ÇEVRE EKONOMİSİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇEVRE SORUNLARININ EKONOMİK ETKİNLİK KRİTERLERİ Doç.Dr. Selim İNANÇLI Sakarya-2015 Üçüncü Bölüm ÇEVRE SORUNLARININ EKONOMİK ETKİNLİK KRİTERLERİ İçindekiler 3. Çevre Sorunlarının Ekonomik Etkinlik Kriterleri 3.1 Pareto Optimalite Kriteri 3.2 Sosyal Refah Kriteri 3.3 Prodüktivite Kriteri 3.4 GSMH ve Genişletilmiş GSMH Kriteri 3.5 Dengeli Gelir Dağılımı Kriteri 3.6 Sürdürülebilir Kalkınma Kriteri 3.7 Kaynak Dağılımı Kriteri 3. Çevre Sorunlarının Ekonomik Etkinlik Kriterleri Ekonomi, kıt kaynakların kullanımı ve paylaşım ilkelerini belirleyen bilim dalıdır. Çevresel kaynakların ve direnme gücünün niceliksel açıdan giderek kısıtlı bir hale gelmesi ve kirlenme sorununun bu kaynakların kullanılabilirliğini niteliksel yönden de sınırlaması, konuya ekonomik açıdan bakmayı zorunlu kılmaktadır. Ekonomik ve toplumsal sistemler, mülkiyeti belirlenmiş olan her türlü malın etkin bir şekilde kullanılacağı ve bu malın sahibi tarafından başka hiç bir önlem alınmasına gerek olmadan korunacağı ana varsayımı üzerine kurulmuştur. Çevrenin ve ekolojik sistemlerin özel mülkiyete tabi olması mümkün değildir. Bunun üç nedeni vardır; (1) Özel mülkiyetteki mallar, sahipleri tarafından başkalarının kullanımına ve yararlanmasına kapalı tutulabilmelidir. Aksi takdirde mülkiyetin anlamı kalmaz. Oysa çevresel olaylar, genellikle akışkan özelliği taşımaktadır. Üretim ve tüketim sonucu meydana gelen atıklar hava ve sulara verilerek metorolojik ve hidrolojik çevreyle deşarj noktasından çok uzaklara taşınabilmektedir. (2) Çevresel kaynakların kamu mülkiyetinde bulunmasının, bu kaynakların geliştirilebilmeleri açısından önemi büyüktür. Bireyler ekonomik açıdan ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, çevre kaynaklarından etkin bir biçimde yararlanabilmek için gerekli olan bütün yatırımları gerçekleştiremezler, gerçekleştirseler bile bu yatırımlardan elde edilecek faydaları yaptıkları yatırımı haklı kılacak boyutlarda kullanamazlar. (3) Çevrenin parasal değerinin belirlenememesi klasik ekonomik çerçeveler içine yerleştirmesini imkansız kılmaktadır. Böylece çevresel bozulmadan doğacak zararların da ekonomik açıdan ifade edilmesi mümkün olmamaktadır. Ortak mülkiyette olan ve parasal değeri belirlenmemiş olan çevre, herkesin malıdır. Ancak ekonomik yaklaşımlar içinde, hiç kimsenin malı değilmiş gibi işlem görmektedir. Çevre kirliliğinin önlenmesinde, yukarıda belirtilen mülkiyet sorunu nedeniyle büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Faaliyetleri sonucunda tek tek kirlenmeye neden olan bireyler için, alınacak önlemler açısından bir çekicilik yoktur. Çevre kirliliğini önleyici tedbirler(örneğin, arıtma tesisleri), büyük yatırım ve işletme giderleriyle gerçekleştirilebilirler. Çevre sorunlarına ekonomik açıdan yaklaşıldığında iki ana güçlükle karşılaşılmaktadır. Bunlardan birincisi, kirlenmenin ve alınacak önlemlerin sonucunda ortaya çıkacak iyileşmenin parasal birimlerle ifade edilmesindeki güçlüktür. İkincisi ise, uygulamaların ekonomik etkinlik ve verimliliğini ölçmek için kullanılacak kriterlerin seçimine ilişkindir. Ekonomik etkinliğin ölçülebilmesi için genel olarak beş ana kriter bulunmaktadır. Buna ek olarak ta sürdürülebilir kalkınma kriterini ve kaynak dağılım kriterini eklemek mümkündür. 3.1.Pareto Optimalite Kriteri Bir ekonominin amacı elde bulunan kaynaklar ve üretim olanakları dahilinde, toplumda yaşayan bireylerin refah düzeyini maksimum kılacak mal ve hizmetleri üretmektir. Pareto kendi mantığı içinde yıkılması imkansız bir ölçüt geliştirmiş ve bu ölçüt yardımıyla ekonomide genel dengenin bulunmasına olanak sağlamıştır. Pareto değer yargısına göre bir toplumda diğer bireylerin refahı değişmeksizin, bir bireyin refahı arttırıldığında toplumun refahı artar. Bireylerin toplam faydaları sadece kendilerinin tükettikleri mal ve hizmetlere bağlı ise, yani fayda fonksiyonunda dışsallıklar yoksa bu durumda toplumun toplam refahı, bireylerin refahları toplamına eşittir. Bu faydalar mal ve hizmetlerle ölçülebileceği gibi, bireyin içinde yaşadığı çevresel ortamda olabilir. Pareto değer yargısı yardımıyla Pareto optimumunu şu şekilde tanımlamak mümkündür. Bir toplumda diğer bireylerin refahım azaltmadan bir bireyin refahını arttırmak olanaksızsa, Pareto optimumu sağlamış demektir. Pareto optimalité kriteri, bir toplumu oluşturan bireylerin en az birinin, diğer bireylerin elde ettiği faydaları, olumsuz yönde etkilemeksizin ulaşabileceği maksimum fayda düzeyini gösterir. Pareto optimumuna ulaşılabilmesi için ürünlerin tüketicilere, üretim faktörlerinin de çeşitli üretim alanlarına optimum olarak dağıtılması gerekir. Bir toplumda maksimum fayda düzeyine ulaşabilmek için ürünlerin, söz konusu diğer ürünler arasındaki marjinal ikame oranları bütün tüketiciler için aynı olacak şekilde tüketiciler arasında dağıtılmış olması gerekir. Aynı şekilde, üretim faktörlerinin optimum kullanımı, bu faktörlerin değişik malların üretimindeki marjinal fiziksel verimliliklerin (Marjinal teknik ikame oranı) aynı olduğu zaman gerçekleşir. Bir basit şekil yardımıyla iki bireyden oluşan bir toplumda pareto optimalite kavramını açıklamak mümkündür. Şekil-3.1: Pareto Optimalite Kriteri y’nin faydası Bir ekonomide sadece iki birey bulunduğunu varsayalım. X’ in 100 Y’ nin de 150 birim fayda sağlayarak A noktasında dengeye geldiğini varsayalım. Eğer x, y’ nin elde ettiği faydayı azaltmaksızın kendi faydasını mümkün olan maksimum düzeye getirebilirse (B noktası), toplumun toplam refah düzeyi artmış olur. Böyle bir gelişme pareto optimumu olarak adlandırılır. Benzer biçimde D ve C noktaları da pareto optimumunu verir. E noktası ise x’ in faydasını arttırırken Y’nin faydasını azalttığı için pareto optimumunu sağlamaz. Pareto optimumu görüldüğü gibi, toplumun refah düzeyini arttırıcı değişiklikleri belirleyebilmektedir. Ancak, belirli bir ekonomide sonsuz sayıda pareto optimalité noktaları bulunabileceğinden, tek bir çözüm getirememektedir. 3.2. Sosyal Refah Kriteri Sosyal refahın amacı tüketicinin fedakarlıkta bulunmak istediği kaynak miktarı ile toplumun ek birim üretmek için tahsis ettiği üretim miktarını birbirine eşitlemektir. Bir eşitlik söz konusu olduğunda toplumsal refah maksimum olacaktır. Başka bir deyişle toplumsal refah, marjinal sosyal maliyetin, marjinal sosyal faydaya eşit olduğunda maksimumdur. Bir toplumun refahı, o toplumu oluşturan bireylerin refah düzeylerinin bir fonksiyonudur. Eğer refah düzeyi bir fonksiyon tarafından belirlenebilirse, toplumun refahını maksimum kılacak ekonomik çözümlerin bulunması çok kolay olacaktır. Sosyal refah fonksiyonunun kullanışını Şekil-2’de açıklamak mümkündür. Şekil-3.2: Sosyal Refah Maksimizasyon Y’nin Şekilde il, İ2, İ3, İ4 ile gösterilen eğriler eş refah eğrileridir. Yada toplumun eş refah eğrileri olarak adlandırılır. İl eğrisi üzerinde A ve F noktası aynı refah düzeyini gösterir. Ancak F noktası A noktasına göre pareto kriteri açısından daha olumsuzdur. Şekildeki D noktası eş refah eğrisinin fayda imkanları sınırı eğrisine teğet olduğu noktada oluşur. Bu nokta pareto optimumu koşulunu sağlamakta ve sosyal refah, maksimize etmektedir. İ4 eş refah eğrisi daha yüksek toplumsal refahı temsil eder. Ancak toplumun buna ulaşması olanaksızdır. Çünkü fayda imkanları sınırı eğrisi ile ortak noktası yoktur. Bilindiği gibi fayda imkanları sınırı eğrisi, toplumun belli teknolojik bilgi, insan gücü ve doğal kaynaklarına göre ulaşabileceği maksimum fayda imkanlarını göstermektedir. Ayrıca fayda imkanı sınırı eğrisi üzerindeki her nokta pareto değer yargısı yada sosyal refah açısından etkin noktalardır. Bu nedenle genel maksimumu sağlayan C, B, E, F noktalarında pareto etkindir. Ancak A noktası C ve F ile aynı toplumsal refahı sağlamasına karşın pareto etkin değildir. Eğer D noktası mümkün değilse A yerine C ve F noktasında bulunmak toplum yararınadır. 3.3. Prodüktivite Kriteri Prodüktivite kriteri, pareto optimumuna benzer daha etkin olanıdır. Prodüktivite çevre kalitesinin oluşmasını mal ve hizmetlerin ölçülen çıktılarını bir araya getirir. Prodüktivite, bir ekonominin mevcut kaynaklarla ve sahip olunan teknik imkanlarla en yüksek düzeyde mal ve hizmet üretiminin gerçekleşmesi olarak tanımlanır. Örneğin, birkaç tüketicinin bulunduğu, sadece iki malın üretildiği bir ekonomi düşünün. Şekil-3.3: Üretim İmkanları Eğrisi Şekil 3’ te pp’ eğrisi üretim imkanları sınırı eğrisidir. Üretim imkanları sınırı eğrisi ulaşılabilecek maksimum üretim düzeyini ya da çıktı düzeyini gösterir. A noktası mevcut kaynakların tam olarak kullanılmadığı bir üretim düzeyini göstermektedir. Yani A noktasında ekonomi düşük bir prodüktivite ile çalışmaktadır. B ve C noktaları üretim imkanları üzerinde bulunduğundan prodüktif üretim söz konusudur. B noktasında y malı x’ e (xl,yl) göre daha fazla, C noktasında ise x malı y’ ye (x 2,y2) göre daha fazla üretilmektedir. Prodüktivite kriteri ile pareto optimumu arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Aynı miktarda kaynak harcayarak daha yüksek düzeyde bir üretimi gerçekleştirmek ve bu üretimi toplumun faydasına sunmak şüphesiz ki pareto kriteri açısından olumlu bir ekonomik dönüşüm anlamına gelmektedir. Böylece prodüktif olmayan bir ekonominin pareto optimumu düzeyinde olmayacağı görülmektedir. Prodüktivite, böylece pareto optimumu için gerekli koşuldur. Fakat yeterli değildir. Prodüktif olarak üretim yapan, fakat yanlış mal ve hizmetleri üreten bir ekonomi için pareto optimumu söz konusu olmaz. Çünkü bir üretim için harcanan kaynakların başka alanlara kaydırılması ve toplumdaki bireylerin ihtiyacı olmayan mal ve hizmetler yerine daha yüksek fayda sağlayan mal ve hizmet üretimi pareto kriteri açısından daha olumlu bir durum yaratacaktır. Çevre koruma bir kıt kaynak alternatif kullanım alanıdır. Dolayısıyla, kaynak kullanımında etkinlik sağlandığı ölçüde refah artışına katkıda bulunacaktır. Bir ülkede kaynakların etkin kullanılması, bunların en iyi amaçlara yöneltilmesi ve israf edilmemeleri demektir. Oysa bir toplumda halkın tercihleri arasında kaliteli çevre de yer alır. Diğer yandan çevre koruma, kaynakları israf etmemek anlamına gelir. Burada çevre kirlenmesinin, kaynakları etkin kullanmamak demek olduğu kolaylıkla görülmektedir. Bundan başka, üretim metotlarına ilişkin tercih kararları çevre bozulması yoluyla refahı etkileyebilir. Bu kararlar kıt kaynaklardan tasarruf, israfın asgarileştirilmesi, kuruluş yerinin iyi seçilmesi, en verimli üretim metotları kullanılması gibi hususlar içerir. Bütün bunlarda çevre sorunlarıyla yakından ilgilidir. Demek ki çevre sorunları ile kaynakların etkin kullanımı arasında son derece kuvvetli ilişkiler mevcuttur. Kaynakların etkin kullanılabilmesi için firmaların marjinal özel maliyet yanında marjinal dışsal maliyetlere de katlanmaları gerekir. O halde marjinal sosyal maliyet marjinal özel maliyet ile marjinal dışsal maliyetlerden oluşmaktadır. MSC=MPC+MEC Aynı şekilde Marjinal dışsal fayda marjinal özel fayda ile marjinal dışsal faydad an oluşmaktadır. MSB=MPB+MSB Kaynakların prodüktif kullanımı Marjinal Sosyal Maliyet (MSC)’ in Marjinal Sosyal Fayda (MSB)’ ya eşitlenmesiyle gerçekleşmektedir. MSC=MSB Bu açıklamaları şekil üzerinde değerlendirecek olursak; Şekil 3.4’ te görüldüğü gibi firma marjinal dışsal maliyete katlanmadan önce P 1 fiyatından Q2 kadar üretmektedir. Firmanın marjinal dışsal maliyete katlanması sonucu üretim maliyeti artmakta üretim Q 1 düzeyine düşerken fiyatta P 2 düzeyine artmaktadır. Yani firma şekildeki üçgen alanı kadar negatif dışsal maliyete katlanmak zorunda kalmaktadır. Şekil 3.5’ te görüldüğü gibi firma başlangıçta Q1 kadar üretip P1 fiyatından satmaktadır ve sadece marjinal özel fayda elde etmektedir. Üretim maliyetleri değişmeksizin yani firmanın marjinal sosyal maliyeti belli iken marjinal dışsal faydaların oluşması firmanın üretimini Q1 üretim düzeyinde fiyatı P3 olmaktadır. Bu durumda firma üretim miktarını Q2’ ye yükselterek fiyatıda P2 düzeyine bir miktar düşüş göstermiştir. Ancak ZUV üçgeni artan fayda dolayısıyla kaynakların etkin kullanıldığını göstermekte ve üretimde prodüktivite artmaktadır. 3.4. GSMH ve Genişletilmiş GSMH Kriteri Bir ekonomide belirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin gayri safi tutarı ya da parasal değerine GSMH denmektedir. Bireyler kendilerine daha çok marjinal fayda sağlayan mal ve hizmetlere parasal olarak daha yüksek değer biçtikleri için, toplum refahı ile GSMH arasındaki ilişki açıkça ortaya çıkmaktadır. GSMH’ nın artması, toplumu maksimum fayda sınırına yaklaştırır. Buna ek olarak eğer bu artış pareto kriterini de sağlıyorsa, söz konusu dönüşüm olumlu yöndedir. GSMH’ nın hesaplanmasında mal ve hizmetlerin pazar fiyatlarından oluşan değeri kullanılmaktadır. Çevre gibi ortak mülkiyette olan unsurların sağladığı tüm faydaları pazar fiyatları çerçevesinde değerlendirmek oldukça güçtür. Bu nedenle çevre kirliliğini giderici önlemlerin sağladığı faydalar da GSMH hesaplarında dikkate alınmamaktadır. Genelde çevre kirlenmesine karşı alınan önlemlerin de ekonomik temellere oturtulması için çalışmalar sürdürülmektedir. Bu tür toplumsal kaynaklardan sağlanacak faydaları da içeren bir “genişletilmiş gayri safi milli hasıla(GGSMH)” tanımı bu amaçla getirilmiştir. GGSMH’ nın belirlenmesinde, GSMH’ ya ek olarak sağlanan toplumsal faydaların değerlendirilmesi, “ödeme isteği” kavramı ile yapılabilmektedir. Ödeme isteği, kirliliği önlemek için bireylerin ya da toplumun biçtiği değeri belirlemektedir. Ancak bu ölçümün ekonomik açıdan tutarlı bir biçimde belirlenmesi güçlük yaratmaktadır. GGSMH kriterinin diğer kriterlerle ilişkisini kurmak oldukça kolaydır. Maksimum üretim imkanları eğrisi altında bulunan bir nokta prodüktivite kriterini sağlamamaktadır. Aynı şekilde böyle bir nokta GGSMH açısından da zayıf bir performansa işaret etmektedir. Prodüktivitenin arttırılması GGSMH’nın da artışına neden olmaktadır. Böylece bireylerden herhangi birinin durumunu kötüleştirmeden bir refah artışı sağlandığı için pareto kriteri de zorunlu olarak sağlanmaktadır. Yukarıda açıklanan dört kriter içinde kritik açıdan kirlilik sorunlarının ekonomik değerlendirilmesine en uygun kriter GGSMH’ nın arttırılması olmaktadır. GGSMH= MG-Atık Maddelerin Değişim Değeri- Doğal Kaynaklardaki Değişim Değeri- Hanehalkının Kirlilik Karşısındaki Harcamalarının Değeri. Cari Refah= Hanehalkı Toplam Harcamaları-Hane Halkının Kirlilik Karşısındaki Harcamalarının Değeri- Atıkların Verdiği Zararın Parasal Değeri. Sürdürülebilir Gelir= Hesaplanan Gelir- Amortismanlar- Hane Halkı Çevre Harcamaları- Atıkların Verdiği Zararın Parasal DeğeriÇevresel Sermayenin Değer Kaybı. Bu kavramlar çevre kirlenmesine ve doğal kaynakların tükenmesine önem vermeksizin üretim ve harcama akımları üzerinden hesaplanacak olan milli gelirin maksimizasyonunun, refah maksimizasyonu anlamına gelmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Çevre kirliliğini önleyici girişimlerin ekonomik açıdan değerlendirilmesi için kullanılan en yaygın yöntem, fayda-maliyet analizidir. Fayda-maliyet analizinin esası, söz konusu girişimden (Örneğin, bir arıtma tesisinden) sağlanacak tüm faydaların parasal değerlerini, belirlenmiş bir diskont oranı ve ekonomik etkinlik süresi için hesaplanan bugünkü değeri arasında yapılan kıyaslamalara dayanmaktadır. Faydaları maliyetlerinden fazla olan önlemler pareto, sosyal refah, prodüktivite ve GGSMH kriterini de sağlar. 3.5. Dengeli Gelir Dağılımı Kriteri Yukarıda sayılan dört kriter, çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda global olarak ekonomik verimliliği ölçebilmektedir. Ancak alınacak önlemlerin ekonomik maliyetlerinin üstlenilmesi ve sağlanacak faydalardan yararlanmada adil bir paylaşımın nasıl gerçekleştirileceği, söz konusu verimlilik kriterleriyle belirlenememektedir. Toplumdaki tüm bireyler daha iyi bir çevrede yaşamak isterler. Pek az birey ise bu amaca tek başına katkıda bulunmak ister. Çevrenin korunmasına yönelik tedbirler pahalıdır. Bunların ekonomiye yansıması sonucunda üreticilerin kar marjları düşer, tüketicilerin mal ve hizmetler için ödedikleri fiyatlar artar. Eşitlik kriteri, bu maliyetlerin ne şekilde paylaşılacağına açıklık getirmeye çalışır. Çevre kirliliğini önlemek için alınacak tedbirlerin önemli bir diğer ekonomik etkisi, bunların toplumdaki gelir dağılımını değiştirici özellikte olduklarıdır. Herhangi bir çevresel ortamın iyileştirilmesi için yapılacak girişimlerden sağlanacak faydalar da toplumdaki çeşitli bireyler için çok farklı değerler ifade eder. Giderlerin ve sağlanan faydaların çeşitli gelir grupları için ayrı ayrı değerlendirilmesi eşitlik kriteri açısından önem taşır. Alınan önlemlerin giderleri zorunlu bir biçimde tüketici fiyatlarına yansır ve zincirleme bir biçimde tüm topluma yayılır. Düşük gelir gruplarının gelirlerinin daha büyük bir kısmı tüketim harcamaları için ayrılmaktadır. Böylece, toplumda özellikle sanayi sektöründe yaygın olan kanının aksine, çevre kirliliğini önleyici tedbirlerin nihai ekonomik yükü, düşük gelir gruplarına gelirleri oranında daha yüksek maliyetler getirir. Burada devletin maliyet dağılımında ortaya çıkan bu durumu düzeltici yönde müdahalesi gerekli olur. 3.6. Sürdürülebilir Kalkınma Kriteri Sürdürülebilir kalkınma, çevre sorunlarının en önemli kavramlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavram yeni ortaya çıkmakla birlikte klasiklere kadar inanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı, klasik büyüme kavramının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır. Ricardo, toprak ve doğal kaynakların sınırlılığından bahsetmektedir. Malthus ise, hızlı nüfus artışından yola çıkarak, büyümenin doğal sınırları olduğunu ve bu sınıra bir kere ulaşıldıktan sonra daha fazla mal üretmenin mümkün olmayacağını savunmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma kavramı, 1987 yılında Norveç Başbakanı Bayan Brandtland başkanlığında uluslararası uzmanlar tarafından hazırlanan “Dünya, Çevre ve Kalkınma Komisyonu Raporu” ile önem kazanmaya ve tartışılmaya başlanmıştır. Dünyada geniş yankılar uyandıran raporda karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceleri bütünleştirmenin sürdürülebilir kalkınma stratejisinin ana teması olduğu vurgulamaktadır. Büyüme çevre ile uyumlu olduğu sürece sürdürülebilir olarak anlaşılmaktadır. Büyüme olduğu sürece zenginlerden fedakarlık beklenmeksizin yoksulların yaşamlarının iyileştirilmesi ümidi vardır. Ancak gerçekte sürdürülebilir küresel ekonominin başarılması, yoksulların payını arttırmak için zenginlerin tüketimini kısıtlamadan mümkün değildir. Kısaca ekonomik kalkınma sırasında çevre baskıları ekolojik denge ile sürekli bir kalkınma dengesinin sağlanmasını amaçlamaktadır. Bir başka deyişle bir taraftan ekonomik kalkınması devam ederken, diğer taraftan çevre korunması ve ekolojik denge de sağlanmış olacaktır. Sürdürülebilir kalkınma anlayışındaki gelişme kavramı, sadece niceliksel gelişmeyi değil, niteliksel gelişmeyi de içermektedir. Niteliksel gelişme, mal ve hizmet üretimindeki fazlalığı değil, mal ve hizmetlerin yüksek standardını, temiz ve sağlıklı bir çevreyi, parayla ölçülemeyen her türlü yaşam kalitesini arttırıcı unsuru içermektedir. Sürdürülebilir kalkınma, mevcut ihtiyaçları gelecek jenerasyonun kendi ihtiyaçlarını karşılamasına engel olmadan, ekonomi ile ekosistem arasındaki dengeyi koruyan, ekolojik açıdan sürdürülebilir nitelikte olan bir ekonomik kalkınmadır. Bu kavram, kendi içerisinde iki anahtar faktör içerir; (a) İhtiyaç kavramı; özellikle öncelik verilmesi gereken yoksulların önemli ihtiyaçları, (b) Teknolojik ve sosyal organizasyonların çevrenin mevcut ve gelecekteki ihtiyaçlarını karşılaması üzerine oluşan kısıtlama fikridir. Sürdürülebilir kalkınma yatırım prosesinin sadece parasal kazançlar olarak anlaşılıp yönetilmesi değil, parasal olmayan faktörlerin de ( sosyal, kültürel ve ekolojik gerçekler) gözönüne alınması gerektiğini belirtir. Çevrenin sürdürülebilir kullanımının sağlanabilmesi için ilk öncelik şu ekonomik politikaların geliştirilip uygulanması ile mümkündür. (a) Yeni, teknolojilerin geliştirilip hızlandırılması ya da yeniden değerlendirilmesi, (b) Zengin ülkelerde üretimin büyümesine daha fazla izin verilmemesi, (c) Küresel nüfusun mümkün olan en kısa zamanda stabilize edilmesi (durağanlaştırılması), (d) Uluslararası girdi dağıtımının geliştirilmesi ve dengeli dağılımıdır. 3.7. Kaynak Dağılımı Kriteri Çevre sorunu, her şeyden önce daha iyi bir çevre ile daha çok üretim ya da bugünkü kuşakların gereksinmeleriyle gelecektekilerin gereksinmeleri arasında bir karar verme sorunudur. Bir başka deyişle, kaynakların çevre ile diğer mallar arasında dağıtımı, bugünkü kullanımlarıyla gelecekteki kullanımları arasında seçim yapılması sorunudur. Çözümün kaynak dağılımı çerçevesinde aranması çevre sorununu iktisadi sorunun bir parçası haline getirmektedir. Çevre kirliliğine yol açan olayın özünde, mal ya da hizmetlerin üretimi veya tüketimi gelmektedir. Bu anlamda her iktisadi çalışma çevre kirliliğine yol açmaktadır. Diğer yandan çevre kirliliğinin önlenmesi ve yaratılan kirliliğinin temizlenmesi de bir maliyet, yani kıt kaynakların kullanımını gerektirir. Bu ise aynı kaynakların kullanılacağı başka malların üretiminden vazgeçmek demektir. Kısaca üretim artışı ile çevre kirliliği arasında aynı yönlü bir ilişki söz konusudur. Bunun da ötesinde çevre korumaya ayrılan kaynaklar diğer yatırımlara ayrılan kaynaklardan karşılanacağından toplam yatırımlarda, dolayısıyla da GSMH artış hızında, düşme ve büyümenin yavaşlaması yönünde bir etkinin ortaya çıkması da beklenmelidir. Hiç bir atık ya da artık yaratmadan üretim ve tüketim yapmak fizik yasalarına, hiç girdi/ kaynak kullanmadan çevreyi koruyucu veya temizleyici önlemler almak da iktisat yasalarına aykırı olduğuna göre üretim, tüketim ve GSMH artışından hiç bir özveride bulunmadan çevreyi korumakta mümkün değildir. Bugün çevreyi gözetmeden yapılacak üretim artışları ve büyüme, yakın bir gelecekte beşeri ve doğal kaynaklarda niceliksel ve niteliksel azalmalara neden olacaktır. Bu durum, insan refah ve mutluluğunda düşüşlere yol açacak, belki de yaşamı tehlikeye atacak, bunun yanında üretim imkanlarını azaltarak büyümede ani ve hızlı azalmaları getirecektir. Diğer yandan insanların gereksinmelerinin karşılanması, özellikle yoksulluk ve açlıkla mücadele, eğitim, sağlık v.b. hizmetlerin geliştirilmesi için üretim ve büyüme gereklidir. İnsanlık henüz, niteliksel ve niceliksel gelişme için gerek duyulan kaynakları yaratacak büyümeden çok şeyler beklemektedir. Ayrıca çevre kirliliğinin önlenmesi, ekolojik dengelerin korunması, bu amaçla ekolojik dengelere uygun teknolojilerin geliştirilmesi çabalarının kendisi de kaynak kullanımını gerektirmektedir. Daha iyi bir çevre için daha çok kaynak yaratılması gerekir ki bu da ancak büyüme ile sağlanabilir. Çevre sorunları, hemen her zaman kendi kendini yenileme yeteneği olan kaynaklarla ilgili bulunuyorsa, bunlara yenilenebilir doğal kaynaklar adı verilmektedir. Hayvan, balık ve bitki türleri, tarım toprakları, çayır ve meralar, ormanlar, yeraltı ve yerüstü su kaynaklan yenilenebilir doğal kaynaklara örnek olarak gösterilebilir. Sorun, söz konusu kaynakların aşırı kullanma yüzünden, kendini yenileme yeteneğinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmalarından kaynaklanmaktadır. Çevre kirliliği geriye dönülmesi çok güç olan bir süreçtir. Ekolojik dengeler bir kez bozulunca onarılması çok güçtür. Böyle bir sürece girilmesi kısa bir süre sonra çevreyi onarmayı güçleştirecek ve istenilen büyüme hızına ulaşılmasını engelleyecektir. Kaynakça - - Cihan DURA ”Çevre Sorunları ve Ekonomi”, Çevre Üzerine, TÇSV. Yay., Ankara, Haziran-1991. Orhan USLU, “Çevre Sorunlarına Temel Ekolojik ve Ekonomik Yaklaşımlar”, ÇEVRE VE EKONOMİ, TÇSV Yay., Ankara, Ağustos -1985. Robert- Nancy S. DORFMAN, ’’Economics of the Environment”, W. W. Norton and Company, Newyork, 1977. Mehmet KARPUZCU, “ Çevre Ekonomisi”, İ.T.Ü. Yay., İstanbul, 1987. Çelik ARUOBA, “Çevre Ekonomisi, Gelişme Ekonomisi”, İNSAN, ÇEVRE, TOPLUM, Ankara, Ocak1992. Environmentally Sustainable Economic Development; Building on Brundtland”, UNESCO-1991. Güneş GÜRSELER, “Dikkat Dünya Tektir”, Ümit Yay., Ankara, Kasım-1992, s.45. Ömer KULELİ, Arslan SONAT ve Diğerleri, “Türkiye’ de Çevre”, Yeni Yüzyıl Yay., İstanbul. DASQUPTA, P.G. HEAL, “Economic Theory of Exhaustible Resources”, Cambridge University Press, Cambridge, U.K., 1979. F.R. ANDERSON, A.V. KNESE, ve Digerleri, “Environmental Improvement Through Economic Incentives”, Baltimore, 1979.