Sünneti *hyan*n Fazileti

advertisement
1
‫الر ِحيم‬
ِِ ‫الر ْح‬
ِ ‫ِب ْسِم‬
َّ ‫من‬
َّ ِ‫للا‬
ََ‫ص ْحبِ َِه أ َ ْج َم ِعين‬
ََ ‫ع‬
َِ ِ ُ‫ا َ ْل َح ْم َد‬
َّ ‫صالََة ُ َوال‬
َّ ‫بَ ْالعَالَ ِمينََ َوال‬
ِ ‫ِل َر‬
َ ‫سالَ َُم‬
َ ‫لى‬
َ ‫سيِدِنَا َ ُم َح َّمدَ َوآ ِل َِه َو‬
SÜNNETİ İHYANIN FAZİLETİ
Sünnet Nedir?
Hadis ve sünnet, Kur’an dışında Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimize ait olan sözleri, fiilleri, davranışları,
sükût buyurup tasvip ve tasdik ettiği halleri ve yapmaya niyetlendiği şeyleri ifade için kullanılan iki terimdir.
Ancak ikisi arasında kullanımda biraz fark vardır.
Hadis, daha çok Hz. Rasulullah’ın (s.a.v) sözlerine, fiillerine ve sükût yoluyla tasdik ettiği şeylere denir.
Sünnet ise, daha çok Hz. Rasulullah’ın (s.a.v) gidişat, davranış, ahlak ve takip ettiği yol için kullanılır. Sünnet,
hadisten daha özel bir mana ifade eder. Birini diğerinin yerine kullanmanın dinen bir sakıncası yoktur.
Ehl-i Sünnet demek, itikad, amel ve yaşantı olarak Hz. Rasulullah’ın (s.a.v) yolundan giden kimse demektir.
Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayrılmadıkları için Ashab-ı Kiram’a uyan kimseye de “Ehl-i Sünnet” denir. 1
Peygamberimizin çoğu zaman yaptıkları ve farz olmadığını bildirdiği halde, ısrarla yapılmasını istedikleri
şeyler, kuvvetli, yani "müekkede" sünnet, bazen yapıp bazen yapmadıkları ise, az kuvvetli, yani "gayr-i
müekkede" sünnet olur. Meselâ, misvakla ağız temizliği, namazları cemaatle kılma, sabah, öğle ve akşam
namazlarının sünnetleri kuvvetli sünnetlerdir. İkindi ve yatsı namazlarının sünnetleri ise az kuvvetli
sünnetlerdir. Sünnetleri yapan, fazlalık sevap kazanır ve Kıyamet gününde Peygamberimizin şefaatine daha
büyük ihtimalle kavuşur. Özürsüz terk edenler ise günahkâr olmasalar bile, asık bir çehreyle karşılanırlar.
Her Arapça bilen veya bir hadis kitabının Türkçesini ele geçiren kimse, hadis kitaplarını önüne koyup
okuduğu her hadisle amel edemez. Özellikle hüküm ve fıkıhla ilgili hadislerle, fakihlerin tespit ve ictihadına
göre amel edilmelidir. İtikadla ilgili hadislerin izahını, ehil âlimlerden dinlemelidir. Ahlak, edeb ve faziletlerle
ilgili hadisleri, kısa da olsa bir açıklamadan öğrenmelidir. Hadisler bir eczane gibidir. Hangi hastalığa hangi
ilaçtan ne kadar alınacağı, uzman bir doktora sorulmalıdır. 2
Sahabe-i Kiram, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in: "Size benim sünnetime sarılmanızı tavsiye ederim” 3
emrini işitince, buradaki sünnet lafzından "O'nun umumi ve hususi hayatındaki davranışlarını ifade ettiğini"
bildikleri için hiçbir şey sormamışlardır. Çünkü bu kelimeye yabancı değillerdi.
Sünnet, Hz. Kur’an’ın canlı tefsiridir. Hz. Peygamber (s.a.v) üzerinde zuhur eden ilahi ahlaktır. Allah’ın
razı olduğu cennet hayatının bir numunesidir. Bütün insanlık, sünnet ahlakını yaşamak ve yaymakla görevlidir.
Başka fikir, felsefe ve kültürler sadece acı, gözyaşı ve hüsran getirir.
Sünnetin Yeri ve Önemi
İlâhi kelâm olan Kur’an, insanlık âlemine Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz vasıtasıyla intikal etmiştir.
Üstelik Cenab-ı Hak, Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’i, Kur’an’ı insanlara sadece tebliğ etmekle değil, aynı
zamanda açıklamakla da görevli kılmıştır.
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e uymayı, O’na muhalefet etmemeyi, O’nun getirdiklerini alıp,
sakındırdıklarından uzak durmayı emreden, Allah’ın rızasını arayanlar için O’nda güzel örnek bulunduğunu haber
veren, ancak O’na itaat etmekle gerçek anlamda Rabbimiz’i sevdiğimizi söyleyebileceğimizi ve bağışlanmamızın
da buna bağlı olduğunu bildiren ayetler, Sünnet’in dindeki yerini ve fonksiyonunu tayin edici ilâhi beyanlar
cümlesindendir.
1
Semerkand Dergisi, Sünneti Doğru Anlamak, Temmuz 1999
2
Semerkand Dergisi, Sünnet Olmadan Din Yaşanmaz, Nurullah Toprak, Temmuz 1999
3
İbn-i Mace,I,15-16,Had No: 42
2
Buradan hareketle şunu söylemek kaçınılmaz olmaktadır: Eğer Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in
açıklaması olmadan Kur’an’ın Cenab-ı Hakk’ın muradına uygun olarak anlaşılması ve yine Cenab-ı Hakk’ın razı
olduğu bir hayatın yaşanması mümkün olsaydı, Efendimiz’e vurgu yapan onlarca ayete gerek olmazdı. 4
Allah Rasulü (s.a.v) haber vererek şöyle buyurmuştur:
“Bilin ki bana Kur’an ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan
bazı kimselerin ‘sadece bu Kur’an’a sarılın, Kur’an’ın helal dediğini helal, haram dediğini haram kabul edin’
diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Allah’ın Rasulü’nün haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.”5
Rasulullah’ın (s.a.v) haber verdiği, Sünnet’e gerek olmadığı ve sadece Kur’an’la yetinme düşüncesinin
öncüsü niteliğinde değerlendirilebilecek hususun, tabiun (sahabeden sonraki nesil) döneminde gerçekleştiğini
görüyoruz.
Sahabeden İmran b. Husayn (r.a.), bir yerde şefaatten bahseder.
Orada bulunanlardan biri ”Ey Ebu Nuceyd, sizler bize bazı hadisler söylüyorsunuz, ama biz Kur’an’da
onların bir aslını bulamıyoruz!” diye karşılık verir.
Bunun üzerine İmran b. Husayn (r.a) kızar ve adama: “Sen Kur’an okudun mu?” diye sorar.
Adam: “Evet” deyince, “Peki Kur’an’da öğle namazının dört rekât olduğunu ve kıraatin alçak sesle
yapılacağını bulabilir misin?”
Daha sonra namaz, zekât ve benzeri hususları sayar ve o şahsa “Sen bunların tafsilatını Kur’an’da bulabilir
misin? Bulamazsın, çünkü Allah’ın Kitabı bu konulara kısa ve genel değinmiştir. Bunların ayrıntısını Sünnet
vermiştir.” der. 6
Tabiinin büyüklerinden Mutarrif b. Abdullah’a (r.a) birisi; “Bize Kur’an’dan başka bir şeyden
bahsetme!” dedi, o da cevaben “Allah biliyor ki biz, Kur’an’ın yerine geçecek başka bir şey istemiyoruz.
Biz, Kur’an’ı bizden iyi bilenin Sünneti peşindeyiz” demiştir. 7-8
Hiç bir sahabiden böyle bir söz duyulmamıştır. Hak olan hiç bir mezhep imamı ve fakih “Kur’an ve
aklımız bize yeter!” dememiştir. Hiç bir muhaddis ve müfessir böyle bir şeyi dile getirmemiştir. Hiç bir veli,
Hz. Peygamberin elinden tutmadan Allah’a ulaşacağını düşünmemiştir. Düşünenler velilik değil, delilik
diplomasını almışlardır. 9
Allah Teâlâ kendisine nasıl kulluk yapacağımızı, içimizden seçmiş olduğu elçiye bakarak anlamamız ve
hayata geçirmemizi bizlerden istiyor: “Andolsun ki, Rasulullah (s.a.v), sizler için güzel örnektir.” 10
Rabbimizin bizden istediği kulluk görevini, Rasulullah’ın (s.a.v) sünnetine bakarak yerine getirmekle
yükümlüyüz. Diğer bir ifade ile Cenab-ı Hak, Rasulünün sünnetine uymayı, hem Allah’ı sevmenin hem de Allah
tarafından sevilmenin alameti ve günahların bağışlanmasına bir vesile sayıyor:
“(Ey Habibim) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın.” 11
Efendimiz’in (s.a.v): "Şüphesiz ki bana bir kitap ve onunla birlikte bir benzeri verildi" 12 Hadis-i
Şerifini esas alan İslam uleması; Hasan b. Atiyye'den şu rivayeti nakleder:
4
Semerkand Dergisi, Sünnetsiz Din Düşünülebilir Mi? Ebubekir Sifil 42. Sayı
Ebu Davud, Tirmizi, İbn-i Mace
6
Şatibî
7
Şatıbî
5
8
Semerkand Dergisi, Sünnet Nasıl Anlaşılmalı, Ali Kaya, Temmuz 1999
Semerkand Dergisi, Sünnet Olmadan Din Yaşanmaz, Nurullah Toprak, Temmuz 1999
10
Ahzab/21
11
Âl-i İmran/31
9
12
Sünen-i Ebu Davud,V,10-11,Had. No: 4604
3
"Cibril (a.s) Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de Resulullah’a (s.a.v) indiriyordu. Kur'an'ı öğrettiği gibi
sünneti de ona öğretiyordu" 13 hükmünü beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim’de de "Kitap ve hikmet" bir arada
zikredildiği sabittir.14
Ayet-i kerimede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İçlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan,
(kötülüklerden ve inkârdan) temizleyen, kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah,
müminlere büyük bir lütuf ta bulunmuştur.” 15
İmam Şafii bu ayet-i kerime ile ilgili şöyle der:
“Kur'an bilgisini beğendiğim bir kimseden bununla ilgili olarak şöyle dediğini duydum: "(Ayette geçen) hikmet,
Resulullah’ın (s.a.v) sünnetidir:’’ 16
Başka bir ayet-i celile de Allahü Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre
seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” 17
Savi ayetin tefsirinde şöyle buyurur: “Burada Yüce Allah'ın adının söylenmesi. Onun şanını yüceltmek ve
Resulullah (s.a.v)'in verdiği hükmün, Allah'ın verdiği hüküm olduğuna işaret içindir. Çünkü Rasulullah (s.a.v),
heva ve hevesine uyarak konuşmaz.” 18
İbn Kesîr ise şöyle der; “Bu âyet, bütün işler için geçerlidir. Yani, Allah ve Resulü herhangi bir hüküm
verdiklerinde, hiçbir kimse ona muhalefet edemez. Hiç kimsenin tercih etme, görüş açıklama ve söz söyleme
yetkisi yoktur.”19
Bunun içindir ki Yüce Allah, muhalefet edenlerin sonlarının çok kötü olacağını söyleyerek şöyle buyurdu:
Kim, Allah ve Resulü’nün emrine aykırı davranırsa, doğru yoldan çıkmış, yanlış yola girmiş ve apaçık bir sapıklığa
düşmüştür. 20
Buhari, Ebu Hureyre'den rivayetle Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
“Yüz çevirenler hariç, ümmetimin tamamı cennete girecektir.” Sordular: “Ya Rasulullah! Kimdir o yüz
çevirenler?" Cevap verdiler: "Bana itaat eden cennete girer, isyan edende yüz çevirmiş olur.” 21
Hadis-i şerifinden anlaşılacağı üzere Allah Resulüne uymak cennete girmek için bir vesile olacağı
anlaşılmaktadır. Bu cihetle mademki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnetlerinin ihya edilmeyişi felakete
sebep olacaktır, öyleyse bu felaketten kurtulmanın çarelerine başvurmak lazımdır. Bu da Peygamber
Efendimiz’in (s.a.v) sünnetini öğrenmek ve öğretmektir.
Tek görevi Allah’ın dinini tebliğ ve öğretme olan Hz. Peygamber’in (s.a.v) fikir, fiil, söz ve davranışlarını
bilmeden ve örnek almadan İslam dini yaşanamaz. Birileri, “O hadis ve sünnet olarak anlatılanlar sağlam değil,
şüphelidir. Onlar olmadan da biz İslam’ı yaşarız” derse, o yaşadığı İslam dini değildir, başka bir dindir.
Peygamber yerine kendisini, Sünnet yerine aklını koyarak Kur’an’ı anlamaya çalışan kimse, Allah’ın istediği dini
değil, nefsinin süslediği bir felsefeyi ortaya koyar ve öyle yaşar. Bu şekilde ortaya çıkan ise; edeb içinde amel
13
Darimı,Mukaddime,bab no.49,Hatıb,el-Fakih ve'l-Mutefakkih,I,91;Kıfaye,23,34;Bkz:İmam-ı Suyuti, Sünnetin İslamdaki Yeri,32
14
Kur'an-ı Kerim'de kitap ve hikmet'in bir arada anıldığı ayet-i kerimeler,Nisâ sûresi ayet-113,Bakara sûresi ayet-129,151,231,Al-i İmran sûresi
ayet-161,Cuma sûresi ayet-2,Ahzab sûresi ayet-34
15
Al-i İmran suresi ayet-164
16
Şafii,er-Risale,78;Bkz:Bkz:Celalettin es-Suyuti,Sünnetin İslamdaki Yeri,20-21
17
Ahzab/36
18
19
Savi Haşiyesi,III,278
Muhtasar-ı İbn Kesîr,III,7
20
Muhammed Ali Es Sabuni, Safvetü’t-Tefasir,V,89-90
21
Buhari,İ'tisam, bab no: 2; Ahmed bin Hanbel, el·Müsned,II,361; el-Hakim, Müstedrek,I55;İbn Hazm, el- İhkam,III,270;Bkz:Celalettin esSuyuti,Sünnetin İslamdaki Yeri,35
4
edilecek bir din değil, edebsizce bol bol laf edilecek bir felsefi ekoldür. Ayetlerde uyarıldığı gibi, bu ekolün
başında şeytan, içinde nefis, sonunda ateş vardır. 22-23
Gavs-ı Sani (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: "Yola çıkan kimsenin hedefine ulaşması için belli bir yol ve
usul takip etmesi gerekir. Başıboş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye
varacağı belli olmaz. Allah (c.c) yolu da böyledir. O yolda Hz. Resulullah'ın (s.a.v) izinden başka Allah'a (c,c) giden
bir yol ve kapı yoktur."
Sünneti İhyanın Fazileti
Hz Peygamber (s.a.v)’in sünnetini ihya, ilahi aşkın alametidir. Her kul yüce Allah’a sevgisi ancak edeple
ispat edebilir. Edep ise sünnete uymaktır.
Ashâb-ı Kirâm Hz. Resûllah’ı (s.a.v) her yönüyle taklit ediyor, her şeylerinin ona benzetmeye
çalışıyorlardı. Allah Resûlüne benzemek onlar için en büyük faziletti. Hz. Âişe (r.anha) annemiz
Peygamberimiz’le (s.a.v) şevval ayında evlendiği için kendi akrabalarının da buna uyarak şevval ayında
evlenmelerinin istiyordu. 24
Ebû Hüreyre’den (r.a) sonra en çok hadis rivayet eden yedi sahabeden biri de Abdullah b. Ömer (r.a) idi.
Abdullah b. Ömer (r.a) peygamber sevgisini, hayatının gayesi haline getirmiş mümtaz bir sahabe idi. Onun
Resûlullah’ın (s.a.v) bıraktığı hatıralara karşı müthiş bir iştiyakı vardı. Allah Resûlü’nün hayatta iken yaptığı
bütün davranışları taklit eder, yürüdüğü yollarda onun gibi yürür, namaz kıldığı yerde namaz kılar ve onun gibi
yer içerdi. Hatta Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) altında gölgelendiği ağaçların altında otururdu., kurumasınlar diye
onları sulardı. Abdullan b. Ömer (r.a), Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) minberde ayak bastığı yerlere elini
sürerdi, sonrada elleriyle yüzünü gözünü sıvazlardı. 25
Sünnet-i Seniyye’nin belirleyiciliğinde yaşanan bir hayatta, adet ibadete dönüşerek sevap konusu haline
gelir. Bir başka deyişle Müslüman, sırf Sünnet’te tavsiye edildiği için herhangi bir davranışı benimser ve
yaparsa, karşılığında sevap kazanır.
Çok basit bir örnek olarak şunu zikredelim: Yemeği sol elimizle yersek dinden çıkmayız; ama sağ elimizle
yersek bir sünneti yerine getirmiş, dolayısıyla sevap almış oluruz. Tekrarlı yaptığımız işlerde 3, 5, 7 gibi tekli
rakamlara riayet etmek, yatağa sağ tarafımız üzerine yatmak, tuvalete, banyoya sol ayakla girip sağ ayakla
çıkmak, camiye, eve, işyerine sağ ayakla girip sol ayakla çıkmak gibi bireysel alanla sınırlı işlerden, toplumsal,
hukuki, ekonomik, ticari konulara kadar aklımıza gelecek her faaliyet sahasıyla ilgili olarak Sünnet’in eşsiz
rehberliği ve diriltici soluğu, bizlere iyiyi, doğruyu ve güzeli işaret ettiği kadar, sevap hanemizin dolmasını da
sağlamaktadır. 26
Enes b. Malik diyor ki: "Resulullah (s.a.v) bana buyurdu ki: "Oğulcağızım! Eğer sen kalbinde her hangi
bir kimseyi aldatma isteği taşımayarak sabahlayabiliyor ve akşama erişebiliyorsan, bunu yap."
Sonra da bana buyurdu ki: "Oğulcağızım bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, şüphesiz
o beni sevmiş olur. Kim de beni severse, benimle birlikte cennette olacaktır." 27
Küfrün başı Ebu Cehil bir defasında: “Eğer bu Peygamberin getirdikleri ve söyledikleri doğru ise,
gökten başımıza taş yağsın ve yahut Allah bizi acı bir azap içinde yaksın!” diyerek, işi alaya almıştı. Küfür
ve isyan halinde iken elinden alınmayan nimetlere aldanmıştı. İnen ayet-i kerime, Ebû Cehl’in çoktan hak ettiği
bu azabın niçin tehir edildiğini şöyle açıkladı:
Hac/4; Fâtır/6
Semerkand Dergisi, Sünnet Olmadan Din Yaşanmaz, Nurullah Toprak, Temmuz 1999
24
Müslim, Nikâh, 51.
25
Buhârî, Cihâd, 127.
26
Semerkand Dergisi, Hayat Sünnet'le İbadete Dönüşür, Ebubekir Sifil, 42. Sayı
22
23
27
Tirmizî,İlim,bab:16,no:2678
5
“Rasûlüm, sen onların arasında iken Allah onlara azap indirecek değildir. Ve onlar istiğfar edip
Allah’a yöneldikçe de Allah kendilerine azap etmeyecektir.” 28
Bu âyet-i kerime bize şu işaretlerde bulunmaktadır:
* Hz. Rasûlullah’ın (s.a.v) bulunduğu yerlere umumi azap inmez. Allah’ın Rasûlü (s.a.v), sünnetini ihya eden
kâmil mü’minler vasıtasıyla halkın arasında manen yaşamaktadır.
* Bir memlekette Hz. Rasûlullah’ın (s.a.v) sünneti yaşanıyorsa, o memlekete de umumi azap gelmez.
* Bir kalpte Rasûl-i Kibriyânın (s.a.v) sevgisi bulunuyorsa, o kalp bunalıma girmez.
* Bir ev halkı, sünnet edebine dikkat etse, o evde geçimsizlik olmaz.
* Aralarında Hz. Rasûlullah’ın (s.a.v) vârisi kâmil mürşidler bulunan bir cemiyet, genel olarak ruhi bunalım
ve ahlâki çöküntü yaşamaz. 29
Ebü’l-Abbas b. Atâ’ şöyle buyurmuştur: “Kim nefsini sünnetin adapları üzerinde tutarsa, Allah marifet
nuruyla onun kalbini aydınlatır. Allah’ın Habiblinin emirlerine, yaptıklarına ve ahlâkına tâbi olmaktan, söz,
fiil, gayret, bağlılık ve niyet açısından Hz. Peygamber’in (s.a.v) edepleriyle edeplenmekten daha büyük
bir makam yoktur.” 30
Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v): “Keşke kardeşlerimi görseydim.”
deyince, Ashab (r.a) “Ey Allah’ın Rasulü, biz kardeşlerin değil miyiz?” dediler. Rasulullah (s.a.v)
”Hayır, sizler ashabımsınız. Kardeşlerim benden sonra gelip Sünnetimi yaşayacak olanlardır.” buyurdu.
Hadisin bazı rivayetlerinde “kardeşlerim” kelimesi yerine “halifelerim” kelimesi geçer. Hadiste,
Rasulullah’dan (s.a.v) sonra gelip O’nun Sünnetini yaşayacak ve tebliğ edeceklerin iki özelliğinden
bahsedilmektedir: Birincisi, Rasulullah’a (s.a.v) ihvan (kardeş) olmak, ikincisi Rasulullah’ın (s.a.v) halifesi olmak.
Ashab, bu ümmetin en faziletli ve en mümtaz neslidir. Hz. Peygamber’e (s.a.v) arkadaş ve yakın olma
şerefine ermişlerdir. O’nun Sünnetini yaşayıp, tebliğ etmekle şereflenen sonrakiler de, Rasulullah’a (s.a.v)
kardeş ve halife olan nesillerdir. 31
Bu şerefle nasiplenen İslam âlimleri ve Sadat-ı Kiram sünneti ihya için canlarını kurban etmişlerdir.
Bunun canlı örneklerini gerek İslam âlimlerinin gerekse Sadat-ı Kiramın hayatlarında çokça görmek mümkündür.
Zira onların hayat gayelerinden biri de Resulullah’ın (s.a.v) sünnetlerini öğrenmek ve bizatihi yaşamaktır.
Menkıbe
Gavs-ı Bilvânisi (k.s) hazretleri bir gün çok rahatsızlanmıştı. Başı dönüyor, ayakta durmakta güçlük
çekiyordu. Bu haldeyken bile akşam namazını kıldırmak üzere mihraba geçti. Seyyid Abdülbâki (k.s) hazretleri
ayakta daha rahat durabilsin diye Gavs (k.s.) hazretlerinin kolundan tutuyordu. Mübarek bize o şekilde namaz
kıldırdı. Seyyid Abdülbâki (k.s) hazretleri de son rekâtta, Gavs (k.s) hazretleri tahiyyatta iken cemaate uyup
namaza durdu, kalan rekâtları selamdan sonra tamamladı. Böylece o da cemaatle namaz kılma sevabını aldı.
Namazın farzı bitmişti. Sünneti kılmak üzere Gavs hazretleri ayağa kalktı; ancak zorlandı, başı döndü.
Rükûa doğrulacak kadar durdu, yine oturdu. Bunu üç kez tekrar etti. Ayakta durmaya mecali yoktu. O esnada
cemaat içinde torunu vardı; o da âlim bir zattı; dedi ki:
Kurban, dinde zorlama yoktur; hastasınız, oturduğunuz yerden namazı kılsanız!
Bende biliyorum, ancak o kadar sevabı nasıl terk edeyim? Oturduğum yerden kılmakla, ayakta kılmak bir mi? 32
İmamı Rabbanî (k.s) şöyle buyurmuştur: “Bilesin, adaptan velev ki bir edebi muhafaza, mekruhlardan
velev ki tenzihi olsun bir mekruhu terk etmek, zikirden, tefekkürden, murakabe ve teveccühten çok daha
efdaldir.”
28
Enfal/33
29
Semerkand Dergisi, Gerçek Âlimlere Neden Borçluyuz? Nurullah Toprak, Şubat 1999
30
Sülemî, Tabakat, s. 268.
31
Semerkand Dergisi, Bu Devirde Sahabe Olmak, Abdülcelil Candan, Ağustos 1999
32
Denize Varan İzler, Bekir Nas, Hâcegan Yay.
6
Kâmil mürşidler, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in normal bir oturuş-kalkış şeklinde bile kendisine uymaya
çok ehemmiyet verirler. Sünnetleri farz hassasiyeti ile yerine getirirler, sadık talebelerinden de bunu isterler.
S. Saki Hazretleri anlatıyor: Babam (Gavs-ı Sâni hazretleri) şöyle anlattı:
“Ben bu göreve gelince, bir rüya gördüm. Rüyamda, başımın üzerinde bir taht yapılıyordu.
Tahtı yapanlara, ‘Bunu kim için yapıyorsunuz?’ diye sordum. ‘
Hz. Resûlullah (s.a.v) için yapıyoruz, o gelip oturacak’ dediler.
Ben, ‘Ne kadar oturacak?’ diye sordum.
Bana, ‘Bu kapıda sünnet-i seniyyeye uyulduğu sürece, Hz. Peygamber orada oturacak’ denildi.
Biz de bütün gücümüzle sünnet-i seniyyeye uyarak Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v) devamlı başımız üstünde
oturmasına çalışacağız inşallah.”
Bu mânevî emanet bu kapıda Kur’an, Sünnet ve âdapla kalacaktır. Bunun için hep Kur’an’a, Sünnet’e ve
yolumuzun adabına sarılmamız gereklidir. Bugüne kadar böyle gelmiştir. İnşallah bundan sonra da böyle devam
edecektir. 33
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri bir sözünde ise: ‘’Allah’ın dinine aykırı zerre kadar, iğnenin ucu kadar bir
işi işleyeceğime Allah ruhumu alsın’’ buyurmuştur.
Menkıbe
Musul taraflarında şeyhlik iddiasında bulunan bir kimse, talebesinden birini Seyyid Tâhâ hazretlerinin yanına
gönderdi ve; "Seyyid Tâhâ'ya, sünnete uymayan bir iş işletmeden, buraya dönme!" dedi.
O da kalkıp Nehrî'ye geldi. Bir ikindi namazından sonra, Seyyid Tâhâ hazretlerinin mescidin kapısında duran
ayakkabılarından sol ayağınınkini uzağa koydu. Bununla mescidden sağ ayakla çıkmasını ve sünnete uygun
olmayan bir iş yapmasını düşünmüştü.
Fakat Seyyid Tâhâ hazretleri, kalabalık içerisinde, o kişiye hitâb edip; "Aldığın ayakkabıyı yerine koy! Senin
aradığın şey, bu kapıda yoktur." buyurdu. 34
Ebu Hafs Haddad (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Bir kimse hal ve fiillerini sürekli olarak kitap ve sünnete
göre ölçüp biçmezse, adı, defterin ‘Allah’ın dostları’ bölümünden silinir.‘’
35
Amr b. Avf’tan: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İslâm garip başladı, başladığı gibi garip
olacaktır. O gariplere ne mutlu!” Soruldu: “Garipler kimlerdir yâ Resûlallah!” Şöyle buyurdular:
“Sünnet(ler)imi ihya edip Allah’ın kullarına öğretenlerdir.” 36
Bu devirde Hz. Peygamber’in (s.a.v) yoluna uymakla Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmeye gayret
eden bir kimseye hadis-i şerifte yüz şehit sevabı vaat edilmiştir.37
İmam-ı Rabban-i (k.s.) hazretleri bu meyanda şöyle buyurmuştur: ‘’Saadetli dostlarıma yapacağım en
önemli nasihat, sünnet-i seniyyeye tâbi olmaları ve Allah'ın rızasına aykırı olan bid'atlardan sakınmalarıdır.
33
S. Muhammed Saki Erol, Hayat Dengemiz, 256.
34
Hatme-i Hâcegân Sultanları, Muzaffer Taşyürek, s.153
35
Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, s.229
Tirmizî, İmân, 13. Lafız burada şöyledir: “İnsanların benden sonra ifsat ettikleri sünnet(ler)imi düzeltenlerdir.” Keza bk. Ebû Nuaym, Hilye,
2/10; Kudâî, Müsned, 2/138; Hatîb-i Bağdâdî, el-Câmi‘ li-Ahlâkı’r-Râvî, 1/112. Bu rivayet benzer ifadelerle 4.5.6.80.352.353.716.717
numaralarda geçmektedir (M).
36
37
Tebrîzî, Mişkatü 'l-Mesâbih, nr. 176; Deylemî, el-Firdevs, nr. 6608. Hadisin tam tahrici için hadisler bölümündeki 251. hadise bakınız; İbn Adî,
el-Kâmil, 2/739; Ebû Nuaym, Hilye, 8/200; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 1/172.
7
Zira her kim unutulmuş ve terk edilmiş bir sünneti ihya ederse yüz şehit sevabı kazanır. Bu durumda herhangi
bir farz veya vacip ihya eden kimsenin alacağı mükâfatı sen düşün.’’ 38
Kısacası, günlük olarak uygulanan her sünnet, edep, dua ve zikir kalbi uyandırır, manevi kuvvet olur, imanı
tazeler, yüce Allah’ı hatırlatır, Hz. Peygamber’i sevdirir, kula sevap getirir, şeytana karşı bir siper olur,
bidatten korur.
Sünnet edebine göre yaşayan herkes, dinini, kalbini, ahlakını, ailesini, neslini afetlerden korur. Dünyevi ve
uhrevi huzuru bulur.
Allahü Teâlâ, Sadatların himmet ve bereketiyle kalbimize zikrullahı, hayatımızın har anına sünnetullahı
nakşetmeyi nasip eylesin inşallah. Âmin.
38
İmam-ı Rabbani, Mektubat, 47. Mektup
Download