HATIRLAMA ve UNUTMA

advertisement
HATIRLAMA ve UNUTMA
İÇİNDEKİLER
Sayfa
No:
Bilgi İşlem Yaklaşımına Göre Öğrenme...............................................................
1
Öğrenme ve Belleme.............................................................................................
8
Hatırlama Nedir?....................................................................................................
9
Hatırda Tutulan Miktar Nelere Bağlıdır?...............................................................
10
Hatırda Tutmanın Ölçülmesi..................................................................................
14
Hafıza Destekleyiciler............................................................................................
16
Kalıcılığın Sağlanmasında Beynin Bazı Bölgelerinin Rolü....................................
18
Bellek Nörokimyası.................................................................................................
20
Bellek Transfer Çalışmaları....................................................................................
21
Beyindeki Ödül ve Ceza Merkezleri.......................................................................
22
Öğrenme ve Bellekte Ödül ve Cezanın Önemi.......................................................
23
Unutma Nedir?........................................................................................................
24
Neden Unutuyoruz?.................................................................................................
24
Davranışçı Yaklaşıma Göre Unutturma Yöntemleri...............................................
28
Guthirie’ye Göre Öğrenme ve Unutturma..............................................................
30
Unutmayı Önlemek İçin Alınabilecek Önlemler....................................................
32
Öğrenme, Hatırlama, Unutma ve Eğitim................................................................
33
Kaynaklar................................................................................................................
Burak Kağan TEMİZ © 2002
1
BİLGİ İŞLEM YAKLAŞIMINANA GÖRE ÖĞRENME
Bilgi işlem yaklaşımı öğrenmeyi bilgi işleme fonksiyonunu sağlayan bir süreçler
bütünü olarak görmektedir ve temelde şu sorulara cevap aramaktadır: İnsan zihni bilgiyi
nasıl kazanır? Ne kadar bilginin öğrenildiğini ne belirler? Niçin bir kısım bilgiler uzun süre
hatırlanır, diğerleri unutulur? Bilgi-işlem yaklaşımı bu sorulara cevap verebilmek için
öğrenmenin insan zihninde nasıl meydana geldiğini gösteren bir model önermektedir. Bu
model şekilde görülmektedir(Selçuk, 2000).
Hebb'e göre iki tür bellek vardır. Bunlar; 1. Kısa süreli bellek, 2. Uzun süreli
bellektir. Ancak, bazı bilim adamları bu bellek türlerine bir de "duyusal bellek" adını
verdikleri belleği eklemektedirler. Acaba öğrenilenlerin saklanması ve hatırlanması
sırasında beyinde ne gibi etkinlikler olmaktadır? Duyusal, kısa süreli ve uzun süreli
bellekte bilgiler ne kadar süre ile saklanmaktadır? (Senemoğlu, 2000)
Duyusal Kayıt
Çok kısa bir süre için uyaranların tam bir kopyasını tutan bilgi deposuna duyusal
kayıt denir. Duyu organları vasıtasıyla çevresel uyarıcıları (girdi) alır ve kapasitesi
sonsuzdur. Bu girdilerin nörolojik işleyişi çok kısa sürmektedir. Bu süre, görsel duyumlarda
bir saniyeden daha az (yaklaşık yarım saniye) ve işitsel duyumlarda yaklaşık dört
saniyedir. Duyusal kayıttaki bilgi, dış çevrenin ilk izidir ve dış uyarıcıların tam bir
kopyasıdır. Daha uzun bir süre depolanması istenen bilgiler kısa süreli hafızaya alınır.
Duyusal kayda yüzlerce uyaran gelir. Bu uyaranlar ya unutulacaktır, ya tekrar yapılarak
kısa süreli hafızada tutulmaya çalışılacaktır, ya da uzun süreli hafızaya almak için gerekli
işlemler yapılacaktır. Eğer dikkat ve ileri düzeyde işleme sağlanmazsa duyusal kayda
Burak Kağan TEMİZ © 2002
2
giren bilgi azalarak kaybolur. Örneğin, öğretmen tahtaya birkaç tane matematiksel formül
yazsa ve çocuklardan bu formülleri defterlerine geçirmelerini istese, çocuklar bu talimata
uyacaklardır. Ancak, çocuklar henüz formülleri yazmaya başlamışken öğretmen bu
formüllerle ilgili başka talimatlar verirse, öğrenciler bu talimatları duymayacaklardır.
Çünkü, formülleri yazmaya yoğunlaşmışlardır. O anda çocukların duyusal kaydı tahtadaki
yazıları deftere geçirmekle meşguldür ve o esnada verilen talimatları algılamaz.
Öğretmenin biraz beklemesi ve çocuklar yazma işini bitirdikten sonra çözüme ilişkin
bilgiler vermesi gerekir. Aynı anda birden fazla soru sormamak, talimatları birer birer
vermek ve öğrencilere bu talimatları tekrar ettirmek öğretmenin dikkat etmesi gereken
diğer hususlardır(Selçuk, 2000).
Duyusal bellek, beynin duyusal sinyalleri, oluşumlarından sonra kısa bir süre daha
duyusal alanda tutabilme yeteneğidir. Genellikle bu sinyaller analiz için yüz milisaniye
kadar tutulduktan sonra, yerlerini yeni duyusal sinyallere bırakırlar. Bu duyusal sinyaller,
beyinde kaldıkları bu kısa süre içinde taranarak önemli noktalar çıkarılır. işte bu bellek
belleğin başlangıç aşamasını oluşturur(Senemoğlu, 2000).
Kısa Süreli Hafıza
Bu bellek türüne birincil bellek adı da verilmektedir. Kısa süreli bellek, duyusal
uyarıcılarla harekete geçirilir. Kısa süreli belleğin etkinliği uyarıcı kesildikten sonra da kısa
bir süre devam eder. Yani duyusal uyarıcılar sinirsel etkinliği başlattıktan sonra, uyarıcı
kesilse de uyarıcının etkisi bir müddet devam etmektedir. Hebb (1949) buna yankılanan
sinirsel etkinlik (reverberating neural activity) adını vermektedir. Yankılanan sinirsel
etkinlik sürdüğü sürece kısa süreli bellekteki yaşantı hatırlanmaktadır.
Ancak, bu etkinliğin ne kadar sürdüğü kesin olarak bilinmemektedir. Kısa süreli
bellekle ilgili yapılan deneylerde, 18. saniyeden sonraki hatırlananların çok düşük düzeyde
olduğu gözlenmiştir. Bu durumda, kısa süreli bellekteki bilgi zamana bağlı olarak
azalmakta ve yok olmaktadır. Ayrıca, kısa süreli belleğe gelen yeni bilgi, eskinin yerini
almakta, sadece yeni giren bilgi hatırlanmaktadır.
Oysa biz, pek çok bilgiyi birkaç saniyeden daha uzun süre hatırlamaktayız. Bu
durumda kısa süreli bellekteki bazı bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılması söz
konusudur. Yani kısa süreli bellekle uzun süreli bellek birbiriyle ilişkilidir. Uzun süreli
belleğe sabit bellek, sürekli bellek gibi çeşitli adlar da verilmektedir. Uzun süreli bellek,
Burak Kağan TEMİZ © 2002
3
beyinde bilginin uzun süreli olarak saklandığı depodur. Uzun süreli bellekteki bilgiler,
haftalar, aylar, yıllar sonra hatırlanabilir(Senemoğlu, 2000).
Tekrar edilmediği takdirde bir dakika içinde bilginin kaybolacağı kısa süreli bilgi
depolama yerine kısa süreli hafıza denir. Duyusal kayıttan alınan bilgiler bir sonraki
depoya, yani kısa süreli hafızaya aktarılır. Hem kısa süreli hafızada hem de duyusal
kayıtta bilgiler çok kısa süre tutulur. Duyusal kayıtla bilgi hiç durmazken kısa süreli
hafızada tekrar yoluyla bir süre durabilir. Duyusal kayıttaki bilgiler tam bir gerçeklik taşır.
Örneğin, bir çiçeğin retinadaki aksi gibi. Kısa süreli hafızada ise kodlama söz konusu
olduğundan algılanan gerçek vardır. Son olarak, kısa süreli hafızada bilgiler bilinçlidir,
duyusal kayıtla ise, bilinçsizdir(Selçuk, 2000).
Kısa süreli hafızanın bir başka adı çalışan hafızadır. Kısa süreli hafızanın belli
başlı görevleri şunlardır:
1. Sınırlı miktarda bilgiyi kısa süre geçici olarak depolamak. Kısa süreli hafıza
yetişkinlerde 5-9 birimi yaklaşık 20 saniye tutar. 3 yaşındaki çocuklar 3 birimi, 7 yaşındaki
çocuklar 5 birimi, ergenlik çağından itibaren 5-9 birimi kısa süreli hafızada tutarlar.
2. Duyusal kayda gelen yeni bilgilerle, uzun süreli hafızada depolanmış olan eski
bilgileri karşılaştırmak ve eşleştirmek.
3. Duyusal kayda gelen bilgilerin davranışa dönüşmesini ya da uzun süreli
hafızaya kodlanmasını sağlamak.
4. Duyusal kayıtlan yeni alınan bilgilerin sesli ya da sessiz tekrarlarla kısa süreli
hafızada kalmasını sağlamak. Örneğin, bir sınava başlamadan hemen önce ,bir
öğrencinin elindeki notlara son kez bakıp okuduklarını kendi kendine tekrar etmesi ve
birkaç saniye içinde soru sorulana kadar aklında kalmasını sağlamaya çalışması buna
örnek gösterilebilir.
5. Uzun süreli hafızadaki bilgilerden yararlanıp problem çözme gibi zihinsel
işlemleri gerçekleştirmek.
Hafıza izi bırakmayan, materyali algılandıktan sonra birkaç saniye gibi çok kısa
müddetler için zihinde tutmayı sağlayan ve o materyale ait karar verildikten sonra
materyalin tamamen zihinden kaybolmasıyla sonuçlanan hatırlama sürecine kısa süreli
hafıza denilmektedir. Kısa süreli hafıza duyu kayıtlarından ve uzun süreli hafızadan bilgiler
alarak veri akışını düzenler. Az da olsa bilgi depolama kapasitesi vardır. Belirli bir anda
lazım olup, ondan sonra unutulmasında bir sakınca bulunmayan telefon numarası, isim
Burak Kağan TEMİZ © 2002
4
vs. gibi materyaller kısa süreli hafızaya alınır. Örneğin, telefon numarasının görüntüsü
kısa süre retinanın üzerinde kalır ve hemen unutulur. Kısa süreli hafıza yukarda değinildiği
gibi, oldukça sınırlı bir süre için sınırlı bilgi miktarını depolayan hafıza çeşididir. Kısa süreli
hafızada bilgi depolanması eğer devir yapılmazsa oldukça kısa sürmektedir (yaklaşık 1525 saniye). Kısa süreli hafızada bilinçli olarak bilginin farkına varılmaktadır. Duyusal
kayıtla ise, işleme süresi çok kısa olduğundan bilginin farkına varılmamaktadır. Kısa süreli
hafızada bilginin depolanma süresi içsel devir yapılarak artırılabilir. Ancak devir yapılan
bilgi eğer sürekli kullanılmazsa unutulabilir. Devir, sadece bir izin geri getirilebilirliğini
artırmaya yöneliktir.
Öğrenme için dikkate alınması gereken diğer önemli nokta, kısa süreli hafızanın
kapasitesidir. Miller, bir çok araştırmayı incelemiş ve araştırma bulgularına dayanarak kısa
süreli hafıza deposunun limitini 7 birim olarak kabul etmiştir. Ortalama olarak bu hafıza
kapasitesinin sınırları 7 artı eksi 2 olarak değişebilmektedir.
Kısa süreli hafızanın kapasitesi sınırlıdır, ancak, kümeleme (Chunking) yapmak
suretiyle kapasite artırılabilir. Kümeleme, birbirinden farklı birimleri daha büyük ve anlamlı
bütünler haline getirmektir. Örneğin, n f e o t l e şeklindeki yedi harfin yerleri
değiştirildiğinde telefon kelimesi ortaya çıkacaktır. O zaman hafızada yedi birimlik yer
tutan harfler tek
birimlik yer tutacaktır. Çünkü telefon kelimesi tek birimdir. Bir birimi
hatırlamak doğal olarak yedi birimi hatırlamaktan kolaydır. Bilgi daha geniş üniteler
içerisinde örgütlendiği zaman örgütleme hafıza yükünü azalttığı için kısa süreli hafıza
daha fazla bilgiyi kullanabilir.
Öğrencilerin kısa süreli hafıza özellikleri konusunda öğretmenlerin dikkatli olmaları
gerekir. Çünkü, aritmetik, Türkçe, dilbilgisi gibi birçok derslerin öğretiminde kısa süreli
hafızanın önemi oldukça fazladır. Örneğin, bir metni kusursuz olarak okuyan bir çocuğa
ne anladığı sorulduğunda hiçbir şey hatırlamayabilir. Bu çocuk kısa süreli hafızasının
tamamına yakınını fonetik kodlama için kullanmıştır. Anlamaya çok küçük bir yer
ayırmıştır. Ya da bir aritmetik problemini çözümlerken kısa süreli hafızanın büyük bir
kısmını işlemin kendisine ayırmıştır. Oysa aynı anda işlemin çözüm aşamalarına da yer
ayırması gerekir. Öğretmenlerin bu tür sorunların önüne geçmek için bazı tedbirler alması
gerekir.
•
Sınıfta kısa süreli hafızayı gereksiz yere meşgul edecek çok fazla uyarıcı
bulundurmamak.
•
Kısa süreli hafızayı geliştirici alıştırmalar yaptırmak.
•
Konuları sistematik, küçük kümeler halinde ve yavaş bir şekilde anlatmak.
Burak Kağan TEMİZ © 2002
5
•
Ortalama yedi kelimeyi aşmayan cümlelerle konuşmak ve yazmak.
•
Aynı anda çok sayıda ya da birbiriyle çelişen bilgiler vermemek. Kısa süreli
hafızada işlenecek bilgi miktarı sınırlı olduğu için, kapasiteden daha fazla bilgi vermek
bilginin kaybolmasına yol açar. Önce kısa süreli hafızadaki bilgilerin uzun süreli hafızaya
transferi sağlanmalı, ikinci aşamada tekrar kısa süreli hafızada işlemek üzere bilgi
sunulmalı. Sınıfta bir konuyu anlattıktan sonra kısaca tekrar etmek ve konuyla ilgili
uygulamalar yapmak bu konuda yararlı olabilir.
•
Öğrencilere nasıl not tutulacağını, önemli yerlerin altını çizmeyi ve bilgileri nasıl
bir paragraf halinde düzenleyeceğini öğretmek.
•
Bir konu anlatıldıktan sonra öğrencilere ne öğrendiklerini sormak(Selçuk,
2000).
Uzun Süreli Hafıza
Bu belleğe ikincil bellek adı da verilmektedir. Kısa süreli bellekte yaşantı, çok kısa
süreli kalmasına rağmen uzun süreli bellekte çok uzun yıllar kalabilmektedir. Uzun süreli
bellek, sinapslardaki fiziksel ve kimyasal değişmelerden kaynaklanmaktadır. Presinaptik
terminalde ya da belki de tüm nörondaki anatomik, fiziksel ya da kimyasal değişiklikler
sinaps iletisini kalıcı olarak kolaylaştırmaktadır. Bir öğrenme devresindeki bütün
sinapslarda ileti kolaylaşırsa, bu devre daha sonraki tarihlerde, onu uyarabilecek
ipuçlarından herhangi biri ile uyarılabilir ve öğrenilmiş olan şey tekrar ortaya çıkabilir.
Uzun süreli bellekte bilginin sürekli saklanması için sinir sisteminin sürekli etkin
olması gerekmemektedir. Örneğin; beynin aktivitesi soğutma, genel anestezi vb.
yöntemlerle durdurulup daha sonra beyin tekrar aktif hale getirildiğinde uzun süreli
bellekteki bilgilerin hatırlandığı görülmektedir.
Yukarda da belirtildiği gibi, uzun süreli belleğin kaynağı kısa süreli bellektir. Uzun
süreli bellek, kısa süreli bellekten gelen verilerle gelişir. Sinirsel etkinliğin sürmesi ile ilgili
olan kısa süreli bellek, sinir sisteminde yapısal bir değişmeye neden olmaktadır. İşte bu
yapısal değişme, uzun süreli belleğe karşılık gelmektedir. Kısa süreli belleğin, günlerce
sonra hatırlanabilen uzun süreli belleğe çevrilmesi, kalıcılık kuramı (consolidation theory)
ile açıklanmaktadır. Kalıcılığın sağlanması, yani kısa süreli belleğin uzun süreli belleğe
dönüştürülmesi için sinapslardaki iletinin kalıcı olarak kolaylaştırılması yani kalıcı bir iz
meydana gelmesi gerekir. Bu kolaylaştırma işlemi ise, en düşük düzeydeki kalıcılık için 510 dakika; üst düzeydeki kalıcılığı sağlamak için ise bir saat ya da daha fazla zaman
Burak Kağan TEMİZ © 2002
6
gerektirir. Uzun süreli bellek, kısa süreli belleğe bağımlıdır. Bu nedenle, henüz daha kalıcı
bir iz meydana gelmeden kısa süreli belleği bozucu bir etki meydana gelirse, bu durum
bilgilerin uzun süreli belleğe geçişini de engeller; Yaşantı kalıcı hale gelemez. Örneğin;
Duncan
(1949),
farelere,
şoktan
kurtulma
davranışını
öğretmiş;
öğrenmenin
gerçekleşmesinden; hemen 20 saniye sonra hayvanlardan bazılarına elektrokonvalsif şok
(ECS)
vermiştir.
Daha
sonra
bu
gruptaki
farelerin
öğrendikleri
davranışı
hiç
hatırlamadıklarını gözlemiştir. Öğrenmeden hemen sonraki bir saat içinde şoka maruz
kalan farelerin belleklerinin bozulduğu, ancak bir saat sonra verilen elektrokonvalsif şokun
(ECS) belleği hiç etkilemediği ortaya konmuştur. Yukarda da belirtildiği gibi öğrenmenin
gerçekleşmesinden 5-10 dakika geçmeden verilen elektrokonvansif şok (ECS), kalıcılığı
tamamıyla engellemektedir. ECS, 5-10 dakika sonra verildiğinde nispeten kalıcı iz
meydana gelmiş olduğundan bozucu etkisi daha az olmaktadır. ECS bir saat sonra
verildiğinde ise, üst düzeydeki kalıcılık gerçekleştiğinden, ECS'nin uzun süreli bellekte
herhangi bir bozucu etkisi olmamaktadır.
Aynı şekilde, öğrenmenin kalıcılığı sağlanmadan meydana gelen beyin travması,
derin bir genel anestezi vb. etkiler, beynin dinamik fonksiyonunu geçici olarak
duraklatmakta,
dolayısıyla da kısa süreli bellekteki öğrenilenler tamamen yok
olmaktadır(Senemoğlu, 2000).
Uzun süreli hafıza yeni gelen bilgilerin eskilerle örgütlenerek saklandığı daimi
depodur. Otuz saniye geçtikten sonra hatırlanan her bilgi uzun süreli hafızadan çağrılır
Kısa ve uzun süreli hafıza arasındaki farklılıklar aşağıda sunulmuştur(Selçuk, 2000)
•
Uzun süreli hafızanın kapasitesi sınırsız olarak kabul edilir. Birkaç dakika gibi
kısa, bir ömür boyu gibi uzun aralıklarda saklanan bilgileri içerir. Kısa süreli hafızanın
kapasitesi sınırlıdır.
•
Kısa süreli hafıza biyofizik, uzun süreli hafıza ise biyokimyasal bir süreçtir. Bir
bilginin uzun süreli hafızaya girmesi protein sentezi ile gerçekleşir.
•
Kısa süreli hafızadaki bilgiler etkindir, buna karşın uzun süreli hafızadaki
bilgiler edilgindir.
•
Kısa süreli hafızadaki bilgiler hemen hatırlanır, uzun süreli hafızadaki bilgilerin
hatırlanması için belirli bir süre geçmesi gerekir.
•
Kısa süreli hafızada bir bilgi kaybolduğunda geri getirilemez. Uzun süreli
hafızadaki bir bilgi o an hatırlanamasa da sonradan geri getirilebilir.
•
Kısa süreli hafıza dış uyaranlara karşı dirençsizdir. Örneğin, bir telefon
Burak Kağan TEMİZ © 2002
7
numarası çevirirken dikkat başka yöne çekilirse bir yanlışlık yapılabilir. Uzun süreli hafıza
uzun yıllar birçok bilgiyi fazla etkilenmeden tutabilir.
•
Birey kısa süreli hafızadaki bilginin bilincindedir: ancak, uzun süreli hafızadaki
bilginin bilincinde değildir.
Bilgi kısa süreli hafıza ve uzun süreli hafızada çeşitli şekillerde sınıflanarak,
örgütlenerek ve anlam kazandırılarak uzun süreli hafızada depolanır. Bilgi akışı uzun
süreli hafızada durmaz; sürekli kısa süreli hafızaya geri gelir.
Uzun süreli hafızaya getirilen bilgi buraya bir kodlama sürecinden gelir. Kodlama,
yeni bilginin hafızadaki mevcut bilgi ile bütünleşerek transfer edilmesi sürecidir. İnsanın
duyu organlarının algıladığı ses, ışık, koku, tat vb. gibi tüm uyarıcılar hafızada kodlanabilir.
Sözlü materyallerde en önemli kodlama aracı anlamdır. Cümlelerde yer alan kelimeler
unutulsa bile bu cümlelerin temelinde yatan anlamlar unutulmaz. bu nedenle ders kitabın
da yer alan bir konuyu hatırlamak için kelimelerin üzerinde değil, cümlelerin anlamları
üzerinde yoğunlaşmak daha yararlı olacaktır,
Uzun süreli hafızada unutma bilginin kaybolmasından çok bilgiye ulaşma
sorunundan kaynaklanmaktadır, Yani saklama değil, geri getirme sorunu vardır. Uzun
süreli hafızadan bir bilgiyi geri getirmeye çalışmak kütüphanede kitap aramaya
benzetilebilir. Kitap bulunamazsa bu durum kitabın olmadığını değil, yanlış rafta arandığını
gösterir.
Uzun süreli hafızadaki bilgi depolanmak için iki şekilde kodlanır:
1) Episodik hafıza
2) Semantik hafıza.
Episodik hafıza kişisel yaşantıları tutan bilgi deposudur. Otobiyografik hafıza da
denilebilir. Bir şarkı duyulduğunda birilerinin hatırlanması episodik hafıza içinde
olmaktadır. Episodik hafızada bilgiler nerede ve ne zaman yaşandıklarına göre imgeler
biçiminde örgütlenirler. Bazı bilgiler birey üzerinde çok önemli izler bıraktığı için silinmez
bir biçimde zihne girer ve ömür boyu unutulmaz. Birtakım bilgiler ise, çok fazla dikkate
alınmadığından kısa sürede unutulabilir.
Semantik hafıza, uzun süreli hafızanın kavramları, genellemeleri, şemaları,
problem çözme ve düşünme stratejilerini tutan kısmıdır. Bilgilerin anlamlı hale getirilmesini
sağlar. Semantik hafızada birbiriyle ilişkili fikirler, ilişkiler ve işlemler, şemalar biçiminde
Burak Kağan TEMİZ © 2002
8
kendini gösterir. Örneğin, gezegenler öğretilirken büyüklük sıralarına göre zihinde bir
şema oluşturulur ve güneş sistemi içinde her bir gezegen karşılaştırmalı olarak bu
şemada yerini alır. Çocuklara herhangi bir kavram öğretilirken, bu kavramla ilgili tüm
boyutlar, fikirler, ilişkiler karşılaştırmalı ve şematik olarak ortaya konulmalıdır. Bu suretle
çocuğun şema oluşturması kolaylaşacak ve verilen bilgiler daha anlamlı hale gelecektir.
Diğer yandan, önceki öğrenmelerle yeni öğrenmeler arasında bağlantılar kurmak uzun
süreli hafızanın daha etkili kullanılmasını sağlar(Selçuk, 2000).
BILGININ KISA SÜRELI BELLEKTEN UZUN SÜRELI BELLEĞE AKTARILMASI
1. Tekrar: Psikolojik incelemeler, bilginin zihinsel olarak tekrar edilmesinin
(rehearsal), kısa süreli belleğin uzun süreli belleğe çevrilme işlemini kuvvetlendirip
hızlandırdığı gibi, kalıcılığı da artırdığını göstermektedir. Bu olay bir bakıma, daha önce
açıklanan, duyusal uyarıcıların meydana getirdiği sinirsel etkinliğin yankılanması işlemidir.
Beyin yeni edinilen, özellikle de dikkat çekici bilgileri tekrarlamaya doğal bir eğilim gösterir.
Bu nedenle duyusal izlerin önemli yanları uzun süreli bellekte daha iyi yerleşir. Bu durum,
bireyin derinlemesine incelediği nispeten az bilgiyi, yüzeysel olarak incelediği çok bilgiden
neden daha iyi hatırlayabildiğini açıklamaktadır. Aynı nedenle, birey, açık, dinlenmiş bir
zihinle, yorgun bir zihne göre bilgilerin kalıcılığını daha etkili bir şekilde sağlayabilmektedir.
2. Kodlama: Kalıcılığı sağlamanın en etkili yollarından biri de bilginin uzun süreli
bellek deposuna yerleştirilmeden önce, farklı bilgi gruplarına ayrılıp kodlanmasıdır. Bu
işlem sırasında uzun süreli bellekteki bilgilerin hatırlanması da yeni bilgilerin işlenmesine
yardım eder. Eski bilgiler geriye getirilerek yeni ve eski bilgiler karşılaştırılır; benzerlik ve
farklılıkları bulunur. Benzerler bir araya getirilip depolanır. Daha önce bilgiyi işleme
kuramının açıklandığı bölümde de belirtildiği gibi, bilgi beyinde rasgele depolanmaz;
bilgilerin kalıcılığı rasgele sağlanmaz. Aynı tipteki eski bilgilerle bağlantılı olarak saklanır.
Böylece birey, daha sonra istediği bilgiyi kolayca bulabilir(Senemoğlu, 2000).
ÖĞRENME VE BELLEME
Öğrenme, davranış değişikliğidir. Kişi, herhangi bir konuyu öğrendiği zaman, artık
o, eski kişi değildir; onun konunun gereğine göre değişen bir yönü vardır. Eskiden, kişi, şu
biçimde davranıyordu ise, bu kez başka bir biçimde davranır hale gelmiştir. Bu davranış
da öğretimin yahut daha geniş bir kavramla eğitimin ürünüdür, diyebiliriz. O halde,
öğrenme, öyle bir süreçtir ki, insanın adeta içine işlemekte, onu, zamanla yeni bir kişilik
haline getirmektedir.
Burak Kağan TEMİZ © 2002
9
Yaşantıların, öğrenilen konuların ve bunların geçmişle olan ilişkilerinin. Bilinçli
olarak zihinle saklanmasına belleme adı verilir. Bunu sağlayan güce de bellek denir.
Böylece belleme, hem öğrenmenin oluşmasında, hem de saklanmasında ve istenildiği
zaman yeniden hatırlanmasında rol oynar. Bu anlamına göre bellemeyi yalın bir biçimde
ya da otomatik olarak, yahut bilinçsizce yapılan ezberlemeden daha geniş anlamak
gerekir. “Çocuk konusunu belledi” dediğimiz zaman, öğrenme ile ezberleme arasındaki bir
durumu ortaya koymuş oluruz. belleme, hem ezberlemenin hem de öğrenmenin birçok
özellik ve öğelerini kapsar. Bunu da sağlayan, öncelikle bellek yetisidir, kuşkusuz bunu
zekanın diğer öğe ve özellikleri tamamlamaktadır(Binbaşıoğlu, 1991).
HATIRLAMA NEDİR ?
Hatırlama, psikolojik terimleriyle, önce öğrenilen ya da bellenen, fakat var olmayan
uyarıcılara bireyin tepki yapması demektir. Bu tepkiyi yaptıran şey bireyin organizmasında
oluşan değişikliklerdir. Bu değişiklikler geçmiş uyarımı simgelerler. Öyle ki, bir denek.
hatırlamayı çağıran uyaranlara tepki yapmak durumunda kalınca, var olmayan bir
uyarıcıya (ışık, gıdanın konduğunu görmek .,vb.) tepki yapar. Çünkü uyancı var iken,
organizma bazı şeylerle değişmiştir. Bu değişiklik, başka bir şeyi simgelediği için buna
simgesel süreç (sembolik proses) denmiştir.
Hatırlama bütün duyu organlarınızla ilgili olabileceği gibi; genel nitelikte de olabilir.
Hatırlama olurken unutma ,derecesine göre gerçeklerden biraz uzaklaşılabilir. Unutulan
kısımlar imgelem yardımıyla kimi zaman küçültülerek, kimi zaman da abartılarak
değişikliğe uğrar. Bu nedenle, öğrenilecek ya da bellenecek şeylerin; ilerde hatırlanacak
gibi, sağlam öğrenilmesi gerekir. Bununla birlikte, şunu da bilmek gerekir ki, beyinde depo
edilen öğrenilen materyallerin hepsi hatırlanamaz. Çünkü, bunun hatırlanmasını, bir çok
etken olumsuz yönde etkiler(Binbaşıoğlu, 1991).
Öğrendiğimiz her şeyi hatırlayabilseydik ne iyi olurdu. Hepimiz kocaman birer bilgi
deposu olurduk. Ayrıca öğrenme için çok zaman harcamazdık, çünkü unuttuklarımızı
yeniden öğrenmek zorunda kalmazdık. Fakat gerçekte, öğrendiklerimizin çoğunu, hem de
oldukça çabuk unuturuz(Morgan, 1990).
Burak Kağan TEMİZ © 2002 10
Hatırda Tutulan Miktar Nelere Bağlıdır?
Binbaşıoğlu’na göre, bir çok etken hatırlamayı olumsuz yönde etkiler, bu etkenlerin
başlıcaları şunlardır:
1) Gereçlerin öğrenilmesinin üzerinden geçen zaman,
2) Karışımın (interference) ilk ve son öğrenilen şeylerin birbiri üzerine yaptığı etki
derecesi.
3) İlk öğrenme derecesi.
4) İlk öğrenilenin anlamlılığı.
Bu etkenlerin az ya da çok oluşu hatırlamayı belli bir ölçüde etkiler(Binbaşıoğlu, 1991).
Morgan’a göre, hatırda tutulan miktar pek çok şeye bağlıdır. Fakat bunlardan üçü,
özellikle önemlidir: malzemenin anlamlılığı, malzemenin başlangıçta ne kadar iyi
öğrenildiği ve diğer öğrenmelerden gelen bozucu etkiler (interference) (Morgan, 1990)
Malzemenin Anlamlılığı Özellikle psikoloji deneylerinde, öğrenilecek malzemenin
anlamlılığı büyük farklılıklar gösterebilir. Anlamlılık düzeyi, çağrışımsal değeri düşük olan
anlamsız hecelerden, kavramsal basamaklar dizisi şeklinde örgütlenmiş malzemeye kadar
değişebilir. Farklı anlamlılıktaki malzemelerin hatırda tutulması ölçüldüğünde, genellikle
negatif ivmeli eğriler elde edilir. Bununla beraber, yüksek anlamlılık düzeyindeki
malzemeyle elde edilen eğriler, anlamsız malzemeyle elde edilen eğriler kadar hızlı düşüş
göstermez. Anlamlı malzeme anlamsıza kıyasla çok daha kolay öğrenilir. Aynı şekilde,
anlamlı malzemenin hatırlanması anlamsızlara kıyasla çok daha kolay olur. Aslında,
bunlardan biri diğerinin sonucudur. Anlamsız veya güç malzemeyi hatırlayamayışımızın
nedeni,
bunların
öğrenilmesindeki
zorluktur(Morgan, 1990)
Öğrenme
derecesi
Psikologlar
deneklerine % 100'lük öğrenme yaptırırlar.
Yani, tamamen hatasız bir tekrar yapılana
kadar
öğrenmeye
devam
ettirirler.
Deneyci mümkün olan en iyi hatırda
tutmayla
ilgileniyorsa,
bu
kadarla
da
kalmaz; çünkü, insanlar aşın öğrenme
Burak Kağan TEMİZ © 2002 11
(overlearning) yaptıklarında, malzemeyi daha iyi hatırda tutarlar. Şekilde, farklı denek
gruplarının, iki heceli kelimelerden oluşan bir listeyi, üç değişik düzeyde öğrendikleri bir
deneyin sonuçları verilmiştir. Bu farklı öğrenme düzeyleri % 100, % 150 ve % 200
düzeyleridir. Örneğin % 150'lik gruptaki denekler, % 100 öğrenmeye vardıktan sonra, o
noktaya kadar gereken tekrar sayısının % 50'si kadar daha tekrar yapmışlardır. Denek
grupları ilk öğrenmeyi yaptıktan sonra, değişik zaman aralıklarıyla tekrar tekrar test
edilmiştir. Sonuçta, yapılan aşırı öğrenmenin hatırda tutmayı büyük ölçüde artırdığı
görülmüştür. Aşırı öğrenme yapan grupların başarısı çok üstündür ve bu üstünlük bir süre
devam etmektedir. Fakat süre arttıkça, gruplar arasındaki fark azalmaktadır(Morgan,
1990).
Bu tür araştırmalar, aşırı öğrenmenin iyi bir şey olduğunu göstermektedir. Bundan
dolayı, sınava hazırlanan öğrenciler mümkün olduğu kadar aşırı öğrenme yapmalıdırlar.
Bir malzemeyi iyi bilmek yeterli değildir; "mükemmel" öğrenene kadar çalışmaya devam
edilmelidir. Çok daha fazla malzemenin birkaç saat veya birkaç gün sonraki sınavda
kullanılmak üzere hatırda tutulabilmesi, ancak bu yolla mümkündür. Yine bu tür
araştırmalardan çıkan bir başka sonuç, aşırı öğrenmede "azalan verim kanunu"nun geçerli
olduğudur. Yüzde 200 dolayındaki aşırı öğrenme, sınırı oluşturur ve bundan sonra yapılan
tekrarlar çok az yarar sağlar. Yapılan aşırı öğrenmenin değeri, öğrenilen malzemenin
türüne de bağlıdır. Aşırı öğrenme, oldukça örgün malzemelere kıyasla, anlamsız hecelerin
öğrenilmesini ve hatırda tutulmasını daha fazla kolaylaştırır(Morgan, 1990)
Şekil 2’de Farklı miktarlardaki alıştırmalardan sonra elde edilen hatırlama
eğrilerinden, aşırı öğrenmenin hatırlamaya yardımcı olduğu görülmektedir. Yüzde 100'lük
eğri, tekrara erişinceye kadar devam ettiğini göstermektedir. Yüzde 150'lik eğri, öğrenme
ölçütüne ulaşmak için, gerekli tekrar sayısının yarısı kadar daha fazla tekrar yapıldığı
anlamındadır(Morgan, 1990).
Bozucu etki: Daha önce, kısa-süreli belleğin bozucu etkilere çok duyarlı olduğunu
görmüştük. Bu durum, aynı derecede olmasa bile uzun-süreli bellekte de söz konusudur.
Bozucu etki olayı, belki de, unutmadaki en önemli etkendir. Buradaki bozucu etki olumsuz
aktarma olayının aynıdır. Fakat burada, öğrenme yerine hatırda tutma olayı söz
konusudur.
Olumsuz aktarmada, bir uyarıcı-davranım takımının öğrenilmesi, diğer bir takımın
öğrenilmesini aksatmaktadır. Bozucu etki ise, bir öğrenmeden önce ya da sonra yer alan
Burak Kağan TEMİZ © 2002 12
bir başka öğrenmenin, söz konusu öğrenmenin hatırlanmasını olumsuz yönde
etkilemesidir. Şayet bu bozucu etki, sonradan yapılan bir öğrenmeden kaynaklanıyorsa
buna geriye doğru bozucu etki (retroactive interference); daha önce yapılmış bir
öğrenmeden kaynaklanıyorsa ileriye doğru bozucu etki (proactive interference) denir.
Diyelim ki, pek çok kişiyle tanıştırıldığınız büyük bir partiye gittiniz. Toplantı bitene kadar,
büyük bir olasılıkla, tanıştırıldığınız kişilerden birçoğunun ismini unutmuş ya da birbirine
karıştırmış olursunuz. Akşamın erken saatlerinde işittiğiniz isimleri hatırlama gücünüz,
daha sonra işittiğiniz isimlerin bozucu etkisinde kalmıştır; bu geriye doğru bozucu etkidir.
Diğer taraftan, daha sonra tanıştığınız insanların isimlerini de oldukça zor hatırlarsınız;
çünkü, daha önce pek çok isim duymuşsunuzdur. Bu da ileriye doğru bozucu
etkidir(Morgan, 1990).
İleriye ve geriye doğru bozucu etki olayları laboratuarda, birbirinden az farklı iki
deney deseni ile incelenebilir. Her iki durumda da bozucu etki olmaksızın hatırda tutmayı
gösteren bir kontrol grubu ile bununla karşılaştırılacak, bozucu etkiye maruz kalan bir
deneysel grup vardır. İleriye doğru bozucu etki deseni şöyledir:
Kontrol grubu
Dinlenme
Öğrenme 2
Öğrenme 2'nin hatırlanması
Deneysel grup
Öğrenme 1
Öğrenme 2
Öğrenme2'nin hatırlanması
Bu desendeki 1 ve 2 sayıları birbirinden farklı öğrenme işlemlerini tanımlar. İkinci
öğrenmenin hatırlanması, deneysel grupta kontrol grubuna kıyasla daha düşük ise, bunun
nedeni ileri doğru bozucu etkidir. Çünkü deneysel grup daha önce 1. öğrenmeyi yapmıştır.
Deneysel grup 1. öğrenmeyi, kontrol grubu kadar iyi hatırlayamazsa; bunun nedeni, 2.
öğrenmeyi yapmanın 1. öğrenmenin hatırlanması üzerindeki geriye doğru bozucu etkisidir.
Bu tür deneyler, genellikle bozucu etkinin görülmesiyle sonuçlanır. Bu etkinin görülüp
görülmemesi, iki öğrenme işlemi arasındaki benzerliğe bağlıdır. Yukarıdaki desenler ve
çeşitli öğrenme işlemleri kullanarak yapılan deneyler sonucunda psikologlar, bozucu etki
olayının ne zaman olacağına dair belirgin kurallar ortaya koymuşlardır.
1.
Eğer deneysel grup tarafından ek olarak yapılan öğrenmedeki malzeme, yani
araya giren malzeme diğerine çok benzer ise, bozucu etki çok az olacaktır. Hatta bu
durumda, olumlu aktarma dahi olabilir. Bunun nedeni, ek öğrenmenin yapılmasının, diğer
öğrenme için ek tekrarlar yapma yerine geçmesidir.
2.
Şayet iki öğrenme birbirinden çok farklı ise, bozucu etki çok az, fakat yine de
öğrenmelerin çok benzer oldukları durumlara kıyasla daha fazla olacaktır. Bunun nedeni,
Burak Kağan TEMİZ © 2002 13
birbirine benzemeyen iki işlem arasındaki olumlu ya da olumsuz aktarmanın çok az
olmasıdır.
3.
İki öğrenmenin biraz benzer olduğu durum, en fazla bozucu etkiyi yaratacaktır.
Çünkü bu durumda denekler, ara öğrenmeleri ile diğer öğrenmelerini karıştırma eğilimi
gösterirler.
Siz de, üniversitede değişik konular için çalışma programınızı hazırlarken bu
kurallardan yararlanabilirsiniz. Aslında 1. kural dikkate alınmayabilir; çünkü öğrenciler, bir
konuyu çalışmanın, bir diğerini çalışmanın yerini tutacağı kadar benzer konularla nadiren
karşılaşırlar. Fakat 2. ve 3. kural, çalışılan konular arasındaki bozucu etkiyi en aza
indirmede yararlı olabilir. Bunun için, çalışırken, Almanca ve fizik gibi çok farklı konuları bir
araya getiren bir program yapmanız yerinde olur. Buna karşılık, psikoloji ve sosyoloji gibi
benzer konuları arka arkaya çalışmaktan mutlaka sakınmanız gerekir(Morgan, 1990).
Hatırlamayı çağıran uyaranlardan yararlanma: Hatırlamayı her düşüncenin,
başka bir düşünce için uyaranlar oluşturduğu bir çağrışım zincirini kapsar. Bir adı
hatırlarken o adla ilgili olayları hatırlamak gibi. Bu tür hatırlama, gerçek uyaranlar olmadan
simgesel süreçlerle (sembolik proseslerle) ortaya çıkar; fakat, aslında uyaran vardır; fakat,
biz bunlara açıkça dikkat etmeyiz. Bu konuda araştırma yapan psikologlar, simgesel
süreçleri şöyle tanımlıyorlar: “Bir şeyin yerine geçen. seçici bir tepki oluşturan ve hazır
olmadığı zaman hatırlanabilen tepki”. Uyaranlar dıştanlı ya da içtenli olabilir. Örneğin.
çocukluk arkadaşımıza benzeyen bir kimseye baktığınız zaman çocukluğunuza ait bir şey
hatırlarsınız. Benzeyişin açıkça ayırımında olmasanız bile.
Hatırlama, çoğu kez, parça parça oluşur. Bu gibi durumlarda, bütün kalıbı
hatırlamak için, önce denenen uyaran kalıbı bir ipucu görevi görür. Bu yöntem, çocukluk
yaşantıların hatırlanması üzerinde önemle duran Freud'un psikoanalizlerinde çok
kullanılır. Hatırlama konusunda hayvanlar ve çocuklar üzerinde deneyler yapılmıştır.
Bunlardan çocuklar üzerinde yapılan bir deney şudur:
Çocuğa, içinden piliç çıkan bir top verilir. Deney yapan kişi, topu sıkınca, delikten
dışarıya bir piliç çıkıverir. Çocuk, pilici bol bol seyrettikten sonra, top ortadan kaldırı1ır ve
çocuk, başka şeylerle meşgul edilir. Sonra, top, yeniden ortaya çıkarılır; fakat, bu, sıkınca
içinden piliç çıkmayan bir toptur. Çocuk, topu kendi sıkarken ya da deneyi yapanın
Burak Kağan TEMİZ © 2002 14
sıkmasına bakarken şaşkınlık belirtileri gösterme, deney yapana sorulu gözlerle bakma ya
da benzeri davranışlarla pilici ararsa, çocuğun hatırladığı kabul edilir. On beş aylık iken,
çocuğun pilici en çok hatırlama süresi, ortalama üç dakika, iki yaşında iken de on yedi
dakika kadardır. Deneyler sürdürülüyor ve sonunda yaş ilerledikçe zihinde kalma süresinin
de gittikçe arttığı görülüyor. Dil geliştikçe hatırlama artar. Çünkü dil, nesne ve olayın
yerine geçen simgesel bir süreçtir(Binbaşıoğlu, 1991).
Hatırda Tutmanın Ölçülmesi
İlk olarak bu konuyla ilgili terimleri ele
alalım. Diyelim ki, bir şeyi mükemmel şekilde
öğrendiniz. O anda, hatırlamanızın % 100 ve
unutmanızın % O olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç
saat veya gün sonra o konuyla ilgili bir hatırlama
testi aldığınızda, ilk öğrendiklerinizin bir miktarını,
örneğin % 75'ini unutmuş olduğunuzu görürsünüz.
Bu olguyu şöyle de ifade edebiliriz: Bu durumda
hatırlamanız % 25'dir. Şu halde, hatırda tutma
(retention) ya da hatırlanan miktar, % 100 öğrenme
ile unutulan miktar arasındaki farktır. Yüzde 100'den, hatırda tutma ya da unutma
yüzdelerinden birini çıkardığımızda diğerinin yüzdesini buluruz. Bu altbölümde, bellek
(memory), hatırlama (remembering), hatırda tutma ve unutma (forgetting) gibi çeşitli
terimler kullanılacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, hangi terim kullanılırsa kullanılsın söz
konusu olan şey, tam öğrenmeyi yaptığınız noktadaki % 100'lük düzeyden, daha düşük bir
hatırda tutma düzeyine olan iniştir. Bu olayı betimleyen ve unutma eğrisi adını alan eğri üç
teknikle elde edilebilir: hatırlama (recall), tanıma (recognition) ya da tasarruf (savings)
teknikleri (bk. Şekil).
Hatırlama: Hatırda tutma ve unutmayı, hatırlama tekniğiyle ölçmek için,
denekIerden sadece daha önce öğrendiklerini, yazarak veya söyleyerek tekrarlamaları
istenir. Bu, psikologlar tarafından deneylerde en sık kullanılan tekniktir. Örneğin, çiftler
halinde öğrenme ya da serbest hatırlama deneylerinde, bu teknik kullanılır. Kompozisyon
ya da tamamlama türü sınavlarda kullanılan teknik de budur(Morgan, 1990).
Tanıma: Tanıma tekniğinde, denekten sunulan cevabın doğru olup olmadığı
sorulmaktadır. Örneğin çoktan seçmeli sınavlarda birkaç seçenek verilmekte ve denekten
doğru cevabı tanıması istenmektedir. Hatırlama tekniği, tanıma tekniğine kıyasla daha
Burak Kağan TEMİZ © 2002 15
duyarlı ve bu nedenle daha zordur. Denekler tanıma tekniğinde daha fazla başarı
sağlamaktadır. Çünkü bir şeyi tanımak hatırlamaktan daha kolaydır. Tanıma tekniğinde
şans önemli bir yer tutmaktadır(Selçuk, 2000).
Tanıma tekniğini kullanan deneklere kıyasla, hatırlama tekniğini kullanan
deneklerin hatırda tutma puanları daha düşük olur. Çünkü bir şeyi hatırlama, tanımaktan
daha zordur. Hatırlama tekniği daha düşük hatırlama puanlarına yol açtığına göre
unutmayı ölçmede çok duyarlı bir tekniktir; unutmanın başka tekniklerle gözlenemeyeceği
durumlarda bile gözlenebilmesini sağlar. Bu sebepten dolayı hatırlama tekniği,
kullanılması çok güç olmasaydı sınavlarda daima tercih edilirdi. Bu yöntem tanıma
yöntemine göre daha çok vakit alır ve daha az güvenilirdir; çünkü, öğretmenlerin sonuçları
inceleyip doğru olup olmadığına, biraz da öznel olarak, karar vermesini gerektirir. Kolay
puanlamayı sağlamak için, geleneksel olarak çoktan seçmeli ya da doğru-yanlış türü
sorular şekline sokulan tanıma tekniği, sınavlarda daha fazla kullanılır.
Tanıma tekniğinde denek, sadece sunulan cevabın doğru olup olmadığına karar
verme durumundadır. Tanıma tekniğinin doğru-yanlış türü bir sınavda kullanılması
durumunda öğrenci bir cevabın doğru olup olmadığını işaretler. Çoktan seçmeli sınavlarda
ise, öğrenci birkaç seçenek arasından sadece birini seçme durumundadır.
Hatırlamanın ölçümünde kullanılan bu tekniğin üstünlüğü, kolay puanlamaya
olanak sağlamasıdır. Öyle ki, puanlayıcı bir cevap anahtarı düzenleyerek, elle bile birkaç
dakikada yüzlerce cevabı değerlendirebilir. Bu teknik, büyük zaman ve emek tasarrufu
sağlayan makina ile puanlamaya da elverişlidir. Tanıma tekniğinin aleyhinde iki nokta
vardır. İlki, tanıma testinde, hatırlama testine kıyasla başarılı olmak çok daha kolaydır.
Çünkü insanlar, genellikle doğru cevapı hatırlayamasalar bile, onu tanıyabilirler. İkinci
olarak, bu teknikle deneklerin elde ettikleri puanlar şansın katkısıyla yükselebilir; zira hiçbir
şey bilmeyen bir kişi bile, sırf şans eseri bazı doğru cevapları bulabilir. Bu yolla
kazanılacak şans puanı seçenek sayısına göre değişir. Bütün bunlar dikkate alındığında,
tanıma tekniğinin hatırlama tekniğine kıyasla çok daha az duyarlı olduğu ortaya
çıkar(Morgan, 1990).
Tasarruf: Tasarruf tekniği olarak anılan bu üçüncü tekniğin en önemli özelliği,
daha önce öğrenilmiş olan malzemenin yeniden öğrenilmesi'dir (relearning). Bu teknikte
psikologlar, ikinci öğrenmedeki tekrar (ya da hata) sayısını ilk öğrenmedeki ile
karşılaştırırlar. Söz konusu iki sayıdan yararlanılarak, aşağıda görülen eşitlik kurulur:
Burak Kağan TEMİZ © 2002 16
(İlk öğrenmede gereken tekrar veya zaman - yeniden öğrenmede gereken tekrar
veya zaman) / İlk öğrenmede gereken tekrar veya zaman x 100 = Tasarruf puanı
Eşitlikten de çıkarabileceğiniz gibi, yeniden öğrenme için gerekli olan tekrar veya
zaman miktarı küçükse, eşitliğin pay terimi daha büyük olacak ve tasarruf puanı % l00'e
yaklaşacaktır. Diğer taraftan, yeniden öğrenme esnasındaki zaman veya tekrar sayısı
fazlaysa, eşitliğin pay terimi daha küçük olacak ve tasarruf puanı sıfıra yaklaşacaktır. Farz
edelim ki bir şiiri hiç hatasız olarak söyleyebilmeniz için 20 tekrar gerekti. Bir aylık aradan
sonra ise, aynı şiiri gene hatasız olarak söyleyebilmeniz için bu kez 10'tekrar gerekti, Bu
durumda eşitliğimiz şöyle olacaktır:
(20 -10)/20x 100 = 50
Şu halde % 50 tasarruf olmuştur. Tasarruf tekniğinin başlıca üstünlüğü, bir
öğrenme durumunda hatırda kalan'ın ölçülmesinde son derece duyarlı oluşudur. Diğer
tekniklerin hatırda tutma göstermediği durumlarda, bu teknik gösterebilir. Örneğin, bir
hatırlama testinde kişi sıfır puan alabilir; bu da onun hiçbir şey hatırlamadığını gösterir.
Oysa, aynı malzemeyi yeniden öğrenmesi istendiğinde kişi, ilk öğrenmede olduğundan
çok daha az tekrara gerek duyabilir ki bu da onun öğrenmede tasarruf ettiğini gösterir.
Aslında, öğrenmede görülen bu tasarruf örgün eğitimin başlıca yararlarından
biridir. Öğrencilerin bir derste öğrendiklerini, dersin bitiminden birkaç ay veya birkaç gün
sonra, hatırlama hatta tanıma tekniğiyle ölçmeye kalkmak büyük bir hayal kırıklığına
neden olabilir. Öğrencilerin derste öğrendikleri daha sonra ele alınacak nedenlerden ötürü
hızla kaybolur. Bu durum özellikle, ölçümün hatırlama tekniğiyle yapıldığı zaman söz
konusudur. Oysa öğrenciler, hatırlayamadıkları bazı şeyleri yine de tanıyabilirler. Daha da
önemlisi, unuttukları şeyleri ilk öğrenme durumuna kıyasla çok daha çabuk öğrenebilirler.
Bu demektir ki, eğer gerekirse, bir zamanlar öğrenip artık pek hatırlayamadığımız bir şeyi
çabucak yeniden öğrenebiliriz. Eğitim yıllarımızı yararlı yapan şey de, büyük ölçüde bu
tasarruflardır(Morgan, 1990).
Hafıza Destekleyiciler (Mnemonics)
Hafıza destekleyiciler, doğal olarak var olmayan çağrışımlar oluşturarak,
kodlamaya yardımcı olan stratejilerdir. Bu stratejiler hayal etmeye ve sözel sembollere
dayalıdır. Birçok kişi hafızasının zayıflığından şikayet etmektedir. Hafızanın zayıf olması
birçok öğrenme ve okuma güçlüklerine yol açmaktadır. Öğretmenlerin bu stratejileri
bilmesi ve hem bu konuda sorunu olan öğrencilere bunları aktarması, hem de tüm
Burak Kağan TEMİZ © 2002 17
öğrencilere bu konuda bilgiler iletmesi gerekir. Bu stratejilerden başlıcalar aşağıda
sunulmuştur:
Loci Yöntemi: Bu yöntemde bazı maddeleri doğru sırasında hatırlamak için
çevrenin fiziksel özellikleri ve hayal etme birlikte kullanılır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti'nin
cumhurbaşkanlarını sırasıyla hatırlamak için bir evin tüm odaları sırayla hatırlanır ve
baştaki odadan itibaren her bir cumhurbaşkanı bir odayla birlikte düşünülür. Hatırlamak
için odaların sırasını düşünmek yeterli olacaktır. Bu yöntem sırayla hatırlanması gereken
tüm listeler için kullanılabilir.
Kanca Yöntemi: Bu yöntemi kullanabilmek için öncelikle sayılarla ses benzerliği
olan sözcüklerden bir isim listesi oluşturulur. Bu liste gerek duyulduğu her zaman
kullanılabilir. Bu liste aşağıdaki gibi olabilir:
Bir-kir
İki-tilki
Üç-güç
Dört-sert
Beş-ateş
Altı-Olta
Bu dizi oluşturulduktan sonra saptanan sözcükler,
hatırlanması gereken
sözcüklere eşleştirilir ve bunlarla ilgili görsel imgeler oluşturulur. Örneğin, hatırlanacak
sözcükler bazı illerimizle ilgili olsun ve bunların sırayla hatırlanması gereksin.
İstanbul
Denizi kirli İstanbul
Manisa
Manisa' da çok görülen tilki
Ağrı
Çıkması çok güç Ağrı dağı
Afyon
Çok sert Afyon mermeri
Hakkari
Hakkari' de ateş dansı
Van
Van Gölü'nde oltayla balık tutan adam
Bağ Yöntemi: Bu yöntem hatırlanacak sözcükler ile peş peşe gelen görsel imgeler
oluşturulması biçiminde uygulanır. Bu imgelerin alışılmamış ve acayip olması hatırlamayı
kolaylaştırır. Örneğin; halı, televizyon, bayrak, tank, karınca ve kuş kelimelerinin sırasıyla
hatırlanması gereksin. Bunun için şöyle bir görsel imge sıralaması yapılabilir. İlk iş olarak
ilk kelimeyle bize soruyu soran arasında komik bir bağlantı kurulabilir. Örneğin, soruyu
soranın yanınıza uçan halıyla geldiğini düşünebilirsiniz. Halının Üzerinde çalışan bir
televizyon var. Televizyonda marş okunuyor ve bayrak görünüyor. Bayrak direkte olması
gerekirken tankın üzerinde yer alıyor. Tank çok hızlı bir biçimde ilerliyor. Fakat tankın
Burak Kağan TEMİZ © 2002 18
yürüdüğü yerler tümüyle karınca dolu. Tank hepsini çiğneyerek ilerliyor. Biraz ileride çok
büyük kuş görünüyor ve tankı yutuyor. Bağ yönteminin başarılı olabilmesi için her imgenin
çok canlı bir biçimde hayal edilmesi gerekir.
İlk Harf Yöntemi: Bu yöntem genellikle dizileri hatırlamada kullanılır. Dizideki her
kelimenin ilk harfleri kullanılarak anlamlı bir bütün Oluşturulmaya çalışılır. Örneğin; güneş
sistemindeki
gezegenleri
sırasıyla
hatırlamak
için
gezegenlerin
ilk
harflerinden
oluşturulmuş bir cümle kurulabilir. Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs,
Neptün, Pluton için şu cümle kullanılabilir. Meraklı Veli dün mahallede jiletle saldırdığı
Uğur' u neredeyse parçalıyormuş. Gözün tabakalarını öğrenirken kullanılan bir başka
örnek ise "Sert Davut Ağa'nın Saydım İri Mercimeklerini" biçimindedir. Formüller, isimler,
tarihler vs. öğrenilirken buna benzen teknikler kullanılmaktadır(Selçuk, 2000).
KALICILIĞIN SAĞLANMASINDA BEYNIN BAZI BÖLGELERININ ROLÜ
Birbiriyle ilişkili ve kollektif olarak çalışan beynin birçok yapısının oluşturduğu
sisteme limbik sistem adı verilmektedir. Limbik sistem içindeki yapılardan biri de
hipokampustur. Hipokampus, kısa süreli
belleğe gelen bilginin uzun süreli belleğe
dönüştürülmesinde,
yani
getirilmesinde
rol
Hipokampusu
hasara
kalıcı
hale
oynamaktadır.
uğramış
ya
da
çıkarılmış hastaların, hipokampusları zarara
uğramadan önce öğrendikleri şeyleri çok iyi
hatırladıkları;
ancak,
hipokampus
zarar
gördükten sonraki yaşadıkları olayları hiç
hatırlamadıkları
Hipokampusun
beyinde
depolanmış
anıları
etkilememektedir.
Buna
gözlenmiştir.
çıkarılması
karşın,
daha
önce
hipokampusun
çıkarılmasından sonra, kısa süreli belleğe gelen bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılma
yeteneği kaybolmaktadır. Hipokampusu hasar görmüş insanlar, önemli bilgileri ayırma,
kodlama, tekrarlama ve uzun süreli belleğin deposuna göndererek kalıcılığı sağlama
özelliklerini gösteremezler. Bilişsel etkinliklerin temeli olan uzun süreli belleği oluşturma
yeteneğinden yoksun kalırlar. Bu duruma ansterograd amnezi denir.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 19
Sonuç olarak, hipokampusun zarara
uğraması, kısa süreli belleğin fonksiyonunu
yerine getirmesine engel olmaz. Ancak
bilgilerin uzun süreli belleğe depolanması
sağlanamaz.
süreli
Hipokampus
bellekten
alır;
bilgileri
kısa
anlamlandırıp,
kodlayarak, uzun süreli bellek olarak bilinen
beyin
kabuğuna
depolanmak
üzere
gönderir. Hipokampusun bilgilerin kalıcılığını
sağlamaktan
sorumlu
olduğu
düşünülmektedir. Temporallobun diğer bölümlerinin, hipokampusla işbirliğinin kaybolması
da bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılmasını engellemektedir.
Wernicke Alanı: Wernicke alanı beynin temporallobunda bulunmaktadır. Bilişsel
işlemlerin en önemli merkezlerinden biridir. Bu merkez, gelen bilginin öncekilerle
karşılaştırılıp yorumlanması ile ilgilidir. Wernicke alanını etkileyen hasarlar sonucunda da
bilginin kalıcılığı engellenir.
Bilginin kalıcılığı ile ilgili bir başka kavram da retrograd amnezi (Retrograd
Amnesia)dir. Retrograd amnezi, geçmişe ait anılan, yani uzun süreli bellek deposundaki
anılan hatırlama yeteneğinin kaybıdır. Retrograd amnezi meydana geldiğinde, daha uzun
geçmişteki olaylara göre, yakın zamana ait olayların unutulma oranı çok daha büyüktür.
Çünkü, eski bilgiler ve anılar daha çok tekrarlandığında beyinde yaygın bir alanda depo
edilmiş
olabilirler.
Retrograd
amnezi
özellikle
travmatik
bir
yaşantı
sonucu
oluşabilmektedir. Örneğin; otomobil kazası ya da başka türlü çarpışmalar vb.
Hipokampusu hasar gören bireylerde anterograd amnezi ile birlikte retrograd amnezi de
görülebilir. Bu durum, hipokampus hasarı ile oluşan iki tür amnezinin de birbiriyle ilişkili
olduğunu göstermektedir. Ancak Talamusun bazı alanlarının harap olması, sadece
retrograd amnezinin oluşmasına neden olmakta, bu durumda anterograd amnezi
görülmemektedir. Bu olayın nedeni talamusun, bireyin bellek deposunu tarama, yani
anıları okuma işlevine sahip olması olabilir.
Talamus: Dikkatin zihinsel bir etkinliğe yönelmesi ve uzun süreli bellek
deposundaki bilgilerin
araştırılmasında
talamusun önemli bir fonksiyonu olduğu
düşünülmektedir. Yaygın talamik sistem, her seferinde beyin dış kabuğunun (serebral
Burak Kağan TEMİZ © 2002 20
korteks) küçük bir alanını aktive etme
özelliğine sahiptir. Bu nedenle, beyin dış
kabuğunun
bölgesel
etkinliği
ile
dikkatimizi belirli bir yöne çevirmekte ve
bellek
depomuzu
olduğumuz
araştırmakta
düşünülmektedir.
Talamusun uzun süreli belleği tarama
fonksiyonu olduğunu gösteren bir başka
bulgu da, yukarda açıklandığı gibi,
talamustaki bazı özel hasarların sadece
retrograd amnezi yaratmasıdır. Yani
beyinde depo
edilen bazı bilgileri anımsama yeteneğinin kaybolmasıdır(Senemoğlu,
2000).
BELLEK NÖROKİMYASI
Çağdaş araştırmalar, fiziksel kaynaklı yaşantıların belleğe yerleşmesi için,
uyancıyla ilgili tepkiyi kontrol eden nöronun biyokimyasal öğelerinde nispeten kalıcı bazı
değişmelerin olması gerektiğini ortaya koymaktadırlar. Öğrenme yaşantısı tarafından
hücrede sinirsel etkinlik meydana geldiği, bu etkinliklerin ise hücrede belli biyokimyasal
değişmeleri oluşturduğu, bu kimyasal değişmelerin de hücrenin protoplazmasında yeniden
yapılanmalara yol açtığı düşünülmektedir.
Bellek molekülü olarak, ribonükleik asit (RNA) adı verilen bir tür amino asit
düşünülmektedir. RNA molekülü çok sayıda kombinasyonlar meydana getirebilecek
özelliktedir. Örneğin, bir RNA molekülü yaklaşık 4200 farklı biçimde dizilebilir. Bu durum
bir RNA molekülüne ne kadar bilgi kodlanabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
RNA, biyolojik bilgi deposu rolünü üstlenme potansiyeline sahip bir moleküldür. Yapılan
birçok araştırma RNA'nın muhtemel bellek molekülü olduğunu göstermiştir. Çalışmalarda,
beyin hücrelerindeki RNA yoğunluğunun yaşla birlikte arttığı daha sonra öğrenme
yeteneğindeki düşme ile RNA yoğunluğunun da düştüğü gözlenmiştir. Başka bir
çalışmada; yaşlı insanların diyetlerine RNA eklenmiş ve sonuçta, kısa süreli belleklerinde
bir gelişme gözlenmiştir. Ancak, bu sonuç, daha sonra yapılan çalışmalarda elde
edilememiştir. Her şeye rağmen, sinir hücreleri tekrarlamalı olarak uyarıldıklarında, bu
hücrelerdeki RNA yoğunluğunun arttığı kesin olarak ortaya konmuştur(Senemoğlu, 2000).
Burak Kağan TEMİZ © 2002 21
BELLEK TRANSFER ÇALIŞMALARI
RNA'nın bellek deposu rolü üstlendiğine ilişkin kanıtlar, araştırmacıları, öğrenilen
bazı davranışların bir organizmadan diğerine aktarılıp aktarılamayacağını araştırmaya
yöneltmiştir. Ayrıca, RNA sentezini engelleyen bazı ilaçların da öğrenme ve belleği
engelleyip engellemediğini ortaya çıkarmak üzere çalışmalar sürmektedir.
McConnell ve arkadaşları (1962), denek olarak aldıkları bir hayvanı belli bir
alışkanlığı
kazanıncaya
kadar
eğitmişler
daha
sonra
da
hayvanın
beyninin
homojenleştirilmiş bir parçasını alarak biyokimyasal çorba olarak, eğitilmemiş bir hayvana
şırınga etmişlerdir. Bu çorba, proteinler, sinirsel ileticiler, RNA vb. madde karışımından
oluşturulmuştur. Eğitilmemiş, ancak kendisine eğitilmiş hayvanın beyninden biyokimyasal
maddelerin enjekte edildiği hayvanla, kontrol grubu olarak alınan hiç eğitilmemiş
hayvanların söz konusu alışkanlığı gösterme düzeylerinin birbirinden farklı olup olmadığı
test edilmiştir. Bu deneyler, solucanlar, kırmızı balıklar, sıçanlar ve farelerle tekrar edilmiş
ve transfer etkisinin olduğu rapor edilmiştir.
Böyle bir bellek transferi olabileceğine ilişkin kanıtların çarpıcı doğası, birçok
kişinin ilgi odağı haline gelmesini sağlamıştır. Halen de transfer etkisini araştıran birçok
araştırma vardır. Ancak, elde edilen bazı araştırmalar birbirine zıt sonuçlar vermektedir.
Bu tür deneyler, büyük ölçüde kontrol zorlukları olan deneylerdir. Örneğin; eğitilmiş
hayvanın beyninden RNA ve diğer proteinlerin çıkarılma yöntemleri, diğer hayvana
enjekte edilme yöntemleri vb. çok kontrollü bir şekilde yapılması gerekir. Bu bellek
transferi sürecini etkileyen faktörlerin çok çeşitli olması çok farklı sonuçların elde
edilmesine neden olmaktadır. Çok sıkı kontrollü çalışma gerektiren bu çalışmalar çoğu
zaman, transfer etkisinin geçici olduğunu ortaya koymuştur. Ancak yine de bu konu,
nöropsikologların ilgisini büyük ölçüde çekmektedir.
Frank ve arkadaşları (1970) bazı farelere şoktan kaçınma eğitimi yapmışlar,
bazılarını da kavanoz içinde kendi etrafında yuvarlanmaları için baskı (stress) altında
tutmuşlardır. Daha sonra, hem şoktan kaçınma davranışını öğrenenlerin, hem de stress
altında olan farelerin beyinlerinden ve karaciğerlerinden parçalar almışlar; bu parçaları
aynı şoktan kaçınma davranışını öğrenen başka farelere enjekte etmişlerdir. Gerek baskı
altında tutulan, gerekse şoktan kaçınma davranışını öğrenen farelerden alınan maddelerin
verildiği tüm fareler, öncekine kıyasla yüksek düzeyde şoktan kaçınma performansı
Burak Kağan TEMİZ © 2002 22
göstermişlerdir. Oysa, baskı altında tutulan fareler, deneyin birinci aşamasında hiçbir
şekilde
şoktan
kaçınma
davranışını
öğrenmemişlerdir.
Ayrıca,
eğitilmiş
farenin
karaciğerinden çıkarılan maddelerin, eğitilmemiş farelere verilmesi, beyinden çıkarılmış
maddenin verilmesi kadar etkili olmuş, yani transferi sağlamış ya da performansı
kolaylaştırmıştır. "Henüz, hiç kimse belleğin karaciğerde oluştuğunu ya da depolandığını
iddia etmemektedir. Ancak, bu kontrol deneyi, stresin, deneğin vücudunda hormon
salgılanmasına neden olduğu; bunun da karaciğerden alınan maddenin enjekte edildiği
alıcının davranışında bir müddet etkili olabileceğini göstermektedir". Halihazırda bu
konuda birçok çalışma yapılmaktadır. Fakat, genel olarak olumlu bulguları yayımlama
eğilimi olduğundan henüz transfer etkisi hakkında kesin bir sonuca ulaşmak mümkün
değildir(Senemoğlu, 2000).
BEYINDEKI ÖDÜL ve CEZA MERKEZLERİ
Limbik sistemdeki bazı yapılar, özellikle duyusal uyarıcıların duyuşsal etkileriyle
ilgilidir. Başka bir deyişle, limbik sistemin bazı bölgeleri güdüleme ve duygusal
davranışlarla ilgilidir. Örneğin; bazı duyumlar hoşa gider, bazıları ise hoşa gitmez. Bazı
bölgelerin elektriksel olarak uyarılması, hayvana haz verdiği halde, bazı bölgelerin
uyarılması da terör, ağrı, korku, savunma, kaçma gibi cezanın doğurduğu davranışları
doğurmaktadır. En güçlü ödül merkezi hipotalamusun bazı bölgeleridir. Ayrıca, ikincil
alanlar olarak, septum, emigdala, talamusun bazı alanları da ödül merkezleri olarak
düşünülmektedir. Pekiştirme merkezleri olarak bilinen bu beyin bölgeleri, elektrikle
uyarıldığında hayvan uyarılmadan önce yaptığı şeyi tekrarlama eğilimi göstermektedir.
Örneğin; Skinner kutusunda, hayvana manivelaya basma davranışını öğretebilmek için
hayvanın pekiştirme merkezine elektrod bağlanmış ve uygun davranışı gösterdiğinde hafif
bir elektrik akımıyla uyarılarak haz duyması sağlanmıştır. Böylece hafif elektrik akımıyla
uyarılan pekiştirme merkezi hayvana haz vermekte ve kendisine haz veren davranışı
tekrar etmektedir. Beyindeki pekiştirme merkezleri doğrudan elektrikle uyarılarak çeşitli
davranışlar biçimlendirilebilmektedir. Ancak beynin pekiştirme merkezlerinin doğrudan
uyarılması ile meydana gelen pekiştirme ile klasik pekiştirme arasında farklı özellikler
bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1. Pekiştirme merkezinin doğrudan uyarılması için, hayvanda dürtünün oluşmasına
ihtiyaç yoktur. Yani hayvanın yiyecek, su, cinsellik vb.den yoksun bırakılmasına gerek
yoktur. Hayvanda dürtü durumu olmadığında da beyindeki pekiştirme merkezi uyarılmakta
ve hayvan haz almaktadır.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 23
2. Doğrudan pekiştirme merkezi uyarıldığında hayvan doyuma ulaşamamaktadır.
Yani klasik pekiştirme durumunda hayvan yiyeceği yediğinde ya da suyu içtiğinde doyuma
ulaşmakta ve tepki durmaktadır. Yani tekrar tekrar manivelaya basmamaktadır. Oysa
hayvan manivelaya bastığında pekiştirme merkezi doğrudan elektrikle uyarılırsa, hayvan
olağanüstü bir oranda tepki göstermekte ve bu tepkide bulunma faaliyeti, fiziksel
bakımdan yoruluncaya kadar devam etmektedir.
3. Hayvana, manivelaya basarak doğrudan beyindeki pekiştirme merkezini uyarma
olanağı ve yiyecek bir arada verildiğinde, hayvan yiyeceği değil, doğrudan beyindeki
merkezi uyarmayı tercih etmektedir.
4. Pekiştirme merkezi doğrudan uyarıldığı sürece hayvanın tepki hızı çok yüksek
olmasına rağmen, uyarma işlemi kesildiğinde tepki de durmaktadır. Yani birdenbire sönme
meydana gelmektedir. Ancak tekrar uyarılma başladığında tepki aynı hızla ortaya
çıkmaktadır.
5. Bu durumda, birçok pekiştirme tarifesi işlememekte, sadece sürekli pekiştirme
tarifesi kullanılabilmektedir.
Ayrıca genellikle, pekiştirme merkezlerinin şiddetli bir şekilde uyarılması öfkeye
neden olmaktadır. Hafif uyarıcılar pekiştirme etkisi (haz) yaratırken daha güçlü uyarıcılar,
ceza etkisi yaratmaktadır. Bunun dışında, beyinde genellikle pekiştirme merkezlerine çok
yakın yerlerde ceza merkezleri bulunmaktadır. Hayvanlar, manivelaya basarak ceza
merkezini uyardığında, hemen bu davranışı durdurmakta ve cezadan kaçınmayı
öğrenmektedir. İnsanlarda ceza bölgesi uyarıldığında ise kaygı ve panik gözlenmektedir.
Pekiştirme ve ceza merkezleri konusunda önemli olan nokta, ceza merkezinin
uyarılması,
pekiştirme
engellemektedir.
Diğer
merkezlerini
bir
deyişle
etkisiz
ceza
hale
ve
getirmekte,
korku,
haz
onun
ve
işgörüsünü
ödüle
baskın
gelmektedir(Senemoğlu, 2000).
Öğrenme ve bellekte, ödül ve cezanın önemi
Elektriksel kayıtlar yeni ve ilginç duyusal uyarıcıların beyin kabuğunu (korteks)
daima uyardığını göstermektedir. Ancak duyusal uyarıcının tekrar tekrar uygulanması, bir
haz alma (pekiştirme) ya da elem (ceza) duyumu uyandırmıyorsa, kortikal tepki tamamen
yok olmaktadır. Yani hayvan duyusal uyarana alışmakta ve artık onu önemsememektedir.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 24
Oysa, uyarıcı monoton bir özellik taşıma yerine, pekiştirme ya da cezaya neden
olursa, kortikal cevap tekrar edilen uyarıcılarla gittikçe güçlenmekte ve sönme
önlenmektedir. Buna tekrar güçlendirilmiş cevap denir. Böylece hayvan, ödül ya da ceza
ile ilgili duyumlarda güçlü bir bellek izi kazanırken, bunları uyandırmayan dikkat çekici
olmayan uyarıcılara alışmakta ve onları önemsememektedir(Senemoğlu, 2000).
UNUTMA NEDİR?
Unutma, öğrenilen ya da bellenilen şeylerin, ya birdenbire, yahut da zamanla
kaybolmasıdır. Bu nedenle; unutmaya, hatırlamanın tersi de denilebilir. Buna, olumsuz
zihinde tutma diyenler de vardır. Zihinde tutma eğrisi, zamana bağlı olarak düşer ya da
unutma miktarı zamanla artar(Binbaşıoğlu, 1991).
Neden unutuyoruz?
Unutma ile ilgili olarak birkaç kuram vardır. Bunlara: (1) Bozulma kuramı, (2)
Karışım kuramı, (3) Yinelenmeme ya da ödüllendirilmeme kuramı, (4) Güdülenmiş
(motivated) unutma kuramı gibi adlar verilir(Binbaşıoğlu, 1991).
1. Bozulma kuramı: Bu, öğrenilen materyalin kullanılmaması sonucu ortaya çıkar.
Bu açıklamaya göre, öğrenme olgusu, beyinde bir iz (trace) bırakır. Buna göre, bellek izi,
öğrenmeden önce bulunmayan fiziksel değişiklikleri kapsar. Aradan zamanın geçmesiyle,
beynin, metabolizma ile ilgili süreçleri, belleğin bozulmasına ya da yok olmasına yol açar.
Böylece, bir kez öğrenilen herhangi bir materyal, yavaş yavaş parçalara ayrılır ve sonunda
tamamen yok olur. Resimleri ya da öyküleri aradan zaman geçince unutmamız bundandır.
Resmi ilk görüşümüzde birçok ayrıntıyı hatırlarız; fakat, zaman geçtikçe ayrıntı hızla
kaybolur ve yalnız esas çizgiler hatırlanır. Arada alıştırma yapmaksızın da kimi şeyler,
hatırlanır, unutulmaz. Araba kullanma ve yüzmeyi öğrenmek, buna birer örnektir. Bu tür
öğrenmeler, yıllarca kullanılmasalar bile unutulmazlar. Kimi sözel (verball) materyaller de
uzun zaman unutulmazlar. Lisede iken ezberlenen bir tiyatro parçası unutulduğu halde,
ilkokulda ezberlenen bir şiir unutulmaz. Burada olduğu gibi, bozulma süreci niçin daha
önce öğrenileni değil de daha sonra öğrenilenleri etkiliyor? Bunu açıklamak kolay değildir.
Unutulduğu sanılan şeyler, kimi zaman bellekte birdenbire canlanıyor. Kimi hastalar ve
yaşlılar, günlük olayları çabucak unuturlarken, gençliklerindeki olayları bütün canlılıklarıyla
hatırlayabiliyorlar. Bu örnekler, bozulma kuramının, unutma ile ilgili gerçekleri tam
açıklayamadığını gösteriyor(Binbaşıoğlu, 1991).
Burak Kağan TEMİZ © 2002 25
2. Karışım Kuramı: Buna, unutmada karışımın etkileri (interference effects) de
denir. Bu kurama göre, unutmayı sağlayan şey, geçen zamandan çok, öğrenme ile
hatırlama (recall) arasındaki zamanda ne gibi iş yaptığımızdır. Bu kurama göre, unutma,
yeni öğrendiğimiz şey ile daha önce öğrendiğimiz şeyin birbirlerine karışımından
(girişiminden) ortaya çıkar. E. R. Hilgard ve arkadaşları bu konuda şu örneği veriyorlar:
Stanford üniversitesinin ilk rektörü Starr Jordan, balıklar konusunda bir otoriteydi.
Yeni bir üniversitenin rektörü olarak, öğrencilerini adlarıyla çağırmaya başladı; fakat, her
yeni bir öğrencinin ismini öğrendiğinde, bir balık ismini unutuyordu. Söylendiğine göre, bu
nedenle, rektör, öğrencilerinin adlarını öğrenmeyi bıraktı. Karışım kuramı, öğrenmede
kendisini, iki biçimde gösterir: (1) Geriye ket vurma, (2) ileriye ket vurma(Binbaşıoğlu,
1991).
Geriye ket vurma: Yeni öğrenilen konuların, eskiden öğrenilen konuların
hatırlanmasını güçleştirmesi ya da buna engel olması olayına geriye ket vurma
(retroactive inhibation), denir. Geriye ket vurma, kısaca, sonra öğrenilenlerin, önce
öğrenilenlerin hatırlanmasına yardım etmemesidir. Bunu, aşağıdaki tablo daha iyi
açıklamakladır.
GERİYE KETVURMA DENEYİ
Deney Kümesi
Kontrol Kümesi
A işini öğrenir
A işini öğrenir
B işini öğrenir
İlgisiz etkinlikler yaptırılır.
A’yı hatırlaması istenir
A’yı hatırlaması istenir
Eğer, denetim kümesinin A 'yı hatırlaması, deney kümesinin A’yı hatırlamasından
daha iyiyse, bu ayırım geriye ket vurmadır. Bu deneyde B'nin sonradan öğrenilmesi,
önceden öğrenilen A'nın hatırlanmasını güçleştirmiştir.
Yapılan araştırmalar, uyku gibi araya dinlenme zamanının girmesinin, geriye ket
vurmayı azalttığım göstermiştir. Araya uyku girerek öğrenilen şeyler, sonradan daha iyi
hatırlanmakta. buna karşılık, araya pek çok etkinliklerin girmesiyle öğrenilen şeyler,
Burak Kağan TEMİZ © 2002 26
eskiden öğrenilenlerin hatırlanmasını güçleştirmektedir. Bu deney, eğitimde çocuğa
öğretilecek şeylerin arka arkaya gelmemesini, arada dinlenme zamanı bulunması
gerektiğini açıklar.
İleriye ket vurma: Karışımın diğer bir türü, de önce öğrenilen konuların, yeni
öğrenilen konuların hatırlanmasına engel olmasıdır. Buna, ileriye ket vurma (proactive
inhibition) denir.
İLERİYE KETVURMA DENEYİ
Deney Kümesi
Kontrol Kümesi
A işini öğrenir
Etkinlik yok
B işini öğrenir
B işini öğrenir
B’yi hatırlaması istenir
B’yi hatırlaması istenir
Yukarıdaki tablo gereğince yapılan deneyler, denetim kümesinin B’yi daha iyi
hatırladığını göstermiştir. Deney kümesinde ise önceden öğrenilenler (A işi), B işinin
hatırlanmasına engel olmuştur.
Underwood'un yaptığı deneylerden, tecrübeli denekler (daha önceden çok şey
öğrenmiş olan bireyler) kullanıldığı zaman, ileriye ket vurmanın arttığı görülmüştür. Yani,
birey, önceden ne kadar çok liste öğrenirse, yeni öğrenilen listeden hatırlanabilenler o
kadar az olmaktadır.
Öğrenme ve unutma dönemlerini kapsayan başka bir çalışmada da ileriye ket
vurmanın etkileri kolayca görülür: Her dönemde, denek'e çift çağrışımların (paired associates) bulunduğu bir liste öğretiliyor ve bunu, iki gün sonra hatırlaması isteniyor.
Hatırlamanın istenmesinden hemen sonra. yeni bir öğrenme hatırlama dönemi başlıyor.
Veri (bilgi), her biri, çift çağrışımlı yeni bir listeyi kapsayan ve birbirini izleyen otuz altı
dönemde elde ediliyor. İlk dönemde, listeyi hatırlama yüzdesi sıfırdır. Bu deneyde de
denek'in önceden öğrendiği liste sayısı arttıkça yeni listeyi hatırlama oranının azaldığı
görülmektedir. Bu, bir ileriye ket vurma olgusudur. Yukarıdaki bilgileri veren Hilgard ve
arkadaşları konuyu şöyle tamamlıyor: Belki okur ümitsizliğe kapıldı. Yeni bir şey
öğrenmenin gereksizliğine karar verdi. Eğer, öğrenilen materyal anlamlıysa ileriye ket
vurmanın (geriye ket vurmanın da) etkilerinin bu kadar çok olmadığını söylemekte acele
Burak Kağan TEMİZ © 2002 27
etmeliyiz. Bununla birlikte, günlük yaşamımızdaki unutmaların çoğu ileriye ve geriye ket
vurmadır(Binbaşıoğlu, 1991).
3. Güdülenmiş unutma kuramı: Bu, özellikle psikanalistlerin ortaya attığı bir
unutma kuramıdır. Bu kurama göre, hoşlanılmayan. istenmeyen duygularla ilişkili olan
konular ya da hatırlanması kişiyi rahatsız eden fikirler, baskı altına alınarak unutulurlar. Bu
görüşe göre, kişisel sorunlarla ilgili bazı şeyler, ortaya koyacağı suçtan ya da kaygıdan
dolayı, baskıya alınarak çabuk unutulur ve hatırlanamaz. Kişi böyle şeyleri bilinç altına
atar. Bunlar, uygun yöntemlerle ortaya çıkarılabilir. Diğer unutma kuramları, bu önemli
noktayı önemsemiyorlar.
Bellek yitimi (amnesia) örnekleri, bu baskının anlaşılmasına yardım eder. Bu
gibiler. her şeyi unutmazlar. Bunlar günlük etkinliklerini yapabilmek için, zengin bir bellek
ve alışkanlık stoğu kullanırlar. Unutulan şeyler çok kez kendi adı, kendi ailesi, kendi evinin
adresi, kendisinin yaşam öyküsü gibi kendine ait maddelerdir. Psikoterapistler (ruh tedavi
uzmanları) bu konuda dikkate değer örnekler verirler(Binbaşıoğlu, 1991).
Bu konuda Hilgard ve arkadaşları şu örneği veriyorlar:
40 yaşındaki bir hasta, ciddi bir baskı (çöküntü). ve ölüm korkusu ile bir akıl
hastanesine getiriliyor. Çocukken bu adam, annesini kaybetmiş. Annesinin. ölümü
hakkında, yalnızca uzaktaki bir hastaneye götürülüşünü anımsıyor. Ablası ve o, oraya
vardıklarında, annesi ölmüştü. Annesinin ölümü, onun için çok kaygı verici idi ve şimdiki
belirtilerinin de annesinin ölümünden olduğu terapist için belliydi. O zaman geçen özel
olayları hatırlaması için, terapist, diğer sorular arasında hastaya, olayların geçtiği gece,
saatin kaç olduğunu hatırlayıp hatırlamadığını sordu. Hasta hatırlayamadı. Bu görüşmeyi
izleyen gece, gördüğü rüyadaki bilgiler, bununla ilgili anıların baskı altına alındığını ortaya
koydu. Hasta, rüyasında iki saat gördüğünü söyledi. Biri çalışıyordu, biri de durmuştu.
Çalışan saat üçe yirmi vardı; duran saat ise beşe yirmi vardı. Bu saatlerin, baskı altındaki
çocukluk anılarını göstermesi olasılığı üzerine, doktor, hastanın ablasına, annesinin
öldüğü zaman saatin kaç olduğunu sordu. Ablası da saat iki buçukta uykudan
uyandıklarını ve dört, buçukta uzaktaki hastaneye vardıklarını, ve o sırada annesinin
hemen yeni ölmüş olduğunu söyledi.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 28
Ablasının ya da hastanın anlattıklarından hangisini kabul edersek edelim, rüyada
görülen zamanlar gerçeğe uygundur. Bu anı, hasta tarafından. bilinçli olarak kabul
edilmemiştir; fakat, terapistin tedavi sırasındaki soruları, bunun, rüyada hatırlanmasını
kolaylaştırmıştır(Binbaşıoğlu, 1991)
4. Diğer kuramlar: Psikoloji kitaplarında, ödüllenmeyen ya da yinelenmeyen
davranışların zamanla kaybolduğu hakkında da başka bir kuramdan söz edilir.
Bazı psikologlara göre de tam unutma diye bir şey yoktur. Yaşantılar, bir süre
hatırlanmasalar da sonradan bir çağrışımla, üzerinde durmakla, birdenbire; hatta şiddetli
ısı veren hastalıklarda hipnoz hallerinde ve ilaçlarla hatırlanabilirler. Bu psikologlara göre,
tam unutma, ancak ileri yaşlarda bir hastalık ya da hücrelerin yıpranmaları sonucu
görülür(Binbaşıoğlu, 1991).
Sızan kova hipotezi: Bu düşünceye göre, insan zihni sızdıran bir kovaya benzer.
Sızdırdığı için yeni bilgilere yer açılmış olur. Eğer "kovanız sızdırmamış" olsaydı, deyim
yerindeyse "çıldırdık", bir çok gereksiz bilgiyi hatırlardık. Benzetme yaparak denebilir ki,
insan zihni bilgisayar ekranına benzer. Bilindiği gibi, bilgisayar ekranında (normal metin
modunda) 25 satır vardır. 26. Satıra geçildiğinde I. satır silinir, onun yerine 2. satır geçer.
Böylelikle, her yeni satır, eski bir satırın silinmesi anlamına gelir. İnsan zihni de böyledir.
Yeni yaşantılar edindikçe eski yaşantılar unutulur(Bacanlı, 2001).
Davranışçı yaklaşımda üç türlü unutturma yöntemi vardır: unutma, sönme ve
bastırma. Aynca bu üç yöntemin her biri için kendiliğinden geri gelme ihtimali de
unutturma ile ilgili olarak ele alınması gereken diğer bir konudur(Bacanlı, 2001).
Unutma
Unutma, "gözden ırak olan gönülden de ırak olur" atasözünü andırır. Unutulması
istenen davranışı harekete geçiren uyarıcı organizmadan uzak tutulursa, unutma yöntemi
kullanılmış olur. Klasik şartlanma ele alınırsa, şartlı uyancı olan zil sesi köpeğe
duyurulmazsa, unutma yöntemi kullanılmış olur. Çünkü köpek, şartlı tepki olan salya
Burak Kağan TEMİZ © 2002 29
tepkisinin verilmesi için gerekli olan zil uyancısından uzak tutulursa, unutma yöntemi olur.
Operant şartlanma ele alınırsa, operant davranışın ortaya çıkma olasılığının ortadan
kaldırılması gerekir. Yani, manivela veya kolortadan kaldırıldığında, bu yöntem kullanılmış
olur (Bacanlı, 2001).
Sönme
"Pekiştirilmeyen
tekrarlar
sönmeye
yüz
tutar."
Sönme,
davranışın
pekiştirilmemesidir. Davranış beklenen karşılığını alamayınca, ortadan kalkar. Klasik
şartlanmada sönme şartsız uyancının ortadan kaldırılmasıdır. Köpek salya tepkisini et
beklentisi ile vermektedir. Köpeğin bu beklentisinin boşa çıkması sönmedir. Yani, köpeğe
et verilmediği zaman sönme yöntemi kullanılmış olur. Operant şartlanmada fareye, kola
basma davranışına karşılık olarak beklediği, yiyecek verilmediği zaman sönme meydana
gelir. Kısaca, sönme yöntemi şartsız uyancı veya pekiştirmenin verilmemesidir (Bacanlı,
2001).
Bastırma
Bastırma ise, organizmayı ilgili davranışı göstermeye iten nedenin tersini ortaya
çıkarmak demektir. Başka bir ifadeyle, organizma davranışının karşılığı olarak hoş bir
uyancı elde ediyorsa, hoş olmayan, rahatsız edici bir uyancının sunulmasıdır. Ödülün
kaldırılıp, yerine cezanın verilmesidir. Klasik şartlanma deneyinde et yerine elektrik şoku
verildiğinde bastırma yöntemi uygulanmış olur. Aslında yeni bir öğrenme (korku
şartlanması) meydana gelir. Operant şartlanmada ise fare kola bastığında yiyecek yerine
elektrik şoku verilirse, bastırma yöntemi kullanılmış olur.
Klasik şartlanma ile ilgili kısımda kendiliğinden geri gelme olayından söz edilmişti.
Unutturma yöntemlerinin üçü için de kendiliğinden geri gelme olasılığından söz edilebilir.
Ancak dereceleri farklıdır. En çok geri gelme ihtimali unutturma yönteminde, en az geri
gelme ihtimali bastırma yöntemindedir. Sönme yönteminde ise orta düzeyde bir
kendiliğinden geri gelme meydana gelir (Bacanlı, 2001).
Burak Kağan TEMİZ © 2002 30
Guthrie'ye göre öğrenme ve unutturma
Guthrie davranışçı yaklaşımı benimsemiş bir psikologdur. Öncelikle onun öğrenme
konusundaki düşüncesini ele almak gerekir. Ona göre öğrenme bir tek ve son tekrarda
meydana gelir. Yani diğer davranışçıların söyledikleri gibi uzun tekrarlar sonunda
organizmanın bir davranışa şartlanması söz konusu değildir. Guthrie'ye göre öğrenme bir
tek yaşantı sonucunda meydana gelir. Bu yaşantı da son yaşantıdır. Başka bir şekilde
ifade edilecek olursa, söz gelimi Pavlov'un köpeği ne yapacaktır? Siz zil çalarsanız, köpek
en son hangi davranışta bulunduysa onu yapacaktır. Bunu sınıf ortamına uyarladığımızda,
bir öğrencinin davranışı, aynı şartlarda bir önceki durumda yaptığı davranış olacaktır. Eğer
siz öğrenciye bir cümleyi tekrar ettirdiyseniz, bir sonraki sorunuzda o cümleyi tekrar
edecek demektir(Bacanlı, 2001).
Görüldüğü gibi Guthrie'nin düşüncesi diğer öğrenme kuramcılarından farklıdır.
Guthrie bir süre sonra bu düşüncesinden vazgeçmiş ise de, bazı davranışları gönülsüz de
olsa öğrencilere yaptırmanın pratikteki sonucunu göstermesi gibi bir takım durumlarda
onun düşüncesi önemini ve ilginçliğini korumaktadır. Bir öğrenciye isteği dışında ödevini
yeniden yazdırdığınızı düşünün. Bir daha sizin verdiğiniz bir ödev karşısında öğrencinin
hatırladığı son olarak yeniden ödev yaptırmış olmanız olacaktır.
Guthrie'nin düşüncesi özellikle gündelik hayattaki bazı öğrenme durumları için
oldukça açıklayıcıdır. Gündelik hayatta öğrendiğimiz bir çok bilgi bize tekrar tekrar
verilmez. Bir kişiyle karşılaştığınızda onun adını 20-30 kez sormazsınız. Bir kere
sorduğunuzda öğrenmeniz gerekir. Gündelik hayattaki öğrenmelerin çoğu böyledir.
Ayrıca, Zen Budizm'deki safari (aydınlanma) durumu gibi mistik yaşantılar Guthrie'nin
düşüncesini daha iyi ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi satori'de öğrenciye koan denilen
bulmaca cümlesi verilir ve öğrencinin uzun zaman onun üzerinde düşünmesi istenir. Eğer
öğrenci yeteri kadar düşünmüşse, hocasının bir sözü onun aydınlanmasını sağlar.
Aydınlanma bir kerede meydana gelir, öğrencinin "-hocam burada şunu mu söylediniz-"
gibi bir soru sorması saçma olur. Benzer şekilde, eğer öğrenci eski deyimle "talebe"
(istekli) ise, bir kez anlatmanız öğrencinin öğrenmesini sağlayabilir.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 31
Guthrie'nin diğer önemli düşüncesi unutma, başka bir ifadeyle öğrenilen davranışın
değiştirilmesi ile ilgilidir. Ona göre üç türlü davranış değiştirme yöntemi vardır.
1. Yorma: Bu yöntemde organizma istenilen duruma sokulmadan önce biyolojik
olarak aşın bir şekilde yorulur. Böylece istenmeyen davranışı gösterecek "hali kalmadığı
için" istenmeyen davranış ortaya çıkmaz. Guthrie at örneğini vermektedir. Bir türlü sırtına
binici almayan at, önce aşın bir şekilde yorulur, böylelikle biniciyi sırtından atacak dermanı
kalmaz. Binici ata biner ve yeni davranış edinilmiş olur. Yukanda Guthrie'nin öğrenmeyi bir
kerede olan bir olgu olarak gördüğü belirtilmişti. Bu durumda da, at bir dahaki sefere
sırtına binicinin bindiğini hatırlayacağından öğrenme gerçekleşmiş olur.
2. Çatışan uyancı verme: Bu teknikte organizma öyle bir uyancı ile karşı karşıya
bırakılır ki, istenmeyen davranışı yerine getiremez. At örneğine dönecek olursak, atın başı
bir direğe bağlanır ve sırtına binilirse, bir yandan at sırtından atmaya çalışacak, ama başı
bağlı olduğu için bunu başaramayacaktır. Bağ ile sırtına binilmesi birbirleriyle uyuşmayan,
zıt uyarıcılardır. Gündelik hayatta sakız çiğneyerek sigarayı unutmaya çalışmak buna
benzetilebilir. Bir yandan sakız çiğnemek, diğer yandan sigara içmek birbirleriyle
uyuşmuyor gibi görünmektedir. Ancak bu iki işi aynı anda yapmayı başarabilen kişiler
vardır ve onlarda kuşkusuz bu yöntem işlememektedir.
3. Yavaş yavaş alıştırma: Bu teknik sistematik duyarsızlaştırmaya benzemektedir.
Bu teknikte organizmaya istenmeyen davranışı göstermesine "değmeyecek" büyüklükte
bir uyarıcı verilir. Organizmanın tepki göstermemesi sağlandıktan sonra uyancının şiddeti
artırılır. Ancak artış çok fazla değildir, bu yüzden organizma gene tepki göstermeye
değmeyeceğini düşünür. Daha sonra aynı şekilde artırmalara devam edilerek istenmeyen
davranışın ortaya çıkması önlenmiş olur. Gene at örneğine dönülecek olursa, atın sırtına
bir kumaş konur. At buna biraz huzursuzluk belirtisi gösterse bile "uğraşmaya değmez"
olarak görür. Bir süre sonra kumaş büyültülür ve ağırlığı da derece derece artırılır.
Sonunda atın sırtına binilir hale gelir (Bacanlı, 2001).
Unutma kuramlarıyla ilgili olarak yapılan araştırmalardan alınan sonuçlar şunlardır:
1. İlk etkinlik ile araya giren etkinlikler (sonradan öğrenilen etkinliğe bu ad veriliyor)
arasındaki benzerlik ne kadar çok ise, unutma da o kadar çoktur. Bu benzerlik, konunun
içeriği (muhtevası), uygulandığı çevre ve uygulama yöntemleri olabilir.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 32
2. İlk etkinlik ile araya giren etkinlik arasındaki zaman, ne kadar çok yakın ya da
çok uzak olursa, unutma da o kadar çoktur.
3. İlk etkinlik ne kadar sağlam öğrenilmişse, başkalarıyla karışma ya da unutma
olasılığı o kadar azdır.
4. Araya giren etkinlik ne kadar çok öğrenilmişse, ilk etkinliğin unutulma olasılığı o
kadar artar.
5. Öğrenci, öğrenme konusuyla ne kadar ilgili ise, yani o konuda yaşantı ya da
alıştırma ne kadar çok ise, unutma da o kadar azalır .
6. Konunun niteliği de unutma üzerinde etkilidir. Kimi konular çabuk unutulmaya
daha çok elverişlidir(Binbaşıoğlu, 1991).
Psikologlar, bu sonuçlardan, şöyle bir yargıya varıyorlar: Herkes ve her konu için
ayını olan ya da değişmez tek bir unutma eğrisi yoktur. Unutmanın nicelik ve niteliği;
öğrenilecek konunun anlamlığı ve bir düzen içinde bulunması, ilk konu ya da etkinlik
üzerinde elde edilen egemenliğin derecesi ve araya giren etkinliklerin nicelik ve niteliği gibi
birçok etkenlere bağlıdır. Eğitim ve öğretimin sürekli iz bırakabilmesi, ilk öğrenilenlerin
kuvvetli ve temelli olmasına bağlıdır. Bu nedenle, öğretimde her konu, bütün koşul ve
yöntemleriyle tam öğretilmelidir. Giderayak öğrenilen bilgi ve becerilerin, sürekliliği
sağlama bakımından, eğitsel bir değeri yoktur(Binbaşıoğlu, 1991).
Unutmayı önlemek için alınabilecek önlemler şunlar olabilir:
• Kullanılmamadan ileri gelen bir unutmanın önlenebilmesi için, öğrendiklerinizi
kullanmaya devam edin. Özellik1e son yıllardaki teknolojik gelişmeler insanların zihinlerini
başka yönlere yöneltmek için, bazı bilgileri "sizin yerinize" kaydederek bilgileri
öğrenmenizi ve kullanmanızı önlemektedir. Unutmayın: işleyen demir pas tutmaz.
• Dengelenme ve örgütleme hatalarından dolayı unutmanın önüne geçebilmek için
anlamlılığı ve ayırt ediciliği vurgulayın. Öğrendiklerinizi anlamlı hale getirin ve
diğerlerinden ayırt edici yanları üzerinde durun.
• Baskı mekanizmasından ileri gelen unutmaları azaltmak için öğrenmeleri hoş ve
tehdit etmeyen bir düzeye getirmeye çalışın. Hoş olmayan ve sizi tehdit ettiğini sizin için
(psikolojik açıdan) tehlikeli olduğunu düşündüğünüz bilgiler baskıya tabi olacaktır.
• "Kovanızın sızdırmasından" ileri; gelen unutmalara karşı yukarıda ele alınan bilgi
işlem modelindeki kontrol süreçlerini devreye sokun.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 33
• Ket vurmadan ileri gelen unutmaları önlemek için, "şekerleme" yapın (ama sınıfta
değil!); ket vurma ihtimali olan konuları birbirine yakın zamanlarda öğrenmemeye çalışın.
Unutmayın, biraz benzeyip biraz benzemeyen konular birbirine ket vurur. Onları
birbirlerinden uzaklaştırın ki, ket vuramasınlar(Bacanlı, 2001).
ÖĞRENME HATIRLAMA UNUTMA VE EĞİTİM
Öğrenme, kişinin kendi etkinliğine dayanır. Öğrenmenin temeli bireyin kendi
yaşantılarıdır. Bunu, ezberleme ile karıştırmamak gerektir. Ezberlemede alınan bir şeyi
aynen vermek söz konusu olduğu halde, öğrenmede kişinin içine işleyen, bir durum söz
konusudur. Davranış değişikliği, öğrenmenin en belirgin özelliğidir. Belleme, ezberleme
demek değildir. Bu terim, kısmen öğrenmeyi, kısmen de ezberlemeyi kapsar. Bununla.
birlikte, bilerek ya da bilmeyerek. bu üç terim, sık sık birbirinin yerine kullanılır.
Hatırlama öğrenilen ya da bellenilen nesne ve olayları yeniden görmeye gerek
kalmadan yapma ya da zihinde canlandırmadır. Normal halde, öğrenilen ya da bellenen
şeyler hatırlanabilir ya da unutulabilir. Eğitimde önemli olan unutmayı azaltmak, yahut
bunu uygun sınırlar içinde tutmaktır. Bu konularda pek çok deney yapılmıştır. Bunları
bilmek, öğrenmeyi etkili kılmak için gereklidir. Bu konuda yapılmış olan araştırmaların
eğitsel sonuçlan şunlar olabilir:
1. Öğrenme konuları, öğrenci için anlamlı hale getirilmelidir. Bu yapılırsa, öğrenme
kolay olduğu gibi, hatırlama da kolay olmakta; unutma, en az düzeye inmektedir.
2. Öğrenme, yapılabildiği kadar dinlenmiş durumda yahut salim bir kafa ile
yapılmalıdır. Araştırmalar, uyanıkken öğrenilen şeylerde unutmanın daha çok olduğunu
göstermiştir. Uyanıkken öğrenilen pek çok şey, birbirinin zihinde kalmasına engel olucu
olumsuz bir etki yapmaktadır. Öğrenme kuramları içinde bozulma kuramı ile karışım
kuramı, gerçeği daha çok yansıtıcı görülmektedir. Birbirine benzer konulan karışımı ya da
girişimi kolaylaştırmamak için ayrı ayrı zamanlarda öğretmelidir.
3. Öğrenmede İlgi temel öğedir, hatırlarna için, ilgiyi canlı tutucu önlemleri de
zamanında almak gerekir.
4. Birey, öğrenmenin sonucunu bilmelidir. Başarı, yeni başarılar için ortam hazırlar.
5. Öğretilecek konular, yalından karmaşığa doğru bir sıra izlenmelidir. En kolay
konulan önce, daha güç konuları da sonra öğrenmelidir.
Burak Kağan TEMİZ © 2002 34
6 Öğrenmenin güdüye bağlı olduğunu dikkate alarak her öğrenme, bir
gereksemeden doğmalı ve öğrenme sonucu da günlük yaşamla. ilgilendirilmelidir.
7.
Öğrenmede
yayla,
birçok
durumlarda
kaçınılmazdır.
Bunun
süresini,
yapılabildiği kadar, azaltacak önlemleri almak gerekir. Bunu da ancak, nedenlerine göre,
yapabiliriz.
8. Öğrenmede etkili alıştırmalar yapmak gerekir. Alıştırma yapıldıkça konunun
öğrenilmesi kuvvetlendirilir ya da pekiştirilir.
9. Sık sık yoklamalar yapılmalıdır. Yoklama, kişiye bulunduğu öğrenme düzeyini
gösterir. Bu, öğrenmeyi sürekli olarak izlemek için gereklidir.
10. Yanılgı, ya da yanlışlar, görülür görülmez, hemen düzeltilmelidir. Bu da,
özellikle çalışmaların ilk zamanlarında yapılmalıdır.
Yukarıdaki önlemleri zamanında alan bir öğretmen, öğrencilerin daha iyi
öğrenmelerine olanak sağlamış olur. Böyle öğrenilen konular, kolaylıkla hatırlanabilir.
Böylece unutma, en az düzeye indirilir(Binbaşıoğlu, 1991).
Kaynaklar
ARKONAÇ, S. A. (1998). Psikoloji, Zihin Süreçleri Bilimi. İstanbul: Alfa Basın Yayım Dağıtım
MORGAN, T. (1990). Psikolojiye Giriş. Ankara: Meteksan A. Ş.
BACANLI, H. (2001) Gelişim ve Öğrenme. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
BİNBAŞIOĞLU, C. (1991). Öğrenme Psikolojisi. Ankara: Gül Yayınevi
SELÇUK, Z. (2000). Gelişim Ve Öğrenme. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım
SENEMOĞLU, N. (2000). Gelişim Öğrenme Ve Öğretim. Ankara: Gazi Kitapevi
www.megahafiza.com.tr
Burak Kağan TEMİZ © 2002 35
Download