TAR202- Atatürk ve Fikir Hayatı

advertisement
ATATÜRK İLKELERİ
VE
İNKILÂP TARİHİ II
Atatürk ve Fikir Hayatı
Hazırlayan: Ayhan CANKUT
Yrd. Doç. Dr.
Atatürkçü Düşünce Sisteminin Temel Özellikleri
Atatürkçü düşünce sistemi akılcıdır. Bilimcidir. Bağnazlıktan
uzaktır. Vicdan ve düşünce hürriyetine saygılıdır. Millî bütünlüğe ve
beraberliğe, millî ve sosyal dayanışmaya, yurt içinde ve dünyada
barışın korunmasına önem verir. Atatürkçü görüş, millet sevgisiyle
insan sevgisini bağdaştırır. Milletine ve insanlığa hizmet etmenin
kişiyi en yüce mutluluğa eriştireceğini savunur.
AKILCI
BİLİM VE TEKNOLOJİYE ÖNEM VEREN
HOŞGÖRÜLÜ
BARIŞÇI
2
Akılcılık
Akılcı Yaklaşım ve Çağdaşlaşma:
Atatürk'ün bütün yaptıklarında, bütün yazı, söylev ve
demeçlerinde akılcı bir tutumun egemen olduğunu görürüz.
Akılcılık, hem Atatürkçü düşünce sisteminin temel ilke ve
dayanaklarından biri, hem de bütün Atatürk ilkelerinin doğru
yorumlanıp değerlendirilmesinde göz önünde tutulması
gerekli bir yöntemdir.
Atatürkçü düşünce sisteminde akılcılık, akıl ve mantık dışı
hurafelerin (boş inançların); bilimsel verilere aykırı ön
yargıların; insanı ve toplumu bir noktada dondurup değişmez
kalıplara hapseden dogmatik yaklaşımların reddidir.
Akılcı yaklaşım, donmuş, kalıplaşmış ve bu yüzden
gerçeklerle ilgisi kopmuş birtakım dogmatik düşünce kalıpları
içinde boğulup kalmadan, gerçeği aramağı ve sorunlara doğru
çözümler bulmağı sağlar.
3
Akılcılık
Akılcı Yaklaşım ve Çağdaşlaşma:
Akılcılık, var olan gerçekleri objektif (nesnel) şekilde
değerlendirmektir. Tarihin derinliklerindeki köklerimizden güç
almağı bilerek, hep daha yükseğe, daha iyiye, daha güzele
erişebilmek için, geçmişi akıl ve bilimin ışığında yorumlayıp,
kuvvet kaynağı olan sağlam değerlerimize sahip çıkmak, fakat
kişilere ve topluma zarar veren, onları geriliğe, yoksulluğa
sürükleyen, akla ve mantığa aykırı kurum ve görenekleri
cesaretle değiştirebilmektir.
Akılcı yaklaşım, insanların akıllarını kullanarak kendi
yaşamlarını ve içinde yaşadıkları toplumu düzeltebileceklerini
kabul edip, körü körüne kaderciliği reddetmektir.
4
Akılcılık
Uygarlık ve Akılcılık:
Çağdaş uygarlığın başlıca özellikleri, akla ve bilime dayalı
olmak, insan kişiliğine ve insan haklarına değer vermek,
düşünce hürriyetini ve hukuk devletini gerçekleştirmektir.
Atatürk'e göre, çağdaş uygarlık hiç bir ülkenin veya ülkeler
topluluğunun malı olarak görülemez.
İnsan aklının eseri olan uygarlık, bütün insanlığın malıdır.
İnsanlığın gelişme tarihinde, vatanımız olan Anadolu
topraklarının ve birçok güçlü uygarlıklar kurmuş olan Türk
kavimlerinin önemli payı vardır.
Hıristiyan Batı, Ortaçağda, teokratik baskılar altında ve
karanlıklar içinde yaşarken, Türk-İslam aleminde insan aklına
değer veren, antik çağların akılcı düşünce akımlarını sürdüren
çok değerli ilim adamları yetişmiştir.
5
Akılcılık
Doğuda Akılcılığın Gerileyişi, Medresenin Çöküşü:
İslam alemi, Abdülhamid İbn Türk, Harezmi, Fergani, Farabi,
Fahreddin Razi, Biruni, İbn-ür-Rüşd, İbn-i Sina, Uluğ bey, Ali
Kuşçu gibi birçok bilginler yetiştirmiştir.
Batı Ortaçağın koyu karanlığında yaşarken, İslam
bilginlerinin tuttukları meşale Hristiyan Batı'ya ışık vermişti.
Fakat İslam alemi yavaş yavaş içine kapandığı taassubun,
donmuş düşünce kalıplarının, skolastiğin, durağan medrese
eğitiminin esiri oldu.
Selçuklu Türkleri döneminde, Anadolu'da büyük bir uygarlık
vardı. Dünya bağnazlık, bilgisizlik ve geriliğin karanlığında
yüzerken, Türk Anadolu'da, daha XIII. yüzyılda, en yüce
insanlık değerlerini, sevgiyi, hoşgörüyü dile getiren bir büyük
fikir ve sanat abidesi, Yunus Emre yetişmişti.
6
Akılcılık
Doğuda Akılcılığın Gerileyişi, Medresenin Çöküşü:
Türk diyarı, yalnız manevi bilimlerin, yüce duyguların, güzel
şiirlerin ülkesi değil, "akli bilimlerdin, "müspet bilimler"in de,
çağa göre, ileri olduğu bir ülke idi.
Batı'da hastalıkların büyü ile tedavisine çalışıldığı bir
dönemde, 1206'da, Anadolu'nun ortasında, bir Selçuklu
sultan, Gevher Nesibe Hatun, bilimsel yöntemlerin
kullanıldığı bir hastahane ve tıp öğrenimi yapılan bir medrese
(Gevher Nesibe Şifaiye Medresesi) kurdurmuştu.
İslam aleminde, hem bilimsel tıbbın uygulandığı tedavi yeri,
hem eğitim merkezi, hem de bir hayır kurumu olarak ilk
hastahaneleri kuranlar arasında Türklerin özel bir yeri vardır.
Rasathane de, hastahane gibi, uzmanlaşmış bir kuruluş
olarak ilk önce İslam aleminde önem kazanmıştır.
7
Akılcılık
Doğuda Akılcılığın Gerileyişi, Medresenin Çöküşü:
İstanbul'u fetheden Osmanlı Türkleri hiç şüphesiz yalnız
devlet yönetimi ve askerlik alanında değil, iktisat, bilim ve
teknoloji alanında da Bizans'tan ilerde idiler. Osmanlı
Devletinin güçlü döneminde, Türk milleti, mimarlık alanında
Mimar Sinan gibi devler, denizcilikte bilim tarihinin ilginç
haritalarından birini yapan Piri Reis gibi öncüler yetiştirmişti.
Batılı bilim adamları, ortaçağ sonlarına doğru Batı'da
gelişmeye başlayan Üniversite sisteminin, geniş ölçüde, İslam
medreselerinden esinlendiğini ortaya koymuşlardır.
Ne yazık ki, Batı'da dini öğretim kurumları olarak başlatılan
üniversiteler zamanla kapılarını akılcı görüşlere ve müspet
bilimlere açtıkları halde, Doğu'nun eğitim kurumlarında,
giderek, aklı susturan ve sindiren koyu bir bağnazlık egemen
olmuştur. Medrese eğitimi çağın çok gerisinde kalmıştır.
8
Akılcılık
Devlet Yönetiminde ve Hukukta Akılcı Yaklaşım:
Akılcı yaklaşımın kaçınılmaz sonuçlarından biri de, hukuk
kurallarının sonsuza kadar donup kalmayacağının kabul
edilmesiydi. Atatürk, devleti, hukuku, eğitimi lâikleştirip
çağdaşlaştırırken akılcılığın gereklerini yerine getirmiştir.
Eğitim alanında olduğu gibi, hukuk alanında da, Osmanlı
Devletinin kuruluş yıllarında akılcı yaklaşım ağır basıyordu.
Akılcı yaklaşımdan uzaklaşıp fetva düzenine bağlandıkça;
"demir çember içine alınmış dar bir zihin yapısını" temsil eden
Bizans'ın olumsuz etkisi kendisini gösterdikçe, bu ters gidişin
zararlı sonuçları birçok alanda görülmeğe başlandı.
Daha XVI. yüzyılda Atlantik Okyanusu kıyılarının haritasını
çizen Piri Reis gibi denizcilerin yetiştiği bir ülkede, XIX.
yüzyılda "coğrafya derslerinde harita göstermenin şeriata
uygun olup olmadığının tartışıldığı günler yaşandı. Bu,
gerçekten acıdır.
9
Akılcılık
Devlet Yönetiminde ve Hukukta Akılcı Yaklaşım:
Bu ters ve ibret verici gidişin sebebi, devlet yönetiminde
eğitimde, akılcı yaklaşımın, yerini taassuba, skolâstiğe, fetva
kalıplarına terk etmesi idi.
İslâm hukukuna dayalı bir "kod"laştırma denemesi olan ve XIX
yy sonlarında yayımlanan Mecelle bile, "zamanın değişmesiyle
hükümlerin değişeceği" kuralını kabul etmişti. Ne yazık ki,
günümüzde hâlâ bu açık zorunluğu ve akıcı yaklaşımı kabule
yanaşmayan yorumcular vardır.
Durum böyle iken, çağımızda, devletin koyacağı hukuk
kurallarını değişmez dogmaların çemberi içine hapsetmeğe
kalkışmak akılcı bir yaklaşım olamaz.
Türk milleti, devlet ve toplum hayatını, hukuku, eğitimi, aklın ve
çağdaş bilimin eklerine göre düzenlemeğe mecbur olduğunu acı
tecrübeler sonunda görmüş ve anlamıştır. Türk milleti, lâik ve
akılcı devlet düzeninden vazgeçemez. Türk inkılabı geriye
çevrilemez.
10
Akılcılık
Düşüncede İnkılâp:
Atatürk'ün amacı, yalnız hukuku, eğitimi, devlet yapısını
değil, Türk insanının düşünce yapısını akılcı yaklaşımın ve
çağdaş bilimin ışığına kavuşturmaktı.
Atatürk'ün sık sık tekrarladığı amacı, "Milletin beynini
paslandıran, uyuşturan" anlayışları yok etmek, "uydurma ve
boş fikirleri söküp atmak", "beyine gerçeğin nurlarını
sokmaktı."
Atatürk'ün akılcı yaklaşımını onun şu sözlerinde açıkça
görüyoruz:
"Akıl ve mantığın çözümlemeyeceği mesele yoktur". "Bu dünyada
her şey insan kafasından çıkar." "Akıl, mantık, zekâ ile hareket
etmek bizim en belirgin özelliğimizdir…" "Daima gerçeği arayan ve
onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden
adamlar olmalıyız."
11
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Çağdaş bilime ve teknolojiye değer verme, tıpkı akılcılık gibi,
Atatürkçü düşünce sisteminin temel özelliklerinden biridir.
Esasen "akılcılık" ile "bilim" birbirinden ayrılmaz; birbirini
tamamlar.
Atatürk, çağımızın "bilim çağı" olduğunu görmüş, bilim ve
teknolojinin insanların ve milletlerin hayatında gitgide artan
ölçüde etkili olacağını anlamıştı. Gerçekten, bugünkü dünyada,
milletler arasındaki yarışma, bilim ve teknoloji yarışması haline
dönüşmüştür. Bilim ve teknoloji milletlerin güçlerini, kalkınma ve
refah düzeylerini, savunmalarını etkileyen en önemli faktörler
(etmenler) arasına girmiştir.
12
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Sanayi sektöründe bilim ve teknolojinin rolü daha açık şekilde
göze çarpar. Birçok sanayi ürününün yapımı, o alanda gerekli
bilimsel ve teknolojik birikime sahip olan ülkelerin tekeline geçmiştir.
Bilim ve teknolojide ileri giden ülkeler, gelişmeleri izleyemeyen
ülkelerin geleneksel sanayi ürünlerini dünya pazarlarından
silmektedirler.
Dünyanın bir bölümü bilim ve teknoloji alanında dev adımlarıyla
ilerlerken, bir kısım ülkeler ithal ettikleri makinaların bakım ve
tamirini bile yapabilecek düzeye gelmekten henüz çok uzaktırlar.
Bilim ve teknoloji alanında ilerlemeyen milletler, her türlü
makinayı ithal edebilirler, fakat varacakları sonuç ülkelerini bir
"makina mezarlığı" haline getirmekten ibaret kalır.
Yapılan hesaplara göre Afrika kıtası, Avrupa'da nüfus başına
tüketilen enerjinin beş katını, sadece su kaynaklarından elde
edebilecek potansiyele sahiptir. Ancak, yeterli teknoloji ve yetişmiş
insan gücü olmadıkça, tabii kaynakların bolluğu sonuç almak için
yeterli değildir.
13
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Yirminci yüzyılın başında, hatta Cumhuriyet'in kurulduğu
yıllarda, Türkiye'nin bir ucundan öteki ucuna, tarımda
karasaban dönemi yaşanıyordu; Türkiye'de traktör, ilaçlama
âleti, ziraî ilaç, kimyevi gübre üretilmiyordu; köylümüz bunları
kullanmayı bilmiyordu. Tarım teknolojisi bin yıl öncekinden
pek farklı sayılmazdı.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu günlerde, ülkede sanayi
teknolojisi Batı Avrupa'nın XIX. yüzyılın başında ulaştığı
teknolojiden bile geri idi.
1915 yılına ait istatistik bilgilerine göre, elektrik gücü
kullanan tesisler son derecede azdı ve bunlara sadece bir İki
şehirde rastlanabilirdi. Ülke, elektrik çağı şöyle dursun, buhar
çağına bile tam olarak geçmiş sayılmazdı. İş yerleri,
genellikle, "küçük zanaat" kategorisine giren atölyelerden
İbaretti. Üstelik irili ufaklı bu iş yerlerinin üçte İkiden fazlası
Türklerin mülkiyetinde değildi.
14
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Türkiye pamuk üretimine elverişli bir ülkedir. Fakat
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, insanımızın doğduğu zaman
sarıldığı, yaşadığı sürece giydiği ve öldüğü zaman
kefenlendiği bezlerin çoğu Türkiye'de üretilmiyordu. Kaput
bezi, Anadolu'nun pazar yerlerinde "Amerikan bezi" diye
satılıyordu.
15
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Atatürk'ün Sümerbank bez fabrikalarıyla başlattığı Türk
dokuma ve hazır giyim sanayii, bugün kaliteli ürünleriyle, Türk
müteşebbislerinin, teknik elemanlarının ve işçilerinin başarılı
çalışmalarıyla, Avrupa ve Amerika pazarlarında rahatça
rekabet edebilir hale gelmiştir. Dönüm başına elde edilen
pamuk miktarındaki büyük artış da, tarım teknolojisinde ve
sulamadaki ilerlemenin sonucudur.
Cumhuriyet dönemine girerken Türkiye’nin hareket noktası
çok gerilerde idi. Bilim, teknoloji ve eğitim alanında, ileri
ülkelerle aramızda büyük bir uçurum vardı.
Hiçbir alanda yetişmiş eleman yoktu. 1911 Trablus ve 1912
Balkan Savaşlarından 1922’deki Büyük Zafer’e kadar, Türk
Milleti, üç ayrı kıt’ada ve pek çok cephede adeta aralıksız
savaşmağa mecbur kalmıştı.
16
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Cumhuriyet yönetimi, bir uçtan bir uca harap , insan gücü
kaynakları erimiş, üstelik Osmanlı döneminin dış borçlarının
büyük bir kısmını ödemeğe mecbur, yoksul ve bitkin bir ülke
devralmıştı. Kurtuluş savaşı Destanı bu şartlar içinde
yaratılmıştı. Türk Milleti, bilim ve teknoloji atılımını da bu
güçlükler altında başlatmağa mecburdu.
Türkiye Cumhuriyetinin sağladığı başarılar küçümsenemez.
Ancak, Atatürk Türkiye'sinin evlatları, sağlanan başarıyı hiçbir
şekilde yeterli göremezler. Önümüzde aşılması gerekil çetin
ve uzun yollar bulunduğunu da bilmelidirler.
Bilim ve teknoloji yarışının hızlanarak sürüp gittiği
dünyamızda, Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere
düşen görev bu bilim meş’alesine sahip çıkmaktır.
17
Bilim ve Teknolojinin Önemi
Hiç şüphe yok ki, Cumhuriyet gençliği, Atatürk’ün ne
derecede elverişsiz şartlar içinde ne kadar büyük güçlükleri
aştığını hatırlayarak, onun engin yurtseverliğinden ve aydınlık
düşüncelerinden ilham alarak, çağdaş bilim ve teknolojiye
egemen olacak, en çetin güçlükleri yenecektir.
18
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Atatürkçü düşünce sistemi, akılcı ve bilimci yaklaşımın tabiî
sonucu olarak, her türlü bağnazlığı (taassubu) reddeder.
Atatürkçü görüş, insan haklarının en önemlileri arasında
saydığı vicdan ve düşünce hürriyetine saygı duyar.
Atatürk'e göre: "Her kişi, istediğini
düşünmek, istediğine inanmak, kendine göre
bir siyasi fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin
gereklerini yerine getirmek veya getirmemek
hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine
ve vicdanına hâkim olunamaz."
19
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Bugün ülkemizde lâik bir devlet vardır. Türk milletinin
başlıca meziyetleri arasında bulunan (ve İslam dininin de
gereği olan) hoşgörü, lâik devlette, bir anayasa kuralı
(mad.24) halini alır.
Atatürk'e göre: "uygarlığın geri olduğu cehalet
devirlerinde, düşünce ve vicdan hürriyeti baskı
altında idi; insanlık bundan çok zarar görmüştür";
özellikle din bağnazlığının çok koyu olduğu
dönemde, "gerçeği düşünebilen ve söyleyebilenler
hakkında reva görülen zulüm ve işkenceler insanlık
tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır."
20
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Bazı Hristiyan tarihçilerin yazdıklarının aksine, İslam dini,
vicdan hürriyetine Hristiyanlıktan daha fazla saygı
göstermiştir. İslam dini, doğru anlaşıldığında, bir hoşgörü
dinidir. İslam dininin esaslarına göre, "dinde cebir ve zorlama
olmaz."
Maalesef, İslam dünyasında da, zamanla, dinin bünyesine,
hurafelerle birlikte bağnazlık da sızmıştır.
İnsanlık tarihini dolduran çileler gösteriyor ki, özellikle, dini
bağnazlığın devletin gücünü emrine aldığı hallerde, hürriyetler
ağır bir baskı altına girmiştir. XX. yüzyılda totaliter ideolojilerin
uygulandığı ülkelerde yaşanan facialar da gösteriyor ki, din
haline dönüşen dogmatik, totaliter ideolojiler de -devlet gücü
ile birleştikleri zaman- en koyu kilise bağnazlığını gölgede
bırakan bir zulüm aracı haline gelebilmektedir.
21
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Türkiye, bütün bu yüzyıllar boyunca, çeşitli din ve
mezheplere mensup cemaatlerin huzur ve güven içinde
yaşayabildikleri, dinî alanda hoşgörünün egemen olduğu bir
ülke idi. Batı ortaçağın en koyu karanlığında yaşarken
Anadolu'da, yüce ruhlu, aydınlık kafalı, Yunus Emre’lerin,
Mevlana’ların ve daha nicelerinin bilgelik dolu sesleri
yükseliyordu. Bu sesler, bugün bile, insanlığa hoşgörü dersi
verecek değerdedir.
Ünlü tarihçi Bernard Lewis "Osmanlı Devleti, başka dinlere
karşı, İslam hukuk ve geleneğine uygun olarak, hoşgörü
sahibi idi. Devletin Hıristiyan ve Musevi tebaası, bütün olarak,
barış ve güven içinde yaşıyordu" der.
22
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Burada önemli bir gerçeği tekrarlayalım: Başka dinlere
mensup cemaatlerin inanç ve ibadetlerine karışılmaması ve
bunlara hoşgörü ile katlanılması, devletin "lâik" olması demek
değildi. Bu tutum, bütün yurttaşlara, bugünkü anlamıyla,
vicdan ve düşünce hürriyetinin tanınması anlamına
gelmiyordu.
Özellikle devletin Müslüman yurttaşları açısından, söz
konusu hürriyetler çok sınırlı kalıyordu. Başka dinlerin
mensuplarından çok, devletin resmi dinine mensup olanlar,
yani Müslümanlar, hukuk düzeni, eğitim ve düşünce hayatı
bakımından sıkı denetim altında bulunuyorlardı. Bu durum
devletin gitgide teokratik niteliğe bürünmesinin kaçınılmaz
sonucu idi.
23
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Osmanlı Devletinde, Musevi tebaanın 1494'te, Ermenilerin
1667'de, Rumların 1627'de kendi matbaalarını serbestçe
kurabilmiş
olmalarına
rağmen,
devletin
Müslüman
yurttaşlarının, matbaa kurabilmek için gerekli izin ve fetvayı
1727 yılına kadar beklemeye mecbur olmalarının sebebi,
devletin teokratik yapıya sahip olması idi.
Kanunların ve eğitim kurumlarının çağın İhtiyaçlarına uygun
hale getirilmeyişi mesela dini azınlıklara mensup genç kızların
sahip oldukları eğitim imkanlarından Müslüman kız
çocuklarının yararlanamaması; azınlıkların sahip oldukları
birçok ve hürriyetlerden Müslüman tebaanın yararlanamayışı,
hep devletin teokratik yapısından ileri geliyordu.
Lâik devlet düzenine geçilmesini mümkün kılan Türk
İnkılâbı, bu anormal duruma son vermiştir.
24
Hoşgörü (Taassuptan Uzak Olma), Vicdan ve
Düşünce Hürriyeti
Ancak, din ile bilim, din ile vicdan ve düşünce hürriyeti
arasındaki asırlık çatışmalar gitgide yumuşayıp barışa
dönüşürken, yeni tehlikeler belirmiş bulunmaktadır. Hür
yaşamak için, insanların, bu defa da başka dogmatizmlere
kaş hürriyeti hiç eksilmeyen bir uyanıklık ve titizlikle
korumaları gerekmektedir
Atatürkçü anlayışta, hoşgörü,
kayıtsızlık anlamına gelmez.
Hürriyete
inananlar
için,
bağnazlığa ve her türlü diktacı
totaliter ideolojiye karşı -hür
demokratik rejimin ve hukuk
devletinin gereklerine daima saygılı
kalarak- hür düzeni savunmak hem
bir hak, hem de bir görevdir.
25
Yurtta Barış, Cihanda Barış
Yurtta Barış ve Milli Dayanışma:
Atatürkçü düşünce sistemi, Türk milletinin iç kavgalara
sürüklenmeden milli ve sosyal dayanışma içinde kalkınmasını
amaçlar. Milli beraberlik, milli bütünlük, milli dayanışma,
Atatürkçü düşünce sisteminde önemli bir yer tutar.
Atatürk, her toplumda olduğu gibi, Türk toplumunda da
işbölümünün zorunlu şekilde mevcut olduğunu kabul ediyor,
ancak çeşitli işlerde çalışan yurttaşlar arasında sınıf
kavgasının bilerek körüklenmesine karşı çıkıyordu.
1931 seçimleri sırasında millete hitaben kendi imzası ile
yayınladığı ve "yurtta barış, cihanda barış" ilkesine yer verdiği
önemli bildiride, bu konudaki görüşlerini çok açık bir şekilde
ortaya koymuştu: "Gaye, sınıf mücadelesi yerine içtimai
tesanüdü (sosyal dayanışmayı) sağlamaktır" diyordu.
26
Yurtta Barış, Cihanda Barış
Yurtta Barış ve Milli Dayanışma:
1982 Anayasasının birinci maddesinde de, Cumhuriyetin
temel nitelikleri arasında, "milli dayanışma ve adalet
anlayışı"na yer verilmiştir. 1982 Anayasasının Başlangıç
bölümünde, "Türk vatandaşlarının milli sevinç ve kederlerde,
milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde...
ortak olduğu" birbirlerinin hak ve hürriyetlerine saygı
göstermelerinin, birbirlerine karşı sevgi ve kardeşlik duyguları
beslemelerinin gerekli bulunduğu, "Yurtta Barış, Cihanda
Barış" ilkesine de yer verilerek, belirtilmiştir.
Atatürk'ün ısrarla belirttiği gibi, ortak bir tarihin, ortak
kederlerin ve ortak bir kaderin aralarında sayısız bağlar
ördüğü yurttaşlar, ırk, mezhep, sınıf kavgalarıyla bölünüp
parçalanmamalıdır. "Yurtta barış" ancak böyle sağlanabilir.
27
Yurtta Barış, Cihanda Barış
Cihanda Barış. Millet Sevgisiyle İnsan Sevgisinin
Bağdaştırılması:
Atatürk'e göre "barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren
en iyi yoldur." "Uluslararası siyasi güven ortamının gelişimi için
ilk ve önemli şart, milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde
samimi olarak birleşmeleridir.«
Atatürk, büyük bir Türk milliyetçisiydi. Milliyetçiliği reddeden
teori ve görüşlere hiç itibar etmemişti. Ancak, bütün başka
milletleri hor gören, aşağılayan, saldırgan bir tutumu da asla
benimsememişti.
Atatürk, Türk milletinin şerefi, hakları, yaradan söz konusu
olduğunda, bunların tam bir dikkat ve titizlikle korunmasını
görevlerin en kutsalı saymıştır.
28
Yurtta Barış, Cihanda Barış
Cihanda Barış. Millet Sevgisiyle İnsan Sevgisinin
Bağdaştırılması:
Atatürk'e göre, hiçbir millet bu dünyada tek başına
yaşamamaktadır. "Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur,
anlaşma ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne
yaparsa yapsın, huzurdan yoksun kalır... En uzakta
zannettiğimiz bir olayın bizi bir gün etkilemeyeceğini bilemeyiz.
Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir
organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki
acıdan diğer bütün organlar etkilenir.«
Şunu belirtmekte yarar var; düşman güçlere boyun eğmeğe
hazır, teslimiyetçi, dünya gerçeklerinden habersiz, hayalci
"pasifist"lerin tutumu ile Atatürk'ün barışçılığı arasında derin bir
uçurum vardır.
29
Yurtta Barış, Cihanda Barış
Cihanda Barış. Millet Sevgisiyle İnsan Sevgisinin
Bağdaştırılması:
Atatürk'ün şu sözleri de hatırda tutulmalıdır:
"Hiç bir millet ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz.
Fakat varlığımızı ve bağımsızlığımızı korumak için, bir de
milletimizin iç rahatlığı ve gönül huzuru ile çalışarak refahlı ve
mutlu olmasını sağlamak için, her vakit memleket ve milletimizi
korumağa gücü yeten bir orduya sahip olmak da ülkümüzdür."
Atatürk savaşın facialarını herkesten iyi biliyordu:
"Ben harpçi olamam. Çünkü harbin acıklı hallerini herkesten
iyi bilirim."
"Harp zaruri ve hayati olmalı... Öldüreceğiz diyenlere karşı
ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye
uğramadıkça, harp bir cinayettir."
30
Download