yüksek lisans tezi - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
BURCU ZENGİN
MALİYE ANABİLİM DALI
MALİYE BİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK
LİSANS
TEZİ
KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN
YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ VE
TÜRKİYE AÇISINDAN
UYGULANABİLİRLİĞİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
BURCU ZENGİN
HAZİRAN 2015
MALİYE ANABİLİM DALI
MALİYE BİLİM DALI
HAZİRAN 2015
KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN YÖNETİLMESİNDE
TOBİN VERGİSİ VE TÜRKİYE AÇISINDAN UYGULANABİLİRLİĞİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Burcu ZENGİN
YÜKSEK LİSANS TEZİ
MALİYE ANABİLİM DALI
MALİYE BİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HAZİRAN 2015
iv
KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ
VE TÜRKİYE AÇISINDAN UYGULANABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
(Yüksek Lisans Tezi)
Burcu ZENGİN
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Haziran 2015
ÖZET
Küreselleşmenin getirdiği en büyük sonuçlardan biri de krizlerin küreselleşmesidir.
Küreselleşmeyle birlikte, sermaye hareketlerinin sınır tanımadan ilerlemesi,
belirsizlik veya istikrarsızlık gibi değişkenlerin kriz sebepleri arasında sayılmasına
neden olmuştur. Güven kaybı durumunda yabancı sermayenin ülkelerden ani
çıkışları, bu sermayeyle devam eden kamu borçlarının ve cari açıkların bir anda
sürdürülebilirliğini düşürmüş ve krizler ortaya çıkmıştr. Bu krizlerden kaçınmak
amacıyla sermaye kontrolleri uygulamaları ileri sürülmüş, bunlardan da Tobin
vergisine öncelik verilmiştir. Tobin vergisi, bütün döviz kuru işlemlerine
uygulanmak üzere standart, düşük bir oranda uygulanan bir işlem vergisidir. Tobin
vergisinin avantaj ve dezavantajları üzerine birçok görüş olmasına karşın, sermaye
kontrollerinin uygulanması açısından getirdiği önemli avantajlar düşünüldüğünde
Tobin vergisi’nin çeşitli ülkeler açısından önemli bir kriz önleyici yöntem olarak
görüldüğü belirtilmektedir. Aynı sebeplerle, Türkiye’nin yapısal sorunları olan cari
açığın ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin oransal olarak çok yoğun olmasının
önü Tobin vergisi ile alınabilecektir. Bu çalışmada, Tobin vergisinin uygulama
kararlarını etkileyen değişkenler, 14 ülkeyi ve 1995-2013 yılları arasını kapsayan
panel regresyon analizi ile incelenmiştir. Sonuç olarak, Tobin vergisi kararını cari
açık, borsa kapitalizasyonu, reel kurlar ve sermaye girişleri değişkenlerinin
etkilediği bulunmuştur.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
Sayfa Adedi
Danışman
: 1120
: Tobin vergisi, Sermaye kontrolleri, Kriz
: 117
: Yrd. Doç. Dr. İsmail ENGİN
v
TOBIN TAX IN THE MANAGEMENT OF GLOBAL CAPITAL MOVIMENTS AND
EVALUATION OF APPLICATION FOR TURKEY
(Master Thesis)
Burcu ZENGİN
GAZİ UNIVERSITY
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
June / 2015
ABSTRACT
One of the main results of globalization is “globalization of crisis.” In conjunction
with globalization, capital movements flow boundlessly, variables as “uncertainty”
and “instability” have been taken into account of reasons of crisis. Instant outflows
of foreign capital based on loss of trust impacted sustainability public debts and
current deficits, and crisis came up. To avoid from crisis, capital control practices
were planned; Tobin tax was prioritized as one of those. Tobin is transaction
tax that has been applied on all types of exchange rates in low-rate and
standardly. Although there are many opinions on the advantages and
disadvantages of Tobin tax, as considered of the advantages, coming along with
the Tobin tax in terms of the application of capital controls, it is indicated as a crisis
preventer method for several countries. High rational level of current deficit and
short term capital movements, as Turkey’s structural problems, can be prevented
thgough applying Tobin tax.In this study, factors affecting implementation of the
Tobin tax was examined by panel regression analysis covering 14 countries and
the years from 1995 to 2013.As a result, it was found that the current account
deficit, stock market capitalization, the real exchange rate and capital flows affect
decision Tobin tax.
Science Code
Key Words
Page Number
Supervisor
: 1120
: tobin tax, capital controls, crisis
: 117
: Assist. Prof. İsmail ENGİN
vi
TEŞEKKÜR
Tez çalışmamda değerli katkılarıyla beni her zaman destekleyen, engin deneyim
ve tecrübelerini benimle paylaşan danışman hocam Yrd. Doç. Dr. İsmail Engin’e,
çalışmamın her aşamasında yardımlarını benden esirgemeyen İşletme bölümü
Arş. Gör. Tuğçe Şimşek, Arş. Gör. Aybegüm Güngördü ve Arş. Gör. Cihat Erbil’e
teşekkürü bir borç bilirim.
Bu tez çalışmasını hayatım boyunca yanımda olacaklarını bildiğim ve desteklerini
her zaman hissettiğim annem Nuran Zengin, babam Nevzat Zengin ve kardeşim
Burak Zengin’e ithaf ediyorum.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET ...................................................................................................................... iv
ABSTRACT ............................................................................................................. v
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii
ÇİZELGELERİN LİSTESİ ....................................................................................... ix
ŞEKİLLERİN LİSTESİ ............................................................................................. x
SİMGELER VE KISALTMALAR ............................................................................. xi
1. GİRİŞ .................................................................................................................1
2. 1990 SONRASI KRİZLERDE KISA VADELİ SERMAYE
HAREKETLERİNİN ROLÜ ...........................................................................3
2.1. Kriz Kavramı ................................................................................................ 3
2.2. Krizlerin Nedenleri ........................................................................................ 6
2.3. Krize Sebep Olan Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin İktisadi Analizi ........ 8
2.4. 1990 Sonrası Türkiye ve Dünyada Krizler ve Sermaye İlişkileri ................... 9
2.4.1. Küresel Krizler ve Sermaye İlişkileri .......................................................9
2.4.1.1. 1994 Meksika Krizi .......................................................................... 9
2.4.1.2. 1997 Asya Krizi ............................................................................. 12
2.4.1.3. 1998 Rusya Krizi ........................................................................... 16
2.4.1.4. 1999 Brezilya Krizi ........................................................................ 18
2.4.1.5. 2001 Arjantin Krizi ......................................................................... 20
2.4.2. Türkiye’deki Krizler ve Sermaye İlişkileri ..............................................23
2.4.2.1. 1994 Krizi ...................................................................................... 25
2.4.2.2. 2000-2001 Krizi ............................................................................. 29
2.4.3. 2008 Küresel Kriz ............................................................................ 33
2.5. Krize Karşı Çözüm Önerileri....................................................................... 37
3. KRİZLERE KARŞI UYGULANACAK POLİTİKALAR ...........................41
3.1. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Altına Alınması ........................................ 43
3.1.1. Sermaye Kontrolleri Süreci ...................................................................47
3.1.2. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Edilmesinin Amacı .............................48
3.1.3. Sermaye Hareketlerinin Kontrollerinin Türleri .......................................50
3.1.3.1. Doğrudan Sermaye Kontrolleri Kavramı ....................................... 50
3.1.3.2. Dolaylı Sermaye Kontrolleri Kavramı ............................................ 50
3.1.4. Dünya’da Uygulanan Sermaye Kontrol Yöntemleri ..............................51
viii
Sayfa
3.2. Maliye Politikaları ....................................................................................... 57
3.3. Para Politikaları .......................................................................................... 57
4. TOBİN VERGİSİ ...........................................................................................59
4.1. Tobin Vergisi Kavramı ................................................................................ 59
4.2. Tobin Vergisinin Uygulanma Amacı ........................................................... 61
4.3. Tobin Vergisinin Uygulanışı ....................................................................... 62
4.4. Tobin Vergisi Uygulamaları ........................................................................ 64
4.5. Tobin Vergisi İle İlgili Eleştiriler .................................................................. 66
4.5.1. Olumlu Görüşler ...................................................................................66
4.5.2. Olumsuz Görüşler ................................................................................68
4.6. Türkiye’de Tobin Vergisinin Uygulanabilirliği .............................................. 70
5. MODEL ...........................................................................................................79
5.1. Panel Veri Analizi ....................................................................................... 79
5.2. Panel Veri Analizi Çeşitleri ......................................................................... 80
5.2.1. Sabit Etkili Modeller ..............................................................................80
5.2.2. Rassal Etkili Modeller ...........................................................................81
5.2.3. Hausmann Spesifikasyon Testi ............................................................81
5.3. Literatür ...................................................................................................... 82
5.4. Çalışmanın Amacı ve Kısıtları .................................................................... 83
5.5. Çalışmanın Verileri ..................................................................................... 84
5.6. Çalışmanın Değişkenleri ............................................................................ 84
5.7. Çalışmanın Bulguları .................................................................................. 87
6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER .......................................................95
KAYNAKLAR .......................................................................................................105
ÖZGEÇMİŞ .........................................................................................................116
ix
ÇİZELGELERİN LİSTESİ
Çizelge
Sayfa
Çizelge 2.1. Meksika kriz öncesi temel ekonomik göstergeleri (1986-1993) ............. 10
Çizelge 2.2. Meksika kriz sonrası temel ekonomik göstergeleri (1994-2003) ............ 12
Çizelge 2.3. Güneydoğu Asya ülkelerinin kriz öncesi ve sonrası dönemde sermaye
akımlarının ve cari açıkları.................................................................... 14
Çizelge 2.4. Rusya’nın seçilmiş ekonomik göstergeleri ve sermaye hareketleri
(1994-2001) .......................................................................................... 17
Çizelge 2.5. Brezilya ekonomisine ait temel makroekonomik göstergeler ................. 19
Çizelge 2.6. Arjantin’in 1990-2001 (kriz öncesi) yılları arasındaki makroekonomik
göstergeleri (Milyon $) .......................................................................... 21
Çizelge 2.7. Arjantin’in 1999-2004 (kriz sonrası) yılları arasındaki makroekonomik
göstergeleri........................................................................................... 22
Çizelge 2.8. 1992-1996 Dönemine ait Türkiye’de kısa vadeli sermaye hareketleri
(Net, Milyar dolar) ................................................................................. 26
Çizelge 3.1. Bazı Ülkelerdeki Sermaye Hareketleri Kontrollerinin Uygulanması ....... 53
Çizelge 4.1. Tobin Vergisi’nin Yıllık Efektif Oranı ...................................................... 63
Çizelge 4.2. Dünyada Tobin Vergisi Benzeri İşlem Vergileri ...................................... 65
Çizelge 4.3. Sermayenin Vergilendirilmesi Sonucu Oluşacak Vergi Geliri ................. 67
Çizelge 5.1. Değişkenler............................................................................................ 85
Çizelge 5.2. Çalışmada kullanılan değişkenler .......................................................... 86
Çizelge 5.3. Sabit etkili model ................................................................................... 88
Çizelge 5.4. Rassal etkili model ................................................................................. 88
Çizelge 5.5. Gecikmeli değerlerle rassal etkili model................................................. 89
Çizelge 5.6. Gecikmeli değerlerle sabit etkili model .................................................. 90
x
ŞEKİLLERİN LİSTESİ
Çizelge
Sayfa
Şekil 2.1 Kriz çeşitleri ..................................................................................................5
Şekil 2.2. Türkiye'nin 1992-2005 yılları arasındaki büyüme ve kısa vadeli yabancı
sermaye yatırımları arasındaki ilişki .......................................................... 33
Şekil 3.1. Sermaye hesabı ve krizler arasındaki nedensellik bağları ......................... 48
Şekil 4.1. Türkiye’ye gelen sermaye akımlarının karşılaştırılması ............................. 71
Şekil 4.2. Cari açığın yıllar itibariyle görünümü .......................................................... 72
Şekil 6.1. Gelişmekte olan ülkelere sermaye hareketleri (Milyar ABD Doları) ........... 96
Şekil 6.2. Gelişmekte olan ülkelerde seçilmiş göstergeler ......................................... 97
Şekil 6.3. Cari açığın finansmanı (Milyon ABD Doları) ............................................ 100
xi
SİMGELER VE KISALTMALAR
Bu çalışmada kullanılmış bazı simgeler ve kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte
aşağıda sunulmuştur.
Simgeler
Açıklama
Türk Lirası
TL
Dolar
$
Kısaltmalar
Açıklama
AB
Avrupa Birliği
BIS
Bank for International Settlement
IMF
International Money Fond
KİT
Kamu İktisadi Teşebbüsü
MB
Merkez Bankası
1
1. GİRİŞ
Küreselleşen dünyada sermaye kavramı önemini artırmıştır. Öyle ki artık
sermayenin
herhangi
bir
reel
ekonomik
mal
ve
hizmetle
ilgisi
olması
gerekmemektedir. Bunda sermayenin kalkınmanın öncülü olarak görülmesinin
payı büyüktür.
Az gelişmiş ülkelerin kalkınma sürecindeki en büyük sıkıntısının sermaye
darlığından kaynaklandığı ve kısa vadeli borç finansmanında bu tür sermaye
hareketlerinin daha bir önem kazandığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerin ise, fon
fazlasını daha fazla kar sağlayabilecekleri azgelişmiş ülkelerin pazarlarına
kaydırması, uluslararası sermaye serbestisini savunanlar tarafından dünya
fonlarının arz ve taleplerinin bir noktada dengeleneceği ve böylece ekonomik
denge noktasına ulaşılacağı savıyla savunulmuştur.
Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve böylece ulusal sınırları aşarak
uluslararası hareket etmesi krizleri tetiklemiştir. Sermaye serbestisini bir tabu
olarak gören uluslararası kuruluşlar ve ülkeler bile sermayeyi kontrol altına almak
için çeşitli yöntemler üzerinde çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Bunlardan en
yaygın olarak kabul göreni ise, uluslararası sermaye hareketlerine vergi yönünden
müdahale etmektir.
Uluslararası sermaye hareketlerine vergisel müdahale yöntemlerinde biri olan
Tobin vergisi, spekülatif işlemlerde kullanılan kısa vadeli sermaye akımları yerine
yatırımı, üretimi ve istihdamı destekleyici uzun vadeli sermaye akımlarının
yoğunlaşmasını
amaçlamaktadır.
Ancak,
bu
verginin
uygulama
sonuçları
birbirinden farklıdır ve başarılı olması için gereken şartlardan biri olan küresel
düzeyde uygulanması şu an için söz konusu değildir. Tobin vergisi ile ilgili
araştırmalar sürmektedir.
Çalışmanın amacı, 1995-2013 yılları arası 14 ülke verileri kullanılarak Tobin vergisi
ve benzeri vergi uygulamalarını etkileyen değişkenleri değerlendirmektir. Bir başka
2
deyişle,
Tobin
vergisi
ile
sermayenin
kontrolsüz
giriş
ve
çıkışının
engellenebileceğinden hareketle Tobin vergisi ve benzeri vergi uygulamalarını
incelemek ve bu incelemeler ışığında Türkiye için değerlendirmeler yapmak
amaçlanmaktadır.
Bu çalışmanın ilk bölümünde, uluslararası sermaye akımları incelenmiş ve
ülkelerde yarattığı etki değerlendirilmiştir. Buna göre, en güvenilir ve en kalıcı olan
sermaye hareketi doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır.
İkinci bölümde, uluslararası sermaye hareketlerinin kontrolü ayrıntılı bir biçimde
incelenmiştir. Kontrol kavramı, bu kavrama neden ihtiyaç duyulduğu, amaçlanan
politikalar,
dünyadaki
uygulamaları
çerçevesinde
değerlendirmelerde
bulunulmuştur.
Üçüncü bölümde, sermaye hareketlerini kontrol etmenin en güncel yöntemi olan
Tobin vergisi açıklanmıştır. Tobin vergisi, kavramsal olarak tanımlandıktan sonra
bu verginin amaçları, avantajları, dezavantajları, başarılı olması için gerekenler
üzerinde durulmuştur. Ayrıca, Türkiye’de Tobin vergisinin uygulanabilirliği
değerlendirilmiştir.
Dördüncü bölümde, panel veri modeli ile sermaye kontrol kararları üzerinde etkili
olan değişkenler incelenmiş ve bulunan sonuçlar ile bu kararların nasıl alındığı
açıklanmaya çalışılmıştır.
3
2. 1990 SONRASI KRİZLERDE
HAREKETLERİNİN ROLÜ
KISA
VADELİ
SERMAYE
2.1. Kriz Kavramı
Kriz kelimesi günlük konuşma dilinde çok kullanılsa da ortak bir kavram üzerinden
farklı tanımlamaları mevcuttur. Bu tanımlamalardan önce kelimenin kökenine
bakılması tanımlamalarda kolaylık sağlayacaktır. Buna göre, kriz kelimesinin
etimolojik kökeni incelendiğinde, Yunanca “krisis” kelimesine dayanan bu
sözcüğün, özellikle tıp biliminde çok yaygın bir kullanıma sahip olduğu ve genel
olarak “aniden ortaya çıkan bir hastalık belirtisi” anlamına geldiği görülmektedir
(Aktan ve Şen, 2001:1225). Kriz kelimesinin Türkçe anlamına da bakıldığında
öncelikle bir organda birdenbire ortaya çıkan fizyolojik bozukluk olarak tanımlansa
da ekonomi açısından çöküntü, bunalım ve buhran olarak ifade edilmekte ve bir
ülkede veya ülkeler arasında, toplumun veya bir kuruluşun yaşamında görülen güç
dönem
olarak
açıklanmaktadır
(TDK,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5
3f88d795b0c75.25130668, 10.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır).
Ekonomik kriz, genel olarak herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya finans
piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının
ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak ifade edilmektedir (Kibritçioğlu,
2001:175).
Ekonomik kriz kavramı açıklanırken resesyon/durgunluk ve depresyon kavramları
da kullanılmaktadır. Resesyon kavramı, ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması
anlamına gelmektedir1. Buna karşılık ekonomik faaliyet daha önce ulaşılmış olan
düzeye nispetle oldukça uzun bir süre düşük bir düzeyde kalıyorsa, bu durum
depresyon olarak tanımlanmaktadır (Dura, 2009:2). Ekonomik krizlerde temel
unsur, kabul edilebilir sınırların ötesinde şiddetli ve uzun nitelikteki ekonomik
faaliyetlerdeki düşüşlerdir. Durgunluk, resesyon, enflasyon, deflasyon gibi farklı
1
Teknik anlamda resesyon, bir ekonominin birbirini izleyen iki çeyrek dönemde ekonominin küçülmesini
ifade etmektedir.
4
kavramları içerse de, krizlerin belirleyici yönü süresi, büyüklüğü ve yarattığı etki
olmaktadır.
Eğilmez’e göre, ekonomik kriz tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki
büyük düşüş, yüksek oranlı işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi
biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu tür ekonomik krizlere genellikle finansal
piyasalardaki belirsizlikler ve hisse senedi fiyatlarındaki düşüşler ve yerli paranın
yabancı paralara göre değerindeki düşüşler eşlik etmektedir. Bu durumun aksine
bazen krizler doğrudan doğruya finansal sektörden kaynaklanabilmektedir. Yani
krizler reel kesimden başlayıp finans kesimini vurabileceği gibi tam tersi de
olabilmektedir (Eğilmez, 2009:48).
Keynes krizi, yukarıya yönelen hareketin yerini aşağıya yönelen bir harekete ani
ve şiddetli bir şekilde bırakması ve kural olarak tersi bir durumda (aşağıya yönelin
hareketin yukarıya yönelmesi) keskin bir dönüm noktasının olmaması gerçeği
olarak açıklamaktadır. Buna göre, ticari çevrim denilen süreçte ortaya çıkan kriz,
tüketim eğilimindeki, likidite tercihindeki ve sermayenin marjinal etkinliğindeki
dalgalanmaların bir sonucu olan iktisadi dalgalanmalarla birlikte ortaya çıkmaktadır
(Keynes, https://ebooks.adelaide.edu.au/k/keynes/john_maynard/k44g/index.html,
10.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır).
Krizin genel tanımlamalarından birini yapan Kindleberger’e göre, kriz, çılgınlık,
panik ve çöküş (manias, panics and crashes) adı verilen aşamalardan oluşan bir
süreçtir. Bu süreç, konjonktürel genişleme sırasında yaşanılan çılgınlık aşamasıyla
başlamakta ve bu aşamada yatırımcılar paralarını reel ve finansal varlıklara
yatırmaktadır. Konjonktürün tepe noktasında ortaya çıkan panik aşamasında, ilk
aşamanın tersine yatırımcılar paraya geri dönüş yapmaya çalışmaktadır ve sürecin
son aşaması olan çöküş aşamasında ise, ilk aşamada büyük bir istekle yatırım
yapılan varlıkların fiyatlarının düşmesiyle birlikte kriz süreci ortaya çıkmaktadır
(Kindleberger ve Aliber, 2005:24-37).
5
Ekonomik krizler iki başlık altında incelenebilmektedir. Bunlardan ilki, reel sektör
krizleridir. Reel krizler, mal-hizmet ve işgücü piyasalarındaki miktarlarda yani
üretimde ve/veya istihdamda ciddi daralmalar (durgunluk ve/veya işsizlik krizi)
biçiminde ortaya çıkmaktadır. Diğer bir kriz türü ise, finansal krizlerdir. Döviz ve
hisse senedi piyasaları gibi finans piyasalarındaki şiddetli fiyat dalgalanmaları veya
bankacılık sisteminde bankalara geri dönmeyen (batık) kredilerin aşırı derecede
artması sonucunda yaşanan ekonomik sorunlar olarak ifade edilmektedir
(Kibritçioğlu, 2001:175-176).
Etkiledikleri sektörler bakımından yapılan bu ayrıma göre, reel sektör krizleri,
üretimde ve/veya istihdamda önemli daralmalar şeklinde kendini gösterirken,
finansal krizler ise ekonominin reel kesimi üzerinde tahrip edici etkiler yaratabilen
ve piyasaların etkin işleyiş gücünü bozan finansal piyasa çöküşleri şeklinde
etkilere sahip olmaktadır (Delice, 2003:59). Finansal kriz ve ekonomik kriz
kavramları yapısal olarak farklılıklar içerse de, finans sektörü ile reel sektörün
birbirinden bağımsız olmaması nedeniyle yaşanan krizler de birbirlerinin tetikleyici
durumunda olmaktadır (Pusti, 2013:4).
Şekil 2.1 Kriz çeşitleri
Kaynak: Kibritçioğlu, 2001:176
6
2.2 . Krizlerin Nedenleri
Krizlere çözüm getirebilmek adına öncelikle krizlerin nedenleri üzerinde durulmalı
ve bu nedenlere yönelik çözümler türetilmelidir. Bu nedenlerden üzerinde en çok
uzlaşılanı, ülkelerin yapısal sorunlarıdır. Yapısal sorunları, finans sektörünün
kırılganlığı, geçiş ekonomilerindeki yapısal reformların zayıflığı, mali dengesizlikler
gibi konularda kendini göstermektedir (Ateş, 2004:69).
2008 yılındaki Küresel Kriz’le birlikte tekrar canlanan bir diğer düşünce de,
kapitalist düzenin doğası gereği kriz yarattığıdır. Buna göre, kapitalist düzende
üretim kapasitesinin hızla artması, yığınsal üretime karşı, talebin, gelir dağılımı
bozukluğu, piyasalardaki rekabet şeklinin de etkisiyle aynı hızda artmaması,
geleceğe ilişkin belirsizlikler, dönem dönem kriz doğurmaktadır. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, soğuk savaşın getirdiği arkeri harcamalar, zaman zaman
bölgesel sıcak savaşlar, devletin sosyal harcamaları, krizlerin boyutunu sınırlı
tutmuş, 1929 düzeyinde bir kriz yaşanmasını önlemiştir. Ancak, finans kapitalin
giderek spekülatif bir sermaye haline gelmesi ve izlenen neo liberal politikalar
günümüz krizinin boyutunu, 1950 sonrası krizlere göre büyütmüştür (Akgüç,
2009:8). Bu liberal politikaların, finans alanındaki uygulamaları krizlerin en önemli
sebebi olarak gösterilmektedir. Finansal liberalizasyon, ülkelerin uluslararası
sermaye akımlarına açık hale gelmesi, ekonomilerinin kırılgan bir duruma
sokulması gibi sonuçlar doğurmakta ve krizlerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır (Sarpkaya, 2009:10).
Finansal liberalizasyon süreci, temelini neoklasik iktisattan almaktadır. 1970’li
yıllardan itibaren, McKinnon ve Shaw, neoklasik finans teorisinin az gelişmiş
ülkelere uygulanacak versiyonunu geliştirmiş, “finansal baskı”nın yani, faiz
tavanları, yüksek rezerv oranları, seçici kredi politikaları gibi finansal piyasaların
işleyişi saptıran hükümet politikalarının kalkmasının ve finansal derinleşmenin
ekonomik gelişmeye katkısı olacağını, tasarrufları artıracağını ve daha etkin
kaynak dağılımı sağlayacağını ileri sürmüşlerdir. Finansal serbestleşme, öncelikle
makroekonomik istikrarın sağlanmasına bağlanmıştır. Ancak, bu koşul yerine
getirildiğinde sermaye kaçışı korkusu yaşanmadan serbestleşme yaşanabilecektir
7
(Öztürk ve Kuşçu, 2010:11). Finansal liberalizasyon politikaları, her zaman olumlu
sonuçlar vermemiştir. Örneğin, Latin Amerika’daki finansal baskı sürecinin bitip
serbestleşmenin başlamasına yönelik uygulamalar, 1980’li yıllarda başarısızlıkla
sonuçlanmış ve gerekli kurumsal düzenlemeler yapılmadan, gerekli makro
ekonomik
koşullar
sağlanmadan
finansal
liberalizasyona
geçilmesinin
sakıncalarını göstermiş ve ülkeleri krizlere sürüklemiştir (Turgut, 2007:40). Bu
noktada yapısal düzenlemeler tartışılmaya başlanmıştır.
1982’de Meksika’nın yaşamış olduğu borç krizine karşı ABD Hazine Bakanı
Baker’ın 1985 yılında başlattığı yapısal uyum doktrini de bu sürecin sonucudur. Bu
doktrin, IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşların rolünü değiştirerek, onları
düzenleyici konumuna sokuyor ve yapısal uyum programlarının uygulanmasında
denetleyici bir rolü yüklüyordu. Bu doktrin, DB’da yöneticilik yapmış olan
Williamson
tarafından
1990
başlarında
Washington
Konsensüsü
olarak
adlandırılmıştır. Bu konsensüsün temel prensipleri;

Mali disiplin,

Kamu harcamalarında önceliklerin eğitim, sağlık ve altyapıya verilmesi,

Vergi tabanını genişletmeye yönelik vergi reformu

Piyasa tarafından belirlenen pozitif faiz oranları

Rekabetçi döviz kuru

Ticaretin liberalleşmesi

Doğrudan yabancı yatırımlara açıklık

Devlet teşebbüslerinin özelleştirilmesi

Deregülasyon veyahut rekabeti sınırlayan ve piyasaya girişi engelleyen
düzenlemelerin kaldırılması

Mülkiyet
haklarının
yasal
güvenceye
kavuşturulmasıdır
(Şen,
2005:184,185).
Bu uzlaşma, bu modelin getirdiği politikaları uygulayan gelişmekte olan ülkelerde,
spekülatif sermayenin kontrolsüz dolaşımını sağlamış, söz konusu ülkeler aleyhine
bozulan ticaret dengeleri, hadleri ve gelir dağılımını düzeltici hiçbir önlem
8
içermemekte ve ulusal ekonomilerin geleceği, yabancı girişimcilerle sermayeye
teslim edilmiştir (Şeren, 2011:39).
Washington Konsensüsü’ne getirilen en önemli eleştirilerden biri, küresel
ekonominin son 20 yılını şekillendiren Washington merkezli kurumların, bu
kurumların politilarını uygulayan Arjantin, Meksika, Türkiye gibi ülkelerin 1990’lı ve
2000’li yıllarda yaşadığı krizleri ve 2008 küresel ekonomik krizini öngörmemiş ve
piyasanın kuralsızlaştırılmasına sessiz kalmış olmasınadır (Karakurt, 2011:32). Bir
diğer eleştiri konusu, her ülkeye aynı formülün uygulanmasıdır. Aynı formülün
uygulanması, aynı sonuçlara ulaşılmasını sağlamamıştır. Birçok ülke bu politikanın
gereklerini
uyguladıkları halde
kalkınma
sağlanamamış,
sık
sık
yabancı
sermayenin ülke dışına çıkmasıyla birlikte ödemeler dengesi krizleri yaşanmıştır.
İlk uygulanma yeri olan Latin Amerika ülkelerinde, 1990’lı yıllarda başlayan
toparlanma kısa süreli olmuş ve bu dönemdeki büyüme oranları, ithal ikameci ve
merkezi planlamaya dayalı iktisat politikalarının uygulandığı 1950-1980 döneminin
gerisinde kaldığından bu dönem “kayıp on yıl” olarak isimlendirilmiştir (Yıldırım,
2011:9).
Konsensüse yönelik eleştirilerin en önemlisi, finansal serbesti sonucu ortaya çıkan
“sıcak para” hareketlerinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde krizlerin tetikleyicisi
olmaları üzerinedir (Yıldırım, 2011:12). Uluslararası sermayenin gelişmekte olan
piyasalar üzerindeki olumsuz etkisi, kontrol edilememesi sebebiyle iç ekonomik
dengeleri sarsması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Özellikle sıcak para olarak tabir
edilen kısa vadeli sermaye hareketlerinin ne zaman geleceği ve ne zaman
çıkacağı konusunda hiçbir garantinin ve kontrolün olmaması, gelişmekte olan ve
derinliği olmayan piyasalar için son derece tehditkâr bir durumdur (Atamtürk, 2003:
45).
2.3. Krize Sebep Olan Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin İktisadi Analizi
Krizlerin ortaya çıkış nedenlerine baktığımızda tarihsel süreçte farklılıklar
görmekteyiz: Örneğin krizler; XVIII. yüzyıla kadar daha çok savaş, finansal
9
spekülasyon, kıtlık gibi olaylara; XIX. yüzyıldan itibaren ise daha çok kapitalist
ekonomilere özgü faktörlere bağlı olarak kendini göstermeye başlamıştır. XIX.
yüzyıl ve sonrası krizlerin aynı zamanda, tek bir sektörde ve belli bir bölgede değil,
yaygın bir şekilde ve 6-10 yıl gibi düzenli aralıklarla oluştuğu görülmektedir (Dura,
2009:15).
2.4. 1990 Sonrası Türkiye ve Dünyada Krizler ve Sermaye İlişkileri
2.4.1. Küresel Krizler ve Sermaye İlişkileri
1994 Meksika krizi, sermaye hareketlerinin ulusal ekonomilere karşı risk unsuru
oluşturduğunun (Kahler, 1998:5) anlaşılması açısından önemli bir dönüm
noktasıdır.
2.4.1.1.
1994 Meksika Krizi
1994 yılında Meksika Pesosu’nun devalüasyonuyla başlayan ekonomik kriz, cari
açıkları portföy yatırımından oluşan sıcak para ile finanse etmenin ne kadar kötü
sonuçlar doğurabileceğini göstermiştir (Walther, 2002:117). 1994 Krizinin yapısal
özelliklerine
geçmeden
önce,
çalışmada
Meksika’nın
kriz
öncesi
yapısı
incelenecek ve krize neden olan etmenler üzerinde durulacaktır.
1990’larda pek çok gelişmekte olan ülke özel sermaye akımları için cazibe merkezi
haline gelmiştir. Özellikle Latin Amerika ülkeleri ihracatlarının % 35’ini aşan
miktarda net fon girişlerine sahne olmuşlardır. Bu ülkelerde rezervlerde artış
olduğu gibi sermaye hesaplarında da geniş açıklar oluşmuştur. Bu durumun, mali
dengenin kontrol altında olması nedeniyle sakınca yaratmayacağı inanışı hakimdir.
Bunun sonucunda, 1992-1994 arasında Meksika GSMH’nın % 7’si kadar cari açık
vermiştir (Akdiş, 2007:17).
Aşağıdaki tabloda, Meksika’nın 1986-1993 yılları arasındaki temel ekonomik
göstergeleri gösterilmiştir. Buna göre, Meksika’nın özellikle 1991 yılı sonrası ciddi
sermaye girişlerine sahne olduğu, bütçe açıklarının yok olduğu ve cari açıkların
10
yükselişe geçtiği görülmektedir. Enflasyon bu etkilerle, 1993 yılında tek haneli
rakamlara kadar inmiştir. 1993 yılına kadar bu süreç olumlu yönde ilerlemiş, ancak
sermaye akımlarının ters yöne doğru yönelmesi sonucunda kriz ortaya çıkmıştır.
Bu sürecin 1993 yılına kadarki olumlu etkileri, Meksika’nın temel ekonomik
göstergelerinde de kendini göstermiştir, Çizelge 2.1’de bu etki izlenmiştir.
Çizelge 2.1. Meksika kriz öncesi temel ekonomik göstergeleri (1986-1993)
Cari
Açık
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
-1374
4239
-2376
-5821
-7451
-14893
-24804
-23393
2716
-1189
-1163
3126
8163
24940
26542
30882
-10341
-27467
-37843
-25589
-19435
-19990
15959
4156
78757
193162
393727
512603
694872
877941
103473
114001
3
1
(Milyon $)
Sermaye
Hareketleri
(Milyon $)
Bütçe Açığı
(Milyon
Peso)
GSYİH
(Milyon $)
GSYİH
85313
87415
172612
194094
235918
285881
332135
367047
TÜFE (%)
86,2
131,8
114,2
20,1
26,7
22,7
15,5
9,8
Döviz Kuru
0,9235
2,2097
2,2810
2,6410
2,9454
3,0710
3,1154
3,1059
(Milyon
Peso)
(Peso/$)
Kaynak: Yentürk, 1997:156
Özelleştirme ve liberalizasyon politikaları dorultusunda, ülkeye giren sermayenin
beşte dördünün spekülatif amaçlı olması döviz kurlarının değerlenmesine neden
olmuştur. Ayrıca Meksika’da faiz oranlarının yüksek olması da giren sermaye
miktarını artırmıştır. Ülkedeki paranın değerlenmesi, ihracatın düşmesine ve
ithalatın artmasına neden olmuştur. Dış ticaret açığı, tasarruflarda düşme ve
hükümete güvenin kalmaması sonucu oluşan finansal krize karşı 1994’de Peso %
15 oranında devalüe edilmiş, ancak devalüasyon miktarının ekonomiyi kurtarmaya
yetecek derecede olmaması nedeniyle döviz dalgalanmalarına yol açmıştır. Mali
11
piyasalardaki krizin reel sektörde de hissedilmesi üzerine Meksika krizi
yaşanmıştır (Kınaytürk, 2006: 31).
1990’lı yıllarda finansalserbestleşme ve büyük sermaye girişleri ile birlikte oluşan
kırılganlıklara ilaveten 1994 yılında ekonomide yaşanan iç ve dış şoklar, döviz
kuru baskı altında iken Aralık 1994’de bir ödemeler dengesi krizi ve finansal krize
yol açmıştır. Meksika krizinin değerlendirmesine ilişkin yapılan çeşitli çalışmalarda
krizi destekleyen diğer etmenler arasında hükümete güveni sarsan nitelikteki siyasi
gelişmeler, ABD’deki faiz artışlarının yabancı sermaye kaçışlarına yol açması,
kamu borç yönetiminde vade ve döviz yükümlülüklerindeki uyumsuzluklar,
bankacılık sektöründe takipteki kredilerin hızla artması ve uygun bankacılık
düzenlemelerinin bulunmadığı koşullar altında bankaların yanlış tutumları ve
özellikle IMF’nin Meksika bankalarındaki riskli kredileri fon desteği sağlayarak
karşılayacağı şeklindeki bir beklentiyle daha riskli yatırımlara yönelerek bankacılık
krizini tahrik etmeleri gibi nedenler de sıralanmaktadır (TBB, 2001:2).
Peso krizi veya tekila krizi (Demiral, 2008:63) de denilen bu krizden kurtulmak
amacıyla, daraltıcı para-maliye politikaları izlenmiş ve dış yardıma yönelinmiştir.
Meksika, 1994 yılının sonlarına doğru önceden belirlenmiş kur rejimine geçmiş ve
para politikasını yeni koşullara göre yeniden şekillendirmiştir. Yeni para politikası
açık olarak orta vadeli fiyat istikarı hedefi ile bankacılık sektöründeki problemlerin
çözümüne ve ortaya çıkacak maliyetin mali otorite tarafından üstlenilmesi
esaslarını temel almıştır (TBB, 2001: 15). Ayrıca, IMF 17,75 milyar, ABD 20 milyar,
BIS 10 milyar ve Kanada Bankası 1,5 milyar USD fon aktarmak üzere 50 milyar
USD’lik dış yardım sağlanmıştır (Whitt, 1996:17; Carstens ve Schwartz,
1998:218).
Bu destek sayesinde kriz tüm dünyaya yayılmamıştır. 1995 yılının sonlarına doğru
yatırımcılar sakinleşmiş, artık ülke ekonomisinin kötüye gitmeyeceği düşünülmeye
başlanmış ve faiz oranlarının düşmesiyle birlikte talep canlanmaya başlamış ve
iyileşmeler görülmüştür (Kınaytürk, 2006:31). 1995 yılında % 6 küçülen ekonomi,
1996 yılında % 5 büyümüş ve izleyen yıllarda da büyümeye devam etmiştir. Diğer
12
önemli göstergelerden biri olan GSYİH de büyüme gözlenirken, toplam borçları da
oransal olarak azalmaya devam etmiştir. Bu iyileşme süreci, 2001 yılında sekteye
uğrasa da Çizelge 2.2’de görüleceği üzere 1995 yılındaki krizin izleri silinmeye
başlanmıştır.
Çizelge 2.2. Meksika kriz sonrası temel ekonomik göstergeleri (1994-2003)
1994
1995
1996
1997
2000
2001
2002
2003
GSYİH
305,
286,6
301,4
321,8
373,2
372,8
375,5
380,4
(Milyar $)
5
Büyüme
4
-6
5
7
7
-0,2
1
1
7
35
34
21
9
6
5
5
İşsizlik (%)
4
6
4
3
2
2
2
3
Cari
-29,6
-1,5
-2,5
-7,6
-18,1
-18,1
-14
-9
32,9
57,6
46,9
36,7
25,8
23,3
21,7
21,6
Hızı(%)
Enflasyon
(%)
İşlemler
Dengesi
(Milyar $)
Toplam
Borç/GSYİH
(%)
Kaynak: Cura, 2005:16
2.4.1.2.
1997 Asya Krizi
Uzak doğu ülkeleri literatüre “Doğu Asya Mucizesi” adıyla geçen ekonomik
gelişmeleriyle 20. yüzyılın son çeyreğinde adından söz ettirmiştir. Diğer ülkelere,
özellikle gelişmekte olan ülkelere örnek gösterilen bu büyüme Japonya’nın
bölgeye getirdiği bölgesel dinamizm ve ivmeden kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerin
bazıları NICs (Newly Industrializing Countries – Malezya, Endonezya, Tayland)
adını alırken, diğerleri ise Asya Kaplanları (four Asian Tigers – Hong Kong, Güney
Kore, Singapur, Tayvan) olarak adlandırılmışlardır. Kendilerine özgü bir kalkınma
modeli ile gelişen bu ülkelerin ortak özellikleri, birçok çalışmada uzun süreli siyasi
iktidarlar, eğitimli işgücü, tasarruf güdüsünün yüksek olması, ekonomide dışa açık
13
bir politika izlenmesi, ihracat öncelikli bir sistem izlemeleri, yabancı sermaye
girişinin artması, konjonktürel olarak dolara endeksli ülke paralarının 1995 yılına
kadarki doların uluslararası piyasalardaki güçsüzlüğünden yararlanılarak rekabet
avantajı yakalanması olarak sıralanabilir (Öksüz, 2001: 40-45).
Krize sürüklenen Güneydoğu Asya ülkeleri, kriz öncesindeki birkaç yıllık dönemde
yabancı sermaye girişine dayalı büyüme politikası izlediklerinden sermaye
girişlerinin sürekliliğini sağlamak amacıyla paralarını uzun bir süre sabit bir kur ile
ABD dolarına bağlamışlardır. Bu tür bir politika, aynı zamanda enflasyonun
düşürülmesine katkıda bulunduğundan izlenen istikrar programının da bir parçası
durumundaydı (Göktaş, 2000: 4).
Kriz öncesi yıllarda oluşan yoğun sermaye akımları,özellikle de kısa dönemli
sermaye hareketleri, Endonezya, Güney Kore, Malezya, Filipinler ve Tayland için
düzensiz finansal serbestleşmeye gidildiğinin bir kanıtı niteliğindedir (Eren, 2010:
47). Bu ülkelere yönelik spekülatif nitelikli olan kısa vadeli sermaye hareketleri, bu
ülkelerdeki finansal varlıkların fiyatlarını yükseltmiş ve finans piyasalarında suni bir
şişkinliğe sebep olmuştur (Afşar, 2004: 111). Menkul değer fiyatlarında patlama
yaşanması ile başlayan genişlemeyi kırılmalar izlemiş, ardından da bankacılık
sisteminin problemleri ortaya çıkmıştır. Aşırı yükselen menkul değer fiyatları birden
düştüğünde geniş ölçekli banka problemleri oluşmakta ve bu problemler de krize
davetiye çıkarmaktadır (Yürekli, 2004:47,48).
14
Çizelge 2.3. Güneydoğu Asya ülkelerinin kriz öncesi ve sonrası dönemde sermaye
akımlarının ve cari açıkları
Tayland
Güney Kore
Endonezya
Filipinler
Cari İşlemler Dengesi
(Ortalama, Milyon $)
1994-1997
1998-2000
-9,838
12,013
-10,887
25,416
-5,444
5,956
-3,309
6,179
Sermaye Hareketleri
(Ortalama, Milyon $)
1994-1997
1998-2000
10,377
-11,790
10,684
5,684
6,086
-7,825
7,051
-2,415
Kaynak: İnan, 2002: 54
Çizelge incelendiğinde, özellikle Tayland ve Güney Kore ekonomilerinin 1990
sonrası sermaye girişlerinin çok yüksek rakamlara ulaştığı ve cari açıkların yine
aynı dönemde ortaya çıkan yüksek oranlarına bu sermaye girişleriyle finanse
edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Kriz sırasında oluşan panik nedeniyle kısa
vadeli sermaye akımlarının yön değiştirmesi sonucu, kriz derinleşmiştir.
Tayland, sabit döviz kuru politikasıyla ve Merkez Bankası’nın Tayland Bankaları ve
mali kuruluşlara verilen kredilere dolaylı yoldan verdiği güvencelerle ülkeye
yabancı sermaye akışı sağlanmış ve dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri
arasına girmiştir. Bu yatırım patlaması zamanla ekonominin hazmedebileceği
sınırları aşmış ve ücretler ve maliyetlerdeki artış rekabet gücünü azaltmıştır. Bu
dönemde doların değer kazanmasıyla birlikte Baht da aşırı değerlenmiş ve ihracat
yavaşlamıştır. Güneydoğu Asya ülkeleri, Çin parasının 1994’de büyük oranda
devalüe edilmesinden ve 1995-1997 arasında Japon yeninin ABD dolarına göre %
50’nin üzerinde değer kaybetmesinden sonraki dönemlerde dahi paralarını ABD
dolarına bağlamaya devam etmişlerdir. Bu tür kambiyo politikası, ihracat
sektöründe yatırımdan kaçınılmasını teşvik etmiş ve sonuçta, söz konusu ülkelerin
ihraç ürünlerinin rekabet gücünün önemli derecede azalmasına yol açmış, gelişmiş
ülkelerde talepteki artış hızının yavaşlamasının da etkisiyle cari dengede büyük
boyutlu açıklarla karşı karşıya kalınmıştır. Bankalar yatırımları borçlanmayla
finanse etmeye başlamış ve Merkez Bankası’nın mali kesimin açıklarını
15
karşılayacak durumda olmadığı şüphesi, faizlerin yükselmesine sebep olmuştur.
Sabit kur politikası sonlandırılmış ancak bu süreçte ülke parası değerinin yarısını
kaybetmiş ve IMF yardımlarının da fayda etmeyeceği anlaşıldığında kriz
Endonezya’ya sıçramıştır. Tayland’ı Endonezya ve Güney Kore izlemiş ve Güney
Doğu Asya Krizi ortaya çıkmıştır (Göktaş, 2000: 4 ve Sönmez, 2001:386-393).
2-3 Temmuz 1997’de Tayland’ın para birimi olan baht’ın devalüe edilmesiyle
başlayan ve birbirini iten domino taşları gibi bölgenin diğer ülkelerine de sıçrayarak
küresel nitelik kazanan Asya Krizini bir tek nedene bağlamak kuşkusuz zordur
(Yürekli, 2004:90). Ancak krizde etkili olan faktörler açısından birleşilen bazı
noktalar şu şekilde sıralanabilir (Parasız, 2005: 273-279) :

Sınırsız ve kontrolsüz olarak gelişen finansal liberalizasyon süreci,

Sürdürülemez cari açıklar,

Finans sektöründeki zayıflıklar,

Bankacılık sektörünün yönetim sorunları,

Finansal balonlar ve yatırımlarda ölçeğe göre azalan getiriler,

Finansal düzenleme eksiklikleri ve spekülatif saldırılar,

Dünya piyasalarındaki meydana gelen eş zamanlı panikler,

Küresel yatırımcıların tedirginliği.
Bu nedenler Tayland’da başlayan krizi, tüm Güneydoğu Asya ülkelerine
yayılmasına sebep olmuş, kriz sonrası Endonezya’da % 13.7, Tayland % 9.4, Kore
% 5.8 küçülmüştür (Kınaytürk, 2006:35). 1996’da beş Asya ekonomisine giren net
özel sermaye akışı 9,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bir yıl sonra tahmini
olarak 12,1 milyar dolarlık bir çıkış yaşanmıştır. Yıl sonuna kadar bu ülkelerden
çıkan miktar 105 milyar dolar seviyesindedir. Bu rakam söz konusu ekonomilerin
GSYH’sının yaklaşık % 10’dan fazlasına denk gelmektedir. Bu süreç Asya
ekonomilerinin tahmin edilemeyen bir ekonomik kriz yaşamalarına sebep olmuştur.
Asya ülkelerindeki kriz, likit kısa vadeli sermaye bağımlılığının, tehlikeli bir strateji
olduğu dersini dünya ekonomilerine göstermektedir (Rodrik, 2000:82,83).
16
2.4.1.3.
Rusya’da
1998 Rusya Krizi
ortaya
çıkan
finansal
krizin
nedenleri
daha
eski
oluşumlara
dayanmasına rağmen krizin başlama sebebi, kısa vadede yüksek getiri elde etmek
isteyen kısa süreli yabancı sermayenin spekülatif hareketleridir. 1996 ve 1997
yıllarında Rusya’ya gelen yabancı yatırım miktarı % 229 oranında artış
göstermiştir. Bu dönemde Rusya’daki bankalara uluslararası finans piyasalarından
büyük miktarda düşük faiz oranlı kaynak akışı gerçekleşmiştir. Bankalar iç
piyasaya bu paraları yüksek faiz oranları ile kredi olarak kullandırmıştır. Krizin
başlangıç noktasını Dünya petrol fiyatlarında yaşanan düşüş sebebiyle Rusya’nın
dış gelirlerinin 10 milyar dolarlık kayba uğraması ve bunun sonucunda piyasalara
verilen kredilerin geri dönmemeye başlaması oluşturmuştur. Rusya’da 1998
yılından itibaren şirket ve banka iflasları yaşanmış ve finansal piyasalarda
dalgalanmalar ortaya çıkmıştır (Akdiş, 2002:7).
Rusya’da Ruble’nin devalüe edilmesi ve moratoryum ilanı ile ortaya çıkan
ekonomik krizin en önemli nedenlerinden birisi piyasa sistemine hızlı geçişi
hedefleyen ve eski sistemden devralınan sosyo-ekonomik yapının dikkate
alınmadan uygulandığı “şok program” olmuştur (Esen, 1998:67). Kronik bütçe
açıklarının iç-dış borçlanma ile karşılandığı ve Ruble’nin aşırı değerli olduğu
Rusya’da hükümet, Temmuz 1998’de IMF ile anlaşma imzalamış ve IMF’den ilk
taksit olarak 5 milyar USD borç almıştır. Ancak Rusya bu anlaşma şartlarını yerine
getirememiştir. Bu gelişme, bir yandan Ruble’nin değer kaybedeceğini öngören
Rus yatırımcıların yatırımlarını Ruble’den USD’ye çevirmelerine, öte yandan
portföylerindeki tahvilleri ve hisse senetlerini satmalarına yol açmıştır. Böylece
Ruble üzerinde aşağı doğru bir baskı ortaya çıkmış, diğer yandan tahvil ve hisse
senedi fiyatları düşmüştür. Bu durumda Rusya hükümeti, Ağustos 1998’de Ruble
borçlarını yeniden yapılandırmak amacıyla, bankalar ile özel firmaların döviz
cinsinden borçları için 3 aylık bir moratoryum ilan etmiş, dalgalı kura gçerek
Ruble’nin değer kaybetmesine izin vermiş ve IMF’den ikinci para dilimini talep
etmiştir. Ancak IMF anlaşma şartlarının yerine getirilmediği gerekçesiyle bu talebi
reddetmiştir. O güne kadar, IMF’nin Rusya gibi büyük bir ülkeye borç vermeyi
17
reddetmeyeceğini düşünen yatırımcılar, bu kararla birlikte portföylerindeki Rus
varlıklarını çok düşük fiyattan satarak bu fonlarla ABD’de tahvil satın almışlardır.
Böylece, sermaye kaçışı Rusya krizi ile sonuçlanmıştır (Ünsal, 2005:529).
Rusya’nın ve diğer yüksek kredi riskli ülkelerin mali varlıklarından bol miktarda
tutan ve ABD’de mukim Uzun Vadeli Sermaye Yönetimi (Long Term Capital
Management; LTCM) isimli bir hedge fon 1998 yılında batmış ve bu gelişme
Rusya ile fazla ticari ilişkileri olmayan bazı yükselen piyasa ekonomilerinin de
krizden
etkilenmesine
yol
açmıştır
(Özatay,
Bulaşır
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fatih_ozatay/bulasir_mi-994554,
mı?,
10.10.2014
tarihinde ulaşılmıştır). Bu ülkelerden biri olan Brezilya piyasalarında ciddi boyutlara
ulaşan fon çıkışları yaşanmış ve bu durum ülke ekonomisinde devalüasyon
baskısı yaratmıştır (Karacan, 2014:768).
Bir başka deyişle, sermaye hareketlerinin serbestliği, sabit kur politikaları
nedeniyle Rusya’ya akan sermaye akımları, aşırı dış borçlanma, güvensizlik,
Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan kriz nedeniyle sermayenin ülkeden
kaçmasına yol açmıştır. Bu da Rusya krizine sebep olmuştur (Kınaytürk, 2006:37).
Çizelge 2.4. Rusya’nın seçilmiş ekonomik göstergeleri ve sermaye hareketleri
(1994-2001)
GSYİH
(Önceki yıla
göre
%
değişim)
Enflasyon
(Tüketici
Fiyatları, %)
Finansal
Hesap
Dengesi
Doğrudan
Yabancı
Sermaye
Yatırımı
(Milyon $)
Portföy
Yatırımları
(Milyon $)
Diğer
Yatırımlar
(Milyon $)
1994
-12,7
220
-10.263
408
21
-12.558
1995
-4,1
130
2.497
1.460
-2.444
-13.867
1996
-3,4
21,8
-1.676
1.656
4.410
-11.584
1997
0,9
11,0
9.685
1.681
45.775
-35.834
1998
-4,9
84,4
9.981
1.496
8.618
-5.434
1999
5,4
36,5
-15.730
1.102
-946
-14.108
2000
8,3
31,6
-48.638
-463
-10.344
-21.831
2001
5,0
18,6
-15.378
-64
-653
-6.449
Kaynak: Demiral, 2008:72
18
Rusya ekonomisi 1998 krizinde % 5,3 oranında küçülme yaşadıktan sonra, hızlı bir
büyüme sürecine girmiştir. 1998’de 10 dolara kadar gerileyen petrol fiyatlarının
artan trendi, doğal kaynak bağımlısı ekonominin büyüme kaynağı olmuştur. Döviz
rezervlerinin artışı ve enflasyonun % 85’lerden 2000 yılında % 20’lere gerilemesi
de krizden çıkıldığını göstermiştir (Özel, 2005: 79,80).
2.4.1.4.
1999 Brezilya Krizi
Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkelerinden Kolombiya, Meksika, Ekvator gibi
ülkeler, Güneydoğu Asya ve ardından Rusya krizlerinin “domino” etkilerini
üzerilerinde hissetmişlerdir. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin Latin Amerika
ülkelerine yönelişi 1996 yılı ile birlikte hacim kazanmış, ancak bu fonların
Brezilya’nın faiz yapısını bozması 1997-1998 yıllarını bulmuştur. Sermayenin
kaçmasını önlemek için başvurulan yüksek faiz oranları, finans sektörüne sermaye
çekilmesine ve dengesizliklere sebep olmuştur (Küçükaksoy, 2006:167-169). Bu
yüksek faiz oranları, kamu borçlarının GSMH’ya oranını 1995-1999 arasında iki
katı arttırmış ve bu oran % 45’e ulaşmıştır. Kamu açıkları, iç borçlarla finanse
edilirken, cari açıklar da sermaye akımlarıyla finanse edilmiştir. Sermaye akımları,
aşırı değerli para ve geniş cari açıklarla desteklenmiştir. Cari açıklar GSMH’nın
%5’ine ulaşmıştır. Artan mali açıklar ve cari açıklarla beraber, Rusya’daki kriz de
Brezilya’yı etkilemiş ve kriz sürecine girilmiştir (Yay, vd: 2001:40,41).
19
Çizelge 2.5. Brezilya ekonomisine ait temel makroekonomik göstergeler
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2,55
2,99
3,85
4,34
4,39
3,50
12,50
12,80
13,80
7,20
-5,60
-4,00
GSMH Büyümesi
4,22
2,66
3,60
-0,12
0,82
3,50
Nominal Mali Açık (%
-0,35
0,03
1,00
-0,02
-3,13
-3,20
TÜFE
22,41
9,56
5,22
1,66
8,94
6,80
İşsizlik Oranı
4,64
5,42
5,66
7,60
7,55
7,00
Cari İşlemler Açığı
(% GSMH)
Dolaylı
Yabancı
Sermaye/Borçlanma
Gereksinimi
(Milyar $)
GSMH)
Kaynak: Özdemir, 2007: 137
1999 yılında Brezilya’daki devalüasyon ile başlayan Latin Amerika kriz
süreci,başta Arjantin olmak üzere birçok ülkeyi derinden etkilemiştir. Diğer Latin
Amerikaülkeleri gibi hiperenflasyonlar yaşayan bir ülke olan Brezilya, 1994 yılında
enflasyonukontrol altına almak amacıyla, “Real” adlı bir para birimini dolaşıma
çıkarmış ve bupara biriminin değerini küçük oranlı devalüasyonlarla ayarlama
yolunu seçmiştir.Böylece Brezilya, enflasyonu 1994’teki %2075 olan değerinden,
1998’de %3,2’ye kadardüşürmeyi başarmıştır. Ancak 1997 yılı sonlarından itibaren
Real
aşırı
değerli
halegelmiş
ve
Real’e
spekülatif
saldırılar
artmıştır
(Krugman,2005:39).
1998 yılının Ağustosunda Rusya’nın moratoryum ilan edip krize girmesi ile birlikte,
Brezilya’daki yabancı yatırımlar bütçe ve cari işlemler dengesindeki açıklara
kuşkuyla bakmaya başlamış ve Rusya krizinden sonraki üç ayda Brezilya’dan çok
miktarda sermaye kaçışı yaşanmıştır. Brezilya krizinde spekülasyonların etkisini
görmek mümkündür. Brezilya Reali spekülatif saldırılara maruz kalmış, Realin
değerinin
korunabilmesi için
faiz
oranları yükseltilmiştir.
Faiz oranlarının
yükseltilmesi ise bütçe açıklarını aşırı derecede artırmıştır. Realin, dolara
sabitlenmesi ve yüksek yurt içi faizlerin de etkisiyle aşırı değerlenmesi ise
devalüasyon beklentilerine neden olmuştur. Real üzerindeki baskıların artması
20
karşısında Ocak 1999’da Real % 8 oranında devalüe edilmiş ve yapılan bu
devalüasyonun piyasaları yatıştırmada yetersiz kalması nedeniyle, spekülatif
saldırılar devam etmiş ve Brezilya Merkez Bankası döviz kuruna müdahalelerden
vazgeçerek Reali dalgalanmaya bırakmıştır (Keskin, 2008:102). Bu dalgalanma
sonucu, kur iki hafta içerisinde dolara karşı 2,0’ın üzerinde bir oranla işlem
görmeye başlamış ve Real planı fiilen sona ermiştir (Turan, 2011:60).
Bu dönemde portföy yatırımlarında yaklaşık 18 milyar dolarlık bir azalma olmuştur.
Brezilya’da, Rusya krizinden hemen sonra günlük ortalama 1 milyar dolar sermaye
çıkışı yaşandığından, bu kaçışı dengeleme çalışmaları sonucunda 30 milyar dolar
rezerv kaybı oluşmuştur. Sermaye çıkışını durdurma çabaları sonuç vermemiş ve
yaşanan kriz daha da derinleşmiştir (Turagay, 1999:13).
2.4.1.5.
2001 Arjantin Krizi
Latin Amerika ülkelerinde 1994 yılında şiddetli bir kriz yaşayan Meksika gibi
Arjantin de 1980’lerden bu yana uluslararası finans çevrelerinin (özellikle IMF)
önerdiği politikaları eksiksiz uygulamış bir ülke olmasına rağmen, Meksika’nın
aksine kapsamlı bir finansal kurtarma operasyonunun yapılmaması Arjantin’in
yaşadığı
krizin
ekonomik
olduğu
kadar
sosyal
ve
siyasal
alanda
da
şiddetlenmesine yol açmıştır. Bu çerçevede kriz, IMF reçetelerine duyulan güvenin
önemli ölçüde sarsılmasına ve gelişmekte olan ülkelerin kendilerine özgü tedbirler
almalarının gerekliliğine dikkat çekmiştir (Delice, 2002:162).
1990’lı yılların başında, Arjantin’in yabancı sermayeye garanti vermesi sebebiyle
sermaye akışı önemli ölçüde artış göstermiş ve ekonomi beklenmedik oranlarda
büyüme kaydetmiştir. Konvertibilite Planı çerçevesinde, hiperenflasyonist baskılar
kontrol altına alınmış ve tüketici fiyatları artış hızı 1991’den 1995 yılına kadar
büyük düşüşler göstermiştir. Makroekonomik istikrarın kurulması ve ulusal mali
piyasalarda güvenin sağlanmasına bağlı olarak, yabancı yatırımcıların spekülatif
amaçlı portföy yatırımları hızla artmıştır. Programın daha ilk iki yılında Arjantin
ekonomisine toplam (net) 15 milyar dolar yabancı sermaye girişi gerçekleşmiş,
21
yurt dışı sermaye girişleri bir yandan toplam tasarruf hacmini artırmış, diğer
yandan da döviz kurunun reel olarak değerlenmesine yol açmıştır. Bu yolla gelen
sıcak, kısa vadeli sermaye hareketlerinin yönü Meksika’nın krize girmesi ve
Amerikan faiz hadlerinin
yükselmesiyle
birlikte
çıkışa
yönelmiştir
(Doğu,
2004:26,27).
1990’larda başlayan bu süreç aşağıdaki tabloda görülmektedir. Arjantin’de
GSYH’da 1994-1995 yılları arasındaki duraklama dışında genellikle artışlar
görülürken, 2001 yılında krizin etkisiyle bu etki tersine dönmüştür. 2000 yılında
284 milyar dolar olan GSYH, 2001 yılında önemli ölçüde düşüş yaşamış ve 268,6
milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Rezervleri ise, 1992 yılındaki kısa süreli artışa
rağmen, genel olarak düşüş eğilimi göstermiştir. 1995 yılındaki Latin Amerika
krizinin yayılması nedeniyle eksiye düşen rezervler, 1996’da büyük bir artış
gösterse de, düşüş eğilimi 1996 yılından sonra devam etmiştir. Kısa süreli
sermaye hareketleri, aynı sebeple 2001 yılında eksiye düşmüş, uzun vadeli
sermaye hareketleri de 2000 yılında yaşadığı düşüşten sonra 2001 yılında da aynı
eğilimi sürdürmüş ve 2001 yılında 3 milyar olarak gerçekleşmiştir. 2001 krizi
öncesinde ve kriz süresince de rezervler de doğal olarak eksiye düşmüştür.
Çizelge 2.6. Arjantin’in 1990-2001 (kriz öncesi) yılları arasındaki makroekonomik
göstergeleri (Milyon $)
Yıllar
GSYİH
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
141.400
189.700
226.847
236.505
257.440
258.032
272.150
292.859
298.948
283.523
284.204
268.697
Kaynak: Işık, 2005:89
Kısa süreli
Sermaye
Hareketleri
-7.035
-2.649
401
-10.749
3.543
7.148
1.865
8.258
5.356
1.838
2.286
-5490
Uzun süreli
Sermaye
Hareketleri
1836
2439
4431
2793
3635
5609
6948
9160
7290
23987
11657
3214
Rezervlerde
Meydana Gelen
Değişim (%)
0,30
0,66
0,38
0,03
-0,002
0,26
0,23
0,10
0,06
-0,04
-0,42
22
2001 yılında Arjantin’de gerçekleşen krizin sebepleri arasında, kısa vadeli
borçlarına karşılık yeterli rezerv düzeyinin bulunmaması, uygulanan aşırı
genişletici maliye politikaları ile katı döviz kuru uygulamaları arasındaki
uyumsuzluklar sıralanabilir (Demiral, 2008:77). Krizin oluşumuna neden olan
etkenler, içsel ve dışsal faktörler olarak da ayrılabilir. İçsel olarak siyasi ve
bürokratik çekişmeler, yolsuzluklar, harcamaların kontrol altına alınmaması ve
buna bağlı olarak artan bütçe açığı ve borçlar, büyümenin durması ve bunun
sonucunda azalan vergi gelirleri, işsizlik ve yüksek seyreden faizler sıralanabilir.
Dışsal faktörler arasında ise, Meksika ve Brezilya paralarının devalüe edilmesi ve
aynı zamanda doların değer kazanması Arjantin’in rekabet şansını azaltmıştır.
Kurun sabit olması nedeniyle ithalat ile dış ödemeler açığı artmıştır. Bu durumda
devalüasyon beklentisi nedeniyle yabancı sermaye kaçmış ve 2001 yılının ilk
aylarında ulusal rezervlerde azalma olmuştur.
Bu da ekonomide daralma ve
likidite sıkıntısına yol açmıştır (Bilgi, 2009:66).
Çizelge 2.7. Arjantin’in 1999-2004 (kriz sonrası) yılları arasındaki makroekonomik
göstergeleri
Yıllar
Reel GSYİH
Cari İşlemler
Net
Dış
Borç
(%)
Dengesi
Doğrudan
(Milyar $)
(Milyar $)
Yabancı
Toplam
Kamu Borcu
(GSYİH %)
Yatırımlar
(Milyar $)
1999
-3,4
-11,9
22,6
147,7
43,5
2000
-0,8
-9
9,5
153
45,6
2001
-4,4
-3,8
2
166,4
53,6
2002
-10,9
8,8
2,8
156,8
149,9
2003
8,8
8,1
0,9
164,6
137,9
2004
9
3,2
3,4
171,2
124,9
Kaynak: Ergün, 2010:16
2001 ve 2002 yıllarını siyasi çalkantılar ve ekonomik kriz içerisinde geçiren
Arjantin ekonomisi, 2002 yılında % 10,9 küçülmüştür. 2003 yılında toparlanmaya
başlayan ekonomi, % 8,8 büyümüş olsa da dış borçları ve toplam kamu borcunun
GSYİH’ya oranı giderek artmaya devam etmiştir.
23
Bu noktada devreye giren IMF, yabancı sermayenin güveninin yenilenmesi için
tüm kaynakların borç ödemesine ayrılmasını istemişlerdir. Ancak, IMF önerisiyle
devam edilen sabit kur politikası nedeniyle ihracat olumsuz yönde etkilenmiş, daha
fazla dış borçlanmaya gidilmesine ve sonunda ekonominin iflasına sebep
olmuştur. Borçlanmanın devam edebilmesi için, Arjantin hükümeti vadesi gelen
bonolarını ve kısa dönem borçlarını yüksek faiz oranlı yeni uzun dönem
enstrümanlarla takas etmişlerdir. Ayrıca, “sıfır açık planı” adı altında, maaşları ve
emeklilik fonlarını % 13’e kadar keserek kamu harcamalarını gelirler ile eşitlemeye
çalışmışlardır. Ancak, bu politikalar halkın yoğun tepkisiyle karşılaşmış ve
piyasalarda gelecekle ilgili karamsarlıklara neden olmuştur (Doğu, 2004:27,28).
2.4.2. Türkiye’deki Krizler ve Sermaye İlişkileri
1980 öncesi Türkiye ekonomisini, 1950-1960 dönemi ve 1963-1979 dönemi olarak
ayırarak analiz etmek doğru olacaktır (Kepenek ve Yentürk, 1994: 89-200). Özel
girişim öncülüğünde kalkınma sağlanması adına 1950 yılında Demokrat Parti
programında, dış ticaret rejimindeki kısıtlamalar kaldırılmış, yeni kurulan şeker ve
çimento fabrikalarına özel kesimin iştirakçi olarak katılması sağlanmış ve bazı
malların üretim ve satışındaki tekeller kaldırılmıştır. Ancak sanayinin ithal
ikamesine bağlı yapısı bu dönemde de değişmemiştir. Özel sektöre dayalı
büyümenin plansız ve dengesiz olması, beraberinde dış ticaret ve çeşitli malların
temininde zorluklar ve enflasyonu getirmiştir. Bu süreç 1960 Anayasası’ndaki
planlama kavramını ortaya çıkarmış ve 1963 yılından itibaren planlı kalkınma
dönemi başlamıştır (Bahar, 2005: 76-80). 1960’lı yılların sonunda uluslararası mali
piyasalarda aşırı likidite birikimi ortaya çıkmıştır. ABD doları altın paritesinden
ayrılmadan önce, dalgalı kura geçilen izleyen birkaç yıl boyunca spekülatif boom
(genişleme) yaşanmıştır. Bunun yarattığı iyimserlik havasını, 1973 yılında patlayan
petrol krizi bitirmiş ve dünya piyasasında yaşanan stagflasyondan Türkiye’de
etkilenmiştir. Türkiye, iç piyasada gerekli önlemleri almadan ithalat yapabilmek
için kısa vadeli borçlanma yoluyla ekonoik gelişmeyi sürdürmüştür. Ancak, yığılan
kısa vadeli dış borçlar 1977 sonunda ödenemeyince, 1978’de kriz yaşanmıştır. Bu
24
sırada IMF devreye girse de, iktidardaki hükümetin kendi programını kabul
ettirmeye çalışması, IMF’nin bunu reddetmesi ve kendi programında ısrar etmesi
üzerine ancak Mart 1979’da anlaşma imzalanmış ve bu süreçte Türkiye dış
kaynaktan yoksun kalmıştır. Enflasyon, duraklayan ekonomi, işsizlik ve kredibilite
kayıplarıyla
ekonomik
anlamda;
şiddetlenen
terör
faaliyetleri
ve
siyasal
istikrarsızlıklarla da siyasal anlamda uğraşılıyordu (Kazgan, 2012:149-165).
1978’den itibaren IMF istikrar programları dış ekonomik ilişkileri istikrara
getirmeye, ödemeler dengesi ve dış borç bunalımına çözüm aramaya yönelik
olmuştur. 1980 istikrar modeli de aynı anlayışın uzantısındadır. Bu bağlamda,
1980’ler istikrar modelinin öncelikli hedefi enflasyonun alt edilmesi veya serbest
piyasa koşullarının oluşturulması değil, kısa ve orta dönemde ekonominin dışa
açılmasının
sağlanması
ve
kapitalist
dünya
ile
iktisadi
bütünleşmenin
gerçekleştirilmesidir. Dışa açılma politikasının yoğunlaştığı alan ihracat olurken,
ihracata yönelik çabaların kilit noktası da iç pazarın daraltılmasıydı. Bunun için,
gelir dağılımının geniş tüketici kesim aleyhine bozulması sağlanmaya çalışılmıştır.
Talep kısıcı politikalardan bir diğeri, kamu tüketim harcamalarının ve kamu yatırım
harcamalarının, özellikle sınai yatırımların, sınırlandırılmasıdır. Yerli paranın
değerinin sürekli devalüasyonlarla düşürülmesi ve böylece ithalatın azaltılarak
ihracatın artırılması amaçlanıyordu. Yüksek faiz politikası da aynı amaca hizmet
ediyordu. Buna göre, büyük oranda firma dışı finansman kaynaklarıyla çalışan
sanayinin maliyetlerini ve fiyatlarını yukarıya çekmek, yatırım eğilimlerini
geriletmek ve sonuçta iç piyasayı hem talep hem de arz yönünden daraltarak daha
alt bir düzeyde dengeye getirmek amaçlanmıştır. Ancak, geniş kitlelerin gerçek
gelirlerinin geriletildiği bir ortamda, reel gelir getiren yüksek faiz politikası gelir
bölüşümünü daha da bozucu etkiler yaratmıştır. Gerçekte, ne kadar çelişik
görünürse görünsün, ücret kısıcı politikaların ayrılmaz ikizi olarak enflasyon
politikası da, iç talebi gelir dağılımını bozarak kısmada etkin bir araç olarak
kullanılmıştır. 24 Ocak önlemleri enflasyon oranını, ilk yılda %107’ye çıkarmıştır.
Enflasyon hızının azaltılması, 1981’de ihracat artışıyla doğru orantılıdır. İç talebi
daraltan politikalar, önce zorlama bir enflasyon şoku yaratmış (1980), sonra da
paradan kaçış ve taleple beslenen enflasyonu geriye çekmiştir (1981). Daha
25
sonraki dönemlerde, enflasyon denetim altında kabul edilmiştir. Aslında,
enflasyona karşı ciddi önlemler alınmamasının nedeni, ihracat politikasıyla
uyuşmazlığıdır. 1984’de ihracat ve enflasyon arasındaki tercihte, tercih ihracat
lehine kullanılmıştır (Oyan, 1987:51-55).
1980’li yıllarda mali derinleşmenin sağlanması amacıyla, Merkez Bankası
tarafından belirlenen faiz oranları kısmen serbest bırakılmış, döviz kuru
dalgalanmaya bırakılmıştır. Bunun yanında yeni kurumlar kurulmuştur. Sermaye
Piyasası Kurulu oluşturulmuş ve bankalararası para piyasası kurulmuştur. DİBS’in
ihale yoluyla satışına başlanmış, yerleşiklere döviz tutma ve döviz mevduatı açma
izni verilmiştir. 1986 yılında İMKB yeniden düzenlenmiş ve bu piyasaya işlerlik
kazandırılmıştır. Daha sonra sabit getirili menkul kıymetler ikincil piyasası
oluşturulmuştur. 1987 yılında Merkez Bankası açık piyasa işlemlerine başlamış ve
1988 yılında döviz piyasası kurulmuştur. Ayrıca, 1988 yılı içinde mevduat faiz
oranlarının belirlenmesi tamamen piyasa koşullarına bırakılmıştır (Engin, 1999:
77,78).
1980'lerin ikinci yarısından itibaren uygulanmaya başlanan serbest piyasa
ekonomisi denilen modelde, özellikle 1989 yilindaTürkiye'de sermaye hareketleri
serbestleştirilmeye başlanması önemli bir yer tutmaktadır. Uygulananpolitikalarla
reel faiz haddi yüksek tutularak uyarılan kısa vadeli sermaye ile kamu açıkları dış
tasarruflar ile finanse edilmeye baslanmıştır.Yüksek reel faiz, aşırı değerli ulusal
para politikasi sonucu ulusal ekonomide kullanılabilir fonlar sabit yatırımlar yerine
tüketim ve yatırımartışına yol açmıştır, bu da cari işlemler açığını arttırmıştır. Kısa
vadeli sermaye hareketleri mali sistemin kırılganlığını artırırken, cari işlemler
dengesi dalgalanmalar yaratarak spekülatif faaliyetleri teşvik ederek gelir
bölüşümünü bozucu etkilere sebep olmuştur (Yılmaz, 2006:119).
2.4.2.1.
1994 Krizi
24 Ocak 1980 kararları ile yaşanmaya başlayan finansal serbestleşme süreci
(Türkiye’de ticari liberalleşme 24 Ocak’la, finansal liberalleşme Temmuz 1980’de
26
faizlerin serbest bırakılmasıyla başlamıştır.), 14 yılın sonunda 1994’de büyük bir
finansal krize yol açmıştır. 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle
birlikte Türkiye’ye yabancı sermaye girişlerinde bir artış yaşanmıştır. Türkiye’de
kısa vadeli sıcak para fonlarının ve portföy sermayesi girişlerinin de artmasıyla kriz
öncesi yıllarda dış ticaret bilançosu açıkları ve kamunun borçlanma gereği önemli
artışlar göstermiştir (Seyidoğlu, 2003:146).
Sermaye hareketlerinin serbest bırakılması ile daha rahat dış kaynak bulan
Hükümet,
devlet
bütçesinde
disiplinli
davranmamıştır.
Kamu
kesiminin
ekonomideki payının azaltılması, vergi mevzuatının yeniden tasarlanması, sosyal
güvenlik reformu gibi gerekli yenilikler yapılmamıştır. 1990 yılında yaşanan Körfez
krizi, dışa açık bir ekonomi haline gelen Türkiye ekonomisini de kötü etkilemiştir.
Bütün bu birikimlerin ardından 1993 yılı sonlarında para piyasalarında önemli
dalgalanmalar yaşanmıştır. Bu dalgalanmaların asıl sebebi Çiller Hükümetinin
yaptığı hatalardı. Bütçe açıkları seçimler nedeniyle büyük bir hızla artmıştır.
Hazine’nin Merkez Bankası’ndan avans kullanımı arttırılmış ve artan enflasyona
rağmen faizler indirilmeye çalışılmıştır. Sonuçta ise, bu kötü yönetim sebebiyle
piyasalar tıkanmış ve önemli oranlarda devalüasyonlar gerçekleşmiştir (Sağlam,
2009:175).
Aşağıdaki çizelgede görüldüğü gibi, kısa vadeli sermaye işlemlerinin hareketlerinin
yönleri krizlerin belirleyicisi olmuştur. Buna göre, kısa vadeli sermayenin çıkışı,
1994 yılında kamu borçlarının finansmanı ile birlikte en önemli kriz sebeplerinden
biridir.
Çizelge 2.8. 1992-1996 Dönemine ait Türkiye’de kısa vadeli sermaye hareketleri
(Net, Milyar dolar)
Yıllar
1992
1993
1994
1995
1996
Net Kısa Vadeli
Sermaye Hareketleri
1396
3054
-5127
3713
5941
Kaynak: Yar, 2008:68
Sıcak Para Yurtiçi
Getirisi
0,154
0,045
-0,315
0,197
0,208
Toplam Döviz
Rezervleri
15253
17762
16519
23942
25007
27
1993’de piyasadaki likidite fazlası devalüasyon beklentisiyle 1994 yılının
başlarında dövize yönelmiştir. Kurlar hızlanmaya başlamış ve 1994 yılı başında
resmi kur ile serbest kur arasındaki fark % 23’ü geçmiştir. Ocak 1994’de döviz
kuru aşırı bir şekilde yükselmiş, Merkez Bankası rezervleri, borsa endeksleri
düşmüş ve TL önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Bankalar ve aracı kuruluşlar iflas
etmiş, mali sistem tümden çökmüştür. Hazine dövize olan akını kesmek ve kısa
vadeli kamu borçlarını ödeyebilmek için Mayıs 1994’de %400 faizli borçlanma
kağıtlarını piyasaya sürmüştür. TL’nin değer kaybını azaltmak için, gecelik faiz
oranları yükseltilmiştir. DİBS faiz oranları %50’lere kadar yükseltilmiş ve bu
senetlerden alınan stopaj kaldırılmıştır. 1988 yılında %4,8 olan kamu kesimi
borçlanma gereği 1988-1993 döneminde GSMH’nın %12’sine ulaşmıştır. Ayrıca,
Ocak 1994’de Moodys ve Standart and Poors isimli iki uluslararası rating
kuruluşunun Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi ve üç küçük bankanın kapatılması
bu gelişmelere eklenince ekonomi krize sürüklenmiştir (Keyder, 2000:112).
Krizin atlatılması için 5 Nisan 1994’de IMF destekli bir istikrar programı
uygulanmıştır. Programda ücret ve maaşlar dondurulmuş, kamu harcamaları
azaltılmış, para arzı daraltılmaya çalışılmıştır. Para piyasasında kontrolün
sağlanması
için
disponibilite
ve
mevduat
munzam
karşılıkları
yeniden
düzenlenmiştir. Geleceğe dönük enflasyon hedeflemesine gidilmiş ve TL’ye istikrar
kazandırmak
amaçlanmıştır.
Kamu
gelirlerini
artıracak
vergi
reformları
düşünülmüştür. Özellikle sosyal güvenlik kuruluşlarının kamu üzerindeki yükünü
hafifletecek düzenlemelere gidilmiştir. İhracat, turizm ve diğer döviz kazandırıcı
işlemler teşvik edilmiştir. KİT’lerin özelleştirilmesine gidilmiş ve Hazine’nin Merkez
Bankası kaynaklarını kullanımına sınırlamalar getirilmiştir (Kalaycı, 2010:440).
Daha önce bütçe ödeneklerinin %15’ine kadar imkan tanınan Hazine nakit avans
miktarı, kademeli olarak düşürülerek %3 oranına çekilmiştir. Böylece, kamu
açıklarının disiplin altına alınması amaçlanmıştır (Günal, 2001:65).
5 Nisan kararlarıyla, ekonomide 1994 ve 1995 yıllarında bazı olumlu gelişmeler
sağlanmıştır. 1994 yılında küçülen GSMH, 1995 yılından itibaren tekrar reel bazda
büyüme trendine girmiştir. Ayrıca, 1994 yılında TÜFE bazında %150’lere ulaşan
28
enflasyon, 1995 yılından itibaren düşmeye başlamış ve program öncesi seviye
olan %80’lere düşmüştür (Turan, 2011:71).
Ancak bu olumlu etkiler uzun soluklu olmamış. Döviz kurundaki dalgalanma ve
değerlenmeler halak tarafından enflasyonun bir göstergesi olarak belirlenmiş, bu
durum ise ekonominin rekabet gücünü azaltarak istikrar programını başarısız
kılmıştır. Bu nedenlerle yapısal değişimler yapılamamış, özelleştirme ve
KİT’lerdeki yapısal düzenlemelerde istenen düzeye ulaşılamamış ve sonuçta
Dünya Bankası Türkiye’yi başarısız bir ülke olarak ilan etmiştir. Kayıt dışı
ekonominin kayıt içine alınamaması, döviz kurunun bir fiyat değişkeni olarak uzun
süre kullanılması sonucu nispi fiyatlar olumsuz etkilenmiş, enflasyon beklentileri
kırılamamıştır. Döviz kuruna baskı, TL’yi kısa dönemde değerlenmiş gibi gösterse
de reel sektörde yaşanan olumsuzluklar ihracatı giderek tıkamış ve yeniden bir
devalüasyon beklentisi ortaya çıkmıştır (Karabıçak, 2000:58).
5 Nisan kararları doğrultusunda uygulanan sıkı maliye politikası, özellikle 1995
yılının ikinci yarısından itibaren yerini bütçe içerisinde personel giderleri ve faiz
ödemelerinin artmasına bağlı olarak, bütçe açıklarının finansmanında Merkez
Bankası kaynakları yerine tekrar iç ve dış borçlanmaya ağırlık verilerek genişletici
maliye politikasına bırakmıştır. Türkiye ekonomisi, 1998 Asya ve Rusya
krizlerinden de olumsuz etkilenerek yeni bir daralma sürecine girmiştir. 1998 yılı
sonrasında yurtiçi talepteki daralma, Rusya kaynaklı ihracat talebinin azalması,
artan güvensizlik ortamı nedeniyle kısa vadeli sermaye girişinin düşmesi ve siyasal
belirsizlikler ülkeyi yeni bir kriz ortamına sokmuştur. Bu süreç genel olarak
incelendiğinde, 1990-1998 finansal liberalizasyon dönemi başında kamu borç
stokunun GSMH’ya oranının hızla artığı görülmektedir. Kamu açıkları artıkça, söz
konusu açığın finansmanı sorunu ortaya çıkmış, bu durum reel faizleri artırmış ve
düşük oranlı faiz dışı fazlaya sebep olmuştur (Kaya, 2012:20).
29
2.4.2.2.
2000-2001 Krizi
2000 yılındaki krizden önce, Türkiye’nin o tarihlerdeki genel ekonomik durumunu
incelemek krizi anlamayı kolaylaştıracaktır. Türkiye 2000 yılında IMF ve Dünya
Bankası’nın desteğini alarak üç haneli rakamlara ulaşan enflasyonu düşürmek için
bir dezenflasyon programını uygulamıştır. 1999 yılının Aralık ayında IMF’ye verilen
niyet mektubunda 2000 enflasyonu düşürme programının genel çerçevesi şu
şekildedir (Erçel, 1999:2; Güloğlu ve Altınoğlu, 2002:127):

Tüketici enflasyonunu, yapısal reformlarla desteklenen, birbirleriyle tutarlı,
güçlü, itibarlı ve süreklilik arz eden maliye, gelir, para ve kur politikalarının
eş güdümlü uygulanması ile 2000 yılı sonunda %25, 2001 yılı sonunda %12
ve 2002 yılında %7’ye indirmek,

Reel faiz oranlarını makul düzeylere düşürmek ve böylece fazi dışı bütçe
dengesinin fazla vermesini sağlamak,

Döviz kuru ve para politikalarının yeniden belirlenmesiyle ekonominin
büyüme potansiyelini artırmak,

Sosyal güvenlik, özelleştirme, vergi ve tarım konularında yapısal reformların
gerçekleştirilmesiyle ekonomideki kaynakların daha etkin ve adil dağılımını
sağlamaktır.
Türkiye’de 2000 yılında uygulanan Enflasyonu Düşürme Programı’nda oluşan
zayıflıklar ve aksaklıklar programa duyulan güveni azaltmıştır. IMF ile o ana kadar
yapılan 16 anlaşmanın başarısız olması, ayrıca dövizi çıpa yapan benzer
programların 1990’larda Meksika, Rusya ve Tayland gibi birçok ülkede finansal
krizlere sebep olması programa inancın kaybedilmesine neden olmuştur. 2000
yılında kamu fiyatlarını da bir çıpa olarak kullanmak amacıyla, 1999’un sonlarında
yüksek kamu zamları yapılmıştır. Kamu kesimi enflasyonunun % 2 dolayında
olacağı varsayılırken, bazı sektörlerde % 30’u aşan enflasyon oranı programın
başarısızlığına olan inancı pekiştirmiştir. Ayrıca, 2000 Şubat ayında portföy
yatırımı amacıyla, özellikle hisse senedine yönelik olarak Türkiye’ye gelen yabancı
30
fonların bir bölümünün Türkiye’den ayrıldığı görülmüştür. Bu olay borsa
endeksinde önemli düşüşe neden olmuştur. 18 Ocak’ta 18,548 olan borsa
endeksi, % 21,6 azalışla 18 Şubat’ta 14,539’a inmiştir. Bunun yanısıra, kamu
bankalarının ve KİT sisteminin içinde yer aldığı kamu kesimlerinin açıklarının
hedeflenen düzeye indirilmesi zor görünmektedir. Kamu bankalarının da dahil
olduğu bankacılığı yeniden yapılandırma girişimleri batık banka sayısının
sanıldığından daha fazla olduğu kuşkusunu yaratmıştır, buna rağmen bankacılık
sistemi 2000’lerin yarısına kadar dış borçlanmayı sürdürmesi, nominal ve reel
faizin düşmesine, kredilerin ve iç talebin artmasına, TL’nin reel değerlenmesine,
ihracat azalışına ve dolayısıyla cari açığın 3 milyar dolar dolayında olması
öngörülürken 9,8 milyar dolar olmasına yol açmıştır. Tüm bu makroekonomik
göstergeler nedeniyle önemli hale gelen cari açığın sürdürülebilmesi için, dış
kaynak ihtiyacının sağlanması ve borç veren ülkelerin bakış açılarının olumlu
olması bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır (Uygur, 2001:10-14).
Ancak bu olumlu bakış açısının sağlanamaması, 2001 krizinin oluşmasının en
büyük sebeplerinden biridir. 2000 yılı Kasım ayı başında başlayan kriz bankacılık
krizi olarak gözükse de temeldeki neden finansal kesime, kamuya ve programa
duyulan güvenin zayıflamasıdır. Arjantin'deki olumsuz gelişmeler gelişmekte olan
ülkelere yönelen sermayenin ürkmesine yol açmıştır. Kasım 2000’deki sermaye
çıkışı bankalara açık pozisyonlarını kapatma isteği vermiş ve finansal kriz ortaya
çıkmıştır. Döviz talebindeki artış likidite sıkışıklığına yol açmış merkez bankasının
istikrar politikasından ödün vermeyerek döviz talebini karşılamaması faiz
hadlerinde bir yükselmeyle döviz talebini durdurmuştur. Daha yüksek bir dengeye
oturan faiz haddi düşük faizle borç vermiş bankaların varlıkların değerini
düşürmüştür (Tuncer, 2001:50). Bu noktada Demirbank’ın ayrı ele alınması
gerekmektedir. Çünkü, 2000 yılında yapılan DİBS ihraçlarının yaklaşık %15’ini
aldığı ve toplam DİBS stoğunun yaklaşık %10’unu taşıdığı, bu büyük DİBS
stoğunu taşımak için kısa vadeli dış ve iç borçlanma yaptığı ve pasif toplamı
içerisinde vadeli mevduatın oranının sadece %1 olduğu tahmin ediliyordu. Böyle
bir yapıda olan Demirbank, 2000 Ekim ayı sonunda Etibank’ın TMSF bünyesine
alınmasıyla birlikte, Etibank’ta örtülü bir ortaklığı olduğu düşünülmesi sonucu zor
31
durumda kalmıştır. Bu yapının ortaya çıkmasıyla birlikte, dış borçlanma kanalları
ve ardından iç borçlanma kanalları tıkanmış ve sonuçta zorunlu olarak DİBS
satmak zorunda kalmıştır. DİBS fiyatındaki düşme, faizindeki yükselme belirli bir
noktaya varınca, yabancı portföy satışları da görülmeye başlanmıştır. Örneğin,
Deutche Bank’ın bir günde yaklaşık 750 milyon dolarlık DİBS sattığı göz önüne
alındığında, finansal krizin başlangıç tarihinin Demirbank’ın ve diğer bazı
bankaların dış borçlanmada zorlandıkları zaman olarak belirlenmesinin doğru
olacağı görülmektedir (Uygur, 2001:16,17).
Finansal krizin getirdiği reel gerilemeye rağmen, özellikle IMF ile anlaşmanın bir
koşulu olarak, faiz dışı fazla büyüklüğünün artırılması hedeflenmiştir. Çok yüksek
seyreden kamu açıkları ve kamu borç stoklarının kriz etkilerinden kurtulabilmek
adına, vergi gelirleri artırılmış ve kamu harcamaları azaltılmıştır. Bunun
sonucunda, özel harcanabilir gelir ve özel iç talep düşürülmüştür. Kamu ve özel
sektör taleplerinin düşürülmesi ise cari açığı azaltmak için gerekli bir enstrüman
olarak görülmüştür. 2001 yılı başı itibariyle Türkiye’nin hem büyük cari işlemler
açığı hem de önemli dış borç stoku IMF’nin Türkiye’ye borç vermesini
zorlaştırmıştır. Bu noktada, özellikle bankacılık kesiminin açık pozisyonları olarak
bilinen özel dış borçlar için önlemler alınmıştır. Önlemler sonucu, 2001
Nisan’ından sonra görülmeye başlanan dış fazla, faiz dışı fazla amacı gibi
büyümeyi olumsuz etkilemiştir. Krizle birlikte oluşan döviz kuru talebi fazlası,
IMF’nin rezervlerin döviz kurunu yönlendirmek için kullanılmasına karşı olması
nedeniyle dalgalı kur rejimine geçilerek bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Dalgalı kur
rejimi, beraberinde fiyat belirsizliği ve belirsizliğin yol açtığı reel maliyetleri
getirmiştir. Ekonomideki belirsizliği besleyen diğer bir etmen de mali açıkların ve
özellikle kamu borçlarının sürdürülebilirliği konusuydu. Bu belirsizlikler, bir yandan
borçlanma maliyetlerini yükseltirken, diğer yandan da sistemden yurtdışına veya
evdeki kasalara para çıkışı yaratmıştır. Bu sürecin finansal sistemin ve reel
ekonominin daralmasına yol açacağı kamuoyuna yeterince açıklanamadığı ve
kötümserlik ve belirsizlik havası 2001 yılı sonuna kadar –IMF’den ABD desteğiyle
umulanın üzerinde kredi verilinceye kadar- sürdüğü için, reel ekonomideki
32
gerilemenin ve finansal sistemdeki, özellikle bankacılık kesimindeki kredi
çöküntüsünün önüne geçilememiştir (Uygur, vd., 2002:63-27).
2000-2001 yıllarında Türkiye’de ortaya çıkan krizin Arjantin’deki krizle ortak birçok
yönü vardır. En önemli ortak yanı, her iki ülkenin de dünyanın en ağır borçlu
ülkeleri olmasıdır (bu dönemde iki ülkenin borçlarının toplamı az gelişmiş ülkelerin
toplam borcunun yarısını oluşturuyordu). Diğer ortak yan ise, her iki ülkenin
IMF’nin politikalarına bağlı olmasıdır. Krizi tetikleyen sebeplerden biri de budur.
Arjantin’in ihracatını önemli ölçüde sıkıntıya sokan, IMF’nin önerdiği sabit kur
politikası olurken, Türkiye’nin 2000 yılından itibaren uyguladığı dezenflasyon
politikası ve bant içerisinde dalgalanmaya izin veren kur politikası 2001’de TL’nin
çöküşüne yol açmış, ardından gecelik faiz oranları % 5000’e fırlayarak
beraberinde banka batışlarını ortaya çıkarmıştır (Durmuş, 2009: 68,69).
Finans alanındaki kriz reel sektör de yansımış, iç talep daralmıştır. 2001
Şubat’ından 2001 Eylül’üne kadar 6 milyar dolarlık sermaye çıkışı yaşanmış ve net
sermaye çıkışı on ayda 17 milyar doları bulmuştur. Ekonomik daralma neticesinde
piyasalarda durgunluk meydana gelmiş ve beraberinde pek çok iflas ve işsizlik
görülmüştür (Yılmaz, 2006:124).
Buna göre, aşağıdaki grafikte de gösterildiği gibi, sermaye hareketlerinin
serbestleşmesiyle birlikte, Türkiye’nin yaşadığı iki büyük krizin yabancı sermayenin
ani çıkışlarından kaynaklandığı ya da krizin başka sebepleri olsa da bu çıkışlar
nedeniyle derinleştiği görülmektedir.
33
Şekil 2.2. Türkiye'nin 1992-2005 yılları arasındaki büyüme ve kısa vadeli yabancı
sermaye yatırımları arasındaki ilişki
Kaynak: Şimşek, 2007:39.
2001 yılında IMF ile yeni bir anlaşma yapılmıştır. IMF 8 milyar dolarlık yardım planı
sunmuş ve Kasım ve Şubatta alınan yardım paketlerinin toplamı 19 milyar dolara
ulaşmıştır (Yılmaz,2006:124).
2.4.3. 2008 Küresel Kriz
Makroekonomik açıdan bakıldığında, krize giden süreç şu şekilde açıklanabilir.
Kriz öncesinde, ABD çok ciddi bir duruma gelen cari işlemler açığını, büyük
miktarda fon çekerek finanse etmekteydi. ABD’li şirketler, sermayelerini ve
teknolojilerini alıp Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları yatırım sayesinde
elde ettikleri ürünlerini ağırlıkla ABD ve Avrupa pazarlarında satıyordu ve oradan
elde ettikleri kazançları da ABD hazine tahvillerine yatırıyorlardı. ABD’nin cari
işlemler açığınının sürdürülebilir olmadığı bilinmekteydi. ABD’nin dış dengesi bir
ölçüde balon üzerine oturmuş durumda olmasının yanında, 2008 yılında petrol,
gıda ve metal fiyatlarının hızla artması mali kesimde zaten oluşmuş kötümser
34
havaya, yeni olumsuz beklentilerin eklenmesine neden olmuştur (Eğilmez,
2008:68).
Tasarrufların dünyanın belirli bir bölgesine, tüketimin de başka bir bölgesine
yığılması ve bazı ülkelerde büyük finansman ihtiyaçları ortaya çıkarırken bazı
bölgelerde de büyük rezervlerinin birikmesi anlamına gelen global dengesizliklerin
nasıl sürdürülebildiği çok açıktır. Kendi piyasaları yerine başkalarına satış yaparak
çok kazanan ve bunu harcamayıp tasarruf yapan Asya önderliğindeki “ihracatçı”
ülkeler bu tasarruflar ile dönüp üretimlerini tüketenleri finanse etmişler ve hızla
artan tasarruflarını Dolar’da ve Dolar bazlı yatırım araçlarında tutmuşlardır. Bir
anlamda, global dengesizliklerden bir denge yaratılmıştır (Özel, 2008:104).
Bu süreç ayrıntılı olarak incelendiğinde, küresel kriz öncesinde hızlı büyümekte
olan Asya ve Latin Amerika liderliğindeki gelişmekte olan ülkelerin büyümelerini
sağlayan temel etkenin ihracat olduğu görülmektedir. Bazıları (Çin, vb.) sanayi
üretimi ihraç ederken, bazıları da (Rusya, Şil, vb.) bunlara emtia ihraç etmiştir.
Büyük teknolojik atılımla birlikte gelişmiş ülkeler üretimlerini çok daha rahat
gelişmekte olan ülkelere taşımışlar ve birim maliyetlerini düşürmüşlerdir. Düşen
birim maliyetler sayesinde dünyada enflasyon sorunu azalmış ve bu nedenle
sadece enflasyon hedeflemesi ile ilgilenen merkez bankaları para politikalarını
gevşek tutmuşlardır. Düşen faizler sayesinde hemen her kesimde borcu büyüyen
gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere sermaye akışı hızlanmıştır. Dünya
ekonomisi gelişmiş ülkelerde tüketim ya da cari denge açığı, gelişmekte olan
ülkelerde ise üretim ya da cari denge fazlası gibi polarize olmaya başlamıştır.
Örneğin, 2007 yılında ABD’nin cari açığı ekonomisinin % 5,1’ine tekabül eden 710
milyar $, Çin’in cari fazlası ise ekonomisinin % 10,1’ine tekabül eden 354 milyar $
olarak gerçekleşmiştir. Piyasalar giderek büyümekte olan bu polarizasyona dikkat
çekip “global dengesizlikler“ diye adlandırmıştır. Bu dengesizlik, gelişmekte olan
ülkelerden gelişmiş ülkelere yapılan ihracat gelirinin, yeniden gelişmiş ülkelere
borç verilmesiyle (örneğin, Çin’in biriken dövizleriyle gidip ABD devlet tahvili
almasıyla), gelişmiş ülkelerin tüketimini finanse ederek sürdürülebilmiştir. Dünya
ekonomisinin
büyümesi,
bu
dengesizliğin
krize
kadar
kimsenin
dikkatini
35
çekmemesinin
nedenidir.
Kriz
öncesindeki
2004-2007
döneminde
dünya
ekonomisi % 5,1 gibi son yılların en hızlı oranıyla büyümüştür (Özel, 2008: 105).
Büyüme sürecinin yüksekliğinden de anlaşıldığı üzere, bu makroekonomik
dengesizlikler bir denge oluşturuyordu. Global dengesizliklerin finanse edilmesi
durumunda, süreç sorunsuz işlemekteydi. Bir yanda borcun ve cari açıkların artışı
söz konusuyken, diğer yanda cari fazla ve likidite fazlası bulunmaktaydı. Bu
durum, ülkelerin birbirlerine bağımlı olmalarını ve tüm dünyanın bir bütün olarak bu
dengesizliklerden yararlanması sonucunu doğurmuştur. Gelişmekte olan ülkeler,
ihracata dayalı büyüme gerçekleştirirken ve kazandıklarını gelişmiş ülkelerin tahvil
ve bonolarına yatırarak önemli bir getiri elde ederken, gelişmiş ülkeler de
tüketimlerini borçla finanse etmeyi sürdürebilmişlerdir. Bu simbiyoz yaşamın
sürekli devam edemeyeceği aşikardır, nitekim dengesizliklerin finanse edilmesinin
zorlaşmasıyla birlikte bu süreç tersine işlemeye başlamıştır.
2000’li yılların başından itibaren dünyada hızlı ekonomik büyüme, likidite
genişlemesi,
iyimserlik
piyasalarda
özellikle
taşınmaz
mal
(gayrimenkul)
piyasasında hızlı fiyat yükselişine, balon ya da köpüğün oluşmasına yol açmıştır.
ABD taşınmaz mal (gayrimenkul) piyasasında hızlı fiyat yükselişine, balon ya da
köpüğün oluşmasına yol açmıştır. ABD gayrimenkul piyasasında fiyatlar kısa
sürede ikiye katlanmış, 650 bin dolayında gayrimenkul stoku oluşmuştur. Yalnız
konut sahibi olmak isteyenler değil, yatırımcılar, spekülatörler, karlı bir alan
gördükleri için gayrimenkul piyasasına yönelmişler, yatırımlarının en az bir
bölümünü kredi ile fonlamışlardır. İpotek karşılığı gayrimenkul kredisi veren
finansman kurumları, ya kredilerini satmışlar ya da varlığa dayalı menkul kıymet
çıkararak ve yatırım bankalarının veya ticaret bankalarının yatırım bankacılığı
yapan bölümleri tarafından alınmasıyla, verdikleri kredileri fonlamışlardır. İpotek
karşığı krediler güvence gösterilerek çıkarılan varlığa dayalı menkul kıymetler ya
da tahvillerden riskli görünenler, eşik altı (subprime) olarak nitelendirilerek daha
yüksek getiri vaadi ile satılmıştır (Akgüç, 2009:7).
36
Ancak, ipoteğe bağlı kredilerin ya da diğer kredilerin vadeli gelip ödenme koşulları
oluştuğunda, varolan borcun bireysel gelirlerle olduğu kadar bizzat kredili
gayrimenkul veya ürünün piyasa değeri ile de ödenememiştir. Başka bir deyişle,
ipotekle alınmış olan kağıt üzerinde değeri sanal olarak yükselmiş olan
gayrimenkulun değerinin de borcu karşlayamadığı ortaya çıkınca, finansal
yapılarda hissedilen ilk sarsıntı ile sistem krizin ilk işaretlerini göstermiştir.
Borçların geri dönüşünde yaşanan güçlük finansal kurumlardaki kriz yanında,
piyasalarda tüketici güveninin sarsılmasına ve panik oluşumuna neden olarak, reel
sektörde de talebin gerilemesine yol açmış ve finansal alandaki krizin reel sektöre
yansımasına neden olmuştur (Önder, 2009:17).
Kriz süresince, gelişmiş ülkeler borçluluk oranlarını düşürmeye başlamışlardır. Bu
borcun azaltılabilmesi için tasarruf yapıp tüketim azaltılınca cari açıklar arasında
fark kapanmaya yani global dengesizlikler azalmaya başlamıştır. Yüksek cari açık
verenler cari açıklarını, yüksek cari fazla verenler de cari fazlalarını azaltmaya
başlamışlardır. ABD’nin cari açığı ekonomisinin % 3,1’ine, Çin’in cari fazlası ise
ekonomisinin % 2,8’ine gerilemiştir. Ancak, makroekonomik dengesizliklerin
dengesiyle büyüyen dünya ekonomisi, cari denge farklılıklarını büyüme hızını ciddi
şekilde düşürerek azaltmıştır. Kriz öncesindeki 4 yılda ortalama % 5,1 büyüyen
dünya ekonomisi, kriz sonrası 4 yılda % 2,8 büyüyebilmişti. Diğer bir deyişle,
global dengesizliklerin azalmasının bedeli düşük üretim ve büyük bir istihdam
kaybı ile ödenmiştir (Özel, 2008:106).
2008 yılındaki küresel kriz, kriz öncesi klişeleşen para politikasının tek hedefi olan
“enflasyon hedefinin” finansal istikrar getirdiği ve döviz kurları ve diğer tüm finansal
varlıkların fiyatlarının piyasanın görünmez eline teslim edildiği görüşü tartışılmaya
başlanmıştır. Sadece enflasyon heeflemesi yapılarak, finansal sistemdeki
kırılganlıkların önüne geçilemeyeceği ve finansal varlıkların fiyatlarının temel
değerlerinden likidite fazlası nedenlerinden ziyade, spekülatif nedenlerden de
sapabileceği bir gerçek olarak görülmektedir. Yıllardır, süregelen “spekülasyonun
gerekliliği” savı yerini, piyasanın kısa dönemli, rastgele iniş çıkışlı “balonlarının”
düzenlenmesi ve yönlendirilmesi gerekliliğine bırakmıştır.
37
2.5.
Krize Karşı Çözüm Önerileri
ABD’deki konut piyasasında ortaya çıkan kriz, 2007-2009 yıllarında önce finansal,
sonra da reel sektöre hızla yayılmış ve ABD ekonomisi ciddi bir işsizlik ve
resesyon sorunu yaşamıştır. Bu kriz, finansal ilişkiler kanalıyla dünyanın diğer
gelişmiş ekonomilerine (özellikle AB ülkelerine) yayılmıştır. Sonuçta, artan
belirsizlik ortamı ve güven kaybı kredi mekanizmasının çalışmasını engellemiş ve
reel kesimin borçlanma imkanlarını sınırlandırıken borçlanma maliyetlerini
artırmıştır (Kibritçioğlu, 2010:6,7). 2010 yılında Avrupa Birliği’nde borç krizi olarak
yansımaları görülen ekonomik krizden, en çok İrlanda, İspanya, İtalya, Portekiz ve
Yunanistan etkilenmiştir. Borç krizi süreci incelendiğinde, öncelikle dikkati çeken
kredi kanallarının tıkanması sonucu borçlanma maliyetlerinin artmasıdır.
Euro bölgesinde Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliğine geçişle birlikte üye
ülkelerin uzun dönem devlet tahvili faiz oranlarında bir yakınsama yaşanmıştır.
Ancak Ekim 2009’dan itibaren Yunanistan başta olmak üzere kamu finansmanında
bozulma görülen ülkelere ilişkin risk algılamalarındaki artış ile birlikte, bu ülkelerin
uzun dönem devlet tahvillerinin faiz oranlarında ayrışmalar başlamıştır. Borçlanma
maliyetlerinin artması borç krizi içerisindeki ülkelerin borçlarını finanse etmelerine
ilişkin risk algılamalarını olumsuz etkileyerek bu ülkelerin borçlanma maliyetlerini
artırması krizin derinleşmesine sebep olmuştur. Bu sarmal sonucu Yunanistan’da
10 yıllık devlet tahvillerinin faiz oranı Ekim 2009’da %4,57’den Şubat 2012’de
%29,24’e kadar yükselmiş ve borç krizi içerisindeki diğer AB ülkelerin de benzer
süreçler yaşanmıştır (Bayar, 2014:219).
Bu borç krizinin etkisi, ülkelerin büyüme oranlarında açıkça görülmektedir. Avrupa
Birliği’nde 2009 yılında ekonomi ortalama yüzde %4,3 küçülürken, bazı AB
ülkelerinde bu rakamlar daha yüksek seyretmiştir. Buna göre, İrlanda ekonomisi
%7, İtalya ekonomisi %5,5 oranında küçülmüştür. 2011 yılına gelindiğinde ise,
Portekiz ve Yunanistan ekonomilerinin küçülmeye devam etmişler ve krizin
etkilerinden kolayca kurtulamamışlardır (Dizman ve Özen, 2012:2).
38
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS)’nin çalışmasında açıklandığı üzere, krize
karşı bir önlem olarak kurulan AB mekanizmalarının ardındaki çıkış noktası,
uyguladıkları sürdürülemez maliye politikaları sonucunda ciddi borç yükü altına
giren Euro bölgesi ülkelerinin borçlanma maliyetlerinin de önemli ölçüde artması
sonucunda daha derin mali problemlerle karşı karşıya kalmalarıdır. Kurulan
mekanizmaların temel amacı mali sorunlarla karşı karşıya kalan ülkelerin
borçlanma maliyetlerini düşürmektir. Bu amaçla kullanılan en etkili yollardan biri
ise, Euro Bölgesi’nin bir bütün olarak borçlanması ve mali problemlerle karşı
karşıya kalan üye devletlere daha uygun koşullarla kredi temin edilmesidir. Bu
nedenle Ödemeler Dengesi Fonu adı altında, Euro Bölgesi dışında kalan 10 AB
üyesi devletin ödemeler dengesinde yaşayabilecekleri potansiyel sorunlarda ve
buna bağlı olarak gerçekleşebilecek dış finansman güçlüklerinde devreye girmek
üzere bir fon tesis edilmiştir. Mekanizmanın finansmanı, AB Komisyonunun, AB
bütçesi ve 27 üye devlet tarafından garanti altına alınan tahviller ihraç ederek
borçlanması ve ödemeler dengesinde sorun yaşayan devletlere kredi sağlanması
şeklinde
gerçekleşmektedir.
Mali
problemlerin
çözümünde,
Euro
Bölgesi
ülkelerinin Avrupa Komisyonu aracılığıyla sağlanan ve IMF’nin de desteğiyle
hazırlanan bir borç havuzu olan Kredi Havuzu da kullanılmaktadır. Avrupa
Finansal İstikrar Mekanizması ise, küresel finansal kriz sebebiyle bir çok üye
devletin bütçe açığı ve borç sorunları yaşaması, borçlanma koşullarının ağırlaşmış
olması ve mali istikrarın risk altına girmesi nedeniyle AB üye devletlerine finansal
destek sağlamak amacıyla kurulmuş bir yapıdır. 16 üye devletin katılımıyla 2010
yılında kurulan bir limited şirket olan Avrupa Finansal İstikrar Fonu ve üye
devletlerin Maliye Bakanlarının katımıyla oluşturulan Avrupa İstikrar Mekanizması
da aynı amaca hizmet etmektedir. Ayrıca, bu mekanizmaların dışında kriz
yönetimine katkı sağlayarak kalıcı istikrarın temini için Euro Bölgesi’nin rekabet
gücünün iyileştirilmesi amacını taşıyan Rekabet Paktı kurulması öngörülmüştür.
Verimliliği artırmaya yönelik önlemlerle rekabet gücünün artırılması, istihdamın
artırılması, kamu maliyesinde sürdürülebilirliğinin sağlanması ve mali istikrarın
güçlendirilmesi krizin bertaraf edilmesinde önemli araçlardandır (ABGS, 2011:1033).
39
AB’deki borç krizinin nedenleri arasında, AB’deki ekonomik aktörlerin aşırı-risk
üstlenme ve aşırı borçlanma eğilimleri, sorunlu parasal birlik, gevşek mali disiplin
ve geciken mali birlik, bazı Euro Bölgesi ülkelerinde bankacılık ve konut sektörü
sorunları, AB genelindeki yetersiz iktisadi büyüme ve istihdam artışları,
düşük/yetersiz rekabet gücü ve 2008 Küresel Krizinin etkileri sıralanabilir. Borç
krizinin çözüm önerileri olarak aşağıdaki maddeler iktasatçılar tarafından
tartışılmaktadır (Kibritçioğlu, 2011:15-17):

Kemer Sıkma Programları: Kamu kesiminin birikmiş borçlarını sürdürülebilir
kılmakve borç krizinden çıkmak için, en azından kısa vadeli çözüm
arayışlarında, nominal GSYH büyümesinin artışını hızlandırmak, birincil
bütçe açıklarını düşürmek, faiz oranlarını düşürmek gerekmektedir.

Merkez Bankası Müdahaleleri: Avrupa Merkez Bankası’nın sorunlu Euro
Bölgesi ülkelerinin borç senetlerini satın alıp onlara duyulan güveni
artırmaya ve borçlanma faizlerini düşürmeye çalışması sadece kısa vadeli
çözümler olarak belirtilmektedir.

Kurtarma Paketleri: Uzun vadeli çözümler olmasa da 2010 ve 2011
yıllarında Yunanistan ve İrlanda için bu paketlerin kullanıldığı görülmüştür.

Devalüasyon veya Euro’dan Çıkış: AB ülkeleri, Euro’yu kullanmaya
başlamakla
ulusal
para
ve
kur
politikalarından
vazgeçmişlerdir.
Devalüasyon için Euro Bölgesinden çıkmaları gerekmektedir, ancak AB
olanaklarından da vazgeçmek anlamına gelen bu çözümün uygulanması
zordur.

Borçların Yeniden Yapılandırılması: Vadesi yaklaşan borçların ödeme
takvimlerinin
uzatılması,
ödeme
tutarları
açısından
bazı
kolaylıklar
sağlanması gerekmektedir.

Mali Bütünleşme: Ulusal para politikalarının bütünleştirildiği gibi, ulusal
maliye politikaları da bir bütün haline getirilmeden sorunun kalıcı
çözümünün zor olacağına ilişkin görüşler vardır.
Meriç ve Atsan’ın (2013), Euro bölgesinde uygulanan kriz önleme mekanizmaları
açıklanmış ve yanısıra faiz dışı fazla sağlanması, enflasyon kullanılarak borcun
40
azaltılması, mali sektörün güçlendirilmesi adına borçların silinmesi önlemlerine de
yer verilmiştir. Çalışmada, ekonomik büyümenin önemine değinilirken, cari açık
konusunda tedbirler alınarak uygulanan çoklu hedeflerin izleneceği dereceli olarak
zamana yayılmış bir politika sepetinin daha etkin olacağı vurgulanmıştır (Meriç ve
Atsan, 2013:164,165).
41
3.
KRİZLERE KARŞI UYGULANACAK POLİTİKALAR
Krizlerden
çıkış
yöntemleri,
devletleştirme
şeklindeki
doğrudan
devlet
müdahaleleri, Keynesyen maliye ve para politikaları, IMF destekli neo-liberal
politikalar olarak sıralanmaktadır. Devletleştirme, zor durumda olan finansal veya
sınai özel kuruluşların kısmen ya da tamamen kamusal mülkiyete alınması
biçiminde tanımlanmakta ve bu uygulamanın en son örnekleri 2008 krizi
Amerika’da Fannie Mae ve Freddie Mac gibi yatırım bankalarının ve İngiltere’de
Northern Rock Bank’ın devletleştirilmesinde görülmektedir. Genişletici para ve
maliye
politikaları hem 1929
hem de 2008
krizleri sonrası uygulanan
politikalardandır. Zor durumdaki şirketlere likidite aktarılması, faiz oranlarının
neredeyse sıfıra kadar indirilmesi, mevduat garantisi ve bankalar arası
kredilendirmeye verilen hazine garantileri para politikası alanında uygulanan
politikalardandır. Maliye politikaları ise, kamusal yatırım harcamaları, vergi iadeleri,
vergi
indirimleri
ve
işsizlik
ödemeleri
şeklinde
uygulanmaktadır.
1929
bunalımından sonra da, New Deal (Sosyal Uzlaşma) adı altında kamusal
harcamalar ve vergi indirimleri aracılığıyla ve tarım kesiminin satın alma gücünü
artırmaya yönelik uygulamalar düzenlemeye girmiştir. Ayrıca, krize yönelik bir
diğer önlem de neo-liberal politikaların yaygınlaşmasıdır. 1980’li yıllarda
uluslararası sermaye birikiminin ulaştığı düzeyin kaçınılmaz sonucu olarak gelişen
finansal küreselleşme, 1970’lerde ortaya çıkmaya başlayan ekonomik durgunluğu
aşmak için uygulanan bir çözümdür. Küreselleşme ise, uluslararası sermaye
hareketlerinin
önündeki
engellerinin
kaldırılması
(liberalizasyon),
devlet
düzenlemelerinden vazgeçilmesi (deregülasyon), kamusal sermaye birikiminin el
değiştirmesi (özelleştirme) ve kamu sektörünün piyasalar lehine asgari düzeye
indirgenmesi (mali disiplin, faiz dışı fazla vb.) gibi Washington Uzlaşması adı
verilen neo-liberal düzenlemelerle birlikte gelmektedir (Durmuş, 2009:69,70).
Krizin ortaya çıkış sebepleri, mali sistemin karmaşıklığı sebebiyle yitirilen
saydamlık ve hesap verebilirlik, krizin derinleşmesini sağlayan küresel sistemdeki
zaaflar sonucu finans sektörünün reel ekonomiden çok daha hızlı gelişmesi, kredi
derecelendirme kuruluşlarının yetersizliği, muhasebe ve denetim sisteminden
42
kaynaklanan sorunlar olarak sıralanabilir. Bu sıralanan nedenlerin ortaya
çıkmasını önlemek ve dolayısıyla krizle mücadele etmek amacıyla birtakım
çözümler
sıralanmıştır.
Bunlardan
ilki,
maliye
ve
ekonomi
politikalarının
güçlendirilmesidir. Kamu maliyesinin yapısı, krizler süresince tartışılmaya devam
etmiştir. Maliye politikalarına başvurularak krizden çıkış yolunun aranmasının
doğru olup olmadığı, bu politikalar sonucu ulaşılan borçlanmaların sürdürülebilirliği
tartışma konusudur. Diğer bir çözüm ise, kamu sektöründeki yapısal zaaflarla
mücadele etmektir. Kamuda esnek ve dinamik bir yapıya ihtiyaç duyulurken,
yolsuzluk ve kötü yönetime yol açan sistem ve süreçlerin rehabilitasyonu
gerekmektedir. Kamu yönetiminin geliştirilerek, toplumsal ve siyasal değişimlere
ayak uydurabilecek yeterliliğe gelmesi ve küreselleşmeyle birlikte krizlerin de
küresel nitelik kazanması sebebiyle uluslararası sistemin geliştirilmesi ve küresel
yönetişimde yeterliliğin kazanılması bir diğer çözüm yöntemidir. Ayrıca, krizin
aşılması ve mali sistemlerin güçlendirilmesi için iç ve dış kontrol mekanizmalarına
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle, 2008 krizi sonrası ulusal yönetimler ve
uluslararası kuruluşlar, mevcut denetim mekanizmalarını güçlendirme ve gerekli
alanlarda yeni denetim/gözetim otoriteleri oluşturma yoluna gitmişlerdir (Köse,
2012:94-99).
Krizden çıkış için uluslararası ekonomi yazınında iki farklı yöntem dikkat
çekmektedir. Bunlardan ilki, geleneksel yaklaşım olarak IMF’nin de destek verdiği
bir yaklaşım olup, bu yaklaşımda dış dengeyi sağlayarak, dış ödemeleri
aksatmadan döviz çıkışlarını durdurmak ve döviz kurunda büyük sıçramaları
engellemek için sıkı para politikasının, yüksek faizin ve sıkı maliye politikasının
gerekliliği ön plana çıkmıştır. Ancak, Asya ve Brezilya krizleri sıkı para ve maliye
politikalarına karşılık, döviz kurunda önemli artışlar olabileceğini göstermiştir.
Bunun üzerine, Krugman, Sacks ve Stiglitz gibi iktisatçıların öne sürdüğü ikinci
yaklaşım tartışılmaya başlanmıştır. Krizle birlikte zaten daralmaya başlayan reel
ekonominin rahatlaması için maliye ve para politikalarının gevşetilmesi, reel faizin
düşürülmesi gerektiği üzerinde durulmuştur (Uygur, 2001:27-28). 2008 yılında
oluşan küresel kriz ise, krize karşı ikinci yöntemin benimsendiğini ve krizden çıkış
43
için devletleştirmeye kadar varabilecek maliye politikaları yanında gevşek para
politikalarının kullanıldığını göstermiştir.
Krizlerin ortaya çıkmasında sermaye hareketlerinin etkisi birçok çalışmada
gözlemlenmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin büyümelerine yardımcı olduğu bilinen
sermaye hareketlerinin kontrolsüz davranışları, bu ülkeleri olumsuz etkilemektedir.
Yatırımcıların beklentilerinin herhangi bir sebeple değişmesi ve ülkeden sermaye
kaçışının yaşanması, o ülkenin döviz kurları, döviz rezervleri, parasal büyüklükler,
ödemeler bilançosu ve enflasyon gibi değişkenlerde dalgalanmalara sebep
olmakta ve sarmal olarak giderek olumsuz etkiler büyümektedir.
3.1.
Sermaye Hareketlerinin Kontrol Altına Alınması
Sermaye kontrolü, 1980’lerden bu yana OECD, Dünya Bankası, IMF gibi
kuruluşlarca kaçınılan bir yöntem olsa da 2008 krizi sonrası gelişmiş ülkelerin dahi
uygulama fikrine sıcak yaklaştığı bir konuma gelmiştir. En ideal çözüm olmayacağı
ancak, her ülkenin egemenliğinden ödün vermeden ekonomik şoklarla baş
etmesine imkan veren bir düzenleme olduğu üzerinde önemle durulmuştur
(Piketty, 2014:581).
Sermaye hareketlerinin krizlerle ilişkili olduğu fark edildiğinden beri, uluslararası
sermaye hareketlerinin kontrol altına alınması gerektiği savunulmuştur. Liberal
kesimde çok büyük önyargılar olsa da her kriz sonrası bu konu tekrar gündeme
gelmiştir. Küresel olarak görüş birliğine varılamasa da, sakıncalı yanları ve
avantajları tartışılmaya başlanmıştır.
Sermaye kontrolleri, uluslararası sermaye hareketlerinin hacmini, yönünü,
karakterini
veya
zamanlamasını
değiştiren
her
türlü
resmi
önlemleri
kapsamaktadır. Sermaye kontrolleri, döviz kuru ve döviz kuru rejimi üzerine
kontroller, vergiler şeklinde kontroller, yatırım ve krediler üzerine olan kontroller ve
ticari alışverişler üzerine olan kontroller olarak sınıflandırılabilir (Vergil, 2002:20).
44
Sermaye kontrollerinin makro ihtiyati önlemler olarak vurgulandığı Rey’in (2013)
çalışmasında, ABD para politikası tarafından yürütülen küresel finansal çevrimin
varlığına dikkat çekmiştir. İstikrarsızlık artık bağımsız para politikasını garanti
etmemektedir, yazar “bağımsız para politikasının sadece sermaye hesabı
yönetilirse mümkün olduğunu” iddia etmektedir. Bu çevrimin gösterimi, yapılan
çalışmalarda bütünüyle reddedilen alışılmışın dışında sonuçlara temel olmaktadır.
Yazar trilemma- üçlü açmaz adı verilen bağımsız para politikası- dalgalı döviz
kuru- sermaye kontrollerinin birlikte uygulanamaması sorunuyla ilgilenen doğru
politikaların aşırı kaldıraç ya da kredi büyümesi gibi sorunların çözümünde de
kullanılabileceğini iddia etmektedir. Bu düşünce, agresif stres testi ve daha sert
kaldıraç oranlarını baz alan makro ihtiyati önlemlerin birleşimini gerektirmektedir.
Finansal istikrar ve kurumsal ayarların kaynağına bağlı olarak, makro ihtiyati bir
önlem olarak sermaye kontrollerinin kullanımı bağımsız para politikasının varlığını
gerektirmektedir. Ne yazık ki, bu çalışmadaki korelasyonlar güçlü bir ilişki
göstermemişlerdir. Bu tür politikalar ülkelere zarar verebilmektedir, makro ihtiyati
önlemler uygun para politikası adımlarından kaçmak veya bunları ertelemek için
kullanılabilir ve yapısal reformlara daha çok gereksinim duyulabilir.
Aoki vd. (2010) çalışmasında, sermaye kontrollerinin, kredi piyasalarının tam etkin
olmadığı durumlarda refah artırıcı bir etkisi olduğunu iddia etmiştir. Yurtiçi finansal
gelişmelerin düzeyine bağlı olarak uluslararası finansal işlemlerin serbestliğinin
nasıl uyumlaştırılacağını incelemektedirler. Yurtiçi ve uluslararası borçlanma
kısıtlamalarının kullanıldığı bir modelle birlikte, yurtiçi finansal sistem az
gelişmişse, sermayenin serbestliğinin mutlaka yararlı olmadığını göstermişlerdir.
Çünkü, toplam faktör verimliliği (TFP) uzun dönemde duraklamakta ve istihdam
kısa dönemde azalmaktadır. İstihdamın olası kaybını azaltacak ancak finansal
sistem geliştirilmeden tamamen yok edilemeyecek olsa da yabancı doğrudan
yatırımlara izin verilmesini de içeren politikalar önerilmektedir.
Benzer şekilde, Calvo ve Mendoza (2000) da, finansal küreselleşme bulaşma
etkisini artırdığında sermaye kontrollerinin asimetrik bilgi ile yararlı olabileceğini
ileri sürmüşlerdir. Finansal küreselleşme, maliyetli bilgi toplamayı özendirmeyerek
45
ve arbitrajlı piyasa portföylerini özendirerek, bulaşma etkisini kuvvetlendirebilir.
Sayısal simulasyonlar göstermektedir ki, bu iki sürtüşme nicel olarak önemlidir ve
gelişmekte olan piyasalarda ülkeye özgü temellerle ilişkisiz büyük sermaye
çıkışlarını tetikleyebilmektedirler. Bu bulgular, küreselleşme refah artışı için
gerçekten gerekli midir sorusunu akla getirmektedir ve sermaye kontrolleri
bulaşma ile tetiklenen refah maliyeti için istenmektedir önerisini sunmaktadır.
Jeanne ve Korinek (2010), gelişmekte olan ülkelere olan sermaye akımları
üzerindeki ihtiyati önlemleri, kaldıraç azaltma döngüsüyle ilgili dışsallıkları adres
gösteren Pigocu vergiler yönünden analiz etmektedir. Ekonomideki canlılık
dönemlerinde sermaye girişlerinin sınırlandığı durumda ekonomik durgunluk
döneminde potansiyel çıkışların da azaldığı bir model üzerinde durulmuştur. Bu,
borçlular üzerindeki finansal kısıtlamaların sağlamlaştırıldığı ve tamamlayıcı
varlıkların fiyatlarının iki yönlü güçlendirici etkisinin azaltıldığı zaman, kaldıraç
azaltımının etkilerini azaltacaktır. Modellerinde, sermaye kontrolleri makro
ekonomik oynaklığı azaltmakta ve tüketici refahını artırmaktadır.
Bruno
ve
Shin
(2014)
sermaye
akımlarının
küresel finansal
durumlara
hassasiyetini ölçmek için bir metot geliştirmişler ve 2010’da Kore’de başlatılan
makro ihtiyati önlemleri bu metotla incelemişlerdir. Ülkelerin karşılaştırmalı
gruplarına bağlı olarak, küresel durumlara göre Kore’ye gelen sermaye akımlarının
hassasiyeti makro ihtiyati önlemler ve sermaye kontrollerinin başlangıcıyla birlikte
azalmıştır. Ancak, bu önlemler finansal kriz sonrasında başlatılmıştır. Kore 2008
yılında büyük bir likidite sıkışması yaşamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde yatırımlar
fazlayken “risk on” süresince kontroller üçlü açmazı çözmeye yardımcı olabilir
ancak kriz süresince zarar verici olabilir.
Sermaye kontrollerinin ekonomik refah düzeyine etkisininin belirsiz olacağını bulan
pek çok çalışma vardır. Örneğin, Prasad vd. (2003) serbestlik ve kişi başına
gelirde büyüme arasında önemli bir ilişki bulamamıştır. Benzer şekilde, Satyanath
ve Berger (2007) gelişmekte olan 50 ülkenin yer aldığı panel ekonometrik
46
modeliyle 1995-2005 yılları arasındaki süreçte düşük ekonomik büyüme ile
sermaye kontrolleri arasında önemli bir ilişki bulamamıştır.
IMF’nin önemli çalışmalarından biri olan Ostry vd. (2010) çalışması, küresel kriz
sonrası dönemde sermaye kontrollerinin yoğunluğu verimdeki düşüşle negatif
olarak ilişkili olduğunu ileri sürdü. Blundell-Wingdal ve Roulet (2013) bu bulguları
tekrar buldular, ancak basit bir kararlılık testinden geçmesini sağlayamadılar. Eğer
Letonya yerine Rusya alınırsa, sonuçlar aynı kalmamaktadır. Kısacası, bu testler
IMF’nin çalışma sonuçlarının sermaye kontrollerinin desteklenmesi iddialarını
güvenilmez yapmıştır. Aynı IMF sermaye kontrol değişkenlerinin milli gelirdeki
büyüme üzerine etkileri (kriz öncesi ve sonrası verilerle) panel veri ile incelenmiş
ve belirli bir sonuç bulunmuştur. Kriz öncesi süreçte sermaye kontrolleri büyümeyi
destekliyor ancak kriz sonrası dönemde negatif bir etki yaratıyor.
Makro ekonomik çalışmaların tersini gösteren mikro ekonomik bulguların yer aldığı
çalışmalar da vardır. Bu çalışmalar, sermaye kontrollerini kaldıran gelişmekte olan
ülkelerin
ekonomi
teorisinde
beklendiği
gibi
pozitif
etkileri
deneyimlediği
görülmüştür. Özellikle, şirketlerin uluslararası finansal piyasalara girişe hazır
değilse,
sermaye
kontrollerini
kaldırmak
sermaye
akımlarına
bağımlılığı
azaltmaktadır (Harrison, Love ve McMillan, 2004). Benzer şekilde, mülkiyet hakları
gelişir, yeni firmalar yatırımlarını artırır, hisse fiyatları artar ve özsermaye maliyeti
azalır (Chari ve Henry, 2004). Forbes (2007) sermaye kontrolleri üzerine kendi
çalışması ve diğer çalışmalar hakkında bir özet sunmuştur:

Yurtiçi firmaların sermayeye ulaşmasını zorlaştırdığı için finansman
maliyetlerinin artmasına neden olmaktadır.

Sermaye kontrollerinden kaçınmak verimsizliği ve firmalar için gerçek bir
maliyet olan yolsuzluğu ortaya çıkarmaktadır.

Desai, Foley ve Hines (2004) çalışmasında, ABD uluslararası şirketleri
incelenmiş ve düşük sermaye serbestisine sahip ülkelerde faaliyet gösteren
bağlı şirketlerin %10 daha fazla ana şirkete kar payı gönderdiğini ve
kontroller nedeniyle oluşan kardaki çarpıklığın kurumsal vergi oranlarında
%24 artışa sebep olduğunu bulmuştur. Sermaye kontrolleri borçlanma
47
maliyetlerini artırmakta ve uluslararası şirketlerin yapacağı yabancı
yatırımların %13-16 düzeyinde azalmasına sebep olmaktadır.

Çalışmalar, kontrolleri kaldırmanın ilk maliyetinin, küresel rekabete uyum
sağlamaya
çalışan
rant
arayan
yerli
firmaların
korunmasında
yaşanmaktadır. Ancak, küçük firmalar için hisse senedi fiyatlarının arttığı ve
onlar için sermayeyi çekmeyi kolaylaştırdığı görülmüştür.
3.1.1. Sermaye Kontrolleri Süreci
Sermaye kontrolleri, 1929 Ekonomik Bunalımından sonra uygulanan Keynesyen
ekonominin temel noktalarından biridir. 2. Dünya Savaşından sonra ülkelerin
parasal sistemlerinin bir düzene girmesi amacıyla üzerinde anlaşılan Bretton
Woods sistemi de sermaye kontrollerini gerekli görmüştür. Bu dönemde, ABD
dışındaki
ülkeler,
kambiyo
kontrolleri,
cari
işlemlerin
kısılması,
sermaye
harketlerinin kısıtlanması gibi önlemler uygulamışlardır (Esen, 1997:35). Çünkü,
sermaye
hareketlerinin
akışkanlığının
kriz
bulaşıcılığını
birlikte
getirdiği
düşünülmekteydi (Eğilmez, 2009:55).
Ancak, Bretton Woods sisteminin 1970’lerden itibaren çökmesiyle birlikte sermaye
kontrollerinin yerini sermayenin tüm dünyada serbest bırakılması ve liberalizasyon
süreci almıştır. Bretton Woods sistemindeki sabit kur rejimi ortadan kalktığı için,
dalgalı döviz kurunun etkisiyle bu durumdan kar sağlama olanağı ortaya çıkmıştır
(Keskin, 2009:153). Bunun sonucunda spekülatif sermaye hareketleri artmış ve
“sıcak paranın” ani bir şekilde ülkeden çıkışı sonucu oluşan krizler yaşanmıştır.
1997 Asya Krizi, 2008 Küresel Krizi ve Türkiye özelinde düşünüldüğünde 1994 ve
2001 Krizleri, kısa vadeli sermaye hareketlerinin yani spekülatif bir şekilde kar
etmek için ülkeler arası faiz farklılıklarından yararlanan sıcak paranın krizlere
sebep olabileceği ve/veya krizi derinleştirebileceği görülmüştür.
Krizlerden sonra, ülke ekonomilerinin toparlanma sürecinde uygulanan politika
tedbirleri arasında sermaye kontrolleri de vardır. Küresel bir fikir birliğine
varılamasa da krizler ile kısa vadeli sermaye hareketleri arasında sıkı bir ilişki
48
olduğu ve sermaye kontrolünün bu ilişkiyi tersine çevirebileceği düşünülmektedir.
Ancak, gelişmekte olan ülkelerde zaten halihazırda var olan cari açık-bütçe açığı
ikilisinin, sıcak paranın o ülkeden sermaye hareketleri üzerine vergi koymayan
başka bir ülkeye gitmesi durumunda derinleşmesi ve borçların çevriminde
güçlükler ortaya çıkarması, gelişmekte olan ülkeleri önemli bir açmazda
bırakmaktadır.
Şekil 3.1. Sermaye hesabı ve krizler arasındaki nedensellik bağları
Kaynak: Delice, 2003:61
3.1.2. Sermaye Hareketlerinin Kontrol Edilmesinin Amacı
Her ülkenin ekonomik ve finansal koşulları farklı olmakla birlikte, ülkelerin sermaye
hareketlerine kısıtlama ve kontrol getirmelerinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir
(Uzunoğlu, vd., 1995:40):
49

Kısa vadeli sermaye hareketlerinin artması ile oluşabilecek döviz kuru
istikrarsızlıkları ve ödemeler dengesi krizlerinin önlenmesi,

Yurtiçi
tasarrufların
yurtiçi
yatırımlarda
kullanılmasını
sağlamak
ve
yabancıların yurtiçi üretim faktörlerine sahip olmalarını sınırlamak,

Yurtiçi finansal aktifler, gelir ve servet üzerinden kamu yetkililerine vergileme
olanağı sağlamak,

Yurtdışına çıkabilecek sermaye akımlarını önlemek,

Yurtiçi ekonomik dengeleri, uluslararası faiz ve kur dalgalanmalarından yani
dış şoklardan korumak.
Sermaye girişlerine uygulanan kontroller, net akımların hacminde bir düşmeye
neden olmamakta, sermaye çıkışlarına uygulanan controller ise sermaye
çıkışlarını
düşürmekte
ve
daha
bağımsız
para
politikası
için
olanak
sağlayabilmektedir. Sermaye kontrollerinin uygulanmasını teşvik eden dört neden
olarak şunlar sıralanabilir (Crotty ve Epstein, 1996:23; aktaran Tanören, 2009:54):
Paranın değerlenmesi: Global dünyanın finansal merkezlerindeki yatırımcıları
daha düşük maliyetli fonlara geçiş sağlayan avantajlar ararlar. Sermaye akımları
ile döviz kurunda yukarı yönlü bir baskı yaratır. Yerli üreticiler global piyasalarda
daha az rekabet edebilir duruma getirilir.
Sıcak para korkusu: Küçük piyasalara ani olarak giren fonlar, ani çıkışları ile bir
bozulmaya neden olabilmektedirler.
Geniş miktardaki sermaye girişleri korkusu: Gelişmekte olan piyasalardaki politika
uygulayıcılar, yabancı sermaye yatırımcılara tam anlamıyla bir güvensizlik
duymaktadırlar.
Geniş
miktardaki
sermaye
akımlarının,
finansal
sistemde
bozulmalara neden olduğu bilinmektedir.
Parasal otoritenin kaybedilme korkusu: Para politikasının esnekliğinin bazı
unsurlarını sürdürmek için bazı uygulamalardan vazgeçilmelidir. Dalgalı kur
50
korkusu yanında, vazgeçilen sermaye hareketliliği, feragat edilen para politikası
özerkliğinden daha etkin görünebilir.
3.1.3. Sermaye Hareketlerinin Kontrollerinin Türleri
Sermaye
hareketlerinin
kontrolleri,
doğrudan
yükümlülükler
getiren
ve
düzenlemeler koyan doğrudan sermaye kontrolleri ve dolaylı olarak spekülatif
işlemleri daha maliyetli hale getirerek bu işlemlerden caydırmaya çalışan dolaylı
sermaye kontrolleri olarak ikiye ayrılmaktadır.
3.1.3.1.
Doğrudan Sermaye Kontrolleri Kavramı
Doğrudan kontroller sermaye hareketleri veya ilgili ödemeler ile fon transferlerini,
açıkça belirlenen miktar sınırlamaları veya onay şartı koyma yoluyla yasaklamak
şeklindedir. Bu kontroller, ülkeler arasında gerçekleşen mali işlemlerin hacmini
etkilemeyi hedeflemektedir. Genel özelliği ise, sermaye akımlarını kontrol etmek
için bankacılık sistemine yükümlülük getirmektir (Balseven ve Erdoğdu, 2005:306).
3.1.3.2.
Dolaylı Sermaye Kontrolleri Kavramı
Dolaylı kontroller, sermaye hareketlerini daha maliyetli hale getirerek caydırmayı
amaçlamaktadır. Bu tür kontroller, ikili veya çoklu döviz kuru sistemleri, sınır ötesi
finansal akımların açık veya gizli vergilendirilmesi ve diğer piyasa temelli
önlemlerden oluşmaktadır. Dolaylı kontroller, yalnızca fiyatı ya da hem fiyatı hem
de işlemin hacmini etkileyebilmektedir.
Uluslararası sermaye akımlarının açıkça vergilendirilmesi ise, yerleşiklerin yabancı
finansal aktif, yerleşik olmayanların ise yerli finansal aktif tutmalarının çekiciliğini
ve elde ettikleri getiriyi sınırlamayı ve böylece getiri oranlarının düşürülmesi ya da
maliyetlerin artırılması ile bu yatırımların caydırılmasını amaçlamaktadır (Keskin,
2009:154). Tobin vergisi de, sermaye akımlarının doğrudan vergilendirilmesi
kapsamında değerlendirilmektedir.
51
Sermaye kontrolleri, sermayenin dolaylı vergilendirilmesiyle de yapılmaktadır. En
çok başvurulan yöntemlerden biri olan dolaylı vergilemede, faizsiz zorunlu karşılık
ayrılması yöntemi kullanılmaktadır. Sermayenin vadesini uzatarak spekülatif
faaliyetlerden kaçınmayı amaçlar. Uygulamada yerleşik ve yerleşik olmayanların
yaptıkları sermaye işlemlerinin belli bir tutarı kadar miktarı (yerel para ya da döviz)
merkez bankası hesabında faizsiz bir biçimde tutulması şartı vardır. Bu şekildeki
bir uygulama “Asimetrik Tobin vergisi” olarak da adlandırılmaktadır. Tobin vergisi
sermaye akımının sabit bir oranı kadar bir vergileme yaparken, asimetrik Tobin
vergisi, sermayenin giriş ya da çıkışına farklı oranlarda uygulanmaktadır (Yılmaz,
2004: 72).
Ülkeler sermaye akımlarının kontrolü ve dolayısıyla krizden kaçınmak için, finansal
sistemlerini bir finansal krizin patlak vermesine veya güçlenmesine imkan verecek
şekilde yapılanmamış olmasına özen göstermelidirler. Bunun için, bankalar ve diğer
finans kurumları için bazı standartların konulması, döviz kuru politikasının ve kamu
finansmanının sağlam temellere dayanması ve sermaye girdilerinden uzun vadeli
yarar sağlamak isteyen ülkenin istikrar yönlü politikaları benimsediğini ulusal ve
uluslararası kamuoyuna kabul ettirmesi gerekmektedir (Başoğlu, vd., 2009:547-549).
Diğer dolaylı düzenlemeler, para piyasası ve bankacılık sistemine ilişkin fiyat ve
miktar temelli önlemler olup, işlem ve yatırımcılar arasında farklılaştırmayı
amaçlamaktadır. Bu tür kontroller, yerleşik ve yerleşik olmayanların durumlarını
farklılaştırmak için ticari bankaların yabancı para pozisyonlarına ya da açık
pozisyonlarına konulan limitleri, dışarıdan borçlanabilmek için kuruluşların belirli
rating koşullarını sağlamaları gerektiğini ifade etmektedir (Keskin, 2009:155).
3.1.4. Dünya’da Uygulanan Sermaye Kontrol Yöntemleri
Sermaye kontrolleri tüm dünyayı saran krizlerle birlikte daha çok tartışılır olmuştur.
Bretton Woods sisteminin çöküşünden sonra sarsılan finans piyasalarına istikrar
kazandırmak için sermayenin hiçbir kurala bağlı olmaksızın serbest bırakılmasının
doğru olmayabileceği ve bazı düzenlemelerin gerekli olduğu hakim görüş olarak
52
ortaya çıkmıştır. Bu konuda ülkeler farklı yollar izlemişlerdir. Kanada, Tobin
vergisinin uluslararası bir vergi olarak uygulanması gerektiğini belirterek 1999
yılında parlamentosunda kabul eden ilk ülke olmuştur (Kıldiş, 2003:200) İngiltere
Parlamentosunda işçi partisi, liberal demokratlar ve bazı muhafazakar partilerden
101 kişilik bir grup Tobin vergisinin yerleştirilmesi için önerge vermişlerdir (İşler,
http://www.yaklasim.com/anasayfa/2007Dergiler/Maddeler/200707.htm,
04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır).
Tüm dünyada bu vergilerin olumlu karşılandığı söylenemez. Gelişmiş ülkelerin
döviz işlemlerinden çok büyük bir pay alması ve vergi uygulamaları ile bu
avantajlarını kaybedecek olmaları bu uygulamaya şiddetle karşı olmaları sonucunu
da doğurmuştur. Bu ülkelerin başında, ABD gelmektedir. Hatta ABD’de Tobin tarzı
bir verginin ya da herhangi bir uluslararası verginin konulmasının yasaklanması
konusunda yasa önerisi bile konuşulmuştur (Yüksel, 2004:74). Ancak, ABD’de
Nisan 2000 ve Mayıs 2001 tarihlerinde “Uluslararası Mali İşlemlerde Bir Verginin
Yerleştirilmesi” adı ile bir önerge Temsilciler Meclisine sunulmuştur (İşler,
http://www.yaklasim.com/anasayfa/2007Dergiler/Maddeler/200707.htm,
04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). ABD’de Tobin vergisi gibi kapsamlı ve
spekülasyonları önleyici bir vergi olmasa da daha düşük oranlı ve daha dar
kapsamlı bir menkul kıymet işlem vergisi alınmaktadır. 1934 tarihinden beri alınan
bu vergi, hisse senedi alış satış işlemleri üzerinden yüzbinde 3 oranında ve vadeli
işlem sözleşmelerinde ise sözleşme başına işlem vergisi alınmaktadır. Bu
vergiden elde edilen gelir, ABD’de 2001 yılında 1 trilyon dolar olup, bu tutar net
vergi gelirinin yaklaşık % 0,5’ini oluşturmaktadır (Cansızlar, 2004:377).
Fransa’da 1995’de Başbakan Lionel Jospin, hükümetinin 1995-2000 yıllarına
ilişkin yol haritasını açıklarken, “10 yıllık yatırımı caydırmayacak ancak 10 günlük
işlemleri cezalandıracak” %0,1 oranında bir Tobin vergisi önermiştir. 2002 yılından
itibaren Tobin vergisi benzeri bir vergi getirilmiştir (Arıkan ve Yurtsever, 2004:131).
Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde ise, 2010 yılında yaptığı bir açıklamada
dünyanın sermaye kontrolleri için koordineli bir yapıya ihtiyacı olduğunu ve IMF´nin
bu yapıda global bir hakem olarak rol alabileceğini söylemiştir (Fransa: IMF,
53
Sermaye Kontrolleri İçin Global Hakem Olabilir, http://www.finanstrend.com/haber,
03.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). IMF’nin bile sermaye kontrollerini tabu olarak
görmekten vazgeçtiği, hala olağanüstü bir yöntem olarak düşünse de süreçte rolü
olması gerektiği konusunda görüşlerin yaygınlaştığı görülmektedir.
Sermaye hareketlerinin kontrollerinin bazı ülkelerdeki yansımaları aşağıdaki
tabloda bulunmaktadır:
Çizelge 3.1. Bazı ülkelerdeki sermaye hareketleri kontrollerinin uygulanması
Ülkeler
Hisse
Senedi (%)
Şirket
Bonoları (%)
Hükümet
Bonoları (%)
ABD
0,003
-
-
Arjantin
0,6
0,6
0,6
Vadeli
İşlemler
(%)
Her
işlemden
0,0009
ABD $
0,6
Açıklaması
İşlem ücreti olarak
SEC’ye
ödenmektedir.
2000 yılından bu
yana
uygulanmaktadır.
Şili
%18 KDV
%18 KDV
-
-
Ticari Maliyetler
üzerindeki bu vergi
hala sürmektedir.
Çin
0,1
0,1
-
G. Kore
0,5 (Shangai
Borsası his.
snd.) ve 0,8
(diğerleri)
0,3
0,3
-
-
İngiltere
0,5
-
-
-
Bonodan alınan vergi
2001’de
kaldırılmıştır.
Damga vergisi
alınmaktadır.
Almanya
0,5
0,4
0,2
-
1991’de
kaldırılmıştır.
İsviçre
0,15
0,15
0,15
-
Japonya
0,1
0,16
-
-
Nisan 1999’da
kaldırılmıştır.
Kolombiya
1,5
1,5
1,5
-
Haziran 2000’de
başlamıştır.
Malezya
0,5
0,5
0,015-0,03
0,0005
Yunanistan
0,6
0,6
-
-
Hala sürmektedir.
Oranlar 1999’da %50
artırılmıştır.
Kaynak: Mangır ve Ay, 2007:130 ve Cansızlar, 2004:378-382.
54
Sermaye kontrolleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Sermaye kontrolleri
dünya kamuoyu tarafından yeni yeni kabul gördüğünden uygulamada başarılı olan
ülke sayısı çok fazla değildir. Bu konuda öncü olan ülkeler, Malezya, Şili ve son
uygulamayla birlikte Brezilya’dır. Bu ülke örneklerinin ayrıntılı analiz ihtiyacı
bulunmaktadır.
Malezya
1997’de yaşanan Asya Krizi’nde Malezya dahil birçok Asya ülkesi derinden
etkilenmiştir. Spekülatörlerin devreye girmesiyle birlikte Malezya para birimi olan
Ringitti %16 değer kaybetmiş, Merkez Bankası para birimini korumak için
rezervlerinin erimesini göze almıştır. Bu süreçte sadece iki haftada 3 milyar dolar
Malezya’dan çıkmış ve güvenli limanlar olan Avrupa ve Amerika piyasasına
çekilmiştir.
Bu durumda Malezya Devlet Başkanı Muhammet Mahathir, sıcak para hareketinin
“ahlaksız olduğunu ve yasaklanması” gerektiğini açıklamış ve sıcak paraya savaş
açmıştır (Yüksel, 2004:73).
Malezya hükümeti, IMF’nin krizden çıkış için önerdiği reçete olan “dalgalı kur
rejimi-faiz oranlarının yükseltilmesi-sıkı maliye politikası-özelleştirme” yerine “sabit
kur
rejimi-faiz
kontrollerini”
oranlarının
içeren
bir
düşürülmesi-genişletici
politika
izlemiştir
maliye
politikası-sermaye
(Karagül
ve
Masca,
bandirma.balikesir.edu.tr/.../25_Mahmut_Masca_Mehmet_Karagul.doc,
04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır).
Malezya’ya giren sermayenin girişten sonraki ilk 7 ay içinde çıkarıldığında %30, 7
ile 9 ay arasında çıkarıldığında %20, 9 ile 12 ay arasında çıkarıldığında %10 vergi
alınmış ve 1 yıldan uzun süre kalan sermayenin çıkarılmasında hiç vergi
alınmamıştır. 15 Şubat 1999 tarihinden sonra sermaye giriş ve çıkışında vergi
alınmayacağı ancak 1 yıldan önce çıkması durumunda karın %30’u ve 1 yıldan
55
sonra çıkması durumunda karın %10’u oranında vergilendirileceği karara
bağlanarak, kısa vadeli sermayeden kaçmaya çalışmışlardır.
Uygulanan
sermaye
kontrolleri
sonucunda,
kıyı
bankacılığı
işlemleri
sonlandırılmış, kısa süreli sermaye hareketleri üzerinde spekülasyon gücü
azaltılmış. Cari açık kapanmakla kalmamış, 2002 yılında 8 milyar $ fazla vermiştir.
Faizler düşmüş, kuruluşların borçlanma oranları azalmıştır. 1999 yılında %4,7
oranında büyümüştür. Ancak bu rakamların sadece sermaye kontrollerinin mi
sonucu olduğu, yoksa bütün bileşimlerin uygun olması sayesinde mi böyle bir
sonuç alındığı tartışılmaktadır (Mangır ve Ay, 2007:136).
Uygulama sonuçları tartışılsa da, Asya Krizi’nden kaçmaya çalışan Güney Kore,
Endonezya ve Tayland hükümetlerinin IMF destekli programlarından çok daha
fazla olumlu etkisi olduğu kabul edilmektedir.
Şili
Şili 1988-1990 yılları arasında sermaye hareketlerini serbest bırakmıştır. Ancak,
Şili Merkez Bankası 1991’de sermaye hareketleri üzerine %20 oranında
Kazançsız Rezerv Zorunluluğu getirmiştir. Bu kontrol sermaye hareketlerinin
vadesini orta ve uzun döneme çıkarmış, ancak sermaye akışları ve döviz kuru
üzerinde etkisi çok olmamıştır. Şili Merkez Bankası para politikasını daha
bağımsız
kılmıştır.
Sermaye
hareketlerindeki
azalışa
bağlı olarak,
döviz
rezervlerinde GSYH’nin %0,5 oranında azalma meydana gelmiştir. Faizlerde
yükselmeye yol açması sebebiyle yatırımları azaltmış ve dolayısıyla büyümenin
artışını azaltmıştır. Malezya’daki kadar başarılı bir uygulama olmasa da önemli bir
ilerleme sağlamıştır. Başarısının görece az olmasının sebebi, vergiden kaçınmayı
ve vergi kaçırmayı başaran şirketlerin payının büyüklüğüdür (Mangır ve Ay,
2007:134).
56
Brezilya
2007 Küresel Krizi sonrasında, sermaye akımlarının yoğunlaşacağı beklentisi
üzerine, Brezilya 2009 yılının ekim ayında sadece portföy girişlerine olmak üzere
(doğrudan yatırımlar kapsam dışında bırakılarak) yüzde 2 oranında bir işlem ergisi
koymuştur. Bunun sebebi,
gelişmiş ülkelerin krizden çıkış stratejisi için
uygulamaya koydukları miktarsal genişleme (QE) politikalarıdır. Toplam yabancı
yatırımcı portföyü 2008 yılı sonunda 288 milyar $’dan 2009 Eylül ayında 490
milyar $’a kadar yükselmiştir ve Brezilya diğer ülkelerin aksine kriz sürecinden
sonra yoğunlaşacak sermaye akımlarından korunmak için bu vergiyi uygulamaya
koymuşlardır (Tobin Vergisi mi Geliyor?, Borsa Yatırımcıları Derneği, 30.04.2010,
http://www.boryad.org/boryad/ 04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır).
Uluslararası rezervleri 232 milyar $ civarında olan Brezilya’nın kısa vadeli yabancı
sermaye yatırımına ihtiyacı olmadığı ve real’in hem dolar hem de euro karşısında
aşırı değerlendiğini tespit edilmiştir. Brezilya’nın Tobin vergisi başlatmasının altında
yatan esas neden, real’in daha fazla değerlenmesinin önüne geçmek ve
ihracatçılarını desteklemek olduğunu düşünülmektedir.
Tobin vergisi konulduktan sonra sermaye girişi yavaşlamakla birlikte devam
etmiştir. Brezilya Merkez Bankası, Eylül 2009 ile Mart 2010 arasında toplam
portföy yatırımı stoku 77 milyar $ daha ve uluslararası rezervler de 34 milyar
$ daha artmıştır. Nominal kurun değerlenme süreci durmuş ancak tersine
dönmemiştir. İhracat artmıştır, ancak ithalat çok daha hızlı arttığı için dış ticaret
fazlası düşmüştür.
Brezilya tecrübesinden Tobin benzeri verginin reel kurlar ve dış ticaret üzerinde
güçlü bir olumlu etkisi olduğu söylenememekte ise de, bu vergi konulmasaydı reel
kurların daha da değerlenmesinin devam etmesi ve dış ticaret dengesinin daha da
bozulması durumuyla karşı karşıya kalınabilirdi. Bu konuyla ilgili daha fazla
çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Konulan verginin beklenen işlevi görememesi
(kısa vadeli yabancı sermaye girişlerini caydıramamasının) en temel nedeni
ülkeler arasındaki arbitraj farklılıklarının yüksekliği ya da getiri farklarına karşı vergi
oranının düşüklüğüdür.
57
3.2.
Maliye Politikaları
Krizle mücadele yöntemlerinde uygulanan maliye politikaları, düşen toplam talebi
kısa dönemde hızla canlandıracak en önemli politika seçeneği olarak görülmekte
olup, özellikle 2008 krizinden en çok etkilenen sanayileşmiş ülkeler başta olmak
üzere bir çok ülke genişletici maliye politikası uygulamalarına ağırlık vermeye
başlamışlardır (Bocutoğlu ve Ekinci, 2009:67).
Genişletici kamu maliyesi tedbirleri ile ekonomik istikrar tekrar sağlanmaya
çalışılmıştır. Uygulamada kredi sistemlerini iyileştirebilmek için ekonomilere
yüksek miktarda likidite enjekte edildiği ve faiz oranlrının tarihi düzeylere indirildiği,
önemli miktarda firma kurtarma operasyonuna girişildiği ve hatta bazı bankaların
kamulaştırıldığı,
toplam
talep
yetersizliklerini
giderebilmek
için
kamu
harcamalarına hız verildiği görülmektedir (Bağımsız Sosyal Bilimciler, 2009:82).
3.3.
Para Politikaları
Para politikası, mevcut şartlara göre ekonominin harcama potansiyelinin
ayarlanması, bir başka deyişle tedavüldeki para miktarının artırılması veya
azaltılması olarak tanımlanmaktadır. Tedavüldeki para hacminin değiştirilmesi,
banknot ve mevduat miktarının ve tedavül hızının değişmesi yoluyla olmaktadır
(Demirci,vd., 2001:255).
Para politikası üç farklı kanaldan işlemektedir. Bunlar, politika faiz oranı kanalı,
kredi/miktar önlemleri kanalı ve döviz kuru kanalıdır. Her bir enstrümanın
bankaların borç verme oranları, reel ekonominin gelişimi ve enflasyon üzerinde
etkisi bulunmaktadır. Politika faiz oranı sabit döviz kurunu savunan ülkeler için
benimsenen politikayı sürdürmeye yardımcı bir faktördür ve özellikle gelişmekte
olan ülkelerde ekonomiyi canlandırmak için kullanılmaktadır. Kredi kanalı
önlemleri, kredi piyasalarının daha düşük faiz oranlarına cevap vermemesi veya
merkez bankasının bankacılık krizinde “son kredi mercii” faaliyetlerine girmeye
ihtiyaç duyması halinde başvurulan bir yöntemdir. Bu durumda, garantilerin
çeşidini artırma, kredilerin kolaylaştırılması veya merkez bankasının bilançolarını
58
daha
uzun
vadeli
devlet
tahvilleri
alarak
genişletmesiaraçlarından
yararlanılmaktadır. Diğer araçların yetersiz kaldığı durumlarda döviz kurunu
istikrarlaştırmaya
yönelik
olarak
merkez
bankasının
rezervlerinin
döviz
piyasasında doğrudan satılması, döviz kuru müdahalesi olarak adlandırılmakta ve
para politikası araçlarından biri olarak kullanılmaktadır (Soylu, 2009:256).
Para arzının genişletilmesi ile birlikte, faiz oranlarının düşmesi gevşek para
politikası uygulaması olarak adlandırılmaktadır. Bu uygulamanın amacı, durgunluk
içerisindeki ekonomiyi uyarmak için para pompalayarak yatırım ve tüketim
harcamalarını artırmaktır. Para arzının daralması ile birlikte faiz oranlarının
yükselmesi durumuna ise sıkı para politikası denilmekte ve bu politika enflasyon
ile mücadelede başvurulan bir strateji olarak ifade edilmektedir. Çünkü, para
arzının
daraltılması,
toplam
talep
düzeyinin,
dolayısıyla
fiyat
artışlarının
azalmasına neden olduğu bilinmektedir (Deniz, 2013: 83,84).
Kriz süresinde ve krizden çıkışta uygulanan para politikası önlemleri, geleneksel
olmayan para politikası önlemleridir. Kriz sonrasında, kriz süresinden “çıkış
stratejileri” olarak da adlandırılan para politikalarına geçilmektedir. Bu para
politikası amaçları, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı birlikte sağlamaktadır. Kısa
vadeli sermaye girişlerini azaltmak ve kredi genişlemesini yavaşlatmak temel
hedeflerini baz alan TCMB, fiyat istikrarından taviz vermeden finansal istikrarın
gözetilmesi amacıyla, politika faizine ek olarak zorunlu karşılıklar ve faiz
koridorunun (gecelik borç verme ve borçlanma faizi araındaki fark) aktif para
politikası araçları olarak kullanılmasına karar vermiştir. Kısa vadeli spekülatif
sermaye girişlerini caydırmak adına, gecelik borçlanma faizleri ve politika faizleri
düşürülmüş ve makro finansal riskleri azaltmak amaçlanmaktadır. Zorunlu
karşılıkların politika aracı olarak etkinliğin artırılması için öncelikle karşılıklara faiz
ödenmesine son verilmiş, karşılık oranlarının ağırlıklı ortalaması artırılmıştır (Başçı
ve Kara, 2011:4-6).
59
4.
4.1.
TOBİN VERGİSİ
Tobin Vergisi Kavramı
Uluslararası kamuoyunda Tobin vergisi adı altında birleştirilebilecek iki öneri
üzerinde durulmaktadır. Bunlardan ilki, finansal istikrar katkısı adı altında sabit
oranda bir ek verginin bankacılık işlemlerine konulması, ikincisi ise ülkelerin
tercihlerine bırakılmak üzere, bir finansal işlem vergisinin uluslararası düzeyde
uygulamaya
geçilmesidir
(Yeldan,
Büyük
Durgunluğun
Öğrettikleri.
http://www.iktisatvetoplum.com/buyuk-durgunlugun-ogrettikleri.html,
10.10.2013
tarihinde ulaşılmıştır).
1973 yılında Bretton Woods para sisteminin terk edilmesiyle birlikte tüm dünyada
küreselleşme özellikle ekonomi ve teknoloji alanında ivme kazanmıştır. Bunun
para piyasalarındaki etkisi üretim faktörleri yerine paranın bizzat para kazanma
aracı olmasındaki mekanizmaların artması olmuştur. Örneğin bu dönemde atipik
sözleşme çeşitleri, hisse senedi, devlet tahvilleri, devlet bonosu gibi yatırım
araçlarına ilginin artması da bu nedenledir. Petrol fiyatlarındaki yükselme üretim
maliyetlerinin artmasına, maliyetlerin artması istihdamın azalmasına etki etmiş ve
sermayenin üretim faktörlerine yatırılması yerine daha karlı ve risksiz olan para
yönetiminde kullanılması eğilimini ortaya çıkarmıştır. Bu durum, spekülatif
sermaye hareketlerine yönelime neden olmuştur. Tüm dünyada spekülasyon bir
ticaret aracı olarak tanımlansa da, bu olguyla birlikte karşıt görüşler de
olgunlaşmaya
başlamıştır.
Uluslararası
mali
sistemin
spekülatif
sermaye
hareketlerinden korunmasının gerekliliği üzerinde çeşitli fikirler ileri sürülse de, bu
fikirler arasından Prof. Dr. James Tobin’in kendi adıyla özdeşleşen “Tobin Vergisi”
önerisi daha fazla kabul görmüştür (Göker, 2013:596).
Tobin çalışmasında, spekülatif sermaye hareketlerinden korunmak için, iki farklı
yol olduğu üzerinde durmuştur. Bunlardan ilki, tüm dünyada uygulanacak ortak bir
para ve maliye politikası ve ekonomik entegrasyon iken, ikincisi ulusal veya
bölgesel düzeyde finansal ayrışmalar doğrultusunda, kendilerine özgü ekonomik
60
kurumlar ve amaçlara yönelik merkez bankalarına ve hükümetlerine düzenleme
yetkisi verilmesidir. Çalışmada, ilk seçeneğin yakın gelecekte geçerli olmayacağı
belirtilirken, ikinci seçeneğin bu nedenle önerildiği ve önerinin “aşırı derecede etkin
uluslararası döviz piyasasının arasına biraz kum serpmek” anlamına geldiği
üzerinde durulmuştur (Tobin, 1978:154).
Tobin vergisi, çok kısa süreler içinde ülkeye girebilen aynı şekilde kriz ya da
istikrarsızlık karşısında hızlı bir şekilde ülkeden çıkabilen, akışkanlığı yüksek
parasal akımlar olarak ifade edilebilen kısa vadeli sermaye akımlarının ani giriş ve
çıkışlarının önüne geçmek için kullanılan bir yöntemdir (Çınar ve Gök, 2012:81).
Tobin’in 1972 ve 1978 tarihli çalışmalarında getirdiği öneri, bütün döviz
işlemlerinde transferin büyüklüğüne bağlı olarak, uluslararası sabit bir vergi
alınmasıdır. Bu verginin kısa vadeli sermaye hareketlerinin bir ülkeden diğerine
kaçmasına çözüm getireceğini düşünmüştür (Tobin, 1972:89; Tobin, 1978:155).
Tobin
vergisinin
kökleri,
Keynes’in
kısa
vadeli
sermaye
hareketlerinin
vergilendirilmesine kadar uzanmaktadır. Keynes risk ve ilave maliyetlerleuzun
dönemli
yatırımlara
zarar
vermeden
kısa
dönemli
parasal
akımların
azaltılabileceğini ve oransal olarak düşük olan bir transfer vergisinin spekülasyon
etkisini hafifleteceğini belirtmiştir. Keynes, menkul kıymetler piyasasındaki
fiyatlandırmalarda sadece dönüşümden kar elde etmek isteyenlerin etkilendiğini ve
uzun vadeli veya kalıcı olarak gelen yabancı sermaye üzerinde önemli bir yük
oluşturmadığını sadece kısa süreli yabancı sermayeyi etkilediğini gözlemleyerek
temel amacı uzun vadeli yatırım olanların öneride ileri sürüldüğü gibi fazla
etkilenmediğini ortaya koymuştur (Akdiş, 2004:42).
Kenes ve Tobin’in vergi önerilerinin temelini sermaye piyasalarındaki spekülatif
hareketler ve bunların neden olduğu dalgalanmalar oluştursa da, bu iki vergi
önerisi arasında bazı temel farklılıklar vardır. Keynes’in önerdiği verginin, mal ve
hizmet ticaretini değil sadece menkul kıymet işlemlerini konu alması; Tobin’in
önerdiği verginin ise ticari akımlar da dahil olmak üzere tüm döviz işlemlerini konu
61
alması aralarındaki başlıca farklılıktır. Ancaki bu farklılığa karşın, Tobin vergisinin
kökeninin Keynes’in önerdiği vergi olduğu üzerinde görüş birliği mevcuttur
(Arıkboğa, 2002:38).
Tobin, sermayenin serbest dolaşımının ve dalgalı kur sisteminin, kamu
otoritelerinin
faiz
oranlarını
belirlemelerini
ve
iktisat
politikalarına
hakim
olabilmelerini zorlaştırdığını ve dolayısıyla devletin etkinliğini kaybetmesi ve piyasa
aktörlerinin rasyonel davranışlarını olumsuz etkilemesi nedeniyle, bu süreçte
piyasaya müdahale etmenin bizzat finansal piyasaların yararına olduğunu
vurgulamıştır (Sarfati, 2003:87).
4.2.
Tobin Vergisinin Uygulanma Amacı
Tobin vergisi spekülatif faaliyetlerin vergilendirilmesiyle bu tür işlemleri azaltmayı
amaçlamaktadır. Bu bir tür ikame etkisidir. İkame etkisinin amacına ulaşarak döviz
işlemlerini maliyetli bir hale getirmesi ve miktarını azaltması, ancak bu verginin
etkinliği döviz işlemlerinin fiyat esnekliğinin büyüklüğüne bağlıdır. Fiyat esnekliği
büyükse, vergi döviz işlemlerini azaltarak istikrar sağlamaya yardımcı olur. Fiyat
esnekliği küçük olduğunda ise döviz işlemlerinin maliyetlenmesi işlemleri
azaltmadığı gibi sadece vergi yükünü artırmaktadır (Balseven, 2003:102). Tobin
vergisinin başarı koşullarından ilki, döviz işlemlerinin fiyat esnekliğine bağlılığıdır.
Mali krizin en önemli nedenlerinden biri olan spekülatif sermaye akımlarını
önlemek içinkonulan Tobin vergisinin dolaylı da olsa başka amaçları da vardır.
Tobin 1970'lerden sonra sık sık dile getirdiği gibi uluslararası sermaye akımlarını
kontrol altına alarak ekonomik istikrarı sağlamak ve kalkınma ve refah seviyesini
yükseltmek istiyordu. Tobin vergisi bu ana amaca hizmet etmektedir. Bu amacı
yanında ise, dolaylı olarak vergi geliri elde etmek, mali tampon yaratmak, vergide
adalet sağlama gibi fonksiyonları da vardır.
Tobin vergisi mali amaçlı vergi türü değildir. Sigara ve içki üzerine getirilen tüketimi
cezalandırıcı vergilerde olduğu gibi, Tobin Vergisi de yapılması tercih edilmeyen
iktisadi işlemleri cezalandırarak o işlemlerin yapılmasını caydırmaya çalışmaktadır.
62
Tobin vergisinin uygulandıktan sonraki aşamada elde edilecek gelirin, o işlemden
zarar görenlere tahsisi uygulanmasının mantığını yok edecektir. Bu nedenle,
verginin getirilme nedeni olan dalgalanmalardan zarar görenler için esas fayda,
vergi gelirinin tahsisi ile zararın tazmini değil, zararın oluşmayacağı bir ekonomik
ortamın tesis edilmesindedir (Yılmaz, 2010:345). Böyle bir verginin tam etkin
olması halinde elde edilecek vergi geliri bulunmamaktadır.
4.3.
Tobin Vergisinin Uygulanışı
Tobin Vergisi’nin uygulanmasının oldukça basit bir mantığı vardır. Herhangi bir
paranın başka bir para birimine dönüştürülmesi işlemleri üzerine düşük oranda bir
vergi uygulanmasıdır. Tobin, ilk çalışmalarında vergi oranının %0,1 ile %0,5
arasında olmasını önermiş, daha sonra vergi oranının %1’ e kadarçıkabileceğini
ifade etmiştir. Ancak, Tobin’ in son önerdiği oran %0,2’ dir. Bu kadar düşük oranlı
bir verginin uzun vadeli sermaye yatırımları üzerindeki etkisi ihmal edilebilir
düzeyde kalmaktadır. Tobin vergisi kısa vadeli sermaye hareketleri içinönemli bir
maliyet unsuru oluşturacağı için, kısa vadeli sermaye hareketlerine belirli bir engel
getirilmiş
olmaktadır.
Bu
vergi
bütün
spekülatif
işlemleri
karsız
hale
getirmemektedir. Fakat spekülatif işlem yapılırken alınan riski yükselttiği için,
spekülatif amaçlı döviz alımı yapılırken kar elde edebilmek için gereken döviz kuru
artışı daha fazla ve bu konuda verilen yanlış bir kararın maliyeti daha yüksek
olmaktadır (Yıldız, 2005:4-7).
Aşağıdaki çizelgede, yılda 240 işlem günü olduğu varsayımıyla, her gün bir kez
alım ve aynı tutarda satım yapıldığı durumda yıllık efektif maliyetin ne olacağı
gösterilmekte, buna göre Tobin vergisinin yıllık efektif oranı üzerinden açıklamalar
getirilmeye çalışılmaktadır. Buna göre, aynı vergi oranı üzerinden işlem süresi
uzayanların daha az efektif vergi oranına ve dolayısıyla daha az işlem maliyetine
katlandığı gözlenmektedir. Bu da uzun vadeli yatırımların, yatırımcılar için daha
cazip hale gelmesini sağlamaktadır.
63
Çizelge 4.1. Tobin vergisi’nin yıllık efektif oranı (döviz kurlarının sabit olduğu
varsayımıyla)
Kaynak: Yıldız, 2005:7.
Tobin vergisi, uluslararası alanda anlaşmaya varılarak her ülkenin kendi yetki
alanında uygulayacağı tektip bir vergi olarak ifade edilmektedir. Her ülke kendi
sınırları dahilindeki tüm paralar arası işlemler üzerinden vergi almakla yükümlü
tutulmaktadır. Ayrıca, vergi gelirlerinin IMF veya Dünya Bankası gibi uluslararası
bir kurumda toplanabileceği, vergi uygulamaları ile ilgili olarak ulusal otoritelerin
denetiminin, BIS ya da IMF gibi kuruluşların sorumluluğunda olabileceği ve bu
uluslararası kuruluşların belirlenen ölçülere uymayan ülkelere yaptırım uygulama
yetkisine sahip olabilecekleri Tobin’in önerilerinde yer almaktadır (Arıkboğa,
2002:40).
Tobin vergisi uygulamasının, uzun vadeli sermaye akımlarını özendirici etkisini
artırmayı amaçlayan bir diğer görüş de Spahn’ın öne sürdüğü vergi uygulamasının
iki aşamalı olarak uygulanmasına dayanmaktadır. Bu görüşe göre, spekülatif
dönemlerde vergi oranlarının değişmesi sağlanarak, spekülatif işlemlerin önünü
almak kolaylaşmaktadır.
64
“Spahn açılımı” da denilen bu görüşe göre, istikrarın olduğu dönem ile
dalgalanmaların arttığı dönemlerde uygulanan vergi oranlarının farklı olması veya
ek bir vergi alınmasıönerilmektedir. Spekülatif giriş ve çıkışların artmaya başladığı
dönemlerde bu uygulama ile vergioranı artırılarak sermaye çıkışlarının yaratacağı
olumsuz etki en aza indirilmeye çalışılmaktadır (Saraçoğlu ve Şahan, 2004:76).
Spahn’ın iki aşamalı Tobin vergisi, sürekli uygulanacak düşük oranlı bir Tobin
vergisi (spot döviz işlemleri için çok düşük bir standart oran, türev işlemler için ise
bu standart oranın yarısı kadar bir vergi alınması) ve spekülatif işlemlerin arttığı
durumlarda uygulanacak, cezalandırıcı ek bir döviz vergisinden oluşmaktadır
(Spahn, 1996:26).
4.4.
Tobin Vergisi Uygulamaları
Geleneksel sermaye kontrolleri, sermaye akımlarının miktarını sınırlandırırken,
Tobin vergisi net akım stokunu veya uzun dönem kur oranı denge düzeyini
etkilemeden kısa dönemli sermaye akımlarının oranını azaltmaktadır. Böyle bir
verginin uzun dönemli yatırımlar üzerindeki etkisi ihmal edilebilirken, kısa dönemli
işlemler üzerinde ciddi maliyetleri vardır. Böylece, kısa dönemli işlemleri maliyet
etkisi ile caydırmakta ve piyasanın kısa dönemli beklentiler yerine temel
göstergeler üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Tobin vergisinin spekülatif
sermaye hareketlerini sınırlamadaki etkinliği, kısa dönemde değil, orta ve uzun
dönemdedir. Bir başka deyişle, ortaya çıkan bir krizin tahribatını gidermekten çok
böyle bir krize karşı daha dayanıklı olmayı sağlamaya yönelik koruyucu bir önlem
olarak kullanılan bir araçtır (Balseven ve Erdoğdu, 2005:307).
Orjinal Tobin vergisi olarak literatürde geçmese de, Tobin vergisine benzer döviz
değişim işlemlerine uygulanan işlem vergileri aşağıda gösterildiği gibi çeşitli ülkeler
tarafından uygulanmaktadır. Bu uygulamaların amaçları, spekülasyon amacı
taşıyan kısa vadeli sermaye akımlarından mümkün olduğunca kaçınmaya
çalışmak ve uzun vadeli sermaye akımlarıyla istikrarlı bir biçimde büyümek
olmaktadır.
65
Çizelge 4.2. Dünyada Tobin vergisi benzeri işlem vergileri
Kaynak: Yar, 2008:50
66
4.5.
Tobin Vergisi İle İlgili Eleştiriler
4.5.1. Olumlu Görüşler
Olumlu eleştirilerden en önemlileri spekülasyonu önleyici etkisi üzerinedir.
Spekülatif amaçlı sermaye hareketlerinin ülkelerden ani çıkışlarının yarattığı kriz
ortamının daha oluşmadan önlenmesi açısından Tobin vergisi önemli bir yer
tutmaktadır.
Spekülatif amaçlı sermaye hareketleri nedeniyle, ulusal döviz kurları ve kur
politikası baskı altında olan bir hükümet, ulusal paranın değerini koruyabilmek için
faiz ve kur politikalarını yönlendirirken bazı ağır maliyetlere katlanmak zorunda
kalmaktadır ve bu durum ülkelerin istihdam, büyüme ve gelir dağılımı gibi ekonomi
politikası amaçlarına ulaşmalarını engellemektedir. Tobin vergisi, spekülatif
baskıları azaltarak mali sigorta gibi işlem görmektedir (Sabır, 2002: 139).
Tobin vergisini savunanlara göre Tobin vergisinin amaçları şöyle sıralanabilir:

Spekülasyonu Caydırma Etkisi: Döviz işlemleri üzerine konacak ılımlı bir
vergi uzun vadeli ve üretken yatırımlar üzerinde çok az olumsuz etkilere yol
açarken istikrar bozucu spekülatif hareketleri caydırmaktadır. Kısa vadeli
döviz işlemleri üzerinden alınacak küçük oranlı bir vergi, yıllık efektif vergi
oranları dikkate alındığında kısa vadeli spekülatif işlemler için ciddi bir
engelleyici olmaktadır (Aktan, vd., 2006:102).

Gelir Sağlama Fonksiyonu: Tobin vergisi çok düşük oranlarda uygulansa
bile önemli büyüklükte bir vergi hasılatı sağlamaktadır. Gelirin nasıl
kullanılacağı konusu tartışmalı olsa da en somut öneri Kopenhag'daki
Birleşmiş
Milletler
Sosyal
İşler
Zirvesi'nde
UNDP
tarafından
ileri
sürülmüştür. UNDP %0,05 oranındaki bir verginin ortalama olarak yıllık 100
milyar $'lık bir gelir sağlayacağını ve bu gelirin işsizlik ve fakirlikle savaş için
kullanılabileceğini belirtmiştir (Yıldırım, 2002:87).
67
2013 yılında BIS’in yayınladığı Banka Araştırması Raporundaki verilere
göre, 2013 yılının Nisan ayında günlük döviz işlem hacmi 5 trilyon $’ı
geçmiştir
(Tl,
küresel
döviz
piyasasında
varlığını
arttırdı,
http://www.dunya.com/tl-kuresel-doviz-piyasasinda-varligini-artirdi202041h.htm, 10.07.2013 tarihinde ulaşılmıştır2). Çizelge 4.3’de gösterildiği
gibi, rakamlar bu verilere göre tekrar düzenlenmiştir. Buna göre, % 1
oranındaki verginin hasılatı 1200 milyar $, %0,5 oranındaki verginin hasılatı
600 milyar $ ve %0,1 oranındaki verginin hasılatı 120 milyar $ olacaktır.
Çizelge 4.3. Sermayenin vergilendirilmesi sonucu oluşacak vergi geliri
Vergilendirilebilir
Döviz İşlemi
5 trilyon $ 240
işlem günü= 1200
trilyon $
%20
vergi
istisnası (1200 240) = 960 trilyon $
-%20 vergi kaçağı
(960 - 240) = 720
trilyon $
- %50 işlem hacmi
kaybı (720- 600) =
120trilyon $ efektif
vergi tabanı
Yıllık Vergi Hasılatı
(%1 Vergi Oranı)
Yıllık Vergi Hasılatı
(%0.5 Vergi Oranı)
Yıllık Vergi Hasılatı (%0.1
Vergi Oranı)
1200 milyar $
600 milyar $
120 milyar $
Kaynak: Saraçoğlu ve Şahan, 2004:76; http://www.dunya.com/tl-kuresel-dovizpiyasasinda-varligini-artirdi-202041h.htm
verilerinden
yararlanılarak
tekrar
düzenlenmiştir.

Mali Tampon Fonksiyonu: Tobin vergisinin ulusal hükümetlerin para
politikalarını
uygularken
döviz
kuru
değişikliklerine
bağımlılığını
azaltmaktadır. Bu durum, ülkelerin ekonomi politikalarını bağımsız olarak
belirleyebilmelerine fırsat sağlamaktadır.
2
Çizelge 4.3.’teki hesaplamalar aşağıdaki varsayımara dayanmaktadır:
 Böyle bir vergi, uygulamasında, Merkez Bankası ve ülkelerarası işlemleri kapsamamalıdır. O
nedenle işlemlerin %20’sinin istisna olacağı tahmin edilmektedir.
 Bu verginin tüm işlemleri vergilemede yetersiz kalacağı ve bu nedenle %20’lik bir vergi kaçağının
olacağı, tahmin edilmektedir.
 Böyle bir verginin döviz işlemlerinin yaklaşık yarısını caydıracak ve böylece vergi matrahını
%50’ye indireceği tahmin edilmektedir.
68

Kısa
Vadeli
İşlemlerin
Maliyetlerini Artırarak
İşlem
Vadelerinin
Uzamasını Sağlamak: Krizlerin başlıca sebebi olan kısa vadeli sermaye
akımlarından korunabilmek ve yatırımı destekleyici uzun vadeli sermaye
akımlarıyla ikame etmek için konulan bu vergi, kısa vadeli işlemlerin
maliyetlerini artırmaktadır. Artan maliyet riski de beraberinde getirdiği için,
spekülatörlerin kısa vadeli işlemlerden uzaklaşmasını sağlamaktadır
(Saraçoğlu ve Şahan, 2004:76).

Vergide Eşitlik ve Adalet İlkelerinin Sağlanması: Verginin büyük
bölümünün yüksek gelirli kişilerden alınacak olması ve verginin artan oranla
alınması vergide adaletin sağlanması adına önemlidir. Gelişmekte olan
ülkelerde vergilerin daha ziyade düşük gelirli kişilerin üzerine yıkılması ve
dolaylı vergiler gibi vergilerin daha yaygın olarak kullanılması vergi adaletini
bozucu bir etki yaratmaktadır. Tobin vergisi, verginin temel ilkesi olan
“verginin
ödeme
gücüne
göre
alınması”
esasının
vergi
sistemine
yerleşmesine yardımcı olmaktadır.
4.5.2. Olumsuz Görüşler
Tobin vergisine yıllarca getirilen en büyük eleştiri, uygulanması için konsensüs
gerektiğinden, bu konuda ülkeler arasında fikir birliğinin asla sağlanamayacağıi
dolayısıyla
uygulanmasının
mümkün olamayacağı üzerinedir.
Ancak, son
dönemde dünya ekonomisindeki gelişmelerle birlikte sorunun büyüklüğünün idrak
edilmesiyle, asla sağlanamayacağı iddia edilen fikir birliğine ulaşmanın mümkün
olup
olmadığı
tartışılmaya
başlanmıştır.
Ayrıca,
uluslararası
konsensüs
sağlanmasa bile “Tobinvari” vergilerin bazı ülkelerce uygulanması, daha önce
büyük bir sorun olarak algılanan vergi getirilirse yabancı sermayenin kaçacağı
argümanının herzaman doğru olmadığı sonucunu getirmiştir. Bu argümanın,
beklenen getiri oranıyla birlikte düşünülmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Çünkü, bir
ülkedeki getiri beklentisi çok yüksekse, o ülkede Tobin benzeri bir vergi
uygulanması durumunda bile, vergi sonrası getiri oranı hala vergi uygulanmayan
69
ülkelere
göre
yüksekse
“vergiye
bağlı
sermaye
kaçışı”
senaryosunun
gerçekleşmeyeceği ileri sürülmüştür (Yılmaz, 2010:345).
Tobin vergisine ve sermaye hareketlerinin kontrollerine olan eleştiriler, sermaye
hareketlerinin engellenmesine yönelik her türlü müdahalenin refahı azaltacağını ve
belirsizlik ve istikrarsızlığa yol açacağını öne sürmektedir. Tobin vergisinin
uygulamasında sorunlar ortaya çıkabileceğini savunan bu görüşler belli noktalarda
birleşmektedir. Tobin vergisinin alternatif olamayacağını ileri süren görüşler
şunlardır:

Spekülatif Amaçlı Sermaye Hareketlerini Engelleyememe: IMF’nin
yaptığı bir araştırmaya gore bu verginin finansal piyasalardaki dalgalanmayı
azalttığını gösteren çok az sayıda bulgu bulunmaktadır (Saraçoğlu ve
Şahan, 2004:77). Temel amacı spekülatörlerin yarattığı kaostan kaçmak
olan bu vergi, bu araştırmalara gore esas amacından oldukça uzaktır. Bu
görüşü savunanlar, Malezya ve Şili deneyimleri hariç sermaye kontrollerinin
başarılı olmadığını ileri sürmektedirler. Uluslararası sermaye hareketlerine
sınır getirme iddiasındaki Tobin Vergisinin işleyişini modelleyen iki
yöntemden birisi olan Davidson Yaklaşımı’na gore, döviz kurundaki
değerlenme Tobin vergisinin caydırıcı etkisini ortadan kaldıracaktır. Bu
modelde yabancı varlıklardan aylık %3,03 faizle bir yıllık %36,36 bir getiri
elde
edilirken,
sermaye
kaybı
ya
da
kazancı
yoktur.
Eğer ülke
ekonomisinde %2,3’lük bir değerlenme olursa, bu sefer ödenecek faiz %1
olacaktır ve %1’lik bir tobin vergisi yabancı sermaye dalgalanmalarını
önleyemeyecektir (Mangır ve Ay, 2007:133).

Uygulama Sorunları: Böyle bir vergi, sermayedarların vergiden kaçınmak
ve vergi kaçırmak için çeşitli yollar aramasına sebep olmaktadır. Tobin
vergisi gibi bir vergi dünya ölçeğinde uygulanmaz ise, bu tür işlemler vergi
dışı bölgelere kayacaktır (Kızılot ve Durmuş, 2002:138).

Kesin Bir Vergi Oranı Belirleyememe: Uluslararası finans işlemleri
yapanların, vergiden kaçınmak için vergi konulmayan diğer türev araçlara
70
geçiş yapmasını önlemek gerekmektedir. Ancak, özgün türev ürünleri
yaratarak ya da vergi cennetlerini kullanarak vergiden kaçmalarını Tobin
vergisi önleyememektedir (Akdiş, Sermaye Hareketleri, Finansal Krizler ve
Türkiye”,
makdis.pamukkale.edu.tr/Nazilli1.ppt,
08.05.2011
tarihinde
ulaşılmıştır).

İşlem Maliyetlerini Artırma: Tobin vergisinin işleyişi modelleyen bir diğer
araştırma olan Frankel’e gore, Tobin vergisi uygulandıktan sonra sermaye
çekmek için faiz oranları daha fazla yükseltilmek zorunda kalınacaktır.
Araştırmada %1’lik bir Tobin vergisinin etkinliğinde sermaye hareketlerini
ülkeye çekmek için %10’luk bir faiz getirisinin sunulması gerektiği ve kısa
vadeli sermaye hareketlerine ceza kesilirken aynı zamanda görece az da
olsa uzun vadeli sermaye hareketlerine de yaptırım uygulandığı ileri
sürülmektedir (Mangır ve Ay, 2007:133).

Mali Egemenlik Sorunu: Vergi ulusal sınırlar içinde değil de uluslararası
bir uygulamaya konu olursa egemenlik tartışmalarına neden olabilmektedir.
Tobin vergisinin uygulanmasına karşı oluşacak direnç en önemli sorun
olarak ülkelerin karşısına çıkmaktadır.

Politik Sorun: Tobin vergisinin konusu olan döviz işlemlerinin %75’i on
ülkede
gerçekleşmektedir
(Karagül
ve
Masca,
bandirma.balikesir.edu.tr/.../25_Mahmut_Masca_Mehmet_Karagul.doc,
04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır). Tobin vergisi, vergi konulan işlemlerin
hacmini daraltacağından bu ülkeler vergiye karşı direnç oluşturmaktadırlar.
4.6.
Türkiye’de Tobin Vergisinin Uygulanabilirliği
1980’lerde Türkiye liberalizasyon hareketleriyle dışa açılımını sağlamıştır.
Sermaye hareketlerine getirilen serbestlikle birlikte, Türkiye ekonomisi daha çok
kırılgan olmuştur. Bu dönemki ekonomi politikalarının temel hedefi, ithal ikameci
büyüme yerine ihracata dayalı büyüme olmuştur. Kamu kesimi doğrudan üretim
faaliyetlerinden soyutlanarak, sadece altyapı yatırımlarına yönlendirilmiştir (Pınar,
71
2006:319).
Türkiye’de
bu
dönemde
uygulanan
liberalizasyon
politikaları
hedeflenen amaçları yakalayamadığı için başarısız olmuştur. Sermaye akımları
incelendiği zaman, hedeflenen ile fiili durum arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.
1980 yılının ilk yarısında sermaye girişleri sınırlı olmakla birlikte yılın ikinci
yarısından itibaren sermaye girişlerinin miktarında önemli bir artışın olduğu tespit
edilmiştir. 1991,1994 yıllarında sermaye çıkışları olmuştur, ancak bunun nedeni
1991 yılındaki Körfez Krizi, 1994 yılındaki finansal krizdir.
Türkiye’ye gelen sermayenin önemli bir bölümü, kısa vadeli sermaye akımlarından
oluşmaktadır. Sıcak para da denilen, kısa vadeli sermaye akımları, bütçenin
finansmanı için kullanılmış ve bütçe açığı- cari açık çıkmazına girilmiştir. Doğrudan
yabancı
sermaye
yatırımları
aşağıdaki
grafikte
görüldüğü
gibi,
sermaye
akımlarının içerisinde küçük bir paya sahip olmuştur. Doğrudan yabancı sermaye
yatırımları, istikrarlı makroekonomik politikalara sahip, finansal sistemleri belirli bir
gelişmişlik düzeyine ulaşmış, yabancı sermayeyi teşvik edici yasal düzenlemelere
sahip ülkeleri tercih etmektedir (Pınar, 2006:324). Bu yüzden, Türkiye bu
makroekonomik ortamı sağlamadan doğrudan yabancı sermaye akımlarının
artması beklenemez.
Şekil 4.1. Türkiye’ye gelen sermaye akımlarının karşılaştırılması
Kaynak: Karahan ve İpek, 2013:308
Türkiye sıcak parayı çekebilmek için, yüksek faiz- düşük kur politikası
uygulanmıştır. Yüksek faiz, kısa vadeli sermayeyi kendine çekse de, düşük kur
72
politikası ihracatın pahalılaşıp ithalatın ucuzlamasına ve böylece cari açığın
artmasına sebep olmuştur. Cari açığın artması ödemeler dengesi sorununu ortaya
çıkarmış ve artan dış borç stoku, ekonomide tıkanmaları ve sermaye kaçışı ile
başlayıp devalüasyonla son bulan krizleri beraberinde getirmiştir (Mangır ve Ay,
2004:137).
Şekil 4.2. Cari açığın yıllar itibariyle görünümü
Kaynak: www.tcmb.gov.tr
2002 sonrası dönemde ise, tüm dünyada gelişmekte olan ekonomilere sermaye
akımı yoğunlaşmıştır. Bu durum Türkiye’deki esnek döviz kuru uygulaması ve
yapılan reformlarla birleştiğinde 2008 Küresel Krizine kadar olumlu bir durum
yaratmıştır. Türkiye ilen birlikte gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye
hareketlerinin artışında küresel likiditedeki genişleme etkili olmuştur. Küresel
likidite genişlemesinin nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

Uzun yıllar Japonya’nın likidite tuzağında bulunması nedeniyle faiz
oranlarının düşük düzeyde tutulması3,

11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ortaya çıkan belirsizlikleri azaltmak için
FED’in faiz oranlarını hızlı biçimde düşürmesi,
3
Cary trade, bir yatırımcının düşük bir faiz oranından belli miktarda bir yabancı parayı borçlanması ve bu
fonları yüksek faiz veren başka bir para birimine çevirerek değerlendirmesidir (Çelik, 2008:45). Özellikle
Japon ev hanımlarının kullandığı bir yöntem olarak bilinen bu işlemlerde, yatırımcı Japonya gibi düşük faizli
ülkelerden borç para alarak, bu parayı Türkiye gibi yüksek faiz veren ülkelerin hazine kağıtlarına
yatırmaktadır. Aradaki faiz farkından yüksek kazançlar elde edilmektedir.
73

1990’ların sonunda düşük düzeyde seyreden petrol vb. emtia fiyatlarında
meydana gelen artış dolayısıyla, emtia ihraç eden ülkelerin gelirlerinde ve
buna bağlı olarak ulusal varlık fonlarının4 rezervlerinde artış meydana
gelmesi.
TL’nin değerlenmesi faizlerin düşmesine neden olmuştur. Faizlerin düşmesi,
Türkiye’nin risk primini azaltmış ve borçlanma sürecini kolaylaştırmıştır. Faizlerin
düşmesi sermaye akımının azalmasına sebep olmamıştır, çünkü faizler dünya
ekonomilerine gore hala yüksektir. Ancak, cari açık büyümüştür, ithalatın artması
ve ihracatın ithalata bağımlı olması bu sonucu doğurmuştur.
2008 Küresel Krizi, tüm dünyada sermaye akımlarının tersine dönmesine ve riskli
ülkelerden çıkışa sebep olmuştur. Türkiye’de sermaye akımlarının azalması şok
etkisi yaratmış ve bu şokun yarattığı iç talep daralması ihracatın gerilemesiyle
birleşince kriz patlak vermiştir. 2001’deki gibi finansal bir kriz olmamasına rağmen,
üretimi, kapasite kullanımını, milli gelirini, istihdamını aşağı çeken bir ekonomik
bunalımdır (Bağımsız Sosyal Bilimciler, 2009:108).
2008 Krizinin etkileri
açıklanmaya çalışıldığında, özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında
ciddi bir gerileme görülmektedir. 2002 yılından bu yana Türkiye ekonomisindeki
büyümenin ardındaki en önemli finansman biçimi olan, sıcak para olarak da
adlandırılan kısa vadeli sermaye niteliğindeki yabancı yatırımcıların hisse senedi,
Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) ve mevduattaki yatırımlarının tutarı ciddi bir
şekilde gerilemiştir. Sıcak para azalışında yabancıların güven kaybı nedeniyle
portföylerini
boşaltmaları,
portföydeki
hisse
senedi, DİBS
gibi
varlıkların
değerlerindeki aşınma etkili olmuştur. (Durmuş, 2010:163).
Türkiye’de sermaye hareketlerinin kısa vadeli olması ve derin krizlere yol açması
sermaye kontrollerinin tartışılmasına neden olmaktadır. Türkiye’de uygulanıp
4
Ulusal varlık fonu olarak da anılan “sovereign wealth fund” kavramı, cari işlemler fazlası vermekte olan
ülkelerin yabancı para rezervlerindeki artışın yarattığı rezerv birikimini değerlendirme arayışından doğan bir
kavram olup, basit anlamda, bir havuz oluşturan söz konusu rezervlerle finanse edilen devlet kontrolündeki
yatırım kurumları olarak ifade edilmektedir. Bu fonları, yatırım fonları, hedge fonlardan ayıran özelliği, bu
fonların kaynak sağlayan ilgili devletin kontrolünde olmalarıdır (Akbulat, 2008:4).
74
uygulanamayacağını anlamak için çalışmalar yapılmaktadır, çünkü Türkiye’nin bu
konuda yeterince deneyimi yoktur. Türkiye’de Tobin vergisine benzer bir uygulama
olarak, 1984 yılında KDV Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden itibaren büyük bir
kısmı iptal edilen Gider Vergileri Kanunu’nun halen yürürlükte olan maddelerine
göre, döviz alım satımları üzerinden % 0,1 oranında uygulanan Kambiyo
Muameleleri Vergisi örnek olarak gösterilebilir. Ülkemizdeki kayıt dışı faaliyetlerin
boyutu ve parasal işlemlerin iz bırakmadan takibinin kolaylığı dikkate alındığında,
bu vergiden sağlanacak yıllık hâsılatın vergi potansiyelin çok altında kalacağı
görülmektedir. Bu verginin, vergi potansiyelini tam olarak kavrayamamasından ve
beklenen vergi hasılatını oluşturmamasından dolayı Tobin vergisinin bir alternatifi
olamayacağı açıktır (Yar, 2008:83).
Ayrıca, 1994 yılındaki krizden sonra Türkiye’de Merkez Bankası tarafından
bankaların pasifine giren döviz kredileri mevduat munzam karşılığına tabi
tutulmuştur. Ayrıca bir yıldan kısa vadeli olan kredilere Kaynak Kullanımı
Destekleme Fonu (KKDF) adıyla ek vergi konulmuştur. Fakat kredilerin çoğu ‘bir
yıl bir gün vade kaydı’ ile gelerek vergiden kurtulmuştur. Mevduat munzam
karşılığına tabi tutulanlar ise bu ek maliyeti kullanıcıdan faizi artırarak geri almıştır.
Sonuç itibarıyla bu iki önlemdebeklenen etkiyi meydana getirememiştir (Tobin
Vergisi
İşe
Yarar
mı?,
Rahim
Ak,
Habertürk
Ekonomi
Haberi,
http://ekonomi.haberturk.com/finans-borsa/haber/534154-tobin-vergisi-ise-yararmi, erişim:06.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır).
Son günlerde Brezilya ve Güney Kore’nin sermaye kontrollerini uygulamaya
başlaması Türkiye’de de bu konunun tekrar gündeme gelmesine sebep olmuştur.
1980’den bu yana süregelen ekonomik göstergeler, sermaye kontrollerinin
yapılması konusunda iki farklı görüş ortaya çıkarmıştır. Bunlardan ilki, sermaye
hareketleri denetlenmesi gerektiğidir. Bu görüşe göre, iyi tasarlanmış ve
uluslararası düzeyde kabul görmüş bir vergiyle, spekülatif sermayenin yol açtığı
istikrarsızlıkla mücadele edilebilecektir. Ani çıkış yapacak sıcak paranın girişi
sırasında vergi alınırsa, krizi tetiklemeyecek uzun vadeli yabancı sermayenin
gelmesi özendirilecektir. Türkiye’nin büyük bir sorunu haline gelen cari açık da,
75
TL’nin aşırı değerlenmesi sorunu ortadan kalktığında çözümlenecektir 5. Ayrıca,
faiz oranları vergi konulsa bile dünya standartlarının çok üzerinde olacağı için
sermaye girişinde bir problemle karşılaşılmayacaktır. Bu verginin sağlayacağı
gelirle de uzun vadeli sermaye akımlarını teşvik edecek, krizlerin ortaya çıkardığı
sorunları çözecek ya da kalkınmayı sağlayacak önlemler düşünülecektir.
İkinci görüşe göre, sermayeye getirilecek herhangi bir kontrol sermaye girişini ters
yönden etkileyecektir. Böyle bir vergi, risk primini artırmakta ve karı azaltmaktadır.
Sıcak paranın, ülkeyi terketmesi domino etkisine yol açacaktır, çünkü Türkiye’de
sıcak parayla ilişkili pek çok alan vardır. Sıcak para, cari açığı finanse etmek,
sermaye piyasalarına likidite sağlamak ve Hazineyi finanse etmek gibi işlevleri
yerine getirmektedir. Sıcak paranın Türkiye’den uzaklaşması da krize sebep
olacaktır (Kızılot, Sıcak Para ve Tobin Vergisi, Hürriyet , 06. 04.2010.
http://www.yaklasim.com/basindamevzuat/indexright.asp?kanun=012060027,
04.05.2011 tarihinde ulaşılmıştır).
Bu iki görüşte belirtildiği gibi, Tobin vergisini Türkiye’de uygulamanın avantajları
kadar sakıncaları da vardır. Tobin vergisinin küresel düzeyde uygulanması için
henüz yeterli desteğin olmaması nedeniyle, Türkiye’de Spahn’ın önerdiği gibi ikili
bir
vergi
uygulamaya
koymak
önemlidir.
Verginin
arttırımlı
bir
şekilde
uygulanmasını öngören bu sistem, spekülasyonları caydırarak uzun vadeli
yatırımları artıracak, azımsanmayacak ölçüde bir gelir yaratacak ve mali istikrarı
sağlayacaktır (Balseven ve Erdoğdu, 2005:312). Türkiye’deki döviz işlem hacmi
2010 Nisan verilerine göre, 16,8 milyar $’dır (Triennial Central Bank Survey of
Foreign Exchange and Derivatives Market Activityin 2010- Final Results, BİS,
Kasım
2010,http://www.bis.org/publ/rpfxf10t.htm,
04.05.2011
tarihinde
ulaşılmıştır). Bu tutardan %0,001 gibi çok düşük bir vergi alınsa bile çok büyük bir
vergi hasılatı yaratılacaktır. Sürekli verilen cari açığın, iç ve dış kamu borç
stokunun ağırlığının ekonomide kendini hissettirmemesi için böyle bir vergi
5
Yapılan son dönem çalışmaları, ihracat döviz kuruna duyarlılığının sanıldığı kadar yüksek olmadığına işaret
etmektedir (TCMB, İhracatın Döviz Kuruna Duyarlılığı, Ekonomi Notları,Aralık 2014).
76
uygulanmalıdır. Türkiye’de uygulanacak bir Tobin vergisinin şu özellikleri taşıması
gerekmektedir (Saraçoğlu ve Şahan, 2004:79):

Vergi sadece spot döviz işlemlerinden değil, her türlü türev işlemleri de
kapsayacak şekilde uygulanmalıdır. Zira finansal sistemde çok çeşitli türev
araçlar
bulunmaktadır.
Bunlar
vergilendirilmediği
takdirde
vergiden
kaçınmak amacıyla yatırımcılar bu tür finansal araçları tercih edeceklerdir.

Doğrudan üretimi ve istihdamı arttıran uzun vadeli sermaye yatırımları
vergiden istisna tutulmalı veya oran % 0 olmalıdır.

Söz konusu vergi, sermaye çıkışından alınmalıdır. Sermayenin yurtiçine
girişinden alınmamalıdır. Ayrıca vergi spekülatif amaçlı kısa dönemli
işlemlerden alınmalı ve beli bir süre için finansal araca endekslenen
sermaye vergiden istisna tutulmalıdır. Benzer bir uygulama Malezya
tarafından 1997 Asya Krizi sırasında kısa bir süre için uygulanmış ve başarı
elde edilmiştir.

Spekülatif amaçlı kısa vadeli yatırımlar için; vergi sermayenin kaldığı süreye
göre farklı oranlarda uygulanabilir. Örneğin; 6 aya kadar olan portföy
yatırımları için % 0,1, 6 aydan uzun portföy yatırımları için % 0,05, bir yıldan
daha uzun portföy yatırımları için % 0,02 ve 18 aydan daha uzun portföy
yatırımları için % 0 oranında uygulanabilir. Böylece spekülatif yatırımlar
kontrol altına alınırken, uzun vadeli sermaye teşvik edilmektedir. Böyle bir
uygulama aynı zamanda denetim açısından da kolaylık sağlamaktadır.
Çünkü sermaye sahibi daha az vergi ödemek istediğinden ülkeye giriş ve
çıkış tarihleri ile ilgili belge düzenine dikkat edecektir.

Spekülatif amaçlı yatırımlar için, belirli süreler dâhilinde bankalarda zorunlu
karşılıklar bulundurma zorunluluğu getirilmesi düşünülebilecek diğer bir
yöntemdir. Bu yöntem 1991 yılında Şili’de uygulanmıştır.

Anayasamızın 73. maddesi, Bakanlar Kuruluna vergi oranlarını belli bir
oranda arttırma ve azaltma yetkisi vermektedir. Bakanlar Kurulu bu yetkiyi
oluşabilecek bir dalgalanmada sermaye çıkışını engellemek için kullanabilir.
77

Verginin sağlıklı ve verimli bir şekilde uygulanması için, yurtiçi ve yurt
dışında bankalar arasında gerçekleşen döviz işlemlerini denetleyecek bir
bilgi işlem ağı kurulmalı ve bu yetki Merkez Bankasına veya Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmelidir. Bu sayede ülkemize
yönelik spekülatif sermaye hareketleri daha sağlıklı takip edilebilir.

Vergiden sağlanan hâsılat ise, Merkez Bankasının rezervlerine eklenerek
kurun istikrarı için kullanılabilir. Böylece verginin uygulanması nedeniyle
uluslararası boyutta gelebilecek tepkiler kısmen de olsa önlenebilir.
78
79
5.
MODEL
5.1. Panel Veri Analizi
Çalışmanın bu bölümünde, Tobin vergisinin ve Tobin benzeri finansal işlem
vergilerinin ülkeler bağlamında uygulamalarına ve bu vergiler üzerindeki etkenlere
yer verilecektir. Bu aşamada, panel veri modeliyle ekonometrik analizler
yapılmıştır.
Kesitlere ait zaman serileri veya zaman serilerine ait kesit verileri olarak
tanımlanan panel veriler, firmalar, ülkeler ve hanehalkı gibi birimlerden oluşan
yatay
kesit
gözlemlerinin,
zaman
boyutu
ile
de
ifade
edilmesi
olarak
tanımlanmaktadır. Yatay kesit ve zaman serisi birleşimini içeren veri setlerinin
kullanıldığı panel regresyon modelleri arasında, tek yönlü ve çift yönlü sabit etkiler
ile tesadüfi (rassal) etkiler modeli, dinamik panel analizi, genelleştirilmiş en küçük
kareler gibi bir çok yöntem yer almaktadır (Baltagi, 2001:1’den aktaran:
Bayraktutan ve Demirtaş, 2011:5).
Panel veri analizi hem zaman serisi hem de yatay kesit veri analizlerine özgü
özellikleri taşımakla birlikte, bu analizlere ait dezavantajları da ortadan
kaldırabilmektedir. Panel verileri daha fazla bilgi, değişkenlik, daha az çoklu
korelasyon ve unutulan değişken problemi içererek daha etkin bir tahmin yapmaya
olanak vermektedir (Hsiao, 2003’den aktaran:Özdemir, 2005:242). Panel veri
analizinin avantajları aşağıdaki gibi sıralanmaktadır (Tarı, 2014:475):

Panel veri analizi kesit birimlere özgü farklılığı dikkate alarak, bu farklılığın
model içinde kontrolüne ve ölçülebilmesine izin vermektedir.

Yatay kesit gözlemleri ile zaman serilerini birleştirmekle, panel veri, daha
aydınlatıcı bilgi, değişkenler arasında daha az doğrusal bağlantı, daha fazla
serbestlik derecesi ve daha fazla etkinlik sağlamaktadır.

Tekrarlanan yatay kesit gözlemlerini incelemekle, panel veri, değişme
dinamiklerini araştırmak için daha uygundur.

Panel veriler, pür zaman serisi verileri veya pür yatay kesit verilerinde
kolayca gözlemlenemeyen etkileri daha iyi belirleyebilir ve ölçebilir. Panel
80
veri analizi, zamana göre değişmeyen ve kesit boyunca farklı olan
gözlemlenemeyen etkilerle birlikte zaman ve kesit boyunca değişen etkilerin
bağımlı değişken üzerindeki olası etkilerini de hesaba katabilmektedir.

Panel veri analizi, daha karmaşık davranış modelleri ile çalışabilme imkanı
sunması açısından, zaman serisi ve yatay kesit modellerine göre üstünlük
sağlamaktadır.
Çalışmada 14 ülkenin 1995-2013 yılları arasındaki verilerinin kullanılması
nedeniyle,
sıralanan
avantajlarından
yararlanmak
için
panel
veri
analizi
kullanılmıştır.
5.2. Panel Veri Analizi Çeşitleri
Farklı zaman periyotlarında farklı değerler alması nedeniyle, farklı modeller
uygulanabilmektedir. Bu modeller, sabit etkili modeller ve rassal etkili modeller
olarak ikiye ayrılmaktadır.
5.2.1. Sabit Etkili Modeller
Panel veri kullanılarak yapılan çalışmalarda, birimler arasındaki farklılıklardan veya
birimler arasında ve zaman içinde meydana gelen farklılıklardan kaynaklanan
değişmeyi, modele dahil etmenin bir yolu; mevcut değişmenin regresyon modelinin
katsayılarının bazılarında veya tümünde değişmeye yol açtığını varsaymaktır.
Katsayıların birimlere veya birimler ile zamana göre değiştiğinin varsayıldığı
modellere “Sabit etkili modeller” adı verilmektedir (Pazarlıoğlu ve Gürler, 2007:38).
Sabit etkili modelin gösterimi:
Yit = β1 * Xit + αi + μit
αi (i = 1, ....n) Her grup için bilinmeyen sabit terim
Yit= Bağımlı Değişken
Xit= Bağımsız Değişken
β1= İlgili Bağımsız Değişkenin Katsayısı
μit= Hata Terimi
81
5.2.2. Rassal Etkili Modeller
Rassal etkili modellerde, birimlere veya birimlere ve zamana göre meydana gelen
değişiklikler, modele hata teriminin bir bileşeni olarak dahil edilmektedir. Bunun
temel sebebi sabit etkili modellerde karşılaşılan serbestlik derecesi kaybının
önlenmek istenmiş olmasıdır (Baltagi, 2005:13’den aktaran: Pazarlıoğlu ve Gürler,
2007:38).
Rassal etkili modelin gösterimi:
Yit = β1 * Xit + α+ μit + εit
α(i = 1, ....n) Sabit terim
Yit= BağımlıDeğişken
Xit= Bağımsız Değişken
β1= İlgili Bağımsız Değişkenin Katsayısı
μit= Hata Terimi
εit = Grup Özel Hata Terimi
5.2.3. Hausmann Spesifikasyon Testi
Analizde sabit etki modelinin mi yoksa rassal etki modelinin mi kullanılacağına
karar verirken «Hausmann spesifikasyon testi» kullanılmaktadır. Panel veri analizi
içerisinde sabit etkiler modeli, sıklıkla kullanılan ve istatistiksel özellikler açısından
arzu edilen özelliklere sahip olan bir modeldir. Ancak, rassal etkiler modeli sabit
etkiler modeline göre daha etkin sonuçlar veriyorsa, rassal etkiler modeli
kullanılmalıdır. Her ikisi de tutarlı olan fakat etkinliği farklı olan iki model arasında
daha etkin olanı tespit etmek gerekmektedir. Literatürde, bu etkinlik testi, diğer bir
ifadeyle sabit etkiler modeli ve rassal etkiler modeli arasında seçim için k serbestlik
dereceli
ki-kare
dağılımına
uyan
Hausmann
testinden
yararlanılmaktadır.
Hausmann testinde, rassal etkiler modelinden elde edilen katsayılar ile sabit etkili
modelinden elde edilen katsayıların aynı olduğunu gösteren boş hipotezin
82
reddedilmesi sabit etkili modelin; reddedilememesi ise rassal etkiler modelin daha
etkin sonuçlar verdiğini ifade etmektedir (Bayraktutan ve Demirtaş, 2011:6).
H0 = Model rassal etkiye sahiptir.
H1 = Model sabit etkiye sahiptir.
5.3. Literatür
Çalışmalarda, çoğunlukla sermaye kontrollerini temel alan ekonometrik modeller
üzerinden incelemeler yapılmıştır. Tobin vergisi özelinde çalışmalara ağırlık
verilmemiştir.
Montiel ve Reinhart (1999), 15 ülkeyi ve 1990-1996 tarihleri arasını kapsayan
çalışmalarında sermaye kontrollerinin etkisi ve yoğunluğunu araştırmışlardır. Panel
veri modelinin uygulandığı çalışmada, faiz oranları kısa vadeli sermaye akımlarını,
özellikle portföy yatırımlarını etkilediğinde sermaye girişlerinin yoğunluğu ve kısa
vadeli sermaye akımlarının oranı kontrollerden etkilenmektedir. Buna göre, ülkeler
sermaye kontrollerine başvurdukları zaman, daha uzun vadeli olan doğrudan
yabancı yatırımların oranı artmaktadır.
Miniane ve Rogers (2003) çalışmalarında, 26 ülke ve 1971-1998 tarihleri arasını
ele almaktadır.
Bu çalışmada, VAR modeli kullanılmış olup sermaye kontrolü
uygulayan ülkelerin ABD kaynaklı parasal şoklardan etkilenip etkilenmediği
incelenmiştir. Sonuçlarına bakıldığında, sermaye kontrolü uygulayan ülkelerin
daha az şoka maruz kaldığı yönünde kanıta rastlanmazken, ülkelerin döviz kuru
rejimleri veya dolarizasyon düzeyleri gibi diğer değişkenlerden daha çok etkilendiği
görülmüştür.
Binici vd. (2009) çalışmalarında, sermaye kontrollerinin etkili olup olmadığı
incelenmiştir. 74 ülke ve 1995-2005 arasını kapsayan araştırmada, sermaye
kontrollerinin sermaye akımlarının hem yoğunluğunu hem de bileşenini etkilediği
sonucuna ulaşılmıştır.
83
Forbes ve Warnock (2011), panel veri modelini kullanarak sermaye kontrollerinin
sermaye akımlarının büyüklüğünün sınırlanmasında etkili olup olmadığını
açıklamaya çalışmışlardır. Bu çalışmada, sermaye kontrollerinin sermaye
akımlarının yoğunluğu üzerinde etkili olduğu üzerine anlamlı bir istatistiki veri
bulunamamıştır.
Ostry vd. (2011), 2004-2008 arasında birçok ülkeyi kapsayan çalışmalarında,
sermaye kontrolleri uygulayan ülkelerin uygulamayan ülkelerden daha çabuk
finansal krizlere tepki gösterebildiklerini ve ekonomik yönden daha iyi durumda
olduklarını bulmuşlardır.
Ergül (2012) çalışmasında, sermaye kontrolleri kararı üzerinde etkili olan
değişkenler incelenmiştir. Bu çalışmada panel logit modeli uygulanmıştır. Sermaye
girişi, cari işlemler dengesi ve kurumsal kalite değişkenlerinin sermaye kontol
kararları üzerinde etkili olduğu bulunmuştur.
5.4. Çalışmanın Amacı ve Kısıtları
Çalışmanın amacı, Tobin vergisi ve benzeri vergi uygulamalarını etkileyen
değişkenleri değerlendirmektir. Bir başka deyişle, Tobin vergisi ile sermayenin
kontrolsüz giriş ve çıkışının engellenebileceğinden hareketle Tobin benzeri
uygulamaları ve uygulanma nedenlerini incelemek amaçlanmaktadır.
Sermaye kontrolü tabanlı çalışmalar literatürde çoğunlukta olmasına karşın, Tobin
vergisi ile ilgili çalışma sayısı düşüktür. Bu nedenle, modelin teorik altyapısında
sermaye kontrolü ile ilgili çalışmalardan yararlanılmıştır. Bu sebepler çalışmanın
kısıtlarını da oluşturmaktadır. Ayrıca, veri yetersizliği nedeniyle modelde
değişikliğe gidilmiş ve verilerin bulunması aşamasında kaynak sıkıntısı çekilmiştir.
84
5.5. Çalışmanın Verileri
Çalışmada, 1995-2013 tarihleri arası 14 ülkenin verileri kullanılmıştır. Bu ülkeler,
Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Hırvatistan, Endonezya, Güney Kore, Tayland,
Rusya, Romanya, Malezya, Meksika, Filipinler, Türkiye’dir.
Çalışmada, yıllık veriler kullanılmış olup, IMF, OECD, Dünya Bankası, TCMB ve
ilgili ülkelerin merkez bankalarından alınan verilerden yararlanılmıştır. Eviews 8.1
istatistiki programından faydalanarak yapılan modelde, panel veri analizi ile
değerlendirmeler yapılmıştır.
5.6. Çalışmanın Değişkenleri
Bu çalışmada, Tobin vergisi’nin (Tobin benzeri verginin) uygulamasında etkili olan
değişkenler incelenmektedir. Çalışmada kullanılan model, Binici, vd. (2009) ve
Ergül (2012) çalışmalarından yararlanılarak türetilmiştir.
Binici, vd. (2009) ve Ergül (2012)
çalışmalarında kullanılan modelin sembolik
gösterimi:
TV = a + β1*SG + β2*RKR + β3*IQ + β4*DC + β5*MC + β6*NR + β7*CAB + ε
TV6, Tobin ve benzeri vergiler, bağımlı değişken olarak alınmış ve kukla değişken
(1 ve 0) ile ifade edilmiştir. Bağımsız değişkenler ise aşağıdaki gibi ifade edilebilir:
6
Bu çalışmalarda Tobin vergisi uygulamalarına yer verilmemiştir. Sermaye kontrolleri üzerine yapılan bu
çalışmalar, çalışmamızın temelini oluşturmaktadır.
85
Çizelge 5.1. Değişkenler
TV
Tobin Vergisi
SG
Sermaye Girişleri
RKR
Reel Kur
IQ
Kurumsal Kalite
MC
Borsa Değerinin GSYİH’ye Oranı
DC
Yerli Kredi Hacminin GSYİH’ye Oranı
NR
Doğal Kaynak Gelirlerinin GSYİH’ye
Oranı
CAB
Cari İşlemler Dengesinin GSYİH’ye
Oranı
Modelde yer alan kurumsal kalite ve doğal kaynak gelirlerinin GSYİH’ye oranı
değişkenlerinin,
incelendiğinde
Türkiye
modelden
için
Tobin
çıkarılması
Vergisi
uygun
uygulanabilirliği
görülmüştür.
açısından
Kurumsal
kalite
değişkeni, güçlü ekonomik kurumlara sahip ülkelerin Tobin Vergisi uygulama
olasılıklarının az olduğu vurgusuyla modele alınmıştır. Ancak, Türkiye’nin güçlü
ekonomik kurumlara, bağımsız bir para otoritesine sahip olduğu (TCMB) göz
önüne alındığında, bu bağımsız değişkenin modelden çıkarılması gerektiği
görülmüştür. Ayrıca, doğal kaynak gelirlerinin etkisi de Türkiye için göz ardı
edilebilir boyutlarda olduğu için, bu değişken de modelden çıkarılmıştır.
Bu değişiklikler sonrası modelin gösterimi:
TV = a + β1*SG + β2*RKR + β3*DC + β4*MC + β5*CAB + ε
Çalışmada ele alınan modelde, Tobin vergisi uygulamasında etkili olan
değişkenler, sermaye girişleri, reel kurlar, cari açığın GSYİH’ya oranı, borsa
değerinin GSYİH’ye oranı ve kredi hacminin GSYİH’ya oranı olarak sıralanmıştır.
86
Çizelge 5.2. Çalışmada kullanılan değişkenler
TV
Tobin Vergisi
SG
Sermaye Girişleri
RKR
Reel Kur
MC
Borsa Değerinin GSYİH’ye Oranı
DC
Yerli Kredi Hacminin GSYİH’ye Oranı
CAB
Cari İşlemler Dengesinin GSYİH’ye
Oranı
Bu bağımsız değişkenlerden biri olan sermaye girişleri, Tobin vergisi uygulama
kararlarının alınmasında en önemli değişkenlerden biridir. Buna göre, sermaye
girişlerinin artması ile birlikte, ülkeye giren kısa vadeli sermaye akımlarının
yoğunlaşması Tobin vergisi uygulamalarına yol açmaktadır. Bu uygulamalarla,
ülkeler sermayenin ani çıkışlarının önünü kesmeyi amaçlamaktadır.
Reel kur değişkeni ile birlikte, ülkelerin kur değişimlerinden etkilenmemek adına
uyguladıkları Tobin vergisi uygulamalarına dikkat çekilmek istenmektedir. Buna
göre, özellikle gelişmekte olan ülkelerde dalgalanma korkusu7, kur değişimlerini
baskılama isteği oluşturmaktadır. Bu nedenle, bir çok ülke Tobin vergisi ile bu
değişimlerden kendilerini korumaktadırlar. Ancak aynı korku nedeniyle, sermaye
üzerine konulacak Tobin vergisi gibi bir kontrol unsurunun kur değişimlerini daha
çok yaratacağından hareketle diğer pek çok ülke Tobin vergisinden kaçınmaktadır.
Bu iki farklı etki, çalışmada ampirik bulgular açısından ele alınacaktır.
Borsa değerinin GSYİH ile oranlanması ile bulunan değer, üçüncü değişken olarak
alınmıştır. Buna göre, borsa değerleri ülkelerin finansal büyüklüğü ve çeşitliliğini
7
Dalgalanma korkusu, literatürde ilk olarak Calvo ve Reinhart (2002) tarafından isimlendirilmiştir. Bu
kavram, gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin değerinde aşırı dalgalanma yaşanmasını istememeleri
olarak tanımlanmaktadır (Önder, 2007:4). Bu nedenle ülkeler dalgalanma korkusu nedeniyle bir yandan
sermaye hareketlerini stabilize ederek sermaye kontrollerine yer verirken diğer yandan özellikle Tobin
benzeri vergilerle döviz rezervlerini güçlendirebilmektedir.
87
ifade etmektedir. Finansal derinliği olan ülkeler, daha çok sermaye girişlerine
maruz kalan ülkelerdir. Bu ülkeler, sıcak para da denilen kısa vadeli sermaye
akımlarından uzaklaşarak uzun vadeli, kalkınmaya olumlu etkisi olan doğrudan
yabancı
yatırımlara
yönelmek
adına
Tobin
vergisi
uygulama
kararları
almaktadırlar.
Dördüncü değişken olan kredi hacimlerinin GSYİH’ye oranı, ülkelerin finansal
gelişmişliklerini (finansal hizmetlerin genişlemesi ve finansal kurumların büyümesi)
ifade etmektedir. Buna göre, finansal sistem içerisindeki fon fazlasının ihtiyacı olan
birimlere aktarılması mekanizmasının işlemesini gösteren bu değişken de,
sermaye girişleri yoğunluğuna sebep olmaktadır. Ülkeler, kısa vadeli sermaye
akımlarından korunmak adına, Tobin vergisi uygulamalarına yönelmektedirler.
Son bağımsız değişken olan, cari işlemler dengesinin (açık ya da fazla) GSYİH’ya
oranı da modelde önemli bir yer tutmaktadır. Cari işlemler açığının yüksek olması,
Tobin vergisi uygulamalarını zorlaştırmaktadır. Ülkeler, sermaye üzerine getirilen
herhangi bir kontrol sonrası, cari işlemler açıklarının daha da yükseleceği ve
ekonominin olumsuz etkileneceği korkusu nedeniyle bu uygulamalardan uzak
durmaktadırlar.
5.7. Çalışmanın Bulguları
Çalışmada öncelikle, panel veri analizinde sabit etki mi yoksa rassal etki özelliğinin
mi kullanılacağına karar verilmelidir. Farklı zaman periyotlarında farklı değerler
alması nedeniyle, farklı modeller uygulanabilmektedir. Buna göre, Hausmann testi
yapılmış ve sabit etkili modelin çalışmada kullanılması gerektiğine karar verilmiştir.
Hausmann testine göre, prob. =0,0313 ve bu değer 0,05’den küçük olduğu için,
sabit etkili modelden yararlanılmıştır. Buna göre, H0 hipotezi reddedilmiş ve rassal
etkili model seçilmemiştir.
88
Çizelge 5.3. Sabit etkili model
Variable
Coefficient
Std. Error
t-Statistic
Prob.
C
GIRIS?
BORSA?
CARI?
KUR?
KREDI?
0.430325
6.20E-12
0.001141
-0.016200
-0.002201
6.52E-06
0.114140
3.87E-12
0.000974
0.006395
0.001087
0.000593
3.770147
1.602887
1.171693
-2.533353
-2.024651
0.010994
0.0002
0.1102
0.2424
0.0119
0.0440
0.9912
Sabit etkili modele göre, cari açığın GSYİH’ye oranı ve reel kur değişkenleri
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Bu modele göre, sermaye girişleri, borsa
değeri rasyosu ve kredi hacmi rasyosu arttıkça, modelde yer alan ülkelerin Tobin
vergisi uygulama kararı aldıkları görülmektedir. Bunun aksine, cari açık rasyosu ve
reel
kurlardaki
değişimler
arttıkça
Tobin
vergisi
uygulamaları
tercih
edilmemektedir.
Çizelge 5.4. Rassal etkili model
Variable
Coefficient
Std. Error
t-Statistic
Prob.
C
GIRIS?
BORSA?
CARI?
KUR?
KREDI?
0.412554
6.70E-12
0.000679
-0.017068
-0.001733
-8.65E-05
0.131908
3.83E-12
0.000902
0.006044
0.001045
0.000575
3.127592
1.749056
0.752929
-2.824054
-1.657942
-0.150476
0.0020
0.0815
0.4522
0.0051
0.0985
0.8805
Rassal etkili modelde ise, modelde yer alan cari açığın GSYİH’ye oranı istatistiksel
olarak
anlamlı
bulunmuştur.
Diğer
değişkenlerin
ise,
anlamlı
bir
etkisi
görülmemektedir. Katsayılarına bakıldığında, sabit etkili modeldeki gibi borsa
değeri rasyosu, sermaye girişleri arttıkça Tobin vergisi uygulamaları da
çoğalmaktadır. Ayrıca, cari açık rasyosu, kredi hacmi rasyosu ve reel kurlardaki
değişimler arttıkça, Tobin vergisi uygulamalarına yönelinmemektedir.
Çalışmada, Hausmann testi sonucu sabit etkili modelin uygulanmasına karar
verildiği için sabit etkili model sonuçları dikkate alınacaktır. Ancak, Ergül’ün (2012)
çalışmasında modelde kullanılan değişkenlerden sermaye girişi ve cari işlemler
dengesi ve reel kur değişkenlerinden sermaye kontrolü kararına mevcut dönem
89
verisiyle etkisinin sınırlı olduğu varsayılmış ve bu nedenle gecikmeli değerleri
kullanılarak model yinelenmiştir. Çalışmamızda da Tobin vergisi kararının
alınmasında etkili olan değişkenlerden sermaye girişleri, cari işlemler rasyosu ve
reel kur değişkenlerinin 1 yıl gecikmeli değerlerinin modele dahil edilmesinin daha
rasyonel
sonuçlar
çıkaracağı
düşünüldüğünden,
model
bu
değişkenlerle
yinelenmiştir. Böylece, bu değişkenlerin bu dönemki değişimlerinin gelecek
dönemki Tobin vergisi uygulamasını etkileyeceği varsayımından hareket edilmiştir.
Buna göre yapılan rassal etkili model ve sabit etkili modeller aşağıda
gösterilmektedir.
Çizelge 5.5. Gecikmeli değerlerle rassal etkili model
Variable
Coefficient
Std. Error
t-Statistic
Prob.
C
GIRIS?(-1)
BORSA?
CARI?(-1)
KUR?(-1)
KREDI?
0.375613
9.99E-12
0.001203
-0.019422
-0.001775
-6.39E-05
0.130865
3.66E-12
0.000905
0.006046
0.001034
0.000561
2.870231
2.729471
1.330201
-3.212611
-1.716240
-0.113989
0.0045
0.0068
0.1847
0.0015
0.0874
0.9093
Rassal etkili modelde, cari açık rasyosu ve sermaye girişleri istatistiksel olarak
anlamlı bulunmuştur. Diğer değişkenler, istatistiksel olarak anlamsız bulunmuştur.
Bu modelde, sermaye girişleri ve borsa değeri rasyosu arttıkça Tobin vergisi
uygulamaları da artmaktadır. Ancak, tam tersine reel kur değişimleri, kredi hacmi
rasyosu ve cari açık rasyosu arttıkça Tobin vergisi uygulamalarına yönelim
azalmaktadır.
Hausmann testi sonuçlarına göre, sabit etkili modelin uygulanması tercih
edilmektedir. Buna göre, aşağıda gösterilen sabit etkili model sonuçları gecikmeli
değeri de dikkate alması açısından çalışmanın temel sonuçlarını oluşturmaktadır.
90
Çizelge 5.6. Gecikmeli değerlerle sabit etkili model
Variable
Coefficient
Std. Error
t-Statistic
Prob.
C
GIRIS?(-1)
BORSA?
CARI?(-1)
KUR?(-1)
KREDI?
0.400165
1.00E-11
0.001710
-0.019142
-0.002356
4.66E-05
0.113196
3.68E-12
0.000965
0.006369
0.001081
0.000578
3.535144
2.728566
1.771461
-3.005582
-2.179166
0.080757
0.0005
0.0068
0.0778
0.0029
0.0303
0.9357
Sabit etkili modele göre, sermaye girişleri, cari işlemler dengesi rasyosu ve reel
kurlar değişkenleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Ancak, borsa değeri
rasyosu ve kredi hacmi rasyosu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.
Model sonuçlarına göre, sermaye girişlerinin artması Tobin vergisi uygulamalarının
tercih edilmesinde bir etkendir. Sermaye girişi verisi beklenildiği gibi sermaye
kontrolü alınmasını etkileyen en önemli değişkenlerden biridir. Ülke yoğun bir
sermaye girişine maruz kaldığında, bu girişin olumsuz etkilerini gidermek için
Tobin vergisi uygulanmaktadır. Brezilya, Arjantin gibi ülkeler, sermaye girişlerinin
yoğunluğundan ve ani duruş etkisinden korunmak amacıyla Tobin ve benzeri
vergiler uygulamışlardır.
Reel kur değişkeni de Tobin vergisini modele göre anlamlı bir şekilde
etkilemektedir. Ülkeler sermaye girişlerinin para birimlerinde neden olduğu ani
değişimleri engellemek amacıyla sermaye kontrollerine başvurmaktadırlar. Ancak,
modelde görüldüğü üzere, kurdaki değişimler arttıkça oluşacak ekonomik
olumsuzluklar ülkeleri Tobin vergisi uygulamaktan alıkoymaktadır. Tobin vergisi ile
ilgili olumsuz görüşlerden, ülkelerin finansal piyasalarında etkinsizliğe yol açacağı
ve finansal serbestleşmeye aykırı olduğu düşüncesi ile hareket eden ülkeler bu
düzenlemeden uzak durmaktadırlar.
Cari açık değişkeni de, Tobin vergisinin uygulanmasında etkili olan bir başka
değişkendir. Ülkeler, cari açıkları birer tehdit olarak görmektedirler. Cari açıklarının
milli gelirlerine oranı yüksek olan ülkeler, bu oranın daha da yükselmesinden ve
finansal kırılganlıklarının artarak herhangi bir olumsuzluk durumunda ekonomik
91
olarak büyük zararlar görmekten çekinmektedirler. Bu nedenle, sermaye
akımlarına Tobin ve benzeri bir vergi ile müdahale etmek istememektedirler. Kaldı
ki, Tobin benzeri vergilerin burada önleyici işlev görmesi bekleniyor. O nedenle,
cari açığın azaltılması gibi yapısal sorunlardan ziyade, finanse edilmesi gibi kısa
döneme odaklı olduğundan, Tobin vergisi uygulamalarından uzak durulmaktadır.
Borsa değerleri ve kredi hacmi değişkenlerinin Tobin vergisi üzerinde anlamlı bir
etkisi bulunamamıştır. Bu sonucun, bu rakamların aynı yıl içerisinde hemen Tobin
vergisi
uygulamasını
etkilemesinin
zor
olmasından
kaynaklandığı
düşünülmektedir.
Bu sonuçlara bakılacak olursa, ülkeler Tobin vergisi uygulamalarını düzensiz
sermaye girişleri, reel kur ve cari açık değişimleri sonrası daha fazla
düşünmektedirler.
Modelde otokorelasyon sorunu olup olmadığına bakmak için, Durbin-Watson test
istatistik değerine bakılmış ve 0,88 olan bu değerin, pozitif otokorelasyonu işaret
ettiği bulunmuştur. Bu değerin 2’ye yaklaşması durumunda, otokorelasyon yoktur.
Test sonuçlarının istatistiki açıklaması aşağıdaki gibidir (Uysal ve Günay,
2001:280):
dw< dL ; p =1 ; dw=0 ise; önemli pozitif otokorelasyon vardır,
dL <dw< du isepozitif otokorelasyonun varlığı hakkında yeterli kanıt yoktur
(kararsızlık bölgesi),
du <dw<4-du; p=0 ; dw=2 ise otokorelasyon yoktur,
4-du<dw<4-dL ise negatif otokorelasyonun varlığı hakkında yeterli kanıt yoktur
(kararsızlık bölgesi),
4-dL <dw ; p=-1 ;dw=4 ise önemli negatif otokorelasyon vardır.
Çalışmada otokorelasyon sorunundan kurtulmak için, genelleştirilmiş en küçük
kareler yöntemini temel alan görünüşte ilişkisiz regresyon yöntemi (Seemingly
Unrelated Regression Model) kullanılmıştır.
92
Görünüşte ilişkisiz regresyon yöntemi (GİR), ilk olarak Zellner (1962) tarafından
ileri sürülmüştür. Zellner, çok değişkenli regresyon
modelini, tek bir denklem
formunda yazma fikrini ortaya koyarak, GİR modelinin temellerini atmıştır. Zellner,
ilk olarak bu modeli çok değişkenli bir regresyon denklemindeki otokorelasyonlu
hataların analizinde kullanmış ve daha sonra ise her denklemdeki bağımsız
değişkenlerin farklı matrislerini içeren panel veri analizlerinde uygulamıştır. Ampirik
bir çalışma yaparak, regresyon sisteminde her denklemi ayrı ayrı en küçük kareler
yöntemi ile tahmin etmek yerine, denklemleri bir arada genelleştirilmiş en küçük
kareler yöntemi ile tahmin etmiş ve bu yöntemin daha etkin sonuçlara ulaştığını
ortaya koymuştur (Aksakal ve Arıcıgil Çilan, 2015:387).
GİR modelinin, en küçük kareler yöntemine göre avantajları sıralanacak olursa,
genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemini temel aldığından daha etkin kestirimler
elde
edilmesine,
hata
korelasyonunun
karesini
artırdığına
ve
açıklayıcı
değişkenlerin iki kümesinin karşılıklı korelasyonunun azalttığına yardımcı olduğu
görülmektedir (Uzgören, 1999:140).
Çalışmada, GİR modeli uygulanarak panel veri analizindeki otokorelasyon
sorunundan kurtulunmaya çalışılmıştır. Buna göre, otokorelasyon sorununa işaret
eden Durbin-Watson test istatistik değerine bakılmış ve 1,93 olan bu değerin,
otokorelasyonun yokluğunu işaret ettiği bulunmuştur.
Model, yüksek açıklayıcılığa
sahiptir. Tobin vergisi uygulamalarında, sermaye
girişlerinin, cari açığın, borsa kapitalizasyon oranının, kredi hacminin, reel kurların
çok yüksek düzeyde etkisi olduğu
ve modele dahil edilen bu değişkenlerin
uygulamaların gerçekleşip gerçekleşmemesi kararında birincil öncelikli değişkenler
oldukları düşünülmektedir. F-istatistik değeri ile bulguların anlamlı olup olmadığına
bakılabilmektedir. Buna göre, bu değer 0,000 < 0,05’den küçük olduğu için,
bulgular istatistiksel olarak anlamlıdır denilebilir.
93
Çizelge 5.7. Görünüşte ilişkisiz regresyon modeli
Variable
Coefficient
Std. Error
t-Statistic
Prob.
C
GIRIS?(-1)
BORSA?
CARI?(-1)
KUR?(-1)
KREDI?
0.402698
9.06E-12
0.001345
-0.017906
-0.002194
7.45E-05
0.012176
6.21E-13
0.000159
0.000668
0.000158
8.46E-05
33.07192
14.58527
8.469830
-26.82482
-13.85288
0.880988
0.0000
0.0000
0.0000
0.0000
0.0000
0.3792
Effects Specification
Cross-section fixed (dummy variables)
Weighted Statistics
R-squared
Adjusted R-squared
S.E. of regression
F-statistic
Prob(F-statistic)
0.995301
0.994938
1.017991
2741.958
0.000000
Mean dependent var
S.D. dependent var
Sum squared resid
Durbin-Watson stat
5.853579
26.04418
241.4591
1.932833
GİR modeline göre, sermaye girişleri, cari işlemler dengesi rasyosu, reel kurlar
değişkenleri ve borsa değeri rasyosu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Sadece, kredi hacmi rasyosu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.
Model sonuçlarına göre, ülkelerin yaşadığı sermaye girişleri artışları bu ülkelerin
Tobin vergisi uygulamalarına yönelmelerine neden olmaktadır. Sermaye girişi
verisi beklenildiği gibi sermaye kontrolü alınmasını tetikleyen bir etkendir. Buna
göre, sermaye girişlerine yoğun olarak maruz kalan ve bu girişlerin genellikle kısa
vadeli olduğu ülkeler, sermaye akımlarının aniden yönünün değişmesinden,
böylece
zaten
halihazırda
yaşadıkları
finansal
kırılganlıklarının
daha
da
derinleşerek krize sebep olmasından korkmaktadırlar. Bu nedenle, krizlerin
yaşanmasını engellemek adına Tobin ve benzeri vergiler uygulanmakta ve
sermaye girişleri kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.
Reel kur değişkeni de Tobin vergisini modele göre anlamlı bir şekilde
etkilemektedir. Çalışmanın sonuçlarına göre, kurdaki değişimler arttıkça ülkeler
Tobin vergisi uygulamalarına yönelmemektedirler. Bunun nedeni, ülkelerin Tobin
94
ve benzeri vergi uygulamaları sonrası oluşacak ekonomik olumsuzluklardan
çekinmeleridir. Tobin vergisi ile ilgili olumsuz görüşlerden etkilenen ülkeler,
finansal piyasalarında etkinsizliğe yol açacağı ve oluşacak herhangi bir krizi
derinleştireceği düşüncesi ile bu düzenlemelerden uzak durmaktadırlar.
Modeldeki bir başka değişken de, cari açık rasyosudur. Ülkeler, cari açıkları birer
tehdit olarak görmektedirler. Modele göre, cari açık rasyoları arttıkça ülkeler Tobin
ve benzeri vergilerden uzaklaşmaktadırlar. Cari açıklarının milli gelirlerine oranı
yüksek
olan
ülkeler,
bu
oranın
daha
da
yükselmesinden
ve
finansal
kırılganlıklarının artarak herhangi bir olumsuzluk durumunda ekonomik olarak
büyük zararlar görmekten çekinmektedirler. Bu nedenle, sermaye akımlarına
Tobin ve benzeri bir vergi ile müdahale etmek istememektedirler.
Borsa değerleri değişkeni, Tobin vergisi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir
değişkendir. Buna göre, borsa kapitalizasyon değeri arttıkça Tobin vergisi
uygulamalarına yönelinmektedir. Sermaye girişleri değişkeninin sonuçları ile uyum
gösteren bu sonuçlara göre, kısa vadeli sermaye girişlerinin yoğun olduğu
dönemlerde oluşan sunni borsa değeri artışlarının yaşanması halinde, ülkeler
Tobin ve benzeri vergi uygulamalarına ağırlık vermektedirler.
Kredi hacmi değişkeninin ise, Tobin vergisi üzerinde anlamlı bir etkisi
bulunamamıştır. Bu sonuçlara bakılacak olursa, ülkeler düzensiz sermaye girişleri,
buna bağlı olarak borda değerinin arttığı durumlarda,
reel kur ve cari açık
değişimleri yaşanması halinde Tobin vergisi uygulamalarına yönelmektedirler.
95
6.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER
2000’li yılların başlarından itibaren dünyada hızlı ekonomik büyüme, likidite
genişlemesi,
iyimserlik
piyasalarda
özellikle
taşınmaz
mal
(gayrimenkul)
piyasasında hızlı fiyat yükselişine, balon ya da köpüğün oluşmasına neden
olmuştur. ABD gayrimenkul piyasasında fiyatlar kısa sürede ikiye katlanmış ve
yaklaşık 650.000 taşınmaz mal stoğu oluşmuştur. Bu piyasaya, konut sahibi olmak
isteyenler değil, yatırımcılar, spekülatörler, karlı bir alan gördükleri için yönelmişler
ve yatırımlarının bir kısmını kredi ile fonlamışlardır. İpotek karşılığı taşınmaz
kredisi veren finansman kurumları kredilerini satarak veya varlığa dayalı menkul
kıymet çıkararak kredileri fonlamışlardır. ABD taşınmaz mal piyasasındaki balonun
sönmeye başlaması, kredi borçlularını ödeme güçlüğü içine sokmuştur (Akgüç,
journal.mufad.org/attachments/article/239/1.pdf, 10.10.2014 tarihinde erişilmiştir).
Küresel krizin ortaya çıkmasına neden olan bu sürece, krizle birlikte ara verilmiştir.
Ancak, likidite genişlemesi krizin etkilerinin azaltılması adına ABD ve Avrupa
Merkez Bankaları tarafından kullanılan bir politika haline gelmiştir.
Gelişmiş ülke merkez bankalarının küresel finansal kriz süreci ve sonrasında
uygulamaya koydukları parasal genişleme politikaları, küresel ölçekte likidite
fazlası oluşturarak gelişmekte olan ülkelere yönelen sermaye akımlarını
canlandırma ve daha oynak hale getirme potansiyeli taşımaktadır. Bu durum ise
söz konusu ülkelerde finansal istikrar açısından önemli bir tehdit haline gelmiştir
(Barlas ve Kaya, 2013:2). Bu yapı spekülatif amaçlı değerli malların fiyatlarını
yukarıya çıkarmıştır. Yapılan çalışmalarda gelişmekte olan ülkelerden Çin,
Hindistan ve Brezilya’ya ek olarak Güney Afrika, Meksika, Güney Kore,
Endonezya ve Türkiye’nin bu süreçten etkilendiği ve likidite genişlemesi sayesinde
ekonomik gelişme düzeyinin arttığı görülmektedir (Çelebi, 2013:40).
96
Şekil 6.1. Gelişmekte olan ülkelere sermaye hareketleri (Milyar ABD Doları)
Kaynak: TCMB, Temel Ekonomik Gelişmeler, 2015: 23
Bu yeni konjonktürün temel özelliği güvenilir ve dinamik yükselen piyasa
ekonomilerine yoğun sermaye akışı sonucunda, Türkiye, vb. ülke ekonomilerinde
aşırı ısınma, aşırı borçlanma ve varlık balonları oluşması riskinin belirmesi ve cari
açığın finansal istikrarı tehdit edecek düzeylere ulaşma ihtimalidir. Bu süreci en
olumlu şekilde geçirmek adına, TCMB uyguladığı fiyat istikrarı politikasına finansal
istikrar politikasını da eklemiştir. Finansal istikrar politikasının unsurları; borçluluk
oranları (daha çok özkaynak kullanımı, daha basiretli borçlanma), borçlanma
vadeleri (yurt içi ve yurt dışı borçlanma ile mevduatın vadesinin uzatılması), döviz
pozisyonları (kamu ve özel sektörün döviz pozisyonunun güçlendirilmesi), risk
yönetim süreçleri ve yöntemi (vadeli işlem ve opsiyon borsası gibi araçlarla kur
riski yönetiminin etkinleştirilmesi) olarak sıralanmıştır. Bu amaca, zorunlu
karşılıklar, faiz oranları ve likidite yönetimi araçlarını kullanarak ulaşılabilir. Ancak,
finansal istikrar ve fiyat istikrarı amaçlarının birbirlerini dışlayarak, daha büyük cari
açıklara, finansal kırılganlıklara, istikrarsızlıklara neden olabilmektedir (Başçı,
2010:25-27).
Küresel belirsizlikler ve risklerin, risk iştahı ve gelişmekte olan ülkelere yönelen
sermaye akımlarının dalgalı bir seyir izlemesini sağlaması, Türkiye, vb. gelişmekte
97
olan ülkelerde kur, faiz, borsa ve risk primi göstergelerinin de dalgalanmasına
sebep olmaktadır. Uluslararası yatırımcıların risk iştahındaki olası bir azalmayla
birlikte önümüzdeki dönemde sermaye hareketlerinin ülkelere özgü unsurlara olan
duyarlılığının artması beklenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin finansal şoklara
karşı dayanıklılık seviyesi küresel sermaye akımlarının yöneleceği ülkeler için
belirleyici olmaktadır. Bu açıdan, gelişmekte olan ülkelerin büyüme görünümleri,
enflasyon oranları ve dış kırılganlıklarının küresel sermaye akımlarında etkili
olmaktadır (TCMB, Finansal İstikrar Raporu, 2014:9). Bu noktada, Türkiye’nin
ekonomik göstergeleri aşağıdaki tabloda diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte
değerlendirilmektedir:
Şekil 6.2. Gelişmekte olan ülkelerde seçilmiş göstergeler
Kaynak: TCMB, Temel Ekonomik Gelişmeler, 2015: 23
Türkiye’nin önemli
ekonomik göstergelerinden biri olan büyüme oranı, diğer
gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksek oranlarda seyretse de 2014 yılında bu
rakam düşüş eğilimine girmiştir. Bütçe dengesinin GSYİH’ya bölümüyle elde edilen
rasyonun negatif olduğu görülmüş, ancak diğer gelişmekte olan ülkelere göre
belirgin bir iyileşme yaşandığı gözlenmiştir. Aynı eğilim, kamu borcunun GSYİH’ya
bölümüyle elde edilen rasyoda da izlenmiştir. Ancak, dış borcun GSYİH’ya oranı
98
ve kısa vadeli dış borcun GSYİH’ya oranı diğer ülkelere kıyasla yüksek düzeyde
seyretmektedir. Bu noktada, kamunun borcu azalırken, özel sektör borcunun
yüksekliği göze çarpmaktadır. Sermaye yeterlilik oranları hedeflenen düzeylerinin
üzerinde seyretse de, diğer ülkelerin rasyolarından düşük olduğu belirtilmektedir.
Ayrıca, kredi/mevduat oranının %119,9 gibi yüksek değerlere ulaşması da bir diğer
risk unsuru olarak dikkat çekmektedir. Bu gösterge değerlerin, Türkiye
ekonomisinin finansal istikrarsızlığında ve kırılganlığında etkisi daha detaylı olarak
incelenecektir.
Küresel düzeyde artan oynaklığın etkisiyle Türkiye’ye yönelen sermaye akımları
zayıf ve dalgalı bir görünüm sergilemiştir. Cari işlemler açığında, 2014 yılında
belirli bir oranda iyileşme yaşanırken, bu iyileşmenin yerini küresel talepteki
azalma ve jeopolitik gelişmeler nedeniyle ihracatta uzun süredir devam eden
artışın zayıflaması ve yurt içi talepteki canlanma işaretleri ile birlikte ithalatta
görülen artışa bağlı olarak net ihracatın büyümeye katkısının göreli olarak
zayıflaması beklentisi almıştır. Doğrudan yatırımlar 2013 yılında toplam cari açık
finansmanının %15’inde kalırken, portföy yatırımları ve diğer kısa vadeli sermaye
akımları
toplam
finansmanın
%46’sına
ulaşmıştır.
2014
yılında
büyüme
yavaşlamış ve buna bağlı olarak cari açık azalmıştır. 2014 yılında, cari açık 45,8
milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin dış finansmana olan bağımlılığı ve
finansal kesim dışındaki firmaların geniş döviz açık pozisyonları başlıca risk
faktörleri olarak göze çarpmaktadır (Dünya Bankası, Türkiye Ekonomi Notu,
2014:3). 2014 yılındaki cari açığın finansmanı incelendiğinde, yurt içine yönelik
doğrudan yatırımlarda bir değişiklik gözlenmezken, yurt dışına yapılan doğrudan
yatırımların yaklaşık iki katına çıktığı görülmüştür. 2014 yılında portföy yatırımları
bir önceki yıla kıyasla %16,7 oranında azalmasına rağmen, 20 milyar dolar ile cari
açığın finansmanına önemli ölçüde katkı vermeye devam etmiştir (TCMB,
Ödemeler Dengesi Raporu, 2014:4). 2014 yılında Merkez Bankası rezervlerinde
de belirgin bir azalış yaşanmıştır. Buna göre, 26.12.2014 tarihindeki Merkez
Bankası rezervlerinin toplamı 126.450 milyar dolarla altı ayın en düşük değerine
düşmüştür
(http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1785955-merkez-
bankasi-rezervleri-azaldi internet adresinden 10.04.2015 tarihinde ulaşılmıştır).
99
Rezervlerde yaşanan bu erimenin diğer gelişmekte olan ülkelerde de yaşandığı
bilinmektedir. FED’in faiz artırımına gideceği beklentisi, gelişmekte olan ülke
piyasalarında tedirgnlik yaratmış ve sermayenin aralarında Türkiye’nin de
bulunduğu bu ülkelerden çıkmasına neden olmuştur. Net hata noksan kaleminin
2008 yılındaki Küresel Kriz sonrası artışı ve Şubat 2015 tarihinde 4,3 milyar
dolarla tarihi bir zirve yaşamasının nedenleri de tartışmalı konular arasındadır.
TCMB, kaynağı belirsiz bu paranın nedenlerini; ithalat ve ihracatta mal hareketiyle
ödemenin farklı bilanço dönemine yansıması, gümrük işlemlerindeki
beyanat
hataları, ödemeler dengesindeki çeşitli kalemlerden elde edilen gelirlerin sistem
dışına çıkarılması, turizm ve bavul ticareti gibi verilerin anketler yoluyla toplanması
sonucu oluşan hatalar olarak sıralamaktadır. Ancak, bu konuda tartışmalar devam
etmektedir (http://www.bbc.co.uk/turkce/ekonomi internet adresinden 10.04.2015
tarihinde elde edilmiştir).
Cari açığın finansman kalitesi, finansal sistemin sürdürülebilirliğini doğrudan
etkilemektedir. Cari açığın finansmanında kullanılan kaynakların, kısa vadeli olup
olmaması bu döngünün devamını sağlamaktadır. Portföy yatırımlarının ve kısa
vadeli sermaye akımlarının bu kaynaklar arasında yüksek oranlarda olması, bu
döngünün devamı konusunda şüpheler ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’nin cari açık
finansmanında da aynı süreç gözlenmektedir. Kısa vadeli sermaye akımlarının bu
kaynaklar arasında büyük oranlarda olması, finansal risk algısının yüksek
olmasına neden olmaktadır. Bu da finansman kalitesinin bozulması anlamına
gelmekte ve istikrarsızlığa yol açmaktadır.
100
Şekil 6.3. Cari açığın finansmanı (Milyon ABD Doları)
Kaynak: TCMB, Temel Ekonomik Gelişmeler, 2015: 23
Enerji ve gıda fiyatları küresel ölçekte düşmesine rağmen, ülkemizde gıda
fiyatlarının artması ve TL’deki değer kayıpları enflasyonu olumsuz yönde
etkilemiştir. Ancak, yaşanan kredi genişlemesinin, ertelenen kredi talebini
soğurucu, yatırımları ve dolayısıyla gelirleri artırıcı etkisi olsa da, potansiyel riskleri
de beraberinde getirmiştir. Bu risklerden birisi, kredilerin ithal mal talebi yoluyla
cari dengeyi olumsuz etkilemesidir. Diğer bir risk ise, alım gücünün hızlı artışı ile
varlık fiyatlarında oluşabilecek balonların finansal krizlere yol açabilmesidir (TCMB
2015 Yılı Para ve Kur Politikası , 2014:3).
Kamu borç stoku göstergeleri, 2014 yılında olumlu seyrini korurken, finansal
piyasalardaki dalgalanmalara rağmen borçlanma yapısında önemli bir değişim
yaşanmamıştır (TCMB, Finansal İstirar Raporu, 2014:15).
Reel sektörün yükümlülükleri artarken, mevduatı zayıf bir büyüme eğilimi
göstermiştir. Döviz kurlarındaki dalgalanmanın artmaya başladığı 2013 yılı Mayıs
ayından itibaren yıllık büyüme oranı hızla düşen Türk Parası (TP) ticari mevduatın,
Yabancı Para (YP) ticari mevduatlardaki ivme kaybına rağmen halen zayıf bir seyir
izlediği görülmektedir. 2013 yılı sonuna göre, reel sektör firmalarının yurt içi
101
bankalardan sağladıkları Yabancı Para (YP) kredilerin, Yabancı Para (YP) ticari
mevduatların çok üzerinde artmış olması nedeniyle reel sektörün net döviz
pozisyon açığı 2013 yılı sonu değeri olan 176,5 milyar ABD dolarından 2014 yılı
Ağustos
ayı
itibariyle
179,3
milyar
ABD
doları
seviyesine
yükselmiştir.
Kredi/GSYİH oranında 2013 yılında yaşanan hızlı artış, makro ihtiyati tedbirler ve
sıkı para politikasının katkısıyla daha makul seviyelere gerilemiştir. Ancak,
ekonomik faaliyetlerdeki zayıf görünüm kredi riskinin takibini gerekli kılmaktadır.
Bankaların, son yıllardaki aktif büyümesinin artan oranda mevduat dışı fonlama
kaynaklarıyla
gerçekleştirilmesi,
bankacılık
sisteminin
toptan
fonlama
kaynaklarındaki dalgalanmalara olan duyarlılığını artırmaktadır. Yükümlülüklerle
uyumlu aktif büyümesi finansal istikrar amacının en önemli bileşenlerindendir.
Kredi riski, faiz riski, likidite riski, sermaye yeterliliğinin sağlanamaması gibi olası
sorunlar, Türkiye ekonomisinin finansal kırılganlıklarını artırmaktadır. Bankacılık
sektörünün sermaye yeterlilik oranları, hedeflenen rasyoların üzerinde kalsa da
2013 yılındaki kredi büyümesine bağlı olarak ortalama risk ağırlıklı aktiflerdeki artış
sektörün sermaye yeterlilik rasyosunu olumsuz etkilemiş ve rasyo 1,5 puan
gerileyerek 15,5 değerine düşmüştür. 2014 yılında bu rasyoda yükselme
gözlenmesine rağmen, 2009 yılı sonrası düşüş eğilimi değişmemiştir (TCMB,
Finansal İstirar Raporu, 2014:29-48).
Türkiye
ekonomisinin
zayıflıkları
düşünüldüğünde,
kontrolsüz
sermaye
hareketlerinin ülke ekonomisinde yaratabileceği olumsuzluklar ülkenin riskini
artıran bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Sermaye hareketlerinin bir belirsizlik
durumunda ani duruş etkisi8 ile yurtdışına doğru yönelmesiyle birlikte belirsizlik
büyümekte ve bu süreç döngü haline gelmektedir. Belirsizlikler, hareketlerin
yönünü tayin ederken, hareketler de bir süre sonra belirsizlikleri artırmaya
başlamaktadırlar. Bu sürecin iyi bir şekilde yönetilmesi adına sermaye hareketleri
kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Sermaye kontrolleri ve Tobin vergisi gibi
8
İngilizcede “Sudden Stop” olarak tanımlanan, Türkçe’de ise “Ani Duruş”, “Tekila Etkisi” ya da “Sermaye
Kaçışı”olarak da isimlendirilen bu problem, ülke ekonomisine ilişkin içsel ve küresel likidite koşulları ve
bulaşıcılık etkisi gibi dışsal nedenlerle, uluslararası sermaye girişlerinin ani durması veya ülkeden çıkması
durumları olarak tanımlanmaktadır (Önder, 2007:8).
102
düzenlemeler ülkelere risklerini yönetme ve ulusal politikalarının geçerliliğini
artırma fırsatı vermektedir.
Sermaye hareketlerinin yönetilmesi bir ihtiyaç olarak çıkmaktadır. Bu bağlamda
Tobin ve benzeri vergilerin uygulaması kontrollü olarak ekonomiyi soğutabilecek,
sürdürülebilirliğini arttıracaktır.
Diğer kontrol yöntemlerine göre, Tobin benzeri bir vergiye odaklanma ihtiyacımız
iktisadi beklentilerimizin yanında mali anlamda katkı sağlamasına yöneliktir.
Ancak, faiz arbitraj farklılıkları nedeniyle yabancı yatırımcı için, hala Türkiye
ekonomisinin cazibesi devam etmektedir. Bu bağlamda, Tobin benzeri bir verginin
iktisadi fonksiyonlar açısından işlevselliği sınırlı olabilse dahi vergi gelirleri her
halde artacaktır.
Çalışmada, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 14 ülke için yapılan panel veri analizi
ile birlikte Tobin ve benzeri vergi uygulamalarının değişkenleri incelenmiştir. Bu
ülkelerdeki verilere dayanarak yapılan değerlendirmelerde, sermaye girişlerinin
düzensiz olarak arttığı, borsa kapitalizasyon değerlerinin suni olarak yükseldiği
dönemlerde Tobin ve benzeri vergi uygulamalarına yönelimin arttığı; ancak cari
açık rasyosu ve kur değişimlerinin korkutucu boyutlara geldiği dönemlerde bu
vergilere
yönelimin
azaldığı
görülmektedir.
Türkiye
için
bu
sonuçlar
değerlendirildiğinde, sermaye girişlerinin ve borsa kapitalizasyon değerlerinin
düzensiz ve spekülatif bir şekilde arttığı dönemlerde Tobin benzeri bir vergiye
yönelim, kısa vadeli sermaye hareketlerinin ani hareketlerinden ve belirsizlikler ile
hareketlerin
birbirini
besleyen
kısır
döngüsünden
kurtulmayı
sağlayacağı
düşünülmektedir. Cari açık rasyosunun ve reel kurdaki değişimlerin yüksek olduğu
durumlarda, bu vergiden kaçınmaya neden olan dalgalanma korkusu ve ani çıkış
beklentisi ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bu vergi ile spekülatif sermaye
hareketlerinden kurtulması için cari açığının finansmanında sürdürülebilirliği
sağlaması ve uluslararası arenada rekabet edebilirliğini artıracak unsurlara
yönelmesi gerekmektedir. Cari açığın finansmanı endişesi uzun dönemli
çözümlerle yok edildiğinde, Türkiye’nin Tobin benzeri bir vergi uygulaması
103
sonucunda hem arbitraj farklılıkları sayesinde cazibesini yitirmeyeceği ve uzun
dönemli sermaye hareketlerini ülkeye çekeceği, hem de düşük oranlı bir vergi olsa
da kalkınmaya yönelik olarak kullanılabilecek yüksek miktarlarda vergi gelirlerini
sağlayacağı düşünülmektedir.
Ayrıca, sermaye hareketlerinin yönetilmesi bir ihtiyaç olarak çıkmaktadır. Bu
bağlamda Tobin ve benzeri vergilerin uygulaması kontrollü olarak ekonomiyi
soğutabilecek
ve
iktisadi
aktörler
açısından
ekonomiye
yönelik
ex-ante
kredibilitesini artırarak güven bir liman algısı oluşturmasına katkı sağlayacaktır.
104
105
KAYNAKLAR
Afşar, M. (2004). Finansal Küreselleşme ve Türk Bankacılık Krizleri Üzerine
Etkisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 111.
Akbulat, S. ve Akbulat, Y. (2008). Ulusal Varlık Fonları. Marmara Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 25(2), 237-262.
Akdiş, M. (2004). Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Yol Açtığı Finansal Krizler
ve Bu Krizleri Önlemede Kullanılabilecek Araçlar: Tobin Vergisi. Active
Bankacılık ve Finans Dergisi, 6(36), 36-48.
Akdiş,
M. (2007). Cari Açıkların Sürdürülebilirliği Sorunu ve Türkiye
Ekonomisindeki Gelişmeler. Tasam Stratejik Öngörü Dergisi. (8), 15-40.
Akgüç, Ö. (2009). Kriz Nedeni ve Çıkış Yolları. Muhasebe ve Finansman Dergisi,
42, 6-11.
Aksakal, M. ve Arıcıgil Çilan, Ç. (2015). Türkiye’ye Yönelik Turizm Talebinin
Görünürde İlişkisiz Regresyon Modelleri İle İncelenmesi. Uluslararası
İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, 7(14), 235-256.
Aktan, C. Dileyici, D. Vural, İ. (2006). Kamu Maliyesinde Çağdaş Yaklaşımlar,
Ankara : Seçkin Yayıncılık,102.
Aktanü, C. ve Şen, H. (2001). Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri. Yeni
Türkiye, Ekonomik Kriz II, 42, 1225-1231.
Aoki, K., Benigno, G., Kiyotaki, N. (2010). Adjusting to Capital Account
Liberalization. Discussion Paper. London: Centre Economic Policy Res.
Arıkan, Z. ve Yurtsever, H. (2004). Sermaye Hareketlerinin Vegilendirilmesine
İlişkin Bir Öneri: Tobin Vergisi, Vergi Sorunları, 189.
Arıkboğa, A. (2002). Tobin Vergisi: Bir “Döviz İşlemleri Vergisi” Önerisi. İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 52(2), 37-46.
Atamtürk, B. (2003, Haziran.). Finansal Liberalizasyonun Etkileri. İktisat Dergisi,
Ateş, K. (2004). Finansal Krizlerde Bankacılık Krizlerine Bir Değerlendirme.
Piyasa Dergisi. Yaz. (11), 195-215.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği. (2011). Avrupa Birliği’nde Küresel Finansal Krize
Karşı Alınan Önlemler ve Birliği Rekabet Gücünün Arttırılmasına Yönelik
Girişimler: “Euro Rekabet Paktı”. Ankara: Avrupa Birliği Genel
Sekreterliği,10-33.
106
Bahar, O. (2005). Türkiye Ekonomisinde 1980 Öncesi Uygulanan Sanayileşme
Politikaları. Balıkesir Üniversitesi Bandırma İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Akademik Fener Dergisi. 2(4), 64–90.
Balseven, H. (2003). Sermayenin Vergilendirilmesinin Sermaye Akımları
üzerindeki Etkisi, Yayımlanmamış Maliye Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Balseven, H. ve Erdoğdu, M. (2005). Mali Kriz Riski Bağlamında Tobin Vergisi ve
Türkiye’de Uygulanabilir Bir Versiyonu. Marmara Üniversitesi İktisadi ve
idari Bilimler Fakültesi Dergisi, 20(1), 297-319.
Barlas, Y. ve Kaya, N. (2013). Parasal Genişleme Politikalarının Gelişmekte Olan
Ülke Portföy Akımları Kompozisyonuna Etkisi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası Ekonomi Notları, 2013-01, Ankara.
Başçı, E. ve Kara, H. (2011). Finansal İstikrar ve Para Politikası. Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası Çalışma Tebliği, 11/08, Ankara.
Başoğlu, U., Ceylan, A. , Parasız, İ. (2009). Finans: Teori, Kurum, Uygulama.
Bursa: Ekin Basım Dağıtım.
Bayar, Y. (2014). Euro Bölgesi Borç Krizi İle Avrupa Döviz Kuru Mekanizması
Krizinin Karşılaştırmalı Analizi. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,
(22), 211-231.
Bayraktutan, Y. ve Demirtaş, I. (2011). Gelişmekte Olan Ülkelerde Cari Açığın
Belirleyicileri: Panel Veri Analizi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, (22), 1-28.
Bilgi, D. (2009). Türkiye’de Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Ekonomik Büyüme
Üzerine Etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Binici, M., Hutchison, M., Schindler, M. (2009). Controlling Capital? Legal
Restrictions and the Asset Composition of International Financial Flows.
International Money Fund Working Paper.
Blundel-Wignall, A. ve Roulet, C. (2013). Macro-prudential Policy, Bank Systemic
Risk and Capital Controls. OECD Journal: Financial Market Trends 2014,
2013(2).
Bocutoğlu, E. ve Ekinci, A. (2009). Genel Teori, Küresel Krizler ve Yeniden Maliye
Politikası. Maliye Dergisi. 156.
Bruno, V. ve Shin, H. S. (2014). Cross-Border Banking and Global Liquidity.
Princeton University Press.
107
Calvo, G. ve Mendoza, E. (2000). Contagion, Globalization, and the Volatility of
Capital Flows. The University Chicago Press.
Cansızlar, D. (2004). Sermaye Piyasalarında İşlem Vergisi. Marmara Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 19(1).
Cartens, A. ve Schwartz, M. (1998). Capital Flows and the Financial Crisis in
Mexico. Journal of Asian Economics, 9(2), 207-226.
Chari, A. ve Henry, P. B. (2004). Risk Sharing and Asset Prices: Evidence from a
Natural Experiment. Journal of Finance. 59 (3). 1295-1324.
Cura, S. (2005). Kriz Ekonomileri ve Çözüm Yolları: İstikrar Programları. Muğla
Üniversitesi Tartışma Tebliğleri, 2004-2005.
Çelik, F.Ş. (2008). Uluslararası Piyasalarda Spekülatif Para ve Sermaye
Hareketliliği ve Tobin Vergisi Carry Trade, Hedge Fonlar ve Diğer Spekülatif
Hareketler, Uzmanlık Tezi, Ankara: Maliye Bakanlığı.
Çınar, S., Gök, A.K. (2012). Tobin Vergisi. Finans Politik & Ekonomik Yorumlar.
49(571), 81.
Delice, G. (2003). Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif. Erciyes
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (20), Ocak-Haziran,
57-81.
Delice, G. (2002). Arjantin’de Finansal Reformlar ve 2001 Krizi. Dokuz Eylül
Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 3(2), 162-186.
Demiral, M. (2008). Türkiye’de Sıcak Para Hareketleri ve Ekonomik Krizlere Etkisi.
Yüksek Lisans Tezi, Niğde: Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Demirci, R., Arıkan. R., Erdoğan. B. (2001). Genel Ekonomi: Mikro-Makro. Ankara:
Gazi Kitabevi, 255.
Deniz, G. (2013). 2008 Küresel Krizinin Ekonomik Etkileri ve Kriz Döneminde
Alınan Para-Maliye Politikası Önlemleri. Yüksek Lisans Tezi, Sivas:
Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Dizman, A.O. ve Özen, E.N. (2012). Ekonomik Krizden Siyasi Bunalıma, TEPAV
Değerlendirme Notu.
Doğu, E. (2004). Ekonomik Kriz Göstergeleri: Türkiye Örneği. Yüksek Lisans Tezi.
İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Durmuş, M. (2009). Kapitalizmin Krizi. (Genişletilmiş İkinci Baskı), Ankara: Tan
Kitabevi. 69.
Dünya Bankası, Türkiye Ekonomi Notu, 2014.
108
Eğilmez, M. (2008). Küresel Finans Krizi. Ankara: Remzi Kitabevi, 68.
Engin, İ. (1999). Türkiye’de 1980-1998 Dönemi Devlet İç Borçlanmasının Özel
Sektör Yatırımları Üzerine Etkileri. Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erçel, G. (1999). 2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı: Kur ve Para Politikası
Uygulaması. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Eren,
(2010). s. 47. Alıntı. Poret. P. (1998). Les Flux de Capitaux: Leçons
d’Asia. L’observateur de l’OCDE, 214, 39-42.
Ergül, Ö. (2012). Sermaye Kontrolleri: Uygulanışı , Etkinliği ve Türkiye Üzerine
Yorumlar. Uzmanlık Tezi, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Ergün, S. (2010). Arjantin’in Ekonomik İstikrarsızlık Tarihi: İnişler ve Çıkışlar.
Akademik Bakış Dergisi. 20, 1-18.
Esen, O. (1998). Rusya Krizi: Gçmişe Kısa Bir Bakış. İktisat İşletme ve Finans
Dergisi, 13(150), Eylül, 67.
Forbes. K. (2007). One Cost of the Chilean Capital Controls: Increased Financial
Constraints for Smaller Traded Firms. Journal of International Economics,
71, 294-323.
Forbes, K. ve Warnock, F. (2011). Capital Flow Waves: Surges, Stops, Flight, and
Retrenchment. NBER Working Paper, 17351, Cambridge.
Göker, C. (2013). Tobin Vergisi Üzerine Bir Deneme. Prof. Dr. İsmail Türk’e
Armağan, T. Bulutay. S. Soydemir. D. Özkök Çubukçu (Editörler),
Mülkiyeliler Birliği Yayınları, 2013/1, 595-608.
Göktaş, A. (2000). Güneydoğu Asya Krizinin Maliye ve Para Politikaları Açısından
Sonuçları. Maliye Dergisi, 133, 3-12.
Güloğlu, B. ve Altınoğlu, E. (2002). Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal
Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri, İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, 27.
Günal, M. (2001). Merkez Bankasının Değişen Rolü ve Para Politikası
Uygulamaları. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları. Ankara.
Harrıson, A., Love. I., McMillan. M. (2004). Global Capital Flows and Financing
Constraints. Journal of Development Economics, 75 (1), 269-301.
Işık, N. (2005). Finansal Krizlerin Ortaya Çıkmasında Sermaye Hareketlerinin
Rolü: Rusya, Türkiye ve Arjantin Krizleri. Selçuk Üniversitesi Karaman
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(2), 83-97.
109
İlyas, A.İ. (1998). Asya Krizi: Uzakdoğu Finans Krizinin Türkiye Ekonomisi
Üzerindeki Etkileri. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları. 21.
İnan, A. (2002). Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme. Bankacılar
Dergisi, 41.
İnan, A. (2002). Finansal Krizler, Serbest Kur ve Ekonomik Büyüme. Bankacılar
Dergisi. 41, 51-67.
İnternet: Akdiş. M. (2002). Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerine Etkileri ve
Türkiye:
Finansal
Krizler-Beklentiler.
http://makdis.pamukkale.edu.tr/finans.htm adresinden 10 Ekim 2014
tarihinde alınmıştır.
İnternet: Çelebi. I. (2013). Global Krizin Emtia Piyasaları Üzerine Etkileri ve
Gelişmeler.Web:
file:///C:/Users/USER/Downloads/1916-3475-1SM%20(1).pdf adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Desai. M., Foley. F., Hines. J. Capital Controls, Liberalizations, and
Foreign Direct Investment. Web: http://www.bus.umich.edu/otpr/WP20043.pdf adresinden 10.10.2014 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Dura. C. (2009). Ekonomik Kriz Nedir, Özellikleri Nelerdir, Nasıl Gelişir?.
Web: http://arsiv/ekonomi-yazilari/498.html adresinden 110 Ekim 2014
tarihinde alınmıştır.
İnternet:
Karagül.
M.
ve
Masca.
M.,
Web:
bandirma.balikesir.edu.tr/.../25_Mahmut_Masca_Mehmet_Karagul.doc
adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Keynes, J.M. (1936). The General Theory of Employment, Interest and
Money, The University of Adelaide, South Austrialia, (2005). Web:
https://ebooks.adelaide.edu.au/k/keynes/john_maynard/k44g/index.html
adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır.
İnternet:
Özatay.
F.
Bulaşır
mı?,
Web:
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fatih_ozatay/bulasir_mi-, 10 Ekim 2014
tarihinde ulaşılmıştır.
İnternet: Öztürk. Y. ve Kuşçu. S. (2010). Finansal Serbestleşme: İlk Deneyimler ve
Kriz. http://journals.manas.edu.kg adresinden 10.10.2014 tarihinde
alınmıştır.
İnternet:
Yeldan.
E.
Büyük
Durgunluğun
Öğrettikleri.
http://www.iktisatvetoplum.com/buyuk-durgunlugun-ogrettikleri.html
adresinden 10 Ekim 2013 tarihinde alınmıştır.
110
Jeanne, O. ve Korinek, A. (2010). Managing Capital Flows: A Pigouvian Taxation
Approach. American Economic Review Papers and Proceedings (Mayıs),
403–407.
Kahler, M. (1998). Capital Flows and Financial Crises. New York: Cornell
University Press, 5.
Kalaycı, İ. (2010). Finansal Kriz Yazıları “Halil Seyidoğlu’na Armağan”. Nobel
Yayın. 440.
Karabıçak, M. (2000). Türkiye’de Ekonomik İstikrarsızlığın Tarihsel Gelişim Süreci.
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi.
5(2), 49-65.
Karacan, R. (2014). Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye’de Ekonomik Krizler,
Sermaye Hareketleri ve ABD Doları Arasındaki İlişki. Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi. 7(33), 763-773.
Karahan, Ö. ve İpek, E. (2013). Türkiye’ye Yönelik Yabancı Sermaye Akımlarının
Hacim ve Kompozisyonundaki Gelişmeler. Yönetim ve Ekonomi
Araştırmaları Dergisi, 21.
Karakurt, B. (2011). Washington Konsensüsü’nden Küresel Mali Krize Mali Disiplin
ve Türkiye’deki Gelişmeler. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi. 25(1), 31-53.
Kaya, A. (2012). Mali Sürdürülebilirlik:Teori ve Türkiye Uygulaması. Yüksek Lisans
Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Kazgan, G. (2012). Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929-2009). İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları. İstanbul, 149.
Kepenek. Y. ve Yentürk. N. (1994). Türkiye Ekonomisi. Ankara: Remzi Kitabevi.
Keskin, N. (2008). Finansal Serbestleşme Sürecinde Uluslararası Sermaye
Hareketleri ve Makroekonomik Etkileri: Türkiye Örneği. Yayımlanmamış
Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Keyder, N. (2001). Türkiye’de 2000-2001 Krizleri ve İstikrar Programları. 16(183),
37-53.
Kıdiş, Y. (2003). Menkul Kıymet İşlem Vergisi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği. Vergi
Sorunları Dergisi. 179.
Kınaytürk, Z. (2006). 1990 Yılından Sonra Yaşanan Ekonomik Krizlerin Küçük ve
Orta Büyüklükteki İşletmeler Üzerindeki Etkileri. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Isparta.
111
Kındleberger, C. ve Aliber, R. (2005). Manias, Panics and Crashes: A History of
Financial Crises. Fifth Edition. John Wiley&Sons, Inc. New Jersey, 24-37.
Kızılot, Ş. ve Durmuş, M. (2002). Ekonomik Krizler ve Kamu Maliyesi”, Kriz ve IMF
Politikaları, Ömer Faruk Çolak (Editör), İstanbul: Alkım Yayınevi, 138.
Kibritçioğlu, A. (2001). Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001.
Yeni Türkiye Dergisi, (Ekonomik Kriz Özel Sayısı). 1(41),174-182.
Köse, Ö. (2012). Küresel Krizle Mücadelede Denetimin Önemi ve Yüksek Denetim
Kurumlarının Rolü. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,12(3), 93108.
Krugman, P. (2005). Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü. (4. Baskı). Çev: Neşenur
Domaniç, İstanbul: Literatür Yayınları. 39.
Küçükaksoy, İ. (2006). Kısa Vadeli Sermaye Hareketlerinin Ekonomik Kriz Etkisi:
1990-2004 Yılları Türkiye Uygulaması. Yayımlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Mangır, F. ve Ay, A. (2007). Uluslararası Finansal Entegrasyon Bağlamında
Sermayenin Vergilendirilmesi:Tobin Vergisi. Maliye Dergisi, 153.
Meriç, M. ve Atsan, E. (2013). Gelişmiş Ülkelerde ve Avrupa Birliği’nde Borç
Krizinin Etkileri ve Çözüm Yolları.Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
6(3), 148-166.
Miniane, J. ve Rogers, J. (2003). Capital Controls and The International
Transmission of U.S. Money Shocks. Board of Governors of the Federal
Reserve System International Finance Discussion Papers, 778.
Montiel, P. ve Reinhart, C. (1999). Do Capital Controls and Macroeconomic
Policies Influence the Volume and Composition of Capital Flows? Evidenve
from the 1990s. Journal of International Money and Finance , 18(4), 619635.
Ostry, J., Ghosh, A., Habermeier, K., Chamon, M., Qureshi, M., Reinhardt, D.
(2010). Capital Inflows: The Role of Controls. International Money Fund
Staff Position Note. 19 Şubat.
Ostry, J., Ghosh, A., Habermeier. Laeven. L., K., Chamon. M., Qureshi. M.,
Kokenyne. A. Managing Capital Inflows: What Tools to Use?. International
Money Fund Staff Discussion Note. 5 Nisan.
Oyan, O. (1987). 24 Ocak Ekonomisinde Dışa Açılma ve Mali Politikalar. Ankara:
V Yayınları.
Öksüz, S. (2001). Doğu Asya Mucizesi’nin Dünü ve Krizin Bugünü, Türkiye İçin
Bazı Çıkarımlar. Ege Akademik Bakış Dergisi. 1(1), 39-64.
112
Önder, İ. (2009). Küresel Kriz ve Türkiye Ekonomisi. Muhasebe ve Finansman
Dergisi, 42, 12-25.
Önder, Y. (2007). Dalgalanma Korkusu ve Türkiye Örneği. Uzmanlık Tezleri,
Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Özdemir, A.R. (2005). Desantralizasyon Kamu Sektöründeki Hantallaşmayı Önler
mi? Bir OECD Panel Verileri Regresyon Analizi, Denizli: Pamukkale
Üniversitesi Maliye Sempozyumu, 239-252.
Özdemir, B. K. (2007). Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizler Ve Erken Uyarı
Sistemleri: Markov Geçiş Modellemesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.
Özel, S. (2010). Global Dengesizliklerin Dengesi. İstanbul: Alfa Yayıncılık, 104.
Özel S. (2005). Global Finansal Krizler. İstanbul: Deniz Kitabevi, 79,80.
Parasız, İ. (1995). İktisada Giriş. Bursa: Ezgi Kitabevi. 385.
Parasız, İ. (2005). Kalkınma Ekonomisi. Bursa. Ezgi Kitbevi, (1. Baskı), 273-279.
Pazarlıoğlu, M. ve Gürler, K. Telekominikasyon Yatırımları ve Ekonomik Büyüme:
Panel Veri Yaklaşımı. Finans Politik- Ekonomik Yorumlar, 44(508), 35-43.
Pınar. A. (2006). Maliye Politikası: Teori ve Uygulamalar, Ankara: Naturel
Yayıncılık, 2. Baskı, 319.
Piketty, T. (2014). Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital, çev: Hande Koçak, Türkiye İş
Bankası Yayınları, İstanbul.
Pusti, M. (2013). Krizlerin Anatomisi ve Türkiye’de 2001-2008 Finansal-Ekonomik
Krizleri Üzerine Bir İnceleme. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atılım
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Rey, H. (2013). Dilemma Not Trilemma: The Global Financial Cycle and Monetary
Policy. VoxEU.org. adresinden 10.10.2014 tarihinde alınmıştır.
Rodrik, D. (2000). Yeni Küresel Ekonomi ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Dışa Açılma
Nasıl Gerçekleştirilmeli?. Çev: GÜL. S. İstanbul: Sabah Kitapları, 82,83.
Sabır, H. (2002). Küreselleşme Sürecinde Ekonomik Kriz ve Tobin Vergisi. Vergi
Sorunları Dergisi,170, 139.
Sağlam, E. (2009). Krizler, Para ve İktisatçılar. Kumcu. E. (Editör), Ankara: Remzi
Kitabevi.
Saraçoğlu, F. ve Şahan, Ö. (2004). Tobin Vergisi ve Türkiye’de Uygulanabilirliği.
Sayıştay Dergisi, 55, 76.
113
Sarfati, M. (2003). Tobin ve Vergisi. İktisat Dergisi. 438, 86-87.
Sarpkaya, S. (2009). Finansal Krizler ve Kriz Dönemlerinde Uygulanan Para
Politikası Araçları. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Satyanath, S. ve Berger, D. (2007). Capital Controls, Political Institutions, and
Economic Growth: A Panel and Cross Country Analysis. Quarterly Journal
of Political Science: 2(4), 307-324.
Seyidoğlu, H. (2003). Uluslar arası Mali Krizler, IMF Politikaları, Az Gelişmiş
Ülkeler, Türkiye ve Dönüşüm Ekonomileri. Doğuş Üniversitesi Dergisi. 4(2),
141-156.
Soylu, H. (2009). Global Krize Karşı Politika Önlemleri ve Türkiye. Maliye Dergisi,
157, Temmuz-Aralık 2009, 251-266.
Sönmez, A. (2001). Doğu Asya Mucizesi ve Bunalımı. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 365.
Spahn, P. B. (1996). The Tobin Tax and Exchange Rate Stability. Finance and
Development, 26.
Şen, A. (2005). Washington Konsensüs Ve Gelişmekte Olan Ülkeler Sorunları:
Eleştirel Bir Değerlendirme. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 10(2), 181-200.
Şimşek, A. R. (2007). Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Türkiye Ekonomisine
Etkileri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Balıkesir.
Tanören, D. (2009). Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri: Türkiye Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Tarı, R. (2014). Geleneksel Yöntemler, Zaman Serileri Analizi, Panel Veri
Analizleri. İstanbul: Umuttepe Yayınları.
Tobin, J. (1972). The New Economics One Decade Older, The Eliot Janeway
Lectures Honour of Schumpeter, Princeton Unıversity Press, Princeton, 8893.
Tobin, J. (1978). A Proposal For Inernational Monetary Reform. The Eastern
Economy Journal, 1978-4, 153-159.
Tuncer, N. (2001). Para Krizleri ve Türkiye. İktisat Dergisi, 410-411, 50.
Turagay, R. T. (1999). Brezilya’da Neler Oluyor?. Dünya Gazetesi, 05.02.1999,13.
114
Turan, Z. (2011). Dünya’daki ve Türkiye’deki Krizlerin Ortaya Çıkış Nedenleri ve
Ekonomik Kalkınmaya Etkisi, Niğde Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 4(1),56-80.
Turgut, A. (2007). Türleri, Nedenleri ve Göstergeleriyle Finansal Krizler. TÜHİS İş
Hukuku ve İktisat Dergisi, 20(4), 40.
Türkiye Bankalar Birliği. (2001). 1994 Yılı Krizi Sonrasında Meksika’da Uygulanan
Para Politikası. Bankacılık ve Araştırma Grubu. Ankara: Türkiye Bankalar
Birliği, 2.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2014). İhracatın Döviz Kuruna Duyarlılığı,
Ekonomi Notları, Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2014). Ödemeler Dengesi Raporu, Ankara:
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2015). Temel Ekonomik Gelişmeler.
Ankara: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası.
Uygur, E. (2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri.
Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 2001/1, 10-14.
Uygur, E., Kepenek, Y., Yeldan, E., Ekinci, N., Berksoy, T. (2002). Kriz Nerden
Nereye?. Finansal Yapı ve Krizler. Panel II., İktisat İşletme Finans. 17(194),
60-89.
Uysal, M. ve Günay, S. (2001). Durbin-Watson Ölçütüne Göre Kararsızlık
Bölgesinde Bulunan Negatif Otokorelasyon İçin Bazı Testler. Anadolu
Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Dergisi. 2(2), 277-284.
Uzgören, N. (1999). Görünüşte İlişkisiz Regresyon Denklemlerinin Etkinliği
Üzerinde Hatalar Arasındaki Korelasyonun ve Bağımsız Değişkenler
Arasındaki Korelasyonun Etkisinin İncelenmesi. Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 1, 139-154.
Uzunoğlu, S., Alkın, K., Gürlesel, C. F. (1995). Uluslararası Sermaye
Hareketlerinin Gelişmekte Olan Ülkelerde Makroekonomik Etkileri ve
Türkiye. İstanbul: Istanbul Menkul Kıymetler Borsası Araştırma Yayınları,
40.
Ünsal, E. (2005). Uluslararası İktisat, Teori Politika ve Açık Ekonomi Makro
İktisadı. (1. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi, 529.
Vergil, H. (2002). Sermaye Hareketlerinin Kontrolü ve Özel Yatırım Üzerine
Etkileri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Kocaeli.
115
Walther, T. (2002). Dünya Ekonomisi. Çev: Ünal Çağlar. (1. Baskı). İstanbul: Alfa
Yayınevi.
Whitt, J. (1996). The Mexican Peso Crisis. Federal Reserve Bank of Atlanta.
Economic Review, 1-20.
Yar, F. (2008). Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri, Tobin Vergisi ve Türkiye’de
Uygulanabilirliği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Yay, T., Yay, G., Yılmaz. E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve
Finansal Düzenlemeler. İstanbul Ticaret Odası Yayın No: 2001-47.
Yentürk, N. (1997). Finansal Serbestlik ve Makroekonomik Dengeler Üzerindeki
Etkileri. Ekonomik Yaklaşım, 8(27), 131-156.
Yıldırım, C. (2011). Birinci ve İkinci Nesil Washington Uzlaşması: Neoliberal İktisat
Politikalarının 1980’den Sonraki Evrimi. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar
Dergisi, 7(2), 1-23.
Yıldırım, N. (2002). Finansal Piyasaların Yeniden Düzenlenmesi:Tobin Vergisi.
Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, 37, 87.
Yıldız, H. (2005). Küreselleşmenin Vergileme Üzerine Etkileri ve Türkiye Açısından
Bir Değerlendirme. Ankara: Seçkin Yayınevi.
Yılmaz, A. (2006). Küreselleşme Sürecinde Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve
İktisadi İstikrar. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
Yörükoğlu, R. (1998). Doğu Asya Krizi Nereden Çıktı?. İstanbul: Alev Yayınları,
52.
Yüksel, V. (2004). Döviz Kuru İstikrarının Sağlanmasında Tobin Vergisi. Yaklaşım
Dergisi, 141, 73-77.
Yürekli, Ö. (2004). Ekonomik Krizler Açısından Küreselleşme Sürecinin
Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkileri ve Türkiye Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Isparta.
116
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Soyadı, adı
: Zengin, Burcu
Uyruğu
: T.C.
Doğum tarihi ve yeri
: 10.10.1985 / Ankara
Medeni hali
: Bekar
Telefon
: 0 533 816 39 86
e-posta
: burcuzengin@gazi.edu.tr
Eğitim Derecesi
Okul/Program
Mezuniyet Yılı
Doktora
Gazi İ.İ.B.F./Muhasebe-Finansman
Devam Ediyor
Yüksek lisans
Gazi İ.İ.B.F./Muhasebe-Finansman
2014
Yüksek lisans
Gazi İ.İ.B.F./Maliye
2015
Lisans
Ankara S.B.F/İşletme
2003-2007
İş Deneyimi, Yıl
Çalıştığı Yer
Görev
2011-Devam Ediyor
Gazi İ.İ.B.F/İşletme
Araş. Gör.
2007-2011
Danıştay
Uzman Yrd.
Yabancı Dili
İngilizce
Almanca
Yayınlar
1. Kamu Yatırımlarının Finansal Açıdan Değerlendirilmesi Üzerine Ampirik Bir
Çalışma, Zengin, B., 18. Finans Kongresi, Denizli, Ekim 2014
2. Kredi Kartları Kullanımının Tüketim Harcamaları Üzerine Etkilerine Yönelik
Ampirik Bir Çalışma, Zengin, B. ve Güngördü, A.,13. Ulusal İşletmecilik Kongresi,
Antalya, Mayıs 2014
117
3. Elektronik Ödeme Sistemlerinin Olası Etkileri Üzerine Bir İnceleme, Zengin, B.
ve Güngördü, A.,Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Ankara, Aralık 2013
4. Marka Değerinin Hesaplanması Üzerine Ampirik Bir Çalışma:Finans ve
Pazarlama Boyutu, Zengin, B. ve Güngördü, A., 12. Ulusal İşletmecilik Kongresi,
Muğla, Mayıs 2013
5. Mikrofinans Sistemi Uygulamaları Üzerine Bir Çalışma: Ankara Örneği, Zengin,
B. ve Gökmen, Ş., 16. Finans Sempozyumu, Erzurum, Ekim 2012
6. Türkiye’de Cari İşlemler Açığı Sürdürülebilirliği Üzerine Ampirik Bir Çalışma,
Zengin, B., 11. İşletmecilik Kongresi, Konya, Mayıs 2012
BURCU ZENGİN
MALİYE ANABİLİM DALI
MALİYE BİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK
LİSANS
TEZİ
KÜRESEL SERMAYE HAREKETLERİNİN
YÖNETİLMESİNDE TOBİN VERGİSİ VE
TÜRKİYE AÇISINDAN
UYGULANABİLİRLİĞİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
BURCU ZENGİN
HAZİRAN 2015
MALİYE ANABİLİM DALI
MALİYE BİLİM DALI
HAZİRAN 2015
Download