18 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan iktidar karşıtı kitlesel gösterilerin, 2011 yılı içerisinde Mısır, Libya, Suriye başta olmak üzere Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Yemen ve Lübnan gibi Arap dünyasının başlıca ülkelerinde yol açtığı halk ayaklanmalarına siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler literatüründe Arab Spring (Arap Baharı) adı verilmiştir. Arap Baharı 2011 yılı içerisinde Tunus, Mısır ve Libya’da (iç savaş sonrasında) iktidar değişikliklerine neden olmuş, şimdilerde de Suriye’de ülkeyi ciddi bir iç savaşın ve olası rejim değişikliğinin eşiğine getirmiştir. Arap Baharı’nın henüz demokratik rejimlerle tanışamamış Arap halklarının çağdaş dünyaya eklemlenmesi, diktatörlük rejimlerinin yıkılması gibi olumlu etkileri ve rejim değişikliği yaşayan ülkelerdeki yer altı kaynaklarına Batılı büyük güçlerin göz dikmesi gibi olumsuz sonuçları medyada ve akademide yoğun bir şekilde tartışılmış ve incelenmiş, bu doğrultuda yeni bir akademik literatür dahi oluşmaya başlamıştır. Arap Baharı sürecinde internet ve sosyal medyanın rolü, gençlik hareketlerinin halk ayaklanmalarındaki etkisi gibi konular da yine sıklıkla araştırılmış, Arap Baharı sürecinde Tahrir Meydanı gibi semboller, Muhammed Bouazizi gibi kahramanlar da ortaya çıkmıştır. Yasemin Devrimi, Halkın ayaklanması üzerine 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan durumun genel adıdır Yasemin Devrimi Tunus'un birçok şehrinde gerçekleşen protestolardır. Protestocuların hedef aldığı başlıca konular işsizlik, gıda enflasyonu, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü ve kötü yaşam koşulları olmakla beraber, 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Alinin başkanlığı bırakıp 14 Ocak 2011'de ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan olaylar bütünüdür. Kasım 2010'da, meyve sebze satıcısı olan işsiz bir üniversite mezununun, satış arabasına polisin el koymasından sonra kendini ateşe vermesi ile başlayan protestolar Tunus'ta son 30 yıldır yaşanan sosyal ve siyasal olayların en dramatik dalgalarından biriydi ve yaralanmalar, hayat kayıpları ile sonuçlandı. Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da domino etkisi göstererek Mısır’a da sıçramış ve otuz yıllık Mübarek rejiminin yıkılmasına yol açmıştır. Gençlik örgütlerinin başrol oynadığı ayaklanmalar sonucu yıllardır süregelen diktatörlüğün yıkılması, gerçekleştirilen devrim ile mümkün olmuştur. Fakat bu devrim henüz sonlanmış değildir. Ekim ayında yapılacak parlamento seçimleri, Mısır’ın asıl rotasını çizecek ve Arap Baharının ardından hangi mevsimin geleceğini gösterecektir. Mısır’da 1981 yılından beri Mübarek tekelinde yürütülen baskıcı yönetim ve son yıllarda artan ekonomik sıkıntılar, halkın sesinin git gide yükselmesine neden olmuştur. 2010 seçimlerinde yapılan hilelerin açığa çıkması, 2011 Ocak ayında İskenderiye’de bir kilisenin bombalanması sonucu 23 kişinin ölmesi ve Tunus’taki isyandan etkilenen Mısırlı işsiz genç Halit Sait’in intihar etmesiyle halk, sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak örgütlenmeye başlamıştır. 6 Nisan ve Kifaye Hareketleri sanal ortamdaki örgütlenmelerini Tahrir Meydanına taşımayı ve eylemlerin Mübarek istifa edene kadar devam etmesini sağlamışlardır. Öfke Günü olarak bilinen 25 Ocak 2011’de başlayan gösteriler, 11 Şubat 2011’de Hüsnü Mübarek’in görevini orduya ve anayasa mahkemesine devretmesine kadar devam etmiştir. Bu sürede birleşme kararı alan Mısırlı muhalif Muhammed El-Baradey ve Müslüman Kardeşler, örgütlere desteklerini açıklamıştır. Tunus'ta başlayan, sonra Mısır'a sıçrayan, ardından Yemen'i sallayan Arap Baharı'nın dördüncü durağı sürpriz bir şekilde Libya olmuştu. Kaddafi'nin otoriter yönetiminin ürettiği mağduriyet ve Trablus- Bingazi arasındaki tarihsel husumet Libya'da bir rahatsızlık için yeterli zemini oluşturuyordu. Ancak Kaddafi'nin son yıllarda Batı ile barışma çabaları, aşiretler arası dengelerde etkili olması, ülkede üretilen zenginliği halka dağıtma konusunda bölgedeki otoriter liderlere oranla son derece cömert olması, alt yapı yatırımlarına önem vermesi ve ülkede halen aşiret geleneklerinin hâkim olması, Kaddafi'nin ülkedeki dengeleri idare etmesini kolaylaştırıyordu. Tam da bu nedenle Arap Baharı'nın Libya'ya sıçraması şaşırtıcı bir gelişme olarak yorumlanmalı. Bingazi'de başlayan muhalefetin hızla ilerlemesi, Kaddafi'nin Baasçılığın tarihine güvenerek hâlâ karizmatik olduğunu düşünüp uzlaşmaya yanaşmaması, Kaddafi karşıtı muhalefete verilen aşırı uluslararası maddi, askeri ve istihbari destek Kaddafi'nin sonunu hazırladı. Baasçılığın 1960'lardan kalan son gerçek kahramanı Kaddafi'nin gerçekle irtibatının kopması, uzlaşma şartlarını reddetmesi, bir şekilde kazanabileceğini düşünmesi ise bugünkü sonu hazırladı. Komşu Tunus ve Mısır'daki halk hareketlerinin başarısı, hükümet çevrelerinde devrimi tecrübe edecek, sıradaki ülkenin Cezayir olabileceği yolunda alarma neden oldu. Etkisi öyle büyüktü ki Cezayir'in doğusundaki yerel yönetimler polise sokak denetimlerini hafifletmeleri talimatını verdiler. 2011'de hükümet girişimleri Polise ayrıca işportacıları görmezden gelmeleri ve işportacıların işlerini etkilediğini söyleyen dükkan sahiplerinden vergi almaktan kaçınmaları söylendi. Cezayir hükümeti petrol ve doğal gaz ihracatından sağlanan yüksek gelir sayesinde halkın öfkesini bastırmayı şimdilik başarıyor. Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika'nın yönetimi, halkı kazanmak için bir dizi girişim de başlattı. Kamu çalışanlarına yüzde 34 oranında maaş artışı yapılırken, un, süt, yağ ve şekerde devlet teşviği sağlandı. İhraç malı yağ ve şekere vergi kesintisi getirildi, sokak denetimleri gevşetildi. Hükümet 22 Şubat'ta 19 yıldır yürürlükte olan olağanüstü hal uygulamasını kaldırmayı kararlaştırdı, karar 24'ünde yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı bu ay içinde hapisteki dört bin İslamcıya af çıkarmaya hazırlanıyor. Pek çoğu 1992'de İslamcılarla ordu arasındaki gerginlik sırasında hapse atılmıştı. Cumhurbaşkanı Buteflika, sonuçları gelecek yıl alınacak, iddialı bir reform programını yürürlüğe soktu. Anayasa değişikliği, yeni seçim yasaları, basın yasası, yolsuzluğu ve bürokratik engellerin hafifletecek yeni önlemler gündemde. Bir yıldır dünya basını Arap dünyasında yaşanan değişime değinirken ve gerek gördüğünde yüksek bir destek sağlarken, Bahreyn söz konusu olunca bir kaç satırla veya bir dakikayı geçmeyen haberlerle konuyu ele almayı tercih ediyor. Uluslararası aktörler açısından da durum pek farklı değil. Bahreyn'de değişim isteyenlerin tek suçu iktidarı elinde bulunduranlarla aynı "kodları" paylaşmaması. Jeopolitik dengeler Bahreynlilerin değişim talebini bir başka bahara bırakmaya zorlasa da, Bahreynliler şöyle veya böyle bu değişiminin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Yaşanan onca hadiseden sonra şimdi Bahreynliler dünyaya seslerini pasifik eylemlerle duyurmaya çalışıyorlar. Yemen, Arap Baharı’nın en zorlu isyanlarından birine sahne oluyor. Haziran ayında gerçekleştirilen bombalı suikastte yaralanarak Suudi Arabistan’a giden Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in ani dönüşü, ülkede çatışmaları yeniden alevlendirdi. Ülke iç savaşın eşiğine gelmek üzere. Hâlâ tek bir platformda buluşamayan muhalefet, Arap Baharı sürecinde Suriye’yi Tunus ve Mısır’dan farklı kılmakta. “Rejim yıkılsın mı yoksa reform mu yapsın” sorusu Tunus ve Mısır’da tartışma konusu değilken Suriye’de birkaç sebepten dolayı hâlâ meşru bir soru olarak durmakta.Suriye 2011 senesinin başından beri Ortadoğu’yu kasıp kavuran değişim hareketliliğinin son durağı oldu. Mart ayının ortalarından beri Suriye özelinde, bu ülkedeki hareketliliğin Tunus ve Mısır’da olduğu gibi rejim değişikliğiyle mi, Libya’da olduğu gibi dış müdahale ve iç çatışmaların yarattığı belirsizlikle mi, yoksa Suudi Arabistan ve Bahreyn’de olduğu gibi rejimin şiddet kullanımına boyun eğmeyle mi sonuçlanacağı sorusu soruluyor. Suriye’de Libya’ya benzer bir şekilde ölü sayısı artmakta ve değişim belirsizliği devam etmekte. Bahreyn ve Suudi Arabistan’daki gibi rejim kapsamlı şiddet ve baskı ile büyük kitlelerin gösterilere katılımını engelleyebilmekte. Diğer taraftan Tunus ve Mısır’ın aksine taşrada başlayan protestolar Suriye’de bir türlü büyük şehirlere taşamamakta, muhalefet tek cephe halinde mücadele edememekte ve ülkenin iki büyük şehri Şam ve Halep, Tunus ve Kahire’nin meydanları dolduran yüzbinlerine paralel kalabalıklara sahne olamamakta. Arap dunyasi Arap Baharinin etkisini daha uzun yillar uzerinden atamayacaga benzerken Suudi Arabistan da ise apayri bir bahar yasaniyor. Ulkede refah düzeyinin yüksek olmasını petrol gelirlerine bağlayabilirsiniz. Fakat unutmayalım ki Libya’da da petrol vardı, vergi yoktu. Suudiler Krallarını çok seviyorlar. Öyle ki evlerin duvarları , arabaların arka camları Kral Abdullah resimleri ile süslü. Suudi vatandaşları Ortadoğu’da yaşayan Arap Halklarının sahip olmadığı bir çok hak ve ayrıcalıklara sahip. Suudi Arabistan’da eğitim, hastane gibi servisler tamamen ücretsiz. Ek olarak Üniversite öğrenimini yurtdışında sürdürmek isteyen Suudi öğrenciler Kral Abdullah burs programı sayesinde istedikleri eğitimi istedikleri bölümde alabiliyor. Suudi Arabistan’da vergi yok. Ülkedeki tüm evlenecek çiftlere Kral Abdullah bin Abdulaziz ihtiyaçları için destek oluyor. Ev yapmak isteyenlere devlet maddi yardımda bulunuyor ve geri ödeme için bir çok kolaylık sağlıyor. Yapılan bir takım alt yapıya ve toplumsal örgütlenmelere dair işler neticesinde Ortadoğu'da önemli değişiklikler oldu son 10 yıl içinde. Tüm bunların sonucunda Ortadoğu'da Baasçılığı da, monarşileri de devirecek bir enerji birikmesi, bir enerji yoğunlaşmasından bahsetmek mümkün. Tunus, Yemen ve Mısır'da 11 Eylül sonrası ABD ve Batı ile yakın çalışan rejimlerin birbiri ardına tehdit altında kalması, sürecin bir türlü kontrol edilememesi, özellikle Mısır'da Hüsnü Mübarek bir yana Ömer Süleyman'ın dahi iktidarda kalamaması, Arap Baharı'nda biriken enerjinin boyutunu göstermektedir. Bu enerjinin durulamayacağı Mısır örneğinde açıkça ortaya çıkmıştı. İşte tam da bu noktada, Tunus, Yemen ve Mısır'ı etkisi altına alan bu enerjinin, durdurulamaz ancak yönlendirilebilir bir enerji olduğu Libya ile birlikte ortaya çıkmıştı. Arap Baharı'nın iktidar devirici etkisi artık sadece kategorik olarak Batı yanlısı rejimleri değil, Batı ile her zaman yakın çalışmayan rejimleri de hedef alırsa bu hasarın kolay atlatılabileceği analizleri revaç bulmaya başladı. Yukarıda bahsettiğimiz tüm şartlara rağmen, Arap Baharı'nın Libya'ya sıçraması Arap Baharı'nı yönlendirme olarak kayda geçirilmeli. Bu açıdan Kaddafi'nin ölümü Arap Baharı'nın ilk kurbanını vermesi olarak bile okunabilir. Zira enerjinin doğal akışla gittiği ülkelerin liderleri halen tüm yaptıklarına rağmen sürgünde hayatlarına aileleri ve zenginlikleri ile birlikte devam ederken, Kaddafi'nin linç edilerek öldürülmesi dikkatle izlenmelidir. Arap Baharı bu yönüyle yaratılmış ya da komplo teorileriyle ortaya çıkartılmış bir siyasi dalga değildi. Ancak Arap Baharının Libya müdahalesi ile birlikte kontrol altına alınarak yönlendirildiği söylenebilir. Kaddafi'nin ölümü bu açıdan Arap Baharının bir dalga olarak sonunu da işaretleyecek. Kaddafi'nin öldürülme biçimi ve cesedine davranılma tarzı da Arap Baharı'nın nereye gideceği konusunda ipuçları verebilir.