Rafızileri Tanıyor muyuz? Kendisini övdüğü şekilde Yüce Rabbimizi

advertisement
Rafızileri Tanıyor muyuz?
Kendisini övdüğü şekilde Yüce Rabbimizi över ve Ona hamd ederiz. O bizim
halıkımızdır. O bizim sahibimizdir. O bizim mabudumuzdur. O bizim Mevla’mızdır. Ne güzel
Mevla’dır O, ne güzel ilah. Şerefimiz ve en yüce makamızdır O'na kulluk. Ya rab! Bizi
muhsin ve muttaki kullarından kıl! Sadece senin zikrinle sükûn bulan kalpler senin elindedir.
Ya Rab! Ölü kalplerimizi zikrinle ve muhabbetinle yeşert ki Sensin ölü toprakları su ile
canlandıran. Kitabının nurlarını kalplerimize damla damla akıt ve bizi günahlarımızın
kirlerinden temizle. Yüce Rabbimiz, bütün bir teslimiyetle ve tam rıza ile sana hamd
ediyoruz!
Ey Rabbimiz! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin, nebimiz Muhammed'e salat ve
selam et. Müminlerin anneleri, pak ve temiz zevcelerine ve Annemiz Aişe'ye de salat ve
selam et. Onun sünnetine ve raşit halifelerinin yoluna ittiba etmekle bizi rızıklandır. Hidayet
nurlarını kendilerinden sonra gelecek kardeşlerine ulaştırmak için hayatlarını ve rahatlarını
feda eden Onun vefakâr ve çilekeş ashabına, Ebu Bekir ve Ömer'e de salat ve selam et. Onun
varisleri olup hakkı her ne pahasına olursa olsun kaim kılan ve kıyamete kadar da kaim
kılacak olan rabbanî ulemaya da salat ve selam et. Ey Rabbimiz! Bizleri kıyamet günü onlarla
beraber Livau'l Hamd'ın altında topla ve Havz-i Kevser'den kana kana içmeyi nasip et.
Türkiye Müslümanlarının Şia/Rafizi hakkında doğru bilgiye sahip olduğu çok da
söylenemez. Suriye'de yaşanan olaylar karşısında duyduğumuz şu söz bu dezenformasyonun
ve yanlış algının en büyük ispatıdır. “Müslümanlar bir biriyle savaşıyor!” algısı. Oysa ki,
Suriye'de Ehli Sünnete karşı savaşan taife Nusayrilerdir ve Ehli Sünnetin icması ile bunlar
kafirdirler, hatta Yahudilerden ve Hristiyanlardan bile küfürde ileri gitmişlerdir. Ama gel
gelelim bizim insanımıza sunulan ise bunların “kardeş” olduğudur. Hayır; ileride de
açıklayacağımız üzere bunlar kesinlikle kardeş olmadıkları gibi, mazlum Suriye'li
kardeşlerimiz hakkında da insan vasfıyla vasıflanan birinin yapamayacağı cürümleri
işlemişlerdir. Söylem olarak biraz daha farklı olan İran ve Irak İmamiye Şiası ise cürümde
onları aratmayacak bir tavır sergilemiş ve bu melun taife ile bir olup efendileri İsrail ve
Amerikan'ın uşaklığına soyunmuştur. Yeri geldiğinde bu sözlerimizin hamasî, taifî ve asabî
söylemler olmadığını belgeleri ile ispatlayacağız ve Allah'ın tevfiki ile hakikat bütün
çıplaklığı ile ortaya çıkacak.
-Ümmetin Fırkalara Ayrılması
Yüce Allah, Resulüne (sav) vahyetmeye başladığında Mekke’nin vadilerinde tek
başına idi. Olacak olanlardan habersizdi. Yüce Allah’ın biricik habibi olduğunu bilmiyordu.
Şirkin karanlık çağlarında, fıtratın aydınlattığı yolda ilahi murakabe ile yol alıyordu. Nihayet
Yüce Rabbimiz, âlemlere rahmet olsun, kullarını cahiliyenin bataklığından çıkarsın ve onları
temizlesin diye onu âlemlere seçti ve üstün kıldı.
Nihayet, onunla birlikte emaneti taşıyacak bir nesle ihtiyaç vardı. Bu emaneti olduğu
gibi kavrayıp eda edecek bir nesle. Nebimiz (sav) Allah’tan aldığı vahyi davet etmeye başladı.
Yeryüzü alabildiğince karanlıktı ve yeryüzünü aydınlatacak nurun ilk kıvılcımı çakılmıştı.
“Ey bürünüp sarınan! Kalk ve uyar!” [74/1-2] Bütün âlemi kuşatacak, kıyamete kadar
sönmeyecek imanın kıvılcımı! Karanlıklar içerisinde bunalmış, yolunu aydınlatacak bir ışığın
özlemini çekenler hemen bu ışığın etrafında öbekleştiler. İşte ilk nesil olacak ve raşit hilafeti
kurup, kitabı ve sünneti kendilerinden sonraki kardeşlerine aktaracak çekirdek kadro bu
halkadaydı. Ebu Bekir buradaydı, Ömer buradaydı, Osman buradaydı, Ali buradaydı ve daha
diğerleri.
Rasulullah’ın elinde, vahyin kontrolünde birçok imtihandan geçerek ilk nesil yetişti.
Rasulullah’ın sünnetini iliklerine kadar içtiler. Kuranı, Rasulullah (sav)’in menheci üzere
fehmettiler. Onların eliyle Yüce Allah İslam davetini kısa bir sürede Arap Yarımadasına
yaydı. Rasulullah (sav) vefat ettiğinde, nebevi menhec üzere ümmete önderlik edecek Ashabı
Kiramın büyükleri mevcuttu.
Daha Allah’ın Resul’ü bu dünyaya veda etmek üzereyken şeytan, dostlarıyla çeşitli
fitne kazanlarını kaynatmaya başlamıştı. Nihayet bayrağı Ebu Bekir es-Sıddık aldı. Sahte
peygamberler ve zekât vermeyi reddedenler üzerine yürüdü ve fitneleri bastırdı. Sonra Ömer
yedi düvelde maruf adaleti ile fetihlere başladı. İslam’ın sancağının dört bir yanda
dalgalanmasını hazmedemeyen İslam düşmanları birçok şeytani desiselerle ümmet içinde
karışıklar çıkarmaya azmettiler. Ömer (ra) Şia’nın başının tacı ettiği bir Mecusi tarafından
şehit edildi ve hilafet Osman efendimize geçti. Fetihler olmuş başka kültürlerden ve
medeniyetlerden birçok insan İslam’a girmişti. İslam’ın galibiyetini sindiremeyip zahiren
Müslüman görünüp, kini kalplerinin en derinine gömen taifeler gün geçtikçe çoğaldı. Ashap
ise fetih hareketleri ile şehit olmuş veya farklı bölgelere dağılmıştı.
Böylelikle insanlar İslam’ın temel iki kaynağı Kuran’ı ve sünneti eski cahiliye
felsefesi ile anlamaya ve yorumlamaya başlayınca birçok garip görüş ortaya çıktı. Bu
sapkınlıkların bazıları Yahudi, Mecusi veya Yunan felsefesinden esinlenerek Müslümanların
akidelerini ve dinlerini ifsat etmek için kasıtlı olarak İslam düşmanları tarafından türetilmişti.
İşte bu görüşlerin hepsinin karşısında duran ve Kuranı ve sünneti nebevi üsluba göre
sahabeden alıp nesilden nesle aktaran ulema “Ehli Sünnet ve’l Cemaati” oluşturacaktı. İbni
Abbas (ra) ve İmam Malik (rh.) ’ın dediği gibi: “Ehli Sünnet, kendisinin daha başka bir isimle
isimlenmediği kimselerdir.”
Bunların böyle olacağını Rasulullah (sav) ümmetine daha önceden haber vermiş ve
“Sünnet’ten ve raşit halifelerin yolundan ayrılmamayı emretmiştir. Irbad b. Sariye (ra) şöyle
demiştir: “Rasulullah (sav) bize öyle bir vaaz etti ki gözlerden yaşlar boşandı kalpler ürperdi.
Dedik ki, Ey Allah’ın Resulü! Sanki sözleriniz veda eden bir kimsenin nasihatleri gibi, bize
ne tavsiye edersiniz? Şöyle buyurdu: “Size Allah’tan korkup sakınmanızı, başınıza bir
köle emir olsa bile dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Sizden kim benden sonra
yaşarsa, birçok ihtilaf görecek. Öyleyse benim ve yol gösterilmiş raşit halifelerimin
sünnetine sarılın. Var gücünüzle ona tutunun. Sonradan çıkarılmış şeylerden sakının.
Çünkü bütün bidatler –sonradan çıkarılanlar- dalalettir.”1
Sapan fırkalardan birisi de Şia taifesiydi. Ali (ra) yüceltmek ve diğer sahabelerden
üstün tutmak söylemleri ile ortaya çıktı/çıkarıldı. Daha Ali (ra) vefat etmeden bile O’nun
ilahlığını konuşacak kadar ileri gidenleri oldu. Bir birinden farklı söylemde onlarca kola
ayrıldılar. Anlaşılması güç olan ise, Ali’yi sevip yüceltmek ve ehli beyte saygı duymak, nasıl
olurda İslam’ın kendisiyle savaşmak için gönderildiği bir şirk akidesine dönüşürdü. Bu
samimiyetle açıklanacak sınırları çoktan aşmıştı. Çünkü öyle inanışlar ortaya attılar ki Yahudi
ve Hristiyanlar bile bunu kabullenmez. Evet, reenkarnasyona bile inandılar. Tabi çok azı
bundan müstesna ki bunlar günümüzde neredeyse yok denecek kadar azdır.
Bu mukaddimede kısaca Şia’nın ortaya çıkışını ve inanç esaslarını ele alacağız.
-Şia Fırkasının Ortaya Çıkışı ve Kısımları
Hiçbir kimseye gizli değildir ve Şia kaynakları2 tarafından da kabul edilir ki Şia
düşüncesini ilk ortaya atan Yahudi asıllı İslam düşmanı Abdullah b. Sebe’dir.
Bu melun Yahudi önce Osman efendimiz aleyhinde propagandalar yaparak ümmeti
karıştırmak ve birbirine düşürmek için çabaladı. Bu çabasını temize çıkarmak içinse Ali (ra)
ve Ehli Beyt sevgisini gündeme taşıdı. Ümmet içerisindeki cahilliye kalıntıları, siyasi
Ebu Davud ve Tirmizi. Tirmizi hadisin hasen sahih olduğunu söylemiştir. Hadis farklı lafızlarla başka
kitaplarda da geçmektedir.
2
El-Makalat ve’l Firak li’l Kumi sf.10-21
1
çekişmeleri ve dünyalık arzuları çok güzel bir şekilde kullanmayı başardı. Bu süreçte
meydana gelen mazlumiyetler ve haksızlıklar üzerinden güzel bir edebiyat çıkardı. Sonra
Osman efendimizin şehit edilmesi, ardından Sıffın ve Cemel vakıaları, nihayetinde
Kerbela’da Hüseyin (ra)’ın şehit edilmesiyle kinleri batınlarında hükümran olmuş münafıklar
İslam ehlini saptırmak ve birbirine kırdırmak için çok büyük fırsatlar ele geçirdiler.
El-Bağdadî el-Fark Beyne’l Firak isimli eserinde şöyle der: “Sebeîler, Ali(r a)
hakkında aşırıya giden Abdullah b. Sebe’ye tabi olanlardır. –İbni Sebe- önce onun peygamber
olduğunu iddia etti, sonra daha da aşırı giderek onun ilah olduğunu söyledi. Kufe’nin
sapkınlarından bir grubu buna davet etti. Bunların haberleri Ali (ra)’ya bildirildiğinde, iki
çukurda bunlardan bazılarının yakılmalarını emretti… ”3 Ali (ra) fitnenin büyümesinden
endişe ederek Abdullah b. Sebe’yi Medain’e sürdü. Ali (ra) şehit edildikten sonra, öldürülenin
Ali olmadığını ve aslen şeytanın Ali suretinde onlara gözüktüğünü iddia etti. Ona göre Ali, İsa
(as)’ın göğe kaldırılması gibi göğe kaldırılmıştı ve nasıl Hristiyan ve Yahudiler İsa (as)
öldürdükleri yalanını iddia ediyorlarsa, nasibiler (ehli sünnet) de Ali’yi öldüklerini iddia
etmişlerdi.
Sebe’nin tabilerine Abdullah b. Es-Sevdaî4 yardım etti. Aslen Yahudi olan bu adam,
Kufe ehlinin kendisini desteklemesi ve tabi olması için Müslüman gibi davrandı. Tevrat’ta her
nebinin bir vasisi olduğunu gördü ve Muhammed (sav) vasisinin Ali olduğunu iddia etti.
Böylelikle Ali’nin imamete başkalarından daha layık olduğu düşüncesi neşet etti.
Bunun neticesinde yırtık yamanın kapatacağı sınırları aştı. İş çığırından çıktı öyle ki
birbirinden necis akideler ve söylemler neşet etti. İslam’ın öncüleri ve Rasulullah (sav)’in
yoldaşları ashaba karşı olmadık hakaretler ve küfürler, onların İslam’dan çıkıp kafir oldukları
düşüncesi Ehli Beyt sevgisi adı altında terviç edildi. Bu melun taife o kadar ileri gitti ki
Rasulullah (sav)’e hatta Cebrail (as)’a bile dil uzattılar.
Burada şunu zikretmekte fayda vardır ki Şia’nın bütün taifeleri bu inanışta değildir.
Bazıları sadece Ali (ra)’ı üstün tutmakla birlikte ashabın kadrini küçümsememiş ve onlara
hakaret etmemiştir ki Carudiye fırkası hariç Zeydiler böyledir.
Şehristani el-Milel ve’n Nihal isimli eserinde Şia’yı temel beş gruba ayırır. Bunlar
Keysaniyye, Zeydiyye, İmamiyye, Gulat ve İsmailiyye’dir. Bunlar Ali (ra)’ın taraftarı
olduklarını iddia edenlerdir. Ali (ra)’ın bizzat seçilmiş imam ve Rasulullah (sav)’den sonra
onun halifesi olduğunu ve imametin onun soyundan başkasına geçemeyeceğini savunurlar.
Onun soyundan başkasına geçerse de bunun zulümle olup batıl olduğunu savunurlar.
İmamet inancı Şia’nın yanında inanılması zorunlu olan iman esaslarındadır. Onlara
göre böylesine önemli bir konu insanların ihtiyarına bırakılamayacak kadar önemlidir. Bunun
için Rasulullah’ın bunu açıklaması gerektiğine inanırlar ve buna Şia kaynaklardan açıkça
ifade eden (uydurma), Sünni kaynaklardan ise işaret ettiği söylenen deliller getirirler. Kadir-i
Hum meselesi buna örnek verilebilir. Fakat baktığımızda Şia taifeleri inanılması zorunlu olan
imamların isimleri ve tayinleri hususunda anlaşmazlık içerisindedirler. Bir yandan Ehli
Sünneti imamet inancına inanamadıkları için İslam dairesinin dışına çıkarırlarken, kendileri
imamlar hususunda anlaşamamaktadırlar. Allah ihtilaf ettikleri hususta kıyamet gününde
hüküm verecektir.
Zeydiler, Carudiyye fırkası hariç ehli sünnete ve sahabeye karşı en insaflı davranan
fırkadır. Zeydiler, Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali’ nin tabileridir. İmameti Fatima (rah)’nın
soyundan gelenlere has kılarlar. Döneminde aşırıya giden Küfe’li bazı Şii grupları gelip
Ebubekir (ra) ve Ömer (ra)’den beri olmasını istemişler, olmayınca onu reddetmişlerdir. Bazı
tarihçiler Rafızi lakabının bu olaydan türediğini söylemişse de, sahabe hakkında aşırı giden,
onları tekfir eden bütün Şia gruplarına Rafızi denmektedir. Zeyd b. Ali mutezilenin başı olan
El-Fark Beynel Firak, el-Bağdadî, Mektebetü İbni Sina, sf. 205
Bazı kaynaklar bu kişinin Abdullah b. Sebe’nin kendisi olduğunu söyleseler de kuvvetli olan başka biri
olduğudur.
3
4
Vasıl b. Ata’ya öğrencilik yaptığı için tabileri akide meselelerinde mutezile ile aynı görüşü
paylaşmışlardır.
Bu gün Zeydilik Yemen bölgesinde yaygın olarak bulunmaktadır. Fakat ilk dönem ki
Zeydilerle aynı inancı paylaştıkları söylenemez. Bu gün Yemen’deki Zeydilerin bir
bölümünün Carudiyye fırkasının görüşlerini benimsediği ifade edilmektedir ki bu fırka
Ebubekir (ra) ve Ömer (ra) halife olarak seçtiklerinden dolayı sahabenin hepsinin kafir
olduğunu söylemektedir.
El-Bağdadî el-Fark Beyne’l Firak isimli eserinde Carudiyye fırkasını anlattıktan sonra
şöyle der: “İşte bu Carudiyye fırkasının sözüdür. Rasulullah (sav)’in ashabını tekfir etmeleri
(kafir olarak kabul etmeleri) sebebiyle, onları tekfir etmek vaciptir.”5
Bu gün Yemen’de Ehli Sünnete karşı savaşan ve birçok kıyımlar yapan Husiler ise
Zeydilerin Carudiyye fırkasına bağlıyken İmamiyye mezhebinin İsna Aşariyye koluna tabi
olmuşlardır. Bu grubu ortaya çıkaran Bedrettin el-Husi olduğu için bunlara Husiler denmiştir.
Bedrettin el-Husi Tahran’a gitmiş ve bir müddet orada kalmıştır. Orada mezhebini değiştirerek
İran’ın da mezhebi olan İsna Aşariyye’ye (On İki İmam Şiası, Caferilik) tabi olmuştur.
Kendisinden sonra oğlu Hüseyin Husilere önderlik etmiştir. Hüseyin babası ile İran’a seyahat
etmiş sonra da Lübnan’da Hizbullah’ın siyasi ve dini eğitiminden geçirilerek, Yemen’e
dönmüştür. Burada İran’ın siyasi çıkarlarına hizmet etmiş ve Ehli Sünnet karşı çok acımasız
eylemler sergilemiştir. 2004’de Yemen ordusu tarafından öldürülmüştür.
Üzerinde durmamız gereken fırkalardan biriside İmamiyye fırkasıdır. Bu gün ve dün
İslam coğrafyasında Ehli Sünnete karşı yapılan neredeyse bütün saldırılarda İslam
düşmanlarının yanında yer almıştır. Halen İran’ın benimsediği İsna Aşariyye, İmamiyye’nin
bir koludur ve İran, seleflerinden aldığı bu misyonu layığı ile yerine getirmektedir. Miladi
1500’lü yıllara kadar aslen Ehli Sünnet olan bölge İsna Aşariyye mezhebine mensup olan
Safavi devletinin kurucusu Şah İsmail’in zorbalığı ile şiileştirilmiştir. Şah İsmail bugünkü,
Azerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Türkiye'nin doğu kesiminde
hakim olduğu topraklarda büyük katliamlarla insanları İsna Aşariyye inancına zorla tabi
kılmıştır. Diğer bölgelerden Şii âlimler ve davetçiler getirerek ve Ehli Sünnet ulemasını
kılıçtan geçirerek uzun çabalar neticesinde bölge bugünkü halini almıştır. Şimdi ki İran bu
Safavi devletin mezhep ve siyaset olarak bir uzantısıdır.
İmamiyye fırkası hali hazırda İslam coğrafyasındaki en yaygın fırkadır. El-Bağdadi
İmamiyenin on beş fırkaya ayrıldığını haber verir. İsna Aşariyye, İsmailiyye, Bakıriyye ve
Muhammediyye bunların içerisindedir. Günümüzde İran’da ekseriyetle, Irak, Lübnan,
Bahreyn ve diğer ülkelerde ise azınlık olarak İmamiyye fırkasının İsna Aşariyye kolu
bulunmaktadır. İran bütün dünyada bu mezhebi yaymaya ve özellikle Ortadoğu’da nüfuz
kazanmaya çalışmaktadır. Türkiye’de ise Caferiler ismi ile bilinmektedirler.
Bütün bunlardan dolayı burada sadece İsna Aşariyye mezhebinin akide esaslarının
yani sapkınlıklarının üzerinde duracağız. Bunu yapmaktaki amacımız kesinlikle insanların
kalbine kin sokmak değil, Ehli Sünnete karşı kin besleyen, bizi kafir kabul eden, sahabenin
Rasulullah (sav)’den sonra dinden döndüğünü söyleyip olmadık hakaretler eden, Rasulullah
(sav)’in mahremine dil uzatan, müminlerin annesi Aişe’ye iftira atan, İslam akidesine Yahudi
ve Mecusi sapkınlıkları katan bu taifeye karşı Müslümanları uyandırmaktır. Senelerce
insanlara bunların İslam ehli olduğu, kardeş olduğu masalı anlatılarak kandırılmıştır.
Rasulullah (sav)’den sonra on iki imamın varlığına inanmaları sebebiyle onlara bu
isim verilmiştir. Şiatu’l İmamiyye ve Caferiyye (Caferilik) olarak da isimlendirilmişlerdir.6
Ehli Sünnet alimleri onları, Ebubekir (ra) ve Ömer (ra)’ın hilafetini reddettikleri için “Rafizi”
El-Fark Beynel Firak, el-Bağdadî, Mektebetü İbni Sina, sf.42
El-Fadih li Mezhebi’ş Şiati’l İmamiyye, Şeyh Hamid el-İdrisi, Mektebetü’r Rıdvan , sf. 14 Bu eser İsna
Aşariyye mezhebini çok güzel ele almıştır. Naklini yaptığımız bir çok rivayete bu kaynak vasıtasıyla ulaştık.
Kitap pdf olarak internette mevcuttur.
5
6
olarak isimlendirir.
Onların inanç esaslarını anlatmadan önce şu hususu belirtmemiz zorunludur. Bu
taifenin kendilerine imamlık iddia edip onlara isnat ettikleri şeylerle, onların hiçbir alakası
yoktur. Bilakis onlardan bir kısmı sahabe: Ali (ra) ve iki oğlu Hasan (ra) ile Hüseyin (ra) gibi,
bir kısmı ehli sünnet ulemasının muteber kabul ettiği büyük alim: Ali b. Hüseyin (Zeynel
Abidin), Muhammed Bakır, Caferi Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed Cevat gibi,
bazısı ise Rasulullah’ın soyundan gelen değerli kimseler: Ali Hadi ve Hasan Askeri gibi.
Bütün bu şahsiyetler ki Ali (ra) ve sevgili oğulları Hasan (ra) ile Hüseyin en yakından
tanıdığımız sahabelerdir, kesinlikle onlar biraz sonra bahsedeceğimiz söylemlerden
münezzehtirler. Şia insanları etkilemek ve siyasi çatışmalar neticesinde bu şahıslara yapılan
zulümlerden istifade edip taraftar toplamak için bu isimleri kullanmıştır.
İsna Aşariyye Mezhebinin Temel İnanışları
1. İmamet İnancı
İmamet inancına itibar etmesi sebebiyle Şia akidesi diğer bütün fırkalardan ayırılır.
İmamet inancını, İslam’a girmek ve Müslümanlardan sayılmak için imanın rüknü kılmışlardır.
Bu hususta kendi kaynaklarında şöyle bir söz rivayet edilmektedir: “Cafer b. Muhammed
babasından şöyle bildirmiştir: “Cebrail (as) Muhammed (sav) inerek: “ Ey Muhammed!
Selam –olan Allah- sana selam söylüyor ve şöyle buyuruyor: “ Yedi göğü ve içindekileri, yedi
yeri ve üstündekileri yarattım da Rukn’den ve Makam’dan daha yüce bir yer yaratmadım. Bir
kul bana gökler ve yerler yaratıldığı günden beri dua etse, sonra da Ali’nin velayetini
(Rasulullah ’tan sonra halife olduğunu) inkâr ederek huzuruma gelse, onu Sakar’a cehenneme- atarım.” 7
Düşünebiliyor musunuz? Nasılda ashabı ve kendi akidelerine inanmayan bütün
Müslümanları kafir saymaya davet ediyorlar ve bunları Allah’a, Resulüne ve Cebrail’e iftira
atarak yapıyorlar.
İmamlık müessesesi Şia’da dini önderlik olmaktan çıkıp, neredeyse nebilik konumuna
oturtulmuştur. Onların yanında nübüvvetle imamet arasında sadece isim farkı vardır. Hatta
Humeyni bu farkı da kaldırarak imamları nebilerden bile yüce bir makama oturtmuştur.
Humeyni şöyle demektedir: “ Mezhebimizin zorunlu olarak inanılması gereken şeylerinden
birisi de, imamlarımız için, ne mukarreb meleklerin ne de gönderilmiş nebilerin
ulaşamayacağı övülmüş makamlarının olduğudur.”8 Aynı sapkınlığı kendi âlimlerinden
Meclisi şöyle dile getirmektedir: “İmam ile nebi arasındaki farkı bu haberlerden çıkarmakta
işkal/sorun vardır. İmamlarımızın peygamber olarak vasıflanmamasında bildiğimiz tek şey –
Muhammed’in- son peygamber olduğunun gözetilmesidir.”9
Görüldüğü gibi eğer Yüce Allah Muhammed (sav)’i son nebi olarak vasıflamasaydı
bunlar imamlarına peygamber diyeceklerdi. Şimdi bu imamet düşüncesini inceleyelim.
Onlara göre Rasulullah (sav) Ali (ra)’ı yerine vasi ve halife yani imam olarak bıraktı.
Bunu sarahaten ifade etti. Çünkü böyle bir konu insanlara bırakılamazdı ve her imam Allah’ın
seçtiği kişiyi ölmeden belirtmesi gerekirdi. Bunu kendi alimlerinden Ayetullah Muzaffer şöyle
ifade etmektedir: “Biz inanıyoruz ki imamet, nübüvvet gibi ancak Yüce Allah’tan bir nas ile
Resulünün dilinden veya nasla açıklanmış imamın dilinden olur. İmamın seçilmesinin hükmü
hiçbir bir fark olmaksızın nübüvvetin seçilmesinin hükmü gibidir.”10
Yüce Rabbimiz kitabında kullarına her şeyi anlattığını ifade etmesine rağmen, Şia’nın
iddia ettiği imamet inancını hiç zikretmemiştir. Böylesi önemli bir konu nasıl olurda açıkça
7
A.g.e 17
El-Hukumetü’l İslamiyye
9
Buhuru’l Envar c.26 sf.72
(Bu kaynak arapça ismi ile internette aratıldığında şii sitelerde çıkmaktadır. (‫ ))بحار االنوار‬Örnek olarak
www.shiaonlinelibrary.com .
10
Akaidu’l İmamiyye, Muhammed Rıza Muzaffer, sf. 74
8
zikredilmez. Aklınız böyle bir şeyi alabiliyor mu? Hem kendileri bile İmamları üzerinde
ittifak edememişlerdir. Aynı zamanda bu imamet zincirinde de üç kez problem yaşanmıştır.
Şia akidesi kökten çürümeye yüz tutmuş, ama şeytani akıllar yeni iftiralar ortaya atarak
sapkınlıklarını sürdürmüşlerdir.
Bunun birincisi altıncı imam olarak iddia ettikleri Caferi Sadık –onun bu söylenenlerle
hiçbir alakası yoktur- zamanında meydana geldi. O oğlu İsmail’in kendisinden sonra seçilmiş
olduğunu bildirmişti. Ama Yüce Allah bu dalalet ehli fırkayı rezil etmek istemişti de İsmail’in
canını babasından önce alıverdi. Bunun üzerine durumu toplamak için ileride bahsedeceğimiz
“beda” akidesine sarıldılar. Bundan sonra İmamiyye fırkası yedinci imam hakkında üç görüşe
ayrıldı. İsmail’in ölmediğini iddia eden görüş ki bunlar İsmailiyye mezhebini oluşturdular.
Bunlar daha sonra sapkınlıkta daha aşırı giderek batıniliğe kaydılar. İkincisi ise, İsmail’in
imametiyle kast olunan oğlu Muhammed’dir dediler. Caferi Sadık ise Allah’ın önce haber
verdiğini değiştirdiğini –sanki Allah İsmail’in ne zaman öleceğini bilmiyordu- söyleyerek
oğlu Musa Kazım’ı kendisinden sonra imam olarak tayin etti. Şimdi kim kimin imamına
inanacak. Bu nasıl bir imanın aslı. Hayır bu dini oyuncak edinme. Allah’a şükür bu olaydan
sonra birçok kişi hakikatleri görüp Ehli Sünnet’e geri dönmüştür.
İkincisi ise dokuzuncu imamları olan Ali b. Muhammed zamanında meydana geldi. O
Allah ve Resulünün haber verdiğine göre oğlunu kendisinden sonra imam olarak tayin etmişti.
Aynı şekilde o da babasından önce öldü. Yine “beda” akidesini gündeme getirerek Allah’ın
diğer oğlunu imam seçtiğini söyledi. Nasıl Allah ve Resulünün adına yalan söylüyorlar.
Üçüncü kez aynı olay daha vahim bir şekilde gündeme geldi ki neredeyse mezhep
baştan sona çökecekti. Ama şeytan onlara başka bir yol gösterdi. On birinci imamları Hasan
Askerî hiç çocuk bırakmadan ölmüştü. Böylelikle imam hikâyesi bitmişti. Ne yapacaklardı,
durumu nasıl kurtaracaklardı. Hemen yazdılar, imamın bir çocuğu vardı. Onu Samarra’da bir
mağaraya sakladı. İşte bugün Rafıziler hala o imamı beklerler.
Bu inanç neticesinde bu sapkın insanlar sahabeye karşı cüretkâr davranmakta, onları
tekfir etmekte ve olmadık hakaretler etmektedirler. Bu konuyla ilgili kendi rivayetleri ileride
sunulacaktır.
İsna Aşariyye’ye göre imamlarının vasıfları aynı peygamberlerin vasıfları gibidir.
Hatta onlardan bile üstün vasıflara sahiptirler. Onlar imamların şu şekilde vasıflarlar:
-İmamlar nebiler gibi ismet vasfına sahiptirler.
Bütün imamlar ismet sıfatı üzeredir. Meclisi şöyle der: “Bizim ashabımız –yani
İmamiyye- enbiyaların ve imamların, küçük ve büyük, bilerek, unutarak veya yanlışlıkla,
nübüvvetten ve imametten önce ya da sonra bütün günahlardan korunmuş olduğunda icma
etmiştir. Bilakis doğdukları andan Rableri ile karşılaşacakları zamana kadar böyledir.”11
İmamlarına verdikleri bu vasıftan dolayı onların her sözünü, Rasulullah (sav)’in
sözüymüş gibi değerlendiriyorlar ve onlara teşri hakkı veriyorlar. Şöyle demektedirler: “Biz
inanıyoruz ki imamların emirleri, Allah’ın emridir. Yasakladıkları da Allah’ın yasakladığıdır.
Onlara itaat Allah’a itaattir. Onlara karşı isyan etmek, Allah’a isyan etmektir. Onların dostu,
Allah’ın dostu, düşmanları ise Allah’ın düşmanıdır. Onları reddetmek caiz değildir. Onları
reddeden kimse Rasulullah (sav)’i reddeden gibidir. Rasulullah (sav)’i reddeden ise Allah’ı
reddeden gibidir.” 12
Bu itikada sahip olan bir taifenin, dini esaslarının olması beklenebilir mi? Çünkü
söylediği ve yaptığı her şeyin Allah’tan onaylı olduğunu düşünen bir kimse Allah adına
istediği şeyi yazmaya yetkilidir. Bu imam mıdır yoksa şizofren mi?
Humeyni şöyle demektedir: “İmamlarımızın öğretileri, aynı Kuran gibidir. Hiçbir asra
has değildirler. Onlar, ancak kıyamete kadar her asırda ve her mekânda herkes için geçerli
11
12
Buhuru’l Envar c.25 sf.350
Akaidu’l İmamiyye, Muhammed Rıza Muzaffer, sf. 70
öğretilerdir. Onlara tabi olmak ve uygulamak vaciptir.” 13
Oysa Rabbimiz “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip beğendim.”14 buyurmaktadır. Rabbimiz bize
bütün zamanlarda ve mekânlarda başka bir şeye ihtiyaç bırakmayacak bir din verdiğini
söylediği halde, bunlar sanki dinde eksik bırakılmış bir yer varmış gibi imamlarına teşri hakkı
tanıyorlar. Rasulullah (sav) bizi gecesi gündüzü gibi apaçık bir sünnet üzere terk etmişken,
sonradan din adına üretilen şeylere bidat derken, bu taife baştan sona imamlarının hevasına
uygun bir din türetmişlerdir. Oysaki Resulümüz her bidatin dalalet ve her dalaletin ise sapıklık
olduğunu bize haber vermiştir.
- İmamlar Gaybı Bilir
İşte imamlarına verdikleri bu vasıfla onları nebilerin bile önüne geçirmişlerdir. Çünkü
Rabbimiz kitabında defalarca kendisinden başka hiçbir kimsenin gaybı bilmediğini haber
vermiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı
bilemezler, ancak Allah bilir..”15Yüce Allah gaybı kimseye bildirmemiştir. Resullerinden
dilediğine dilediği kadar bildireceğini haber vermiştir. Ama gaybı bilmek Resullerin bir
melekesi ve vasfı değildir. Bakınız Yüce Rabbimiz bu hakikati Resulünün ağzından bize nasıl
bildiriyor: “De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama
gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim
ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir
müjdeciyim.”16
Şimdi bakın onlar imamları hakkında neler diyorlar. Kuleyni Kafi isimli kitabında ki
bu kitap onların yanında Ehli Sünnetin Sahihi Buhari’si gibidir, şöyle der: “İmamların olmuş
ve olacak her şeyi bilmesi babında yapılan rivayet şöyledir: “ Muhakkak ki onlara imamlarına- hiçbir şey gizli kalmaz.” Aynı şekilde, İmamlar ne zaman öleceklerini bilir
babında şöyle nakletmektedir: “Onlar -imamlar- ancak kendi istedikleri zaman ölürler.”
Oysa ki Rabbimiz yüce kitabında şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir kimse Allah’ın izni
olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır.”17 “Kıyametin ne zaman kopacağı
bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç
kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz
Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.”18
Nasılda en bilgilileri, en güvenilir hadisçileri Allah’ı yalanlıyor ve Resulünün ağzı ile
iftira atıyor. Evet son olarak bu baptaki sapkınlıklarını kendi imamları Muzaffer’den
dinleyelim: “İmamın ilmine gelince, bütün bilgileri, ilahi hükümleri ve bütün malumatları,
nebilerin aldığı yolla –yani vahiy- veya kalbine ilhamla alır. Yeni bir şey ortaya çıktığında,
Allah’ın kendisine verdiği kutsal bir meleke ile ilham vasıtasıyla bunu bilmesi kaçınılmazdır.
Bir şeye yönelip onu hakiki veçhiyle bilmek istese, onda hata etmez ve karıştırmaz. Bu
hususta da akli burhanlara ve öğreticilerin telkinlerine ihtiyaç hissetmez. Her ne kadar ilmi
artmayı ve çoğalmayı kabul etse de.”19
Eğer bu sözlerin içinden imam kelimesini çekip yerine ilah kelimesini koysanız
söylenen sözler herhalde daha doğru olur. Oysaki Allah insanları kullara kulluktan çıkarıp
kendisine kulluk etmeleri için nebilerini yollamıştır. Hele şu taifeye bir bakın nasıl da
imamlarına tapınmaya çağırıyorlar.
- İmamlarının Nebiler gibi mucizeleri vardır
El-Hukumetü’l İslamiyye sf. 113
Maide 3
15
Neml 65
16
Araf 188
17
Ali İmran 145
18
Lokman 34
19
Akaidu’l İmamiyye, Muhammed Rıza Muzaffer, sf. 67-68
13
14
Allah’ın nebilerini mucizelerle desteklediği gibi onların imamları da bu şekilde
mucizelerle desteklenmektedir. Bakınız kendi alimlerinden Haşim el-Bahrani ne demektedir:
“Biliniz ki, Nebilerden ve imamlardan sadır olan mucizeler, nübüvvet ve imamet iddialarında
onların Allah’a karşı sıdklarının delilidirler. Çünkü adetin dışına çıkan olağanüstü olaylar
Allah’ın işidir ve onlara bunu yapmayı Yüce Allah mümkün kılar. Arşın ayağında, hicapta,
güneşte ve ayda -imamların- isimlerinin yazması mucizelerdendir. Ağaç ve başka şeylere
onların yazması gibi şeylerde bu kabildendir.” 20 Bu sadette onların imamlarından sadır olan
mucizeleri yazmaya kalksak herhalde ansiklopedi olur.
2. Mehdi İnancı
Şia’nın üzerinde durduğu en önemli inanç esaslarından bir tanesi de mehdilik
inancıdır. Bu felsefeyi daha önce de belirttiğimiz gibi on birinci imamları Hasan el-Askeri hiç
çocuğu olmadan vefat ettiğinde, mezheplerini kurtarmak için onun bir çocuğunun olduğunu
ve onu Samarra’da bir mağaraya gizlediğini iddia ettiklerinde çıkarmışlardır. Ki bu gaip olan
çocuk hala yaşamaktadır ve onun ortaya çıkışını beklemektedirler.
Oysaki bu çocukla alakalı daha önce hiçbir rivayet bilinmemektedir. Daha öncede
dediğimiz gibi, imanın aslı olan ve ilahi yöntemle seçilen bu imamlar hakkında Şia bile
onlarca farklı görüşe ayrılmıştır. Şimdi de bu çocuk hikâyesi. Eğer böyle bir çocuk olsaydı ve
kendilerinin dedikleri gibi bunu Rasulullah (sav) bildirmiş olsaydı, bu hususta ihtilaf
etmemeleri gerekirdi. Daha önce geçen Şia âlimlerinin eserleri ve rivayetleri ortada olmasına
rağmen böyle bir kaybolma hadisesinden bahsetmemişlerdir ve bu konuda gelen bütün
rivayetler Rasulullah (sav)’in vefatından yaklaşık iki yüz elli sene sonra ortaya konulmuştur.21
Bu inanışı ortaya atmalarında ki gaye, dağılıp parçalanmak üzere olan mezheplerini
toplamak ve ellerinden gidecek dünyalıkları kurtarmaktır, insanların imanına mal olsa da.
Çünkü ortaya attıkları bu inanç sayesinde asırlardır insanların mallarını ve ırzlarını
yağmalamaktadırlar. Şimdi bu inanışları ile alakalı rivayetleri zikredelim.
İleli’ş Şerai isimli kitapta uydurma olarak şöyle geçmektedir: “Rasulullah (sav) şöyle
söylemiştir: “Çocuk için kaybolmak zorunludur. Niçin Ey Allah’ın Resulü! diye sorduklarında
ise “Öldürülmekten korkuyor.” demiştir.” 22
Bir önceki bölümde ise imamlarının ne zaman ölçeklerini bildiklerini ve ölme
zamanını kendileri seçtiğini ifade etmişlerdi. Hali böyle olan birisi nasıl olurda öldürülmekten
korkar ki aynı zamanda gaybı da biliyor. Fakat İsna Aşariyye fırkası bu görüşünde ısrarlıdır.
Şia âlimlerinden Ayetullah Muzaffer şöyle demektedir: “Şu kadarı var ki İmamiyye ve diğer Şia- taifeler arasındaki fark, İmamiyyenin, ıslahçı Mehdi’nin muayyen ve bilinen bir şahıs
olup h. 266 yılında doğan Muhammed isminde Hasan el-Askeri’nin oğluna ve hala yaşadığına
inanmasıdır. Bu Rasulullah (sav) ve Ehli Beyt’in vadetmesi ile sabit olan bir şeydir. Onun
doğumu ve kaybolması yanımızda mütevatirdir.”23
Daha sonra imamla iletişime geçebilen, insanların sorularını ve Humus adıyla
insanlardan mehdi için topladıkları paraları ona götüren “bevvap” isminde şahıslar türettiler.
Bunlar insanlardan parayı topluyor ve büyük servetler biriktiriyorlardı. İsmine “tevagi” denen
ve mehdi ile görüşmelerinden ondan aldıklarını iddia ettikleri evrakalar getiriyorlardı ki
bunlar Mehdi’nin emirleri ve yasaklarıydı. Bunlara uymak Allah’a ibadetti. Tabi rant
büyüyünce Mehdi’nin kapıcıları çoğaldı. Her kapıcı diğerine lanet eden ve diğerinin yalancı
olduğunu söyleyen mehdiden evraklar getirmeye başladı. Bu hal yaklaşık yetmiş sene kadar
devam etti. Güvensizlik artınca, bu kapıcılık hikayesini ortadan kaldırmak zorunda kaldılar ve
en son bevvablığın bittiğine dair bir evrak getirdiler. Böylelikle Mehdi tümden kayboldu. İşte
bu bevvapların olduğu döneme gaybubetu’s suğra –küçük kaybolma-, bundan sonra tekrar
Medinetü’l Meaciz, es-Seyid Haşimü’l Bahrani, c.1 sf.41
Minhacüs’ Sünne, İbni Teymiyye (özet olarak)
22
Tarif bi Mezhebi’ş Şiatu’l İmamiyye, Ahmet Muhammed Türkmani, sh 15
23
Akaidu’l İmamiyye, Muhammed Rıza Muzaffer, sf. 78
20
21
ortaya çıkacağı döneme kadar geçen sürece gaybubetu’s kübra –büyük kaybolma- adını
verdiler ve bu da fırkanın temel inanç esaslarından biri haline geldi. Sonra toplanan humus
paraları şia alimleri ve mercileri tarafından eşit şekilde bölüşülmeye başlayınca kavgada
ortadan kayboldu. 24
Peki, Mehdi ortaya çıktığında ne yapacak. Bunu kendilerinden dinleyelim ve sonra
çıkacak adamın mehdi mi yoksa tahtını kaybetmiş Mecusilerin kralı mı olduğuna karar
verelim.
Ebu Abdullah’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Kaim’in -mehdinin- ilk yapacağı şeyin ne
olduğunu biliyor musun? Hayır dediğimde şöyle dedi: “Bu ikisini yaş ve parlak olarak kabrinden- çıkartacak ve ikisini yakıp onların -küllerinirüzgârda savuracak. Mescidi
kıracak.”25 O ikisiyle Ömer (ra) ve Ebubekir (ra)’ı kastediyor.
Nasılda kalpleri birbirine benzedi. Mehdiyi yazan mantıkla Şah İsmail’i yetiştiren
mantık nasıl da örtüşüyor. Şah İsmail’de İran’ı istila ettiğinde Ebubekir (ra) ve Ömer (ra)’a
küfretmeyi mezhebinin şiarı yapıp, mescitleri harap etmişti.
Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “-Mehdi- Medine’ye girdiğinde Lat ve
Uzza’yı çıkarıp onları yakacaktır.” Şia alimlerden Meclisi bu sözü getirip üzerine şu kaydı
düşmüştür: “Lat ve Uzza ile kasdedilen Kureyş’in iki putu Ebubekir ve Ömer’dir.”26
Bu nasıl bir kin ve bu kinin kaynağı ne? Halbuki Ömer (ra) ve Ebubekir (ra) hayatları
boyunca Rasulullah’ın yanından hiç ayrılmamışlardır ve ikisinin kızı da Allah’ın Resulünün
eşidir. Kişi dostuyla bilinir. Bir insanın her şeyini paylaştığı dostları dünyanın en rezil adamı
olacak ama kendisi alemin efendisi sayılacak. Bu bir tenakuz değil midir? Demezler mi,
Rasulullah (sav)’in böyle adamlarla ne işi olur? Yaptıkları hakaretler Rasulullah’a kadar
ulaşıyor ama bu onların umurunda değil.
Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: “Muhakkak ki Allah Muhammed (sav)’e
mehdiyi ve imamları gösterdi. O (sav) “Ya Rabbi! Bunlar kim?” diye sorunca, Yüce Allah:
“Bunlar imamlardır, bu ise helalimi helal, haramımı da haram kılan Kaim’dir. Onun ile
düşmanlarımdan intikam alırım. O evliyalarım için ferahlıktır. Senin taraftarlarının kalbinden
zalimlere, inkarcılara ve kafirlere karşı -öfkeyi- o giderir. Lat ve Uzza’yı (Ebubekir ve
Ömer’i) çıkartır ve yakar. İnsanların o gün o ikisi ile fitneye uğramaları, Samiri ve İsrail
oğullarının buzağıya tapma fitnesinden daha şiddetlidir.27
Peki, Rasulullah (as) ashabına karşı bu kadar kindar olan bu adam sonra ne yapacak.
Ashabına saldırmakla hıncını alamayan bu adam sonra Rasulullah’ın ırzına dil uzatacak. Allah
bu iftiraları atıp bunu dinleştiren bu Mecusilere lanet etsin. Yüce Allah’ın iffetine kefil olup
temize çıkardığı pak ve temiz annemize dil uzatmaktan bile geri durmadılar. Acaba ashabına
ve ailesine dil uzatanlar gerçekten Rasulullah (sav)’i seviyor olabilirler mi, buna kim inanır.
Kaynaklarında sapıklıklarını şöyle dillendirirler: “Cafer’den rivayet edildiğine göre:
“Kaimimiz kalkdığında Hamira –yani Aişe annemiz- tekrar diriltilecek ki ona -zina- haddi
uygulasın ve Muhammed (sav)’in kızı Fatıma’nın intikamını alsın.”28
Kalbinde zerre kadar imanı olan bir kimse buna inanabilir mi? Rabbimiz “Onun eşleri
sizin annelerinizdir.”29 buyurmaktadır. Bu nasıl bir ahlak ki kendi annesine bile iftira
atabiliyor. Bu bile gösteriyor ki bu iftiraları atanlar Zerdüştlüklerini terk edememiş necis
deyuslardır. Ve mümin olarak kızmak da bizim üzerimize vaciptir: “Kendilerine gelmiş hiçbir
delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında,
gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her
El-Fadih li Mezhebi’ş Şiati’l İmamiyye, Şeyh Hamid el-İdrisi, Mektebetü’r Rıdvan , sf 37-40 arası özet olarak
Biharu’l Envar, Meclisi, c.25 sf. 386
26
Age
27
Age
28
Age c. 52 sf.314
29
Ahzab 6
24
25
zorbanın kalbini işte böyle mühürler”30
Evet Allah’ın habibinin ashabına ve temiz pak annelerimize dil uzatan bu melun
taifeye kızıyoruz ve bu kızgınlığı imanımızın bir gereği kabul ediyoruz. Kimde buna
kızmıyorsa ve bu onun kalbinde öfke damarlarını kabartmıyorsa ondan da aynı şekilde beri
oluyoruz. Oysaki Rasulullah (sav), sevgili eşi Aişe annemiz için ne diyor: ““Ey Allah’ın
Rasulü! İnsanlardan size en sevgili olanı kimdir?” denildi. Rasulullah (sav) “Aişe’dir”
buyurdu. Erkeklerden kimdir denildi: “Ebubekir’dir” buyurdu. 31 Lebbeyk ve sadeyk! Ya
Rasulullah! Senin sevgililerinin ayaklarının altına kum oluruz.
Sonra mehdileri Kureyş’ten beş yüzer beş yüzer sahabeyi diriltip, onların boyunlarını
vuracak. Araplara kılıçtan başka hiçbir hak tanımayacak.
Onların kaynaklarında şöyle geçmektedir: “ Kaim kalktığında, Kureyş’ten beş yüz
kişiyi diriltip onların boyunlarını vuracak. Sonra beş yüz kişi daha diriltip onlarında
boyunlarını vuracak ve bunu altı kez tekrarlayacak.”32
Başka bir rivayette ise: “Bizimle Araplar arasında ancak zebh –onları kesmek- vardır.
Eliyle boğazını işaret etti.”33
Mehdileri yeni bir kitap getirecek ve onun yardımcıları Acemler yani Arap olmayanlar
olacak. “Yeni bir kitap getirecek, Araplara karşı çok şedid olacak ve onun askerleri Acemlerin
çocukları olacak.”34
Buraya kadar yapılan rivayetleri yalın bir kafa ile düşünen görür ki gelmesini
istedikleri ve bekledikleri şey Kisra’nın Mecusi saltanatıdır. Yoksa bazı siyasi çekişmeler ve
Ali (ra)’ı desteklemek nasıl olur da böyle bir intikam ve kin hareketine dönüşebilir.
3. Şia’nın Ehli Sünnet Hakkındaki İnancı
Bütün Rafıziler sahabe başta olmak üzere bütün Ehli Sünnetin kafir olduğuna
inanmaktadırlar. Onların yanında Ehli Sünnet muharip mürteddir. Yani onlar herkesten önce
savaşılması ve yok edilmesi gereken bir taifedir. Tarih sayfaları Rafızilerin Müslümanlara
yaptıkları katliamlarla, işkencelerle ve kadınlarına saldırmakla doludur. Çünkü inandıkları bu
akide onlara Ehli Sünnet Müslümanlarının canlarını ve mallarını helal kılmaktadır. Düşünün,
Allah’ın Resulünün namusuna dil uzatanlar sıradan insanlardan mı utanacaklar. Günümüzde
ise bu taife Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, İran’da ve güç buldukları bütün bölgelerde İslam
düşmanları ile anlaşarak Ehli Sünnete saldırmakta ve kinini kusmaktadır. Hala da birileri
bunların İslam kardeşi olduğundan ve Ehli İslam’a hayır murat ediyor olduklarından
bahsederse biz onun takiyeci olduğuna inanmakta şüphe etmeyeceğiz.
Bu konuda birkaç rivayet zikredelim.
Öncelikle onlar kendilerine muhalefet edenlere yani Ehli Sünnete “nasibi”
demektedirler. Bu konuda şeyhleri Bahrani şöyle demektedir: “İmameti bilip inkar eden bütün
muhalifler, tamamı “nassab” düzenbaz, kafir ve müşriktirler. Onlar için ne İslam’dan nede
ahkamından hiçbir nasip yoktur.”35
Şeyhleri Meclisi nasibi kelimesinin manasını belirlerken şöyle demektedir: “Bilesiniz
ki; müminlerin emiri Ali’nin –onlar diğerlerinin hilafetini kabul etmez- ve onun soyundan
olan imamların imametini kabul etmeyen ve başkalarını –Ebubekir ve Ömeri- onlardan üstün
tutan bütün herkesin üzerine küfür ve şirk lafzı kullanılır. Bu onların ateşte ebedi kalacak
müşrikler olduğunu göstermektedir.”36
30
Mümin 35
Buhari ve Müslim
32
Biharu’l Envar, Meclisi, c.52 sf. 338
33
A.g.e
34
El-Fevaidü’l Medeniyye sf. 232
35
El-Hadaigu’n Nadira li’l Muhaggi’l Bahrani c.13 sf. 159
36
Biharu’l Envar c. 29 sf. 33
31
Yani Muhammed ümmetinin en seçkini Ebubekir (ra), sonra Ömer (ra), sonra Osman
(ra), sonra da Ali (ra) olduğuna inanan bizler onların yanında ebedi ateşte kalacak müşrik ve
kâfirleriz. Çok sarih bir şekilde kendi mehdilerine sorulduğunda şöyle bildirmektedir:
“Onlardan birisi mehdiye şöyle yazdı: Bir kimseyi –nasibi olup olmadığını anlamak için- cibti
ve tağutu (Ebubekir ve Ömer’i kasdediyor) Ali’nin önüne geçirip o ikisinin hilafetine
inanmalarından başka bir şeyle imtihan etmeye ihtiyacım var mıdır? Cevap şöyle geldi. “Kim
böyleyse, işte o nasibidir.” 37
Bahrani bu rivayetin üzerine şöyle bir not düşmüştür: “Haberin manası şudur ki;
nasibinin küfrü, şirki, necisliği ve kanı ile malının helal olması hakkındaki haberler
çoğaldığında, ona yazdı ve nasibinin manası ile kendisi ile bilinecek alameti sordu ki
zikredilen hükümler uygulansın. Sadece cibt ve tağutu (Ebubekir ve Ömer) üstün tutmak ve
onların hilafetine inanmaktan başka bir şey gerekir mi? –Mehdi şöyle cevap verdi:- Nasibinin
ve ehli beyte düşmanlığının alameti, ikisini üstün görmek ve onların hilafetini kabul etmektir
diye cevap geldi.”38
Yine imamlarından şöyle naklederler: “Nasibinin sahip olduğu bütün her şey sana
helaldir. Karısı hariç, çünkü şirk ehlinin nikahı caizdir.”39
Onların imamları onlara bizi öldürmeyi emretmektedir: “Eğer sizden birisi onlardan
birisi karşılığında öldürülmesinden (kısas olarak) korkmasaydık ki sizden birisi onların bin
tanesinden daha hayırlıdır, onları öldürmenizi emrederdik”40
Yani bütün Ehli Sünnet, Ebu Bekir (ra)’ın ve Ömer (ra)’ın hilafetine inan bizler
nasibiyiz ve kâfiriz. Kanımız ve malımız onlara helal olunca nasıl da Amerika ile anlaşıp
Irak’ta Müslümanları öldürdüklerini, hapsedip işkence ettiklerini ve kadınlarına kötülük
ettiklerini anlamak zor olmasa gerek.
4. Rafızilerin Sahabe Hakkındaki İnançları
Ara ara daha önce geçen rivayetlerden de anlaşılacağı gibi bu taife Rasulullah’ın
ashabına karşıda kin ve nefretle doludur. Özelliklede Rasulullah (sav)’e en yakın olan
sahabenin büyüklerine ve onların evlatları olan O’nun eşlerine karşı inanılmaz bir düşmanlık
içerisindedirler.
Meclisi şöyle rivayet etmektedir: “Teberrideki bizim akidemiz şöyledir; biz şu dört
puttan beri oluruz: Ebubekir, Ömer, Osman ve Muaviye. Şu dört kadından da beri oluruz:
Aişe, Hint, Hafsa ve Ümmü’l Hakem. Onlar yeryüzünde mahlukatın en şerlileridir. Bilakis
Allah’a, Resulüne ve imamlara iman ancak onların düşmanlarından beri olmakla
tamamlanır.”41
Yüce Rabbimiz Onun ashabı hakkında şöyle buyurmaktadır: “(İslâm dinine girme
hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte
Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde
ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük
kurtuluştur.”42 Rabbimizin razı olduğu kimselere gazap edip onların cehennemlik olduğunu
söyleyenler Allah’a iftira atmıyorlar mı?
İbni Cafer şöyle demektedir: “Rasulullah (sav)’den sonra, üç kişiden başka bütün
insanlar -sahabeler- riddet ehli (mürted) olmuştur. Dedim ki bu üç kişi kimdir: Mikdat, Ebuzer
ve Selmani Farisi’dir dedi.”43
Aynı şekilde şu da geçmektedir: “Rasulullah (sav) vefat ettiğinde bütün insanlar
El-Fadih li Mezhebi’ş Şiati’l İmamiyye, Şeyh Hamid el-İdrisi, Mektebetü’r Rıdvan , sf. 132
El-Hadaigu’n Nadira li’l Muhaggi’l Bahrani c.10 sf. 361
39
El-Fadih li Mezhebi’ş Şiati’l İmamiyye, Şeyh Hamid el-İdrisi, Mektebetü’r Rıdvan , sf. 137
40
Tehzibu’l Ahkam, et’Tusi c.6 sf.387
41
Butlanu Akidetü’ş Şia, sf. 69
42
Tevbe 100
43
Biharu’l Envar, Meclisi, c.22 sf. 333
37
38
cahiliyye ehline dönüştüler. Sadece dördü hariç: Ali, Miktad, Selman ve Ebuzer. Dedim ki ya
Ammar? Eğer, onlara hiçbir kimsenin girdirilmediği kimseleri istiyorsan, onlar üç kişidir.” 44
Ali (ra)’a şu şekilde iftira atıyorlar. Ali Kamber’e şöyle dedi: “Ey Kamber! Sevin,
sevindir ve müjdele! Muhakkak ki Rasulullah (sav) vefat ettiğinde, Şia’dan başka herkese
kızgındı.” 45
Acaba bunun gibi bir haberle kim sevinir. İslam’a ve ehline kötülük murat edenden
başkası böyle bir habere sevinebilir mi? Mantığa bakın bütün kalpleri ile Ehli Sünnetin
gazaba uğramasını istiyorlar. Yahudi olsalardı anlardık, çünkü biz günde kırk defa onların
gazaba uğradığını söylüyoruz. Acaba bunun altında bir Yahudi kini mi var?
5. Beda akidesi
Daha öncede bahsettiğimiz gibi Rafiziler beda akidesi diye bir felsefe üretmişlerdir ki
imamları adına attıkları yalanlar tutmayınca durumu idare edebilsinler. Beda inancına göre,
haşa Yüce Allah için yeni bir şeyler ortaya çıkınca, Allah önceden yazdığı bir şeyi değiştirip
yerine başka bir şey dileyebilir. Yani kainatta Yüce Allah’ın bilmediği, önceden kestiremediği
şeyler olabilir. Bu tamda Yahudilerin Allah Adem’i yarattı, sonra onun kötü amellerinden
dolayı yarattığına pişman oldu demesi gibi bir şeydir.46
Onlara göre imamları gaybı bilmektedir ve onların verdikleri haberin yalan olma
ihtimali tasavvur bile edilemez. Tabi pratikte bu böyle olmayınca, tam bir Yahudi mantığı ile
Yüce Allah’a iftira attılar. Bunu ise en belirgin olarak Caferi Sadık hakkında dile getirdiler. O
kendisinden sonra oğlu İsmail’in imam olduğunu haber verip de oğlu kendisinden önce
ölünce, Rafıziler durumu toplamak için bu akideyi gündeme getirdiler. Şöyle iddia
etmektedirler: “İsmail’in durumunda Allah için olan beda (Yüce Allah’ı bundan tenzih ederiz)
gibi başka hiçbir şeyde beda olmamıştır.”47 Beda kelimesi ortaya çıkmak belirmek
manasındadır. Yani İsmail birden bire ölünce, Allah Musa Kazım’ı imam tayin etmiştir.
Şunlara bakın hele nasılda Yüce Allah’ın ilmini inkar ediyorlar ve dinlerini oyuncak
ediniyorlar. Tabi senaryoya inanmayan Rafıziler, daha öncede belirttiğimiz gibi başka
fırkalara ayrılmıştır.
Yüce Allah’a yapılan bu iftiralara ve O’na yakıştırdıkları bu noksanlıklara da öyle bir
kılıf giydirmeye çalışıyorlar ki şeytan bile belki buna şaşırır.48 Bakınız ne diyorlar: “ Beda ile
Allah’a kulluk edildiği gibi başka bir şeyle Allah’a kulluk edilmemiştir.” “Beda ile Allah
yüceltildiği gibi benzeri başka bir şeyle Allah yüceltilmemiştir.”49
Ey Rabbimiz! Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederiz. Sen müşriklerin vasıfladığı
bütün noksanlıklardan münezzehsin.
6. Takiyye Akidesi
Takiyye yapmak, içinde başka bir inanış olduğu halde, muhatabını razı etmek için
onun istemediği şeyleri izhar etmek olarak tabir edilebilir. Takiyye, Şia’nın en büyük
özelliğidir. Onlar muhaliflerini razı etmek ve onu ifsat etmek için bu akideyi geliştirmişlerdir.
Hatta sapıklıklarını ele vermemek için kendi inanışlarına göre sakıncalı olan her şeyi
yapabilirler. Ey Müslüman! Sana kendi yorum ve görüşlerimizden değil, onların kendi
kaynaklarından, onların ne olduğunu ortaya koyuyoruz. Sakın ola ki onların seni kandırmak
için ortaya attıkları yalanlara inanma. Unutma! Onların dini takiyye yapmaktır. Takiyyesi
olmayanın imanı yoktur. Bu kadar nakilden sonra sana Rafızi Şiilerin, Ehli Sünnetin kardeşi
olduğunu, canım cicim ayakları ile anlatanlar olursa bil ki; o ya kandırılmış bir zavallı, ya da
takiyye yapan bir rafızidir. Şimdi bu konuyla alakalı nakilleri aktaralım.
Biharu’l Envar, Meclisi, c.22 sf. 333
El-Emali eş-Şeyhu’s Saduk sf.726
46
Bezlü’l Mechud fi İsbati Müşabeheti’r Rafiza li’l Yahud (özetle)
47
El-Fadih li Mezhebi’ş Şiati’l İmamiyye, Şeyh Hamid el-İdrisi, Mektebetü’r Rıdvan , sf. 52
48
Şeytan bütün kötülüklerin başıdır. Bu ifade mübalağa için kullanılmıştır.
49
Kafi c.1 sf. 146-148
44
45
Ebu Abdullah Ebu Abdurahman’a şöyle demiştir: “Ey Ebu Abdurrahman! Dinin onda
dokuzu takiyye yapmaktır. Takiyyesi olmayanın dini yoktur.”50
Aynı şekilde şöyle demektedir: “Dininiz hakkında korkun. Takiyye ile onu saklayın.
Takiyyesi olmayanın imanı yoktur. Sizler kuşlar arasında bal arısı gibisiniz. Eğer kuşlar bal
arısının içinde neler olduğunu bilse, hiçbir şey bırakmaz onu yerdi. Eğer insanlar sizin
içinizdeki biz ehli beyte olan sevginizi bilse, sizi dilleri ile yerler. Sizi gizlide ve açıkta zayıf
düşürürler.”51
Bu taife nüfuzlarını ve güçlerini artırmak için istediği şekilde davranmaktan çekinmez.
Tarih boyunca Müslümanların arasına takiyye vasıtasıyla sızmış ve gücü yettiğince ifsat
etmiştir.
7. Rica’t Akidesi
Bu kelime Arapça olarak geri dönmek manasındadır. İsna Aşariyye fırkası kıyametten
önce hasımları ile kendilerinin geri döndürülüp onlardan intikam almadan kıyametin
kopmayacağına inanırlar. Onların hadisçilerinden, Abbas el-Kumi şöyle nakletmektedir:
“Bizim geri döneceğimize inanmayan ve mutayı tasdik etmeyen bizden değildir."52
Daha önceki bölümlerde de geçtiği gibi mehdileri ortaya çıktığında sahabeyi ve
Kureyş’i geri getirip onları cezalandıracağını kendi kaynaklarından rivayet etmiştik.
8. Muta Akidesi
Mutanın helal olduğuna inanmak, Rafızilerin yanında iman esası olarak kabul
edilmektedir. Bu akide sayesinde Yüce Allah’ın haram kıldığı zinayı, dini müessese haline
getirip şehvetlerinin kölesi olmuşlardır. Komünizmin de temeli olan Mazdeizim/Zerdüştlük
aynı zamanda İslam öncesi Farsların benimsediği dindir. Bu felsefelere göre hayatta her şey
ortaktır, kadın bile. Muta inancına baktığımızda ki ilerleyen satırlarda görülecektir, çok
sinsice ve tabilerinin itiraz edemeyeceği bir kutsiyette sunularak, kadın erkek ilişkilerinde bir
serbestlik ortaya konulmuştur. Bu serbestlik eski Mecusi kültüre çok yakınlık arz etmektedir.
Şianın daha da sapkınlığa giden batinilik fırkası ise, kadın erkek ilişkilerinde ki serbestliği
açıkça ifade etmekten çekinmez.
Bırakın Müslümanı, fıtratı bozulmamış bir gayri Müslim’in bile kabul edemeyeceği
ahlaksızlar, bu taifenin önderlerince ortaya atılmıştır. Muta, kadına evlilik neticesinde doğan
nafaka, akrabalık hakları, miras gibi hiçbir hak vermeksizin, mehir diye isimlendirdikleri bir
ücret karşılığında cinsel tatmini ifade etmektedir. Bunun için sadece belli bir süre, ödenecek
miktar ve rıza yeterlidir. Tabi bu işte çığırından çıkmış ve akla hayale sığmayan sapkınlıklar
sergilenmiştir. Şiilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere gidenler bunlara şahitlik
etmektedirler. Bunlarla alakalı rivayetlerden bazılarını zikredelim.
Onların en muteber hadis kitabı olan Kafi’de şöyle geçmektedir: “Cuma günü sabah
kapının önünde oturuyordum. Birden bir kız geçti ve güzelliği çok hoşuma gitti. Oğlumu
gönderip onu geri çağırttım. Sonra onu evime alıp onunla muta yaptım. Eşim bizi fark etti ve
eve girdi. Kız hemen kapıya doğru koştu. Ben ortada kaldım ve –eşim- bayramlarda giydiğim
yeni elbiselerimi üzerime parçaladı.”53
Hele devrimin kahramanı (!) Humeyni’nin verdiği fetvaya bir bakın: “Mekruh olmakla
birlikte zina eden bir kadınla muta yapmak caizdir. Özellikle de zina ile meşhur olan
fahişelerle -mekruhtur-.”54
Alimlerinden Fethullah el-Kaşani Rasulullah’a iftira atarak şöyle rivayet etmektedir:
“Kim bir defa muta yaparsa onun derecesi Hüseyin’in derecesi gibidir. Kim iki defa muta
yaparsa onun derecesi Hasan’ın derecesi gibidir. Kim üç defa muta yaparsa onun derecesi
Kafi, Babu’t Takiyye c.2 sf. 217
Kafi, Babu’t Takiyye c.2 sf. 217
52
Butlanu Akidetü’ş Şia, sf. 62
53
Şerhu Usulu’l Kafi c.12 sf.308
54
Tahrirü’l Vesile c.2 sf. 288
50
51
Ali’nin derecesi gibidir. Kim dört defa muta yaparsa onun derecesi benim ki gibidir.”55
Aynı kişi başka bir yerde şöyle demektedir: “Cebrail bana Rabbimden bir hediye
getirdi. İşte bu mümin kadınlarla muta yapmaktır. Allah bu hediyeyi benden başka daha önce
hiçbir nebiye vermedi. Biliniz ki, Allah, diğer Enbiyaların tamamından üstün olmam
sebebiyle mutayı bana has kıldı. Kim ömründe bir kez muta yaparsa cennet ehli olur. Muta
yapan erkek ve kadın bir yerde bir araya geldiklerinde, onların üzerlerine melek iner ve
ayrılıncaya kadar onları korur. Eğer aralarında konuşurlarsa, kelamları zikir ve tesbihtir. Biri
diğerinin elini tutacak olsa, parmaklarının uçlarından günahlar ve hatalar akar gider. Biri
diğerini öpse, öptüğü kadar her ikisine hac ve umre sevabı yazılır. Cima ettiklerinde her lezzet
ve şehvet için yüce dağlar gibi hasenat yazılır. Yıkanmayla uğraştıklarında, damlayan her su
damlası kadar Allah kendisini tesbih edecek, takdis edecek melekler yaratır ve bu meleklerin
tesbihi ile takdisinin sevabı kıyamet gününe kadar o ikisine yazılır. Ey Ali! Bu sünneti
(mutayı) hafif ve zayıf kabul edip sevmeyenler benim şiam -taraftarım- değildir ve ben
onlardan beriyim.”56
Sevgili Müslümanlar! Görüyorsunuz değil mi? Yüce Rabbimiz kalplere fuhşiyatı ve
rezilliği çirkin göstermişken, şeytanlaşmış nefisleri nasıl da bunları kendilerine süslüyor.
“Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (elçiler) gönderdik, fakat şeytan onlara
yapıp ettiklerini süslü göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acı bir azap
vardır.”57 Biz bu sapkınlıkları nasıl olurda sadece bir mezhep farklılığı olarak kabul edip
hazmedebiliriz. Hayır! Bizi selim bir fıtratla yaratan Allah’a yemin olsun ki onların bu
rezilliklerini ve İslam ehline hazırladıkları tuzakları ortaya koyacağız. Bunu da Rabbimizin şu
emrine imtisal ederek yapacağız: “Suçlu-günahkârların yolu apaçık ortaya çıksın diye,
ayetlerimizi işte böyle birer birer açıklamaktayız.”58
Mutanın şartları hakkında el-Kaşani şöyle demektedir: “Muta akdinin beş rüknü
vardır. Erkek, kadın, mehr (ücret), icap ve kabul.” 59 Zina eden bir kimsede kadına, ücretten
başka bir şey vermez. Bunun adının muta olması içeriğinin zina olmasını değiştirmez. Bu
şartların hangisi zinada yok.
Muta içinde herhangi bir sayı sınırlaması yoktur: el-Kaşani şöyle demektedir: “Biliniz
ki; mutada eş sayısı sınırlı değildir. Adamın kadına, nafaka vermesi, mesken ayarlaması,
elbise alması gerekmez. Muta ile eşler arasında miras sabit olmaz. Bunlar sadece devamlı
evlilik akdinde sabit olur.”60
Muta nikâhında şahide ve ilana gerek yoktur. Büyük alimleri Tusi şöyle demektedir:
“Muta’da ne ilana nede şahide gerek yoktur.”61 Evet zinada da bunlara gerek yoktur.
İnsanın kabul edemediği bu olay daha da başka sapkınlıkları beraberinde getirmiştir.
İşte delili ki onlar kadınlarını ortak kullanmaya cevaz verir hale gelmişlerdir.
Ebu Abdullah’tan rivayet edildiğine göre Fadıl Mevla Muhammed b. Raşit şöyle
sormuştur: “Bir kadınla muta evliliği yaptım. Sonra içime onun evli olabileceğine dair bir
şüphe düştü. Araştırdım ve onun bir kocasının olduğunu öğrendim. Ebu Abdullah “Niçin
araştırdın!” dedi.” Aynı şekilde başka biri: “Bir kimse muta evliliği yaptı. Sonra ona kadının
evli olduğu söylenince, kadına sordu. Ebu Abdullah “Niye sordu!” dedi.62
Masum imamlar olduklarını iddia ettikleri kimselere -bu şahıslar onların attıkları
iftiralardan beridir- bak ki insan fıtratının kabul etmeyeceği, münharif dinlerde bile
bulunamayacak şu iğrençlikleri normal kabul ediyor ve araştırılmamasını sorulmamasını
Tefsiru Menheci’s Sadıgin sf.356
A.g.e
57
Nahl 63
58
Enam 55
59
A.g.e sf.114
60
A.g.e sf. 115
61
Et-Tehzib c.2 sf. 188
62
A.g.e
55
56
söylüyor. Allah aşkına söyleyin siz Ali (ra)’ın böyle bir şeyi ikrar etmesini ona yakıştırabilir
misiniz? Gökleri direksiz yaratana yemin olsun ki biz, Ehli Sünnet bırakın Ali (ra)’a bunu
yakıştırmayı, en günahkârımıza bile bunu yakıştıramayız.
Günümüz de ise bu iş kelimelerle ifade etmekten hayâ edilecek boyutlara gelmiştir.
Bununla alakalı “(‫ )هلل ثف لتاف ر كشف ألسرف ألر وتب ئف ألسئةف ألسارف ر‬isimli kitaba bakabilir. Kitabın
yazarı Necef’in Şia âlimlerinden birisi olup, üst mevkilerdeki âlimlerle görüşmüş özellikle de
Humeyni ile seyahatler yapmış birisidir. Yüce Allah’ın kendisine hidayet nasip etmesinden
sonra bu kitabı yazmıştır. Vakıa ile alakalı birçok tafsilat bu kitapta yer almaktadır.
Söylendiğine göre yazar bu kitaptan dolayı öldürülmüştür. İran bu kitabın toplatılması için
milyon dolarlar harcamıştır. Allah şehadetini kabul etsin.
Son olarak bu bapta tüylerim diken diken şu uydurma ve çirkin rivayeti getiriyorum.
Musa b. Abdulmelik bir adamdan şöyle bildirmiştir: “Ebu Hasan Rıza’ya –imamları olduğunu
iddia ettikleri birisi-, kadına arkadan -dübürden- ilişki kurmayı sordum. O da, Kuran’da Lut
(as)’ın “İşte bunlar kızlarımdır-onlarla evlenin- . Onlar sizin için daha temizdir.” sözü bunu
helal kılmaktadır. Çünkü Lut (as), onların kadınlara önden yaklaşmak istemediklerini
biliyordu.”63 La havle vela kuvvete illa billah. Bu nasıl bir sapıklık ve bu nasıl bir iftira? Bu
nasıl bir ayet tefsiri? İnsanın aklı almıyor.
9. Şia’nın Kuran Hakkındaki İnancı
Ortaya atılan her görüş ve her düşünce muhakkak ki Kuran’dan ve Sünnetten
delillendirilmek zorundadır. Yoksa insanların sözleri hüccet değildir. Tarih boyunca her fırka
kendi görüşünü Allah’a onaylatmak için Kuran ayetlerini batıl teviller ile tevil etmiştir. Tabi
batıl teviller hakikatin karşısında her zaman sırıtır durur. Rafıziler de ortaya attıkları imamet
inancını desteklemek için bu tür tevillere sarılmış, ama bunlar tatmin edici cevaplar
olmayınca Kuran’ın tahrif edildiği ve eksik olduğu düşüncesini türetmiştir. Pe ki şu ayeti kim
indirdi yoksa -haşa- Resul’ü kendisi mi yazdırdı veya da Cebrail (as) habersiz vahiy mi
getirdi? Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz, zikri/Kuran'ı biz indirdik, onun
koruyucuları da gerçekten biziz.”64 “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet
sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.”65 Bu ayetleri nereye koyacağız. Bu ayetler bize
Kuran’ın tahriften ve noksanlıktan korunduğunu ifade ederken, Kuran’ın eksik ve tahrif
edilmiş olduğunu söyleyenleri nereye koyacağız. Bu konuda birkaç rivayetle yetineceğiz.
Onlar Kuran’ı Yüce Allah’tan indiği şekilde Ali (ra)’dan ve imamlarından başka hiç
kimsenin bilmediğini açıkça söylemektedirler. Ünlü hadisçilerinden Kuleyni Kafi’de şöyle bir
rivayet getirmektedir: “Ebu Cafer’i şöyle söylerken işittim: “ Allah’tan indiği haliyle Kuran’ı
tam bir şekilde topladığını iddia eden hiçbir kimse yoktur ki kezzap (yalancı) olmasın. Onu
Allah’tan indiği şekilde toplayıp ezberleyen sadece Ali b. Ebi Talip ve sonraki imamlardır.”66
Yani Ehli Sünnetin elindeki Kuran’ın Allah’tan indiği şekliyle nakledilen Kuran
olmadığını iddia ediyorlar. Pe ki kim tahrif etti. Üç sahabe dışında herkesin kafir olduğunu
savunanların, bunu da sahabeye iftira atması gayet doğal. Baktılar ki Kuran’da imamet
hikâyesini ve kendi sapıklıklarını temize çıkaracak şeyler yok, hemen bi Kuran yazdılar.
Kuleyni başka bir yerde ise şöyle söylemektedir: “Ahmet b. Muhammet b. Ebi Nasır
şöyle dedi: “Ebu Hasan –Ali (ra)- bana mushafı verdi ve ona bakma dedi. Açtım ve baktım ki
Beyyine suresi. Bu surede yetmiş tane Kureyşlinin ve babalarının isimlerinin zikredildiğini
gördüm.”67
Sonuç ve Nasihat
Başında da söylediğimiz gibi, amacımız olmayan şeyleri iftira atarak mezhep kavgası
Butlanu Akidetü’ş Şia, sf. 69
Hicr 9
65
Fussilet 42
66
Butlanu Akidetü’ş Şia, sf. 18
67
A.g.e
63
64
oluşturmak değil, mezhepleri batıl olan ve Ehli Sünnete karşı tarih boyunca İslam
düşmanlarının saflarında savaşan68, kendi dinlerini ve fıtratlarını ifsat eden bu taifeye karşı
kardeşlerimizi uyarmaktır. Biz bu çalışmamızda kendi fikirlerimiz ve çıkarımlarımızla
konuşmadık. Bilakis tamamen kendi kaynaklarından nakil yaptık.
Tarihin sayfalarını azıcık karıştıran, Şam topraklarına saldıran Moğolların reisi
Hulagu’nun vezirinin kim olduğunu görür. Bu günkü İran topraklarına Safavi Devletini kuran
Şah İsmail’in nasıl kıyımlar yaptığını tarih tescil etmiştir. Asrımızda ise Şah İsmail’in
torunları Humeyniler, Hamaneyler, Sistaniler Amerika ile beraber İslam coğrafyasında büyük
bir savaşa girmiştir. Bunları hem kendi ağızlarından hem de müttefikleri haçlıların ağızından
duyuyoruz. İşte Irak’ta bunların Ayetullah’ları Sünnileri öldürme fetvası vermek için
Amerika’dan para aldığı videolarla ortaya çıktı. İşte Lübnan’da Hizbullah, Şia’nın bile akide
olarak kafir dediği Nusayrilerle beraber Suriye’de Müslümanları öldürüyor, ırzlarına el
uzatıyor. Birileri de kalmış hala bunun kardeş (!) kavgası olduğunu ilan ediyor. Kim bu necis
akidedeki adamların halini bilir de ona kardeş derse bilsin ki biz onun kardeşi değiliz.
Son söz olarak İran’ın Müslümanlar için çok ciddi bir tehdit olduğunu algılamamız
gerekmektedir. İran bütün İslam topraklarında çok ciddi bir “teşeyyü” şiileştirme politikası
izlemektedir. Bunların dinin aslının takiyye olduğu ve menfaatleri için hiçbir zaman yalan
söylemekten kaçınmayacakları unutulmamalıdır. İran Ortadoğu’da nüfuz sahibi olup Ehli
Sünneti bitirmeye ant içmiştir. Amerika Irak’a girmiş ve oraya Şii Maliki hükümetine bırakıp
çekilmiştir. Suriye’de Esat ailesi zaten İran’ın beslemesidir ve Ehli Sünnete kan
kusturmaktadır. Lübnan’da Hasan Nasrallah’ın önderliğini yaptığı Hizbullah, tamamen İran
menşelidir ki liderleri bunu açıkça ifade etmektedir. Yemen’de Husi kabilesi, daha önce
bahsettiğimiz gibi mezhebini değiştirerek İran’a tabi olmuş ve onun çıkarları için
çalışmaktadır.
Ey Müslüman Kardeşim! Ehli Sünnet akidesini ve menhecini güzelce öğrenmek ve
ailene bunu öğretmek kaçınılmazdır. Allah için ümmetin düştüğü durumu düşünüp, bu
ümmetin bir parçası olduğunu hatırlama zamanı çoktan geldi ve geçiyor.
Yüce Rabbimiz, ümmeti bu noktada uyarmak ve bilinçlendirmek için değerli eserleri
bize miras bırakan kıymetli alimlerimize rahmet etsin. Onları Sıddıklarla beraber haşr etsin.
Bu fakiri de onların yanına iliştirsin. Bu duaya amin diyenleri, Rabbim dünya da ve ahirette
aziz etsin.
Allah’ım! Muhammed Ümmetine rahmet et!
Abdurrahman Münir
68
Kendi maslahat ve menfaattarı doğrultusunda İslam düşmanları ile de savaştıkları tabi ki olmuştur.
Download