, kendüerini assınlar diye el­ lerine bile büe i p verilmiş olsa da, planlanan politika sorumsuzca uygulanmışü. Devletin yüksek memurlan oturup da parça parça doğranmayı bekleyecek değildi. Hiç vakit kaybetmeden Beylerbeyi'ne sadrazamın yanına koştular. Süratle karar alındı. Sadrazam, kardeşini ve kethüdasını Ağa Hüseyin Paşa ile Mehmed Paşa'ya yoUadı. Her ikisine de toplayabildikleri kuvvetlerle Saraybumu'na, Topkapı Sarayı'run alandaki Yak Koşkü'ne gelmelerini buyurdu. Sonra da kendini Allah'a emanet edip yanma kahvecibaşısrnı alarak kayığına bindi ve köşke doğru açıldı. Hazinedar Kıbnsh Mehmed Emin Paşa, Yak Koşk'te bekkyordu. Sadrazam onu derhal sultanın yanına yolladı. Paşa, sultana hem durumu anlatacak hem de Sancakı şerifin açılmasına izin vermesini isteyecek, bü de E. Mahm u d ' u n kendisini büliklerine göstermesi ricasında bulunacakü. Şeyhülislam da çağnlmışu. Ağa Hüseyin Paşa ile Mehmed Paşa bir­ likleriyle vardığı sıra o da Yak Koşkü'ne geldi. Tüm ulemaya ve medreseklere de çavuşlar gönderilerek saltanaon korunması için bir araya gelmeleri istenmişti. Benzeri büctiriler tersanenin, topçula­ rın, istihkâma ve top arabaalarmın komutanlan dahil, devletin yüksek memurlarına ve subaylara da gönderilerek emirleri altında­ ki kuvvetlerle saraya gelmeleri söylendi. Bu arada Yeniçeri Kethüdası Hasan Ağa, maiyeti ve diğer su­ baylarla bülikte yeniçeri ağasının konağına doğru yola çıktı. Burası anlaşılmaz bü şekilde terk edilmişti. Çeşmeden su bile akmıyordu. Buraya yerleştikten sonra, ocağın başkâtibini isyanalara göndere- 239 rek niyetlerinin ne olduğunu sordu. Kâfir usulü talimden vazgeçil¬ mesini ve üadeyi imzalayanların kafalarını istiyorlardı. Burunları havada ve isyanın başardı olduğu inanandaydılar. Hasan Ağa'nın sadrazama ve köşkteki üeri gelenlere aktardığı haber buydu. Sadra­ zam hiddetten kudurmuştu. Derhal cevap göndererek Allah'ın kendilerinden yana olduğunu ve tümünü de ezeceğini bildüdi. Bu cevap bütün hazır bulun anlarca kabul görmüştü. Sonra da hep bülikte sarayın bahçelerinden ve Babıhümayun'dan geçerek yeniden inşa edilmiş olan Aslanhane'ye gidildi. Bu bina bü zamanlar önce bazilika şimdi ise cami olan Ayasofya'nın yakınındaydı. Yer olarak ulemanın ve medreseklerin toplanması için çok uygundu. Bunların hepsi de isyanalar tarafından i l k olarak kendi mal ve mülklerinin yağmalanacağını bitiyorlardı. Koşarak geldiler. Ardından bazı ta­ nınmış subayların tersanedeki kalyoncularla gelmesi, atk topçuların ve topçu komutanı gözüpek mrahim Ağa'nın 9 topla katılması sad­ razamı çok memnun etti. Cehennem İbrahim diye anılan b u ünlü komutanın gaddarkğı orduya büyük korku salmışb. Beklenen tek kişi vardı: Sultan E. Mahmud. Sancakı şerif dalgalanıyor Kıbnsk Mehmed Emin Paşa süratle sultanın Beşiktaş'taki yaz­ lık sarayına giderek kendisine sadrazamın ayaklanma hakkında verdiği haberleri aktardı. E. Mahmud bü an kararsız kaldıktan son­ ra yaverini, daha ayrıntılı bilgi almak için tebdili kıyafet gezerken kullandığı kayığıyla sadrazama gönderdi. Ancak hem sabırsızkğından hem de büaz mahcup duruma düştüğünden kendisi de subaylanyla gezinti kayıklarına binerek saraya hareket etti. Bu kez tebdili kıyafete gerek yoktu; kıkanı da kuşanmıştı. Saraybumu'na çıkınca dosdoğru saraya gidip selamlıktaki Sünnet Odası'na yerleşti. Bura­ dan hem kenti hem de Haliç'i görebüiyordu. Sarayın iç avluların­ dan geçerken bü ara muhafızlarını ve kapıkulu askerini selamla­ mak için durdu ve hemen ardından vezülerini çağırtarak yeniçeri­ lere karşı nasıl bü tutum izlenmesi konusunda görüşlerini istedi. Yeniçerilere müsamahak dawanılmış ancak bu, isyanla karşıkk gör­ müştü. Vezüler de ulema da haksızkğa karşı mücadelede hemfikir­ di. Salon "ya zafer ya ölüm" sesleriyle çınladı. Yaşk müderris A b ­ durrahman Efendi elindeki tespihi yere fırlatarak, "Daha neyi bek- 240 liyoruz?" dedi ve yurnruğunu havada sallayıp "Saldıralım ve imha edelim'' diye haykırdı. Bunun üzerine divan, sultanın çarpışmalara bizzat katılmamasını fakat sancakı şerifi açmasını d i l e d i Sancak 9 avlunun karşısında yer alan Kutsal Emanetler Daüesi'ndeki alün mahfazası içinde duruyordu. Sultan Mahmud b u isteği kabul etti. Derhal Galata'ya, Pera'ya, Üsküdar'a mübaşüler yollanarak halk­ tan sultana destek vermesi istendi. Babıhümayun önünde zaten bü­ yük bü kalabalık birikmişti. Yapılan çağrıya silah kuşanmak üzere gelenler pek çoktu. Bu arada sultan Kutsal Emanetler Daüesi'ne geçerek sancakı şerifi mahfazasından çıkardı. Dikkatle açarak sadrazama ve şeyhü­ lislama teslim etti. Birinci Avlu'daki bü zamanlar Aya İrini Kilisesi olan saraya ait silahhaneden kıkçlar ve tüfekler getirilerek dağıtıldı. Sancakı şerif, silahlanan öğrencilerin eştiğinde eski hipodroma ba­ kan Sultanahmet Camiine getirilerek minberin tepesine d i k i l d i Sultan Mahmud ise Babıhümayun'un üstündeki mahfile geçti. Bu­ radan, Ayasofya hamamının kubbeleri üzerinden hükümdarlarını korumaya gelen sadık tebasını görebüiyordu. Gerçekten de, gel­ mekte gecikip silahhaneyi bomboş bulanları yabştirmak için muha­ fızlarını göndermek zorunda kalmıştı. Taktikler ve hücum Sadrazam o sıra kendini zaferden emin hissediyor olmakydı. Olayların gelişmesi akılkca yönlenotirilebilü ve ayaklanmanın kont­ rolden çıkması önlenebitirse uygulanan politika başank olurdu. Ayaktakımı dışında her sınıf halk yeniçerilere karşı büleşmişti. A n ­ cak b u konuda hâlâ bazı kuşkular da vardı. Mihrabın önünde bü savaş meclisi kurulmuştu. Bazıları tam yetkili bü temsilcinin banşçı bü yaklaşımla asilere gönderilmesini öneriyordu. Bu iş için ule­ madan açık sözlü olmasıyla tanınan Abdurrahman Efendi uygun görüldü. Ancak kendisi asilerin kesinlikle yola gelmeyeceğini söy­ leyince bundan vazgeçildi. Sadrazam yapılacak saldmya kumanda etmemesi için ikna edildi ve Ağa Hüseyin Paşa üe Mehmed Paşa, kalyoncularla topçuların başına getirildi. Sultanahmet Meydanı'nm bü ucundan Beyazıt Camii'ne ka­ dar uzanan Divanyolu, o zamanlar 24 m enindeydi Burası şehrin en geniş yoluydu ve yeniçerilerin işgalinde olan kışlalardan saraya 241 uzanıyordu. Öncü bütikler harekete geçince geride kalanlar 20 da­ kika dua ettiler. Bu sırada yanlarına gelen bü grup yeniçeri subayı­ nın Yemişçi Mustafa ve bazı arkadaşlarının affını dilemesi vezüleri umuüandırmışü. Ancak sadrazam b u ikiyüzlülüğe kanmadı ve b u ­ nu açıkça yüzlerine vurdu. Halk, çarpışmalara katılmak için başlarına bü komutan isti­ yordu. Bu göreve Baruthane Errtini Necib Efendi gönüllü olduysa da onun yerine dört subay atandı ve halk yeniçerilerle çarpışmak üzere yola çıktı. Asiler sultanın geldiğini ve sancakı şerifin açıldığı­ nı duymuşlar, Etmeydanı'na giden yollan kesmişlerdi. Aynca D i vanyolu'nun sonunda, Beyazıt Camii'nüı alt yarımda, Kapakçarşı'dan Haliç'e uzanan Uzunçarşı (eski bü Bizans yolu) boyunca ba­ rikatlar kurmuşlar ve Beyazıt C a m i i n i de işgal ederek Sultanahmefe giden yollan tıkamışlardı. 10 Uzunçarşı, eskiciler pazarının merkeziydi ve buranın esnafını yeniçeriler oluşturuyordu. Dolayı­ sıyla asilerden yana b ü semtti. Cehennem İbrahim Ağa i k i topuyla bülikte Horhor Çeşmesinde b ü bölük yeniçeriyle burun buruna geldi ve toplarını süratle ateşledi- İki topçusunu kaybetmesine rağ­ men attığı peşrev topu isyancıların gerisin geriye Etmeydanı'na kaçmasını sağladı. Paniğe uğrayan güruha burada başka asiler de katılmıştı. Hepsi birden kışlalarına kaçarak büyük kapıyı kapatıp arkasına taş yığdılar. Burarım aşılmaz olduğuna inanıyorlardı. Şeh­ rin sokaklanndaki büçok arkadaşı kendi hallerine terk edilmişti. Başka büliklerle de takviye gören Ağa Hüseyin Paşa, kışlayı kuşatmakta güçlük çekmedi. Asüere hiddeti bırakıp akıllarını baş­ larına almalarını bildirmesi için İbrahim Ağa'yı kışla kapısının önü­ ne gönderdi. Ancak b u sözlere cevap olarak yeniçeriler ateş açtılar. Mehmed Paşa olayın nereye varacağını tahmin ediyordu. Bunun gereğini yerine getirmek kendi omuzlarına yüldenmişti. Topçunun ateş açması emrini aldı. Yeniçeriler muhtemelen o ana kadar aske­ rin saldınya geçeceğine inanmıyordu. Aralarından bazdan kışladan dışa açılan gizk bü kapıdan çıkıp toplan ele geçirmeyi önermişti. Asıl düşünceleri gizlice kaçıp gitmekti. Yeniçerilerin çoğu kendile­ rini ölüme götürebilecek kadar çılgın bü güven içinde büyük kapı­ nın arkasına yığılmıştı. Topçu ateşi kapıyı parçalayınca bü kısmı ya­ şamını yitirdi. Mehmed Paşa hiç duraksamadan ilerliyordu. Yıkın­ tılar arasındaki bü gedikten ilk güen Mustafa adında b ü topçu as­ keri, kapıdan geriye kalan kanatlan da açtı ve b u cesareti için de 242 sonradan cömertçe ödüUendirildi Mehmed Paşa askerinin başında saldırıya geçti, İbrahim Ağa da ardından geliyordu. Kendisinin Sul­ tanahmet Camiinden barut getirip birlikleri şevkle coşturarak yapüğı hizmet büyüktü. Topuğundan yaralanıp geriye götürülürken bile askerini yüreMendirmeye çalışıyordu. 11 Hak edilen ceza Şimdi asi yeniçeriler için tek b t i düşünce ya da ümit kalmışü: nereye kaçacaklardı? Bü kısmı Etmeydanı'nm ortasındaki Bektaşî dervişlerinin mahfiline sığınmaya çakşb. Diğerleri ise kışlarım son­ suz koridorlarında, odalarında, kör yarasalar gibi koşturup durdu. Artık hiçbü önemi kalmamış olmasına rağmen bübülerini suçlu­ yorlardı. Topçu Mustafa, yanan bir o d u n parçasıyla etrafı ateşe verdi. Alevler yayılınca kışla cehenneme döndü. Böylece son yeni­ çeriler dehşet içinde öldü. Yangın yerini 10 yıl sonra gezen Charles Addison burada 1000 yeniçerinüı ölmüş olduğuna inandığını söy­ lemişti. Bü süvari, Sultanahmet Meydanı'na at koşturarak kazanılan zaferi coşku gösterileri arasında sadrazama bildirdi. Sonuç apaçık ortadaydı ve sultana övünçle iletildi. Sadrazam, Sultanahmet Camii'nin doğusunda yer alan II. Mahmud'a ait mahfile geçerek bura­ da devletin ileri gelertierini toplayıp zaferi kazanan paşalara tebrik mesajlan yolladı. Esü edilen asiler elleri arkalarından bağb olarak birer ikişer Sultanahmet Meydanı'na getirilip buradan zindanlara gönderiliyordu. Bü subay, olaylara karışmamış olan yeniçerileri ca­ miye getirmek üzere yollandı. Bunların ağası kıkk değiştirip kendi karargâhının yakınındaki b ü evde saklanmıştı. Ağa sonuçta serbest bırakıldı. Saat dörde doğru bütün b u subaylar camiye geldiler. Sad­ razamın eteğini öpüp kendileri için dış avluda kurulan çadırda top­ landılar. Ellerinde sÜahlanyla yakalanan asilerden yedisinin cesedi akşam yedi sularında "yeniçeri a ğ a a " adıyla anılan çınarın dalla­ 12 rından sallanıyordu. Sultanahmet Meydanı'ndaki b u çınara daha önceleri yeniçeriler tarafından devletin ileri gelenleri asıldığı için b u isim verilmişti. İsyan bastinlmış, çarpışmalarda pek çok yeniçeri öldürülmüş­ tü. Kaçabilenler yandaşlanyla bülikte gözden kayboldular. Üskü­ dar, Kasımpaşa, Galata ve Eyüp'tekiler de dahil olmak üzere İstan- 245 bul'un tüm kapılan kapatıldı ve kontrol altına akndı. Asilerden b ü kısmı Belgrad Ormanı'na kaçmayı başarmışü. Bunlan ele geçirmek için orman ateşe verildi. Sultanahmet Caırtii'nin kadınlar bölümün­ de bulunan sancakı şerifi korumak için buraya topçular gönderildi. Sultanahmet Meydanı askerle çepeçevre kuşatilmıştı. Sadrazam ve şeyhülislam perşembe ve cuma gecelerini buradaki mahfilde, vezüler ise camide geçüdüer. Paşalar, Şehzade Camü'nin karşısında b u ­ lunan Eski Odalar a giderek hâlâ burada olması muhtemel ast rüt7 bek yeniçerileri ve Etmeydanı'ndan kaçıp buraya sığınmayı başar­ mış asüeri toplayıp bunlan da arkadaşlarının yanma gönderdiler. Kışlaya nöbetçiler dikerek dinlenmek üzere yolun alt yanında bulu­ nan yeniçeri ağasının konağına gitmek istedüerse de Necib Efen­ d i ' nin önerisi üzerine akşamı Süleymaniye Caırüi'nüı dış avlusun­ da kurulan çadırlarda geçirdiler. Askerler bütün gece kentin her kö­ şesinde yeniçeri avlayıp durdular. Sadrazam cuma günü ayaklanmanın elebaşılarını birer birer önüne alarak suçlarını yüzlerine vurup idam edüeceklerini bildüdi. Yeniçeri hüumbacüannın komutam hemen oracıkta boğduruldu ve cesedi tozların içinde sürüklenerek götürülüp çınara asüdı. Sadra­ zamı en çok memnun eden Yemişçi Mustafa ile Kürt Yusuf u n ida­ mıydı. Sonunda 200 asi yeniçeri boğazlanarak öldüriilmüş ve ceset­ leri Sultanahmet Meydanı'nda üst üste yığılmışü. Ağa Hüseyin Paşa da yeniçeri ağasının karargâhında, 20 is­ yancıyı idam ettirdi. Yeniçerilerin artik tamamen y o k edilmesi ge­ rektiğini herkes kabul etmişti. H Mahrnud b u fikri memnuniyetle onaylayarak öğle namazı için Ayasofya ile Babıâli'nin yakınındaki Zeynep Camü'ne gitti. Ardından divan hemen toplanıp Yeniçeri Ocağı'mn, arkada hiçbü iz kalmayacak şekilde ortadan kaldırılma­ sına karar verdi. O akşam Sultanahmet Camü'nin dış avlusu sara­ ya bağk subayların çadırlanyla doldu ve ulemanın ileri gelenleri b ü kez daha camide yattı. Aknan karar için ertesi gün divan tara­ fından b ü ferman hazırlanarak sultana gönderüdi. E. Mahrnud fer­ mam y a n m saat içinde onayladı ve derhal yürürlüğe konmasını emretti. Çıkanlan ferman bütün vilayetlere yollandı, öğle namazların­ da okundu. Esad Efendi, Sultanahmet Camii mmberinin merdive­ nine çıkarak en üste bükaç basamak kala saygıyla durup sancakı şerifi öpmüş soma da fermam okumuştu. Buna göre Yeniçeri Oca- 244 ğı bütünüyle ortadan kaldırılıyor ve yerini ünlü Vezü Ağa Hüseyin Paşa komutasında kurulan yeni ordu akyordu. Paşa, karargâhını geçici olarak yeniçeri ağasının konağında kurdu. Eski sultanların haremine ait kadınlar Beyazıt'taki Eski Saray'da oturuyorlardı. Bu­ rası boşalükp gereken tamüat yapıldıktan sonra saray, kurmay ka­ rargâhına dönüştürüldü. Ardından şeyhüüslama özel b ü ödül ve­ rildi. 1826 yıkna kadar şeyhülislamlar kendi evlerinde yaşıyorlardı. Şimdi ise son yeniçeri ağasının konağı, şeyhükslam emrine tahsis edüdi ve böylece Ortodoks İslam'ın heterodoks sufîlere karşı kazan­ dığı zafer tamamlanmış oldu. VÜayetlere gönderilen fermanın alfa­ na bü bölüm eklenmişti. Buna göre beylerbeyleri ve vakler yeniçeri büliklerine ait kazanlan toplayacaklardı. Kazanlar askerin değil devletin makydı. Yeniçerilerin tamamı ise hudut boylarındaki gö­ revlerinden ve diğerlerinden uzaklaşbnlacak ve adlan ağıza alın­ mayacaktı. Aynca başkaldırma eğiliminde olan herkes için de aynı yol izlenecekti. Bütün görevden alınanların yerine, vaklere bağk bülikler getirildi. Fermanın dağıtımı için en hızk biniciler olan Tatar atklan görevlendirilmişti. 17 hazüan 1826'da Ağa Hüseyin Paşa'ya serasker rütbesiyle bülikte Yedikule'rtin ve Galata ile İstanbul yakasındaki (halen Beyazıt'ta üniversite bahçesinde bulunan) yangın kulelerinin ko­ mutanlığı da verildi. İstanbul'da yangın çok korkulan b ü felaketti ve yeniçerilerle bülikte tulumbacılar da ortadan kalkmıştı. Sadra­ zam, Ağa Hüseyin Paşa'ya muhteşem bü harmaniye armağan etti. Paşa, Süleymaniye'deki çadırında çakşmalara girişip ük iş olarak orduya asker toplamaya başladı. Bu arada Davud Ağa da terfi etti­ rilmişti. Yeniçeriler isyan sırasında onu da kışlaya sürüklemişlerdi, fakat çavuşlardan biri ağaya kendi uıüformasrnı vererek kaçmasını sağlamışü. Başka ÖdüUendirilenler de vardı. Bunların arasında El. Selim döneminde yeniçeriler tarafından rütbeleri alman ve o za­ mandan beri bü esnafın yanında yokluk içinde çalışmaya mecbur kalan yaşk bü komutan da bulunuyordu. İsyana karışan yeniçeri subaylan, sultan hoşgörüsüz davrandı denmesin diye, affedildikten başka terfi de ettirildiler. Emekk olanla­ ra maaş bağlandı ya da sarayda birtakım onursal görevlere getirildi­ ler. Yeniçerilerin idarî işlerine bakan memurlan, kurulmakta olan si­ vil kadrolarda aynı düzeyde mevkilere tayin edildi. Adı kötüye çık­ mış, sadakatinden kuşku duyulan bü iki subaya karşı anlayışk dav- 245 ranümadı. Cebecüerirî komutanı Mehmed Ağa Kütahya'ya sürgün edildikten sonra peşinden yola çıkarılan bü çavuşa İnegöl'de boğdu­ ruldu. Cesedi başkente getirilerek 22 hazüanda Babzhümayun önün­ de teşhir edildi Ondan boşalan yere, ayaklanmanın olduğu gün sul­ tanın Beşiktaş'taki sarayına at koşturup kendisine isyanı haber veren Kıbnsk Mehmed Emin Paşa getirilerek Ödüllendirildi. Bağbkğı görü­ len başka kimseler de terfi ettirildi. Son olarak da isyana katılan iki bölüğün komutanları idam edildi. Yeni Odalar tamamen yanmıştı. Ardından Eski Odalar da yıktırıldı. H a a Bektaş'rn yenini simgeleyen yeniçeri mezar taşlan bile parçalandı. Sancakı şerif, Topkapı Sarayı'na geri götürülerek Üçüncü A v lu'ya açılan babüssaadenin önünde II. Mahmud'a verildi. Sultan da onu öperek mahfazasına yerleştirdi ve kapıkulu subaylarının koru­ masına emanet etti. Sultan b u olaylar boyunca askerî üniformasını sırtından çıkarmamıştı. Saraydaki dairesi kısa sürede hazır edileme­ diğinden saray camiine bitişik küçük bü odayı kuUanmış, fakat bu­ radan gizlice Beşiktaş'taki yazkk saraya, çok sevdiği aüesinin yanı­ na gitmişti. Ulema, Büyük Salonu yatakhane haline getirmiş, vezir­ ler de yeniçerilerden boşalan Birinci Avlu'ya çadırlarını kurmuşlar­ dı. Yapılması gereken daha çok iş vardı. 15 hazüanda Edirne'de, V i din ve Izrnif te düenme başladı. Hareketin yayılmasından korkulu­ yordu, fakat beklenen olmadı. Vilayetlerdeki yeniçeri bülilderinin dağıtilmış olması gerekiyordu ve b u da yerine getirilmişti. Asya 13 yakasındaki yeniçeriler ise zaten yoksulluğa terk olunmuştu. Yeni beylerbeyi olan Kemal Bey Şam'da, 150 yaşında baston yaparak ya­ şamını sürdüren eski bü yeniçeriye rastladı. Yaşlı adam I Abdülhamid'in emrinde bulunduğunu, 1826'ya kadar yaşanan bütün tarihî olaylan bildiğini, ancak b u tarihten sonrasına ait hiçbü şeyi hatırla­ madığını söylemiş. Devlet, düşmanların gözünde savunma gücünden yoksun kalmıştı. Bu nedenle Ağa Hüseyin Paşa'run süratle yeni orduyu kurması bekleniyordu. Yeni bü itfaiye Örgütüyle kolluk kuvveti 14 gerekkydi Ferman, Bektaşî tarikatına da son vermişti. Oysa Bektaşîler halk arasında çok güçlüydü ve ulema onlara b u yüzden k i n besliyordu. Bektaşîlerin mallarına Nakşibendî gibi birtakım tarikat­ lar el koydu. Herkes şu ya da b u tarikatla bü şekilde ilişkiliydi. Bek­ taşîliğin kurucusu, ulema tarafından şeytana benzetiliyordu. Bu­ nun nedeni Ortodoks İslam'a aykın düşmesinden değil, kberalizme 246 hak tanımış olmasındanck. Tarikat Anadolu'da öyle bir kök salmış­ tı k i bunu ne E. Mahmud ne de bü yüzyıl sonra Atatürk söküp ata­ bildi. Bektaşîlik bugün de Türkiye'de yaşamaktadır. Osmanklarrn kendi kendüerini yenerek kazandığı b u zaferin adına Tophane'de, topçu kışlası yanında Nusretiye Carrtii inşa edÜdi. Eski düzen sona eımiştL. Topkapı Sarayı bundan sonra sadece bazı resmî törenlerde kuUanılacakü. Eski Saray'da oturan önceki sultanların kadınlan da buraya getirilerek yerleştirildi. Gelecekte Baü tarzında yeni saraylar yapılacak ve bunlarla gerçekten yeni bü dönem başlayacak, ancak b u döneme zaferler değü, sona eren bü geçmiş damgasını vuracakü. S O N S ÖZ Yerûçerüerin ardrndari' gözyaşı dökecek kimse kalmamıştı; kendileri bile. Mezar taşlan yerle bir olmuş, bunların başkklan ve Hacı Bektaş'rn yenleri taş yığınlarına dönüşmüştü. İşledikleri suçlar -küçük ya da büyük- onların son dönemini yaşayanların anüarından da gerilere uzanıyordu. Bu suçların boyutunu aşan tek şey uğradıklan yenilgilerdi. Bütün bunlara tanıklık edecekler de pek çok­ tu. Öyleyse Yeniçeri Ocağı'na niçin çok daha önceleri son verilme­ di? Ancak b u sualin yanıtlan ne olursa olsun tarih sayfalarından ar­ tık silinip gfcrnişlerdi. Hüsrev Paşa, Mehmed İzzed Paşa ve bostanabaşınrn verdik­ leri emülerle 1 000 dolayında yeniçeri Öldürüldü. Bostanabaşı yük­ sek rütbeli yeniçerilerin idamını yürütüyordu. Kaçanlar tersanede ve saklandıklan köşelerde yakalanıyor, ancak suçsuz olanlara do­ kunulmuyordu. Osman Ağa adında bü subay kılık değiştirerek ye­ niçerilerin elebaşılarını bulmakta çok başank oldu. Bunlardan Ye­ mişçi Mustafa'yı bü kahvede ele geçirdi, sonra da Sarhoş Musta­ fa'yı yakaladı. Her ikisi de boş yere masum olduklarını söyleyip durdular. Biri dükkârunın önünde, diğeri de Hasan Paşa H a n i n i n kapısında asıldı. İleri gelen b ü devlet büyüğüne suikast tertipleyen b ü yeniçeri Üsküdar'da telle boğularak Öldürüldü. Geriye kalanlar ise -aileleri dışında kimse için Önem taşımayanlar- birtakım sıradan işler bularak yaşamlarını sürdürdü. Loncalarla bağlantılan koptu­ ğundan bunların esnaflık yapma imkânı ortadan kalkmıştı. Bazılan hoşa gitmeyen işlerde çakşıyordu. Bunların arasında en kötü ola­ nı hamamlar d aki sıcak su kazanlarına ateşçilik yapmaktı. Ancak ateşçiliğin tek olumlu yanı, çıkan kurumun kimliklerini de örrmesiydi. Pek çok yeniçeri b u nedenle ateşçi olmuştu. Öte yandan d u - 248 manların ve küllerin arasından baza ozanlar yetişti ve bunlar Yeni­ çeri Ocağirun anisini cank tuttular. Ocağın b u geleneği ve açık sa­ çık türküleri X I X yüzyıl boyunca yaşadı. İçki içmek ve çok konuş­ 1 mak akılkca değüdi. Sessiz kalanlara genelde dokunulmadı. 1830'Iarda Süleymaniye'deki bü tımarhaneyi ziyaret eden Charles Addison, her hücrede boyunlanndan deri kayışlarla duvar­ daki halkalara bağk iki üç deli gördüğünü anlatır. Ekmek, pirinç ve suyla beslenen b u insanlar saldırgan oldukları zaman falakaya da yatınkyormuş. Hücrelerden birinde rahatça konuşabilen i k i yeniçe­ riyle karşüaşmış. Addison'ın aıüaraklanna göre, bunların tımarha­ neye kapatilmalannın nedeni, hapishanelerde yer kalmaması ve b ü de başkaldırdıktan için devletin kendtierini acımasızca cezalandır­ masının sonucuymuş. Dikkatti davrandığı takdüde eski bir yeniçe­ ri herhangi bü vatandaş olarak yaşamını sürdürebitiyordu. Özel ayncakklannı, ulufesini ve kendi mahkemesinde yargılanabilme gibi haklarını bü daha geri almasına imkân kalmamıştı. 10 temmuz 1826'da çıkarılan fermanla Bektaşî tarikatı da orta­ dan kaldırıldı. Bu sonuç kaçınılmazdı. Tarikatın diğer bütün tekke­ leri Hacıbektaş'taki tekkeye bağkydı. Orta Anadolu nüfusunun azalması buranın gelirini ciddi boyutta etkilemişti. 1584 yılında 837 aüenin barındığı kasabada şimdi yaklaşık 100 aile yaşıyordu. Bü si­ pahi subayı ile şeyhülislamın tayin ettiği bü memur ve b ü de kâtip, Bektaşüere ait mal ve mülkün yönetimiyle görevlendüildi. İleri ge­ len bükaç Bektaşî babası idam edildi. Suçu hafif görülenler Kayseri'ye ve diğer şehülere gönderilerek Sünnî oldular. Yeni yapılmış tekkeler yıktırıldı, fakat tarihî değeri olanlar ko­ rundu. Mümkün olan yerlerde tekkeler camiye dönüştürüldü. Ha­ cıbektaş'taki tekke Nakşibendî tarikatına devredilip Bektaşî dede2 babası sürgün edildi, fakat Amasya'dan uzağa gönderilmedi. Tek­ kedeki 24 dervişten sadece sekizi sürgüne yoÜandı, diğerleri Nakşi­ bendîliği kabul ederek yerlerinde kaldı. Bektaşîlerin vergi dışı olma haklan da ellerinden alındı. Politikaya bulaşmış olanlar ağır cezala­ ra çarptinldı. İstanbul'da, ikisi Üsküdar'da biri de Topkapı Sarayı'ndaki darphanede bulunan üç Bektaşî babası tutuklanarak hap­ se atıldı ve 19 temmuz 1826'da boyunlan vuruldu. Bektaşîlerin faakyetine son veren fermanın, b u tarikatın yeniçerilerle olan bağlan­ tısından çok heterodoks görüşleri nedeniyle çıkanlmış olması dik­ kate değerdü. Yeniçeri adının ağıza alınması dahi yasaktı. Tekkeler- 249 de bulunan şarapların ne olduğu hakkında hiçbir kayda rastlanma­ mıştır. Bu tarikat ortadan kaldırıldığı zaman aydın bir asker olan Abdullah Mehmed'in de sürgüne gönderilmesi tuhaf bü olaydır. Kendisi -heterodoks manca sahip biri olsa da- özellikle üp alanın­ da teknik Türkçe deyimler üzerinde önemli çalışmaları olan yetenekü b ü subaydı Hükümet Sünnî görüşün hâkim olduğu yasalara boyun eğmekle bü avantajını daha kaybetmişti. Bu avantaj, İstan­ bul'a gelen yabancıların hayran olduğu kadercilikti. Bu inanç, re­ form yapmaktan kaçınan muhafazakâr hükûmetierin devamkkğına sufî felsefesinin armağanıydı ve reform yanlılarının karşısındaki en büyük engeldi. Hiçbü yönetici kötü yönetiminin kadere ve dola­ yısıyla Tann'ya atfedilmesinden tedügin olmayacağı gibi sultan da şikâyet etmenin Tann'ya saygısızlık sayılması nedeniyle huzur için­ de saltanat sürebiliyordu. Sahneden çekiliş Bernard Lewis'e göre yeniçeriler, sultanlan sadrazam değiş­ 3 tirmeye zorlayan bü temsilciler meclisi gibiydi. Yeniçerilerin arasın­ da nitelikli ve duygulan galeyana getirme yeteneğine sahip olanlar yüksek mevkilere yerleştirilerek olay çıkarmaları önlenüdi. Bu k i m ­ seler sorun yaratmak istediklerinde yoksullan ve en alt sınıflan ha­ rekete geçüebiliyorlar, ancak bunu yaparken onlan savunmak gibi idealist bü amaç gütmüyorlardı. Yeniçeri demokrasisi, hırçın ve dar kafalı burjuvazinin söylemlerine karşı duygusal tepkilerden oluşan bü kahvehane demokrasisiydi. Dönemin huzursuzluklanyla alev­ lenen pok'tikalan anlıktı. Başlattıklan isyanlaı her zaman bü kişiye ya da simgesel bü tidere yönelikti. Üstelik bazen hedeften şaştıklan da görülüyor, kötü yönetimin simgesi olarak asılan bü vezü, so­ run olan uygulamayı değiştirmeye çakşan biri de olabiliyordu. Ye­ niçeriler ortadan kalcbnldıktan sonra arkalarında doldurulması ge­ reken bü boşluk bırakmışlardı. Ancak Vakayi Hayriye'yi planla­ yanlar, II. Mahmud'un özgürlükleri daha da kısıtlamaya hazırlan­ dığı bü dönemde b u boşluğu halkın sesinin yankılanyla doldur­ mak myetinde değillerdi. İslam şehirlerindeki demokrasi ortamı kendtierinden önceki Bizans'tan daha kapsamlı değildi. Halk, hep mutlak bü hükümdar tarafından yönetilmiş ve hiçbü zaman yönetimde söz sahibi olma- 250 mışfa. Liberal eğitimden yoksun olan halk, olumlu ve yarark poktikalar üretecek Üderler çıkaramıyordu. Kahvehane demokrasisinden öteye geçemeyen yeniçeri de­ mokrasisi, sonunda hükümetin sabrını taşırdı ve onlardan XX. yüz­ yılda işe yarayabüecek hiçbir şey kalmadı. Zafer dolu yıllarını y o k olmakla sonuçlanan düşüşleri izledi, ama yine de Öyküleri insanî bü öyküydü. Ziya Paşa'nın aşağıdaki dizeleri b u düşünceyle yazıl­ mamış olsa büe, yeniçeriler için mükemmel bü kitabe oluşturuyor. "Ziya, değmez 'humarı keyfine meyhane-i dehrin, Bu işretgehte ben çok durmadım, amma neler gördüm."* (Ziya Paşa, 1829-1880) * Dünya meyhanesinde edinilen neşe, sarhoşluktan sonraki mahmurluğun acılığına kıyasla pek azdır. Bu meyhanede ben çok durmadım, ama neler gördüm, (ç.n.) O S M A N L I S U L T A N L A R I 1299-1326 Osman Gazi (d. 1258 - ö. 1326) 1326-1360 Orhan Gazi (d. 1281 - ö. 1360) 1360-1389 Murad Hüdavendigâr (d. 1326 - ö. 1389) 1389-1402 Yüdrnm Bayezid (d. 1360 - ö. 1402) 1402-1413 Fetret Devri 1413-1421 I. Mehmed (d. 1380 - ö. 1421) 1421-1444 II. Murad (d. 1404 - ö. 1451) 1444-1446 Fatih Sultan Mehmed (d. 1432 - ö. 1481) 1446-1451 TL Murad (d. 1404 - ö. 1451) 1451-1481 Fatih Sultan Mehmed (d. 1432 - ö. 1481) 1481-1512 II. Bayezid (d. 1448 - ö. 1512) 1512-1520 Yavuz Sultan Selim (d. 1470 - ö. 1520) 1520-1566 Kanunî Sultan Süleyman (d. 1495 - ö. 1566) 1566-1574 II. Selim (d. 1524 - ö. 1574) 1574-1595 iti. Murad (d. 1546 - ö. 1595) 1595-1603 IH. Mehmed (d. 1566 - ö. 1603) 1603-1617 I. Ahmed (d. 1590 - ö. 1617) 1617- 1618 I. Mustafa (d. 1592 - ö. 1639) 1618- 1622 Genç Osman (d. 1604 - ö. 1622) 1622- 1623 I. Mustafa (d. 1592 - ö. 1639) 1623- 1640 IV. Murad (d. 1612 - ö. 1640) 1640-1648 Deli İbrahim (d. 1615 - ö. 1648) 1648-1687 IV. Mehmed (d. 1642 - ö. 1693) 1687-1691 II. Süleyman (d. 1642 - ö. 1691) 1691-1695 II. Ahmed (d. 1643 - ö. 1695) 1695-1703 II. Mustafa (d. 1664 - ö. 1703) 1703-1730 III. Ahmed (d. 1673 - ö. 1736) 1730-1754 I. Mahmud (d. 1696 - ö. 1754) 1754-1757 III. Osman (d. 1699 - ö. 1757) 1757-1774 IH. Mustafa (d. 1717- ö. 1774) 1774-1789 I. Abdülhamid (d. 1725 - ö. 1789) 252 1789-1807 HI. Selim (d. 1761 - ö. 1808) 1807- 1808 IV. Mustafa (d. 1779 - ö. 1808) 1808- 1839 II. Mahmud (d. 1785 - ö. 1839) 1839-1861 Abdülmedd (d. 1823 - ö. 1861) 1861-1876 Abdülaziz (d. 1830 - ö. 1876) mayıs-ağustos 1876 V. Murad (d. 1840 - ö. 1904) 1876-1909 II. Abdülhamid (d. 1842 - ö. 1918) 1909-1918 V. Mehmed (d. 1844 - ö. 1918) 1918-1922 Vahideddin (d. 1861 - ö. 1926) D İ P N O T L A R Kısaltmalar: Encyclopaedia of Islam Eİ international Journal of Middle East Studies ÎJMES JESHO Journal of Economic and Social History of the Orient JRAS Journal of the Royal Asiatic Society SEHME Studies in the Economic History of the Middle East BİRİNCİ BOLUM Yeniçeri Ocağı'nm kökleri 1. İbn Battuta, The Travels ofîbn Battuta, haz. H. A. R. Gibb (Türk­ çe'de îbn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler adıyla yayımlanmıştır), c. II Cambridge, 1962. 2. H. Hookham, Tamberlaine the Conqueror, Londra, 1962, s. 258; ve R. G. de Clavijo, Embassy to Tamerlaine, 1403-1406, Londra, 1925, s. xxxix ve 124: "Truth is Safety". 3. W. E. D. Allen, Problems of Turkish Power in the Sixteenth Cen­ tury, Londra, 1963, s. 46, n. 80. 4. S. Vryoni5 Jnr. The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Cen­ tury, Berkeley, Kaliforniya, 1971, s. 135 ve devamı. 5. P. H. Skrine ve E. Denison Ross, The Heart of Asia, Londra, 1959, s. 277. 6. a.g.e., s. 278. 7. Aynaroz Manastın. (ç.n.) 8. G. G. Arnakis, The Early Ottomans, Atina, 1947, s. 237. 9. S. Skilliter, "Catherine de Medici's Turkish Ladies-in-Waiting", 254 Turcica, c. VII (1975), s. 188 ve devamı. 10. H. A. R. Gibb ve H. Bowen, islamic Society and the West, Ox­ ford, 1950, c. I, bölüm 1, s. 183. 11. Dinin kabul edilen temel esaslarına aykın düşen anlayış, (ç.n.) 12. Dirıin kabul edilmiş temel inançlarına sadık olan anlayış, (ç.n.) 13. Arnakis, The Early Ottomans, s. 240. 14. Gibb ve Bowen, islamic Society and the West, c. I, bölüm 1, s. 183. Diğer İslam ülkelerinde fütüvvet adıyla anılan kuruluşlar da var­ dı. Ancak bunlar, ilişkileri olmasına rağmen, Ahi tarzı loncalar değildi. ' 15. İbn Battuta, haz. Gibb, The Travels ofîbn Battuta, s. 426. 16. Arnakis, The Early Ottomans; ve "Futuwwa Traditions in the Ottoman Empire", Journal of Middle East Studies, sayı 4 (ekim 1953), s. 223. 17. Gibb ve Bowen, islamic Society and the West, c. I, bölüm 1, s. 41. 18. Arnakis, The Early Ottomans, s. 236; ve İbn Battuta, The Travels ofîbn Battuta, haz. Gibb, s. 450 ve devamı. 19. Bütün tanrılar adma inşa edümiş tapmak, (ç.n.) 20. R. C. Repp, The Mufti of İstanbul, Londra/Oxford, 1986, s. 269¬ 270. 21. N. Fisher, The Middle East, a History, New York, 1959, s. 175. Evrenos Bey Karesüi bir Rum'du. 22. İ. Beldiceanu-Steinherr, "Le Règne de Selim I", Turcica, c. V. (1975). 23. İsmail Hakkı Uzunçarşüı, Osmanlı Devleti'nin Saray Teşkilatı, Ankara, 1945, s. 41. 24. C. Cahen, "Note sur l'Esclavage Musulman et le Devshirme Ottoman", JESHO, c. XIII (1970), s. 215. Yeniçeri teşkilatını kuranın Mu­ rat değil Orhan olduğunu tahmin etmektedir. 25. B. Lewis, İslam from the Prophet Muhammad to the Capture of Constantinople, New York, 1974, c. 1, s. 226-227. 26. H. Bowen, "Acemioğlan", c. I (1960), s. 266; ve Halil İnalak, The Ottoman Empire, Londra, 1973, s. 9. 27. Fisher, The Middle East, a History, s. 176. 28. V. Ménage, "Devshirme", c. II (1965), s. 210. Yanya halkının, teslim oldukları takdirde devşümelikten muaf olacağını vaat ettiğin­ den bahseder. A. H. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Süleyman the Magnificent, Harvard, 1913. 1396'da 16 yaşınday­ ken Niğbolu'da esir düşen Schiltberger'den kul olarak bahseder. An­ cak en eski devşirmenin, Osmanlı aileleri yanında 1436'dan 1453'e ka­ dar hizmet eden Ricoldus olduğunu kaydeder. İnalcık, The Ottoman Empire, s. 11. Savaş esirlerine de atıf yapar. 255 29. Cahen, "Note sur l'Esdavage Musulman et le Devshirme Ot­ toman", s. 215. 30. Allen, Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century, s. 48. n. 80; ve N. Forbes, A History of Serbia, Oxford, 1915, s. 100. Bogomiller kendine özgü dinî görüşe sahip bü topluluktu. Mezar taşları günümü­ ze kadar kalmıştır. Güney Fransa'daki Albi heretikleri Müslüman İs­ panya'nm mistisizrniyle ilişkiliydi. Trubadurların sesi olan gitarı bu iki topluluk paylaşmıştır. 31. Schiltberger, 1400'lerde çocukların satıldığından bahseder. 32. W. Heyd, Histoire du Commerce du Levant au Moyen-Age, Leip­ zig, 1936, c. 2, s. 562. 33. A. Tenenti, Piracy and the Decline of Venice, 1580-1615, Londra, 1967, s. 157, n. 1. Müslümanlıkta erkek köleler için bkz. D. Ayalon, Out­ siders in the Lands of İslam: Mamluks, Mongols and Eunuchs, Londra, 1988. 34. M. Howard, War in European History, Oxford, 1976, s. 54. Oy­ sa VII. Charlesin XV. yüzyüda kurduğu ilk "düzenli ordu" ücretli bü orduydu. 35. Vatanı için değil de kendisine para ödeyen ülke için savaşan asker, (ç.n.) 36. İnalcık, The Ottoman Empire, s. 11. 37. a.g.e., s. 193. Fakat sufî ozan NesimT'nin diri diri derisi yüzülmüştür. 38. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 47. 39. Bu kuruluş ve buradaki yaşam düzeni için bkz. a.g.e. İKİNCİ BÖLÜM Devşirme düzeni 1. W. İrvine, The Army of the Indian Moghuls, its Organisation and Administration, Yeni Delhi, 1962, s. 11. 2. N. Fisher, The Middle East, a History, New York, 1959, s. 189. Devşirme uygulamasına 1430'da Balkanlar'da başlandı ve her beş yıl­ da bir uygun görülmeyenler ayıklandı. 3. A. H. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Süleyman the Magnificent, Harvard, 1913, s. 53; ve Reşad Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul, 1964, s. 30. 4. E. Kovacevic, "ledan Dokumenat o Dersirmi", Prilozi, no: 22, Saraybosna, 1976, s. 208-209. 5. U. Heyd, Documents on Palestine, 1552-1615, Oxford, 1960, s. 63-64. 256 6. Açıkça farklılıkla! göstermektedir, bkz. N. de Nicolay, Navigati­ ons and Voyages, Londra, 1586, s. 69 ve F. A. Geuffroy, Briefue de la Cour du Grand Turc, Paris, 1563. Aynı zamanda bkz. V. Ménage, "Devshirme", El, c. I I (1965), s. 213. 7. B. Ramberti, "Libro Tre délie Cose di Turchi", Viaggi, Venedik, 1543. (Londra baskısı 1554, hatalı baskı 1514, s. 21). 8. H . A. R. Gibb ve H. Bowen, Islamic Society and the West, c. I , bö­ lüm 1, Oxford, 1950, s. 181. 9. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 52; ve Koçu, Yeniçeriler, s. 25-26. Ménage'a gö­ re "Devshirme", s. 212, ilk yıllardaki bir fermanda devşirmelerin 14-18 yaş arasında olması gerektiği kaydedilmiştir. XVII. yüzyılda 15-20 yaş arasıydı (a.g.e. s. 211). 10. Koçu, Yeniçeriler, s. 27; ve Geuffroy, Briefve de la Cour du Grand Turc, s. 121. 11. Bir insanın kafatasındaki doğal çıkıntıları inceleyip kişilik, zihnî yetenek vb özellikleri değerlendirme ilmi. (ç.n.) 12. Koçu, Yeniçeriler, s. 28. 13. Enderun hakkındaki bilgilerin temel kaynakları: İ. H . Uzunçarşılı, Osmanh Devleti'nin Saray Teşkilatı, Ankara, 1945; Lybyer, Govern­ ment of the Ottoman Empire in the Time of Süleyman the Magnificent; Gibb ve Bowen, Islamic Society and the West;B. Miller, The Palace School of Mu­ hammad the Conqueror, Cambridge, 1941; ve en önemlisi, G. Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power, the Topkapi Palace in the 15th and 16th Centuries, Massachusetts, 1991. 14. Nicolay, Navigations and Voyages, s. 69; ve Djevad Bey (Ahmed Cevad), État Militaire Ottoman depuis la Fondation de l'Empire jusqu'à Nos fours, İstanbul/Paris, 1882, s. 241. 15. Fisher, The Middle East, a History, s. 199. 16. O. Bon, Descrizione del Seraglio del Gran Signore, Venedik, 1865, s. 241. 17. İnzibat, polis görevi, (ç.n.) 18. Fetihten sonra bugünkü Beyazıt'ta yapılan ve Fatih Sultan Mehmed'in bir süre kaldığı, sonraları haremdeki kadınlara tahsis edi­ len saray. (ç.n.) 19. Uzunçarşıh, Osmanh Devletinin Saray Teşkilatı, s. 74-77 ve 118¬ 133. 20. B. Lewis, İslam from the Prophet Muhammad to the Capture of Constantinople, c. 1, New York, 1974, s. 89. 21. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 52. 257 22. Nicolay, Navigations and Voyages, s. 69. 23. Ramberti, "Libro Tre delle Cose di Turchi", Viaggi, s. 35. 24. C. M. Kortepeter, Ottoman imperialism during the Reformation, New York, 1972, s. 214. 25. S. J. ve E. K. Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Illinois, 1974, s. 27. 26. Koçu, Yeniçeriler, s. 28. 27. E. Schuyler, Turkestan, haz. G. Wheeler, New York, 1966, s. 128. 28. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 58. 29. R. N. Frye, Bukhara, the Medieval Achievement, Oklahoma, 1965, s. 120-121; ve C. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, Londra, 1968, s. 213. 30. Büyük bir yangından sonra III. Murad sarayı yeniden inşa et­ mişti. H. G. Rosedale, burasını hanedana yakışır biçimde pek görkem­ li olarak süslediğinden bahseder. Queen Elizabeth and the Levant Com­ pany, Londra, 1904, s. 22. 31. Geuffroy, Briefve de la Cour du Grand Turc, s. 127. 32. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 125. 33. Geuffroy, Briefve de la Cour du Grand Turc, s. 125. 34. T. Spandugino, "Delle Origini degli İmperatori Ottomani", SATHAS, yayımlanmamış dokümanlar, c. IX, Paris, 1899. 35. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 77. İlk yıl 2, ikinci yd 3, üçüncü yıl 4 akçe. 36. Vassif Efendi (Ahmed Vâsıf Efendi), Precis Historique de la Gu­ erre des Turcs contre les Russes, 1769-1774, çev. P. A. Coussin de Perce­ val, Paris, tarih belirtilmemiş, s. 47. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İmparatorluğun temel direkleri 1. H. A. R. Gibb, "Lutfi Pasha and the Ottoman Caliphate", Oriens, no: 15 (1962), s. 287-295. 2. P. Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, Londra, 1938, s. 38. 3. H. Hookham, Tamberline the Conqueror, Londra, 1962, s. 276. 4. Truva kralı. Osmanlıların Truvalılar soyundan geldiği efsanesi kastediliyor, (ç.n.) 5. N. Fisher, 77ze Middle East, a History, New York, 1959, s. 180. 6. A. H. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Süleyman the Magnificent, Harvard, 1913, s. 145-146. 258 7. H. G. Rosedale, Queen Elizabeth and the Levant Company, Lond­ ra, 1904, s. 32. 8. }. F. Roux, La Mort chez les Peuples Altai'iques Anciens et Médiévaux, Paris, 1963, s. 32. 9. B. Lewis, İslam from the Prophet Muhammad to the Capture of Constantinople, c. 1, New York, 1974, s. 97. 10. H. A. R. Gibb ve H. Bowen, Islamic Society and the West, c. I, bö­ lüm 1, Oxford, 1950, s. 25. 11. H. Edib, Conflict of East and West in Turkey, Lahor, 1963, s. 15-19. 12. a.g.e., s. 187. 13. C. V. Finlay, "The Foundation of the Ottoman Foreign Mi­ nistry", İJMES, c. Ill (1972), s. 336. Jön Türklere kadar bütün Türkler sultanın kulu konumundaydı. 14. D. A. Ayalon, Le Livre de la Coronne, Paris, 1954, s. 146. Mı­ sır'da bir Memlûk köle, efendisinin hem oğlu hem öksüzü olarak kabul edilirdi. 15. Gibb ve Bowen, Islamic Society and the West, c. I, bölüm 1, s. 151. 16. a.g.e., c. 1, bölüm 2, s. 101. 17. J. Schacht, An Introduction to Islamic Law, Oxford, 1964. 18. Gibb ve Bowen, Islamic Society and the West, c. I, bölüm 1, s. 151. 19. Divanı Hümayun, (ç.n.) 20. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Sü­ leyman the Magnificent, s. 191. 21. A. Tietze, Mustafa Ali's Council for Sultans, 1581, Viyana, 1982. 22. a.g.e., R74r. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Osmanlı ordusu 1. H. A- R. ve H. Bowen, Islamic Society and the West, c. İ, bölüm 1, Oxford, 1950, s. 51. B. Ramberti, "Libro Tre délie Cose di Turchi", Viaggi, Venedik, 1543. (Londra baskısı 1554, hatalı baskı 1514, s. xvii). Yeniçeri su­ baylarına emekli olduklarında tımar tahsis edildiğinden bahsetmektedir. 2. bkz. S. Purchas, His Pilgrimage..., c. II, Londra, 1613, s. 1 289 Bon'un Topkapı Sarayı anlatımı için. Aynı zamanda bkz. H. İnalcık, The Ottoman Empire, Londra, 1973, s. 48.1525'te 87 000, 1609'da 45 000 ve 1630'da 8 000 sipahi kayıtlıydı. 3. Gibb ve Bowen, Islamic Society and the West, c. I, bölüm 1, s. 70¬ 71; ve A. H. Lybyer, The Goverment of the Ottoman Empire in the Time of Süleyman the Magnificent, Harvard, 1913, s. 103. 259 4. M. Howard, War in European History, Oxford, 1976, s. 77. 5. bkz. j . Schiltberger, The Bondage and Travels of }. Schiltberger in Europe, Asia and Africa, 1396-1427, J. B. Telfer, (Hakluyt Topluluğu), Londra, 1897, s. 53, gizli haberlerin güvercinle ulaşnnlması için. 6. İnalcık, The Ottoman Empire, s. 48. XVI. yüzyıl sonlarında top­ rağı olmayan genç köylüler eyalet valilerinin yanında sekban (keskin nişancı) ya da sanca olarak hizmet görürlerdi. 7. C M. Kortepeter, Ottoman Imperialism during the Reformation, New York, 1972, s. 18. 8. Ateşleneceği zaman bir desteğe oturtulan büyük tüfek benzeri ateşli bir silah, (ç.n.) 9. a.g.e., s. 142. Aynı zamanda bkz. H. Grenville Observations sur l'Etat Actuel de l'Empire Ottoman, haz. A. S. Ehrenkramz, Michigan, 1965. Grenville'in döneminde humbaracılara Bonneval Faşa'nm evlat edindiği Milanolu bir genç komuta ediyordu. 10. İnalcık, The Ottoman Empire, s. 48.1520'de 16 000 ve 1609'da 37 000'di. 11. Nicolay, Navigations and Voyages, Londra, 1586, s. 76. 1550'de evli yeniçeriler Anadolu'da yaşıyordu. Ramberti, "Libro Tre delle Cose di Turchi", s. xvi'da 1534 yılında İstanbul'un bazı mahallelerinde yaşa­ dıklarından söz eder. 12. D. A. Ayalon, Gunpowder and Firearms in the Mamluk Kingdom, Leiden, 1956, s. 82 ve 93-94. 13. Tüfeğe benzer tahta bir sap üstüne yerleştirilmiş metal ya da ağaç bir yaydan oluşan ve ok atmakta kullanılan silah, (ç.n.) 14. Howard, War in European History, s. 14-15. Kargılar ağırdı ve XVII. yüzyıl sonlarına doğru süngü kullanılmaya başlamnca ortadan kalktı. 15. Buraya aynı zamanda ağa kapısı da denirdi, (ç.n.) 16. Beyaz, önceleri Ahilerin sonra da Osmanlı piyadesinin rengiydi. 17. Gibb ve Bowen, Islamic Society and the West, c. I, bölüm I, s. 41. 18. Howard, War in European Histor\j s. 64-65. Üniforma giyme ko­ nusunda yeniçeriler Fransızlardan çok Öndeydi. 19.. V. Ménage, "The Memoirs of an Ottoman Secret Agent in France in 1486", fRAS, bölüm 3-4, 1965, s. 120. Kumaş, 1550'lere kadar Floransa'dan ithal edilir, ama imalat çoğunlukla Selanik'te yapılırdı. 20. Djevad Bey (Ahmed Cevad), État Militaire Ottoman depuis la Fondation de l'Empire jusqu'à Nos fours, Istanbul/Paris, 1882, s. 38 ve 45. 21. D. Urquhart, The Spirit of the East, 2 c. Londra, 1838, s. 39. 22. bkz. Purchas, His Pilgrimage..., s. 1,290, ortaların bayraklanndaki filler ve diğer amblemler hakkında. 260 23. Djevad Bey, État Militaire Ottoman depuis la Fondation de l'Em­ pire juscu'à Nos Jours, s. 181. 24. Baron de Tott, Memoirs, 4 bölüm, Amsterdam, 1785, s. 133. Ek­ sik olan sadece disiplindi. 25. Purchas'a göre, His Pilgriınage..., s. 128, yürüyüşlerde verilen yiyecek pirinç, şeker ve baldı. 26. Lady Mary Wortley Montagu, Letters, haz. R. Halsband, Lond­ ra, 1968, c. I, s. 356, Güyük Han'a ait çadırın 2 000 kişiyi alabildiğinden bahseder. Aynı zamanda bkz. Carpini, "The Voyage of Friar John of Pi­ an de Carpini, 1245-1247" Contemporaries of Marco Polo, haz. M. Komroff, New York, 1928, s. 40. 27. bkz. W. Irvine, The Army of the Indian Moghuls, its Organisation and Administration, Yeni Delhi, 1962, s. 198, subayların çizgik çadırları için bkz. 28.0- G. Busbecq Turkish Letters ofOgier Ghiselin de Busbequius, çev. E. S. Forster, Oxford, 1927, s. 243; A. Galland, Journal d'Antoine Galland pendant son Séjour à Constantinople 1672-1673 (dipnot C. Schefer; Paris, 1881), s. 76; ve J. Cacavelas, Hieremias (Kakabolus), Londra, 1927, s. 123. 29. Kont L. F. de Marsigli, Stato Militare dell'ïmpero Ottomano, The Hague, 1732, s. 648. 30. ay. y. 31. Ayalon, Le Livre de la Corönne, s. 85. 32. W. E. D. Allen, Problems of Turkish Power in the Sixteenth Cen­ tury, Londra, 1963, s. 85. 33. B. Gent, "The Warning of İbrahim Pasha of Buda", JRAS, c. XXI, ekim 1934. Kitabın başındaki not: "Babam mükemmel bir biniciy­ di ve atlardan anlardı, fakat bunlar gibisine rastlamamıştı. Tarla süren atların her biri Derby'yi kazanabilirdi. 34. Chamber's Encyclopaedia, c. 1, Londra, 1950, s. 610, Türk zırhla­ rının hafifliği için bkz. "armour". 35. D- A. Ayalon, Gunpowder and Firearms in the Mamluk Kingdom, Leiden, 1956, s. 2; Howard, War in European History, s. 15-26. 36. V. J. Parry, "Materials of War in the Ottoman Empire", SEHME, 1970, s. 224. 37. Schiltberger'e göre Timur, Efes'te asi okçuların parmaklarını kesmişti. 38. Evliya Çelebi Efendi, çev. J. von Hammer-Purgstahl, Narrative, Londra, 1846, c. 1, s. 46, Ayasofya'daki idollerin hedef olarak kullanıl­ ması. 39. P. E. Klopsteg, The Construction and Use of the Composite Bow by the Turks, elyazması, tarih belirtilmemiş, Boğaziçi Üniversitesi (eski Ro- 261 bert Kolej) kütüphanesi. Konuyla ilgili en doğru kaynak budur. Ayrıca bkz. Kortepeter, Ottoman imperialism during the Reformation, s. 172. 40. Tort, Memoirs, s. 140, en vahşi askeri müzik olarak nitelendir­ miştir, oysa Mozart'ın Osmank müziğine duyduğu ilgi bilinmektedir. 41. Çalgı adedi zamanla artmışh. 42. bkz. J. Jackson, fourney from India towards England in the Year 1797, Londra, 1799, s. 230. Jackson 1 000 mandanın Sapanca'dan İstan­ bul'daki tersaneye kereste taşıdığım görmüştü. 43. bkz. Parry, "Materials of War in the Ottoman Empüe", s. 219, Osmanlıların Petrovaradin'deki yenilgisinden sonra ele geçirilenlerin listesi. Aynı zamanda bkz. Cvetkova, "Sur Certaines Réformes du Ré­ gime Foncier au Temps de Mehmet II", fESHO, no. 6,1963, s. 137-141, benzeri liste. 44. N. Fisher, The Middle East, a History, New York, 1959, s. 219; ve Cvetkova, "Sur Certaines Réformes du Régime Foncier au Temps de Mehmet II", s. 51. Viyana'yı kuşatan Kara Mustafa Paşa'nm ordusun­ da 180 000 asker, 30 000 işçi, 35 000 at, 3 000 deve, 1 000 araba, 1 500 fe­ ner ve Tatar süvarileri vardı. 45. B. Cvetkova, "Les Celep et leur Rôle dans la Vie Économique des Balkans à l'Époque Ottomane (XV.-XVIII. yüzyıl)", SEHME, s. 172 ve devamı. 46. Parry, "Materials of War in the Ottoman Empüe", s. 219 ve de­ vamı. Eflak ve Boğdan, Bulgaristan ve Trakya'dan gelen yük atlarını, öküzleri ve aynca Yunanistan'ın da sağladığı mandalan temin etmişti. 47. Ahmet Refik, İstanbul Hayatı, İstanbul, 1930-1935, c. 3, no. 50, s. 24; ve G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, Londra, 1971, s. 456 ve s. 487, n. 23. 48. Djevad Bey, État Militaire Ottoman depuis la Fondation de l'Em­ pire fuscu'à Nos Jours, s. 30. 49. Bu bilgileri Dr. D. Kandioti'ye borçluyum. XIX. yüzyılda zen­ gin aileler oğullarına okula giderken peçe takardı. 50. bkz. R. E. Koçu, Yeniçeriler, İstanbul, 1964, s. 294 ve devamı, yeniçerilerin yozlaşmasına Örnek. 51. A. Vambery, Travels and Adventures of the Turkish Admiral, Sidi Ali Reis, during the Years 1553-1556, Londra, 1865, s. 69-75. 52. R. Chandler, Voyages dans l'Asie Mineure et en Grèce, Paris, 1606, s. 168-180. 53. D. Urquhart, Pillars of Hercules, Londra, 1848, s. 267. 54. Howard, War in European History, s. 35. 55. Ayalon, Gunpowder and Firearms in the Mamluk Kingdom. 1457'de topçu ateşi Sultanhasan Medresesi'nin kubbesini çatlatmış ve 262 minarenin alemini bükmüştü. Bunun sathî bir zarar olduğunu söyle­ mek mümkündür. 56. Howard, War in European History, s- 35. 57. Bk İran ordusu bütün kış aylarını, kuşattığı, aşılmaz görünen bir Çerkez kalesinin surları önünde geçirmişti. Oysa surlar taş duvar görüntüsü veren, üstü alçı kaplı levhalardan yapılıydı. 58. bkz. Tott, Memoirs, bölüm III, s. 25 ve devamı, Çanakkale hak­ kında. 59. U Heyd, Documents on Palestine, 1552-1615, Oxford, 1960, s. 104. 60. D. M. Vaughan, Europe and the Turk, Liverpool, 1954. 61. M. Cezar, "Osmanlı Devrinde İstanbul Yapılarında Tahribat Yapan Yangınlar ve Tabiî Afetler", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncele­ meleri, İstanbul, 1963, s. 329.1. Selim 1519'daki bir yangını, bir hafta Önce kazaen bir adam öldürmüş olmasına atfetmiş ve pişmanlık duymuştu. 62. a.g.e., s. 335. H. Blount'a göre, A Voyage into the Levant, 1634, haz. Pinkerton, A General Collection, Londra, 1918, c. 10, 70 000 ev tah­ rip olmuştu. Aym zamanda bkz. A. Vandal, Les Voyages du Marquis de Nointal, 1670-1680, Paris, 1900, s. 227. 63. bkz. İnalcık, The Ottoman Empire, s. 21.1442'de Gelibolu'da 60 ve Tuna üzerinde yaklaşık 100 gemi vardı. D- M. Vaughan'a göre Euro­ pe and the Turk, Liverpool, 1954, s. 94 ve devamı. Kalyonlar Rum, Cene­ vizli ve Venedikli ustalar tarafından inşa edilmişti. Bazılarında 250 kürekçi vardı, fakat menzilleri uzun değildi. 64. J. Vasdravellis Piracy on the Mediterranean Coast, çev. T. F. Car­ ney, Selanik, 1970, s. 9¬ 65. G. W. F. Stripling, The Ottoman Turks and the Arabs, Londra, 1942, s. 90-94. 66. Vandal, Les Voyage du Marquis de Nointal, 1670-1680, s. 75. Banyolda Rumların, İtalyanların ve Rusların ayrı şapelleri vardı. 67. bkz. S. J. Shaw, "Sekm III and the Ottoman Navy", Turcica, c. I, Paris, 1969, s. 220 ve devamı. Fransız subaylarının tersaneyi yenileş­ tirme çalışmaları. BEŞİNCİ BÖLÜM Zafer dolu yıllar 1. Kai Ka'us ibn İskender, A Mirror for Princes (Kabusname), çev. R. Levy, Londra, 1957, s. ix. II. Murad için Türkçe'ye çevrilmişti. 2. 40 rakamı sonsuzluk anlamına gelmektedü. Verilen öğüt bu anlamda değerlendirilmemişti. 263 3. İ5İamî tarzın aksine, sakalı İtalyan stiliydi. 4. B. Cvetkova, "Sur Certaines Réformes du Régime Foncier au Temps de Mehmet I I " , JESHO, no. 6 (1963), s. 119-120. Mülk ve vakûn ayrı tutulması, II. Bayezid'in sipahinin tımarı olan taşınmaz malların iade edilmesini kabul ettiği zaman sorunlara yol açmıştı, bkz. İ. Beldiceanu-Steinherr, "Le Règne de Selim I " , Turcica, c. V, Paris, 1975, s. 35. Aynısı Osman'a ve Orhan'a katılan Hıristiyan şövalyeler için de geçer­ li olmuştu. 5. H. İnalcık, The Policy of Mehmet II towards the Greek Population of İstanbul, Dumbarton Oaks Papers, no. 23 (1969-70), s. 231-237. Mehmed, şehri saldırıyla ele geçirmek istemiyordu. 6. C. W. C. Oman, The Art of War in the Middle Ages, Cornell, 1953, s. 72. Kosova (1389) ve Niğbolu (1396) savaşları ağır zırh kuşanmış si­ pahiler tarafından kazanılmıştı. Yeniçerilerin göğüs göğüse çarpışması istenmemişti. 7. Beldi ceanu-Steinherr, "Règne de Selim I " , s. 42. Sultanlar heterodoks köylüleri bastırmaya zorlanmıştı. Aksi halde devletin çözülme­ si söz konusuydu, bkz. Cvetkova, "Sur Certaines Réformes du Régime Foncier au Temps de Mehmet I I " , s. 120, sipahilerin toprak gelirlerinin askerî düzen için nasıl kullanıldığı. 8. bkz. N. Fisher, The Middle East, a History, New York, 1959, s. 16. Bayezid makul ölçüde yemek yerdi, çok iyi bir okçu ve biniciydi. 9. Yirmi dört yıl sürmüştü. 10. Fisher, The Middle East, a History, s. 17. Cenazenin saraya giz­ lice sokulması için acemi oğlanları su yollarını tamire gönderilmişti. 11. a.g.e., s. 18; ve A. H . Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Süleyman the Magnificent, Harvard, 1913, s. 69. Ye­ niçeriler katı kuralları olan sultanı meyhanelerin yeniden açılmasına izin vermeye zorlamıştı. 12. bkz. J. von Hammer-Purgstall, Histoire de l'Empire Ottoman, 18 cilt, Viyana 1827-1835, c. II, s. 347 ve 399 dervişlerin hâkimiyeti. 13. Korkud, açık saçık öyküler yazan Bursalı şair Gazali'yi (d. 1466) sert mizaçlı babasına karşı korumuştu, bkz. Kukla ve Karagöz; Turcica, c. III (1971) s. 9 14. Fisher'a göre, The Middle East, a History, Gedik Ahmed Paşa, ordunun alt kademelerinden yükselmişti. 15. Sözünü sakınmayan yaşlı komutan, Otranto'yu 11 ağustos 1480'de aldı. Sultan Mehmed'in Bizans imparatorlarının vârisi ve dola­ yısıyla Otranto, Taranto ile Brindisi'yi elde etmeye hakkı olduğu görü­ şünü savunan Venedik Senatosu kendisini bu sefere teşvik etmişti, bkz. F. Babinger, Mehmet II le Conquérant et son Temps, Paris, 1954, s. 504. 264 16. Fisher, The Middle East, a Hïstroy, s. 23 ve 49. Şehzade Cem'in sefahat ve içkiyle bağlantılı bk hastalıktan Öldüğünü yazar. Cenazesiy­ le ilgili çekişmeler, tahnit edilmiş vücudu nisan 1499'da İstanbul'a gön­ derilmek üzere yola çıkartıldığında sona ermişti. 17. H. İnalcık, "Gedik Ahmad Pasha", Eİ, c. I (1960), s. 292-293. Askerler çok sevdikleri komutanlarım Bayezid'in tutuklamasını önle­ mişlerdi. İdamı büyük karışıklığa sebep oldu. bkz. Hammer-Purgstall, Histoire de l'Empire Ottoman, c. Ill, s. 100; ve Fisher, The Middle East, a History, s. 15. Gedik Ahmed Faşa, sultam, Uzun Hasan'la 1473'te yap­ tığı savaş sırasında eleştirmişti, bkz. s. 27. 18. D. E. Pitcher, An Historical Geography of the Ottoman Empire, Leiden, 1972, s. 70. Babasının fethettiği toprakları düzene sokmak ve güçlendirmek için zamana ihtiyacı olduğundan bahseder. 19. Fisher, The Middle East, a History. Köle ve ganimet elde etmek için 1492 (s. 33) ve 1493'te (s. 34) Yakub Paşa komutasmda saldırdılar. 20. Beldiceanu-Steinherr, "Règne de Setim I", s. 44. Trakya'da da sorunlar vardı21. Fisher, The Middle East, a History, s. 34. Ahmed Paşa, Mısır'da­ ki Memlûk Sultanı Kayıtbay'm ayaklarını öpmeye mecbur kalmıştı. 22. İ. Mekkoff, "Bayezit II et Venise", Turcica, c. I (1969), s. 145. 1487 ile 1502 yılları arasında Osmanlı donanması, Türk kölelerini Girit'in Venedik pazarında satan Yunan korsanlarıyla uğraştı, bkz. H. J. Kissling, Sah İsma'il et la Nouvelle Route des Indes, Paris, 1964, s. 137. Ve­ nedik yanlısı Sadrazam Davud Paşa 1497'de azledildi. 23. Kissling, Sah İsma'il et la Nouvelle Route de İndes, s. 75. Bayezid, içinde en üstün nitelikti savaşçılardan 40 asker bulunan derli toplu bir tür gemi yaptırmıştı. 24. Söylendiğine göre 7 000'i duvarcıydı. 25. İsyan hareketi Elmah'daki tekkede başladı, bkz. V. J. Parry, "Beyazid II", E7 (1965); ve W. E. D. Allen, Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century, Londra 1963, s. 12. Şahkulu, Şiî isyanını, Simavfnin I. Mehmed'e karşı yürüttüğü eşitlikçi başkaldırının çizgisinde sürdürdü. 26. R. W. Olson, 77i£ Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718-1743, Indiana, 1973, s. 13-14. Bayezid, Şiîlerce kutsal olan Erdebil'e hac yapmak için gitmek isteyenlere izin vermişti. Şimdi asilerin başmda eğitim görmüş subaylar vardı. Yeniçerilerin kayınlması nedeniyle Ana­ dolu'daki sipahilerin gücü azalmış ve bunlar Kızılbaşlara katılmışlardı. 27. a.g.e., s. 14. Asiler İran'a kaçmışlar ve buradaki hükümdar (Osmanlılarla ticaretin devamına ihtiyacı vardı) elebaşılardan ikisini kaynar su dolu kazanlarda haşlayarak Öldürmüştü. 265 28. R. Mantran, İstanbul dans la Seconde Moitié du XVIIe Siècle, Pa­ ris, 1940, s. 396. Ali Paşa onlara maharetle komuta etti. bkz. İnalcık, The Policy of Mehmet II towards England in the Year 1797, s. 32. Ağustos 1514'te Kızübaşların ve yeniçerilerin verdiği destek. 29. Devşirme uygulaması Anadolu'da ilk kez Karaman, Trabzon, Kayseri ve Akdeniz sahillerinde 1512'de yapıldı. Selim ve yaptığı ta­ yinler için, bkz. A. Tietze, Mustafa 'Ali's Counsel for Sultans, 1581, Viya­ na, 1982, H8v. 30. bkz. Fisher, The Middle East, a History, s. 203; ve BeldiceanuSteinherr, "Le Règne de Selim I", s. 44. Ümidini kaybeden Korkud yar­ dım aramak için Mısır'a gitti. 31. Olson, The Siege of Mosul and Ottomarı-Persian Relations, 1718¬ 1743, s. 15. Hatta Selim savaş malzemelerinin, gümüş ve demirin dışa satışını önlemek için 1512'den 1520'ye kadar ipek ticaretini yasakladı. Düşmanlık güden İran'ın topraklarından geçen İpek Yolu'na bu neden­ le bağımk kaldı. Süleyman'ın cezaları artırması, Bursa'daki ipek dokumacıkğını perişan etti. 32. Güzergâh üzerindeki cephane depoları ve tesisler için bkz. M. Howard, War in European History, Oxford, 1976, s. 71. 33. Selim, Mısır valiliği için Tomanbay'a yaptığı teklife 3 ay cevap bekledi, bkz. G. W. F. Stripling, The Ottoman Turks and the Arabs, Lond­ ra, 1942, s. 105. 34. Selim Mısır'daki garnizona 500 yeniçeri ve 5 000 süvari bırak­ mıştı, bkz. D. A. Ayalon, Gunpowder and Firearms in the Mamluk King­ dom, Leiden, 1956, s. 39, n. 98. ALTINCI BÖLÜM Büyük zafer 1. Bu bölümde anlatılanlar için olayların görgü tanığı ve vakanüvis olan Kemalpaşazade kaynak olarak alınmıştır. 2. Damat lakabı Osmanlı hanedanından bir kadınla evlenen her­ kes için kullanıldı, ancak bu lakabı özellikle sadrazamlar taşıdı. Böyle bü evlilik yapan sadrazam, sultana daha yakm olması gerektiğinden, çok seviyor olsa bile eski eşinden vazgeçmesi istenüdi. 3. XIV. yüzyılda orduya asker toplamak için köylerde tellallar ba­ ğırır ve katılmak isteyenlerin belli bir gün ve yerde toplanmalarım bil­ dirirdi. Orhan, askere alma işlerini daha bü düzene sokmuştu. 4. N. Fisher, The Middle East, a History, New York, 1959, s. 219. 1521'deki sefer için Sadrazam Piri Paşa, cephane taşıyan 3 000 ve tahıl 266 yüklü 30 000 deveyi ve yöreden temin edilen tahılı, 1 000 arabayla Belgrad'da toplamıştı. 5. Silahlar savaş bölgesine kadar arabalarla taşınırdı. 6. Wales bataklıklarmdaki Beyaz Kale'de olduğu gibi. 7. Süleyman, Macaristan'a asker göndermek istemediği için Erdel Prensi asi Janos Zapolya'ya vasallık verdi. YEDİNCİ BÖLÜM Balık baştan kokar 1. A. Tietze, Mustafa 'Ali's Counsel for Sultans, 1581, Viyana, 1982, s. 107 ve devamı. Savaşların bedelini zenginler değil, yoksullar öder. H42v. Köylüler şehirlere göç ettiler. 2. W. E. D. Allen, Problems of Turkish Power in the 16th Century, Londra, 1963, s. 13; ve J. H. Kramers, "Selim I", Eİ, c. IV (1934), s. 214. 3. J. von Hammer-Purgstall, Histoire de I'Empire Ottoman, 18 c. Vi­ yana, 1827-1835, c. 5, s. 153. Ibrahim Paşa 27 mayıs 1533'te Avusturya sefirine böbürlenerek sarayını Sultan Süleyman'ın yaptırdığını söyle­ mişti. Bu tarihten 3 yıl sonra sarayındaki yatağında boğularak öldürül­ dü, bkz. Gökbilgin, "İbrahim Pasha (Damad)" Eİ c. III (1965) s. 998-999. 4. Bu, özellikle Arabistan'daki eyaletler için doğruydu, bkz. Tiet­ ze, Mustafa 'All's Counsel for Sultans, s. 2111h ve devamı. 5.1499'da 15 000 akma Vicenza kapılarına dayandı. 6. H. Sahilloğlu, "Sivis Year Crises in the Ottoman Empire", haz. M. A. Cook, SEHME (1970), s. 239. Artık yıl bir sorundu. Bütçeden öde­ meler rumî yılda yapılır, vergiler ise zorunlu olarak miladî yılda topla­ nırdı: bu nedenle bir yıl (33) vergi toplanamayan bir yıldı. Mısır, Suri­ ye, Diyarbakır ve Bağdat'ın fethi bir zamanlar bu açığı kapatmıştı, an­ cak bu artık mümkün olamıyordu. 7. T. BertelĞ, İl Palazzo degli Ambasciatori di Venezia a Costantinopoli, Bologna, 1937-1939, s. 101.1553'te Balyos Bernardo Navagero kendi­ ni aşırı beğenmiş ve sert biri olan Rüstem Paşa için "Onu çok yumuşak ve kibar buldum" diye yazmıştı. 8. B. Ramberti, "Libro Tre delle Cose di Turchi", Viaggi, Venedik, 1543, s. lxi-lxii. 50 yaşındaki Sultan Süleyman'ın yüzü pörsümüştü. Başı, tepesindeki bir tutam saç dışında, tamamen tıraş edilmişti. Gözle­ ri ise dikkat çekecek kadar büyük ve siyahtı. O. G. Busbecq, Turkish Let­ ters of Ogier Ghiselin de Busbequius, çev. E. S. Forster, Oxford, 1927, s. 273. Süleyman yemeklerini gümüş yerine toprak çanaklarda yerdi. 9. Busbecq, Turkish Letters of Ogier Ghiselin de Busbequius, s. 90. Ye- 267 niçeriler itiraz ettiklerini göstermek gayesiyle Amasya'yı ateşe verdiler. N. Fisher, The Middle East, a History, New York, 1959, s. 225. 10. Hammer-Purgstall, Histoire de l'Empire Ottoman, o 6, s. 226 ve devamı. Szeged kuşatması sırasında Sultan Süleyman psikolojik savaş yöntemleri uygulamış, oklara Almanca, Macarca ve Hırvatça yazılı bil­ diriler bağlatarak şehre atürmıştı. bkz. Tietze, Mustafa 'Ali's Counsel for Sultans, s. R22r, Osmanlıların psikolojik savaşa ve casuslara verdikleri önem için (s. R42r). 11. Allen, Problems of Turkish Power in the 16th Century, s. 58. Barbarigo'dan alıntı yaparak II. Selün'in neşeli biri olduğunu ve hizmet­ kârları tarafından çok sevildiğini anlatır. Zaaflarına dur demesini bilip yapılan Önerileri uygularmış. Saraydaki korkulu yaşamın içkiyle üste­ sinden gelmeye çalıştığı için sarhoş lakabıyla bilinirdi. 12. T. Dallam'a göre "The Diary of Master Thomas Dallam, 1599¬ 1600", Early Voyages, haz. J. T. Bent, Londra, 1893. II. Selim'in altın sır­ malı giysiler ve başlıklar giyen, bacaklarına Cordova derisinden yapıl­ mış tozluklar takan 200 içoğlanı varmış. 13. E. Binney, "A Lost Manuscript of Mehmet III", 5th Congress of Turkish Art, Ankara, s. 191, Murad için "En büyük kitap hastasıydı" de­ mektedir. Allen, Problems of Turkish Power in the 16th Century, s. 34'e gö­ re sultan entelektüelleri, özellikle İtalyanları ve Macarları severdi. An­ cak aynı zamanda havaî olabildiğinden ve mistik düşünceye meyletti­ ğinden bahseder. 14. N. Forbes, A History of Serbia, Oxford, 1915, s. 104. Murad 1567'de pansırbistan politikasının bk parçası olarak Peç Patrikliği'ni canlandırdı. Yeni patrik söylendiğine göre sadrazamın kardeşiydi. 15. R- W. Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718-1743, Indiana, 1973, s. 17-18. 1578-1590 yılları arasında, Sokollu'nun karşı olmasma rağmen, ekonomik nedenlere dayanan savaşlar Osmanlıları perişan edip Anadolu'yu yoksulluğa itmiş ve Celali isyan­ larına sebep olmuştu. 1588'e kadar Hazine ganimet gelirinden mahrum kalmış ve vergiler toplanamamıştı. 16. Askeri sınıfın çöküşü ve enflasyon için bkz. Tietze, Mustafa Ali's Counsel for Sultans, 1581, s. R95r. Köylerden gelen göçmenler ne­ deniyle başkent gıda sıkıntısına düşmüştü, bkz. a.g.e., s. R52v. 17. bkz. J. K. Birge, TTıe Bektashi Order of Dervishes, Londra, 1937. 1682'de yaşlı bir yeniçeri Hacı Bektaşin adını duyunca ayağa kalkardı. 18. İ. Melikoff, Le Probleme Kızılbaş, Paris, s. 66. Sivas ve Kilikya'da Ermeni etkisi eski İran inançları, şeytan kültü ve Yezidîlerle kaynaşmıştı. 19. S. Faroqhi, "The Tekke of Had Bektaş: Social Position and Economic Activities", If MES, 7 (nisan 1976), no. 1, s. 185. 268 20. Tietze, Mustafa 'Mi's Counsel for Sultans, 1581, s. H217v. Der­ vişlere kötü gözle bakılır, itibar edilmezdi. 21. Faroqhi, "Tekke of Haci Bektaş: Social Positions in Economic Activities". Yeniçerilerin hediyesi kara bir aşure kazanıydı. Tekke 1551'de yeniden açıldığında, bu kazana ilk Bektaşî dedebabasmm adı nakşedil­ mişti. 22. bkz. G. Baer, "The Administrative, Economie and Social Func­ tions of the Turkish Guilds", ifMES, c. 1 (1970), s. 28 ve devamı. Lonca­ ların kuruluşu için bkz. a.g.e., s. 40. Loncalar devlete işgücü ve savaş zamanı destek personel sağlardı, bkz. R. Mantran, İstanbul dans la Se­ conde Moitié du XVlIe Siècle, Paris, 1962, loncalardaki yeniçeriler (s. 370) ve dullar ile öksüzlere verdikleri destek için (s. 390). 23. H. İnalcık, The Ottoman Empire, Londra, 1973, s. 92- Şeyhülis­ lam tarafından desteklenen sipahiler de 1588'de kendilerine değeri dü¬ Şük parayla ulufe ödendiği için öfkelenerek Sadrazam Mehmëd Paşa ve defterdarı öldürtmüşlerdi. 24. Allen'a göre Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century, s. 55, n. 73. Lala Mustafa Paşa Sokollu'yla aynı köydendi. 1571'de Kıb­ rıs'ı fethettiğinde Bragadin'in derisini yüzdüren oydu. 25.1578'de Tiflis kısa bir süre için ele geçirilmiş ve Gürcistan, im­ paratorluğa katılmıştı. Ancak bu zafer ikmal yollarının uzunluğu nede­ niyle boşa kazanılmış oldu. 26. Sinan Paşa Arnavutluk'un Dibra dağlarından bir köylüydü, bkz. Allen, Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century, s. 55, n. 75. 27. Gazanfer Ağa IV. Murad'ın Macar asıllı bir dostuydu, bkz. a.g.e., s. 55, n. 74. 28.1489 ile 1616 yılları arasında pirincin fiyatı yüzde 506, buğda­ yın yüzde 493, biberin yüzde 800 artmışa- Ortalama olarak gıda fiyat­ ları yüzde 434, fakat altının değeri yüzde 240 artış göstermişti. En kötü dönem 1585 ile 1605 yıllan arasıydı, bkz. Olson, TTıe Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718-1743, s. 22. 29. O. Burian'a göre The Letters of Lello, Third English Ambassador to the Sublime Porte, Ankara, 1952, s. 8. Valide Sultan Slovenyalı bir Hı­ ristiyan'dı. A. Alderson, The Structure of the Ottoman Dynasty, Oxford, 1956, tablo xxxiii, n. 2, Valide Sultanin 26 kasım 1605 tarihinde verdiği Öğütlerden hoşlanmayan oğlu tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü ya da haremdeki bir komploya kurban gittiğini yazmaktadır. 30. Cambridge History of İslam, c. I (The Central islamic Lands), 1970, s. 346. Bu kapıkulu birlikleri Anadolu'da imtiyazlı bir sımf haline geldi. 31. İnalcık'a gore, The Ottoman Empire, s. 48, bu sekbanlara (kes­ kin nişancılar) XVI. yüzyıl ortalarına kadar maaş verildi, ancak enflas- 269 yon, aldıkları parayı silip süpürüyordu. Bu nedenle ayaklanıp Celali savaşçılarının nüvesini oluşturdular (s. 50). Asi oldukları için kendile­ rini yeniçerilerle bir görüyorlardı. 32. Doğruluğu kanıtlanmamış bir mektuptan: "Antakya şehri b k tepenin üstüne kurulmuştu. Yol önceleri şehrin içinden geçer ve bura­ daki yeniçeriler yoldan geçen herkesten haraç alırlardı. Bu yol şimdi kullanılmamak tadır." 33. M . Howard, War in European History, Oxford, 1976, s. 18. Celalîleri XIV. yüzyıldan XV. yüzyıl ortalarına kadar Fransa tarihindeki ecorc/tewrs'lerle (deri yüzücüler; soyguncu, paralı asker çeteleri) kıyas­ lamaktadır. Celalîler "Otuz Yıl Savaşlan"nın dağınık askerlerinden farklıydı. İçinden çıktıkları köylü sınıfıyla bağlantıları sayesinde mer­ kezî hükümetin bir saldırısı karşısında köylünün arasına karışıp gizle­ nebiliyor ve sonra yeniden toparlanabiliyordu, (a.g.e., s. 37). bkz Camb­ ridge History ofîslam, c. I, s. 347. 34. Karayazıcı, başa geçmesinde aldığı eğitimin payı olduğunu söylemişti. 35. G. de Gortaut Biron, Baron de Salignac, Ambassade en Turquie, 1605-1610, Paris/Auch, 1888, c. 2, s. 185. 23 aralık 1607 tarihli mektu­ bunda Bursa'nın her gün yağmalandığım yazmıştı. 36. İnalcık, The Ottoman Empire, s. 89-90. Köylülerin silah taşıma­ sı yasaktı. 37. Fek mantıklı değildi, ancak onu ortadan kaldırmak Balkanlar'da daha kolaydı. 38. Salignac, Ambassade en Turquie 1605-1610 c. 2, s. 372. . 39. Olay Sokollu Mehmed Paşa'nın av köşkü civarında olmuştu. 40. Madam La Quira I. Ahmed'i suçiçeği olduğunda tedavi etmiş­ ti. (a.g.e., s. 182). Lello'ya göre (Burian, The Letters ofLello, Third English Ambassador to the Sublime Porte), s. 5-6. Sultana Sporca, linç edilmiş ve cesedi köpeklere verilmişti. I . Ahmed'in sipahilere ayrılan ödemeyi Sporca'ya verdiği bilinmektedir, (a.g.e., s. 4). 41. Davud Paşa Hırvat'tı, bkz. V. S. Parry, "Davud Pasha", Eİ, c. II (1965), s. 183. 42.1591'de halkın nüfusu sadece 584 kişiydi ve bunların üçte iki­ si Hıristiyan'dı, bkz. R. Jennings, "Urban Population in Anatolia in the 16th Century" İJMES, no 7, (fan. 1976), s. i; ve Cambridge History of İs­ tanbul, c. I, s. 349. 43. Evliya Çelebi Efendi, Narrative, çev. J. von Hammer-Purgstall, Londra, 1846, bölüm I, s. 120. Murad, Eski Saray'a gönderilmişti. 44. a.g.e., bölüm I, s. 129. Hasan Çelebi Ağa, usullere uygun ola­ rak idam edilmiş, fakat defterdar Hipodrom'daki saklandığı yerden 270 sürüklenerek çıkarılıp yeniçeri ağacına asılmıştı. 45. Sir P. Rycault, The History of the Turkish Empire, 1623-1677, Londra, 1680, c. I, s. 31.1631 yılında Murad yalnız olduğu bir sıra ba­ yıldıktan sonra olayın kefareti olarak içkiyi bırakmış ve çevresindeki dalkavukları dağıtmıştı. 46. A. D. Alderson, The Structure of the Ottoman Dynasty, Oxford, 1956, tablo xxxvi. 1638'de 15 yaşında ölen Kasım adında üçüncü karde­ şinden bahseder. 47. Tietze, Mustafa 'Ali's Counsel for Sultans, s. H84r. Mustafa Ali, resmî gelirlerinin iki ya da üç katı üreten tımarlara çok sık rastlandığın­ dan bahseder. 48. Bu da uygulanan politikanın mantıksız olmadığını ortaya koymaktadır. 49. Tietze, Mustafa All's Counsel Sultans, p. 39v. Mustafa Ali, tüm resmî görevlilerin izlenmesi gerektiğini vurgular. 50. a.g.e., s. R26r, bütün kötülüklerin kaynağı olarak sadrazamı gösterir. SEKİZİNCİ BÖLÜM Gözü keskin olanın bacağı uzun olur 1. H. A. R. Gibb ve H. Bowen, islamic Society and the West, c. I, bölüm I, Oxford, 1950, c. II, s. 37, n. 4.1. İbrahim, gözdelerinden birine tahsis et­ tiği Hipodrom'daki İbrahim Paşa Sarayı'nı halı yerine kürkle kaplatmıştı. bkz. M. T. Gökbilgin, "İbrahim", Eî, c. ki (1965), 983. Sultan İbrahim çek­ tiği sürekli baş ağnlanndan ve sinir krizlerinden mustaripti. İbrahim'in iktidarsız oluşu dolayısıyla Osmanlı sülalesinin tehlikeye düşme korkusu nedeniyle annesi oğlunu aşırı cinsel ikşkide bulunmaya teşvik etmişti. 2. Gökbilgin, "İbrahim", s. 983. Sultanın kaptanpaşa olan Yusuf'u ocak 1646'da Hanya'nın fethinden zaferle döndüğünde idam ettirmesi­ nin bağışlanmaz bir suç olduğunu kaydeder. Narrative çev. J. von Hammer-Purgstall, Londra, 1846, kitap 1, s. 148, Evliya Çelebi bile nefretini gizleyememişti. 3. H. İnalcık, The Ottoman Empire, Londra, 1973, s. 161. Yeniçeriler loncaları savunmak için 1651'de ayaklanarak bunlara daha çok sayıda kaülmışlardı. 4. Osmanlılan öven iki kitapçık 1659'da Londra'da naipler arasın­ da elden ele dolaşıyordu: Thomas Campanello'nun Advice to the King of Spainye M. B.'nin Learn of a Turk. Bu kitapçıklarda Yeniçeri Ocağı özel­ likle yüceltilerek Lord Protector Cromwell'e öneriliyordu. 271 5. A. Tietze, Mustafa 'All's Counsel for Sultans, 1581, Viyana, 1982, R28v. Devlet, memurlar mükemmel defter tuttukları için batmadı. 6. A. Vandal, Les Voyages du Marquis de Nointal, 1670-1680, Paris, 1900, s. 225. İçkiye düşkünlük aileden geliyordu. Fazıl Ahmed kadınlara düşkünlüğü gibi aşırı Polonya konyağından, belki de Osmanlı İmpara­ torluğu'nu yönetmenin yaratüğı sorunların verdiği sıkıntılar yüzünden yaşamım yitirmişti, bkz. R. C. Repp, "Köprülü", EÎ, c. III (1980), s. 1,061. 7. XVIII. yüzyıl Batı toplumu hakkındaki yazılarında M. Howard, War in European History, Oxford, 1976, s. 75. Savaşların karakteri, top­ lumun karakteriyle öylesine bağlantılıdır ki bunlardan birinde oluşan devrim diğerindeki devrimi yaratır, demektedir. 8. J. H. Kramers, "Süleyman I I " , Eİ, c. IV (1936), s. 527. Ayaklan­ ma bir ay sürmüş ve halkın desteğiyle bastırılmıştı. 9. Repp, "Köprülü", s. 1,060-1,061. 10. W. D. Munson, The Last Crusade, Dubuque, 1969, s. 79 ve de­ vamı. Osmanlı İmparatorluğu dış ticaretinin yansından çoğunun Fran­ sızlarla yapılıyor olması ayrıca önemliydi. 11. Seyyid Feyzullah Efendi'nin bitpazannda boynu vuruldu. Ra­ mi Mehmed Kıbns'a vali olarak gönderilmiş ve 1707'de Rodos'ta çek­ tiği işkenceler yüzünden ölmüştü. Kendisi altı ay içinde sınır boyu ka­ lelerini azaltmış, ordunun maaşını arazi gelirleriyle karşılamış, birta­ kım Türkmen aşiretlerini yerleşik hale getirmiş ve ithalatı azaltmak için Yahudi ipek tüccarlarını Selanik'e, Rum tüccarlarını da Bursa'ya gön­ dermişti, bkz. E. Babinger, "Rami Muhammed Pasha", EÎ, c. V (1936). DOKUZUNCU BÖLÜM Laleler ve karmaşa 1. Sarayda ziyan edilen yiyecek ve içecekler için bkz. A. Tietze, Mustafa 'AU's Counsel for Sultans, 1581, Viyana, 1982, s. H41r. 2. bkz. a.g.e., s. R41v. Yönetici sınıfm afyon tutkusu için afyon, Afyonkarahisar yöresinde yetişmektedir. Görevin yarattığı gerilim al­ tında bir paşanın günde 100 gramdan fazla en iyi kalite afyon kullan­ ması mümkündü. 3. R. W. Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718-1743, Indiana, 1973, s. 43. İbrahim Paşa barışçı politikasını, İran'ın gücünü kaybettiği haberleri üzerine değiştirmişti. 4. a.g.e., s. 68-69. Ekonomide çok ağır tasarruf önlemleri alınmış ve aşırı vergiler uygulanmıştı. Nadir Şah'm Tebriz'de kazandığı zafer toplum üzerinde yıkıcı etkiler bırakmıştı. 272 5. S. J. Shaw ve E. K. Shaw, History of the Ottoman Empire and Mo¬ dern Turkey, Illinois, 1974, c. I, s. 238. 6. Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718¬ 1743, s. 75. Şeyhülislam eğilimlerini yansıtmamak için aşırı titizlik gös­ teriyordu; yükselmesini sağlayan İbrahim Faşa'ya düşmandı, bkz. Shaw and Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, c. I, s. 236; Ferry, A Wiew of the Levant, particularly of Constantinople, Syria, Egypt and Greece, Londra, 1743, s. 73; ve Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718-1743, s. 77-78. 7. Perry, A Viezo of the Levant, particularly of Constantinople, Syria, Egypt and Greece, s. 88. Ibrahim Paşa Nevşehirliydi. Burada geniş so­ kakları olan yeni bir sayfiye kurmuştu. 8. Olson, 77te Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718¬ 1743, s. 79. Ölenlerin sayısı binlerle ifade edilebilirdi. 9. Hospodar: aslının kasap olduğunu alaycı bir ifadeyle ima eden Rumence bir asalet unvanı. 10. Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718¬ 1743, s. 3. Asiler, loncaların bulunduğu semtlerde de saklanmıştı. 11. bkz. S. J. and E. K. Shaw, "Selim III and the Ottoman Navy", Turcica, c. I (Paris, 1969), s. 45-46; Gritti, Türklerin de aralarında hediye alıp verdiğinden bahseder. 12. Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718¬ 1743, s. 141. Çoğu temel gıda maddelerinde de kıtlık vardı. 13. bkz. Baron de Tott, Memoirs, 4 bölüm, Paris, 1785, bölüm I, s. 23. Sadrazamın kişiliği için bkz. a.g.e., s. 29, isyan için. Osman fırtına estiriyordu. Sadece kahvehaneleri kapatmakla kalmamış, kadınlara ta­ nınan hakları da geri almıştı. 14. Olson, The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718¬ 1743, s. 142-143. Kepenk kapatmayan esnaf asılmış, tahrikçileri yakala­ mak gayesiyle hamamlar basılmış ve ele geçenler acımasızca öldürül­ müştü. Yaklaşık 3 000 ceset açıkça, gün ışığında Karadeniz'e atıldı. 15. Tott, Memoirs, bölüm I, s. 92. Sultanın Eyüp'e gittiği yol bo­ yunca askerler diziliydi. 16. Vicomte de la Jonquiere, L'Histoire de l'Empire Ottoman, Paris, 1911, s. 321-322. Sonunda Tophane için Grİbeauval tararından Fransız modeli uygulanacaktı. Aynı zamanda bkz. M. Howard, War in European History, Oxford, 1976, p. 61. 17. Retz kardinali 1656 ağustosunda Besançon'da Votteville rahibiyle karşılaşmalarını anlatır: genç bir keşişken çifte bir cinayet işleyen rahip, Peloponnesos'ta Venediklilere karşı Osmanlı ordusuna katılmış ve daha sonraları Osmanlı askerî sırlarını Venediklilere satarak karşılı- 273 ğında Papa'run suçlarını affetmesini sağlamıştı, bkz. J. H. M. Salmon, Cardinal de Retz, Londra, 1969. 18. Jonquiere, L'Histoire de VEmpire Ottoman, s. 315-316. Rus İmparatoriçesi Yekaterina, mehdiye ilgi duymuştu. 19. a.g.e., s. 230. Suvorov'un kazandığı zaferler İstanbul'da ayak­ lanmaya sebep oldu. 20. P. M. Holt, Egypt and the Fertile Crescent, 1516-1922, New York, 1966, s. 182. Napolyon'un Mısır macerasını Osmanlı tarihinde bir dö­ nüm noktası olarak niteler. 21. B. Lewis, The Emergence of Modern Turkey, Oxford, 1961, s. 73; ve J. H. Kramers, "Bayraktar Mustafa Pasha", Eİ, c. IV (1936), s. 765. 22. Shaw and Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Tur­ key, c. II, s. 15. Balkanlar'daki âyanlar bağımsızlıklarından endişe duy­ maktaydı. Jonquiere, L'Histoire de l'Empire Ottoman, s. 326. 23. Lewis, Emergence of Modern Turkey, s. 84. Eğitim görmüş subaylann çoğu öldürülmüştü. 24. a.g.e., s. 76. 25. Jonquiere'e göre, L'Histoire de l'Empire Ottoman, Mahmud damdan kaçmıştı. 26. C. MacFarlane, Constantinople in 1828, Londra, 1829, s. 293. Sul­ tanahmet'teki kışlanın komutam Alman dönmesi Süleyman Ağa, parça parça edildi. Yıldız Köşkü'nün arkasındaki kışla da yerle bir oldu. 27. Lewis, Tlıe Emergence of Modern Turkey, s. 79. Yeniçeri desteği olmasaydı ulema çok güçsüz kalacaktı. 28. S. Faroqhi, "The Tekke of Haçi Bektaş: Social Positions in Econo­ mic Activities", îfMES, no. 7 (nisan 1976), s. 198. Âyanın Bektaşî dervişleriyle arası kötüydü. Özellikle Yozgat'ın Çapanoğullanyla aralanndaki hukukî bir sorun, divana taşınmıştı. Bu durum âyanın gücünü zayıflattı. 29. E. B. de Fonblanque, Lives of the Lords Strangford, Londra, 1877, s. 126. 30. a.g.e., s. 132. ONUNCU BÖLÜM Vakayi Hayriye 1. Bu bölümdeki bilgilerin kaynağı, Assad (Esad) Efendi, Historiog­ rapher of the Empire, çev. P. A. Coussin de Perceval, Paris, 1833. 2. C. MacFarlane, Constantinople in 1828, Londra, 1829, s. 231. Kıdemk bir memur olan Halet Efendi, bu gizklikten karanlıkta büyüyen bir sivilce olarak bahsetmiştir. 274 3. Vicomte de la Jonquiere, L'Histoire de l'Empire Ottoman, Paris, 1911, s. 414. Yeniçerilerin küstahlığından örnekler verir. 4. H. H. Reed, "Hüseyn Pasha (Agha)", Eİ, c. III (1965), s. 65. Hü­ seyin Paşa 1776'da doğmuş ve Bender civarında yeniçerilere katılmıştı. Sırbistan'daki yenilgilerden sonra 1849'da öldü. 5. Bu sadece XVI. yüzyıl ortalarından beri doğruydu. Daha önce kendisi sadece İstanbul müftüsüydü. 6. B. Lewis, The Emergence of Modern Turkey, Oxford, 1961, s. 78.28 mayıs 1826 tarihli hattı şerif aynı zamanda Hıristiyanların ve yabancı­ ların subay olmasını yasaklamıştı. 7. Assad Efendi, Historiographer of the Empire, s. 91-95; ve M. Ho­ ward, War in European History, Oxford, 1976, s. 54. Ateş gücü için eği­ tim şarttır, bkz. Howardin Osmank askerî gücünün çöküşüyle ilgili yaptığı atıf. s. 75a. S. Lewis'e göre, The Emergence of Modern Turkey, s. 78, Mahmud yeniçerilerin ikna olacağını sanmıyordu. 9. İ. H. Uzunçarşılı, Osmanh Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1945, s. 250 ve devamı. Sancakı şerif, siyah renkte olup üstü yeşil örtü­ lüydü. Aslı daima sultanın yamndaydı, ancak aslının bir parçasından yapılmış iki tane daha vardı; bunlardan biri seraskerin beraberindeydi, diğeri ise Hazine'de saklanırdı. 10. Jonquiere, L'Histoire de l'Empire Ottoman, s. 418. Beyazıt Camii'ni de işgal etmişler ve Hipodrom'a giden yolları kapatmışlardı. 11. C. G. Addison, Damascus and Palmyra-A fourney to the East, Londra, 1838, c. I, s. 201. 12. Aynı zamanda vakvak ağacı adıyla anılırdı, (ç.n.) 13. MacFarlane, Constantinople in 1828, s. 321. Aynı zamanda bkz. İsmail Kemal Bey, The Memoirs, haz. 5. Storey, Londra, 1920, s. 201. 14. M. Cezar, "Osmanlı Devrinde İstanbul Yapılarında Tahribat Yapan Yangınlar ve Tabiî Afetler" Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İnce­ lemeleri, İstanbul, 1963, s. 370; ve R. Y. Ebied ve M. J. L Young, A Nineteenth-Ceniury Arabic Survey of the Ottoman Dynasty, Leiden, 1976, s. 270. Söylendiğine göre yeniçerilerin karıları 1826 katliamından sonra İstanbul'da büyük bir yangın çıkarmışlardı. SONSÖZ 1. "Uyan Padişahım" dizesiyle Kırım Savaşina kadar geçen süre­ de hükümdarı uyarmaya çalışmış ozanların eski yeniçeriler olup olma­ dığı bilinmiyor. (Nermin Menemencioğlu'ndan şifahen.) 275 2. H. A. R. Gibb ve H. Bowen, Islamic Society and the West, Oxford, 1950, c. 1, bolum 2, s. 197. 3. B. Lewis, The Emergence of Modern Turkey, Oxford, 1961, s. 123, Amiral Slade'den ahnh. 277 (A-B) Yeniçeriler tarafından XVI. y / d a kullanılan meşin sadaklar. (C) XVIII. y / d a kısa menzilli okların konulduğu sadak. (Askerî Müze, İstanbul) Osmanlı ordugâh düzeni. 278 6 5 "# 48 t) 21 "1 \ i 24 so 68 25B 34B 48 B X AA i 31 40 53 "1 • A "m "* i \ 16 33 »t <? 7S 93^^ 15 13 39 38 63 63 8 94 66 afifi x 66 û 76 79 î 46 55 57 D "a. 72 80 82 > "i t O m V-J 1 "i 92 oo (Uf »i "o e X i "* • •• "t © I Î i W * 51 \ T I Tf 7B BB * 99 11B 2B 10D 101 15B 19B^ 23 B 33B 4B 27 B 2BB 298 308 . 31B 37B 38B 4QB İ.1B 42B 44B^ 46B 5 0 B ^ S2B 53B 54 B 5ĞB 57B 58 B Yeniçeri Ocağı'nı oluşturan ortaların sancak işaretlen. 1-101 numaralı sancak işaretleri cemaat ortalarına, 2B-58B numaralı sancak işaretleri ise bölük orta­ larına aittir. 279 Yeniçeri ağası. 280 Şeyhülislam. (Sotheby's) 281 Tam teçhizatlı bir yeniçeri ağası. (Sotheby's) 282 Sultanı korumakla görevli bir solak. (Jacques de Hay, Maggs) 283 Mehteran. 284 Aşçıbaşı. [Jacques de Hay, Maggsf 285 Bir yeniçeri. (Jacques de Hay, Maggs) 286 Yeniçeri olmaya hazırlanan acemi oğlanları silah taliminde. 287 288 1522'deki Rodos Kuşatması'nı tasvir eden bir minyatür. 289 İçkili bir adamın yeniçeriler tarafından halk önünde falakaya yat,rı!masın, an­ latan minyatür. 290 291 (A-B) XVI. yy'do kullanılan Osmanlı zırhlan. |C) XV. y y ' a ait piyade zırhı. (D) XVII.-XVIII. yy'larda piyadenin ve süvarilerin kullandığı kolçak. (E) XVI.XVII. yy'larda kullanılan omuzluk. |F} Hançer, (G) Süvari kılıcı. (H) Yatağan. [I) Kavaltüfeği. (J) Kafkas filintası. (K) Türk Filintası. (L) Osmanlı tabancası. (M) Arnavut tabancası. (N) Kafkas barutluğu. (O) Kürt barutluğu. |P) Osmanlı ba­ rutluğu. |R) Hersek savaş baltası. (S) Osmanlı tören baltası. (T) Osmanlı gönder­ il tırpanı. (U) Yeniçeri savaş baltası. (V) Osmanlı hançeri. (Y) Arnavut hançeri. 292 235 TEŞEKKÜR ! Yeniçeriler hakkında uzun süre alan çakşmalarırna gösterdik­ leri sabır ve teşviklerden dolayı aileme ve dostlarıma teşekkürü borç bilmekteyim. Pepys Library sorumlusu Dr. Richard Luckett'a, Sotheby's'ten Prof. John Carswell'e, resimlerle ilgili yardımlarından dolayı Magg' den Hugh Bert ve Graeme Gardiner'e, metinleri özen­ le gözden geçiren Jana Gough ile yayıma André Gaspard'a teşek­ kürlerimi beUrtmek isterim. Aynca büyük Osmank mimarîsinin belkemiğmi oluşturan yeniçerilere şükran hisleriyle doluyum. Süleymaniye Camk, onların yaşamakta olan anıtıdır. K A Y N A K Ç A Kısaltmalar: Bİ Encyclopaedia of İslam İJMES international fournal of Middle East Studies JESHO fournal of Economic and Social History of the Orient fRAS fournal of the Royal Asiatic Society SEHME Studies in the Economic History of the Middle East Abbot, G. F., Under the Turk in Constantinople, Londra, 1920. Addison, C. G., Damascus and Palmyra-A journey to the East, c. 1, Lond­ ra, 1838. Ahmed Cevad bkz. Djevad Bey. Ahmet Refik, Istanbul Hayatı, 4 cilt, İstanbul, 1930-1935. Alderson, A. D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Oxford, 1956. Allen, W. E. D., Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century, Lond­ ra, 1963. And, M., A History of the Theatre and Popular Entertainment in Turkey, Ankara, 1963. Arnakis, G. G., The Early Ottomans, Atina, 1947. "Futuwwa Traditions in the Ottoman Empire", Journal of Middle East Studies, 4, ekim 1953. Assad (Esad) Efendi, Historiographer of Empire, çev. P. A. Coussin de Perceval, Paris, 1833. Atis, İ. H., The History of the Mehter Military Band, Istanbul, 1964. Ayalon, D. A., he Livre de la Coronne, Paris, 1954. Gunpowder and Firearms in the Mamluk Kingdom, Leiden, 1956. Outsiders in the Lands of İslam: Mamluks, Mongols and Eunuchs, Londra, 1988. Ayverdi, R. H., Avrupa'da Osmanlı Mimari Eserleri, Rumaniye: Macaris­ tan, c. 1, kitap 1-2, İstanbul, 1978. 296 Babinger, F., "Rami Muhammed Pasha", Et, V, 1936. Mehmet II le Conquérant el son Temps, Paris, 1954. Baer, G "The Administrative, Economie and Social Function's of the Turkish Guilds", İJMES, 1, 1970. Barbara, N., Diary of the Siege of Constantinople, 1453, çev. T. R. Jones, New York, 1969. Battuta, İbn, The Travels ofîbn Battuta, haz. H. A. R. Gibb, 2 cilt, Camb­ ridge, 1962. Beldiceanu-Steinherr, İ-, Recherches sur les Actes des Règnes des Sultans Osman, Orhan et Murad I, Münih, 1967. "Le Règne de Selim I", Turcica, V, Paris, 1975. Bent, J. T. (haz.), Early Voyages and Travels in the Levant, II. Extracts from the Diaries of Dr John Covel, 1670-1679, Londra, 1893. bkz. aynı za­ manda Dallam. Bertelé, T., İl Palazzo degli Ambasciatori di Venezia a Costantinopoli, Bolog­ na, 1937-1939. Bertrandon de la Broquière, Le Voyage d'Outremer, haz. C. Schefer, Pa­ ris, 1892. Binney, E., "A Lost Manuscript of Mehmet III", 5th Congress of Turkish Art, Ankara. Birge, J. K., The Bektashi Order of Dervisches, Londra, 1937. Blount, FÏ., "A Voyage into the Levant, 1634", haz. Pinkerton, A Gene­ ral Collection, c. 10, Londra, 1918. Bon, O., Descrizione del Seraglio del Gran Signore, Venedik, 1865. Bowen, H., "Acemioğlan", Eİ, Leiden, I960. Burian, O., The Letters of Lello, Third English Ambassador to the Sublime Porte, Ankara, 1952. Busbecq, O- G., Turkish Letters of Ogier Ghiselin de Busbequius, çev. E. S. Forster, Oxford, 1927. Cacavelas, }., Hieremias (Kakabolus), Londra, 1927. Cahen, C., Pre-Ottoman Turkey, Londra, 1968. "Note sur l'Esclavage Musulman et le Devshirme Ottoman", fESHO, XIII, 1970. Careri, G. F- G., îndian Travels of Thevenot, 3 cilt, Yeni Delhi, 1949. Cambridge History of islamic Lands, c. I: The Central islamic Lands, Cambridge, 1970. Carney, T. F. bkz. Vasdravellis. Carpini, "The Voyage of Friar John of Pian de Carpini, 1245-1247", haz. M. Komroff, Contemporaries of Marco Polo, New York, 1928. Cezar, M., "Osmanlı Devrinde Istanbul Yapılarında Tahribat Yapan Yangınlar ve Tabiî Afetler", Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İnceleme­ leri, İstanbul, 1963. Chandler, R., Voyages dans l'Asie Mineure et en Grèce, Paris, 1606. Clavijo, R. G. de, Embassy to Tamerlaine, 1403-1406, Londra, 1925. v 297 Colton, W., A Visit to Constantinople and Athens, New York, 1936. Coussin de Perceval, P. A. bkz. Assad. Covel, Dr John bkz. Bent. Cvetkova, B., "Sur Certaines Réformes du Régime Foncier au Temps de Mehmet II", JESHO, 6,1963. "Les Celep et leur Rôle dans la Vie Économique des Balkans à l'Époque Ottomane (XVe-XVIIIe Siècle)", M. A. Cook, SEHME, Londra, 1970. Dallam, T., "The Diary of Master Thomas Dallam, 1599-1600", Early Vo­ yages and Travels in the Levant, II. Extracts from the Diaries of Dr John Covel, 1670-1679, haz. J. T. Bent, Londra, 1893. Dames, Longworth, "The Portuguese and Turks in the Indian Ocean in the Sixteenth Century", JRAS, I. kısım, Londra, 1921. Djevad Bey (Ahmed Cevad), État Militaire Ottoman depuis la Fondation de l'Empire jusqu'à Nos Jours, Istanbul/Paris, 1882. Ebied, R. Y. ve Young, M. J. L., A Nineteenth-Century Arabie Survey of the Ottoman Dynasty, Leiden, 1976. Edib, R., Conflict of East and West in Turkey, Lahor, 1963. Esad bkz. Assad. Evliya Çelebi Efendi, Narrative, çev. J. von Hammer-Purgstall, Londra, 1846. Faroqhi, S., "The Tekke of Haçi Bektaş: Social Positions in Economic Activities", ÎJMES, 7, nisan 1976. Finkel, C , The Administration of Warfare: the Ottoman Military Campaigns in Hungary, 1593-1606, Doğulu müşteriler için Wiener Zeitschrift'In eki, Viyana, Virgö, 1988. Finlay, C. V., "The Foundation of the Ottoman Foreign Ministry", ÎJ­ MES, 3, 1972. Fisher, N., The Foreign Relations of Turkey, U81-1512, Urbana, 1948. Tlıe Middle East, a History, New York, 1959. Fleischer, C. H., Bureaucrat and intellectual in the Ottoman Empire, Prin­ ceton, 1986. Fonblanque, E. B. de, Lives of the Lords Strangford, Londra, 1877. Forbes, N., A History of Serbia, Oxford, 1915. Fox, haz. A. C. Wood, "The Journey to and from Constantinople of Mr. Harrie Cavendish, 1589", Camden Miscellany, XVII, Camden 3. dizisi, Londra, 1940. Frye, R. N., Bukhara, the Medieval Achievement, Oklahoma, 1965. Galland, A., Journal d'Antoine Galland pendant son Séjour à Constantinop­ le, 1672-3, ilaveler C Schefer, Paris, 1881. Gent, B., "The Warning of Ibrahim Pasha of Buda", JRAS, XXI, ekim 1934. Geuffroy, F. A., Briefoe de la Cour du Grand Turc, Paris, 1563. Gibb, H. A. R., "Lutfi Pasha in the Ottoman Caliphate", Oriens, 15,1962. 298 and Bowen, H Islamic Society and the West, c. 1,1, ve II. bölümler, Oxford, 1950. Gökbilgin, M. T., "Ibrahim", Eİ, III, 1965. Goodwin, F. G., A History of Ottoman Architecture, Londra, 1971. Sinan: Ottoman Architecture and its Values Today, Londra, 1993. Grenville, H., Observations sur l'État Actuel de l'Empire Ottoman, haz. A. S. Ehrenkramz, Michigan, 1965. Hammer-Furgstall, J. von, Histoire de l'Empire Ottoman, 18 cilt, Viyana, 1827-1835. Heyd, U., Documents on Palestine, 1552-1615, Oxford, 1960. Heyd, W., Histoire du Commerce du Levant au Moyen-Age, 2 cilt, Leipzig, 1936. Holt, P. M., Egypt and the Fertile Crescent, 1516-1923, New York, 1966. Hookham, H., Tamberlaine the Conqueror, Londra, 1962. Howard, M., War in European History, Oxford, 1976. İnalcık, H., Studies and Documents in the Reign of Mehmed the Conqueror, Ankara, 1954 (Türkçe). "Bursa and the Commerce of the Levanf, fESHO, III, 2,1960, s. 130-158. "Gedik Ahmad Pasha", £7,1, 1960. "Bayezid I", El, 2. baskı, V, 1, 1965. The Ottoman Empire, Londra, 1973. "Murad II", İslam Ansiklopedisi, VIII, s. 589-615. "Ottoman Methods of Conquest", Studia islámica, V, ii, s. 103-129. The Policy of Mehmet II towards the Greek Population of İstanbul, Dum­ barton Oaks Papers, no: 23, 1969-1970. İorga, N., Les Châteaux Occidentaux en Roumanie, Bükreş, 1929. İrvine, W., The Army of the Indian Moghuls, its Organisation and Administ­ ration, Yeni Delhi, 1962. İskender, Kai Ka'us İbn, A Mirror for Princes (Kabusname), çev. R. Levy, Londra, 1957. Ismail Kemal Bey, The Memoirs of, haz. S. Storey, Londra, 1920. Jackson, J., fourney from İndia towards England in the Year 1797, Londra, 1799. Jennings, R., "Urban Population in Anatolia in the 16th Century", İJMES, 7,1976. Jonquière, Vicomte de la, L'Histoire de l'Empire Ottoman, Paris, 1911. Kissling, H. J., Sah îsma'il et la Nouvelle Route des Indes, Paris, 1964. Klopsteg, P. E., The Construction and Use of the Composite Bow by the Turks, Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi, İstanbul, tarih belirtilmemiş. Koçu, R. E., Yeniçeriler, İstanbul, 1964. Komroff, M. (haz.) bkz. Carpini. Kortepeter, C. M., Ottoman imperialism during the Reformation, New York, 1972. ve Renda, G., Transformation of Turkish Culture, New York, 1987. v 299 Kovacevic, E., "Jedan, Dokumenat o Dersirme", Prilozi, 22, Saraybosna, 1976. Kramers, J. H., "Murad II", Eİ, III, 1936. "Bayraktar Mustafa Pasha", Eİ, IV, 1936. "Osman II" Eİ, IV, 1936. "Selim I", Eİ, IV, 1936. "Süleyman II", Eİ, IV, 1936. Kunt, İ. M., "Kulların Kulları", Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, III, İstanbul, 1975. The Sultan's Servants: The Transformation of Ottoman Provincial Govern­ ment, 1550-1560, Columbia, 1983. Lapidus, İ. M., Moslem Cities in the Later Middle Ages, Cambridge, 1967. Le Chevalier, J. B., Voyage de la Propontine et du Pont-Euxin, Paris, 1800. Lestrange, A., Don fuan of Persia, New York, 1928. Levy, R. (çev.) bkz. İskender. Lewis, B., The Emergence of Modern Turkey, Oxford, 1961. İslam from the Prophet Muhammad to the Capture of Constantinople, 2 cilt, New York, 1974. Lybyer, A. H., The Govenment of the Ottoman Empire in the Time of Süley­ man the Magnificent, Harvard, 1913. MacFarlane, C , Constantinople in 1828, Londra, 1829. Mantran, R., "Ahmet II", Eİ, I, I960: "Hadım Ali Pasha", Eİ, 1, 1960. İstanbul dans la Seconde Moitié du XVIÎe Siècle, Paris, 1940. Marsigli, Comte L. F. de, Stato Militare dell'İmpero Ottomano, The Hague, 1732. Maurand, J., itinéraire à'Antïbes à Constantinople, 1544, çev. L. Daez, Pa­ ris, 1901. Melikoff, İ., "Bayezit II et Venise", Turcica, I, Paris, 1969. Ménage, V., "The Memoirs of an Ottoman Secret Agent in France in 1486", /RAS, kısım 3-4,1965. "Devshirme", El, II, 1965. Menemencioğlu, N., The Penguin Book of Turkish Verse, Harmondsworth, 1978. Mihailoviç, K., Memoirs of a fanissary, çev. B. Stolz, S. Soucek'in notları, Ann Arbor, 1975. Miller, B., The Palace School of Muhammad the Conqueror, Cambridge, 1941. Montagu, Lady Mary Wortley, Letters, haz. R. Halsband, Londra, 1968. Motraye, A. de la, Travels in Europe, Asia, and in Parts of Africa, 3 cilt, Londra, 1723-1732. Muhammad ibn Ahmed ibn İyas, An Account of the Ottoman Conquest of Egypt in tlie Year AH 922 (AD 1516), çev. W. H. Salmon, c. ILL Doğu Dil­ leri Çeviri Fonu, yeni seri XXV, Asya Krakyet Topluluğu, Londra, 1921. Munson, W. D., The Last Crusade, Dubuque, 1969. 300 Murphey, Rhoads, "The Functioning of the Ottoman Army under Mu¬ rad IV (1623-1639/1032-1049)", 3 cilt, Chicago, 1979. Necipoğlu, G., Architecture, Ceremonial and Power, the Topkapi Palace in the 15th and 16th Centuries, Massachusetts, 1991. Nicolay, Nicolas de, Navigations and Voyages, Londra, 1586. Olson, R. W., The Siege of Mosul and Ottoman-Persian Relations, 1718¬ 1743, İndiana, 1973. Oman, C. W. C , The Art of War in the Middle Ages, Cornell, 1953. Palmer, J. A. B., "The Origins of the Janissaries", Bulletin of the Rylands Library, XXXV, 1953, s. 448-491. Parry, V. J., "Bayazid II", EÏ, II, 1965. "Davud Pasha", El, II, 1965. "Materials of War in the Ottoman Empire", SEHME, 1970. Perry, C , A View of the Levant, particularly of Constantinople, Syria, Egypt and Greece, Londra, 1743. Pinkerton (haz.) bkz. Blount. Pitcher, D. E., A Historical Geography of the Ottoman Empire, Leiden, 1972. Plumb, J. H., The Penguin Book of the Renaissance, Harmondsworth, 1964. Purchas, S., His Pilgrimage... (ilk baskı Londra, 1613), 20 cilt, Hakluytas Posthumus, Glasgow, 1905-1907. Ramberti, B., "Libro Tre delle Cose di Turchi" in Viaggi, Venedik, 1543. Reed, H. H., "Hüseyn Pasha", Eİ, IV, 1965. Refik bkz. Ahmet Refik. Repp, R. C , "Köprülü", Eİ, III, 1980. The Mufti of İstanbul, Oxford, 1986. Rosedale, H. G., Queen Elizabeth and the Levant Company, Londra, 1904. Roux, J. P., La Mort chez les Peuples Altai'iques Anciens et Médiévaux, Pa­ ris, 1963. Rycault, Sir P., The History of the Turkish Empire, 1623-1677, Londra, 1680. Sahüloğlu, H., "Sivis Year Crises in the Ottoman Empire", SEHME, 1970. Salignac, G. de Gortaut Biron, Baron de, Ambassade en Turquie, 1605¬ 1610, Paris/Auch, 1888. Salmon, W. H., An Account of the Ottoman Conquest of Egypt in the Year AH 922 (AD 1516), Asya Kraliyet Topluluğu, Londra, 1921. Sanderson, J., The Travels of..., haz. E. S. Forster, Londra, 1931. Sandys, G., Travels (1610), 5. baskı, Londra, 1652. Scanlon, G. T., A Muslim Manual of War: Tafrij al-Kurub fi Tadbir aLHurub, "Umar ibn İbrahim al-Awsı aUAnsari, flor. 1400 (Prisoner of Timur) tarafından Kahire, 1961. Schacht, J., An introduction to islamic Law, Oxford, 1964. Schiltberger, J., The Bondage and Travels of f. Schiltberger in Europe, Asia and Africa, 1396-1427, çev. K. F. Neumann, P. Bruun'un notları, J. B. Telfer (Hakluyt Topluluğu), Londra, 1897. Schuyler, E. ve Wheeler, G., Turkestan, New York, 1966. 301 Schütz, E., An Armeno-Kipchik Chronicle on the Polish-Turkish Wars in 1620-1621, Budapeşte, 1968. Shaw, S. J. ve Shaw, E. K., "Selim III and the Ottoman Navy", Turcica, I, Paris, 1969. History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Illinois, 1974. Skilliter, S., "Catherine de Medici's Turkish Ladies-in-Waiting", Turci­ ca, VII, Paris, 1975. Skrine, P. H. ve Denison Ross, E., The Heart of Asia, Londra, 1959. Slade, A., Records of Travels in Turkey, 2 cilt, Londra, 1933. Sonyel, D. S. R., "The Protégé System in the Ottoman Empire and its Abuses", Belletin, LV, Ankara, ocak 1991. Spandugino, T., "Délie Origini degli ïmperatori Ottomani", SATHAS, yayımlanmamış dokümanlar, IX, Paris, 1899. "La Cronaca İtaliana di Theodore Spandugino", C. Villain-Grandossi, La Méditerranée aux XITXVIe Siècles, Londra, 1983. Storey, S. (haz.) bkz. İsmail Kemal Bey. Stripling, G. W. F., The Ottoman Turks and the Arabs, Londra, 1942. Tenenti, A., Piracy and the Decline of Venice, 1580-1615, Londra, 1967. Tietze, A., Mustafa 'Ah's Counsel for Sultans, 1581.2 cilt, Viyana, 1982. Tort, Baron de, Memoirs of..., 4 bölüm, Amsterdam, 1785. Turan, O., "Anatolia in the Period of the Seljuks and Beyliks", Cambridge History of İslam, Cambridge, 1970. Turkish Art, 5th Congress of, Budapeşte, 1976. Urquhart, D., The Spirit of the East, 2 cilt, Londra, 1838. Pillars of Hercules, Londra, 1848. Uzunçarşılı, İ. H, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1945. Vambery, A., Travels and Adventures of the Turkish Admiral, Sidi Ali Reis, during the Years 1553-1556, Londra, 1S65. Vandal,. A., Les Voyages du Marquis de Nointal, 1670-1680 , Paris, 1900. Vasdravellis, J., Piracy on the Mediterranean Coast, çev. T. F. Carney, Se­ lanik, 1970. Vassif Efendi (Ahmed Vasıf Efendi), Précis Historique de la Guerre des Turcs contre les Russes, depuis l'Année 1769 jusqu'à l'Année 1774, Tiré des Annales de Vassif Efendi par P. A. Coussin de Perceval, Paris, tarih belirtilmemiş. Vaughan, D. M., Europe and the Turk, Liverpool, 1954. Vryonis Jnr., S., The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of İslamization from the Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley, 1971. Wittek, P., The Rise of the Ottoman Empire, Londra, 1938. Wood, A. C. (haz.) bkz. Fox. Woodhead, C , Ta'liki-Zade's Şehname-i Hümayun: A History of the Otto­ man Campaign into Hungary, 1593-1594, Freiburg, 1983. Wortley Montagu bkz. Montagu. D İ Z İ N A Alaeddin Paşa 25, 63 Abaza Mehmed Paşa 170-172,177 Alaeddirı, Aceh sultanı 81 Abdi Paşa 203 Alay Köşkü 224 Abdullah Mehmed 249 Albuquerque dükü 109,129 Abdullah Paşa 206, 209 Alemdar Mustafa Paşa 218, 219, 222¬ Abdurrahman Efendi 239, 240 225 Abdülhamid I 213, 214, 245 Ali Bey 118 Abdülhamid I I 5 6 Ali Paşa, sadrazam 127, 161, 213 Abukır Körfezi 217 Altın Kapı 95 Adakale 97, 110 Altın Yol 223 Adapazarı 82 Amasya 23, 101, 123, 130, 138, 154, Addison, Charles 242, 248 Aden 138 Adrianopolis bkz. Edirne 177, 248 Amcazade Hüseyin Paşa bkz. Koprülü2ade Amcazade Hüseyin Paşa Adriyatik 28, 93 Amerika 200 Afvonkarahisar 127 Anadolu 11, 15, 17-22, 26, 27, 31, 34, Ağa Hüseyin Paşa 227, 228, 232, 233, 238, 240, 241, 243-245 35, 39, 40, 42, 53, 56, 59, 63, 66, 67, 78, 79, 82, 8S, 101,104,118,123-127, Ağımas (Mimarsinanköy) 36 129, 169, 182, 184, 198, 202, 204, Ahırkapı 53 210, 214, 217,219, 226, 228, 246, 248 Ahmed Ağa 174 Ancona 28 Ahmed Bey (Evrenosoğlu) 61 Ankara 23, 32, 44, 46, 118,120,127 Ahmed 1164-166 Antalya 81 Ahmed II190, 191, 198 Arabistan 129, 162 Ahmed III 35, 105, 191, 195, 197-200, Arbuthnott, Amiral 219 202-206, 209, 221 Arnavutlar 40, 42, 111, 216 Ahmed bin Tolun 44 Arslan H a n 18 Ahmed Paşa, komutan 195 Astrahan 156 Ahmed Paşa, R u m 136 A s y a 17-19, 40, 52, 75, 84, 89, 94, 129, Ahmed, şehzade 166 138, 151, 152,155, 158, 202, 245 Ainslie, Sir Robert 83 Atatürk 158, 220, 246 Akdeniz 32,107,110,111,134,138,209 Athos Dağı 19 Aksaray 74 Atina 33, 188 304 Atmeydanı bkz. Hipodrom Avrupa 11,15, 25, 28, 32,41, 52, 78, 93, Beyoğlu 68 Bitlis 129 96, 120,124, 129,139,151,153,155, Bizanslılar 25, 27, 121 160, 162, 174, 178, 180, 183, 186, Blount, Henry 87, 93 207,209,217,219,227,233 Avusturya 33, 99, 125, 166, 191, 210, 214, 217 Boetti, Giovanni Battista 214 Bogomiller 27 Boğaziçi 120, 128, 177, 201, 202, 207, Ayas Paşa 45, 46, 101,131 208, 213, 220, 221, 228, 232 Aynalıkavak 156, 214 Bohemya 140 Azak 156, 214 Bonneval, Kont Alexandre de bkz, Azerbaycan! 30, 152 Humbaraa Ahmed Paşa Bosna 28, 34, 35, 42, 100, 141,142, 209 B Budin 82, 99, 100, 122, 148, 149, 151, Baba Cafer 101 152, 188 Babaeski 218 Buhara 18 Baba Zünnun 152 Bulgaristan 28, 78 Babıhümayun 45, 50, 123, 206, 222, Burgaz 165 240, 245 Bursa 15, 23, 24, 25, 29, 38, 44, 55, 57, Babürşah 81 108, 116, 118, 123-125, 127, 159, Bağdat 45, 62, 85, 126, 160, 171, 175, 181, 207, 213 Bakras 95, 139 165, 174, 227, 228 Busbecq, O. G 154, 158 Büyük Yekaterina 209, 214 Balat 103 Bali Bey 140, 141, 143-146 C Balkanlar 15, 26, 27, 29, 33-36, 38-40, Cafer Ağa 46,108 53, 54, 63, 67, 68, 79, 93, 95, 96,126, Calabria 109 137, 138, 140, 149, 159, 161, 186, Cavendish Lord Henry 93, 104 202, 215, 216, 226 Cem Sultan 23 Banja Luka 210 Cengiz Han 19 Barbaro, Nicolo 120 Cenova 43, 47 Barbarossa bkz. Hayreddin Barbaros Cervantes 109 Paşa Bayezid I, Yıldırım 27, 44, 57,116 Bayezid II 23, 46, 47, 61,106, 107, 122, 124, 125, 127, 131, 137, 159 Bayezid Paşa 23 Cezayir 107, 110 Chandler, Richard 92 Charles V 139 Cháteauneuf 192, 193 Cigalazade Yusuf Sinan Paşa 109,163, 164 Bayezid, rV. Murad'm kardeşi 175 Bayezid, Kanunî'nin oğlu 164 Cihangir 104, 155 Bekir Paşa 217 Clemens VII166 Bektaşî 27, 74, 90, 106, 157-160, 242, Colton, Papaz. W. 49 245, 246, 248 Covel, Dr. John 52, 53, 76 Belgrad 78, Sİ, 82, 87, 105, 110, 122, 140, 141, 148, 149, 18S, 190, 191, ç 216, 217 Çaldıran 130-132 Benderli Mehmed Selim Paşa 227 Çanakkale 38, 95,192, 212, 218, 219 Beşiktaş 103, 239, 245 Çandarlı Ali Paşa 44 Beyazıt Camii 72,171, 240, 241 Çandarlı Halil Paşa 115 305 Çandarh İbrahim Paşa 61 Elbistan 131,132, 159, 164 Çandarh Kara Halil Paşa 25, 29 Elizabeth 1163 Çelebi Mustafa 221 Elmalı 17,159 Çerkez Kasım Paşa 156 Enderun 30, 35-38, 41, 42, 44^8, 50, Çeşme 112, 215 51, 53, 61,110,123,128,197, 209 Çin 19, 76 Eretna 17 Çorlu 128, 218 Erivan 45, 85, 175, 200 Çorlulu A l i Paşa 197,198 Emest von Habsburg, arşidük 100 Erzurum 87,130,165, 170-172, 214 D Esad Efendi 235, 243 Dallam, Thomas 155 Eski Odalar 39, 73, 74, 75, 102, 103, Dalmaçya 126 243, 245 Daltaban Paşa 194 Eski Saray 39, 101, 168, 244, 246 Damat İbrahim Paşa 136, 137,198 Essek 142 Dandolo, Doge Enrico 122 Estergon 98 Dante 161 Ermeydanı 74, 160, 203, 235, 237, 241¬ Davud Ağa 235, 244 Davud Ağa, mimar 88 243 Eugene, Savoie prensi 96, 191, 193, Davud Paşa, sadrazam 126, 168-170 198, 209 Davutpaşa Kışlası 234, 235 Evliya Çelebi 35, 37,40,178 Deli Hasan 165 Evrenos Bey 25 Demirkapı 97,110 Eyüp 161, 199, 242 Denizli 92 Devlet Giray Han 156 F Dimetoka 128, 159 Fatih Camii 172,174, 206 Divriği 11, 17 Fatih Sultan Mehmed bkz. Mehmed II Diyarbakır 126,131, 138,152, 171, 209 Ferhad Paşa 88, 99, 100 Doğubeyazıt 177 Ferhad Paşa, Macaristan beylerbeyi Don Juan, Avusturyalı 109,153 98, 151 Dordogne 207 Feyzullah Efendi 194, 195,197 Doria, Andrea, amiral 107 Filibe 61, 87, 140, 224 Drakula bkz. Vlad III Firuz Bey 126 Drava Nehri 140,142,143 Flanders 80 Duckworth, amiral 219 Folard Şövalyesi 209 Dulkadiroğulları 131, 159 François I 69, 107, 139 Dürzî 135 Fransa 38, 75, 153, 188, 192, 193, 199, E Franz Joseph 33 200, 207 Ebu Seyyid Efendi 181 Ebussuud 25, 59, 61 G Edirne (Adrianopolis) 11, 28, 29, 37¬ Galata 38, 39, 68, 75, 90, 101, 107, 212, 39, 44, 47, 54, 61, 63, 77, 88, 90, 93, 240, 242, 244 105, 115, 117, 127, 137, 140, 161, Galata Köprüsü 39 183, 188, 190-193, 195, 218, 245 Eflak 34, 87, 125, 140 Ege Denizi 112, 126 ' Elbe 108 Galata Kulesi 94,101 Galatasaray Lisesi 37,38,44,51,197,198 Galib Paşa 227 Galland, Antoine 54, 73, 74, 76, 91 306 Gallitzin 189 Hekimoğlu A l i Paşa 207, 209, 210 Gama, Vasco da 129 Henry V I I 29 Gazanfer Ağa 163 Henry VIII 95 Gazze 134 Hersek 28 Gedik Ahmed Paşa 124,125 Hersekoğlu Ahmed Paşa 125 Gelibolu 26, 38, 95, 106-108, 111, 117, Hezarpare Ahmed Paşa 181 140, 149 Hıristiyanlık 18, 21, 27 Geuffroy, Antoine 151 Hildburghausen 209, 210 Giglio 108 Hill, Dr. Alban 108 Giray H a n 19, 57 Hindistan 76, 129,153 Giurgîu Kalesi 96 Hint Okyanusu 109,129, 132 Glabas, İsidorios 26 Hipodrom (Atmeydanı) 37, 240 Göksu 222 Horasan 158 Grenville, Henry 73,111 Hoşap Kalesi 96 Gribeauval 153 Hotin 167 Gülhisar 92 Humbaracı Ahmed Paşa (Kont Alex­ Güzelce Kasım Paşa 139 andre Bonneval) 207 Güzelce Mahmud Paşa 164 Hussey, William 191, 192 Gyllius, Pierre Gilles 69 Hürrem Paşa 152 Hüseyin Paşa, beylerbeyi 152,164 H Hüseyin Paşa, yeniçeri ağası 168 Habsburglar 97 Hüsrev Bey 142 Hacı A l i 222 Hüsrev Paşa 152, 172, 173 Hacı Bektaş 71, 159, 220, 245, 247 Hz. Muhammed bkz. Muhammed, H z . Hacıbektaş 248 Hacı Çelebi 124 I Hadramut 96 Iriğ Kalesi 141 Hafız Paşa 171, 173 Hakkâri 96 Halep 60, 132-134, 136, 138, 139, 161, 182, 183, 202 Haliç 38, 50, 71, 80, 83, 101-103, 107, 110,112,199, 212, 235, 239, 241 Halil Paşa 117 İbn Battuta 17, 20, 22, 23 İbrahim Ağa (Cehhennem) 241, 242 İbrahim Ağa, aşçıbaşı 232 İbrahim Efendi 203 İbrahim 138, 17S Halkapınar 140 İbrahim Paşa Sarayı 37-39, 49, 75 Hanstein, E m s t Wilhelm von 191 İbrahim Paşa, sadrazam 153, 154 Harbord, William 192 İbrahim Seyyid Efendi 235, 236 Hasan, yeniçeri ağası 122 îbşir Paşa 178 Hasan Ağa 122 İdris Han 129 Hasan Paşa, h a n 232 înebahtı 146, 153, 156, 166 Hasan Paşa, kaptanpaşa 112 İnegöl 125, 245 Hasan Paşa, sadrazam 163 İngiltere 95,115, 180 Hatice Turhan Sultan 180 İnnocentıus VIII124 Hayreddin Paşa (Barbarossa) bkz. İpek Yolu 129, 155, 156 Barbaros Hayreddin Paşa İran 19,21,40,43,44, 63, 66,67, 8S, 103, Hazar Denizi 19, 200 109,126,127,129,130,135,138,153, Hebdomon 95 156,162,164,166,171,193,200, 201, 307 202, 205-207, 209, 210, 214 Karagöz Paşa 101,126,127 İsa 152 Karahisar 138 İsa Paşa 126 Karakuş 17,18 İshale Bey 112, 215 Karaman Beyliği 120 İshak Paşa 61,118,124,125 Karamanlı Mehmed Paşa 123 İskender Çelebi 46 Karamanoğulları 177 İskenderoğlu ailesi 118 Karamürsel 176 İskenderun 95, 202 Karesi 25 İslamiyet 22, 23, 25, 27, 28, 30, 33, 34, Karayazıa Paşa 164, 165 37, 55-57, 68,109,119,162, 214, 221 Karayorgi 217 İsmail el-Azam Paşa 211 Karlofçal94, 202 İsmail Paşa 192 Karmatîler 22 İsmail, İran şahı 21, 126, 127, 129, 130 Kars 17 İsmail, Şah 159 Kasım Paşa 45, 46, 136, 139, 156 İspanya 82,109, 134, 139, 192 Kasımpaşa 50, 242 İstanbul 21, 26, 27, 29, 36, 37, 44, 45, Kastamonu 84 49, 54, 56, 59, 60, 62, 63, 66, 67, 69, Katalan 25, 82 73, 76, 87, 88, 91, 93, 94, 98-101, Kayseri 127, 138,139,151,171, 248 104-109,111,124, 127-129, 134-136, Kazaklar 156,186 147-149, 154, 157, 160, 162, 167, Kazancı Doğan Ağa 119 169,170,172-174,177,178,182-185, Kazıklı Voyvoda bkz. Vlad m 187, Kemal Bey 245 193, 197-199, 202, 208, 211, 214, 215, 218-220, 222, 227-229, 231, 235, 238, 242-244, 248, 249 Kemalpaşazade 61, 76, 137, 138, 140, 148, 152 İtalya 82, 95, 106, 124,153 Kıbrıs 135, 210, 238 îvan ITI156 Kıbrıslı Mehmed E m i n Paşa 238, 239, İzmir 171, 205, 214 İzmit 39, 67,174, 245 245 Kılıç A l i Paşa 109 İznik 23, 45, 71, 96, 174,199 Kırım 19, 57, 67,127,128,197, 209, 214 îznikli A l i Paşa 197 Kırkçeşme 75 Kırşehir 158, 159 K Kızılbaş 126, 128,131,138, 152 Kabakçı Mustafa 220, 221 Koca Davud Paşa 126 Kaffa 156, 197 Koca Hızır 141 Kâğıthane 54, 73, 199, 212, 234 Koca İbrahim Paşa 19S Kahire 60, 81, 125, 132-136, 182 Koca Sinan Paşa 67,162,163 Kalender Çelebi 152 Koçu, Reşad Ekrem 36 Kalenderoğlu 165 Komnenus, David 86 Kampel Mustafa Ağa 112 Konstantinopolis 15, 21, 24, 27, 29, 44, Kandiye 92, 180, 182 Kansu 131-133 Kanunî Sultan Süleyman bk2. Süley­ man I 56, 57, 67,117-120,122 Konstantinos X I 1 1 9 Konya 20, 72,127, 161,184 Korfu 197, 198 Kara Ahmed Paşa 153 Korintos 81 Kara A l i 206 Korkud, şehzade 128 Karadeniz 26, 29, 86, 92, 95, 110, 112, Korsika 47 125, 138,160, 209, 213, 215, 217 Kosova 69 JOS Königsmark, Kont Graf von 188 Köprülü Abdullah Paşa 209 Köprülü Fazıl Ahmed Paşa 35, 161, 184,166 Manisa 29, 38, 54, 116, 117, 154, 165, 177 Mantova Sarayı 155 Maraş 170 Köprülü Mehmed Paşa 59, 183-185 Mardin 126 Köprülüzade Amcazade Hüseyin Pa­ Marmara Denizi 53, 95, 140,159 şa 185, 193, 194 Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa 189¬ 192 Marsigli, kont 53, 77, 78, 82, 185, 188, 190 Martinet, general 28 Köse Mihal 25, 26 Maurand, J. 107,108, 208 Kuran 22, 48, 49, 72, 157, 202, 221 Mavrokordato 193 Kuyucu Murad Paşa 164-167 Maximilian, imparator 93, 98 Küçük Ahmed Çelebi 118 Medine 157 Küçük Hüseyin Paşa 112, 215, 217 Mehmed Ağa, cebeci komutanı 245 Küçük Kaynarca 213, 214 Mehmed Ağa, mimar 53 Kürdoğlu Kizir Bey 81 Mehmed I 23, 26, 29, 44, 63, 164 Kürt Yusuf 236, 243 Mehmed ü 24, 25, 27, 29, 31, 44, 45,49, Kütahya 118, 127, 138, 165, 177, 210, 245 52, 56-58, 61, 62, 66, 67, 70, 79, 80, 83, 86,94-96,106,115,117-120,122, 123,148, 159 L Mehmed 111157,163, 164 Lajos, Macaristan kralı 143,146, 147 Mehmed I V 54, 59, 76, 105, 161, 178, Lala Mustafa Paşa 162 Lala Şahin Bey 63 181-183, 185, 188, 189, 191 Mehmed İzzed Paşa 247 Lale Devri 199, 204 Mehmed Said Halet Efendi 227 Laz 160, 206 Mehmed Selim Paşa 227, 232, 233 Levant 129, 191 Mekke 63, 64,162 Lewis, Bernard 249 Memlûk 40, 66, 81, 125, 126, 131-136, Loggia del Capitanio 153 210, 227 Louis XTV 191 Menavino, Giovanni Antonio 46, 47 Lübnan 135 Menderes, Adnan 116 Lütfi Efendi 61 Menteşoğullan 177 Lütfi Paşa 116,130 Mercidabık 132 Meriç Nehri 117 M Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 186 Macaristan 33, 79, 80, 82, 98, 99, 138, 148, 151, 153 Mesih Paşa, sadrazam 101, 126,163 Mesolongion 229 Madam L a Quira 166 Metternich 219 Mahmud I 204-206, 208, 209, 211 Mezomorto Kara Hüseyin Paşa 110, Mahmud I I 60, 83, 158, 213, 220, 221, 223, 225-228, 231, 233, 238, 239, 242, 243, 245, 246, 249 Mahmud Paşa 61 Mahpeyker Kösem Sultan 168, 172, 182, 191 111 Mısır 15, 27, 40, 41, 43, 56, 60, 61, 109, 131, 133, 135, 136, 138, 139, 141, 152, 210, 217, 227, 235, 237 Midilli 197, 210 Mihaylovıç, Konstantin 26, 27, 31, 61 Malatya 159 Mihrimah Sultan 43,154 Maltepe 123 Mimarsinanköy bkz. Ağımas 309 Moğol 17, 19, 31, 56, 57, 72, 76, 81, 83, 89, 158, 177 Moğolistan 18 Mohaç 72, 76, 79, 137, 138, 143, 144, 145, 147, 148,178,188 Molla Ağa 224 Nasreddin Hoca 159 Navplion 209 Necib Efendi 241, 243 Nelson, Horatio 217 Nevşehir 198, 204 Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 198¬ 203, 205, 206 Montagu bkz. Wortley Montagu Montecastro 96 Nicolaus V 57 Mora bkz. Peloponnesos Nicolay, Nicolas de 38, 47, 154 Moskova 156, 189 Niğbolu 79, 106 Muhammed, H z . 19, 56, 57, 60, 72, 152, 157 Niksar 138 N i l Nehri 134, 135 Murad 123, 26, 27, 28, 44, 55, 63 Nilüfer Sultan 23 Murad n 26, 29, 44, 68, 85, 116, 117, Niş 140,185, 191,198 155 Murad III 49,50, 60, 102, 104,107,155¬ 157, 159, 162, 163 Murad I V 35, 38, 45, 47, 85, 102, 106, 115,161,162,170-174,178,179,181 Nişantaşı 83 Nizamıcedid 217-221, 225, 226 Nizamülmülk 43 Norfh, Roger 187 Novi Kalesi 110 Murad Paşa, Pakiologos 32 Novo Brdo 31, 81,120 Mustafa, Bayezid'in oğlu 57 Nusretiye Camii 75, 246 Musa Çelebi 173 Musa Paşa 219-222 O Musa, Bayezid'in oğlu 57 Oğuz Türkleri 85 Musevîlik 18, 57 Okmeydanı 83, 212 Mustafa, şehzade, İL Murad'ın karde­ Onik 143 şi 117 Mustafa, yeniçeri kethüda yardımcısı 92 Orbetello Kalesi 108 Organ Gazi 15, 25, 26, 57, 63, 66 Orhan Çelebi, II. Mehmed'in amcası Mustafa i 163, 166-168 120 Mustafa II189-192,194,195,197 Orta Camii 74 Mustafa lir 211, 213 Osman I, Gazi 178 Mustafa I V 221-224 Osman U 166, 223 Mustafa Kemal bkz. Atatürk Osman IE 103, 210,211 Mustafa Paşa 45, 126 Osman Ağa 247 Mustafa Paşa, kaptanpaşa 203 Osmancık 159 Musul 63,177, 214 Otranto 106, 125 Münnich, mareşal 209 Müslüman 18, 20, 21, 24, 25, 27, 34,35, P 37, 42, 57, 58-60, 66, 68, 100, 106, Paget, Lord 191-194 115, 116, 119, 159, 189, 199, 202, Palamas, Gregorios 22 206, 233 Pasarofça 198 Patrona Halil 204, 205 N Payas 95, 96 Nadir Şah 201 Peloponnesos (Mora) 126,188,198, 232 Napolyon50, 133,217 Pera 68, 102, 103, 240 Nasi, Joseph 155 Perekop 156 510 Pertek 17 Petrovaradin 141-143, 193 Selim III 53, 75, 83, 112, 213, 215-223, 231, 235, 244 Piacenza 208 Semerkant 19 Piyale Paşa 109,162 Sen-Petersburg 225 Policastro 108 Sidon 167 Polonya 140 Sigismund 106 Priamos 57 Silahdar A l i Paşa 227 Silahdar Mehmed Paşa 203 R Silis tre 112,218 Rabİa Gülnuş Ümmetullah 191 Silivri 218 Ragıb Paşa 211, 213 Sinan Abdülmennan 36 Ramberti 35, 47, 151 Sinan Ağa 54, 89, 124 Ramı Mehmed Paşa 194,195,197 Sinan Paşa, kaptanpaşa 109 Receb Paşa 173 Sinan Paşa, sadrazam 100 Reggio 108 Sinan Faşa, süvari komutanı 132,133 Roma 56, 59, 69, 77, 78, 117, 139, 151 Sinop 126 Romanya 96 Sirmium 140 Rufailer 20 Sivas 138, 164, 214 Rumelihisarı 92, 94, 120 Sixtus V 28 Rusçuk 110 Siyavuş Paşa 163, 189 Rusya 31, 180, 186, 1S8, 194, 211, 214, Sobieski, Prens Jan 187 217, 219 Rüstem Paşa 42, 43, 100, 101,109, 154, 160 Sofu Mehmed Paşa 182 Sofya 140, 193,205 Sokollu Mehmed Paşa 25, 42, 43, 46, 48,101, 104, 154-156,160, 162 S Söğüt 56 Sabahaddm Paşa 115, 118 St. Veit 125 Safevîl9,128 Stefan, Bosna kralı 27 Safiye Sultan 163, 164 Strangford, Lady 229 Saint Gotthard 193 Strangford, Lord 229 Sakarya Nehri 127 Sultana Sporca bkz. Madam L a Quira Salankamen 141, 192 Sultanahmet Camii 240, 242, 243 Samanîler 18 Sumatra 81 Sardi, Pietro 81 Spandugino 46, 50 Sarhoş Mustafa 247 Suriye 15, 40, 56, 60, 63, 82, 91, 106, Sava Nehri 110, 140, 191 Savendia 146 Savona108 131, 133-136, 138, 164, 178, 197, 198 Suvorov, mareşal 213, 215 Schilfberger, Johann 27, 46 Süleyman, Bayezid'in oğlu 57 Sebastiani 219 Süleyman, I V . Murad'm kardeşi 175 Seckendorff, mareşal 209 Süleyman I 21, 44, 131 Selanik 26, 47, 72, 107,111 Süleyman 11189-191 Selçuklular 11, 18, 43, 44 Süleyman Paşa, Orhan Gazi'nin oğlu Selim 115, 20, 21, 40, 47, 56, 61, 71, 79, 26,44 81, 83, 87, 103, 106, 107, 128, 129, Süleyman Paşa, sadrazam 188 137, 154, 159 Süleymaniye Camii 235, 243 Selim n 45, 48, 88, 95,116,154-156 Sümbüllü 180 311 Sünnet Odası 239 Uskok 28 Sünnî 21, 64, 90, 158, 200, 203, 234, U z u n Hasan 81, 86 248, 249 Uzunçarşılı, İ. H . 74 Szeged 93,116,149 Ü Ş Üçşerefeli Cami 159 Şaban Ağa 54 Üsküdar 123, 174, 202, 207, 225, 240, 242, 247, 248 Şahkulu 127 Şam 60, 62, 63, 87, 88, 94, 98, 129, 133¬ Üsküp 61, 137 136, 138, 161,162, 177,179, 245 Şehzade Camii 39, 74, 102, 103, 157, 231, 243 Şiîler 21, 27, 64, 126, 138, 164 V Valmarana Villası 155 Varna 80,116,195 Velizade 218, 220 T Venedik 38, 81, 93, 95, 106-108, 122, Tatarlar 19, 27, 28, 31, 67, 78, 82, 84, 126, 129, 155, 180, 181, 188, 191¬ 147, 160, 209 194, 199, 201, 204, 205, 208, 209, Tebriz 130 211 Tekeli Köşk 71 Versizzi 191 Tekfur Sarayı 199 Vicenza 67, 153, 155 Tenenti, A. 27 Vidin 245 Tepedelenli A l i Paşa 177, 227 Villefranche 107 Timur 23, 29, 32,46, 56, 63, 75, 94,129, Villeneuve, Marquis de 200 158,179 Timurtaş Bey 63 Virginia 43 Viyana 15, 73, 80, 82, 87, 151,152,185¬ Tokat 138, 165, 170, 202 187, 190, 191, 193 Tomanbay 134,135 Vlad m , Kazıklı Voyvoda 79 Topal Osman Paşa 207, 209 Volga 19, 155 Topçu Mustafa 242 Tophane 39, 102, 155, 212, 217, 246 W Topkapı Sarayı 39, 44, 57, 73,103,169, Waterloo 70 200, 220, 237, 238, 245, 246, 248 Tott, Baron de 95, 103, 112, 212, 213, 217 Toulon 15, 107, 108, 111 Wellington Dükü 160 William IH 193 Wippach, Anna Sophie von 191 Wortley Montagu, Lady Mary 76, 105 Trablusşam 134, 136, 197 Trabzon 47, 86, 138, 202 Y Tuna Nehri 15, 28, 79, 97, 151, 156 Yahya Paşa 127 Turgut Reis 109 Yah Köşkü 238 Türkmen 18, 19, 26, 65, 67, 129, 138, 152, 158, 159 Yanya 213 Yedikule 168-170, 237, 244 Yemen 64, 67, 138, 162 U Yemişçi Hasan Paşa 163 Ukrayna 186, 209 Yemişçi Mustafa 237, 241, 243, 247 Uludağ 199 Yeni Odalar 74,157, 220, 245 Urfa 164 Yenivalide Camii 39 Urquhart, David 166 Yenicami 203 512 Yenıkö'y 75 Z Yıldırım Bayezid bkz. Bayezid I Zante 108 Yirmisekiz Mehmed Seyyid Efendi Zenta 191, 193 199 Zeynep Camii 243 Yozgat 177 Zitvatorok 166 Yunanistan 35, 127,137, 227, 228 Z i y a Paşa 250 Yunus Paşa 133 Zvecaj 97 Yusuf Paşa 165 Z v o m i k 110