İlk Yıllar Aug 6, 2011 O ilk zamanlarda Hz. Muhammed, Ali ve Zeyd’le beraber bazen Kâbe’nin avlusunda, sık sık ta Mekke çevresindeki vadi ve tepelerde namaz kılmaya devam eder. İslam’ın haberi Mekke’de yavaş yavaş duyulmaya başlar. Önceleri sert tepki gösteren olmaz. Henüz putlarına ve zalim sömürü düzenlerine dokunmadığı için Mekke’liler olup biteni boş bir fantezi olarak algılar ve ilgisizce izlerler. Ve Hz. Ebubekir de iman eder. Elbise ve kumaş ticaretiyle uğraşan bir Mekke’li olan Hz. Ebubekir, Hz Muhammed’den üç yaş küçüktür. Soyları yedinci batında birleşmektedir. O’nunla Hz. Muhammed’in 20 yaşında olduğu, Hılfu’l-Fudul günlerinden beri yakın arkadaştır. Ve Hz. Muhammed Hz. Hadice ile evlendiğinden beri de komşusu… Hz. Muhammed’in peygamberliğinin Mekke’de günden güne yayıldığı sırada Hz. Ebubekir ticaret amacıyla Şam’dadır. Kendisini çok etkileyen bir rüya görür. Ay yarılmış ve Mekke’nin bütün evlerine bir parçası dağılmıştır. En sonunda bütün parçaları kendi evinde bir araya gelir ve ay tekrar dolun halini alır. Rüyasını bir tabirciye yorumlatır. Başkasıyla da paylaşmaz. Mekke’ye döndüğünde duyduğu ilk şey, komşusu ve arkadaşı Muhammed’in peygamberliğini iddia ettiği olur. Kendisinden duyup, emin olmak ister. Hz. Muhammed, onaylar. Son Elçi olduğunu söyler. Hz. Ebubekir hiç düşünmeden sorar: “Peygamber olduğunun kanıtı nedir?” “Şam’da gördüğün rüyadır” der, Hz. Muhammed. Ebubekir, O’nun elini iki eli arasına alır heyecanla sıkar: “Ben şahidlik ederim ki sen ALLAH’ın Elçisisin! Çünkü o rüyayı sadece ben ve anlattığım tabirci biliyordu ve bir de ALLAH!” Müslüman topluluğunun gelişmesi bu andan itibaren yeni bir ivme kazanır. Hz. Muhammed yıllar sonra o anı yadederken: “Ben bu dini kime teklif etmişsem, kısa bir süre bile olsa düşünmüş ve tereddüt etmiştir. Fakat Ebubekir hariç. O, hiç tereddüt etmedi” diyecektir. Bu noktada insanın aklına doğal olarak Ebu Talib’in ne yaptığı sorusu gelir. Ne yazık ki sorunun cevabı pek iç açıcı değildir. O, İslam hakkında kötü bir yorum yapmaz, oğlu Ali’nin iman etmesine de ses çıkarmaz fakat kendisi… Gururu, imanına engel olur. Namazdaki secde hareketini tuhaf bulur, gülerek: “Hiçbir kuvvet benim arkamı bu şekilde havaya kaldıramaz!” der ve ekler, “Ey kardeşimin oğlu! Ben atalarımın dininden ayrılmam” başka bir defasında da iman etmemesine gerekçe olarak: “Eğer Kureyş kadınlarının beni alay konusu yapmalarından endişe etmeseydim Muhammed’e uyardım” diyecektir. Fakat ilk günden itibaren yeğenine kol kanat gerer. Her tehlike karşısında O’na göğsünü gerer, siper olur. O günlerin kahramanı Hz. Ebubekir’dir. Büyük bir aşk ile kolları sıvar ve teke tek olarak İslam’ı güvendiği Mekke’lilere anlatmaya başlar. Hz. Ebubekir ciddi ve güven veren bir kişiliğe sahip olmanın yanında iyi bir hatiptir de. Ayrıca Mekke’lileri çok iyi tanımakta, kendisiyle ilişki kurulup, İslam’ın anlatacağı insanları seçmekte hiç hataya düşmemektedir. Zaten Mekke’de ruhu bunalmış, yaşadıkları insanlık ve ahlak dışı ortam karşısında vicdanı isyan halinde olan fakat ne yapacağını, çıkışın ve kurtuluşun nerede olduğunu bilmeyen çok sayıda insan vardır. İşte bunlar Ebubekir’in ilk “kazanımları” olur. Karşısındakinin biraz yumuşayıp, etkilendiğini görünce onu doğruca Hz. Muhammed’in karşısına götürmekte ve deyim yerindeyse gerisini de O “halletmektedir”. Affan oğlu Osman bunlardan biri olur: “Yanına gittiğimiz de Hz. Muhammed, bana, ‘ALLAH’tan başka İlah yoktur’ deyince, tüylerim diken diken oldu. Sonra O, ‘Rızkınız ve size vaad edilen şeyler göktedir. Göğün ve yerin Rabbine yemin ederim ki, O sizin söylediğiniz gibi gerçekten haktır.’ ayetini okudu. Sonra kalktı, gitti. Ben de arkasından çıktım. Ona yetiştim ve Müslüman oldum. İslam’ın ilk üç senesindeki gizli ve bireysel davetin sonucu 133 mümindir. Mekke nüfusuna oranla bir hayli küçük fakat tarihsel misyonu açısından bir dev olan bu topluluğun ortak özelliği nedir? Birçok insanın düşündüğü gibi tamamı Mekke’nin en zayıf, en yoksul ve her anlamda en ezik insanları mıdır? Hayır! Açıklamayı Abdurrahman Şarkavi’nin “Özgürlük Peygamberi” nden alıntılayalım: “(İlk Müslüman olanların bir kısmı) mal ve insan gücü bakımından çok güçlü insanlardı. Hepsinin de ortak özelliği, iyi kalpli olmalarıydı. Hiç kimse onlarla alay edemezdi. Artık Kureyş’in zenginleri ve soylularından hiçbiri Muhammed’in öğretilerini küçümseyemezdi. Çünkü yeni dine sarılanlar; sadece işçiler, köleler ve ezilenler değildi. Artık iyiliksever tacirler de yeni dine inanıyorlardı. Bunlar, halkın ileri gelenleri ve Kureyş’te dengi olmayan kültürlü insanlardı. Hepsi de Muhammed’e iman etmişti; kendileri ve Kureyş’in soylu ailelerine mensup olan hanımları…” İlk Müslüman topluluğu Mekke toplumunun bütün unsurlarını barındıran küçültülmüş bir modeli gibidir. Çünkü İslam, toplumun belli bir sosyal ya da ekonomik sınıfının değil tamamının dinidir. Üç senelik, gizli tebliğ döneminde Mekke halkı ve özellikle egemen güçler önemli bir tepki göstermez… Çünkü henüz, sömürü düzenlerine ve zulümlerine doğrudan bir müdahale yapılmamakta, ALLAH’ın birliği sürekli vurgulanmakla beraber, putlar hakkında pek bir şey söylenmemekte, kısaca kurulu düzen henüz kendini İslam’dan kaynaklanan bir tehdit altında hissetmemektedir. Müslümanlar, egemenler tarafından hafife alınır, alay konusu olur. Hz. Muhammed bir topluluğun yanına girdiğinde: “Kendisine göklerden haber gelen Abdülmuttalib oğullarının yiğidi budur!” diye gösterilir. Bıyık altından gülünür. Sadece küçük bir olay olur. Üç senenin bitimine altı ay kala, gündüz saatlerinde bir grup Müslüman Mekke yakınlarındaki bir tepede toplanmış ve cemaat halinde namaz kılmaktadır. Oradan geçmekte olan birkaç putperest secde hareketi ile alay ederek, onlara sataşır. Müslümanlarda sataşmaya cevap verince tartışma büyür ve kavgaya dönüşür. Yaşanan, aslında küçük çaplı bir arbededir. Sadece putperestlerden birinin başı yarılır. Fakat bu bile gelebilecek tehlikeler hakkında Hz. Muhammed’i uyarmaya yeter. Önlem olarak Bib Erkam oğlu Erkam’ın evi İslam’ın ilk sabit merkezi ve üssü olur. Hz. Muhammed hemen hemen sürekli orda kalmaya başlar. Artık toplu namazlar ve sohbetler de oraya taşınır. Ev, Mekke’nin biraz dışında, Safa tapesi yamacında, gözlerden ırak ve bu iş için seçilmiş kaftandır. Ne kadar isabetli bir seçim olduğu sonraki yıllar da çok daha iyi anlaşılır. Bu ilk üç yıl içinde yaşanan başka sıkıntılar da olur. Cebrail, o gece Hira’daki mağarada ilk vahyi indirmiş ve bir daha da vahiy indirmek için görünmemiştir. Gerçi insan biçiminde sürekli görünmekte ve Hz. Muhammed ile konuşmaktadır ama vahiy bambaşka bir şeydir. Hele bir peygamber için, hele bir kez alıp alıştıktan sonra… Bu üç senelik vahiy kesintisi Hz. Muhammed’in peygamberlik hayatındaki en büyük sıkıntılarından ve sınavlarından birini oluşturur. Mekke putperestlerinin alayları da sıkıntısının üzerine tuz biber eker: “Ne o Muhammed!” derler, “Rabbin seni terk mi etti?” O olayın ikinci bir kez tekrarlanmasının ümidi ya da belki de bir kez daha tekrarlanmayacak oluşunun korkusuyla başını alır sık sık dağlara çıkar. Sıkıntı içinde tepeden tepeye dolaşılırken bazen Cebrail melek kimliğiyle görünmekte ve : “Ey Muhammed! Sen ALLAH’ın gerçek Elçisisin!” demektedir. Ama hepsi bu kadar. Yaşamının ilk 40 senesinde peygamberlik için eğitilmiştir, şimdi ise peygamberlik içinde eğitilmektedir. Bu üç sene O’nun için, insan psikolojisinin iki temel ve belirleyici çizgisi üzerinde eğitildiği bir zaman dilimi olur: Ümit ve korku… Ayrıca dört büyük melekten bir diğeri olan İsrafil tarafından da niteliği ve detayları hakkında bilgi sahibi olamadığımız başka bir manevi eğitim de görür. İsrafil O’na eşyayı ve kelimeyi öğretir. Başka bir deyimle tek tek varlıkların gerçeğini ve hikmetini… Ve en sonunda bir gün… belki de hiç beklemediği bir gün, alacakaranlık bir akşam vakti birilerinin alay ettiği ve kendisinin de korktuğu gibi Rabbi tarafından terk edilmediğinin müjdesi gelir, vahiy yeniden inmeye başlar: “Kuşluk vaktine ve sükuna erdiğinde geceye yemin ederim ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.” (Duha,93:1-3)