Tanıtım ve Medya Başkanlığı 13 Ocak 2011 Cuma GÜNLÜK BASIN

advertisement
Tanıtım ve Medya Başkanlığı
13 Ocak 2011 Cuma
GÜNLÜK BASIN RAPORU
1
GÜNDEM
13 OCAK 2012 CUMA
1- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Irak Ulusal Meclis Başkanı Usame Nuceyfi ve
beraberindeki heyeti, Çankaya Köşkü'nde kabul edecek.
- Gül, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev ile Kocatepe Camii'nde cuma
namazı kılacak.
- Cumhurbaşkanı Gül, ayrıca Sayıştay Başkanı Recai Akyel ve beraberindeki heyeti kabul
edecek. (Ankara/10.30/12.04/14.00)
2- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gürcistan Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili ile Atatürk
Havalimanı'nda görüşecek.
- Erdoğan, WOW Otel'de düzenlenen ''3. Ulusal Enerji Verimliliği Forumu''na katılacak.
(İstanbul/10.00/14.00)
3- Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, ''Yasemin Devrimi''nin 1. yıl dönümü kutlamalarına
katılmak üzere Tunus'a gidecek.
4- Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ile Diyanet
İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Orman ve Su İşleri Bakanlığında ''ağaçlandırma protokolü''ne
imza atacak. (Ankara/10.00)
5- AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Pendik'te, Yeni Camii'nin açılışını yapacak,
İstanbul 2012 Avrupa Spor Başkenti kapsamında düzenlenen ''Pendik'e ve Spora Değer''
programına katılacak. (İstanbul/12.00/13.00)
5- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Kırgızistan Dışişleri Bakanı Ruslan
Kazakbayev ile makamında görüşecek. (Ankara/14.00)
6- Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Kaya Termal Otel'de Ege Bölgesi Sanayi Odasının ödül
törenine katılacak, AK Parti İl Başkanlığını ziyaret edecek. (İzmir/15.30/19.00)
7- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, 3. Ulusal Enerji Verimliliği Fuarı'nda
firmaların stantlarını ziyaret edecek. (İstanbul/09.30)
8- Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bir lise ve 3 ilköğretim okulunun toplu açılışını yapacak,
hayırseverlere plaket verecek, Ilgın Fen Lisesi Bağış Protokolü ve ''Okullar Hayat olsun''
projesinin protokol imza törenlerine katılacak. (Konya/10.00-14.15)
9- AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi, Paşaköy İlköğretim Okulu ile
Sosyal Güvenlik Kurumu Saruhanlı Şubesinin açılış törenine katılacak, Halitpaşa Belediye
Başkanlığını ziyaret edecek. (Manisa/11.00/14.00)
10- Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev'in temasları...
2
- Atambayev, Bilkent
gelecek.(Ankara/10.00)
Üniversitesi
Rektörü
Abdullah
Atalar
ile
bir
araya
- Konuk Cumhurbaşkanı Atambayev, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun ev sahipliğinde
düzenlenecek çalışma yemeğine katılacak, Türkiye'deki Kırgızların önderlerinden Kasımbek
Varol ile görüşecek. (Ankara/13.00/17.00)
- Atambayev, temaslarının ardından Conrad Otel'de işadamlarıyla bir araya gelecek.
(İstanbul/22.00)
13 OCAK 2012 CUMA GÜNDEM HABERLERİ
GÜNDEM
"TEMEL SAĞLIK KANUNU" YAPILACAK
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, önemli bir kanun hazırlığı içinde olduklarını belirterek, ''19201928'li yıllardan itibaren yapılmış 20'ye yakın kanunu toparlayarak bir Temel Sağlık Kanunu
yapacağız. Bunun için birkaç senedir ciddi bir hazırlık içerisindeyiz. Bu da çok köklü bir
değişiklik olacak'' dedi.
19 BAYRAMI ARTIK SADECE OKULLARDA KUTLANACAK
Milli Eğitim Bakanlığı'ndan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları
ile ilgili "aldığı yeni karara göre; 19 Mayıs artık Ankara dışındaki illerde sadece okullarda
kutlanacak, stadyumlarda törenler olmayacak.
"FRANSA'DA İLK 'SOYKIRIM YOKTUR' DİYEN BEN OLACAĞIM"
Fransa Meclisi'nde kabul edilen Ermeni yasa tasarısına tepki göstererek, cezalara karşı 1
milyon avro fon oluşturan Cezayir asıllı Fransız işadamı Raşid Nekkaz İstanbul'da. Nekkaz,
"Yasa senatodan çıkarsa ilk 'Soykırım yoktur' diyen ben olmak istiyorum ve cezaevine
girmeye de hazırım. Bu şekilde Fransa'nın yaptığını bütün dünyaya göstermek istiyorum"
dedi.
GÖKÇEADA'DA 48 YIL SONRA İLK RUM OKULU
Gökçeada'da 1964 yılında hükümet tarafından kapanan Rum okuluna yarım yüzyıl sonra
tarihi izin çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı, adadaki Rumların yeni ilkokul açma talebini kabul
etti. Yunanistan'daki bazı aileler geri dönmeyi düşünüyor.
EKONOMİ
PİYASALAR
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Bileşik Endeksi günün tamamında 807 puanlık
artışla 52.144 puandan tamamladı. Hisse senetleri günlük ortalama yüzde 1,45 değer kazandı.
İstanbul serbest piyasada, kapanış saatlerinde doların satış fiyatı 1,8510 lira, avronun satış
fiyatı 2,3740 lira oldu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Tahvil ve Bono Piyasası Kesin
Alım Satım Pazarında işlem gören gösterge kâğıdı 4 Aralık 2013 vadeli tahvilin, bileşik faizi
önceki kapanışa göre 0,20 puan azalarak 10,78'den kapandı. Bu tahvilin basit getirisi yüzde
11.08 oldu. Bu tahvilin, aynı gün valörlü işlemlerinin önceki kapanışında basit getirisi yüzde
10,98, bileşik getirisi yüzde 11,28 olmuştu.
BAKAN ÇAĞLAYAN: "MERKEZ BANKASI ARTIK KONUŞMAMALI"
Merkez Bankası'nı eleştiren Ekonomi Bakanı Çağlayan, "Merkez Bankası artık konuşmak
yerine, yaptıklarıyla Türkiye'nin gündemine gelmeli" dedi.
HAYVANCILIKTA 5 BÜYÜK ADIM
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakan Mehdi Eker, hayvancılıkta beş büyük adım atacaklarını
duyurdu. Hayvancılık ve gıda sektörünü ilgilendiren bu adımların, sektörde önemli değişime
neden olması bekleniyor.
3
OTOMOTİVDE ÇİFTE REKOR
2011 yılında toplam otomotiv sektörü üretimi bir önceki yıla göre yüzde 9 artışla 1 milyon
189 bin 131 adet olurken, otomobil üretimi yüzde 6 artışla 639 bin 734 adet düzeyinde
gerçekleşti.
POLİTİKA
ÇELİK: 28 ŞUBAT VE 27 NİSAN'DAN DA HESAP SORULACAK"
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki fezlekeyi değerlendiren AK Parti'li Hüseyin Çelik,
yargıya müdahale etmediklerini söyledi. Yargı ile ilgili kararların adaletin görevi olduğunu
belirten Çelik, "28 Şubat ve 27 Nisan bildirisinin hesabı da günün birinde sorulacaktır" dedi.
ÇEK KANUN TASARISI KOMİSYONDAN GEÇTİ
Karşılıksız çekte hapis cezasını kaldırarak bunun yerine 10 yıllık çek kullanma yasağı getiren
kanun tasarısı, TBMM Adalet Komisyonunda kabul edildi.
DÜNYA
DENKTAŞ'IN DURUMU CİDDİLEŞTİ
Yakın Doğu hastanesinden verilen bilgide, Denktaş'ın böbreklerinde ciddi sorun karaciğerinde
de problem olduğu söylendi. KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın durumunun
kritik olduğu kaydedildi.
FORD 450 BİN ARACI GERİ ÇAĞIRIYOR
Amerikalı otomotiv üreticisi Ford, 450 bin 426 minivan ve SUV aracını geri çağırıyor. Söz
konusu araçların tork konvertörü çıkış milinin arıza yapmasının çarpmayla sonuçlanabilecek
ani güç kaybına yol açabileceğine işaret edildi.
YAZILI BASIN ÖZETLERİ
’ın bazı haber başlıkları:
Erdoğan: Mezhep savaşı Irak'ta kaosa yol açar
Irak'ın Sünni Meclis Başkanı Nuceyfi'yle bir araya gelen Başbakan Erdoğan Bağdat’a mesaj
verdi: Mezhep savaşı çıkaranlar veya engel olmayanlar, bu vebalin altından kalkamaz.
Başbakan Tayyip Erdoğan, ABD askerlerinin çekilmesinin ardından başlayan mezhep
geriliminin damgasını vurduğu Irak'a ilişkin mesaisine dün de devam etti. ABD Başkanı Joe
Biden'la başladığı Irak trafiğini, Irak Başbakanı Maliki'yle yaptığı telefon görüşmesiyle
sürdüren Erdoğan, dün de Irak'ın Sünni Meclis Başkam Usame Nuceyfi'yle bir araya geldi.
Sağlık sorunları nedeniyle tedavi için Ankara'ya gelen Nuceyfi'yi kabul eden Erdoğan, Iraklı
konuğuyla başbakanlık Resmi Konutu'nda bir saat on beş dakika görüştü.
‘BÜTÜN BÖLGE ETKİLENİR’
Basına kapalı geçen görüşmede Erdoğan, Nuceyfi'ye, Irak başbakanı Nuri el Maliki ile Salı
günü gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde ele alınlarla ilgili bilgi verdi. Erdoğan Nuceyfi'ye
Irak'taki Sünnilerin yaşadığı tedirginliği anladığını belirtti. Nuceyfi'ye Irak'taki Sünni-Şii
gerilimine ilişkin kaygılarını ileten ve "süreci yakından izliyoruz" diyen Erdoğan, "Irak bizim
için Suriye gibi. Irak'ta çıkacak bir çatışma tüm bölgeyi etkisi altına alır. Gelişmelere kayıtsız
kalamayız" şeklinde konuştu. Bağdat yönetiminin Irak'ta çıkacak bir gerilimi engellemekle
yükümlü olduğunu vurgulayan Erdoğan, "mezhep savaşı çıkaranlar ve bunu engellemeyenler
bu vebalin altından kalkamazlar" mesajı verdi.
ALLAVİ İLE DE GÖRÜŞTÜ
Erdoğan daha sonra Irak siyasetinin diğer önemli Sünni aktörü Irakiye lideri İyad Allavi ile de
bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Allavi ile de Irak'taki mezhebi gerilimi ele alan Erdoğan,
4
Irak'ta demokrasi karşıtı ve mezhepçi yaklaşımların ülkeyi kaosa sürüklemesinden endişe
duyduğunu belirtti. Irak'daki gerilimin daha da tırmanması halinde ülkenin bir iç savaşa
sürüklenebileceğine bunun bölgesel yansımalarının da olabileceğine dikkati çeken Erdoğan,
Irak'ta taraflar arasında diyalog ve güvenin yeniden tesisinin önemini hatırlattı. Erdoğan,
Türkiye'nin Irak'ta barış, demokrasi, istikrar ve refahı arzuladığını belirtti, "bu amaca hizmet
eden tüm Iraklı siyasetçilere destek vereceğiz" dedi.
19 Mayıs kutlamalarını statlardan çıkartıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, 19 Mayıs kutlamalarını statlardan çıkartıyor. Milli Eğitim Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Salih Çelik, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatıyla resmi
bayramların anlam ve önemine uygun daha coşkulu kutlanması için Cumhurbaşkanı Genel
Sekreteri başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gençlik ve Spor
Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerin bulunduğu
komisyon kurulduğunu söyledi. Önceki gün toplanan komisyon, kutlamaların daha coşkulu ve
ithaf edildiği kesimin katıldığı tören haline gelmesi için belirlenecek düzenlemelere kadar
Ankara dışındaki illerde kutlamaların kanun ve yönetmelik dışına çıkmamasına karar verdi.
Çelik, "Genelgemizde kanun ve yönetmeliklerde öngörülenlerin dışında adet haline getirilmiş
uygulamalarla hem öğrencilere hem vatandaşlara ilave yük ya da sıkıntı getirmeyelim dedik.
Törene katılan öğrenciler eğitimlerinden geri kalıyor hem de sınıfta kalan öğrenciler sayı
azlığından eğitim alamıyor. Motivasyon eksikliği oluyor. Hava koşulları nedeniyle
öğrencilerin sağlık problemleri ortaya çıkıyor. Kutlamalar eziyet haline geliyor. Öğrenciler bir
kez giyecekleri kıyafetler için ailelerini ekonomik anlamda zorluyor. Hiçbir öğrenci bu
kutlamalara istekli gitmiyor" dedi. Çelik, fon gösterilerine sadece Ankara'da 6 binden fazla
öğrencinin katıldığını belirterek, "Bunu teknolojiyle de yapabiliriz. Profesyonel gösteri
ekiplerini işe dahil etmeliyiz. Kutlamaların halkın da katılımıyla daha geniş çaplı yapılması
hedefleniyor" diye konuştu.
'Başbakan eskisinden iyi kendisine gıpta ediyorum'
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, kamu kurumunda çalışan doktorların özel muayenehaneyle
bağlantılarını kesmek için başlatılan Tam Gün uygulamasının Türkiye'de yerleştiğini
belirterek, "Tam günde esneme yok" dedi. Başbakan'ın ameliyatının ardından "Tam Gün
delindi" tartışmalarının hatırlatılması üzerine Bakan Akdağ, şunları kaydetti: "Bir ülkenin
başbakanını ameliyat ederken birtakım güvenlik şartları oluşturmak gerekiyor. O konuyu
tartışmanın dışında bırakıyorum." Akdağ, Başbakan Erdoğan'ın sağlık durumu için de,
"Eskisinden daha iyi. Ameliyattan sonra biraz kilo verdi. Eskiden de fitti ama şuan şahsen ben
kendisine gıpta ediyorum" dedi.
TBMM tarihinde ilk doğum
AK Parti Erzurum Milletvekili, Parlamentolararası Birlik Türk Grubu Başkanı Fazilet Dağcı
Çığlık 9 Ocak'ta ikinci erkek çocuğunu dünyaya getirdi. Çığlık 3 kilo 800 gram ağırlığında,
51 cm boyunda doğan oğluna Fatih Han ismini verdi. Başbakan Tayyip Erdoğan da telefonla
arayarak Çığlık ailesinin sevincini paylaştı. TBMM tarihinde ilk kez bir milletvekili doğum
yaptı. TBMM Başkanlığınca personelin de yararlanacağı bir emzirme odası kurulması
kararlaştırıldı.
’ın bazı haber başlıkları:
Pinochetler hesap vermeli
5
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, AK Parti Genel
Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında açıklamalarda bulundu ve soruları cevapladı. 12
Eylül Darbesi'ni gerçekleştirenlerin yargılanmaya başlandığını hatırlatan Çelik, muhalefet
partilerinin, halkoylaması sürecinde "12 Eylülcülerin yargılanamayacakları" iddiasında
bulunduğunu, bunun da yargılamanın başlamasıyla geçerliliğini yitirdiğini ifade etti. Çelik,
şunları söyledi: "İspanya'da, Yunanistan'da, Şili'de olduğu gibi bütün Pinochet'ler hesap
vermelidir. Ben burada 12 Eylül'ün tablosunu filan anlatmak istemiyorum. 1 milyon 650 bin
insan bu işin mağduru olmuştur. Bu karanlık dönem, ümit ediyorum ki bu davaların
başlamasıyla tekrar aydınlanacaktır. Bu, 28 Şubat için de yapılmalıdır. 28 Şubat bir gestapo
dönemiydi, manevi işkencelerin yapıldığı bir dönemdi, belki doğrudan kimseye silah
doğrultulmadı ama Sincan'dan yürütülen tanklar aslında milletin iradesinin üzerinden
yürütüldü. 27 Nisan bildirisi de buna dahildir. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu diyor ki; 'Niye bu
dönemi yargılamıyorsunuz?'. Biz mi yargılıyoruz? Hükümetler yargılama makamı değildir,
biz kimseyi yargılamıyoruz. Bunların da hesabı günün birinde sorulacaktır."
CHP TAM BİR TULUAT TİYATROSU SERGİLİYOR
CHP lideri Kılıçdaroğlu hakkındaki fezlekeye de değinen Çelik, şöyle konuştu: "CHP bu
günlerde tam bir tuluat, direklerarası tiyatro gösterisi sergiliyor. Kılıçdaroğlu’na hazırlanan
fezleke CHP'lileri o kadar mutlu etti ki çocuklar gibi şendiler. Kılıçdaroğlu’nun genel
başkanlığı döneminde birçok kez fezleke hazırlandı. Peki bu fezlekelerle ilgili olarak Sayın
Kılıçdaroğlu ve CHP'liler neden ses çıkarmadı?"
Cezaevine girince Başbakan olunmaz
"CHP kendi içinde kaynıyor. Kılıçdaroğlu için parti içinde büyük bir hoşnutsuzluk başladı"
diyen Çelik, "O zannediyor ki, cezaevine girince başbakan olunuyor. Sayın Kılıçdaroğlu öyle
zannediyor ama Sinan Aygün de cezaevine girdi ama başbakan değil" dedi.
Gerekirse yık talimatı
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'un
siluetini bozan yapıların gerekirse yıkılması için talimat verdiğini açıkladı. Kanal a'daki
"Görüş Farkı" programına katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'un siluetini bozan yapılara ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
RAHATS1Z EDİYOR
Günay, Başbakan'ın bu tür yapıların gerekirse yıkılması için talimat verdiğini açıkladı.
Başbakan'ın bu konudaki talimatını ilk kez dile getiren Günay, "Hepimizi rahatsız eden siluet
tartışmasıyla ilgili Sayın Başbakan belediyelere yeni plan yapmaları, rahatsız edici görüntüleri
düzeltmeleri talimatını verdi. Mevcut yapılar düzeltilecek. Tabi ki yıkım da gündeme gelecek.
Sözen döneminde Park Otel'in birkaç katı yıkıldıysa, İstanbul'da yıkılmayacak hiçbir yapı
tanımıyorum. Bundan sonra rahatsız edici yapılar katiyen olmayacak" dedi.
Tam günde esneme yok
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, gazetecilerle biraraya gelerek Tam Gün Yasası'na ilişkin
değerlendirmelerde bulundu. Bakan Akdağ, Tam Gün uygulamasının yerleştiğine dikkati
çekti. Ülkedeki 120 bin dolayındaki doktorun 90 bine yakınının kamuda görev yaptığını,
bunlardan da bin kadarının tam gün çalışmadığını anlatan Akdağ, "Bunların hepsi
üniversitede. Sağlık Bakanlığı hastanelerinde tam gün uygulaması artık tamamen yürürlüğe
girmiş durumda. 32 binin üzerindeki uzman arkadaşımızın hiçbirinin dışarıda bir özel
hastaneyle ya da muayenehaneyle ilişkisi yok" diye konuştu. Vatandaşların bu uygulamanın
yanında olduğunu vurgulayan Akdağ, tartışmanın üniversite tarafında devam eden küçük bir
ayağı olduğunu, ancak bunun da 2012'de çözüleceğini bildirdi. Akdağ, "Bir sosyal devlette
vatandaşın desteğini alan bir uygulamaya kimsenin baltalamaya gücü yetmez. Vatandaşın
sağlığını ticari meta, olarak değerlendirilebilecek uygulamalara izin vermemiz beklenmesin"
6
dedi. "Başbakan'ın ameliyatının ardından Tam Gün delindi' tartışmaları oldu. Acaba bu hekim
ceza alacak mı, Tam Gün Kanunu'nda bir esneklik olacak mı?" sorusu üzerine ise Akdağ,
'Tabii ki Başbakanımız'ın durumu farklı. Tabii olarak belirli tedbirler almak lazım. Anlamsız
bir tartışmayla ortalığı bulandırmak isteyenleri de iyi niyetli olarak görmüyorum, çok açık
olarak ifade edeyim' yanıtını verdi.
Bir sağa bir sola bomba gidiyordu
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen 12 Eylül Darbe iddianamesinde,
postayla gönderilen bombaların hedefindeki isimlerden eski Bakan Abdülkadir Aksu, CHP
iktidarının işe gelir gelmez ilk icraatının kendisi ile aynı düşüncede olmayan kamu
görevlilerinin kıdemlerini düşürmek olduğunu söyledi. Adıyaman Emniyet Müdür
Yardımcılığı'na atanan Aksu, CHP'nin hukuksuz atamasını iptal ettirmek için Ankara'da
bulunması sayesinde saldırıdan haberi oldu ve saldırıdan kıl payı kurtuldu. Bir sağa bir sola
gönderilen bombaların hedefindeki Aksu, şunları söyledi: "Ben o dönemde Maraş vali vekili
idim. iktidara gelen CHP ilk iş olarak beni makam görevimden kıdemi düşürmek için
Adıyaman emniyet müdürü vekili olarak atadı. Ben bu mantıksız işin çözümünü Ankara'da
ararken Hamido'nun gelini ve torunu ile birlikte bir bombalı saldırı sonucunda öldüğünü
duydum. Daha sonra Hamido'ya bomba gönderen kişinin aynı isimle benim Adıyaman'daki
yeni atandığım makama da bir paket gönderdiği bilgisi geldi. Bana gönderilen bombalı paketi
Ankara'ya istettik. O dönemde ülkemizde istediğiniz zaman bomba imha ekibi
bulamıyordunuz. İngiltere'den iki kişilik bir bomba imha uzmanı geldi. Paketi onlar etkisiz
hale getirdi."
Danimarka'dan ROJ TV sözü
PKK'nın yayın oranı ROJ TV'yi kapatmak yerine para cezası veren Danimarka'dan 'gereken
yapılacak' mesajı geldi. Danimarka Adalet Bakanı Morten Bodskov, "ROJ TV'yi kapatmak
için yasal düzenleme yapacağız" dedi.
’ın bazı haber başlıkları:
Gıda etiketleri en az 12 punto olacak, sahteci deşifre edilecek
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından hazırlanan "Gıda Güvenliği Sistemi"ne göre
ürün ambalajları üzerindeki etiketler 12 punto olacak. Sistemi tanıtmak için İstanbul'da
düzenlenen toplantıda konuşan Tarım Bakanı Mehdi Eker, ürün ambalajlarında içeriklere
yönelik yazıların çok küçük olduğunu ve vatandaşın bunları okuyamadığını belirterek,
"Etiketlerdeki bilgiler en az 12 punto olacak. Tüketiciler, tükettikleri gıdanın günlük
ihtiyaçlarının ne kadarını karşıladığı bilgisini de etikette bulacaklar. Bu uygulama, obezitenin
önlenmesinde rol oynayacak. Bazı alerjenler var. Bu uyarılar da olacak" dedi. Tüm gıdaların
tohum halinden sofraya gelene kadar kontrol altında olacağını belirten Bakan Eker, "Bu
amaçla 201 yönetmelik çıkardık" dedi. Ürünün kaynağında kontrol edileceğini de belirten
Eker "Gıda güvenliği için oluşturulan plan çerçevesinde 12 eylem planı hazırlandı. Bunlar, et
ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, alkollü ve alkolsüz içecekler, takviyeli gıdalar ile ilgili.
Örneğin artık yumurta hangi çiftlikten geldi bileceğiz. Et ve et ürünleri nerede imal edilmiş
bunu geriye doğru izleyebileceğiz. Ancak, sebze ve meyvede zaman alacak bunun başlaması"
dedi.
Laricani'den kritik ziyaret
7
İran İslam Danışma Meclisi Başkanı Ali Laricani, oldukça kritik bir dönemde Türkiye'yi
ziyaret etti. Laricani Ankara temaslarına, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşerek
başladı. Nükleer enerjiye geçişlerinin engellenmeye çalıştığını ifade eden Laricani, Türkiye'ye
bu konudaki çabaları için teşekkür etti. Davutoğlu da, nükleer müzakerelerin tekrar, üstelik
Türkiye'de başlatılacak olmasından Ankara'nın büyük bir memnuniyet duyduğunu belirtti.
FİTNE KATİLDEN BETERDİR
İran'ın da üzerine düşen görevler olduğunu anlatan Davutoğlu, Hürmüz Boğazı'nda bir sıcak
temastan kaçınılması çağrısında bulundu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, kabulde "Türkiye ve
İran arasındaki ilişkileri sıkıntıya sokmak için çok çaba sarf edenler var. Buna fırsat
vermemek lazım. İnanırız ki fitne katilden beterdir" derken, Laricani, Türkiye ile İran'ın
bölgesel sorunlar karşısında benzer gözlemleri olduğunu anlattı. Laricani, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül tarafından da kabul edildi. Gül de görüşmede sorunların diplomatik yollardan
çözülmesi için herkesin üzerine düşen görevi yapması gerektiğini söylediği ifade edildi.
Laricani, Çankaya Köşkü'ndeki temaslarının ardından Başbakan Tayyip Erdoğan'ı
Başbakanlık Resmi Konutu'nda ziyaret etti.
Seçimlerin rövanşı darbelerle alındı
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Reha Denemeç, AK Parti'den önce siyasi partilerin
yüksek oy aldığı seçimlerin rövanşlarının hep darbelerle alındığını savundu. Denemeç,
"2000'li yıllarda bir rövanş daha alınmaya çalışıldı fakat başarılı olunamadı. AK Parti'nin
güçlü şekilde halk iradesini yansıtması, vesayet sisteminin çarklarını tıkadı. 2002 ve 2007
seçimlerinin rövanşı alınamadı" dedi.
Çavuşoğlu görevi bırakıyor
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) genel kurulu kış dönemi toplantıları 23-27
Ocak'ta Strasbourg'da düzenlenecek. AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu, bu
toplantılar sırasında düzenlenecek seçimle, iki yıldır sürdürdüğü başkanlık görevine son
verecek. Çavuşoğlu, 1949 yılında kurulan Avrupa Konseyi'nde ilk defa Türkiye'den ve
Avusturya'nın doğusundaki bir üye ülkeden AKPM'ye başkanlık yapan siyasetçi unvanını
taşıyor.
Katsayılar belirlendi, en düşük memur maaşı 1.630 TL'ye çıktı
Memur maaş katsayıları, yüzde 2.68'lik enflasyon farkına göre yeniden belirlendi. En düşük
memur maaşı 1.630 liraya yükselecek. 9'un 3'ündeki bir öğretmenin maaşı 1.809 liradan,
1.865 liraya yükselirken, 8'in Tindeki bir polisin maaşı da 2.363 liradan, 2.434 liraya
ulaşacak.
Çocuğumu kandırıp dağa çıkardılar
Meclis, Çukurca'daki operasyonda öldürülen Sezer Arslan'ın babası Mehmet Arslan'ı dinledi.
Arslan, Sezer’in Hakkari'deki Anadolu lisesinde yatılı okuduğunu belirterek, 2 yıl önce
kaybolduğunu belirtti ve 'Aklım kesmiyor. Korucu ve Arap kökenliyiz. Kandırılarak dağa
kaçırıldı. Ama artık huzur istiyoruz" dedi. Komisyon Başkanı Naci Bostancı da ailenin
cenazede evine Türk bayrağı astığını hatırlattı.
’ın bazı haber başlıkları:
Açık ara Erdoğan
8
İKSARA'nın 2 bin 55 kişiyle yaptığı araştırmaya göre Cumhurbaşkanı Gül'den sonra halkın
yüzde 36'sı Köşk'te Erdoğan'ı görmek istiyor.
Başbakan'a muhalefet partilerinin tabanından da destek var.
İKSARA Araştırma Şirketi, yeni yılın ilk anketinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerini irdeledi.
TÜİK verilerine dayanarak seçilen sokak adreslerinden GSP örneklem belirleme yöntemiyle
yapılan araştırmada, 81 ilden 2 bin 55 kişiyle yüz yüze görüşüldü. 29 Aralık 2011 ile 6 Ocak
2012 tarihleri arasında gerçekleştirilen anketten çıkan çarpıcı sonuçlar şöyle:
- Açık uçlu yöneltilen 'Cumhurbaşkanı Abdullah Gül sonrası kimin Cumhurbaşkanı olmasını
istersiniz? sorusuna katılımcıların yüzde 36'sı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yanıtını verdi.
'Fikrim yok' diyenler ise yüzde 27 ile ikinci sırada yer aldı. Bu oranı, yüzde 6 ile Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç, yüzde 5 ile CHP Genel Bşkanı Kemal Kılıçdaroğlu izledi. MHP
Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi Köşk'te görmek isteyenlerin oranı ise yüzde 4 olarak
belirlendi.
- Katılımcıların partilere göre dağılımına bakıldığında Erdoğan'ın tüm parti seçmenlerinden
destek aldığı görüldü. Buna göre, AK Partililerin yüzde 65'i, MHP'li seçmenin yüzde 17.83'ü,
CHP'li ve BDP'li seçmenlerin yüzde 7.1'i, 'Başbakan Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı olarak görmek
istiyorum' cevabını verdi.
Tutukluluğa son günde itiraz
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, yasal sürenin son gününde İnternet Andıcı davası
kapsamında tutuklanmasına itiraz etti. Başbuğ'un avukatı Sezer, tutuklama kararının
kaldırılması talebini içeren itiraz dilekçesini, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sundu.
Başbuğ Yüce Divan istedi
İnternet Andıcı soruşturması kapsamında 'silahlı terör örgütü yöneticisi olmak' ve 'Darbeye
teşebbüs' suçlarından tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne gönderilen eski Genelkurmay Başkanı
emekli Orgeneral İlker Başbuğ, itiraz süresinin son gününde tutuklamaya itiraz etti. Başbuğ,
12 Eylül referandumuyla getirilen Anayasa'nın 148. maddesini gerekçe göstererek suçun
'görev suçu' kapsamına girdiği için mahkemenin 'görevsizlik' kararıyla dosyasını Yüce
Divan'a göndermesini istedi.
Önce aynı hakim, sonra da heyet
İlker Basbuğ'un avukatı İlkay Sezer, yedi gün içerisinde yapılması gereken 'tutukluğa itiraz'ı
sürenin dolumuna saatler kala dün öğle saatlerinde yaptı. Basbuğ'un tutuklanması kararını
alan nöbetçi İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Vedat Dalda'ya 'kararın gözden
geçirilmesi ve düzeltilmesine yönelik 20 sayfalık dilekçe verdiklerini belirten avukat Sezer,
aksi taktirde taleplerinin Dalda'nın yer almadığı 12. Ağır Ceza Mahkeme heyetince
incelenmesini istediklerini söyledi. Yargıtay Başsavcılığına gönderin Avukat Sezer,
dilekçesinde, 'darbe teşebbüsü ve terör örgütü yöneticiliği' ile suçlanan Başbuğ'a ifade işlemi
sırasında cebir ve şiddete ilişkin sorular sorulmadığını, soruların kuvvetli suç şüphesi
yaratmaya yeterli bulunmadığını, tutuklamanın haksız olduğunu, yeterli delil bulunmadığını
belirterek, tahliyesini istediğini kaydetti. Sezer, Anayasanın 148. maddesine göre Basbuğ'un
Yüce Divan'da yargılanması gerektiğini belirterek, "görevsizlik" talebinde bulunduğunu da
kaydetti. Bu nedenle Başbuğ hakkındaki soruşturma dosyasının Yargıtay Başsavcılığına
gönderilmesi talep edildi.
Savunmada Gül ve Erdoğan yok
Mahkeme ve savcılık sorgusunda Andıç uygulamasının kendisinden önce başlayan ve kendi
döneminde bitirilen bir uygulama olduğunu söyleyerek eski Genelkurmay Başkanlarını hedef
gösteren Basbuğ'un, itiraz dilekçesinde bu konuya ilişkin yeni belgeler de sunduğu iddia
edildi. İlkay Sezer, bir soru üzerine dilekçesinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın müvekkilinin tutukluluğuna ilişkin sözlerinden alıntı yapmadığını
kaydetti.
9
Her tutuklanan başbakan olamaz
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, "CHP lideri mazlum pozisyonuna
büründü. Duymuş ki cezaevine girince insanlar başbakan oluyorlar. 'Ben asılsam da,
cezaevine gönderilsem de' demeye başladı. Sanki yarın cezaevine girecek. Sayın Kılıçdaroğlu
cezaevine giren herkes başbakan olmuyor. Sinan Aygün de cezaevine girdi, başbakan falan
olmadı" dedi.
Temel Sağlık Kanunu kapıda
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, önemli bir kanun taslağı hazırladıklarını belirterek, "Devrim
niteliğinde değişiklikler geliyor Bu yıl sona ermeden yeni yasal düzenleme hayata geçecek"
dedi. Geçen yılın Türkiye'de sağlık sektörü açısından çok iyi geçtiğini söyleyen Sağlık Bakanı
Recep Akdağ, devrim niteliğinde bir Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın hayata geçirildiğini
açıkladı. Akdağ, "Öncelikle vatandaşa temas eden kısımlarda hızlı değişiklikler
gerçekleştirdik. Şimdi teşkilat yapımızı geliştireceğiz. Kanunu yaptık, ama uygulamayla ilgili
çok işimiz var" dedi. Akdağ, "1920-1928'li yıllardan itibaren yapılmış 20'ye yakın kanunu
toparlayarak bir Temel Sağlık Kanunu yapacağız. Bunun için hazırlıklar tamamlanıyor.
Bunlar sağlık hizmetlerinin verilmesini kolaylaştıracak" diye konuştu.
182'yi arayarak randevunuzu alın
Akdağ, geçtiğimiz yıl içinde 'Tam Gün' uygulamasının fiilen uygulandığını, bunun dışında
merkezi hastane randevu sistemine geçtiklerini söyledi. Akdağ, sistemi şöyle açıkladı: "182
numaralı telefonu arıyorsunuz. Seçtiğiniz bir doktordan bir randevu alıyorsunuz, eğer hangi
branşa müracaat edeceğinize karar veremiyorsanız operatördeki arkadaşımız yardımcı oluyor.
Ortalama bir günde 100-120 bin kişi sistemden yararlanıyor. Bu oran aciller dışındaki
başvuruların yüzde 20'sine denk geliyor."
’ın bazı haber başlıkları:
Darbe meslekî bir suç mu ki Başbuğ Yüce Divan'a gitsin?
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, İnternet Andıcı davasında tutuklanan eski
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la ilgili mahkeme polemiğine tepki gösterdi. Başbuğ'un
görev suçu nedeniyle değil, 'darbecilikten hapse gönderildiğine dikkat çeken Çelik, "Yüce
Divan'da değil, şu anda yargılanmakta olduğu mahkemede yargılanmalı." dedi. Çelik,
düzenlediği basın toplantısında isim vermeden Yüce Divan'ı savunanlara ise şu soruları
yöneltti: "42 adet internet sitesi oluşturup kirli propaganda yapmak ve yaptırmak... Bu,
meslekî suç mu? Darbeye teşebbüs etmek, zemin hazırlamak, hükümeti iskat ve ilga ile
ortadan kaldırmaya çalışmak, bunun neresi askerî suç?"
9 kişiden fazla yolcu taşıyan araçlara dijital takograf zorunluluğu geliyor
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, takograf sistemine yönelik mevzuat çalışmalarını
tamamladı. Düzenlemeye göre 3,5 ton ve üzeri yük taşıyan araçlar ile 9 kişinin üzerinde yolcu
taşıyan taşıtlara dijital takograf kullanımı zorunlu hale getiriliyor. Cihazların kalibrasyon ve
damgalama işlemlerine yönelik denetimlerin artırılmasının yanı sıra bu cihazlara yönelik
servis hizmetleri yeterli bilgi ve donanıma sahip yerler tarafından verilebilecek.
Düzenlemenin detaylarını açıklayan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, yeni
sistemle suistimallerin ve dışarıdan müdahalelerin önüne geçileceğini bildirdi. Ergün, "Sıkı
bir denetim ve düzenleme getiriyoruz. Bu düzenlemelerle, yük ve yolcu taşımacılığı yapan
araçların sebebiyet verdiği trafik kazalarını büyük ölçüde önlemeyi ve azaltmayı
hedefliyoruz." dedi.
10
Karşılıksız çeke hapsi kaldıran tasarı komisyondan geçti
Karşılıksız çeke hapis cezası verilmesi uygulamasını kaldıran kanun tasarısı Meclis Adalet
Komisyonu'nda kabul edildi. Yargıyı hızlandırması beklenen tasarıyla ilgili konuşan Adalet
Bakanı Sadullah Ergin, karşılıksız çek kesmekten dolayı cezaevinde bin 457 kişinin
bulunduğunu belirterek, "Yargıtay'daki dosya sayısı 217 bin 165, savcılıklar ile derece
mahkemelerinde ise 400 bin." dedi. Tasarıya göre çeki karşılıksız çıkan bir kişi zamanında
ödeme yapmadığı takdirde hapis cezası ile karşılaşmayacak. Bunun yerine 10 yıl süreyle 'çek
düzenleme ve çek hesabı açma yasağı' uygulanacak. Yasak kararını ise mahkeme değil
cumhuriyet savcısı verecek. Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek
düzenleyen kişiye, her bir çekle ilgili olarak uygulanan 1 yıla kadar hapis cezası, 300 TL'den
3 bin TL'ye kadar idari para cezasına dönüştürülecek. Karşılıksız kalan çek bedelinin, çekin
üzerinde yazılı bulunan düzenleme tarihine göre uygulanacak faizle birlikte tamamen
ödenmesi halinde, çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı yine cumhuriyet savcısı
tarafından kaldırılacak. Çekle ilgili yasaklılık kayıtları Merkez Bankası'nda tutulacak.
Komisyonda kabul edilen bir önergeyle, bankaların karşılıksız çek keşide edilmesindeki
sorumluluğu artırıldı. Buna göre, muhatap banka, ibraz eden düzenleyici dışındaki hamile,
süresinde ibraz edilen her çek yaprağı için, karşılığının hiç bulunmaması halinde; çek bedeli
10.000 lira ya da üzerinde ise 10.000 lira, çek bedeli 1.000 liranın alanda ise çek bedelini
ödemekle yükümlü olacak.
Belediye işçisi kılığında Erdoğan'ın evinin civarında kazı yaparken yakalandılar
Üsküdar'da Başbakan Erdoğan'ın evine yaklaşık 800 metre mesafede bulunan Nafiz Paşa
Konağı’nda ilginç bir olay yaşandı. MOBESE kameralarının tam altında 3 kişi tarafından
kazılan yaklaşık 2 metre derinliğindeki çukur, kazı bittikten sonra fark edildi. Şüphelilerin
kamufle olmak için kullandıkları konteyneri, vinçle götürmek isterken düşürmekti üzerine
olay ortaya çıktı. Bunun üzerine alarma geçen polis, Erdoğan'a yönelik suikast ihtimali
üzerinde durdu. Polis ekiplerinin güvenlik kamera görüntülerini incelemesi sonucu kısa
sürede yakalanan şüpheliler, define aradıklarını iddia etti. Emniyetteki ifadelerinin ardından
Üsküdar Adliyesi'ne sevk edilen şüpheliler, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Alınan bilgiye göre olay şöyle yaşandı: Belediye işçisi kılığındaki A.G. (46), N.G. (36) ve
İ.H. (31), Nafiz Paşa Konağı'nın, Erdoğan'ın kullandığı Kısıklı Caddesi'ne bakan tarafına
yılbaşı gecesi bir konteyner yerleştirdi. Şüphelilerin, dikkat çekmemek için "Biz belediye
çalışanıyız. Bu konteyneri soyunma kabini olarak kullanacağız." dedikleri belirtildi.
Şüpheliler, üzerinde "Türkiye" yazısı bulunan konteynere İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne
ait olduğu izlenimi vermek için de bir tabela astı. Konteynere girerken işçi tulumu giyen
şüpheliler, daha sonra konteynerin altını delerek define kazısı yaptı. Namazgah kısmının altını
oyan zanlıların işleri bittikten sonra konteyneri halatla kaldırırken düşürmeleri
yakalanmalarına sebep oldu.
JİTEM’in eski karargahında çıkan kafatası 8’e yükseldi
Diyarbakır'ın Suriçi semtinde, bir dönem JİTEM karargâhı olarak kullanılan binanın yan
tarafında 6 kafatası ve insan kemikleri bulunmuştu. Dün aynı bölgeden 2 kafatası daha çıktı.
Diyarbakır özel yetkili savcısının emriyle alanda kazı çalışmaları yoğunlaştırıldı. Burada
gömülü halde toplam 15 cesede ait kemiklerin bulunduğu iddia ediliyor. Bulunan kafatasları
ve kemikler, Kültür Bakanlığı tarafından açık hava müzesi haline getirilmek amacıyla
başlatılan restorasyon çalışmaları sırasında yapılan doğalgaz kazısında çıkmıştı.
11
’ün bazı haber başlıkları:
Gül: Sorumlu kurumlar karar verir
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yüce Divan konusunda sorumlu kurumların karar vereceğini
söyledi. Gül, kendi kanaatini ise Yüce Divan olarak açıkladı. Cumhurbaşkanı Gül, Kırgızistan
Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev ile yaptığı görüşmenin ardından ortak basın toplantısı
düzenledi. Gül, gazetecilerin Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğun nerede
yargılanacağına yönelik tartışmayla ilgili soruları üzerine, "Hukuk tekniğiyle ilgili bir konu.
Dolayısıyla ilgili makamlar karar verecektir. Benim şahsi kanaatim anayasadaki özel
maddenin daha geçerli olduğu yönünde Yüce Divan olarak. Ama nihayetinde bu, hukuk
tekniğiyle ilgili bir konu. Dolayısıyla ilgili makamların, ilgili sorumlu kurumların kararına
bakmak lazım" dedi. Gül, Başbakan Erdoğan'ın dile getirdiği 'Başbuğ'un tutuksuz
yargılanmasına yönelik yaklaşımı ise şöyle değerlendirdi: "Bu konulardaki fikirlerimi daha
önceden de biliyorsunuz. Sayın Başbakan'ın söylediği şeyleri ben de destekliyorum. Zaten bu
konuları daha önce de farklı yerlerde ifade etmiştim."
Erdoğan, Kuzey Ankara Projesi'ni inceledi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi bölgesinde
incelemelerde bulundu. Başbakan Erdoğan, Subayevleri semtindeki özel konutundan ayrılarak
Esenboğa Havalimanı yolu üzerindeki TOKİ ve Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından
ortaklaşa yürütülen Kuzey Ankara Kentsel Dönüşüm Projesi bölgesine geldi. Erdoğan'a
burada, TOKİ Başkanı Ahmet Haluk Karabel ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih
Gökçek tarafından projeyle ilgili brifing verildi. Erdoğan, brifingin ardından proje
kapsamında yapılan konutları ve çevre düzenlemelerini yerinde denetledi.
Kırgızistan Cumhurbaşkanı Atanbayev Türk birliği istedi
Ankara'da bulunan Kırgızistan Cumhurbaşkanı Atanbayev, Türkiye hakkında övgü dolu
sözler dile getirdi ve "birleşelim" çağrısında bulundu. Türkiye'de temaslarda bulunan
Kırgızistan Cumhurbaşkanı Atanbayev, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekillerine
hitap etti. Konuk Cumhurbaşkanı konuşmasında sık sık Türk kardeşliğine vurgu yaparak,
"Eski Türkler her zaman birbirlerini sırtlarını korumuşlardır. Geçmişimi unutmamalıyız ve
korumalıyız, işte o zaman geleceğimiz de parlak olacaktır'" dedi.
GÖKYÜZÜNDE BİR YILDIZ
Türkiye'ye ilişkin övgü dolu cümleler kullanan Atanbayev, "Türk devletleri için Türkiye
gökyüzünde bir yıldızdır. Gökyüzü bulutlarla kaplı olsa bile arkada bir yıldız vardır" diye
konuştu. Atanbayev, sözlerine şöyle devam etti. "Türk hükümetine yardım olarak Orta Asya
Türkleri Türkiye'ye 10 milyon altın göndermişti. Sonuçta birlikte Türkiye'yi koruduk. Sizin
için şehit olan atalarımızı unutmayınız"
BİRLEŞME ÇAĞRISI
TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile görüşmesinde de birlik ve beraberliğe vurgu yapan
Atanbayev, Türk Devletlerinin daha güçlü olması için birleşme çağrısı yaptı. Atanbayev, "En
gelişmiş en büyük ülke Türkiye ve birleşmek gerek bir liderin etrafında. Mesela Slav, Rum
ülkeleri birleşiyor, hiç olmazsa kültür olarak" diye konuştu.
10 ünlü Türk’ten biri çay olacak
Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, 2023 yılına kadar dünya çapında en az 10 marka
üretme hedefi koyduklarını, bu 10 markadan birinin de "Türk çayı" olacağını söyledi. Yazıcı,
"Türkiye'nin en önemli endüstriyel değerlerinden biri olan çayımızı, bir marka değer haline
getirmek, 'Yeşil Altın'ı hak ettiği konuma ulaştırmak hepimizin üzerine düşen sorumluluktur"
dedi. İç pazarda demleme çay yaygınken, Avrupa pazarında poşet çay talebinin daha fazla
12
olduğuna işaret eden Yazıcı, dolayısıyla pazara uygun ürün geliştirilmesinin bir ihtiyaç
olduğunu dile getirdi. Dünya çapında marka üretmenin aynı zamanda kendi kültürünü
tanıtmak ve transfer etmek anlamına geldiğini vurgulayan Yazıcı, "Turkish Tea olarak
adlandırılacak Türk çayı ve altında oluşacak markalarla, Türk çay içme kültürü ve diğer
geleneksel unsurlarımız dünyaya tanıtılacak" dedi.
Türkiye'yi BM kararları bağlar
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, dün İstanbul'da katıldığı "3. Ulusal Enerji
Verimliliği Forumu'nda gazetecilerin güncel sorularını yanıtladı. ABD'nin, petrol ihracatını da
etkileyecek şekilde İran'a yönelik yaptırım kararı almasını Türkiye açısından değerlendiren
Yıldız, şunları söyledi: İthalatımız sürüyor "AB ve ABD'de birtakım kararlar alındığı
söyleniyor. Bizim için BM'nin kararları bağlayıcıdır. Şu anda gerek Tüpraş gerek ithalat
yapan bütün yapı, normal işlemlerine, ithalatına devam ediyor. Bu konuda bize ulaşmış resmi
bir karar, resmi bir bildirim yok. Şu anda ithalatımız devam ediyor ve yol haritamızda bir
değişiklik yok."
Japonya azaltıyor
Öte yandan, Japonya'nın, nükleer programı konusunda Tahran'a karşı ABD yaptırımlarına
destek olmak amacıyla İran'dan petrol ithalatını azaltmaya başlayacağı bildirildi. Konuyla
ilgili lobi faaliyeti yürüten ABD Hazine Bakanı Timithy Geithner, Çin'den 'ret' yanıtı almıştı.
Bu yıl güneş yılı olacak
Enerji Bakanı Taner Yıldız, forumdaki konuşmasında yenilenebilir enerji üzerinde durdu.
Yıldız, “Bu yıl güneş enerjsi santrallerinin yapımına başlanacak. Rüzgarda lisanslanmış
projelerin toplam tutan 20 milyar dolar; bunları 2015e kadar tamamlamayı hedefliyoruz" dedi.
Hukukta evrak konuşur
AK Parti İstanbul Milletvekili Hakan Şükür, Türk futbolunun düştüğü durumun üzücü
olduğunu söyledi. Futboldaki şike skandalına değinen Şükür, "Yargıya olan saygımızı ve
ondan gelecek sonuca da katlanacağımızı söylemek zorundayız. Galatasaray’la da ilgili farklı
şeyler söylendi. Ama hukukta evrak konuşulur. Teknik takip sonucunda ortaya bir şeyler
çıktı. Galatasaray bunun içinde değildi. Ancak mahkemenin başlayacağı süreçte çok farklı
şeyler de duyabiliriz" dedi.
’ün bazı haber başlıkları:
MİT koordinasyonda daha aktif görev alacak
Başbakan Erdoğan, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) 85. kuruluş yıldönümü nedeniyle
teşkilatın Ankara Yenimahalle'deki kampusunda verilen resepsiyon ve sonrasındaki
toplantıda, MİT'e kurumlar arasında istihbaratın koordinasyonunda önemli görevler
düştüğünü söyledi. Cumhurbaşkanı Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Tayyip
Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, ilgili bakanlar ve yüksek yargı üyelerinin
katıldığı toplantıda; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, devlet erkânını teşkilattaki yeni yapılanma
ve projeler hakkında bilgilendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan da
birer konuşma yaptı. Erdoğan, konuşmasında istihbarat toplayan kurumlar arasındaki
koordinasyona ve iletişime dikkat çekerek "Bu koordinasyon terörle mücadelede başarılı
sonuçlar verdi. Bu eşgüdüm artarak devam etmeli" mesajını verdi. Oluşturulan İstihbarat
Koordinasyon Kurulu'nun çalışmalarına dikkat çeken Başbakan Erdoğan, yeni dönemde
MİT'in işlev ve sorumluluklarının artacağını söyledi. MİT, geçen hafta da medya
yöneticilerini ağırlamıştı.
13
Çelik: 27 Nisan'ın da hesabı sorulur
AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, düzenlediği basın toplantısında eski Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ'un yargılanmasına ilişkin soruları yanıtladı:
NERESİ ASKERİ SUÇ: Andıç hazırlamak, hükümete karşı 42 internet sitesi oluşturup burada
kirli propaganda yapmak ve yaptırmak... Sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bunları delil
kabul ederek AK Parti'ye karşı kapatma davası açacak. Bütün olup bitenleri kendi görevi
esnasında yaptığı bir suç, mesleği ile ilgili bir suç olarak değerlendireceksiniz. Bunun neresi
bir askeri suç, neresi meslekle ilgili bir suç?
YÜCE DİVAN; Verdiğiniz yanlış bir karardan dolayı memleketin felakete gitmesine yol
açtınız, sizi bundan dolayı Yüce Divan'da yargılarlar. Ben Başbuğ'un şu anda yargılandığı
yerde yargılanması gerektiğini düşünüyorum.
27 NİSAN: 28 Şubat'ta belki kimseye silah doğrultulmadı ama Sincan'da tanklar milletin
iradesinin üzerinden yürütüldü. 27 Nisan bildirisi de buna dahil. Kılıçdaroğlu diyor ki: "Niye
bu dönemi yargılamıyorsunuz?" Hükümetler yargılama makamı değil. 12 Eylül'ü
yargılayanlar, Ergenekon, Balyoz davasında bu ülkenin hâkimi, savcısı devrede olduğu gibi,
inanıyorum ki günün birinde bunların da hesabı sorulacaktır.
İBRETİ ÂLEM: Tüm darbeciler, darbeye teşebbüs edenler de, bir şekilde darbenin altyapısını
hazırlamaya çalışanlar da, ölüm döşeğinde de olsalar mutlak şekilde yargılanmalıdırlar, ibreti
âlem için bu böyle olmalıdır.
Taraf
’ın bazı haber başlıkları:
Esad'a müdahale edecekler
Rusya Güvenlik Konseyi Başkanı Nikolay Petruşev, bazı NATO ülkelerinin Suriye'ye
müdahale etme hazırlığında olduğunu tespit ettiklerini söyledi: Bu müdahalede Türkiye kilit
rolde olacak.
’in bazı haber başlıkları:
2B'nin 110 bin hektarı kamu binalarını kurtaracak
Orman ve Suişleri Bakanı Veysel Eroğlu, 410 bin hektarı buılunan 2B arazilerinin 110 bin
hektarında kamu arazilerinin bulunduğunu söyledi. Eroğlu, “2B arazilerinin satışı 300 bin
hektar üzerinden yapılacak” dedi.
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, "2B satışından gelecek gelirin kullanılacağı yerler
belli. Satılan arazini iki katı kadar alana orman yapacağız. Yani en az 600 bin hektar. Orman
köylülerin desteklenmesinde kullanacağız. Geri kalana çarpık kentleşmenin önlenmesi için
kentsel dönüşüm harcamalarına gidecek. 2012 yılının sonuna kadar bitireceğiz. Değeri düşük
olan arazilerin satışı belki 2013'e kalır" dedi. TBMM'ye sevkedilmesi beklenen 2B
arazilerinin satışını öngören tasarının hazırlık sürecinde ilginç bir gerçek ortaya çıktı. Orman
vasfını yitiren arazilere yerleşenler arasında çok sayıda kamu kuruluşu bulunuyor. Sahipleri
belirlenen 410 bin hektar 2B arazisinin, 110 bin hektarında kamu binaları yer alıyor. Satış
işlemleri 300 bin hektar arazi üzerinden yapılacak. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu,
son bir yıldır, 2B satışı konusunun gündeminin büyük bölümünü aldığını söyledi. Eroğlu, bir
grup gazeteciyle sohbetinde, twitter mesajlarında bile 2B'nin öncelikli olduğu belirterek,
"Çekler, Ay'dan arsa satın alacaklarmış, ben de twitt'e 'aman dikkat edin, 2B arazisi olmasın'
şeklinde yazdım" diye espri yaptı. Eroğlu, 2B arazilerinin satışıyla ilgili şunları söyledi:
14
Bankalar 2B kredisi verir
Burada en önemli çalışma, hak sahiplerinin belirlenmesiydi. Aylarca bununla uğraştık.
Simsarların devreye girmesi mümkün olmaz, çünkü hak sahipleri önceden belirlendi.
Vatandaş parasını hazırlamakla meşgul. Olmayanlara da bankalar kredi verir, görüyoruz
oralarda da hazırlık var. İpotekli tapuları verilecek. Çok hisseli arazilerde de hisseli tapu
verilecek. Mutlaka sorunlar çıkacak, ama çözüm için en geçerli yolu bulduk.
Evren'in rütbesi sökülsün
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yargının hükümetin emrinde hareket ettiği
iddialarına tepki göstererek, bazı yargı kararlarından zarar gördüklerini savundu. Günay,
"Yargı zaman zaman bizi zora koyuyor. Çok fikir birliği olduğunu düşünmüyorum. 1960'dan
sonra ciddi bir yargı devleti kurulmuştur. Hala da o devletin izleri var" dedi. Kanal A
televizyonunda önceki gün sorulan yanıtlayan Günay, özetle şunları söyledi: "Yargı eline erk
geçince 'birinci güç benim' demek ister. Şimdi onların izleri ortadan kalkmış değil. Siz
zannediyor musunuz tüm tutuklamaları sevinçle karşılıyoruz. 12 Eylül'den kalan bir yığın
insan var. Bu arkadaşlar 28 Şubat'ta brifinge gidip ayakta alkış tuttular. Biz yasaları
değiştirdik ama henüz zihniyeti değiştiremedik. 20-30 yılın tortusunu değiştirmek o kadar
kolay değil. Kenan Evren'in 90 yaşında değil, 70 yaşında yargılanmasını isterdim. Hakimin
karşısına da çıkmasını isterim. 12 Eylül ile helalleşmedi. Şili diktatörü Pinochet yargıdan
kurtulmak için bunak rolüne soyundu, hastaneleri dolaştı. Bakalım şimdi ne olacak? Kenan
Evren'in rütbelerinin sökülmesi ve unvanlarının da elinden alınması gerekiyor. Ben anlamam
'yaşlı başlı adamı. O yaşı tutmayan çocuklan astı, sorulduğunda da 'üzülmedim, elim
titremedi' dedi. Bunu söyleyen insan savcılığa çağrılıp birkaç dakika ayakta bekletilmeli,
'oturabilir miyim?' dedikten soma oturtulmalıydı
’in bazı haber başlıkları:
"Faiz lobisi lafı bankacılara değil 'spekülatörlere"
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Başbakan Erdoğan'ın faiz lobisine ilişkin sözlerini
bankacılık kesimi değil, bununla ilgili spekülasyon yapıp bundan para kazanmak amacıyla
Merkez Bankası'nın elini zorlaştırmak isteyenler için söylediğini belirtti.
'Türkiye artık güçlü'
Dünyanın her yerinde faiz lobisinin bulunduğuna dikkati çeken Çağlayan, "faiz lobisi"
ifadesinin lobiyi kötülemek amacıyla kullanılmadığının altını çizerek şunları kaydetti: "Faiz
lobisi, elbette kendi lobisini yapacak. Faizden para kazanan vatandaşlar değil spekülatif
şirketlerden bahsediyorum. Türkiye, eski Türkiye değil. Güçlü ekonomisi, siyasi istikran
güçlü bir Türkiye var."
Yargılama süresini kısaltmayı görüştüler
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, haftalık olağan görüşme çerçevesinde Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ile gündemde öne çıkan sorunları görüştü. . Gül, dün Çankaya Köşkü'ndeki haftalık
olağan görüşme çerçevesinde, Başbakan Erdoğan'ı kabul etti. Yaklaşık 1 saat süren
görüşmede, yargılama sürelerini kısaltmayı öngören yasa çalışması ile Irak'taki gelişme1er
üzerinde durulduğu öğrenildi. Gül, dün İran İslam Danışma Meclisi Başkanı Dr. Ali Larijani
ve beraberindeki heyeti de Çankaya Köşkü'nde kabul etti. Kabule, TBMM Başkanı Cemil
Çiçek de katıldı.
15
’nin bazı haber başlıkları:
Yargıyı etkileyene fezleke hazırlanır
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakam Faruk Çelik, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu için
dokunulmazlığının kaldırılması fezlekesi hazırlanmasının 'Yargıyı etkilemeden'
kaynakladığını söyledi. Gazetecilere açıklamalarda bulunan Çelik, "Kılıçdaroğlu'nun
fezlekeye konu olan sözleri etkileme mi, eleştirme mi? Ona bakmak lazım. Kılıçdaroğlu'nun
konuşmalarını etkileme saydığı için savcı fezleke hazırlamış. Ama bu bir kişi için geçerli
değil ki. Herkes için geçerli. Yargıyı etkiliyorsa kim olursa olsun fezleke hazırlanır" dedi.
Çelik, "Kişiler için fezleke hazırlanabilir ama bu fezleke milletvekilliği dönemi boyunca
ertelenmeli. Dokunulmazlık millet iradesini korumaktır. Kılıçdaroğlu'nun da varsa bir suçu
milletvekilliği bittikten sonra gider yargılanır" diye konuştu.
28 ŞUBAT’ IN DA HESABI SORULUR
Hüseyin Çelik, Çevik Bir önderliğindeki 28 Şubat ile Büyükanıt döneminin 27 Nisan bildirisi
için "Bir gün hesabı sorulur" dedi
GESTAPO GÜNLERİ GİBİYDİ
AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, darbeye teşebbüs edenlerin isimlerinin kamudan silinmesi
gerektiğini söyledi. 28 Şubat sürecini "Gestapo" dönemi diye tanımlayan Çelik "Tanklar
aslında milletin iradesinin üzerinden yürütüldü" diye konuştu.
İKİ MUHTIRAYI İŞARET ETTİ ? Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt zamanında
yayınlanan "27 Nisan bildirisi" için "O da buna dahildir" yorumunu yapan Çelik, Org. Çevik
Bir liderliğindeki 28 Şubat için de, "O dönemlerin hesabı da günün birinde sorulur" dedi.
Eski cumhurbaşkanlarına 2. defa seçilme yolu kapandı
TBMM Anayasa Komisyonunda, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısı kabul edildi.
Tasarıya, AK Parti milletvekillerinin verdiği bir önergeyle, Alt Komisyonda konulan geçici
maddede değişiklik yapıldı. Kanun değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten önce seçilen
cumhurbaşkanları, iki defa seçilememeleri kuralı dahil, Anayasanın değişiklik öncesi
hükümlerine tabidir" denildi. Böylece, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte Ahmet
Necdet Sezer, Süleyman Demirel ve Kenan Evren, yeniden cumhurbaşkanı adayı olamayacak.
Tasarıya göre, ayrıca, Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecek ve seçimler 5 yılda bir
yapılacak. Tek aday olması halinde, oylama referandum şeklinde yapılacak.
KÖŞE YAZARLARI
GAZETESİ
MUSTAFA ÜNAL
Büyükanıt Yargılanamaz Mı?
16
CHP'nin 'darbelerle sınavdan' geçerli not aldığı söylenemez. Ergenekon, Balyoz
davalarına bakışı zaten malum... Silivri'de tutuklu yargılanan iki ismi milletvekili yapmakta
sakınca görmedi.
12 Eylül darbesinin yargıya taşınacağına inanmadı. İddianame ortaya çıkınca da
davanın 'özel mahkemeler' yerine 'Yüce Divan'da görülmesi gerektiğini savundu. Eski
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yargılanmasına itiraz etti. CHP adına konuşan herkes
belgelere, iddiaların ciddiliğine, sanıkların ifadelerine bakmaksızın Başbuğ'un tutuklanmasına
tepki gösterdi. Sorunun 12 Eylül veya Başbuğ'un nerede yargılanacağına indirgenmesi doğru
değil. Darbecilere hesap sorulurken, sol bir partiden beklenen sürece destek vermesidir. Hele
bu konularda sicili pek parlak değilse daha hassas davranması arzu edilir. Toplumdaki algı
CHP'nin, darbecilerle içli dışlı olduğu yönünde... Bu algıyı kıramadı. Hâlâ 27 Mayıs'taki
rolünü silebilmiş değil. 12 Eylül ve 12 Mart'a ilkesel olarak değil kendisine dokunduğu
kadarıyla karşı. 28 Şubat, 27 Nisan müdahalelerine sempatiyle baktığı rahatlıkla söylenebilir.
Önceki gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile sohbet ettik, dikkat ettim 'darbelere,
darbecilere karşı keskin bir tavır' ortaya koyamadı. '12 Eylülcüler hesap veriyor ne iyi'
diyemedi. Hiç dokunmadı da değil. Ancak yeterli değil. Hükümete karşı internet andıcının
hazırlanmasını doğru bulmadığını söyledi sözgelimi. O siteleri 'hukuksuzluk' olarak da
niteledi. Sonra sözü Yaşar Büyükanıt'a getirdi. 'Büyükanıt da yargılansın' dedi. Hem internet
andıcından hem de 27 Nisan bildirisinden ötürü. Hatırlanacaktır, İlker Başbuğ da topu
Büyükanıt'a atmıştı. Savcıya verdiği ifadede 'İnternet siteleri onun döneminden kalma' dediği
medyaya yansıdı. CHP lideri 'Büyükanıt da yargılansın' sözünü 'darbecilerle hesaplaşalım'
çerçevesinde mi söyledi? Pek değil. Dolmabahçe görüşmesine atıfta bulanarak 'Onu
yargılarlarsa Dolmabahçe'de Başbakan'la ne konuştuğunu öğreniriz' diyerek konuyu başka bir
alana taşıdı. Kılıçdaroğlu, Dolmabahçe görüşmesinden dolayı Büyükanıt'a dokunulamayacağı
inancında. Yaşar Büyükanıt'a gerçekten dokunulamaz mı? İnternet andıcı veya 27 Nisan
bildirisi sorulamaz mı? Bildiriyi bizzat kendisinin kaleme aldığını itiraf etmişti. 27 Nisan'ın
siyasete müdahale olduğu konusunda şüphe olmadığına göre niye hesap sorulamasın? Dün
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'e 27 Nisan hatırlatıldı, o da 'Bunların
hepsine günün birinde sıra gelecektir' dedi. Çelik 27 Nisan bildirisinin doğrudan hedefi. O
dönem Milli Eğitim Bakanı idi. O bildiride Bakanlığın bazı icraatları sorgulandı. İki gün önce
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım'la gündemdeki konuları
konuştuk. Başta 12 Eylül olmak üzere darbelerle hesaplaşmayı anlatırken 'artık yapanın
yanına kâr kaldığı dönemlerin kapandığını' söyledi ve ekledi: 'İnsanların her yaptığıyla günün
birinde yüzleşeceğini biliyor olması o ülkede demokrasinin geliştiğini gösterir. Ya kendin
hesap vereceksin ya da biri sana hesabını soracak. Bu demokrasinin vazgeçilmezidir.' dedi.
Hiç kimse dokunulmaz değil. Yaşar Büyükanıt da... Dosyasının açılmasına
Dolmabahçe görüşmesinin engel olacağını sanmıyorum. Başbakan Erdoğan, kritik
dönemlerde İlker Başbuğ'la da iki saati aşan görüşmeler yaptı. Dolmabahçe'ye olağanüstü
anlam yüklenmesi doğru değil. Büyükanıt'ın, Başbakan'ın ifadeleriyle söyleyecek olursak 'bu
arınma ve darbecilerle hesaplaşma' sürecinden muaf tutulması için bir neden görmüyorum
ben. Darbeler ve müdahaleler en büyük darbeyi CHP'ye vurdu. Asker yeri geldi CHP'nin
rolünü çaldı, yeri geldi CHP'yi sahanın dışına itti. CHP ancak bu kıskaçtan kurtulabilirse yeni
ufuklara yelken açabilir.
İHSAN DAĞI
Kimse Kızmasın, Darbecime Âşık Oldum!
12 Eylül darbecilerinin yargılanmaya başlamasıyla oluşan sessizliğin farkında mısınız?
Haklarında hazırlanan savcılık iddianamesi mahkeme tarafından kabul edilenler sanki yoldan
geçen ihtiyarlar. Kenan Evren'in, gençler için 'asmayıp da besleyecek miyiz?' sözünü unutmuş
17
gibiler. Asılanlar arasında 'bir sağdan bir soldan' dengesini gözeten 'Evren Paşa'larını
sevmişler anlaşılan. Onun yargılanmasına yürekleri dayanmıyor. Çıkıp, 'iyi yaptı, darbe
gerekiyordu' diyemeyecekleri için de sessiz kalmayı tercih ediyor, bu tarihî olayı görmezden
geliyorlar.
Ne yaparlarsa yapsınlar, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması bir dönüm noktasıdır.
Biliyoruz ki artık darbe heveslileri rüyalarında 'Çankaya'yı değil, 'Silivri'yi görecek, darbede
'istikbal' aramak yerine işlerini yapacaklar. Ne siyasete ne de halka dayatmalarda bulunmaya
kalkışmayacaklar. Kalkışanlar bugün 'başarılı' olsalar bile yarın hesap vermek zorunda
kalacaklarını akıllarından çıkaramayacaklar. Yani, 12 Eylül'ün yargılanmasında mesele
sadece bir 'adalet' arayışı değil, ülkenin 'demokratik geleceği'ni sağlama alma ihtiyacıdır. Ha,
adalet az iş midir? Kesinlikle hayır. 12 Eylül 'boru değildir' ülkeyi altüst etmiş bir askerî
darbedir. Meclis kapatılmış, meşru hükümet düşürülmüş, siyasî liderler tutuklanmıştır, tüm
seçilmişler yerlerini askerlere bırakmıştır. 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin
kişi fişlenmiş, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Askerî yönetim boyunca kuşkulu
ölümlerin toplamı 419 kişidir. 50 kişi idam cezasıyla öldürülmüş, aralarında 3 bin 854
öğretmen, 120 üniversite öğretim görevlisi ve 47 yargıç da olan toplam 14 bin 509 memurun
işine hiçbir hukuki süreç işletilmeden bir emirle son verilmiştir. 350 bin kişinin pasaportları
alınmış, seyahat özgürlükleri yok edilmiş, siyasî partiler ve sendikaların yanı sıra 23 bin
dernek kapatılmıştır. Bu adamların 12 Eylül'ünde hukuk iğfal edilmiş, İstiklal Marşı
cezaevlerinde bir 'işkence aleti' haline getirilmiştir. Böyle bir tablo karşısında gecikmiş de
olsa 'adalet' talebi son derece meşrudur. Davaya müdahil olmak isteyen binlerce kişiyi
dinlemeye başladığımızda mağduriyetin, eziyetin, işkencenin boyutlarını bir kez daha
göreceğiz. Bunları görmek istemeyenler, örtbas etmeye çalışanlar da olacak tabii. Bir de
hukuk dışına çıkanlara hukuk içinde hesap sorulmasını bile 'rövanş' olarak niteleyenler var.
Demokrasi ve hukuk devletini kurumsallaştırmaya çalışan herkese 'rövanşist' damgası vurarak
sindirme çabasının işe yaramadığını kimse söyleyemez. Sinenlerimiz hiç de az değil ayrıca.
Bunlar, tescilli darbecilere ve darbe girişimcilerine bugün destek çıkarken ideolojik bir
'rasyonalizasyon' yapıyorlar. Bir yandan 'hoşgörü' adı altında verdikleri desteği 'rövanşist'
olmadıklarının ispatı olarak gösteriyor, 'demokrasi sevdası' estiriyorlar, öte yandan da 'devlet'e
sahip çıktıklarını iddia ediyorlar. Rasyonalizasyon dediğim şey işte bu 'devlet'le ilişkide gizli.
İtiraf etmek kolay değil ama, Kenan Evren'i 'devlet büyüğü' olarak görüyorlar. Miras aldıkları
'devlet fetişizmi' yeniden canlanıyor. 12 Eylülcüleri de andıççıları da savunmalarının nedeni
'devlete saygı'. Kenan Evren dahil 'devlet büyükleri'ni mahkeme önünde görmeye yürekleri
dayanmıyor.
Dayansa da, dayanmasa da 12 Eylül'de darbecilerin yargılanmasının önünü açan
anayasa değişikliği halkın yüzde 58 oyuyla kabul edildi. Yargı da bunun gereğini yapmak
zorunda. Darbecileri 'af' da bir taleptir, tartışılabilir. Ancak halk darbecileri affedecek olsaydı
12 Eylül referandumunda 'hayır' derdi. İşkencelerden geçirilenler, ölenler, öldürülenler, hâlâ
yaşadıklarının travmasını atlatamayanlar adına halk 12 Eylülcüleri mahkûm etti... Şimdi
kimse mağdurlara 'rövanşist olmayın' deme hakkına sahip değil. Üstelik darbecilerin
yargılanması neden rövanş olsun ki? Aydın Engin'in nitelemesiyle bu 'inatçı demokratların
zaferi'dir. Sonuçta benim hâlâ anlamadığım şudur: Ne oldu da darbelerden, andıçlardan,
fişlemelerden, akreditasyonlardan mağdur olanlar bugünlerde 'aman askere dokunmayın'
saflarına katıldı? Çok şey yakıştırıldı şimdiye kadar; ama, bu da bir tür 'Stockholm sendromu'
olmasın?
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE
12 Eylül Mağduru Olarak...
18
Ben de 12 Eylül mağduruyum. Darbe olduğunda 24 yaşımdaydım. DPT'de uzman
olarak çalışıyordum. İşimden oldum. Toplam iki senem gıyabî ve vicahî tutuklu olarak geçti.
Mamak Askerî Cezaevi'nin A Blok 4. Koğuşu'nda yatarken, oradan sağ çıkmamın imkânsız
olduğunu düşünmüştüm. Darbenin eziyetini, zulmünü, haksızlıklarını bire bir yaşadım. Dayak
yedim. İşkence gördüm. Aşağılandım. Geleceğim elimden alındı; gadre uğradım.
Sorulacak hesabım, 12 Eylül'le gelen zulümle sınırlı değil. Özellikle 78 sonrasında
yükselen şiddetin, darbe şartlarını olgunlaştırmak için uygulandığını tek tek somut
örnekleriyle biliyorum. Fakülteyi bitirebilmek için çok zorluk çektim. Arkadaşlarımı kara
toprağa verdim. Birçok arkadaşım ailelerinin baskısıyla pes edip öğrenimlerini yarım bıraktı,
istikballerinden oldu. Kendi aileme sıkıntılar çektirdim. Anneme yaşattığım evlat kaygısı,
geriye dönüp bakınca bana daha fazla üzüntü veriyor. Bütün bunların sorumlusu olarak o
dönem vuruştuğumuz solcuları değil, darbecileri suçluyorum. Bugün 12 Eylül darbecilerinin
yargılanması yine de bende bir intikam hazzı uyandırmıyor. 32 sene, çok uzun bir süre.
Hayata yeniden tutundum. Acılarımı unuttum. Birkaç yıl sonra boğazlı kazak giymeye bile
alıştım. Uzun süre, idam fobisiyle boğazımı saran şeyler giyememiştim. Hayat normalleşti.
Geçmişe bir sünger çektim. Her şey geride kaldı. Ama gelecek önümüzde uzanıyor: Bugün 24
yaşında, 12 Eylül'de benim olduğum yaşta olan, gençlerin; bizden sonraki kuşakların hayatı.
Geçmişte bize yaşatılanları affetme hakkımız var. Ama bu acıları yaşayanların geleceğe karşı
sorumluluğu daha fazla. Bizim yaşadıklarımızı bizden sonraki kuşakların yaşamasına engel
olamıyorsak yazık bizlere. Şayet ülkeyi darbeci yönetecekse hukuksuzluğa, kargaşaya,
eşkıyalığa ihtiyacı var. Yoksa silahını üstümüze doğrultup bizi yönetemez. Bu yüzden ortalığı
karıştırmak ve kan dökmek zorunda. Binlerce genç 12 Eylül'den önce darbecilerin iktidarına
bahane olmak için öldürüldü. Önleyecek birileri iktidara gelsin diye anarşi üretildi ve topluma
egemen kılındı. Bu hesabın sorulması lâzım. Sormazsak tekrarlanır. Aklının kenarından,
zihninin ucundan, rüyalarının kuytularından darbe hayali geçenlere bu dünyayı zehir
etmeliyiz. Başta ordumuzu, sonra toplumun her kesimini darbecilerden ve darbecilerle iş
tutarak ikbal arayanlardan temizlemeliyiz. Onlar için cehennem bu dünyada gerçekleşmeli. 12
Eylül darbecilerinin yargılanması işte bu yüzden geçmişte kalan bir hesabın görülmesinden
ibaret değil. Bugünümüzün ve geleceğimizin silahlı eşkıyaların tasallutundan muhafazası
anlamına geliyor. Bu dava sonuna kadar görülmeli. Kanun çıkartılmalı, bugün hayatta
olmayan darbeciler de yargılanmalı. Unvanları, itibarları geri alınmalı. Yedi kuşak ahfadı,
darbeci torunu olmaktan hicap duymalı.
Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan her on generalden ikisi cezaevinde
tutuklu bulunuyor. Hepsi, darbeye teşebbüsten yargılanıyor. Suçlu olup olmadıklarına
mahkeme karar verecek. Bize, darbe endişesinden uzak yaşamak bile yetiyor. Toplum
huzurlu. Geleceğimizden eminiz. Üstelik, Türk ordusu darbe ithamlarından arınınca daha iyi
hizmet veriyor. 'Terörle mücadele zaafa uğrar' eleştirisine karşılık aylardır Güneydoğu'da
görev yapan askerler tam tersini ispatlıyor. Darbe töhmetinden kurtulmuş bir ordu, aslî işini
hakkıyla yapmaya başlıyor. Bu aydınlık günlere, bundan tam 16 ay önce yaptığımız anayasa
referandumu sayesinde geldik. O gün itiraz edenlerin ve hayır kampanyası yürütenlerin
şapkalarını önlerine koyup her şeyi yeniden düşünmeleri gerekiyor. Darbe karanlığı,
muhalefetin de sıkışıp kaldığı dar alan. Kurtuluş, kendilerini var eden ve önlerini açacak
demokraside. 'Her darbe, kendine göre şartları olgunlaştırma süreci oluşturuyor.' diyor, dünkü
Zaman'da Ali Akkuş. Bizim kendimize göre her türlü darbeyi önleme yöntemimiz ise tek.
Anayasal kuralları, istismara el vermeyecek şekilde sağlam tutmak ve geçmişte darbe
yapanları yargılamak. Şu anda yaptığımız da bu değil mi?
GAZETESİ
19
ÖZLEM ALBAYRAK
Paşalar ve Darbeler: Velev Ki Sembolik Olsun
Üzerinden bir haftadan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen gazete sütunlarında
hala, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklu mu, tutuksuz mu yargılanması
gerektiği tartışılıyor.
Oysa, demokrasi kültürünü içselleştirmiş ve "hukuk önünde her birey eşittir"
düsturunu benimsemiş bulunan bir ülkenin evlatları olsaydık, Başbuğ'un tutuklu mu tutuksuz
mu yargılanması gerektiğini, söz konusu suçu işlediği öne sürülen bir onbaşının "tutuklu mu,
tutuksuz mu?" yargılanması gerektiğini tartışacağımız kadar tartışıyor olurduk. Bu konuyu,
yani "tutuklulanma koşulları"nı ilkesel olarak eleştirenlere ya da tartışanlara elbette hiçbir
sözüm yok, ancak medyanın çoğunluğu, eski Genelkurmay Başkanı'na otomatikman bir
"geçiş üstünlüğü" hakkı vehmederek, özel bir statü biçerek ve kafasının arkasında dönüp
duran "koskoca Genelkurmay Başkanı, hapse atılır mı yahu?" iç sesiyle itiraz ediyor. Halk
arasında "vesayetçi kafa" dediğimiz bu tür mensubu gazeteciler sözgelimi halihazırdaki
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e Kürtçe eğitim ve kamusal alanda kullanımına ilişkin
soru yöneltip, aldığı cevabı da "haber" diye gazetesine gönderebiliyor, o gazeteler de bunu
yayınlayabiliyor. Bin kere söylendi ama anlaşılmamış olabilir diyerek altını çizelim ki;
Genelkurmay Başkanı'nın siyasi demeçler vermesi, suçtur. Siyaset hakkında soru sormak ve
alınan cevabı yayınlamak da gazetecilik değildir ve gayri hukuki bir durumun izharıdır.
Dolayısıyla, İlker Başbuğ'un tutuksuz yargılanması gerektiğini söylemeyenler, bu konuyu
hukukun takdirine bırakmış olanlar, askere "kin" ya da "nefret" duyduklarından dolayı değil;
olsa olsa sivilleşme adına, demokrasinin gelişmesi adına, Türkiye'de sivil-siyasal iktidarın
yanında bir vesayetçi iktidar odağı bulunmasına karşı durmak adına, sembolik bir karşı çıkış
olarak susmakta ve yargının kararına itiraz etmemektedir. "Sembolizmi" yabana atmayın, 12
Eylül askeri darbesini yapanların yargılanmasına önümüzdeki günlerde başlanıyor ve
üzerinden 32 yıl geçtikten sonra açılan bu dava elbette "sembolik" olma niteliği taşıyor.
Ancak, bu ülkeye kötülük edenlerin ve binlerce insana zulmedenlerin mahkeme önüne
çıkarılması basit bir hesaplaşma değil, mevcut toplumsal ve siyasal düzenin
demokratikleşmesinde önemli bir virajdır. Tıpkı "siyasal iradeyi yıpratmak amacıyla internet
andıcı hazırlamak" suçu isnat edilen bir eski Genelkurmay Başkanı'nın 'tutuklanması' gibi...
Daha önce de yazmışlığım var: Wikipedia'dan alıntıyla darbecilik, "Nürnberg Şartı ile kabul
edilmiş ve devletlerin kendi kanunlarında yer almasa bile suçun oluşumu halinde takip etmek
zorunda oldukları uluslararası hukukun buyruk kuralı niteliğine sahip insanlığa karşı suçlar"
kapsamındaki kanunsuzluklardan biridir. Ve bu ülkeye ettiği sadece, insanlara işkence edilen,
bazısının işine, kimisinin eğitimine, bazılarının da hayatının tamamına malolacak kararların
uygulandığı bir düzen tesis etmek değildir. Darbecilik aynı zamanda, bugün tezahürleriyle
boğuştuğumuz, habis bir hastalık gibi ülkenin tüm kurumlarının kılcal damarlarına kadar
yayılmış olan vesayet rejiminin sağlamlaştırıcısı olan adrestir de... Cuntacıların sözkonusu
özgüveninin yokolması için elinden geleni ardına koymamak ve yaptıklarından pişman
olmalarını sağlamak ise, bir insanlık görevidir. Velev ki sembolik olsun... Nitekim bugün
"Koskoca eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, kaçacak mıydı yani? Neden tutuklandı
ki?" diye soranlar; 12 Eylül'le ilgili soruşturma açıldığında da Kenan Evren için "Eli ayağı
titreyen, yürümekten aciz bir ihtiyarcık" diyes soruşturma sürecine karşı çıkmış, 12 Eylül'ü
yargılamayı gereksiz bulmuşlardı. 12 Eylül davası da, eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un
tutuklanması da kanaatimce yanlış değildir. Elbette, hesaplaşma burada bitmeyecekse, 28
Şubat darbesi ve 27 Nisan muhtırasıyla da yüzleşilecekse...
Yani ki 27 Nisan muhtırası nedeniyle Yaşar Büyükanıt ve Çevik Bir başta olmak üzere
28 Şubat post-modern darbesinin mimarları da hesap vermedikçe Başbuğ'un "andıç"
nedeniyle tutuklanması hem "haksızlık" anlamına gelecek, hem de Türkiye'nin "darbelerle
hesaplaşması" ihtimalinin önüne geçecektir ki, bu sivilleşme yolundaki bir ülke için korkunç
20
bir seçenektir. Bizim, yani Türkiye'nin normalleşmesini isteyenlerin, elimiz yettiğince
takipçisi olması, dilimiz döndüğünce söylemesi, nefesimiz yettiğince bağırması gereken de
şey de budur.
MEHMET ŞEKER
"Kötü Bir Şey Yapmışız Netekim" Desinler Yeter
Başbakan, Genelkurmay Başkanı'nı anayasayı ihlal etmekle suçlayınca, ordu
Başbakan'ı sert bir dille uyardı: "Bu hamleler ciddi sonuçlar doğurur." Durun, hemen telaşa
kapılmayın. Olay Türkiye'de değil, Pakistan'da geçiyor. Çok şükür, biz kızamık ve kabakulak
gibi o işleri de geride bıraktık. Artık anayasa ve kanunlar ihlal edilince hesabı soruluyor.
Bazıları otuz küsur yıl kadar geç bile olsa.
12 Eylül darbecileri Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya da nihayet mahkeme yolunda.
Konsey üyesi olan diğer kudretli komutanların ömrü bugünlere yetmedi. Evren ve Şahinkaya
için müebbet isteniyor ama davanın ne zaman biteceği bilinmez. Fazla uzun sürmese, çabucak
sonuçlansa da en az birer günlüğüne cezaevinin havasını solusalar. İntikam, rövanş meselesi
değil bu.Sadece oraların nasıl bir yer olduğunu görmeleri iyi olur. Darbe döneminde
milyonlarca insana yaşattıklarının bir damlasını yaşamaları gerekmez mi? Cezaevinde yapılan
işkenceler belgesel şeklinde ekrandan gösterilse yeter. Darbeciler yaşı ufak olanları mahkeme
kararıyla büyültüp ipe göndermişlerdi. Biz de bunların yaşını mahkeme kararıyla ufaltıp
asalım demiyoruz. Yaptıklarının yanlış olduğunu idrak etmelerini istiyoruz. Bir gram
pişmanlık hissetsinler, "Hakikaten kötü bir şey yapmışız netekim" desinler. Dövüş kazanmış
horoz gibi dolaşmasınlar ortalıkta. Bugünlere yetişemeyip göçenlerin de mezarına törenle
birer bardak su dökülsün. "Yaşasaydı, darbe suçundan mahkûm olacaktı" notu eklensin
onların taşına. Aynı şey, 27 Mayıs darbecileri için de geçerli olmalı. Tarih önünde yargılanıp
suçlu muydular, suçsuz muydular karara bağlanmalı. Darbe yapmak şerefli bir iş midir, değil
midir, hukuka göre durumları nedir, ortaya konulmalı. Ve tabii, 28 Şubat. Hiç geciktirilmeden
dava açılmalı. Sonra tereddütsüz 27 Nisan. Yahu görüyorsunuz değil mi? Az daha
beklenseydi, takvimde boş gün kalmayacak, her güne bir darbe düşecekti. Henüz hazırlık
aşamasındayken, olgunlaşmadan açığa çıkarılan darbe hazırlıkları belli bir darbe gününde
karar kılamadıkları için onları Balyoz, Çekiç, Sarıkız, Ayışığı gibi isimlerle anıyoruz.
Başarılabilseydi, onların da birer güne olacaktı. Allah bilir, bazılarının içinden o günleri
bayram ilan etmek bile geçerdi. Yıllar önce 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için harekete
geçen Savcı Sacit Kayasu, iddianame hazırlayınca meslekten atılmıştı. Şemdinli Savcısı
Ferhat Sarıkaya da aynı şekilde meslekten ihraç edilmiş, avukatlık yapması bile engellenmişti.
Bir tek boğazına sarılıp sıkmadıkları kalmıştı. Bugün 12 Eylülcüler yargılanıyor ve Şemdinli
sanıkları 40'ar yıl hapis aldı. Şimdi yapılması gereken, bu cesur savcıların heykelini
dikmektir.
Bu arada Mustafa Karaalioğlu'nun dikkat çektiği bir husus var. 12 Eylül'ün en ateşli
muhalifi olan Cumhuriyet gazetesinin yıllar içinde geldiği noktaya bakın. Evren ve
Şahinkaya'nın yargılanmaya başlamasını kibrit kutusu büyüklüğünde verdi. E5'teki bir trafik
kazası bile daha geniş görülü-yor kimi zaman o gazetede. Hâlbuki Cumhuriyet'ten tam
sayfalık dev gibi bir manşet beklenirdi. Acaba 12 Eylül'ün hesabı sorulmaya başlandığında,
arşivlerindeki yıllar öncesine ait nüshalara bakmakla mı yetindiler Cumhuriyet'teki
arkadaşlar?
GAZETESİ
FEHMİ KORU
21
‘AKP Ne Yapmak İstiyor?’ Diye Soranlara...
Hükümetler, iktidarda bulunan partiler bazen kolaya saparak kaybederler. Vesayete
karşı direnmek zor gelir, derin devletle mücadele etmek de öyle; iş dünyasının azgın
taleplerine direnmek, medyanın boğucu baskısını göğüslemek yürek ister... Pek çok hükümet
bunları göze almak yerine kestirme yola sapıp iktidarını kaybetti bizim ülkede...
Ne dersiniz, bugüne kadar karşısına çıkan seçeneklerden hep zor olanı tercih ederek
gelmiş Ak Parti, tam da bu noktada, ‘kaybedenler kulübü’ne namzet mi oldu? Soru bana ait
değil; Ak Parti’ye destek verdiği bilinen bazı çevrelerin iddialarını yansıtıyor sadece...
Dedikleri şu: Ak Parti iş dünyasını önemsizleştirerek, medyayı dizginleyerek, diğer güç
odaklarını hizaya getirerek gücünü pekiştirdi, en son askerin bileğini büktü; yargı da elinde
görünüyor... Şimdi artık kendisi ‘devlet’... Bu tespitten hareketle yapılan Ak Parti’nin
cazibesini kaybedeceğine dair yorumların bini bir para... Kendisinden önceki pek çok iktidar
kolay yola sapıp güç odaklarıyla anlaştığı için kaybetmişti; iddia o ki, Ak Parti zorluklara
dayanıp kazanmışken kaybedecek... Bu beklentilerinin kanıtı, Uludere’de 34 canın kaybına
yol açmış hatanın üzerine gidilmemesiymiş... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “İlker Başbuğ
tutuksuz yargılanmalıydı” sözü de bir başka kanıt olarak sunuluyor. Yakın geçmişte 12 Eylül
(1980) darbecileri yargı önüne götürülmediği, dönemlerinde yanlış işler yapılmış
Genelkurmay başkanları koruyup kollandığı için eleştirenler, şimdi Uludere’ye ilgisizlik ve
‘tutuksuz yargılama’ temennisine takmış durumda. Lâfı fazla dolaştırmadan söyleyeceğimi
söyleyeyim: Ak Parti’nin başarısı, her şeyin önüne milletin tercihlerini koymasından
kaynaklanıyor; başarısızlık ancak milletin nabzını tutamaz hale gelirse söz konusu olur.
Uludere’de yaşananlar herkesi üzdü; o kadar insanın hayatına mal olan hatayı yapanlar hesaba
çekilmeden milletin rahat edeceğini sanmam... Asker... MİT... Amerika... İsrail... Kaçaktan
dönen insanları terörist olarak gösteren istihbarat hangisinden geldiyse bunun hesabını
mutlaka vermelidir, verecektir de... İlker Başbuğ’un ‘tutuksuz yargılanması’ temennisi
Ergenekon sürecini zedelemez; tam tersine o sürecin daha makul bir düzleme oturmasına
sebep olur. Öfke, kin, intikam, rövanş gibi duygular üzerine değil, adalet çerçevesinde
hesaplaşma arzusu üzerine oturduğu taktirde Ergenekon ve ilgili davalar, verilecek kararlar
vatandaşlar tarafından daha büyük coşkuyla karşılanacaktır. Suçlar ve suçluların üzerine taviz
verilmeden gidilmeli, ancak adaletten de şaşılmamalıdır. Bitmek bilmeyen yargılamalar,
cezaya dönüşen tutukluluk halleri, ülkenin imajını karartan fikir özgürlüğüne ilişkin yanlış
uygulamalar birkaç çağdışı yasa maddesi yüzünden; onların bir ‘reform paketi’ içerisinde
değiştirilmesi başta savcılar ve yargıçlar olmak üzere herkesi rahatlatacaktır.
Cezaların amacı kişilerden intikam almak değil, başkalarını benzer suçlar işlemekten
caydırmaktır. Silivri davaları sona erdiğinde, Türkiye daha demokrat, daha özgür, daha insan
haklarına saygılı, asker-sivil ilişkileri daha düzgün bir hukuk devleti olmuşsa, yaşanan süreç
işe yaramış demektir. Kürt sorunu da çözülecek, merak etmeyin.
AHMET KEKEÇ
Tutuklu Gazeteciler, Öyle Mi?
Başlangıçtan beri şu görüşü savundum: Nedim ve Ahmet, “Oda TV iddianamesinin”
en zayıf halkasını oluşturuyorlar; tutuklu yargılanmaları hem iddianamenin ciddiyetine halel
getiriyor, hem de “basın özgürlüğü” konusunda sıkıntılı bir görüntü oluşturuyor.
Bunları yazıp duruyorum. Hem yazıyorum, hem de bulunduğum televizyon
mecralarında dile getiriyorum. Fakat, bu iki gazeteci arkadaşımızın tutuklanmalarına neden
olan eylemlerini (yani tutukluluk getiren “gazeteciliklerini”) onaylıyor muyum? Hayır.
Sınırları zorlayan bir gazetecilik bu... İlginç bir gazetecilik... Faraza Ahmet Şık... Kendisini
tanımam ama imzasını bilirim... Takdir ettiğim de bir gazeteci-muhabirdir Tutuklanmasına
gerekçe olarak gösterilen “İmamın Ordusu” kitabını okudum. Kusura bakmasın ama bir
araştırma kitabından çok, “ödev kitabı”na benziyor. Hayır, “yazdırıldı” demiyorum... Kitap,
22
bir operasyonun parçası gibi görünüyor... Sanki, devlet içinde yer tutmaya çalışan ideolojik
bir grubun hissiyatını (beklentilerini) seslendiriyor; dahası, sinir uçlarıyla oynuyor ve durduk
yerde “cemaat-siyaset” ya da “asker-polis” tersleşmesi yaratmaya çalışıyor ya da bu
tersleşmeden ekmek yiyecek kesimlere (misal, Ergenekon çevrelerine) servis yapıyor. Hayır,
elbette “tutukluluk” getirecek vahamette bir olay değil. Hemen salıverilmeli, yargılanması
“tutuksuz” devam etmeli ama elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, böyle bir gazetecilik olabilir
mi? Devletin derinliklerinde “manipülasyon yapmak” gazetecilik midir? Karşıtlıklar ve
tersleşmeler yaratmak yahut “kurumsal düşmanlıklara” zemin hazırlamak gazetecilik midir?
Bir kesimin inanç ve değer tercihlerini yargılamak, bu yargılama çerçevesinde ideolojik
gruplara alan açmak gazetecilik midir? Mustafa Balbay için de aynı şeyleri söyleyebilirim.
Balbay’ın eksileri daha fazla. Darbecilerle görüşmeyi, onlardan akıl almayı ya da onlara akıl
vermeyi rutin hale getirmiş. Bir yazısından, kitabından yahut düşüncesinden dolayı içeride
değil... Darbecilerle basbayağı teşrik-i mesai halinde yakalanmış... Tutuklanmasına neden
olan günlüğünde, kimlerle temas kurduğunu, “hangi şartlarda gelmelerinin daha uygun
olacağını”, ne tür bir koordinasyon faaliyeti içinde bulunduğunu, hangi manşeti (haberi)
nereden süzdüğünü, hangi generale hangi akılları verdiğini anlatıyor uzun uzun... Balbay da
salıverilmeli, milletvekili seçildiği için parlamentoda yemin etmesi ve “yasama faaliyetine”
katılması sağlanmalı ama tekrardan elinizi vicdanınıza koyun:
Bu Mudur Gazetecilik?
Şu sıra refiklerimizi, “tutuklu gazeteciler” konusunda acul bir gayret içinde görüyoruz:
Yürüyüşler yapıyorlar, yazılar yazıyorlar, açık oturumlar düzenliyorlar, savcı ve yargıç
pataklıyorlar, hükümete veryansın ediyorlar, Meclis Başkanı’na laf sokuyorlar, “Kuzey Kore”
eşleştirmeleri yapıyorlar, “Bunlar gazetecilik yaptığı için içeride değil” diyenlere hakaretler
yağdırıyorlar... İyi yapıyorlar... Ben de kısmen destekliyorum. Peki bu acul arkadaşlarımız
darbe mesailerini onaylıyor mu? Balbay’ın ve Şık’ın “gazeteciliklerini” onaylıyor mu? Oda
TV ve çevresini onaylıyor mu? “İtibarsızlaştırma çetesini” onaylıyor mu? Müstear isimlerle
sağa sola yazı yazıp, bir de bu marifetini “İsmail’in anasını bilmem ne yaptım” diyerek
pazarlayan çete bakiyesini onaylıyor mu? Şantajcıları, kolpacıları, Halk Tv pazarlıkçılarını ve
tuzakçılarını onaylıyor mu? Bir vicdan ve ahlak taşıyorlarsa, bu sorulara cevap verirler.
MEHMET OCAKTAN
Erdoğan’ın Demokrasi Sınavı Hiç Bitmez Mi?
Ak Parti iktidara geldiği günden bu yana, değişik çevreler değişik gerekçelerle
iktidara, özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’a karşı zaman zaman eleştiri sınırlarını da
aşarak saldırıya dönüşen bir tavır sergiliyorlar. Elbette demokratik toplumlarda iktidarlar, her
zaman eleştirinin hedefinde olurlar ve bundan daha doğal bir şey de olamaz.
Erdoğan’a karşı ideolojik tavır içinde olanların karşıtlıklarını hatta hakaretlerini bu kan
uyuşmazlığı ile izah etmek mümkün. Zaten başka türlüsünü beklemek de anlamsız olur.
Ancak, farklı yerlerde duran, kendilerini demokrat, liberal zaman zaman da muhafazakar
olarak tanımlayan yazar, gazeteci ve aydınların Başbakan Erdoğan’ı adeta sürekli bir
“demokrasi sınavı”na tabi tutmaları biraz izaha muhtaç bir durum. Başbakan Erdoğan, 9 yıllık
iktidarı boyunca demokratikleşme ve insan hakları bağlamında ne yaptıysa bu demokrasi
müfettişlerine bir türlü kendisini beğendiremedi. Kuşkusuz, insanoğlu her zaman daha iyisini,
daha mükemmelini isteyecektir. Ancak, hakkaniyet ve insaf diye de bir şey var. Neden
Erdoğan’ın her demokratikleşme adımının arkasından hemen ama... diye başlayan eleştiri
cümleleri kurulur, bahaneler üretilir doğrusu anlamak mümkün değil. Unutmayalım ki, 9 yıl
öncesine kadar Türkiye, faili meçhullerle, provokasyonlarla, siyasi cinayetlerle ve
işkencelerle anılan bir ülkeydi. Bütün bu karanlık yapılanmaların üzerindeki örtüyü Tayyip
Erdoğan kaldırmıştır. Geçmişte adını bile anmanın suç olduğu Dersim katliamı için devlet
adına özrü Tayyip Erdoğan dilemiştir. Yıllardır bir tabuya dönüştürülen ve giderek kangren
23
haline gelen Kürt sorunu konusunda cesur adımlar AK Parti iktidarı tarafından atılmıştır. Hiç
öyle bahaneler üretmeye gerek yok. Bu ülke Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde, Kürt annelerin
çocuklarıyla kendi ana dilinde konuşamadığı günlerden bugün herkesin ana dilini özgürce
konuştuğu, gazetesini okuduğu, kitabını yazdığı, televizyonunu izlediği günlere ulaşmıştır.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Henüz arınma döneminin yeni başladığı yani AK Parti
iktidarının ilk yıllarında yaşanan Şemdinli olayı bağlamında iktidara ve özellikle de
Erdoğan’a ağır eleştiriler yapılmış, ‘askeri vesayet’ karşısında dik duramamakla suçlanmıştı.
Gerçekten de o yıllar, “vesayet”in direncinin henüz kırılamadığı yıllardı. Bu yüzden de
hepimizin bildiği gibi, mahkeme sonucu “askeri vesayet”in iradesine göre şekillenmişti.
mAncak AK Parti iktidarının demokratikleşme rotasındaki kararlılığı, bütün bu zor zamanları
geride bırakarak “askeri vesayet”i tarihin çöplüğüne emanet etmiştir. İşte bu demokratikleşme
atmosferinin oluşturduğu ‘yeni Türkiye’nin bağımsız yargısı, Şemdinli olayının “iyi
çocukları”nı cezalandırmıştır. İşte bu yargı bağımsızlığının oluşmasındaki en büyük pay yine
Tayyip Erdoğan’a aittir. Türkiye bugünlerde, tarihi bir dönemden geçiyor. Gerçi bir ayağı hep
“vesayet”te, bir ayağı demokratlık gösterisinde olanların anlaması biraz zor ama, 12 Eylül
darbecileri yargı önünde. Çok ilginçtir, geçmişte darbelerle ensest ilişki içinde olan bazı
kalemler, 12 Eylül darbecilerinin yargı önüne çıktığı şu günlerde kelimenin tam anlamıyla bir
suskunluğa gömüldüler. Anlaşılan o ki, 30 yıldır 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmak için
ortalarda öfkeyle dolaşanlar, şimdi darbe liderlerinin yargı önüne çıkmasından pek hoşnut
değiller. Böyle davranmalarının iki nedeni olabilir. Ya darbecilere yargı yolunu Erdoğan’ın
12 Eylül referandumu ile açması kanlarına dokunuyor ya da 30 yıldır bize numara yaptılar.
Muhtemelen iki şık da doğrudur. Çünkü, her demokratikleşme adımını görmezden
gelip, Başbakan Erdoğan’ı ve Türkiye’yi Avrupa’daki yandaşlarına jurnallemeyi çok iyi
biliyorlar. İkincisi, 12 Eylül darbesine karşı sözde demokratlık yapıp 28 Şubat’ı alkışlamak
gibi bulunmaz bir meziyete sahipler.
MUSTAFA KARTOĞLU
Türkiye AB Kararını 2014’te Netleştirir
Türkiye, Avrupa’daki borç krizi, Fransa ve Danimarka’dan gelen iki karardan sonra
AB üyeliğini yeniden sorgulamaya başladı. Başka bir deyişle son gelişmeler AB’ye
güvensizliği iyice arttırdı. Bu güvensizliğin haklılığını iki gündür AB Bakanı ve
Başmüzakereci Egemen Bağış’la bulunduğumuz Litvanya’nın başkenti Vilnius’tan daha iyi
anlaşılıyor. Eğer sadece -tüm Avrupa’da olduğu gibi- eski kentlerin güzelliği AB üyeliği için
tek kriter olsaydı Litvanya tartışmasız Türkiye’den daha Avrupalı. Ancak sokak güvenliğinin
bile olmadığı, belediye başkanının -mizansen bile olsa- tankla otomobilleri ezdiği bir ülke
burası. Ekonomi varla yok arası, siyasi istikrar da öyle. Kuralların işlemesi ise bürokrasi
mekanizmasını rüşvetle ne kadar yağladığınıza bağlı. Bu ülke AB üyesi. Benzer özellikler
taşıyan Kıbrıs Rum Yönetimi, Bulgaristan, Romanya gibi...
Türkiye bir süredir en üst düzeyde “AB üyeliği”nden çok “AB süreci” ifadesini
kullanmayı tercih ediyor bu yüzden. Üyeliğin kriterlere çok da bağlı olmadığı iyice ortaya
çıktıkça AB üyeliği hedefini ayırdı, kriterleri yerine getirme “sürecini” esas almaya başladı.
Bakan Bağış da “Reformlar öncelikle kendi halkımız için. Sarkozy ya da Merkel’i değil
Avrupa halklarının gönlünü kazanmayı hedefliyoruz” diyor. Bağış, önce şu tabloyu
hatırlatıyor: “Dış politikada haklı olmak yetmiyor, güçlü de olmak gerekiyor. 2002’de vizeyi
konuşamıyorduk bile. Ama bugün vize için her ülke farklı belge istemiyorsa, vize ücreti
düştüyse, öğrenciler kolay vize alabiliyorsa, uzun süreli ve çok girişli vizeler arttıysa, AB
Türkiye’de ortak vize ofisleri açıyorsa bu siyasi, ekonomik ve diplomatik gücümüzden
dolayıdır. 2002’de ‘Vizeyi kaldırırsak Türkler yatak yorgan Avrupa’ya akar’ diyorlardı. Şimdi
AB ülkelerinden Türkiye’ye akın var. Almanya verilerine göre 2003’te Türkiye’den
Almanya’ya giden kişi sayısı 27 bin, 2010’da ise Almanya’dan Türkiye’ye gelen kişi sayısı
24
35 bin, aralarında Türkiye’ye yerleşen binlerce Alman da var. İstanbul’da belediyenin atık
şirketi İSTAÇ’ta İtalyan mühendisler çalışıyor, özellikle Yunanistan’dan çok büyük bir iş
talebi var.” Ve AB üyeliğinin artık sadece AB’nin değil Türkiye’nin de kararı ile olacağını
vurgularken ilk kez “tarih” de veriyor: “Artık AB ‘çok eksenliliği’, Yeni Avrupa kavramını
tartışıyor. Bunlar netleşir, Türkiye de 2014, 2015’te tavrını netleştirir.”
Türkiye Avrupalılığını Vilnius’ta da iş adamları, öğrencileri, en önemlisi iki Türk
okulu ve seçmeli Türkçe derslerini genel müfredata koydurarak yerine getiriyor. Liderler
yerine halka yatırımın en güzel örneği bu. Geleceğin AB liderleri de bu okullarda yetişiyor.
GAZETESİ
ADEM YAVUZ ARSLAN
Başbuğ Olayında Sürpriz Çok
Ankara'da baş döndüren bir trafik var. Öznesi de emekli Org. İlker Başbuğ'un
tutukluluk hali. Muhalefet partileri ve medyanın bir kısmı ki -aralarında çok sürpriz isimler de
var. Başbuğ'un tutuksuz yargılanması ve davanın da Yüce Divan'a alınması konusunda fazla
mesai yapıyor. Fakat mahkeme arayışına girenlerin amacı adaletin tecelli etmesi değil. Önce
dosyayı Yüce Divan'a alıp ardından tahliyeleri sağlama derdindeler. Ne de olsa İlhan Cihaner
örneği başarılı olmuştu. Tabii burada bir taşla kuş sürüsünü tümden vurma hesabı da var.
Başbuğ Ankara'ya alınınca diğer sanıklar 'biz de isteriz' diyecekler.
Hatta Ergenekon sanıkları arasında bulunan tüm üst düzey komutanlar da aynı taleple
geleceklerdir. Nasıl olsa hukuk tekniği açısından doğru olup olmadığının çok bir önemi yok.
Yapılmak istenen kamuoyunda mahkemeleri, savcıları ve tabii ki iddianameleri yıpratarak
davaların meşruiyetini gölgelemek. Bu vakıa da gösterdi ki Türkiye'de hukuk metinleri çok
kötü yazılıyor. Anayasa 145'i okursanız kesinlikle özel yetkili mahkemede olması gerektiğini,
148'i okursanız da Yüce Divan'da yargılanması gerektiğini savunursunuz. 'Konunun
muhatabı olan bir kurum'daki görüş ise bambaşka. Onlar da Anayasa 37'ye atıf yapıyorlar ve
özel yetkili mahkemeyi işaret ediyorlar. Hukukçuların da farklı görüşleri var. Mesela Hukuk
ve Hayat Derneği'nin detaylı çalışmasına göre 312. maddede sayılan suçlar sivil asker ayrımı
olmaksızın herkes tarafından işlenebileceğine göre atılı ithamlar 'görev suçu' sayılamaz.
Başbuğ'un yargılama yeri konusunda Cumhurbaşkanı Gül de 'Yüce Divan'ı işaret etti. Ama
'Konu hukuk tekniği ile ilgili. Sorumlu kurumların kararına bakmak lazım' demeyi de ihmal
etmedi. Aslında şu anda yapılması gereken de o. Nitekim dün itibariyle Başbuğ'un avukatı
tutukluluğa itiraz etti. Dosya her şeyiyle İstanbul'daki mahkemede ve bundan sonraki sürece
onlar karar verecekler. Bu tip kritik durumlarda 'yükseklerde toplanıldığı', mekik dokunduğu
ve kararların değiştiğine de şahit olundu. Üstelik yakın zamanda. İşin hukuk tekniği
açısından irdelenmesini bir kenara bırakıp oynanan psikolojik harekât çalışmasına bakarsak
daha ilginç bir tablo görüyoruz. Birincisi şu: Nasıl olsa belgeleriyle de yakalansanız 'yok
canım nerede görülmüş askerin kanun dışı iş yapacağı' diyecek geniş bir 'sivil koro' hazır. El
birliği ile Başbuğ'un haksızlığa uğradığını ispatlamaya çalışıyorlar. Ne gariptir ki bu korodan
hiçbiri ne iddianameyi ne de sanıkların ifadelerini okumuş. Hatta bunu bizzat Kılıçdaroğlu'na
sordum 'detaylı bilmiyorum' dedi. Sanık avukatları da toplumu yönlendirme konusunda çok
mahirler. Savunma hattını 'her şeyi inkâr' ederek çok geriden kuruyorlar. Oysa detaya
indiğinizde her şey çok net. 4 Şubat 2009 tarihli Taraf'ta internet siteleri ile ilgili haber
çıkınca Karargâh'ta bir panik havası yaşandı ve tüm sanıkların ifadelerinde açıkça görüleceği
gibi söz konusu siteler kapatıldı. Bugün konuştuğumuz andıç ise Nisan 2009'a ait. Siteler
deşifre olunca konseptini değiştirmek ve yasalmış gibi göstermek için andıç hazırlanıyor.
Kaldı ki andıcın ilk paragrafında sitelerin geçici olarak kapatılmalarının ardından yeniden
düzenlenip faaliyete geçirilmek istendiği açıkça yazıyor.
25
Bu arada Başbuğ'un nerede yargılanacağına mahkeme karar verecek ama Silivri'den ilginç
haberler var. 'Eski komutanları'nın 'kendilerine sahip çıkmadığını' düşünen çok sayıda tutuklu
Başbuğ'a tepkili. Hatta bunu fark eden Başbuğ'un yanına kimseyi istemediği de konuşuluyor.
Yine konuşulanlara göre 'durumunu kabullenemeyip yaşadıklarını, gördüklerini anlatmayı
düşünenler' var. Yani bu süreç sürprizlere gebe görünüyor.
GAZETESİ
MUHARREM SARIKAYA
Bağış: AB Kararını 2015'te Veririz
"Uzun ince bir yol" dediği AB sürecini yeniden başlatırken merhum Turgut Ozal'ın
öngördüğü süre 10 yıldı. Öngörüsünde az yanıldığı konulardan biri de bu oldu, Türkiye
müzakerelere bile Özal'ın koyduğu hedefin 10 yıl sonrasında başlayabildi. Bugün de hâlâ
devam ettiriyor. Türkiye'nin girmeye çalıştığı AB ise motor çalışırken şanzıman değiştirip
"çok vitesli" modele nasıl dönüştüreceğinin hesabını yapıyor.
Başkent Vilnius yakınlarında, Karatay Türklerinin yaşadığı turistik bölge Trakai'de
düzenlenen "Kış Toplantısı" için bulunduğumuz Litvanya'da AB Bakanı Egemen Bağış ile bu
konuları konuştuk. Bağış, bu yıl Davos'un ağırlıklı konusunun da AB'nin geleceği olacağını
anımsattı. Bu konuda kendisinin de Davos'ta iki konuşma yapacağını belirtti. "Benim
sloganım 'Yeni Avrupa Türkiye ile mümkün'... Çünkü Türkiye'siz bir Avrupa'nın yenilenme
şansı yok" diye söze girdi. Avrupa'nın bundan sonraki süreçte çok daha sıkıntılı bir hale
dönüşmesinin olası olduğunun da altını çizdi.
Yerele Dönüş
"Sanki şehir devletlerine yeniden dönülüyor" diye söze girip devam etti: "Güvenlik,
ekonomi, sosyal konular ve AB yönetiminin çok vitesli bir hale getirilmesi öngörülüyor.
Yerele dönüş var. Bugün Almanya'nın Yunanistan'ı finanse edip etmemesi konuşulmuyor;
Almanya'nın bir bölgesinin diğerini finanse edip etmemesi tartışılıyor. Böyle bir yapılanmaya
doğru gidiş söz konusu." Bağış, bu çerçeve içinde gelecekte, başta güvenlik ve ekonomi
olmak üzere yerele doğru süratli bir gidişin olduğunun da altını çizdi. Türkiye'nin Rolü...' Bu
durumda Türkiye'nin AB sürecinin nasıl işleyeceğini sorduğumuzda ise yaklaşımı şöyle oldu:
"Avrupa'nın bu yeni yapılanmasında Türkiye kritik bir role sahiptir. Ancak Türkiye'nin bu
elzem rolü oynamasındaki en kritik engel Kıbrıs... Bu sorun aşılmaz ise Avrupa zarar görür.
Onun için bir an önce Avrupa'nın bu konuyu çözmesi gerekiyor." 2012-2013 EŞİĞİ İkinci
kritik eşik olarak, bu yıl Fransa, gelecek yıl da Almanya'da yapılacak seçimleri gösterdi.
"Avrupa'nın yeniden şekillenme dönemi" olarak adlandırdığı gelecek iki yılın, "Türkiye'nin
AB üyeliğinin de netleşmesinde belirleyici rol oynayacağını" vurguladı. Sözlerini açmasını
istediğimizde ise şunları söyledi: "Almanya ve Fransa'da sonucun nasıl çıkacağını öncelikle
bir görmemiz lazım. Orası şekillendikten sonra önümüzü görürüz. 2014-2015'te girip
girmeme kararını biz veririz. Büyük ihtimalle AB kararını 2015'te netleştiririz." Kararın nasıl
alınacağı sorusunu ise, "Herhalde referandum yoluyla olur. Veya başka bir yöntem, o zaman
karar verilir" diye yanıtladı.
AB Bakanı'nın yaklaşımı bu kadar netti. Nasıl bir Avrupa'nın Türkiye'nin karşısına
çıktığını görmeden bir şeyler söylemenin zorluklarına dikkat çekti. AB'nin müktesebatında
olmayan kurallar yaratıp, bunlara göre oyunu oynamaya başlamasının yeni sıkıntıları da
beraberinde getirdiğini anlattı. Bütün bunların nedenini de "Avrupa'nın son döneminde eskisi
gibi vizyon sahibi lider bulunamamasına" bağladı.
26
Taraf
GAZETESİ
YASEMİN ÇONGAR
Faşist Temaşaya Milli Eğitim Darbesi
Doku" gibi, "dokuma" gibi, "dokunmak" gibi doğasının sahtelik kaldırmadığına
inandığım kelimelerle çatışan haşin bir sûnîliği vardı o kumaşın. Değil dokuma, kumaş bile
denemeyecek kadar plastikti aslında, düpedüz sahteydi. "Naylon jarse" miydi neydi adı; insan
tenine aykırı bir şey; elimi üzerinde gezdirince içim elyaflanırdı, üzerime geçirdiğimde cam
kesikleri kaplardı sanki bedenimi.
Mecburen giyerdim. Bacak kısımları lastikli krem rengi dar mayolarımız vardı; onların
üzerine, aynı malzemeden mini mini eteklerimiz, kimimizinki portakal rengi, kimimizinki
siyah... Elimize, bir oraya bir buraya salladığımız, çevirip halka yapıp içinden geçerek herkesi
pek şaşırttığımız fularlar tutuşturmuşlardı. Ayaklarımıza da plastik bir şeyler geçirdiğimizi
hatırlıyorum; "yok devenin bale pabucu" kabilinden babetlerdi herhalde. Öyle nefret etmişim
ki o kıyafetten ve o kıyafetin sebeb-i hikmeti olan bol marşlı, bol türkülü, bol RimskyKorsakov'lu ve hatta Debussy'li o hantal, bıngıl, o bitmek bilmez akrobasi provalarından öyle
bıkmış ve o provalarda üç ay boyunca Allah'ın her günü, hangi bacağımı nereye kaldıracağımı
bir türlü öğrenememişken bu ağlanacak halime inatla güldüğüm için uzun boylu, dik duruşlu,
kızgın bakışlı beden eğitimi hocasının tiz zılgıtını yemekten öyle usanmışım ki, yirmi sekiz
yıl sonra hatırasını güya dalga geçerek yazmak bile içimi ince ince kıyıyor hâlâ. Velhâsıl dün
akşamüstü yazı işleri toplantısı sırasında gelen habere müthiş sevindim. Milli Eğitim
Bakanlığı, 19 Mayıslarda artık stadyumlardaki o tuhaf törenlerin yapılmayacağını müjdeleyen
bir yazı göndermiş okullara. Gerçi Ankara'yı ve Ankaralı gençleri bu "sessiz devrim"den
mahrum tutuyor ama yine de bakanlığın yazısı, en azından seksen ilde yüzbinlerce gencin her
yıl, birkaç ay boyunca fiziği, kimyayı, matematiği, edebiyatı filan tümden unutup, ha babam
de babam her gün, ter kokulu "naylon jarse" kılıklar içinde çamurlu sahalara sürülmesine bir
son verecek gibi. Neymiş, "ey Türk gençliği" her 19 Mayıs'ta askerî ve mülkî erkânın önüne
çıkıp, birbirinin sırtına binerek etten kuleler yaparsa Cumhuriyet'in boyu uzarmış. Varsın
uzamasın! Varsın, kuşaklar boyunca, her 19 Mayıs'ta bu ülkenin gençlerine icra ettirilen
zekâsız müsamerelerden ve o müsamerelere hâkim olan faşizan ruhla estetikten mahrum
kalsın cumhuriyetimiz.
Ben o müsamerelerin mağdurlarından biri olarak, Hürriyet gazetesinin dün akşam
internet sitesinde "Çok tartışmalı 19 Mayıs isteği" olarak duyurduğu, CNN Türk’ün ise "Şok
19 Mayıs değişikliği" başlığıyla verdiği kurtarıcı girişiminden dolayı Milli Eğitim Bakanı'nı
can-ı gönülden kutluyorum. Bu girişimle "şok"a uğrayacak, gençliğinin darbe yediğini,
istikbâlinin karardığını, cumhuriyetinin çöktüğünü düşünecek olan "parlak ve taze dimağlar"
içinse, zorba devletlerin uydurulmuş tarihlerinin propagandasını büyük bir hevesle yaptıkları
sahtekâr gösterilerin anlamı ve önemi üzerine harika bir kitap öneriyorum. Adı, Faşist
Temaşa: Mussolini'nin İtalyası'nda İktidarın Estetiği. Yazarı: Simonetta Falasca Zamponi.
Hadi size iyi dersler!
GAZETESİ
AHMET HAKAN
'Sorumlu Cemaattir' Demenin Faydasızlığı
İlker Başbuğ un tutuklanmasının yol açtığı tepkilere baktığımızda şunu gayet net bir
şekilde anlayabiliyoruz: "Özel Yetkili Mahkemelerin uygulamalarından... Cumhurbaşkanı
27
rahatsız. Başbakan rahatsız. Başbakan Yardımcısı rahatsız... Adalet Bakanı rahatsız...
Avrupa rahatsız. Bazı hükümet yanlısı kalemler rahatsız. Üstelik daha önce kapalı kapılar
ardında dile getirilen rahatsızlıklar, artık gayet açık bir şekilde dile getiriliyor. Hem de "lamı
cimi yok" gibi keskin ifadelerle...
Bazıları işte tam da bu noktaya bakıp şunu söylüyorlar: "İşte bakın! Olup bitenlerden
hükümet de rahatsız. Demek ki olup bitenleri yönlendiren güç hükümet değil, başka bir güç."
Biraz sıkıştırınca da... "Başka bir güç" diye nitelendirdikleri gücün adresini veriyorlar:
"Cemaat" Bu sözcük fısıldandığı anda da akan sular duruyor. Oysa olup bitenlerin sorumlusu
olarak "Cemaat"i göstermek... Topu taca atmaktır. Çünkü... "Özel Yetkili Mahkemeler" ile
"Cemaat" arasında bir bağlantı varsa bile bu bağlantı kanıtlanamaz. Kanıtlanamaz çünkü bu
teknik olarak neredeyse imkânsız.
Kanıtlanamaz çünkü konjonktür müsait değil.
Kanıtlanamaz çünkü bunun delili bulunamaz. İşte tam da bu nedenlerle... Olup bitenlerin
sorumlusu olarak "Cemaat"i adres göstermek, kanıtlanamayacak dedikodularla, bir sonucu
olmayacak spekülasyonlarla vakit kaybetmekten başka bir işe yaramaz. Yapılması gereken
şudur: Rahatsızlıklarını bildiren hükümet yetkililerinden, bu rahatsızlıklarının gereğini
yapmalarını istemeliyiz. Daha yüksek sesle itiraz etmelerini istemeliyiz. Yasal düzenlemeler
yapmalarını istemeliyiz. Uygulamalardaki hukuksuzluklarla mücadele etmelerini istemeliyiz.
Bütün bunları "birilerini kurtarmak" adına değil... Demokrasi adına, özgürlükler adına, hukuk
devleti adına istemeliyiz.
GAZETESİ
YILMAZ ÖZTUNA
İran Ültimatomu
İran, Malatya’da radar kurmaktan vazgeçmediğimiz takdirde, Türkiye ile eski samimi
ilişkilere dönülmeyeceğini resmen beyan etti. Ültimatoma benzer bu cümlenin anlamı,
Malatya radarından vazgeçmezsek Türkiye ile dostluğun mümkün olmadığıdır.
Başka bir İran yetkilisi de, Malatya’da radar kurarsak, tahrib edeceklerini söyledi.
Malatya radarının ne olduğunu okuyucularıma hatırlatmak isterim: Doğumuzdan hava
sahamıza girip batıya doğru yol alan düşman füzenin ateşlenip havalandığını tespit edip
NATO’ya bildiren bir radardır. Düşman füzesini imha etmesi bahis konusu değildir. Füzeyi,
Avrupa’daki NATO kalkanları vuracaktır. Uzayda vurulup hedefine ulaşması engellenecektir.
İran diyor ki: Malatya’da bu süper radarı kurmaktan vazgeçin, zaten kursanız da imha
edeceğiz. Füzelerimiz Türkiye semalarında binlerce metre yükseklikte serbestçe yolunu alsın.
Batı yönünde hedefi neresi ise atom bombasını bıraksın! Türkiye, NATO denen muazzam
askerî ittifakın en güçlü üyelerinden biridir. Tam 60 yıllık üyesi. İran’la böyle bir ittifak
anlaşmamız yoktur. NATO üyesi olmasa bile Türkiye, semalarından füze uçurularak ülkeler
vurulmasına izin vermez. Türkiye’den böyle bir şey istemek, küstahlığın zirvesidir. Türkiye,
İran’la bir savaşı önlemek için yoğun politik faaliyet içindedir. Ama İran, nükleerde direnirse,
yapacağımız bir şey yoktur. İran ile ilişkilerimizi son haddine kadar geliştirmek isteriz. Ancak
nükleerde direnen İran’ın yanında yer alamayız. Bizim de hemen yüz milyarlarca dolar
harcayıp nükleer silâhlanmamız gerekir. İran’ı kollayıp demokrasi dünyası ile bozuşamayız.
İran gibi en yüksek kültüre sahip bir devletin, demokrasi dünyasını daha da tehdid
etmek için nükleerde ve süper füzelerde direnmesinin sebebi, Humeynî İhtilali’ni yaşaması ve
bu öğretinin dünyayı kurtaracağı inancıdır. 1789 Büyük Fransız İhtilâli’nde Fransızlar’ın
yaşadıkları ortam gibidir. Bilhassa şiir sahasında dünyanın en büyük dâhilerini yetiştiren
İran’a, Kuzey Kore kafası ile politika yapmak yakışmaz.
28
GAZETESİ
NAZLI ILICAK
Uludere'yi Unutmayalım
Uludere faciasını unutmayalım, unutturmayalım. Türkiye o kadar yoğun haber
bombardımanı altında ki, en can alıcı sorunlar bir süre sonra, tazeliğini kaybediyor. Tam
olarak mahiyetini bilmediğimiz bir gelişme ortaya çıktı. Şırnak Valiliği'nin şikâyeti üzerine,
Gülyazı Jandarma Tugay Komutan vekili Albay Hüseyin Onur Güney görevinden alındı.
Valilik, albayın kendilerinden bilgi sakladığını, bu yüzden bölgeye helikopter ve ambulans
sevkinin geciktirildiğini belirtmişti. Daha sonra Güney'in Facebook hesabında siyasi içerikli
mesajlar yayınladığı anlaşıldı. Mesela Sezen Aksu'ya "o yalakalık olsun diye desteklediğin
açılımın ne olduğunu serçe kadar beyninle anlayabildin mi?" diye soruyor. Garnizon
koşusunu yaptırmayan Ankara Valisi Alaaddin Yüksel için, "4000 Harbiyeli Atamıza koşarak
gider, yol kenarındaki Ankaralılar bizlere marşlarla eşlik ederdi... Ama siz Harbiyelilerin
Atasına gitmesini dahi içinize sindiremeyecek kadar hazımsızsınız." Albay Güney,
soruşturmanın selameti açısından, görevden alındı.
İstihbarat veren birileri tuzak mı kurdu? Veyahut kasıt değil özensizlik mi söz konusu?
Başka sorular: Neden, Ortasu köyündeki jandarma karakolu, 10 gün önce boşaltıldı ve
Gülyazı alayına taşındı.
Genelkurmay'ın açıklamasında, "Olayın meydana geldiği yer,
bölücü terör örgütünün kamplarının konuşlu olduğu, hiçbir sivil yerleşim bulunmayan, SinatHaftanin bölgesi" denilmişti. Oysa facianın, Sinat Haftanin'e uzak bir yerde, tam Türkiye-Irak
sınırının sıfır noktasında meydana geldiği anlaşıldı. Kaçakçılar, 16.30'da köyden ayrılıp,
19.30'da yeniden Türkiye'ye doğru yola koyuluyorlar.
Saat 21'de de, konvoy sınıra geliyor. 4 saatlik görüntü çektiği söylenen Heronlar, bu
gidiş dönüş hareketini de kayda almış olmalı. Aynı yolu kaçakçıların kullandığı biliniyor.
Terörist iseler, niçin Türkiye'den ayrılıp üç saat içinde geri dönsünler? Kasıt, ihmal veya
yanlış değerlendirme. Her halükârda, sorumlular ortaya çıkmalı. Şeffaflığa, her zamankinden
daha fazla ihtiyacımız var.
Senaryo Tutmadı
Kılıçdaroğlu'nun "tiyatro" diye nitelendirdiği o mahkemede, Ergenekon gibi çok
önemli bir dava görülüyor. Sadece Danıştay saldırısını hatırlatayım. 12 Eylül öncesinin
provokasyonlarını andıran bir "senaryo" sahneye konulmak istenmiş, Alpaslan Aslan suçüstü
yakalanınca, Muzaffer Tekin, Veli Küçük, Fikret Emet gibi sanıklara, Ümraniye ve
Eskişehir'deki bombalara, Ergenekon belgelerine ulaşılmıştı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Danıştay baskınındaki delillerin üzerine
gitmeme ısrarına, -mesela Oyak Güvenlik meselesini göz ardı etmesine- rağmen, sonuçta
Yargıtay, Danıştay davasının Ergenekon davasıyla birleştirilmesi kararını vermişti. İşte o
noktadan itibaren, Kılıçdaroğlu'nun "vicdansız" dediği hâkimler, "Oyak Güvenlik" konusunu
derinleştirdiler ve çok önemli bulgulara ulaştılar. Oyak Güvenlik sistemine ait kameralar
arızalı olduğu için 3-17 Mayıs (2006) arasında kayıt yapamadığı belirtilmişti. İstanbul 13.
Ağır Ceza Mahkemesi, kameraları Oyak'tan alıp Tübitak'a gönderdi.
Tübitak, "kameralar arızalı" denilen tarihlerde kayıt yapıldığını, ama kaydın bir
kısmının silindiğini tespit etti. Bu yüzden geçtiğimiz hafta yeni tutuklamalar gerçekleşti.
Aslında, birilerinin yazdığı senaryoyu oynamayı reddeden 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne
Kılıçdaroğlu'nun, mantıken "tiyatro" dememesi gerekmez mi? Senaryoya rağbet etmeyip
gerçeğin peşine takıldı yargıçlar. Sonuçta, Oyak Güvenlik Genel Müdürü emekli albay Orhan
Çoban tutuklandı. Çoban'ın, Kaşif Kozinoğlu ile hem Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda, hem
de MİT'te, birlikte görev yaptıkları da ortaya çıktı. Kısacası, bazı hâkim ve savcılarla
29
istihbaratçı polislerin gayreti olmasaydı, kontrgerilla yapılanması ve provokasyonlar ortaya
çıkmayacaktı.
Kılıçdaroğlu Vakası
Kemal Kılıçdaroğlu, "Cezaevine girmeye razıyım" diyor. Oysa bu suç (Yargıya
hakaret, adil yargılamayı etkilemek) yüzünden çok sayıda gazeteci mahkemelere gitti geldi;
çoğunlukla, takipsizlik veriliyor; mahkûmiyet halinde de para cezasına dönüştürülüyor.
Birinde ben, Osman Kaçmaz'a "işgüzar" dedim diye mahkûm olmuştum; cezam ertelendi.
Sesim çıkmadı; 10'larca yıl mahkûmiyet talebiyle yargılanan meslektaşlarımız var. Hem de
"hükümet yandaşı" dedikleri arkadaşlar.
Sıradan bir gelişmeyi, "iktidarın, muhalif sesleri susturma" çabası olarak takdim
etmeyi başardı CHP Genel Başkanı. Yargıtay üyeliğine gizli oyla seçilenleri, "militan
yargıçlar" diye değerlendirecek, Ergenekon mahkemesinin hâkimlerine "hükûmetten emir
alıyorlar" dedikten sonra mahkemeyi de "tiyatro"ya benzeteceksiniz; sonra da, davanın
"hükümet talimatı ile açıldığından söz edeceksiniz. 24'üncü dönemin -iktidar ya da muhalefetmilletvekilleri hakkındaki fezleke sayısı 600'ü aşıyor. Kılıçdaroğlu'nun, üçü hakaretten, 5
fezlekesi daha var. Olağan bir uygulamayı, sıra dışı gibi takdim ederek, parti içi muhalefetin
sesini kısmaya çalıştığı ortada. Aklıma şu tekerleme geldi: "Benim adım Hıdır. Elimden gelen
budur."
DIŞ BASIN ÖZETİ
TÜRKİYE ORTA DOĞU'DA BİR FELAKETİ ÖNLEYEBİLİR Mİ?
CNN - 12 Ocak 2012 – ABD - Mohammed Ayoob
Türkiye'nin çok gezen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçen perşembe Tahran'da üst
düzey İranlı yetkililerle görüştü. Davutoğlu'nun ziyareti ABD-İran ilişkilerinde çok kritik bir
dönemece girildiği sırada gerçekleşti. ABD'nin katı yaptırımları yüzünden savaş ihtimalleri
giderek artarken İran da Hürmüz Boğazı'nı kapatmakla tehdit ediyor.
Davutoğlu'nun ziyareti Amerika'nın Irak'tan çekilmesiyle Şii-Sünni geriliminin arttığı bir
döneme denk geldi. Irak'ın birleşik bir ülke olarak varlığına tehdit oluşturan bu gerilimin İranTürkiye ilişkilerini de kötü yönde etkileme potansiyeli var. İran, Iraklı Şiilere büyük destek
verirken Türkiye de Sünnilerin davasına sıcak bakıyor.
İran ve Türkiye'nin Suriye ile ilgili farklı tutumları ve Türkiye'nin İran sınırı yakınında
NATO'nun füzesavar radar sistemine ev sahipliği yapma kararı gerilimi daha da artırdı.
Haberler Davutoğlu ve İranlı mevkidaşlarının bu farklılıkları nasıl giderebileceklerini
görüştükleri yönünde.
Ancak Davutoğlu'nun asıl ziyaret sebebi İran ile P5+1 ülkeleri arasında İran'ın nükleer
zenginleştirme programıyla ilgili yürütülen müzakereleri yeniden başlatmak istemesiydi.
İran ile P5+1 ülkeleri arasındaki görüşmeler yıllardır sürerken İran Nükleer Silahsızlanma
Anlaşması gereğince sivil amaçla uranyum zenginleştirmeye hakkı olduğunda ısrar ediyor.
Batılı güçler ise gizlice nükleer silah yaptığı endişelerini dindirmesi için İran'ın
zenginleştirme programını askıya almasını talep ediyorlar.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının 8 Kasım 2011 tarihli son raporu tartışmayı doruk
noktasına taşıdı. Raporda, İran'ın 2003'e kadar "düzenli bir program" dâhilinde nükleer silah
ürettiğine dair belgeler bulunduğu, bu çalışmaların hâlâ sürüyor olabileceği belirtiliyor.
Bu bilgiler yeni olmasa da ABD ve Avrupalı müttefiklerine İran'a uyguladıkları
yaptırımları daha da sıkılaştırmaları için bahane oldu. Yeni yaptırım önerileri İran Merkez
Bankasını hedef alarak İran'ın enerji ihracatına ciddi oranda zarar verebilir. İran'ın petrol
ihracatı yapamayacağı ihtimali bile dünya çapında ham petrol fiyatlarının ciddi oranda
artabileceğini gösteriyor.
30
İran yönetimi İran'ın petrol ihracatını hedef alacak yaptırımları varlığına tehdit olarak
algılıyor. Ülke bu nedenle dünyanın en büyük petrol geçiş güzergâhlarından biri olan Hürmüz
Boğazı'nı kapatmakla tehdit etti. Karşılıklı tehditler öyle bir raddeye vardı ki sıcak savaş
ihtimali görmezden gelinemiyor.
TÜRKİYE'NİN CARİ HESAP AÇIĞI AZALDI
The Pak Banker - 12 Ocak 2012 - Pakistan
Türkiye'nin cari hesap açığı, hükûmetin, geçen yıl gelişmekte olan piyasaların para
birimleri arasında en çok lirayı zayıflatan açık açısından en kötüsünün geride kaldığı savını
destekleyerek iki yıldır ilk defa azaldı.
Merkez Bankasının internet sitesinden bugün duyurduğu üzere, 2010 yılının Kasım ayında
6 milyar dolar olan açık, 2011 yılının Kasım ayında 5,2 milyar dolara geriledi. Bu rakam
dokuz ekonomistin Bloomberg araştırmasındaki ortalama tahminle örtüşüyor. Açık son kez
Ekim 2009'da daralmıştı.
12 aylık açık, tahmini gayrisafi yurt içi hasılanın yaklaşık yüzde 10'una tekabül ederek
77,8 milyar dolara geriledi. Fitch Ratings kasım ayında bu ölçekte eksikliğin ekonomik
istikrarda bir risk temsil ettiğini söyledi. Türkiye'nin açığı finanse etmesi konusundaki endişe
geçen yıl liranın dolar karşısında yüzde 18 değer kaybetmesine neden oldu. Bu Bloomberg
tarafından takip edilen gelişmekte olan piyasaların para birimleri arasında en büyük değer
düşmesiydi.
Türkiye Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 5 Ocakta, açığın yavaş yavaş iyileşeceğini
söyledi ve "en kötüsü geride kaldı" dedi. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, kredi ile
finanse edilen ithal ürünlere iç talebin, açığın başlıca kaynağı olduğunu belirterek bankaların
kredi vermelerine kısıtlama getirdi.
Başçı, Merkez Bankasının lirayı desteklemek için geçen yıl ağustos ayından beri döviz
rezervlerinin yaklaşık 15 milyar dolarını harcadığını söyledi ancak "Harcama, değer kaybeden
para biriminin enflasyonu körüklemesini önlemeye değerdi." dedi.
Merkez Bankasına göre Türk hükûmeti ve şirketlerin 135 milyar dolar dış borcu
bulunuyor. Başçı bu geri ödemeleri finanse etmekte sorun olmayacağını çünkü Türkiye'deki
istikrarın, ABD ve Avrupa merkez bankaları tarafından sağlanan ilave likiditeden pay alacağı
anlamına geldiğini söyledi.
31
Download