Hükümdarların yönetimine dair

advertisement
Hükümdarların yönetimine dair
Aziz Thomas Aquinas’ın kaleme aldığı düşünülen eser çok sayıdaki Orta Çağ risalesinin
tipik bir örneğidir.
08.06.2017 / 02:21
Aziz Thomas Aquinas’ın 1260’larda kaleme aldığı sanılan De Regimine Principum adlı
eserindeki bu metin, hükümdarlara tavsiyelerde bulunan çok sayıdaki Orta Çağ
risalesinin tipik bir örneğidir. Kıbrıs Kralı’na yazılmış olan metinde, yönetimin
gerekliliğini ve monarşinin üstünlüğünü anlattıktan sonra Aziz Thomas Aquinas,
hükümdarın görevleri konusunu ele alır. Siz değerli Mepanews okuyucularımız için
üçüncü bölüm olarak sunuyoruz.
Hükümdarların Yönetimine Dair
Aziz Thomas Aquinas
(…) Düşünülmesi gereken bir sonraki nokta kralın görevleri ve hangi niteliklere
sahip olması gerektiğidir. Sanat ile ilişkili şeyler, doğa ile ilişkili şeylerin taklidiyse
(akla uygun hareket etmek için gerekli kuralları doğadan alırız), krallık görevinin
yapısını öğrenmek için kullanılabilecek en iyi yol doğadaki düzeni incelemektir.
Doğadaki şeyler hem genel hem de özel bir yönetime tabidir. Genel olanı, her şeyi
kapsayan Tanrı’nın yönetimidir ve O’nun basireti bunların hepsini yönetir. Özel
yönetim ise insana mahsustur ve ilahi yönetime çok benzer. Çünkü insan
mikrokozmos olarak adlandırılmıştır. Her iki yönetim de biçimsel açıdan benzerlik
taşır; nasıl ki maddi yaratıklar ve tüm ruhani güçler ilahi yönetime tabiyse, insan
gövdesinin tüm parçaları ve ruhun tüm güçleri de akıl tarafından yönetilir. Bu yüzden
karşılaştırmalı olarak bakarsak Dünya için Tanrı neyse insan için akıl odur. Ancak
insan, doğası gereği kalabalıklarla yaşayan sosyal bir hayvandır ve yukarıda da işaret
edildiği gibi ilahi yönetim ile arasındaki benzerlik sadece insanın kendi kendisini akılla
yönetmesini değil bir insanın aklıyla çok sayıda insanı yönetmesini de kapsar. Kralın
görevlerini oluşturan şeylerin ilki budur.
(...) Bu yüzden kral üstlendiği görevin bu olduğunu bilmelidir, Tanrı Dünya için
neyse ve ruh gövde için neyse kral da krallık için odur. Bunu ciddi biçimde
düşündüğünde, tefekkürle Tanrı konumuna getirildiğini anlar ve krallığına adalet
getirmek için içinde coşkulu bir adalet ateşi yanar; ayrıca insanların kendi hükmüne
tabi olduğunu düşününce yumuşak ve şefkatli bir nezakete kavuşur.
(...) Bir şehir veya krallık kurmak için Dünya’nın yaratılışı, bunu yönetmek için de
ilahi yönetimin Dünya’yı nasıl yönettiği örnek alınabilir.
Ama buna geçmeden önce yönetmenin, doğru amaca ulaşmak için, yönetilen
şeylere uygun bir yolda riyaset demek olduğunu anlamalıyız.
Bir gemi, yetenekli bir kaptan tarafından zarar görmeden ve doğruca limanına
ulaşırsa bu gemi için yönetilmiştir diyebiliriz. Yani bir şey kendi amacı (örneğin
geminin limana gidişi) dışında bir amaca yönlendiriliyorsa yöneticinin görevi sadece o
şeyin zarar görmesini engellemek değil aynı zamanda onu amacına ulaştırmaktır. (...)
Ancak insanın ölümlü hayatı sona erdiğinde onun için harici bir iyilik mevcuttur,
yani ölümden sonra Tanrı’nın hükmü altındaki nihai ve mutlak mutluluk; çünkü Havari
şöyle demiştir: “Bu bedende yaşadıkça Tanrı’dan uzaktayız” (2. Korintliler, 5:6). Hz.
İsa’nın kanı ile kendisi için nihai mutluluğun satın alındığı ve bunu elde etmek için
Kutsal Ruh’un ciddiyetine nail olan Hıristiyan, onu ebedi kurtuluş limanına
yönlendirecek farklı ve ruhani bir ihtimama ihtiyaç duyar; bu ihtimam Hz. İsa’nın
Kilisesi’nin sadık rahipleri tarafından sağlanır.
İnsanın amacı için oluşturulan bu hüküm, bir bütün olarak toplumun amacı için de
oluşturulmalıdır. Bu yüzden insanın nihai amacı kendi içinde mevcut olan bir iyilik ise
yönetilecek kalabalıkların amacı da bu kalabalık için böylesi iyilikleri elde etmek ve
korumak olmalıdır. Bir bireyin veya kalabalıkların nihai amacı maddi bir amaç, yani
gövdenin hayatı ve sağlığı olsaydı, yönetmek bir doktorun görevi olurdu. Nihai amaç
bereketli bir zenginlik olsaydı, toplumun yönetiminde son sözü iktisat bilgisi söylerdi.
Kalabalıkların istediği, gerçeğe ilişkin iyi ve doğru bilgi olsaydı kralın bir öğretmen
olması gerekirdi. Ama bir araya gelen bu insanların amacı erdemli yaşamaktır. Çünkü
iyi yaşamak için bir araya gelerek bir grup oluşturan insanlar, bir insanın tek başına
yapamayacağı bir şeyi yapar ve iyi yaşam, erdemli yaşam demektir. Bu yüzden
insanların bir araya gelme amacı erdemli bir hayattır. Bunun delili, sadece iyi yaşamak
için birbirlerine karşılıklı olarak yardım edenlerin, birleşmiş bir topluluğun gerçek bir
parçasını oluşturabilmesidir. Eğer insanlar sadece yaşamak için bir araya gelseydi,
hayvanlar ve köleler de bir sivil topluluk oluşturmuş olurdu. Veya insanlar sadece
zenginleşmek için bir araya gelseydi, birbiriyle ticaret yapan herkes tek bir şehre ait
olurdu. Ancak görüyoruz ki ancak iyi yaşamak için aynı kanun ve aynı yönetimle
yönetilenler bir topluluk oluşturuyor.
Yine de erdemli yaşayan insanlar, daha da yüksek bir amaca yönlendirilir; bu da
yukarıda söylediğimiz gibi, Tanrı’nın hükmünde yaşamaktır. Toplumun da birey ile
aynı amaca sahip olması gerektiğinden, bir araya gelen bir topluluğun nihai amacı
erdemli bir yaşam değil, erdemli bir yaşam sürerek Tanrı’nın hükmüne girmektir.
Eğer bu amaca insan doğasının gücüyle erişmek mümkün olsaydı, insanları böyle
yönlendirmek kralın görevlerine dahil olurdu. Elbette burada insan ilişkilerinin
yönetimi için üstün bir güç verilmiş kişiye kral denebileceğini kabul ediyoruz. Bir
yönetimin takdir ettiği amaç ne kadar yüksekse, yönetim de o kadar muazzam
olmalıdır. Görüyoruz ki nihai amacı gerçekleştirmesi gereken kişi kimse, bu amaca
yönelik şeyleri yapanları da her zaman o yönetir. Örneğin işi geminin seyrini yönetmek
olan kaptan, gemi inşa edenlere seyre uygun olabilmesi için ne tür bir gemi inşa
etmeleri gerektiğini söyler; şehrin hükümdarı ise silahların kullanımını yönettiğinden,
demirciye nasıl silahlar üreteceğini söyler. Ancak bir kişi insani güçle değil ilahi güçle
nihai amacına, yani Tanrı’nın hükmünde yaşamaya, Havari’nin kelimeleriyle söylersek:
“Tanrı’nın armağanı Hz. İsa’da sonsuz yaşam”a (Romalılar, 6:23) ulaşacağından, onu
bu nihai amaca ulaştırmak için liderlik etmek insani yönetime değil ilahi yönetime
düşer.
Sonuç olarak bu türden bir yönetim sadece bir insan değil bir Tanrı gerektirir; bu
kişi, insanları Tanrı’nın çocukları haline getirerek onlara cennetin görkemini bahşeden
Efendimiz Hz. İsa Mesih’tir. Bu O’na teslim edilecek yönetimdir ve o “krallık
yıkılmayacaktır” (Daniel, 6:26). Kutsal İrade onu sadece Rahip değil Kral olarak da
adlandırır. Yeremya ise şöyle der: “Bu kral bilgece egemenlik sürecek” (Yeremya,
23:5). Böylece O’ndan asil bir ruhbanlık türemiştir ve dahası, Hz. İsa’ya inanan herkes
O’nun dininin üyesi olduğu sürece kral ve rahip olarak adlandırılacaktır.
Böylece ruhani şeyleri dünyevi şeylerden ayırmak için bu krallığın vekâleti dünyevi
krallara değil rahiplere verilmiştir; ama hepsinden çok Aziz Petrus’un halefi olan
başrahibe yani Hz. İsa’nın Vekili olan Roma’daki Papa’ya. Hıristiyanları yöneten tüm
krallar Efendimiz Hz. İsa Mesih’e tabi oldukları gibi, ona da tabidir. Ara amaçların
yerine getirilmesiyle ilgilenen herkes, nihai amaçla ilgilenen kişiye tabidir ve onun
hükmüyle yönetilir.
(...) Açıkça bellidir ki kralın ruhban sınıfı tarafından yürütülen ilahi yönetime tabi
olması gibi, tüm insani görevler de krala tabi olmalı ve onun tarafından yönetilmelidir.
Bir şeyin amacına bağlı olan başka bir şeyi yapma görevinin teslim edildiği her kişi,
çalışmasının bu amaca uygun olup olmadığını görmek durumundadır; bu yüzden
örneğin silah üreticisi kılıcı savaşmaya uygun biçimlendirmelidir, inşaatçı bir ev
yaparken bu evi yaşamaya uygun tasarlamalıdır. Bugün yaşadığımız erdemli hayatın
amacı cennetin mutlak mutluluğu olduğuna göre, kralın görevi de topluluğun yaşamını
cennetin mutluluğuna ulaşmaya uygun hale getirecek biçimde, yani cennetin
mutluluğuna götürecek şeyleri emrederek ve tersini yasaklayarak iyileştirmektir. (...)
Bu yüzden Tanrı’nın kanunuyla eğitilmiş olan kralın ilk işi, kendisine tabi topluluğun iyi
yaşamasını sağlayacak vasıtaları bulmak olmalıdır.
Bu işin üç aşaması vardır; birincisi ve en önemlisi kendisine tabi olan topluluk için
erdemli bir yaşam oluşturmak, ikincisi bu hayatı oluşturduktan sonra korumak ve
üçüncüsü korurken giderek mükemmelleştirmektir.
Bir bireyin iyi bir yaşam sürmesi için iki şey gereklidir. Bunlardan ilki ve en önemlisi,
erdemli yaşamaktır (çünkü erdem insanın iyi yaşamasını sağlar); tali ve yardımcı
konumda olan ikincisi ise, erdemli bir hayat sürmek için gerekli maddi şeylerin
yeterliliğidir. İnsanın birliği doğa tarafından sağlanır; barış olarak adlandırdığımız,
topluluğun birliği ise hükümdarın çabalarıyla sağlanır. Bu yüzden bir topluluğun
erdemli yaşaması için üç şey gereklidir. İlki bu topluluğun barış içinde birleşmesidir.
İkincisi barış bağıyla bağlı bu toplululuğun iyi şeyler yapacak biçimde
yönlendirilmesidir. Bir insanın topluluğun diğer üyeleriyle birleşmeden iyi bir şey
yapamayacağı kabul edilirse, barış içinde birleşmemiş bir insan topluluğu kendi içinde
savaştığından erdemli bir eylemde bulunamaz. Üçüncüsü ise düzgün bir yaşam
sürebilmek için gerekli şeylerin kralın çabalarıyla tedarikidir.
dusuncetarihi.com'dan iktibas edilmiştir.
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download