ALTHUSSER, BİLİMVE FELSEFE ARASINDAKİ BAĞLANTI VE DEVLETİN İDEOLOJİK AYGITLARI LEVENT HEKİM Althusser, Marksizm’in üretken düşünürleri arasında önemli bir yere sahiptir. Çalışmalarına ve verdiği eserlere bakıldığında bulunduğu dönemin derin etkilerini içerisinde taşıdığı söylenebilir. Yaşadığı ve eserlerini ürettiği dönemin karakteristik özellikleri şu şekilde sıralanabilir; Stalin’in sosyalizm adına uyguladığı yanlış politikaların etkisi, kapitalizmin zaferini ilan etmesinin batı Marksistleri üzerindeki etkisi, aynı zamanda faşizmin Avrupa’da yükselişi. Bu etkiler Marksist düşünürleri krizi çözmeye yönelik yeni çalışmalara itmeye zorladı. Fakat bu çalışmalar genel itibariyle pratikten kopuk bir teori düzleminde gerçekleşti. Çalışmaların bu yöne kaymasının düşünürlerin bilinçli bir tercihi değil yukarıda saydığımız tarihsel koşulların kaçınılmaz bir sonucu olduğu söylenebilir (P.Anderson2011:60).Genel olarak dönemin Marksistlerinin özelde ise Althusser’in temel amacının Marksizm’i yaşadıkları dönem çerçevesinde ve döneminin somut koşulları içerisinde yeniden yorumlamak olduğu gözlemlenmektedir. Dönemin başka bir özelliği ise özellikle Marksist düşünce ve pratiğinin bu dönem öncesinde iç içe icra edildiği bir gerçekken 1930 sonrası dönem pratik ve teorinin nerdeyse birbirinden olabildiğine uzaklaştığını söylenebilir. Marks’ın 1844 El Yazmalarının Stalin sonrası basılması, Batı Marksistlerinin Marks’ın felsefe üzerine düşüncelerini keşfetmesine neden olmuştur. Bunun etkilerini Althusser’de de görmek mümkündür. Fakat ileriki bölümlerde açıklayacağımız şekliyle Althusser’deki etkilerinin genel batı düşünürlerinin tersine bir etki olduğu söylenebilir. Felsefeye dönüş, dönemin düşünürlerini Hegel üzerinden bir Marks okumasına itmiştir. Althusser ise bu düşünürlerle polemiğe girerek, Marksizm’i Hegel’in etkisinden kurtarmaya çalışmaktadır. Felsefeye geri dönülmesi ve ekonomik ya da siyasi yapıların zamanla teorinin asıl işi olmaktan çıkması, felsefeyi meslek olarak seçen filozofların gelenek üzerinde ezici bir ağırlık taşımasına neden olmuştur. Taşınan bu ağırlık akademik tavrın gitgide daha çok artmasını da arkasından getirmiştir .Düşünürlerin bütününe baktığımızda istisnalar dışında bu kişilerin üniversite kürsülerinde ders veren kişiler olduğu söylenebilir( P.Anderson2011:85). Althusser de üniversite kürsüsünde bir profesör olmasına rağmen Fransa Komünist Partisinin bir üyesiydi. 1 Althusser’in fikirlerinin hangi koşullarda açığa çıktığına değindik. Fakat Altusser’in en önemli çıkış noktasının, 1956’da Kruçkev’in yaptığı ünlü konuşması olduğu söylenebilir. Kruçkev’in konuşmasının soğuk savaş döneminin sert ikliminin yumuşamaya başladığı bir konjoktüre denk düşmesi gerek Sovyetler Birliği gerekse de Doğu ve Batı Avrupa komünist partilerinde önemli değişikliklere yol açtı. Kruçkev’in konuşması,Stalin döneminin de eleştirilmesi gereken pek çok şey olduğunu açığa çıkardı. Fakat bu eleştiri gerekli olmakla beraber, yanlış eğilimleri de ortaya çıkardı. Althusser’e göre Stalin döneminin yanlış uygulamalarının Marksist bir çerçevede eleştirilip aşılması gerekirken bu eleştiri, daha geri bir perspektiften, burjuva demokratizmi ve liberalizmi açısından yapıldı .Kullanılan başlıca terimler; “özgürlük”, “insan”, “insan kişi”, “hümanizm” ve “yabancılaşma ”idi.(Althusser2011:8). Bu küçük burjuva tezleri Avrupada gelişen faşizme karşı geniş bir cephe oluşturmaya yönelik çabalar olarak görülebilir. Meta fetişizmi, kapitalizmin insanı yabancılaştırılması gibi tezler kapitalist sistemin kötülüğüne inanları ikna etmeye yarayan kanıtlar olarak kullanıldı. Faşizme karşı girişilecek mücadelede zaman zaman kurulmaya teşebbüs edilen cephelerde liberal burjuvazi ve küçük burjuvaziyi çekebilmek için faşizme karşı hümanizma kondu. Fakat bu anlayış taktiksel bir hamlenin ilerisine giderek Marksist ideolojinin merkezine oturtulmaya çalışıldı. İşte Althusser tamda bu noktada karşı çıkışını yaptı. Hümanist ideolojinin yayılmasında ve burjuva ideolojisinin Marksist ideolojiye yaptığı saldırılara karşı koymak kolay değil. Bu karşı çıkış aynı zamanda felsefeye mahkum edilmeye çalışılan ve pratikten koparılan Marksizm’i bu burjuva ideolojilerinden kurtararak gerçek zeminlerine oturmaya yönelik bir müdahale olarak da ele alınabilir. Kuşkusuz Althusser’in teorik olarak mücadele etmeye çalıştığı kesimler de başka bir pencereden aynı iddiayı taşımaktadır. Burada önemli bir iddiayı ele alıp yukarıda yapılan tespitler ışığında Althusser’in bu hesaplaşmada hangi materyallere dayandığını inceleyeceğiz.Bu iddia Marksizmin hümanizm çerçevesinde ele alınmasına karşı Marksizmin teorik bir Anti –Hümanizm iddasıdır. Ona göre Marksizm her şeyden önce bir tarih bilimidir. Marksizmin tarih kavramına katkısı ise tarihin, öznesi olmayan bir süreç olduğunu ispatlamasıdır. Bu nedenle tarih belirli bir “insan özü” çerçevesinde oluşmaz. Marksizm öncelikle bir bilim olduğuna göre, kendi bilimsel terim ve kavramlarıyla çalışır. Bu temel kavramların başında üretim tarzı gelir. Şu halde tarihi, değişmez bir insan özü çerçevesinde kurulmuş felsefelerle değil, bu öz üzerinde belirleyici bir varlık olan “toplumsal kuruluş” ve üretim tarzı gibi nesnel bilimsel kavramlarla anlayabiliriz. İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar ve kendi istedikleri gibi değil geçmişten devraldıkları koşullarla yaparlar. Bu 2 çerçevede sınıfın sınıfı sömürmesiyle, insanın insanı sömürmesi aynı şey değildir. O zaman Marksizm soyut bir insandan değil; sınıftan, daha doğrusu tarihi belirlenmelerin ürünü olan somut insandan yola çıkar ve insanın kurtuluşu için sınıf egemenliğinin yıkılmasını şart koşar(Althusser2011:1011). Althusser’in bu çerçeve Marksist teorinin merkezine insan özünü değil sınıf mücadelesini koymasından kaynaklı, Marksizm’in teorik bir Anti Hümanizma olduğu söylemesi kendi bakış açısına göre tutarlıdır. Fakat yanlış anlaşılmadan kurtarmak amacıyla burada bir parantez açmak gerekir. Teorik bir Anti-Hümanizma olması insan düşmanı olduğu anlamına gelmemelidir. İnsan Hayatını,insan özgürlüklerini,insan haklarını küçümsemekte değildir. Özünde teorik bir sorundur( Althusser2011:10-11). Yani kısacası Marksizm ,teorik analizin merkezine insanın özü ve sorunlarını koymaz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi sınıf ve sınıf mücadelesini teorisinin merkezine oturtmaktadır. Althusser Marksizme yönelik saldırıların karşısında dikildiğinde savunduğu argümanlar her dönem Marks’ın felsefesinin aslında Hegel’in diyalektiğini ters yüz etmesinin bir sonucu olduğu fikriyle hesaplaşmaktadır. Althusser’e göre Marks Hegel’in felsefesini alt üst etmemişti. Hegel’in felsefesini tamamen ortadan kaldıracak bir bilimi açığa çıkarmıştı. Althusser bu tezini kanıtlamanın yolunu ise Marks ve Lenin’in kendi kaynaklarına dönmekte buldu. Bu çevrede çalışmamız yukarıda tariflediğimiz somut koşullar ve problemler ışığında değerlendirileceğinden, Althusser’in “ Lenin ve Felsefe” derlemesi ele alınacaktır. Diğer taraftan Althusser’in yine yukarıdaki bağlamda, yani belirlenimcilik bağlamında “ideoloji ve Devletin ideolojik aygıtları” eseri incelenecektir. Althusser’in “Lenin ve Felsefe” eseri bilim ve felsefe arasındaki ayrımı açığa çıkartmaktadır. Öncelikle felsefe üzerinden çağdaş “hümanist” ideolojinin yayılmasına ve burjuva ideolojisinin Marksist ideolojiye yönelttiği öteki saldırılara karşı koymak bu iki alan arasında ki bağlantının ortaya çıkarılmasıyla gerçekleştirilebilir. Althusser’e göre Marksist –Leninist teori hem bir bilimi(Tarihsel Maddecilik) hem de bir felsefeyi(Diyalektik maddecilik) içerir. Marksist- Leninist felsefe bu yüzden proletaryanın sınıf kavgasında onsuz edemeyeceği iki teorik silahtan birisidir(Althusser2011:22). İkisinin birlikteliği önemlidir. Bu yüzden devrim teorinin savunmasına ve gelişmesine yardım edecek hem bir bilim adamı hem de bir filozofa ihtiyaç duyar. Bu çerçevede Althusser’e göre felsefe politiktir. 3 Yukarıda ifade edildiği gibi Marksizm hem bir bilim(Tarihsel maddecilik), hem de bir felsefedir(Diyalektik maddecilik). Felsefe bilimlerden sonra geldiğine göre bu ayrımın yada birlikteliğin anlaşılamaması farklı eğilimlerin açığa çıkmasını sağlamıştır. İki türlü sapmaya gebedir. Felsefenin yok sayılması sağ sapmacı bir algıyı açığa çıkartır. Yani ekonomizmin açığa çıkmasını sağlar. Ekonomizm siyasal mücadele alanını yok sayarak, iktisadi gelişim süreçlerinin devrimi kendiliğinden yaklaştıracağını, hatta başaracağını varsayan bir görüştür. Her olguyu altyapıyla açıklama eğilimi olan bir görüştür. Evrimci bir algıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yaklaşım ise bilimleri yok sayarak her şeyi felsefeyle açıklamaya çalışır. Bu yaklaşımda öznelci bir yaklaşımı yani sol sapmayı açığa çıkartmaktadır. Bu yaklaşımda determinizm yani nesnel koşulları yok sayan sadece volontarizm yani öznel şartları icra eden bir yaklaşım olarak görülebilir. Althusser açısından bilim ve felsefe arasında ki ayrım ve felsefenin nasıl icra edileceğine dair yaptığı tasarımlar aslında felsefenin sınıf mücadelesindeki yeriyle alakalı olmasıdır. Althusser bu çerçevede bu ayrımı şu şekilde özetler ve bilimlerin ardından gelen felsefenin sınıf mücadelesinde ki öneminin altını çizer. Sınıf mücadelesi içerinde karşı karşıya gelen sınıf tavırları yani uzlaşmaz çelişkiler son kertede idealist ve maddi tavırların dünya görüşü olarak pratik ideoloji alanında ahlak,hukuk,din,politika,estetik alanlarına yansır(Althusser2011:27). Dünya görüşleri teori alanında(bilim+bilimi ve bilim adamlarını çevreleyen teorik ideolojiler felsefe yoluyla yansır(Althusser2011:27). Tıpkı ideolojiler gibi felsefenin de bir sınıf kavgası politik bir kavga olması bundandır. Burada bir parantez açmakta fayda var. Mesele iki üst yapısal düzeyde kuruluyor. Birincisi dolaysız bir sınıf tavrı olarak üst yapıya ahlak, hukuk, din ve politik ideolojiler şeklinde yansıyor. Bunlar bir dünya görüşü şeklini kazanıyor. Sonra farklı dünya görüşleri teorik düzeyde bir felsefe haline gelerek, karşıt felsefelerle dolayısıyla karşıt görüşlerin dünya görüşleriyle sınıf kavgasını teorik düzeyde sürdürüyor.Diğer bir madde ise felsefe, teoriye bir yer açılır açılmaz ortaya çıkar. Yani bilim olmadan felsefe olmaz, olsa olsa dünya görüşleri olur(Althusser2011:27). Buradan çıkarılacak sonuç tamda teori ve pratik alanındaki ilişkiyle alakası kurulabilir. Son kertede felsefe bilimlerle açığa çıkan nesnel bilginin sınıf mücadelesinde kullanım şeklidir diyebiliriz. Felsefe farklı dünya görüşlerinin çatışmasının pratik bir yansıması olarak karşımıza çıkmakta. Dolayısıyla Althusser’in düşünce sistematiği içerisinde ilk savaş bilimsel bilgi ile ideolojik bilgi arasındaki sınırdadır( Belge2011:28). Daha sonra Lenin ve Felsefe metninde daha ayrıntılı inceleyeceğimiz bir olgu Marksizm’in tarih bilimi olması ve bunun yarattığı bilimsel gelişimin teorik alandaki etkilerinin sınıf mücadelesi alanında üstünlüğü ele geçirmenin bir 4 aracı olarak ortaya çıkması. Marksist bilimin gelişmesi felsefenin teoride temsil ettiği dünya görüşlerini tanımamızı sağladı ve dünya görüşlerini dönüştürmek için araçlar sağladı. Geçmişte idealist olan maddeci anlayış, diyalektik maddeciliğe dönüşerek idealizm ve maddecilik arasındaki güç dengeleri de bozuluyor. Artık maddecilik idealizm üzerinde baskı kurmaya başlıyor. Açıklanan bu anlayış sınıf mücadelesinin teorik alanda Marksizm lehine döndüğünün bir göstergesi. Althusser bu olguyu şu şekilde ifadelendiriyor: “Marksist-Leninist felsefe, teorinin ana halkasıdır bugün. Marksist-Leninist felsefe ya da diyalektik maddecilik proletaryanın teorideki temsilcisidir. Marksist teoriyle işçi hareketinin birliğinde (teori-pratik birliğinin şaşmaz gerçekliğidir bu) felsefe Marks’ın deyişiyle “dünyayı yorumlamak” biter artık. “Dünyayı değiştirmek” için, devrim için bir silah olur(Belge2011:28). Burada da görüleceği üzere Althusser için önemli olan işçi sınıfının birliğidir. Bu birliği sağlayan temel ise teorik ve ideolojik birliğin sağlanmasıdır. “Teorik pratiğe” böylesi bir öncelik atfeden Althusser, devrimci pratiğin halk yığınlarına yakından bağlılığını vurgular. Teoriyi ve kitleleri aynı anda algılamanın önemine dikkat çekmektedir( Althusser2011:30). Althusser’e göre ancak devrimci teoriyi anlayan kitleler tarihi inşa ederler. Geçmişte açığa çıkan bütün devrimler bu birlikteliğin sonucudur. Althusser’in 1968 tarihli tebliği olan “Lenin ve Felsefe”(Althusser2011:41-94) meslekten filozof olan birinin düşüncesindeki temel önermeleri (bilim ve felsefe ayrımı, epistemolojik kopuş düşüncesi,ideoloji gibi) derli toplu biçimde açıkladığı temel bir metindir. Althusser Lenin’e geri dönerek Marksist felsefeyi açıklamaya çalışıyor. Meslekten filozofların idealist felsefesiyle hesaplaşma çabası olarak ele alınabilir. Temel sorun felsefe ve bilim arasındaki bağlantının açıklanma sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Felsefe ve bilim birbirine karşıt olgular mıdır? Bu sorunun cevabının araştırılması ve nihayete erdirilmesi aynı zamanda Marksizm’in yaşadığı teorik krizi çözmeye yönelik bir adım olarak algılanmaktadır. Aslında Lenin’de ya da Marksizm’de yapılan şey felsefenin soyuttan kurtularak nesnel olanın incelenmesidir. “Lenin ve Felsefe”(Althusser2011:41-94) tebliğinin başlangıcı Lenin’in bilimleri bir tarafa bırakıp felsefeye yönelen Otzovistlerle felsefe üzerine yaptığı polemikle başlar. 1905 yenilgisi sonrası bütün legal alanların terk edilerek sertlik yanlısı bir politik mücadele izlenmesi gerektiğini savunan Otzovistler zamanın modası olan bir felsefeye amprio-kritisizme gönül vermişlerdi. Althusser’in polemiğe yer vermesinin temel amacı tam da 5 başından beridir kanıtlamaya çalıştığı bilim ve felsefe arasındaki ayrımın açığa çıkarttığı sonuçlara dikkat çekmesi açısından önemlidir. Otzovistler, tıpkı Althusser’in yaşadığı dönemde yenilgi ardından Yeni dönemin Marksizm’ini felsefeye dönmekte aradıkları gibi onlarda felsefe dönerek 20 yy.’ın Marksizm’i haline gelmeyi umut ediyorlardı. Onun için Marksizm’in Diyalektik Materyalizmden kurtulması gerektiği ve öteden beri hep yoksun kaldığı felsefeye dönmesi gerekiyordu. İşte keşfettikleri felsefe Kantçı idealist felsefe olarak karşımıza çıkıyor. Lenin’in bu polemikte Kantçı felsefeye politik bir biçimde müdahale ettiğini iddia eder. Çünkü Lenin Otzovistler’e şartlar öne sürer sizi görmeye gelmek isterim fakat her türlü felsefi tartışmayı reddiyorum. Althusser’e göre Lenin’in tavrı taktik bir davranıştı:asıl olan mülteci Bolşevikler arasında birliği sağlamaktı. Fakat felsefi tartışma birlikten daha çok bölünmeyi açığa çıkaracaktı. Felsefe nesnel olgulara dayanmadığı için felsefede taraf tutulur. Bu yüzden felsefi bir tartışmadan birlik çıkmaz. Fakat bilim nesnel olgularla kanıtlanabilir önermeler getirdiği için, birleştirir(Althusser2011:44-45).Althusser tartışmadan şöyle bir sonuca ulaşmaktadır. Teori bilimlere belirli bir biçimde yer açan şeydir. Marksizmin ne olduğuna dair tartışmaya geri dönelim. Marksizm gerçekte nedir bir bilim mi? Yoksa felsefe mi? Althusser soruların yanıtlarını Marks’ın eserlerine geri dönerek cevaplamaya çalışıyor. Feuerbeck üzerine 11. Tez: “Filozoflar sadece dünyayı yorumlamakla yetindiler;oysa aslolan onu değiştirmektir. Marksın bu sözü belli kesimlerde dünyayı dönüştürecek bir felsefenin keşfi gibi bir algı oluşturdu. Burada Gramsci ve Labriola örneği verilmektedir. Gramsci Marksizmi temelde yeni bir felsefe, bir “praksis felsefesi” olarak okumuş ve tanımlamışlardır. Fakat bunun arkasından kısa bir süre içerinde yeni bir felsefi açıklama gelmediği görülür. Tam tersine felsefi alanda uzun bir sessizlik hüküm sürmüştür. Feuerbach üzerine tezlerden anti-düring’e kadar uzanan o uzun süreli felsefi boşluğa ne olduğuna gelince bu alanı bilim doldurmuştur. Althusser boşluğun sebeplerini ve 11. Tezden ne anlamamız gerektiğini şöyle açıklamaktadır:11. Tezi bir felsefe devriminin ilanı olarak anlamakla geçmişe ait felsefi bir iliz yonun kurbanı olduğumuz sonucu mu çıkarmalı? Evet ve hayır. Fakat hayır demeden önce evet demek gerektiğine inanıyorum(Althusser2011:56). 11.Tez yeni bir felsefeden tamamen değişik bir şey. Yeni bir bilim ve henüz temellerini Alman ideolojisinde sergileyeceği bir bilim yani tarih bilimidir. Felsefenin kökten ilgası Alman ideolojisinde kısaca belirtilmiştir. “Tüm felsefi fantezilerden kurtulmak ve pozitif gerçekliğin incelenmesine koyulmak, felsefenin pençesini yırtıp gerçekliği nihayet olduğu gibi görmek gerekir” der orada Marks( Althusser2011:57). 6 Althusser’e göre 11. Tezin ilan ettiği teorik devrim aslında yeni bir bilimin kuruluşudur. Yeni bilimin doğuşunu belirleyen teorik olayı bir “epistemolojik” kopuş olarak nitelendirir. Büyük bilimsel keşiflerin genel anlamada bu kopuşların ürünü olduğunu ifade eder. Bir bilim insanı elindeki bilgi ve yöntemlerle bir sorunu çözemez. Soruna yeni ve farklı bir tarzda yaklaşırsa, alışılmış yöntemleri bir kenara bırakırsa bu mümkün olur. Kopuş yeni teori kıtaları açar, ya da mevcut kıtalara katılan bölgesel formasyonlar oluşturur(Althusser2011:58). Althusser’e göre Marks’tan önce iki büyük kıtanın sürekli epistemolojik kopmalarla bilimsel bilgiye açılmış olduğu söyler.Matemetik kıtası ve Fizik kıtası. Marks bunların dışında üçüncü bir kıtanın yani tarih kıtasının açılmasını sağlamıştır. Bu kıtanın açılması ise tarih biliminin doğmasına neden oldu. Althusser’e göre bu kopmalar bir anlık bir olay değildir. Kopmalar süreç içerisinde gerçekleşir. Bilim sonu gelmeyen bir süreçtir. Çünkü madde kendisi değişmediği halde insanın madde üzerine nesnel bilgisi her zaman ilerler,gelişir,yetkinleşir. Bu bakımdan ideoloji dünyasından bilim dünyasına geçişi gerçekleştiren kopma, sürekli bir kopmadır(Althusser2011:60). O halde sürekli kopmalar ilerlemeci bir tarih anlayışını da açığa çıkarmaktadır. Tarih kıtasının açığa çıkması tarih bilimini ortaya çıkarmıştır. Marksın ortaya çıkardığı yeni bilimin adı Tarihi maddeciliktir. Kopuşların anlık değil de bir sürece yayılması başka bir olguyu açığa çıkarmaktadır. Althusser’e göre felsefenin bıraktığı boşluğu bilimlerin doldurması felsefenin bilimlerden sonra açığa çıktığını da göstermektedir. Fakat anlık değil bir sürece yayılmış kopmalar bilimle felsefe arasında da geçmesi gereken bir zaman dilimini işaret eder. Marksist felsefe diye bir şey doğacaksa onun doğumu bu bilimin gebeliğinden doğacaktır(Althusser2011:61). Bu önermeden yola çıkarak Althusser felsefenin her zaman var olmadığını söyler. Bilimi içermeyen bir dünya dışında felsefenin varlığından bahsedilemez.Bu çerçevede felsefe bilimlerden sonra gelmelidir. Altthusser’e göre Marksist bilim bugün ileri bir noktada olmasına rağmen Marksist felsefe için aynı şey söylenemez. Yeni bilimsel buluşu yapan Marks, bilimsel buluşu yaparken, felsefeden de çok bağımsız kalamazdı . Bu yüzden de Marksist felsefe bilimsel buluşun en etkin olduğu eserde yani Kapital’de aranmalıdır(Althusser2011:63). Şu halde Althusser’e göre öncelikli siyasi görev Kapital’i okumaktır. Althusser’ göre; Lukacs, Gramsci’nin ve onlar kadar yetenekli olmayan diğer ardılları Marksist felsefeyi “Feuerbach Üzerine Tezler’e” kadar geriye götürerek yanlış yaptılar. Marksist felsefenin doğumun Marksist bilimlerden önceye alıyorlardı.Onlara göre Marksizm proletaryayı kurtuluşa götürecek bir “praksis” yeni bir eylem felsefesiydi. Düşüncelerinin Hegelci 7 temellerinden ötürü, bilim onlar için bir üst yapı kurumuydu. Bilim pozitivistti ve burjuvaydı. O zaman Marksist “bilimin” zorunlulukla felsefi ve Marksizm’in de bir felsefe ya da “praksis felsefesi” olacağını iddia ettiler( Althusser2011:65). Althusser’in praksis felsefeyi küçümsemesindeki temel amaç bilimle felsefenin diyalektik birliğinin kurulmasıdır. Althusser burada temel olarak vurgulamak istediği şeyin bilimlerden sonra gelen felsefi gecikmenin tamamlanması sonucu ortaya çıkan sapmalarında bertaraf edileceği düşüncesidir. Marksizm bilim ve felsefenin diyalektik birlikteliği olduğuna ve bilimin olgunlaşıp felsefenin ise daha olgunlaşmadığı fikrince tabi ki sapmaların olağan olduğu yargısı çıkarılabilir. Fakat tersten teorinin içsel karışıklıkları da sapmaların nedeni olabilir(Althusser2011:66). Althusser burada çağın gerçek sorununun felsefenin bilimin yerine ikame edilmesinde görür. Yani bilim ve felsefe diyalektiğinin yok sayılarak bilimin yerine felsefenin ikame edilmesi Marksizm’in sapmalarının en önemli sebebidir. İşçi hareketinin geçmişine dönen Althusser büyük teorik sapmaların temel nedenin felsefi olduğunu söyler. İkinci Enternasyonal’den örnek veren Althusser Enternasyonal’de ortaya çıkan bütün sapmalar, ekonomizm, evrimcilik,volontarizm,hümanizm, ampirizm, dogmatizm vb hepside felsefi sapmalardır(Althusser2011:66). Althusser’e göre felsefedeki gecikmenin sona erdirilmesiyle birlikte buhran sona erebilir. Geleceğin dönüştürülebilmesi gecikmenin sonlandırılması şartına bağlıdır. Althusser, Lenin’in Materyalizm ve Ampiryokritisizm çalışmasına gönderme yaparken şu iki ayrımı yeniden hatırlatmaktadır: Felsefi madde kategorisi ile bilimsel madde kategorisi hiçbir zaman birbirine karıştırılmamalıdır. Bilimsel madde bilimlerin nesneleri üzerine yine bu bilimlerin tarihi durumuna göre olan bilgileri tanımlar. Bilimsel bilgi kavramının içeriği yine bilimsel bilginin ilerlemesi daha doğrusu derinleşmesiyle değişir. Fakat hiçbir bilim nesnesine dayanmayan ancak bir nesne hakkındaki tüm bilimsel bilginin nesnelliğini yansıtan felsefi madde kategorisinin anlamı değişmez. Felsefi madde kategorisi bu çerçevede mutlaktır( Althusser2011:70). Buradan Althusser yine maddeci felsefenin bilimsel pratiğe olan bağlılığına vurgu yapmaktadır. Bu bağlılık şu anlama gelmektedir. Büyük bilimsel keşifler her zaman felsefede önemli düzeltmelere ve yeniden düzenlemelere yol açar. Aslında burada şöyle bir sonuç çıkarılabilir, her çağda aynı kalan maddi bir gerçeklikten söz edilemeyeceğine göre her dönemin somut durumları çerçevesinde teori hayatın nesnelliği içerinde geliştirilir. 8 Bu çerçevede Althusser açısından yeni soru ortaya çıkıyor. Felsefenin tarihi var mıdır? Lenin’in felsefe tarihini idealizm ve materyalizm arasında bir mücadele olduğunu söylemesi, Althusser’e göre gerçekte felsefenin tarihi yoktur demeye gelir(Althusser2011:76). Buradan şöyle bir çıkarsama yapılabilir: Felsefenin tarihi ve nesneliği arasındaki, ilişki sorgulanabilir. Bilimler gibi nesnelerin özelliklerini elle tutulur bir şekilde gösteren biliminkiyle kıyaslanan bir nesnesi yoktur. O halde maddi bir nesne olmadığına göre felsefenin bir nesnesinden bahsedilemez. Althusser’e göre nesnesi olmayan felsefenin sınırları içerisinde o halde hiçbir şey cereyan etmez(Althusser2011:78). O halde tarihsiz ve nesnesiz felsefe sadece sınıf mücadeleleri alanında kendini ifade eder. Althusser’e göre felsefe bir kategorinin diğer kategorilere karşı üstün gelmesini temsil eder. Bu çerçevede felsefenin bir nesnesi ve tarihi yoktur fakat bir amacı vardır. Siyaset alanında temsil edilir ve amacı iktidardır(Althusser2011:80). Althusser fikri mirası oluşturan temel iki olguyu Lenin’e dönerek ispatlamaya çalıştığını görüyoruz. Felsefenin bilimlerle ilişkisi ve felsefenin siyasetle ilişkisi Lenin’in görüşleri referans verilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Özet olarak Lenin’e göre felsefi pratiğin özü teori alanında bir müdahaledir. Belirli kategorilerin formülleştirilmesi açısından teorik, bu kategorilerin işlevi açısından pratiktir. Bu işlev teori alanı içinde doğru olduğu belirtilen fikirlerle, yanlış olduğu belirlenen fikirler arasına, bilimsel olanla ideolojik olan arasına bir ayırt edici çizgi çekmektedir(Althusser2011:84). Bilimsel olanı ideolojik olandan korumak için ayırt edici çizgiyi çeken materyalist felsefedir. Felsefe ile bilimler arasında ki temel bağlantı böyle açıklanabilir. Felsefe siyasetin belirli bir gerçeklik karşısında belirli bir biçimde sürdürülmesi olacaktır. Felsefe siyaseti teori alanında daha da kesin olmak gerekirse bilimler alanında temsil eder. Bunun tersine gidişte de bilimselliği sınıf savaşına katılan sınıflar nezdinde siyaset alanında temsil edecektir.(Althusser2011:88). Bu çerçeve göz önüne alındığında Althusser’e göre felsefe, sınıf mücadelesi ve bilimler arasında bir yerde üçüncü bir kerte olarak varlığını sürdürür. Buradan çıkarılan sonuç ise felsefenin iki farklı alanda yaptığı müdahaledir. Birincisi sınıflar mücadelesinin sonuçlarının yer aldığı politik düzey, ikincisi ise bilimsel pratiğin sonuçlarının yer aldığı teorik düzeydir. Felsefenin üçüncü bir kerte olarak üretilmesi yani bilimlerin ürettiği bilimsellikle, onları tehdit eden ideoloji arasındaki tartışmada felsefe bilimsel müdahalede bulunur. Marksist felsefenin bu müdahalesi ona ayrı 9 bir özellik katar. Marksist felsefe üçüncü kertede yaptığı müdahalelere pratik bir felsefe niteliği kazanmıştır(Althusser2011:90) Son olarak Althusser Marks’ın “Feurbach Üzerine Tezler” eserinde ortaya koyduğu 11. Tez yani “Filozoflar Sadece Dünyayı yorumlamakla yetindiler; oysa aslolan onu değiştirmektir” sözü yeni bir felsefe vaat etmiyordu. Althusser’e göre bu söz yeni bir bilimin doğmasını işaret ediyordu. Yeni doğan bilim ve bilimin ortaya çıkardığı felsefe yeni bir felsefe pratiğidir. Marksist felsefe yeni bir praksis felsefesi değil fakat yeni bir felsefe pratiğidir. Althusser yaşadığı dönemde Marksizm’in felsefeye dönerek yaşadığı bütün bir krizi çözmeye yönelik girişimlerinde yani felsefe ve bilim ilişkisini açıklamaya çalıştığı tüm argümanların Lenin’den üretildiği görülmektedir. Son olarak Marksist bilimin açığa çıkardığı felsefe yani felsefe pratiği felsefeyi dönüştürebilir. Bu çerçevede dünyanın dönüştürülmesine de yardım edebilir. Althusser ‘in başından bu zamana unuttuğu bir olgu bütün bu tartışmaların sonunda aklına gelmektedir: Kitleler. Althusser’e göre felsefe pratiği sadece yardım edebilir. Çünkü tarihi yapanlar teorisyenler, filozoflar, bilginler değil kitlelerdir. Yani aynı ve tek bir sınıf mücadelesi içinde bir araya gelmiş kitleler(Althusser2011:91). Bilim ve felsefe arasında ki ayrımı açıkladıktan sonra şimdi de Althusser’in “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”(Althusser2010) eserini inceleyeceğiz. Althusser İdeoloji kavramını Marks’la ilgili değerlendirme ve eleştirileriyle birlikte açıklar. İdeoloji insanın ya da bir toplumsal grubun zihninde egemen olan fikir ve tasarımlar sistemidir. Althusser’e göre Marks ideolojinin siyasal alanda bir sınıf mücadelesinde yer alması gerektiğini daha gençlik eserlerinde kabul etmek zorunda kalmıştır(Althusser2010:76). Marks’ta ideoloji kavramı genel anlamda “Alman İdeolojisinde” mevcuttur. Fakat Althusser “Alman İdeolojisinde” ideolojinin mekanist- pozitivist bir anlayışla ele alındığını söyler. Bu yüzdende “Alman İdeolojisinde” ele alınan ideoloji Marksizm’den uzak bir anlayışı yansıtmaktadır( Althusser2010). Althusser genel anlamada bir ideoloji kuramı oluşturma işine girişir. Altusser’e göre ideoloji toplumsal formasyonların tarihine yani toplumsal formasyonlarda bir araya gelmiş üretim biçimlerinin ve bu toplumsal formasyonlar içinde gelişen sınıf mücadelelerin tarihine dayanmaktadır. Bu tercih gerek ideolojileri ilgilendirse de ideolojinin dışında gerçekleştiğinden ideolojinin bir kuramından bahsedilemez. Althusser bu çerçevede bir önerme sunar. O zaman ideolojilerin tarihi yoktur. Aslında bu önerme Marksın 10 önermesidir. Bu önerme Althusser ve Marks’ı çakıştıran bir önerme olarak karşımıza çıkar. Marks alman ideolojisinde ideolojinin katıksız bir düş, bir yanılsama olduğunu söyler. Tüm gerçekliği kendi dışında gerçekleşmektedir. O taktirde ideolojinin tarihi olduğundan bahsedilemez( Althusser2010:80). Althusser Marks’ın Alman ideolojisinde ifade ettiği bu önermenin pozitivist olduğunu söyler. Althusser kendi tezinin Marks’ın tezinden farklı olduğunu savunur. Çünkü Marks’ın ideolojilerin tarihi olamadığına yönelik yaklaşımı olumsuzdur. Fakat Althusser ideolojilerin kendine ait bir tarihi olduğunu söyler. İdeolojilerin tarihi yoktur derken aslında Freud’dan ödünç aldığı bir kavramı kullanır. İdeolojilerin tarih aşırı olmasından kaynaklı tarihleri yoktur. Çünkü Althusser’e göre ideoloji toplumsal formasyonların içerisinde her zaman hazır ve nazır durumdadır. Tarihin tüm yayılımında biçimleri değişmez. Bu yüzden tıpkı bilinç dışı gibi öncesiz ve sonrasızdır(Althusser2010:81). Althusser ideolojilerin bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla kurdukları imgesel ilişkiyi gösterir. Her ideolojide bir hayali çarpıtma söz konusudur. Ancak Althusser hayali tasarımlamanın hangi ilişki düzeyine ait olduğu konusunda Marks’tan farklı görüştedir. Marks’a göre “bir ideolojide dünyanın hayali olarak tasarımlanmasında insanların varoluş koşullarının, yani gerçek dünyanın yansıtılması” söz konusudur. Althusser’e göre ise ideoloji, “bireylerin, üretim ilişkileri ve onlardan türeyen ilişkilerle olan hayali ilişkisini gösterir. Demek ki ideolojide, bireylerin varoluşunu yöneten gerçek ilişkiler sistemi değil, fakat bu bireylerin içinde yaşadıkları gerçek ilişkilerle hayali ilişkisi temsil edilir( Althusser2011:89). Althusser kendi kendine şu soruyu soruyor. Gerçek varoluş koşullarını kendi kendilerine tasarımlamak için, gerçek varoluş koşullarını böylesi imgesel bir yer değiştirmeye uğratmaya neden gerek duyar insanlar(Althusser2010:90)? Sorduğu soruya ise şu şekilde cevap vermektedir. Althusser’e egemen güçler halk üzerinde ki egemenliklerini pekiştirmek ve halkı sömürmeyi devam ettirmek için çarpıtılmış bir dünya tasarımlanmasına ihtiyaç duyarlar. Althusser ideolojinin maddi bir varoluşa sahip olduğunu söyler. Bir ideoloji bir aygıtta ve bu aygıtın pratik veya pratiklerinde var olur. Bu da maddi bir varoluştur(Althusser2010:93-94). İdeoloji içinde yaşayan bir birey belirli davranış ve tavırları benimseyip uygulamasını ve belirli ideolojik aygıtla belirlenmiş pratiklere katılmasını doğurur. Fikirlerin genel olarak eylemde var olması gibi ideolojilerde pratikte var olurlar. Althusser belirli pratiklerde yer alan edinimlerden bahseder. Bu pratikler içinde yer aldıkları kurallar tarafından düzenlenirler. Bir ideolojik aygıtın maddi var oluşu 11 bağrında gerçekleşir. Althusser pratik edinimlere örnekler vererek meseleyi açıklamaya çalışmıştır. Bir kilisede ki ayin, bir spor derneğinde ki maç, siyasal bir partinin toplantısı vb. Bütün bu pratiklerin tek ve aynı maddilik olmadığı açıktır. Kendi ifadesiyle maddi bir aygıt içinde var olan, maddi kurallarla belirlenen, maddi pratiklerde yer alan maddi edimlerdir. Kendi inancına göre vicdan rahatlığıyla hareket eden bir öznenin maddi eylemlerinde var olan pratikleri buyuran ideolojinin varlığının maddiliğini ortaya çıkartmaktadır. İdeoloji bireylere özne diye seslenir. Her ideoloji ancak bir özne aracılığıyla özneler için var olabilir. Özne kategorisi her tür ideolojinin kurucusudur. Althusser bu önermesini açıklamaya girişir. Somut özneler kurma işlevine sahip oldukça ideolojinin kurucudur. İdeoloji bu işleyişinin maddi var oluş biçimden başka bir şey değildir. Bu tanımlama ideolojinin işlevine dair bir tanımlamadır. Özne ideolojinin kurucu kategorisi ise de ideolojinin tanımlayıcı işlevi somut bireyleri özneler haline getirmesidir(Althusser2010:98). İdeolojinin kendine özgü iki işlevi vardır. Kabul etme tanıma işlevi ile kabul etmemem tanımama işlevi. Althusser kabul etme tanıma işlevini anlatırken tanıma metaforunu kullanır. Polisin yolda giderken “hey, sen, oradaki” diye seslendiğinde yolda giden kişinin sese doğru yönelmesiyle kişi özne olup çıkar. Aslında burada ideolojiyi temsil eden öznenin diğer özneyi belirlediğini de söyleyebiliriz(Althusser2010:103). Yani kısacası özneye özne olarak seslenmekle özneyi belirlemektedir. Bu çerçevede özneler ideolojinin dışında değildirler. Özneler bir çok ideoloji tarafından belirlenirler. Çünkü ideoloji öncesiz ve sonrasız olduğundan hep vardı ve özne olarak sesleniyordu. Althusser bu önermeyi kendi hayat hikayesi üzerinden kanıtlamaya çalışır. Dinsel ideoloji özne olarak seslenerek işlemeye çalıştığında Louis zaten özneydi. Dinsel bir özne değildi fakat ailesel bir özneydi. Hukuk ideolojisi seslenemeye başladığında Louis yine aile, din, eğitim vb açısından özneydi zaten. İdeolojiler dur durak bilmeksizin özne diye seslenirler öznelere. Zaten hep özne olanları istihdam ederler durmadan. İdeolojinin yarattığı etkiler hep üst üste biner ve birbiriyle kesişirler(Althusser2010:107). İdeolojiyi tarif ettikten sonra Devletin ideolojik aygıtlarını tariflemek gerekecek. Daha sonrası ise Devletin ideolojik aygıtlarının ideolojinin özellikleri çerçevesinde nasıl işlediğini inceleyeceğiz. Devletin tek bir baskı aygıtı olmasına rağmen bir çok ideolojik aygıtı vardır(Althusser2010:54). Devlet aygıtı kendisini tek bir bütün halinde gösterir. Tek bir merkezden yönetilir ve merkezi bir beden olarak gösterir kendisini. Hükümet biçimsel 12 açıdan devletin siyasal ideolojik aygıtı ise de gerçekte devletin baskı aygıtına aittir. Althusser devletin baskı aygıtlarını şu şekilde tarif eder. Polis, ordu, yargıçlar, mahkemeler, organik devlet aygıtı içerisinde birer uzuvdur. Fakat bu uzuvlar arasında tam bir iş bölümü mevcuttur(Althusser2010:55). Fakat devletin ideolojik aygıtlarında ise durum değişiktir. Bu aygıtlar çoğul olarak yer alırlar ve görece bağımsız maddi varoluşa sahiptirler(Althusser2010:55). Devletin ideolojik aygıtları tek bir bilinçli yönetim altında bir beden oluşturmazlar. Althusser devletin ideolojik aygıtları özerk ve kendi bağımsız varoluşuna sahipse nasıl oluyor da devletin ideolojik aygıtları oluyor gene de? Althusser bu soruya şöyle cevap veriyor. Her şeyden önce kendinde gerçekleşen ideoloji nedeniyle. Bu ideoloji egemen ideoloji olduğu için egemen sınıfın, yani devlet iktidarını elinde bulunduran ve devletin baskı aygıtına doğrudan doğruya ve buyurganca komuta eden sınıfın ideolojisidir. Sınıfsal üst yapı devlet merkezi etrafında yoğunlaşmıştır. Devletin baskı aygıtları da devletin ideolojik aygıtları da üst yapıda yer alırlar. Aralarında ayrım olsa da onları birleştiren devletin egemenliğidir. Üst yapıda toplanan birbirinden farklı bu yapılar ideolojik bir birlik biçiminde toplanıp yoğunlaşırlar. Yani devletin ideolojik aygıtları egemen sınıfın ideolojisini gerçekleştirdiğinden pratikte sınıf mücadelesinde yerini alır. Althusser bu birliktelik çerçevesinde devleti şu şekilde tanımlamaktadır: Devlet, baskı aygıtıyla, ideolojik aygıtın devlet iktidarının altında bir araya gelmesidir. Devlet iktidarını elinde bulunduran sınıf baskı aygıtının gözetiminde devlet ideolojisinin devletin ideolojik aygıtında gerçekleşmesiyle dolaylı olarak sınıf mücadelesi içinde etkin olurlar. Marksist devlet teorisi içinde bir olgudan bahsetmek gerekir. Kapitalist toplumsal formasyonun var oluşunun temel nedeni ekonomik sömürüdür. Baskı değildir. Bu çerçevede Marks üretim ilişkilerinin yer aldığı ekonomik alt yapı ile devletin baskı ve ideolojik aygıtlarının yer aldığı üst yapıyı birbirinden ayırmıştır(Althusser2010:41-42). Althusser’e göre bu ayrım gerekli bir ayrımdır. Son kertede ise alt yapı üst yapıyı belirler. Althusser’de de son kertede alt yapı üst yapıyı belirlese de alt yapı ve üst yapı karmaşık bir şekilde iç içe geçmiştir. Althusser belirlenimi pozitivist bir tarzda ele almaz. Şöyle ifade edebiliriz. Üst yapı üretimi ve yeniden üretimi sağlamaktadır. Diğer yandan devletin ideolojik aygıtları baskı aygıtının güvencesinde bu görevi yerine getirirken ayrıyeten öznelerin vicdanında da üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlarlar. Bu çerçevede devletin ideolojik aygıtları görüldüğü üzere bütün etkinliklerini alt yapıda gerçekleştirirler(Althusser2010:119). Buradan çıkarılacak sonuç alt yapı ve üst yapının iç içe geçişin kanıtlanmasıdır. Egemen sınıflar meşruiyetlerini sadece baskı ile sağlayamazlar. Meşruiyeti sağlayan temel olgu devletin ideolojik aygıtlarının üretim ilişkilerinin yeniden üretimini vicdanlarda her 13 gün yeniden üretmesi gerekir. Yönetenler bunu sağlayamadıkları noktada ise yönetemez duruma gelirler. Yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin ise bu şekilde yönetilmek istemediği zaman devrimin nesnel koşulları gerçekleşmiş demektir. Tıpkı 1968 Mayıs’ı gibi(Althusser2010:126) 14 KAYNAKÇA : Althusser ,Louis. “Bir Devrim Silahı Olarak Felsefe”. Çeviren BülentAksoy. Lenin ve Felsefe. İstanbul: İletişim Yayınları,2011. Althusser, Louis. “Lenin ve Felsefe”. Çeviren: Erol Turpar. Lenin ve Felsefe. İstanbul: İletişim Yayınları,2011. Althusser, Louis. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. Çeviren: Alp Tümeltekin. İstanbul: İthaki Yayınları,2010. Anderson, Perry. Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler. Çeviren: Bülent Aksoy.İstanbul: Birikim Yayınları,2011. Marks,Karl ve Friedinc Engels.Alman İdeolojisi. Çeviren: Sevim Belli.Ankara: Sol Yanınları,1999. Lenin,V.İ. Materyalizm ve Ampiryokritisizm. Çeviren: Sevim Belli. Ankara: Sol Yayınları,1993. 15