A. OKTAYER Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi Asuman OKTAYER* Özet Geleneksel yaklaşıma göre enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur. Bununla birlikte yapılan araştırmaların çok bir kısmı, fiyat istikrarının sağlanmasında para politikasının tek başına yeterli olmadığını ve uygun maliye politikaları ile bir arada yürütülmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Geleneksel yaklaşımın tersine fiyat düzeyinin mali teorisi (FTPL), maliye politikalarının, özellikle de bütçe açıklarının, enflasyonun belirleyicileri olduğunu iddia etmektedir. Bu çalışmada Türkiye’de 1987-2009 döneminde bütçe açıkları, para arzı artışı ve enflasyon arasındaki ilişki, eşbütünleşme teknikleri kullanılarak araştırılmaktadır. Elde edilen bulgular Türkiye’de olası bir FTPL yaklaşımını uzun dönemde destekler nitelikte olabilir. Anahtar Kelimeler: Bütçe Açıkları, Para Arzı Artışı, Enflasyon, FTPL, Türkiye Budget Deficits, Monetary Growth and Inflation Relationship in Turkey Abstract According to conventional approach, inflation is purely and entirely a monetary phenomenon. The great majority of researches, however, assert that monetary policy is not sufficient for price stability by itself and need to be supported by compatible fiscal policies. Contrary to the traditional approach, fiscal theory of price levels claims that fiscal policy especially budget deficits are the determinants of inflation. This paper investigates the long-run relationships between budget deficits, monetary growth and inflation in Turkey for the period 1987-2009 by using cointegration techniques. The findings of the evidence may indicate a possible fiscal theory of price levels in Turkey in the long run. Key Words: Budget Deficits, Monetary Growth, Inflation, FTPL, Turkey JEL Classification Codes: E31, E42, E63 * Öğr.Gör.Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, aoktayer@yildiz.edu.tr Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 431 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi Giriş Bütçe açıkları, para arzı artışı ve fiyat düzeyi ilişkisi, özellikle yüksek enflasyon oranlarının deneyimlendiği gelişmekte olan ülkelere ilişkin en önemli inceleme konularından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Fiyat düzeyinin belirlenmesinde geleneksel makro ekonomik teorilere bakıldığında, para politikalarının tersine, maliye politikalarına önem verilmediği görülmektedir. Bunun bir nedeni, temeli miktar teorisine dayanan bu modellerin, enflasyonun sadece parasal bir olgu olduğunu kabul etmeleridir. Diğer yandan geleneksel modellerde Ricardocu Denklik Teoremi bağlamında, bireylerin rasyonel beklentilere sahip olduğu varsayılır ve bu varsayımın bir sonucu maliye politikasının toplam talep ve dolayısıyla fiyatlar üzerinde herhangi bir etkisi olmayacağıdır. Ricardocu denklik teoremi, kamu harcamalarının finansmanında borçlanmanın, vergilemeden farksız sonuçlar doğuracağını ileri sürer. Bu görüşün temelinde rasyonel birey varsayımı vardır. Rasyonel birey, devlet bütçesinde meydana gelen bugünkü değişikliklerin gelecekteki sonuçlarını doğru biçimde algılayacak, devletin bugün borçlanması durumunda, bütçe açıklarının gelecek dönemde vergi artışları ile finanse edileceğini görecektir. Parasal görüşteki rasyonel birey varsayımı nedeniyle servet etkisi ortaya çıkmayacağından, maliye politikalarının tercih edilmesi durumunda ekonomide talep artışı gerçekleşmeyecektir (Barro, 1974). Fiyat istikrarının sağlanmasına ilişkin literatürde, bütçe açıkları ve fiyat düzeyi arasındaki ilişkiyi açıklayan çeşitli teoriler mevcuttur. Sözü edilen teorilerden biri olan standart parasalcı yaklaşım bütçe açıklarının, parasallaşma, bir diğer ifadeyle senyoraj geliri elde etme yoluyla finanse edilmesinin, fiyatlar genel düzeyinde artışa/enflasyona neden olacağını ileri sürer. Bu doğrultuda bütçe açıkları yalnızca parasallaştığı ölçüde enflasyonisttir. Merkez bankasının göreli para arzını arttırması durumunda fiyat artışları meydana gelecektir. Friedman (1968)’a göre para politikası reel çıktı düzeyini, işsizliği ve kıymetli kağıtların reel getirilerini sürekli olarak etkileyemez, ancak bununla birlikte, merkez bankası, özellikle uzun dönemde enflasyon haddi üzerinde hemen hemen tam kontrole sahiptir. Fiyat artışları yaşanmasının en önemli sebebi olarak görülen para politikası uygulamaları, özellikle 1980’li yıllardan itibaren sorgulanmaya ve bu çerçevede Sargent ve Wallace’in 1981 yılında yayınladıkları makale tartışılmaya başlanmıştır. Sargent ve Wallace (1981), para ve maliye politikaları arasındaki ilişkinin fiyat istikrarı açısından taşıdığı önemi ortaya koydukları çalışmalarında, standart parasalcı görüşün ileri sürdüğü savın yanıltıcı olabileceğini belirtmektedir. Çünkü standart parasalcı görüş, hükümetlerin dönemler arası bütçeleri tarafından sınırlandırılacakları gerçeğini göz ardı etmektedir. Sıkı para politikası, sürdürülemez borç finansman sürecine ve böylece uzun dönemde daha yüksek enflasyona neden olabilir. Bu çerçevede enflasyon, mali güdümlü parasal bir olgudur. Para arzındaki artış, bütçe kısıtını yerine getirmek için dışsal olarak verilen bütçe açığını finanse etme ihtiyacı tarafından içsel olarak belirlenir. Sargent ve Wallace (1981), parasal bir ekonomide bazı koşullarda merkez bankasının enflasyon üzerindeki kontrolünün çok sınırlı olduğunu ileri sürerler. Israrcı bütçe açıkları söz konusu olduğunda, bu açıkların iç borçlanma yoluyla finansmanı uzun dönemde parasal finansmandan daha enflasyonist sonuçlar yaratabilecektir. Bugün uygulanan sıkı para politikası, cari dönemde enflasyonu düşürebilecek ancak gelecekte daha yüksek enflasyon oranlarına yol açabilecektir. 432 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER Zira, sürekli bütçe açıklarının devam ettiği bir ekonomide para politikası bu açıkların baskısı altındadır. Borçlanma tıkandığında veya tıkanma ihtimali olduğunda para politikası çöker ve hem parasal genişleme hem de enflasyon patlama noktasına gelir. Çünkü bütçe açıkları borçlanmak veya para basmak suretiyle finanse edilecektir. Enflasyonun nedenlerini araştıran teorilerden bir diğeri, Woodford (1994, 1995, 1996), Sims (1994, 1998), Canzoneri vd. (2001) tarafından ortaya atılan “Fiyat Düzeyinin Mali Teorisi” (The Fiscal Theory of the Price Level Determination, FTPL) yaklaşımıdır. Bu yaklaşımın temelinde, kamu sektörünün bugünkü değer bütçe kısıtını denge koşulu olarak alması yatmakta, ısrarcı bütçe açıkları ve finansman yöntemleri, zamanlar arası bütçe kısıtı yardımıyla incelenmektedir. Bu kısıt denge koşulu olarak alındığı durumda, hükümet tarafından basılan borçlanma senetlerinin reel değeri, cari ve gelecekteki birincil fazlanın beklenen bugünkü değerine eşit olmalıdır. Bu eşitlik maliye politikası tarafından sağlanmazsa, fiyat düzeyi bunu yapacaktır. Diğer bir ifadeyle fiyat düzeyi, cari kamu yükümlülüklerinin reel değerini, cari ve gelecekteki fazlaların bugünkü değerine eşitleyecektir. Ekonomilerin Ricardocu yaklaşıma sahip olmasının oldukça az görülen bir durum olduğunu ifade eden Woodford (1995), çoğu ülke ekonomisinde genellikle Ricardocu olmayan yaklaşımın geçerli olduğunu iddia eder. Maliye politikası Ricardocu olmadığında, birincil fazla, bugünkü değer bütçe kısıtını sağlayacak şekilde uyarlanmaz. Fiyat düzeyi bugünkü değer bütçe kısıtı tarafından belirlenir. Bu durumda mali gelişmeler, denge fiyat düzeyini yükseltecektir, çünkü servet etkisi kanalıyla bireyler tüketimlerini arttırmışlardır. Fiyatlar, arz ile talep arasındaki denge yeniden sağlanıncaya kadar artacaktır. Woodford (1996), kamu bütçesindeki değişimlerin, makro ekonomik istikrarsızlığın en önemli kaynağı olabileceğini ve ayrıca merkez bankasının, kamu borcunu dikkate almadan para politikası uygulaması durumunda istikrarsızlığı önleyemeyeceğini ileri sürmektedir. Hoş Olmayan Monetarist Aritmetik yaklaşımında, birincil açığın enflasyona yol açma nedeni, merkez bankasının, sonunda bu açığı monetize etmeye zorlanması olarak ifade edilmektedir. FTPL ile ortaya konulan analizde ise birincil açığın enflasyonist etkisi, merkez bankasının bu açığı monetize etmesinden değil, maliye politikasının servet etkisi kanalı ile özel kesimin harcamalarını etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla fiyatlar genel seviyesinde istikrarın sağlanabilmesi için merkez bankasının bağımsız olması da yeterli değildir. Etkin bir ekonomi politikası uygulaması için yapılması gereken, para ve maliye politikalarının birbiriyle uyumlu bir biçimde yürütülmesidir. Bu çalışmada, literatürde sıkça tartışılan yukarıdaki görüşler doğrultusunda, ilk olarak, 1980 sonrası dönemde Türkiye ekonomisindeki gelişmeler ele alınacaktır. Yine bu dönemde Türkiye’de fiyatlar genel düzeyinde istikrar sağlamaya yönelik uygulanan para ve maliye politikalarına yer verilecektir. Ardından, Türkiye’de 19872009 döneminde fiyat seviyesinin, bütçe açığı ve para arzı ile ilişkisi ekonometrik yöntemler kullanılarak test edilecektir. Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 433 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi 1. 1980’den Günümüze Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler 1980 sonrası dönem, Türkiye ekonomisinde önemli bir yön değişikliğinin gerçekleştiği dönemdir. Bu tarihten itibaren liberalleşme ve dışa açıklık, iktisadi alanda yeni strateji anlayışının temelini oluşturmuştur. Türkiye’de 1980’lerden itibaren egemen olan dışa açılma ve liberalleşme çabaları gerek ülke ekonomisinin kendi yapısal dinamiklerinin gerekse dünya ekonomisinde meydana gelen gelişmelerin bileşiminin sonucudur. Bu dönemde, Türk lirasının aşırı değerlenmesi, dış ticaret politikalarındaki korumacı yapı, iç piyasada gerekli önlemleri almadan, ithalat yapabilmek için benimsenen kısa vadeli dış borçlanma stratejileri ve petrol krizinin etkisiyle, ödemeler dengesi alanında ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Yığılan kısa vadeli borçlar 1977 yılı sonunda ödenemez duruma geldiğinde, 1978 yılında ekonomik krizle karşı karşıya kalınmış ve neticede IMF önerileri ile çözüm arayışına gidilmiştir (Kazgan, 2005:173). Alınan önlemlerin yetersiz kalması, ekonomik anlamda yeni bir dönemi başlatan 24 Ocak kararlarının temelini oluşturmuştur. 24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe konulan ekonomik istikrar programı ile ithalatın serbestleştirilmesi, Türk lirasının devalüe edilmesi, esnek döviz kuru rejiminin benimsenmesi, yabancı sermaye ve ihracatın teşvik edilmesi, fiyat kontrollerinin kaldırılması, KİT ürünlerine zam yapılması ve ekonomide sıkı maliye politikası uygulaması öngörülmüştür. Programın ilk üç yılına ilişkin uygulama sonuçları kısa vadeli hedeflerin büyük ölçüde gerçekleştirildiğini göstermektedir. Özellikle, 1980-1983 döneminde büyüme oranında başarı elde edilememekle birlikte, uluslararası piyasalardan sağlanan krediler sayesinde acil dış finansman sorunları aşılmış, döviz darboğazlarından çıkılmış, ödemeler bilançosu açıkları küçültülmüş ve enflasyon gerileme sürecine girmiştir (Şahin, 2006:199-200). Bu dönemde maliye politikaları alanındaki gelişmelere baktığımızda, mali alanda da kayda değer bir disiplin sağlandığı görülmektedir. Taban fiyatları ve destekleme alımlarının kapsamı daraltılmış, kamu harcamaları kısılmış, bütçe dengesi ve parasal göstergeler hassasiyetle takip edilmiştir. Özellikle enflasyon baskısının kırılmasında mali alanda alınan bu tedbirlerin payı oldukça büyüktür. Ancak 1980 kararları ile birlikte uygulamaya başlanan ve enflasyonist direnci kırmada büyük rol oynayan daraltıcı maliye politikalarının, 1983 yılından sonra giderek terk edildiği görülmektedir. IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının 1986 yılında sona ermesi iktidara daha gevşek politikalar uygulama olanağı sağlamıştır. 1980’li yılların ortalarından itibaren sıkı maliye politikalarından vazgeçilmesi ve özellikle kamu yatırımlarının artırılması, enflasyon üzerinde olumsuz etkilere neden olmuştur. Bu dönemde, serbest piyasa ekonomisinin bir gereği olarak kaynak dağılımında piyasa fiyatı belirleyici olmuştur. Dolayısıyla, ihracata dayalı büyüme stratejisine bağlı olarak, mal ve hizmet ihracatını artırabilmek için, TL’nin değerinin düşük tutularak ihracat fiyatı desteklenmeye çalışılmıştır (Yeldan, 2003:48-49). Bu çabalar neticesinde, 1983-1987 döneminde yıllık ortalama büyüme hızı %6,5 düzeyinde gerçekleşmiş ancak bu performansa bağlı olarak enflasyon oranı da artma eğilimine girmiştir. Gerek büyüme hızındaki artışa paralel olarak gerekse sıkı maliye politikalarından vazgeçilmesi neticesinde, 1980 yılında %115,6 düzeyinde olan enflasyon oranı, 1982 yılında %21,9 gibi bir seviyeye düşüş gösterse de 1988 yılında yeniden %73,7 seviyesine yükselmiştir. 434 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER 1989-1994 dönemi, Türkiye ekonomisinde finansal liberalizasyonun ivme kazandığı dönemdir. 1988 sonlarında bozulan makroekonomik dinamikler, 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ile yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır (Yeldan, 2003:60). Ancak gerekli altyapı sağlanmadan gerçekleştirilen bu serbestleştirme hareketleri, ekonomiyi spekülatif para hareketlerine açık hale getirmiştir. Bu dönemde spekülatif sermaye girişi ile yerli para aşırı değerlenmiş, faiz oranları yükselmiş ve artan ithalata bağlı olarak iç talep yükselmiştir (Yentürk, 2005:62-65). Uyarılan kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye akımları, bir yandan ekonominin dış açıklarını finanse ederken, diğer yandan da tüketim ve ithalat hacmini genişletmiştir. Bir diğer ifade ile, Türk lirasının aşırı değerlenmesi sonucu oluşan cari işlemler açıkları, yüksek faiz nedeniyle gelen kısa vadeli sermaye girişleri ile finanse edilmiştir (Kazgan, 2006:149). 1990 yılında Körfez krizinin ortaya çıkması ve 1991 yılındaki erken seçimler para politikasında gevşemeye yol açmıştır. Yine bu dönemde destekleme alımlarında ürün yelpazesinin genişletilmesi ve kamu kesimi işçi ücretlerinde yapılan artışlar ekonomik dengelerin kötüleşmesine büyük katkı sağlamıştır. Türkiye 1993 yılına kadar döviz kuru ile faiz arasında dengeye dayalı politikaları başarıyla uygulamış ve bunun sonucunda uluslararası para piyasalarından sağlanan kaynaklarla bütçe açıklarını finanse edebilmiştir. Ancak 1989 yılından itibaren uygulanan, yüksek faiz ve aşırı değerli kur ortamında, kısa vadeli sermaye girişine dayanan finansman politikası 1993 yılında sınıra dayanmış, döviz kurunda ve mali piyasalarda ortaya çıkan belirsizlik ekonomiyi yeni bir krizin eşiğine getirmiştir. Türkiye ekonomisi, 1994 yılına gelindiğinde tarihindeki en büyük cari açık ve kamu açığı ile karşı karşıya kalmıştır (Ülgen, 2005:84). Bu dönemde ortaya çıkan yüksek cari açık iktisadi birimlerde devalüasyon beklentisini artırmış bu durum ekonomide döviz talebini daha da yükseltmiştir. Dönemin en önemli özelliği, bir yandan döviz kurunun artmasını önlemek diğer yandan ise kamu açığını gidermek amacıyla yoğun bir biçimde iç borçlanmaya gidilmesi olmuştur. Devlet, döviz talebini kısmak ve kısa vadeli devlet borçlarını ödeyebilmek için Mayıs 1994’te %400’lere varan faizle borç kağıtlarını piyasaya sürmüştür (Kepenek ve Yentürk, 2001:484-485). 1994 yılında makroekonomik dengelerde ortaya çıkan bozulma 5 Nisan kararları ile aşılmaya çalışılmıştır. Söz konusu kararlar çerçevesinde alınan tedbirlerle, enflasyonu düşürerek ekonominin hızla istikrara kavuşturulması ve istikrarı sürekli kılacak yapısal reformların gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Getirilen önlemler neticesinde 1994 ve 1995 yıllarında bazı olumlu gelişmeler sağlanmıştır. Bu dönemde, devalüasyon nedeniyle ihracatın ithalatı karşılama oranında düzelme yaşanmış, cari harcamaların düşürülmesi nedeniyle kamu açıklarında azalma gerçekleşmiş ve yine kısa vadeli sermaye girişi de düşüş eğilimine girmiştir (Yentürk, 2005:67). Ancak 1994 yılında yürürlüğe konulan istikrar programının kalıcı bir başarısı olamamış ve ulusal ekonomi, 1998 Asya ve Rusya krizlerinden de olumsuz etkilenerek yeni bir daralma sürecine girmiştir (Yeldan, 2003:159). 1998 yılı sonrasında yurt içi talepteki daralma, Rusya kaynaklı ihracat talebinin azalması, artan güvensizlik ortamı nedeniyle sıcak paranın girişinin düşmesi ve siyasal belirsizlikler ülkeyi yeni bir kriz ortamına sokmuştur. 1994 yılı sonrasında yapay tedbirlerle bastırılan makroekonomik dengesizlikler yeniden belirmiş ve 1999 yılı sonunda, yaşanan dışsal şokların ve 1990’lar boyunca sürdürülen politikaların Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 435 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi etkisiyle ülke ekonomisinde “topyekun reform” ihtiyacı kaçınılmaz olmuştur (Yentürk, 2005:68, Yeldan, 2003:160). Aralık 1999 tarihinde, IMF ile stand-by anlaşması düzenlenerek yeni bir çıkış yolu oluşturulmaya çalışılmıştır. Üç yıllık zaman süresini kapsayan “Enflasyonu Düşürme Programı” ile ekonomide enflasyonla mücadele hedefi ön plana çıkarılmıştır. Bu çerçevede enflasyonu düşürme odaklı maliye politikasının yanı sıra, para ve kur politikasına ilişkin tedbirler de öngörülmüş, yapısal reformların önemi vurgulanmıştır. Döviz kuru çıpasına dayalı enflasyonu düşürme programında, enflasyon oranının 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12 ve 2002 yılı sonunda %7’ye indirilmesi hedeflenmiş, bunun yanı sıra reel faiz oranlarının makul düzeylere çekilmesi, ekonomik büyüme potansiyelinin artırılması, ülke kaynaklarının daha etkin ve daha adil dağılımının sağlanması temel amaçlar olarak ifade edilmiştir. Program 2000 yılı Kasım ayına kadar başarı ile uygulanmıştır. Bu dönemde iç talep artmış, üretim canlanmış, kamu maliyesi alanında hükümetin program hedeflerine ciddiyetle uyması ve mali disiplini sağlaması sonucunda kamu sektörünün faiz dışı fazla hedefi aşılmıştır (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001:44-45). Tüm bu olumlu gelişmelerin yanı sıra Program nihai hedeflerine ulaşamamıştır. 2000 yılında TÜFE %67’den %38’e düşmekle beraber, yine de hedefin üzerinde gerçekleşmiştir. Neticede, hedef enflasyona göre ayarlanan döviz kuru oranı TL’yi aşırı değerli hale getirmiş, bunun sonucunda ihracat olumsuz etkilenmiştir. Cari işlemler açığındaki hızlı yükseliş devalüasyon beklentilerini de beraberinde getirmiştir. Makro ekonomik alandaki bu dengesizliklere ilaveten, bankacılık sektöründe yaşanan olumsuz gelişmeler, finansal kesime, kamuya ve programa duyulan güveni zayıflatmış ve neticede tüm bu gelişmeler ülke ekonomisini Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanacak olan iki yeni krizin eşiğine sürüklemiştir. 2000’lerin başında yaşanan iki büyük krizin ardından, 2002 yılında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” olarak adlandırılan yeni bir program ile para, kur ve maliye politikaları yeni bir çerçeveye oturtulmuştur. Bankacılık sektörüne yönelik olarak gerçekleştirilecek ciddi bir yeniden yapılandırma, kontrollü kur yerine serbest kur rejimi, başlangıçta “örtük” ancak 2006 yılından itibaren “açık” enflasyon hedeflemesi uygulaması, disiplinli maliye politikası ve zamana yayılı olarak gerçekleştirilecek yapısal reformlar programın temel taşlarını oluşturmuştur. 2008 yılında dünya ekonomisinde baş gösteren daralmaya kadarki süreçte ekonomik gelişmelere bakıldığında, programın büyük ölçüde başarılı olduğu görülmektedir. 2004 yılında enflasyon oranı yıllar sonra ilk defa %10’un altına gerileyerek tek haneli seviyeye inmiştir. Enflasyondaki düşüş, programın ilk üç yılındaki kadar yüksek olmasa da, 2004 yılı sonrasında da devam etmiştir. Para politikasının ihtiyatlı duruşu, kamu gelirleri ve harcamalar bakımından sağlanan bütçe disiplininin sürmesi ve gerçekleşen enflasyonun hedefle uyumlu olması sonucunda, enflasyon bekleyişleri olumlu seyrini devam ettirmiştir (TCMB, 2006). Görüldüğü gibi 1980 yılında başlatılan serbestleşme ve dışa açılma hareketinin ardından ulusal ekonomi gerek kendi dinamiklerinden kaynaklanan gerekse yurt dışı odaklı nedenlerle kriz dalgaları yaşamış ve uygulanan çeşitli istikrar programları ile çıkış yolları aranmıştır. Makro ekonomik ve yapısal nitelikli sorunlar, spekülatif sermaye girişleri ve liberalleşmenin yarattığı sorunlar, bankacılık ve finans kesimine ilişkin sorunlar, sabit kura dayalı istikrar programlarının getirdiği ve dışsal etkenlerle de artan riskler, çok defa hedeflenen ancak kararlılıkla uygulanamayan yapısal 436 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER reformlar ve politik istikrarsızlıklar söz konusu krizlerin temelini teşkil etmiştir (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001:51-55). Ancak, 1980 sonrası dönemde özellikle, artan bütçe açıkları ve yüksek düzeyde seyreden kronik enflasyon, makro ekonomik dengesizliğin iki temel unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. 2. 1980 Sonrası Dönemde Dünyada ve Türkiye’de Para ve Maliye Politikası Uygulamaları 1980’lerin başlarında dünyada ve Türkiye’de yaygın olan kanı, kamu açıklarının, parasal genişleme yolu ile finanse edilmesi durumunda enflasyonun hızla yükseleceği, borçlanma ile finansmanın ise enflasyon üzerinde olumsuz bir etki yaratmayacağı şeklinde idi. Söz konusu anlayış Friedman’ın “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur” önermesinin bir uzantısı idi. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren Batı dünyasında enflasyonla mücadelede para programları yoğun bir biçimde uygulanırken, 1980’lerin başlarında, parasal genişleme ile enflasyon arasındaki ilişkinin vurgulandığı kadar güçlü olmadığı görüşü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Kanada Merkez Bankası, para artışı-enflasyon ilişkisinin zayıflığını ileri sürerek, para hedeflemesini 1982 yılında bırakan ilk banka olarak karşımıza çıkmakta, bunu 1986 yılında İngiltere Merkez Bankası, daha sonra da Yeni Zelanda izlemektedir (Uygur, 2001:9). 1980’li yıllarda para ve maliye politikaları açısından Türkiye’nin durumuna bakıldığında, enflasyonun parasal bir olgu olduğu önermesinin dönem boyunca geçerliliğini koruduğu görülmektedir. Para politikaları açısından konuya baktığımızda, 1986 yılında getirilen düzenlemeler, para politikaları açısından bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. 1986 yılında getirilen yeni sistemle, toplam para ve kredi arzının, toplam rezervlerin kontrolü yoluyla yönlendirilebileceği bir para politikası uygulamasına geçilmiştir. Söz konusu yeni para politikası rejiminin uygulanabilmesi, kamu açıkları finansmanının doğrudan Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmasının engellenmesini gerektirmiş, bu doğrultuda finansman ihtiyacının sağlanabilmesi için kurumsal alanda bir dizi düzenlemeye gidilmiştir. Bu çerçevede, ihaleli bono ve tahvil satışına başlanmış, munzam karşılık ve disponibilite uygulamalarında değişiklik yapılmış, Merkez Bankası bünyesinde bankalararası para piyasaları kurulmuş ve açık piyasa işlemleri uygulaması başlatılmıştır (Kesriyeli, 1997:31-32). 1986 yılında para politikasında yapılan düzenlemelerin yanı sıra, maliye politikası açısından da yeni bir döneme girildiği görülmektedir. Bu dönemde, ekonomideki açık finansmanının Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmasına ilişkin olarak getirilen kısıtlama neticesinde, giderek yükselen mali açıklar, özellikle iç borçlanma yolu ile karşılanmaya çalışılmıştır. Mali açıkların finansman yöntemi olarak özellikle 1990 sonrası dönemde yoğun bir biçimde başvurulan iç borçlanma, başlangıçta monetizasyon dışında mucizevi ve enflasyon yaratmayacak bir alet gibi görünse de, ekonomik ve politik belirsizliklerden dolayı giderek kısa vadeli ve daha yüksek faizli borçlanmaya yol açmış ve bu da bütçe açıklarını besleyerek enflasyonist sürece büyük katkı sağlamıştır (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001:51). 1990’lı yıllarda, fiyat istikrarının sağlanmasında para ve maliye politikalarının etkinliği tartışmalarına FTPL yaklaşımının damgasını vurduğu görülmektedir. Bu yaklaşım çerçevesinde; i- bazı varsayımlar altında, uzun dönem fiyat düzeyini ve Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 437 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi enflasyonu belirleyen ana unsurun para miktarı değil mali açıklar ve bu açıkların getirdiği kamu borç stoku olduğu, ii- bu durumda enflasyonu kontrol etmek için para politikasının ve Merkez Bankası bağımsızlığının yeterli olmadığı, hatta bazı koşullarda bu durumun sorunları dahi artırabileceği, iii- enflasyonun kontrol edilmesinde özellikle faiz politikasının önemli olduğu, ancak mali dengenin bu bakımdan bir ön koşul niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. 1990’lardaki bu tartışmalar çerçevesinde, birçok Batı ülkesinde uygulamada olan döviz kuru hedeflemesi terk edilerek enflasyon hedeflemesine geçilmiştir (Uygur, 2001:11-12). Batı ülkelerinde mali açıklara ve borçlanmaya yönelik sınırlamalar 1990’lı yıllarda artarken, bu dönem, Türkiye’de kamu açıklarının ve borçlanmanın süratle yükseldiği yıllar olmuştur. Mali açıkların finansmanında iç ve dış borçlanmanın sınıra varması neticesinde 1994 krizi kendini göstermiş ancak bu şartlarda bile parasal genişlemenin krizin oluşumunda etken olduğu görüşlerine yer verilmiştir. 1994 yılı sonrasında Hazinenin Merkez Bankası kaynaklarına başvurması ciddi bir biçimde sınırlandırılarak Merkez Bankasının bağımsızlığı ön plana çıkarılmıştır. Merkez Bankası Kanunu’nda yapılan düzenleme ile Hazineye kullandırılan %15 düzeyindeki kısa vadeli avans kullanım oranı 1996’da %10, 1997’de %6 ve 1998’de %3 düzeyine çekilmiştir. Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans yoluyla borçlanma sınırının aşağıya çekilmesi, açıkların finansmanında iç borçlanma miktarını artırıcı bir etki yaratmıştır. 2001 yılı, makro ekonomik istikrarsızlıklarla mücadelede para ve maliye politikaları uygulamaları bakımından adeta bir dönüm noktası niteliğindedir. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı çerçevesinde getirilip bu dönemde uygulamaya konulan ve kararlılıkla uygulanan hedeflerden biri faiz dışı bütçe fazlası hedefidir. Kısmi bir mali kural niteliğinde değerlendirilebilecek olan söz konusu hedef, kamu mali disiplininin sağlanmasının en önemli ayaklarından birini teşkil etmiştir. Aynı dönemde getirilen bir diğer düzenleme de Merkez Bankası Kanunu’na ilişkin olarak gerçekleştirilmiştir. Merkez Bankasına politika araçlarını seçme ve uygulama konusunda bağımsızlık tanınarak para politikaları açısından yeni bir açılım sağlanmıştır. Söz konusu dönemde para ve maliye politikalarında eş-anlı olarak gerçekleştirilen bu düzenlemeler, bu iki politika arasındaki koordinasyona ilişkin 2001 yılına kadar görülmemiş bir iradeyi ortaya koymaktadır. 2001 yılı sonrasında yaşanan bu gelişmelerin ardından, Türkiye ekonomisinde, fiyat istikrarının sağlanması bakımından para ve maliye politikalarının etkinliği konusunda yeni bir kilometre taşı daha katedilmiştir. 2010 yılı Haziran ayında kabul edilen “Mali Kural Kanun Tasarısı” ile kurala bağlı maliye politikası uygulaması gündeme gelmiştir. Kurala bağlı maliye politikası, kamu kesiminin gelir, gider, borçlanma ve finansal yükümlülük altına girme ve benzeri konularında orta ve uzun dönemde izleyeceği politikaların esneklik limitlerinin belirli kurallara bağlanması olarak tanımlanmaktadır. Mali kural uygulaması ile “ekonomide güven ve istikrarın güçlendirilmesi, mali disiplin anlayışının kalıcı hale getirilmesi, ekonomi politikalarına uzun vadeli perspektif getirilerek, mevduat ve kredi vadelerinin uzamasının sağlanması, kamunun uzun vadede finansman ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun vadede ve daha düşük maliyetle kaynaklara ulaşmasının sağlanması" amaçlanmaktadır. 438 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER İki bileşenden oluşan mali kuralın birinci bileşeni büyüme hızı, ikinci bileşeni ise bütçe açıklarına ilişkin oranlar olarak şekillendirilmiştir. Öngörülen mali kural çerçevesinde, Gayrisafi Milli Hasılanın %1’i oranında bütçe açığına izin verilirken, eşik büyüme oranı %5 olarak belirlenmiştir. Kamu maliyesi politikalarına uzun vadeli öngörülebilirlik getiren ve uzun vadeli kamu mali disiplinin sağlanması bakımından son derece önemli olan mali kural uygulamasının, para politikaları ile birlikte, Türkiye’nin makro ekonomik dengeler bakımından kalıcı istikrara kavuşmasında büyük rol oynaması beklenmektedir. 3. Bütçe Açıkları ve Fiyat Artışları İlişkisinin Eşbütünleşme Analizi ile Sınanması Çalışmamızın bu kısmında Türkiye’de bütçe açıkları ile fiyat artışları arasında herhangi bir ilişki olup olmadığı ekonometrik yöntemler kullanılarak araştırılacaktır. Bütçe açıkları ile fiyat artışları arasındaki ilişkinin ele alındığı ampirik literatür, gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkeye ilişkin çok sayıda çalışmayı içermektedir. Bu çalışmalarda çeşitli ekonometrik yöntemler, değişkenler ve gözlem dönemlerine ilişkin veri setleri kullanılarak, belirtilen iki olgu arasında farklı sonuçlar elde edilmiştir. Türkiye’ye ilişkin olarak da bu konuda yapılmış çalışmalar bulunmaktadır. Aşağıda büyük ölçüde Türkiye örneğini ele alan çalışmalar kısaca özetlenmektedir. Çetintaş (2005) yaptığı çalışmada 1985-2003 dönemini ele almış ve iki ve çok değişkenli modeller kullanarak Türkiye’de enflasyon ve bütçe açıkları arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Çetintaş (2005)’ın kullandığı her iki modelin bulgusu da, bütçe açıkları ile enflasyon arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisinin olduğuna işaret etmektedir. Türkiye’de enflasyonu azaltabilmek için mutlaka bütçe açıklarının azaltılması gerekmektedir. Neyaptı (2003) panel veri yöntemi kullanarak 54 adet gelişmiş ve az gelişmiş ülkeyi incelediği çalışmasında 1970-1989 dönemini ele almıştır. Söz konusu çalışmanın temel hipotezi bütçe açıklarının, özellikle, merkez bankasının bağımsız olmadığı ve finansal piyasaların yeterince gelişmemiş olduğu ekonomilerde enflasyonist etkiler yaratacağı yönündedir. Koru ve Özmen (2003) en geniş (M2Y) ve en dar (dolaşımdaki para) para tanımlarının yer aldığı iki model ele almışlardır. Uyguladıkları ampirik metotlar sonucunda elde ettikleri bulgu, Türkiye’de enflasyonun temelinde bütçe açıklarının yattığı yönündedir. Bu açıkların finanse edilme şeklinin değişerek monetizasyonun kaldırılmış olması, bütçe açıkları ile enflasyon ilişkisinin varlığını ortadan kaldırmamaktadır. Telatar (2002) 1985-1997 dönemini ele alarak Türkiye’de birincil fazla ve toplam kamu yükümlülükleri verilerinden yola çıkarak, bütçe açıklarının finansmanında para ve maliye otoritesi davranışları açısından, hangi rejimin geçerli olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Çalışmanın sonunda Telatar (2002), incelenen dönemde maliye politikası baskın rejimin geçerli olduğunu, dolayısıyla fiyat seviyesinin, maliye otoritesinin davranışları doğrultusunda belirlendiği görüşünü ortaya koymaktadır. Akçay vd. (2001) Türkiye’de kamu açıklarını ve bu bağlamda borçların sürdürülebilirliğini tartıştıkları çalışmalarında 1970-2000 dönemini ele almışlardır. Çalışmalarının sonunda Akçay vd. (2001) konsolide bütçe açığının enflasyon Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 439 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi üzerinde kalıcı bir etkisi olmamakla birlikte, kamu kesimi borçlanma gereğinin enflasyon ile eşbütünleşik olduğu ve enflasyon üzerinde kalıcı etkiler yarattığı sonuçlarına ulaşmaktadır. 3.1. Yöntem Çalışmamızın bu kısmında Türkiye’de fiyat artışının/enflasyonun bütçe açıkları ve para arzı ile arasındaki ilişki ekonometrik yöntemler kullanılarak analiz edilecektir. Değişkenlerimizin tamamının durağan nitelikte olmaması nedeniyle ampirik sınama, Johansen eşbütünleşme yöntemi kullanılarak gerçekleştirilecektir. 3.1.1. Birim Kök Testi Türkiye’de enflasyon, bütçe açığı ve para arzı arasında uzun dönemli bir ilişki olup olmadığını ortaya koyabilmek için çalışmamızda eşbütünleşme yöntemi kullanılacaktır. Ancak bu yöntemin kullanılabilmesi için ilk olarak, kullanılacak olan serilerin durağan olup olmadıkları kontrol edilmelidir. Çalışmamızda serilerin durağanlığının sınanması, Genişletilmiş Dickey ve Fuller (ADF) testi kullanılarak yapılacaktır. Bir serinin durağan olması, ele alınan dönem içerisinde, serinin sabit ortalama ve varyansa sahip olması anlamına gelmektedir. p ∆Yt = µ + β Yt −1 − ∑ α t ∆Yt − j + ε t (1) j =1 Y, durağan olup olmadığı sınanan değişkeni, Yukarıdaki denklemde ε , hata terimini temsil etmektedir. Yt değişkeninin ortalama etrafında durağan olduğu alternatif hipotezine ( H1 : β < 0) karşın, birim kökünün olduğu temel hipotezi ( H 0 : β = 0) test edilmektedir. Hesaplanan değer kritik değerden büyük ise, β ’nın sıfıra eşit olduğu birim kök temel hipotezi reddedilemez ve Y değişkeninin durağan olmadığı ifade edilir. Temel hipotezin kabul edilmediği durumda değişkenin durağan olduğu söylenir (Enders, 2004:225). 3.1.2. Eşbütünleşme Testi Durağan olmayan zaman serilerinde stokastik trendi kaldırmanın klasik yöntemi, değişkenlerin farkını almaktır. Ancak çoğu ekonometrik değişkenin seviyeleri değil, fakat doğrusal kombinasyonları durağan, bir diğer deyişle eşbütünleşiktir. Bu çalışmada Johansen (1991) ve Johansen ve Juselius (1990) tarafından ortaya konulan maksimum olabilirliğe sahip çok değişkenli eşbütünleşme yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntemin dayandığı vektör otoregresif (VAR) modellerde bir değişken kendisinin ve modelde yer alan diğer değişkenlerin gecikmeli değerleri ile ifade edilmektedir. VAR, bütün değişkenlerin bağımlı kabul edildiği, eşanlı bir denklem sistemidir (Gujarati, 1999: 752): p boyutlu bir vektör otoregresif model, p X t = µ + ∑ Φ j X t− j + ε t (2) j =1 şeklindedir. Yukarıdaki eşitlikte X t , mx1 boyutunda I(1) değişkenler vektörü, mx1 boyutunda sabit terimler vektörü, Φ j (j=1,…,p) , mxm boyutunda bir parametreler matrisi ve ε t , bağımsız ve eşit olasılıkla dağıldığı varsayılan, sıfır ortalamalı ve eşanlı bağlantılı (comtemporaneously correlated), mx1 boyutunda bir beyaz gürültü vektörüdür. µ, 440 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER (2) no’lu model, vektör hata düzeltme modeli şeklinde aşağıdaki gibi yazılabilir: p −1 ∆X t = µ + ΠX t −1 + ∑ Π j ∆X t − j + ε t (3) j =1 (3) no’lu eşitlikte Π j matrisleri sistemin kısa vadeli etkilerini yakalar. Π katsayı matrisi ise modelin uzun dönemli denge ilişkisi hakkında bilgi içerir. Π matrisinin rankına ilişkin ortaya çıkabilecek üç sonuçtan söz edilebilir (Enders, 2004: 360): 1. rankΠ = 0. Bu durumda Π matrisinin determinantı sıfıra eşittir ve değişkenler arasında eşbütünleşme yoktur. Bir diğer ifadeyle değişkenlerin hiçbiri diğer değişkenlerin doğrusal kombinasyonu olarak ifade edilemez. Bunun anlamı, bu seriler arasında uzun dönemli bir ilişki bulunmamasıdır. 2. 0 < rankΠ < m. Bu durumda eşbütünleşik vektörün(lerin), yani değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığından söz edilir. Rank bire eşit ise bir tane eşbütünleşme ilişkisi, eğer birden büyükse çoklu eşbütünleşme ilişkisi vardır. 3. rankΠ = m. Tam rank durumunun söz konusu olduğu bu durumda rank, değişken sayısına (m) eşittir ve otoregresif vektör durağandır. Böyle bir durumda sahte regresyon sorunu bulunmaz ve değişkenlerin kendileri kullanılarak model çözülebilir. Johansen (1991) çalışmasında rankΠ = r < m iken Π ’nin rankının, değişkenler, X t , arasında kaç eşbütünleşme ilişkisi, r, belirttiğini göstermiştir. Bu durumda Π = αβ ′ denklemi ele alınmaktadır. α ve β ′ , mxr boyutunda matrislerdir. β ′ matrisinin satırları (r), X t sisteminin r eşbütünleşmenin varlığını belirlemek için adet durağan eşbütünleşik vektörü olduğu şeklinde yorumlanabilir. Johansen ve Juselius (1990)’a göre α , istikrarlı uzun dönemli denge durumuna uyarlanma hızı olarak yorumlanabilir. Eşbütünleşen vektörün rankını belirleyebilmek için Johansen (1991), artık vektöründen elde edilen iki olabilirlik oranı test istatistiği önermiştir. Bu test istatistikleri trace istatistiği ve en büyük özdeğer istatistiğidir. Trace istatistiği, “en fazla r adet eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki Ho hipotezine karşı, “en fazla m adet eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki alternatif hipotezi test etmektedir. Trace istatistiği aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır (Enders, 2004:352): QTRACE = −T Burada m ∑ ln(1 − λ ) i = r +1 λi , X t −1 düzelttikten sonra i (4) doğrusal kombinasyonunun, kısa dönem dinamiklerini ∆X t sisteminin durağan kısmıyla olan ilişkisinin gücünü ölçer. En büyük özdeğer test istatistiği, “en fazla r adet eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki Ho hipotezini, “en fazla r+1 eşbütünleşen vektör vardır” şeklindeki alternatif hipoteze karşı sınamak için kullanılmaktadır. En büyük özdeğer test istatistiği şu şekilde tanımlanır (Enders, 2004: 353): QÖZDEĞER = −T ln(1 − λ r +1 ) (5) Her iki test de r=0 şeklindeki sıfır hipoteziyle başlar. Eğer bu hipotez reddedilemezse, değişkenler arasında eşbütünleşme olmadığı sonucuna ulaşılır. Temel hipotez reddedilirse eşbütünleşen kaç vektör olduğunu belirlemek üzere Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 441 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi alternatif hipotezler sıralanmaya devam eder. Hesaplanan test istatistikleri kritik değerden büyük ise hipotezler reddedilerek daha fazla sayıda eşbütünleşme vektörü olup olmadığı araştırılır (Enders, 2004:353,354). 3.2. Veri Çalışmamızda yukarıdaki metodoloji çerçevesinde, 1987-2009 dönemine ilişkin üçer aylık veriler kullanılarak, Türkiye’de enflasyon, bütçe açığı ve para arzı arasındaki ilişki incelenmeye çalışılmıştır. Belirtilen değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek üzere iki model kurulmuştur. Birinci modelde kullanılan değişkenler; TEFE (toptan eşya fiyat endeksinin logaritması), M1 (M1para arzının logaritması) ve BAC (bütçe açığının gayri safi yurt içi hasılaya oranı) şeklindedir. İkinci modelde kullanılan değişkenler ise TEFE (toptan eşya fiyat endeksinin logaritması), M2Y (M2Y para arzının logaritması) ve BAC (bütçe açığının gayri safi yurt içi hasılaya oranı) şeklindedir. Verilerin tamamı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının elektronik veri dağıtım sisteminden (EVDS) elde edilmiştir. 3.3.Uygulama 3.2.1. Birim Kök Test Sonuçları Türkiye’de enflasyon, bütçe açığı ve para arzı arasındaki ilişkiyi incelemede ilk olarak her iki modelde kullanılan değişkenlere ilişkin verilerin durağan olup olmadıklarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu amaçla ilgili verilere Genişletilmiş Dickey-Fuller Testi uygulanmıştır. Tablo 1’den izlenebileceği üzere, çalışmamızda ele alınan değişkenlerin seviyelerinde durağan olmadıkları görülmektedir. Bir başka deyişle tüm değişkenler birim köke sahiptirler. Öte yandan Tablo 2’den görüldüğü gibi birinci dereceden farkları alındığında, değişkenlerin durağan hale geldiği gözlenmektedir. Bu durumda değişkenlerin I(1), bir diğer ifadeyle birinci dereceden durağan oldukları anlaşılmaktadır. Tablo 1: Birim Kök Test Sonuçları (Seviye) Değişkenler TEFE M1 M2Y BAC Genişletilmiş Dickey Fuller Testi (ADF) Seviye Seviye Seviye Sabit Terim Sabit Terim ve Trend Sabitsiz ve Trendsiz -2.571 -0.927 -0.188 (2) (2) (7) -2.440 2.095 -0.318 (8) (2) (8) -2.385 -1.941 -0.935 (10) (10) (10) -1.521 -1.418 -0.821 (4) (4) (4) Kritik değerler 1% -3.506 -4.065 -2.593 5% -2.894 -3.461 -1.945 Tabloda yer alan parantez içindeki değerler, Akaike Bilgi Kriterine göre hesaplanan gecikme değerleridir. 442 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER Tablo 2: Birim Kök Test Sonuçları (Birinci Fark) Genişletilmiş Dickey Fuller Testi (ADF) Değişkenler Birinci Fark Sabit Terim Birinci Fark Sabit Terim ve Trend Birinci Fark Sabitsiz ve Trendsiz -2.993 (1) -3.001 (5) -2.911 (6) -8.650 (3) -4.250 (1) -3.788 (5) -4.478 (0) -8.681 (3) -0.991 (6) -2.00 (7) -2.931 (6) -8.700 (3) 1% -3.505 -4.064 -2.596 %5 -2.898 -3.469 -1.945 TEFE M1 M2Y BAC Kritik değerler Tabloda yer alan parantez içindeki değerler, Akaike Bilgi Kriterine göre hesaplanan gecikme değerleridir. Bir sonraki aşama, I(1) olduğu belirlenen değişkenler arasında olası bir eşbütünleşim ilişkisinin sınanmasıdır. 3.2.2. Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları Değişkenlerin birinci dereceden durağan oldukları ortaya konduktan sonra yapılması gereken, incelenen modellerde değişkenler arasında herhangi bir eşbütünleşim ilişkisinin var olup olmadığını test etmektir. Söz konusu sınama önce birinci model için, ardından ise ikinci model için yapılacaktır. Her iki modelde bağımlı değişken, TEFE (toptan eşya fiyatlarının logaritması) değişkenidir. Yine her iki modelde mevsimsel etkiyi göstermek için DUM1, DUM2 ve DUM3 merkezi mevsimsel kukla değişkenleri kullanılmıştır. M1, BAC ve TEFE değişkenleri arasında eşbütünleşim ilişkisinin var olup olmadığı test edilirken kullanılması gereken gecikme uzunluğu, son tahmin hata kriterine ve Akaike, Schwarz ve Hannan-Quinn bilgi kriterlerine göre “yedi”dir. Bu gecikme uzunluğuna göre yapılan trace testine ve en büyük özdeğer testine ait sonuçlar Tablo 3’ten izlenebilmektedir. Tablo 3’ten görüldüğü üzere trace ve en büyük özdeğer test istatistiklerine dayanarak yapılan eşbütünleşim analizi sonuçlarına göre, M1, BAC ve TEFE değişkenleri arasında bir eşbütünleşim ilişkisi olmadığını ileri süren Ho hipotezi reddedilmelidir. Bir diğer deyişle M1, BAC ve TEFE değişkenleri arasında uzun dönemli bir ilişki mevcuttur. Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 443 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi Tablo 3: M1- BAC- TEFE Değişkenlerine İlişkin Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (1987.1-2009.4) M1- BAC-TEFE Temel Hipotez Alternatif Hipotez İstatistik %5 Kritik Değeri 38.845 29.797 Trace Testi r=0 r 1 r 1 r=2 11.778 15.494 r=0 r=1 27.067 21.131 r 1 r=2 6.666 14.264 En Büyük Özdeğer Testi %10 kritik değeri Trace Testi için 27.066, En Büyük Özdeğer Testi için ise 18.892’dir. M2Y, BAC ve TEFE değişkenleri arasında eşbütünleşim ilişkisinin var olup olmadığı test edilirken kullanılması gereken gecikme uzunluğunun Akaike ve Hannan-Quinn bilgi kriterleri “sekiz” olması gerektiğine işaret etmektedir. Bu gecikme uzunluğuna göre yapılan trace testine ve en büyük özdeğer testine ait sonuçlar Tablo 4’ten izlenebilmektedir. Tablo 4’ten görüldüğü üzere trace ve en büyük özdeğer test istatistiklerine dayanarak yapılan eşbütünleşim analizi sonuçları M2Y, BAC ve TEFE değişkenleri arasında, sınanan ilk modelde olduğu gibi bir eşbütünleşim ilişkisi olmadığını ileri süren Ho hipotezinin reddedilmesi gerektiğini belirtmektedir. Diğer bir ifadeyle durağan olmayan M2Y, BAC ve TEFE değişkenleri, uzun dönemde birlikte hareket etmektedir. Tablo 4: M2Y-BAC-TEFE Değişkenlerine İlişkin Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (1987.1-2009.4) M2Y – BAC TEFE Temel Hipotez Alternatif Hipotez İstatistik %5 Kritik Değeri 49.515 29.797 Trace Testi r=0 r 1 r 1 r=2 15.399 15.494 r=0 r=1 34.116 21.131 r 1 r=2 9.340 14.264 En Büyük Özdeğer Testi %10 kritik değeri Trace Testi için 27.066, En Büyük Özdeğer Testi için ise 18.892’dir. Johansen eşbütünleşme testi incelediğimiz her iki model için de anlamlı sonuçlar vermiştir. Buna göre ilk modelimizde kullandığımız M1, BAC ve TEFE değişkenleri arasında bulunan uzun dönemli ilişki, ikinci modelimizde yer alan M2Y, BAC ve 444 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER TEFE değişkenleri için de geçerlidir. Bu doğrultuda her iki modelin de uzun dönem denge noktasına sahip olduğu söylenebilir. Elde edilen bu sonuçlar uzun dönemde Türkiye ekonomisinin, fiyat düzeyinin mali teorisini destekler nitelikte olabileceğini ifade edebilir. Bu ise uzun dönemde bütçe açıklarının enflasyon üzerinde doğrudan etkili olabileceğinin bir ifadesidir. Sonuç Fiyatlar genel seviyesindeki değişikliğin kabul edilebilir bir oranda süreklilik kazanması şeklinde ifade edilen fiyat istikrarı, günümüz ekonomilerinin çoğunun temel ekonomik hedeflerinden biridir. Söz konusu istikrarı sağlamada, para ve maliye politikaları, devletlerin ellerinde bulundurdukları iki temel politika aracıdır. Literatürde, geçmişten günümüze, bu politika araçlarının etkinliğine ilişkin çeşitli tartışmalar ve farklı görüşler süregelmiştir. Parasalcı yaklaşım çerçevesinde, para arzındaki artışın fiyatlar genel düzeyi üzerinde doğrudan etkili olduğu ve bağımsız bir merkez bankasının fiyat istikrarını sağlamada en önemli unsur olduğu ifade edilirken, maliyeci yaklaşım olarak da adlandırılan FTPL yaklaşımı çerçevesinde, maliye politikalarının fiyatlar genel düzeyi üzerindeki belirleyici rolü üzerinde durulmuştur. Bu yaklaşım çerçevesinde makro anlamda fiyat düzeyini belirleyen temel unsurun para miktarı olmadığı, kamunun borç stoku ile bütçe dengesini ilişkilendiren bütçe kısıtının bu alanda önemli rol oynadığı ifade edilmiştir. 1980 yılına kadarki dönemde gerek dünyada gerekse ülkemizde parasalcı yaklaşımın ağır bastığı görülmektedir. Parasal genişlemeyi önlemeye yönelik para programları, Batı ülkelerinin çoğunda ve Türkiye’de benimsenen hakim strateji olmuştur. Ancak 1980’lerin başlarında parasal genişleme ile enflasyon arasındaki ilişkinin ifade edildiği kadar güçlü olmadığı görüşü yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu inanış çerçevesinde Kanada, İngiltere ve Yeni Zelanda başta olmak üzere Batı ülkeleri para hedeflemesini terketmeye başlamışlardır. Türkiye’de ise, enflasyonla mücadelede, 2001 yılına kadar para politikası ağırlıklı tedbirler ön planda tutulmuş, istikrar programlarına eklenen mali tedbirler gereken ciddiyetle uygulama alanı bulamamıştır. 2001 dönemi sonrasında ise bu alanda önemli bir dönüşüm yaşanmış ve istikrar programı hedefleri arasında yer alan mali disiplin kararlılıkla uygulanmıştır. Para ve maliye politikalarının etkileşimi sonucunda enflasyon oranı yıllar sonra ilk defa 2004 yılında tek haneli rakamlara indirilebilmiştir. 2001 yılından bu yana gerek fiyatlar genel seviyesi gerekse diğer makro ekonomik göstergelerdeki düzelme, para ve maliye politikaları koordinasyonunun önemini, bir diğer ifade ile FTPL yaklaşımının geçerliliğini ortaya koymaktadır. Nitekim çalışmamızda Türkiye’de 1987-2009 dönemine ilişkin bütçe açığı, parasal genişleme ve enflasyon ilişkisine dair yaptığımız ampirik sınama, uzun dönemde Türkiye ekonomisinin, fiyat düzeyinin mali teorisini destekler nitelikte olabileceğini ifade etmektedir. Bu ise uzun dönemde bütçe açıklarının enflasyon üzerinde doğrudan etkili olabileceğinin bir ifadesidir. Türkiye ekonomisinde son dönemde gündeme gelen “mali kural” uygulaması, para ve maliye politikaları koordinasyonu alanında yeni bir aşama olarak değerlendirilmektedir. Kurallara dayalı maliye politikasının, para politikası ile birlikte, ekonomik istikrarı sağlamada önemli bir rol oynaması ve bu yolla ekonomide uzun vadeli istikrarın güvence altına alınması beklenmektedir. Ancak mali kuralın başarı şartı, belirlenen hedeflere uyulup uyulmadığının bağımsız Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 445 Türkiye’de Bütçe Açığı, Para Arzı ve Enflasyon İlişkisi otoritelerce denetlenmesine ve bu denetim neticesinde kuraldan aykırılık saptanırsa bunun yaptırıma tabi olmasına bağlıdır. Kaynakça Akçay, O. C. vd. (2001), “Budget Deficit, Inflation and Debt Sustainability: Evidence From Turkey (1970-2000)”, Bogaziçi University Institute of Social Sciences Working Paper, 90-112. Barro, R. J. (1974), “Are Government Bonds Net Wealth?” Journal of Political Economy, 82 (6),1095–1117. Canzoneri, M., Cumby, R. ve Diba, B. (2001), “Is the Price Level Determined by the Needs of Fiscal Solvency?" American Economic Review, Vol.91 (5, Dec),12211238. Çetintas, H. (2005), “Türkiye’de Bütçe Açıkları Enflasyonun Nedeni midir?”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, S. 229, 115-127. Enders, W. (2004), Applied Econometric Time Series, Canada: John Wiley and Sons Inc. Engle, R. F. ve Granger, C. W. J. (1987), “Cointegration and Error-Correction: Representation, Estimation and Testing”, Econometrica, 55, 251-76. Friedman, M. (1968), “The Role of Monetary Policy”, The American Economic Review, 58, 1-17. Gujarati, D. N. (1999), Temel Ekonometri, çev. Ümit Şenesen, Gülay G. Şenesen. 3. bs. İstanbul: Literatür Yayıncılık. Johansen, S. (1991), “Estimation and Hypothesis Testing of Cointegration Vectors in Gaussian Vector Autoregressive Models”, Econometrica, 59, 1551-1580. Johansen, S. ve Juselius, K. (1990), “Maximum Likelihood Estimation and Inference on Cointegration-With Applications to the Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Vol. 52, 169-210. Kazgan, G. (2005), Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2001): Ekonomi Politika Açısından Bir İrdeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Kazgan, G. (2006), Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Kepenek, Y. ve Nurhan, Y. (2001), Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, İstanbul. Kesriyeli, M. (1997), 1980’li Yıllardan Günümüze Para Politikası Gelişmeleri, T.C. Merkez Bankası Araştırma Genel Müdürlüğü, Yayın No: 97/4, Ankara. Koru, A. T. ve Özmen, E. (2003), “Budget Deficits, Money Growth and Inflation: The Turkish Evidence”, Applied Economics, Vol. 35, No. 5, 591-596. Neyaptı, B. (2003), “Budget Deficits and Inflation: The Roles of Central Bank Independence and Financial Market Development”, Contemporary Economic Policy, Vol. 21, No. 4, 458-475. Sargent, T. ve Wallace, N. (1981), “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review, Fall, 1-17. Sims, C. A. (1994), “A Simple Model for the Study of the Determination of the Price Level and the Interaction of Monetary and Fiscal Policy," Economic Theory, 4, 63, 381-399. Sims, C. A. (1998), “Econometric Implications of the Government Budget Constraint," Journal of Econometrics, 83, 9-19. Şahin, H. (2006), Türkiye Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, Bursa. 446 Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 A. OKTAYER Telatar, E. (2002), “Para ve Maliye Politikası Dominant Rejimlerde Fiyat Belirlenemezlik Problemi ve Merkez Bankası Bagımsızlıgı”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi, C. 10, S. 35, 5–20. TCMB (2006), Finansal İstikrar Raporu, Ankara, Haziran 2006. Uygur, E. (2001), “Enflasyon, Para ve Mali Baskı: İktisat Politikasında Geri Kalmışlık”, İktisat, İşletme ve Finans, Yıl: 16, Sayı. 189, Aralık 2001. Ülgen, G. (2005), Türkiye’de Piyasa Ekonomisine Geçiş ve Sürdürülebilirliği, Derin Yayınları, İstanbul. Woodford, M. (1994), “Monetary Policy and Price-Level Determinacy in a Cash-inAdvance Economy," Economic Theory 4, 345-380. Woodford, M. (1995), Price-level Determinacy Without Control of a Monetary Aggregate, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy 43, 1-46. Woodford, M. (1996), Control of the Public Debt: A Requirement for Price Stability? NBER Working Paper No. 5684, July. Woodford, M. (2001), “Fiscal Requirements for Price Stability”, Journal of Money, Credit, and Banking, 33(3), August. Yeldan, E. (2003), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim Yayınları, İstanbul. Yentürk, N. (2005), Körlerin Yürüyüşü: Türkiye Ekonomisi ve 1990 Sonrası Krizler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Yay, Turan, Yay, G. ve Yılmaz, E. (2001), Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 2001-47, İstanbul. Maliye Dergisi y Sayı 158 y Ocak-Haziran 2010 447