1 1- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN OLUŞUMU 1911 yılında Selanik'te, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem, Âkil Koyuncu gibi gençlerin çıkarmaya başladıkları "Genç Kalemler" dergisinde yayımlanan Ömer Seyfettin’in kaleme aldığı “Yeni Lisan” makalesiyle ile milliyetçilik cereyanı edebiyatta da başlamıştır. "Millî Edebiyat" sözü ilk olarak bu dergide kullanılır. Dergi, böyle bir edebiyat oluşturma görevini üstlenir. Millî edebiyat için edebi dilin millileştirilmesi gerektiği düşüncesinden yola çıkılarak Yeni Lisan davası ortaya konur. Ziya Gökalp, 1911 yılında, Genç Kalemler dergisinde yayımladığı "Turan" şiiri ile "Bütün Türkçülük" fikrini benimsediğini ortaya koymuştur. Genç Kalemler dergisini çıkaran sanatçılar ortaya attıkları "Yeni Lisan" düşüncesine uygun yazı ve şiirleri dergide yayımlıyorlardı. 1912 yılında Genç Kalemler dergisi kapanınca, bu derginin yazarlarının büyük bir kısmı İstanbul'a gelerek Türk Yurdu'nda ve diğer milliyetçi dergilerde ürünlerini yayımladılar. Millî Edebiyat hareketi Yakup Kadri, Refik Halit, M. Fuat Köprülü gibi sanatçıların da katılmasıyla kadrosunu ve buna bağlı olarak etkisini genişletti. Yalnız bu isimlerin ortak yanı sade Türkçe ile eserler yazmak olmuştur. Milli Edebiyat ile Milliyetçi Edebiyat tam olarak örtüşmemektedir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk yılları Osmanlı İmparatorluğu için oldukça zor, millet için de acılı, ıstıraplı bir dönemdir. Osmanlı - Rus Savaşı, Balkan Savaşları hep kaybedilmiş, imparatorluğun içindeki azınlıklar isyan hareketlerine başlamışlardır. Hem Müslüman azınlıklar hem de gayri Müslimler devleti arkadan vurmuşlardır. Böyle bir dönemde millî duyguların öne çıktığı, Türk'ün Türk'ten başka dostunun olmadığı düşüncesinin vurgulandığı eserler yazılmıştır. Bu eserlerin yazılmasındaki amaç, birlik ve beraberliği sağlayıp ülkeyi içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmaya çalışmaktır. Ziya Gökalp’ın Üç Cereyan adlı yazısında işlenen düşünce "ulus devlet" anlayışı ile ilgilidir. Mevcut bir devlet vardır. Bu devletin asıl yapı taşını Türk milleti oluşturmaktadır. Millet bu bilinci kazanmalıdır. Bu devletin içinde Osmanlı'da olduğu gibi farklı milletlerden insanlar da olabilir. Özünü Türklerin oluşturduğu bu devletin vatandaşları Müslüman'dır. İslam ile uygarlık, modernleşme birbirine aykırı değildir. Hedef çağdaş Müslüman bir millet oluşturmaktır. Ziya Gökalp’ın ortaya koyduğu düşünceleri Türkçülük ideolojisi ile ilgilidir. Güçlü, sağlam bir devlet oluşturmak için bir ulusa ihtiyaç vardır; bu ulus Türk ulusudur. Bu ulusun Osmanlıdan gelen özellikleri vardır. Müslüman'dır. Devletin ayakta kalabilmesi, güçlü olması için çağdaş olması; vatandaşların teknolojik gelişmelerden, ileri teknolojinin sağladığı modern yaşam tarzından haberdar olması şarttır. Dolayısıyla Ziya Gökalp’ın ileri sürdüğü Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak tezleri güçlü bir devlet için şarttır. Mehmet Emin Yurdakul, "Benim Şiirlerim" adlı şiirde, şair kendisini acı çeken, zorluklar içinde yaşayan bir toplumun sözcüsü olarak görmektedir. Onun eğlenceye, neşeli türkülere ayıracak vakti yoktur; o, milletin yaşadığı sıkıntıları dile getirmekle görevlidir. Mehmet Emin Yurdakul'un bu şiirde "sizler" diye anlattıkları Fecr-i Aticiler olabilir. Fecr-i Aticiler, savaşların olduğu, milletin acılar, zorluklar çektiği dönemde bireyci sanat anlayışı ile aşk ve tabiat temalarını işlemişlerdir. Mehmet Emin Yurdakul milletin sıkıntılarını gür sesiyle haykırıp dile getiren bir şairdir. Millî Edebiyat döneminde yazılan eserlerde milliyetçilik önemli temalardan biridir. Sanatçılar topluma, toplumun sorunlarına eğilmişlerdir. Çağdaşlık, Batılılaşma, modernlik, savaşlar; savaşların yol açtığı sıkıntılar, acılar eserlerde işlenen diğer önemli temalardır. Millî Edebiyat" her şeyden önce bir edebiyat döneminin adıdır. Millî bir edebiyatın millî bir dille oluşturulabileceği düşüncesinden yola çıkılmıştır. Millî Edebiyat'ta her şeyden çok dile, dilin sadeleştirilmesine önem verilmiştir. Millî Edebiyat'ın oluşmasında Türkçülük düşüncesi de etkili olmuştur. Türkçülük, Millî Edebiyat ile milliyetçi edebiyatın ortak alanı sayılır. Osmanlı Devleti'nin son döneminde Batıcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslamcılık gibi fikir hareketleri ortaya çıkmıştır. Her fikir hareketi bir ihtiyaçtan doğar. Osmanlı'nın son döneminde sosyal ve siyasi yapı bozulmuştur; ülke zor durumdadır. Merkezden uzak yerlerde isyan hareketleri vardır. Bu şartlar karşısında, aydınlar, ülkeyi içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmak için çareler aramaya girişirler. O dönemdeki farklı fikir hareketleri, bu arayıştan doğmuştur. 2 Her akımın temsilcisi kendi fikirleri doğrultusunda makaleler, yazılar ve şiirler yazmıştır. Bu dönemdeki sanatçılar toplum için sanat düşüncesiyle eser vermişlerdir. Millî Edebiyatçılar, "Yeni Lisan" adını verdikleri dil davasını gerçekleştirebilmek için bazı kurallar ortaya koydular. Edebiyat dilinin o zamana kadar tümüyle Arapça ve Farsçanın etkisi altında yapma bir dil olduğuna inanıyorlardı. Edebiyat-ı Cedidecileri ve Fecr-i Aticileri dillerinin yabancılıklarından dolayı şiddetle eleştirmişlerdi. Daha geniş kitlelere hitap edebilmek için sade bir dil kullanmanın gereğine inanıyorlardı. Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendiği gibi yazılmasını, bu dillere ait dilbilgisi kurallarının Türkçede kullanılmamasını, konuşmada İstanbul Türkçesinin kullanılmasını istediler. Millî Edebiyat dönemine ait metinlerde o zamana kadar hiç olmadığı ölçüde sade bir Türkçe kullanılmıştır. Ancak bu dil pek işlenmemiş olduğu için çok güçlü değildir. Dildeki yeniliğe karşı çıkanlar bu güçsüzlükten dolayı Arapça ve Farsçasız Türkçe olamayacağını ileri sürdüler. 1914–1918 yıllarında hece vezni ile ve sade Türkçe ile şiirler yazıldı. Millî Edebiyatçılar içinde çok güçlü bir şair olmadığı için sade dilin çok başarılı örnekleri ortaya çıkmadı. Millî Edebiyat sanatçıları için başlangıçta şiir bir amaç değil, araçtı. Bunu Ziya Gökalp "Şuur devrinde şiirin susması tabiidir." sözüyle ifade etmiş; kendisi de buna örnek olarak çok şuurlu (fikir yüklü ) manzumelerini yazmıştır. Millî Edebiyat döneminde sanatçılar toplumcu bir sanat anlayışı ile eser vermişlerdir. Şairler, Halk edebiyatını ve Halk şiirini örnek aldılar, hece vezni ile şiirler yazdılar. Nazım birimi olarak da genellikle dörtlük kullanıldı. Türk edebiyatının artık taklit aşamasından çıkarak yaratma safhasına geçmesini, Türk halkının hayatına yönelmesini istiyorlardı. Ancak bu yöneliş roman, hikâye ve tiyatroya aittir. Bu türler konularını ve kişilerini yerli hayattan almalıdır; fakat şiir için böyle bir kayda gerek yoktur. Sanatçılar, ferdiyetçi bir anlayışla bireysel konuların işlendiği şiirler de yazmışlardır. Bu dönemin iki önemli ismi olan Ziya Gökalp ve Mehmet Emin Yurdakul'un didaktik nitelikte şiirleri vardır. Vatan, kahramanlık ve millî duyguların işlendiği hamasi şiirler yazılmıştır. Özellikle Ziya Gökalp eski Türk hayat ve destanlarından aldığı ilhamlarla manzumeler yazdı. Bu manzumelerde fikirlerini ortaya koydu. Osmanlı’nın Son Dönemlerinde Ortaya Çıkan Fikir Hareketleri Batıcılık Osmanlıcılık İslamcılık Türkçülük Ortaya Çıkış Sebepleri Batı'nın her alanda Osmanlı'nın önüne geçmesi, Osmanlı Devleti'nin tek kurtuluş yolunun bu yüzyılın fikir ve ihtiyaçlarına uygun medenî bir devlet ve millet halini alması gerektiği düşüncesi. Tanzimat döneminde, İmparatorluk içindeki değişik etnik grupların Batı devletlerinin desteğini alarak bağımsız olma düşüncesinin ortaya çıkması. Amacı Türk toplumuna Batıda gelişen düşünce, yönetim biçimi, yaşama tarzını uygulayarak ülkenin gelişmesini, kalkınmasını sağlama Özellikle Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlıcılık akımının başarısız olması, boşluğu dolduracak milleti bir arada tutacak yeni bir ideolojiye ihtiyaç duyulması Türkleri Millî bir duygu ile bilinçlendirmek, milliyetini idrak ettirmek. Türk milletini İslam beynelmilliyetine kuvvetli bir unsur olarak yeniden sokmak. Temel Düşüncesi İdari ve askeri alanda Avrupa'nın seviyesine ancak Avrupalıların gittiği yol izlenerek varılabilir. Osmanlı içindeki tüm etnik grupların üzerinde bir "Osmanlılık" duygusunu ve bu duyguya paralel olarak bir "Osmanlı Milletini" ortaya çıkararak Osmanlı menfaatleri doğrultusunda gayret sarf etmelerini sağlamak Osmanlılık düşüncesi geçmişteki gibi uygulandığında tekrar başarılı olabilir. I. Abdülhamid'in, hem Balkanlardaki "Panislavizm"i etkisiz duruma sokmak, Müslüman toplulukların devletten ayrılmalarını engelleme düşüncesi. İslâm’ın ilk dönemindeki değerleri XX. yy. başlarına taşıyarak Türk toplumunu içinde bulunduğu bunalımdan kurtarmak Türklük, milleti ayakta tutabilecek tek güçtür. Akımın Önde Gelen Temsilcileri Abdullah Cevdet Jön Türkler İslam, tüm ilerlemelerin anahtarıdır. Kuralları doğru uygulanırsa gelişmiş milletlerin seviyesine ulaşılabilir. Mehmet Akif, Said Halim Paşa Ziya Gökalp, Mehmet Emin, Yusuf Akçura 3 Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi Hâmid ve Hüsnü adlarındaki iki genç, Selânik’te Hüsn ve Şiir adıyla bir dergi yayımlıyorlardı. Bu derginin başyazılarını, kendilerinden daha yaşlı ve adı artık duyulmaya başlamış olan Ali Cânib kaleme alıyordu. Ali Cânib, derginin adını beğenmiyordu. Bir gün, genç arkadaşlarına “Ben bu Hüsn ve Şiir unvanını beğenmiyorum. Bunu değiştirelim. Hep hüsn ve şiirden mi bahsedeceğiz? Hiç ilmî makale yazmayacak mıyız?” dedi. Karar verdiler ve derginin adını 1911 yılında Genç Kalemler olarak değiştirdiler. Hüsn ve Şiir, sekiz sayı yayımlanmıştı. Genç Kalemler, onun devamı olduğu için ilk sayısı 9 numarayı taşıyordu. Genç Kalemler’in ilk sayısında, dil konusunda tutulacak yeni yolla ilgili bir bahis bulunmamaktadır. Yeni Lisan hareketi, Ali Cânib’in Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’la tanışıp birlikte harekete başlamalarından sonra meydana çıkacaktır. yapılması isteniyordu. “Dünyanın en mükemmel, en basit, en sade ve en tabiî bir sarfı olduğu bütün lisan âlimlerince iddia ve beyan olunan Türkçe sarfımızı tanımalı, onun üzerine ifsad edici bir leke gibi düşen ecnebî kaideleri atmalıyız” ifadesinden de anlaşılacağı gibi. Yeni Lisan’daki ilk görüşler, kelimelerden çok dilbilgisi kurallarının Türkçeleştirilmesini öngörüyordu. Buna karşılık, Yeni Lisan hareketi, gittikçe genişleyen bir yazar kadrosu tarafından sonuna kadar savunuldu. On beş günde bir yayımlanan Genç Kalemler, 4. cildin sonunda (1912) kapandı. Selânik kaybedildi. Subaylıktan ayrılan Ömer Seyfeddin de, Ali Cânib ve Ziya Gökalp’la İstanbul’a geldi. Genç Kalemlerin uzun vadeli etkileri de görüldü: Genç Kalemler, 1911 yılı Nisanındaki sayısıyla başlayan ikinci ciltten itibaren büyük boy yayınlanmaya başladı. Ali Cânib, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfeddin, derginin boyunu, kendi maaşlarından katkıda bulunarak büyütmeye karar vermişlerdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yardımı da buna eklenince, Genç Kalemler, yeni şekli ve daha geniş hacmiyle yayına devam etme imkânı bulabildi. Kısa bir süre önce Ömer Seyfeddin, uzunca bir mektupla birlikte “Yeni Lisan” adını taşıyan makalesini göndermişti. Bu makale, Genç Kalemlerin büyük boy olarak çıkan ilk sayısında (8 Nisan 1911) -imza yerinde (?) işareti bulunduğu hâldeyayımlandı. Bu yazıda, İstanbul Türkçesinin en tabiî dil olduğu ileri sürülüyor, beş asırdan beri konuşulan Arapça ve Frasça kelimelerin atılması değil, Arapça ve Farsça edatların kullanılmaması, tamlamaların mutlaka Türkçe kurallarla Ziya Gökalp “Turan” adlı manzumesini bu dergide yayımladı. “Turan” Türk milliyetçiliğinde yeni bir çağın müjdecisi oldu. Ziya Bey, “Turan” manzumesini Tevfik Sedat imzası ile yayınlamıştı. Daha sonra, Ali Cânib’in müdahalesiyle Gökalp adını kullanmaya başladı. Bu ad, onun âdeta soyadı gibi gerçek adı hâline geldi. Yeni Lisan hareketi Türkçenin sadeleşmesinde önemli bir dönemeç oldu. Genç Kalemler, bu akımın öncüsü olarak anıldı. Genç Kalemler, sadece dil konusunda değil, daha geniş olarak milliyetçilik düşüncesinin de ciddî şekilde ele alındığı bir yayın organı oldu. Yeni Lisan hareketinin ilkeleri, Ziya Gökalp’ın daha sonra kaleme aldığı Türkçülüğün Esasları kitabındaki Lisanî Türkçülük bahsinin temelini oluşturdu. 4 2- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER A- MAKALE Edebiyatımızda Tanzimat'tan itibaren görülmeye başlanan bir türdür makale. Makale zamanla gelişme göstermiş, birçok yazar bu türde başarılı yapıtlar ortaya koymuştur. Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ziya Paşa gibi sanatçılar Tanzimat döneminde bu türde yazmış; Hüseyin Cahit Yalçın, Süleyman Nazif, Cenap Sahabettin gibi Servet-i Fünûn sanatçıları bu türü geliştirmiştir. Makale, Millî Edebiyat döneminde daha da yaygınlık kazanmış, yazarlar düşüncelerini ortaya koymak için makaleye ağırlık vermişlerdir. Bu çerçevede Millî Edebiyat yazarları Türkçülük akımını bütün yönleriyle ortaya koymak, yeni dil anlayışını benimsetmek, halkı eğitmek ve bilgilendirmek, siyaseti yönlendirmek için düşüncelerini makale yazı türüyle ortaya koymuşlardır. Bu dönemde sanatçılar dilde sadeleşmenin yanında ilk defa Anadolu ve Anadolu insanına yönelmişler; yazılarının konularını Türk tarihinden, Türk toplumunun o günkü sorunlarından (ilim, Batılılaşma, Türkçülük düşüncesi, dilde sadeleşme...), örf ve âdetlerden, halkın yaşayışından almışlardır. Bu dönemde özellikle Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp bu türle millî duygu ve düşünceleri dile getiren yazılar yazdılar. Millî Edebiyatın temellerini oluşturan düşünceleri makale aracılığıyla kamuoyuna duyurdular. Ömer Seyfettin, Genç Kalemler dergisinde Türk dilinin sadeleştirilmesi için makaleler yazmış, bu yazılar "Yeni Lisan" hareketinin yayılmasında ve Millî Edebiyat Akımı'nın başlamasında etkili olmuştur. Ali Canip Yöntem, yeni edebiyatın savunmasını yapmış, edebiyat ve edebiyat tarihi konularında yaptığı çalışmalarıyla tanınmıştır. Çoğu, Türk Yurdu'nda yayımlanmış olan makalelerini "Millî Edebiyat Meseleleri" ve "Cenap Beyle Münakaşalarım" adlı kitaplarında toplamıştır. Ziya Gökalp ise Türkçülük akımını bir sisteme oturtan, temel ilkelerini ortaya koyan, bunları halka indirmeye çalışan sanatçıdır. Sanatçı, Türkçülüğün dilde, sanatta, bilimde, hukukta, dinde, ahlakta, siyasette, felsefede ve iktisatta nasıl gerçekleşeceğini yazılarıyla ortaya koymuştur. B- FIKRA Fıkra, gazete ya da dergilerin belli bir köşesinde yayınlanır. Bu özelliği dolayısıyla edebiyatımıza gazeteyle girmiştir. Başlangıçta siyasî içerikli olan fıkra yazıları zamanla konu bakımından genişlemiştir. Fıkralar zaman içinde günlük sosyal konuları işleyen, hak ve hukuk konularına el atan, bir kişi ya da edebî konuyu tartışan yazılara dönüşmüştür. Millî Edebiyat döneminde ise günlük sosyal konuların yanında bir kişiyi ya da edebî bir konuyu tartışan fıkralar da yazılmıştır. Edebiyatımızda Ahmet Rasim, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Haşim, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Halide Edip Adıvar gibi yazarlar fıkra türünde yazılar yazmıştır. Ahmet Rasim'in Şehir Mektupları, Eşkal-i Zaman, Muharrir Bu Ya; Ahmet Haşim'in Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan; Refik Halit Karay'ın Bir Avuç Saçma, Bir İçim Su, Ay Peşinde, Gukuklu Saat, Kirpinin Dedikleri; Orhan Seyfi Orhun'un Kulaktan Kulağa; Ziya Osman Saba'nın Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gün Doğmadan; Falih Rıfkı Atay'ın Eski Saat, Çile fıkra türünde yazılmış eserlerdir. C- SOHBET Yazar bu yazı türünde bir düşünceyi açıklar, bir konuyla ilgili bilgi verir. Ele aldığı konuda fazla derinleşmez. Düşüncelerini kanıtlama yoluna gitmez. Sohbet yazılarında herkesi ilgilendirecek konular seçilir. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir. Sohbet yazılarında samimi ve içten bir dil ve anlatım kullanılır. Yazarın makalede olduğu gibi, düşüncelerini kanıtlama düşüncesi yoktur. Sohbet yazıları hemen her konuda, özellikle güncel sanat olayları üzerinde yazılabilir. Bu türün en ünlü isimleri Ahmet Rasim ve Şevket Rado'dur. Fıkra gibi sohbet yazı türü de Millî Edebiyat döneminde şahsî unsurlardan oldukça arınmış, sosyal ve siyasal konulara yönelmiş, nükte ve konu çeşitliliği bakımından zenginleşmiştir. Sosyal ve siyasal eleştiri ön plana çıkmıştır. 5 D- YERGİ VE GÜLMECE Divan edebiyatından başlayarak örnekleri verilen yergi ve gülmecenin, Milli Edebiyat'a gelinceye değin daha çok bireysel çizgide kaldığı görülür. Özellikle yergide zaman zaman ölçünün kaçırılarak hakarete vardığı da dikkati çeker. Milli Edebiyat döneminde bireysellikten büyük ölçüde sıyrılma, siyaset ve sosyal konulara yöneliş, bu türde yeni bir çizgiye gelindiğini gösterir. Ayrıca yergi ve gülmece için gerekli olan, düşünce yapısı, ince buluşlar ve nüktenin de bu dönemde gülmece ve yergiye yansıdığını görüyoruz. Milli Edebiyat döneminde bu türde gerek düzyazı gerekse koşuk biçiminde ürünler verilmiştir. Dönemin yergi ve gülmece şairi olarak tanınanların başında Neyzen Tevfik Kolaylı (1879-1953) gelir. Küçük yaşta ney çalmaya başladığı için "neyzen" lakabıyla anılan şairde gülmece, özellikle yergi yeteneğinin gelişmesinde, genç yaşlarda İzmir'de tanıştığı Şair Eşref'in de etkisi olduğu düşünülebilir. Gülmeceden çok yergi niteliği taşıyan şiirlerinde siyasal olaylarla birlikte bireyleri de ele alan Neyzen Tevfik zaman zaman hakarete vardırdığı yergileriyle Divan şairlerini anımsatır.. Zekası ve esprileriyle de ün kazanan Neyzen Tevfik'in şiirleri Hiç (1919) ve Azab-ı Mukaddes (1924, 1949) adlı kitaplarda bir araya toplanmıştır. Neyzen Tevfik'le birlikte, gülmece ve yergi şairi olarak Halil Nihat Boztepe (1882- 1949) ile İhsan Hamami (1884-1948)'nin adları sayılabilir. Divan şiiri koşuk biçimlerini de kullanan bu iki şair yergiden çok gülmeceyi yeğlemiştir. Kırıcı olmayan, ince bir zekânın yarattığı gülmece şiirleri Halil Nihat'ın, Siham-ı İlham(1924), Maytab( 1924) adlı kitaplarında bir araya toplanmıştır. İhsan Hamami'nin düzyazıyla yazdığı gülmecelerini topladığı Hamsiname (1928)'si vardır. Edebiyatın başka türlerinde ün kazanan şair ve yazarların da bu konuya eğildikleri dikkati çekiyor. Roman yazarları arasında bu konuya en çok eğilen Refik Halit Karay'dır. Refik Halit bir bölüğünü Kirpi adıyla yayımladığı gülmece fıkralarını Kirpinin Dedikleri (1918,1929,1940), Sakın Aldanma, İnanma Kanma (1919,1941), Ago Paşa'nın Hatıratı (1922,1939), Guguklu Saat (1922,1940) adlı kitaplarında bir araya toplamıştır. Hecenin beş şairinden Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz ve onlarla aynı çizgide olan İbrahim Alaattin Gövsa'nın da bu türde örnekler verdiğini görüyoruz. Refik Halit gibi bu şairler de gülmece yazılarında takma adlar kullanmışlardır. Fiske adını kullanan Orhan Seyfi şiir ve fıkralarını Fiskeler (1922), Asrî Kerem (1942), Kulaktan Kulağa (1943); Çimdik adıyla yazan Yusuf Ziya gülmece yazılarını Şen Kitap (1919), Beşik (1943,48), Ocak (1943), Sarı Çizmeli Mehmet Ağa (1956), Gün Doğmadan (1961); Çam Deviren ve Deli Ozan adlarıyla yazan Faruk Nafiz, şiirlerini Tatlı Sert (1938); Kıvılcım adıyla yazan İbrahim Alaattin de yazılarını Şen Yazılar (1926) adlı kitaplarında bir araya toplamışlardır. Milli Edebiyat yıllarında tanınıp Cumhuriyet döneminde de ünlerini sürdüren bu şairlerle yazarlar, gülmece ve yergiyi geniş bir okuyucu kitlesine tanıtmak ve benimsetmekte önemli rol oynamışlardır. E- EDEBİYAT ELEŞTİRİSİ Tanzimat Döneminde Batı edebiyatından edebiyatımıza yeni giren türlerle birlikte gelen "Edebiyat eleştirisi" bu dönemden başlayıp gittikçe gelişerek Milli Edebiyat dönemine gelmiştir. Bütün edebiyat akımlarının ve hareketlerinin daha çok başlama, gelişme evrelerinde görüldüğü gibi, Milli Edebiyat hareketinin bu evrelerinde de gerek polemikte gerekse eleştiride bir yoğunlaşma göze çarpar. Özellikle Genç Kalemler'de Ali Canip ve Ömer Seyfettin'in, Milli Edebiyat anlayışı ve yeni lisan hareketini yaygınlaştırmak, savunmak için yayımladıkları polemik ve eleştiriler bu türün ilk güçlü örnekleridir. Ömer Seyfettin'in Genç Kalemler kapandıktan sonra, aynı amaçla, Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerle, Gazetelerde yayımladığı yazıları; Ali Canip'in, Milli Edebiyat hareketine karşı olan Cenap Şahabettin'le yaptığı, sonradan (Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Bey'le Münakaşalarım 1918) adlı kitapta bir araya topladığı tartışmalar o yılların en çok ilgi uyandıran edebiyat eleştirileridir. Ali Canip gibi, önce Fecr-i Ati topluluğunda yer alıp, daha sonra yerleştikçe Milli Edebiyat hareketine geçen Hamdullah Suphi, Yakup Kadri, Fuat Köprülü ve Raif Necdet de bu türde önemli yapıtlar bırakmışlardır. Bu yazarların polemik ve eleştirilerinde Milli Edebiyat, yeni lisanla ilgili olanların yanında, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati dönemleri için yapılan değerlendirmeler de yer alır. Örneğin: Hamdullah Suphi, Yakup Kadri ve Fuat Köprülü'nün bu konularla ilgili polemikleriyle eleştirileri, kimi yapıtları değerlendiren yazıları Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmıştır. Fuat Köprülü polemik ve eleştirilerinin bir bölüğünü Bugünkü Edebiyat (1924) adlı kitapta bir araya toplamıştır. Ayrıca Batı edebiyatıyla ilgili makalelerini topladığı Hayat-ı Fikriye (1910), Şahabettin Süleyman ile birlikte hazırladıkları, edebiyat bilgileriyle ilgili yazılarını kapsayan Malumat-ı Edebiye (1914- 1915) adlı yapıtları bu alanda önem taşır. Raif Necdet de özellikle Fecr-i Ati'ye karşı olduğunu belirten eleştirileriyle, değişik kişilerle, edebiyatı sorunlarıyla ilgili pole-mik ve eleştirilerini Hisler ve Fikirler (1901-1910), Hayat-ı Edebiye (1909-1922) adlı kitaplarda bir araya toplamıştır. Milli Edebiyat döneminde yayımlanan eleştiri ve polemikleri gözden geçirdiğimizde, bireysellikten oldukça uzaklaşıldığı, ağırlığın üzerinde tartışılan konuya yöneltildiği görülür. 6 F- EDEBİYAT TARİHİ Bir toplumun geçirdiği evrelere bağlı olarak edebiyatındaki gelişmesi bakımından önem taşıyan edebiyat tarihi denemeleri, edebiyatımızda Tanzimat döneminin sonlarında başlar. II. Meşrutiyet'in ilk yıllarına değin sürdürülen denemelerden sonra edebiyat tarihçiliğinin bilimsel bir yöntemle ele alınması Milli Edebiyat döneminde başlar. Edebiyat tarihinde yöntem denilince ilk akla gelen ad Fuat Köprülü'dür. 1909'da Fecr-i Ati topluluğuna giren Köprülü, değişik dergilerde yayımlanan şiirleri, polemikleri ve eleştirileriyle adını duyurmuştur. Köprülü'nün ilk olarak Bilgi Dergisi S.1' de yayımlanan Türk Edebiyatı Tarihinde Usul başlıklı makalesi, bir edebiyat tarihinin nasıl yazılacağı, edebiyat tarihçisinin karşılaştığı güçlükler, nasıl bir yöntem izlemesi gerektiği gibi noktalar üzerinde durularak, edebiyat tarihi yazılmasına bilimsellik getiren ilk incelemedir. Ancak makalenin yayımlanmasından üç yıl sonra Şahabettin Süleyman'la birlikte hazırladıkları Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı'nda göze çarpan yöntem eksiklikleri, ortaya konulan bilgilerin henüz tam olarak uygulanamadığını gösteriyor. Yöntem eksiklikleri görülmekle birlikte Köprülü'nün edebiyat tarihi olarak bize bıraktığı yapıtlarının önemini yadsıyamayız. Bu türde ilk büyük çalışması Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar'dı. Onu izleyerek Türk Edebiyatı Tarihi gelir. Bu edebiyat tarihinin İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı adını taşıyan birinci bölüğü 1920'de İslamiyetten Sonraki Türk Edebiyatı: Vezin ve Şekil adını taşıyan ikinci bölüğü 1921'de basılmlştır. Daha sonra ikisini bir arada XIV. Yüzyıl Çağatay edebiyatına değin genişleterek yeniden bastırmıştır (1926,1928). Bu yapıtın önemi ilk olarak Türk Edebiyatı tarihinin sınırlarını Osmanlı edebiyatı sınırları dışına çıkarmasıdır. Edebiyat tarihi sayılabilecek öteki yapıtları, Azeri Edebiyatına Ait Tetkikler (Bakü 1926), Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türki- i Basit (1928), XVII. Asır Sonuna kadar Türk Saz Şairleri (1930), Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar (1934) adlarını taşıyanlardır. Köprülü'nün, edebiyatımızın değişik alanlarında ve değişik konularda yazdığı makaleleri de edebiyat tarihi açısından ayrı bir önem taşır. Bu makaleler arasında özellikle, Türk Edebiyatının menşei (Milli Tetebbular Mecmuası 1915, C.II), Türk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşe ve Tekamülü Hakkında Bir Tecrübe(Milli Tetebbular Mecmuası 1915, C.I s.1), Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına Tesiri (Edebiyat Fakültesi Mecmuası 1922, S.2), Anadolu'da Türk Dili ve Edebiyatının Tekamülüne Umumi Bir Bakış (Yeni Türk Mecmuası 1933, S.4,5,7), Gazneliler DevrindeTürk Şiiri (Edebiyat Fakültesi Mecmuası 1929, S.1) adlarını taşıyanlar edebiyat tarihi niteliğinde olanlardır. Bu makaleleri ile edebiyatımızın değişik kişileri ve konuları ile ilgili yazıları Edebiyat Araştırmaları I (1966,1986,1989) ile Edebiyat Araştırmaları II (1989) olmak üzere iki kitapta toplanmıştır. Aynı dönemde yetişen yazarlardan Ali Canip'in XVIII. Yüzyıl şairleriyle ilgili makaleleriyle, Ömer Seyfettin Hayatı ve Eserleri (1925-1947) incelemesi; Yakup Kadri'nin aynı nitelikte Ahmet Haşim'i, Mithat Cemal'in Namık Kemal – Devrinin İnsanlarıve Olayları Arasında (I.C.1.Kısım 194;, II.C.1. Kısım 1949; II.Cilt 2. Kısım 1956), Mehmet Akif (1939), Sarıklı İhtilalci Ali Suavi (1946); İbrahim Alaattin'in Süleyman Nazif (1933) adlı yapıtları edebiyat tarihi olmamakla birlikte, edebiyat tarihi hazırlamak isteyenler için kaynak yapıt olarak önem taşırlar. G- ÖNEMLİ DERGİLER 1908-1923 yılları arasında, 1908'den sonra ortaya çıkan değişik ideolojileri yansıtanlarla birlikte, "Milli Edebiyat hareketinin düşünceye ve sanata yansıyan yönlerini kamuoyuna duyuran dergilerle karşılaşıyoruz. Düşüncenin sanata yansıyan yönlerini dergiler duyururlar. 1911'de yayımlanan Genç Kalemler, 1917'den sonra, birçok edebiyat hareketinin tanınmasında önemli rol oynayan Servet-i Fünun, Yusuf Ziya'nın yayımladığı Nedim(1918), Halit Fahri' nin yönettiği Şair (1919), Sabiha Zekeriya'nın çıkardığı Büyük Mecmua (1919) ve Mustafa Nihat'ın çıkardığı Dergâh (1921) dergileri "Milli Edebiyat" hareketinin daha çok sanat ve edebiyat yönüne ağırlık vermişlerdir. Hareketin bilimsel yönünü yansıtan dergiler olarak, Fuat Köprülü'nün yönettiği Milli Tetebbular Mecmuası (1915) ile Celal Sahir'in yönettiği Bilgi (1913)' yi sayabiliriz. Milliyetçiliği ideolojik yönden ele alan dergiler ise, Türk Derneği'nin adını alan Türk Derneği (1911) ile Türk Yurdu'nun çıkarmaya başlayıp, Türk Ocağı'nın sürdürdüğü Türk Yurdu (1912) ve Yeni Mecmua (1917)'dır. 7 3- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDE ŞİİR Genç Kalemler, kendilerinden önceki Türk edebiyatını sunilikle ve taklitçilikle suçlarken, çağdaşları olan Fecr-i Ati'yi de unutmamışlar, onu da iyice hırpalamışlardır. Genç Kalemler de, şiiri "yalnız sanatçıya ait şahsi bir mesele, yalnız bir estetik haz vasıtası" saymaları bakımından, Fecr-i Ati'nin ferdiyetçi sanat anlayışından ayrılmış değildirler. Dil hususundaki ayrılığa, sonraları aruz yerine heceye getirmeleri bakımından yine tamamıyla dışça bir ayrılık daha eklenirse de, ferdiyetçi sanat anlayışlarında hiçbir değişiklik göze çarpmaz. nazım şekilleri ile şiirler yazıyor (Rıza Tevfik, Faruk Nafiz, Orhan Seyfi) ve hemen hepsi birinci gruptakiler hariç ferdiyetçi bir sanat anlayışı içinde, yalnız kendi duygu ve hayal dünyalarını ortaya koyuyordu. Milli Edebiyat Döneminin Şiir Özellikleri: Şiirde önceleri aruz ölçüsü kullanılırken daha sonra hece ölçüsü kullanılmıştır. Halkın yaşantısı ve ülke sorunları konu edilmiştir. Şiirde millileşme hedeftir ve Halk edebiyatı nazım biçimleri kullanılmıştır. Yarım, tam ve zengin kafiye kullanılmıştır. Ziya Gökalp ve Mehmet Emin, eski Tük tarihine, efsane ve geleneklerine; Faruk Nafiz'in önderliğinde Beş Hececiler de Halk edebiyatı geleneklerine yönelmeyi millilik olarak görmüşlerdir. Milli Edebiyat Hareketi'nin tutunmaya çalıştığı 1911-1917 yılları arasında, Türk şiirinde oldukça karışık bir durum göze çarpar. Milli bir edebiyata taraftar şairlerin şiir anlayışında tam bir birlik görülmez. Milli Edebiyat hareketince şiirin şahsi bir mesele olarak sayılması üzerine, Milli Edebiyat deyiminden bazı şairler konuca "eski Türk tarihine, efsane ve geleneklerine bağlanmayı" anlayarak bu tarzda şiirler yazarken (Mehmet Emin, Ziya Gökalp); bazıları "Osmanlı İmparatorluğu'nun parlak devirlerini yaşatmaya" çalışıyorlar (Yahya Kemal, Enis Behiç); bazıları da, millileşmeyi "halk şiirine bir dönüş" sayarak, halk MİLLİ EDEBİYAT GENEL ŞİİR TAHLİLİ DIŞ YAPI Nazım Biçimi Halk Edebiyatı nazım biçimleri Konu- Tema Şiir Türü Genelde epik ve didaktik Ana fikir Nazım Birimi Genelde dörtlük Dil Nazım Ölçüsü Kafiye Hece Genelde yarım veya tam kafiye Edebi sanatlar İmge ve Semboller Aliterasyon, Asonans Leit motif Ritim Pek rastlanmaz Pek rastlanmaz Hece ölçüsünün durakları ritmi oluşturur Sanat Anlayışı Zihniyet Anlama yorumlama İÇ YAPI Konu, Türk tarihindeki başarılar; tema, genelde milliyet sevgisidir. Türkler tarihlerindeki büyük başarılardan ders almalı ve gelecekte bu başarıların daha mükemmeline ulaşmalıdır. İstanbul kadınlarının ve Türk köylülerinin konuştuğu anlayabildiği sade ve Öz Türkçedir. Halkın anlayabileceği düzeyde kullanılır. Özellikle uygulanmaya çalışılmamıştır. Yok denecek kadar azdır. Sanat toplum içindir. Türkçülük ve Turancılıktır. Milli edebiyat sanatçıları, Türkçülük ideolojisini yaymak, yeni kurulacak devletin temel ilkelerinden birinin milliyetçilik olmasını sağlamak için sanatı bir araç olarak kullanmışlardır. Toplumu eğitmek savaşan halka manevi güç vermek istemişlerdir. Milli edebiyatçılar Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili amaçlarına ulaşmışlardır; Yeni Lisan oluşmuş, Milliyetçilik yeni cumhuriyetin en temel ilkelerinden biri olmuştur. DEĞERLENDİRME Milli Edebiyatta şiir, diğer türlere göre daha geri plandadır. Bu dönemin sanatçıları sanat anlayışlarından ötürü estetik başarıdan çok faydaya önem vermişlerdir. Realizm ve natüralizm akımının etkisinde eserler vermişlerdir. Batıdaki gelişmeleri yakından takip etmeyi amaçlamış ancak her şeyi Türk’e göre yeniden düzenlemeyi düşünmüşlerdir. Fecr-i Ati Edebiyatının dağılması onların başarılarından biridir. Batıyı taklit etmekten çok takip etmek ve uyarlamak peşindedirler. 8 SAF ŞİİR Saf şiir anlayışı Paul Valery’nin şiirde dili her şeyin üstünde tutan görüşünden hareketle, Batı edebiyatından Paul Valery,Stephane Mallerme ve Divan şiirinin biçimci yapısından bir hayli etkilenen şairlerimizde (Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl Kısakürek, Özdemir Asaf, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ziya Osman Saba) görülen ortak zevk ve anlayışa verilen addır. •Türk edebiyatında “Saf Şiir” eğilimi Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar. • Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu anlayışla kendilerine özgü özel bir imge düzeni oluştururlar.Özgün ve yaratıcı olan bu imgeler,dilin mantığına uygun ve dilin anlam alanını genişletip dile yeni olanaklar sunacak bir yapıya sahiptir.Dilde saflaşma düşüncesi,kendini rahat şiir yazma şeklinde başat öğe olarak gösterir.Şiirsel söylemin zirvesine ulaşmak düşüncesiyle dilin yücelişi paralellik gösterir. • Şiirde her türlü ideolojik sapmanın dışında kalarak sadece okuyucuda estetik haz uyandıran şiir yazma eğilimi,bu şairleri her türlü mektepleşme eğiliminin dışında kalıp müstakil şahsiyetler olarak şiir yazmaya yöneltmiştir. • Şiiri soylu bir sanat olarak kabul eden bu şairlerde düşsel(hayali) ve bireysel yön ağır basar.İçsel ve bireyci bir yaklaşımla evrensel insan tecrübesini dile getirirler. • Saf şiir anlayışında estetik tavır ön plandadır.Bu anlayıştaki şairler didaktik bilgiden uzak durup;bir şey öğretmeyi değil,musikiyle ya da musikinin çağrıştırdığı,uyandırdığı imgelerle insanın estetik duyarlılığını doyurmayı amaç edinirler. Kısacası bu şairler şiirde anlama fazla önem vermezler. Anlaşılmak için değil ;duyulmak, hissedilmek için şiir yazarlar. • Şiirde biçim endişesi duyan bu şairlerde dize ve dil baş tacıdır. Disiplinli çalışarak mükemmele varan halis şiir yazma endişesi kendini hissettirir. • Gizemsellik,simgecilik,bireysellik,ruh,ölüm,masal,rüya,mit temalarının yoğunca işlendiği bu şiirler zekâ ve bilincin disipliniyle bütünleştirilerek yazılmıştır. MANZUME Nazım, duygu ve olayların belirli kurallarla dile getirildiği yazılardır. Genellikle ölçü ve uyak gözetilerek1, “dizeler halinde yazılır. Bu türdeki yazılara manzume denir. Manzumelerin insanda coşku uyandıracak şeklide yazılanlarına da “şiir” denir. Şiirde, ozanı şiir yazmaya yönelten olay ve durumlara “konu”, şiirin tümünde egemen olan duyguya da ana duygu (tema) denir. Ozan, söylemek istediklerini bu duygu etrafında toplar, sanatlı bir dille aktarır. Manzume: Ölçülü ve uyaklı manzum parçalardır. Öğretici konular ve akılda kolay kalması istenen düşünceler bu nazım şekliyle yazılır. Estetik kaygı taşımazlar. Çağrışım yönü ve imgeleme zayıftır. Manzum hikâyeler birer manzumedir. Manzum Hikâye: Toplumu ilgilendiren olaylar işlenir. Mensur hikâyelerdeki gibi olay, yer, zaman, kahramanlar vardır. Daha çok ders veren, eğitici, öğretici, etkileyici konular seçilir. Ölçü ve uyağa dikkat edilir. Anlam, alttaki dizelerde devam eder. Karşılıklı konuşmalara yer verilir. Dizelerin uzunlukları aynı olmayabilir. Bu nazım şekli edebiyatımıza Tanzimat Dönemi'nden sonra girmiştir. Manzume ve Şiir Arasındaki Ayırıcı Özellikler: Şiirde anlatılanları düz yazıyla ifade edemeyiz, manzumede anlatılanları düz yazıyla ifade edebiliriz. Şiirde olay örgüsü yoktur, manzumede olay örgüsü vardır. Şiirde bireysellik duygu ve çağrışım ön plandadır; manzumede toplumsal konular yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar işlenir. Şiirde çok anlamlılık ve imge ağır basarken manzumede sözcükler genellikle gerçek anlamında kullanılır. Manzumeler genellikle didaktik metinlerdir. 9 4- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDE HİKÂYE VE ROMAN Daha önceki devirlerde görülen «İslamcılık», «Osmanlıcılık», «Batıcılık» akımlarına, 1911'den sonra ortaya çıkan «Türkçülük» akımının da katılmasıyla, Meşrutiyet devrinde «Osmanlı toplumunda dört siyaset akımı yer almıştır. İslamcılık, «kavmiyyet» (kavimcilik) düşüncesine karşı koyup, bütün İslâm avimlerinden birleşik bir «İslâm birliği», büyük bir İslâm devleti kurma ülküsü idi. Osmanlıcılık, çeşitli uluslardan (Türk, Arap, Arnavut, Ermeni, Yunan, Sırp, Bulgar, vb.) birleşik Osmanlı devletinde bir Osmanlı ulusçuluğu kurma ülküsü idi. Batıcılık, sürekli yenilgilerle çökmeğe başlayan devleti kurtarmak için, toplumu Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçirme çabası idi. Ne var ki, gerek Balkanlarda yaşayan Hıristiyan uluslar (Yunanlar, Bulgar'lar, vb.), gerek hiçbir toprak temeline dayanmayan Hıristiyan azınlıklar (Ermeniler) arasında, önce Rusya'nın, daha sonra da Avrupalıların kışkırtmalarıyla başlayan «ulusçuluk» hareketi, Osmanlıcılık düşüncesinin ve Osmanlı devletinin yıkımını hazırlamış; ayrıca, Müslüman uluslar (Araplar, Arnavut'lar) arasında da uyanan bağımsızlık istekleri, Osmanlıcılık ülküsünden başka İslamcılık ülküsünün de yıkımına yol açmıştır. Öbür yandan, Batıcılık hareketi de, iktisat alanında Batı sermayesine kayıtsız şartsız teslim olma sonucunda, siyaset alanında devleti bir Batı uyduluğu haline getirmiştir ki, bu da, İmparatorluğun yıkımını hızlandıran başlıca nedenlerden biri olmuştur. İşte bu devirde (Meşrutiyet devrinde), İmparatorluk içindeki çeşitli ulusların kendi benliklerine dönme eğilimi karşısında, kimi aydınlar, devletin çeşitli uluslara degıl, «millet-i hâkime» (egemen ulus) diye adlandırılan asıl sahibine, yani Türk halkına dayanması gerektiği düşüncesine ulaşmışlardır. Bu düşünce, aydının halka yönelmesine yol açmış ve «halka doğru» diye adlandırılan bu davranışın doğurduğu ulusçuluk akımına o devirde «Türkçülük» adı verilmiştir. Toplumsal devrimler yapmak için Türk halkına ulaşma amacını güden «halka doğru» hareketi, «Türkçülük» adını aldıktan sonra, kimi İstanbul aydınları arasında, halılar, çiniler, ibrikler, mangallar, çubuklar, tespihler, vb. ile döşenmiş evlerde oturma anlamında yorumlanarak, bir «gelenekçilik» hâline sokulmuş, böylece, asıl amacından tam ters bir yöne çevrilmiş; bir süre sonra, bu Osmanlı gelenekçiliği ile de yetinilmeyerek —biraz da Rusya göçmeni Türk'lerin etkisiyle— bütün Asya Türk'lerini içine alan büyük bir «Turan» devleti kurma hayaline ulaşılmış; böylece, «halka doğru» hareketi, Türkiye Türk'lerini çağcıl (modern), demokratik bir ulus haline getirme yolundan saparak, «Turancılık» kılığına girmiştir. Siyaset alanındaki bu «halka doğru» hareketi, edebiyatta «ulusal kaynaklara dönme» düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. «Ulusal kaynaklara dönme» sözü, dilde sadeleşme, yerli hayatı yansıtma, şiirde aruz Ölçeği (vezni) yerine hece ölçeğini kullanma ve Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanma anlamında kullanılmış; bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyata da «Milli Edebiyat» (ulusal edebiyat) adı verilmiştir. Edebiyatımızın bu dönemi, «Meşrutiyet» (1911-1918) ve «Mütareke» (19191922) devirlerini içine alır. Meşrutiyet devrinde yetişen sanatçılar genellikle 1880 kuşağı, Mütareke devrinde yetişen sanatçılar da genellikle 1890 kuşağıdır. «Millî Edebiyat» Hikâye ve Romanlarının özellikleri: 1 — Bu devir hikâye ve romanlarının en önemli özelliği «sade dil» ile yazılmış olmalarıdır. «Halka doğru» gitmek isteyen aydının halkla anlaşma ve aradaki uçurumu doldurma çabası, ortaya ilk olarak «dil» sorununu çıkarmıştır. Böylece, tâ Tanzimat edebiyatından beri zaman zaman üzerinde durulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen ve Şinasi'nin deyişiyle «bütün halkın kolaylıkla anlayabileceği yolda» yazma, yani konuşma dilini yazı dili yapma dâvası bu devirde kesin clarak benimsenmiştir. Bu dâva, Selanik'te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafından çıkarılan Genç Kalemler (Nisan 1911) dergisinde «Yeni Lisan» adıyla ileriye sürülmüş ve «millî edebiyat»m «millî lisan »dan doğabileceği görüşü savunulmuştur. Yalnız sözde kalmayıp başarılı örneklerle de desteklenen bu hareket kısa bir zamanda tutunmuş ve bütün XX. yüzyıl Türk edebiyatının ayırıcı niteliği olmuştur. Bu bakımdan, 1911 yılını «Millî Edebiyat» akımının olduğu kadar XX. yüzyıl Türk edebiyatının da başlangıç tarihi olarak kabul ediyoruz. 2 — «Millî Edebiyat» akımının hikâye ve roman alanındaki en önemli özelliklerinden biri de, «memleket edebiyatı» çığırının başarılı ilk örneklerinin verilmiş olmasıdır. Daha önceki Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarında vakaların İstanbul sınırları içinde hapsedilmesine, yazarların memleket sorunlarına kapalı durmasına karşılık, bu devirde, «halka doğru» hareketinin bir sonucu olarak, bütün sanat eserleri, özellikle hikâye ve roman, yurdun her köşesine açık tutulmuş ve her tabakadan halkın hayatı konu olarak ele alınmıştır. 3 — Gözleme dayanan bu davranışın bir sonucu olarak, çoğu yazarlar Realizm (Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refit Halit, Reşat Nuri, Memduh Şevket, vb.), hattâ kimileri Natüralizm (Selâhattin Enis, kimi hikâyeleriyle F.Celâlettin, kimi romanlanyle Osman Cemal, vb.) ilkelerini benimsemişlerdir. 10 Bu arada şu noktayı da belirtmek gerekir: Sanatçının devlet tarafından korunması geleneğinin hâlâ sürdüğü bu devirle, Cumhuriyet devrinin ilk döneminde, sanatçılar, hükümetin hoşuna gitmeyecek gerçeklere değinmekten kaçınmışlar, bir çeşit «tatlı su gerçekçiliği» ile yetinmişlerdir. Memleketin ve köyün acı gerçeğine arada bir değinme eğilimi gösteren bir yazarımız (Memduh Şevket Esendal) uzun yıllar eserlerini yayımlamamış, hayatının son yıllarında yayımlamağa başladığı zaman da adını açıklamaktan kaçınmış; köyün sefaletine eğilen ve aydınla köylü arasındaki manevî uçurumu tema olarak ele alan başka bir yazarımızın o alandaki tek eseri (Yakup Kadri: Yaban) siyaset çevrelerinde iyi karşılanmamış; bir başka yazarımız da, memleketimizde yüzyıllar boyunca özel çıkarları maskelemek için uygulanagelen din sömürücülüğü olayını işlemişse de (Reşat Nuri: Yeşil Gece) —belki de kulağı büküldüğü için— bir daha öyle tellerebasmamış, hattâ savaş aleyhtarı bir temayı işlediği söylenen Mehmetçik romanını tamamlamaktan vazgeçmiş, eğer tamamladıysa yayımlamamıştır. (Yurdun toplumsal gerçeklerini cesaretle ele alma işi, sanatçının devletçe korunması geleneğinin bırakıldığı devirde Atatürk'ün ölümünden sonra yaygın bir akım halini almış, devlete değil, okuyucuya dayanan Cumhuriyet kuşağının çabalarıyle edebiyata mal edilmiştir. ) 4 — Gözleme önem vermenin bir sonucu olarak, Meşrutiyet devrinin Turancılık (Halide Edip: Yeni Turan; Müfide Ferit: Aydemir), Türkçülük (Ulusçuluk), Osmanlıcılık (Ömer Seyfettin: Eshâb-ı Kehfimiz, Kırmızı Bayraklar, vb.), İslamcılık (Reşat Nuri: Yeşil Gece), Batıcılık (Yakup Kadri: Kiralık Konak; Reşat Nuri: Yaprak Dökümü; Peyami Safa: Fatih-Harbiye), kimi eserlerde tema olarak ele alınmıştır. 5 — Kimi sanatçılar realist yöntemden yararlanmakla birlikte, toplumsal olayları dahi bireysel bunalımlar açısından ele alıp ruh çözümlemelerine önem vermişler (Peyami Safa), kimileri de Osmanlı toplumunun yıkılış çağındaki üst kat insanlarının kaygısız yaşayışlarının özlemini anılar çerçevesi içinde, yine bireysel açıdan ve Proust yöntemiyle işlemişlerdir (Abdülhak Şinasi). 6 — Kimi sanatçılar da Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim yolunu sürdürmüşlerdir (Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, kimi hikayeleriyle F. Celâlettin). 7 — Parti kavgalarının kızıştığı Meşrutiyet ve Mütareke devirlerinde okuyucunun mizaha ve toplumsal yergiye düşkünlük göstermesi, o dönemde birçok mizah dergisinin çıkmasına, bunun sonucu olarak da, o hava içinde yetişen birçok yazarın (Ömer Seyfettin, Refik Halit, Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, Reşat Nuri, Mahmut Yesari, kimi hikayeleriyle F. Celâlettin) mizaha eğilim göstermesine yol açmıştır. 8— Bu dönemde, hikâye ve romanlarımızda teknik gelişmiş, hattâ birtakım yeni denemelere dahi girişilmiştir (Ömer Seyfettin: Efruz Bey; Refik Halit: İstanbul'un İçyüzü). «Millî Edebiyat» Hikâye ve Roman Yazarlarının Başlıcaları Şunlardır: 1. Ömer Seyfettin 2. Halide Edib Adıvar 3. Yakup Kadri Karaosmanoğlu 4. Refik Halit Karay 5. Ercüment Ekrem Talu 6. Selâhattin Enis 7. Osman Cemal Kaygılı 8. F. Celâlettin 9. Reşat Nuri Güntekin 10. Peyami Safa Bunların bir bölüğü (1-6) Meşrutiyet devrinde, bir bölüğü de (7-10) Birinci Dünya Savaşı sonlarında ve Mütareke devrinde sanat hayatına atılmış, hepsi de Cumhuriyet devrinde çalışmalarını sürdürmüş ve ünlerinin doruğuna ulaşmışlardır. Bu Devrin Öbür Hikâye ve Roman Yazarları: 1. Memduh Şevket Esendal 2. Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) 3. Mithat Cemal Kuntay 4. Sermet Muhtar Alus 5. Abdülhak Şinasi Hisar 6. Mahmut Yesari Bunlar, kendi çağlarında edebiyatın eleştiri, fıkra, makale, oyun, şiir, vb. gibi başka dallarında yazı hayatına atılmış, hikâye ve roman türündeki eserlerini Cumhuriyet devrinde vermişlerse de, üslup, dil ve sanat anlayışı bakımından Cumhuriyetten önceki devire bağlı kaldıklarından, o devrin sanat akımı içinde ele alınmışlardır. Başka Hikâye ve Roman Yazarları: Yukarda anılanlar dışında, bu dönemde hikâye ve roman alanında eser veren birtakım yazarlar daha yetişmiştir. Üzerlerinde durmayı gerekli görmediğimiz bu yazarların Başlıcaları şunlardır: Aka Gündüz, Raif Necdet Kestelli, Müfide Ferit Tek, Selâmi İzzet Sedes, Suat Derviş, vb... 11 5- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDE TİYATRO 1908'de II. Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük, tiyatro etkinliklerini de etkilemiş, hız kazanan tiyatro çalışmaları Milli Edebiyat döneminde de sürmüştür. Bu dönemdeki ilk girişim resmi bir tiyatro kurulmasıdır. Paris'te ünlü bir tiyatronun müdürü olan Pierre Antuan tarafından kurulan bu tiyatronun önemi, oyuncu olmak isteyenleri yetiştirme amacı gütmesidir. 1915'te kurulan ve Darülbedayi adını taşıyan bu ilk Osmanlı tiyatrosu amacı bakımından aynı zamanda bir okul niteliği taşır. Bu sırada başlayan Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı çeşitli güçlükler, tiyatronun çalışmalarını engellemiş, ilk oyun ancak 1916 yılı başında sahneye konulabilmiştir. Bu oyun Hüseyin Suat'ın Çürük Temel adlı uyarlamasıdır. Onu Halit Fahri'nin Baykuş'u izler. Bu ilk resmi tiyatro, savaşın gittikçe artan sıkıntıları içinde, çalışmalarını düzenli olmasa da Cumhuriyet ilan edildikten sonra 1926'da Şehir Tiyatrosu'nun kuruluşuna değin sürdürebilmiştir. 1913'te sahneye konulan Köprülüler'dir. Hafif, müzikli oyunlar yazmayı sürdüren yazarın oyunları daha çok töre güldürüsü niteliği taşır. Konularını genellikle Osmanlı tarihinden seçen, çeşitli dönemlerdeki sosyal yaşayışı, töreleri, inançları, düşünüş biçimlerini gülünç yanlarıyla canlandırmayı yeğleyen Müsahipzade Celâl sosyal eleştiriye büyük ölçüde yer vermiştir. Oyunları bu özellikleriyle daha çok töre güldürüsü niteliği taşırlar. Teknik yönden pek güçlü olmayan oyunlarında, kişileri kendi dönemlerinin söz varlığı ve konuşma biçimiyle konuşturmağa özen göstermiştir. En çok tanınan İstanbul Efendisi (1920,1936), Lâle Devri (1921,1936), Macun Hokkası (1936), Atlı Ases (1936), Fermanlı Deli Hazretleri (1936), Balaban Ağa (1936) adlarını taşıyan oyunları öteki oyunlarıyla birlikte Halk Piyesleri (Müsahipzade Celâl) (1936) adıyla iki ciltte bir araya getirilmiştir. Darülbedayi, sanatçı yetiştirdiği gibi, o yılların yazar ve şairlerini oyun yazmağa da yöneltmiş, daha çok, roman, öykü, şiir yazan şair ve yazarlar oyun yazmağa başlamışlardır. 1915'ten sonra yazılmağa başlanılan oyunların daha çok hafif güldürüler ya da şarkılı güldürüler olduğu dikkati çeker. Bu türlerin yeğlenmesinde, halkın tiyatroya olan ilgisini arttırmak için ilk sahnelenen oyunların Fransız güldürüleri olmasının etkisi düşünülebilir. Yazılan ve sahnelenen oyunlar, teknik yönden tam bir olgunluğa erişememekle birlikte, dili kullanış bakımından oldukça başarılıdır. Bu dönemin tanınmış güldürü yazarlarından olan İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci Fransızca'dan yaptığı uyarlamalarla da tiyatromuza birçok oyun kazandırmıştır. O yılların Fransız güldürülerinin etkisi sezilen oyunlarında dili iyi kullandığı gibi, oyun tekniği yönünden de oldukça başarılı sayılır. Gücü Gücü Yetene (1918), Kadın Tertibi (1918), Kısmet Değilmiş (1920) gibi kendi yazdığı; Hisse-i Şayia, Sekizinci, Ceza Kanunu gibi uyarlama oyunları da vardır. Bu dönemde yalnızca tiyatro yazanlar yok mudur? Bu iki oyun yazarıyla birlikte dönemin roman ve öykü yazarlarından Aka Gündüz, Reşat Nuri, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Mithat Cemal, şairlerinden Halit Fahri, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Necip Fazıl ve Salih Zeki de kimileri sahnelenen oyunlar yazmışlardır. Bu dönemde yalnızca tiyatro yazarı olarak tanınan iki yazardan biri Müsahipzade Celâl (1868-1959), öteki de İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci (18661935) dir. 1908'de oyun yazmaya başlayan Müsahipzade Celâl'in ilk oyunu Milli Edebiyat Döneminde başka oyun yazarları var mıdır? 12 6- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ GENEL ÖZELLİKLERİ Edebiyat tarihimizin 1909-1923 yılları arasındaki dönemi Milli Edebiyat olarak adlandırılmaktadır.1911-1923 veya 1909-1940 arasını Milli Edebiyat dönemi olarak da kabul edenler vardı. Bu durum söz konusu tarihlerin dışında kalan dönemlerde meydana gelen edebi faaliyetlerin milli olmadığı sonucunu getirmektedir. Hâlbuki Milli Edebiyat; bizi millet yapan maddi ve manevi değerlerimizi, bizi biz yapan ve diğer toplumlardan ayıran özelliklerimizi yansıtan edebiyattır. Dolayısıyla bu tanıma uyan bütün edebi ürünlerimiz, hangi zaman diliminde meydana gelirse gelsin, bizim "Milli Edebiyat"ımızdır. Milli Edebiyat diye adlandırılan dönemi "Milliyetçi edebiyat" olarak nitelemek daha uygundur. Çünkü Tanzimat'la başlayarak birçok şair, yazar ve bilim adamı Avrupa'da esmeye başlayan m i l l i y e t ç i l i k akımından etkilenmiş ve Osmanlı coğrafyasında bu akımın yayılmasına önayak olmuştur. Örneğin, Tanzimat dönemi yazar ve devlet adamlarından Ahmet Vefik Pasa, Ali Süavi, Suleyman Paşa ve Şemsettin Sami, o dönemin belli başlı milliyetçilerindendir. "Düşünce dünyamız, batılaşmanın gereği ve kaçınılmalığı karşısında kendi kimliğinden uzaklaşan insanların huzursuzluğunu yaşar. Hem Avrupalı gibi kudretli ve medeni" olmak, hem de kendimiz kalmak, benliğimizden fedakârlık yapmamak isteriz. Avrupa'da yeşerip oradan dünyanın diğer bölgelerine ihraç edilen " M i l l i y e t ç i l i k " , aydınlarımız katında bir "kendine dönüş" hareketinin i t i c i gücü olur. Kâh mektepten memlekete", kâh "halka doğru" sloganları ile bayraklaşan bu hareket, siyasi ve sosyal gelişmelerin edebiyattaki yankısı gibidir. Eskiye karşı olmak, onu red ve terk ederek yeni bir kimlik aramak, o dönemde başlayıp günümüzde de devam eden bir sureci oluşturmaktadır Tanzimat döneminde başlayan m i l l i y e t ç i l i k akımı, Servet-i Fünun döneminde Bursalı Tahir Bey, Necip Asım ve Veled Celebi gibi temsilcileriyle devam eder. Daha sonra Ahmet Hikmet ve Mehmet Emini biliyoruz. O dönemde aydınlarımız bir şaşkınlık içerisindedir. Memleketi kurtarma sevdası, kimini Osmanlıcı, kimini İslamcı ve kimini de Türkçü yapmıştır. Her grup kendi yolunun doğru ve kurtuluşa götüren yol olduğunu sanmakta ve iddia etmektedir. 20. yüzyılın başlarında Türkçülük, Osmancılık ve İslamcılık akımlarından daha güçlü hale gelmiştir Milliyetçilik. önce Türkçülük adı altında kültürel b i r akım iken Meşrutiyet sonrasında siyasal bir akım kimliği kazanır. 25 Aralık 1908'de Türk Derneği kurulur. Kurucular arasında Necip Asım ve Veled Çelebi de vardı, 1911 yılının Kasım ayında Türk Yurdu adında bir dernek kurdular ve aynı adla bir dergi çıkarılır. Bu derneğin ve yayın organının kurucu ve yazarları arasında şu ünlü isimler vardır: Necip Asım, Veled Çelebi, Yusuf Akçura, Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet…12 Mart 1912’de ise Türk ocağı açılır. Bu dernek Türkçü-milliyetçi ve Türk-İslam sentezcisi olma kimliğini hala sürdürmektedir.11 Nisan 1912’de Selanik’te Genç Kalemler adında bir dergi çıkmaya başlar. Dergide başta Ömer Seyfettin Ali Canip ve Ziya Gökalp olmak üzere bütün Türkçü milliyetçiler bir araya gelir. Turan manzumesiyle bütün Türklük fikri işlenir. Derginin misyonu yeni lisan adıyla dilde sadeleşme hareketi başlamaktadır. Dergide’’yeni lisan ‘’ adıyla yayımlanan yazı Ömer Seyfettin’e aittir. Bu yazıda’’Milli bir edebiyat vücuda getirmek için evvela milli lisan ister. Konuştuğumuz lisan İstanbul Türkçesi en tabii lisandır. Yazı lisanı ile konuşma lisanını birleştirirsek edebiyatımızı ihya veya icat etmiş olacağız.’’denilmektedir. Genç Kalemler 1912 de kapanır. Yazarların büyük bir kısmı İstanbul’a gelerek Türk Yurdu ve diğer milliyetçi dergilere katıldılar. Milli Edebiyat akımının başlıca özellikleri şunlardır: 1.Dil sade Türkçedir. Halkın konuştuğu İstanbul Türkçesi esas alınmıştır 2.Şiirde genellikle hece ölçüsünü kullandılar. Ancak aruzla yazan yada iki vezni kullanan şairlerde olmuştur. 3.Türk Halk Edebiyatının nazım şekillerinden ve türlerinden faydalandılar. Batı edebiyatını da etmediler. 4.Milli kaynaklara yöneldiler. Ferdi konularla birlikte milli konularda ele aldılar yurt gerçeklerini memleket sorunlarını işlediler. 5.Milli Edebiyatçılar, şiir, roman, hikâye, tiyatro, mizah ve hiciv, edebi tenkit edebiyat tarihi gibi edebiyatın hemen bütün türlerinde eser verdiler. Yazdıklarıyla milli edebiyat akımı içerisinde yer alan ya da özellikleri itibariyle bu edebi akım içerisinde değerlendirilmesi gereken başlıca şair ve yazarları şöylece sıralamak mümkündür; Ali Canip Yöntem Ömer Seyfettin Ziya Gökalp Hamdullah Suphi Tanrıöver Yakup Kadri Karaosmanoğlu Refik Halit Karay Yusuf Ziya Ortaç Fuat Köprülü, Orhan Seyfi Orhon, Musahipzade Celâl Enis Behiç Koryürek, Mehmet Emin Yurdakul, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Hikmet Müftüoğlu Mithat Cemal Kuntay, Halit Fahri Ozansoy, Aka Gündüz 13 7- MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ SANATÇILARI Mehmet Emin Yurdakul Mehmet Emin Yurdakul 1869 yılında İstanbul’da Beşiktaş’ta doğdu. Babası bir balıkçı olan Salih Reis, annesi ise Edirne’den göçüp İstanbul’a yerleşmiş olan Emine Hanım idi. Mehmet Emin Beşiktaş Askerî Rüştiyesini bitirdikten sonra İdadi mektebe devam etmiş, ancak bitirememiştir. Bir süre Hukuk Mektebine de devam etmiştir. Sadaret Evrak Kalemine maaşsız olarak görev yaparken, 1890 yılında bastırdığı Fazilet ve Asalet adlı risaleyi Sadrazam Cevat Paşa’ya takdim etmesi üzerine 700 kuruş maaşla Rüsumat Mektupçu Kalemi Müsevvitliğine, bir müddet sonra da Rüsumat Evrak Müdürlüğüne tayin edildi. Tanınması 1897’deki Yunan Harbi esnasında neşredilen Türkçe Şiirler isimli küçük şiir kitabıyla başlar. O eserindeki: Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur, Sinem, özüm ateş ile doludur, İnsan olan vatanının kuludur, Türk evladı evde durmaz giderim. gibi manzumeler halk diliyle Türklüğün heyecanını ve idealini haykırdığı için yeni bir çığırın müjdecisi olmuştu. 1908 İnkılâbından sonra Mehmet Emin, Erzurum ve Trabzon Rüsumat Nazırlığından Bahriye Nezareti Müsteşarlığına geçti. Bir aralık Hicaz Vali Vekili oldu. Sonra Sivas ve Erzurum valiliklerinde bulundu. Bundan sonra da Musul Milletvekili olmuştu. Daha sonra Şarkî Karahisar Milletvekilliğinde, Urfa Milletvekilliğinde bulundu. İstanbul Milletvekili iken öldü ve Balmumcu’daki yeni mezarlığa gömüldü. Mehmet Emin, büyük bir sanatkâr ve şâir değildi. Ancak Türklük düşüncesinin uyanması görüşünün ilk müjdecisi idi. Rubâb-ı Şikeste’nin karşısına Türk sazı ile çıktı. Aruz vezninin tumturaklı ve tantanalı edası karşısında, Türklük bilinciyle ve hece vezniyle yazdı. Ondan sonra gelen birçok şâir, onun açtığı yoldan şiir sanatının zirvesine yükseldi. Onun âhenkli, ama temiz imanlı ve milli heyecanlı mısralarıyla Millî Mücadelenin ilk günlerinde Ankara’ya koşmuş olması, Atatürk’ü, kendisine ordusuyla bir komutan katılmış kadar sevindirdi. Mehmet Emin, halkın öz duygularını, halkın anlayacağı bir dil ve Türkçenin yapısına uygun bir vezinle seslendirmeye çalıştı. Özellikle, edebiyatımızın Arap ve Acem etkisi altında bulunduğu ve herkesin birbirine “Kaba Türk” diye hakaret ettikleri bir dönemde “Ben bir Türküm!” diye bağıran bir şairdir. Mehmet Emin’i Türk aydınlarından önce Türk milletinin uyanışı ile ilgili olarak Alman, Rus ve Macar Türkologları anladılar ve onu: “Kendi edebiyatını bulmaya giden bir milletin ilk sesi” olarak nitelendirdiler. Mehmet Emin Yurdakul’u şu mısraları çok iyi anlatır: Ey mübarek Anadolu toprağı! Hani senin bahtiyarlık hukukun, Hür düşüncen, milli duygun, kanunun? Hani senin yeni ruhlu çocuğun? Yazık sana ağlamayan şiire... O, bütün hayatında Anadolu’nun gözyaşını ve Türk Milleti’nin soyluluğunu haykırmıştır. Mehmet Emin Yurdakul 1944 yılında İstanbul’da öldü. En meşhur eserleri Türkçe Şiirler, Fazilet ve Asalet, Zafer Yolunda, Mustafa Kemal, İsyan, Dante’ye Sesler, Kıvılcımlar ve Yıldırımlar, Türk Sazı, Turana Doğru’dur. 14 ZİYA GÖKALP 23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğdu. 25 Ekim 1924’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Ziya. Babası yerel bir gazetede çalışan memurdu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi. 18 yaşında intihara teşebbüs etti. Bir yıl sonra 1895'te İstanbul’a gitti. Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğretimi sırasında İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile ilişki kurdu. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1900'de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. 1908'e kadar Diyarbakır'da küçük memuriyetler yaptı. 2'nci Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1909'da Selanik'te toplanan İttihat Terakki Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Bir yıl sonra, örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1910’da kurulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi'nde sosyoloji dersleri verdi. Bir yandan da "Genç Kalemler" dergisini çıkardı. 1912'de Ergani Maden'den Meclis-i Mebusan'a seçildi, İstanbul'a taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua'da yazılar yazdı. Bir yandan da Darülfünun-u Osmanî’de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri verdi. “Öz be öz bir Zaza Kürdü olan Ziya Gökalp, Türk 'milliyetçiliğinin' babası sayılmaktadır. Yazdığı Türkçülüğün Esasları isimli eser, Anadolu'daki Türk ulusçuluğunun ilk el kitabı hüviyetindedir ve hâlâ da ulusçuların manifestosu niteliğini korur. İşbu Ziya Gökalp'ın gençliğinde tanıştığı Abdullah Cevdet sayesinde ulusçu bir düşünceye eğilim göstererek yıllarını verdiği ilk kitabının adı: “Kürtçülüğün Esasları ve Kürt Lugatı.”dir. Bu eserin Ziya Gökalp'in el yazısıyla olan aslı şu an Sinop Dr. Rıza Nur Kütüphanesi'ndedir. (Yeni Şafak 2.06.1999)” 1. Dünya Savaşında Osmanlı'nın yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919'da İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgüne gönderildi. 2 yıllık sürgün döneminden sonra Diyarbakır'a gitti, Küçük Mecmua'yı çıkardı. 1923'te Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı'na atandı, Ankara'ya gitti. Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Diyarbakır mebusu olarak girdi. 1924'te kısa süren bir hastalığın ardından İstanbul'da yaşamını yitirdi. Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamcılıktı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi. Toplumsal modeli, Emile Durkheim'in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizm ile çatışmacı toplumu temel alan Marksizm'e karşı mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı. ESERLERİ Kızıl Elma (1914) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918) Yeni Hayat (1918) Altın Işık (1923) Türk Töresi (1923) Doğru Yol (1923) Türkçülüğün Esasları (1923) Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra) 15 FUAT KÖPRÜLÜ Fuat Köprülü 4 Aralık 1890’da İstanbul’da doğdu. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelmektedir. Edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bıraktı. 1909’da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. Şiirlerini 1913’e kadar Mehasin ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladı. Bu yıllarda “Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan” akımlarına karşıydı. 1910’dan sonra İstanbul’un çeşitli okullarında Türkçe ve edebiyat okuttu, liselerin edebiyat programını düzenledi. Ziya Gökalp çevresine girdikten sonra Milli Edebiyat akımını benimsedi; Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar indi, ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. 1913’te, Halit Ziya Uşaklıgil’den boşalan İstanbul Darülfünunu Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine getirildi. Aynı yıl Bilgi dergisinde Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı çıktı. İlk büyük yapıtı “Türk Edebiyatı”nda İlk Mutasavvıfları yayımlandı. 1923’te Edebiyat Fakültesi dekanı oldu, “Türkiye Tarihi” adlı kitabını çıkardı. 1925’te Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başladı, ünü giderek dünyaya yayıldı, birçok uluslar arası kongreye Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1928’de Türk Tarih Encümeni başkanlığına seçildi. 1931’de Türk Hukuk Tarihi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı; 1932-1934 arasında “Divan Edebiyatı Antolojisi”ni çıkardı. 1933’te ordinaryüs profesör oldu, İstanbul Üniversitesi’nde birkaç kez dekanlık yaptı. 1934’te siyasete atılarak Kars milletvekili oldu. 1936-1941 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’yle Siyasal Bilgiler Okulu’nda ders verdi. 1935’te, Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan Les Origines de L’Empire Otoman (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Heidelberg, Atina ve Sorbonne üniversitelerince onursal doktorluk sanı verilen, bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü 1941’den sonra İslam Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. V.(Ara Seçim), VI., VII. Dönem Kars, VIII., IX., X. Dönem İstanbul Milletvekilliğine, hem de İstanbul ve Ankara Üniversitelerindeki görevlerine devam etti. Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti'yi kurdu. Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara gelince, dışişleri bakanı oldu. 1956’ya kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında Türkiye’nin NATO’ya girişinde etkin rol oynadı. 5 Temmuz 1957'de Demokrat Partiden resmen istifa ederek aynı yıl Hürriyet Partisi ne girdi. Asıl yararlı çalışmalarını Türk Edebiyatı ve Türk Halk Edebiyatı araştırmaları oluşturur. Çok verimli bir araştırmacı olan Köprülü, ardında 1500'ü aşkın kitap ve makale bırakmıştır. Mehmet Fuat Köprülü 28 Haziran 1966’da İstanbul’da Çemberlitaş’taki Köprülü Türbesi’nde babasının yanına gömüldü. öldü. Eserleri Yeni Osmanlı Tarih-i Edebiyatı (1916) Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1919-1966) Nasrettin Hoca (1918-1981) Türk Edebiyatı Tarihi (1920) Türkiye Tarihi (1923) Bugünkü Edebiyat (1924) Azeri Edebiyatına Ait Tetkikler (1926) Milli Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türk-i Basit (1928) Türk Saz Şairleri Antolojisi (1930-1940, üç cilt) Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar (1934) Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatı’nın Tekâmülüne Bir Bakış (1934) Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu (1959) Edebiyat Araştırmaları Külliyatı (1966) İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi (1983, ölümünden sonra.) 16 HALİDE EDİP ADIVAR 882'de İstanbul’da doğdu. 9 Ocak 1964’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. 1901'de Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde mezun oldu. Öğretmenleri arasında Rıza Tevfik Bölükbaşı ile sonradan evlendiği ve ilk kocası olan Salih Zeki de vardı. İlk yazıları "Halide Salih" takma adıyla Tanin gazetesinde yayınlandı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona çeşitli kesimlerden insanları tanıma yapılarına ve davranışlarına önem vererek bu özelliğiyle Türk romanında yeni bir adım attı. Kurtuluş Savaşı döneminde ulusçu, milli duyguları öne çıkaran roman ve öyküler kaleme aldı. "Yeni Turan", ""Ateşten Gömlek" ve "Vurun Kahpeye" bu dönemin eserleridir. En tanınmış romanı "Sinekli Bakkal" yazarlığında olgunluk dönemini gösterir. Bu romanda Sinekli Bakkal mahallesinde yaşayan insanlar, aydınlar ve saray çevresi gibi 2'nci Abdülhamit döneminin farklı toplum kesimleri canlandırılır. Bu romanın yazıldığı yıllarda Türkiye bağımsız ve Batı yanlısı bir ülke olmayı tercih etmişti. Bir yandan da Tanzimattan beri süren Batı-Doğu çatışmasından kurtulamamıştı. Halide Edip, "Sinekli Bakkal"da Doğu'nun değerlerini bulup çıkarmak, Batı'nın karşısına koymak amacındadır. Roman "roman yanıyla zayıf olmakla" eleştirildi. fırsatını verdi. Gericilerin tepkisinden çekindiği için 31 Mart Olayı’nda çocuklarıyla ESERLERİ birlikte Mısır’a gitti. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra yurda döndü. 1909'dan sonra öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Kadınların toplumsal yaşama katılması ve ROMAN: Heyula (1908)-Raik’in Annesi (1909) - Seviye Talip (1910) - Handan eğitilmesi için çalışan Teâli-i Nisvan Cemiyeti’ni kurdu. 1912’de kurulan Türk (1912) - Yeni Turan (1912) - Son Eseri (1913) - Mev’ud Hüküm (1918) - Ateşten Ocağı’na katıldı. 1919'da Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. Aynı yıl İzmir'in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesini protesto için Gömlek (1923) - Vurun Kahpeye (1923) - Kalp Ağrısı (1924) - Zeyno’nun Oğlu (1928) - Sinekli Bakkal (1936) – Yolpalas Cinayeti (1937) - Tatarcık (1939) - Sonsuz Panayır (1946) - Döner Ayna (1954) - Akile Hanım Sokağı (1958) - Kerim Ustanın Oğlu (1958) - Sevda Sokağı Komedyası (1959) - Çaresaz (1961) - Hayat Parçaları (1963) Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen mitingde yaptığı etkili konuşma büyük yankı uyandırdı. Hakkında soruşturma açılınca, 1917'de evlendiği ikinci eşi Adnan Adıvar birlikte Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Çeşitli cepheleri dolaştı, Mehmetçiklere moral ve destek verdi. Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaş sürerken Atatürk ile siyasi görüş ayrılığına düştü. 1917’de Adnan Adıvar ile birlikte yurtdışına çıktı. Fransa ve İngiltere’de yaşadı. Amerika’da Columbia Üniversitesi, Hindistan’da Delhi İslam Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. 1939’da Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu. 1950’de milletvekili seçildi. 4 yıl sonra tekrar üniversiteye döndü. Ölümüne kadar kürsü başkanlığı görevini sürdürdü. 1910'da yayınlanan ilk romanı "Seviye Talip" ile 1911'de yayınlanan ilk öykü kitabı "Harap Mabetler" edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılandı. Romanlarının kadınları, Batılı bir anlayışla idealize edilmiş, güçlü ve kültürlü kadınlardı. Kahramanlarının kişiliklerine, ruh ÖYKÜ: İzmir’den Bursa’ya (Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve Mehmet Asım Us ile birlikte, 1922) Harap Mabetler (1911) Dağa Çıkan Kurt (1922) OYUN: Kenan Çobanları (1916) Maske ve Ruh (1945) ANI: Türkün Ateşle İmtihanı (1962) Mor Salkımlı Ev (1963) 17 YAHYA KEMAL BEYATLI 2 Aralık 1884'te Üsküp’te doğdu. 1 Kasım 1958'de İstanbul'da yaşamını yitirdi. Çocukluk yılları Üsküp'teki şiirlerine de yansıyan Rakofça çiftliğinde geçti. İlköğrenimini özel Mekteb-i Edep'te tamamladı. 1892'de Üsküp İdadisi'ne girdi. Bir yandan da İshak Bey Camii Medresesi'nde Arapça ve Farsça dersleri aldı. 1897'de ailesi Selanik'e taşındı. Annesinin ölmesi, babasının tekrar evlenmesi yüzünden aile içinde çıkan sorunlar nedeniyle Üsküp'e döndü. Tekrar Selanik'e gönderildi. 1902'de İstanbul'a geldi. Vefa İdadisi'ne (lise) devam etti. Jön Türk olma hevesiyle 1903'te Paris'e kaçtı. Bir yıl kadar Meaux okuluna devam edip Fransızca bilgisini geliştirdi. 1904'te siyasal bilgiler yüksek okuluna girdi. Jön Türkler'le ilişki kurdu. 1913'te Darüşşafaka'da edebiyat ve tarih öğretmenliği yaptı. Medresetü'lVaizin'de uygarlık tarihi dersi verdi. Mütarekeden sonra Âti, İleri, Tevhid-i Efkâr, Hâkimiyet-i Milliye dergilerinde yazılar yazdı. Arkadaşlarıyla "Dergâh" dergisini kurdu. Yazılarıyla Milli Mücadele'yi destekledi. 1922'de barış anlaşması için Lozan'a giden kurulda danışman olarak yer aldı. 1923'te Urfa milletvekili oldu. Cumhuriyet'in kurulmasından sonra Varşova ve Madrid'de ortaelçisi olarak görevlendirildi. Daha sonra sırasıyla Yozgat, Tekirdağ, 1943-1946'da da İstanbul milletvekili oldu. Halkevleri Sanat Danışmanlığı yaptı. 1949'da Pakistan Büyükelçisi iken emekli oldu. Yaşamının son yıllarını İstanbul'da Park Otel'de geçirdi. Tutulduğu müzmin barsak kanamasının tedavisi için 1957'de Paris'e gitti. Bir yıl sonra Cerrahpaşa Hastanesi'nde aynı hastalık nedeniyle öldü. bulmalıydı. Batı'dan edindiği yüksek beğeniyle, Batı şiirine öykünmeyen yerli bir şiire yöneldi. Biçime ağırlık tanıdı. Esinlenmenin yerine dil işçiliğini getirdi. Arka planında bir tarih bulunan şiirlerinde imgeye de yer vermedi. Dize çalışmasındaki titizliği "az ve güç yazıyor" izlenimi uyandırdı. Yaşadığı sürede hiç kitap yayınlamaması da bu izlenimi pekiştirdi. Karşıtları tarafından "esersiz şair" olarak adlandırıldı. Hemen her kesimden eleştiriler aldı. 1918'de Yeni Mecmua'da yayınlanan ürünleriyle büyük ilgi uyandırdı. Daha sonra Edebi Mecmua, Şair, Büyük Mecmua, Şair Nedim, Yarın, İnci, Dergâh gibi dergilerdeki şiirleriyle kendini yol gösterici olarak kabul ettirdi. Ölümünden sonra yayınlanan eserleri iki bölüm halinde değerlendirilir. "Kendi Gök Kubbemiz" ve "Eski Şiirin Rüzgârıyla." Bu iki eser Yahya Kemal'in başyapıtlarını bir araya getirir. "Eski Şiirin Rüzgarıyla"daki şiirlerden "Açık Deniz", "Itrî", Erenköyü'nde Bahar", "Nazar", "Ses", "Çin Kâsesi", "Deniz Türküsü" şairin çok özel ürünleridir. Daha çok Nedim’den yola çıktığı bu şiirlerde, günlük yaşamın parıltısını elden çıkardığı, dekadan bir girişimin aşırı incelikleri ve dil yabancılaşmasıyla bir tür resim sanatına yöneldiği görülür. "Kendi Gök Kubbemiz"deki şiirlerde ise temelde bir "aşk" ve "İstanbul" şairi olarak görünür. "Vuslat" şiiriyle erotik temaları örselemeden şiire getirir. Bir yandan da tarih tutusuyla dinci ve milliyetçi bir görünüm kazanmaya başlar. "Süleymaniye'de Bayram Sabahı", "Ziyaret", "Atik Valide'den İnen Sokakta" gibi şiirleri bu durumun örnekleridir. Düzyazıları "Peyam" gazetesinde yayınlanan yazılarıyla, "Çamlar Altında Sohbetler"den oluşur. Bu yazılardan bazıları "Süleyman Sadi" ya da "S.S" imzasını taşır. Ayrıca Büyük Mecmua ve Dergâh’ta söyleşiler yaptı, eleştiriler yazdı, bunları Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde sürdürdü. Bitmemiş şiirlerinin bir bölümü 1976'da "Bitmemiş Şiirler" adıyla yayınlandı. ESERLERİ Selanik yıllarında "Esrar" takma adıyla şiir yazmaya başladı. İstanbul'da Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin'in şiirleriyle tanıştı. İrtika ve Mâlumât dergilerinde "Agâh Kemal" takma adıyla Servet-i Fünun'u destekleyen şiirler yazdı. Paris'te Fransız simgecilerinin şiirlerine yakınlık duydu. Fransız şiiriyle kurduğu yakınlık, Türk şiirine faklı bir açıyla bakmasını sağladı. Türk şiiri ve Türkçe söz sanatlarını inceledi. "Mısra haysiyetimdir" sözüyle şiirde dizenin bir iç uyumla, musiki cümlesi halinde kusursuzlaştırılması gerektiğini anlatır. Şiirleriyle olduğu kadar şiirle ilgili görüşleriyle de büyük yankı uyandırdı. Ona göre divan şiiri "yığma" bir şiirdi. Parçacılık ve belirsizlik üzerine kuruluydu. Tanzimat şairleri bu şiiri birleştirme çabalarında yetersiz kalmıştı. Servet-i Fünun'cular yapay ve yapmacık bir dille yetinerek öze inememişlerdi. Oysa sanatçı kendi ulusunun dilini ŞİİR: Kendi Gök Kubbemiz (1961) - Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962) - Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963) - Bitmemiş Şiirler (1976) DÜZYAZI: Aziz İstanbul (1964) - Eğil Dağlar (1966) - Siyasi Hikâyeler (1968) - Siyasi ve Edebi Portreler (1968) - Edebiyata Dair (1971)- Çocukluğum Gençliğim Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973) - Tarih Muhasebeleri (1975) - Mektuplar-Makaleler (1977) 18 ÖMER SEYFETTİN 28 Şubat 1884’te Gönen’de doğdu. 6 Mart 1920’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. Çağdaş Türk öykücülüğünün ile "Milli Edebiyat Akımı"nın kurucularından. Kafkas göçmenlerinden Yüzbaşı Ömer Şevki Bey'in oğludur. Öğrenimine Gönen’de başladı. Babasının görevi nedeniyle sürekli yer değiştirmemeleri için annesiyle birlikte İstanbul'a gönderildi. 1892'de Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye yazdırıldı. 1896'da Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirdi. Edirne Askeri İdadisi’nden sonra 1903'te İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’den mezun oldu. Mülazım (teğmen) rütbesiyle orduya katıldı. İzmir Zabitan ve Efrat Mektebi'nde bir süre öğretmenlik yaptı. 1908'de merkezi Selanik'te olan 3'üncü Ordu'da görevlendirildi. 1911’da ordudan ayrıldı. Ama Balkan Savaşı çıkınca tekrar askere alındı. Sırp ve Yunan cephelerinde savaştı. Yanya Kalesi'nin savunması sırasında Yunanlılara esir düştü. Bir yıl süren tutsaklıktan sonra İstanbul'a döndü. Kısa bir süre "Türk Sözü" dergisinin başyazarlığını yaptı. 1914'te Kabataş Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Ölümüne dek bu görevi sürdürdü. Yazmaya Edirne'deki öğrenciliği sırasında başladı. İlk şiiri "Hiss-i Müncemid" "Ömer" imzasıyla 1900'de "Mecmua-i Edebiye"de yayınlandı. İlk öyküsü "İhtiyarın Tenezzühü" 1902'de Sabah gazetesinde yer aldı. İzmir ve Makedonya'da görevliyken yazdığı şiir, öykü ve makaleler çeşitli dergilerde çıktı. Askerliğe ara verdiği dönemde ise yazıları "Rumeli" gazetesi ve çeşitli dergilerde yayınlandı. Selanik'te yayınlanan "Genç Kalemler" dergisindeki yazılarıyla ünlendi. Derginin ikinci dizisinin ilk sayısında Nisan 1911'de yayınlanan "Yeni Lisan" başlıklı yazısı "Milli Edebiyat" akımının başlangıç bildirgesidir. Yazılarında, yalın, halkın konuştuğu ve anladığı bir dil kullanmak gerektiğini savundu. Türkçenin kendi kurallarına uygun yazılmasını, Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırılmasını istedi. Milli Edebiyat akımının öncülüğünü Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem'le birlikte sürdürdü. 1. Dünya Savaşı yıllarında "Yeni Mecmua"da yayınlanan öyküleriyle ününü iyice yaygınlaştırdı. Öykülerini kişisel deneyimlerine, tarihsel olaylara ve halk geleneklerine dayandırdı. Günlük konuşma dilini kullanması, öykülerine canlı ve etkileyici bir özellik verdi. Çok değişik konular işledi. Bunları anlatırken yergiye, polemiğe, komik durumlara ve toplumsal yorumlara da yer verdi. Sağlık durumu bozulup ölümünden sonra 1926’da öykülerini önce Ali Canip Yöntem derledi. Ardından Ahmet Halit Kitap evi 1936’da bir derleme yaptı. 1950’den sonra Şerif Hulusi, öykülerini yeniden gözden geçirip 10 cilt halinde yayınladı. Rafet Zaimler Yayınevi 1962’de 30 öykü daha ekleyerek 11 ciltlik bir külliyat halinde yayınladı. Son olarak Bilgi Yayınevi, "Bütün Eserleri" adıyla tüm öykülerini 16 kitapta topladı. Kahramanlar, Bomba, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet bu dizideki öykü kitaplarından bir bölümü. İnceleme kitaplarında "Tarhan", "Ayın Sin" rumuzlarını kullandı. ESERLERİ ŞİİR: Ömer Seyfettin’in Şiirleri (1972, Fevziye Abdullah Tansel derlemesi) ROMAN: Ashâb-ı Kehfimiz (1918) Efruz Bey (1919) Yalnız Efe (1919, 1988) ÖYKÜ: Harem (1918) Yüksek Ökçeler (1922, 1988) Gizli Mabed (1923, 1988) Beyaz Lale (1938) Asilzâdeler (1938) İlk Düşen Ak (1938, 1980) Mahçupluk İmtihanı (1938, 1982 bir oyun da içerir) Dalga (1943, 1952) Nokta (1956) Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1958) İNCELEME: Milli Tecrübelerden Çıkarılmış Ameli Siyaset (1912) Yarınki Turan Devleti (1914) Türklük Mefkuresi (1914) Türklük Ülküsü (ilk 3 kitap birarada ölümünden sonra, 1975) 19 REFİK HALİT KARAY 5 Mart 1888’de İstanbul’da doğdu. 18 Temmuz 1965’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Romancı, öykü yazarı ve gazeteci... Anadolu yaşamını anlatan öyküleri ve Kurtuluş Savaşı'na karşı tutumuyla tanınır.. Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. 1907'de Hukuk Mektebi’ne başladı. Maliye Nezareti'nde Devair-i Merkez Kalemi’ne katip olarak girdi. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra memurluğu bırakarak 1908’de Servet-i Fünun’da ve Tercüman-ı Hakikat’te yazmaya başladı. 1909'da Son Havadis adıyla bir gazete kurdu, 15 sayı yayınladı. Fecr-i Ati Topluluğu’na katıldı. "Kalem" ve "Cem" mizah dergilerinde "Kirpi" takma ismiyle siyasi mizah yazıları yazdı. 1912'de İttihat ve Terakki'nin istenmeyenler listesine girdi, Sinop'a sürgüne gönderildi. 1918'de Ziya Gökalp'in çabalarıyla İstanbul'a döndü. Robert Kolej’de Türkçe öğretmenliği yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkâr ve Zaman gazetelerinde makaleleri yayınlandı. Damat Ferit Paşa’nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na katıldı. 1919'da Posta ve Telgraf Umum Müdürü oldu. İzmir’in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumeti'nin tarafını tuttu. 1922'de Aydede mizah gazetesini çıkardı. İstanbul’un düşman işgalinden kurtarılışının ardından 1922’de Beyrut’a kaçtı. 15 yıllık kaçak hayatından sonra 1938’de af çıkarılmasıyla yurda dönebildi. Yeniden gazeteciliğe başladı. Gazetelerde yazılar yazdı, Aydede dergisini tekrar çıkardı. Yazarlığa mizah öyküleriyle başladı. 1919'dan başlayarak Türk öykücülüğüne yeni bir sayfa açtı. Sürgün olarak gittiği Anadolu'dan çeşitli kesimlerden insanları canlandırdığı "Memleket Hikayeleri" 1919'da yayınlandı. Bu kitapla, o güne kadar konuları İstanbul'la sınırlı olan öykücülüğü Anadolu'ya taşıdı. Bu yönüyle sonradan serpilip gelişen "köy edebiyatı"nın öncüleri arasına girdi. 1920'lerden sonra daha arı ve anlaşılır bir dil kullandı. Romancılığında iki ayrı çizgi etkindir. Yurtdışına kaçmadan önce yazdığı "İstanbul'un İç Yüzü" en yetkin romanı sayılır. 1920'de yayınlanan bu romanda, roman tekniğinin dışında birbirinden kopuk parçaları mozaikler halinde birleştirerek İttihat ve Terakki'nin işbaşına gelişinden 1'nci Dünya Savaşı günlerine kadar olan İstanbul'u bütün renk ve çizgileriyle yansıttı. Türkiye'ye dönüşünden sonra yazdığı romanlarda, daha çok kişiye seslenme daha fazla satma ve okunma kaygısıyla sanatı bir kenara bırakıp ticari eserlere yöneldi. Bu romanlarda yurt gerçeklerinin yerini, Avrupa dışı ülkelerde geçen olaylar aldı. ESERLERİ ROMAN: İstanbul’un İçyüzü (1920) - Yezidin Kızı (1939) - Çete (1939) - Sürgün (1941) - Anahtar (1947) - Bu Bizim Hayatımız (1950) - Nilgün (3 cilt, 1950-1952) Yeraltında Dünya Var (1953) - Dişi Örümcek (1953) - Bugünün Saraylısı (1954) 2000 Yılının Sevgilisi (1954) - İki Cisimli kadın (1955) - Kadınlar Tekkesi (1956) Karlı Dağdaki Ateş (1956) - Dört Yapraklı Yonca (1957) - Sonuncu Kadeh (1965) Yerini Seven Fidan (1977) - Ekmek Elden Su Gölden (1980) - Ayın On Dördü (1980) - Yüzen Bahçe (1981) ÖYKÜ: Memleket Hikayeleri (1919) - Gurbet Hikayeleri (1940) MİZAH: Sakın Aldanma İnanma Kanma (1915) - Kirpinin Dedikleri (1918) - Agop Paşa’nın Hatıraları (1918) - Ay Peşinde (1922) - Tanıdıklarım (1922) - Guguklu Saat (1925) GÜNCE: Bir İçim Su (1931) - Bir Avuç Saçma (1939) - İlk Adım (1941) - Üç Nesil Üç Hayat (1943) - Makyajlı Kadın (1943) - Tanrıya Şikayet (1944) ANI: Minelbab İlelmihrab ((1946) - Bir Ömür Boyunca (1980) 20 MUSAHİPZADE CELAL Türk tiyatro ve oyun yazarı. Asıl adı Mahmud Celaleddin'dir. 1935'te çıkarılan Soyadı Kanunu gereğince Musahipoğlu soyadını aldıysa da Musahipzade Celal diye Ünlü oldu. 31 Ağustos 1868'de İstanbul'da doğdu. 1889'da Babıali Tercüme Odasında katip olarak vazife aldı. Bu arada Hukuk Mektebine devam ettiyse de bitiremedi. Tercüme Odasındaki memuriyeti sırasında tiyatroyla ilgilenmeye başladı. Çeşitli konaklarda çok defa kendi aralarında arkadaşlarıyla ortaoyunları tertip etti. Pek çoğunda bizzat oynadı. Ermeni Mınakyan Tiyatrosunun temsillerini devamlı olarak takip edince oyun yazmaya karşı merakı arttı. Ahmed Vefik Paşanın Moliére çevirilerini inceledi. Sahne tekniği meseleleriyle derinlemesine ilgilendi. İlk eseri olan Köprülüler'i İkinci Meşrutiyetten sonra 1912 yılında 44 yaşındayken yazdı ve aynı yıl Mınakyan Tiyatrosunda sahnelendi. Bu piyesini, 1913'te İstanbul Efendisi, 1917'de Macun Hokkası, 1919'da Yedekçi, 1920'de Kaşıkçılar ve başka oyunları takip etti. Çeşitli vazifelerde bulunduktan sonra Üsküdar Defterdarlığındaki vazifesinden 1923'te emekli oldu. Evkaf Müzesine girdi. Cumhuriyetin ilanından sonra daha çok imkanlara kavuşan Musahipzade Celal tiyatro yazmaya devam etti. Arka arkaya tarihi hiciv özelliğinde eserler kaleme aldı. Hemen hemen bütün tiyatroları Darülbedayi'de ve İstanbul Şehir Tiyatrolarında oynandı. Ayrıca çoğu bestelenip operet veya şarkılı komedi olarak sahneye konuldu. İstanbul Şehir Tiyatrolarında vazife alması ve oyunlarının basitliği, eserlerinin devamlı oynanmasına yol açtı. Böylece yaygın bir şöhret kazandı. Musahipzade Celal, güldürme gücünün ötesinde bir sanat değeri taşımayan eserlerinde, umumi çizgisi itibariyle Şinasi'nin açtığı yerli komedi çığırını devam ettirdi. Osmanlı Sarayının, bürokrasisinin, aile hayatının, dini müesseselerin, örf ve adetlerin karikatürize edilmiş olan sahneleri, tiyatrolarının hemen hemen değişmez temasını teşkil etti. Osmanlı cemiyet hayatını, temel dini, tarihi değerleri ve şahsiyetleri, hemen hemen hepsini yanlış ve münferit hadiselere dayandırarak gülünç tavır, jest, kıyafet ve tiplerle sahneledi ve alay etti. Musahipzade Celal, 18. yüzyıldaki bazı idari bozuklukları ve din sömürücülüğünü malzeme olarak kullandı. Bunları temelden bozuk göstererek Avrupa'nın töre komedisi geleneğine bağlı taşlama, yergi ve komedi unsurlarını kullanarak seyirci üzerinde duygu sömürüsünde bulundu.. Dil ve üslup bakımından da edebi bir değeri olmayan Musahipzade Celal'in eserleri dikkatsiz, aceleyle ve itinasız olarak kaleme alınmıştır. Bu eserlerde dilbilgisi hataları ve cümle düşüklükleri pek çoktur. Hayatının son döneminde İstanbul Şehir Tiyatrosunun Kütüphanesinde vazife yapan Musahipzade Celal'in (Son yıllarda yazdığı tiyatronun dışında) bir kitabı, önceki çalışmalarıyla kıyas edilirse, Osmanlı tarihine daha objektif, hatta daha bir sempatiyle yaklaştığını gösterir. Mesela, 1946 senesinde yazdığı Eski İstanbul Hayatı adlı hatıra mahiyetindeki kitabında Osmanlı örf ve adetlerini kinden ve istihzadan (alaydan) uzak bir kalemle dile getirmiştir. Üzerinde pek durulmamış ve unutulmaya bırakılmış bazı Osmanlı örf ve adetlerinin repertuarı olan kitapta, Musahipzade Celal, bizzat yaşadığı veya büyüklerinden dinlediği son iki yüz yıllık Osmanlı aile, hayat, mektep, esnaf teşkilatı ve adetlerini günlük hayatın çeşitli tezahürleri biçiminde işlemiştir. 13 Şubat 1952'de 40. sanat yılı jübilesi yapılan Musahipzade Celal, 20 Ağustos 1959'da İstanbul'da öldü. Eserleri: Tiyatro türündeki eserleri şunlardır: Türk Kızı, Köprülüler, İstanbul Efendisi, Lale Devri, Macun Hokkası, Yedekçi, Kaşıkçılar, Atlı Ases, Demirbaş Şarl, İtaat İlamı, Moda Çılgınlıkları, Fermanlı Deli Hazretleri, Aynaroz Kadısı, Kafes Arkasında, Bir Kavuk Devrildi, Mum Söndü, Pazartesi... Perşembe, Gül ve Gönül, Balaban Ağa, Selma, Genç Osman. 21 YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU 27 Mart 1889’da Kahire’de doğdu, 13 Aralık 1974’te Ankara’da öldü. Yazar, diplomat, politikacı. Karaosmanoğulları'ndan Abdülkadir Bey ile İkbal Hanım'ın oğlu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte 6 yaşındayken gittiği Manisa’da başladı. 1903’te İzmir İdadisi’ne girdi. Ömer Seyfettin, Şahabeddin Süleyman ve Baha Tevfik ile burada tanıştı. Babasının ölümünden sonra 1905'te annesiyle birlikte Mısır’a gitti. Öğrenimini İskenderiye’deki bir Fransız okulunda tamamladı. 2'nci Meşrutiyet'in ilanından kısa bir süre önce İstanbul'da geldi. 1908’de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirmedi. 1909’da Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. Muhit, Şiir ve Tefekkür, Servet-i Fünun, Rübab, Türk Yurdu, Peyam-ı Edebi, Yeni Mecmua, İkdam gibi dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. 1916’da tedavi olmak için gittiği İsviçre’de üç yıl kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. 1921’de Ankara’ya çağrıldı. "Tetkik-i Mezalim" komisyonundaki görevi nedeniyle Kütahya, Simav, Gediz, Sakarya yörelerini ddlaştı. Cumhuriyet'in ilanından sonra 1923’te Mardin, 1931’de Manisa milletvekili oldu. Burhan Asaf Belge'nin kızkardaşi Leman Hanım'la evlendi. 1932’de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte "Kadro" dergisini kurdu. 1934’te dergi kapatıldı. Tiran elçiliğine atandı. 1935’te Prag, 1939’da La Hay, 1942’de Bern, 1949’da Tahran ve 1951’de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960’tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. Ulus gazetesinin başyazarlığını yaptı. Anadolu Ajansı'nın Yönetim Kurulu Başkanı'ydı. Ölümünden sonra Beşiktaş'ta Yahya Efendi Mezarlığı'nda toprağa verildi. Çocukluktan başlayarak babasının zengin kütüphanesinden yararlanıp okuma zevki edindi. Mısır'daki günlerinde bu zevki geliştirdi. Yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler’in "sanat kişiseldir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde "Nirvana" adlı bir oyun, makaleler, denemeler, şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin içinde bulunduğu zor koşullar, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Sanatın toplumsal işlevine de ağırlık vermeye başladı. Bu ikinci dönem eserlerinde önce Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının dilde yenileşme çabalarına karşı çıktı. Sonra Ziya Gökalp'in de etkisiyle Yeni Lisan ve Milli Edebiyat akımını benimsedi. Daha çok romancı yönüyle ön plana çıktı. Bu türün edebiyatımızdaki önemli temsilcilerinden biri oldu. Yazarlık yaşamı boyunca Batı edebiyatı özelliklerine de sıkı sıkıya bağlı kaldı. Balzac, Flaubert ve Zola'dan etkilendi. Eserlerinde belli tarihsel dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet’in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet’in ilk on yılının, Bir Sürgün 2'nci Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 19231952 yıllarını kapsar. 1955’ten sonra da anıları dışında kitap yazmadı. Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban’dır. İlk romanı Nur Baba, 1922’de kitap olarak basılmadan önce gazetede yayınlandı. ESERLERİ ROMAN: Kiralık Konak (1922) - Nur Baba (1922) - Hüküm Gecesi (1927) - Sodom ve Gomore (1928) - Yaban (1932) - Ankara (1934) - Bir Sürgün (1937) - Panaroma (2 cilt, 1953) - Hep O Şarkı (1956) ÖYKÜ: Bir Serencam (1914) - Rahmet (1923) - Milli Savaş Hikâyeleri (1947) ŞİİR: Erenlerin Bağından (1922) - Okun Ucundan (1940) OYUN: Nirvana (1909) ANI: Zoraki Diplomat (1955) - Anamın Kitabı (1957) - Vatan Yolunda (1958) Politikada 45 Yıl (1968) - Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969) MONOGRAFİ: Ahmet Haşim (1934) - Atatürk (1946) MAKALE: İzmir’den Bursa’ya (1922, Halide Edip, Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Asım Us ile birlikte) -Kadınlık ve Kadınlarımız (1923) -Seçme Yazılar (1928) - Ergenekon (iki cilt, 1929) - Alp Dağları’ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden (1942) 22 ALİ CANİP YÖNTEM ÜNLÜ YAZARLARDAN ANEKTODLAR SUSTURUCU TEDAVİ 887 yılında İstanbul`da dünyaya geldi. Selanik Hukuk Mektebi`nde okurken son sınıftayken okulu bıraktı. Gençlik yıllarında Selanik`te yayımlanan Genç Kalemler (1910-12) dergisinin başyazılarını yazdı. Öğretmenliği seçen Ali Canip, Çanakkale Sultanisi edebiyat ve felsefe öğretmenliğine atandı. Edebiyat İncelemeleri Komisyonu`na seçildi. Ankara hükümetinin çağrısı üzerine 1921`de Anadolu`ya geçerek Trabzon Sultanisi müdürlüğü, 1922 senesinde de Giresun maarif müdürlüğü vazifesini üstlendi. Daha sonra maarif müfettişliği yaptı, Kabataş Erkek Lisesi`nde ve İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümün`de öğrencilere ders verdi. Ayrıca lise edebiyat programlarının düzenlenmesinde görev aldı ve okullara yönelik ders kitapları hazırladı. Ordu milletvekili ve Demokrat Parti`den Bursa milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde görev yaptı. Türk Tarih Kurumu üyeliğinde bulundu ve Türk Dil Kurumu merkez üyeliğinde bulundu. Zamane gençlerinden biri,bir toplantıda Akifi küçük düşürmeye çalışıp: - Siz baytardınız, değil mi? Demiş. Akif, istifini bozmadan şu cevabı vermiş: - Evet,bir yeriniz mi ağrıyordu? NEYZENİN NEZAKETİ! Mehmet Âkif, elini yıkadıktan sonra, Neyzen Tevfik'in kendisine uzattığı havlunun kirini görünce: -Hayır, diye bağırmış. Elimi daha yeni yıkadım. ÇIKMAYAN MANA Mehmet Akif, Baytar Mektebinde müdür muavini olarak çalıştığı bir dönemde, muhasebeden gelen bir yazıyı anlayamaz. Yazıyı kaleme alan Salih Efendiyi aratarak yazıda ne demek istediğini sorar:. -Salih Efendi İki türlü mana çıksın diye böyle yazdık efendim cevabını verince, Akif dayanamaz ve: -Hayret doğrusu, der. Biz birini bile çıkartamadık da. ANLADIĞININ İSPATI Tanıdıklardan biri, yazdığı romanın müsveddelerini Neyzen Tevfik’e göstererek fikrini sorar: Neyzen beğenmediğini ifade edince, adam: -İyi ama, der. Siz hiç roman yazmadınız ki! Neyzen Tevfik şu cevabı verir: -Ben yumurtanın tazesini bayatını iyi anlarım. Ama bu güne kadar hiç yumurtlamadım. AKŞAM YEMEĞİ Edebiyata şiirle başlayan Ali Canip Yöntem, hece ölçüsüyle ve sade bir dille yazdığı şiirlerini 1917-1918`de Yeni Mecmua`da yayımladı. Tek şiir kitabı Geçtiğim Yol ismini taşır. Çoğu Türk Yurdu`nda yayımlanmış olan makalelerini Milli Edebiyat Meselesi ve Cenap Beyle Münakaşalarım (1918) adlı kitapta toplamıştır. Epope (1927, 1963) ile Ömer Seyfettin; Hayatı ve Eserleri (1935), diğer önemli iki kitabıdır. Yahya Kemâl, dostlarından birine: -Bu akşam yemeği benimle yer misin? Diye sorunca, arkadaşı: -Hay hay! Der. Çok memnun olurum. Hiçbir mazeretim yok! Yahya Kemal gülümseyerek karşılık verir: -İyi öyleyse, bu akşam size geliyorum. DÜŞMANIN CANI Şair Nefi bir toplantıda konuşurken, düşmanlarından biri içeri girmiş, fakat herkese selam verdiği halde kendisine: -Merhaba canım! demiş. Nefi durur mu? Hemen cevabı yapıştırmış: -Derhal çıkıyorum. FİKİR YAKALAMAK Şahabettin Süleyman, bir gün Ahmet Haşim'e: -Üç günden beri zihnimde önemli bir fikir saklıyorum, dediğinde, Ahmet Haşim, onun fikir üretmedeki kısırlığını ima ederek şöyle demiş: -Günahtır yahu, salıver gitsin şu fikri. Zavallıcık günlerden beri tek başına kim bilir ne kadar sıkılmıştır? 23