fethi kazandıran ruh ve istanbul`un fethi

advertisement
FETHİ KAZANDIRAN RUH VE İSTANBUL'UN FETHİ
Fetih Şuuru
“Niyetim, ‘ ِ‫يل ال ّٰله‬
ِ ‫س ۪ب‬
َ ‫ َو َجا‬/ Allah yolunda cihad ediniz!’1 emrine riâyet etmektir. Gayretim
َ ‫ه ُدوا ۪في‬
de, İslam dininin hâlis ve ulvî gayretidir. Benim, peygamberlere ve Allah dostlarına bağlılığım vardır. Fetih
ve zafer ümidim de, daima Allah’ın lütfundandır. Ne olursa olsun inşallah zafer bizimdir! Artık ya şehîd olup
cennete, veya zaferle Bizans’a gireceğiz!...”
Fatih Sultan Mehmet Han'ın dilinden işte böyle dökülüyordu İstanbul'u fethetme ümidi ve arzusu…
Bedir’de Sahâbe-i Kirâm, Malazgirt’te Alparslan, Kudüs’te Selahattin-i Eyyûbî, İstanbul’da Sultan Fâtih
Han ve daha nice gönül eri kahraman, i'lây-ı kelimetullah için işte bu bilinçle hareket ediyordu. Eyüp Sultan
Hazretlerinin İstanbul'da, Ümmü Harâm'ın Kıbrıs'ta, Abdullah b. Huzâfe'nin Afrika'da ve daha birçok
sahâbenin doğdukları yerlerden çok uzaklarda şehîd olmaları fetih anlayışının en önemli göstergesidir.
Kuru bir mücadele, kavga, çatışma ve hükmetme davası olmayan fetih, açmak ve açılmak anlamlarına
gelmektedir. Gönüllerdeki kilidin çözülerek gönlün, beldelerin ve ülkelerin İslam’a açılması demektir fetih.
Zulumât perdelerinin kapanıp nurlu sabahların ufkumuzda arz-ı endam etmesinin adıdır fetih. İslam dininin
eşsiz güzelliğinin, adaletinin, din, vicdan ve ifade özgürlüğünün bütün insanlığa yansımasının adıdır fetih.
Fettâh olan Rabbimizin isminin dünyanın her bir köşesine götürülme mefkûresinin adıdır fetih. Ve fetih,
imanın inkâra, ilmin cehalete, birlik ve beraberliğin düzensizliğe olan üstünlüğünün ifadesidir.
Değerli Müminler!
Fetih evvela kişinin kendinde başlar ve kendi kendinin fâtihi olur insan. Nefis ve şeytanın esaretinden,
Hakk’a kulluk hürriyetine geçen kişidir fâtih. Arınan, kulluğun hazzına varan ve fethi sevda kabul edip Hak
yoluna sevdalı kimse demektir fâtih. Gönül fethetmenin en büyük cihangirlik kabul edildiği bir medeniyetin
müntesipleri olarak, “Gönül yapmak halîlim, Kâbe bünyân etmekten yeğdir…” anlayışıyla gönüller
fatihi olmaktır. Ve fatih, “Gönül yapmak gelmiyorsa elinden, bari gönül yıkılmasın dilinden” bilinciyle
kötülüklere engel olan kimsedir.
Fetih Algısı
İslam’da “Fetih algısı/anlayışı” insanın hırs ve aç gözlülüğüne dayamaz. Bilakis ilim, iman, adalet ve barış
gibi bir gayeye dayanır. Peygamberlerin, âlimlerin ve gönül erlerinin yaptığı fetihler böyledir, böyle
olmuştur. İslam'ın fetih anlayışı ancak budur.
İslam fetihlerinin en asli amacının insan aklı ile sosyal hayatı, Allah inancı gibi temel İslam gerçekleriyle
buluşturmak ve bu buluşmanın önündeki tarihsel engelleri aşmak olduğu bir hakikattir.
İslam fetihleri her şeyden önce arazi parçalarını değil kalplerin fethedilmesini amaçlar. Bu yüzden
müslümanlar fethedilen ülkelerde din, mezhep, ırk gibi insanları farklılaştıran hususlara saygı göstermişler
ve halkın İslamiyeti kabul etmesi için baskı uygulamamışlardır.
İslam fetihlerinin başarı nedenlerinden en önemlisi, fethedilen ülkelerde öncelikle barış ve sosyal adaletin
tesis edilmeye çalışılmasıdır.
İstanbul’un fethi de bu ulvi gayeye dayanan bir fetih anlayışının en güzel örneklerinden birisidir.
Tarihimizdeki en önemli dönüm noktalarından biridir İstanbul'un Fethi. Bir çağı kapatıp bir çağı açan bu
önemli olay, medeniyetimizin insana verdiği değerin en güzel ifadesidir. Devletle halkın, madde ile mananın,
ilimle ahlâkın birleşmesinin sonucudur fetih. Fatih'in, mekânı değil zamanı fethederek gerçekleştirdiği büyük
bir birikimin sonucudur fetih.
1
Bakara, 2/218
1
Bu fetihte her nefer bir ordu kesilmiş, canını dinin ve vatanın emrine amade kılmış, malını İslam’ın zaferi
için feda etmiş, kanının son damlasına kadar düşmanla çarpışmayı göze almış, netice itibariyle dünyada elde
edilebilecek rütbelerin en değerlisi olan, ya şehit ya da gazi olma şerefine nail olmuşlardır.
Bu fetih, imanın inkâra, ilmin cehalete, birliğin nifaka galebesidir. Allah yolunda yapılan bir mücadeledir
ve Allah’ın yardımı sayesinde zaferle neticelenmiştir. Zira Cenab-ı Hak:
‫م‬
ْ ‫م َو ُيث َِب‬
َ ‫يَا اَيُّ َها ا َّل ۪ذ‬
ُ ‫ص ُروا ال ّٰل َه يَ ْن‬
ُ ‫م ُنوا ا ِْن َت ْن‬
َ ‫ت اَ ْق َد‬
َ ٰ‫ين ا‬
ْ ‫ام ُك‬
ْ ‫ص ْر ُك‬
“Ey inananlar! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), o da size
yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhamed, 47/7.)
ّٰ ِ ‫س ۪ب‬
‫م‬
َ ‫م ۪في‬
ْ ‫اِ ْنف ُِروا خِ َفا ًفا َوثِ َقالًا َو َجاهِ ُدوا ِبا‬
ْ ‫م ا ِْن ُك ْن ُت‬
ْ ‫م َخيْر َل ُك‬
ْ ‫يل اللهِ ٰذ ِل ُك‬
ْ ‫م َواَ ْن ُفسِ ُك‬
ْ ‫َم َوا ِل ُك‬
‫ون‬
َ ‫َم‬
ُ ‫َت ْعل‬
“Gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah
yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe, 9/41.) buyurmuştur.
Aziz Cemaat!
İstanbul’u fethi maneviyat ve ilmin eseriydi. Nitekim Fatih muzaffer bir komutan olarak İstanbul’a
girerken bile asla mağrur olmamış, fethi müteakip duyduğu mutluluğu devlet erkânına açıklarken, “Bende
gördüğünüz sevinç yalnız bu şehrin fethine değil, Akşemseddin gibi bir velî ile birlikte bulunduğumuzadır”
2
demiştir.
Fetih, insan ile İslam’ın arasındaki engelleri kaldırmanın öbür adıdır. Amaç, insan ile İslam arasında bir
yol açmaktır. İstanbul’u fetheden Fatih de, onun aziz ordusu da bu amaçla yola çıkmıştı. Onun için “Ehl-i
İslam’ın mücerret gayretidir gayretim” diyordu koca Fatih. 29 Mayıs 1453… Asırlar süren bir hasretin vuslat
günü oldu. O gün tarihin yaldızlı sayfalarına bir not düştü Fatih: “Fetih muhabbetle başlar!.” ve “Aslolan
gönüllerin fethidir!” Aslında onun dünyaya açılması, askeri bir fetih değil, bir insanlık mesajı ve gönülleri
Allah’la buluşturma gayretiydi. Gülen gözlerle uzatsak ellerimizi insanlara, Fatih gibi gönül tahtlarında
ağırlanacağız bizler de. Her gönül bir İstanbul olacak, her gönül bir fatih. Tarihten günümüze şöyle bir
bakarsak; zorla ele girenler, zorla elden çıkmıştır.
İlk Kuşatma Hareketleri
Roma İmparatorluğu'nun M.S. 324'te, Batı Roma ve Doğu Roma (Bizans) olarak ikiye bölünmesinin
ardından İstanbul Bizans’ın başkenti işlevini üstlendi.
Şehir, tarihi boyunca dünya coğrafyasındaki önemine binaen defalarca savaşlara ve kuşatmalara sahne
oldu. Ünlü Türk hükümdarı Atilla, M.S. 447'de İstanbul'u kuşattı. Atilla, Bizans'la yaptığı antlaşmayla bu
devleti yıllık vergiye bağladı. M.S. 616'da ise Avar Türkleri İstanbul önlerine kadar gelerek şehri kuşattılar.
Aynı tarihte Sasanîler de Kadıköy-Üsküdar'da kuşatmaya katıldılar. Yapılan savaşın ardından Bizans, ağır
şartlarda antlaşma imzalamak zorunda kaldı
Asr-ı saadetten beri İstanbul’un fethi, Müslümanların başlıca gayelerinden biriydi. Çünkü Peygamberimiz
(s.a.s.):
‫ش‬
ِ ‫س َط ْن‬
َ ‫ش َذل‬
َ ‫ير‬
ْ ‫َل ُت ْف َت َح َّن ا ْل ُق‬
ُ ْ‫ِك ا ْل َجي‬
ُ ْ‫م ا ْل َجي‬
َ ‫ها َو َلن ِْع‬
َ ‫طينِيَّ ُة َف َلن ِْع‬
ُ ‫ير ا َِم‬
ُ ‫م الْا َ ِم‬
“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan ve O’nu fetheden asker
ne güzel askerdir”3 buyurmuşlardı.
Bu övgüye mazhar olabilmek gayesiyle Müslümanların burayı fethetme yönündeki duygularını
coşturmuş; ilây-ı kelimetullah için defalarca sefer düzenlemelerine vesile teşkil etmişti
Hz. Osman (r.a.)’ın halifeliği döneminde Suriye Valisi olan Hz. Muaviye (r.a.), Bizans üzerine ilk deniz
seferini düzenledi. Düşman donanmasını Finike’de 655’de yenerek, İstanbul önlerine kadar ilerledi. İslâm
2
Ayverdi, Semiha, Osmanlı Asırları, I, 282, İst.1977
3
Ahmed b. Hanbel, Müsned IV, 225
2
ordusunun içinde Peygamberimizin seçkin sahabisi, evine misafir olmakla şereflendirdiği Halid bin Zeyd
Ebû Eyyub el-Ensarî (r.a.) de bulunmaktaydı. Bu yaştaki bir insan, yine torunları tarafından atın üzerine
bindiriliyor ve at üzerinde tâ İstanbul önlerine kadar geliyor. Aylar, haftalar geçmiş fakat fetih müyesser
olmamıştı. Nihayet ölüm ruhunu sarınca, ordu kumandanı soruyor:
“Ey Allah’ın Peygamber’inin sahabesi, bir isteğin var mı, yerine getirelim?” diyor. Ebu Eyyûb el-Ensari
Hazretleri de:
“Beni alın götürebildiğiniz kadar ileriye götürün. Hatta imkan varsa surların içine girin ve beni oraya
gömün! Biz İstanbul’u fethetmek için geldik, ama bana nasip değil. Ne var ki bir gün Efendimizin bu
haberi mutlaka çıkacak ve bu müjdesi mutlaka tahakkuk edecektir. Ben burada gömülü olayım. Yani
başımdan gaçen İslam süvarilerinin kılıçlarının, kalkanlarının şakırtılarını işitmek hoşuma gider.
Bırakın hiç olmazsa o leventlerin seslerini duyayım.” diyor, aradan 5-6 asır geçiyor. Cenâb-ı Hak o muştuyu
yağız Türk Levendi, 22 yaşındaki Hz. Fatih’e nasip ve müyesser ediyor.
İstanbul Müslümanlar tarafından fethedilmeden önce evvela Ebu Eyyûb el-Ensari Hazretlerini bir misafir
olarak kabul etmiş, bağrını ona açmıştır. Ebû Eyyûb el-Ensari ki, Efendimize mihmandarlık yapan bu insan,
İstanbul’a gelmiş, gömülmüş; sonra da İstanbul ona mihmandarlık yapmaya başlamış. Evet, Büyük Hünkar,
İstanbul’u fetheder etmez, henüz Fatih Camiini yapmadan, Ayasofya’yı camiye çevirmeden, İstanbul adına
tasarladığı planları ele almadan evvel, yanında ma’na gözü açık ve Kâf Sûresi 22. ayetin 4 sırrının dünyadaki
temsilcilerinden Akşemseddin Hazretlerine,
“Allah Resulünün Mihmandarı, Sahabe-i Güzinden, Ebu Eyyûb el-Ensari Hazretlerini bana bul”
demiş. O zat da keşfen bulup çıkarmış, sonra da yanı başında kendi ismiyle, hem İstanbul’un hem de bütün
İslam dünyasının en güzel mabetlerinden biri inşa ettirilmiştir. Evet bir yönüyle İstanbul, Efendimiz (sav)’e
ait çok mühim bir emaneti bağrında saklamakta ve adeta cihad adına gelen bu şanlı sahabi cihad şehrinin bir
remzi olmaktadır.
Emeviler devrinde halife Süleyman zamanında İslâm ordusunun başında Mesleme (r.a.) olduğu halde
şehir yine kuşatıldı. Ancak gene sonuç alınamadı. 78l’de bu kez Harun Reşid Bizans üzerine sefer düzenledi.
Yıllık vergiye bağlayarak çekildi. İstanbul'un fethi konusu Selçuklular döneminde de önemini korudu.
Ancak, Anadolu ve İslâm dünyası üzerine kanlı haçlı seferlerinin başlaması fethi üç asır geciktirmiş oldu.
Bu dönemde Türklük dünyası kendini savunmaya geçmiş oldu. Osmanlılar döneminde ilk ciddi kuşatma
harekâtı Yıldırım Bayezid döneminde oldu. Anadolu Hisarını yaptırarak İstanbul'u almayı hedefleyen
Yıldırım Bayezid, 1402'de Timur’la Ankara Savaşı’nı yapmak durumunda kalışı ve talihsiz yenilgisi,
Osmanlı devletine dağılma tehlikesi yaşattığı gibi, İstanbul’un fethini de yarım asır gerilere götürmüş oldu.
Fatihin Eğitimi
30 Mart 1431’de dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, II. Murat Han’ın oğludur. Eğitim ve öğretimine
büyük önem verilen Fatih, devrin en seçkin âlimlerinden olan Molla Gürani ve Akşemseddin’den ilim
öğrendi.
Hacı Bayram-ı Velî, Sultan II Murat'ı ziyarete gelmişti. Yanında talebesi ve mânevi evlâdı Akşemseddîn
vardı. Sultan Murad Han bu mübârek zâtın feyzinden oğlu Şehzade Mehmet'in istifade etmesini istedi. Her
cengaver sultan gibi Murad Han da İstanbul'un fethini hayâl ediyordu. Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri'ne:
“Acep İstanbul'un fethi kime müyesser olacak?”
“Feth-i mûbîni görmek şu şehzâde ile Akşemseddîn'e nâsib olacak!” cevâbını verdi.
Bu açık keramet ile duygulanan Murat Han, oğlunu Akşemseddîn'in terbiyesine vermek için Hacı
Bayram-ı Veli Hazretleri'nden izin istedi. Bu vesile ile Akşemseddîn, Şehzâde Mehmet'in mânevi terbiyesini
üzerine alarak. Onu feth-i mübine mânen hazırladı.
Bir gün hocası Akşemseddîn, Şehzâde Mehmet'in odasının ışığını yanık olarak gördü. Merak etti. Yanına
girdi:
“Oğlum niye uyumadın?” dedi.
O da:
4
‫ص ُركَ ْاليَ ْو َم َحد۪ يد‬
َ َ‫فَب‬
3
“Hocam, ders çalışıyorum...” karşılığını verdi.
Hocası çalıştığı dersi merak edip onun masası üzerindeki yığınla evrâkı karıştırdı. Hepsi İstanbul'un
müstakbel fetih projeleri idi. O fethin nasıl gerçekleşebileceğini planlıyordu.
Bu sırada bir dervîş, yolun ortasına çıktı Fatih'e hitaben:
“İstanbul'u fethettim, diye bu kadar kendine paye alma! Sen İstanbul'u bizim gibi dervişlerin duası ile
aldın..” dedi .
Fatih cevaben:
“Doğru söylersin dervîş baba.. Lakin bir harp, dua askeri ile kılıç askeri müşterek hareket ederse zafere
ulaşır. Duayı bırakanları, ahiret cehennemi bekler. Kılıcı bırakanlara da, çok yazık olur!. Zaferin sırrı,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in izini takip etmektir..” der.
Henüz on iki yaşında iken devlet idaresini iyi kavraması için Manisa Valiliğine gönderildi. Kısa zaman
sonra babası tarafından devletin başına getirildi. Bunu fırsat bilen Hıristiyanlık âlemi yeni bir haçlı ordusu
teşkil edip Osmanlı topraklarına girmesi üzerine Fatih, babasına yazdığı mektupla yeniden devletin başına
geçmesini talep etti. Yeniden devletin başına geçen Murad Han, düşmanı Varna'da mağlup ederek
Osmanlı’nın gücünü bir kez daha göstermiş oldu. 1451 'de babasının vefâtı üzerine ikinci defa padişah olan
Fatih, çağının teknolojik imkânlarını kullanarak yeni toplar döktürdü ve güçlü bir donanma hazırladı.
Matematik-balistik ilminde bir deha olduğu söylenen Fatih, planlarını kendinin çizdiği havanlar döktürdü.
Anadolu Hisarı’na karşılık Rumeli Hisarı’nı yaptırarak Boğaza giriş çıkışları kontrol altına aldı. Bizans
donanması kendini Haliç'te tutarak güvende hissettiği sırada, Fatih karadan donanmasını Haliç’e indirmeyi
başardı. Böyle bir hadise aklın sınırlarını zorlayan bir gelişmeydi. Ve beklenmeyen bir durumdu. Alınması
gereken her tedbiri alan Fatih, İstanbul için “Ya ben onu, ya o beni alacak” demişti.
Takvimler 29 Mayıs 1453 Salı gününü gösterdiğinde, Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’a girerek asırlar
süren Bizans egemenliğine son verdi. Böylece dalgalar halinde Müslümanları asırlarca buraya sevk eden
Peygamber müjdesi, bu büyük devlet adamına nasip oldu. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in
hadisindeki müjdeye konu olmak ne büyük şereftir! Elbette bu, çok kimseye nasip olmayan bir lütf-u ilâhidir.
Daha küçük yaştan itibaren devrinin âlimleri önünde diz çöküp terbiyeden geçen, gönlü cihangirlik ve fetih
aşkıyla tutuşan büyük komutan Fatih, üzerine düşeni en güzel şekilde yerine getirdi. Fethi mübinden sonra
da çeşitli ülkelere seferler düzenleyen Fatih, 1481’de kırk dokuz yaşında ebedî âleme göç etti. Çağ açıpkapayan bu büyük komutan-hakan için bir Hıristiyan tarihçi; “Sonunda o, kahraman Türk, 74 imparator
tarafından savunulan İstanbul'u aldı. Fatih şan ve şeref bakımından İskender’i ve Roma’yı geçmiş oldu.”
itirafında bulunur.
Her şeyden önce Fatih, bir devlet başkanı olarak kurmuş olduğu sistem ve yeşertmiş olduğu zemin ile nice
nice Akşemseddinlerin yetişmesini sağlamıştır. İkinci olarak İstanbul’u fetheden muzaffer bir kumandan
olmasının yanında, medresede kendisine ayrı oda tahsis edilecek seviyede ilim ve aynı ölçüde bir kalp ve ruh
insanıydı. Bir diğer ifadeyle o, madde ve manayı birbiri içinde bütünleştirip bünyesinde barındıran bir
alperendi.
Fethin Altındaki Dinamikler:
1-Fatih Sultan Mehmet'in Hocası Akşemseddin
Fethin bir başka ruhu ise fetihten sonra ortaya çıkmaktadır. Fethi gerçekleştiren asıl unsur
unutulmamalıdır. Mehmet’i yetiştiren ve Fatih yapan asıl unsur unutulmamalıydı. Unutulmadı da. Mehmet
Fatih olurken kendisini yetiştirenle beraber şehre girdi. Yanında Akşemsettin vardı. Şems olmadan
Mevlana'dan bahsedemeyiz. Tabtuk Emre olmadan Yunus Emre olmadan bahsedemeyiz. Hacı Bayramı Veli
olmadan Akşemsettinden, Akşemsettin olmadan Fatihten bahsedemeyiz. Rabbimiz bizlere takva sahibi
olmamızı ve sadıklarla beraber olmamızı emretmektedir. Tevbe süresi 119. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor.
‫ِين‬
َّ ‫م َع ال‬
َ ‫صا ِدق‬
َ ‫يَا أَيُّ َها ا َّل ِذ‬
َ ْ‫آم ُنواْ ات َُّقواْ الل َه َو ُكو ُنوا‬
َ ‫ين‬
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”
4
Fatih Sultan Mehmet cihan padişahı olmasına rağmen üstadına son derece ihtiramda bulunmuş fetih
gerçekleştikten sonraki sevinci sorulduğunda: Sanmayın ki, sevincim, sadece İstanbul'u feth içindir. Ben
Akşemseddin gibi aziz birinin yanımda bulunmasına seviniyorum, diyordu.
Fetih ordusu İstanbul'a giriyordu. Padişah ak atına binmişti. Çok sevdiği hocası da Akşemseddin de
yanındaydı. Yerli halk yolları doldurmuştu. Fatih Sultan Mehmet çok genç olduğu için herkes Akşemseddin'i
padişah sanıyordu. Ona buket buket çiçek veriyorlardı. Akşemseddin genç padişahı göstererek:
Sultan Mehmet ben değilim, odur, dedi. Padişah da:
“Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmet benim, ama o benim hocamdır. Şehrin Manevi Fatihi’dir.” Bir
müddet sonra Akşemseddin bir kerametle büyük sahabi Ebu Eyyüb-el Ensari'nin kabrini buldu. Oraya bir
türbe ve cami yapıldı. Bugün Eyüp cami adıyla anılır.
2- Ulubatlı Hasan
Burada bir-iki hususu da arz etmek gerekir;
İstanbul fethedildiği gün surlara çıkıp, sancağını diken Ulubatlı Hasan, sıradan bir nefer değildi; o
Enderun’da yetişmiş bir zabitti ve aynı zamanda Fatih’in ders arkadaşıydı. O devrede onlar birkaç kişiydiler.
Ulubatlı, surlar aşıldığı gün vücudu delik deşik olması pahasına, surlara çıkmış ve bayrağı surlara dikmeye
muvaffak olmuştu. Bir müddet sonra da Fatih bu levendin başı ucundaydı. Ulubatlı, son anlarını yaşıyordu.
Dudağındaki tebessüm Fatih’i hayrete düşürmüştü. Sordu: ‘Niçin tebessüm ediyorsun?’ Cevap verdi: ‘Biraz
evvel buraları Allah Rasulü teftiş ediyordu. O’nun gül cemalini gördüm. Sürûrum, sevincim bundandır.’
Dokuz asır evvel haber vermişti. Dokuz asır sonra da orayı fethedecek ordunun içinde bulunuyordu. Üç
dört kişi dahi olsa, samimi bir kalple dine hizmet için bir araya gelseler; muhakkak Allah Rasûlünün
ruhaniyeti orada hazır olacak, onları ve orayı şereflendirecektir.
İşte İstanbul’un fethi de sıdkın diğer şahitleri Allah Rasûlü’nün doğruluğunu gösteren delillerden biri
olduğu gibi, Ebu Eyyûb el-Ensari de bu şehadetin inandırıcı ayrı bir şahidiydi, zira orasının fethedileceğini
ilk duyanlardan birisi de oydu. Ve onun içindi ki, tâ Medine’den kalkıp gelmiş ve cesedinin İstanbul’a
defnedilmesini vasiyet etmişti.
3- Fethin ruhunu yansıtan bir başka unsur ise Fatih’in ordusuydu.
Sevgili Peygamberimiz hadislerinde onu överken “O’nu fetheden ordu da ne güzel ordudur” diyerek
orduya da atıf yapmakta idi
4- İnsana değer vermeden Mehmetler de Fatih olamaz.
Fethin bir başka ruhunu bir olayla anlayalım. Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethettikten sonra
Ayasofya’ya gidip iki rekât şükür namazı kıldıktan sonra Yerlere kapanan ahâli, rahip ve eski Ortodoks
patriğini gördü. Bu halde onları görünce kendilerine şöyle bir hitapta bulundu. “Kalkınız! Ben Sultan
Mehmed, sana ve bütün ahâliye söylüyorum ki, bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz
hususunda, benim gazabımdan korkmayınız” Fatihi fatih yapan en önemli ilke insana verilen değer değil
miydi? Kim olursa olsun, hangi dine inanırsa inansın İnsan kıymetliydi. Çünkü Yaratan tarafından yaratılmış
idi.
İstanbul’un Fethinin Medeniyet ve Kültürel Anlamı
İstanbul’un fethi tarihi bir hikaye değildir. İstanbul’un fethi, Müslüman Türk milletinin en önemli
nişanelerinden biridir. İnsanlara zulmedilmemiştir. Yaşlılara, kadınlara, din adamlarına asla
dokunulmamıştır. Hiçbir ibadethane yıkılmamıştır. Her insan özgürce inandığını yaşama fırsatı bulmuştur.
Fatih’i fatih yapan en önemli ilke insana verilen değer değil miydi? Kim olursa olsun, hangi dine inanırsa
inansın insan kıymetliydi. Çünkü Yaratan tarafından yaratılmış idi.
Eğer Osmanlı Devleti kurulamamış veya yeterince güçlü bir şekilde gelişememiş olsaydı, 20. Yüzyıl
başlarında uğradığı zillet, Allah’u a’lem, İslam dünyasını 16. Yüzyılda bekliyor olacaktı. Onun için 1258 ile
1492 tarihleri arasından 1453’ü çekip alın, iki ayağı kopmuş, kötürüm ve sahipsiz bir İslam dünyası
tablosunun içinde buluruz kendimizi.
5
İstanbul’un 29 Mayıs 1453’teki fethi, birçok başka açıdan olduğu kadar yeryüzünde yeni bir medeniyet
kurma çabasını, bir medeniyet projesini temsil ettiği için de önemlidir ve günümüzde asıl bu yönüyle
anlatılmalı ve anlaşılmalıdır. Bu noktadaki Yahya Kemal’in, ‘Biz İstanbul’da mekânı değil, zamanı fethettik’
mealindeki sözlerini hatırlatmak istiyoruz. Zamanın fethi, İstanbul’un ruhunun fethi demekti. “Feth”in
kelime anlamı ‘açmak’ olduğuna göre, İstanbul’un fethi, İstanbul’un ‘açılması’ anlamına geliyordu. Bir
başka deyişle, İslam’ın kurmayı hedeflediği o büyük insanlık bahçesine açma, açılma…
İstanbul’un fethiyle birçok önemli iç ve dış gelişmeler yaşanmıştır.
O zamana kadar sadece bir devlet olan Osmanlı, artık bir İmparatorluk haline gelmişti.
Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan Bizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı.
Birçok kere Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan Bizans artık bunu yapamayacaktı.
Müslüman dünyasında Osmanlı Devleti daha saygın bir hale gelmişti.
Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed'in hadis-i şerifindeki o kumandan, Fatih Sultan Mehmed
olmuş ve peygamberinin övgüsünü almıştı.
Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları sonuçsuz kalmıştı.
İstanbul'dan İtalya'ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, rönesans ve reform hareketlerini
hızlandırmışlardı.
Dünyanın en büyük imparatorluklarından olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu.
Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı.
Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve
coğrafi keşifler ortaya çıktı.
Bu fetih bir nevî Avrupa'nın (İngiltere'nin) Amerika kıtasını keşfinin yolunu açmıştır. Zirâ bu keşifle
ticaret yolları kapanan Avrupalılar başka yollar bulmak zorundaydılar. Bu keşif buna bir vesile olmuştur.
Fatih Sonrası İstanbul
Bizans’ın Fatih Sultan Mehmet Han tarafından tarih sahnesinden silinmesinin ardından, İstanbul en
ihtişamlı günlerini yaşadı. Semalarında Yüce Yaratıcı’nın davetinin ilan edildiği yerler olan minareleriyle,
mimarlık şaheseri kubbeleriyle benzeri ender görülen bir güzelliğe büründü. İstanbul, içi iman ve İslâm
aşkıyla dolu; sanat, estetik ve zerafet ruhlu insanlar sayesinde, tam beş asır medeniyet ve kültürümüzün
merkezi haline geldi. Uzun yıllar eğitimde, bilimde ve sanatta cazibe merkezi oldu. Burada öyle büyük eserler
meydana getirildi ki, kimisi mimariye getirdiği yenilikle, kimisi sanatsal estetiğiyle görenleri büyüledi adeta.
Mimarlık tarihine adı altın harflerle geçen Mimar Sinan, sanatının zirve noktasına burada ulaştı. Her biri ayrı
bir şaheser olan camiler, saraylar, medreseler, çeşmeler, kasırlar ve köşkler tarihi eserler olmaları yönüyle
büyük öneme sahiptirler. Bugün ülkemize gelen milyonlarca yabancı, buradaki tarihi zenginliklerimizi görüp
yakından incelediğinde, bunları meydana getiren medeniyetimizin temsilcilerine hayranlıklarını ifade
etmeden geçemiyorlar. Bunlardan en çok ziyaret edilenler arasında Sultan Ahmet Camii, Süleymaniye
Camii, Fatih Camii ve Külliyesi, Eyüp Sultan Camii ve Külliyesi, Mihrimah Sultan Camii ve Külliyesi, Çinili
Camii ve Külliyesi, Şehzade Paşa Camii ve Külliyesi, Beyazıt Camii ve Külliyesini görmekteyiz. Ayrıca
Ayasofya, Topkayı Sarayı, Yıldız ve Beylerbeyi sarayları, Dolmabahçe Sarayı ve daha burada ismini
veremediğimiz pek çok saray ve köşkler, insanların ziyaret amacıyla akınına uğramaktadır. Bu kadar çok
tarihi mirasın sahibi bizler, acaba bunlara ne ölçüde sahip çıkabiliyoruz? Her yabancının gördüğünde
hayranlığını gizleyemediği bu değerli eserlere gerekli alâkayı gösterebiliyor muyuz? Tarihi İstanbul’un şehir
dokusu acaba ne kadar muhafaza edilebiliyor?
Bu eserleri bizlere emanet edenlerin torunları olan bizler, yukarıdaki sorulara ikna edici karşılıklar
bulmakla yükümlü olduğumuzun bilincinde olmak durumundayız. Ne yazık ki bugün, tarihteki o güzel
İstanbul’umuz çeşitli sebeplerle etrafı uygunsuz yapılarla kuşatılmış olmanın bir sonucu olarak, eski
görüntüsüne uygun bir durum arz etmiyor. Tarihi mirasımıza gerektiği ölçüde sahip çıkmayı, onları bizlere
emanet bırakanlara bir vefa borcu olarak görmeliyiz. İslam Dini’ne hizmet için gerektiğinde canlarıyla ve
mallarıyla her türlü fedakârlığı göze alan ecdadımız eşsiz zaferlerle dolu bir tarihi bizlere miras
bırakmışlardır. İnsanlık adına büyük kazanımlar olan bu zaferler, geçmişimizden geleceğimize ışık tutan çok
6
önemli dönüm noktalarıdır. Bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına yol açan ve tarihte müstesna bir yeri
bulunan İstanbul’un fethi de, bunlardan birisidir.
Bu kültür ve medeniyet ortamında insanların can, mal, ırz ve namus güvenliği teminat altına alınarak,
günümüze örnek olacak şekilde sevgi, saygı ve hoşgörüye dayanan inanç ve ibadet hürriyeti tanınmıştır.
Herkese yardım eli uzatılmış, yoksullar gözetilerek sosyal adalet yerleştirilmiş ve halkın yaşamakta olduğu
zulme son verilmiştir.
Unutmayalım ki, Fatih Sultan Mehmet’in başarılı olmasının sırrı, sağlam bir maneviyat, ilim ve teknoloji
eseridir. Zira imanın yerini küfrün, ilmin yerini cehaletin, adaletin yerini zulmün, birliğin yerini ayrılığın,
güzel ahlakın yerini ahlaksızlığın aldığı toplumların başarılı olmaları mümkün değildir.
Hak ve adaletin yerleştirilmesi ve yaşatılmasıyla gönüller de fethedilerek İstanbul’un fethi
ebedileştirilmiştir. İstanbul’u geri almak için yapılmış olan yardım tekliflerine, öncelikle kilise önderleri ve
yerli halkın karşı koymuş olması, bu fethin, insanlık tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu net bir şekilde
göstermiştir. Bu bakımdan İstanbul’un fethi, sadece kuvvet üstünlüğüne dayalı olarak kazanılmış bir savaştan
ibaret değildir. Bu fetih, inanç ve bilginin gücüyle, hakkın, adaletin, sevgi, saygı ve hoşgörünün insanlığa
armağan edildiği büyük bir zaferdir.
İstanbul, muhteşem tarihi zenginlikleri, sahip olduğu tabiî güzellikleri ve Asya ile Avrupa’nın kesiştiği
noktada bir dünya kentidir. Coğrafî konumu, Karadeniz’i Marmara Denizi'ne bağlayan Boğazın stratejik
önemi dolayasıyla da dünya üzerinde ayrı bir öneme haizdir. Fatih Sultan Mehmed Han tarafından 1453'te
fethedilmesiyle o güne kadar devam eden tarihi kimliği yeni bir boyut ve anlam kazanmış; köklü
medeniyetimizin benzerlerine az rastlanan görkemli eserleriyle şehir yepyeni bir görüntüye kavuşmuştur.
Kuruluş tarihi çok eskilere uzanan (M.Ö. 658) İstanbul fethedilmesiyle beraber “Sultan Şehir”, “Beldetüt- Tayyibe”, “Dergah-ı Selatin”, “Dersaadet”, “Âsitane”, “Dar-ül Hilafe'', “Daru’s-Seade”, “Pay-ı Taht-ı
Saltanat”, “Aziz İstanbul” gibi isimlerle anılmış, bunların biri ya da bir kaçının aynı dönemlerde kullanıldığı
da olmuştur.
İstanbul’un fethi tarihi bir hikaye değildir.
İstanbul’un fethi, Müslüman Milletimizin en önemli nişanelerinden biridir. İnsanlara zulmedilmemiştir.
Yaşlılara, kadınlara, din adamlarına asla dokunulmamıştır. Hiçbir İbadethane yıkılmamıştır. Her insan
özgürce inandığını yaşama fırsatı bulmuştur. Birlik ve beraberlik içerisinde olunduğu müddetçe hiçbir topun
sindiremeyeceği o günlerde ortaya çıkmıştır. Biz bu ruhu asırlarca yaşadık, bu ruhu yaşamaya devam
ediyoruz. Nitekim dün Çanakkale’de bu ruh yeniden ortaya çıkmadı mı? Kurtuluş savaşını gerçekleştiren bu
ruh değil miydi? Biz biriz. Biz beraberiz. Birimiz bin eder. Binimiz bir ederiz. Dünde böyleydi bugünde
böyle olacaktır.
İstanbul'un Fethini gerçekleştiren şuurun temeli birlik ve beraberliktir. Âl-i İmran süresi 103. ayette
Rabbimiz birlik be beraberliğin önemine şöyle vurgu yapılmaktadır.
‫ف‬
ِ ‫اع َت‬
ْ ‫َو‬
ً ‫مواْ ِب َحبْ ِل اللهِ َج ِم‬
َ ‫م أَ ْع َداء َفأَ َّل‬
َ ‫يعا َولا َ َت َف َّر ُقواْ َواذْ ُك ُرواْ ن ِْع‬
ُ ‫ص‬
ْ ‫م إِ ْذ ُكن ُت‬
ْ ‫م َة اللهِ َعلَيْ ُك‬
َ
‫ك‬
َ ‫َّار َفأَن َق َذ ُكم ِم ْن َها كَ َذ ِل‬
ِ ‫ن الن‬
َ ‫َى‬
َ ‫ش َفا ُح ْف َر ٍة ِم‬
َ ‫صبَ ْح ُتم ِبن ِْع‬
ْ ‫م َفأ‬
ْ ‫متِهِ إِ ْخ َوا ًنا َو ُكن ُت‬
ْ ‫بَيْ َن ُق ُلو ِب ُك‬
َ ‫م َعل‬
َّ
‫ون‬
َ ‫م َت ْه َت ُد‬
ْ ‫م آيَاتِهِ ل ََعل ُك‬
ْ ‫ُيبَ ِي ُن الل ُه َل ُك‬
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan
nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun
bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi
oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”
İnşallah, hiçbir şey bizim birlik ve beraberliğimize sekte vuramayacaktır. Biz geçmişten getirdiğimiz
kültürümüzü yaşadığımız müddetçe, milli ve manevi değerlerimize sahip çıktığımız müddetçe bu vatan
toprağına hiçbir namahrem eli değmeyecektir.
Tarih ibret alınmak için vardır.
Tarih ibret alınmak için vardır. Bu nedenle İstanbul’un fethinde de bizim için birçok örnek alacağımız
dersler, değerler bulunmaktadır. Özellikle iman kudreti, bilgi üstünlüğü, birlik ve beraberlik ruhu ders
7
alacağımız yönlerdir. Bu vesile ile Fatih Sultan Mehmet ve aziz askerleri ile birlikte bu güne kadar vatan için
çarpışan şehit ve gazilerimizi rahmetle yâd ederiz.
Yüce Rabbim İstanbul'un fethinin şuuruna varmayı, İstanbul'un fethini gerçekleştiren unsurları hayatımıza
aktararak birlik beraberlik içerisinde Ülkemize hizmet edebilmeyi bizlere nasip eylesin. Allah'a emanet olun.
Cumanız mübarek olsun.
Vaazımızı Arif Nihat Asya’nın kaleme aldığı şu şiirle sonlandırıyoruz.
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek
Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir,
Süleyman'dır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare
Sinan'dır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır!..
Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak
yaştasın!..
Sen de geçebilirsin yardan, anadan,
serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek
arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan'dan....
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin
baştasın...
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin
fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım
kendini
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..
Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..
Derlemde Yararlanılan kaynaklar:
Ahmet ÜNAL, Güncel Vaazlar, 2009
“Barış Dini” Diyanet Aylık Dergi Nisan 2002
“Tarihten Günümüze Fetih ve Fatih” Mayıs 2002
“Muhteşem Fetih” Şükrü ÖZBUĞDAY, D. A. Dergi Mayıs 2000
“Fetih Şuuru” Mayıs, 25.05.2012 Tarihli Hutbe, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
“İhlas ve Takva Bağlamında İstanbul’un Fethi” Şule ÇAKIRBAŞ
29.05.2015 Vaaz Örneği
İlker ÇALIŞKAN / Yahşihan İlçe Vaizi
8
Download