Biraz gecikmelide olsa, merhaba uzay severler. `Hepimizin bir

advertisement
Biraz gecikmelide olsa, merhaba uzay severler.
‘Hepimizin bir zamanlar nasıl yıldız tozu’ olduğuna mercek tutmaya devam ediyoruz. Şimdi
satırlara sıkı tutunun, bugün ki yolculuğumuzda bir yıldızın doğumuna, belkide kendi
tozlarınızın doğumuna şahitlik edeceksiniz.
Protostar : Bir yıldızın doğuşu
Öncelikle biraz daha geçmişe, kozmik rönesans döneminde yıldız oluşumuna bir bakış atalım.
Genişlemekde olan ve yalnızca tek bir elementin var olduğu henüz hiç bir gökcisminin var olmadığı bir
evren, bir uzay düşünün. Bu döneme karanlık çağ deniliyor. Hiç bir ışık kaynağının olmadığı bir
dönem. Büyük patlamadan yaklaşık olarak 100 milyon yıl sonra protogalaksiler (yani ön galaksiler)
oluşmaya başlıyor. Bunlar patlamadan sonra sıcaklığın yeterince düşüp maddenin kütle çekimiyle
kümelenmeye başlamasıyla oluşan ilk yapılar. İçlerinde hidrojen ve karanlık madde hakim. Tahmin
edeceğiniz gibi ilk yıldızlar buralarda oluşmaya başlıyor. Süreç bugünkiyle tamamen aynı olmasada
benzer. Şöyle ki;
Yıldızlar arası ortamın %99’ u gaz %1’ i tozdan oluşur. Bu maddenin kümelenmiş halinden oluşan
yapılara molekül bulutları denir. Buralar yıldızların oluştukları yerlerdir. Evrenin ateş kürelerini
oluşturan bu bulutlar, başlangıçda soğuk yerlerdir. Bulut içinde ki maddenin en az 104 ila 105 güneş
kütlesi (güneş kütlesi astronomide kullanılan bir birimdir , yani Güneş’in kütlesinin 104 ila 105 katı
demektir) kadarının, küresel bir biçimde bir araya gelmesi kararsız bir durum oluşturur. Bu ne anlama
gelir?
Küresel biçimde ki madde kendisini merkeze doğru bir çökmeye uğratacak olan kütle çekimi ve dışa
doğru dağıtcak olan gaz basıncı tarafından tedirgin bir haldedir. Hangi kuvvet baskın olursa,
kümelenen maddenin kaderini o belirler. Kütle çekim kuvveti baskın gelmeye başlar, küresel halde
bulunan madde merkeze doğru serbest düşme biçiminde bir çöküşe başlar. Bu evreye gravitasyonel
çökme denir. Çöken bulut opak olmaya başladığında merkezde ısınma başlayacaktır. Açısal
momentumun korunumu ile kararsız zarf maddesi (yani maddenin en dışta kalanı) merkez etrafındaki
diskte yığılacaktır. Bu sırada çökmeyle sıkışan madde jet akımlarıyla kutuplardan dışa doğru atılır.
Bunun nedeni manyetik aktivitedir.
Bu sırada üzerine yığılan maddeyle büyüyen
çekirdek daha da ısınmaya başlar. Çünkü merkeze doğru sıkışan ve yoğunluğu artan maddenin basıncı
artmaya başlar. Bu artış, kinetik enerji olarak depolanır ve kaçınılmaz sonuç olarak ısı açığa çıkar. Isı
gaz küresinin içerisinde tutulacaktır. Neden? Hatırlayın yukarıda bulut opak olmaya başladığında
ısınacak demiştik. Bu basitçe, açığa çıkan enerjinin dışarı salınmasını engellenecekği anlamına gelir.
Çekirdek sıcaklığı 2 000 K’ e geldiğinde hidrojen molekülleri parçalanmaya başlar. Sıcaklık yaklaşık
olarak 10.000 K’ ye ulaştığında, ilk yanma reaksiyonu ateşlenir. Yıldız maddesi artık içinde bulunan
hidrojeni yakarak helyuma dönüştürebilir. Bu yanma reaksiyonu sonucu ışınım yani enerji açığa çıkar.
Yani evrenin element fabrikalarının milyarlarcasından bir tane daha doğmuş olur. Peki neden hidrojen
yakarak yeni elementler üretmeye başlıyor? Moleküler bulutlar içinde başka elementler, başka
atomlar, moleküller yok mu?
Yazı dizimizin ilk kısmında büyük patlamadan sonra evrenin ilk zamanlarında var olan tek elementin
hidrojen olduğunu söylemiştik. Evet ilk zamanlarda sadece hidrojen vardı. Ancak yıldızlar oluşup, yeni
elementler üretip, bunları uzaya süpernova patlamalarıyla saçtığında ve sonradan o bölgelerde ikinci,
üçüncü nesil yıldızlar oluşurken, içlerinde ata yıldızlarının kalıntısı olan diğer elementleride
bulundurdu elbet. Fakat başka elementler bulunsada bir yıldız oluşurken yakacağı ilk element yine
hidrojen olacaktır. Bunun nedeni hidrojen elementinin en hafif yani en basit yapılı element oluşudur.
Çekirdeğinde sadece 1 proton içerir. Dolayısıyla nükleer füzyon tepkimesine girmesi için daha az
enerji gerektirir. Ayrıca bilinmesi gereken çok önemli bir nokta daha var, evrende en bol bulunan
elementtir. Tüm evrende bulunan elementler %74’ü hidrojenden, %24’ü helyumdan ve %2’si ise diğer
elementlerden oluşur.
Yıldızımız bu yanma reaksiyonunu gerçekleştirirken ışınım açığa çıkar yani enerji. Üretilen fotonlar
yıldızın merkezinden yüzeye doğru ilerler (yani yılzımız ışık saçar tıpkı Güneş, yani bizim sistemimizin
yıldızı gibi). Bu durum bir basınç yaratır buna ışınım basıncı denir.
Işınım basıncı ve gazın basıncı bu kez, merkeze doğru olan
gravitasyonel kuvveti yener ve yıldızı merkezden dışarı doğru genişletir. Basitçe artan hacim ve
salınan ışınımla basınç düşer ve süreç tekrarlanarak kütle çekiminin baskın gelmesiyle yıldız bir kez
daha merkeze doğru büzülmeye başlar. İşte bu kez merkezinde çok daha yüksek sıcaklıklara
erişecektir. Böylece helyum yanmasını başalacak olan 10x107 K derece sıcaklığa ulaşır. Bir yıldızın,
basitçe birkaç paragrafta söz ettiğimiz bu evreyi tamamlaması ne kadar kütleye sahip olduğuna göre
değişir. Örneğin Güneş’imiz yaklaşık olarak 4.6 milyar yıl yaşındadır ve hala çekirdeğinde hidrojeni
helyuma dönüştürmeye devam etmekte. Çekirdeğindeki hidrojenin tamamını tüketmesi ise bir bu
kadar yıl daha sürecektir. Güneş, saniyede yaklaşık olarak 4 milyon ton madde enerjiye dönüştürür.
Düşünün siz bu satırları okurken... Yıldızın kütlesi ne kadar büyükse bu evreyi tamamlaması o kadar
kısa sürer , dolayısıyla yaşamıda. Yine en iyi tanıdığımız yıldızı, Güneş’i örnek verecek olursak, küçük
ölçekde sayılabilecek olan Güneş’in kütlesi 1,9891 ×1030 kg ve çekirdek sıcaklığı 15 milyon
derecedir. Ancak kütlesi ne kadar büyükse sonuda o kadar ihtişamlı olacaktır. Bunlardan uzunca söz
edeceğiz.
Çekirdeğindeki hidrojenin tamamını tüketen yıldızımız bu aşamada, yaşamının bir başka evresine
başlamış olur. Peki bu yeni everede neler olacak? Bundan sonra yıldızımızı nasıl bir son bekliyor
olacak? Gelecek hafta görüşmek üzere.
Download