ÖZDEN, F. Deniz-TÜRKİYE`DE AYDINLANMA SÜRECİNDE MÜZİK

advertisement
587
TÜRKİYE’DE AYDINLANMA SÜRECİNDE MÜZİK
ÖZDEN, F. Deniz
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
Çağlar boyu tüm kültürlerde insanı büyüleyen ve aynı zamanda insan
kavrayışına yeni fikirler sunan müzik evrensel bir dildir. Bu nedenle müziğin
anlamına ilişkin, düşünürler pek çok kuramı gözönüne alarak değerlendirme
yapmışlardır. Çağımızın önemli göstergebilimcisi Thomas Sebeok, müzik dilini
modelleme için, her yeni yaratımda ögeleri birleştirerek insan tarafından
üretildiğini vurgulamıştır; Levi Strauss’un kültürel süreçler için ve nesneleri
anlamlandırmada kullandığı göstergebilim yöntemini müzikte de dikkat
çekmiştir.
İnsanın doğa dışında yarattığı her şey kültürdür, müziği de kapsadığı için
bütüncül bir bakış açısıyla dinamik kültürel süreçleri çağdaş bir yöntemle
“göstergebilim”le, müzikal yapıyı da müzik göstergebilimiyle çözümlemenin
uygun olduğu açıktır.
Müzik, Osmanlı Dönemi’nde Batılılaşma hareketleriyle saray çevresinde
değişmeye başlamıştı. Aydınlanmanın halkaları Osmanlı devletine de ulaşmıştı.
Atatürk’ün yaptığı bunu halk katmanlarına yaymak için keskin bir değişim ve
dönüşüm hareketiydi. Değişim kaçınılmazdır ve değişime karşı duran toplumlar
yok olmaya mahkumdur. Değişim ve devamlılık, sürekli değişiklik-durağanlık,
kalıcılık-geçicilik, ilerleme ve durgunluk arasındaki çekişme sadece Batı
toplumlarının değil batılılaşan kültürlerin de temeline işaret etmektedir. Bu
ikilik yaşamın temelidir.
Anahtar Kelimeler: T. Sebeok, göstergebilim, müzik, kültür, değişim,
aydınlanma.
ABSTRACT
Music is an international language that charms people of all cultures
throughout the centuries and presents new concepts to human understanding.
That is why, philosophers make some evaluations related to the meanings of
music by taking into consideration several theories. One of the prominent
semiotician of our age, Thomas Sebeok emphasized the combination of
elements in every creation for modelling the musical language. He noticed using
Levi Strauss’s the method of semiotics for music that Strauss used cultural
processes and making sense of the objects.
Everything that people create other than nature can be considered as culture;
therefore, it is obvious that it is entailed to analyze dynamic cultural processes
588
which includes music with a contemporary method- semiotics and in a similar
fashion, to analyze the musical structure with musical semiotics.
As a result of westernization attempts, music started to change in palace
society during the time of the Ottoman era. The enlightment circles had
encompassed the Ottoman State. What Atatürk attempted was a severe change
and transformation to diffuse these changes into the public. Change is inevitable;
thus, societies standing against the change is destined to perish. The struggle
between change and continuity, flux-stasis, permanence-temporality, progress
and stagnation points out not only the nature of western cultures but the
westernizing cultures as well. This dualism is the essence of life.
Key Words: T. Sebeok, semiotics, music, culture, change, enlightment.
GİRİŞ
Çağlar boyunca tüm kültürlerde insanı büyüleyen müzik, insan kavrayışına
yeni fikirler sunar. Müzik dili Thomas Sebeok’a göre modelleme için her yeni
yolda her yeni yaratmada ögeleri birleştirerek insan tarafından üretilmiştir. Bu
bakış açısından biz müzik dünyasını, sesleri devamlı yapıyı bozan ve yeniden
yapılandıran bir süreci yeniden organize eden (düzenleyen) modelleme
sürecinin bir sonucu olarak anlayabiliriz. (Casotti, 2003; 275)
Bu, Levi Strauss’un insanların kendilerini kuşatan kavrama çerçevesini
anlayabilmek için formu deforme ederek yeni bir form yaratmasını ya da
küçültülmüş örnekçe yapmasını modelleme olarak değerlendirmesine benzer bir
durumdur. Kavrama çerçevemizin görsel boyutu nesnel- somut iken ses boyutu
müzik soyuttur.
Görsel sanatlarda sanat yapıtının yansıttığının -dışavurum- “çığlık” olduğu
çoğunlukla kabul edilmektedir. Müzik seslerle yapılan bir sanat dalı olarak
“çığlık” nitelemesini gerçekten hak etmektedir. Derin yaşantıların, acıların ve
sevinçlerin yansımasıdır, dışa vurumudur ; çığlık…
Kültürel süreçleri çözümlemede başarılı bir yöntem olan göstergebilim,
Türkiye’de müzik kültürünü, müzik tarihini ve müzik yapıtlarını çözümlemede
kullanılabilir. Müziğe bütüncül bakış açısıyla yaklaşırsak onun evrenselliğini
daha kolay duyumsarız, kavrarız. Dünyada müzik sorunlarıyla uğraşan
müzikologların sorunları da çok farklı değildir. Müzik göstergebilimcilerinin,
“herhangi bir bestecinin yapıtı kendi yaşadığı zamanda nasıl yorumlanıyordu?”,
“Sonraları ve şimdi ne kadar değişti?” ya da “gülmenin müzikal konu olarak
bazı klasik örneklerde analizi” gibi çalışmalar Türkiye’de de yapılabilir.
Türkiye’de Müziğin Dünü Bugünü Yarını üzerine benzer konuşmalar yapılır.
Müzik konusunda somut çalışmaların önemine inandığım için çalışmamda
müzik göstergebiliminin gerekliliğini vurgulamak istedim. Osmanlı
devletindeki Tanzimat’la başlayan müzik hareketlerini ve Cumhuriyet’in ilk
589
yirmi yılındaki müzik hareketlerini “aydınlanmayla” ilişkili olduğu için ele
almayı yeğledim.
I. Müzik Nedir? Müziğin Anlamı
Müzik, eski Yunanca “mousa” sözcüğünden gelmektedir. Mousa sözcüğü en
geniş anlamda esin perisi demektir. Bu sözcüğün anlamı; peşinde koşmak, arzu
etmek, imrenmektir. Sözcük anlamı “moa”: tutku ile aramaktan türemiştir.
“mousa” aynı zamanda bir tür güzel çılgınlık diye de nitelenebilir ve türevleri
memaos: heyecanlı, menis: öfke, mania: çılgınlık ve manteia: büyüdür. (Özden,
1991; 1)
Susan Langer, “Müzikte Anlam Üzerine” adlı denemesinde, müziği örnek
alışının nedenini sesin salt artistik şekilde kullanılması en kolay ortam oluşunu
göstermektedir. Ona göre müzik ve estetik tarihi düşünce tarihiyle paralel
olaylarla doludur. Bu bakımdan müzik incelemelerinde pek çok kuramın göz
önüne alınması gerekmektedir. Dolayısıyla müziğin özü ve işlevi sorunu bu
kuramlara uygunluk içinde odak noktasını birçok kez değiştirmiştir. Kant,
müziği sanat formlarının içinde en alt sıraya koyarken, W. James müziği hiçbir
amacı olmayan form biçiminde değerlendirmiştir. Helmholt, Wundt gibi
düşünürler müziğin haz veren bir duyumun formu olduğunu dolayısıyla
hoşlanmaya ve hoşlanmamaya dayanan bir estetiğin doğma nedeni olduğunu
vurgulamışlardır. (Arat, 1977; 157-158)
Müziğin duyguları harekete geçirdiği inancı Antikite’ye kadar geriye gider.
Platon “Politeia/Devlet” yapıtında halka ahlak dışı etkilere kapılmamalarını,
duygularına kapılan zayıf, zevk düşkünü insan olmamalarını önermiştir. Bu
inanç günümüzde de aynıdır.
Langer’e göre, müzik semantiğinin bütün kavramları naiftir, okunulamaz.
Çünkü daha nesnel anlamında dramatik müziğin gelişmesi ses tablosunun
evrimiyle birlikte gelişmiş ve müzik duygu dili olarak ele alınmıştır. Eğer
gerçekten müzik bir duygu dili ise öncelikle kompozitörün insan duygusu
hakkındaki bilgisini dile getirir; ancak bu bilginin nasıl ya da ne zaman
kazanıldığını dile getirmez. Bunu en iyi biçimde açıklayan Wagner, “Müziğin
dile getirdiği şey, ebedi sonsuz ve idealdir. Müzik şu veya bu kişinin şu veya bu
durumdaki heyecan, aşk veya hasretini değil, tersine heyecan, aşk veya hasretin
kendilerini dile getirir ve bunu o, sınırsız bir erekler çokluğu içinde canlandırır.
Bu, müziğin başka şeylerden ayrı özel bir karakteristiğidir. Başka bir dile
yabancı olup onunla anlatılamaz,”demiştir. (Arat, 1977; 161)
Langer’e göre, yaşamın düzeni tüm duyguların temelidir. Ancak yaşayan
organizmalarda bulunan duyguyu dile getirebilen bütün simgelerin mantığı,
organik süreçlerin mantığıdır.
Yaşamla ilgili en karakteristik ilke “ritm”dir. Yaşamın tümü ritmiktir.
Yaşamın ritmi zor koşullarda çok karmaşık hâle gelebilir. Oysa ritm ortadan
590
kalktığında yaşam devam edemez. Organizmanın bu ritmik özelliği müzikle
yayılır. Çünkü müzik en yüksek organik cevabın, insanların duygusal yaşamının
simgesel sunuluşudur. Müziğin görevi de duygusal yaşamımızı düzene sokmak,
duygu yaşamının öznel birliğini sağlamaktır. Ritm ilkesine uyarak müzik,
insandaki çeşitli duygu fırtınalarından başarılı bir kompozisyon ve bir simgesel
form adını verdiğimiz müzikal yapıtı ortaya koyar. Bu bir sanatsal yaratıdır.
(Arat, 1977; 173)
20. yüzyılın büyük düşünürü Adorno ise, Müziğin dile benzemesinin,
müzikal deyiş, anlatım gibi adlandırmaların basit mecazdan ibaret olmadığını,
ancak diğer yandan dille özdeş görülemeyeceğini de belirtmiştir. Müzik
yalnızca seslerin ötesine geçen birbirine mantıksal biçimde bağlı seslerin
zamansal sıralanışı anlamında dile benzemektedir. Bu sesler bir şeyler söyler ve
söyledikleri insanidir. Müzik ne kadar iyiyse sesler bu şeyi o kadar güçlü
söylemektedir. (Adorno, 2003; 320)
Wagner’in kuramını eleştiren Adorno, onun müziğin içeriğini sonsuzluğa
uzanan anların bütünselliğinin ifadesi olarak alırken, bütünün ortaya koyduğu
anlatımı bireysel yönelimin anlatımından niteliksel olarak farklı tasarladığı için
hatalı değerlendirmiştir. Adorno için müzik yönelmişlikten fazlasıdır. Ancak
tersi de az doğru sayılmaz. Anlamlı ögelerden tümüyle yoksun olan müzik
yoktur. Müzikte anlamlı olmama bile bir anlamlılığa dönüşür.
Müzikte biçim, içeriğin biçimi olabilir. Müzikal içerik, müzikal dilbilgisi ve
söz diziminin kurallarına uyan şeylerin çokluğudur. Her müzikal fenomen bize
bir şey anımsatarak, bir şeyle çelişerek ya da beklentilerimizi ayaklandırarak
kendisinin ötesindeki bir şeye işaret eder. Tikelin böylesi bir alışkanlığı bu yolla
toplanarak “ içeriği” oluşturur; işte müzikte meydana gelen şey budur. Ancak
müzikal yapı ya da biçim, bir dizi didaktik sistemden fazlasıysa, içeriği dıştan
sarmakla kalmaz, içeriğin tanımlanma sürecini kendisi oluşturur. Müzik bu
anlamda kendini ne kadar kusursuz bir biçimde tanımlarsa o kadar anlamlıdır.
(Adorno, 2003; 324)
II. Kültür-Göstergebilim
“Kültür, insanın doğa dışında yarattığı her şeydir.” kültürün en genel
tanımıdır. Dolayısıyla sanat ve müziği de kapsar. Kültür teriminin kökeni
Cicero’ya kadar gitmektedir. Cicero “Cultura animi philosophia est” (ruhun
bakımını felsefe sağlar.) demekle “cultura” (bakım)nın bir süreç olarak kabul
edilmesi gerektiğini vurgular. O dönemde toprağın bakımı-işlenmesiyle
ilişkilendirilen bu terimi, Doğu Prusyalı bir papaz olan Johann Gottfried Herder,
“İnsanlık Tarihinin Felsefesi Üstüne Düşünceler” (1780) adlı yapıtında bir süreç
olarak ele almış ve döneminin başlıca amacı “aydınlanma” ile bağlantı
kurmuştu: İnsanın ömür boyu süren bu ikinci yaradılışına, tarlanın işlenmesini
örnek alarak kültür diyebiliriz, ışık simgesine bağlı kalarak aydınlanma
diyebiliriz, hangi ad seçilirse seçilsin kültürün ve aydınlanmanın halkaları
591
dünyanın öbür ucuna ulaşacaktır. Herder’in aynı zamanda bir dilek olan görüşü
gerçekleşmiş midir.? Bu gerçekten çok bileşeni olan kültür için söylenmesi
kolay olmayan bir şeydir. A. Lawrance Lowel 1934’lerde yazdığı “ Kültür” adlı
denemesinde “dünyada hiçbir şey kültür kadar akışkan değildir.
çözümleyemezsiniz, çünkü sonsuz sayıda bileşeni vardır. Betimleyemezsiniz,
çünkü Proteus gibi kalıptan kalıba girer. Anlamını sözcüklerle yakalamaya
çalışmak da boşunadır: havayı elinizle yakalamak istemek gibidir bu iş,
avucunuz hep boş kalır.” demiştir. (Posner, 2001; 26)
Kültürü bir bütün olarak ele alan göstergebilim için kültürün inceleme
nesnesi olmasını, E. Cassirer (1874-1945) önermiştir. Ona göre kültürdeki
simgesel biçimlere haklarını verme ve bunları çözümleme yalnızca simge bilim
ya da göstergebilim ile mümkündür. Göstergebilim simgesel biçimleri
gerçekten titiz, kesin ve keskin bir düşünce tarzının gerektirdiği gibi sergiler.
Ayrıca bir kültürü incelerken bu kültürdeki simgesel biçimlerin rastgele bir
araya gelmiş bir yığın olmadıklarını, tersine insan zihninin işleyişinin bir
somutlaşması şeklinde bir araya geldiklerini göstermek zorundadır. (Posner,
2001; 28)
III. Müzik Göstergebilimi
Müzik göstergebilimi şeması R.Jakobson’un dilin iletişim şemasının Nattiez
tarafından uyarlanmış biçimidir.
Gönderici
Mesaj
Alıcı
Bunu Jean Molina müzik göstergebilimine ilk uygulayandır. Mesaj
(gönderici ve alıcı) Nattiez’in kuramında doğal düzey olarak adlandırılmıştır.
Nattiez’in geliştirdiği şema aşağıda görüldüğü gibidir :
İş
Yapım
mesaj
Algı/Alıcı
Burada müzik gösterge sürecinin son şeklinde mesaj ya da çalışma, yapım ve
estetik boyutlarından oluşmaktadır. Yaratım boyutu yapım, kompozisyon
yaratım süreci ve çalışmanın yaratım koşullarıyla ilgilidir. Estetik boyut algı ve
alıcı ile ve işin yorumlanmasıyla ilgilidir. Bu şemada işin sınırları başlangıç
parçaları ve müziğin notlarının bölümleriyle çizilmektedir. Levi Strauss’un
dizisel ve dizimsel çözümlemelerinde olduğu gibidir. Böylece yapım ve alıcı
durur ve iş-kendisi başlar. (Littlefield, 1993; 332)

Göstergebilim, göstergeye değgin süreçlerle ilgilenir. Yaygın görüşe göre; bir gönderici birisine
alıcıya bir ileti aktarmak ister, bir kanal aracılığıyla alıcı ile ilişki kurar, uygun bir şifre seçer,
gene bu şifrenin içinden uygun bir gösterilen seçer, bu birim gönderilmek istenilen iletiye karşılık
gelmelidir. Seçilen şifrenin içinde yer alan bu gösterilen, şifrenin bütünü içindeki belli bir
gösterenle ilintilidir. Gönderici bu göstereni kullanır, başka bir deyişle bu gösterenin somut bir
örneğini yani gösterge kullanır.
592
Greimas’ın 1 göstergebilim dörtgeninde müzik düzgüsünün ileti-algılama
sürecindeki gösterimi şöyledir:
Bende olan
“olacak”
benim için olan
“olabilir”
Kendisi için olan
“bilgi”
kendinde olan
“olmalı”
1. Bende olan; beni temsil eder, kinetik enerji, içsel olan, arzu, jest,
entonasyonu içerir. Modalite : iç taktik, “olacak”
2. Benim için olan; Kierkegaard ‘ın “gözleyen “ pozisyonu ile benzer. Ben
onun kimliğini keşfeder ve dengelidir; alışkanlık yoluyla süreklilik gösterir;
modalite: dış taktik ,“olabilir”
3. Kendinde olan, kendinden geçiş durumudur. O kavramsal ve uygulamalı
normlara fikirlere, değerlere değinir, modalite: dış taktik, “olmalı”.
4. Kendisi için olan, daha önce değinilen (fikirler değerler) konuların
yürütülerek gerçekleştirilmesidir, modalite: dış taktik, “bilgi”. (Tarasti, 2006;
25-26)
Görüldüğü gibi işaretler dinamik süreçleri temsil eder. Gerçek zamanda
durağan görülebilir ve durağan işitilebilir ses yoktur. Görülebilir ve işitilebilir
bilginin kaynakları dinamiktir ve yaygındır. (Zeller, 2006; 1)
1
Paris Göstergebilim Okulu’nun öncüsü olan, Algirdas Julien Greimas’a göre, göstergebilimin
başat ereği “insan için dünyanın ve dünya için insanın anlamı” sorununun çözümüne yönelik
çalışmalar gerçekleştirmektir. Göstergebilimsel dörtgenin işlevi ise, bu erek doğrultusunda,
metnin ya da anlatının derin yapısındaki anlam ilişkilerini, mantıksal dönüşümü ortaya koymaktır.
Başka bir deyişle, göstergebilimsel dörtgen, herhangi bir anlambilimsel ulamın yeniden
sunumudur. Greimas, göstergebilimsel dörtgenle Aristoteles’in ikili karşıtlıklar yaklaşımını dörtlü
ilişkiler biçimine taşıyarak çağdaş göstergebilim kuramları çerçevesinde çözümleme
yordamlarının yapı taşlarından birini oluşturmuştur. Bu bağıntılar düzgüsü, karşıtlık, içerme,
çelişkinlik ve olmama ölçütleriyle betimlenmektedir. Bknz. A.J. Greimas, J. Courtés, Semiotique
Dictionnaire Raisonné du Langage, Hachette, 1993, Paris, 29-33.
593
IV. Türkiye’de Müzik Hareketleri
1. Osmanlı Devletinde Müzikte Batılılaşma Hareketleri
Osmanlı Devletinde Batılılaşma hareketleri ile müzikte de bir takım
açılımlar yapıldığı bilinmektedir. Saraya İtalya’dan Donizetti’nin getirilmesiyle
başlayan bu süreçte birçok geleneksel eser Klasik Batı Müziği kurallarıyla
armonize edilmiş ve saraydan başlayarak saray çevresinde de bu müzik zevki
benimsenmiştir.
Osmanlı Devletinin Batı’ya kendi müziğini değerlendirme ve tanıtma
çabaları da yadsınamaz. Rauf Yekta Bey ve Hüseyin Sadettin Arel bu konuda
iki önemli müzikologdur. Türk musikisi ses sistemiyle ilgili çalışan ikili,
Cumhuriyetten sonra çalışmalarını ayrı ayrı sürdürmüşlerdir. Bu yeni toplumsal
ve siyasal değişim süreci içinde kültürel ve teknik olarak birbirine yakın iki
müzikoloğun teknik amacı aynı olsa da, farklı siyasal tasarılarda yer aldıkları
bilinmektedir.
Rauf Yekta Bey, Osmanlı Döneminde Divan-ı Hümayunda devlet
memurluğu ve Darül-Elhan’da Türk müziği kuramı öğretmeni iken 1922’de
emekli olduktan sonra yeni yönetimce önerilen görevi kabul ederek İstanbul
Konservatuvarı Tarihi Türk Musikisi Eserlerini Tesbit ve Tasnif Heyeti’nde yer
almıştır. Hüseyin Sadettin Arel ise, Cumhuriyet öncesi hukukçu olarak Şurayı
Devlet üyesiyken Cumhuriyet sonrasında avukatlık görevini sürdürmüş ve
müzikle ilgili çalışmalarına Türk müziğinin politik rehabilitasyonu sürecinde
katılmıştır. 1943’te İstanbul Konservatuvarı’nda Türk Müziği Bölümü kurucusu
ve başkanı olmuştur.
Rauf Yekta Bey’in 1913’te Albert Lavignac’ın Encyclopedie de la musique
et dictionnaire du conservatoire adlı 11 ciltlik eserine yazdığı “Türk müziği”
maddesinin amacı Doğu (Türk) müziğinin dayandığı ilkeleri “Avrupalı
müzikseverlere” Türk müziğini onların anlayabileceği biçimde anlatmak iken,
uzun zamandan beri açıklama bekleyen müzik sistemleri sorununa, (Doğu/Batı)
diye iki farklı yapı gösteren iki tür müziğin bütünleştirilebilmesinin kavramsal
temellerin atılmasına yönelik bir araçtır. (Doğrusöz, 2006; 182)
2. Cumhuriyet Türkiyesi’nde Müzikte Batılılaşma Hareketleri
Osmanlı Devletinde Saraya bağlı Muzika-ı Hümayun adı verilen bir hilafet
müzikası kurulmuştu. Bunun içinde oluşturulan orkestranın şefi Cumhuriyet
kurulduğunda Osman Zeki Üngör’dü. Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanından beş
ay sonra İstanbul’dan Ankara’ ya çağırttığı orkestra iki konser verdi ve Nisan
1924’te adı “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti”ne dönüştü. Daha sonraları
Riyaset-i Cumhur Filarmonik ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası adlarını
almıştır.
594
1924’te Atatürk’ün önerisiyle Ankara’da Musiki Muallim Mektebi açıldı ve
okulun müdürlüğüne orkestra şefi Osman Zeki Üngör atandı. Bu mektebin
açılışı Cumhuriyet’in Batı Müziği kültürüne verdiği önemin ilk simgesiydi.
Eğitim kadrosunu oluşturmak için aynı yıl Ekrem Zeki Ün ve Ulvi Cemal Erkin
Paris’e, ertesi yıllarda Necil Kazım Akses ve Ferit Alnar Viyana’ya, Cevat
Memduh Altar Leipzig’e Adnan Saygun Paris’e, Halil Bedi Yönetken Prag’a
gönderildiler.
Cumhuriyet’ten önce İstanbul’da varolan Dar-ül Elhan Musiki okulunun
Şark Musikisi Şubesi’nin adı İstanbul Konservatuvarı’na çevrildi. Türk
Musikisi Tespit ve Tasnif Heyeti ve Folklor Topluluğu çalışmalarına devam
ettiler. Özellikle Halk Müziği çalışmaları 1926-1932 yıllarında hızlandı.
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılan ses kayıtlarının amacı çağdaş müzik
yapacak bestecilere malzeme hazırlamaktı.
Başta Halil Bedi Yönetken, Mahmut Ragıp Gazimihal olmak üzere birçok
isim bu konuda çalışmışlardır. Anadolu’nun o dönem çağdaş gelişmelerin
gerisinde olması folklor çalışması için önemli bir kaynak oluşturdu. Çünkü
radyo bile dinlememiş, askere gitmemiş insanlardan derlenen türküler otantik
olmak konusunda çok iddialıydı. Macar kompozitör ve müzikolog Bela
Bartok’un yaptığı çalışmaların değeri de yadsınamaz. Alman kompozitör Paul
Hindemith ise konservatuvar kurulması konusunda rapor hazırlamak için 19351937 yıllarında Ankara’ya gelmiştir.
Ankara’da haftalık senfonik konserler düzenlenirken İstanbul’da Cemal
Reşit Rey’in yönettiği yaylı çalgılar orkestrasının verdiği konserlerin amacı
Klasik Müziği halka tanıtmak ve sevdirmekti. Bunun için ayrıca halk evlerinde
piyano keman kursları düzenleniyordu.
Atatürk’ün 1934 Kasımı’nda Meclis’in Dördüncü toplanma döneminin
açılışında yaptığı bir konuşmada Müzikle ilgili söyledikleri son derece açıktır:
“Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri söyleşileri
toplamak, onları genel musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu
sayede Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.
Kültür işleri bakanlığına bunun değerine özen göstermesini, kamunun da ona bu
konuda yardımcı olmasını dilerim.” (Topuz, 1998; 59)
Atatürk’ün bu sözleri çeşitli yorumlara yol açtı. Vakit gazetesi bu konuşmayı
“Alaturka Musikiye Paydos” başlığıyla duyurdu. Zamanın Basın Yayın Genel
Müdürü Vedat Nedim Tör de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya danıştıktan sonra
radyolarda Alaturka Müziği yasakladı.2 İstanbul Şehir Orkestrasının Şefi Hasan
2
1931-1950 yılları arasında yayımlanan sanat dergilerinde Türk devrimi teması ile ilgili Ayşe
Hale Beşkurt’un İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, “Cumhuriyet
Dönemi Sanat Dergilerinde Türk Devrimi” adlı Yüksek lisans tezi bu konuda kapsamlı bir
çalışmadır.
595
Ferit Alnar, Alaturka müziğin son zamanlardaki yozlaşması nedeniyle yeni Türk
Musikisinin yapılanmasının zorunlu olduğunu vurgulayan bir konuşma yaptı.
Milli Eğim Bakanı Millî Musiki ve Temsil Akademisi Teşkilat Kanunu adıyla
Meclisten bir yasa çıkarınca ortam karıştı. 20 kasım 1934’te Ankara’da Ulusal
Müzik Kongresi toplandı ve dönemin Müzik Kültürü Politikası belirlenmiş oldu.
Alaturka yasağı ise kısa bir süre sonra kaldırıldı. (Topuz, 1998; 60)
Hüseyin Sadettin Arel’in Türk Musikisi Ses Sistemi ile ilgili Rauf Yekta
Bey’in büyük katkıları bulunan sistem ise Arel-Ezgi-Özdilek sistemidir.
Pedagojik bir düzenlemeyle ders kitabı olarak İstanbul Konsevatuvarı’nda Türk
Müziği eğitiminde okutulmuştur. Arel’in “Türk Musikisi Kimindir?” adlı kitabı
ise 38-40 yılları arasında Kemalist milliyetçilikten farklı bir ortamın etkisinde
yazılmış makalelerinin toplamıdır. Ziya Gökalp’in görüşlerinden etkilenmiştir.
Ziya Gökalp’in müzik politikası onun en genel sosyolojik düzeyde yaptığı
“hars/medeniyet” ayrımının müzik alanına yansımasından ibarettir. Müzikte
çağdaş uygarlık seviyesine erişmenin temellerini de bu ayrıma dayandırır.
(Behar, 2005; 273)
SONUÇ
Atatürk bir toplumsal yapılandırmacı (yeniden kurmacı-oluşturmacı) idi.
Toplumsal değişimin harekete geçirilmesinin ve yönlendirilmesinin
gerekliliğini savunuyordu. Bu görüş değişimin toplumsal ve kültürel sorunları
çözebilecek kapasitede bir çare olduğunu öne sürmektedir. Jean Gebser,
“Perspektifi Olmayan Dünya “kavramıyla toplumsal değişim girişimine meydan
okumaktadır. İdeolojik toplumsal yapımızdan kaynaklanan diğer herhangi
paradoks gibi; değişim ve devamlılık, sürekli değişiklik ve durağanlık, kalıcılık
ve geçicilik, ilerleme ve durgunluk arasındaki çekişme, sadece Batı
toplumlarının değil batılılaşan kültürlerin de temeline işaret etmektedir. İlerleme
adına diğer kültürleri batılılaştırma süreci, değişimin her zaman olumlu bir
deneyim olmadığının açık bir kanıtıdır. (Seif, 2006; 2)
Atatürk ise halkının çağdaş olmasını sağlamak için müziğin de içinde olduğu
devrimleri gerçekleştirmişti. Cumhuriyet kurulduğunda Klasik Türk Musikisi
(Divan Musikisi) devrini tamamlamış bir musiki olarak değerlendiriliyordu.
Osmanlı imparatorluğu sona erdiği için doğru bir saptama olarak düşünülebilir.
Divan Musikisi Bizans Müziği ile benzer. Çünkü İstanbul her iki
imparatorluğun başkentidir. Kozmopolit bir kent konumundaki İstanbul’da,
kültür – müziğin melez olması kaçınılmazdır ve melez güzeldir. Etki ve tepki ile
beslenen sanatsal yaratıcılık bugün en otantik görünen flamenkoyu Endülüs
halkının kendisi ve çingene halkının acı dolu dehası tarafından değişime
uğrayan Arapların, Yahudilerin ve İspanyolların iç içe girmesiyle ortaya
çıkarmıştı. Flamenko’da çifte zorlanmanın üretkenliğini ve tehlikelerini görüp
duyabiliriz; korumak (özünü) ve açılmak (dışarıya). (Morin, 2001; 139)
596
Türk müziğinde ise ; İslam geleneğinin Antikite’den devralıp taşıdığı müzik,
Ortodoks Müzik, Türklerin Uzak doğu sınırlarındaki zarafeti taşıyan Asya’dan
getirdiği müzik, mehter müziği, derin bir despotizme karşı duruşun ifadesi olan
Abdülkadir Meragi Müziği, Sefarad Yahudileri Müziği, Divan Müziği ve yorum
konusunda etkili ve iddialı İstanbul’un çingene topluluğunun müziklerinin
katkıları büyüktür.
Yeni değişiklikte müziği ölçüt gören Atatürk, kuşkusuz yanılmamıştı.
Aydınlanma-Demokratikleşme sürecinde çok sesli müzik, çok sesli düşünmeye
giden yolda bir araçtır; şimdi ise yeni bir müzik yapmak gerekir.
KAYNAKÇA
Adorno, T. W., Çev.: Bülent O. Doğan, (2003), “Müzik ve Dil”, Cogito 36,
320-324.
Arat, N., (1977) Ernst Cassirer ve S. K. Langerda Sembolik Form olarak
Sanat, İstanbul : Edebiyat Fakültesi Basımevi: 184.
Behar, C, (2005), “Ziya Gökalp ve Türk musikisinde modernleşme/ sentez
arayışları” Musikiden Müziğe, İstanbul: YKY: 316.
Doğrusöz, U. (2006), “Türkiye’de aydınlanma ışığında müzikte yeni kimlik
arayışları”. Server Tanilli, Türkiye’de Aydınlanma Hareketi. İstanbul: Alkım.
181-194.
Casotti, R. S., (2003), “Spatiality and writing in contemparary music: A
semiotic view “, Understanding/Misunderstanding, Acta Semiotica Fennica
XVI. Helsinki: 272-281.
Littlefield, R, (1993), “Musical borderlines : Silence as frame on the
borderlines of semiosis”. Acta Semiotica Fennica 11. Helsinki: 323-334.
Morin, E., Kern, B., (2001), Dünya Vatan. İstanbul : İletişim: 215.
Özden, F. Deniz, (1991), Anadoluda Antik Yunan Müziği
[yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Klasik Arkeoloji
Anabilim Dalı: 123.
Posner, R., (2001), “Kültür Nedir? Antropolojideki Temel Kavramların
Göstergebilim Açısından Yorumu”. Göstergebilim Tartışmaları. İstanbul:
Multilingual. 25-62.
Seif, F., (2006), Social Change in the
http://www.inst.at/trans/16Nr/01_2/seif16.htm.
“Aperspectival
world”
Tarasti, Eero, (2006), “Introduction to a philosophy of music”. Music and
the Arts, Acta Semiotica XXIII-Approaches to Musical Semiotics 10,
Helsinki: 3-30.
597
Topuz, H., (1998), Dünyada ve Türkiye’de Kültür Politikaları. İstanbul :
Adam. 86.
Zeller, Jörg, (2006), “Dynamic sign structures in visual art and music”
Proceedings, Semiotic Congress, Iaşi University.
598
Download