Kan Kardeşim 1983 yılında İstanbul’da çok ağır bir kış yaşandı. Yıllardır görülmemiş yoğunlukta kar yağdı. İstanbul içinde bütün yollar kapandı. Orta dereceli okulların 15 günlük Şubat (Karne) tatili 2 hafta uzatıldı. Yüksekokullar da tatil edildi. Ana yollarda araçlar sadece tek şerit halinde hareket edebildi. Ara yollar ve sokaklarda araçlar hareket edemedi. Yaşam büyük oranda yürüyerek devam etti. Bu arada çok güzel kar manzaraları da oluştu. Bu günler çocuklar için güzel ve eğlenceli olurken genelde sıkıntılı günler olarak kayda geçti. O karlı günlerde yollar kapalı olduğundan Orman Fakültesi de tatil edildi. Sadece idari işler minimum düzeyde yürütülüyordu. Ben de göreve gidemiyordum ve evde idim. Akşama doğru bir gün, havanın yeni karardığı bir saatte, fakülteden bir arkadaşım (Ünal) kapımı çaldı. Asistan bir arkadaşımız (Ömer) için “kan ihtiyacı” olduğunu ve benim de dahil olduğum üç kişiyi “çapa kan bankası” na kan vermek üzere götürmeye geldiğini söyledi. Hemen kabul ettim, giyindim ve çıktık. Olayı yolda anlattı: mide kanaması geçiren Ömer arkadaşımız acil hastaneye kaldırılmış. Yapılan müdahale ve tetkik sonucunda ameliyat olmasına karar verilmiş. Ameliyat için aynı kan grubundan (0 Rh +) 3 ünite kan istenmiş ve hasta ön hazırlığa alınmış. Hasta arkadaşımızın yakınında ikamet eden Ünal arkadaşımız bu kan temini işini üstlenmiş ve Fakülte ile irtibat geçerek, personel kayıtlarından, uygun kan grubunu taşıyan ve adreslerine kolay ulaşılabilecek, içlerinde benim de olduğum üç kişiyi tespit etmiş. Kar nedeniyle büyük oranda yollar kapalı olduğundan, Fakülteden zinciri olan bir jeep ile şoför temin ederek Sarıyer’den kendisi, Büyükdere’ den ikinci kişi (Süleyman), üçüncü olarak Yeniköy’den de beni aldılar. Sonra dördüncü kişiyi (Ferhat) Gayrettepe’den aldık ve herhangi bir zorluk çekmeden Çapa Kan Merkezi’ ne ulaştık. Üç arkadaş kan verecektik ve bizi organize eden Ünal’ın kan grubu uygun olmadığı için sadece bize refakat ediyordu. Kan merkezinde öncelikle kan örneği alınarak, kan grubumuzun teyidi ve kullanılabilirliği için test yapıldı. Bir arkadaşımızın (Ferhat) kanı, sarılık geçirdiği tespit edilerek alınmadı. Ben ve Süleyman arkadaşım kan verdik ve bir müddet dinlenmeye alındık. Bekleme salonundaki insanların hepsi dertli ve farklı sorunlarını birbirlerine anlatıyorlardı. Bu arada bir kişi yakınarak “AB Rh +” kan aradığını sesli olarak dile getiriyordu. Bu vatandaşı duyan Ünal; “benim kanım AB Rh +, ben kan vereyim” dedi. Hemen kan örneği alıp test yaptılar ve neticesinde ondan da bir ünite kan aldılar. İri-yarı, boylu-poslu bu arkadaşımız kan verdikten hemen sonra kısa bir baygınlık geçirdi. Sonra toparlandı ve bize “bana ne oldu ?” gibi sorular yöneltti. Biz de “bir şey yok” gibi laflar söyledik ama sonuçta kısa bir bayılma olduğu gerçeğini anladı. Fevkalade önemli olmayan bu olayı yaşayan Ünal, olayı benimle ilgili olarak kendine has mizahi yaklaşımı da katarak şu şekilde dile getirmişti: “kan verecek kişileri seçerken senin için çok tereddüt ettim.” Zayıf ve çelimsiz bir kişisin. Kan verince bir problem olur mu? diye çok düşündüm. Ama kan verdikten sonra seni daha dinç ve canlı gördüm. O sırada çaresiz bir kişinin de benim taşıdığım kanı aradığını duyunca, büyük bir cesaretle, ben de yardımım olsun diye kan vermeye karar verdim. Gördüm ki, dış görünüş ile kan verme arasında hiç bir ilişkisi yokmuş.” Ameliyatı olmayı bekleyen Ömer İstinye Devlet Hastanesi’nde ameliyat öncesi “hazırlık” için yatıyordu. Ben de hastane yakınında oturduğumdan her gün kendisini ziyaret ediyordum. Yine bir gün gittiğimde odasında yoktu. Soruşturduğumda, ameliyata alındığını ve şu anda “yoğun bakımda” olduğunu söyledier. Hemen yoğun bakım odasına çıktım. Odada, yarı uyanık, seruma bağlı yatıyordu. Eşi de o ortamda yanında idi. Ben çok fena oldum, moralim bozuldu. Çünkü, o gün ameliyat olacağını beklemiyordum, nedense erken almışlardı. Yani hazırlıksız yakalanmıştım. 1.90 m, 100 kg olan koskoca adam hareketsiz yatıyordu. Eşi üzgündü, sessiz ve soğuk bir hastane odasında bekliyordu. Böyle bir ortamda “geçmiş olsun “ dileklerimle birkaç kelime söylemeye gayret ediyordum ki, elinde bir kavanoz ile hastabakıcı geldi. Kavanozu arkadaşımın eşine uzatarak “bu örnek hemen Çapa Pataloji’ ye gitmesi lazım” dedi. Arkadaşım mide ameliyatı olmuştu ve kavanozun içinde patolojiye gidecek örnek bulunuyordu. Bu benim için ikinci sürpriz idi. Hemen kavanozu aldım ve “ben götürürüm” dedim. Bu arada başım döndü, midem bulandı ve kendimi hızla dışarı attım. Biraz derin nefes alıp rahatladıktan sonra kavanozu Çapa’da ilgili birime götürüp teslim ettim. Arkadaşımın midesinin üçte biri alınmıştı. Kendisi hızla iyileşti ve o koca cüsse tekrar eski haline geri döndü. Aradan 30 yıl geçti. Allah selamet versin. Sonuç: biz kan verirken, kanımızın o kişiye ulaştığını zannediyorduk. Halbu ki öyle değilmiş. Biz kanımızı kan merkezine bağışlıyormuşuz. Onun yerine hastaya, kan bankasındaki herhangi bir kişinin bağışladığı kan para ile satılıyormuş. Günümüzde kan alma sistemi hala böyle mi sürdürülüyor bilmiyorum. Arkadaşım bana hala “kan kardeşim” diyor ama maalesef gerçek öyle değil.