Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 Ali SERTPOLAT1 NAZİ

advertisement
Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
Ali SERTPOLAT1
NAZİ ALMANYASI DÖNEMİNDE MÜLTECİ PROFESÖRLERİN TÜRKİYE’YE
GELİŞ SÜRECİ (1933)
Özet
Cumhuriyet döneminin en önemli kültür reformlarından biri, 1933’te İsviçreli pedagoji
profesörü Albert Malche’nin görevlendirilerek üniversiteler için bir reform planı hazırlamasıdır.
Rapora göre yeni bir üniversite kurulacak; çağdaş ve bilimsel bir zihniyetin oluşumu için de
yurtdışından akademisyenler getirilecekti. Eğitimde yeniden yapılandırma süreci olarak
adlandırılan bu dönemi önemli kılan bir diğer faktör ise Nazi Almanyası’nın ‘akademisyen’
kökenli mağdurlarıyla ortak bir paydada buluşmasıydı. Reform süreci sırasında Almanya’da
Hitler liderliğindeki Nazi Rejimi’nin baskıları sonucu yahudi kökenli ve rejime muhalif Alman
akademisyenler ülkelerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Bu mülteci bilim insanları, İsviçre
sürgününde kurdukları “Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti” ve Türk
Hükümeti’nin tam yetkili temsilcisi Prof. Malche’nin yoğun çabaları sonucu Türkiye’ye geliş
süreçleri başarılı olur ve bunlar ‘reform planı’ çerçevesinde üniversitelere yerleştirilirler.
Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet, Üniversite reformu, Nazi Almanyası, mülteci
akademisyenler
1
Dr., Cumhuriyet Tarihi, alisertpolat@hmail.com
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
THE PERIOD IN WHICH REFUGEE PROFESSORS CAME TO TURKEY DURING
NAZI GERMANY (1933)
Abstract
One of the most important cultural reforms in the Turkish Republic was in 1933 when Swiss
pedagogy professor Albert Malche was commissioned to prepare a reform plan for the
universities. According to the report, a new university was to be created and for contemporary
and scientific mentality, academics were to be brought from abroad. Another very important
factor for this period, known as the configuration of the academic education, was the common
ground shared with Nazi Germany’s ‘academic’ victims. During this reform period, Jewish
academics as well as German academics opposing German Nazi regime under the Rule of Hitler
were forced to leave their country. Due to intensive efforts on the side of the “Community of
German Scientists Abroad” established by refugee scientists in Switzerland as well as of Prof.
Malche, duly authorized negotiator of the Turkish government, these scientists were placed at
the universities within the framework of this “reform plan”.
Keywords: Republic, university reform, Nazi Germany, academic refugees
Giriş
Mülteci akademisyenlerin Türkiye’ye geliş süreci, Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayıp
1933’te Malche Raporu’yla zirveye ulaşan ve eğitimde yeniden yapılandırma talebi bağlamında
üniversitelerde kaliteli ve bilimsel bir yöntem arama çabasıdır. Eğitim sektöründe hem
Osmanlı’nın son dönemlerinde hem de Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında baskın olarak Alman
bilim insanlarının etkisi görülür. Bunda Osmanlı ve Almanların genellikle her dönemde
‘partner’ siyaseti gütmeleri ve de Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olmaları önemli rol oynar.
Bu politika perspektifine uygun olarak Alman aydınları, Osmanlı’nın ‘güzide’ eğitim kurumu
Darülfünun’un gelişiminde de önemli rolleri olur. Bu çalışmanın ilerleyen kısımlarında, bu
akademisyenlerin Darülfünun gelişimine nasıl katkı sundukları ve ne kadar başarılı oldukları
irdelenerek, sonuçları ortaya çıkarılır. Bu analiz ışığında Türk Hükümeti’nin niçin Prof.
Malche’nin raporuna ihtiyaç duyduğunun nedenleri ortaya çıkarılarak, raporun sonuçları detaylı
olarak sunulacaktır. Ortaya çıkan bu bilgilerin ışığında “Hitler Diktatoryası”nın baskı
düzeninden ayrılan bilim insanlarının Türkiye’ye geliş süreci detaylı olarak analiz edilecektiir.
30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros
Mütarekesi, sadece Osmanlı-Alman diplomatik ilişkierinin sonunu değil, aynı zamanda Osmanlı
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
27
Ali Sertpolat
ordusunda görevli tüm Almanların da sınırdışı edilmesini öngörüyordu.2
Öte yandan
İstanbul’da bulunan tüm Alman kuruluşları3 1919 yılına kadar İngilizler tarafindan el konulup,
geri dönüşleri engellenmek istenmiştir. Fakat Türkiye Cumhuriyet’nin kurulmasıyla
Almanya’yla 5 yıl ‘zoraki’ kopmuş diplomatik ilişkiler “Weimar Cumhuriyet”i4 döneminde
tekrardan kuruldu. Weimar Cumhuriyet’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, daha önce
Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan bir çok askeri kökenli ve yatırımla uğraşan kişilerin
tekrardan buralara dönmesine neden olacaktı. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türk
yöneticileri, batılılaşma ve ‘bilimsel’ eğitimi geliştirmek için 1920’lerden sonra düzenli olarak
Almanya’dan
bilim
insanları
‘transfer’
ettiler
(Mangold-Will:
http://www.bpb.de/internationales/europa/tuerkei/184978/deutsche-im-exil-tuerkei Erişim tarihi
10.02.2015; Dalaman, 1998: 64). Bu çerçevede Almanya’dan Schmid ve Max Mühl gibi
teknotratlar getirilerek Dışişleri, Sağlık ve Tarım Bakanlığı ile Emmiyet Teşkilatı gibi bir çok
devlet kurumun yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde Kırıkkale’deki silah
fabrikasının yenilenmesi de Alman teknisyenlerinin yönetimine bırakıldı. Tüm bu modernize
çalışmaları için 1925 ile 1932 yılları arasında resmi olarak 180 kişi Almanya’dan getirilerek
Türkiye’deki çeşitli kurumlarda istihdam edildi (Dalaman, 1998: 66).
1. İLK ÜNİVERSİTE: DARÜLFÜNUN
Darülfünun, Arapça kökenli bir kelime olup “bilimin yapıldığı ev” anlamına gelir. Kıta
Avrupasında, özellikle de Fransa, İtalya ve Almanya’da, Ortaçağdan beri yüksek okullar için
kullanılan latince “studium generale” ya da “universitas literarum” ve fransızca “université”
kelimelerinin karşılığı olarak kullanılır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Darülfünun adıyla bilinen
ilk kurum, 1845'te Sultan Abdülmecid’in isteğiyle “Meclis-i Muvakkat-i Maarif” (Geçici Eğitim
Meclisi) olarak açılmış ve 1848 yılında yapılan düzenleme sonucu bu kurum Darülfünun adını
almıştı. Darülfünun’un kurulduğu dönem dikkate alındığında çağın Avrupa üniversitelerinden
çok geri olduğu görülmektedir. Çünkü bu eğitim kurumunun, yoğunluklu olarak dini temelli
dersler veren Medreselerden tek nüans farkı, yeni gelişmeye başlamış ‘Doğa Bilimleri’ni
‘sembolik’ olarak müfredatında barındırmasıydı. İlmi problemler ve medrese ulemasının
entrikaları Darülfünun’un, Sultan Abdülmecid’in tarafınadan kapatılmasına neden olacaktı.
2
Bunların çoğunluğunu Osmanlı ordusunun eğiminde görevlendirilen asker kökenli kişiler oluşturuyordu.
Ayrıca İstanbul’da bulunan diğer Alman kuruluşlarında çalışan kişiler de vardı. Toplam sayıları 10 bin
kişi olarak belirtilir. Detaylı bilgi için bkz. Alexandra Schäfer-Borrmann: Vom „Waffenbruder“ zum
„türkisch-deutschen Faktotum“. Ekrem Rüştü Akömer (1892-1984), eine bemerkenswerte Randfigur der
Geschichte, Ergon-Verlag, Würzburg, 1998.
3
Büyükelçilik, Hastane, Anaokulu, Özel okullar ve Teutonia Klubu gibi.
4
Weimar Cumhuriyeti, Almanya'da 11 Ağustos 1919’da başlayan ve 30 Ocak 1933’te Adolf Hitler
liderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP)‘nin iktidarı almasına kadar geçen ara
döneme verilen isimdir.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
28
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
Daha sonra bu kurum Abdülhamid döneminde “Darülfünunu Osmani” adını alarak bir nevi
Yüksekokul şeklinde yapılandırılarak ihtivasına ilahiyat, edebiyat ve doğa bilimleri fakülteleri
de eklenmiştir. Ayrıca 1908 Meşrutiyet döneminde Tıp ve Hukuk Fakülteleri dahil edilmiştir
(Hirsch, 1985: 241-242). Osmanlı yöneticileri, Darülfünun’un gelişimini sağlamak için başta
Almanya olmak üzere yurtdışından akademisyen getirmeleri gerektiğinin farkında olsalar da,
dönemin şartları ve iç anlaşmazsızlıklar bu durumu engellemiştir.
Almanya’lı bilim insanlarının Türk Eğitim Sistemi’ne katkıları Osmanlı’nın Birinci Dünya
Savaşı öncesinde kurulan “Alman Eğitim ve Kültür Enstitüsü” koordinatörlüğünde
yapılmaktaydı. Son olarak kurumun başkanlığını Hariciye Vekaleti Egitim Bölümü’nde görevli
alman akademisyen Prof. Dr. Franz yürütmüştür. Bu kurumun ve Prof. Schmidt’in referansıyla
1915 yılının sonbaharında Almanya’dan 20 profesör Darülfunun’da görevlendirilmişti
(Widmann, 1999: 61-62).
Almanya’dan getirilen ve 1933’e kadar Darülfünun’un eğitim sistemini alt yapısını sağlayan
öğretim görevlileri şunlardı (Widmann, 1999: 62.):
1. Dr. Anschütz; Pedagoji ve Psikoloji, Hamburg Üniversitesi
2. Dr. Bergstässer; Semitik Diller, Leipzig Üniiversitesi
3. Dr. Giese; Ural Altay Dilleri, Yakın Doğu Üniversitesi
4. Prof. Dr.Lehmann-Haupt;EskiÇağTarihi,Göttingen und Liverpool Üniversitesi
5. Dr. Obst; Coğrafya, Breslau und Magburg Üniversitesi
6. Dr. Penck; Jeoloji ve Coğrafya, Leipzig Üniversitesi
7. Dr. Leick; Botanik, Grefswald Üniversitesi
8. Prof. Dr. Zarnick; Würzburg Üniversitesi
9. Dr. Hoesch; Organik Kimya, Berlin Üniversitesi
10. Doç.Dr. Arndt; Anorganik Kimya, Breslau Üniversitesi
11. Prof. Dr. Fester; Teknolojik Kimya, Frankfurt / Main Üniversitesi
12. Prof. Dr. Hoffmann; Iktisat, Hannover Üniversitesi
13. Dr. Fleck; Maliye, Kiel Üniversitesi
14. Prof. Dr. Schöborn; Kamu Hukuku, Heidelberg Üniversitesi
15. Doç.Dr. Jacobi; Felsefe, Berlin Üniversitesi
16. Dr. Nord; Medeni Hukuk, Istanbul Konsolosluğunda Sefaret Tercümanı
17. Dr. Mordtmann; Tarih Metodolojisi, Istanbul eski Konsolosu
18. Dr. Unger; Arkeoloji ve Nümizmat, Istanbul Eski Eserler Müzesi’nde uzman
19. Doç.Dr. Richter; Alman Dili ve Edebiyatı, Greifswald Üniversitesi
20. Prof. Dr. J. Würschmidt; Fizik
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
29
Ali Sertpolat
Almanya’dan ‘transfer’ edilen bu öğretim üyeleri, Darülfünun’daki eğitim ve öğretim seviyesini
deneyimsizlik ve ülkenin içinde bulunduğu şartlardan dolayı istenilen seviyeye ulaştırmayı
başaramadılar. Türk yargısının kimi olumsuz tavır ve kararları da Darülfunun’un Avrupa
seviyesinde bir üniversite olması yolunda engel teşkil etmiştir. Mondros Mütarekesi’nin
imzalanmasıyla Darülfünun ağır sarsıntılar yaşamış ve bir süreliğine de olsa eğitime ara vermek
zorunda kalmıştı. Kurum, İngilizlerce kontrol altına alınmış ve görevli yabancı personel,
özellikle de Alman akademisyenler kısa süre içerisinde sınırdışı edilmişlerdir (Dietrich, 1998:
143; Widmann, 1999: 61-62). Bu durum, uzun yıllar Osmanlı topraklarında yaşayan “AlmanCommunity”sini de olumsuz etkileyecekti. Çünkü sahip oldukları tüm gayrimenkuller müttefik
devletlerinin eline geçmişti. Bundan dolayı İstanbul’da kıt şartlarda hayatlarını ikame eden
küçük bir Alman topluluğu, 1924’te Türk-Alman Dostluk Anlaşması’nın imzalanmasına kadar
geçen sürede adeta ‘belirsizlikte bekleme’ dönemi yaşamışlardır. Fakat bu tarihten sonra
Almanlar, İstanbul’a atanan yeni Büyükelçi Rudolf Nadolny’nin yoğun politik kulisleriyle
İstanbul arenasında yeniden etkin rol almayı başarmış ve savaş sonrası İngilizler tarafından el
konulan kendi kuruluşlarının denetimini tekrardan almayı başarmışlardır.5
2. 1933 EĞİTİM REFORMU VE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
1923 ve 1932 yılları arasında Türkiye kamuoyunu en çok meşgul eden konulardan biri de
Darülfünun meselesidir. Çünkü Cumhuriyet'in ilanıyla, önemli sosyo-ekonomik reformlar
gerçekleştirilmesine rağmen ülkenin temel eğitim kurumu Darülfünun henüz pozitif bilimler
alanında kayda değer hiçbir çalışma yapamamıştı. Hatta Cumhuriyet devrimlerine karşı olumsuz
bir tutum aldığı ve resmi devlet ideolojisini yansıtamadığı gibi iddialar da onu rejimle ihtilafa
sürüklemişti (Hirsch, 1985: 242; Namal ve Karakök, 2011: 27-35).
Bütün bu tartışmalara paralel olarak Ankara’da da başka bir üniversitenin kurulma telaşı da
vardı. Bu amaçla 1927 yılında ilk olarak ‘geçici’ bir hukuk fakültesinin kurulmasına karar
verilir. Bu çerçevede Avrupa kıtasında, 1920’lerden sonra kendi alanlarında isim yapmış bir çok
uzman akademisyen getirilerek Ankara’daki üniversiteye yerleştirilir. Bu amaçla 1928 yılında
Türkiye Milli Eğitim Bakakanlığı, Alman Tarım Bakanlığı’ndan müşavir Oldenburg
başkanlığında 11 kişiden oluşan bir heyeti, Ankara’da Ziraat Fakültesi’ni kurmakla
görevlendirir. Kısa sürede çalışmalarına başlayan komisyon altı ay gibi bir süre zarfında
Ankara’da bir çok enstitü ve laboratuvar kurarak “Yüksek Ziraat Okulu”nun temellerini atar.
Yine Türk Hükümetinin direktifleri doğrultusunda bu uzman kadro ilk altı ay ders vermekle de
görevlendirilmişti. Fakat komisyon üyeleri arasındaki kimi görüş ayrılıkları, bazı üyelerin
5
Detaylı bilgi için bk. Rudolf Nadolny: Mein Betrag. Erinnerungen eines Botschafters des Deutschen
Reiches, Hrsg. von Günter Wollstein, Dme-Verlag, Köln 1985, s. 164-203.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
30
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
derslere katılmamasına ve yurdu terk etmesine sebep olacaktı. Ancak sınırlı sayıdaki kişi
derslere girebilmişti. Bu hazırlıklardan sonra “Yüksek Ziraat Enstitüsü” 30 Ekim 1930 tarihinde
resmi olarak hizmete açılır. Bu Enstitü dört fakülteden meydana geliyordu: Tabii Bilimler,
Ziraat, Veteriner ve Ziraai Teknoloji Fakültesi. Enstitüye Rektor müşavir olarak Almanya’nın
Leipzig Üniversitesi’nden Prof. Friedrich Falke atanır. Böylece 1930 yılının kış sömestrisinde
eğitim ve öğretime start verildi. Bu dönemde Türk ögretim görevlilerin yanında dört Alman
akademisyen ( Prof. Eckstein, Prof. Kotte, Prof. Jessen ve Prof. Christiansen-Weniger) ve bir de
Lüksemburglu Hoca (Prof. Lucius) ders vermekteydi (Dalaman, 1998: 93-94; Widmann, 1972:
66-67).
Ankarada’ki enstitünün açılmasıyla Türk Hükümeti, Darülfünun hakkında kesin bir çözüm
arayışına girmiş ve yaptıkları istişareler sonucu şu fikir öne çıkmıştı: Osmanlı’nın medrese ruhu
Darülfünun’de aynı şekilde
devam etmekte olup Cumhuriyetin öngördüğü modernleşme
felsefesinden uzaktır. Ayrıca bu yapı kemalist devrimleri, Türk gelişimine
dönüştürecek
donanıma ve kudrete sahip değildir. Buna müteakip Türk Hükümeti, Darülfünu’un durumunu
tespit etmek ve gerekli çözümler bulması için İsviçre Cenevre Üniversitesinden Prof. Albert
Malche’yi görevlendirmeye karar verir. Türkiye’de sözleşmeli yabancı uzman olarak altı ay
çalışan Malche, 29 Mayıs 1932 tarihinde Üniversitelerin içinde bulunduğu genel durum
hakkında teferruatlı bir rapor hazırlar. Raporda öne çıkan başlıksa Darülfünun tamamen
kapatılması ve yerine Batı Avrupa standartlarına uygun yeni bir üniversitesin kurulmasıydı
(Guttstadt, 2008: 213; Yılmaz, 2001: 13). Malche, Türkiye’de bir üniversite algısı sorunu
olduğunu ve toplumda üniversitelerin sadece bilginin dagıtıldığı yer gibi gören bir zihniyetin
olduğunu ifade eder. Malche ise üniversitede denilince insanların, bilimsel düşünce metodunu
öğreten bir kurumu anlamaları gerektiğini vurgular (Widmann, 1999: 242; Guttstadt, 2008:
213).
Prof. Malche’nin Türk Hükümeti’ne sunduğu raporun ayrıntıları şöyleydi (Widmann, 1999: 45):
1- Türkçe yayımlanan bilimsel bir literatürün eksikliği bulunmaktadır.
2- Ögretim görevlilerine verilen düşük ücretler, onları ek bir iş yapmaya sevk etmektedir.
3- Darülfünun’un halktan ve hükümetten kopuk olmasının en önemli sebebi özerk bir yapı
olmasıdır. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’yla daha sıkı bir işbirliği güdülmelidir.
4- Kullanılan ders metodu hiçbir gelecek vaat etmeyen köhnemiş bir sistemdir. Dersler
ansiklopedik kitap bilgisi şeklinde verilerek bunun ezberlenmesi istenmektedir. Bu durum
bilimin yapısına ters olmakla beraber, gerçek bilimsel çalışma yönelimini de engellemektedir.
5- Türk öğrencilerin yabanci dil bilgisi oldukça yetersizdir. Galatasaray ve Alman Lisesi ile
İngiliz okulu mezunu öğrenciler, yabancı dil konusunda istisnai bir durum oluşturuyorlar.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
31
Ali Sertpolat
6- Bu şartlar göz önüne alındığında, bilimsel çalışmaları yürütebilecek bir kuşağı Darülfünun’da
yetiştirmemiz mümkün değildir. Bu hedef şimdilik kesinlikle yurtdışında yapılmalıdır.
7- İstanbul’un Asya yakasında bulunan Haydar Paşa Tıp Fakültesi’nin stratejik konumu
elverişsizdir, fakülte ivedilikle Avrupa yakasına taşınmalıdır. Çünkü İstanbul’daki hastanelerin
durumu göz önüne alındığında gerçek tıp yaşamın orada anlaşılacaktır.
8- Derslerin çoğu hiçbir fayda sağlamayacak şekilde birbirine paralel olarak verilmektedir.
Örneğin Hukuk Fakültesi, Mülkiye ve Yüksek Ticaret Okulu’nda okutulan dersler gibi.
Milli Eğitim Bakanlığı, Prof. Malche’nin eleştiri ve saptamaları doğrultusunda hazırlanan
raporu ölçü alarak üniversiteleri yeniden yapılandırmayı öngören kanun tasarısını Meclise sevk
eder. Böylece TBMM’nin 31 Mayıs 1933’de 2252 sayılı kanunuyla Darülfünun kapatılmış ve
yerine 1 Ağustos 1933’de İstanbul Üniversitesi’nin açılması kararlaştırılmıştır (Schwartz, 2003:
17).
TBMM’nin İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasıyla ilgili 31 Mayıs 1933’de çıkardığı kanuna
göre;
“Madde 1- İstanbul Darülfünun’u ve ona bağlı bütün müesseseler kadro ve teşkilatlarıyla
beraber 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren kaldırılmıştır.
Madde 2- Maarif Vekilliği 1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren İstanbul'da İstanbul Üniversitesi
adıyla yeni bir müessese kurmaya memurdur. Maarif Vekâleti bu üniversitenin teşkilatına ait
kanun layihasının en geç 1 Nisan 1934 tarihine kadar Büyük Millet Meclisine tevdi eyler.
Madde 6- Darülfünun kadrosuna dâhil olanlardan kurulacak üniversitenin muvakkat kadrosuna
alınacak müderris ve muallimler ile bunların muavinleri ve asistanlar 1931 senesi Darülfünun
bütçe kanununun 10 uncu maddesine göre Darülfünuna verilmekte olan maaşlarını alırlar.
Madde 7- Maarif Vekilliği İstanbul Üniversitesinde bir telif tercüme heyeti kurmağa yetkilidir.
Madde 12- İstanbul Darülfünunu ile ona bağlı müesseselere ait bütün kanunlar ve hükümler 31
Temmuz 1933 tarihinden itibaren kaldırılmıştır.
Madde 13- Bu kanun 1 Haziran 1933 tarihinde yürürlüğe girer. Bu kanunu Bakanlar Kurulu
yürütür.”(Namal
ve
Karakök,
Erişim
Tarihi
11.02.2015:
http://higheredu-
sci.beun.edu.tr/text.php3?id=1519#TOP ).
Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, bu kanunun yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra yaptığı
açıklamada, yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’nin Darülfünun ile hiçbir bağlantısının
bulunmadığını, eski üniversitenin tamamen lağvedildiğini özellikle vurgular. Bakan
Üniversitenin kuruluş amacını “Türkiye’de bilimsel düşünceyi çağdaş uygarlıklar düzeyine
çıkarmak ve bilimsel kültürün temellerini atmak” olduğunu söyler. Ayrıca Bakan nihai
hedeflere varmak için Prof. Malche raporunun dikkate alınacağını ve uluslararası camiada
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
32
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
tanınmış bilim insanların ülkemize getirilmesinin bir zorunluluk halini aldığını da belirtir.
Bakan Galip bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle sürdürür: “Yabancı profesörlerin seçiminde
temel şartımız, kendi ülkelerindeki üniversitelerde de profesör konumuna erişmiş ve isimlerini
ülkelerinin sınırlarının dışında da duyurmuş olmalarıdır. Yeni eğitim kurumumuzu, dünyadaki
benzerlerinin en iyisinden de üstün bir seviyeye mümkün olan en kısa zamanda yükseltebilmek
için, bu müessesenin kuruluş, gelişme ve yükselme aşamalarını asgari süreye indirebilmek için,
genç Türk bilginlerini ehliyetli önderlerin yanında hızla yetiştirebilmek ve nihayet
laboratuvarları, seminerleri ve en geniş anlamıyla öğretimi bilimsel bir tarzda örgütleyebilmek
için, vakit kaybetmeksizin bütün fakültelerde orjinal araştırmalara yeni bir yol açmak ve gerçek
bir üniversite ruhunun ve anlayışının kök salmasını sağlayabilmek için en uygun ve radikal
çözümü, yabancı profesörlerin sayısını mümkün mertebe yüksek tutmakta gördük”
(Hirsch,1985: 243-244).
İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş aşamasında 3 kadro göze çarpmaktadır: Birinci grup
lağvedilen Darülfünun’dan açıkta kalan ve ‘gerçek bilim insanı’ özelliklerini taşıdıkları iddia
edilen kişilerdi. Diğer bir grup ise kemalist ideolojiyı teori ve pratik düzeyde geliştirmek için
Tekparti hükümeti tarafından yurtdışına egitim amaçlı gönderilen, Avrupa’da çok iyi şartlarda
eğitim alıp ülkeye geri dönen genç bir kuşaktı. Üçüncü grup ise bütünüyle yurtdışından getirilen
akademisyenlerden meydana geliyordu (Bozay, 2001: 243; Widmann,1999: 86).
Özetle, Cumhuriyet döneminde ülke gündemini uzun süre meşgul eden Üniversite
Reformları’nın temel ihtivası şu şekildeydi (Yılmaz, 2001: 16; Widmann, 1999: 85):
1- Üniversitelerdeki özerklik kaldırılarak, Batı Avrupa’nın üniversite yönetim modeli
benimsenmiştir. Buna göre Rektör, Milli Eğitim Bakanı’nın teklifi üzerine üçlü kararnameyle,
Dekanlar, Rektörün teklifi ve Milli Eğitim Bakanı’nın kararıyla, Profesörler ise, Fakülte
Kurulu’nun tespit ettiği üç aday arasından Milli Eğitim Bakanı’nın kararı ile atanmaktaydı.
Böylece Üniversite, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çatısı altında toplanmış, idari yönden diğer
okullardan bir farkı kalmamıştır.
2- Darülfünun’un 240 hocasından (88 Profesör, 44 Doçent, 108 başasistan ve asistan) 157’si
islami dünya görüşünü benimsedikleri iddiasıyla görevlerinden alınmıştır. Bunların 71’inin
Ordinaryüs ve Profesör idi. Geri kalan- ki bunlar kemalist ideoljiye yakın kişilerdi- 83 kişi
ögretim görevlisi olarak İstanbul Üniversitesi’ne alındılar.
3- Batı Avrupa üniversitelerinde eğitimini tamamlayıp yurda dönen Türkiyeli akademisyenler
doktora şartı aranmaksızın doçent olarak üniversitelerde göreve başladılar.
4- 1933 Nazi Almanyası’ndan kovulan mülteci Alman profesörlere üniversitelerde iş bulma
imkanı doğmuştur. Bu akademisyenlerden Türkiye’de bilim ve araştırma geleneğini
yerleştirmeleri istenmiştir.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
33
Ali Sertpolat
3. MÜLTECİ AKADEMİSYENLERİN TÜRKİYE’YE GELİŞ SÜRECİ
1918’de Almanya’nın Weimer Cumhuriyeti olarak yeniden adlandırılmasıyla, ülkede
Cumhurbaşkanlık makamı, taşıdığı geniş yetkiler sayesinde politik arenada en paylaşılmaz
mevki olur. Ayrıca Cumhurbaşkanlık seçimleri 7 yılda bir yapılıp doğrudan halk tarafından
belirleniyordu. 1932’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önemli iki aday vardı. Bunlar
eski Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg ve Adolf Hitler idi. 13 mart ve 10 Nisan tarihlerinde
iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi, Hindenburg % 53 oyla alarak kazanırken, Hitler sadece
oyların %36’sını alabilmişti. Bu dönemde Franz von Pappen6 başbakanlığında iktidarda
Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei – NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi
Partisi) bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Hindenburg, 1932 seçimlerinde hükümet kurma görevini
beklenin aksine Hitler’e değil de Franz von Pappen vermişti. Ancak Pappen beklenmedik bir
şekilde 4 Ocak 1933’te Başbakanlık’tan çekileceğini ve görevi Adolf Hitler’e devretmek
istediğini bildirir. Çok geçmeden anlaşıldı ki, bu karar aslında Alman egemen ve kapitalist
sınıfının özellikle de Banka, Entdüstri ve Tarım sektörü patronlarının baskısının sonucu alındığı
ortaya çıkar. Bu politik baskıya karşı Cumhurbaşkanı Hindenburg, ‘istemeyerek’ de olsa 30
Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atadığını deklare eder (Haymatlos, 2000: 28). Böylece
Almanya’da 1945 yılına kadar sürecek ‘Führer’li yıllar başlar.
Mart 1933’te yapılan genel seçimlerde Hitler’in partisi NSDAP % 43,9 alarak birinci parti
olmasına rağmen tek başına iktidar olamadı. Ancak muhafazakâr partinin - Deutschnationale
Volkspartei DNVP (Alman Ulusal Halk Partisi) desteğiyle Hitler, hükümeti kurabildi. Fakat bu
seçimin ‘tarafsızlığı’ ve ‘özgürce’ yapıldığı konusunda ciddi şüpheler ve eleştiriler
bulunmaktadır. Bu iddia göre Hitler, 27 Şubat 1933’te Alman Parlamentosu’ndaki o meşhur
yangını provokasyon olarak organize etmiş, böylelikle “Olağanüstü Hal Kanunu”nun çıkmasını
sağlamıştır. Zira Naziler, daha yangın devam ederken kamuoyunda, yangının komünistler
tarafından çıkarıldığını duyurdular. Çıkarılan bu kanunla hak ve özgürlükler rafa kaldırılmış;
muhalif basının yayınlarına son verilmiş; merkez sağ ve sol partilerin politik faaliyetleri ciddi
derecede
kısıtlandırılmış,
tutuklanılmıştır
(Hirsch,
Sosyal
1985:
Demokrat
202;
ve
Komünist
Akçam,
Parti’nin
Erişim
lider
Tarihi
kadroları
12.02.15:
http://t24.com.tr/haber/hitler-secimle-isbasina-gelmedi,235021).
Nazilerin iktidarı Almanya’daki göçmen kökenli insalar için sonun başlangıcı olacaktı. Führer,
başbakanlık koltuğuna oturduktan birkaç ay sonra, 1 Kasım 1933’te bu konudaki politikasını şu
şekilde açıklar: „Umarım tüm ülkeler kendi problemlerini çözer... Göçmenler ulusların
kaynaklarını kurutmaktadırlar. Almanya için onların yok oluşu büyük bir yükten kurtuluştur.“
(Grossmann, 1969: 67).
6
Fran von Pappen, 1939-1944 yılları boyunca Türkiye'deki Alman büyükelçisiydi.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
34
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
Hitlerin politikası, Nazi ideolojisinden farklı bir dünya görüşüne sahip herkesin ve ’saf aryan’
ırkının genlerini taşımayan hiç kimsenin Almanya’da yaşam hakkı olmadığınaişaret ediyordu.
Şüphesiz bu durumdan en çok etkilenen ve Alman aristokrasi sınıfı ve endüstri sektörünün bel
kemeğini oluşturan ve ‘aryan’ ırkına mensup olmayan Yahudiler idi. Özellikle Nazilerin eğitim
kurumlarında uygulamaya koyduğu yeni ‘kurallar’7 ve antisemitik söylemleri yahudi kökenli
öğretim görevlilerin işini gün geçtikçe çekilmez kılmıştı. Dikta yönetimi bu sistematik
ayrımcılığa dayanan bu politikasını daha somut adımlarla, aynı zamanda ‘de jure’ olarak da
desktelemek için 7 Nisan 1933’te “Devlet Memurluğunu Yeniden Düzenleme Kanunu” (Gesetz
zur Wiederherstellung des Berufsbeamtentums) yürürlüğe koyar. Buna müteakip sistem karşıtı
tüm aydınlar, sanatçılar, yahudi bilim insanları ya kamu hizmetindeki görevleriden
uzaklaştırıldılar ya da toplama kamplarına gönderilmişlerdir (Widmann, 1999: 87-88;
Bozay,2001: 37; Neumark, 1980: 13; Conermann, 2008: 55).
1933’te Türkiye’ye gelen mülteci akademisyenlerden ve kendisi de yahudi asıllı bir hukukçu
olan Prof. Hirsch, sözü edilen kanunun çıkması üzerine yaşadıklarını anılarında şöyle anlatır:
“30 Mart günü, bir ‘Yahudi Boykotu Günü’nden tam iki gün önce, telefonla aranarak Eyalet
Mahkemesi Başkanı Dr. Hempen’in makamına çağrıldım. Dr. Hemden, Eski Prusya eyaleti
Hessen- Nassau’nun o günkü Reich komiseri Dr. Roland Freisler adına, benden, yeni bir haber
gelene kadar hakimlik görevimi yerine getirmemem ricasında bulundu. Ve ben - aynı zulüme
maruz kalmış pek çok arkadaşımın aksine - bu talebi şiddetle redettiğimde de, başkan, kendisine
zorluk mu çıkarmak niyetinde olduğumu sordu. Meselenin bu olmadığını, hakimliğin
bağımsızlığının ve her ikimizin de ettiği hakimlik yemininin uygulanıp uygulanmamasının söz
konusu olduğunu açıkladım. ‘O taktidirde, size şu andan itibaren izinli olduğunuzu resmen
bildiriyorum’, cevabını aldım. Ancak 10 Nisan’da, yani “Devlet Memurluğunu Yeniden
Düzenleme Kanunu”nun yürürlüğe girmesinden birkaç gün sonra, bu sözlü emir bana yazılı
olarak bildirildi. ” (Hirsch, 1985: 205).
3.1. Yardım Cemiyeti’nin Kurulması ve Çalışmaları
Hitler Diktatörlüğü’nün baskıları sonucu Almanya’dan çıkmak zorunda kalan bilim insanları
farklı ülkelere iltica etmeye başladılar. Bunlar arasında, daha sonra Alman ‘mülteci profesörler’
7
Amfi ders salonlarında ‘Hitler selamı’ nın verilmesi, Nazi sembolleriyle ders salonlarının
süslendirilmesi, okullarda tek tip siyah üniformalarının giyilmesi, ‚Hitler yemini’nin kamuya açık
alanlarda yapma zorunluğu gibi. Bunlara katılım sağlamayan ya da direnen akademisyenler ‚Doçent
Kampları’na gönderilmekle tehdit ediliyorlardı. Detaylı bilgi için bkz. Vicktor Klemprer: Ich will Zeugnis
ablegen bis zum letzten. Tagebücher 1933-1945, Hrsg. von Nowojski W., 2 Bande, Aufbau Verlag,
Berlin, 1995).
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
35
Ali Sertpolat
olarak adlandırılan grupta yer alan önemli kişilerden biri de Philpp Schwartz8 idi. Prof.
Schwartz, Zürih’de yaşayan kayınpederinin aracılığıyla aynı şehirde daha çok ingilizlerin
ağırlıkta olduğu “Akademik Mülteciler Kolonisi”ne katılır. Schwartz, akademisyenlerden
oluşan bu göçmen kurumunun çalışmalarını dikkate alarak ve ileriki yıllarda Almanya’da Hitler
zulümunun daha da artacağını hesaba katıp, buraya gelecek akademisyen kökenli insanlara yeni
iş imkanları bulmak için Nisan 1933’te “Alman Bilim Adamları için Danışma Merkezi
(Beratungsstelle für deutsche Wissenschaftler)” ni kurmaya karar verir. Bu kuruluşun
İsviçre’nin en popüler basın yayın organı “Neue Züriche Zeitung” gazetesinde haber konusu
olması, Almanya’da yahudi kökenli ve muhalif akademisyenler arasında bir umut kapısı araladı.
Bu durum aynı zamanda Hitler rejimi tarafından ‘ötekileştirilen’ akademisyenler için yeni bir
umut kapısı demekti. Kısa süre içerisinde başvuru sayısının beklenilenin üzerinde olması Prof.
Schwartz’ı yeni projelere sevk edecekti. Yapılan çalışmalar sonucu, Danışma Merkezi’nin
genişletilmesi kararı alınmış ve bu amaçla Prof. Philipp Schwartz’ın başkanlığında 1933 yılında
“Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti (Notgemeinschaft deutscher
Wissenschaftler im Ausland)” kurulur (Schwartz, 1993: 4; Widmann, 1999: 88; Bozay,
2001:39).9
Schwartz cemiyetin kuruluş ve varlık nedenini anılarında şöyle anlatır: ”Kader bizi bir cemiyet
çatısı altında topladı. Asıl amaç kendimize garantili bir maaş sağlayan iş bulmak değildi.
Kürsülerimizi, yeteneklerimizi geliştirmeye yardımcı olmuş ve ona hizmet etmek için
doğduğumuz ruhun yozlaşmasını engellemek için kapattık. Bugün, daha kovulmamızın
üzerinden altı ay geçmemişken taraftarlarımız var, yalnız değiliz. Sakin ve gururlu bir şekilde
geleceğe bakabiliriz artık. Bilime öğretmen ve kaşif olarak hizmet etmiş herkes yeniden
görevlerine devam edebilecek” (Schwartz, 2003: 63).
Böylece Zürich’in bir ücra köşesinin küçük bir odasında hizmete başlamış Danışma Merkezi
varlıklı İsviçre’lilerin katkılarıyla mekansal ve fiziksel olarak büyük bir kuruma dönüşmüştü.
İngiltere destekli Akademik Yardım Konseyi temsicilerinden Prof. Walter Adams ve Prof.
Charles Gibson Haziran 1933’te Zürich’e yaptıkları ziyarette, Schwartz’a, Yardım Cemiyeti’ni
Londra’ya taşımayı ve daha fazla iş birliği öngören bir çalışma önerirler. Fakat Cemiyet ilk
etapta olası iftiralardan kaçınmak- emperyal devletler tarafından Hitler’e karşı kurulmuş bir
kurum gibi - için bu teklifi kabul edilmez. Sözü edilen cemiyet ile birleşme, güvenlik
gerekçelerinden dolayı ancak 1936’dan sonra vuku buldu (Schwartz, 2003: 9).
8
Philipp Schwartz, Nazi iktidarından önce Frankfurt-Main Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde patoloji ve
patolojik Anatomi profesörüydü. Prof. Schwartz 1933’ten 1953‘e kadar İstanbul Üniversitesi Patoloji
Bölümü‘nde dersler vermiştir.
9
Detaylı bilgi için bkz. Brigitte Hürlimann: Das Vermächtnis des Philipp Schwartz, in: Neue Zürcher
Zeitung, Nr. 45, 23. Februar 2013, S. 37.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
36
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
3.2. Mülteci Akademisyenler İstanbul Yolunda
Yukarıda değinildiği gibi, Türk Hükümeti, Darülfünun’un durumunu rapor eden Prof.
Malche’yi aynı zamanda yeni kurulacak üniversitelere atanacak yabancı akademisyenleri temin
etmekle de görevlendirmişti. Bu çerçevede, Prof. Malche kendi ülkesinde Cemiyet açan mülteci
Alman akademisyenlerle dialog kurar. Cemiyete, Türkiye’de kendi koordinatörlüğünde yapılan
üniversite reformunu hakkında bilgi göndererek, burada ‘istenilen’ profile sahip profesörlere iş
bulabileceğini belirtir. İşe alınmanın ön koşulunu kendi alanlarında ‘isim yapmış’ olmaları
gerektiğini özellikle belirtir. Bunun üzerine Cemiyet, temsilci olarak Prof. Schwartz‘ı Temmuz
1933’de Türkiye’ye göndermeye karar verir. Onu istasyonda Matematik profesörü Kerim Erim
karşılar. Prof. Erim, ona kendisini bekleyen durumla iligi kısaca bir brifing vererek ertesi gün
Ankara’ya yolcu eder (Widmann, 1999: 91; Haymatloz, 2000: 30; Dietrich, 1998: 270;
Schwartz, 2003: 41-42).
6 ve 7 Temmuz tarihinde Ankara’da kalan Prof. Schwartz burada Prof. Malche, Milli Eğitim
Bakanı Dr. Reşit Galip ve diğer yetkililerle görüşür. Schwartz anılarında bu toplantıyı yaklaşık
olarak şöyle anlatır: “Biz tam zamanında geldik. Bakan ve 20 bakanlık çalışanı da
oradaydılar.(...) Dr. Reşit Galip beni samimi bir şekilde karşıladı ve hemen oturumu açtı.
Hemen yanında Prof. Malche oturdu, ben de onu takip ettim; karşı tarafta ise Salih Zeki ve
Rüştü Beyler oturdu. Uzun masanın etrafı reform komisyonu üyeleri ve bakanlık görevlileriyle
doldurulmuştu ve her konuşulanı hızlı bir şekilde not alıyorlardı. Konuşmalar fransızca
yapılıyordu. ‘Bize .... için bir profesör önerir misiniz? Daha önce Yardım Cemiyeti’nince
hazırlanmış, yurtdışına göçmüş ya da buna eğilimi olan Alman profesörlerin bilgilerinin
bulunduğu ajandayı yanıma aldığımdan dolayı üç profesörün adını gecikmeden söyledim. Kısa
özgeçmişlerini okudum, şimdiye kadar olan faaliyetlerine değindim ve Zürih’te kaldığım süre
içerisinde karşılaştığım ikisi hakkındaki kişisel kanaatimi belirttim. Üçünü de listeye alıp
sonradan asıl seçimi yapabileceğini tavsiye ettim. Bize .... için bir profesör önerir misiniz? Bu
sorular tüm bir öğleden sonra boyunca tam otuz kez soruldu ve artan bir gerilimle cevapladım.
Ben ve orada bulunanlar zamanı unutmuştuk. Biliyordum ki, bu saatler Almanya’dan rezil bir
şekilde sürgün edilen kişiler için yeniden varoluş demekti. Batının pisliğinin bulaşmadığı harika
bir ülke keşfediyordum. Böylece Yardım Cemiyeti’nin kuruluşunun ne kadar doğru bir karar
olduğu ortaya çıkıyordu. Bununla Cemiyetin tarihi görevi de kanıtlanmış oluyordu. Görüşmeler
iki düzenli organizmanın arasindaki madde alışverişine dönüşüyordu. Sonunda ücretler ve bazı
temel şartlarda anlaştık. Görüşmelere ara verildiği bir esnada görüşme sonuçlarının resmi olarak
kaydedileceği açıklandı. Tekrar toplandık ve yerlerimizi aldık. Bütün belgeler satır satır
okunarak onaylandı. Bakan ayağa kalkarak ‘bugün alışılmışın da dışında, örneği olmayan bir iş
yapabildiğimiz bir gün oldu. 500 yıl önce İstanbul’u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginler
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
37
Ali Sertpolat
İtalya’ya göç etmiştii ve buna engel olamamıştık. Sonuç olarak orada Rönesans gerçekleşti.
Bugün Avrupa’dan bunun karşılığını alıyoruz. Biz milletimizin kültürel olarak zenginleşmesini
ve yenilenmesini istiyoruz. Bilgi ve yöntemlerinizi getirin, gençlerimize ileriye dönük yolu
gösterin. Size teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.’ dedi. Anlaşmayı imzaladı, ondan sonra da
ben imzaladım” (Hirsch, 1985: 218; Widmann, 1999: 91-92; Şen ve Halm, 2007:218-219).
Prof. Schwartz bu görüşmenin 7 saat sürdüğünü belirtir. Toplantı çıkışında Zürich’e çektiği
telgrafta ‘3 değil 30’ kişinin gerektiğini söyler (Schwartz, 2003: 44). Schwartz tüm toplantılarda
etkin rolü olan Prof. Malche’nin bu son toplantıda neden sessiz kaldığını merak eder. Durumun
farkından olan Malche toplantı sonunda Schwartz’a dönerek: “Konuşmalara çok fazla
katılmadım. Daha çok gözlemlemeyi tercih ettim. Ve problemlerimizin beklenmedik bir şekilde,
mantıklı yaklaşımlarla çözülmesini keyifle izledim. Tüm kararlara uyulacağından emin
olabilirsiniz” der (Schwartz, 2003: 44).
Prof. Schwartz ertesi gün Dr. Galip ile karşılaşır ve anlaşmanın Mustafa Kemal’e sunulduğunu,
kendisinin profesörlerin kabul cevaplarıyla üç hafta içerisinde İstanbul’da beklenildiğini
öğrenir. Bakan Dr. Galip ayrıca, ister toplama kampında, ister serbest olsun, görevi kabul eden
herkesin Türk devletinin bir memuru olarak görülebileceğini ve devletin koruması altında
olacağının garantisini Prof. Schwarza vereceğini söyler. Bakan “Bize zorluk çıkarmazlar.
Onlarla nasıl başa çıkacağımızı biliyoruz” (Schwartz, 2003: 45). Bu gelişmeler üzerine
Schwartz 7 Temmuz’da İsviçre’ye dönerek, söz konusu bilim insanlarıyla irtibat kurmaya
başlar.
Yardım Cemiyeti bir taraftan uygun profildeki akademisyenlerle irtibat kurarken, diğer taraftan
Prof. Nissen ile Prof. Schwartz’ı İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşuna ilişkin teknik konularda
daha fazla bilgi almaları için 25 Temmuz 1933 tarihinde tekrar İstanbul’a gönderir. Türk
Hükümeti, Nissen ve Schwartz’a ilk olarak atılması gereken adımları şöyle sıralar (Widmann,
1999: 93-94):
-
Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi’nin Avrupa yakasına taşınması
-
Beyazıt’taki Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) binasının üniversitenin merkezi
binası olarak toparlanması ve burada bir çok enstitü ile kütüphanenin açılması
-
Diş Hekimliği Okulu ve Biyoloji Enstitüsü için stratejik bir yerin bulunulması
-
Yıldız gözlemevinin kurulması
-
Hastanelerin fakülte kliniklerine dönüştürülmesi
-
Yabancı profesörler için bir çalışma planının hazırlanılması
Prof. Schwartz ve Nissen çalışmalarına devam ederken, ülke Miili Eğitim Bakanı Reşit Galip’in
yaptığı trafik kazası haberiyle çalkalanır. Galip Bey’in rahatsızlığı sonucu 14 Ağustos 1933’te
görevinden ayrılması ve yerine bir süreliğine de olsa Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın vekaleten
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
38
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
yürütmesi, ülkede yabancı profesörlerin gelmesinden rahatsız olan bir kesimin seslerinin
yükselmesine zemin hazırlamıştır. Bu kesim “Osmanlı’nın medrese ruhunu yaşatmak
istediklerini ve üniversitelere yerleştirilecek yabancı akademisyenlerin Osmanlı kültürünü
dejenere edeceği argümanıyla bu projeye karşı çıkıyorlardı. Ayrıca Hükümetin yabancı
akademisyenleri almaktan vazgeçtiği gibi dedikodular da İstanbul’da dolaşmaya başlar. Öte
yandan yeni atanan Milli Eğitim Bakanı Refik Bey, Ankara’da kurulacak yeni enstitü için
Schwarz tarafından önerilen kişilerle ilgili kanaatini de bildirmemesi ve bu durumu sürekli
geçiştirmesi hem Prof. Schwartz’ hem de Malche’de huzursuzluğun dozunun iyice artmasına
neden olur. Bütün bu söylentilerden iyiece tedirgin olan Prof. Schwartz ertesi gün ‘tesadüfen’
Reşit Galip’le karşılaşır. Reşit Galip, Prof. Schwartz’a tüm bu söylentilerin ‘asılsız’ olduğunu
ve reformların planlandığı şekilde yapılacağını kesin bir dille söyler (Schwartz, 2003: 57-58;
Widmann, 1999: 95-96; Hirsch, 1985: 221).
Fakat beklenilen açıklamanın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ‘resmi’ olarak yapılmaması
Prof. Schwartz ve Nissen’in çalışmalarını durdurmasına ve bu belirsizliği Zürich’e de
iletmelerine neden olur. Bunun üzerine Cemiyet, Schwartz üzerinden Milli Eğitim Bakanı Refik
Saydam’dan derhal resmi bir açıklama talep etmiş ve aksi takdirde Türkiye’de bulunma
gerekçelerinin kalmayacağını söylerler. Bu sert ‘ültimatom’ üzerine Bakanlık, ertesi gün ‘daha
önce mütabık kalınan koşulların aynen geçerliği olduğu’ şeklinde beklenilen resmi açıklamayı
yayınlar. Böylece kısa süreli yaşanılan ‘bunalım’ çözülmüş ve Schwartz tekrardan oluşan
olumlu havanın etkisiyle kalan eksikleri tamamlamak üzere Zürich’e gider. Çok geçmeden Türk
Hükümeti’nin tam yetkili temsilcisi Prof. Malche’nin imzasını taşıyan resmi çağrısıyla, maaş
çizelgesi, kontrat süreleri ve şartları Zürich’e ulaşır. Anlaşmalar Prof. Malche’nin kontrolünde
ve Cenevre büyükelçisi Cemal Hüsnü Bey ile adı geçen profesörler tarafından imzalanır.
Yapılan sözleşmelere göre, akademisyenler yalnızca öğretim ve araştırmayla değil, aynı
zamanda mesleği icra edenler için bir takım yetiştirme kurslarının düzenlenmesi ve kamuya açık
çeşitli eğitici faaliyetlerini yapmakla da yükümlüydüler. Dersler, ilk üç yıldan sonra Türkçe
olarak verilecek ve bu alanda okutulacak yayınlar türkçe olarak basılacaktı. İş kontratları süresi
beş yıl geçerli olup sürenin bitiminden beş ay önce fesh edildiği takdirde otomatik olarak sona
erecekti; eğer bu yapılmamışsa kendiliğinden beş yıl daha uzatılmış sayılacaktı. Maaşlar net
olarak, ailevi şartlarda de göz önüne alınarak, aylık 550 ile 750 Türk Lirası arasında
değişmekteydi. O günün Türkiye şartları göz önüne alındığında, maaşların iyi olduğu
konusunda tüm profesörler hemfikirdi. Ayrıca seyehat giderleri, yurtdışından getirelecek
bilimsel malzemenin Türkiye’ye taşınması ve temini konusunda da doğacak tüm masraflar
Türkiye tarafından karşılanacaktı (Widmann, 1999: 96).
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
39
Ali Sertpolat
Prof. Schwartz bütün bu çalışmaları yürütürken kendisinin Türkiye’de çalışmak gibi bir
düşüncesinin olmadığını anılarında defaatle söyler. Fakat bu görevi Milli Eğitim Bakanı ve
Prof. Malche’nin ısrarları sonucu kabul ettiğini anlatır. Schwartz, kontratı imzaladıktan sonra
yaşadığı ‘hissi durumu’ anılarında şöyler yazar: “İçimizde, arkadaşlarımın ve benim bugün hala
duyduğumuz bir huzur hissi ve şükran duygusu gelişiyor ve Türk halkına karşı bağlılığımız
artıyordu” (Widmann, 1999: 96).
Zürich’teki bürokratik işlemlerinin de bitmesiyle 1933 Ekim’in sonlarına doğru Schwartz’ın da
içinde bulunduğu yaklaşık 150 mülteci profesör aileleriyle birlikte İstanbul’a varırlar. Böylece
1933 yılının Kasım ayında bu profesörler denetiminde eğitim ve öğretim yılı başlar (Dietrich,
1998: 273).
1933’te Hitler faşizmin baskıları sonucu ülkerinden ayrılmak zorunda kalan ve Türkiye’de
‘yahudi kökenli Alman mülteci profesörler’ olarak bilinen ve aynı zamanda burada üniversite
hayatının temellerine atan ve ülkede ‘iz’ bırakan akademisyenler şunlardı (Möckelmann, 2013:
13; Bozay, 2001: 43):
-
Tıp Fakültesi: Friedrich Dessauer, Erick Frank, Josef Igersheimer, Adolf Kantorowicz,
Wilhelm Liepmann, Rudolf Nissen, Philipp Schwartz, Max Sgalitzer;
-
Doğa Bilimleri Fakültesi: Fritz Arndt, E. F. Freundlich, Alfred Heilbronn, Arthur v.
Hippel, Richard v. Mises, Willy Prager;
-
Hukuk ve İktisat Fakültesi: Ernst E. Hirsch, Josef Dobretsberger, Richard Honig,
Andreas Schwartz, Fritz Neumark, Karl Stupp ve ‘Alman’ kökenli bilim insanları;
Gerhard Kessler, Wilhelm Röpke ve Alexander Rüstow.
-
Mimarlık Fakültesi: Clemens Holzmeister, Gustav Oelsnar, Bruno Taut.
-
Istanbul’da kalan diğer önemli şahsiyetler: Fritz Baade, Hans Bremer, Wolfram
Eberhard, Albert Eckstein, Otto Gerngross, Emil Gottschlich, August Laqueur, Alfred
Marchionini, Eduard Melchior, Karl Mengens, Paul Pulewka, Georg Rohde, Walter
Ruben, Wilhelm Salomon-Calvi, Martin Wagner, Karl Steuerwald, Alfred Isaac, Kranz
Walther, W. Ernst Caspari, Herbert Dieckmann, Traugott Fuchs, Josef Dobretsberger,
Hugo Braun ve Leo Brauner.
-
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi: Ernst Reuter
-
Ankara Devlet Konservatuvarı: Paul Hindemith ve Carl Ebert
-
Ankara’nın diğer fakültelerinde Ernst Praetorius, Eduard Zuckmayer, Ludwig
Czaczkes, Wolfram Eberhard, Hans Güterbock, Otto Gerngross, Hans Hey, Max Klein,
Benno Landsberger, Hans Kuchenbuch, Berthold Lichtenberger ve Eduard Melchior
adlı profesörler görev yaptı.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
40
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
SONUÇ
Osmanlı üniversitesi Darülfünun’daki eğitime yeniden bir düzen vermeleri için 1918’de Birinci
Dünya Savaşı sonrası çöken
Alman İmparatorluğu’nun yerine kurulan “Weimar
Cumhuriyeti”nden bir çok profesör getirildi. Bunların yaptıkları reformlar ‘kısmi’ bir başarı
sağlamış olsa da uzun vaadede istenilen başarı elde edilemedi. Çünkü savaşın getirdiği olumsuz
koşullar Darülfünun’u eğitimsel anlamda adeta iflasa götürmüştü. 1923’te Cumhuriyet’in
ilanıyla Mustafa Kemal’in hedeflediği ‘muasır medeniyetler seviyesi’ne ulaşmak için yapılan
devrimlerden, ‘asırlık çınar’ Darülfünun da nasibini aldı. Darülfünun özellikle 1924’ten sonra
kendisini esaslı reformlara zorlayan genç Cumhuriyet’in sert eleştirilerinin ve baskısı altında
ancak 1933’e kadar varlığını sürdürebildi (Widmann, 1999: 54-55).
Türk Hükümeti’nin 1933’te
İsviçreli
pedagoji profesörü Malche’yi
görevlendirerek
Darülfünun’un genel durumunu tespit ettirmesi, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin de en
önemli kültür reformlarından birine zemin hazırlamıştır. Bu raporun önerisiyle Darülfünun
kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Bu reform planını önemli kılan bir diğer faktör
de Nazi Almanyası’nın uyguladığı ırkçı ve baskıcı politikalarının kurbanı olan kişilerle aynı
paydada buluşmasıdır. Reform süreci sırasında Almanya’da Hitler liderliğindeki Nazi
Rejimi’nin baskıları sonucu yahudi ve rejime muhalif ‘aryan’ kökenli Alman akademisyenler
ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmışlardı. Elbette İsviçre sürgününde kurulan “Yurtdışındaki
Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti” ve Türk Hükümeti’nin tam yetkili temsilcisi Prof.
Malche’nin yoğun çabaları bu akademisyenlerin geliş sürecini hazırlamış ve bu yolculuğun
resmi bir şekilde yapılmasının temelini hazırlamıştı. Ama bu bilim insanların kısa sürede
Türkiye’ye geliş sürecini sağlayan en önemli etken herşeyden önce onların yeni bir ‘Haymat’
aramaları ve de idealist bir öğretmen ve kaşif olarak hizmet etmek istemeleriydi. Bu
akademisyenlerin çoğunun geçerli pasaportunun olmaması ve İsviçre’de kısa süreli de olsa
sürgün hayatı yaşamaları, en önemlisi de yurtlarından kovulmaları ya da kaçmak zorunda
bırakılmaları, bunların alman ve türk literatüründe ‘mülteci profesörler’ şeklinde betimlemesine
neden olmuştur. Genç Cumhuriyet’in bu önemli atağı, Türkiye’deki üniversite zihniyetine ve
yapılanmasına ‘devrim’ niteliğinde yenilikler getirmiş ve yapılacak bilimsel gelişmelere yeni
perspektifler sunmuştur.
KAYNAKLAR
AKÇAM, Taner: Hitler seçimle işbaşına gelmedi, T24 Haber Sitesi, 23 Temmuz 2013, E.T.
12.02.15, http://t24.com.tr/haber/hitler-secimle-isbasina-gelmedi,235021
BOZAY, Kemal: Exil Türkei. Ein Forschungsbeitrag zur deutschsprachigen Emigration in der
Türkei 1933-1945, LIT Verlag, Münster, 2001.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
41
Ali Sertpolat
CONERMANN, Stephan: „Deutsche Wissenschaftler im türkischen Exil: Zum historischen
Wandel der Anschauungen“, Deutsche Wissenschaftler im türkischen Exil. Die
Wissenschaftsmigration in die Türkei 1933-1945, Hrsg. von C. Kubasek und G. Seufert,
Ergon Verlag, Würzburg, 2008, s.49-67
DALAMAN, Cem: Die Türkei in ihrer Modernisierungsphase als Fluchtland für Deutsche
Exilanten, Freie Universität, Berlin, 1998.
DIETRICH, Anne: Deutschsein in Istanbul, Leske + Budrich Verlag, Opladen, 1998.
GROSSMANN, R. Kurt: Emigration, Europ. Verlag, Frankfurt am Main, 1969.
GUTTSTADT, Corry: Die Türkei, die Juden und der Holocaust, Assoziation A Verlag, Berlin,
2008.
HAYMATLOS: Exil in der Türkei 1933-1945, Eine Ausstellung des Vereins Aktives und des
Goethe-Institutes mit der Akademie der Künste, 8. Januar bis 20. Februar 2000, Verein
Aktives Museum, Berlin, 2000.
HIRSCH, E. Ernst: Hatıralarım. Kayzer Dönemi – Weimar Cumhuriyeti Atatürk Ülkesi, çev.
Fatma Suphi, Türkiye İş Bankası Vakfı, Ankara, 1985.
HÜRLIMANN, Brigitte: Das Vermächtnis des Philipp Schwartz, in: Neue Zürcher Zeitung, Nr.
45, 23. Februar 2013.
KLEMPRER, Vicktor: Ich will Zeugnis ablegen bis zum letzten. Tagebücher 1933-1945, Hrsg.
von Nowojski W., 2 Bande, Aufbau Verlag, Berlin, 1995.
MÖCKELMANN, Reiner: Wartesaal Ankara. Ernst Reuter – Exil und Rückkehr nach Berlin,
Berliner Wiss.-Verlag, Berlin, 2013.
NADOLNY, Rudolf: Mein Betrag. Erinnerungen eines Botschafters des Deutschen Reiches,
Hrsg. von Günter Wollstein, Dme-Verlag, Köln, 1985.
NAMAL, Yücel ve KARAKÖK, Tunay: Atatürk ve Üniversite Reformu (1933), (Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Education
and Science, 2011, Cilt 1, Sayı 1, s. 27-35, E.T. 11.02.2015, http://higheredusci.beun.edu.tr/text.php3?id=1519#TOP
NEUMARK, Fritz: Zuflucht am Bosporus. Deutsche Gelehrte, Politiker und Künstler in der
Emigration 1933-1953, Knecht Verlag, Frankfurt am Main, 1980.
SCHÄFER-BORRMANN,
Alexandra:
Vom
„Waffenbruder“
zum
„türkisch-deutschen
Faktotum“. Ekrem Rüştü Akömer (1892-1984), eine bemerkenswerte Randfigur der
Geschichte, Würzburg, 1998.
SCHWARTZ, Philipp: Notgemeinschaft deutscher Wissenschaftler im Ausland, Institut für
Zeitgeschichte, München, 1993.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
42
Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933)
SCHWARTZ, Philipp: Kader Birliği: 1933 Sonrası Türkiye’ye Göç Eden Alman Bilim
Adamları, yayına haz. Helge Peukert, çev. Nagehan Alçı, Belge Yayınları, İstanbul, 2003.
ŞEN, Faruk / HALM, Dirk: Exil unter Halbmond und Stern. Herbert Scurlas Bericht über die
Tätigkeit
Deutscher
Hochschullehrer
in
der
Türkei
während
der
Zeit
des
Nationalsozialismus Klartext Verlag, Essen, 2007.
WIDMANN, Horst: Exil und Bildungshilfe. Die deutschsprachige Emigration in die Türkei
nach 1933, Peter Lang Verlag, Bern / Frankfurt, 1972.
WIDMANN, Horst: Atatürk ve Üniversite Reformu, Almanca Konuşan Ülkelerden 1933
Yılından Sonra Türkiye’ye Gelen Öğretim Üyeleri, Yaşam Öyküleri, Çalışmaları,
Etkileri, çev. A. Kazancıgil ve S. Bozkurt, Kabalcı Yayınevi, Istanbul, 1999.
YILMAZ, Mehmet Serhat: Darülfünun Reformu- Darülfünun’dan İstanbul Üniversitesine Geçiş
Süreci (1863-1933), Cilt:9,No:1, Kastamonu Eğitim Dergisi, Mart 2001
43
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43
Download