7. BÖLÜM: MERKANTİLİST İKTİSADİ DÜŞÜNCE Merkantilist Düşüncenin Tarihsel Koşulları Merkantilist İktisadî düşünceyi ve bu düşüncenin geçerli olduğu dönemi net bir biçimde tanımlamak son derece zordur. Ancak Ortaçağ’ın çözülme sürecinin tamamlanmaya başladığı yıllar olan 1500 ile sanayi devriminin oluşmaya başladığı 1750 yılları arasında kalan bazı düşünürlerin ortaya koydukları düşünceler bir uyum içindedir. İşte bu düşünceler ilk kez Adam Smith'in yaptığı bir isimlendirme ile merkantilizm olarak anıla gelmiştir. Genellikle bu dönemin ilk yazılı kaynağı olarak 1613'de Antonio Serra tarafından yazılan “Maden Kaynağına Sahip Olmayan Ülkelerde Altın ve Gümüşü Bollaştıran Nedenler Üzerine Kısa Bir inceleme” isimli broşür; son yazılı kaynağını ise 1767 yılında James Steuart tarafından yazılan “Politik Ekonominin ilkeleri özerine inceleme” isimli çalışma kabul edilmektedir. A. Serra; Bir ülke zenginliğinin artırılabilmesinin yolu, mümkün olduğu kadar çok miktarda değerli madeni ülke içinde toplamaktır. Bunun yöntemi ise devletin de desteği ile ihracatı artırmaktan geçer. İhracatın özellikle sanayi ürünlerinde artış göstermesi gereklidir. J. Steuart da, ihracatın artırılması ve devletin ekonomiye müdahalesi konusunda A. Serra ile benzer düşünceleri savunur. A. Serra’dan farklı düşünceleri de vardır; Steuart'a göre fazla nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması için tarımsal üretimin artırılması gerekir. Altın ve gümüş, değerin ölçülmesinde kullanılan araçlardır. Altın ve gümüş aynı zamanda bir dünya parasıdır. Arz ve talebin dengesizliği durumunda devlet müdahalesinin gerekli olduğunu önererek liberal düşünceden ayrılmıştır. İtalyanca mercante (tüccar) kelimesinden türetilerek kullanılan, bir iktisadi düşünceler topluluğunun genel ilkelerini ifade eden ve ticari kapitalizmin doktrini olan merkantilizm, tarihi koşulların dayatması ile ortaya çıkmış bir İktisadî düşünce akımıdır denilebilir. 8. yüzyıldan 15. yüzyıla gelene kadar Avrupa insanı altın ve gümüş gibi değerli madenlerin özlemini çekmiştir. Zenginlik ve servet olguları altın ve gümüş ile özdeşleşmiş ve o dönemde altını ve gümüşü ile ünlü Çin ve Hindistan gibi medeniyetlere Avrupa insanı tarafından gıpta ile bakılmıştır. Sıfır toplam ekonomi algısı; Ekonominin dinamik değil de durağan olduğu inancından kaynaklanan bu düşünce ise beraberinde, oluşacak herhangi bir zenginliğin veya üretim artışının mutlaka başkalarının zararına olarak oluşabileceği anlayışını getirir. Bu inanç adil fiyat, adil ücret, faiz ve ticarete ilişkin olan Ortaçağ düşünceleri ile de desteklenir. Bu algı, ekonomik faaliyetler içinde kâr gibi, sermaye yığışması gibi, üretim fazlası ya da para fazlası gibi olguların yokluğu inancına dayanıyordu. Arz esnekliği katıdır ve üretim bu nedenle balıksırtı bir dengede durmaktadır. Para, yani altın ye gümüş de kıttır; O halde bunun da miktarının ekonomi içinde artırılması gerekmektedir. Altın ve gümüş o dönemde ülkelerin zenginliğinin temel göstergesi olarak kabul edilmektedir. Merkantilist düşünceye göre para ticareti artıran en temel unsurdur... Ortaçağ’daki bu düşüncelere pratikteki gelişmeler de yardım etti; Rönesans, Reform, Haçlı seferleri, coğrafi keşifler Hızlı nüfus artışıyla artan talep ile birlikte feodal yapının çözülerek şehir ekonomilerinin oluşmaya başlaması, ticaretin artması, piyasaların genişlemesi ve para kullanımının yaygınlaşmasına neden oluyordu. Ticaretin bu gelişmesi toplumsal sınıflaşmada yeni bir sınıfın, tüccarların doğuşunu beraberinde getirdi ve tüccarlar tarihte ilk kez olmak üzere soyluların ve aristokratların yanında varlık göstererek toplumların gelişmesinde söz sahibi olmaya başladılar. Ekonomiye paranın dâhil olması, paranın talebini gittikçe artırırken yalnızca bölgesel değil, bölgeler ve uluslararası ticaretin hızla birbiriyle bütünleşmesini de sağladı. Panayırlar, pazarlar, çek, poliçe, faiz, bankacılık, ticarî ortaklıklar ve sigortacılık işlemleri artık bilinen uygulamalardı. Tüccar, manifaktür üretim yapan zanaatkâr ile şehir halkları ve hatta tarımsal üretim yapanlar, isteklerini düzenli bir ekonomik ve sosyal yapının kurulması ve gelecekteki politikaların bilinebilir olması için merkezi bir otoritenin (kralın) gücüne ve düzenleyici yetkisine bel bağladılar. Lordlar, din adamları, serfler ve şehirli ahali, yerini, krala ve onun bürokratik mekanizmadaki memurlarına, tüccarlara, genişleyen ve özgür şehir halkına ve modern dönemin işçisini oluşturacak başıboş gruplara terk ediyordu. Bu yapılanma ile birlikte, sınırları henüz tam da belli olmayan devletlerin birlik halinde organize olmaları, tek vergiye, tek orduya, tek kanuna, tek ekonomiye ve tek para birimine doğru gidiş süreçleri de başlamıştı. Tam bu noktada merkantilist politikaların doğum nedenlerinin belkemiğini oluşturan bir gelişme belirginleşiyordu; Daha önceki dönemlerde feodal lordlar tarafından yerine getirilen savunma, yargı, vergileme, kamusal yatırımları yapma ve siyasi yönetim gibi bölgesel ve küçük hacimli görevler, oluşan yeni yapılanma içinde krallar ve onların yanında görev üstlenen merkezi bürokrasinin üzerine yıkılmıştı. Kralın kendisine ve yönetim kadrosuna devreden bu görevleri yapabilmek için ilkin güçlü bir orduya ve sonrasında da sağlam bürokrat kadrolarına ihtiyaç duyacağı açıktı. Gelişmekte olan ulus devletler mozaiğinde, dünya ekonomik ve siyasi yapılanması için jeostratejik ve üstün bir konum elde etmek, yeni dünyalarda kolonilere sahip olmak ve dünya zenginliğini ülkeye kanalize etmek, kaçınılmaz bir uluslararası politika olarak belirginleşiyordu. Bunların hepsi için ihtiyaç duyulan tek şey vardı: Para. Çözüm mümkün olan en yüksek miktarlarda altın ve gümüşü ülke içinde biriktirmekti. Sömürgecilik hız kazandı, madenler işletmeye açıldı, dış ticaret avantajı sorgusuzca kutsandı. Bütün bunlar için iki şey gerekliydi: ilki müdahalecilik, diğeri ise güçlü bir devlet yani güçlü bir ordunun tesisi idi. Sıfır toplam ekonomi anlayışına göre bütün dünyadaki altın ve gümüş miktarı sınırlı idi. O halde bir devlet elinde ne kadar çok altın ve gümüş tutarsa, diğer devletlerin aleyhine olmak üzere zenginleşecekti. Bütün ekonomik politikaların da bu amacı gerçekleştirmek üzere kurgulanması ideal olandı. İlk defa bu dönemde tüccarlar ve krallar arasında borç-alacak ilişkileri ortaya çıktı. Bu gelişmeler bir yandan düşünce düzeyinde yer alan devlet felsefesindeki gelişmelerle, diğer yandan da yazılan kitapçıkların sayısındaki artışla destekleniyor ve hem ulusal hem de uluslararası arenada kardeşlik ve işbirliğinin yerini rekabet almaya başlıyordu. N. Machiavelli (1469-1527), düşüncelerinde politikayı ve ekonomiyi dinî hayattan kurtarıyordu. Zafer ve başarı, siyasî otoritenin tek amacıydı ve amaca ulaşmak için bütün yollar meşru olarak kabul edilmeliydi. Politika ona göre manevî, dinî ve ahlâkî boyutu olmayan bir çeşit kuvvet oyunuydu. Jean Bodin’e göre ise hükümet kavramı sınırsız bir egemenlik anlayışına dayandırılmıştır. Bu nedenle de prensin, yani hükümetin güçlü olması ve egemenliğini tam olarak kullanabilmesi için mâliyesinin de güçlü olması gerekliydi. John Hales; İktisadın yeni ve bağımsız bir bilim dalı olması gerektiği Merkantilist ihraç eğilimli politikaları ilk kez düşünsel platformda meşrulaştırdı. Faiz kavramı eski yasaklığından kurtulurken; ticaret ve tüccarlar ile zengin olmak tutkusu artık aşağılanan ve günah olarak kabul edilen unsurlar olmaktan çıkarıldılar. Ana hatlarıyla özetlenen bu atmosfer altında ortaya konulan düşünceler merkantilist İktisadî düşünceyi oluşturdu. Merkantilist Düşüncenin Temel İlkeleri Merkantilist İktisadî düşüncenin temel ilkeleri dört başlık altında toplanır ve pratikte uygulanan ekonomi politikalarını da bu dört ilkenin yönlendirdiği görülür: millilik, müdahalecilik, metalistlik ve kolonyalistlik. Merkantilist düşünce milli bir doktrindir. Liberal düşüncenin tam aksine, temel amacı bireyin değil devletin ve ulusun zengin olmasıdır. Uluslararası ekonomik ilişkiler bu nedenle bir uyumun değil, bir savaşın merkezinde yer alır. Bu savaş bir tür değerli maden, yani para savaşıdır. Bu yaklaşım merkantilist düşüncede iktisadî milliyetçiliğin yolunu açar. Bu savaşta başarılı olmanın yolu ise güçlü bir ordudan geçer. Fazla nüfus hem ordu için gerekli, hem düşen ücretler sayesinde dış ticaret avantajı sağlar. Müdahalecilik: Bir ulusun ve devletin faydasını ve çıkarını kollamak bireylerin altından kalkmaları mümkün olmayan bir mücadeleyi gerektirmektedir. Kişisel çıkarın toplumsal refaha; ulusal çıkarın da uluslararası refaha karşı olarak gelişebileceği düşüncesi egemen olmuştur. Müdahaleciliğin bir başka boyutu merkezî devlet şekline dönüşmüş krallıkların, ülkelerinin ekonomik yapılarını, ortaya koydukları kanunlar ile en ince ayrıntısına kadar düzenlemeleridir. Devlet müdahalesinin bir başka gerekçesi ülke içindeki ekonomik yapının güdülmesinin ancak devlet tarafından sağlanabilecek olan hacimli ve maliyetli bir iş olmasıydı. İç gümrüklerin kaldırılması; dış ticaretin kontrol edilmesi; iç pazarların genişletilmesi; sanayileşmenin teşviki; kolonilerle olan ilişkilerin düzenlenmesi; köprü, liman, yol ve benzeri altyapı yatırımlarının yapılması; malî yapının tanzimi Merkantilist düşüncenin, üçüncü özelliği metalist olmasıydı. Altın ve gümüşün tek zenginlik kaynağı olarak görülmesi Uzun ömürlü ve saklanabilir olmaları Değerli madenlere olan düşkünlük, Yunanca deyimi ile açık bir chrysohedonisme (değerli maden sevme) durumuydu. Düşüncenin dördüncü temel özelliği kolonyalistliktir. Merkantilist düşünce, tarihte ilk defa sistemli bir biçimde, devletlerin sömürgecilik faaliyetleri içine katıldığı ve daha da ileri giderek korsanlığı bile meşru gördükleri bir düşünce sistemini temsil eder. Mümkün olduğunca çok değerli madeni kendinde toplamanın yolları; maden yataklarını işletmek, dış ticaret avantajı yoluyla ihracat fazlası yaratmak ya da sömürgecilik ve zor yoluyla ülke dışından değerli madenleri ülke içine getirmektir. Sömürgecilik maden yanında aynı zamanda hammadde, profesyonel meslek sahibi, üretim maliyetlerini düşürmeye yardımcı olacak köleler ve üretilmiş mallan satacak yeni pazarlar da sağlayacaktır. Merkantilist düşünce, tarihte ilk kez olarak dış ticaret bilançosu kavramına değinmiştir. Merkantilizmde İktisat Politikaları Merkantilistler ticareti, ülkeye değerli maden girişini sağlayacak en önemli faaliyet olarak, gördüklerinden dış ticarete büyük önem vermişlerdir. Tek amaç dış ticaret bilançosu adını verdikleri, ihracat ve ithalat arasındaki farkın, ihracat lehine gerçekleşmesini sağlamaktı. Ticaret yolları, limanlar, kanallar ve köprüler yapılmalı, ticaretin önündeki altyapı engelleri yok edilmeliydi. Fazla nüfus bir yandan güçlü bir ordunun temeli, diğer yandan düşük ücretlere yol açarak üretim maliyetlerinin düşürülebilmesinin ön koşulu idi. Ticaret avantajı için maliyet açısından etkin bir üretim gerekli idi. Bu nedenle, bunu sağlayacak olan yetenekli zanaatkârların ülkeden göç etmelerine yasaklar konulmuştu. Devlet sanayiye de el atmıştı. Tarım, merkantilist düşüncenin göz ardı ettiği ve bu nedenden dolayı fizyokratların merkantilistleri eleştirmelerine neden olan bir sektördür. İstihdam konusunda ileri sürülen politik öneri, nüfusu mümkün olduğu kadar yüksek seviyede tutarak bununla güçlü bir orduya sahip olmak ve diğer yandan düşük ücret ve düşük maliyetlerle uluslararası rekabet avantajı elde etmek ilkesine dayandırılmıştır. Ücretlerin düşük tutulmasının sonuçları göz ardı edilmiştir. Merkantilist Düşünürler Merkantilist iktisadi düşünce, değişik ülkelerden ve değişik mesleklerden gelen insanların oluşturduğu bir düşünce mozaiği olarak ortaya çıkmıştır. Merkantilizm ile ilgili ilk düşünceler paranın miktarı ve değeri arasındaki ilişkinin açıklanmasına yönelik olarak belirginleşmeye başlamıştır. Bunun nedeni, 16. yüzyıl boyunca, Amerika’dan gelen değerli madenler nedeniyle, Avrupa insanının tarihte ilk kez olmak üzere fiyat artışları ile yani paranın bizzat kendi değerinin de bir malın değerinde olduğu gibi artıp azalması gerçeğiyle karşılaşmasıdır. Bu nedenle de, miktar özdeşliğinin ilk biçimleri düşünsel platformda merkantilizm ile birlikte teorize edilmeye başlanmıştır. Copernik, Navarrus (Martin de Azpilcueta), Thomas Gresham (1519-1579) ve Jean Bodin parasal konu düşünceleri geliştirmişlerdir. Gresham; “kötü para iyi parayı piyasadan kovar” Modem ekonomilerde, Gresham kanunu, kendi değerini muhafaza etme gücü olan kâğıt paraların, kendi değerini muhafaza etme gücü olmayanlar tarafından piyasadan kovulması şeklinde işleyecekti. Bodin; tıpkı diğer mallarda olduğu gibi, ona göre altın ve gümüşün miktar olarak artması, değerlerinin azalmasını beraberinde getiriyordu. Bodin, fiyatların artmasında altın ve gümüş bolluğuna ek olarak israf ve asillerin lüks içindeki yaşamlarını; tekellerin fiyatları belirlemelerini ve paranın ayarının bozulmasını da belirtmekle birlikte önemli olanın altın ve gümüş miktarı olduğunu belirtmiştir. Gerard de Malynes; nüfusa bakışı açışından merkantilist ilkelerden ayrılır ve Malthus tarzı bir bakış açısı çizer. Nüfus artışı, doğal nedenlerle baskı altında tutulmadığı zaman ortaya çıkacak olan artış, insanların barış ve huzur içinde yaşamalarının önünü tıkayacaktır. Malynes, para miktarı ve fiyatlar arasındaki ilişki konusunda Bodin ile aynı görüşleri paylaşır ve Avrupa’daki fiyat artışlarının nedeni olarak Amerika’dan gelen değerli madenleri işaret eder. İthalat fazlası ülkenin zenginliğini kaybetmesine neden olur. Ona göre önemli olan dış ticaretin miktarı değil, dış ticaretin haddidir. Onun düşünce kurgusunda dış ticaret ilişkisi miktar değil ancak değer üzerinden işlem görür. Ülke içindeki fiyatların artması ve ticaret arasında kurmuş olduğu ilişki açık değildir. Bununla beraber miktar teorisi ve bunun olumsuz etkileri de gözardı edilmiştir. Paranın bolluğunun ticareti canlandırıcı etkisi göz önüne alınmıştır ancak bunun sınırları belirlenmemiştir. Malynes, değerli madenlerin reel değerinin, bir ülkeden diğerine değişmesinin uluslararası maden akımına da yol açacağını belirtmiştir. Thomas Mun; ülke zenginliğini artırmanın en önemli yolu ticarettir. Bu ticaret, ülkenin satın aldığından daha fazla satması mantığına dayanmalıdır. Mun, ticareti iç ve dış ticaret şeklinde ikiye ayırırken iç ticaretin zenginleştirici, etkisini göz ardı eder. Ülke içi ticaretin zenginleştirici etkisinin yok varsayılması sıfır toplam ekonomi anlayışının sonucudur. Mun uluslararası ticarette avantaj sağlamanın bir başka yönteminin ithal ikameci bir üretim politikası izlemek olduğunu da belirtir. William Petty; Marx, Petty için klasik iktisadın kurucularından birisidir tanımlamasını yapar. Bir malın değerinin emek ve toprak girdileri tarafından belirlendiğini ileri sürer. Çalışmalarında bir üretim süreci içinde toprağın ve emeğin katkılarını ayrıştırma gayretleri yer alır. Onun düşüncesinde para miktarı ile ekonomik hacim arasında bir uyumun var olması gerektiği dikkat çeker. Petty'ye göre sorun yaratan uygulama, üretici kesimin elinden vergiyi almak ve bunu tekrar harcamaya kanalize etmemektir. Petty, üretici kesim üzerine yüklenecek yerginin olumsuz etkileri konusunda İbn-i Haldun' a ve A. Laffer’e yaklaşan bir görüntü çizer. Petty’ye göre birisi teknolojik diğeri ise gönüllü olmak üzere iki tür işsizlik vardır. Çalışmak istediği halde iş bulamayanlar bizatihi devlet tarafından kamu işlerinde çalıştırılmalıdır. Petty'ye göre yoksulluk, sanıldığının tam aksine nüfusun az olmasındandır. Ona göre, bir ülkenin ihracatının ithalatından fazla olması ülkeye değerli maden girişini artıracak ve ülke içindeki üretimin artışını da teşvik edecektir. Petty’nin vergi düşüncesinde sabit oranlı bir vergi anlayışı bulunmaktadır. Alınacak vergiler toplumun, zenginliğini ve gelir dağılımını etkilememelidir. Petty'ye göre, toprak rantından ve harcamalar üzerinden alınacak vergiler devletin finansmanında kullanılmalıdır. Sully; tarımsal üretimi artıracak politikalara vurgu yapmıştır. Faiz oranlarının düşürülmesinin ekonomik gelişme için önemli olduğunu savunmuştur. Misselden; merkantilist düşünürler içinde ticaret dengesi kavramı üzerinde duran ilk düşünürdür. Yalnızca ithalata değil, aynı zamanda lüks ithalata da karşıdır. Paranın, ticaretin ruhu olduğunu iddia eder. Zira ona göre para yalnızca ticareti canlandırmakla kalmaz aynı zamanda artan para arzının faizleri düşürerek ticareti canlandırıcı etkide de bulunur. Kameralizmin önde gelen temsilcileri Johann J. Becher ve Philip W. Von Hornick Becher, Almanya’nın ekonomik olarak gelişmesi için çiftçi, tüccar ve zanaatkârların bir organizasyon altında toplanarak bunların teşvik edilmesi için ürettikleri mallara karşı talebin körüklenmesi gerektiğini savunmuştur. Bu üç grubun güçlenmesi için bu gruplar devlet tarafından desteklenmeli ve sayılarının artırılması için nüfus artışı desteklenmelidir. Böylece üretimin, ihracatın ve devlet gelirlerinin artırılması mümkün olabilir. Burada devletin rolü, Becher’e göre, ekonominin güdülmesi, gerekli finansal kurumların kurulması, vergilerin toplanması ve ihracatın artırılmasını temin edecek uygulamaları yürürlüğe koymak olmalıdır. Hornick, merkantilist düşüncelerinde altın ve gümüşe vurgu yaparak, bir ülkenin zenginliğinin, çok miktarda altın ve gümüş stoklarına sahip olmasına ve otarşik bir ekonomik yapıya sahip olmasına bağlamaktadır. A. Smith’in zenginlik anlayışına yakın bir zenginlik ve refah anlayışı görüntüsü çizmektedir. Ona göre, üretimi artırırken daha çok mamul madde üretimine yöneltilmeli, değerli maden ihracatı engellenmeli, üretime önem verilmeli, yerli mallar tüketilmeli ve mümkün olduğu kadar çok nüfusa sahip olunmalıdır. Merkantilist Uygulamalar Haney, merkantilist uygulamaların özelliklerini, dört ana başlıkta gruplandırır; Uygulamalardan ilki, ülke içindeki yetenekli zanaatkârlara özgürlük tanınması, vatandaşlığa alınması ve hatta yabancı ülkelerdeki yetenekli zanaatkârların ülkeye getirilmesini hedefler. İkinci uygulama ülke içindeki değerli maden stok miktarını artırmaya yönelik olandır. Koruma önlemleri, borçların bağlı olduğu değerli kâğıtların transferi, tatil günlerinin azaltılması ve deniz taşımacılığı yasalarının güçlendirilmesi gibi önlemlere başvurulur. Üçüncü uygulama ticaretin kolaylaştırılarak, yapılabilir hale getirilmesidir. Dördüncüsü ise, diğer ulusların ülke ile ticaret yapmasını kolaylaştırmak ve ilgi çekici bir hale getirmektir. İspanyol merkantilizmi bullionizm olarak adlandırılmaktadır. Para miktarının ticaret hacmini aşması olumsuz sonuçlar doğurmuştur. İspanya’nın içine düştüğü bir başka handikap, dışarıdan gelen değerli madenlerin hızla ülkeyi terk etmesi olmuştur. Merkantilist politikaları düşünsel düzeydeki ilkelerine bağlı kalarak en iyi uygulayan ülkeler İngiltere ve Fransa olmuştur. İngiltere sürekli olarak uluslararası ekonomisini ulusal ekonomisi ile birlikte geliştirme çabası içinde bulunmuştur. Fransız merkantilizmi Colbertizm olarak da anılmaktadır. Milletin zenginleşmesi ve onların ihtiyaçları olan tüketim maddelerinin temin edilmesi temel amaç olarak saptanmıştır. Prensin hazinesi anlamına gelen cammer ya da kamera’dan türetilerek kameralizm olarak da isimlendirilen Alman merkantilizminde temel amaç prensin hazinesini güçlü kılmak düşüncesi etrafında toplanmıştır. Dış ticaret, değerli maden ve aktif ticaret bilânçosu önemli bir yer tutarken insan faktörüne de önem verilmiş, milli sanayinin kurulması desteklenmiş, nüfus artışı benimsenmiş, iç gümrüklerin kaldırılması gerektiği ileri sürülmüştür. Kameralizmin İngiltere ve Fransa’nın aksine dış ekonomik ilişkilerle, ticaretle ve ticaret dengesiyle daha az, yerli ve ulusal endüstriler ile daha fazla ilgilendiği söylenebilir. Ülke hemen her alanda sanayileşme hamlesi yapmalı ve devlet bu hamlelere öncülük etmelidir. Devlet, bireye saygı gösteren ve özgürlüğü koruyan güçlü bir devlet olmalıdır. Merkantilizmin Değerlendirilmesi Fizyokrasi, merkantilizmi tarım kesimini pek de önemsemeyen düşünceleri nedeniyle; klasik iktisat da müdahaleci düşünceleri nedeniyle eleştiriye tabi tutar. Modem devletler de ithalatı kısmak ve ihracatı artırmak gayreti içindedirler ancak bunun yöntemlerini kendi çağlarının koşullarına göre belirlemişler ve kendi çağlarının paralarına sahip olmak arzusunda olmuşlardır. Bu nedenle Japonya ve Singapur gibi ihracat yoluyla zenginleşmeyi başarabilmiş ülkeler bugün neo-merkantilist olarak isimlendirilmektedirler. Modern dönemin önemli bir başka farkı merkantilist düşüncenin klasik biçiminde dış ticaretin bir rekabet zemini, üzerine oturtulmasına rağmen, modern dönemde ticaretin, her iki ulusun çıkarını ve refahını yükselteceği düşüncesi içinde, işbirliği ve karşılıklı anlaşmalar ekseninde yapılmasıdır. Merkantilist düşünce, yüksek nüfus aracılığıyla maliyetleri düşürerek dış ticaret avantajı sağlamak ve güçlü bir ordu kurarak kolonileri korumak ve ülkeyi dış tehditten korumak için fazla nüfus önerisinde bulunmuştur. Miktar teorisinin ana mantığını bulmuş olmaları, dış ticaret bilançosu kavramını geliştirmeleri, Petty’nin harcamalar ve istihdam arasındaki ilişkiyi görerek bir çeşit çarpan mantığına ulaşması ve faiz ile yatırımlar, yani kredibilite arasındaki ilişkiyi ortaya koymuş olmasını, onların önemli katkılan olarak değerlendirmek gerekir.