KİTLE İLETİŞİMİ “Kitle” Kavramı Kitle iletişiminden söz edilirken öncelikle irdelenmesi gereken kavramlardan biri "kitle"dir. Kalabalık, yığın anlamındaki kitle, en geniş anlamıyla, ne olduğu belli olmayan bir şeyi, niceliksel anlamda çokluğu ve niteliksel anlamda belirsizliği anlatır. Kitle kavramı, endüstri devriminin ortaya çıkardığı, elitist "yüksek kültürcülerin" tehlikeli gördüğü, devrimcilerin çoğunlukla romantikleştirdiği insan topluluğunu anlatır. Kitle bir egemenlik ilişkisinde korku, aşağılama, tehlikeli görme ve kontrol etme mekanizmaları geliştirmeyi getirirken; bir diğerinde kitle hareketleri, kitle gösterileri, kitle eğitimi, kitle bilinci, kitle örgütlenmesi, kitle yürüyüşü gibi kavramlar ve anlayış içinde mücadeleci bir anlam getirir. Kitle, “kendiliğinden”dir. Bir kez var olur olmaz daha çok insanı kapsamak ister. Büyüme isteği kitlenin ilk ve en önemli niteliğidir. Erişebileceği herkesi içine almak ister, insan yapısına sahip herkes kitleye katılabilir. Doğal kitle, “açık” kitledir. Açık kitlenin büyümesinin hiçbir sınırı yoktur. Evleri, kapıları ya da kilitleri tanımaz. Dolayısıyla “açık” demek, her yerde ve her yöne açık anlamındadır. Açık kitle büyüdüğü sürece vardır. Büyümesi durur durmaz dağılır. Çünkü kitle, ortaya çıktığı kadar ani bir biçimde dağılır. Kendiliğindenlik özelliğine sahip bu şekliyle kitle çok hassas bir yapıdır. Büyümesini sağlayan açıklık aynı zamanda onun için tehlikedir de. Korkutucu dağılma sezgisi kitlede her zaman canlıdır. Hızlı büyüme yoluyla elinden geldiğince uzun bir süre dağılmaktan kaçınmaya çabalar. Sınırsız biçimde büyüyebileceği ve herhangi bir yerde baş gösterebileceği için evrensel bir bakış açısıyla incelenmesi gereken “açık” kitlenin tersine bir de “kapalı” kitle vardır. “Kapalı” kitle, büyümekten feragat eder ve kalıcılığa önem verir. “Kapalı” kitlede göze çarpan ilk şey bir sınırının olmamasıdır. Kendi sınırlarını kabul etmek suretiyle kalıcılaşır. Kendisine içini dolduracağı bir uzam yaratır. Bu uzam içine sıvı akan ve hacmi bilinen bir kapla karşılaştırılabilir. Bu uzama giriş kapıları sayılıdır ve yalnızca bu girişler kullanılabilir. Uzam bir kez tamamiyle dolunca başka hiç kimsenin girmesine izin verilmez. Bu sınır düzensiz artışı önler, aynı zamanda kitlenin dağılmasını da zorlaştırır. Düşmanca ve tehlikeli olabilecek dış etkilerden korunur. Kitle üyelerinin dağılmayı her defasında kabullenmesini sağlayan şey, yeniden bir araya gelme beklentisidir. Kitle içinde meydana gelen en önemli şey deşarjdır. Deşarj olmadan kitle gerçek anlamda mevcut değildir. Kitleyi yaratan şey deşarjdır. Deşarj anı, kitleye dahil olan 1 herkesin farklılıklarından kurtulduğu ve kendini diğerleriyle eşit hissettiği andır. Esas olarak dışarıdan dayatılan farklılıklar mevki, sosyal konum ve mülkiyet ayrımlarıdır. İnsanlar birey olarak her zaman bu ayrımların bilincindedirler. Bunlar üzerinde derin derin düşünür ve bu ayrımların her birini diğerinden ayrı tutarlar. Deşarj sırasında ayrımlar bir kenara atılır ve herkes kendini diğerleriyle eşit hisseder. Bu deşarj anı, kendi tehlikesini de bağrında taşır. Bu an bir yanılsamaya dayalıdır. Birdenbire kendilerini eşit hisseden insanlar gerçekten eşit olmamışlardır. Kitle İletişimi Kitle iletişimi, ne olduğu belli olmayan yığın iletişimini anlatır. Kitle iletişiminde "kitle" kavramı, izleyicilerin sosyal, siyasal ve ekonomik bakımlardan belirsiz, ayırt edilemeyen kişiler kümesi olduğunu ima eder. Kitleden kapalı olarak bahsedilen insanlar geniş izleyici, okuyucu, seyircidir. Egemen tanımda olduğu gibi, kitle iletişimi kavramı belli olmayan geniş bir grupla iletişim anlamına kullanıldığında, hem kitlelerin kimliği saklanır, hem de iletiyi ve sonucunu amaçlayanın da kimliği belirsiz hâle getirilir. Gerçi kitle iletişimi medyayı kullanarak kitle ile iletişimi ima eder, fakat bu kesinlikle kitlelerin kitlelerle iletişimi olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü kitle iletişimiyle siyasal ve ekonomik güç sahipleri kitlelerle karşılıklı iletişimde bulunmaz. Kitlelere paketlenmiş enformasyonla yönetici amaçlarını iletirler. İrfan Erdoğan, egemen güçlerin kitle iletişimini "dinlemek" için değil, "söylemek" için kullandığını belirtir. Aynı özellik modern kitle medyasından çok önce başlayan örgütlü din sömürüsünde de vardır. Buna göre, kitle iletişimi yönetici sınıfların veya egemen güçlerin tek yönlü olarak, yukarıdan aşağı, kitleye doğru yaptıkları iletişimdir. Bir başka deyimle, kitle iletişimi belli bir siyasal ve ekonomik sistemin pazarlaması ve satışıdır. Bu satış enformasyon, eğlence, spor, film, açık oturum, çocuk programları gibi çeşitli anlamlandırmalar örtüsüyle birlikte veya bu örtü altında verilir. Kitle iletişim söyler, konuşur, fakat cevap izni vermez. Cevap "depolanmış" geriiletişimdir. Bu da kendini siyasal ve kültürel alanlarda bağnazlıkların taze enformasyonla beslenmesi, ekonomik alanda satın almaya ve tüketime yönelterek kitle tüketim kültürünün teşviki olarak sonradan kendini gösterir. Böylece, kitle iletişiminde geri-iletişim sınıfların egemen çıkarlarını gerçekleştiren bir biçimde sonradan faaliyette bulunma biçimindeki "geç geri-iletişimdir." Kitle iletişiminde kullanılan araçlar (medya) ise, genellikle radyo, televizyon ve basındır. Burada bir tek kişi değil, bir kuruluş söz konusudur. Ünsal Oskay, buna “kurumlaşmış kimlik” denmesinin daha doğru olacağını söyler. Yazar, o gazete sayesinde 2 yazardır. Öneminin ve etkililiğin büyük önemi o kuruluştan kaynaklanır. Kitle iletişim araçları tek yönlü yayma, dağıtma, iletme araçlarıdır. Bu nedenle, gerçekte, antidemokratik ve otoriter yanı olan bir iletişim biçimi olarak da kabul edilmektedir. Kitle iletişimi, kelimenin gerçek anlamıyla kitleler arası bir iletişim değildir. Kitlelerle olan kontrol amaçlı iletişimdir. Erdoğan, bu kontrol arayışının siyasal ve ekonomik güçlerin egemenlik arayışı ve mücadelesini yansıttığını söyler. Kitleler aynı zamanda hem araç hem de amaç görevini görebilirler: Fakat kitlelere ulaşma amacı gerçekte herhangi bir birincil amaçtan sonra gelen ve bu amacın gerçekleşmesini sağlayan ikincil amaçlar arasına girer. Dolayısıyla, kitlelere ulaşma amacı gerçekte bu ulaşmanın nedenini gizler. Öte yandan, kitle iletişiminde hedef kitle homojen değildir. Futbolu çok sevenler, futbola hiç ilgi duymayanlar gibi. Kitle homojen olmadığı gibi kaynak ile hedef kitle arasındaki fiziksel mesafe, onları ikincil nitelikte etkilere sahip kılmaktadır. İki aşamalı akış kuramına göre, sizin iletinizi kendi referans kişi ya da gruplarına danışarak, onları göz önünde tutarak sizin iletinizde savunulan yorumu, değerlendirmeyi, yargıyı, öneriyi reddedecek ya da kabul edecektir. Üstelik söz konusu kitlenin ilgisi her an dağılma riski de taşımaktadır. Kitle İletişiminin İleteni/Göndereni Kitle iletişim süreci "gönderenle" başlatılır. Gönderen olarak da haberci, programcı, muhabir, gazeteci gösterilir. Aslında, kitle iletişim sürecinde bu profesyoneller üretim zincirinin önemli fakat en son halkalarından biridir. İletişim profesyonelleri (örneğin gazeteciler, programcılar) iletinin (ürünün) profesyonel üreticisi, paketleyicisidirler, fakat sahibi değildirler. Ürün, iletişim örgütünün sahiplerine aittir; iletişim örgütünün malıdır; ürünü yaratan ücret alır. Dolayısıyla, gönderen, gerçekte, emek sömürüsüyle ekonomik bir mal üreten (örneğin bir program veya film yapan) emek değil, o emeği kiralayıp bu işe koşandır. Dolayısıyla, kitle iletişim aracının göndereni, iletim araçlarının ve örgütlerinin sahipleridir. Bu sahiplik de belli bir sınıfa aittir. Sonuçta, kitle iletişiminde gönderen egemen bir sınıftır. Profesyoneller, örgütsel ve kurulu iletişim gelenekleri içinde iş gördükçe, iletişim araçlarını kolay "kullanma" olanağına sahiptirler. Örneğin TV profesyonelleri bu görev için kiralanmışlardır ve kiralandıkları nedenlerle işlerine son verilebilir. Dolayısıyla, iletiyi tasarlayan, paketleyen ve sunanlar iletişim endüstrisinde iş gören profesyonellerdir, fakat ne amaç ne ileti, ne de iletişim araçları onların mülkiyeti altındadır. 3 Kitle iletişiminde, "sender\gönderen" güç yapısı, toplumdaki siyasal ve ekonomik egemenliği temsil eder. Fakat kitle iletişimi profesyonellerinin rolünü küçümsememek gerekir. Profesyonelliğin öğreniminde, en baş rolü örgüt içi "egemen iş yapma tarzı," "atmosfer" ve ilişkiler oynar. Profesyonellik neyin nasıl yapılması gerektiği yanında neyin yapılmaması gerektiğini de anlatır. Kitle iletişiminin profesyonelleri, hangi konuyu, olayı, hangi gerçekleri, gerçeklerin hangi yüzünü ve hangi dünya görüşünü paketleyeceklerini öğrenir, öğretir ve uygularlar. Mesaj (İleti) İleti, egemen anlamıyla mesaj, kitle iletişiminin ürettiğidir. Fakat bunun anlamı, kesinlikle ne iletişimin orda bittiği ne de iletinin\ürünün sözler ve görüntülerden oluştuğudur. Kitle iletişiminin iletisi tek değildir. Ayrıca, kitle iletişiminin ürettiği ileti basit mesajlar silsilesi veya kümesi de değildir. Kitle iletişimi örgütlü bir faaliyet olarak belli ürünler ortaya çıkartır. Bu ürün genellikle mesaj kavramına indirgenir. Kitle iletişimi örgüt içi ve örgüt dışı faaliyetleriyle sadece mesaj üretmez. Örgüt içi faaliyetlerinde örgütlü amaçların gerçekleşmesinde (örneğin gazetenin günlük basılmasında) yapısal ilişkiler düzeni ve bu düzenin ürettiği iletiler tarzı vardır. Örgütün yapısal düzeni toplumun genel yapısal düzenin bağımlı bir parçasıdır: Sadece örgüt içinde değil, örgütün ilişki kurduğu diğer örgütler ve örgütlü faaliyetler arasında karşılıklı etkileşimler iletişimi vardır. Örgüt içi ve örgütler arası faaliyetler belli bir toplumsal yapının içinde olur. Örgütün kendi yapısı, iç ve dış ilişkileri, örgütün amaçlı iletisinin üretim biçimini belirler. Kitle iletişimi, hem örgüt içi hem de örgüt dışı ilişkiler düzenini iletir, üretir. Mesaj, söylenen bir söz, yazılan bir makale, bir program ve programda söylenenler, bir haber ve haberde sunulanlardır. Bu görünümün ötesinde gerçek anlamıyla mesaj, bir amacın belli bir biçimde paketlenmiş şeklidir. Dilbilimciler ve içerik analizciler bu paketlenmiş amacı, mesaj yerine "metin" olarak tanımlarlar. Mesaj, aracın içerdiği teknolojik özelliklerine göre çeşitli biçimler alır. Hemen her kitle iletişim aracı tek biçimden fazla iletiye izin verir. Örneğin, televizyonda ses, canlı ve resmedilmiş görüntü, basılı yazılım aynı çerçeve içinde veya birbiri ardından verilebilir. Radyo aracı sesli iletişime izin verir ve görüntü "alıcının" beyninde imajlar olarak yaratılmaya çalışılır. Kitle iletişim aracının iletisi eğlence, eğitim, haber, spor, söyleşi, film, tartışma ve yarışma biçimlerinde olabilir. 4 Hedef Kitle Medya yöneticileri, kitle iletişim araçlarının tüketicilerini oluşturan bireyleri iyi tanımak istemektedirler. Medya bütçesinin büyük bir bölümünü sağlayan reklam duyuruları söz konusu olduğunda hedef kitleyi tanımak daha büyük bir önem arz etmektedir. Bu anlayışa göre hedef kitle, özel bir ürünün tüketici kitlesi bir pazar olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, edilgin olarak kabul edilmektedirler. Kitle İletişim Araçlarının Genel Nitelikleri Kavramların üretimi ve dağıtılması Bireyleri kendilerine bağlayabilen kanalların yaratılması Bütüne açık olma özelliği Serbest tüketim Hizmet ve eğlence endüstrisini nitelemesi Her toplumda yasalarla düzenlenmesi Kitle İletişim Araçlarının İşlevleri Günümüzde son derece önemli ve etkili olan kitle iletişim araçlarının birtakım işlevleri mevcuttur. Bu konuda farklı açıklamaların yapıldığı görülmektedir. Bunların her birine değinmek yerine, MacBride’ın “Birçok Ses Tek Bir Dünya” isimli raporunda belirttiği gibi iletişimin işlevleri sekiz başlık altında toplanmıştır. Bunlar; 1. habercilik, 2. toplumsallaştırma, 3. motivasyon, 4. tartışma-diyalog, 5. eğitim, 6. kültürel geliştirme, 7. eğlence ve 8. bütünleştirme işlevleridir. Bunlardan habercilik işlevi, kitle iletişim araçlarının temel ve en bilinen işlevidir. Bu işlev bilgi aktarma işlevi olarak da değerlendirilebilir. Gazetelerin sayfalarında, radyoların ve televizyonların haber saatlerinde verdikleri bilgiler bu işlevin bir göstergesidir. 5 Toplumsallaştırma işlevi ise, günümüzün heterojen yapılı toplumlarında bireylerin bir arada yaşamalarının sağlanabilmesi için toplumsal değerlerin yani kültürün, yayınlar aracılığı ile alıcılara iletilmesidir. Toplumsallaştırma işlevine bağlı olarak kitle iletişim araçları toplumun amaçlarını belirterek çeşitli değerleri canlı tutar, yüceltir ve motivasyon işlevini gerçekleştirir. Bağımsızlık, özgürlük, insan hakları gibi değerler buna örnek verilebilir. Tartışma-diyalog işlevi, kitle iletişim araçlarının gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde toplumun çıkarlarını, bu çıkarlar doğrultusunda hareket edilip edilmediğini gösterir. Diğer bir deyişle, kamuoyu oluşturma işlevini görür. Bu işlevi ile toplumda güçlü kişilere karşı eleştiri rolü oynar. Eğitim işlevi, toplumsallaştırma işlevi ile bağlantılıdır. Topluma yeni üyeler kazandırma, bunları toplumun kültürel değerleri ile eğitme bu işlev içerisindedir. Böylelikle, okulların tek bilgi kaynağı olma özelliği de azalır. Bir toplum sanatsal ve kültürel yapıtlarını kitle iletişim araçları ile yaymak suretiyle bunları korur. Dolayısıyla, kültürel geliştirme işlevi yerine getirilir. Kitle iletişim araçlarının bir diğer işlevi ise eğlendirmedir. İnsanları, evlerine yorgun geldiklerinde rahatlatmak, dinlendirmek için çeşitli yayınlar sunarlar. Bunların içeriği televizyonda spor, eğlence, magazin programları olabileceği gibi radyolarda da şiir, yarışma vb. yayınlar olabilir. Kitle iletişim araçlarının bütünleştirme işlevi, toplumsallaştırma, eğitim, kültürel geliştirme işlevleriyle paralellik gösterir. Bu işlevi ile birey ve grupların birbirlerini tanımalarına, farklı kültürler arasındaki çatışmaları hafifletmeye yardımcı olur. MacBride’ın belirttiği bu sekiz işleve ek olarak kitle iletişim araçlarının ekonomik işlevlerini göz ardı etmemek gerekir. Bu işlev, özellikle reklam sektörünün canlı kalmasını sağlar. Bugün, televizyonda, radyoda programların aralarına konulan, gazetelerin de birçok sayfasını kaplayan reklamlar dikkate alındığında kitle iletişim araçlarının ekonomik işlevi daha iyi anlaşılabilir. Kitle İletişimi ve Kültürel Süreçte Yapısal Değişimler 1. Biçim: Öznel Gerçeklikten Nesnel Fantazyaya: Bir kültürün hakim bakış açısı, vurguları, ilgi alanları, yorum yöntemleri kitle iletişim mesajlarında sürekli ve sonsuza dek tekrarlanır. İnsanlar kitle iletişim araçlarının birtakım vurgularını, ilgi alanlarını gündelik hayatlarında kullanırlar. Gerbner’in etkilenme analizi, kitle iletişim mesajlarının sunduğu dünyanın ana karakteristiklerinden yola çıkarak bunların izleyicilerin 6 beklentilerinde, değerlerinde, tanımlamalarında ne derece yansıdığına bakar. Mesajda amaçlanan etki fazlaca önemli değildir. Önemli olan uzun vadede mesajın bağlamını kurmaya yarayacak medya karakteristiğidir. Bu bağlamda Fischer, biçimin temel tutucu yönsemeyi ifade ettiğini vurgular. Biçimcilik, medyanın tarihsel gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Gazete sütunlarındaki yazılı formatlar, televizyonun görsel formatları, anlamın sürekli olarak belli biçimlere girmesine neden olmuştur. Biçimin önem kazanması, büyük ölçüde kültürel üretimin, kitle iletişimi alanında faaliyet gösteren araçların piyasa kurallarına uyma zorunluluğu ile açıklanabilir. Medyanın kültürel üretimde abartılı bir şekilde biçime yönelmesi, zamanla “anlam biçimdir” yanılsamasını yaygınlaştırmıştır. Bu anlamda ortalama değerler üretmek de hareket noktalarını oluşturmaktadır. 2. Araç: Elektroniğin Büyüsü: Kültürel üretimde teknolojik belirleyiciliğin en açık gözlemlenebildiği alan araçsal yeniliklerdir. Modern kapitalist toplumda kültürel üretim, büyük ölçüde serbest piyasadaki etikle beraber yürür. Genel anlamda kültürel üretimde araçsal değişim, zihniyet farklılaşmasını dile getirir. Horkheimer ve Adorno’ya göre, teknolojik ussallık, toplumdaki egemenliğin kendi ussallığıdır. Teknolojik ussallık, kendisinden yabancılaşmış toplumun baskıcı ve zorlayıcı kendi doğasıdır. Aynı ekole mensup Habermas ise, teknolojiyi ideoloji olarak ele alırken McLuhan’ın görüşlerine yakın bir analiz yapmaktadır. Habermas’a göre, bilimsel ve teknolojik gelişme, insanın bilinçlenmesini engelleyen bir yapı kazanmıştır. Sanayi toplumunda kültür modeli üretimdir. Oysa iletişim teknolojisindeki gelişmelerle enformasyon toplumu, kültür, maddi üretimi de kapsayan bir bütünlük kazanmıştır: 3. Aktör ve Kaynak: Ozanlar ve Süperstarlar: Önceleri bir meslek erbabının, zanaatkârın ve ozanın özgün bireysel duyumlarıyla ürettiğini, bugün markası, imajı, reklamı kendisinden önce piyasayı saran uzmanlar ve profesyoneller üretmektedir. Geçiş toplumlarında kültürel aktörün veya kaynağın değişimi iki farklı açıdan değerlendirebilir: Kültürel üretimin piyasa koşullarına uyması sonucu kültür-pazar ilişkisi şeklinde tanımlanabilecek düzey, metalaşmayı, şeyleşmeyi, popülerliği dile getirir. Kültürel öznenin siyasal ve toplumsal kurumlarla olan ilişkisi veya etkileşimi söz konusudur. 4. Ortam veya Bağlam: Anlamlandırma Haritaları: Kültürü, bir anlamlandırma sistemi olarak kabul ettiğimizde, her bir fenomenin nihai olarak ortama bağlı bir anlam kazanacağını söyleyebiliriz. Özel anlamda, ortam kavramıyla kültürün paylaşıldığı, 7 kazanıldığı veya meta olarak tüketildiği toplumsal kurumlar kastedilmektedir. Bir futbol karşılaşmasını ve konseri stadyumda izlemek ile televizyondan izlemek açısından ortamsal bir fark söz konusudur. Ortam, üretimin olduğu kadar sunum düzeyinin de ölçüsüdür. Folk kültürde ortam yaşamın kendisidir. Anlam kırılmaları daha azdır. Sembolik göndermeler açık anlamlarla yüklüdür. Modern toplumlarda kültürel ortam başlıca iki etken tarafından oluşturulur: İktidar ve sermaye. İktidar ve sermaye tarafından kurumsal olarak düzenlenmeyen kültürel ortamın ise kendi başına var olamayacağı açıktır. Bu anlamda, kırla kent arasında, geçiş sürecinin tüm çelişkilerini bir arada barındıran gecekondu bölgesi kültürel ortam olarak özel bir öneme sahiptir. Geleneksel olarak edindiği deneyimi yaşatma çabası ile kent kültürüyle bütünleşme çabaları gecekondulunun modernleşme yaklaşımına aykırı bir şekilde konumlanması, geçiş olarak tanımlanan bir ara kesitte yapılanarak özgünlüğü koruması sonucunu doğurmuştur. Kültür, Toplumsal Yapı ve Kitle İletişim Araçları Arasındaki İlişkiler Richard Peterson, kültür ile toplumsal yapı arasındaki olası ilişkilerin üç yaklaşımla incelenebileceğini ileri sürer: 1. Özerk yaklaşımlar: Kültür ile toplumsal yapı arasında ilişki yoktur. Buna göre, kültür ve toplumu birbirinden bağımsız olarak yorumlanır ve farklı kurallara göre gelişim gösteren özerk istemler olarak kabul edilirler. Bu özerk kültür kuramına büyük oranda Sorokin’in çalışmalarında rastlanmaktadır. Ayrıca, söz konusu yaklaşım, moda, sanat biçimleri, toplumsal davranış ve eğlence konularında inceleme yapan kişilerce de ele alınmıştır. 2. Materyalist yaklaşımlar: Toplumsal yapı kültürü oluşturur. Yani, kültür toplumsal yapının bir yansımasıdır. 3. İdealist yaklaşımlar: Kültür, toplumsal yapıyı oluşturur. Bu yaklaşımın farklı geleneklerden gelen kişiler tarafından savunulduğu görülmektedir. Örneğin kitleselleşme kuramcıları, toplumsal dilbilimci ve göstergebilimciler gibi. Karl Rosengren, yukarıda sıralanan yaklaşımlara ek olarak bir diğer yaklaşıma daha dikkat çeker. Bu, kültür ile toplumsal yapı arasındaki “karşılıklı bağımlılık” ilişkisini savunan yaklaşımdır. Belirtilen yaklaşımlar ve buna bağlı olarak ileri sürülen kuramlar çerçevesinde geliştirilen tartışmalar uzun yıllar “idealist-materyalist” 8 çizgide sürdürülmüştür. Günümüzde ise, kültür ve toplumsal yapı arasında karşılıklı bağımlılık ve özerklik olduğu esasına dayalı bir yaklaşım söz konusudur. Toplumsal yapı ve kültürel yapı arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışan George Lewis, toplumsal yapıların evrimi ve bu yapıların başat kültürlerini irdeler. Lewis’in modeline göre, toplumsal yapıların evrim çizgisi içinde belirli toplumsal yapılar belirli başat kültürlere sahiptir. “Geleneksel Gemeinschaft” kalıp biçiminde örgütlenen ilk evreye “folk kültürü” hakimdir. İnsanların yaratıcı gayretlerinden kültürel faaliyetlerinin tüm biçimlerinin sergilendiği bir kültür egemendir. Endüstri öncesi toplum kalıbı ile birlikte folk kültürden farklı bir kültür olarak elit kültürün, estetik ve edebî kaygı ile hareket eden kültürel elit tarafından yaratılan eserlerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Daha sonra ise, endüstriyel toplum kalıbı ile birlikte kitle iletişim araçlarının meydana getirdiği bir kültür olan kitle kültürünün folk kültürü kendi içinde eriterek farklı bir kültürel yapı oluşturduğu görülür. Bir sonraki aşamada, endüstriyel toplum kalıbı ile sosyal sınıflarla ilintili “beğeni kültür”lerinin ortaya çıktığını, endüstri sonrası toplum kalıbının oluşmasıyla bu “beğeni kültür”lerinin artık sosyal sınıfla da ilgili olmadığı sergilenir. Her ne kadar, bütün toplumsal sistemlerin bu gelişimi çizgisini geçirmesi düşünülmese de ve her evrenin diğerinden kesin olarak ayrılması söz konusu olmasa da Lewis’in modeli özellikle gelişmiş toplumlarda “beğeni kültürler”in toplumsal sınıfların tabakalaşmasını izlemediği görüşünü ortaya koyması açısından önemlidir. “Beğeni kültür”lerinin toplumsal sınıfların tabakalaşması ile bağlantılı olmadığı görüşünü destekleyen araştırmalar vardır. “Folk müzik” konusunda yapılan ampirik araştırmalarla bu müzik türünü sevenlerin sosyal sınıftan çok, ırk ve yaş gruplarıyla belirlendiği; aynı ırk, yaş ve sınıftan olan birçok kişinin “folk” müzik türünü sevmedikleri ortaya çıkmıştır. Üç Kitle İletişim Araştırma Evresi Stuart Hall, kitle iletişim araştırmalarının üç evresine dikkat çeker: 1. Kitle toplumu-kitle kültürü evresi: Bu evrede, iletişim araştırmaları çok daha az ampirik çok daha az bilimsel olan kitle toplumu-kitle kültürü tartışması üzerinde odaklanır. Bu yaklaşımın tartışma alanlarını Hall, kültürel, siyasal ve toplumsal açılardan ele alır. Kültürel açıdan eleştiri, kitle iletişim araçlarınca yayılan kitle kültürünün üst kültürü tehlikeye sokacağı, kültürün düzeyini alçaltacağıdır. Siyasal açıdan kitlelerin propaganda ve yanlış yönlendirmelerden olumsuz yönde etkilenebileceği vurgulanır. 9 Toplumsal yönden ise, geleneksel bağların ortadan kalkması ile elit zümrenin kitle üzerinde ticarileşmiş etkilerinin olabileceği tartışılır. 2. Davranışçı evre: Davranışçı yaklaşımların hakim olduğu bir dönemdir. Kitle iletişim araçlarına “etkiler” açısından yaklaşır, bu araçların bireyin davranışını nasıl etkilediği üzerinde durur. 3. Ampirik-eleştirel evre: Kitle iletişim araçlarının toplumsal işlevleri ve etkileri konusunu ele alan, eleştirel ve ampirik araştırmacılar arasında kitle iletişim araştırmalarının amaç ve yöntemlerine ilişkin tartışma halen devam etmektedir. Stuart Hall, ikinci evreden üçüncü evreye geçişin önemini özellikle vurgular. Ona göre bu değişim, davranışçılıktan ideolojiye doğru bir yönelimi simgelemektedir. James Hallora’a göre de üç araştırma evresi vardır. Önceki yıllarda egemen olan kitle toplumu düşünce akımı kitle iletişim araştırmalarını fazlasıyla etkilemiştir. Bu dönemde belirli bir toplum imgesi hakimdir. Toplum birbirinden bağımsız geniş bir kitledir. Bireyler birbirlerine bağımlıdır, ancak birleştirici bir amaçtan yoksundur. Toplumsal değişme, teknolojik gelişme, işbölümü, uzmanlaşma, farklılaşma, geleneksel bağları ve yerleşik toplumsal kalıbı zayıflatmış, birbirine sıkı sıkıya bağlı toplumsal grup, yerini kümeye bırakmıştır. Bu dönemde egemen psikolojik düşünce biçimi ise, mantıklı olmayan, tek düze insan çevresinde gelişir. Kitle iletişim araçlarıyla insanları kolayca ikna etmek mümkündür. Çünkü, bu kişiler ileticinin görüşünü sorgulamadan kabul ederler. Dolayısıyla, kitle iletişim araçlarının izleyenleri manipüle etme, istismar etme gibi işlevleri olduğu yolunda inanç yaygındır. Bugün artık böylesine aşırı bir görüş kabul edilmemektedir. Toplumbilim alanındaki gelişmeler ile birlikte, kitle iletişim araçlarının kitleleri manipüle ettiği görüşünden uzaklaşılır. İzleyicinin mantığını kullanan birey olduğu, aktarılan enformasyonu kendi süzgecinden geçirerek belli bir yargıya varacağı görüşü egemen olur. İkinci evrede, kitle iletişim araçlarının özellikle de televizyonun bütünüyle güçlü etkilere sahip olduğu görüşü yerini kitle iletişim araçlarının pek de etkili olmadığı yolunda inanca bırakır. Sınırlı etki yaklaşımı Joseph T. Klapper adı ile anılır. Klapper, 1960’da o dönemde yürütülen araştırmalara ilişkin yorumlar yapar ve bazı genellemelerde bulunur. Buna göre, kitle iletişimi, izleyici etkilerinin tek ve yeterli nedeni değildir; birtakım aracı faktör ve etkilerle birlikte ve onların aracılığıyla işlevlerini sürdürür. Klapper, ayrıca şu genellemelerde bulunur: 10 1. Kitle iletişiminde etkili olan aracı faktörler katkı öğeleri olarak var olan durumu pekiştirme sürecinde etkindirler. 2. Kitle iletişimi değişim yoluyla işlevde bulunduğunda şu iki durumdan birisi söz konusu olacaktır: a. Aracı faktörler işlem dışı kalacak, böylece kitle iletişim araçlarının etkileri dolaysız olacaktır. b. Aracı faktörler, normalde pekiştirmeyi yeğlerken değişime katkıda bulunabileceklerdir. 3. Bazı durumlarda kitle iletişimi dolaysız etki üretir ve bazı psiko-fiziksel işlevlere dolaysız hizmet eder. 4. Kitle iletişimin gerek katkı öğesi gerekse de dolaysız etki öğesi olarak kitle iletişim araçlarına, iletişimin çeşitli yönlerine, iletişim durumlarına göre belirlenmesi. Örneğin, mesajın kaynağı, kitle iletişim aracının ve kamuoyunun nitelikleri bu bağlamda önemli olmaktadır. Kitle iletişim araçlarının güç ve etkilerini sınırlayan davranışçı yaklaşım, ikinci dönemde üstünlüğünü sürdürürken 1960’ların sonuna doğru toplumsal bilimlerde pozitivist yöntem ve kavramlara, işlevselciliğe tepki giderek artar. Böylelikle, eleştirel, toplumsal, yorumlayıcı, etnografik düşünce biçimleri ortaya çıkar. Güçlü etki modelinden sınırlı etki modeline daha sonra da “kullanım doyum” yaklaşımı ile tekrar “yeni tanımlanmış etki” modeline geçiş ile üçüncü dönem başlar. Bu dönemin en belirgin özelliği toplumbilimsel olmasıdır. Denis McQuail, kitle iletişim araştırmalarının gelişimindeki üç evreyi tarihsel olarak saptar: 1. Birinci evre (1900-1940): Bu dönemde kitle iletişim araçlarının insanları manipüle etme gücü olduğuna inanılır. Bu güç nedeniyle kitle iletişim araçlarına propaganda aracı olarak siyasal kampanyalarda iktidar tarafından ve totaliter devlet yöneticilerince dört elle sarılınır. 2. İkinci evre (1940-1960’ların başı): Bu dönemde kitle iletişim aracı içeriğinin tutum ve davranışlar üzerindeki etkisini farklılıklarla açıklamaya çalışırlar. Kitle iletişim araçlarının etkilerini kısa dönemde ölçme yoluna giderler. Kurumların kâr amacına veya bürokratik etkinliklerini sağlama amacına hizmet ederler. Bu dönemde yapılan araştırmalarda tutum oluşumu, tutum değişimi üzerinde durulur. Bu nedenle ölçüm tekniklerine önem verilir. Öte yandan, etki araştırmaları, kitle 11 iletişim araştırmalarının diğer kurum ve süreçlerle ilişkisi içinde toplumdaki önemi hakkında neredeyse hiç durmaz. 3. Üçüncü evre (1960 sonrası): Kitle iletişim araçlarının ölçülebilir, kısa dönem etkilerini saptamaya çalışan ampirik araştırma geleneği yerine, kitle iletişim araçlarının içinde bulunduğu toplumsal gerçeğin uzun dönemde tanımlanmasına yönelen, eleştirel araştırma geleneği yaygınlık kazanır. Bu dönemde söz konusu araçlar birer kurum olarak düşünülür. Kitle iletişim araçlarının diğer kurumlarla etkileşimde bulunduğu, siyasal ve toplumsal sistemler doğrultusunda biçimlendiği kabul edilir. Kitle Kültürü İletişim konusunda yapılan araştırmaların ilk döneminde tartışmalar, iletişim araçlarının kültürü olarak nitelendirilen “kitle kültürü” kavramı etrafında yoğunlaşır. Sanayileşme sonrası ortaya çıkan kitle kültürü kavramını, “sınai üretimin kitlesel kurallarına göre üretilen, kitlesel dağıtım teknikleriyle dağıtılan ve toplumsal kitleye seslenen kültür” olarak tanımlayabiliriz. Bir diğer tanıma göre, kitle kültürü geniş kitlelerin kontrolü dışında, bu kitlelerce pasif olarak tüketilen, örgütlü bir merkezden kültürel üretimin yapıldığı, kitle iletişim araçları ürünlerinin meydana getirdiği bir kültürdür. En önemli özelliği, tüketilen kültürün oranıdır. Hiçbir dönemde bu kadar çok kültürel ürün tüketilmemiştir. Bu tüketim, Edward Shils’e göre, “orta” ve “kaba” kültür düzeylerindedir. Buna karşılık “yüksek kültür” ürünleri azalmaktadır. “Orta” ve “kaba” kültür ürünlerinin tüketimindeki artışın nedenleri arasında daha fazla kültürel ürünün üretilmesi, boş zamanın artması, okuma-yazmanın yaygınlaşması, çalışma şartlarının kolaylaşması gibi nedenler sayılabilir. XIX. yüzyılda kültürel ürünlere gereksinimin artmasının diğer bir nedeni de kişi başına düşen milli gelirin daha fazla olmasıdır. Endüstri öncesi toplumda “üst kültür” ve “folk kültür” olmak üzere iki kültür gözleniyordu. Üst kültür, estetik, edebî veya bilimsel geleneklerle hareket eden kültürel elit tarafından yaratılan ve ürünü tüketenden bağımsız olarak birtakım eleştirel standartların sistematik olarak uygulandığı kültür olarak diğer kültürel türlerden ayrılır. Kitle iletişim araçlarından ve kültürün kitlesel üretiminden çok önce var olan folk kültürü insanlar tarafından dolaysız olarak üretilen kültürdür. Folk kültürden zaten kopmuş olan şehirdeki işçi sınıfı yeni kitle kültürünün ilk müşterileri olarak kitle iletişim araçlarının kurumsallaştırdığı bu kültürü tüketir. Böylelikle, üst kültür ile folk kültür arasında “kitle kültürü” yerini bulmuş olur. Kitle kültürünün diğer 12 önemli özellikleri ise, kitlesel üretim ve dağıtımdır. Kitle pazarı için üretilen kültürel ürünler, kitle kültürü ürünleri olarak standartlaştıkça ve bu ürünlerin kullanımında “kitlesel davranış” söz konusu oldukça kavram eleştirilmeye başlanır. Kitle Kültürü Kavramını Ele Alan Dört Bakış Açısı Denis McQuail, ikisi eleştirel, diğeri ikisi eleştirel olmayan dört yaklaşımla konuyu irdeler: 1. Kitle kültürüne olumsuz açıdan yaklaşan demokratik eğilimli muhafazakâr eleştirmenler (Ortega y Gasset ve T. S. Eliot gibi), bu kültürü beğeni düzeyi düşük, kültürlenmemiş kişilerin kültürü olarak nitelendirir. 2. Yine olumsuz bakış açısıyla yaklaşan sıradan insana saygı duyan bir grup eleştirmen kitle kültürünü özgün olmayan, sanatın itici gücünden yoksun, standartlaşmış, çirkin ve düşük düzeyli olarak görür. Bu gruba dâhil olanlar kar amacı ile sıradan insanlara bu yapıtları empoze edenleri suçlar. 3. Kavrama olumlu yaklaşan eski Sovyetler Birliği’nde kitle kültürü, kitlelerin kültürü anlamında ele alınır. Bu nedenle kitle iyidir. 4. Bir diğer olumlu yaklaşım da, kitle kültürünü şu anda modern, ilginç ve moda olan kültür olarak ele alan yaklaşımdır. Kitle kültürü kavramına olumsuz yönden yaklaşanlar endüstrileşme, şehirleşme ve kitle iletişim araçlarının gelişimi gibi faktörlerin kültürel farklılığı ortadan kaldırarak yerine türdeş (homojen) bir kitle kültürü koyduğunu ileri sürer. Kitle kültürünü eleştirenler bu kültürün düzeysiz, niteliksiz ve yüzeysel olduğu ve orijinalliği yok ettiği görüşündedirler. Kitleselleşme ve bu olgunun etkileri konusuna karşı çıkanlar ise, kitle kültürünün aslında bireyselliği zenginleştirdiğini savunurlar. Gerekçesi, tüketici seçeneklerinin artmasıdır. ÖZET VE YORUM Kitle iletişimi çerçevesinde öne çıkan kavramlardan biri de kitledir. Kitle, koşullara göre tezahür ettiği için dinamiktir, dinamik olduğu için de her türlü toplumsal bütünleşmenin yerini tutabilir. Kısaca kitle, gevşek biçimde organize olmuş, uyumlu hareket edemeyen farklı özelliklere sahip büyük bir topluluktur. özetlenebilir: 1. Kitle, kalabalık ve kamudan daha büyüktür. 13 Özellikleri şöyle 2. Kitle, fazlasıyla dağınıktır; üyeler birbirini tanımaz, aynı zamanda izleyicileri bir araya getiren kişi de üyeleri tanımaz. 3. Kitle, belirli amaçlar için bir araya gelip birlikte eylemde bulunabilme yeteneğinden yoksundur. 4. Değişen sınırlar içinde kitleyi oluşturan birimler değişik yapılar gösterir. 5. Kitle, kendi başına eylemde bulunamaz, aksine kitle üzerinde eylemde bulunulur. Bu bağlamda kitle iletişimi, hitap ettiği kitle açısından iletişimden farklılık gösteren bir kavramdır. Enformasyon, düşünce ve tutumların geniş bir kitleye teknik aygıtlarla iletilmesi söz konusudur. Özetle kitle iletişim sürecinde: İletici bir örgüt, örneğin bir gazete ya da örgütlenmemiş bir kişi olabilir. Kitle iletişimi, bu özelliği ile örgütlenmemiş kişilerarası iletişimden farklılıklar gösterir. İletiler, yani mesajlar, nicel ve nitel yönden farklıdır. İletiler standartlaşmıştır ve kitlesel üretim söz konusudur. Çok sayıda ileti sistemli olarak verilir. Kanal, kitle iletişimini gerçekleştirecek şekilde yapılandırılır. Alıcı öğeyi çok geniş bir izleyici, dinleyici ve okuyucu kitlesi oluşturur. Alıcının verici ile ilişkisi kişisel olmayan bir niteliğe sahiptir. Alıcı ile verici arasında denge yoktur. Kitle iletişim sürecinde alıcının iletiye tepkisi iletişim sürecine göre çok daha zayıftır. İleten tarafından hemen alınamadığı gibi hiç alınmaması da söz konusudur. Bu özelliğe sahip kitle iletişiminin habercilik, toplumsallaştırma, motivasyon, tartışma-diyalog, eğitim, kültürel geliştirme, eğlence ve bütünleştirme işlevlerini yerine getirdiği belirtilmektedir. Ancak günümüzde, gerek sponsor gerek reklamlar dikkate alındığında ekonomik işlevin ne kadar öne çıktığı kolayca görülmektedir. Öyle ki, izlenme oranını arttırmak adına diğer işlevleri yok saymak mümkün olmakta, kâr amacı başat bir rol oynamaktadır. Nitekim, bu ortam etik kuralları da gündeme getirmektedir. Kitle iletişiminin kültür ile toplumsal yapı arasındaki olası ilişkileri de özerklik, idealist, materyalist ve karşılıklı bağımlılık yaklaşımları çerçevesinde irdelenmekte; kitle iletişimine olumlu ve olumsuz açıdan yaklaşanlar bulunmaktadır. Öte yandan, kültürün göstergesel düzeye indirgendiği bu süreçte imajların da ön plana çıktığı ve görüntünün büyük bir zafer kazandığı söylenebilir. Çünkü, teknolojik 14 gelişmelerin insanların tahminlerinin ötesine geçtiği 21. yüzyıl, aynı zamanda sözün tekniğin nesnesi hâline geldiği ve görüntünün malzemesi hâline indirgendiği bir süreç olarak yaşanmaktadır. Peki bu süreçte neler değişmiştir? Artık tarlalar, ırmaklar, ormanlar arasında yaşamıyoruz; daha çok göstergeler, sinyaller, reklam panoları, ekranlar, etiketler ve markalar arasında yaşıyoruz: bizim evrenimiz budur. Dolayısıyla, bir “gösteri çağı” ya da “imajlar evreni” olarak adlandırılan bu süreçte, “teknoloji”nin ve teknolojinin ürünü olan “kitle iletişim araçları”nın başat bir yer işgâl ettiği söylenebilir. Nitekim, Barry Sanders’ın vurguladığı gibi, çağdaş yaşamın en zor isteklerinden biri, “televizyonu kapatıp şu konuyu konuşalım” olmuştur artık. Nitekim, görsel imajlara atfedilen prestij karşısında dilin ve sözün konumunu irdelemek de âdeta bir zorunluluktur. Yazı ve matbaa kavramlarından habersiz olan ve yalnız konuşma diline dayanan kültürleri “birincil sözlü kültür” olarak nitelendiren Walter J. Ong’un belirttiği gibi, sözün yazıyla başlayıp matbaayla pekiştirilen mekân bağlarını güçlendiren ve bilincimizi “ikincil sözlü kültür çağı”na sokan görsel medya metinleri, kültürel dinamiklerden ve koşullardan soyutlanamaz. Âdeta bir “aynalar cehenneminde yaşamakta olduğumuzu” belirten James Lull’ün deyişiyle, “tüm medya imajları, kültürel otoriteyi ifade eder”. Özellikle, Türkiye’de 1990 sonrasında özel kanalların yayına başlamasıyla birlikte bir cazibe merkezi olarak hayatımızın baş köşesine oturan televizyon, toplumsal yapı ve medya arasındaki ilişkilerin, tarihsel olarak konumlandırılmış kültürel kodları nasıl temsil ettiğinin bir göstergesi olarak ele alınabilir. Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarının gücünü kavramaya çalışmak, onu toplumsal ve kültürel yapı içinde konumlandırmayı gerektirmektedir. Nitekim, insanın “okuryazarlığın ürünü” olduğunu belirten Barry Sanders ise, Öküzün A’sı adlı çalışmasında, günümüzde kitapların giderek daha az ilgi çekici bulunmasından hareketle benliğe neler olduğunu sorgulamaktadır. Bu çerçevede Sanders, televizyondan sinemaya, video oyunlarından bilgisayara kadar her türlü elektronik aygıtla tıkanmış bir yazılı kültürden söz eder ve çocukların birer sözlü kültür varlığı hâline getirilmesi gerektiğini vurgular. “Sözelliğe geri dönmek” olarak nitelendirilebilecek olan bu çabayı, tarihsel ve kültürel kimliği yansıtan “dil”in gücünü ve “söz”ün değerini koruma edimiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Belleğe dayalı bir düşünme ve anlatım gücünün başat olduğu “sözlü kültürün ayırt edici özelliği olan kalıplar, bazıları yalın olsalar bile, tek tek kelimelerden daha fazla işlenmiş kalıplardır”. Bu anlamda, sözellikte bol tekrarlı ya da bereketli olarak adlandırılabilecek bir üslûp söz konusudur. Ne var ki yazı, anlatımı kısaltarak fazladan 15 kullanılan sözcükleri siler. Böylelikle Ong, doğal anlatım biçimlerinden uzaklaşıldığını ve insan ruhunun bir bakıma cendereye sokulduğunu ileri sürer. Oysa ki sözlü zihin, sözcükleri belli tanımlarla sınırlamaz ve sözcükler, kullanıldıkları ortamda anlam kazanırlar. Sonuçta, sözlü kültürde âdeta evrenin merkezinde olduğu söylenebilecek insan, kullandığı sözcüklere kendi kişiliğinin damgasını sonuna kadar vurabilir. Ong’un dikkat çektiği bağlamda bir “teknoloji” olarak kabul edilen yazıya bakıldığında ise, “bilgi sahibi” “bilinen”den ayrılır ve daha ileri teknolojilerle birlikte sözcükler özgün niteliklerini yitirmeyi sürdürürler. Söz konusu teslimiyet, matbaa teknolojisi tarafından pekiştirilir ve matbaa, sözcükleri görsel mekândaki yerlerine hapsederek denetleyici bir güç kisvesine bürünür. Bu süreçte, okumanın doğasının değiştiği söylenebilir. Nitekim, Barry Sanders’ın vurguladığı şekilde, “sözcükler yüksek sesle okunmak yerine içten okunmaya başlanınca okuyan kişinin harfleri okurken bir yandan da bunların anlamı üzerinde düşünmesi mümkün olur”. Düşünen bir benliğin ortaya çıkmasını sağlayan bu değişim, hafıza, bellek gibi kavramları da etkilemiştir denebilir. KAYNAKLAR Canetti, Elias. Kitle ve İktidar. Çev. Gülşat Aygen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2003. Ellul, Jacques. Sözün Düşüşü. Çev. Hüsamettin Arslan. İstanbul: Paradigma Yayınları, 1998. Erdoğan, İrfan. “Kitle İletişimi: Ekonomik ve Siyasal Pazar İçin Bilinç Yönetimi” http://media.ankara.edu.tr/~erdogan/massmedia.html. 27.11.2004 Lazar, Judith. İletişim Bilimi. Çev. Cengiz Anık. Ankara: Vadi Yayınları, 2001. Lull, James. Medya İletişim Kültür. Çev. Nazife Güngör. Ankara: Vadi Yayınları, 2001. Ong, Walter J. Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi. Çev. Sema Postacıoğlu Banon. İstanbul: Metis Yayınları, 1999. Oskay, Ünsal. İletişimin ABC’si. İstanbul: Der Yayınları, 2001. Sadık, Güneş. Medya ve Kültür: Sessiz Yığınların Kültürel İntiharı. Ankara: Vadi Yayınları, 2001. Sanders, Barry. Öküzün A’sı. Çev. Şehnaz Tahir. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999. 16 Savaş, Gökhan. “Kitle İletişim Araçlarına Eleştirel Bir Yaklaşım”. http://www.insanbilimleri.com/makaleler/sosyoloji/. 27.11.2004 Yumlu, Konca. Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları. İzmir: İletişim Fakültesi Yayınları, 1994. 17