“DÜNYA ÇÖLLEŞME İLE MÜCADELE GÜNÜ” ÇEVRE VE ORMAN BAKANI PROF. DR. VEYSEL EROĞLU’NUN KONUŞMA METNİ 17 Haziran 2008 - ANKARA Değerli Misafirler, 1994 yılında, Birleşmiş Milletler’in aldığı kararla Dünya Çölleşme ile Mücadele Günü olarak kutlanmaya başlanan 17 Haziran günü, insanoğlunun geleceğinin de tekrar tartışılacağı bir tarihtir. Bu yıl, bu anlamlı günün ana teması “Sürdürülebilir Tarım İçin Arazi Bozulmasıyla Mücadele” olarak belirlenmiştir. İnsanoğlunun zirai tarihi binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Ülkemizde ulusal gelirin %15’ini ve istihdamın %45’ini oluşturan ziraat sektörü; milli gelire katkısı ve sanayi sektörüne sağladığı hammadde yanında, sağlıklı bir çevrenin oluşması ile ekolojik dengenin kurulması açısından da çok önemlidir. Toprak olmadan, ziraat yapılamaz. Toprak olmadan, bitki olmaz. Canlılar hayatlarını idame ettiremez. Toprak; tabii çevre olarak bir yaşam alanı, gen kaynağıdır. Fazla suyu tutar. Ziraat dışında da çok sayıda sektöre hammadde sağlar. Ancak toprak, yeniden üretemeyeceğimiz ve satın alamayacağımız bir varlıktır. Sürdürülebilir tarım için toprağı korumak, korunan toprağı da ıslah edip geliştirmek gerekir. Aksi halde yanlış zirai uygulamalar toprağı tüketir, erozyon ve çölleşmeye yol açar. Çölleşme, insan faaliyetleri neticesinde oluşan arazi ve toprak bozulmasıdır. Yani kısaca toprağın verimliliğini kaybetmesidir.Bu bakımdan çölleşme; kuraklık, susuzluk ve açlık demektir. Çölleşme ve kuraklıkla mücadele, bütün dünya ülkelerinin müşterek sorumluluğudur. 1 Bugün dünyanın çözmesi gereken en önemli problem, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayan, sürdürülebilir tabii kaynak yönetimini sağlayacak bir sistem kurmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmek için ortaya konan Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin temel maksadı, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için çölleşmeyle mücadele etmek ve kuraklığın tesirlerini hafifletmektir. Ülkemizin de 1998 yılında taraf olduğu Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi çerçevesinde tarafların yerine getirmeleri gereken en önemli yükümlüklerden birisi, Eylem Planı hazırlanmasıdır. Türkiye, Çölleşme ile Mücadele Ulusal Eylem Planı’nı hazırlamış ve yürürlüğe koymuş durumdadır. Plan çerçevesinde, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uygulamaya girmiştir. Toprak Kirliliği Kontrol Yönetmeliği çıkarılmıştır. Sulak alan yönetim planları hazırlanmıştır. Su havzalarının korunması için muhafaza ormanları tesis edilmektedir. Bugün ülkemiz topraklarının takriben %60’ında da şiddetli erozyon ve çölleşme riski bulunmaktadır. Her yıl 500 milyon tondan fazla toprağımızı, çölleşmenin en önemli sebeplerinden olan erozyonla kaybetmekteyiz. Ancak bu, sadece toprak değil, 500 bin ton buğday ve 50 milyon ton da su kaybı anlamına geliyor. Erozyon, Türkiye’nin gıda açısından kendine yeterli bir ülke olmasını tehlikeye düşürmektedir. Çünkü erozyonun neticesi çölleşmedir. Vatan toprağı akıp giderken, biz buna seyirci kalamayız. Bu sebeple çevre düzeni planlarını yaygınlaştırıyoruz. Nitekim 2003 yılı itibariyle ülkemizin %5’inde Çevre Düzeni Planı varken, bugün ülkemizin yarısı Çevre Düzeni Planına kavuşmuştur. Ülkemizdeki çölleşmenin en önemli sebepleri arasında sayılan yanlış arazi kullanımını önleyecek olan Çevre Düzeni Planları ile havza bazında zirai ve yerleşim alanları belirlenmekte, turizm, sanayi, iskan faaliyetleri için uygun yerler tespit edilmektedir. Stratejik önemi çok yüksek olan bu planlar, toprak kaynaklarımızın doğru şekilde kullanımını hedeflemektedir. Erozyon ve çölleşmenin en önemli panzehiri olan orman varlığımızı artırmak için Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın himayelerinde Milli Ağaçlandırma 2 Seferberliği’ni başlattık. 2012 yılına kadar 81 ilimizde belirlediğimiz alanlarda ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışması gerçekleştirilecektir. Dünyanın her tarafında ormanları tehdit eden risklerin başında gelen orman yangınları konusunda da büyük ilerleme kaydettik. İklim özellikleri dolayısıyla risk oranlarımız benzeyen İspanya, İtalya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkeleri ile mukayese edildiğinde, yangınlarda çok daha az orman alanımızı kaybettiğimiz görülecektir. Ayrıca yanan alanlar bir yıl içinde yeniden ağaçlandırılmakta, başka maksatlarla kullanımına kesinlikle müsaade edilmemektedir. Orman yangınları gibi erozyon risk değerlenmesinde de acil müdahalede imkanı sağlayan coğrafi bilgi sistemlerini büyük bir hızla hayata geçiyoruz. Ayrıca Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Köy İlişkileri Genel Müdürlüğü tarafından kırsal bölgelerde güneş enerjisinin geliştirilerek orman kaynaklarının korunması için krediler verilmektedir. Erozyon ve çölleşmenin bir diğer neticesi de taşkın riskini artırmaktır. Taşkınla can ve mal kaybının önüne geçmek için Bakanlığımız bağlı kuruluşlarından DSİ tarafından taşkın koruma tesisleri inşa edilmektedir. Bugüne kadar inşa edilen 37’si taşkın koruma maksatlı baraj olmak üzere 4.401 adet tesisle yaklaşık olarak 1 milyon hektar arazi ve 3.500 yerleşim birimi taşkından korunmuştur. Taşkın riski yüksek olan yerlerde TEFER gibi izleme projeleri yürütülmektedir. Taşkın önleme gibi çölleşmenin de izlenmesi için İtalya ve Portekiz’le Avrupa Uzay Ajansı işbirliğinde müşterek bir proje hazırlanmıştır. Türkiye olarak çölleşmeyi uluslararası bir mesele olarak görüyoruz. Bu sebeple hem komşu ülkeler hem de Birleşmiş Milletler ile yakın çalışmalarda bulunuyoruz. Nitekim 3-14 Kasım 2008 tarihleri arasında Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin 7. Gözden Geçirme Toplantısı ülkemizde yapılacaktır. Bu toplantı, Habitat ve Dünya Ormancılık Kongresi’nden sonra, çevre konusunda ülkemizde yapılan en yüksek katılımlı toplantı olacaktır. 193 ülkeden ilgili kamu ve sivil toplum kuruluşlarını temsilen çok sayıda uzman ülkemize gelerek çölleşmeyi ve alınması gereken tedbirleri tartışacak, önemli kararlar alacaklardır. 3 Çölleşmenin beraberinde getirdiği bir diğer problem ise toprağın tuzlanarak çoraklaşmasına ve su kıtlığına yol açmasıdır. Çölleşmeye dur diyebilmek için öncelikle, yaşadığımız yerlerde iktisatlı su kullanımını temin etmemiz gerekmektedir. Bunun içinse mevcut su kaynaklarımızın büyük bir bölümünün kullanıldığı zirai sulamada tasarruf sağlamalıyız. Çünkü vahşi sulama sadece suyu israf etmekle kalmaz; rastgele salınan su, toprağın en verimli üst tabakasını sürükleyip erozyon ve çölleşmeye yol açar. Tasarruf sağlanması için 2003 yılından itibaren sulama stratejisi değiştirilmiş ve kapalı sulama sistemleri yaygınlaştırılmaya başlanmıştır.Mevcut şartlarda ülkemizdeki sulanabilir arazinin %10’undan daha az bir bölümü borulu sulama yöntemleri ile sulanmaktadır. Ancak bu oran inşaatı devam eden projelerde %40’lara çıkarılmıştır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Ziraat Bankası işbirliğinde, damla sulama sistemlerine geçiş için kredi verilmektedir. Toprak ve su kaynaklarının korunması, sürdürülebilir tarımla gıda güvenliği açısından da önem taşımaktadır. Gelecekte gıda güvenliğinin sağlanması için önümüzdeki yıllarda sulu ziraatın artırılması gerekmektedir. Yeni sulama alanları kısıtlı olduğu için yapılması gereken sulamada üretkenliğin artırılması, yani suyun daha randımanlı kullanılmasıdır. Gelecek nesillere susuzluk ve çölleşme endişesi olmayan bir Türkiye miras bırakmak birincil mesuliyetimizdir. Hayat kaynağımız olan toprağı ve suyu bütün zenginlikleriyle korumak için hep birlikte mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. 4