Kas-iskelet ve üriner sistemdeki yaşlanmaya bağlı

advertisement
Kas-iskelet ve üriner sistemdeki yaşlanmaya bağlı fizyolojik
değişiklikler
Dr. Ümit Ateşkan
50
’li yaşlardan itibaren, kemik dansitesi kadınlarda
daha belirgin olmak üzere her iki cinste de progresif azalma gösterir. Bu proses, iskeletin mikroyapısındaki bozulma ile beraber, kemik frajilitesinde artışa,
dolayısıyla kırık riskinin gündeme geldiği osteoporoza yol
açmaktadır. Seks hormonlarında azalma ve yaşlanma sürecinin, bu kemik dansitesindeki azalmada rolü söz konusudur.
Erkeklerde testosteron üretimi kademeli olarak azalır ve buna
göre kemik kaybı linear ve yavaş olarak gelişir. Kadınlarda ise,
östrojen hormonu yetersizliği nedeni ile menapoz sonrası ilk
5-10 yıl içinde hızlı bir kemik kaybı olur. Erken menapoz dönemindeki bu hızlı kemik kaybına ek olarak, kadınlarda, gelişme dönemlerinde özellikle puberte çağında, erkeklere kıyasla
daha az kemik kitlesi birikimi söz konusudur. Dolayısıyla kadınlarda, daha ince kortekse sahip, daha küçük, dar ve kırılgan
kemik yapısı mevcut olup, ileri yaşlarda kemik kaybının yol
açtığı sorunlar erkeklere nazaran daha sık gözlenir. Yaşlanma
sürecinde gözlenen kemik kitlesindeki progresif kayıp, aksiyal
ve apendiküler iskelet yapısını etkileyerek, boy kısalması ve
dorsal kifoz gibi gözlenebilir değişikliklere yol açabilmektedir.
Kortikal kemikte iki önemli değişiklik olur: kalınlık azalması
ve porozitede artış. Kadınlarda kemik korteksi daha ince olduğundan, kortikal incelme olgusundan daha fazla etkilenirler.
Trabeküler kemikte oluşan iki önemli değişiklik ise, normal
trabekülde incelme ve tüm trabekülde destrüksiyondur.
İskelet yapıda periyodik yenilenme olgusu söz konusu olup,
her 10 yılda bir total rejenerasyon husule gelmektedir. Yeniden
yapılanma, primer olarak kemiğin iç yüzeylerinde oluşur ve
temel multiselüler üniteyi (BMU) oluşturan osteoklastlar ve
osteoblastlarla iletilirler. Kortikal kemikte, BMU kemiğin içinden hareket ederek bir tünel oluştururken, trabeküler kemikte
trabeküler yüzey boyunca hareket eder ve bir ark oluşturur.
BMU’nun ön kısmında osteoklastlar kemiğe tutunur ve asidifikasyon ve proteolitik sindirme ile kemiği ortadan kaldırırlar.
Daha sonra osteoklastlar rezorpsiyon bölgesini terkederler ve
osteoblastlar gelerek osteoid sekrete ederler ve mineralizasyon
sonrası yeni kemik oluşur. Sağlıklı erişkinlerde, her yıl yaklaşık
3-4 milyon BMU başlatılır ve her hangi bir dönemde yaklaşık
1 milyon BMU eş zamanlı çalışma gösterir. Her ne kadar, milyonlarca küçük kemik parçaları yeniden yapılandırılıyor olsa
da, kemik kitlesi, rezorpsiyon ve formasyon arasındaki sıkı
dengenin sayesinde korunur.
Normal yaşlanma sürecinin bir parçası olarak kemik kaybı, iki fazda incelenebilir: Özellikle menapoz sonrası kadınları
etkileyen hızlı faz (menapozal kemik kaybı) ve 50 yaş sonrası
her iki sekste de söz konusu olan yavaş faz (senil kemik kaybı). Her iki fazın da farklı histolojik ve klinik özellikleri vardır.
(Tablo) Kadınlarda, her iki faz içiçe gözlenir ve ayırım yapmak
oldukça güçtür.
Tablo. Kemik Kaybının Özellikleri
Menapozal Kemik Kaybı
Senil Kemik Kaybı
Kemik dönüşüm hızı yüksek
Trabekül kaybı
Vertebral ve Colles fraktürü riskinde artış
Osteoblast formasyonunda artış
Osteoklast formasyonunda artış
Kemik iliği yağlanması bilinmiyor
Osteoklast yaşam süresinde artış
Osteoblast yaşam süresinde azalma
Osteosit yaşam süresinde azalma
Muhtemel nedenleri; IL-6, IL-1, TNF, makrofaj CSF, TGF-b ve apoptoz üzerindeki
östrojenin direkt etkisinin ortadan kalkması
Kemik dönüşüm hızı düşük veya değişken
Kortikal incelme ve rezidüel trabekül (kadın)
Vertebral ve kalça kırığı riskinde artış
Osteoblast formasyonunda azalma
Osteoklast formasyonunda azalma
Kemik iliği yağlanmasında artış
Osteoklast yaşam süresi bilinmiyor
Osteoblast yaşam süresi bilinmiyor
Osteosit yaşam süresinde azalma
Muhtemel nedenleri; peroksizom proliferatör aktive edici faktör gama, Prostoglandin
J2, IL-11 ve IGF
Eklem dışı kıkırdak yapı, yaşam boyunca gelişme gösterir,
örneğin kulaklar ve burun, yaşlandıkça yüzün diğer yapılarına göre daha belirginleşir. Kıkırdak yapıda, yaşa bağlı kristal
formasyonu ve kalsifikasyon oluşur, ancak bunların kıkırdak
fonksiyonları üzerindeki etkisi net olarak biinmemektedir.
Eklem kıkırdağında yaşlanmaya bağlı biyokimyasal değişiklikler, eklem hastalığının varlığı ile birebir korelasyon
göstermez. Bununla birlikte, kondrositlerdeki transglutaminaz
aktivitesindeki yaşa bağlı artış, periselüler boşluktaki anyonik
protein bağlantılarındaki artış ve kondrosit çevresinde kalsiyum pirofosfat dihidrat depolanma riskinde artış ile korelasyon göstermektedir. Bu değişikliklerin, yaşlılarda kondrokalsinoz insidansındaki artışı açıklayıcı nitelikte görülmektedir.
Diz eklemi kıkırdağı, yaklaşık yılda 0.25 mm kalınlık azalması gösterir. Bazı vakalarda daha hızlı bir incelme söz konusu
olurken, bazılarında morfolojik olarak normal de kalabilir.
Yaşlanma ile, in vitro fibroblastların proliferatif kapasite-
leri ve sentetik aktiviteleri azalma gösterir. Bu değişiklikler,
yaşlanma ile iyileşme kapasitesindeki azalmayı bir ölçüde
açıklayabilir. Büyük ölçüde bağ dokusundan oluşan tendon
ve ligamanların gerilme gücünde belirgin azalma, yaşlanma
ile bu yapılarda yetersizlik riskini arttırır. Bağ dokuda diğer
yaşlanmaya bağlı değişiklikler, kan damarlarını etkileyerek,
muhtemel ateroskleroz ve hipertansiyon gelişimine katkıda
bulunur.
30 ve 75 yaşları arasında, primer olarak iskelet kas kitlesindeki azalmaya bağlı olarak, yağsız vücut kitlesi azalır ve kas
liflerinin boyutu giderek azalma gösterir. Bu olguya sarkopeni
adı verilmektedir. Sarkopeninin patogenezi, fiziksel aktivitede azalma, muhtemel orta yaşlarda başlayan ve motor ünite
kaybına yol açabilen santral ve periferik sinir sistemindeki
değişiklikler ve iskelet kası protein sentez hızında azalma gibi
çeşitli yaşa bağlı faktörleri içerir. Çoğu yaşlıda, artmış protein
ihtiyacına ek olarak protein alımındaki azalma, kemik kitle
kaybını arttırıcı rol oynayabilir.
Sağlıklı genç erişkinlerde, vücut ağırlığının %30’u kaslar,
%20’si yağ doku ve %10’u kemik yapıdan oluşur. Kaslar, yağsız
vücut kitlesinin yaklaşık %50’sini teşkil etmekte ve total vücut
nitrojeninin yaklaşık %50’sini içermektedir. 75 yaşında vücut
ağırlığının %15’i kaslar, %40’ı yağ doku ve %8’i kemiklerden
oluşmakta, böylece kas kitlesinin yaklaşık yarısı sarkopeni nedeni ile yok olmaktadır.
Hızlı kasılan Tip II kas lifleri, yavaş kasılan Tip I liflere
göre, daha büyük oranda azalma gösterir. Tip II lifler ani güçlü kas kontraksiyonlarında rol alırken, Tip I lifler, postürün
sağlanmasında ve ritmik endurans tipi egzersizlerde fonksiyon
gösterirler. Yaşa bağlı kas liflerindeki kayıp, maksimum izometrik kasılma gücünün kaybı ile korelasyon gösterir. Bu kayıp, 6.
dekatta %20’lerde iken, 8. dekatta %50’lere ulaşmaktadır.
Vücut kompozisyonunda ve izometrik kontraksiyon gücündeki bu değişikliklerin nedenleri tam olarak bilinmemekte
olup, katkıda bulunan faktörler olarak, GH, IGF-1, testosteron
ve DHEA gibi anabolik hormonlardaki rölatif yetersizlik ve
rutin belli ölçüde kas gücünü gerektiren iş performansında
azalma sayılabilir. Bu tür hormon yetersizliği olan hastalarda,
replasman tedavisi gerekebilir.
Yaşlılarda, egzersizin faydalı etkileri, genellikle seçilen aktiviteye spesifiktir. Örneğin, hedef topu fırlatmada daha büyük
bir yeterlilik ise, o zaman eğitim, sadece fırlatmada rol alan
kasları güçlendirmekten ziyade, topu fırlatma fiilini içermelidir. Fonksiyonel yeterliliği arttırmak için, yaşlılar, hem söz
konusu işe yönelik eğitimleri, hem de kas güçlendirme egzersizlerini birlikte uygulamalıdır. Yaşlılarda, istenen düzeyde kas
fonksiyonu için gerekli egzersiz sıklığı, yoğunluğu, süresi ve
tipinin belirlenmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Akut hastalıkları dolayısıyla mobilitesi kısıtlanmış yaşlılar
ve özellikle yatağa bağımlı yaşlı hastalar, kondüsyon kaybı ve
artmış kas kitle ve güç kaybı riski taşırlar. Kayıp hızı, yılda
%1.5 olup, kondüsyon kaybı, günlük yaşam aktivitelerini uygulamada esas olan yerçekimi karşıtı kaslarda daha belirgindir.
Bazı geriatristler, bir günlük kesin yatak istirahati sonrası bazal
fonksiyonlara dönmek için 2 hafta gerektiğinden bahsederler.
Fizik tedavinin erken gündeme getirilmesi ve bireyselleştirilmiş egzersiz programları, özellikle yatağa bağımlı hospitalize
yaşlıların tedavi planları içinde yer almalıdır.
Kas gücünde yaşa bağlı azalmalara rağmen, kas fonksiyonel yetisi, gençlerde ve yaşlılarda benzerdir. Genellikle, sağlıklı
yaşlılar merdivenleri kolayca çıkabilir, çömelme pozisyonundan ayağa kalkabilir, düz bir çizgide yürüyebilir, her iki ayağı
üzerinde sıçrayabilir ve günlük yaşam aktivitelerini yerine
getirebilir.
Üriner sistemde yaşlanmaya bağlı fizyolojik
değişiklikler
Yaşlılarda renal fonksiyonlar çok kolaylıkla bozulabilir.
Yaşlanma ile hem fonksiyone nefron sayısında kayıp husule
gelir, hem de renal plazma kan akımı azalır.
Total glomerül sayısı 80’li yaşlarda %30-40 azalma gösterirken, en az %30 nefronda da skleroz ve fonksiyon kaybı söz
konusu olabilmektedir. Renal kan akımı, 20’li yaşlardan itibaren her dekatta %10 azalma göstererek, 80’li yaşlarda normalin
yarısı seviyesine ulaşmaktadır. Renal kan akımındaki azalma,
kortikal bölgede orantısal olarak daha fazla olmakta, bu da bu
yaş grubunda görülebilen kortikal atrofinin bir kısmından sorumlu bir mekanizma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla
birlikte yaşlanan böbrek, herhangi bir hastalık söz konusu
olmadıkça, 10. dekatta bile sıvı elektrolit dengesini önemli
ölçüde sağlama yetisine sahip olabilmektedir. Yaşla kreatinin
yapımı azaldığından, ileri yaşlarda kreatinin klirensinde belirgin azalma olmasına rağmen, serum kreatinin konsantrasyonu
genellikle değişmeden kalmaktadır.
Kreatinin klirensindeki azalma genellikle 30-90 yaşları
arasında glomerüler filtrasyon hızındaki yaklaşık %50’lere
varan azalma ile ilişkilidir. GFR’de yaşlanma sürecinde gözlenen azalmanın klinik önemi söz konusu olup, ilaç atılımını
etkileyebilir, bunun yanı sıra idrarı konsantre etme yeteneğini,
glukoz transportunu, asit atılımını ve sodyum transportunu
etkileyen streslere cevapta da yaşlıda yetersizliklere yol açabilir. Örneğin, her ne kadar bazal şartlarda asit-baz parametreleri
normal olsa da, asit veya sodyum yüküne yanıtta yetersizlikler
söz konusudur. Benzer şekilde, sodyum alımındaki yetersizlik
durumlarında da, sodyumu vücutta tutabilme yetisi azaldığından, hiponatremi gelişme şansı daha yüksek olabilmektedir.
Her ne kadar yaşlanma sürecinde, total serum renin konsantrasyonu sabit kalsa da, aktif renin konsantrasyonunda
yaşa bağlı bir düşüş söz konusu olmaktadır. Bu da, postural
değişikliklere küntleşmiş renin cevabından sorumlu tutulabilmektedir. Yaşlılarda postural hipotansiyon epizotlarının
sık görülmesinde de mekanizmalardan biri olarak karşımıza
çıkmaktadır.
GFR’de azalma, renin-aldosteron aksında küntleşme ve
tübüler kitledeki azalma nedeni ile, yaşlı, potasyum yükünün arttığı durumlarda, hiperkalemiyi önlemede yetersiz
kalabilmektedir. Bu alanda sistemik çalışmalara ihtiyaç söz
konusudur.
Vazopressine yanıtta azalma ve özellikle kadınlarda daha
belirgin olan total vücut sıvısındaki azalmaya bağlı suyun
korunmasındaki defekt, yaşlıyı dehidratasyona meyilli hale
getirmektedir. Ateş gibi sıvı kaybının söz konusu olduğu durumlarda veya susama hissinin azalmasına bağlı yetersiz sıvı
alma hallerinde, yaşlılarda dehidratasyon tablosu kolaylıkla
oluşabilmektedir.
Yukarıda açıklanan fonksiyonel değişiklikler, genellikle klinik bir hastalık veya bozukluğa yol açmamaktadır, ancak böbreği her hangi bir hastalık veya ilaç kullanımı gibi, GFR’deki
azalmayı arttırıcı durumlarda, semptomatik renal yetmezlik
tablosuna yatkın hale getirmektedir. Bu nedenle, çoğunlukla
renal yolla atılan ilaçların, yaşlılarda dozlarının azaltılması
önerilmekte olup, renal toksik ilaçların reçetelenmesinde bu
yaş grubunda azami dikkat gösterilmesi gerekmektedir.
Diğer yaşlanma ile sık gözlenen genitoüriner sistem değişikliği, benign prostat hipertrofisinin gelişmesidir. 40 yaş
altında nadir görülürken, 80 yaş ve üzeri erkeklerin yaklaşık
%90’ında tespit edilebilmektedir.
Prostat ile anatomik ilişkilerinden dolayı, hipertrofi,
üretrada obstrüksiyona yol açabilmekte, böylece idrar akımı
etkilenmektedir. 50’li yaşlarda bile semptomatik üriner obstrüksiyon gözlenebilmektedir. BPH’de etiyoloji bilinmemekle
beraber, yaşlanma ile dolaşan hormon düzeylerinde gözlenen
değişikliklere bağlı olabilir. Yaşlanma ile, erkeklerde östrojenin
testosterona oranının arttığı bilinen bir gerçektir. Puberte öncesi testiküler fonksiyonları kaybolan erkeklerde, BPH gelişimi
söz konusu olmamaktadır. Hayvan modellerinde, androjenler
ve östrojenlerin BPH üzerine sinerjistik etki yaptığı gösterilmiştir. Östrojenler, prostatta androjen reseptör bağlanmasını
arttırarak bu etkiyi gösteriyor olabilirler.
Download