NİMET BİNİCİOĞULLARI İKTİSAT ANABİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOKTORA TEZİ YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ NİMET BİNİCİOĞULLARI ARALIK 2014 İKTİSAT ANABİLİM DALI ARALIK 2014 YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ Nimet BİNİCİOĞULLARI DOKTORA TEZİ İKTİSAT ANABİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ARALIK 2014 iv YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ (Doktora Tezi) Nimet BİNİCİOĞULLARI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Aralık 2014 ÖZET Son yirmi yılda finansal sistemden kaynaklanan yapısal sorunlar dünya ekonomisi için yüksek maliyetli krizlere neden olmuştur. Ayrıca, ulusal düzeyde uygulanan kriz yönetim politikaları finansal piyasalardaki problemleri çözmekte yetersiz kalmıştır. Bundan dolayı 1990’ların sonundan itibaren G20 liderleri ve uluslararası kurumlar krizleri önleme ve krizleri çözme politikaları çerçevesinde finansal sistemin yeniden yapılanmasına odaklanmakta ve küresel finansal sistemi güçlendirmek için farklı önerileri dile getirmektedirler. 2000’lerin başından itibaren önerilen Yeni Finansal Mimari (YFM) kavramı bu çabaların bir ürünüdür. Ancak, birçok ülke YFM arayışları çerçevesinde bir takım finansal düzenlemeleri kademeli olarak uygulamaya başlamasına rağmen 2008 Küresel Krizi ortaya çıkmış ve YFM üzerine tartışmalar yeniden şiddetlenmeye başlamıştır. Türkiye örneğinde YFM’nin finansal sistem üzerindeki etkilerini analiz eden bu tez çalışmasının üç temel amacı bulunmaktadır: (i) YFM’nin önemini ve politika amaçlarını ortaya koymak; (ii) küresel finansal düzenleme araçlarının Türkiye’de ne ölçüde ve ne şekilde uygulandığını incelemek; (iii) finansal düzenleme araçlarının, finansal gelişme, kırılganlık ve sağlamlık düzeyleri üzerindeki etkilerini Türkiye özelinde analiz etmek. Bu amaçla, öncelikle, 1990-2001 ve 2002-2013 alt dönemleri için aylık verilerle finansal gelişme, kırılganlık ve sağlamlık endeksleri oluşturulmakta ve ardından bu üç farklı endeks birleştirilerek Türkiye’nin finansal sistemi hakkında geniş bir çerçeveyi açıklayan ve küresel YFM standartlarıyla ilişkili finansal düzenleme değişkenlerinin etkilerini incelemeye izin veren finansal sistem bileşik endeksi (FSBE) oluşturulmaktadır. Ayrıca bu çalışmada FSBE ve finansal düzenleme değişkenleri arasındaki kısa ve uzun dönem ilişkilerin varlığı Johansen Eşbütünleşme Yöntemi ve Vektör Hata Düzeltme Modeli’ne (VECM) dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Testi kullanılarak analiz edilmektedir. Daha sonra, her bir finansal düzenleme değişkeninin Türkiye için bir düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ve finansal sistemi etkileme dereceleri sırasıyla etki-tepki analizleri ve varyans ayrıştırması kullanılarak araştırılmaktadır. Ampirik sonuçlar 2002-2013 alt döneminde Türkiye’nin finansal sisteminin diğer alt dönemden daha sağlam ve finansal gelişme düzeyi artarken kırılganlıktan daha uzak olduğunu göstermektedir. Bilim Kodu : 1119.2.043 Anahtar Kelimeler : Yeni Finansal Mimari, Basel Kriterleri, Finansal Sistem Bileşik Endeksi, VECM, Ayrıştırması Sayfa Adedi : 287 Tez Danışmanı : Prof. Dr. Şiir YILMAZ Etki-Tepki Fonksiyonları ve Varyans v THE ANALYSIS OF EFFECTS OF NEW FINANCIAL ARCHITECTURE ON FINANCIAL SYSTEM: THE CASE OF TURKEY (Ph. D. Thesis) Nimet BİNİCİOĞULLARI GAZİ UNIVERSITY GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES December 2014 ABSTRACT In last two decades, structural problems stemming from the financial system had been caused the high costly financial crisis for world economy. Furthermore, crisis management policies implemented at the national level had not been sufficient at solving the problems in financial markets. Hence, the G20 leaders and international institutions have been focusing on restructuring of the financial system and voicing different suggestions to strengthen the global financial system within the framework of crisis prevention and resolution policies since the end of 1990s. The term of new financial architecture (NFA) having been suggested since the early 2000s is outcome of these efforts. Neverthless, although many countries began to implement gradually the some new financial regulations at the framework of NFA, 2008 Global Crisis had occured and debates on NFA have began to blaze. In this thesis study analyzing the effects of NFA on the financial system in case of Turkey have three basic aims: (i) to demonstrate the importance and policy objectives of the NFA, (ii) to examine what extent and in what way of implementing the global financial regulation instruments in Turkey, (iii) to analyze the effects of financial regulation instruments on the levels development, fragility and soundness of financial system in case of Turkey. For this purpose, firstly a financial development, fragility and soundness indexes are created for the subperiods of 1990-2001 and 2002-2013 with monthly datas and then financial system composite index (FSBE) which explains a broad framework about financial system of Turkey and allows to examine the effects of financial regulation variables relating with the standarts of global NFA on the financial system is created by combining these three different indixes. Moreover, in this study, the existence of long and short-term relations between the FSBE and financial regulation variables are analyzed by using Johansen Cointegration Test and Augmented Granger Causality Test based on Vector Error Correction Model (VECM). Afterward, the availability of each financial regulation variable as a regulation instrument and the degree of influence of the financial system are investigated respectively by using impulse-response analyze and variance decomposition for Turkey. The emprical evidences indicate that in 2002-2013 subperiod financial system of Turkey is more soundness than the other period and while the level of financial development increases, Turkish financial system moves away from financial fragility. Science Code : 1119.2.043 Key Words : New Financial Architecture, Basel Criteria, Financial System Composite Index, VECM, Impulse-Response Functions and Variance Decomposition Page : 287 Supervisor : Prof. Dr. Şiir YILMAZ vi TEŞEKKÜR Tez çalışmasının hazırlanmasında sağladığı katkılarından dolayı öncelikle değerli hocam ve tez danışmanım Prof. Dr. Şiir YILMAZ’a, Tez İzleme Komitesi Üyeleri Prof. Dr. M. Tuba ONGUN’a ve Prof. Dr. Sinan SÖNMEZ’e, çalışmanın ekonometrik bölümünü emeği ve değerli katkılarıyla tamamlamamı sağlayan Doç. Dr. Hakkı Ozan ERUYGUR’a ve Prof. Dr. Hakan BERUMENT’e, görüşleri ve önerileri ile bana yardımcı olan değerli hocam Doç. Dr. İbrahim TOKATLIOĞLU’na teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Doktora programına başladığım ilk günden itibaren akademik bilgisiyle, yardımlarıyla ve sağladığı güvenle her zaman yanımda olan Arş. Gör. Dr. Serdar VARLIK’a şükranlarımı sunarım. Kendisinin anlayışı ve desteği olmasaydı, bu çalışmanın tamamlanması mümkün olmazdı. Bunun yanında desteğini sürekli hissettiren ancak adını burada sayamadığım tüm çalışma arkadaşlarıma ve hayatım boyunca bana her konuda anlayış gösteren, yanımda olan ve beni bugünlere getiren değerli aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım. vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET .................................................................................................................................... iv ABSTRACT ........................................................................................................................... v TEŞEKKÜR .......................................................................................................................... vi İÇİNDEKİLER ....................................................................................................................vii ÇİZELGELERİN LİSTESİ................................................................................................... xi ŞEKİLLERİN LİSTESİ ..................................................................................................... xiii KISALTMALAR ................................................................................................................. xv 1. GİRİŞ............................................................................................................................... 1 2. FİNANSAL PİYASALAR: KURAMSAL ÇERÇEVE ..................................... 9 2.1. Finansal Serbestleşme Yanlısı Yaklaşımlar ................................................................ 9 2.1.1. Finansal baskı kuramı: McKinnon-Shaw ve Kapur modeli ............................... 10 2.1.2. Etkin piyasa kuramı ........................................................................................... 13 2.2. Finansal Serbestleşmeye Eleştirel Yaklaşımlar ....................................................... 15 2.2.1. Keynes ve Post Keynesyen yaklaşım ................................................................. 16 2.2.2. Yeni yapısalcı yaklaşım ..................................................................................... 19 2.2.3. Grabel’in spekülatif gelişme modeli .................................................................. 21 2.3. Finansal Gelişme ...................................................................................................... 23 2.3.1. Kavram ............................................................................................................... 23 2.3.2. Kuramsal çerçeve ............................................................................................... 25 2.3.2.1. Talep-takipli ve arz-öncüllü finansal gelişme hipotezleri ........................... 25 2.3.2.2. Gelişme safhası hipotezi ............................................................................. 28 3. YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİ ............................................................ 31 3.1. Küresel Finansal Sistemin Dönüşümü: Kısa Tarih ................................................... 31 3.2. 1990’lı Yılların Finansal Krizleri: Krizlerin Oluşumu ve Etkileri............................ 37 viii 3.3. İktisat Yazını Araştırması: Kavram ve Amaçlar ....................................................... 44 3.4. Yeni Küresel Finansal Mimari: 1998-2007 Dönemi ................................................ 49 3.4.1. Denetim ve gözetim çerçevesine ilişkin düzenlemeler ...................................... 49 3.4.1.1. Uluslararası kuruluşlar ve üstlendikleri roller............................................. 50 3.4.1.2. Basel Bankacılık Denetim Komitesi ve faaliyetleri .................................... 56 3.4.2. Bankacılık düzenlemeleri................................................................................... 58 3.4.2.1. Kuramsal çerçeve ........................................................................................ 59 3.4.2.2. Sermaye düzenlemeleri: Basel-I ................................................................. 63 3.4.2.3. Basel-I’in revizyonu: Basel-II..................................................................... 67 3.5. 1998-2007 Dönemi Yeni Küresel Finansal Mimariye Eleştiriler ............................. 71 3.6. 2008 Küresel Finansal Krizi ..................................................................................... 77 3.7. 2008 Küresel Finansal Krizin Ardından Yeniden Düzenleme Çabaları ................... 82 3.7.1. Uluslararası zirveler ve alınan kararlar .............................................................. 82 3.7.1.1. Washington Zirvesi- 2008........................................................................... 83 3.7.1.2. Londra Zirvesi- 2009 .................................................................................. 85 3.7.1.3. Pittsburgh Zirvesi- 2009 ............................................................................. 86 3.7.1.4. Toronto Zirvesi- 2010 ................................................................................. 87 3.7.1.5. Seul Zirvesi- 2010 ....................................................................................... 88 3.7.1.6. Cannes Zirvesi- 2011 .................................................................................. 89 3.7.1.7. Los Cabos Zirvesi- 2012 ............................................................................. 90 3.7.1.8. Saint Petersburg Zirvesi-2013..................................................................... 91 3.7.2. Bankacılık sisteminin yeniden düzenlenmesi .................................................... 92 3.7.2.1. Gölge bankacılık sistemi ve düzenleme girişimleri .................................... 92 3.7.2.2. Basel 2,5 ...................................................................................................... 97 3.7.2.3. Asgari sermaye yükümlülüğünün revizyonu .............................................. 98 3.7.2.4. Risk yönetiminin ve denetimin geliştirilmesi ........................................... 100 3.7.2.5. Piyasa disiplininin revizyonu .................................................................... 102 ix 3.7.2.6. Basel-III .................................................................................................... 103 3.7.2.7.Sermayeye ilişkin yeni düzenlemeler ........................................................ 104 3.7.2.7.1. Likidite düzenlemeleri ....................................................................... 105 3.8. Genel Bir Değerlendirme ........................................................................................ 107 4. TÜRKİYE’NİN KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM SÜRECİ 113 4.1. 1980 Sonrası Yapısal Dönüşüm Politikaları ........................................................... 114 4.1.1. Makroekonomik ve finansal reformlar: 1980-1988 ......................................... 115 4.1.1.1. Makroekonomik reformlar ........................................................................ 115 4.1.1.2. Finansal reformlar ..................................................................................... 117 4.1.2. Sermaye hesabının serbestleştirilmesi: 1989 sonrası ....................................... 120 4.2. 1989-1999 Döneminde Finansal Sistemin Görünümü ve Yapısal Sorunlar ........... 125 4.3. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Finansal Krizleri ......................................................... 131 4.3.1. Kriz öncesi reformlar ve krizlerin oluşumu ..................................................... 131 4.3.2. Krizlerin bankacılık kesimine etkileri ve kriz yönetimi .................................. 136 4.3.3. Bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi .............................................. 142 4.3.3.1. Kamu bankaları ve özel bankalar .............................................................. 143 4.3.3.2. TMSF bünyesindeki bankalar ................................................................... 145 4.4. 2008 Küresel Finansal Krizi’nin Türkiye Finansal Sistemine Etkileri ................... 146 4.5. Türkiye’nin Yeni Küresel Finansal Mimariye Uyum Çabaları: 2001 Sonrası ....... 154 4.5.1. Bankacılık sisteminde yasal ve kurumsal düzenlemeler .................................. 155 4.5.1.1. Denetim ve gözetim sisteminin güçlendirilmesi ....................................... 155 4.5.1.2. Sermaye düzenlemeleri ............................................................................. 159 4.5.1.3. Likidite yapısının güçlendirilmesi ............................................................ 164 4.5.1.4. Mevduat güvence sistemi ve TMSF ......................................................... 168 4.5.1.5. Gölge bankacılık sisteminin düzenlenmesi ............................................... 171 4.5.2. Makro ihtiyati politika çerçevesinin ve araçlarının geliştirilmesi.................... 173 x 5. TÜRKİYE’NİN YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM SÜRECİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ......................... 177 5.1. Türkiye İçin Finansal Sistem Bileşik Endeksi ........................................................ 177 5.1.1. Finansal gelişme endeksi ................................................................................. 181 5.1.2. Finansal sağlamlık endeksi .............................................................................. 191 5.1.3. Finansal kırılganlık endeksi ............................................................................. 198 5.1.4. Finansal sistem bileşik endeksi ........................................................................ 206 5.2. Finansal Sistem Bileşik Endeksi ile Finansal Düzenlemeler Arasındaki İlişki ...... 209 5.2.1. Yöntem ............................................................................................................. 209 5.2.1.1. Eşbütünleşme ve vektör hata düzeltme mekanizması ............................... 209 5.2.1.2. Etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizleri ...................... 213 5.2.2. Veri setinin tanımlanması: Finansal düzenleme değişkenleri .......................... 217 5.2.3. Tahmin sonuçları: 1990-2001 .......................................................................... 222 5.2.3.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve geliştirilmiş Granger nedensellik analizlerinin sonuçları ............................................... 222 5.2.3.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans ayrıştırması sonuçları ................................................................................. 227 5.2.4. Tahmin sonuçları: 2002-2013 .......................................................................... 231 5.2.4.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve Granger nedensellik analizlerinin sonuçları ............................................................. 231 5.2.4.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans ayrıştırması sonuçları ................................................................................. 235 5.2.5. Dönemler arası karşılaştırma ........................................................................... 238 6. SONUÇ ....................................................................................................................... 244 KAYNAKLAR .................................................................................................................. 256 EKLER ............................................................................................................................... 282 EK-1. Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri ........................... 283 EK-2. 1990-2001 Dönemi .............................................................................................. 286 EK-3. 2002-2013 Dönemi .............................................................................................. 287 ÖZGEÇMİŞ ....................................................................................................................... 288 xi ÇİZELGELERİN LİSTESİ Çizelge 2.1. Finansal Kesim ile Reel Kesim İlişkisinin Tespitine Yönelik Çalışmalar ...... 27 Çizelge 3.1. Finansal Serbestleşme ve Finansal Krizler ...................................................... 35 Çizelge 3.2. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (a) ........................... 39 Çizelge 3.3. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (b) .......................... 40 Çizelge 3.4. Makro ve Mikro İhtiyati Göstergeler ............................................................... 41 Çizelge 3.5. Finansal Krizlerin Neden Olduğu Üretim Kayıpları ....................................... 43 Çizelge 3.6. Yeni Finansal Mimarinin Farklı Tanımları...................................................... 45 Çizelge 3.7. Uluslararası Finansal Mimaride Taraflar ve Hedefleri .................................... 48 Çizelge 3.8. Finansal Mimarinin Anahtar Standartları ve Kodları, Aktörleri ve Üstlendikleri Roller ........................................................................................ 53 Çizelge 3.9 Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler: 2006 Yılı ile 2012 Yılı Karşılaştırması ................................................................................................ 57 Çizelge 3.10. Basel-I: Sermaye Bileşenleri ......................................................................... 64 Çizelge 3.11. Basel-I: Varlıkların Risk Ağırlığı .................................................................. 65 Çizelge 3.12. Basel-II’nin Kapsamı ..................................................................................... 67 Çizelge 3.13. Basel-II: Risk Ölçüm Modelleri .................................................................... 69 Çizelge 3.14. Basel-I ile Basel-II’nin Karşılaştırılması ....................................................... 71 Çizelge 3.15. 1998-2008 Dönemi Küresel Finansal Sistemin Düzenlenme Çerçevesi: Sınırötesi Sistemik Riskin Kaynakları* ......................................................... 77 Çizelge 3.16. 2008 Washington Zirvesi’nde Belirlenen Çalışma Alanları .......................... 84 Çizelge 3.17. 2009 Londra Zirvesi: Acil Eylem Planı ve Orta Dönem Eylem Planı .......... 85 Çizelge 3.18. Gölge Bankacılık Sistemine İlişkin Düzenleme Girişimleri ......................... 94 Çizelge 4.1. Temel Makroekonomik Göstergeler (1980-1988) ......................................... 116 Çizelge 4.2. Finansal Sisteme İlişkin Göstergeler (1980-1988) ....................................... 120 Çizelge 4. 3. 3 Temel Makroekonomik Göstergeler (1989-1999) ..................................... 123 Çizelge 4. 4. Finansal Göstergeler (1988-1999, %GSYH) ................................................ 126 Çizelge 4. 5. Bankacılık Kesimine İlişkin Göstergeler (1988-1999) ................................. 130 xii Çizelge 4.6. Kriz Öncesi Yapısal Reformlar ..................................................................... 133 Çizelge 4. 7. Temel Makroekonomik Göstergeler (2000-2002) ........................................ 135 Çizelge 4.8. Türk Bankacılık Sistemi Bilançosu (2000-2001) .......................................... 140 Çizelge 4.9. Kamu Bankalarının Yapılandırılması ............................................................ 143 Çizelge 4.10. Denetim ve Gözetim Çerçevesinin Güçlendirilmesine İlişkin Yönetmelik ve Tebliğler ............................................................................... 156 Çizelge 5.1. Finansal Gelişme Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi ..................................................................................................... 183 Çizelge 5.2. Finansal Gelişme Endeksi Bileşenleri ........................................................... 189 Çizelge 5.3. Finansal Sağlamlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi ..................................................................................................... 193 Çizelge 5.4. Finansal Sağlamlık Endeksi Bileşenleri ........................................................ 196 Çizelge 5. 5. Finansal Kırılganlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi ..................................................................................................... 200 Çizelge 5. 6. Finansal Kırılganlık Endeksi Bileşenleri ...................................................... 204 Çizelge 5.7. Analizde Kullanılan Değişkenler ................................................................... 218 Çizelge 5.8 Birim Kök Testleri (1990-2001) ..................................................................... 223 Çizelge 5.9Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (1990-2001) ...................................... 224 Çizelge 5. 10. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (1990-2001) ........................... 224 Çizelge 5. 11. Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (1990-2001) ................ 225 Çizelge 5. 12 VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test Sonuçları (1990-2001) .................................................................................. 226 Çizelge 5.133. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (1990-2001) ............... 229 Çizelge 5.14. Birim Kök Testleri (2002-2013) .................................................................. 231 Çizelge 5.15. Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (2002-2013) .................................. 232 Çizelge 5. 16. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (2002-2013) ........................... 232 Çizelge 5.17.Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (2002-2013) ................... 234 Çizelge 5. 18. VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test Sonuçları (2002-2013) .................................................................................. 234 Çizelge 5.19. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (2002-2013) ................ 237 xiii ŞEKİLLERİN LİSTESİ Şekil 3.1. Dünya Ekonomilerinde Reel Büyüme Oranları ................................................... 34 Şekil 3.2. Doğu Asya Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%) ........................................... 42 Şekil 3.3. Latin Amerika Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%) ...................................... 43 Şekil 34. Dünya Ekonomileri, Euro Bölgesi ve ABD Reel Büyüme Oranları (%) ............. 78 Şekil 3.5. Toplam Finansal Varlıkların GSYH Payı (20 Ülke* ve Euro Bölgesi)............... 96 Şekil 3.6. Banka Dışı Finansal Aracıların Toplam Varlıklarının GSYH Payı (20 Ülke* ve Euro Bölgesi) ............................................................................ 97 Şekil 4.1. Finansal Sistemin Gelişimi (1970-1988) ........................................................... 118 Şekil 4.2. Ne+t Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ............................................................. 122 Şekil 4.3. Sermaye Piyasası Göstergeleri .......................................................................... 127 Şekil 4.4. Parasal Göstergeler (1980-1999, %GSYH) ....................................................... 128 Şekil 4.5. Banka Gruplarının Sektör İçindeki Aktif Payları (%) ....................................... 129 Şekil 4.6. İMKB Ulusal 100 Endeksi................................................................................. 134 Şekil 4.7. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin Bankacılık Kesimine Etkileri ............ 137 Şekil 4.8. Banka Sayısı (1980-2001) ................................................................................. 138 Şekil 4.9. Bankacılık Kesiminde Finansal Göstergelerin Gelişimi (%GSMH) ................. 141 Şekil 4.10. Konut Kredilerinin Gelişimi ............................................................................ 148 Şekil 4.11. Hisse Senedi Piyasası Göstergeleri .................................................................. 149 Şekil 4.12. İMKB Ulusal 100 Endeksi............................................................................... 150 Şekil 4.13. Kriz Döneminde Bankacılık Kesiminin Kredileri ve Kârlılığı ........................ 151 Şekil 4.14. Kredilerin TP/YP Kompozisyonu.................................................................... 152 Şekil 4.15. VIX Endeksi 2000-2012 .................................................................................. 152 Şekil 4.16. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu (1993-2001) ..................................................................................................... 162 Şekil 4.17. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu (2002-2012) ..................................................................................................... 163 Şekil 4.18. Bankaların Likidite Yapısı (1993-2001) .......................................................... 166 xiv Şekil 4.19. Bankaların Likidite Yapısı (2002-2012) .......................................................... 167 Şekil 4.20. Mevduatın Krediye Dönüşüm Oranı (%, 1980-2012) ..................................... 170 Şekil 5.1. Finansal Gelişme Endeksi.................................................................................. 190 Şekil 5.2. Finansal Sağlamlk Endeksi ................................................................................ 197 Şekil 5.3. Finansal Kırılganlık Endeksi ............................................................................. 205 Şekil 5. 4. Finansal Sistem Bileşik Endeksi ....................................................................... 208 Şekil 5.5. Değişkenlerin Zaman Seyri ............................................................................... 222 Şekil 5.6. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin Tepkisi (1990-2001) .................................................................. 228 Şekil 5.7. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin Tepkisi (2002-2013) ..................................................................................... 235 xv KISALTMALAR Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur. Kısaltmalar Açıklamalar ABD Amerika Birleşik Devletleri APİ Açık Piyasa İşlemleri BDDK Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu BCBS Basel Bankacılık Denetim Komitesi BIS Uluslararası Ödemeler Bankası CCL Koşullu Kredi Kolaylığı CDO Teminata Dayalı Borç Senedi CDS Temerrüde Düşmüş Kredi Swapları CPSS Ödeme ve Denkleştirme Sistemleri Komitesi DB Dünya Bankası DİBS Devlet İç Borçlanma Senedi FATF Finansal Eylem Görev Grubu FGE Finansal Gelişme Endeksi FKE Finansal Kırılganlık Endeksi FSAP Finansal Sektör Değerlendirme Programı FSB Finansal İstikrar Kurulu FSBE Finansal Sistem Bileşik Endeksi FSE Finansal Sağlamlık Endeksi FSF Finansal İstikrar Forumu GEGP Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı GOÜ Gelişmekte Olan Ülke GSMH Gayri Safi Milli Hasıla GSYH Gayri Safi Yurtiçi Hasıla GÜ Gelişmiş Ülke G20 20 Grubu IAIS Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi IASC Uluslararası Denetim Standartları Komitesi xvi Kısaltmalar Açıklamalar IFAC Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu IMF Uluslararası Para Fonu IOSCO Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü IRC İlave Risk Sermaye Yükümlülüğü İDD İçsel Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşım İMKB İstanbul Menkul Kıymetler Borsası KKBG Kamu Kesimi Borçlanma Gereği LLR Son Borç Başvuru Mercii LCR Likidite Karşılama Rasyosu LTV Kredi/Teminat Rasyosu NSFR Net İstikrarlı Fonlama Rasyosu OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OTC Tezgah Üstü Piyasa PCA Temel Bileşenler Analizi ROD Risk Odaklı Denetim ROSCs Standart ve Kodlara Uyum Raporları SCAV Kırılganlıkları Değerlendirme Daimi Komitesi SDDS Özel Veri Yayınlama Standardı SPK Sermaye Piyasası Kurulu SRF Destekleyici Rezerv Kolaylığı SYR Sermaye Yeterlilik Rasyosu TCMB Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası TMSF Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TP Türk Parası VAR Vektör Otoregresyon Modeli VECM Vektör Hata Düzeltme Modeli YFM Yeni Finansal Mimari YP Yabancı Para YYP Yeniden Yapılandırma Programı 1 1. GİRİŞ Faiz oranları üzerindeki kısıtlamaların finansal sistemi baskılayarak ekonomik gelişmeyi olumsuz yönde etkilediğini ileri süren McKinnon-Shaw hipotezi ve finansal sistemin dışa açılma yönündeki baskıları, 1970’li yılların başlarında finansal serbestleşmeye dönük politikalara öncülük etmiştir. Bu doğrultuda, önce gelişmiş ülkelerin, daha sonra gelişmekte olan ülkelerin yürüttüğü kuralsızlaştırma politikaları çerçevesinde yurtiçi finansal piyasalar uluslararası finansal piyasalara açılmıştır. 1980’li yıllardan itibaren dalgalı döviz kuru rejimine geçilmesi ve sermaye hareketliliği önündeki engellerin kaldırılmasıyla, uluslararası finansal sistem dünyada giderek bütünleşmeye başlamış ve dünya ekonomisinde yeni bir döneme girilmiştir. Finansal serbestleşme sürecinin hız kazanması ile birlikte finansal piyasalardaki oynaklıkların neden olduğu istikrarsızlıklar, 1990’lı yıllarda sıklıkla yaşanan finansal krizleri de beraberinde getirmiştir. 1990’lı yılların yeni finansal ortamında küresel ekonomik sistemin küçük bir parçasında meydana gelen bir bozulma, küresel erimeye neden olmaktadır. Bu nedenle, küresel finansal piyasaların bütünleşmesi önceleri risk paylaşımı açısından olumlu olarak değerlendirilmiş, sıklıkla yaşanan finansal krizler ise bu olumlu bakış açısını değiştirmiştir. Krizlerin finansal sistemin gelişimiyle hız kazanması, uluslararası kuruluşlarca ve akademik çevrede krizlerden korunma ve kriz yönetimi için yeni düzenleme arayışlarını gündeme getirmiştir. 1994 Meksika Krizi’nin ardından finansal sistemin küresel düzeyde güçlendirilmesine ve dünya ekonomisinin krizler karşısında korunmasına yönelik başlatılan düzenlemeler, iktisat yazınında yeni finansal mimari (YFM) olarak adlandırılmıştır. Bu çerçevede, 1995 yılında Halifax Zirvesi’nde toplanan G7 ülkelerinin liderleri, ilk defa finansal mimariye yönelik olarak küresel alanda ortak kriz yönetimi geliştirmenin ve düzenleme ve denetim politikaları hususunda uluslararası işbirliğini artırmanın önemini vurgulamışlardır. Halifax Zirvesi’nin ardından 1997 yılında meydana gelen Doğu Asya Krizi ve bunun Rusya’da neden olduğu moratoryum, 1998 yılının üçüncü çeyreğinde Brezilya ve Türkiye’nin de dahil olduğu küresel finansal piyasalarda bozulmaya öncülük etmiştir. Böylece, küresel finansal sistemden kaynaklanan zayıflıkların yurtiçi finansal piyasalardaki istikrarsızlığı tetiklemesi ve ulusal düzeyde uygulanan politikaların sorun çözmede yetersiz kalması, küresel finansal sistemin yeniden mimarisinin önemini ortaya koymaktadır. 2 YFM kavramı, 2000’li yılların başından itibaren uluslararası iktisat yazınında sıklıkla kullanılmaktadır. Bu tarihten itibaren hız kazanan küresel finansal sistemi yeni finansal ortam koşullarına uyumlaştırma girişimleri, çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülke temsilcileri ve uluslararası kuruluşlar tarafından yürütülmektedir. Bu çerçevede 1994 Meksika ve 1997 Doğu Asya Krizi deneyimi neticesinde öne sürülen reformlar, bütünüyle yeni bir finansal sistem yaratma amacı taşımamakta, temelde mevcut küresel finansal sistemi güçlendirme, kırılganlıktan uzak bir küresel finansal sistem oluşturma amacını taşımaktadır. Bunun için öncelikle, bankacılık sisteminin denetimi çerçevesinde Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank for International Settlements; BIS) öncülüğünde Basel Bankacılık Denetim Komitesi tarafından küresel standartlar geliştirilmiştir. Denetim otoritelerinin denetim gücü ve işlevleri yanında, bankalar için ihtiyati düzenleme ve yükümlülükleri kapsayan “Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler” başlıklı doküman Basel Komitesi tarafından hazırlanmıştır. Bankacılık faaliyetleri, sınırötesi bankacılık, risk yönetimi, sermaye yeterliliği ve piyasa riski gibi unsurları kapsayan doküman, küresel krizin etkisiyle revize edilmiştir. Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund; IMF) ve Dünya Bankası (DB) tarafından finansal istikrarın ve finansal gelişmenin değerlendirilmesinde kullanılan Finansal Sektör Değerlendirme Programı, Basel Komitesi’nin geliştirdiği söz konusu temel bankacılık ilkelerinden yola çıkmaktadır. Buna göre Değerlendirme Programı kapsamındaki raporlar, ülkelerin finansal sistemine ilişkin gelişmelerin izlenmesine ve küresel standartlara yakınlaştırmaya yönelik gelişmelerin gözetimine imkan vermektedir. Basel Komitesi, küresel sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini uyumlaştırmak amacıyla 1988 yılında Basel-I olarak adlandırılan ilk Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı’nı yayımlamıştır. Basel-I, uluslararası bankacılık sisteminde sermaye yeterliliğine ve risk değerlendirme standartlarına ilişkin ilk girişim olarak değerlendirilmektedir. Ancak 1999 yılı ikinci çeyreğine kadar yürürlükte kalan Basel-I, bankaları riskli ve faiz oranı yüksek varlıklara yöneltmiş, 1990’lı yılların sonunda Doğu Asya Krizi örneğinde olduğu gibi, dış borç krizlerinde önemli rol oynamıştır. Bu nedenle Basel Komitesi, bankaların finansal konumlarını ve risk düzeylerini ele alan çalışmalarını geliştirerek 2004 yılında Basel-II Sermaye Uzlaşısı’nı yayımlamıştır. Basel-I’in eksikliklerinin giderilmesi amacıyla hazırlanan Basel-II reform paketi, üç Yapısal Blok üzerine inşa edilen ve bankacılık sermaye yapısına ilişkin düzenlemelerin yanında, denetime ve piyasa disiplinine ilişkin unsurların da dahil edildiği bir çerçeve görünümündedir. Ancak yayımlandığı 2004 tarihinden sonra ilerleyen dönemde çok sayıda ülkede uygulamaya geçirileceği beklentisiyle oluşturulan 3 Basel-II, 2008 Küresel Krizi’nin başlamasıyla beklenilen düzeyde uygulanma imkanı bulamamıştır. 2007 yılı Temmuz ayında Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) başlayan finansal kriz, 2008 yılında tüm dünyayı etkisi altında bırakarak küresel bir krize dönüşmüştür. Finansal sistemin mimarisine yönelik atılan adımlara rağmen yaşanan küresel kriz, iktisat yazınında ve akademik çevrede küresel finansal mimariye ilişkin standartların yetersizliğine işaret etmiş, eksikliklerin giderilmesinin ve yeniden düzenleme girişimlerinin gerekliliğinin önemini ortaya koymuştur. Bunun üzerine Basel Komitesi, öncelikle küresel krizin ortaya çıkış nedenlerinden yola çıkarak, bankaların menkul kıymetleştirme pozisyonlarına yönelik düzenlemelerin yetersiz olduğunu ve banka bilançolarında piyasa riskine ilişkin hesaplamaların yeniden düzenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Basel-II’de yer alan ve her üç Blok için iyileştirmelerin yapıldığı yeni bir reform paketi Basel 2,5 adıyla 2009 yılının üçüncü çeyreğinde yayımlanmıştır. Yeni reform paketinde, asgari sermaye yükümlülüğüne ilişkin risk ağırlıkları menkul kıymetleştirme işlemleri için yeniden düzenlenmiş ve böylece gölge bankacılığa yönelik önlemler alınması hedeflenmiştir. Bunun yanında küresel krizin derinleşmesi üzerine, bankacılık kesiminin sermaye yükümlülüklerinin aşırı konjonktürel destekli yapısının giderilmesi, kriz dönemlerinde tampon işlevi görecek bir sermaye yapısının oluşturulması ve kredi genişlemesine ilişkin risklerin azaltılması amacıyla Basel Komitesi 2009 yılında yeni bir doküman yayımlamıştır. Bu çerçevede 2010 yılı sonunda, söz konusu tedbirlere yönelik hazırlanan ve Basel-II’nin devamı niteliğinde olan Basel-III standartları geliştirilmiştir. Komite, Basel-III standartları için 2013 yılından itibaren kademeli bir geçiş planı hazırlamış ve standartların uygulanmasına ilişkin gözetim ve denetime dikkat çekerek, 2019 yılı başına kadar bütünüyle uygulamaya geçirilmesine onay vermiştir. Bu süreçte, yalnızca küresel finansal sistemin kırılganlığına yönelik değil, düzenleme ve denetim eksikliklerinin giderilmesine ilişkin ortak işbirliğine dayalı yeni girişimler de gündeme gelmiştir. G20 liderlerinin katılımıyla yeni bir forum oluşturulmuş ve temelde küresel krizlere daha dayanıklı bir küresel finansal sistem oluşturma amacını taşıyan Zirve toplantıları yapılmıştır. Küresel kriz öncesi düzenleme girişimlerinin konjonktür destekli olduğuna ve bunun neden olduğu sorunlara dikkat çekilen Zirveler’de, konjonktürü destekleyen eğilimlerin hafifletilmesi ve kaldıraçlar, bankacılık kesimi sermaye kalitesi, likidite gibi reformlar üzerinde durulmaktadır. 2008 yılında ilk kez Washington’da başlayan 4 Zirveler, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda ülke temsilcilerinin katılımıyla belirli aralıklarla halen sürdürülmektedir. YFM’nin gündeme getirdiği küresel standartlar, 1990’lı yıllarda meydana gelen finansal krizler neticesinde, küresel çapta halen sürdürülen finansal reform sürecinin temel unsurlarını kapsamaktadır. Bu çerçevede Türkiye, Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin ardından söz konusu standartlar doğrultusunda bankacılık kesimine ilişkin uyumlaştırma çabalarına yönelmiştir. Finansal sistemin küresel standartlara yakınlaştırılması, Türkiye’de 1980 yılında başlayan finansal serbestleşme reformlarının neden olduğu kırılganlıkların azaltılması ve finansal sistemin krizlere karşı sağlamlığının artırılması amacını taşımaktadır. Krizlerin ardından ağırlık verilen yeniden yapılandırma çabalarının odak noktasını, bankacılık kesimi oluşturmaktadır. 2000-2001 Krizleri’nden önce Türkiye’de bankacılık kesimi geleneksel bankacılık faaliyetlerinden uzak, yüksek faiz ve kur riski taşıyan, özkaynak yetersizliğine sahip, vade uyumsuzluğu çok yüksek kırılgan bir sektör görünümünde olmuştur. Finansal serbestleşmenin etkisiyle yükselen finansal gelişme düzeyi, bankacılık kesiminin kırılgan yapısını ağırlaştırmış, özellikle 2000 yılında banka bilançolarının aktif ve pasif yapısındaki olumsuz gelişmeler nedeniyle kriz kaçınılmaz olmuştıur. Bunun yanında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) henüz kurulmamış olması, söz konusu dönemde denetim ve gözetim mekanizmasının yetersiz kalmasına neden olmuş, dolayısıyla yasal ve kurumsal yönden uzak olan küresel standartlara uyarlanma çabalarından sonuç alınamaması, sektörün kırılgan yapısını ağırlaştırmıştır. IMF’den sağlanan Ek Rezerv Kolaylığı ile kontrol altına alınan krizlerin iyi yönetilememiş olması, iç ve dış şoklara aşırı duyarlı hale gelen sektörün reformunu zorunlu kılmıştır. Finansal sisteme yönelik planlı ve kurumsal olarak ilk yapılandırma girişimleri, Mayıs 2001 tarihinde Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı ile başlamıştır. Bununla yanında, BDDK’nın kurulması ve Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişiklikler, ilk dönemde gerçekleştirilen düzenlemelerin yasal ve kurumsal çerçeveye yönelik olduğunu göstermektedir. Ardından, uluslararası standartlara ve uygulamalara yaklaşmayı hedef alan sermaye ve likidite düzenlemeleri Basel Kriterleri çerçevesinde, makro ihtiyati politika tedbirleri ise 2008 Küresel Krizi’nin ardından toplanan Uluslararası Zirveler doğrultusunda ele alınmaktadır. 2008 Küresel Krizi’ne kadar olan dönemde uygulamaya konulan 5 standartlar, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve halen sürdürülmekte olan yapılandırma çalışmaları, uluslararası alanda olduğu gibi Türkiye’de de finansal piyasalarda risklerin azaltılması ve krizlerin yönetilmesi yönünde geçici önlemlerden ziyade, yapısal düzenlemelerin önemine işaret etmektedir. Kuramsal açıdan değerlendirildiğinde, bankacılık sisteminin düzenlenme ihtiyacının temelini, asimetrik bilgi sorunu ve negatif dışsalıkların varlığı oluşturmaktadır. Söz konusu sorunlar, finansal piyasalarda etkinsizliğe neden olmakta ve bu nedenle düzenleme araçlarının gerekliliği temel tartışma konusunu oluşturmaktadır. Bunun yanında, finansal kesim ile reel kesim arasıdaki ilişki dikkate alındığında kırılganlıktan uzak, sağlam bir finansal sistemin yatırımların ve büyümenin devamlılığını sağlayacağı ifade edilmektedir. Öte yandan, çok sayıda ülkenin finansal piyasalarında uyumlaştırmaya dönük politikaların uygulamaya geçirilmiş olmasına rağmen ABD mortgage piyasasından kaynaklanan 2008 Küresel Krizi’nin tüm dünya ekonomilerini olumsuz yönde etkilemiş olması, üzerinde önemle tartışılan bir konu haline gelmiştir. Bu doğrultuda, iktisat yazınında ve akademik çevrede finansal düzenlemelerin yetersizliğine dikkat çekilmiş, etkin bir düzenleme yapısının oluşturulması ve düzenlemelere ilişkin eksikliklerin giderilmesi önem kazanmıştır. Yukarıdaki açıklamalardan hareketle, uluslararası finansal bütünleşmenin hız kazandığı 1990’lı yıllarda sıklıkla meydana gelen finansal krizlerin ardından ağırlık kazanan ve iktisat yazınında YFM kavramı ile adlandırılan küresel finansal sistemin güçlendirilmesine yönelik getirilen düzenleme araçları, Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin ardından bankacılık kesiminin yeniden yapılandırılması ve küresel bankacılık standartlarına kademeli olarak geçiş sağlayan düzenlemelerin uygulanması açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla, küresel standartlara uyum sürecinde getirilen düzenleme araçlarının biçimlendirdiği yeni yapılanmanınfinansal sistem üzerindeki etkilerinin Türkiye özelinde incelenmesi, bu çalışmanın güncelliğini ve önemini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede tez çalışmasında; (i) YFM’nin önemini ve politika hedeflerini ortaya koymak, (ii) söz konusu hedeflere yönelik oluşturulan ve küresel alanda uygulanma beklentisi ile getirilen küresel finansal düzenleme araçlarının Türkiye’de ne ölçüde ve ne şekilde uygulandığını incelemek, (iii) finansal düzenleme araçlarının finansal sistemin gelişme, kırılganlık ve sağlamlık düzeyine etkisini Türkiye özelinde analiz etmek amaçlanmaktadır. YFM’nin finansal sistem üzerine etkilerinin Türkiye özelinde incelendiği bu tez çalışması giriş ve sonuç bölümleri ile birlikte altı bölümden oluşmaktadır. 6 Küresel düzenlemelere konu olan politika araçlarının finansal sisteme olan etkilerini anlamak ve değerlendirmek açısından finansal serbestleşme ve finansal gelişme kuramlarının açıklanması önem taşımaktadır. Bu nedenle birinci bölüm olan giriş bölümünün ardından çalışmanın ikinci bölümünde, finansal piyasalara ilişkin kuramsal çerçeveye yer verilmektedir. YFM, krizlerin öngörülmesine ve çözümüne yönelik kural ve standartları içeriyor olması nedeniyle, çalışmanın üçüncü bölümünde öncelikle kriz teorileri çerçevesinde 1990’lı yılların finansal krizlerinin oluşum süreci ve etkileri incelenmektedir. Ardından YFM kavramı ve hedefleri açıklanmakta, 2008 Küresel Krizi ve öncesinde gerçekleştirilen yeniden yapılanma girişimleri ve küresel standartlara yer verilmektedir. Düzenlemelerin, küresel kriz öncesi ve sonrası olarak ele alınmasının nedeni, 1990’lı yılların sonlarında uygulanmaya başlanan yapılandırma girişimlerinin küresel krizin başlamasıyla farklı platformda genişletilerek yürütülmesidir. Dördüncü bölüm, Türkiye’nin finansal sisteminin yıllar itibariyle genel görünümünün açıklanmasıyla başlamaktadır. Türkiye’nin küresel finansal mimariye uyum sürecinin geri planında, finansal sistemin 1990’lı yıllardaki kırılgan yapısı ve ardından yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri yer aldığından, krizlerin oluşumu, bankacılık kesimine etkileri ve kriz yönetimi incelenmektedir. Bölümün temel konusunu, Türkiye’nin yeni küresel finansal mimariye uyum sürecinde uyguladığı politikalar ile yasal ve kurumsal düzenlemeler oluşturmaktadır. Çalışmanın beşinci bölümünde, uluslararası kuruluşların üzerinde ağırlıklı olarak durdukları finansal düzenleme araçları kullanılarak, Türkiye’nin yeni küresel finansal mimariye uyum sürecinin finansal sistem üzerine etkileri araştırılmaktadır. Bunun için öncelikle, finansal sistemin 1990-2013 dönemine ait çok boyutlu yönünü değerlendirmek önem taşımaktadır. Bu amaçla, finansal sistemin bütününe yönelik yeterli ve sağlıklı bilgiyi yansıtacak ortak bir göstergenin belirlenmesi mümkün olmadığından, Türkiye için öncelikle 1990-2013 dönemine ait finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri oluşturulmuştur. Her bir endeks, kuramsal çerçeveye uygun olarak iktisat yazını çerçevesinde belirlenen değişkenler yardımıyla, 1990-2013 dönemine ait aylık veriler kullanılarak elde edilmiştir. Ardından, her üç endeks bir araya getirilerek Türkiye özelinde finansal sistem bileşik endeksi (FSBE) oluşturulmuştur. FSBE, çalışmada sistemin gelişme 7 düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan dönemlerin tespit edilebilmesine ve elde edilen endeks değeri ile finansal düzenleme araçları arasındaki ilişkinin modellenmesine olanak sağlamaktadır. FSBE’nin, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)’nın oluşturduğu finansal sağlamlık endeksinden, BBDK’nın Finansal Piyasalar Raporları’nda yer alan finansal sağlamlık göstergelerinden ve iktisat yazınında çalışmalara konu olmuş çeşitli endeks türlerinden ayırt edici özellikleri bulunmaktadır. FSBE, öncelikle Türkiye finansal sistemini yalnızca sağlamlık yönünden değil, finansal serbestleşmenin etkisiyle artan finansal gelişme düzeyi, sağlamlık ve kırılganlık yönünden bir arada değerlendirmektedir. Bunun yanında sağlamlık endeksine dahil edilen kredi riskinin, kırılganlık endeksine dahil edilen dışsal kırılganlık ve para ikamesine ilişkin kırılganlık faktörlerinin, sistemin 1990-2013 dönemine ait görünümünü etkilediği dikkat çekmektedir. Dolayısıyla çalışmada elde edilen FSBE, sistemi yalnızca bir yönüyle ele alan endeks çalışmalarından, finansal sistemin çok boyutlu yönüne ışık tutması bakımından farklılaşmakta, kullanılan veri seti Türkiye’nin finansal sistemini analiz edebilmek adına geniş bir çerçeve sunmaktadır. Türkiye’de finansal sistemin küresel finansal standartlara paralel biçimde uyumlaştırılması, ağırlıklı olarak 2002-2013 dönemini kapsamaktadır. Bu nedenle FSBE ile Türkiye’de uygulamaya konulan finansal düzenleme değişkenleri arasındaki ilişkinin araştırılabilmesi için, 1990-2013 döneminin ayrıştırılarak analiz edilmesi önem taşımaktadır. Bu doğrultuda dönem ayrıştırmasının, düzenlemelerin zayıf olduğu 1990-2001 ve sisteme yönelik düzenlemelerin küresel standartlara yakınlaştırıldığı 2002-2013 dönemi biçiminde yapılması, finansal düzenleme araçlarının etkilerinin görülebilmesine olanak sağlamaktadır. Çalışmada kullanılan düzenleme değişkenleri, Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin ardından bankaların küresel standartlar çerçevesinde yasal ve kurumsal düzeyde ele aldığı sermaye ve likidite yapısının güçlendirilmesine dayalı değişkenlerden, menkul kıymetlerden, bankacılık rezervlerinden, toplam karşılık ve zorunlu karşılık tutarlarından oluşmaktadır. Söz konusu düzenleme değişkenleri ile FSBE arasındaki uzun dönem ilişkinin varlığı Johansen eşbütünleşme yöntemi, kısa dönem ilişkinin varlığı ise Vektör Hata Düzeltme Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Testi ile analiz edilmektedir. Vektör Hata Düzeltme Modeli (VECM) kısa dönem dinamiklerin incelenmesine imkan vermekte, 8 diğer bir ifade ile FSBE’de meydana gelen kısa dönem sapmaların uzun dönem denge değerine yaklaşıp yaklaşmadığını test etmektedir. Bu doğrultuda çalışmada, finansal düzenleme değişkenlerinin finansal sistemi uzun ve kısa dönemde etkileyip etkilemediği belirlenmekte, ardından Vektör Hata Düzeltme Mekanizması’nın çalışıp çalışmadığına bakılmaktadır. Düzenleme değişkenlerinin birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ise etki-tepki fonksiyonları, FSBE’yi etkileme derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin edilmektedir. Ardından, 1990-2001 ve 2002-2013 dönemleri karşılaştırılmakta ve tahmin sonuçlarından elde edilen bulgular, düzenleme öncesi ve sonrası dönemler itibariyle kuramsal çerçevede değerlendirilmektedir. Son bölüm ise sonuç bölümünden oluşmaktadır. 9 2. FİNANSAL PİYASALAR: KURAMSAL ÇERÇEVE Finansal sistemin bütününü oluşturan finansal piyasalar, fon fazlasına sahip bireylerden fon ihtiyacı olan bireylere kaynak transferi sağladıkları için önemli bir ekonomik işlevi yerine getirmektedirler. Mishkin (2006: 24-27)’in de ifade ettiği üzere, bankalar, sigorta şirketleri, emeklilik fonları gibi finansal aracıların gerçekleştirdikleri fon aktarım mekanizması, doğrudan ve dolaylı finansman olmak üzere iki kanaldan gerçekleşmektedir. Doğrudan finansmanda borçlananlar, finansal piyasalarda borç verenlere hisse senedi, tahvil, bono gibi menkul kıymet araçları yoluyla doğrudan fon sağlamaktadırlar. Dolaylı finansman ise finansal aracıların faaliyetleri aracılığı ile yapılmakta, mevduatlar ve krediler de dolaylı finansmanda kullanılan finansal araçları oluşturmaktadır. Finansal aracılar; likidite hizmeti, risk paylaşımı gibi unsurların yanında bireylere finansal piyasaların varlığından istifade etme olanağı sunarak ekonomide önemli rol oynamaktadırlar.1 Finansal piyasalar, 1980’lerdeki serbestleşme politikaları ile finansman ihtiyacının artması ve yeni finansman araçlarının geliştirilmesi neticesinde uluslararası düzeyde genişlemiş, bu piyasalarda gerçekleşen finansal işlem hacimleri oldukça büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu durum, finansal piyasaların üstlendikleri işlevlerin genişlemesine, ekonomik açıdan da öneminin giderek artmasına neden olmaktadır. Çalışmanın bu bölümünde, finansal piyasa kuramlarından öncelikle finansal serbestleşme yanlısı olan, ardından serbestleşme yaklaşımlarına eleştirel yaklaşan kuramlar açıklanmaktadır. Bunun yanında, finansal krizlerin ardından getirilen küresel finansal mimari standartlarının sistemin gelişme, sağlamlık ve kırılganlık etkilerini anlamak ve değerlendirmek açısından finansal gelişme kuramlarının açıklanması gerekli görülmektedir. 2.1. Finansal Serbestleşme Yanlısı Yaklaşımlar Çalışmada, finansal serbestleşme yanlısı yaklaşımlar neoklasik iktisatçıların geliştirdiği finansal baskı kuramı ve etkin piyasa kuramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Finansal piyasalar, ticarete konu olan menkul kıymetin vadesine göre para ve sermaye piyasaları olarak ikiye ayrılır. Para piyasaları, genellikle bir yıldan daha kısa vadeli borçlanma araçlarının ticaretinin yapıldığı, oldukça likit bir finansal piyasadır. Genellikle bir yıl veya daha uzun vadeli borç ve hisse senedi araçlarının ticaretinin yapıldığı piyasa ise, sermaye piyasaları olarak adlandırılır. 1 10 2.1.1. Finansal baskı kuramı: McKinnon-Shaw ve Kapur modeli Faiz oranlarına getirilen kısıtlamaların finansal sistemde baskı oluşturarak ekonomik gelişmeyi olumsuz yönde engelleyeceği görüşü, 1973 yılında yurtiçi finansal piyasaları ele alan çalışmalarıyla McKinnon ve Shaw tarafından ileri sürülmüş ve finansal baskı kuramının temel hipotezini oluşturmuştur. Geliştirdikleri modelde yazarlar, faiz oranları ve döviz kurları gibi finansal fiyatlardaki herhangi bir bozulmanın, reel büyüme oranını yavaşlatacağını ve bir sonraki aşamada finansal sektörün reel büyüklüğünü daraltacağını ifade etmişlerdir (McKinnon, 1973; Shaw, 1973). McKinnon-Shaw modeli; (1) mevduat reel faiz oranını ve reel büyüme oranını olumlu yönde etkileyen tasarruf fonksiyonu, (2) reel kredi faizlerini olumsuz, reel büyüme oranını olumlu yönde etkileyen yatırım fonksiyonu, (3) suni bir biçimde denge reel faiz oranının altında baskılanan nominal faiz oranı üzerinde durmaktadır (Fry, 1997). Yüksek enflasyonun hakim olduğu bir ekonomik ortamda nominal faiz oranlarına getirilen tavan uygulaması, faiz oranlarının enflasyonla aynı oranda yükselmesini engellemekte, böylece faizler denge noktasının altında kalmakta ve hatta reel olarak negatife dönebilmektedir (Williamson ve Mahar, 2002: 8). Faiz oranlarının denge reel faiz oranının altında olması, sermaye kaçışına neden olmakta ve yurtiçi yatırımlar için kullanılacak tasarrufları azaltmaktadır. Nitekim modele göre, 1950’li ve 1960’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) uygulanan “finansal baskı” politikaları, tasarrufların azalmasına, finansal aracılık maliyetlerinin yükselmesine ve sermaye çıkışlarının hızlanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla kaynaklar, marjinal verimlilik düzeyi düşük yatırımlarda kullanılmış, tasarruf sahipleri de üretken olmayan yatırımlara yönelmişlerdir. Düşük faiz oranı ve tercihli krediler gibi finansal baskı politikaları ayrıcalıklı bir grup yaratırken, bunun dışında kalanları informel piyasalara yöneltmiştir (Esen, 1998). Yurtiçi finansal serbestleşmenin2 yatırımın etkinliğini artıracağını savunan yazarlar, finansal sistem yoluyla daha etkin kullanılabilecek tasarrufların, serbestleşmenin olmadığı durumda negatif reel faiz oranları nedeniyle etkin biçimde yatırıma yönelemeyeceğini öne Williamson ve Mahar (2002: 9-10), finansal serbestleşme uygulamalarını iç ve dış finansal serbestleşme olarak iki başlık altında toplamışlardır. İç finansal serbestleşmede, yurtiçinde finansal daralmaya yol açan kontrollerin ve sınırlamaların kaldırılması anlamında ilk adım olarak nominal faiz oranlarının hükümet değil, bankalar tarafından belirlenmesiyle, faiz oranlarının arz ve talebe göre para piyasasında belirlenmesi sağlanır. Dış finansal serbestleşmede ise, uluslararası finansal piyasalar ile bütünleşmenin sağlanması, döviz kurlarına yönelik müdahalelerin kaldırılarak, kurların piyasa koşullarında belirlenmesi söz konusudur. 2 11 sürmüşlerdir (Balassa, 1990). Bu sorunların çözümü için yurtiçi finansal piyasaların doğrudan serbestleştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Finansal serbestleşmeyle birlikte faiz oranları piyasa koşulları tarafından belirleneceği (finansal baskı ortadan kalkacağı) için faizler yükselecek, böylece tasarruflar üretken olmayan aktiflerden bankacılık sektörüne yönelecek ve daha verimli alanlarda kullanılması sağlanacaktır (Esen, 1998). Finansal baskı kuramında ayrıca, finansal serbestleşmeyle birlikte finansal varlık çeşitliliğinin artacağı ve vade sürelerinin uzayacağı ifade edilmektedir. Parasal ve finansal reformların sermaye piyasasını genişleteceği ve tasarrufların uzun dönemli sözleşmelere yöneleceği anlamına gelen böyle bir ortam, tasarruf sahiplerine de portföy seçimi için geniş seçenekler sunacaktır (Balassa, 1990). Kapur (1976), Galbis (1977) ve Mathieson (1979), McKinnon ve Shaw’un finansal baskı kuramını matematiksel olarak incelemişler ve açık ekonomiler için genişletmişlerdir. Kapur (1976), öncelikle, eksik kapasitede çalışan sabit sermayenin ve işgücü fazlasının olduğu bir ekonomi çerçevesinde finansal serbestleşmenin etkilerini incelemiştir. Yazara göre reel kredi arzı, çalışan sermaye için gerekli olan tek finansman kaynağı olduğundan, sermaye birikimini etkilemektedir.3 Bu çerçevede, finansal serbestleşme mevduat faiz oranlarını yükselttiği ve rezerv gerekliliklerini ortadan kaldırdığı için sermaye birikiminin artmasına ve büyümeye yardımcı olmaktadır. Çünkü rezerv gerekliliğindeki bir düşüş, başlangıç mevduat düzeyinin sabit olduğu varsayımı altında, kredi arzını artırmakta ve böylece firmaların çalışan sermayedeki yatırımlarını genişletmektedir. Serbestleşmeyle birlikte yükselen mevduat faiz oranları ise kredi arzını dolaylı yoldan etkilemektedir. Öncelikle geniş para talebi (ve böylece banka mevduat arzı) artmakta, ardından bankalar daha fazla kredi arz edebilmektedir (Gibson ve Tsakalatos, 1994). Kapur (1976) modelinde, GOÜ’lerde uygulanan faiz oranı politikasının enflasyon üzerindeki etkileri incelenmiş ve enflasyonun, reel para talebi ile nominal para arzının büyüme oranı arasındaki fark tarafından belirlendiği kabul edilmiştir. Modelde, faiz oranlarının suni bir biçimde denge değerinin altında tutulması, para talebinin azalmasına ve para arzının genişlemesine neden olurken, enflasyonu artırdığı ve bu nedenle büyüme oranlarını gerilettiği öne sürülmüştür. Buna çözüm olarak modelde, parasal genişlemenin azaltılması ve nominal mevduat faiz oranlarının yükseltilmesi olmak üzere iki iktisat Kapur’un modelinde reel kredi arzı, enflasyonun ve mevduat faiz oranının bir fonksiyonu olarak geniş para talebi tarafından belirlenmektedir. 3 12 politikasının simülasyonu önerilmiştir. Öncelikle, nominal parasal genişlemenin azaltılmasıyla paranın dolanım hızı artarken, beklenen enflasyon oranı düşecek ve böylece ekonomide reel para stoku artacaktır. Bu süreçte para arzındaki azalma, reel banka kredi akımlarını ve büyüme oranını düşürecek bir etki yaratacaktır. Ancak, beklenen enflasyon oranındaki düşüş, paranın dolanım hızındaki artışın büyüme üzerindeki negatif etkisini dengeleyecek ve uzun dönemde büyüme oranı yükselmeye başlayacaktır. İkinci politika olarak önerilen nominal mevduat faiz oranlarının yükseltilmesi ise ilk aşamada paranın dolanım hızını ve beklenen enflasyonu düşürecektir. Mevduat faiz oranındaki yükselme, gecikme olmadan reel para talebini artıracağından paranın dolanım hızındaki düşüş ile birlikte başlangıçtaki enflasyon oranı da düşecektir. Faiz oranlarındaki artış, gerçekleşen enflasyon oranını düşürmekle birlikte iktisadi büyümeyi de olumlu etkileyecektir. Böylece, faiz oranları üzerindeki tavan uygulamasının kaldırılması ile gerçekleştirilecek olan finansal serbestleşme, Kapur’un modelinde bankacılık sisteminin reel büyüklüğünü artırarak çalışan sermayenin finansmanı için gerekli olan reel banka kredilerinin net akışını yükseltecektir (Kapur, 1976). Finansal serbestleşmenin sağlayacağı bu gelişmeler, yatırım miktarındaki genişlemenin sonucu olarak iktisadi büyümeyi artıracaktır. Galbis ise 1977 yılında geliştirdiği modelde, ekonomiyi geleneksel ve modern sektör olmak üzere ikiye ayırmıştır. Geleneksel sektörde yatırımlar, otofinansmanla gerçekleşmekte ve yatırımların getiri oranı oldukça düşük olmaktadır. Mevduat faiz oranlarında artış olduğu durumda firmalar, gelirlerini yatırımların finansmanında kullanmak yerine bankaya yatırmayı daha kârlı bulmakta, bu nedenle yatırımlar azalmaktadır. Modern sektör ise, yatırımların getiri oranlarının daha yüksek olduğu bir sektör biçiminde tanımlanmakta ve bu sektörde yatırımların finansmanı bankacılık sistemi yoluyla yapılmaktadır. Finansal baskının olduğu bir ekonomide mevduat faiz oranları düşük tutulduğundan, geleneksel sektördeki bankaların mevduat arzı düşük olacaktır. Finansal serbestleşme, faiz oranlarını yükselterek yatırımların kesildiği geleneksel sektördeki bankacılık kesiminin kredi arzını artıracaktır. Bu artışlar, modern sektöre açılan kredileri de artıracağından ve bu sektörde yatırımların getiri oranı yüksek olduğundan, ekonomide yatırımların kalitesi artacak ve böylece büyüme oranları yükselecektir (Gibson ve Tsakalatos, 1994). Mathieson (1979) ve Kapur (1983), finansal baskı altındaki ekonomiler için geliştirdikleri açık ekonomi modelinde politika aracı olarak döviz kurunu kullanmışlardır. 13 Kapur (1983), döviz kurunun hem ithal girdi fiyatlarını hem de sermaye akımlarını etkilediğini göstermiştir. Buna göre açık bir ekonomide, finansal serbestleşme sürecinde reel mevduat faiz oranlarının nominal faiz oranları ile beklenen enflasyon arasındaki farka eşit olacağı yönünde yurtiçi yerleşiklerde bir algı oluşmaktadır. Yabancılar ise, reel mevduat faiz oranlarının nominal faiz oranı ile döviz kurunda beklenen değer kaybı arasındaki farka eşit olacağını algılamaktadır. Bu durumda, geçiş sürecinde yeterli düzeyde döviz kuru esnekliği yoksa, nominal faiz oranları yükselecek ve yurtiçi parasal kontrol mekanizmasını olumsuz etkileyecek düzeyde spekülatif sermaye girişleri başlayacaktır. Bu nedenle Kapur, ekonomide uygulanan istikrar programlarının olası büyük çaplı sermaye akımları nedeniyle zarar görmemesi için döviz kuru politikasının mevduat faiz oranları ile uyumlu olacak biçimde tasarlanması gerektiğini öne sürmektedir. McKinnon-Shaw ve Kapur modeli, 1970’li yıllardan itibaren çok sayıda GOÜ’de uygulanma imkanı bulmuştur. Ancak genel itibariyle finansal serbestleşme, yatırım ve tasarruf davranışlarını teorik beklentilerin tersine yapısal olarak değiştirmiştir. Finansal baskı olarak adlandırılan politikaların kaldırılması ile yükselen faizler, tasarruf ve yatırımları uyarmaktan ziyade, dış borçları (dış tasarrufları) büyük ölçüde artırmıştır. Bu nedenle 1980’lerin ortalarında yeni serbestleşen çok sayıda GOÜ’de hükümetler, finansal piyasalarda yeniden kısıtlayıcı önlemlere başvurmuşlardır (Esen, 1998). Williamson ve Mahar (2002: 107), finansal serbestleşmenin etkilerini inceledikleri çok sayıdaki çalışmada, ortaya çıkan kanıtların, serbestleşmenin finansal gelişme ve yatırım dağılımında etkinliğin artması açısından olumlu sonuçlar doğurduğunu, ancak McKinnon ve Shaw tarafından öne sürüldüğü şekliyle tasarruflarda artışa neden olmadığını göstermişlerdir. Bu nedenle finansal reformların, finansal kriz tehlikesini beraberinde getirmeyecek biçimde tasarlanması gerektiğini ifade etmişlerdir. 2.1.2. Etkin piyasa kuramı Neoklasik iktisatçılar tarafından geliştirilen etkin piyasa kuramı, 1951 yılında Maurice Kendall’ın etkin piyasa hipotezini test eden çalışmasıyla başlamıştır. Kendall, hisse senedi fiyatları arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasında, hisse senedi ve mal fiyatlarının “tesadüfi yürüyüş” (random walk) izlediklerini öne sürmüştür. Buna göre; hisse senetlerinin fiyat hareketleri düzenli olmaktan öte, tesadüfi bir süreçte ilerlemektedir. Kendall’ın (1951) çalışmasını daha sonra Samuelson (1965), Mandelbrot (1966) ve Fama (1970) genişletmiştir. 14 Fama’nın (Fama, 1970; Yen ve Lee, 2008) kuramına göre, menkul kıymet fiyatları ulaşılabilir tüm bilgileri yansıttığı durumda etkin piyasanın varlığından söz edilebilir. Böyle bir piyasada her türlü bilgi, herhangi bir işlem maliyeti içermeden tüm yatırımcılara aynı anda ulaşabilmektedir. Fama, hisse senedi fiyatlarına yansıyan bilgi düzeyine göre piyasa etkinliğini üç ayrı biçimde açıklamaktadır. Buna göre; hisse senedi fiyatlarının geçmişe dönük tüm bilgileri tam olarak içerdiği etkin piyasa biçimi zayıf piyasalardır. Zayıf piyasalarda fiyatlar tesadüfi olarak değişmektedir. Varlık fiyatlarında meydana gelen herhangi bir değişme piyasalara yansıdığından, geçmişteki fiyatlara bakarak bugünü tahmin etmek imkansızdır. Güçlü piyasa düzeyinde ise hisse senetleri fiyatlarının, geçmişteki fiyat hareketlerini ve tüm kamusal bilgiyi içerdiği varsayılmaktadır. Buna göre, bilgiler kamuya açıklandığı zaman tüm rasyonel yatırımcılar bilgi sahibi olacağından ortalamanın üzerinde getiri elde etmek olanaksızdır. Bu nedenle güçlü piyasa düzeyi, mevcut piyasa fiyatlarının ulaşılabilir tüm bilgileri içerdiği varsayımından hareketle etkinlik düzeyinin en yüksek olduğu piyasa türünü yansıtmaktadır. Etkin piyasa kuramına göre, makroekonomik göstergelerdeki kötümser beklentiler ve bazı finansal aracıların rasyonel olmayan (irrasyonel) davranışları spekülatif ataklar doğurarak finansal piyasalarda oynaklığa neden olmaktadır. Etkin piyasa kuramının temeli ergodik (belirlilik) önermesine dayanmaktadır. Bu, gözlemlenmiş bir veri setinin sağladığı olanaklarla bugünü tahmin etmenin mümkün olduğunu, geleceğin ise yalnızca istatistiki olarak geçmişin gölgesinde kaldığını ifade eder ve ekonominin gelecekteki uzun dönem dengesinin bugünün ekonomik temelleri (fundamentals) ile önceden öngörülebileceğini garanti eder. Çünkü, reel ekonomik değişkenler fiyat sinyalleri hakkında rasyonel beklentiler altında gelecekteki getiri oranları ile ilgili yeterli bilgiyi sağlamaktadır (Davidson, 2000). Yani etkin piyasa kuramına göre piyasa aktörleri, geçmişte ve şimdiki zamanda ortaya çıkan iktisadi sonuçların objektif olasılık dağılımını kullanarak gelecekteki ekonomik olayları öngörebilmektedirler. Etkin piyasa kuramında, finansal piyasalarda gözlemlenen varlık fiyatlarındaki oynaklıklar ve kısa dönem spekülatif faaliyetler “rasyonel olmayan spekülatörler”in (noise traders) varlığıyla açıklanmaktadır. Buna göre irrasyonel spekülatörler, hisse senedi piyasalarının işleyişiyle ilgili yeterli bilgiye sahip olduklarına inandıklarından, ekonomik temellerin gelecekte olası ekonomik sonuçlara ilişkin sağlayacağı bilgiyi dikkate almamaktadırlar. Bu spekülatörlerin hatalarından beslenen rasyonel spekülatörler ise, 15 tersine, ekonomik temellere ait değerleri dikkate alarak hareket ettiklerinden finansal piyasaları uzun dönem dengesine ulaştırmaktadırlar (Stiglitz, 1989). Buna göre etkin piyasa kuramında irrasyonel spekülatörlerin davranışları finansal piyasalarda kısa dönem oynaklıklara neden olmakta, ancak uzun dönemde irrasyonel spekülatörlerin varlığı etkin piyasa tarafından silinmekte, piyasalar uzun dönem dengesine geri dönmektedir (Davidson, 1998b). Bu anlamda Fama’nın etkin piyasa hipotezinden çıkarılacak temel önerme, varlık fiyatlarındaki düşüşü öngören bir tahmin yöntemi geliştirildiği durumda, rasyonel beklentiler ile hareket eden iktisadi karar birimleri bu olguyu önceden bildikleri için, fiyatlar önceden düşme eğilimine girecektir. Yeterli büyüklükte para olduğu durumda da, istisnalar ve anomaliler ortaya çıksa bile, varlık fiyatlarında önemli bir sapma ortaya çıkmayacaktır. Politika yapıcıları açısından değerlendirildiğinde ise, etkin piyasa hipotezinde krizlerle mücadelede, finansal balonları öngörebilecek ya da zamanını belirleyebilecek bir merkez bankası ya da düzenleyici yararsız görülmektedir (Bocutoğlu, 2012). Etkin piyasa kuramı, GOÜ’lerde piyasa disiplinini ve etkinliği artıracağı düşüncesiyle uluslararası spekülatif sermaye akımlarının gerekliliğini savunmakta, sermaye hareketleri üzerine getirilecek her türlü müdahaleye piyasa etkinliğini bozacağı düşüncesiyle karşı çıkmaktadır. Söz konusu kuram, sermaye hareketliliğinin, politika tasarımında uluslararası standartlara bağlı kalmak, makroekonomik performans ve kurumsal yönetişim konusunda firma ve hükümetler için teşvik edici bir unsur olacağını öne sürmektedir. Örneğin hükümetler, ülkelerine sermaye çekmek için anti-enflasyonist politikalar uygulayacaklar, fiyat istikrarına ve şeffaflığa odaklanacaklardır. Uluslararası sermaye akımlarının serbestleşmesi, sermaye dağılımının hükümetlerden çok piyasalar tarafından yapılacağını ifade ettiği için, dağılım mekanizmasındaki bu kayma etkinliği artıracak ve sosyal refahı en üst düzeye çıkaracaktır (Grabel, 2003: 329). 2.2. Finansal Serbestleşmeye Eleştirel Yaklaşımlar Keynes ve Post Keynesyenler, Yeni Yapısalcılar ve Grabel’in spekülatif gelişme modeli, neoklasik yaklaşmaktadır. iktisatçıların finansal piyasalara ilişkin kuramlarına eleştirel 16 2.2.1. Keynes ve Post Keynesyen yaklaşım Keynes ve Post Keynesyenler, finansal piyasa davranışlarını açıklarken etkin piyasa teorisinin dayandığı ergodik önermeyi reddederek belirsizliğe vurgu yaparlar.4 Onlara göre, belirsiz bir dünyada gelecekteki ekonomik olaylar hakkında güvenilir bilgi sağlanamaz. Gelecek hakkında güvenilir bilgi sağlamayan ekonomik temellerin olduğu belirsiz (ergodik olmayan, nonergodik) bir dünya, ani ve sert değişimlere neden olmakta ve gelecekteki piyasa değerleri konusunda hayal kırıklığı yaratmaktadır. Böyle bir durumda küreselleşme sürecinde finansal piyasaların istikrarsızlığına dikkat çeken Post Keynesyenler’e göre finansal istikrarsızlık ve yerel paraya olan spekülatif ataklar, piyasaların etkin olmadığı ve belirsizliğin olduğu bir sistemde olağan bir durumdur. Çünkü genel bir piyasa yapımcısı gibi koruyucu bir çerçeve yoktur. Bu nedenle finansal piyasalardaki oynaklıklar, gerçek dünyada küresel finansal piyasa faaliyetlerinin doğal bir sonucudur (Alves, Ferrari-Filho ve De Paula, 1999; Ferrari-Filho ve De Paula, 2009). Keynes’e göre belirsizliğin olduğu yerde, geçmiş ile şimdiki verilerden hareketle gelecek öngörülemez ve dolayısıyla finansal piyasaların etkinliğinden söz edilemez. Diğer bir ifadeyle eğer ekonomik sistem belirsiz (ergodik olmayan, nonergodic) ise finansal varlıkların gelecek dönemdeki fiyatları, piyasa aktörleri tarafından koşullu olasılık dağılımı ile güvenilir biçimde tahmin edilemez (Davidson, 2002: 181). Bu nedenle Keynes’in belirsizlik kavramından hareket eden Post Keynesyenlere göre, finansal piyasalardaki oynaklıkların ve spekülasyonların doğuracağı sonuçlar belirsizdir. Oynaklık ve spekülasyonlar, yıkıcı reel sonuçlara neden olabileceği gibi, spekülatif bir girdap da yaratabilir (Alves vd., 1999). Keynes’de paranın hiçbir zaman nötr olmaması olgusundan hareketle Post Keynesyenler, ekonominin reel sektörü ile finansal sektörünü birbirinden bağımsız ele almazlar. Davidson’a göre (2000) finansal piyasalarda alınıp satılan likit varlıklar, kısa ve uzun dönemde reel ekonomik çıktıyı etkileyebilir. Bu çerçevede, ergodik olmayan bir dünyada, düzenlenmiş finansal piyasaların öncelikli işlevi likidite sağlamaktır. Oysa piyasaların etkin olduğu varsayımına dayalı ortodoks etkin piyasa kuramına göre, finansal varlıkların vade uyumu ile bireylerin harcama döngüsü uyuştuğu için bireyler finansal varlık Keynes, ergodik ya da nonergodik terimlerini kullanmamaktadır. Onun reel ve finansal piyasalar için kullandığı “belirsizlik” kavramı, nonergodik durumu ifade eder. 4 17 alım satım işlemleri yaparak gelecekte satın alacakları mal ve hizmetleri planlayabilirler. Yani, etkin piyasa kuramında ekonominin reel sektörü ile finansal piyasalar birbirinden bağımsız olarak ele alınır. Öngörülemeyen bir gelecekteki sözleşme yükümlülükleri, etkin piyasa kuramında geçerli değildir. Post Keynesyenler’de finansal kesim ile reel kesim arasındaki yakın ilişkilerden biri, spekülatif faaliyetlerin yatırım üzerindeki etkisi ile açıklanmaktadır (Davidson, 2002: 192194). Spekülatörler likiditeyi belirlemekte ve beklentilerini diğerlerinin gelecek ile ilgili beklentilerine yönelik oluşturmaktadırlar. Finansal piyasalarda beklentileri “ayı ve boğa” (bull and bears) durumu belirlemektedir. Yani, spekülatörlerin portföy kararları piyasa duyarlılığındaki değişimlere bağlıdır. Spekülasyonların arttığı durumda çoğunluğa katılma etkisi (bandwagon effect) yaşanmakta, bu durum varlık fiyatlarını etkilemektedir. Eğer bir son borç başvuru mercii ya da piyasa yapıcısı gibi bir koruyucu yoksa, piyasa sistemi fiyat sistemini kendi kendine otomatik olarak eski haline döndüremediği için varlık fiyatlarındaki düşüş sürmekte ve reel kesim bu durumdan olumsuz etkilenmektedir. Bu nedenle likidite tercihindeki değişiklikler firmalar için önemli olmaktadır. Çünkü likidite ihtiyacının doğduğu durumda firmalar, reel varlıklarını satarak bu ihtiyaçlarını karşılama olanağı bulamazlar. Dolayısıyla finansal piyasalarda oynaklık olduğu durumda girişimci spekülasyon girdabına girmekte ve bu durum yatırımları olumsuz yönde etkilemektedir. Keynesyen ve Post Keynesyen iktisatçılar, serbest piyasaların ve türev araçlar gibi yeni finansal ürünlerin artışının, küresel finansal piyasalarda spekülatif faaliyetlerin olma olasılığını artırdığını ifade ederler. Keynes, finansal akımları sınırlayacak düzenlemelerin topluma büyük maliyetler yükleyeceğini savunan ortodoks kuramdan farklı olarak kısa vadeli uluslararası spekülatif sermaye akımlarının kısıtlanması gerekliliğini savunmuştur. Ona göre, finansal piyasalarda ortaya çıkan spekülasyonlar reel ekonomik faaliyetleri etkileyerek dünya servetini artıran girişim faaliyetlerinin istikrarını bozmaktadır. Çünkü spekülasyonlar arttığında girişimler, spekülasyon girdabı içinde bir baloncuk haline gelmektedir (Keynes, 1961: 159). Buna göre dalgalı döviz kuru uygulamaları ve yüksek sermaye hareketliliği, yükselen piyasa ekonomilerinde istikrarsızlık yaratmakta ve döviz kurundaki oynaklığı tetikleyen unsurlar olmaktadır. Finansal sermaye hareketliliğindeki artış istikrardan çok istikrarsızlığa neden olmakta, finansal krizleri artırmakta ve aynı zamanda ekonomi politikalarının yönetimini güçleştirmektedir. Post Keynesyenlere göre finansal piyasalar likidite sağlayarak yatırımın finansmanı için fırsat yaratırken, aynı 18 zamanda çıktı ve istihdam gibi reel değişkenleri etkileyerek büyük ekonomik istikrarsızlık kaynağı olmaktadır (Ferrari-Filho ve De Paula, 2009). Keynes, likit finansal piyasalarda görülen söz konusu eğilimlerin kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. Bu noktada ABD’de girişim üzerindeki spekülasyon hakimiyetini azaltmaya yönelik getirilen tedbirlere gönderme yaparak borsa işlemleri üzerine bir transfer vergisi getirmeyi önermiştir (Keynes, 1961: 159-160). Böylece Keynes’e göre piyasalarda likidite azalsa da yeni yatırım imkanları kolaylaşacaktır. Bu açıdan, para politikasında esneklik sağlandığı durumda yatırım talebi genişleyeceği için sermaye kontrollerinin zorunlu olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Keynes’e göre belirsiz bir dünyada, düzenlenmiş finansal piyasalarda piyasaya ve/veya piyasa dışına yapılan nakit sermaye akımlarının kontrol edilmesiyle piyasa hareketleri sınırlandırılabilecektir. Post Keynesyen iktisatçılardan Davidson (2000), temeli etkin piyasa kuramına dayanan neoliberal politikaların getirdiği düzenlemeleri eleştirmektedir. Ona göre finansal piyasalar öncelikle likidite sağlamak için düzenleniyorsa, gelecekteki belirsizlik nedeniyle ayı-boğa duygusu finansal piyasaları sardığında, hisse senedi fiyatlarının artışı fon sağlamak için yatırımcıları cesaretlendirecektir. Ayrıca bu durum yatırımcıların cari gelirlerini artıracağından ve geleceğe yönelik getiri beklentilerini yükselteceğinden, yeni projeler için büyük miktarda harcama yapmalarına neden olacaktır. Bu da beraberinde yatırım patlamasını getirecektir. Bu nedenle Davidson (1998a), spekülatif sermaye akımlarına karşı uygulanan kontrollerin, piyasa yapıcılarının ayı-boğa duygularındaki ve fiyatlardaki hızlı değişimleri engelleyeceği görüşündedir. Sermaye kontrollerinin tedbirli biçimde kullanılması, likidite talebindeki ani değişiklikleri engelleyerek etkinliği artırabilecektir. Keynes ve Post Keynesyenlerin finansal piyasa faaliyetleri konusundaki önerilerinin, sermaye akımlarının kontrolü üzerine olduğu görülmektedir. Onlara göre sistemik risklere neden olan finansal faaliyetler ulusal düzenlemelerin ve sermaye kontrollerinin gerekliliğini ortaya koymaktadır (Ferrari-Filho ve De Paula, 2009). Tobin ve onu takip eden Yeni Keynesyenler de bütünleşmiş finansal piyasalarla ilgili olarak aynı temel makroekonomik soruna odaklanmışlardır. Tobin’e göre (1978) tercih edilecek uygun bir döviz kuru rejimi olmasa da, istihdam, çıktı ve enflasyon gibi yurtiçi politikalara odaklanmış ulusal hükümetlerin parasal ve mali 19 politika uygulama alanlarını daraltan büyük çaplı kısa dönem sermaye akımları üzerinde durulmalıdır. Tobin, esnek döviz kuruna dayalı serbest uluslararası finansal piyasaların oynaklık yarattığını ve bu oynaklığın belirli endüstrilerde ya da ekonominin tümünde yıkıcı etkilere neden olabileceğini ifade eder. Bu nedenle hükümetlerin, tüm uluslararası ödemelerde küçük bir Tobin vergisi yoluyla işlem maliyetlerini artırarak piyasa oynaklıklarını sınırlayabileceklerini savunur. Tobin, tüm döviz işlemlerini kapsayacak bu uluslararası verginin döviz kurlarında da istikrar sağlayacağını öne sürmüştür. Ancak işlem maliyetlerindeki herhangi bir artış piyasa oynaklığını düşürmekten çok artırmış, Tobin vergisi, Tobin’in varsaydığı gibi kısa dönem spekülatörleri engelleyici bir faktör olmamıştır. Bu nedenle Davidson’a göre (1998a, 2000) Tobin vergisi, spekülatif uluslararası finansal piyasaların büyümesini engelleyecek bir çözüm değildir. 2.2.2. Yeni yapısalcı yaklaşım Finansal serbestleşmeye dönük politikaları eleştiren Yeni yapısalcı yaklaşımın kökeni 1950’li yıllarda GOÜ ekonomileri üzerine çalışma yapan Yapısalcı yaklaşıma dayanmaktadır. Yapısalcıların hareket noktasını GOÜ ekonomileri ile gelişmiş ülke (GÜ) ekonomileri arasındaki yapısal farklılık oluşturmaktadır. Yeni yapısalcı yaklaşımın öncülüğünü 1980’li yıllarda Buffie, Taylor ve Van Wijnbergen yapmıştır. Yazarlar, 1980’lerin başında IMF ve DB’nın yapısal uyum politikalarını incelemişler ve söz konusu politikalara eleştirel yaklaşmışlardır. Yapısalcılara göre, GOÜ ekonomileri ile GÜ ekonomileri yapısal olarak farklı ekonomiler olduğundan finansal sistemleri de farklılaşmakta, dolayısıyla aynı politikalar her iki farklı ekonomi yapısı için geçerliliğini yitirmektedir. Bu çerçevede Yapısalcılar, GOÜ’lerdeki finansal piyasaları, örgütlenmiş (formal) bankacılık sektörü ve bunun haricinde kalan örgütlenmemiş (informal) piyasalar olarak ikiye ayırmaktadırlar. Taylor’a göre (1983) bu ülkelerde tasarruf sahipleri ve yatırımcılar fon arz ve talep ederken her iki piyasayı da kullanmakta, dolayısıyla fonların bir kısmı örgütlenmemiş piyasalara yönelmektedir. Bu açıdan finansal serbestleşmenin büyümeye öncülük edip etmeyeceğini belirleyen piyasa örgütlenmemiş piyasa olmaktadır (Taylor, 1983: 92-93). Çünkü finansal serbestleşme ile birlikte kredi ve mevduat faizleri yükseleceğinden, örgütlenmemiş piyasalardan bankalara fon transferi olacaktır. Ancak örgütlenmiş bankalarda yasal karşılık tutma zorunluluğu olduğu için finansal aracılık faaliyetlerinde sızıntı vardır. Böylece, 20 örgütlenmemiş piyasadan gelen fon transferi sonucu toplanan kaynakların yatırıma dönüştürülme miktarı düşecek, yatırımlar azalacak ve büyüme yavaşlayacaktır (Eser, 1993). Bu durumda yapısalcılara göre, bir taraftan yasal karşılık tutma zorunluluğu bankaların finansal aracılık faaliyetlerini zayıflatırken, diğer taraftan örgütlenmemiş piyasaların dolaylı etkisiyle tasarruf yatırım dengesi bozulmaktadır. Yeni yapısalcılar, GOÜ’lerde firmaların sermaye ihtiyaçlarını büyük oranda borç finansmanı ile sağladıklarını ifade ederek kredi faiz oranlarının önemine vurgu yapmışlardır. Buna göre faiz oranlarındaki yükselme, mark-up fiyatlama nedeniyle girdi fiyatlarını artıracak, bu da firmaların maliyetini yükseltecektir (Van Wijnbergen, 1982). Bununla birlikte firmaların artan borçlanma maliyeti toplam talebi azaltarak üretimin düşmesine neden olacaktır. Bu ülke ekonomilerinde arz esnekliği düşük olduğu için yüksek borçlanma maliyetlerinin neden olduğu arz yönlü enflasyonist etkiler, talep yönlü deflasyonist etkilere baskın gelerek ekonomide stagflasyonist bir süreci başlatacaktır (Esen, 1998). Neticede, serbestleşme politikalarının neden olduğu faizlerdeki atış, kredi maliyetlerinin artmasıyla stagflasyonist etkiye neden olurken büyümeyi de olumsuz etkileyecektir. Taylor (1983: 91) ise Van Wijnbergen ile benzer görüşler etrafında faiz oranlarındaki artış nedeniyle girdi maliyetleri yoluyla girdi fiyatlarının yükseleceğini belirtirken, yatırım talebindeki azalma ile birlikte girdi fiyatlarının da düşeceğini ifade eder. Bu durumda Taylor’a göre faiz oranlarındaki artış yatırımlardan ziyade tasarruflarda düşüşe neden olacak ve ekonomik büyümeyi yavaşlatacaktır. Finansal piyasalardaki rekabetçi davranışlara da değinen Yeni Yapısalcılar, örgütlenmiş bankacılık kesimindeki zorunlu karşılık uygulamasının aracılık faaliyetlerinde neden olduğu bozulma dolayısıyla, bankacılık sektöründe rekabet yapısını bozduğunu öne sürmektedirler (Eschenbach, 2004). Örgütlenmemiş finansal piyasalarda böyle bir uygulamanın olmaması ise bu piyasaları daha rekabetçi hale getirmektedir (Taylor, 1983: 92). Bununla birlikte klasik etkin piyasa kuramından farklı olarak finansal serbestleşmeyi eleştiren ve GOÜ’ler için korumacılığı savunan Yeni yapısalcı kuram, sermaye kontrollerinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Kontrollerin kaldırılması ülkeden sermaye çıkışına zemin hazırlayacağından, yurtiçi ekonomilerin uluslararası makroekonomik dalgalanmalara karşı kırılganlığı artacaktır (Aktan, 1993). 21 2.2.3. Grabel’in spekülatif gelişme modeli 1980’li yılların sonunda IMF ve DB’nın GOÜ’ler için sunduğu neoliberal serbestleşme politikalarından5 yola çıkan Grabel (1995), spekülatif yönlü büyümeye dikkat çekmiştir. Neoliberal politikalar genel olarak mevduat ve kredi faiz oranlarının serbest piyasada belirlenmesi, finansal kurumların serbestleştirilmesi, finansal piyasaların, kurumların ve araçların çeşitliliğinin artırılması ve sermaye hesabının serbestleştirilmesi etrafında şekillendirilmiştir (Esen, 1998). Grabel’e göre (1995) sözü edilen politikalar riskli yatırım faaliyetlerine, finansal sistemin zayıflamasına ve son tahlilde reel sektör büyüme hızının düşmesine neden olmaktadır. Grabel, yurtiçi finansal piyasaların serbestleştirilmesinin ekonomide neden olduğu etkileri arz ve talep olmak üzere iki kanaldan açıklamaktadır. Talep yönüyle değerlendirildiğinde serbestleşme politikaları ekonomide reel iktisadi faaliyetlerden spekülatif finansal hareketlere doğru yönelmeyi ifade etmektedir. Çünkü yüksek faiz oranları ve finansal getiriler, menkul kıymetlerin fiyatlarında spekülatif kaynaklı değerlenmelere neden olacak, bu da finansal yatırımları cazip kılarak fiziksel yatırımların kalitesini değiştirecektir. Borç verilebilir fon maliyetleri yükseldiği için düşük getirili ve düşük riskli yatırım projelerinin yerine yüksek getirili ve yüksek riskli projeler tercih edilecektir (Grabel, 1995). Bununla birlikte neoklasik kurama göre, serbestleşme politikaları yeni piyasalar ve araçlar yaratmakta, bu yenilikler de tasarrufları teşvik ederken fonların reel kesime yönelmesini kolaylaştırmaktadır. Ancak Grabel’e göre sözü edilen yenilikler finansal varlık fiyatlarındaki değişimler nedeniyle kâr elde etme amaçlı spekülatif kısa vadeli işlemleri cazip hale getirmektedir. Finansal piyasaların likit ve kısa vadeli, reel kesimin ise daha az likit ve daha uzun vadeli olduğu dikkate alındığında, finansal piyasalardaki yüksek likidite sayesinde likiditesi düşük olan reel sektör yatırımlarının çok kısa vadelerle el değiştirilebilen finansal varlıklara dönüştürülmesi mümkün olmaktadır (Esen, 1998). Grabel, spekülatif yönlü gelişme modelinde kısa ve uzun vadeli faiz oranı farklılıklarındaki (interest rate spread) artışa dikkat çekmektedir. Grabel bu artışı iki nedene bağlayarak açıklamaktadır. Öncelikle, finansal piyasa faaliyetleri genişlediği için finansal varlık fiyatlarında dalgalanmalar gözlenmektedir. Fiyatlardaki dalgalanmalar finansal Washington Konsensusu çerçevesinde sunulan serbestleşme politikaları, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde açıklanmaktadır. 5 22 kurumların uzun vadeli kredilerden beklediği risk primini yükseltmekte, uzun vadeli finansman sağlayan işletmeler de bu risk primini ödemektedirler. Dolayısıyla uzun vadeli plasmanlarda faiz oranları yüksek olmaktadır. İkincisi, spekülatif bir ortamda bankalar, çeşitlenen yeni yatırım fırsatlarından yararlanmak istedikleri için kısa vadeli kredileri tercih etmektedirler. Bu nedenle kısa ve uzun vadeli faiz oranı farkı artmakta ve spekülatif yatırımlar lehine bir ortam oluşmaktadır. Ayrıca, uzun vadeli finansmanın yüksek faizler nedeniyle tercih edilmemesi durumunda kredi talepleri daralmakta ve uzun vadeli yatırım projeleri kısa vadeli fonlarla finanse edilmektedir (Esen, 1998; Onaran, 2006). Arz yönüyle bakıldığında, finansal serbestleşme ortamının yarattığı yüksek faiz oranları ve yeni finansal araçlar, piyasa aktörlerinin aşırı iyimser beklentilerine öncülük etmektedir. Grabel’e göre kredi arz ve talepleri kreditörlerin ve borçluların beklentilerindeki bu değişimlere göre şekillenmektedir (Weller ve Singleton, 2004). Önceleri asimetrik bilgi nedeniyle piyasada talep fazlası oluşuyorken, serbestleşme sonrasında artan spekülatif faaliyetler sonucu kâr beklentileri nedeniyle talep fazlası oluşabilmektedir. Ayrıca, finansal kurumlar yeni finansal ortamda kısa vadeli yatırım kararlarını rekabet baskısı altında almaktadırlar. Rekabetçi baskılar nedeniyle kabul etmek istemedikleri projeleri finanse etmek zorunda kalmakta ve daha önce ihtiyatlı davranışlar sergilerken serbestleşme sonrasında spekülatif finansmana sürüklenmektedirler (Esen, 1998; Onaran, 2006). Spekülasyon yönlü gelişme, Grabel’e göre (2009) kendi finansal piyasalarından çok, yurt dışı finansal piyasalara bağlılığını sürdüren küçük bir rantiye sınıfı yaratmaktadır. IMF gibi uluslararası kurumlar da sürdürülebilir güçlü ekonomik ve sosyal politikalar adı altında oluşturdukları reçetelerle bu ortamı belirleyici rol oynamaktadırlar. Düşük enflasyon, yüksek faiz oranları ve mali kısıtlamalar gibi önerilen söz konusu politikaların yanında özellikle uluslararası serbest sermaye hareketliliği, ülkelerde otonom politika alanını daraltmaktadır. Bunun anlamı, oluşturulan ulusal makroekonomik politikaların IMF ve oluşan rantiye sınıfınca taraflı bir biçimde kısıtlandığıdır. Bununla birlikte spekülasyon yönlü gelişmenin finansal kırılganlığı büyük ölçüde tetiklediğini ifade eden Grabel, beraberinde para, bankacılık ve genel olarak finansal krizleri getirdiğini vurgulamaktadır. 23 2.3. Finansal Gelişme Uluslararası finansal serbestleşmenin etkisiyle yeni finansal araçların nicelik olarak artışının yanında finansal aracılık faaliyetlerindeki artışlar, iletişim tekonolojisinin gelişmesi ve finansal sistem ile ilgili kurumsal ve yasal düzenlemeler özellikle 1990’lı yıllardan itibaren finansal sistemde köklü değişimlere yol açmıştır. Finansal sistemin mimarisinde önemli rol oynayan hisse senedi piyasasındaki hızlı genişlemeler ile finansal piyasaların diğer yönlerden gelişimi, birbirini tamamlayan unsurlar olarak görülmüştür (Hermes ve Lensink, 2000). Oksay’a göre (2000) finansal piyasaların etkinliği yani yaratılan tasarrufların yatırıma dönüştürülebilmesi için, finansal sistemin yeniden yapılandırılması ve derinliğinin sağlanması gerekmektedir. Bu doğrultuda finansal sistemin yapılandılmasının, sistem üzerindeki etkisini değerlendirebilmek için finansal gelişme kavramına ilişkin açıklamalar önem kazanmaktadır. 2.3.1. Kavram Finansal gelişme kavramı, finansal sistemin büyüklüğünü ve sistemdeki aracı fonların ekonomi üzerindeki etkinliğini yansıtan çok boyutlu bir kavramdır (Cuadro, Gallego ve Herrero, 2003). Ancak genel itibariyle, finansal piyasalarda kullanılan araçların çeşitliliğinin artması ve bu araçların daha yaygın biçimde kullanılır duruma gelmesi finansal gelişme olarak tanımlanmaktadır (Erim ve Türk, 2005). İktisat yazınında finansal gelişme ve finansal derinlik kavramları çoğunlukla birlikte kullanılan kavramlar olsa da finansal açıdan derinleşmiş piyasalar, likidite ve piyasa büyüklüğü yönüyle değerlendirilmekte, firmalara yatırım projeleri için gerekli sermayeyi sağlayabilen piyasalar olarak ele alınmaktadır. Bunun yanında yasal ve düzenleyici çerçevenin yeterli ölçüde gelişmediği çok sayıda ülkede, finansal derinleşmenin serbestleşmeye öncülük ettiği ve bunun da ülke ekonomisinde büyümeyi olumsuz yönde etkilediği ileri sürülmektedir (Di Giovanni, 2005).6 Finansal sistemin gelişimine yönelik tartışmaların öncülüğünü yapan Goldsmith (1969), ilk defa kısa ve uzun dönem zaman serileri kullanarak gelişmiş ülkelerde büyüme ile finansal gelişme arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Finansal sistemin ne ölçüde genişlediği ve finansal araçların ne kadar çeşitlendiği, yani yapı itibariyle ne kadar değiştiği ise finansal Literatürde “finansal derinleşme” ve” finansal gelişme” kavramları aynı anlamı taşıyan kavramlar olarak ele alındığından, bu çalışmada her iki kavram aynı anlamı karşılayacak şekilde birlikte kullanılacaktır. 6 24 derinleşme kavramı ile açıklanmaktadır. Sistemin büyüklüğünün yanında yapı itibariyle de değişmesini ifade eden ve öncülüğünü Shaw (1973)’un yaptığı bu görüş, finansal derinleşme olarak adlandırılmaktadır. Buna göre finansal sistem belirli bir derinliğe ulaştığında finansal aracılık faaliyetleri sayesinde kredi ve mevduat faizleri birbirine yaklaşacak, piyasalara ilişkin bilgi toplama sürecinde ölçek ekonomilerinden yararlanılarak ve risk dağılımı sağlanarak işlem maliyetleri en aza indirilebilecektir (Öcal ve Çolak, 1999: 272). Finansal derinliğe sahip olmayan ekonomileri “sığ” olarak nitelendiren Shaw (1973: 1-8), faiz oranları ve döviz kurları gibi finansal fiyatlarda meydana gelen bozulmanın, finansal sistemin gelişimini olumsuz yönde etkilediğini ve beraberinde kişi başına geliri ve refahı düşürdüğünü ifade etmektedir. Ancak, finansal politikaların serbestleştirilmesi ve finansal fiyatlardaki bozulmanın giderilmesi ile sistemde rezerv ve likidite artışları gerçekleşecektir. Bununla birlikte, finansal açıdan sığ ekonomilerde sermaye akımları sistemin derinliğini gösteren bir kanıt olarak görülmektedir. Finansal sermayeyi büyütecek olan tasarrufların ağırlıklı olarak kamu maliyesine ve uluslararası sermaye akımlarına bağlı olduğu ekonomiler finansal olarak derinleşmemiş, sığ kalmış ekonomiler olarak değerlendirilmektedir. Finansal açıdan sığ olan ekonomilerin finansal sistemlerine, ağırlıklı olarak bankacılık kesimi hakimdir. Bu ekonomilerde bankacılık sistemi, yüksek maliyet ve yüksek kârla çalışan oligopol piyasalardır. Finansal piyasalarda büyük çaplı dış yardımlar, yüksek maliyetle kredi arz edenler ve yabancı doğrudan yatırımlar baskındır. Finansal işlemler, yasal baskılar ve borçlananların borçlarını geri ödeyememe riskinin yüksek olması nedeniyle genellikle kısa dönemlidir. Finansal derinliğin sağlandığı ekonomilerde ise parasal sistemdeki büyüme, sigorta kuruluşları gibi diğer finansal kurumların kârlılık olanaklarının artmasına da öncülük etmektedir (Shaw, 1973: 8). Gertler ve Rose (1994), finansal gelişmeyi iç finansmandan dış finansmana doğru bir gelişim, aracılık faaliyetlerinin ve doğrudan kredi piyasalarının gelişimi, dünya sermaye piyasalarına erişimin artması ve son aşamada kredi ve mevduat faizleri arasındaki farkın daralması biçiminde açıklamaktadırlar. Khan ve Semlali (2000) ise, finansal piyasalar ve aracılar tarafından sağlanan hizmetlere kolayca ulaşabilen firma ve hanehalkı miktarındaki artışları finansal sistemin genişlemesi olarak ifade etmektedirler. Buna göre finansal sistemin genişlemesi ile birlikte etkinliğinin artması, finansal gelişme olarak değerlendirilmektedir. 25 Levine (2005: 869-870), finansal gelişmeyi sağlayacak beş temel unsur üzerinde durmaktadır. Buna göre olası yatırımlara ilişkin bilginin üretilmesi, yatırımların gözetimi ve kurumsal yönetişim uygulamaları, risk yönetimi, tasarrufların harekete geçirilmesi, mal ve hizmet değişimi gibi finansal faaliyetler, finansal gelişmenin sağlanmasıyla tasarruf ve yatırım kararlarını etkileyerek ekonomide büyümeyi beraberinde getirecektir. 2.3.2. Kuramsal çerçeve İktisat yazınında finansal gelişmeye ilişkin açıklamalar ekonomik büyüme ile kurulan ilişki üzerine temellendirilmiştir. Ekonomik büyüme ile finansal gelişme arasındaki ilişki kuramsal olarak Solow (1956)’un neoklasik büyüme modelleri çerçevesinde incelenmeye başlanmış, daha sonra Romer (1986) ve Lucas (1988) tarafından içsel büyüme modeli ile geliştirilmiştir. Sözü edilen çalışmalarda büyüme ile finansal gelişme arasında güçlü bir ilişkinin varlığı ortaya konulmuş ise de ilişkinin yönüne ilişkin ilk tespitler Patrick (1966)’in çalışmasıyla iktisat yazınında yerini bulmuştur. Talep takipli (demand-following) ve arz öncüllü (supply-leading) hipotezler iki unsur arasındaki ilişki yönünü açıklamaya yönelik olarak geliştirilmiştir. 2.3.2.1. Talep-takipli ve arz-öncüllü finansal gelişme hipotezleri Talep yönünden hareketle, finansal hizmetlere ilişkin talep takipli finansal gelişme hipotezini geliştiren Patrick (1966), ekonomik büyümenin yeni ve daha fazla finansal hizmetlere öncülük ettiğini ifade etmektedir. Finansal sistem, ekonomik ortamın ve kurumsal çerçevenin oluşturduğu objektif olanaklardaki değişimler ile bireylerin güdülerinin, alışkanlıklarının ve tercihlerinin oluşturduğu subjektif tepkilerdeki değişimlerle şekillenmektedir. Buna göre reel sektör büyüdükçe finansal sektörün gelişeceğini ileri süren Patrick’e göre, modern finansal kurumların sahip olduğu finansal varlık ve yükümlülükler ve sağladıkları finansal hizmetler, tasarruf sahibi ve yatırımcıların bu hizmetlere olan talebinin bir sonucudur. Talep takipli hipoteze göre, milli gelirdeki daha hızlı bir büyüme oranı girişimcilerin ve ardından finansal aracıların dış fon taleplerini daha fazla artıracaktır. Girişimcilerin toplam fon kaynakları içindeki dış fon oranı yükselecektir. Bununla birlikte reel büyümeyle birlikte finansal piyasalar gelişecek ve genişleyecek, risk dağılımı gerçekleşecek ve likidite 26 olanakları artacaktır (Patrick, 1966). Bu hipotezi destekleyen Robinson’un (1952) görüşüne göre müteşebbisin öncülük ettiği ekonomik gelişmeyi finansal sistemin gelişmesi takip edecektir. Ekonomik gelişme finansal aracılık faaliyetleri için talep yaratacak ve finansal sistem bu talebe kendiliğinden cevap verecektir. Reel sektör büyüdükçe ve genişledikçe finansal derinlik sağlanacaktır (Levine, 1997). Buna göre talep takipli hipotezde ilişkinin nedensellik yönü ekonomik büyümeden finansal gelişmeye doğru gerçekleşmektedir. İkinci nedensellik ilişkisi, arz öncüllü finansal gelişme ile tanımlanmaktadır. Bu hipotez, etkin finansal piyasaların ekonomik büyümenin koşulu olduğunu ileri süren geleneksel iktisadi düşünce temeline dayanmaktadır. Buna göre, gelişmiş finansal aracılık faaliyetleri ekonominin genelinde etkinliği artıracak, tasarrufları harekete geçirecek, likidite artacak ve sermaye birikimi genişleyecektir (Darrat, 1999). Finansal sistemin gelişmesiyle, özellikle az gelişmiş ekonomilerde kıt kaynaklar küçük tasarruf sahiplerinden büyük yatırımcılara aktarılacak ve böylece büyümeye öncülük edecektir (Jung, 1986). Gelişmiş bankacılık sistemine dikkat çeken Schumpeter’e göre (1912) bankalar teknolojik yenilikleri teşvik ederek yatırımcılar için yeni finansman olanakları yaratacaktır (Levine, 1997). Arz öncüllü finansal gelişme hipotezi daha sonraları McKinnon (1973), Shaw (1973), Fry (1978), Diaz-Alejandro (1985) ve Moore (1986) gibi çok sayıda iktisatçı tarafından desteklenmiş ve hipotezde ilişkinin nedensellik yönü finansal gelişmeden ekonomik büyümeye doğru kurulmuştur. Bu çerçevede iktisat yazınında iki kesim arasındaki ilişkinin varlığını destekleyen çalışmalardan elde edilen bulgular, ilişki yönü ile birlikte Çizelge 2.1’de gösterilmektedir. 27 Çizelge 2.1. Finansal Kesim ile Reel Kesim İlişkisinin Tespitine Yönelik Çalışmalar İktisat Yazını Çalışma Kapsamındaki Ülke Sayısı 69 Gelişmekte olan ülke Çalışmanın Dönem Aralığı 1950-88 De Gregorio ve Guidotti (1995) 95 Ülke 1960-85 Andrés, Domenech ve Molinas (1996) Beck, Levine ve Loyaza (2000) 24 OECD ülkesi 1960-90 77 Ülke 1960-95 Harris (1997) 49 Ülke 1980-91 DemirgüçKunt ve Maksimoviç (1998) 30 Ülke 1980-85 Fink ve Haiss (1999) 27 Ülke 1996 Bassanini, Scarpetta ve Hemmings (2001) 21 Ülke 1971-98 Kişi başına reel GSYH’de büyüme Hahn (2002) 23 Ülke 1970-2000 Yurtiçi yatırım Gertler ve Rose (1994) Bağımlı Değişken Açıklayıcı Finansal Değişkenler Araştırılan İlişki İlişki Yönü Kişi başına reel GSYH Finansal olmayan sektöre verilen banka kredileri/GSYH; (M2M1)/GSYH Finansal olmayan sektöre verilen banka kredileri + Banka mevduatları/GSYH; hisse senedi piyasası işlem hacmi Banka aracılığı ile reel ekonomik gelişme arasındaki ilişki Banka aracılığı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki Finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki Banka aracılığı, yasal çerçeve ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki Finansal sektör ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki Finansal sektör ile firma büyümesi arasındaki ilişki Banka varlıkları; hisse senedi piyasası sermayeleşme; bonolar Finansal sektör ile reel sektör arasındaki ilişki + Likit yükümlülükler/GSYH; mevduat bankalarının verdiği özel krediler/GSYH; hisse senedi piyasası sermayeleşme/GSYH Özel sektöre verilen banka kredileri/GSYH; likit yükümlülükler/GSYH; hisse senedi piyasası sermayeleşme/GSYH Finansal derinlik ve reel değişkenler arasındaki ilişki + Finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki Zayıf ilişki Kişi başına reel GSYH’de büyüme Kişi başına reel GSYH’de büyüme Kişi başına reel GSYH’de büyüme Kişi başına reel GSYH’de büyüme Dış ve uzun vadeli finansmanın firmanın büyümesine katkısı GSYH M1 Özel krediler/GSYH; likit yükümlülükler/GSYH; mevduat bankalarının verdiği krediler/GSYH Hisse senedi piyasası işlem hacmi/GSYH + + + Sınırl ı+ + Kaynak: Blum, Federmair, Fink ve Haiss (2002). Ekonomik büyüme ile finansal gelişme arasında önemli bir ilişki olmadığını savunan yazarlar ise bir diğer grubu oluşturmaktadır. Lucas (1988) ve Stern (1989), finansal piyasaların büyüme üzerindeki önemini abartılı bulmakta ve bu piyasaların ekonomik gelişme süreci üzerinde çok önemsiz bir etkisi olduğunu ifade etmektedirler. Greenwood ve Smith (1997) ise, ekonomik büyüme ile finansal gelişme arasındaki nedensellik ilişkisinin özellikle uzun dönemde karşılıklı olduğunu, dolayısıyla talep takipli ve arz öncüllü hipotezlerin birlikte geçerli olabileceğini savunmaktadırlar (Darrat, 1999). 28 2.3.2.2. Gelişme safhası hipotezi Patrick (1966), finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi talep takipli ve arz öncüllü hipotezlerden sonra gelişme safhası hipotezi (stage of development) ile açıklamaktadır. Gelişme safhası hipotezi, finansal varlık ve yükümlülük stoku ile reel sermaye stoku arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Buna göre ekonomik büyümenin başlangıç safhalarında arz öncüllü hipotezle uyumlu olarak finansal gelişme reel sermaye stokunun büyümesini olumlu yönde etkilerken, finansal sistem geliştikçe arz öncüllü unsurların yerini talep takipli unsurlar almakta ve reel sermaye stoku ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır (Patrick, 1966). Çünkü yenilikler ve yeni finansal araçların gelişimi tasarruf sahipleri ve yatırımcılar için yeni olanaklar yaratmakta ve ekonomik büyüme oranı kendi kendine istikrar kazanmaktadır. Dolayısıyla ekonomik ve finansal gelişme ilerledikçe finansal gelişmenin de arz öncüllü unsurları aşama aşama gerilemekte ve son tahlilde talep takipli unsurlar baskın olmaktadır (Calderon ve Liu, 2003). Gelişme safhası hipotezini destekler biçimde Williamson ve Mahar (2002: 3-4) da başlangıçta ekonomik büyüme geliştikçe finansal sistemin gelişeceğini ancak büyüme sürdükçe finansal gelişmenin yavaşlayacağını savunmaktadırlar. Bununla birlikte Patrick’e göre (1966) finansal sistem gelişirken çeşitli finansal varlık ve yükümlülüklerin yapısı ve bu unsurların gelişme düzeyi ile reel sermaye stokunun optimal nitelikleri arasında uyum olmalıdır. Finansal sistem, sermaye stokunu üç farklı yoldan etkileyebilir. Birincisi, finansal kurumlar çeşitli varlık sahiplerinin bileşimini ve sahipliğini aracılık faaliyetleri yoluyla değiştirerek daha etkin bir sermaye dağılımı yaratabilirler. İkincisi, finansal kurumlar, tasarruf sahipleri ve yatırımcılar arasında aracılık yaparak yeni yatırımların görece üretken kullanımını ve etkin dağılımını sağlayabilirler. Son olarak yine finansal kurumlar, tasarruf ve yatırım teşvikleri yoluyla sermaye birikim oranının artmasını teşvik edebilirler. Ancak bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için politika yapıcıların, finansal kurumların etkin faaliyet göstermelerine ve genişlemelerine katkıda bulunmaları gerekmektedir. Bu çerçevede Patrick’e göre (1966) bir ülkede uygulanan para politikası yeterli esneklikte olmalıdır. Yeterli düzeyde esneklik, piyasada para talebi ile uyumlu düzeyde genişleyecek para arzı miktarı için gerekli görülmekte, özellikle nakit ve mevduat arasındaki ani tercih kaymalarında esneklik önem kazanmaktadır. Aksi takdirde piyasada aşırı derecede likit 29 olmayan koşullar gelişecektir. Ayrıca, ekonomide yaşanacak her bir parasal şok durumunda yeterli kapasiteye sahip, kişilerin ellerinde tutmak istedikleri çeşitlilikte finansal varlık yaratmaya istekli ve hazır bir son borç başvuru mercii olmalıdır. Finansal kurumların ekonomik büyüme üzerindeki etkisine değinen Goldsmith (1969), McKinnon (1973) ve Shaw (1973), Patrick (1966)’in görüşleri ile uyumlu olarak finansal kurumların aracılık faaliyetleri yoluyla büyümeye katkı sağladıklarını ifade etmişlerdir. Buna göre finansal aracılık faaliyetleri; sermaye birikiminin etkinliğini, sermayenin marjinal verimliliğini, tasarruf oranını ve ardından yatırım oranını artırarak büyümeye birçok kanaldan etki etmektedir (Khalifa Al-Yousif, 2002). Sonuç olarak, finansal gelişmeye ilişkin her üç hipotez bir arada değerlendirildiğinde, finansal sisteme ilişkin gelişmeler ile ekonomik faaliyetlerin ve finansal sistemin kendi içindeki dinamiklerinin nedensellik ilişkisi içinde olduğu dikkat çekmektedir. Ancak söz konusu ilişki, ekonomilerin gelişmişlik düzeylerine göre farklılık göstermekte ve uygulanan politikalar nedensellik ilişkisinin etkilerini belirlemektedir. Bu nedenle özellikle 1990’lı yıllardan itibaren artan finansal krizler, finansal sisteme yönelik uygulanan politikaların niteliğinin yeniden değerlendirilmesini ve güçlendirilmesini gerekli kılmıştır. Çalışmada, bu husus göz önüne alınarak finansal sistemin yeniden yapılandırılmasına ve gelişmesine ilişkin nedensellik ilişkileri ile bu gelişmelerin sistemin yapısı üzerinde yarattığı kırılganlık ve/veya sağlamlık etkileri ortaya konulmaktadır. 30 31 3. YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİ 3.1. Küresel Finansal Sistemin Dönüşümü: Kısa Tarih 1944-73 dönemini kapsayan ve sermaye birikiminin “altın çağ”ı olarak adlandırılan Bretton Woods döneminde, yerel ve kısmı durgunluk yılları dışında küresel nitelikte tıkanıklıklar görülmemiş, Fordist birikim (yoğun sermaye birikimi) modeli yoluyla sermaye üretkenliğinde düşme gerçekleşmediği gibi, artı değer oranı da artmıştır. Söz konusu dönemde, ABD iç pazarının geniş olması, yüksek üretkenliğe sahip bir tarım sektörünün gelişmesi, büyümeyi destekleyecek yönde işgücü akışkanlığının geliştirilmesi gibi etkenler, üretim ve tüketim koşullarının yoğun sermaye birikimi modeline tabi tutulmasını olanaklı kılmıştır. ABD karşısında düşük üretkenliğe sahip Batı Avrupa ve Japon ekonomilerinin olması ve bu ekonomilerin üretkenliği artırma çabaları, ekonomik büyümenin ivme kazanmasını sağlamıştır (Sönmez, 2005: 91-94). Ancak, altın çağın iktisadi büyüme dinamiğinin sınıra ulaşmasının ardından, dünya kapitalizminin öncü ülkelerinin büyüme hızlarında görülen ciddi düşüşler, sermayenin ulusal sınırlar içindeki birikim temposunun yetersizliğine işaret etmiştir. Yeni yatırımların gerçekleştirilebilmesi için çok daha yüksek kârların gerekli olması, ancak sermayenin kârlılığının içinde bulunduğu ulusal piyasaların büyüklüğü ile sınırlı olması, sermaye birikiminin önünde bir engel olarak görülmüştür (Yeldan, 2002). ABD’de 1950 yılından 1970’li yılların başlarına kadar %22 düzeyine yükselen kâr oranları, 1975 yılında %12’ye kadar gerilemiştir. Kâr oranlarındaki düşüşle birlikte yatırımların kısılması ve artan işsizlik oranları, yüksek enflasyon ve işsizliğin bir arada görülmesine neden olarak stagflasyonu beraberinde getirmiştir (Moseley, 1997). Bunun yanında reel ücretlerin reel gelir içindeki payının azalması, ortalama kâr eğiliminin düşmesine ortam hazırlamış ve Fordist birikim modelinin temelini oluşturan emeğin verimliliğini düşürmüştür (Lipietz, 1997). Bunalımdan çıkış yolu olarak, yurtiçi efektif talebin uyarılması ve sermaye birikimine bu yolla ivme kazandırılması bir seçenek olsa da, söz konusu yöntemin emek lehine bir kazanım olacağı düşüncesi, sermaye kârlılığı açısından kabul görmemiştir. Bu nedenle, sermayenin hızla finansal yatırım alanlarına çekilmesi, uluslararasılaşması ve finansal piyasaların serbestleştirilerek sermaye lehine yeni finansal araçların geliştirilmesi fikri yaygınlaşmaya başlamıştır (Yeldan, 2002). 1973 sonrası dönemde, büyüme ve daha yüksek kârlar için küresel ölçekte daha ucuz girdi ve yeni pazar arayışları ile başlayan bu süreç, yalnızca finansal piyasaların dünya 32 ölçeğinde bütünleşmesinin değil, aynı zamanda aşırı birikim nedeniyle o tarihe kadar kısmen üretken alanlarda değerlendirilen para sermayenin de küresel alanda en yüksek kârların peşinde koşmasının önünü açmıştır (Köne, 2003). Aynı dönemde, mevduat ve krediler üzerine uygulanan faiz kontrolleri nedeniyle genellikle negatif olan reel faiz oranlarının, özellikle GOÜ’lerde tasarruf artışını engellediğini ve kaynak dağılımını bozduğunu öne süren McKinnon ve Shaw’un finansal baskı kuramı, G7 ülkeleri7, IMF, DB, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası finansal serbestleşmeyi savunan kesimlerin de desteğiyle finansal serbestleşme politikalarına öncülük etmiştir. Ancak, 1974 yılında küçük bir Alman bankasının iflas etmesiyle II. Dünya Savaşı sonrası ilk finansal kriz ortaya çıkmış ve sınırötesi finansal sistemin risk yarattığı görülmüştür. Bunun üzerine G10 ülkelerinin8 merkez bankası temsilcileri BIS9 bünyesinde Basel Bankacılık Denetim Komitesi (Basel Committee on Banking Supervision; BCBS) ile bir toplantı düzenlemişlerdir.10 Resmi düzeyde gerçekleştirilen ilk uluslararası finansal organizasyon olan toplantının amacı, finansal işbirliği ve koordinasyonu teşvik etmek olmuştur. Toplantıda Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (International Accounting Standards Board; IASB), 1983’te şekil verilen Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü (International Organization of Securities Commissions; IOSCO) ve 1994’te biçimlendirilen Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi (International Association of Insurance Supervisors; IAIS) oluşturulmuştur. Söz konusu düzenlemeler, sınırötesi finansal sorunların çözümü için ortak çözümler geliştirmek amacıyla yapılmıştır (Arner ve Buckley, 2010). 1989 yılına gelindiğinde John Williamson, Washington Uzlaşısı (Washington Consensus) adı altında ekonomilerini yeniden yapılandırmak isteyen ülkelere neoliberal G7 ülke grubu; İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve ABD’dir. G7 grubu 1970’li yılların ortalarında oluşturulmuştur. 8 G10 ülkeleri; ABD, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada, Almanya, İsveç’tir. İsviçre’nin 1964 yılında gruba dahil olmasıyla sayıları 11’e çıkmış olsa da, G10 grubunun ismi değişmemiştir. 9 BIS, 1930 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde kurulan, dünyanın en eski uluslararası finansal kuruluşudur. BIS’in temel faaliyetlerinin merkezinde uluslararası finansal istikrarı gerçekleştirme ve finansal ve parasal konularda uluslararası işbirliğini destekleme vardır. Başlangıçta faaliyetlerini gelişmiş sanayi ülkelerinde finansal istikrar üzerine odaklamış, fakat daha sonra kurumun faaliyetleri gelişmekte olan ülkeleri de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. BIS, hem krizleri önleme hem de yönetme konusunda önemli rol oynamaktadır (Griffith-Jones, 2002). 10 Sözü edilen kriz öncesinde merkez bankası başkanları BIS yoluyla toplantılar düzenlemiş olmalarına rağmen sınırötesi finans alanında kurumsal bir çerçeve oluşturulamamıştır. Bu toplantılar; G7, G8 ve G10 ülkelerindeki resmi olmayan gruplar tarafından 1960’lı yılların erken dönemlerinden itibaren yapılmaya başlanmıştır. G7 ve G8 ülkeleri özellikle finansal ve ekonomik işbirliğine yönelik amaçlar için toplanmışlardır (Arner ve Buckley, 2010). 7 33 ekonomi politikaları hazırlamıştır.11 Klasik iktisat kuramına dayanan Washington Uzlaşısı’nda, tüm ekonomi sorunlarının çözümü için laissez-faire doktrinin gerekli olduğu öne sürülmüş, özellikle makroekonomik disiplinin, piyasa ekonomisinin ve dünyaya açıklığın gerekliliği savunulmuş, böylece optimum kaynak dağılımı ile tam istihdamın sağlanacağına inanılmıştır (Davidson, 2005). 1973 sonrası dönem, sözü edilen gelişmeler sonucunda arz yönlü Klasik iktisatçıların savunduğu dalgalı döviz kurunun ve uluslararası serbest sermaye hareketliliğinin başladığı yıllar olmuştur. Böylece, ekonominin büyük boyutlarda finansallaşması ve spekülatif faaliyetlerin artışı hızlanmıştır. 1970’lerin ortalarına kadar uluslararası finansal işlemler uluslararası ticaretin büyüme hızının üç katı kadar artmış, uluslararası finansal akımlar ticaret ödemelerini yönetir duruma gelirken, döviz kuru hareketleri ticaretin seyrini yansıtmaktan ziyade spekülatif hareketleri yansıtır duruma gelmiştir (Davidson, 1998). Firmalar yoğun biçimde hedge faaliyetlerine yönelmiş ve neticede hedge fon işlemleri yapan bir sektör ortaya çıkmıştır. Hedge faaliyetlerinin genişlemesiyle, reel sektörün faaliyet hacmi ile finansal sektörün faaliyet hacmi arasındaki tamamlayıcılık ilişkisi kopmuştur (Işık ve Togay, 2002). Bu çerçevede Yeldan (2002), 1970’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinin küresel düzeyde bütünleşme sürecine yön veren dinamiklerini dört başlık altında toplamıştır. Bunlar; (1) kapitalizmin altın çağında yüksek birikim temposunun yarattığı aşırı üretime dayalı kriz; (2) söz konusu dönemde sermaye-emek çelişkisinin altında yatan fordist üretim ilişkilerinin beslediği kâr sıkışması; (3) uluslararası kapitalist rekabetin artması ve (4) finansal sistemin serbestleştirilmesi sonucu yükselen finansal sermaye ve spekülatif birikimlerin reel yatırımların önüne geçmesi olgusudur. Neoliberal finansal bütünleşmeye yönelik olarak Klasik iktisatçıların savunduğu sermaye akımlarını serbestleştirme düzenlemeleri, daha fazla istikrar, daha hızlı ekonomik büyüme ve tam istihdam sağlamak yerine döviz kuru istikrarsızlığı ile birleşince, Şekil 3.1’de görüldüğü üzere, daha düşük küresel ekonomik büyümeye neden olmuştur. Washington Konsensusu ile yükselen ekonomiler için savunulan neoliberal önerileri Ferrari-Filho ve De Paula (2009) şu şekilde sıralamaktadırlar; tarife engellerini düşürme ya da ortadan kaldırma, yabancı yatırımlar ya da konvertibil parasal işlemler için serbest sermaye hareketliliği, mali disiplin, vergi reformu, finansal deregülasyon ve özelleştirme. Rodrik (2009: 19) ise Williamson’ın orijinal listesinin; mali disiplin, kamu harcamalarının yeniden yönlendirilmesi, vergi reformu, faiz oranlarının serbest bırakılması, standartlaştırılmış ve rekabetçi döviz kurları, dış ticaretin serbestleştirilmesi, doğrudan yabancı yatırımlara açılma, özelleştirme, kuralsızlaştırma ve mülkiyet haklarının korunmasından oluştuğunu ifade eder. 11 34 8 7 6 % 5 4 3 2 1 0 Dünya Ülkeleri Gelişmiş Ülkeler Gelişmekte Olan Ülkeler Şekil 3.1. Dünya Ekonomilerinde Reel Büyüme Oranları Kaynak: IFS (2013). Boratav (2009), dünya ekonomisindeki büyüme dengesizliğini sayısal göstergelerle açıkladığı çalışmasında, metropol (GÜ) ve çevre (GOÜ) ekonomilerin neoliberal düzenleme biçimince teslim alındığı 1980 sonrası dünya ekonomisini 1989-1997 ve 1998-2007 olmak üzere iki çevrim (dalgalanma) etrafında sınıflandırmaktadır. Çevrimler, dünya ekonomisinin ya da metropol ve çevre ülkelerin büyüme oranlarındaki değişimleri ortaya koymaktadır.12Buna göre ikinci çevrim (1998-2007) döneminde metropol ülkeleri haricindeki ekonomilerin büyüme oranı, ilk çevrim (1989-1997) dönemindeki büyüme oranını aşmaktadır. GÜ ekonomilerinin büyüme hızı ise her iki çevrimde bir önceki aşamaya göre yavaşlamaktadır. Boratav’a göre (2009) çevrimsel GSYH hareketlerine neoliberal devirde, sermaye hareketlerinin ve uluslararası ticaretin serbest olması öncülük etmektedir. Çevre ekonomilerin birçoğunda sermaye hesabı 1989 yılında serbestleştirilmiş ve böylece ilk çevrim başlamıştır. Serbestleşmenin başladığı ilk aşama olan 1989-92 yıllarında çevre ekonomilerine yönelik sermaye girişlerindeki büyüme her yıl ikiye katlanmış, ancak bu artışa düşük ve azalan büyüme oranları eşlik etmiştir. 1993-97 yıllarını kapsayan ikinci aşamada ise çevre ekonomilerinde büyüme oranı artarken sermaye girişleri azalmıştır. İkinci çevrim yıllarının iniş aşaması olan 1998-2001 yıllarında ise azalan büyüme oranlarına, Her bir çevrim, iniş ve çıkış aşamalarının olduğu yılları kapsamakta ve inişler (çıkışlar), bir ülke ekonomisi için bir ya da iki yıllık zaman diliminde GSYH düzeyindeki azalışı (artışı) ve daha düşük (yüksek) büyüme oranını göstermektedir. 12 35 sermaye girişlerindeki ani durma ve geriye dönmeler eşlik etmiştir. Söz konusu yılların, çevre ekonomilerde finansal krizlerin yaşandığı döneme rastladığı ve benzer tablonun 2008 Küresel Finansal Krizi’nin13olduğu yıllarda da yaşandığı görülmektedir (Boratav, 2009: 5). Finansal krizlerin eşlik ettiği bu durum, ekonomiler arasında finansal bütünleşmenin yoğunluk kazandığı 1980’li yıllardan sonra, finansal sisteme yönelik tehditlerin arttığını göstermektedir. Nitekim yurtiçi finansal piyasaların uluslararası finansal piyasalara açılmasını takiben 1990’lı yıllarda finansal krizler artmış, sermaye akımlarındaki ve döviz kurlarındaki istikrarsızlıklar sisteme yönelik tehdit unsurlarını oluşturmuştur.14 Finansal piyasaların serbestleştirilmesinin ardından ortaya çıkan krizlerden bazıları Çizelge 3.1’de gösterilmektedir. Serbestleşme sonrası ilk krizlerin genellikle GOÜ’lerde yaşandığı görülmektedir. Çizelge 3.1. Finansal Serbestleşme ve Finansal Krizler Ülke ve Finansal Sıkıntıların Başlangıcı Sermaye Girişleri Kriz Öncesi 5 Yıl İçerisinde Serbestleşme Kısa Vadeli Uzun Vadeli Açık Açık Açık Açık Açık Açık Kapalı Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Kapalı Açık Var Var Var Var Yok Var Yok Yok Var Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Kapalı Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Açık Yok Yok Yok Var Var Var Var Var Var ŞİDDETLİ KRİZLER Arjantin (1980) Arjantin (1995) Şili (1981) Meksika (1994) Malezya (1985) Tayland (1997) Güney Afrika (1985) Türkiye (1985) Türkiye (1991) DÜŞÜK ŞİDDETLİ KRİZLER ABD (1980) Kanada (1983) Japonya (1992) Fransa (1991) İtalya (1990) Avustralya (1989) Yeni Zelanda (1989) Güney Kore (1980) Türkiye (1994) Kaynak: Williamson ve Mahar (2002: 91). IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşlar, küresel ekonominin uzun dönemde geleneksel iktisat kuramının öngörüleri ile düzene gireceğini öne sürerek krizlerin yarattığı Çalışmanın bundan sonraki kısımlarında “Küresel Kriz” kavramı kullanılacaktır. Finansal serbestleşmenin krizlere yolaçacağı korkusu ilk olarak, Carlos Diaz-Alejandro’nun 1985 yılındaki “Good-Bye Financial Repression, Hello Financial Crash” adlı çalışmasında gündeme gelmiştir (Williamson ve Mahar, 2002: 90). Çalışmada, McKinnon’ın finansal baskı politikalarına ilişkin eleştirileri karşısında 1970’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinde (Arjantin, Şili, Uruguay) uygulamaya konulan yurtiçi serbestleşme politikalarının, söz konusu ülkelerde 1983 yılında yaşanan banka iflasları ve makroekonomik istikrarsızlıklar ile ilişkisi incelenmiştir (Diaz-Alejandro, 1985). 13 14 36 kırılganlıkların boyutunu fark edinceye kadar temel reform önlemleri almamışlardır (Davidson, 2000). 1990’lı yılların sonlarına gelindiğinde ise, makroekonomik çerçevenin ve geliştirilmiş ihtiyatlı düzenlemelerin yokluğunda finansal sistemin serbestleştirilmesinin krizlere neden olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından kabul edilmiştir (Rodrik, 2009: 1920). Böylece 1994 Meksika, 1994-95 Latin Amerika ve 1997 Doğu Asya Finansal Krizi15, beraberinde yeni küresel finansal reform arayışlarını getirmiştir. 1990’larda uluslararası kuruluşların eksiklikleri ve düzenlemelerin gerekliliği, başta 1994 Meksika, Latin Amerika ve daha sonraları 1997 Asya, 1998 Rusya, 1999 Brezilya ve Ekvator Krizleri, 2001-2002 Türkiye ve Arjantin Krizleri’nin etkisiyle önem kazanmıştır. 1990’ların başında finansal küreselleşmenin hem uluslararası hem de ulusal anlamda finansal ortamı değiştirmesiyle artan bu krizler, giderek krizlerin ortaya çıkış nedenlerine odaklanmayı, gelecekteki olası krizlerden korunma yollarını aramayı gündeme getirmiş ve küresel YFM adı altında tartışılmaya başlanmıştır (Kenen, 2002; Arner ve Buckley, 2010). Ortodoks ekonomistlerin öne sürdükleri bu yeni reform gereklilikleri, öncelikle birinci nesil serbestleşme reformlarının tamamlanması, ardından ikinci nesil reformların geliştirilmesi biçiminde tasarlanmıştır. Buna göre 1990’lı yıllardaki krizlerin ardından başlayan ikinci nesil reformlar, kurumsal ve finansal reformlar olmak üzere iki ayrı grupta ele alınmıştır (Arestis, 2004). 2008 Küresel Krizi’nde ise YFM’nin yapısal zayıflıkları görülmüş, küresel bir sistemik krizde ulusal, bölgesel, kıtasal ve küresel düzeyde iyileştirici eylemleri etkin biçimde teşvik etmediği öne sürülmüştür. Bu çerçevede, küresel sistemik finansal riskler belirlenmiş ve bu defa kriz öncesi eylemlere daha fazla odaklanılarak finansal sistemin mimarisi çalışmalarına devam edilmiştir (Shinasi ve Truman, 2010).16 Finansal sisteme yönelik küresel çapta yeni yapısal düzenleme arayışları, 1990’lı yılların finansal krizlerinin ardından hız kazanmıştır. Bu nedenle finansal sistemin yeniden mimarisine yönelik atılan adımların, krizlerin öngörülmesine ve çözümüne yönelik kural ve standartları içeriyor olması, öncelikle finansal krizlerin açıklanmasını gerekli kılmaktadır. Çalışmanın bundan sonraki kısımlarında “Asya Krizi” kavramı kullanılacaktır. Sistemik finansal riskler, öncelikle bir ya da birkaç küçük bankayı etkileyen finansal baskının, daha sonra finansal sistemin diğer unsurlarını etkileyerek yayılmasına neden olan ve şiddetli boyutlara vardığında bütün sistemin istikrarını tehlikeye sokan olaylardır (Chant, 2003). G-10 ülkelerinin finansal sektör üzerine yaptıkları bir çalışmada verdikleri tanımlamaya göre ise sistemik finansal riskler, güven kaybını ve belirsizlikteki artışı tetikleyen, finansal sistemin reel ekonomi üzerinde olumsuz etkiler yaratma olasılığı olan olaylardır. Finansal risklerin reel ekonomi üzerinde yarattığı olumsuz etkiler çoğunlukla ödeme sisteminin bozulmasından ve varlık fiyatlarının zarar görmesinden kaynaklanmaktadır (Shinasi, 2003). 15 16 37 3.2. 1990’lı Yılların Finansal Krizleri: Krizlerin Oluşumu ve Etkileri Finansal krizler, finansal piyasalarda şiddetli fiyat dalgalanmaları veya bankacılık kesiminde geri dönmeyen (batık) kredilerin aşırı derecede artması sonucunda yaşanan ciddi ekonomik sorunlar olarak kabul edilmektedir (Kibritçioğlu, 2001). Finansal krizler, genellikle para ve bankacılık krizleri olmak üzere iki farklı sınıflandırma altında açıklanmaktadır.17 IMF’nin (1998: 74-75) yaptığı sınıflandırmaya göre para krizi; dövize yapılan spekülatif saldırıların devalüsyona ya da paranın değerinde ani düşüşe neden olması, böylece yetkililerin paranın değerini korumak için uluslararası rezervleri kullanması ya da faiz oranlarını artırması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bankacılık krizi ise banka panikleri, bankaların bilanço içi yükümlülüklerinin konvertibilitesindeki başarısızlıklar ya da bundan korunmak için büyük ölçüde hükümet müdahalesinin zorunlu kılınması nedeniyle yaşanmaktadır.18 Ancak, her iki krizi de genel olarak; zayıf makroekonomik göstergeler ve uygulanan hatalı iktisat politikaları, finansal altyapı yetersizliği, ahlaki risk ve asimetrik bilgi olgusu, kreditörlerin ve uluslararası finansal kurumların hatalı öngörüleri belirlemektedir. Söz konusu unsurlardan bir ya da birkaçının varlığı, finansal saldırıya neden olmakta ve hükümetlerin alacağı ilgili politika kararı geciktikçe finansal baskı da giderek büyümekte ve krize neden olmaktadır (Kibritçioğlu, 2001). Buna göre, krizlerin ülkelere özgü nitelikleri olmakla birlikte, bazı ortak unsurlara sahip oldukları görülmekte, küresel düzeyde finansal reform gerekliliğinin temelini de bu unsur oluşturmaktadır. Mishkin (1999), finansal krizleri, ahlaki risk ve ters seçim sorunları ile açıklamaktadır. Finansal sisteme yönelik şoklar bilgi akışını engellediği durumda finansal piyasalardaki fonlar üretken yatırım kanallarına etkin olarak dönüşemez. Bu durumda finansal piyasaların işlevi çöker ve ortaya çıkan durum finansal kriz olarak kendini gösterir. Çalışmada, para ve bankacılık krizleri genel olarak finansal krizler olarak ele alınacaktır. Reinhard ve Rogoff (2010:58-59), bankacılık krizini iki olay üzerinden tanımlamaktadırlar. Birincisi, bir ya da daha fazla finansal kurumun kapanması, birleşmesi ya da kamu sektörü tarafından devralınmasıyla sonuçlanan banka hücumları bankacılık krizlerine yol açmaktadır. Bu tanıma örnek krizler; 1993 Venezüela ve 2001 Arjantin Krizleri’dir. İkincisi, bankaya hücüm olayları, birleşme, devralınma ya da önemli bir finansal kuruma ya da finansal gruba yeterince hükümet yardımlarının yapılmadığı durumlardır. Bu tanıma örnek kriz ise; 1996-1997 Tayland bankacılık krizidir. Caprio ve Klingebiel (1996: 9-10) ise 1980 sonrasında artan bankacılık krizlerinde, bankacılık kesimi sermaye oranının ve bankalara geri dönmeyen kredilerin önemli rol oynadığını ifade etmektedirler. 17 18 38 Reinhart ve Rogoff (2010: 214), hem tarihsel olarak hem de 1990’larda görüldüğü üzere yüksek uluslararası sermaye hareketliliğinin yaşandığı dönemlerde finansal krizlerin arttığını vurgulamaktadırlar. Kaminsky ve Reinhart’ın (1999), 1970-1995 yılları arasında ortaya çıkan krizlerle finansal serbestleşme arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalarına göre, söz konusu dönemde yetmişaltı para krizi ve yirmialtı bankacılık krizi yaşanırken, bankacılık krizlerinin onsekizinde kriz öncesi beş yıl içinde finansal sektör serbestleştirilmiştir (örnekleri Çizelge 3.1’den izlenebilir). Finansal serbestleşmenin yaygınlaşması ve neoliberal sisteme geçişle birlikte 1990’lı yıllardan önceki finansal krizler ile 1990’lı yıllardan sonraki finansal krizlerin taşıdığı özellikler de farklılaşmıştır. Bu çerçevede geleneksel modeller krizleri birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri biçiminde üç farklı sınıflandırma altında ele almışlardır.19 1992-93 Avrupa Para Sistemi (ERM) ve 1994 Latin Amerika Krizleri’ni açıklayan geleneksel ikinci kuşak kriz modellerinin, 1997 Asya Krizi’ni açıklayamaması üzerine, üçüncü kuşak kriz modelleri geliştirilmiştir. Krugman (1998) ve Mishkin’e göre (2001), 1997 Asya Krizi’ni açıklayan üçüncü kuşak kriz modellerinde hükümetin sağladığı güvenlik ağı önlemleri/garantiler, finansal aracı kuruluşlara yönelik düzenleme ve denetimlerin zayıf olduğu durumlarda ahlaki risk sorununa neden olmaktadır. Şöyle ki, güvenlik ağı önlemleri, finansal aracıların (bankacılık ve bankacılık dışı özel kesimin) daha yüksek risk alarak yabancı para birimi cinsinden borçlanmalarına ve yükümlülüklerini daha da artırmalarına neden olmaktadır. Bu geniş çaplı riskli krediler, enflasyon yaratarak yalnızca mallarda değil varlık fiyatlarında da yükselmeye öncülük etmektedir. Varlık fiyatlarının yükselmesi aşırı bir finansal şişkinlik yaratırken, ardından finansal şişkinliğin sönmesi ile süreç bu defa tersine dönmekte ve ekonominin genelinde finansal varlıkların fiyatı düşmektedir. Böylece finansal olmayan kesimin bilançoları zarar görmekte ve yatırımların olumsuz etkilendiği bu süreçte finansal kriz genel bir çöküşe neden olmaktadır. Finansal sistemdeki istikrarsızlıklar büyük ölçüde yurtiçi kaynaklı olsa da krizlerin ortaya çıkmasına ve yayılmasına zemin hazırlayan dış kanallar da vardır. Finansal piyasalardaki ve ekonomideki gelişmeler izlenirken hangi göstergelerden yararlanılacağını ise, karar alıcılar kendi faaliyetlerine ve ihtiyaçlarına göre belirlemektedirler. Ancak birinci, Etkin piyasa teorisine dayalı söz konusu kriz modelleri, krizlerin ortaya çıkış nedenleri ve ayırt edici özellikleri ile birlikte EK-1’de sunulmaktadır. 19 39 ikinci ve üçüncü kuşak finansal kriz modellerini açıklayan değişkenlerden seçilmiş göstergeler, genel kabul görmüş gösterge ve verilerden oluşmaktadır (BDDK, 2008b). Burada ülkelerin benzer kırılganlıklara sahip olması önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Goldstein, Kaminsky ve Reinhart’ın (2000) yaptıkları çalışmanın sonucuna göre finansal krizlere karşı kırılganlığı ölçmede yararlı olabilecek öncü göstergeler Çizelge 3.2’den izlenebilir. Çizelge 3.2. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (a) Finansal Krizler Bankacılık Krizleri Para Krizleri Yüksek Düzeyli Göstergeler Reel döviz kurunun değerinde artış Reel döviz kurunun değerinde artış Bankacılık krizleri Hisse senedi fiyatlarında düşüş Hisse senedi fiyatlarında düşüş M2 çarpanında artış İhracatta düşüş Üretimde azalma M2/Rezervlerde artış İhracatta düşüş Üretimde azalma Banka mevduatları faiz oranında artış Düşük Düzeyli Göstergeler Cari işlem dengesi/GSYH Kısa vadeli sermaye girişi/GSYH Cari işlem dengesi/yatırımlar Cari işlemler dengesi/yatırımlar Kaynak: Goldstein, Kaminsky ve Reinhart (2000:132). Herrero ve Del Rio (2003) ise 1990’lı yıllarda yaşanan finansal krizlerin öncü göstergelerini, iktisat yazınındaki araştırmalar çerçevesinde etki yönleri ile birlikte makroekonomik, finansal ve kurumsal göstergeler olarak sınıflandırmışlardır. Söz konusu sınıflandırma Çizelge 3.3’te gösterilmektedir. 40 Çizelge 3.3. 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri (b) Makroekonomik Göstergeler Reel GSYH’de büyüme Dış reel faiz oranları Yurtiçi reel faiz oranları Büyük çaplı sermaye girişleri Sermaye çıkışları Enflasyon Sabit döviz kuru Finansal Göstergeler Özel sektöre yönelik kredilerinde artış banka Bankacılık sistemindeki likidite Parasal uyumsuzluk Kurumsal Göstergeler Hukukun üstünlüğü Mevduat sigorta planı Finansal Serbestleşme Etki Yönü + + + + + + + + + + + + + +/+/- İktisat Yazını Kaminsky (1999) Frankel ve Rose (1998) Goldfajn ve Valdes (1995) Eichengreen ve Rose (1998) Kaminsky (1999) Mishkin (1998) Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) McKinnon ve Pill (1994) Calvo (1997) Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) Kaminsky (1999) Bordo ve Murshid (2000) English (1996) Hardy ve Pazarbaşıoğlu (1999) Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) Eichengreen (1998); + dış şok durumunda, - içerden istikrar tehdidi durumunda Domaç ve Martinez Peria (2000) Eichengreen ve Arteta (2000) + + + + + +/- Gavin ve Hausmann (1996) Sachs vd. (1996) Kaminsky (1999) Eichengreen ve Arteta (2000) Calvo (1997) Bordo vd. (2001) Eichengreen ve Arteta (2000) Céspedes vd. (2000) Arteta (2003) + + + La Porta vd. (1998) Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) Demirgüç-Kunt ve Detragiache (1998) Eichengreen ve Arteta (2000) Kaynak: Herrero ve Rio (2003) Caprio ve Klingebiel (1996), 1990’lı yıllarda yaşanan finansal krizlerin temel özelliklerini farklı bir açıdan değerlendirmektedirler. Onlara göre deregülasyonun ve krizlerin birlikte görülmesi, hızla finansal serbestleşmeye gidilirken gözetim ve düzenleme mekanizmasının yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır.20 Bu görüşü destekler nitelikte, 1999 yılında IMF ve DB tarafından oluşturulan Finansal Sektör Değerlendirme Programı (Financial Sector Assessment Program; FSAP) çerçevesinde finansal kesimin gözetim ve 1985-88 yıllarında Malezya’da yaşanan ekonomik durgunluk, varlık fiyatlarının dünya çapında düşmesine neden olmuş, zayıf ihracat ve yurtiçi talep nedeniyle finansal sektör büyük ölçüde zarar görmüştür. Bu krizde gözetimin ve düzenleyici çerçevenin yetersiz oluşu önemli rol oynamıştır. 1983-87 Tayland krizinde, 1979/80 petrol şoklarından sonra büyüme yavaşlamış, devalüasyon ve zayıf para politikasını takiben yüksek uluslararası faiz oranları nedeniyle firmalar borçlarını ödeyemez duruma gelmişlerdir. Bu krizde de, gözetim eksikliğinden başka, hesap verebilirlik ve düzenleyici çerçevenin yetersiz olması etkili faktörler olmuştur. Finansal serbestleşme sırasında gözetim ve düzenleyici çerçevenin yetersiz oluşuna ve krizlere zemin hazırlamasına yönelik örnekler 1980-82 Arjantin, 1994 Brezilya, 1981-83 Şili, 1982-87 Kolombiya, 1981-84 Uruguay, 199495 Venezüela, 1984-91 ABD, 1977-85 İspanya, 1982 Türkiye Bankerler Krizleri ile çoğaltılabilmektedir (Caprio ve Klingebiel, 1996: 21-32). 20 41 denetiminin sağlanması amacıyla, makro-ihtiyati göstergeler geliştirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Makro-ihtiyati göstergeler, finansal kurumların sağlamlığını gösteren mikro-ihtiyati göstergelerle, finansal sistemin sağlamlılığını gösteren makroekonomik değişkenlerden oluşmaktadır (Çizelge 3.4). Buna göre bu göstergeler, kırılganlığın arttığına işaret ettiği durumda finansal krizler ortaya çıkmaktadır (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001: 110). Çizelge 3.4. Makro ve Mikro İhtiyati Göstergeler Toplulaştırılmış Mikro-İhtiyati Göstergeler Sermaye Yeterliliği - Toplulaştırılmış sermaye oranları - Sermaye oranlarının sıklık dağılımı Makroekonomik Göstergeler Ekonomik Büyüme - Toplulaştırılmış büyüme oranları - Sektörel kriz göstergeleri Aktif Kalitesi Borç veren kurumun; - Sektörel kredi yoğunlaşması - Yabancı para cinsinden krediler - Takipteki alacaklar - Kamu kurumlarına açılan krediler - Aktiflerin risk profili - Bağlı krediler - Kaldıraç oranları Borçlanan Kurumun; - Borç/sermaye oranı - Şirket kârlılığı - Şirketlerin diğer finansal durum göstergeleri - Hanehalkı borçluluk göstergeleri Ödemeler Dengesi - Cari işlemler açığı - Döviz rezerv yeterliliği - Dış borçlar (vade yapısı dahil olmak üzere) - Dış ticaret haddi - Sermaye akımlarının bileşimi ve vade yapısı Yönetim Kalitesi - Gider oranları - Çalışan başına kâr - Finansal kurumların sayısında artış - Döviz kuru garantileri Gelirler ve Kârlılık - Aktif getirisi - Özkaynak getirisi - Gelir-gider rasyoları - Yapısal kârlılık göstergeleri - Varlık fiyatlarındaki hızlı artış Likidite - Finansal kurumlara açılan merkez bankası kredileri - İnterbank faiz oranlarındaki farklılaşma - Mevduatların parasal büyüklüklere oranı - Kredi/mevduat oranı - Likit varlık rasyosu (varlık ve yükümlülüklerin vade yapısı) - İkincil piyasa likidite göstergeleri Diğer Faktörler - Yönlendirilmiş kredi ve yatırımlar - Kamu kesiminin bankacılık kesimine yönelik baskısı - Ekonomide ödenmesi gecikmiş borçlar Piyasa Riskine Duyarlılık - Kur riski - Faiz oranı riski - Hisse senetleri fiyat riski - Mal fiyatları riski Piyasaya Dayalı Göstergeler - Finansal araçların piyasa fiyatları - Kârlılık göstergeleri - Kredi dereceleri - Spreadler Kaynak: Leone vd. (2000). Enflasyon - Enflasyondaki oynaklıklar Faiz Haddi ve Döviz Kurları - Faiz haddi ve döviz kurlarındaki oynaklıklar - Yurtiçi reel faiz oranları - Döviz kurunun istikrarı Krediler ve Varlık Fiyatları - Kredilerdeki hızlı büyüme Bulaşma Etkileri - Ticaretin yayılması - Finansal piyasalar arasındaki ilişki 42 Ocampo ve Griffith-Jones’a göre (2007), finansal aktörlerin yetersiz risk analizleri ve yurtiçi finansal sistemin zayıf ihtiyatlı düzenlemeleri finansal krizleri tetikleyici unsurlar olmuştur. Finansal serbestleşmenin ardından piyasaya girişlerin aşırı esnek duruma gelmesi, özellikle bankacılık denetimlerinin yetersiz olduğu durumda bankacılık kesimini krizlere açık hale getirmiştir. Reinhart ve Rogoff (2010: 58-59), bankacılık krizlerini bir ya da daha fazla finansal kurumun kapanması, birleşmesi ya da kamu sektörü tarafından devralınmasıyla sonuçlanan banka hücumları ile açıklamaktadırlar. 1993 Venezüela ve 2001 Arjantin Krizleri bu duruma örnektir. Mishkin’e göre (1999) bankacılık krizleri, genel olarak finansal sisteme yönelik şokların, ters seçim ve ahlaki risk sorunu doğurmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu durumda borç ödeme gücüne sahip olanlarla bu güce sahip olmayanların ayırt edilmesi güçleşmekte, kredi verme faaliyetleri kesilmektedir. Kredilerdeki kesilme, bireylerin ve firmaların harcamalarını kesmelerine ve dolayısıyla ekonomik faaliyetlerin daralmasına neden olmaktadır. Bu çerçevede yukarıda öncü göstergelerine değinilen finansal krizlerin sistemik bir riske dönüşme olasılığı yüksektir. Sistemik riskler, finansal kesimde yaşanan olumsuz gelişmelerin ekonominin geneline etki ederek diğer kesimlere yayılması biçiminde gelişmektedir. Böylece, bankacılık kesiminin bilançolarından kaynaklanan sorunlar nedeniyle çıkabileceği gibi banka dışı finansal kesimin ya da finansal olmayan kesimin bilançolarından da kaynaklanabilen finansal krizler, reel ekonomik faaliyetler üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır (IMF, 1998: 75). 1990’lı yıllarda yaşanan bölgesel finansal krizlere benzer biçimde 2008 Küresel Krizi de, Şekil 3.2 ve 3.3’te görüldüğü üzere bu olguyu destekler niteliktedir. 1994-95 Latin Amerika, 1997 Asya ve 2008 Küresel Krizleri’nin ardından reel GSYH’daki ani düşüşler, Şekil 3.2 ve 3.3’ten izlenebilmektedir. Doğu Asya Krizi 15 Küresel Finansal Kriz Kore 5 Endonezya 0 -10 -15 Şekil 3.2. Doğu Asya Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%) Kaynak: IFS, 2012. 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 -5 Malezya 1990 Reel GSYİH (%) 10 Tayland Filipinler 43 15 Latin Amerika Krizi Küresel Finansal Kriz Arjantin Krizi Reel GSYİH (%) 10 5 Meksika 0 1 99 0 -5 Arjantin 1 99 2 1 99 4 1 99 6 1 99 8 2 00 0 2 00 2 2 00 4 2 00 6 2 00 8 2 01 0 Brezilya -10 -15 Şekil 3.3. Latin Amerika Ülkelerinde Reel Büyüme Oranları (%) Kaynak: IFS, 2012. Krizlerin neden olduğu üretim kayıpları ise toplulaştırılmış ülke grupları açısından Çizelge 3.5’te verilmektedir. Çizelge 3.5. Finansal Krizlerin Neden Olduğu Üretim Kayıpları Kriz Sayısı Para Krizleri Gelişmiş Ülkeler Gelişmekte Olan Ülkeler Bankacılık Krizleri Gelişmiş Ülkeler Gelişmekte Olan Ülkeler Kriz Başına Toplam Üretim Kaybı (% GSYH) 42 116 3.1 4.8 12 42 10.2 12.1 Kaynak: IMF (1998: 79). Görüldüğü üzere finansal krizler, Doğu Asya ve Latin Amerika gibi GOÜ’lerin yanında GÜ ekonomilerinde de üretim kayıplarına neden olmuştur. 1990’lı yılların sonlarında yaşanan finansal krizlerin neden olduğu söz konusu üretim kayıpları, finansal sistemin yapısındaki bozuklukların bir yansıması olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede sözü edilen 1990’lı yılların finansal krizleri, 1980’lerden sonra başlatılan finansal reformların küresel düzeyde yeniden ele alınmasını gerekli kılmış ve finansal sistemin yapılandırılmasına yönelik çalışmalar bu doğrultuda hız kazanmıştır. Finansal sistemin mimarisine ilişkin çalışmalar, uluslararası finansal sistemin krizlere neden olan kırılgan yapısının iyileştirilmesine ve sağlamlılığının artırılmasına yönelik getirilen düzenlemeler çerçevesinde sürdürülmektedir. Düzenlemeler, 1990’lı yılların finansal krizlerini takiben geliştirilerek ve genişletilerek küresel düzeyde ele alınmakta, her ülkenin uyum sağlaması gerekliliği üzerine şekillendirilmektedir. 44 3.3. İktisat Yazını Araştırması: Kavram ve Amaçlar Çeşitli aşamalarda farklı sorunlar üzerine odaklanılarak sürdürülen ve halen devam eden uluslararası finansal sistemin yeniden yapılandırılmasına/ reformuna yönelik süreç, 1994 Meksika Krizi’nden sonra finansal sisteme ilişkin yapısal sorunlar üzerine odaklanılarak sürdürülmüştür. 1994 yılında Meksika para birimi pesodan kaçışla başlayan finansal kriz ve ardından Tayland bahtındaki, Kore wonundaki ve Brezilya realindeki büyük değer kaybı, IMF’nin rolü ve uluslararası parasal düzenlemelerin yeterli olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir (Aliber, 2000). Böylece, 1995 yılında G7 ülkelerinin liderleri Halifax Zirvesi’nde toplanmışlar, toplantıda krizleri önlemek, ortak kriz yönetimi geliştirmek ve düzenleme ve denetim politikalarında uluslararası işbirliğini artırmak gerekliliği üzerinde durmuşlardır (Frankel ve Roubini, 2001). Halifax zirvesinin ardından 1996 yılında G10 ülkelerinin hükümetleri tarafından Rey Raporu hazırlanmıştır. Rey Raporu’nda, esas olarak kamu borç sorunlarının çözümüne yardımcı olacak iki öneri sunulmuştur. İlki, ortak eylem hükümlerinin tahvil sözleşmelerine dahil edilmesi önerisidir. Buna göre, kamu sektöründe borçların yeniden yapılandırılmasına tahvil sözleşmelerinin de dahil edilmesi ve buna özel sektörün öncülük etmesi istenmiştir. Ancak özel sektörün kamu sektörüne olan borç ödemelerinde yaşanacak bir aksaklık, döviz kontrollerini gerektirebilir düşüncesiyle IMF’nin ödenmemiş borçlara kredi sağlaması da ikinci öneri olarak sunulmuştur (Frankel ve Roubini, 2001; Kenen, 2002). Bu gelişmelerle birlikte, 1997 Asya Krizi ve 1998 Rusya’daki borçları geri ödeyememe sorunu, 1998 yılı sonbaharında finansal piyasaları tümüyle kapsayan bozulmaya öncülük etmiştir. Finansal piyasalardaki istikrarsızlığın küresel düzeyde ve sistemik olduğu, ulusal düzeyde uygulanan politikaların sorun çözmede yetersiz olduğu öne sürülmüştür. Bu nedenle, dünya ekonomisini korumak için uluslararası düzeyde daha iyi bir finansal denetim mekanizması, daha şeffaf bir finansal sistem, tutarlı makroekonomik politikalar, istikrarlı kur rejimleri ve makroekonomik performansın gözetimi önerileri getirilmiştir. Başka bir ifade ile finansal sistemin istikrarının uluslararası düzeyde geliştirilmesine yönelik 45 duyarlılıklar artmış ve YFM’nin oluşturulmasına yönelik adımlar atılmıştır21 (Akyüz, 2000; Davidson, 2000, Wade, 2007). Böylece, çok sayıda yeni reform önerileri getirilmiştir. YFM kavramının, 2000’li yılların başından beri sıklıkla kullanılmasına rağmen, kapsamlı ve genel kabul gören bir tanımı yoktur. İktisat yazınında çeşitli yazarlar tarafından yapılan farklı tanımlar Çizelge 3.6’da gösterilmektedir. Çizelge 3.6. Yeni Finansal Mimarinin Farklı Tanımları İktisat Yazını Griffith-Jones (1999) Eichengreen (1999) Helleiner (2000) Akyüz (2000) Bingham (2000) Fanelli ve Medhora (2001) Haldane ve Kruger (2001) Soederberg (2002) Kenen (2002) Cartapanis ve Herland (2002) Davidson (2004) Rana (2010) Shinasi ve Truman (2010) Elson (2010) Yeni Finansal Mimari Tanımları Küreselleşen finansal sistemin gelişme sürecini destekleyen, uluslararası kuruluşların etkin bir biçimde yönetimini sağlamaya yönelik, kurallı/sistemli bir küresel finansal piyasa yolunu açan bakış açılarının bütünüdür. Kurumların, yapıların ve politikaların krizleri öngörme, engelleme ve ortadan kaldırma şeklinde yapılandırılmasıdır. Düzenleme, denetim ve bilginin geliştirilmesi, gerektiğinde finans koşullarının büyük ölçüde artırılması girişimleridir. Küresel ve sistemik istikrarsızlık, ulusal güçlerin sorun çözme konusundaki yetersizlikleri ve küresel finansal sistemin yeniden yapılandırılması konusundaki görüş birliğidir. Uluslararası finansal sistemin istikrarını ve etkinliğini artırmaya yönelik düzenlemeler setidir. Finansal koşullardaki oynaklığı gidermek, ulusal düzeydeki riskleri dağıtmak, sermaye akımlarının aniden durmasını engellemek ve istikrarlı büyüme ile uyumlu büyük çaplı sermaye akımlarını desteklemek için oluşturulan çerçevedir. 1990’lı yıllarda yükselen piyasa ekonomilerinde finansal krizlerin ortaya çıkış sıklığının artmasıyla, hükümetler ve uluslararası kuruluşların krizlerin neden olduğu tehlikelerin azaltılması amacıyla yaptıkları müzakerelerdir. G-7 ülkelerinin uluslararası finansal sistemin güçlendirilmesine yönelik kurduğu bir dizi kurum ve iletişim aracı önderliğinde izlenen stratejidir Krizlerin sık tekrarlanma olasılığını azaltmaya yönelik krizden korunma politikaları ve krizlerin maliyetini azaltmaya yönelik krize çözüm politikalarıdır. Neo-Keynesyen ve Neo-liberal ilkeleri biraraya getiren ancak sistemik risk sorununa bütünüyle cevap bulamamış uzlaşı çalışmalarıdır. 1970’li yıllardakine benzer şekilde devam eden uluslararası finansal krizlerin yıkıcı etkilerinden tüm ülkeleri korumak ve para sistemi üzerindeki kalıcı küresel depresyon baskılarını ortadan kaldırmak, böylece potansiyel küresel tam istihdamın gerçekleştirilme olasılığına katkıda bulunmaktır. Küresel ekonomi yönetiminin kurumsal düzeyde yapılandırılmasıdır. Uluslararası para sisteminin resmi uzlaşma, anlaşma, toplantı ve kuruluşlarını kapsayan, bunun yanında özel finansal faaliyetlerle ilgili resmi ve özel toplantıları, anlaşmaları içeren bir yapıdır. Parasal ve finansal sistemin uluslararası düzeyde etkin biçimde işleyişini sağlamaya yönelik ortak düzenlemelerin yönetimini kapsamaktadır. Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir. Fischer (1999a), yeni bir finansal mimariye yönelik arayışları iki temel nedene bağlamaktadır. Fischer’e (1999) göre, uluslararası sermaye akımlarının özellikle yükselen piyasa ekonomilerinde fazla oynaklık göstermesi bu ülkelerde sık aralıklarla krizlerin yaşanmasına neden olmaktadır. 1997 Doğu Asya krizi ve neden olduğu ekonomik daralma buna en iyi örnektir. Ayrıca yine Doğu Asya Krizi’nin Rusya’da devalüasyona neden olması ve daha sonra Latin Amerika’ya yayılması bulaşmanın yoğun olduğunu göstermektedir. Söz konusu gelişmeler, uluslararası finansal sistemin yeniden yapılandırılmasının önemini ortaya koymaktadır. 21 46 Küresel finansal sistemin mimarisinde yeni finansal ortam koşullarına uygun bir değişikliğe gidilmesi yönünde yapılan çalışmalar ve girişimler özellikle GÜ ve GOÜ’nün resmi kurumları (G7, G10, G2022, G2223 ve G33 ülkelerinin ekonomi bakanları ve merkez bankası başkanları), bankaların ve diğer finansal kurumların, uluslararası yardım birimlerinin, parlamentoların, ticari birliklerin ve finansal olmayan çok taraflı birimlerin temsilcileri ile uluslararası finansal kuruluşlar tarafından yürütülmektedir (Griffith-Jones, 2003: 437-442). Söz konusu kurumlar, küresel finansal mimarinin katılımcıları olarak gösterilmektedir. Eichengreen’e göre (2009), iktisat yazınında YFM reformuna katkıda bulunanlar, kendi aralarında iki gruba ayrılmaktadırlar.24 Birinci grup, uluslararası finansal sistemin bütünüyle yeniden biçimlendirilmesini önermekte, ikinci grup ise yükselen piyasalarda politika uyumlarının önemine vurgu yapmakta ve uluslararası finansal piyasaların yönetimindeki ve yapısındaki değişimin sınırlı olması gerektiğini savunmaktadır. Fischer’e göre (1999a), 1994 Meksika ve 1997 Asya Krizleri’nden sonra ortaya konulan reform önerileri bütünüyle yeni bir sistem yaratmak amacını taşımamakta, uluslararası sistemin çeşitli katılımcıları tarafından uygulanmak üzere oluşturulan çok sayıda önlemleri kapsamakta, mevcut sistemi değiştirmek ve sistemin etkinliğini artırmak amacını taşımaktadır. Söz konusu önlemler içinde, bankacılık sisteminin denetimi için Basel ilkeleri çerçevesinde yeni standartların getirilmesi, makroekonomik verilere ulaşmada kolaylık sağlanabilmesi için IMF’nin Özel Veri Yayınlama Standardı (SDDS) çerçevesinde uluslararası standartların geliştirilmesi, IMF’ye üye olan ülkelere acil finansman desteğinin (ek rezerv kolaylığı) sağlanması ve IMF’nin finansman kaynaklarının geliştirilmesi öne çıkanlar arasındadır. Asya Krizi’nin ardından 1999 yılına gelindiğinde G7 ülkelerinin liderleri Köln Zirvesi ile yeni küresel finansal mimarinin hedefleri konusunda uzlaşı sağlamışlardır. Buna göre Köln Zirvesi’nde daha çok GOÜ’lerin finansal sistemlerini güçlendirmek, bu ülkelerde uygun kur rejimlerinin benimsenmesini sağlamak, sermaye girişlerinin faydalarını artırmak ve uluslararası kabul edilen standart ve kodlara uyulmasını sağlamak üzerinde Avrupa Birliği Komisyonu, ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, İngiltere, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan ve Türkiye G-20 ülkelerini oluşturur. 23 1997 yılında oluşturulan G-22, uluslararası finansal sistemin ve sermaye piyasalarının istikrarını görüşmek amacıyla ilk kez 1998 yılında toplanmıştır. 1999 yılında yerini önce G-33’e, ardından G-20’ye bırakmıştır. 24 Birinci grubu akademisyenler, ikinci grubu resmi yetkililer oluşturmaktadır (Eichengreen, 2009a). 22 47 durulmuştur25(Frankel ve Roubini, 2001). Fischer (1999a), önerilen bu değişimlerin uluslararası finansal sistemdeki üç önemli aktörün eylemlerini gerektirdiğini ifade etmiştir. Bunlar, yükselen piyasa ekonomilerindeki özel sektör ve hükümetler, sermaye akımlarının merkezi olan GÜ’deki özel sektör ve hükümetler, son olarak da uluslararası kurumlardır. Öncelikle krizden korunmaya yönelik olan bu değişim önerileri, uluslararası sistemde borçlanma ve borç verme düzenlemelerini iyileştirmeye, krizlerin sıklığını ve büyüklüğünü azaltmaya yönelik olarak tasarlanmıştır. Kriz meydana geldiğinde daha iyi bir kriz yönetimi de söz konusu düzenlemelerin ikinci ayağını oluşturmaktadır. Kenen (2002), YFM politikalarını iki amaç etrafında sınıflandırır. Bunlar, krizlerin sık tekrarlanma olasılığını azaltmaya yönelik krizden korunma politikaları ve krizlerin maliyetini azaltmaya yönelik krize çözüm politikalarıdır. Ayrıca, yükselen piyasa ekonomilerinde finansal sistemin sağlamlığını ölçmeye yönelik girişimler, krizlerin sıklığını azaltmanın yanında şiddetini azaltacak politikalara da öncülük edebilecektir. Ocampo ve Griffith-Jones (2007) ise, küresel kriz sonrası YFM’nin temel hedefinin; finansal piyasaların konjonktürü destekleyen (pro-cyclical) etkilerini azaltmak ve gelişmekte olan dünyada konjonktür karşıtı makroekonomik politikalar uygulayabilme alanı yaratmak olduğunu ifade ederler. Söz konusu politika hedeflerini gerçekleştirme konusunda ise ülke grupları, bankalar ve diğer finansal kurumlar arasında farklılıklar olduğu dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, finansal sistemin düzenlenmesinde tarafların hedeflerine yönelik sınıflandırma Çizelge 3.7’de verilmektedir. Uluslararası standartlar ve standartların gelişimi 1990’lardaki finansal krizler karşısında ve yeni bir finansal mimari ihtiyacına yönelik tartışmalar sonucunda ortaya çıkan uluslararası finansal mimarinin önemli bir unsurudur. Uluslararası standartlar sistemine destekleyici ve koordine edici hizmet sağlayan kurum öncelikli olarak Finansal İstikrar Forumu’dur. Bundan başka IMF, DB ve BIS gibi uluslararası kurumların yanında OECD gibi diğer uluslararası resmi kuruluşlar da belirli alanlarda standartlar setine, uygulamaya ve gözetime dahil edilmiştir (Arner ve Buckley, 2010). Uluslararası standartlardan beklenen sonuçlar beş grup altında sınıflandırılmaktadır. Bunlar; finansal kurumların sermaye, likidite ve kaldıraç standartlarının belirlenmesi, birbirine geçmiş sınırötesi finansal kurumların ayrışması, finansal kurumların eksikliklerinin giderilmesi, finansal kurumların ya da finansal piyasaların önem derecesinin belirlenmesidir (Schinasi ve Truman, 2010). 25 48 Çizelge 3.7. Uluslararası Finansal Mimaride Taraflar ve Hedefleri Taraflar Gelişmiş ülke hükümetleri Gelişmekte olan ülke hükümetleri Bankalar ve diğer finansal kurumlar26 İkincil Hedefler Ana Hedefler Kendi ekonomilerinde ve diğer büyük ülke ekonomilerinde büyüme Kendi finansal sektörlerinin elde edeceği kârlar Uluslararası finansal istikrar ve piyasa etkinliği Kendi ekonomilerinde büyüme Uluslararası finansal istikrar ve piyasa etkinliği İstikrar ve yeterli ölçüde sermaye akımları Büyük çaplı kâr elde etme Gelişmekte olan ülkelerde büyüme Uluslararası finansal krizleri önleme Gelişmiş ülkelerde büyüme Uluslararası finansal istikrar Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde büyüme Kaynak: Griffith-Jones (2003: 443). Çizelge 3.7’ye göre, küresel finansal mimaride üç temel alanda asimetrik durum dikkat çekmektedir. Öncelikle, GOÜ’ye karşı güçlü bir reform baskısı varken, uluslararası alandaki reformlar yetersizdir. İkincisi, finansal etkinlik sağlamaya yönelik politikalardan çok krizleri önlemeye ve yönetmeye yönelik politikalar öne çıkmaktadır. Üçüncü asimetrik durum, GOÜ’den çok GÜ ve özel piyasa aktörleri daha fazla temsil edilmektedir (Griffith-Jones, 2003: 439). Ancak, taraflar temelde iktisadi büyümeye ve finansal sistemin istikrarına odaklanmakta, politika arayışlarında ortak bir zeminde buluşmaktadırlar. YFM hedeflerine yönelik oluşturulan politikalarda üzerinde önemle durulan unsurlar, iktisat yazınında kısmen ortak noktada birleşmekte, kısmen farklılaşmaktadır. Griffith-Jones (2003: 437-442) finansal sistemin mimarisinin unsurlarını uluslararası kredi ve sermaye piyasalarının düzenlenmesi ve güçlendirilmesi, şeffaflığın arttırılması, kriz dönemlerinde yeterli likiditenin sağlanması (son borç başvuru mercii), uluslararası düzeyde borçları düzenleyecek mekanizmaların geliştirilmesi ve kalkınmanın finansmanı için yeni mekanizmaların yaratılması biçiminde sıralamaktadır. Fischer ise, krizden korunma ve kriz yönetimi için özellikle beş anahtar unsur üzerinde durmaktadır. Bunlar; döviz kuru sistemi tercihini de içeren makroekonomik politikalar, bilginin daha iyi sağlanması, bankacılık sisteminin (daha geniş bir biçimde finansal sistemin) güçlendirilmesi, banka iflas kanunlarını da içerecek biçimde kurumsal finansın güçlendirilmesi ve olası geriye dönen sermaye akımlarına yönelik önlemlerin ele alınmasıdır (Fischer, 1999b). Uluslararası kurumlar ise genellikle zayıf yurtiçi finansal sistem, ihtiyatsız borç verme ve borçlanma, makroekonomi Finansal sistemin düzenlenmesinde, bankalar ve diğer finansal kurumlar arasında ayırım yapıldığı görülmektedir. Çünkü aralarında risk profilleri ve sistemik etkiler açısından farklılıklar bulunmaktadır. Bankacılık alanındaki düzenlemeler, sistemik riskleri ortadan kaldırmak ya da azaltmak üzerine kurulmuştur. Sermaye piyasaları ile ilgili düzenlemeler ise, yatırımcıların korunmasına ve piyasa katılımcıları arasında eşit rekabet koşullarının sağlanmasına yönelik biçimlendirilmiştir (Delice, Doğan ve Uzun, 2004). 26 49 ve döviz kuru politikalarında tutarsızlık ve piyasalarda likidite sıkışıklığı sorunlarına odaklanmaktadırlar (Summers, 1999). Akyüz (2000), birbiri ardına yapılan müzakerelerdeki temel unsurları yedi başlık altında toplamıştır. Buna göre finansal krizlerin önlenmesine ve yönetilmesine yönelik alınan önlemlerin ana başlıkları; standartlar ve şeffaflık, finansal düzenleme ve denetleme, sermaye akımlarının yönetilmesi, döviz kuru rejimleri, ulusal politikaların gözetimi, uluslararası likidite ve borçların düzenli biçimde işlemesinden oluşmaktadır. Akyüz’e göre söz konusu alanlardaki reformlar, halen devam eden süreçte ve Bretton Woods kurumlarının (özellikle IMF’nin) yönetiminde büyük ölçüde değişime gidilmesini öngörmektedir. YFM’ye yönelik unsurların çeşitli ve farklı boyutlarda olduğu görülmektedir. Söz konusu unsurlar küresel düzeyde bir uyumlaştırmayı hedeflese de ülkelerin bu çerçevede ulusal düzeyde uygulayacakları düzenlemeler ve bunların kendi finansal sistemlerinde yaratacağı etkiler, incelenmesi gereken önemli bir araştırma konusu olmaktadır. Küresel düzeyde bazı standart ve kodlara bağlı olarak 1997 Asya Krizi’nden sonra ağırlık kazanan YFM çalışmaları, 2008 Küresel Krizi’nin ardından yeniden ele alınmış ve geliştirilerek sürdürülmeye devam etmiştir. 3.4. Yeni Küresel Finansal Mimari: 1998-2007 Dönemi YFM çerçevesinde küresel para sistemine yönelik öneriler, gerçekte henüz adım atılmamış önlemler kapsamında olduğundan, YFM düzenlemelerine ilişkin bu çalışmanın kısıtını oluşturmaktadır. Gerçekleştirilen somut düzenlemeler finansal sistemin güçlendirilmesine yönelik olduğundan, çalışmada ağırlıklı olarak bu konuya yer verilecektir. Reformların ilk ayağını düzenleme ve denetleme kurumlarının yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesi oluşturmakta, finansal piyasalardaki oynaklıkların azaltılması amacıyla finansal sistemin (ağırlıklı olarak bankacılık sisteminin) düzenlenmesi ise ikinci ve diğer önemli ayağını oluşturmaktadır. 3.4.1. Denetim ve gözetim çerçevesine ilişkin düzenlemeler Denetim ve gözetim çerçevesinin güçlendirilmesi, uluslararası kuruluşlar tarafından belirlenen standartlar çerçevesinde yürütülmektedir. 50 3.4.1.1. Uluslararası kuruluşlar ve üstlendikleri roller 1997 Asya Krizi’nden sonra, finansal kesimin yönetimindeki zayıflığın iyileştirilmesine yönelik olarak uluslararası birliklerin ilk ele aldıkları aşama, uluslararası standartların ve ilkelerin uygulanması ve geliştirilmesi olmuştur. Uluslararası standartlar, yeni bir finansal mimari ihtiyacına yönelik tartışmalar sonucunda ortaya çıkan küresel finansal sistemin yapılandırılmasında yeni bir unsurdur. Bu çerçevede bankacılık alanında Basel Komitesi tarafından, denetim otoriteleri için minimum standartlar getiren Etkin Bankacılık Denetim İlkeleri (Core Principles for Effective Banking Supervision) geliştirilmiştir. IOSCO’nun geliştirdiği standartlar, hisse senedi piyasalarını düzenlemeye yönelik evrensel ilkeler oluşturmakta ve standartların kamuoyuna açıklanması konusunu iyileştirmeye çalışmaktadır. Uluslararası Denetim Standartları Komitesi (IASC), denetim standartlarının küresel düzeyde uyum içinde olmasını sağlamak amacıyla bir dizi standartlar yayımlamıştır. Yurtiçi banka iflas kanunlarını uyumlaştırmaya yönelik girişimlerde ise DB öncü rol oynamaktadır (Fischer, 1999a). Standartların geliştirilmesi, finansal sistemin mimarisinde sürecin kolaylaştırılması ve uygulanabilirliğinin teşvik edilmesi açısından önem taşımaktadır. Ancak bu durum, uygun teşvikler ve uluslararası gözetim gerektirmektedir. Uluslararası gözetim, ulusal ve uluslararası düzenleyici yapıdaki uzmanların da desteği ile büyük ölçüde IMF tarafından yürütülmektedir. DB ve IMF içindeki finansal sektör uzmanlarının, finansal sektöre yönelik değerlendirmelerinin sonuçları üye ülkelere finansal sistemlerini güçlendirme konusunda yardımcı olmaktadır. IMF ayrıca bir şeffaflık raporu hazırlamakta, bu rapor veri ve politika şeffaflığı için çeşitli standartları hangi ülkelerin ne kadar karşıladığını belirlemektedir (Fischer, 1999b). 1997 Asya Krizi’nden sonra finansal sistemin istikrarına yönelik oluşturulan uluslararası finansal standartlar sisteminin nitelikleri şunlardır (Arner ve Buckley, 2010); Düzenleyici sistemin anahtar unsurları hakkında uluslararası bir fikir birliği oluşturmak, 51 Basel Komitesi, IOSCO, IASC ve IAIS gibi uluslararası kuruluşlarla güvenilir ilkeler ve uygulamalar geliştirmek, Sağlam bir denetim sistemi, daha iyi bir kurumsal yönetim ve güçlü bir finansal sistem için piyasa disiplinini ve piyasa kanallarını kullanmak, Güvenilir ilke ve uygulamaların yerine getirilmesi ve kabul edilmesi için IMF ve DB gibi çok taraflı kuruluşlarca denetimin sağlanması. Bu çerçevede küresel finansal sistemin reformu için akademik ve resmi yetkililer tarafından yeni bir Bretton Woods yapılanmasına gidilmesi27 ve sınırötesi faaliyetleri düzenleyecek, dünya ölçeğinde bir Finansal Hizmetler Otoritesi oluşturulması önerilmiştir. Bu öneriler çoğunluğun desteğini alamadığı için yeni kurumlar oluşturmak yerine mevcut uluslararası finansal kurumların ve gruplaşmaların daha etkin bir biçimde yapılanmaları ve aralarındaki bağların güçlendirilmesi yönünde ortak kabul oluşmuştur. Denetim otoriteleri ve onların oluşturduğu Basel Komitesi ve IOSCO gibi uluslararası gruplaşmalar ile merkez bankaları, IMF, DB, OECD ve BIS’in bir araya geldiği bir Finansal İstikrar Forumu (Financial Stability Forum; FSF) oluşturulmuştur.28 FSF, 1999 yılında finansal gözetim ve denetim altında uluslararası işbirliği ve bilgi paylaşımı yoluyla G7 ülkelerinin başkanlarınca toplanmıştır. Uluslararası finansal istikrarı artırmak, piyasaların işleyişini geliştirmek, finansal piyasalarda gözetim ve denetim altında Eichengreen (2004), dünya ekonomisinin 1960’lı yıllardan beri oldukça fazla değiştiğini öne sürerek, yeni bir Bretton Woods düşüncesini eleştirmektedir. Herşeyden önce, Asya ve Avrupa ülkeleri yeni bir çevre (new periphery) oluşturmuşlardır. 1960’larda Avrupa ülkeleri, Avrupa Birliği’ne giden süreci Avrupa Ekonomik Topluluğu yoluyla açmışlar, bundan sonra ABD ile ve kendi içlerinde sürekli dayanışma içinde olmuşlardır. İkincisi, küresel bir rezerv para konusunda 1960’lı yıllara göre daha çeşitli öneriler vardır. Bu çeşitlilik, merkez bankalarının tuttukları rezerv para dolayısıyla uğradıkları sermaye kayıpları açısından önemlidir. Örneğin, dolardan sonra ikinci önemli rezerv para olarak İngiliz para birimi öne çıkmış, Fransız frangı da rezerv para olarak dikkat çekmiştir. Bunlardan farklı olarak bugün öne çıkan rezerv para ise eurodur. Euro cinsinden menkul kıymetler, merkez bankalarına ABD hazine bonoları karşısında çekici bir seçenek sağlamıştır. Buna ek olarak Asya merkez bankaları ve hükümetleri bölgesel bono piyasalarının gelişimine yönelik girişimlerde bulunmuşlardır. Bu çerçevede Asya Bono Fonu’nu, Asya Bono Piyasası Girişimi takip etmiştir. Üçüncüsü, 1960’lı yıllarda ABD, faiz eşitleme vergisi kullanırken, diğer yabancı hükümetler de özel portföy yatırımlarının yeniden dağılımını sınırlayacak kontroller ve düzenlemeler getirmiştir. Bugün ise tersine, uluslararası finansal piyasalar ve işlemler daha kontrolsüz ve daha açıktır. Dördüncüsü, bugün yurtiçi finansal piyasalar 1960’lı yıllara göre daha fazla büyümüştür. 1970’li yıllardan sonra ortaya çıkan finansal deregülasyon ticareti yapılan mallar sektöründe, gerçekleşen sermayeyi tasarrufa dönüştürme olanağını sınırlamıştır. Bugün daha çeşitli ve deregüle edilmiş finansal ortam nedeniyle, düşük faiz oranlarıyla elde edilen bol miktardaki krediler ticarete konu olmayan mal sektörüne ve özellikle emlak piyasasına gitmektedir. 28 FSF; ulusal yetkililer, uluslararası finansal kurumlar, diğer uluslararası kuruluşlar, düzenleyicilerin ve denetçilerin oluşturduğu uluslararası özel sektör grupları ve merkez bankası uzmanlarının oluşturduğu beş komitede yer alan beş farklı üye grubunu içermektedir. 27 52 uluslararası işbirliği ve bilgi paylaşımını yaygınlaştırma yoluyla sistemik riski azaltmak FSF’nin temel önerileri arasında yer almıştır (Liberi, 2003; Arner ve Buckley, 2010). FSF, 2009 yılında yapılan Londra Zirvesi’nden sonra, bazı yeni gelişen ekonomileri de bünyesine katarak ve daha güçlü bir kurumsal temel üzerine oturtularak Finansal İstikrar Kurulu (Financial Stability Board; FSB) adını almıştır. FSB’nin daha fazla üyeye sahip olması ile, uluslararası standartlara daha ilkeli bir biçimde odaklanılacağı, yükselen piyasa ekonomilerinin seslerini daha iyi duyurabileceği öne sürülmüştür. FSF ile oluşturulan yeni standartlar; bankacılık denetiminin temelini oluşturan standartları, bankaların risk yönetim sistemlerini ve finansal muhasebe ve şirket yönetimini geliştirmek amacıyla getirilmiştir. Bunun yanında IMF’nin rolünün geliştirilmesi kararlaştırılmış, bu amaçla IMF’ye özel veri dağıtım standartları (special data dissemination standarts; SDDS), koşullu kredi kolaylığı (contingent credit line; CCL) 29 ve karşılıklı müzakereleri yürütme görevleri verilmiştir. IMF ve DB, 1999’da standart ve kodların incelenmesi başlığı altında Standart ve Kodlara Uyum Raporları (ROSCs) yayımlamaya başlamış ve FSAP’nin yayımlanmasını üstlenmişlerdir. Bu raporlar; standartlara uyum, finansal sistemin istikrarı ve finansal sektör için gerekli olan reformlar olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır (Wade, 2007). Bununla birlikte IMF, Destekleyici Rezerv Kolaylığı (Supplementary Reserve Facility; SRF)’nı da bünyesine dahil etmiş, krizdeki ülkelere cezai faiz oranlarından büyük çaplı kısa vadeli borç vermeye başlamıştır. DB, Basel Komitesi ve Finansal Eylem Görev Grubu’nun (Financial Action Task Force; FATF) ortaya koyduğu ve IMF’nin de onayladığı finansal sistemin anahtar standart ve kodları, katılımcıları ve hedefleri Çizelge 3.8’de gösterilmektedir. CCL, her bir ülkenin krizden etkilendiği durumlarda faydalanabilecekleri (koşullu) kredi olanağını oluşturmaktadır. IMF, CCL’nin yalnızca ekonomisi iyi olan, uluslararası standartlarla uyumlu, dış borcunu iyi yöneten ülkelere uygun olduğu belirtmiştir (Fischer, 1999). 29 Çizelge 3.8. Finansal Mimarinin Anahtar Standartları ve Kodları, Aktörleri ve Üstlendikleri Roller KONU ALANI STANDART VE KODLAR Makroekonomik Politika ve Veri Şeffaflığı Parasal ve Finansal Parasal ve Finansal Politika Şeffaflığını Politikalarda Şeffaflık İyi Uygulama İlkeleri Maliye Şeffaflık Politikasında Veri Şeffaflığı İLGİLİ KURULUŞ IMF Mali Şeffaflığı İyi Uygulama İlkeleri IMF Özel Veri Yayınlama Standardı (SDDS) IMF Genel Veri (GDDS) Kurumsal Altyapı ve Piyasa Altyapısı Yayınlama Standardı Borç Ödeme Güçlüğü ve Kreditör Hakları Etkin Borç Ödeme Güçlüğü Sisteminin İlkeleri ve Klavuzları Kurumsal Yönetim HEDEF - Parasal ve finansal politikalar konusunda daha fazla bilgi ve güvenilir veri elde etme, verileri etkin kullanma - Kriz riskini azaltma - Makro ekonomik politikalar konusunda daha fazla bilgi ve güvenilir veri elde etme, verileri etkin kullanma - Kriz riskini azaltma - Parasal, finansal ve makro ekonomik politikalar konusunda daha fazla bilgi ve güvenilir veri elde etme, verileri etkin kullanma - Kriz riskini azaltma DB - Önemli boyuttaki likidite sıkışıklığı karşısında ve kreditör hakları sistemi konusunda kılavuzluk etme ve ilkeler geliştirme Kurumsal Yönetimin İlkeleri OECD Muhasebe Standartları Uluslararası Muhasebe Standartları IASC Denetim Uluslararası Denetim Standartları - Ülke hükümetlerine kurumsal yönetim için oluşturdukları yasal, kurumsal ve düzenleyici çerçeveyi geliştirme ve değerlendirme çabalarında destek olma - Yatırımcılara, kurumlara ve kurumsal yönetimi iyi geliştirme sürecinde rolü olan diğer yapılara hisse senedi piyasası konusunda kılavuzluk etme, öneriler sunma - Finansal durum tablolarında şeffaf ve karşılaştırılabilir bilgiyi sağlayan, yüksek kalitede anlaşılabilir ve uygulanabilir küresel muhasebe standartları geliştirme - Ulusal ve uluslararası muhasebe standartlarını birbirine yaklaştırma - Ekonomik ve finansal sistemin etkin işleyişine yönelik önlemler alma - Ekonomik faaliyetlerin ulusal düzeyde en iyi biçimde yürütülmesini sağlama - Ülkelerin küresel ekonomiyle bütünleşmelerini sağlama 30 IFAC30 53 International Federation of Accountants (Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu). 54 Çizelge 3.8. (devam). Finansal Mimarinin Anahtar Standartları ve Kodları, Aktörleri ve Üstlendikleri Roller KONU ALANI STANDART VE KODLAR İLGİLİ KURULUŞ Ödemeler Sistemi Sistematik Açıdan Önemli Olan Ödemeler Sistemi İçin Temel İlkeler CPSS31 Kara Para Aklama Kırk Adet Öneri FATF HEDEF Etkin, açıklanabilir, şeffaf ve sağlam bir hukuksal temele sahip, kredi ve likidite riski yönetiminin açıkça tanımlandığı, finansal risklerin farkındalığının sağlandığı, merkez bankasında kayıtlı varlıkların kullanılabildiği, ekonomik olarak verimli bir ödeme kanalına sahip ödeme sistemleri oluşturma - Yurtiçi borç ödeme güçlüğü kanununun tasarımı için öneriler getirme Finansal Düzenleme ve Denetim Bankacılık Denetimi Etkin Bankacılık Denetiminin Temel İlkeleri BCBS - Modern küresel ekonominin devamını sağlamak için bankalarda düzenleme ve denetimi artırma - Risk yönetimini güvence altına alma - Zorluklar karşısında bankalara yardımcı olacak düzenlemeler getirme Menkul Kıymetlerin Düzenlenmesi Menkul Kıymetleri Düzenleme İlkeleri ve Amaçları IOSCO - Modern küresel ekonominin devamını sağlamak için finansal kurumlarda düzenleme ve denetimi artırma - Risk yönetimini güvence altına alma - Zorluklar karşısında kurumlara yardımcı olacak düzenlemeler getirme Mevduat Sigorta Denetimi Mevduat Sigorta Denetim İlkeleri IAIS - Modern küresel ekonominin devamını sağlamak için finansal kurumlarda düzenleme ve denetimi artırma - Risk yönetimini güvence altına alma - Zorluklar karşısında kurumlara yardımcı olacak düzenlemeler getirme Kaynak: DB (2001:13-15), Bird ve Rajan (2002: 54), Goldstein (2005b: 389), IMF (2002), FSF (2000), OECD (2004: 11)’den derlenmiştir. 31 Committee on Payment and Settlement Systems (Ödeme ve Denkleştirme Sistemleri Komitesi). 55 Çizelge 3.8’de görüldüğü üzere uluslararası finansal kurumların görevi, finansal sistemin gelişmesini ve bütünleşmesini sağlamaya yardımcı olmaktır. Fischer’e göre (1999a) söz konusu çalışmalar genel olarak şu amaçlarla yürütülmektedir: i) ülkelerin bankacılık ve diğer ilgili standartlara uyum konusunda teşvik edilmesi yoluyla finansal sistemlerini ve ekonomi politikalarını güçlendirmek, ii) piyasalara ve kamuya daha iyi bilgi sağlanması konusunda ülkeleri teşvik etmek, iii) ekonomik ve finansal gelişmelerin ve politikaların gözetimini iyileştirmek, iv) uluslararası finansal kurumların likidite sağlama yöntemlerindeki değişikliğe dikkat çekmektir. Bu sistemin dört aşaması vardır. İlk aşamada, G7, G8 ve G10 aracılığıyla bir yapı oluşturulmuştur. 2008 Küresel Krizi’nden önce politik düzeyde G7 ve G8, sürecin çerçevesini çizmiş ve işleyişi konusuna odaklanmış, G10 detayların incelenmesini başlatmış ve G20 gibi diğer gruplar çeşitli yönlerden sürece dahil edilmişlerdir. İkinci aşamada, uluslararası standartlar seti yer almaktadır. Bu çerçevede FSF ve BIS, standartlar setinin belirlenmesi sürecinde öncelikli olarak koordine etme/eşgüdüm sağlama rolünü üstlenmişlerdir. Üçüncü aşama, standartların uygulanması aşamasıdır. Standartların uygulanması çok sayıda uluslararası ve bölgesel kaynaklar yoluyla ve teknik destek ile uygulanmaktadır. Son aşamada, standartların uygulanıp uygulanmadığına yönelik denetime odaklanılmıştır. Denetimler, DB tarafından ve IMF’nin bünyesindeki FSAP yoluyla yapılmaktadır (Arner ve Buckley, 2010).32 Crockett (2010), piyasa aktörlerine dayalı bir uluslararası sistemin yalnızca hafif dokunuş düzenlemeleri (light touch regulation) yoluyla yönetilmesini, istikrarsız finansal dengesizlikleri önlemek için yeterli olmadığı noktasında eleştirmektedir. Ona göre birden çok yetkili arasında paylaştırılan, sistemik öngörüden sorumlu kurumsal bir mimarinin daha etkin bir işbirliğine ihtiyacı vardır. Öte yandan, bazı ülkelerin ya da yapıların karar verme sürecinin dışında tutulması, sistemin etkinliğine ve meşruluğuna zarar vermektedir. Bu nedenle küresel finansal mimarinin tasarımında söz konusu yetersizlikler göz önüne alınmalıdır. Griffith-Jones’a göre (1999) ise en önemli sorun, finansal piyasaların etkin bir biçimde yönetilmesi için yeni küresel kurumların gerekli olması, ancak bu mekanizmayı yaratacak küresel bir devletin, ulusal hükümetler için de siyasi bir sürecin mevcut olmamasıdır. Bu nedenle, gelişme sürecini destekleyecek, kurallı/sistemli bir küresel Ocampo ve Griffith-Jones’a göre (2007:6), gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında, uluslararası finansal kurumların öncelikli görevi, finansal piyasaların konjonktür uyumlu etkilerini azaltmak ve konjonktür karşıtı makroekonomik politikalar için politika alanı yaratmak olmalıdır. 32 56 finansal piyasa yolunu açan uygun bir küresel finansal mimari bakış açısı geliştirmenin önemini vurgulamaktadır. 3.4.1.2. Basel Bankacılık Denetim Komitesi ve faaliyetleri Bankacılık düzenleme ve denetimlerinin uluslararası alanda gerçekleştirilmesine yönelik olarak 1974 yılında BIS çatısı altında G10 ülkelerinin merkez bankası başkanları tarafından BCBS (Basel Komitesi) oluşturulmuştur. Basel Komitesi, uluslararası finansal standart belirleyici en eski ve en öne çıkan yapıdır. 1970’li yıllarda Bretton Woods sisteminden sonra uluslararası finansal piyasaların kontrolsüz biçimde genişlemesi ve bu sebeple “europiyasalar” olarak adlandırılmasının ardından Herstatt adlı bir Alman Bankası’nın iflası, Basel Komitesi’nin kurulmasına öncülük etmiştir (Giovanoli, 2009). Türkiye’nin de içinde bulunduğu, 27 üyesi olan ve yılda üç veya dört defa toplanan Komite’nin amacı, bankacılık denetimiyle ilgili hususların anlaşılmasının kolaylaştırılması ve dünya genelinde bankacılık denetiminin kalitesinin iyileştirilmesi yönünde işbirliğinin sağlanmasıdır. Komite, çalışma hedeflerini, uluslararası denetimi kapsayan iki temel ilke konusundaki boşlukları kapatmak yönünde belirlemiştir. Bunlar; yabancı bankacılık kuruluşlarının tamamının denetime tabi olması ve yeterli ölçüde denetim yapılmasıdır. Basel Komitesi’nin herhangi bir uluslarüstü resmi denetim yetkisi olmamakla birlikte üye ülkelere karşı da yasal bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Komite, geniş kapsamlı denetim standartları oluşturmakta ve bunları ülkelere tavsiye ederek uluslararası düzeyde düzenleme uygulamalarının uyumlaştırılmasına çalışmaktadır. Standartların uygulanıp uygulanmayacağı veya ne ölçüde uygulanacağı ise tamamen ülkelerin kendi denetim otoritelerinin yetkisine bırakılmıştır (BCBS, 2009a). Komite, 1975 yılında hazırladığı ilk “Concordat” dokümanını genişleterek 1983 yılında yayımlamış, bankaların dış ülkelerdeki şubelerini de kapsayacak biçimde denetim sorumluluğunun paylaşılmasına ve denetleyici otoriteler arasında ortak girişimin başlatılmasına yönelik ilkeleri belirlemiştir. Bununla birlikte Komite içerisinde, uluslararası bankacılık sisteminin istikrarının güçlendirilmesine yönelik çokuluslu bir uzlaşının gerekliliği ve rekabet eşitsizliğinin kaynağı olduğu gerekçesiyle ülkeler arasındaki sermaye yeterliliğine ilişkin farklılıkları kaldırma ihtiyacı olduğu kabul görmüştür. Bunun üzerine 1988 yılında G10 ülkelerinin de onay verdiği Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel Capital Accord) diğer adıyla Basel-I yayımlanmıştır. 1990 yılında, farklı ülkelerdeki banka denetçileri arasındaki bilgi akışının geliştirilmesi kararı alınmış, 1992 “Concordat” dokümanında ise Minimum Standartlar adı altında temel ilkeler belirlenmiştir. Komite’nin 1996 yılında 57 düzenlediği Uluslararası Bankacılık Denetçileri Konferansı’nda, uluslararası bankaların sınır ötesi işlemlerinin etkin denetimi için hazırlanan rapor, katılan tüm ülke denetçileri tarafından onaylanmıştır. 1997 yılında 25 maddeden oluşan “Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler”i yayımlayan ve uygulamaya koyan Komite, 1990’lı yılların sonlarındaki finansal krizlerden sonra daha sağlam bankacılık denetim standartlarına odaklanmış ve 1999 yılında Basel-II adıyla Yeni Sermaye Çerçevesi hazırlayarak 2004 yılında nihai anlaşma metnini yayımlamıştır. Bu arada etkin bankacılık ilkeleri üzerinde çalışan Komite, kapsamının genişletilmiş halini yine 25 madde biçiminde 2006 yılında hazırlamıştır. 2008 Küresel Krizi’nin etkisiyle menkul kıymetleştirme işlemleri ve bilanço dışı araçlar ile ilgili olarak Basel-II sermaye çerçevesini güçlendirecek dokümanın ise 2009 yılında revize edileceğini belirterek Basel-III adı altında onaylamıştır (BCBS, 2009b). Komite’nin Aralık 2011’de revize ettiği etkin bankacılık denetim ilkelerine ilişkin doküman Mart 2012’de yayımlanmıştır. Çizelge 3.9 Etkin Bankacılık Denetimi İçin Temel İlkeler: Karşılaştırması 2006 Yılı ile 2012 Yılı 2006 Yılında Yayımlanan İlkeler 2012 Yılında Revize Edilmiş İlkeler Denetim Otoritelerinin Denetim Gücü, Sorumlulukları ve İşlevleri 1) Bankacılık düzenleme ve denetim otoritesinin amaçları, 1) Bankacılık düzenleme ve denetim otoritesinin sorumlulukları, bağımsızlığı, gücü, şeffaflığı ve işbirliği amaçları ve gücü 2) Bağımsızlığı, hesapverebilirliği, denetçiler için kaynak ve yasal koruma 3) İşbirliği ve eşgüdüm 2) İzin verilen bankacılık faaliyetleri 4) İzin verilen bankacılık faaliyetleri 3) Bankacılık lisans kriterleri 5) Bankacılık lisans kriterleri 4) Önemli ortaklık paylarının devri 6) Önemli ortaklık paylarının devri 5) Büyük yatırım ve şirket alımı kararları 7) Büyük yatırım ve şirket alımı kararları 19) Denetim yaklaşımı 8) Denetim yaklaşımı 20) Denetim teknikleri 9) Denetim teknikleri ve araçları 21) Denetim raporları 10) Denetim raporları 23) Denetim otoritelerinin düzeltici ve iyileştirici güçleri 11) Denetim otoritelerinin düzeltici ve müeyyide güçleri 24) Konsolide denetim 12) Konsolide denetim 25) Sınırötesi bankacılık 13) Sınırötesi bankacılık Bankalar İçin İhtiyati Düzenlemeler ve Yükümlülükler 14) Kurumsal yönetişim 7) Risk yönetim süreci 15) Risk yönetim süreci 6) Sermaye yeterliliği 16) Sermaye yeterliliği 8) Kredi riski 17) Kredi riski 9) Sorunlu varlıklar, karşılıklar ve rezervler 18) Sorunlu varlıklar, karşılıklar ve rezervler 10) Kredi limitleri 19) Yoğunlaşma riski ve kredi limitleri 11) Banka hâkim ortakları ve kredi limitleri 20) Banka hâkim ortakları ile ilgili işlemler 12) Ülke ve transfer riskleri 21) Ülke ve transfer riskleri 13) Piyasa riski 22) Piyasa riski 16) Vadeye kadar elde tutulacak portföyün faiz riski 23) Vadeye kadar elde tutulacak portföyün faiz riski 14) Likidite riski 24) Likidite riski 33 15) Operasyonel risk 25) Operasyonel risk 17) Banka içi kontrol ve denetim 26) Banka içi kontrol ve denetim 22) Hesapverebilirlik ve açıklık 27) Finansal raporlama ve dış denetim 28) Açıklık ve şeffaflık 18) Finansal hizmetlerin kötüye kullanılması 29) Finansal hizmetlerin kötüye kullanılması Kaynak: BCBS, Core Principles for Effective Banking Supervision (2011a). BDDK’nın 2001 tarihinde yayımlanan “Bankaların İç Denetim ve Risk Yönetimi” hakkındaki yönetmeliğinde operasyonel risk; “banka içi kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden kaçmasından, banka yönetimi ve personeli tarafından zaman ve koşullara uygun hareket edilmemesinden, banka yönetimindeki hatalardan, bilgi teknolojisi sistemlerindeki hata ve aksamalar ile deprem, yangın, sel gibi felaketlerden kaynaklanabilecek kayıplara ya da zarara uğrama ihtimali” olarak tanımlanmaktadır. 33 58 Komite’nin, 2008 Küresel Kriz’in etkisiyle en son 2006 yılında hazırladığı temel ilkeler metninde bazı değişikliklere gittiği görülmektedir. Komite, denetim otoritelerinin yüklendikleri sorumlulukları genişletmiş, bankalar için kurumsal yönetişim ilkesi getirmiştir. Önceden sayısı 25 olan temel ilkelerin sayısı 2012 yılında 29’a çıkarılmış, bankaların ihtiyati yükümlülüklerine ayrı bir yer açılmıştır. Komite’nin bankacılık sistemi için geliştirdiği temel ilkeler, aynı zamanda 1999 yılından beri IMF ve DB tarafından FSAP yoluyla ülkelerin bankacılık denetim sisteminin etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. FSAP iki unsuru içermektedir. Bunlar; IMF’in sorumluluğu altında olan finansal istikrarın değerlendirilmesi ve DB’nın sorumluluğunda olan finansal gelişmenin değerlendirilmesidir. IMF, FSAP’yi 1990’lı yılların sonlarında yaşanan finansal krizlerden sonra ülkelerin finansal sektörünün reformu ve gelişmesi ihtiyacına dikkat çekerek oluşturmuştur. Bu çerçevedeki değerlendirmeler, finansal sektör denetiminin ve kalitesinin uluslararası standartlara yakınlaştırılması, sektörün önündeki engeller, bankaların kalitelerinin gözden geçirilmesi ve stres testi gibi konuları kapsamaktadır (IMF, 2013). 3.4.2. Bankacılık düzenlemeleri Bankacılık sistemine yönelik düzenlemelerin öncelikli amacı, küçük mevduatçılar, sigorta poliçesi sahipleri ve emeklilik fon yatırımcıları gibi finansal katılımcıları finansal kurumların başarısızlıklarından korumaktır. Düzenlemelerin ikinci fonksiyonu ise sistemik riski ifade eden domino etkisidir (Dewatripont, Rochet ve Tirole, 2010: 48). Domino etkisi, bir banka başarısızlığının sistemdeki diğer bankaları etkilemesi durumudur. Finansal sistemin önemli bir ayağını oluşturan bankalar, bir ekonomide; sermaye yaratma, riskin dağıtılması, bilgi sağlama ve gözetim işlevleri nedenleriyle önemli rol oynamaktadırlar. Geleneksel bankacılık sisteminde bankalar, kısa dönem yükümlülüklerini uzun dönem varlıklara dönüştürerek kredi ve fon sağlama işlevi görmüşlerdir. Ancak 1980’li yıllarda finansal serbestleşmenin etkisiyle bankaların geleneksel finansal aracılık rolü değişmiştir. Bankalar için önemli bir fon kaynağı olan mevduatların önemi giderek azalmaya başlamış ve işletme kredileri gibi geleneksel bankacılık faaliyetlerinin getirdiği kârlılık düşmüştür. Böylece bankalar, finansal aracılık rollerinin devamını sağlayarak geleneksel olmayan (nontraditional) bankacılık faaliyetlerine yönelmişlerdir (Edwards ve Mishkin, 59 1995). Bu yeni yapılanma ile birlikte sisteme yeni katılan finansal ürünler de bankacılık kesiminin risk yapısını değiştirmiştir. 3.4.2.1. Kuramsal çerçeve Bankacılık sisteminin düzenlenme ihtiyacının temelinde asimetrik bilgi sorunu ve bu sorunun neden olduğu ahlaki risk ve ters seçim problemleri yer almaktadır.34 Asimetrik bilginin yanında negatif dışsallıkların varlığı da finansal piyasaların etkin çalışmadığının bir göstergesi olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle bankacılık kesiminin düzenlenmesi gerekliliği konusunda fikir ayrılığı olmamasına rağmen, uygun düzenleme araçlarının neler olması gerektiği, temel tartışma konusunu oluşturmaktadır. Finansal serbestleşmenin ardından bankalar, yurt dışından yabancı para birimi ile kısa dönemde düşük faiz oranları üzerinden borçlanıp yurt içinde yüksek faizle bu fonları borç verdiklerinden, bankacılık kesimi para ve vade uyumsuzluğu risklerine açık duruma gelmiştir. Bununla birlikte yerel bankalar yabancı bankalardan ölçüsüz borçlanma nedeniyle yurt içinde aşırı kredi genişlemeleri yaratmışlardır. Sabit döviz kuru üzerinden yabancı para birimi ile borçlanıldığı durumda kur riskleri düşük görülmüş, bu durum zımni bir güvenlik ağı olarak algılanmış ve ahlaki riski artırmıştır. Ters seçim sorununun da artmasıyla, bankalar üzerindeki takipteki alacak yükü zaman içinde büyümüş, bu da kredi arzının daraldığı ve dolayısıyla denge faiz oranlarının arttığı durumlarda bankaların maliyetlerini artırmıştır. 1997 Asya Krizi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Bu bölgede takipteki alacakların büyümesi gibi bazı finansal kırılganlık belirtileri görülmüş olsa da, sermaye girişlerindeki artış sürmüştür. Krizden hemen önce 1995’in ilk çeyreği ile 1996 yılının üçüncü çeyreği arasındaki dönemde Doğu Asya bölgesindeki banka kredilerinin ve tahvillerin ani yükselişi bu durumu açıklamaktadır (Bird ve Rajan, 2001). Crockett (1997), finansal aracılık faaliyetlerinin istikrarlı olması durumunda sermaye tahsisinin etkinliğinin gelişeceğini, yatırımların ve büyümenin devamlılığının sağlanacağını Finansal piyasalarda bir tarafın doğru karar verebilmek için diğer taraf hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması asimetrik bilgi problemi ile açıklanır. Bilgi eksikliği, finansal piyasalarda faaliyetin başlamasından önce ve sonra olmak üzere iki biçimde sorun yaratır. Ters seçim, işlem gerçekleşmeden önce asimetrik bilginin neden olduğu bir sorundur. İstenmeyen bir sonuca sebep olabilecek borç alıcılara kredi verilmesi durumunda gerçekleşir. Krediler yüksek faiz oranlarından verildiği için kredi riski söz konusudur. Ahlaki risk ise, işlem gerçekleştikten sonra asimetrik bilginin neden olduğu bir sorundur. Ahlaki risk, kredi verenin bakış açısından, kredi alanın ahlaki olmayan davranışlarda bulunması, yani riski yüksek projelere yatırım yaparak zarar etme olasılığının olması ve borcunu ödeyememesi durumunu ifade eder (Mishkin, 2006: 37-38). 34 60 ifade etmektedir.35 Olası istikrarsızlık durumlarında ise eksik veya asimetrik bilgi problemleri nedeniyle bir bankanın veya finansal kurumun içine düştüğü olumsuzluğun diğer bankalara yansıma olasılığı gündeme gelmektedir. Fiyatların dengeden uzaklaşmasıyla oluşan finansal balon patladığında ise kaynakların yanlış dağılımı problemi ortaya çıkmaktadır. Bu durum, bankaların negatif dışsallık yaratan faaliyetlerde bulunduğunu göstermekte ve dolayısıyla denetimin önemini ortaya koymaktadır. Stiglitz’e göre (1999) ise düzenleyici çerçeve yeterli düzeyde değilse, finansal serbestleşme sürecinin finansal krizlere dönüşme riski ortaya çıkmaktadır. 1997 Asya ve 2008 Küresel Krizleri’nde olduğu gibi, bankalar tarafından riskli bir biçimde yapılan ölçüsüz kredi arzı bu duruma örnek teşkil etmektedir.36 Bankacılık kesimine devlet müdahalesinin gerekliliğinin gerekçesini oluşturan söz konusu sorunlar ekseninde hükümetlerin, mevduat sahiplerini ve banka hissedarlarını korumak amacıyla bir güvenlik ağı oluşturmaları gerekli görülmüştür. Mevduat sigortasını ve merkez bankalarının son borç başvuru mercii (LLR) rolünü kapsayan uygulamalar, bankalar için güvenlik ağı olarak adlandırılmaktadır. Bu çerçevede bankacılık sisteminin düzenlenmesi üç temel amaca hizmet etmektedir (Von Hagen ve Fender, 1998); i. Mudilerin, banka iflasları karşısında doğan risklere karşı korunması amaçlanmıştır. Bu amaç için bir araç olarak mevduat sigortası önerilmiştir. Asimetrik bilgi nedeniyle kredi verenler iyi kredi risklerini kötü kredi risklerinden tam olarak ayırabilecek güçte değildir. Kredi verenler bu kusurdan kaçınmak için borç alanlara ya risk pirimi yüklemekte ya da teminat talep etmektedirler. Borçlanmanın maliyetindeki bu artış yatırım düzeyini düşürmekte, düşük yatırım düzeyi ise firmaların gelecekteki nakit akışını düşürerek firmaların net değerini olumsuz yönde etkilemektedir. Net değerdeki bu düşüş borçlanma maliyetlerini artırırken firmaların gelecekteki yatırımlarını da azaltmaktadır. Çünkü, firmaların net değerindeki düşüşler ve borçlanma maliyetleri arasındaki geri besleme özelliği, yatırımların gelecekteki net değeri üzerinde etkilere sahiptir. Bunun sonucunda borçlanma maliyetleri ile firmaların net değeri arasındaki ters yönlü ilişki, ekonomik şokları büyütmekte ve şokların yayılmasına neden olmaktadır. Gelecekte yatırımların azalması da borçlananların net değerini yeniden azaltacağından, nihayetinde ekonomik faaliyetler önemli ölçüde daralmaktadır (Lai, 2003). 36 Bankalar ekonomik genişlemenin başlangıcında, ekonomik faaliyetlerdeki artışı finanse etmek için kredi hacmini hızla genişletirler. Bu durum, hisse senedi ve konut fiyatlarının hızla artmasına neden olur. Kredi hacmindeki artışlar ekonomik genişlemeyi ve varlık fiyat artışlarını hızlandırmakta ve ilave spekülasyonları teşvik etmektedir. Hem kredi verenlerin hem de borçlananların irrasyonel davranışları nedeniyle borçlananların kaldıraçları yükselir ve kısa dönem borçları hızla artar. Borçlananlar bu borçlarını başlangıçta gelirleri ile finanse etse de daha sonra borç servisi yeni borçlarla finanse edilmeye başlanır ve ekonomik birimler ponzi duruma düşerler. Ne var ki bu durum sürdürülemez bir durumdur. Varlık fiyat balonu patladığında ödeme problemi artar. Neticede, firmaların iflasları, bankaya hücumlar, banka iflasları ve yaygın bir makro ekonomik çöküntü ortaya çıkar (Kaufman, 1998). 35 61 ii. Finansal olumsuzlukların yayılma riskinin önlenmesi amaçlanmıştır.37 Bu amaç için banka paniği nedeniyle mudilerin mevduatlarını bankalardan çekmesi gibi risklere karşı merkez bankalarının son borç başvuru mercii rolü üstlenmeleri önerilmiştir. iii. Finansal düzenlemelerin ödeme mekanizmasının bütünlüğünü koruyacağına inanılmıştır. Bunun için banka risklerini kontrol eden nitelikte düzenlemeler (denetim) ve gözetim uygulamaları önerilmiştir. LLR kolaylığı; ödeme sisteminin bütünlüğünü korumak, bankalara hücum esnasında bir bankadan diğer bankalara hücumun yayılmasını ve sistemik riskleri önlemek, likit varlıkları yetersiz olan bankaları ödeme güçlüğü olan bankalardan ayırmak gibi üç temel amaca yönelik olarak getirilen düzenlemelerdir. Ülkeler LLR’yi merkez bankası aracılığıyla reeskont penceresinden veya açık piyasa işlemleri yoluyla karşılamaktadırlar (Lindgren ve Folkerts-Landau, 1998).38 LLR, finansal piyasalara etkin bir biçimde likidite sağlayabildiği durumda, bankalar, ödeme gücü olan fakat kısa vadeli likidite ihtiyacı olan kurumlara fon yaratabileceklerdir. Ancak LLR kolaylığı, bankaların risk duyarlılığını azaltma ve/veya likidite yapısına uymayacak ölçüde kredi verme davranışı yaratma gibi olumsuzluluklara neden olduğu öne sürülerek eleştirilmektedir (Lindgren ve Folkerts-Landau, 1998). Böyle bir durum nedeniyle ülke ekonomisi olası bir krize sürüklendiğinde hükümetler, söz konusu güvenlik ağını ortadan kaldırarak risklere karşı koyamayacaklarından, bankaların maruz kalabileceği riskleri sınırlayarak bankaları düzenleme yoluna gitmelidirler (Oatley, 2001). Bu nedenle LLR güvenlik ağı uygulamasına etkin bir denetim sisteminin eşlik etmesi önerilmektedir. LLR uygulamasının gerekliliğine değinen Goodhard (1987), borçlananların ödemelerini yerine getirmemeleri/ödemeyecekleri yönünde çıkan kuşkuların, bankaların varlıklarının değerinde belirsizlik yaratacağını belirtmektedir. Bu belirsizlik mevduat Bu duruma örnek olarak 1980’lerde yaşanan bankacılık krizleri gösterilebilir. 1980’li yıllarda en büyük dokuz Amerikan ticaret bankası, sermayelerinin %140’ını Meksika, Arjantin ve Brezilya’ya borç vermiştir. Ancak bunun ardından birçok büyük Amerikan ticaret bankası, Latin Amerika borç krizi nedeniyle tehlikeye girmiştir. Latin Amerika ülkeleri arka arkaya borçlarını ödeyemez duruma geldiklerinde Amerikan ticaret bankaları sıkıntıya düşmüştür (Oatley, 2001). 38 Merkez bankaları bu amaçları gerçekleştirmek için üç farklı araca sahiptir. Bunlar; reekont penceresi, açık piyasa işlemleri ve finansal sistem konusunda kamuoyunu bilgilendirmektir. 37 62 çekebilmenin garanti edildiği bir ekonomide bankalara hücuma neden olarak sistemik boyut kazanabilir. Bu nedenle LLR uygulanmalıdır. Fischer (1997) de 1990’lı yıllarda yaşanan finansal krizlerin ardından merkez bankalarının finansal güvenlik ağı önlemleri üzerine odaklandığına dikkat çekmekte ancak LLR’nin bireysel bankalara sağlandığı durumda bankalardan teminat alınması gerektiğini öne sürmektedir. Bankacılık kesiminde likidite çöküşü (crunch), bankaların nakit/aktif oranındaki sert düşüşle, kredi çöküşü ise krediler/aktifler oranındaki sert düşüşle gerçekleşir. Dolayısıyla bankacılık krizleri, bankaların mevduatlarında ve kredilerinde düşüşle kendini gösterdiğinden, bir bankacılık krizi mevduat/GSYH oranında önemli bir azalma yaratır. Koordinasyon probleminden kaynaklanan bankalara hücum ise, beklentilerdeki değişimin sonucu olarak mudilerin güven kaybının bir etkisi olarak tanımlanır. Uzun dönemde ödeme gücü olan bankalar, mudiler kısa dönemde mevduatlarını çektikleri durumda, başarısızlığa itilecektir. Çünkü aşırı sermaye çekilmesi, bankalar için likidite problemi yaratmaktadır. Bu durumda hükümetlerin büyük çoğunluğu bu problemin mevduat sigortası uygulamasıyla çözülebileceğini belirtir (Lai, 2003). Mevduat sigortası sisteminin birincil amacı, piyasa etkinliğine zarar veren ahlaki risk sorununa neden olmadan mudilerin varlıklarını korumaktır. Bu amaçla mudilere, paralarını hemen çekmedikleri takdirde daha fazla getiri elde edecekleri konusunda taahhütte bulunulur ve paralarının aniden çekilmesi önlenmeye çalışılır. Böylece, mudilerin korunması hanehalkının güvenini artırarak ödeme sistemine yardımcı olacak ve sonuçta bankalar için istikrar önlemleri sağlayacaktır (Lindgren ve Folkerts-Landau, 1998). 1980’li yıllardan sonra serbest bankacılığın temsilcileri, bankacılık kesiminin düzenlenmesinde LLR gibi devlet müdahalesini gerektiren araçların etkinliğini eleştirmişlerdir. Buna göre hükümetlerin getirdiği yasal düzenlemeler ahlaki riske yol açarak aşırı risk almanın önünü açmakta, portföy çeşitliliğini ve kârları düşürerek etkin piyasa yapısına zarar vermektedir. Bununla birlikte, ülkeler arasındaki farklı yasal bankacılık düzenlemelerinin maliyet farklılıkları yaratarak rekabeti bozduğu ve bir ülkede yaşanan finansal sorunların bankacılık kesimi aracılığıyla diğer ülkelere ve kesimlere taşındığı düşüncesiyle, tüm hükümetlerin ortak bir standart setini kabul ettiği bir uluslararası düzenlemenin, bu uyumsuzluğu ortadan kaldıracağı ve uluslararası finansal sistemde bir “oyun alanı” (level playing field) yaratacağı savunulmuştur (Oatley, 2001). 63 Sözü edilen amaçlara yönelik getirilen düzenlemeler; özsermaye yeterliliğine yönelik kıstaslar, hükümetlerin mevduat sigortası güvencesi yerine riske duyarlı mevduat sigortası sisteminin getirilmesi, risk değerlendirmesi ve çeşitlendirmesi için standartlar ve bankaların geri dönüşü aksayan ya da tahsili şaibeli olan kredileri karşılamaları için yeterli kaynak ayırmalarını zorunlu kılan düzenlemelerdir. Bununla birlikte aktifler ve pasifler arasında oluşabilecek uyuşmazlıklar (mismatches) nedeniyle bankaların nakit sıkıntısı ve ödeme güçlüğü ile karşılaşmalarını önlemek amacıyla belirli likidite düzeylerini korumaları için konulan kıstaslar da getirilen düzenlemeler arasındadır (Akyüz, 2004). Bu düzenleme ve denetimlerde amaç, tüm bankaların ortak standartlar setiyle düzenlenmesi ve bankacılık sisteminin güvenliğine zarar vermeden ortak bir oyun alanı yaratılmasıdır. 3.4.2.2. Sermaye düzenlemeleri: Basel-I 1982 yılında Meksika’nın borçlarını ödeyememesi üzerine başlayan uluslararası borç krizi ve 1987 yılında yaşanan hisse senedi piyasası şoku uluslararası finansal piyasalara güveni sarsmıştır. Yurtiçi son borç başvuru mercii düzenlemeleri ve finansal kesimde denetimin yaygınlaştırılması gündeme gelirken, Basel Komitesi bu süreçte önemli rol oynamaya başlamıştır (Helleiner, 1995). Komite, ulusal sermaye yeterliliği hesaplama yöntemlerini birbiriyle uyumlu hale getirmek ve bu konuda asgari bir standart oluşturmak amacıyla Basel-I olarak adlandırılan Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı’nı 1988 yılında yayımlamıştır (BDDK, 2008a). Basel-I, uluslararası bankacılık sistemi için sermaye yeterliliği ve risk değerlendirme standartları geliştiren çok taraflı girişimlerin ilki olmuştur. Standartların temeli, banka varlıklarının değerlendirileceği uluslararası ortak risk hesaplama yöntemlerine ve uluslararası düzeyde bankaların tutmaları gereken asgari sermaye yeterliliği esasına dayanmaktadır. Gelişmiş risk ölçüm teknikleri üzerinde şekillenen asgari sermaye yeterliliği, finansal kurumların sermayeleri tükenmedikçe başarısız olmayacakları görüşüne dayanılarak geliştirilmiştir (Poole, 2004). Sermaye ölçümü ve standartları etrafında şekillenen Basel-I, uluslararası bankalar için asgari bir sermaye yeterlilik oranı getirmiş olsa da, daha yüksek oranlar belirleyebilmeleri konusunda ulusal yetkililerin serbest olduğunu belirtmiştir (BCBS, 1988). Basel-I standartlarını içeren çerçeve; sermayenin bileşenlerinin tanımlandığı, varlıklara (aktiflere) 64 uygulanacak risk ağırlıklarının belirlendiği ve asgari sermaye yeterlilik oranına (hedef standart sermaye oranı) yönelik hesaplamaların yer aldığı üç kısımdan oluşmaktadır. BaselI, sermaye bileşenlerini üç temel başlık altında ele almıştır (BCBS, 1988). Çizelge 3.10. Basel-I: Sermaye Bileşenleri Sermayenin Bileşenleri Birinci Kuşak Sermaye (Ana Sermaye) - Banka hissedarlarının tamamı ödenmiş ortaklık sermayeleri - Dönem kârları İkinci Kuşak Sermaye (Katkı Sermaye) - Gizli rezervler - Varlıkların yeniden değerlemesi ile elde edilen rezervler - Genel karşılıklar - Sermaye ve borç niteliği taşıyan araçlar (sermaye benzeri krediler) - Piyasa riski için kullanılabilen sermaye benzeri krediler Üçüncü Kuşak Sermaye - Sermayeden düşülmesi gereken araçlar Kaynak: BCBS (1988: 3-8). Birinci kuşak ana sermaye, tüm ülkelerin bankacılık sistemlerinde ortak olan tek bileşendir. Basel-I’e göre, öngörülemeyen kayıpların telafisi için banka sermayesinin en az %50’si ana sermayeden oluşmalıdır. İkinci kuşak katkı sermayenin payı, ana sermayenin payını geçmemelidir. Katkı sermaye bileşenlerinden hangilerinin banka bilançosuna dahil edileceği ise, ulusal düzeyde düzenleme ve denetleme otoritelerinin takdir yetkisine bırakılmıştır. Üçüncü kuşak sermaye, risk ağırlıklı sermaye oranının hesaplanması amacıyla sermaye tabanından düşülmesi gerekli araçları tanımlamaktadır. G10 ülkelerinin denetim otoriteleri, dış yatırımcılardan sermaye çekebilmek için bu araçların sermayeden düşülmesini uygun bulmaktadır. Komite, bu tür araçların sermayeden düşülmesi kararını katkı sermayede olduğu gibi ulusal yetkililere bırakmıştır. Basel-I standardının ikinci kısmını varlıkların risk ağırlığı oluşturmaktadır. Komite, bankaların karşı karşıya kaldıkları çeşitli risklerden en önemlisinin kredi riski (karşı taraf riski) olduğunu belirtmiş ve bankaların riske duyarlı sermaye yeterlilik rasyosunun (SYR) hesaplanmasında ağırlıklandırılmış kredi riskini esas almıştır (BCBS, 1988). Bu çerçevede Komite, bilanço içi ve bilanço dışı varlıkları39 dört kategoriye ayırmış ve her bir kategori için farklı bir risk ağırlığı belirlemiştir. Bankaların bilançosunda yer almayan ancak bankaları riskli faaliyetler ile karşı karşıya bırakan finansal araç alım ve satımını ifade eden faaliyetlerden doğan varlıklardır. Bilanço dışı varlıklar, kredilerle eşit düzeyde 39 65 Çizelge 3.11. Basel-I: Varlıkların Risk Ağırlığı Risk Grupları I Risk Ağırlıkları 0 Varlık Kategorileri - Nakit varlıklar - OECD üyesi ülkelerin merkez bankalarına açılan krediler - Merkezi hükümetlere verilen ve ülke transfer riskinden40 kaçınmak için ulusal para cinsinden açılan krediler II %20 - OECD üyesi ülkelerin bankalarına ve çok taraflı kalkınma bankalarına açılan krediler - OECD dışındaki ülke bankalarına vadesi 1 yıla kadar açılan krediler III %50 - Konut kredileri IV %100 - Diğer tüm krediler (OECD dışındaki ülke bankalarına açılan vadesi 1 yıldan uzun krediler, tüketicilere ve kurumlara açılan krediler). Kaynak: BCBS (1988). Çizelge 3.11’de görüldüğü üzere, belirli bir kategori içindeki tüm kredilere aynı risk ağırlığı verilmiş ve OECD ülke bankalarına yönelik ayrıma gidilmiştir. Bu durum, bankaların teşviklerini daha riskli ve faiz oranı daha yüksek varlıklara kaydırmaları gibi öngörülemeyen olumsuzluklara neden olmuştur. Risk sınıflandırması, ayrıca bankaları, portföyleri arasında sermaye arbitrajı yapmaları konusunda teşvik ettiği için sorunludur. Örneğin ödeme güçlüğü durumunda bankalar, SYR’leri standartlara uygun değilse, genellikle portföylerini yeniden yapılandırma yoluna gitmektedirler (Oatley, 2001). Basel-I standartlarının üçüncü ve son kısmı SYR’nin, diğer bir adıyla hedef standart oranının hesaplanmasına ayrılmıştır. Burada asgari SYR, riske göre ağırlıklandırılmış varlıklar için en az %4’ü ana sermaye olacak şekilde %8 olarak belirlenmiştir.41 1992 yılında çok sayıda ülkenin aşamalı olarak uygulamaya koyduğu asgari SYR, şu şekilde formüle edilmiştir; Sermaye Yeterlilik Rasyosu= Özkaynaklar* %8 Kredi Riski (Risk ağırlıklı varlıklar) değerlendirilerek bilanço içi varlıklara dönüştürülmekte ve uygun risk ağırlıkları verilmektedir (Mishkin, 2006: 284). 40 Transfer riski, uluslararası kredi işlemlerinde kredi alan kişi ya da kurumun kendi ülkesindeki iktisadi ve politik yapısından kaynaklanan riskler için kullanılır. Hükümetlere ve/veya kamu kurumlarına açılan kredilerde transfer riski söz konusu olabilmektedir (Yay vd.; 2001: 104). 41 Komite, asgari sermaye yeterlilik oranına aşamalı olarak geçiş için uluslararası bankalara zaman tanımış, bu oranları 1990 yılı sonuna kadar %7,25, 1992 yılı sonuna kadar ise %8 olarak belirlemiştir (BCBS, 1996). * Özkaynaklar = Ana Sermaye + Katkı Sermaye + Üçüncü Kuşak Sermaye – Sermayeden İndirilen Değerler 66 Basel-I’in kapsamı, bankacılık kesiminin karşı karşıya bulunduğu risklerin yeniden değerlendirilmesi sonucunda 1996 yılında piyasa riskini de içerecek biçimde genişletilmiştir. Basel Komitesi’nin (1996) tanımına göre piyasa riski, piyasa fiyatlarının değişmesi nedeniyle bankaların bilanço içi ve bilanço dışı pozisyonlarında kayıpların ortaya çıkma riskidir. Tahvil, hisse senedi gibi sermaye piyasası araçlarına bağlı olan faiz oranı ve kur riski, bankalar için piyasa risklerini oluşturmaktadır. Bu çerçevede 1997 yılı sonundan itibaren bankalar, kredi riskleri karşılığı tutmakta oldukları sermayenin yanısıra piyasa riskleri karşılığında da sermaye tutmakla yükümlü kılınmışlardır. Piyasa riskinin de dahil edildiği SYR şu şekilde değişmiştir; Sermaye Yeterlilik Rasyosu= Özkaynaklar %8 Kredi riski + Piyasa Riski Piyasa riskinin ölçümü için bankalara, kredi riskinin ölçümüne benzer standart yaklaşımın yanında kendi içsel ölçüm modellerini kullanma olanağı tanınmıştır. 1999 yılının ortalarına kadar yürürlükte kalan Basel-I sermaye yeterlilik standartları büyük ölçüde uygulanmış, ancak bankalararası (interbank) pasiflere düşük risk ağırlığı belirlediği için, daha kârlı olduğu gerekçesiyle bankaları uzun dönemden çok kısa dönem borçlanmaya teşvik etmiş ve kısa vadeli borçlanma hacminin artmasına neden olmuştur (Fischer, 1999a). 1997 Asya Krizi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Borçlanma hacmindeki hızlı artış, Asya Krizi sırasında bankaların kısa vadeli borç stokunun aşırı büyümesine neden olmuştur. BIS’e göre 1996 yılı sonunda GÜ bankalarının Doğu Asya bankacılık sistemine sağladığı bir yıldan kısa vadeli fonlar en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Örneğin Kore’de alınan kredilerin toplam uluslararası rezervlere oranı bu dönemde iki kat artmış, Endonezya’da ise üçte bir oranını aşmıştır. Edwards’a göre (1999) bu olumsuz gelişmelerin altında yatan neden, bankacılık kesimine ilişkin yeterli denetim ve uyarı mekanizmalarının olmamasıdır. Şöyle ki, Endonezya’da bankaların çoğu sorunlu projeleri finanse ettiği için 1996 Meksika deneyiminde olduğu gibi Endonezya konut piyasasında şişkinlik ortaya çıkmıştır. Kore’de ise, orta ölçekli firmalar finansal sıkıntı içinde iken bankacılık kesimi uluslararası bankalardan kısa vadeli fonlar sağlayarak kaynak yaratma eğilimine girmiş, ancak daha sonra uluslararası bankalar Kore’ye sağladıkları kredileri geri çağırmışlardır. Sonuçta Kore ekonomisi, bankacılık kesimindeki denetim yetersizliğinden ötürü uluslararası spekülasyonlara açık hale gelmiştir. Akyüz (2000) bu durumu, sermaye 67 yeterliliğinin hesaplanmasında belirlenen düşük risk ağırlığı ile açıklamaktadır. Buna göre Basel-I Uzlaşısı’nın, interbank alacakları üzerindeki sermaye yeterliliğinin hesaplanmasında düşük risk ağırlığı belirlemiş olması, uluslararası bankaların dış borç krizlerinde önemli rol oynamasına neden olmuştur. 3.4.2.3. Basel-I’in revizyonu: Basel-II Yalnızca kredi ve sonrasında piyasa riskini dikkate alan, bankaların gerçek finansal konumlarını ve dolayısıyla risk düzeylerini yansıtmaktan uzak görülen Basel-I düzenlemelerinin yetersizliği üzerine Basel Komitesi, 1999 yılından itibaren bazı değişiklikler üzerinde çalışmaya başlamış ve nihai anlaşma metnini Basel-II adı altında 2004 yılında yayımlamıştır. Basel-II, sermaye yeterliliğine yönelik yeni kurallara uyum sağlama amacının yanında yeni düzenlemelerin uygulanabilmesi için sağlam bir altyapı oluşturmak ve risk yönetimini, sermaye yeterliliğini, piyasa disiplinini ve küresel düzeyde finansal istikrarı geliştirmek amacıyla oluşturulmuş bir çerçevedir. Bu noktada bir ülkede Basel-II’nin başarısını, Komite’nin önceden oluşturduğu Etkin Denetim İlkelerinin ne ölçüde başarıyla uygulandığı belirleyecektir (BCBS, 2004). Gelişmiş risk yönetiminin önemine vurgu yapan Komite, Basel-II Uzlaşısı’nı üç temel blok üzerine inşa etmiştir. Çizelge 3.12. Basel-II’nin Kapsamı Yapısal Blok-I Yapısal Blok-II Yapısal Blok-III Asgari Sermaye Yeterliliği Kredi riski Piyasa riski Operasyonel risk Denetim Otoritesinin Gözden Geçirilmesi Piyasa Disiplini ve Kamuyu Aydınlatma Kaynak: BCBS (2004). Basel Komitesi, bankaların risk yönetimi için asgari sermaye yeterlilik koşulunun tek başına yeterli olmadığını görmüştür. Bu nedenle Yapısal Blok-II kapsamında denetim otoritelerinin erken müdahalesine ve Yapısal Blok-III kapsamında piyasa disiplinine yönelik risk odaklı tamamlayıcı unsurlar getirmiştir (BCBS, 2004). Ayrıca, Komite, Basel-II Uzlaşısı’nda bankalara yönelik riskler içerisine operasyonel riski dahil etmiştir. 68 Komite, Basel-II’nin uygulanması konusunda ulusal denetim otoritelerini zorunlu kılmamış, kendi ulusal şartlarına uygun bir uygulamanın Basel-II’nin etkinliğini artıracağını belirtmiştir. Ancak, Basel-II sermaye düzenlemelerinin başarısı için, her birinin eşit öneme sahip olması nedeniyle her üç Yapısal Blok’un da uygulanmasını önemli görmüş ve hatta bu kapsamda çok sayıda ülkenin yasal ve düzenleyici çerçevede değişiklik yapması gerektiğini ifade etmiştir (BCBS, 2004). Kane (2006), Komite’nin tüm Yapısal Blokları eşit ağırlıkta görmesini, özellikle Yapısal Blok-I’in üstünlüğü açısından eleştirmektedir. Ona göre Yapısal Blok-II ve III, lobi faaliyetleri ile düzenlenmiş ve fazla destek görmemiştir. Dewatripont, Rochet ve Tirole (2010) ise Yapısal Blok-I ile diğerleri arasındaki dengesizliğe dikkat çekmişlerdir. SYR’ye ayrılan Yapısal Blok-I, diğerlerine göre çok daha uzun ve ayrıntılı tutulmuş, denetim ve piyasa disiplini ise bazı belirsizlikler dahilinde anlatılmıştır. Komite’nin en önemli yanlışı ise, sermaye yeterliliği ile ulusal denetimi ayrı Yapısal Bloklar içerisinde ele almasıdır. Yapısal Blok-I, asgari SYR’nin hesaplanmasına ilişkin hususları içermektedir. BaselII’de Basel-I’den farklı olarak operasyonel riskler de dahil olmasına rağmen SYR %8 olarak değişmeden kalmıştır. Her iki Uzlaşı’da da rasyonun hesaplanması; yasal sermaye ve risk ağırlıklı varlıklar esas alınarak yapılmaktadır. Operasyonel riskin dahil olduğu SYR, şu şekilde formüle edilmiştir (BCBS, 2006); Sermaye Yeterlilik Rasyosu= Özkaynaklar %8 Kredi Riski+ Piyasa Riski + Operasyonel Risk Basel-II, risklerin ve sermaye yeterlilik düzeyinin ölçümü için büyük bankalara kendi içsel modellerini kullanma yetkisi tanımıştır. Bu noktada denetim otoritelerine, risk ölçüm modellerinin verdiği sinyaller olumsuz olduğu durumda bankaların faaliyetlerini sınırlama ve yeniden sermayeleşme gerekliliklerine müdahale etme serbestisi vermiştir (Dewatripont, Rochet ve Tirole, 2010). Gelişmiş risk ölçüm yöntemlerine vurgu yapan Komite’nin, bankalara sunduğu risk ölçüm modelleri Çizelge 3.13’te gösterildiği gibidir. 69 Çizelge 3.13. Basel-II: Risk Ölçüm Modelleri Standart Ölçüm Yaklaşımı Kredi Riski İçsel Derecelendirmeye Yaklaşım (İDD) Temel Gösterge Yaklaşımı Standart Yaklaşım Operasyonel Risk Kredi derecelendirme kuruluşlarının yaptıkları değerlendirmelere göre risk ağırlıkları belirlenmektedir42 Dayalı Gelişmiş risk ölçüm modelidir. Bankalar kendi risk modellerini oluşturarak risk düzeylerini ve kredi riski için gerekli olan sermaye miktarını belirleyebilmektedir. Uluslararası alanda faaliyet gösteren ve operasyonel risk düzeyi yüksek olan bankalara uygun olan yaklaşımlardan herhangi birini kullanma izni verilmiştir. İleri Ölçüm Yaklaşımı (İÖY) Piyasa Riski Standart Yaklaşım Faiz oranı riski, hisse senetlerine ilişkin riskler, kur riski ve emtia riski için sermaye gerekliliklerinin hesaplandığı yöntemdir. İçsel Model Yaklaşımı Denetim otiritesinin iznine bağlı olarak kullanılabilen modeldir. Bankalar, denetim otoritelerinin belirlediği nitel kriterleri uyguluyorsa, stres testi yoluyla risk ölçümü yapılabilir. Kaynak: BCBS (2006). Görüldüğü üzere Basel-II Uzlaşısı Yapısal Blok-I’de, bankaların sermaye yeterliliklerini kendilerinin değerlendirmesini istemiş, kredi riski için Standard & Poors, Fitch ve Moodys gibi bağımsız derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların kullanılmasına izin vermiştir (BDDK, 2005a). Bu haliyle Basel-II’nin önemli bir ayağı minimum sermaye yeterliliğinin gidişatının denetlenmesi olmuştur. Yapısal Blok-II, denetim otoritesinin incelemelerini ele almaktadır. Burada denetimin şeffaflığı ve hesap verebilirliğinin yanında bankacılık risklerine yapılan vurgu da dikkat çekmektedir. Bu çerçevede Komite, denetim otoritesinin incelemelerine ilişkin dört temel prensip belirlemiştir. Bankaların risk profillerine göre kendi belirledikleri sermaye yeterlilik düzeylerini korumaya dönük strateji geliştirebilmelerine yönelik denetim, ilk prensibi oluşturmaktadır. Bunun yanında denetim otoritesi, bankaların yasal sermaye yeterliliklerini izleme ve bunu uygulayabilme kabiliyetlerini değerlendirmeli ve gerektiği durumda tedbir almalıdır. Komite, üçüncü prensipte bankaların asgari sermaye yeterliliğinin üzerinde faaliyette bulunmalarını ve/veya bu güce sahip olmalarını istemekte, denetim otoritelerini de bunu temin etmekle yükümlü kılmaktadır. Son prensipte, bankaların asgari sermaye Basel-I’den farklı olarak ülkelerin OECD ülkesi olup olmama kriteri kaldırılmış, yerine bağımsız kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği dereceler kullanılmaya başlanmıştır. 42 70 yeterliliğinin altına düşmesine yönelik durum ele alınmıştır. Bu noktada denetim otoritesinin bunu engellemek için erken müdahalede bulunması ve gerekli tedbirleri alması gerektiği vurgulanmıştır (BCBS, 2006). Yapısal Blok-III, bankaların sermaye ve risk yapılarına ilişkin bilgilerinin kamuoyu ile paylaşılmasını sağlayarak bankaları piyasa disiplinine teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Bilgilerin nasıl açıklanacağı ise denetleme otoritesinin insiyatifine bırakılmıştır. Bununla birlikte Komite’nin, kamusal bilgilendirmeyi nitel ve nicel bildirimler olmak üzere ikiye ayırdığı görülmektedir. Nitel bildirimler; bankanın risk yönetimine ilişkin politikaları ve raporlama sistemine ilişkin bilgileri kapsamaktadır. Nicel bildirimler ise sermayelerin toplam tutarı, sermayeden indirilen değerler, SYR ve hisse senedi yatırımlarına ilişkin bilgiler gibi sayısal gelişmeleri gösteren bilgilerdir (BCBS, 2006). Shinasi (2003), bankalar tarafından kamuya açıklanacak bilgiler aracılığıyla piyasa disiplininin artırılmasını, modern finansal piyasalarda yaygın sistemik riskler karşısındaki ilk savunma çizgisi olarak değerlendirmekte, ancak piyasa disiplininin tek başına yeterli olmadığını vurgulamaktadır. Dewatripont, Rochet ve Tirole (2010) ise, piyasa disiplininin varlığını kabul etmekle birlikte, yalnızca kötü ekonomik koşulların varlığında devlet müdahalesini önemli görmekte, finansal krizlerin yaşandığı dönemlerde ise piyasa disiplininin etkin çalışmadığını ifade etmektedirler. Bütünüyle düzenleyici disiplinin yerine geçecek ya da onu tamamlayacak bir unsur olamayacağını belirtirken piyasa disiplininin gelecekte yalnızca iki koşulun garanti edildiği durumda işleyebileceğini öne sürerler. Bu koşullar; hükümetin müdahale etmeden piyasa disiplininin kendi kendine işlemesinin sağlanması ve/veya kriz dönemleri dışında piyasanın düzgün işlemesidir. Temelde Basel-I’in eksikliklerinin giderilmesi amacıyla oluşturulan Basel-II’nin, yapısal olarak farklı özellikler taşıdığı görülmektedir. Bu nedenle her iki düzenlemenin karşılaştırılması önem arz etmektedir. 71 Çizelge 3.14. Basel-I ile Basel-II’nin Karşılaştırılması BASEL-I Asgari sermaye yükümlülüğünün belirlenmesinde kredi riski ve piyasa riski dikkate alınıyor Sadece asgari sermaye yükümlülüğü esas alınıyor BASEL-II Asgari sermaye yükümlülüğünün belirlenmesinde kredi riski, piyasa riski ve operasyonel risk dikkate alınıyor Sermaye yeterlilik rasyosu; yasal sermaye ve risk ağırlıklı varlıklar esas alınarak hesaplanıyor Sermaye yeterlilik rasyosu, yasal sermaye ve risk ağırlıklı varlıklar esas alınarak hesaplanıyor Derecelendirme notunu krediyi alan taraf belirliyor Bağımsız derecelendirme şirketleri var. Ayrıca bankalara bazı ileri ölçüm yöntemleri için insiyatif tanınıyor Risk ağırlıkları OECD ülkesi olup olmama kriterine göre belirleniyor Risk ağırlıklarının belirlenmesinde kredi derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar dikkate alınıyor Piyasa disiplini ve kamuyu aydınlatma zorunluluğu yok Piyasa disiplini ve kamuyu aydınlatma zorunluluğu var Üç Yapısal Blok kapsamında asgari sermaye yükümlülüğü, denetim ve piyasa disiplini esas alınıyor İktisat yazınında bazı yazarlara göre (Crotty, 2009; Oatley, 2001; Stiglitz, 1999; Akyüz, 2000) düzenleyici kuruluşların büyük bankalara kendi risklerini ölçmeleri ve kendi sermaye yeterliliklerini belirlemeleri için izin vermesi biçiminde yapılan hatalı teşvikler, bankaların büyük ölçüde risk almalarına öncülük etmektedir. Özellikle zayıf bilgi sistemine sahip ülkelerde sermaye yeterlilik standartları, problemlere neden olmakta ve yüksek düzeyde risklerle karşılaşılmaktadır. Şöyle ki, finansal serbestleşmeden sonra ortaya çıkan istikrarsızlıklar genellikle teminata bağlı kredilerdeki genişleme ile yaygınlaşmıştır. Kredi hacmi genişlerken, büyük çaplı teminatların değeri hızla düştüğünde geri ödeme problemleri hızla artmakta ve açılan kredi hacmi sınırlanmakta, varlık fiyatları ise hızla düşmektedir. Ancak, uluslararası bankacılık sisteminin sağlamlığının ve istikrarının güçlendirilmesine yönelik getirilen sermaye yeterlilik standartlarına duyulan aşırı güven nedeniyle sözü edilen istikrarsızlıklar daha da güçlendirilmiştir. Ayrıca yaşanan deneyimler, özel derecelendirme kuruluşlarının bir ülkenin risk değerlemesi için güvenilir olmadığını göstermiştir. Bu nedenle daha iyi bir uluslararası bankacılık anlaşması yapılıncaya kadar sağlam bir yurtiçi bankacılık düzenlemesi teminat olarak görülmektedir. 3.5. 1998-2007 Dönemi Yeni Küresel Finansal Mimariye Eleştiriler Bretton Woods uluslararası para sisteminin çöküşünü ve 1997 Asya Krizi’ni takip eden yıllar içinde finansal piyasa düzeninde belirli değişiklikler yapılmış olmasına rağmen, 2008 Küresel Krizi’nin yaşanması, mevcut düzenlemelerin eleştirilmesine neden olmuştur (Crotty, 2009; Crotty ve Epstein, 2009; Eichengreen, 2009; Beenstock, 2009). 72 YFM’nin temel kırılganlıklarını Crotty (2009) ve Crotty ve Epstein (2009) şu şekilde açıklamaktadırlar; YFM düzenlemeleri oldukça zayıf kuramsal temeller üzerine inşa edilmiştir. Zayıf düzenlemeler, neoklasik kuramın finansal piyasalara yönelik öne sürdüğü görüşler çerçevesinde desteklenmiştir. Böylece finansal menkul kıymetlerin alımı ve satımı konusunda iktisadi karar birimlerinin en doğru kararları alabilecekleri savunulmuştur. Bu çerçevede Crotty ve Epstein’a göre (2009) YFM’nin kuramsal temeli, gerçekçi olmayan varsayımlar ve inandırıcılığı olmayan ampirik dayanaklar üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla YFM’nin “bilimsel” temeli oldukça zayıf olmuştur. Mevcut finansal sistem, olumsuz teşviklere sahiptir. Özellikle finansal piyasaların hareketli olduğu dönemlerde ticaret ve yatırım bankaları, hedge fonlar, özel menkul kıymetler, sigorta şirketleri gibi neredeyse tüm önemli finansal kuruluşlar aşırı risk alma konusunda teşvik edilmektedir. Menkul kıymetler büyük ölçüde değer kaybettiğinde, ödemelerin geri dönüşü olmadığı için kişiler, sistem aracılığıyla, kredi akışkanlığını artıran teşviklerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu nedenle Crotty’ye göre, sisteme yayılan olumsuz teşvikler azaltılmadıkça finansal piyasaların yeniden düzenlenmesi etkinlik sağlamayacaktır. 1980’li yıllardan sonra hızla genişleyen yeni finansal ortam, oldukça karmaşık olan ve doğru bir biçimde fiyatlandırılmayan finansal ürünler yaratmıştır. Bu finansal ürünlerin yükselişi sona erdiğinde likidite özellikleri kaybolmaktadır. Oluşturulan finansal ürünlerin çok karmaşık olması, şeffaf olmaması, fiyatlamalarının hatalı olması ve likit olmaması piyasa etkinliğine zarar vermiştir. Bu nedenle prensipte YFM altında oluşturulacak rekabetçi sermaye piyasalarında bu tür tahvillerin kullanılmaması gerekmektedir. Geleneksel görüş, bankaların risk taşımadıklarını öne sürmüştür. Çünkü önceleri elde tutulan krediler şimdi menkul kıymetleştirme yoluyla sermaye piyasalarına mortgage kredileri olarak satılmaktadır. YFM düzenlemeleri altında bankalar, bu faaliyetleri ihraç ve dağıtım biçiminde yeni bir bankacılık modeli ile yapmaya başlamışlardır. Bununla birlikte bankaların geride kalan risklerini temerrüde 73 düşmüş kredi swapları (Credit Default Swap; CDS) yoluyla hedge ettiklerine inanılmıştır. Ancak 2008 Küresel Krizi’nde bu önermelerin gerçek dışı olduğu görülmüştür. Çünkü düşünülenin aksine, CDS’ler kredi risklerinin yayılmasına öncülük etmiştir. Finansal piyasaların küresel olarak bütünleşmesi risk unsurlarının dünya geneline yayılmasını sağlamıştır. 1950-60’lı yılların altın çağ finansal sisteminden farklı olarak mevcut finansal sistem, risklerin dünya genelinde piyasa aktörleri arasında dağılımına izin verir duruma getirilmiştir. Crotty ve Epstein’a göre eğer piyasalar riskleri doğru bir biçimde ağırlıklandırırsa, aşırı risk almanın önüne geçilecek ve böylece sistemik risk asgari düzeye inecektir. YFM düzenlemeleri ile bankalar, gerekli sermaye desteği sağlanmadan, bilançolarında özel yatırım araçları içinde riskli menkul kıymet tutabilmeleri konusunda teşvik edilmiştir. Verilen bu hatalı teşvikler büyük ölçüde risk almalarına öncülük etmiştir. BIS, finansal sistemi düzenlemekle görevli kurumların bu görevlerini etkin bir biçimde yapmadıklarını kabul ederek, bankalara kendi sermaye yeterliliklerini oluşturmaları yoluyla kendi risklerini değerlendirme yolunu açmıştır. Bu istatistiksel değerleme yöntemine Value at Risk adı verilmiştir.43 Ancak bu risk değerleme yöntemi bankalara asgari sermaye yeterlilikleri konusunda doğru bilgiyi sağlayamamaktadır. 1990’lı yılların sonlarında yaşanan krizlerin ABD ya da Avrupa ülkeleri gibi GÜ’leri değil, yükselen piyasaları etkilediği öne sürülmüştür. Bu nedenle yükselen piyasa ekonomilerinin, GÜ’deki finansal düzenlemelere uymaları gerektiği vurgulanmıştır. Value at Risk analizi, istatistiki olarak belirli bir güven düzeyinde ve belirli bir zaman aralığında, finansal varlık ve yükümlülüklerden oluşan bir portföyün değerinin mümkün olan en yüksek değer kaybını tahmin etme işlemidir. Bu risk değerlemesi hatalı bir değerleme yöntemidir. Çünkü mevcut risk konusunda tahmin üretilebilecek tarihsel veriler içinde güvenilir bir zaman aralığı yoktur. Eğer firmalar 2003 yükselme dönemi ile 2007 arası döneme ait verileri kullanırlarsa, o dönemde menkul kıymetler üzerindeki sermaye kayıpları ve temerrütler düşük olduğundan Value at Risk analizinin gösterdiği risk, en düşük düzeyde olacaktır. Dolayısıyla, değerlemeye alınan gerçek risk, söz konusu analizin son krize göre tahmin ettiği risk düzeyinden çok daha düşük çıkacaktır. Bu da bankaların, tahmini yapılan risklere karşı güvence olarak çok düşük miktarda sermaye tutmalarına neden olacaktır. Bununla birlikte, bilançoda yer almayan trilyon dolarlık varlıklar, Value at Risk analizi hesaplarına girmemektedir. Bu da bu analiz ile yapılan risk değerlemesinin bir başka hatalı yönünü göstermektedir (Crotty, 2009). 43 74 Eichengreen’e göre (2009) bu varsayım, o yıllarda YFM düzenlemelerinin çıkış noktasını oluşturmuştur. Buna göre yükselen piyasa ekonomilerinin GÜ’dekine benzer biçimde sermaye piyasası oluşturmaları yönünde kararlar alınmış, bankalara GÜ tarzında düzenlenme gereklilikleri getirilmiştir. Ancak bu yaklaşım 2008 Küresel Kriz’inde geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü temelde, GOÜ ekonomilerinin düzenlenme gerekliliği düşüncesiyle şekillenen küresel standartların, GOÜ ekonomileri için olduğu kadar GÜ ekonomileri için de yetersiz olduğu ve yüksek gelirli ülkelerdeki eksiklikleri de kapsayan küresel düzenlemelerin yeniden ele alınmasının gerekli olduğu görülmüştür. Yüksek gelirli ülkelerde şeffaflığın, düzenleme ve denetimlerin yetersiz olduğu, makroekonomik ve düzenleyici politikaların koordinasyonunun hatalı olduğu ve teşviklerin sorunlu olduğu son küresel krizde görülmüştür. Dolayısıyla 2008 Küresel Krizi, yüksek gelirli ülkelerin finansal mimarisinin niteliğinin, gelecek için yeterli bir düzenleme çerçevesi sunup sunmadığına işaret etmiştir. Beenstock (2009), YFM’nin desteklediği tüm düzenleme girişimlerinin son küresel krizin yaşanmasıyla tam anlamıyla yıkıldığını ifade etmektedir. Bankaların ve diğer finansal kurumların bilgi sağlama ve şeffaflık konusunda yetersiz kalması finansal piyasaların etkinliğine zarar vermiştir. Bu nedenle Basel-II uyarınca bankaların ekonomik sektörlere göre kredi risklerine dayalı bilgileri yayımlamaları, bankalar ve diğer finansal kurumlar tarafından bilginin sağlanması ve şeffaflık, teşvik edilmesi gereken unsurlardır. Bununla birlikte YFM çerçevesinde bilgi yönetiminin iyi bir biçimde sağlanması, yurtiçi LLR düzenlemelerinin ahlaki risk unsurunu tamamıyla olmasa da büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. Bunun için yeni bir finansal mimari tasarlanırken bilgi yönetimi üzerine odaklanılması finansal piyasaların etkinliğine katkıda bulunacaktır. Crotty ve Epstein’e benzer biçimde Eichengreen (2009) de, Basel-II sermaye standartlarını kusurlu bulmakta, bankaların kullandığı kredi derecelendirme modellerinin risk değerlemede yetersiz kaldığını ifade etmektedir. Eichengreen’e göre son krizde YFM’nin desteklediği düzenlemelerin neden olduğu sorunların ortak özelliği, piyasa disiplinine büyük ölçüde güven duyulmuş olması, GÜ’de pratikte kabul edilmiş standartların yükselen piyasa ekonomileri için yetersiz olması ve etkin piyasa kuramı çerçevesinde piyasaların bilgiyi her zaman etkin biçimde kullanacağına duyulan inançtır. 75 YFM düzenlemelerinin diğer odak noktaları; sermaye akımları ve döviz kurları olmuştur. Çünkü Asya Krizi’nin yaşandığı ülkelerde zayıf kontroller ve yetersiz sermaye düzenlemeleri, diğer krizlerde olduğu gibi, olumsuz makroekonomik etkilere neden olmuştur. Bu çerçevede Asya Krizi sonrası finansal mimaride sermaye hareketliliği serbestisine karşı önlem olarak, bütçe fazlası ve yabancı döviz rezervi biriktirme önlemleri alınmıştır. Bu önlemlerin etkisi 2008 Küresel Krizi’nde görülmüştür. Asya ülkeleri dışında birçok ülke bütçe açığı verirken, 1997 yılı kriz döneminde yaşadıkları durumdan kaçınmak amacıyla önlem alan Asya ülkeleri bütçe fazlası vermişlerdir. Ayrıca, dış finansmanın düşme riski karşısında tuttukları büyük çaplı yabancı rezervler sayesinde bankacılık sistemlerinin istikrarını korumuşlardır. Asya Krizi sonrasında odaklanılan diğer bir nokta, para ve vade uyumsuzluklarının sınırlandırılması olmuştur. Bu, bankacılık sisteminde düzenleme ve denetimin güçlendirilmesi ve firma ve hanehalklarının hedge faaliyetlerini teşvik etmeye yönelik olarak daha esnek döviz kuru sisteminin uygulanması ile başarılmıştır. Doğu Avrupa ülkelerinde ise düzenleyiciler, bankalarını, parasal uyumsuzluklardan korumuşlar ancak hanehalkı ve firmaları koruyamamışlardır. Örneğin, Macaristan gibi ülkelerde mortgage ve taşıt kredilerinin büyük çoğunluğu İsviçre frangı ve euro cinsinden verilmiştir. Bu durum, hanehalkının bir band içinde dalgalanan esnek döviz kuru nedeniyle yabancı para yükümlülükleri konusunda ihtiyatlı davrandığını göstermektedir (Eichengreen, 2009). Eichengreen’e göre temel sorun, kullanılacak düzenleme araçlarının eksikliği değil, onları uygulama konusundaki duyarsızlıktır. Bu nedenle bankacılık kesimindeki sorunlar giderilse de bankacılık dışı kesimin sorunları devam ettiği sürece daha sağlam düzenlemelere ihtiyaç duyulacaktır. Aksi takdirde esnek döviz kurunun, firma ve hanehalkının yabancı para yükümlülüğünü artırma riski olacaktır. Eichengreen’in (2009) eleştirileri ekseninde finansal mimaride odaklanılan son nokta, IMF’nin gücünün genişletilmesi ve kriz yönetiminde kurumların ortak katılımının sağlanması olmuştur. Bu çerçevede risk paylaşımını artırmaya yönelik çabaların bir parçası olarak ulusal denetim ve küresel finansal sistem, YFM düzenlemeleri ile güçlendirilmiştir. Söz konusu amaçlara yönelik olarak 1999 yılında IMF ve DB tarafından ulusal düzeyde FSAP geliştirilmiştir. FSAP ile ulusal finansal sistemlerin durumu değerlendirilmekte, değerlendirme sonucunda ROSCs raporları yayımlanmaktadır. Uluslararası düzeyde ise 76 IMF, Sermaye Piyasası Birimi ve yılda iki defa toplanmak üzere Küresel Finansal İstikrar Raporu için bir kurul oluşturmuştur. Aynı zamanda, olası krizler için erken uyarı sistemleri ve yatırımların inşasında kullanılan öngörü modelleri geliştirilmiştir. Ancak Fon’un söz konusu faaliyetleri özel kurumların rekabetleri nedeniyle aksamıştır. 2006’da ABD eşikaltı morgage krizine yönelik bazı risk uyarıları getirilmiş olmasına rağmen tüm çabalar, finansal piyasalarda ortaya çıkan gecelik olayların yönetimine ilişkin günlük raporlara harcanmıştır. Bu nedenle, son küresel krizle birlikte IMF’nin erken uyarı sisteminin güçlendirilmesi tartışmaları başlamıştır. Arner ve Buckley (2010), Asya Krizi’nden sonra ele alınan düzenlemelerin, küresel bir sistemik finansal krizden korunmada etkin olmadığı gibi kriz gerçekleştiği durumda da etkin olmadığı görüşündedirler. 1950’li ve 1960’lı yıllarda dünya ekonomisinin, ulusal düzeydeki finansal sistemlerle oldukça etkin biçimde işlediğini, ancak finansın küreselleşmesi ile birlikte küresel bir güce ihtiyaç olduğunu savunmaktadırlar. Çünkü makroekonomik politikalar çerçevesinde değerlendirildiğinde IMF, şeffaflığı artırma, araştırma ve denetleme işlevleri gibi yollarla dış gözetim (external monitoring) görevlerini yerine getirmiş olsa da, finansal sistemin istikrarı konusunda etkinliği çok düşük düzeylerde kalmıştır. Buna göre küresel finansal sistemde kriz yönetimi ve krizden korunma amaçlı getirilen 2008 Küresel Kriz öncesi finansal mimari düzenlemelerinin temel zayıflıkları Çizelge 3.15’te gösterildiği şekliyle ifade edilebilir. 77 Çizelge 3.15. 1998-2008 Dönemi Küresel Finansal Sistemin Düzenlenme Çerçevesi: Sınırötesi Sistemik Riskin Kaynakları* Oluşturulan Savunma Hatları Piyasa Disiplini ve Şeffaflık Finansal Düzenleme Mikro-ihtiyati Denetim Makro-ihtiyati Denetim Kriz Yönetimi ve Krize Çözüm Küresel Finansal Kurumlar Kısmen sağlanması Uluslararası işbirliği yoluyla ulusal düzeyde sermaye gerekliliklerine uyumun sağlanması Basel süreci yoluyla en iyi uygulamalar üzerine işbirliği ile ulusal uyumun sağlanması Sistemik açıdan önemli ise denetlenecek Ulusal mevzuat ve uyum sağlama Küresel Piyasalar Öncelikli olarak sağlanması Resmi düzenleme yok Düzenlenmemiş Finansal Faaliyetler Tek başına odak noktası Düzenleme yok Uygulanabilir değil Denetim yok Yerel piyasaların denetimi, IMF’nin çok taraflı denetimi, FSF’nin kırılganlıklarının tartışılması Bazı yerel piyasalar ve finansal kurumlar yoluyla denetim Bazı merkez bankalarının işbirliği ve koordinasyonu yoluyla ulusal düzeyde uyumun sağlanması Çerçeve yok Yapılan Politika Hataları Komite tarzında yapılanma; açıklık ve şeffaflıkta zayıflık Belirgin bir çerçeve yok; etkinsiz koordinasyon ve etkinsiz işbirliği var Uluslararası işbirliği, sistemik öneme sahip finansal kurumların denetlenmesinin yetersiz kaldığını kanıtladı Ulusal yetkililer ve uluslararası işbirliği, sistemik baskıları önleyecek makroekonomik ve denetleyici politikaları önceden ayarlamak konusunda başarısız oldu Çerçeve yok; etkinsiz koordinasyon ve etkinsiz işbirliği var Kaynak: Shinasi ve Truman (2010). *Çizelgenin ikinci sütununda belirtilen küresel finansal kurumlar; küresel yatırım bankalarını ve sigorta şirketlerini kapsamaktadır. Üçüncü sütunda belirtilen küresel piyasalar; kur piyasalarını, tahvil piyasalarını ve diğer finansal piyasaları kapsar. Dördüncü sütundaki düzenlenmemiş finansal faaliyetler ise, sigorta şirketlerinin sermaye piyasası faaliyetlerini ve kurumsal yatırımcıların hedge fonlar gibi finansal faaliyetlerini kapsamaktadır (Shinasi ve Truman, 2010). 3.6. 2008 Küresel Finansal Krizi ABD’de ölçüsüz ve ihtiyatsız kredi verme ve borçlanma neticesinde 2007 yılı Temmuz ayında ABD finansal piyasalarında sorunlar başlamış ve bu sorunlar Eylül 2008’den itibaren tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Eylül 2008 tarihinde ABD’nin en eski ve en büyük yatırım bankası olan Lehman Brothers’ın iflas başvurusunda bulunmasıyla ABD menkul kıymetler borsasındaki aktifler neredeyse değersiz hale gelmiş, bu da servet ve gelir kayıplarına neden olarak özel tüketim harcamalarını ve yatırımları büyük ölçüde düşürmüştür. Böylece ABD mortgage piyasasında başlayan yurtiçi kriz, daha sonra diğer ülkelere bulaşarak küresel bir kriz haline gelmiştir. Şekil 3.4’te görüldüğü üzere, krizin etkileri tüm dünya ekonomilerinde hissedilmiştir. 78 Küresel Finansal Kriz 6 Reel GSYİH (%) 4 2 Dünya 0 1 99 0 -2 ABD 1 99 2 1 99 4 1 99 6 1 99 8 2 00 0 2 00 2 2 00 4 2 00 6 2 00 8 2 01 0 Euro Bölgesi -4 -6 Şekil 34. Dünya Ekonomileri, Euro Bölgesi ve ABD Reel Büyüme Oranları (%) Kaynak: IFS, 2012. 2000’li yılların başlarından itibaren ABD ekonomisinde uygulanan düşük faiz politikaları nedeniyle kredilere bağlı tüketim miktarı büyük ölçüde artmış, ABD ekonomisi hızlı bir büyüme sürecine girmiştir. Amerikan Merkez Bankası FED’in 2001 ile 2004 yılları arasında neredeyse %1 düzeyine kadar çektiği faiz oranları paralelinde uygulanan gevşek para politikası, konut talebini hızla artırmıştır. Bu süreçte, çoğunlukla gölge bankacılık sektörü gibi düzenleme ve denetimin yetersiz olduğu finansal kurumlar, kredi değerliliği düşük kişilere yüksek riskli krediler (subprime credit) vermiş, çok hızlı kredi genişlemesinin başlamasıyla konut fiyatları giderek yükselmiştir. 2004 yılına gelindiğinde FED’in gecelik faiz oranlarını kademeli olarak artırması ve 2006 yılı ortalarında faizlerin krizden önce ulaştığı en yüksek değer olan %5,25’e yükselmesi, değişken faizli kredi alan kişilerin geri ödemelerini zorlaştırmış ve konut piyasasına olan talebin düşmesine neden olmuştur. Beraberinde konut fiyatlarının düşmeye başlaması, satın aldıkları konutu teminat göstererek ipotekli konut kredisi alanları zor durumda bırakmıştır. Alt gelir gruplarının borçlarını ödeyememeye başlaması üzerine kredi veren kurumlar tarafından el konulan konutlar daha düşük fiyatlarla satılmış, konut fiyatları daha da düşme eğilimine girmiştir. Böylece, riskli gruba açılan kredilerin genişlemesi ve FED’in faiz artırımıyla borçların geri ödenememesi problemi, krizi tetikleyen unsurlar olmuştur (Özatay, 2009: 103-109). 2008 Küresel Krizi’nin başlangıç noktası, ABD’de uygulanan düşük faiz politikası gibi görünse de kredilere dayalı olarak yapılan menkul kıymetleştirme işlemleri, krizin küresel bir krize dönüşmesinin temel nedenini oluşturmuştur. Genişleyen kredi talebini karşılamak ve daha fazla kredi verebilmek amacıyla başvurulan menkul kıymetleştirme işlemleri, ihraç ve dağıtım modeli (originate and distribute model) biçiminde bankalar 79 tarafından yapılmıştır (Ackerman, 2008). Yüksek riskli teminata dayalı borç senetlerini (Collateralized Debt Obligations; CDO) ve yüksek riskli kredilerinden doğan alacaklarını teminat olarak gösteren bankalar, risklerini hedge fonlar gibi üçüncü bir tarafa devrederek piyasadaki Lehman Brothers, Bear Stearns, JPMorgan, Goldman Sachs ve Bank of Amerika gibi risk iştahı yüksek şirketlerin daha fazla risk almalarına neden olmuşlardır. Kredi derecelendirme kuruluşlarının yetersiz değerlendirmelerinin sonucu olarak CDO’lara verdikleri AAA gibi yüksek dereceler de, şirketlerin ve finansal kurumların ABD konut piyasasına duydukları cazibeyi artırmıştır (Reinhart ve Felton, 2008). Derecelendirme kuruluşlarının yanında düzenleme ve denetleme kuruluşlarının piyasa yapıcılarını yanlış bilgilendirmeleri, hisse senetlerinin aşırı değerlenmesine ve şirketler tarafından yüksek kaldıraçlarla finanse edilmesine neden olmuştur. Böylece şirketlere satılan kredi riskleri, finansal piyasalarda patlamaya hazır bir balona dönüşürken, riski üstlenen finansal kurumların da bilançolarına büyük zarar vermiştir. Ackerman (2008), ABD konut piyasasında oluşan balon ve küresel finansal piyasalarda ortaya çıkan likidite bolluğuna dikkat çekmektedir. 2000’li yıllarda, uluslararası finansal gelişmenin en belirgin özelliklerinden birisi, küresel likidite koşullarının genişlemesi olmuştur.44 Browne ve McKiernan (2005), likidite ile finansal piyasaların gelişimi arasındaki yakın ilişkiden bahsederken, likiditenin finansal piyasaları istikrarlandırıcı ve istikrar bozucu etkilerine dikkat çekmektedirler. Buna göre, likidite bolluğu ekonomide şoklara karşı direnci arttırırken, aşırı likidite nedeniyle varlık fiyatlarındaki şişkinlikler finansal piyasaları kırılgan hale getirmektedir. Nitekim 2007 yılına kadar petrol ihraç eden ülkeler ile Asya ülkelerinin dış ticaret fazlaları, finansal sermaye akımları yoluyla ABD ekonomisinin cari işlemler açığının finansmanında kullanılmıştır. Bu çerçevede menkul kıymetleştirme işlemleri ile varlık balonlarının oluşmasının yanında büyük cari işlemler açığı da ABD ekonomisini krize hazırlayan önemli bir etken olmuştur. 1970’lerin ortalarında ABD’de GSYH’nın ortalama %4’ü civarında olan cari açık, küresel finansal gelişmenin etkisiyle 2006 yılında GSYH’nın %6,5’ine, 2008 yılında ise neredeyse %8 düzeyine yükselmiştir. Yani bankacılık ve sigortacılığı da kapsayan ABD Likidite, hanehalkı ve firmaların tüketim ve yatırım kararlarını finanse etmede kullandıkları nakit ve kredi cinsinden ifade edilen parasal büyüklüktür (Browne ve McKiernan, 2005). 44 80 finansal sektörünün boyutu 1970’lerden 2000’lerin sonuna doğru iki katına yükselmiştir (Reinhart ve Rogoff, 2010: 270). Reinhart ve Rogoff (2010: 274), ABD’ye yönelik gerçekleşen büyük çaplı sermaye girişlerinin 2000’lerin sonlarında küresel krizin önemli bir nedeni olduğunu vurgulamaktadırlar. Geçmişte Menkul Kıymetler ve Takas Komisyonu’nun kararıyla konut piyasasına yönelik aracılık yüklenimi standartlarının deregülasyonu, yani konut sahibi olma koşullarının en aza indirilmesi ve 2004 yılında yatırım bankalarının kaldıraç oranlarını üç katına çıkarmalarına izin veren düzenlemeler de krizin ön habercileri olmuştur. Bu çerçevede, 1997 Asya ve 2008 Küresel Krizleri’nin ardında yatan temel unsurların benzer olduğu dikkat çekmektedir. 1997 Asya Krizi’nden farklı olarak ABD’de 2007 yılında yurtiçi kaynaklı başlayan finansal kriz, 2008 yılına gelindiğinde küresel finansal (ve ekonomik) krize dönüşmüş olsa da, her iki krizin arkasında yatan aşırı likidite ve ihtiyatsız kredi genişlemesi dikkat çekmektedir. Asya Krizi öncesinde bölge ülkelere olan sermaye akımları, banka kredilerinin ve kurumsal borçlanmanın aniden yükselmesine neden olmuştur. Asya ülkelerinde hızlı büyümenin süreceği beklentisi ve kura duyulan güven nedeniyle yabancı yatırımcılar, yüksek getirili Asya menkul kıymetlerine ve ABD doları cinsinden borçlanma araçlarına yönelmişlerdir. Benzer biçimde 2008 Küresel Krizi’nde de ABD cari açığını finanse eden büyük çaplı sermaye akımları, krize zemin hazırlamıştır. Kriz öncesinde, büyük sermaye akımlarının sonucu olarak ortaya çıkan aşırı likidite, aracı finansal kurumlar tarafından tüketici ve mortgage kredilerine dönüştürülerek menkul kıymetleştirme yoluyla yatırımcılara satılmıştır (Hoe ve Xiong, 2008). Bu şekilde finansal aktiflere olan aşırı talep neticesinde reel ekonomi dengelerinden kopuk biçimde hisse senedi, tahvil, bono gibi yanlış fiyatlandırılmış varlıklara dayalı, spekülatif hareketlerle beslenen menkul kıymetler ortaya çıkmıştır. Aşırı büyüyen finansal aktif fiyatlarının ekonomide yarattığı balon etkisi, 1997 Asya Krizi’nde yaşanan finansal varlık fiyatlarının aşırı büyümesi olgusu ile benzerlik göstermektedir (BDDK, 2008b). Bununla birlikte, her iki krizde de finansal aracıların aşırı risk alma davranışlarıyla birlikte kredilerdeki hızlı genişleme dikkat çekmektedir. Aşırı risk alma ise risk değerleme ve yönetim sistemlerinin zayıflığının yanında, finansal düzenleme ve denetimin zayıf olmasına bağlıdır. Ancak, 2008 Küresel Krizi’nin ortaya çıkardığı kredi çöküşü 1997 Asya Krizi’nden farklı olarak, yalnızca bölgesel değil küresel düzeyde hissedilmiş, özellikle görece büyük ekonomilerde durgunluğa neden olmuştur. 81 Çizelge 3.9’da verilen finansal sistemin sağlamlığını ölçmeye yönelik geleneksel göstergelere ek olarak, zaman içerisinde finansal piyasalarda artan ürün çeşitliliği ve işlem hacmi nedeniyle yeni göstergeler geliştirilmiştir. Yeni nesil göstergeler, özellikle makroihtiyati göstergeler dikkate alınarak tespit edilmiş, dikkate alınan önemli ölçütler özellikle yatırım kararları ve uluslararası sermaye akımları olmuştur. Kurumsal olarak IMF’nin tespit ettiği bazı göstergeler ile yatırım kuruluşlarının raporlarından ve iktisat yazınındaki çalışmalardan elde edilen göstergeler öne çıkanlar arasındadır (BDDK, 2008b). Buna göre, yukarıda değinilen göstergelere ek olarak, finansal piyasalarda oynaklık gelişiminin değerlendirilmesine yönelik geliştirilen yeni göstergeler; VIX endeksi, MSCI endeksleri ve EMBI+ bileşik endeksidir (IMF, 2007a). Hisse senedi piyasası oynaklığı için temel bir gösterge olarak kabul edilen VIX endeksi, 2006 yılından itibaren yatırımcının risk iştahını ölçmede kullanılmaktadır. Endeksin yükselmesi oynaklığın arttığına işaret etmekte ve yatırımcı güveninin azaldığını göstermektedir. IMF dahil birçok kurum ve araştırmacı tarafından kullanılan bir diğer gösterge, hisse senetlerinin performans ölçümünü sağlayan MSCI endeksleridir. Uluslararası finansal piyasalarda makro gözetim açısından en sık kullanılan endeksler, MSCI Dünya ve MSCI Yükselen Piyasalar Endeksidir. JP Morgan tarafından yayımlanan EMBI+ bileşik endeksi ise, bölgesel ekonomik ve finansal göstergelerin başında gelmektedir. İkinci kuşak krizlerden sonra makro gözetim açısından önem kazanan EMBI+ endeksi, yükselen piyasa ekonomileri için piyasa kapitalizasyonu ile ağırlıklandırılmış bonolar ve kamu borçlanma senetlerinden oluşmaktadır. Zaman içerisinde özellikle yükselen piyasa ekonomilerinin küresel finansal piyasalardan borçlanma olanaklarının küresel likiditeye bağlı olması sebebiyle, dolar cinsinden borçlanmada artış olmuştur. Bu nedenle EMBI+ endekslerinin yanında yüksek getirili kredi spreadlerine ve tüketici kredisi hacmine yönelik göstergeler önemli hale gelmiştir (BDDK, 2008b; IMF, 2007a). Buraya kadar yapılan açıklamaların tümü, düzenleyici otoritelerin daha güçlü ve dayanıklı bir küresel yapı arayışlarının temelini oluşturmaktadır. Finansal krizlerin ardından, başta finansal krizlerle karşılaşan ülkeler olmak üzere daha birçok ülkede, finansal sistemin sorunlarının temelinde düzenleme ve denetleme uygulamalarının kötü ve yetersiz olduğu fikri ön plana çıkmıştır. Bu nedenle sistemin reformuna ilişkin düzenlemeler halen IMF, DB, FSB, BIS gibi uluslararası kuruluşların geliştirdiği kurallar, politikalar ve standartlar çerçevesinde geliştirilerek yürütülmeye devam etmektedir (Yay, Yay ve Yılmaz, 2001). 82 3.7. 2008 Küresel Finansal Krizin Ardından Yeniden Düzenleme Çabaları İktisat yazınında 2008 Küresel Krizi ile ilgili tartışmalar genel olarak, krizin piyasa başarısızlıkları ile tetiklendiği ve 1980’li yıllardan sonra getirilen deregülasyonların ABD mortgage krizini kaçınılmaz hale getirdiği üzerine yoğunlaşmaktadır (Beenstock, 2009). Kriz sonrası tartışmaların odak noktası olarak, 1990’lı yıllardan sonra YFM çerçevesindeki düzenleme arayışlarının başarısız olması ve 2008 Küresel Krizi’nin, önceki düzenlemelerin geliştirilmesi ve kısmen yenilenmesi açısından yeniden bir finansal mimari yolunu açması, yeniden düzenlemelerin önemini ortaya koymaktadır. Eichengreen’e göre (2009: 1) küresel finansal mimari tartışmalarının onuncu yılında ortaya çıkan küresel kriz, durum değerlendirmesi yapmak ve yükselen piyasalarda ortaya çıkan (ya da çıkmayan) gelişmeleri sorgulamak için bir olanak sunmuştur. 3.7.1. Uluslararası zirveler ve alınan kararlar 2008 Küresel Krizi’nin ardından, finansal ve ekonomik işbirliği G20 liderleri aracılığıyla yürütülmeye başlanmıştır. G20 rehberliğinde YFM’nin reformu için bir forum oluşturulmuş, bu forum FSF’nin G20 üyelerini de kapsayacak biçimde genişletilmesine karar vermiştir. 1990’lı yılların krizlerinden sonra ana akım düzenleyiciler, uluslararası standart ve kodların kabul edilmesi yoluyla denetimin güçlendirilmesine, düzenlemeye, finansal şeffaflığa ve kurumsal yönetişime odaklanmışlardı. G20’nin oluşturduğu ve FSF’nin yürüttüğü BCBS ve IOSCO gibi çeşitli uluslararası standartlar setine yönelik girişimler, uluslararası düzeyde sistemik bir riske öncülük edebilecek boşluklardan kaçınmak amacıyla ele alınmış ve bu standart ve kodların en iyi ilkeleri kapsadığı öne sürülmüştü. 2008 Küresel Krizi ise uluslararası düzeyde yalnızca finansal kesimin değil, aynı zamanda düzenleyici ve denetleyici kurumların da eksikliklerini ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle krizin ardından; küresel finansal mimarinin reformunda ve uluslararası finansal piyasaların düzenlenmesi ve denetlenmesinde tehlike yaratan boşlukların ortadan kaldırılması için mevcut uluslararası finansal standartları genişletmek yönünde çeşitli girişimler devam etmiştir. Krizleri önleyici bu uluslararası girişimler temelde yine, uluslararası finansal sistemi krizlere daha dayanıklı duruma getirme amacını taşımaktadır (Giovanoli, 2009). Bunun için uluslararası finansal standartların geliştirilmesine yönelik çabaların bütünüyle yeni bir finansal mimari 83 oluşturmaktan ziyade, 1990’lı yıllarda başlatılan YFM’nin reformuna yönelik olduğu görülmektedir. Yeniden finansal mimari için düzenleme arayışları, Gordon Brown ve Nicolas Sarkozy gibi politikacılar ve Stiglitz gibi akademisyenler tarafından “yeni Bretton Woods” ya da “Bretton Woods II” biçiminde adlandırılmıştır. Yeni Bretton Woods zirveleri, 1944 Bretton Woods Konferansı’na benzer biçimde uluslararası ekonomik kurumların genişletilmesi ve küresel ekonomik sistemin güçlendirilmesi amacıyla toplanmaktadır (Rana, 2010). 3.7.1.1. Washington Zirvesi- 2008 Kasım 2008’de G20 ülkeleri tarafından Washington’da yapılan Finansal Piyasalar ve Dünya Ekonomisi Zirvesi’nde küresel krizin temel nedenlerine odaklanılmıştır. Buna göre küresel büyümenin güçlü olduğu ve sermaye akımlarının arttığı krizden önceki on yıl içinde, piyasa katılımcıları yeterli ölçüde risk değerlemesi yapmadan yüksek getiri elde etme yollarını aramışlardır. Bununla birlikte; getirilen standartların zayıflığı, sağlam olmayan risk yönetimi uygulamaları, şeffaf olmayan ve karmaşık finansal ürünlerin artışı, yüksek kaldıraç oranları ile birleşince sistemde kırılganlıklara neden olmuştur. Zirve’de ayrıca, makroekonomik politikalar arasındaki uyumsuzluk ve koordinasyon yetersizliğine, yapısal reformların yetersiz oluşuna vurgu yapılmış, bu olumsuzlukların küresel makroekonomik getirilerin istikrarsızlığına öncülük ettiği öne sürülmüştür (G20, 2008). G20 ülkelerince toplanan Washington Zirvesi’nde küresel krize tepki olarak uluslararası alanda gerçekleştirilmek üzere çalışma alanları ve bu amaçla dört çalışma grubu belirlenmiştir (Giovanoli, 2009). G20 ülke temsilcilerinden ve biri GÜ, diğeri yükselen piyasa ekonomisinden olmak üzere iki üst düzey yetkilinin eşbaşkanlık ettiği çalışma grupları ve görevleri Çizelge3.16’da gösterilmektedir. 84 Çizelge 3.16. 2008 Washington Zirvesi’nde Belirlenen Çalışma Alanları ÇALIŞMA GRUPLARI GÖREVLERİ BAŞKANLIK EDEN ÜLKELER 1. GRUP Mevcut düzenlemeleri genişletme ve şeffaflığı güçlendirme Hindistan Kanada 2. GRUP Gözetim ve düzenlemelerde uluslararası işbirliğini güçlendirme ve finansal piyasa bütünlüğünü destekleme Meksika Almanya 3. GRUP IMF’nin reformu 4. GRUP DB ve diğer Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının reformu Güney Afrika Uluslararası ekonomi ile ilgili özel bir elçi Endonezya Fransa Kaynak: Giovanoli (2009: 91-93)’den hareketle düzenlenmiştir. G20 zirve toplantısında, bir yandan küresel krizin etkilerini gidermeye yönelik önlemlere vurgu yapılırken, bir yandan da küresel krizin bir daha tekrarlanmaması için gerekli olan önlemler üzerinde durulmuştur. IMF’nin sağladığı likidite kolaylıklarının artırılmasına, IMF, DB ve Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının kriz yönetimindeki rollerinin geliştirilmesine ve bu kapsamda kaynaklarının artırılması gerekliliğine karar verilmiştir. Basel-II kapsamında getirilen piyasa disiplinine Washington Zirvesi’nde de yer verilmiş, düzenleyicilerin piyasa disiplinine destek olmasına yönelik çağrılar yapılmıştır. Bu noktada şeffaflık ve hesapverebilirlik kapsamında FSAP raporlarının gerekliliği vurgulanmıştır. Finansal kurumların bilanço dışı faaliyetleri de dahil olmak üzere tüm faaliyetlerinin zamanında ve eksiksiz olarak açıklanması, ülkelerin düzenleyici sistemlerinin değerlendirilebilmesini sağlayacaktır. Bankaların, krediler ve menkul kıymet faaliyetleri için gerekli asgari sermaye yeterliliklerini belirlemeleri, kredi derecelendirme kuruluşlarının tarafsız ve doğru bilgi sağlamaları da üzerinde önemle durulan konular arasındadır. Bununla birlikte, CDS ve tezgah üstü türev işlemleri (Over The Counter; OTC) üzerindeki sistemik riskleri azaltmak için gerekli önlemlerin alınması ve bunun için finansal kurumların mevcut altyapılarının genişletilmesi gerektiği vurgulanmıştır (G20, 2008). Washington Zirvesi’nin en dikkat çeken noktası, finansal mimari reformlarının başarılı olması için serbest piyasa ilkelerine bağlılığa, hukukun üstünlüğüne, dış ticarette ve yatırımlarda açıklığa ve rekabetçi piyasaların önemine yapılan vurgudur. Zirve’de, finansal kesimin etkin bir biçimde düzenlenmesi desteklenirken, finansal sermaye hareketlerinde daralma yaratacak her türlü düzenlemelerden kaçınılması gerektiği de ayrıcaifade edilmiştir 85 (G20, 2008). Bu çerçevede Zirve’de, korumacılığın tam anlamıyla reddedildiği dikkat çekmektedir. 3.7.1.2. Londra Zirvesi- 2009 G20 Washington zirvesinin ardından 2009 yılı Nisan ayında krizin derinleştiğini gören G20 liderleri, dünya ekonomisini durgunluktan çıkarmak ve gelecekte ortaya çıkabilecek yeni bir krizden korunmak amacıyla Londra Zirvesi’ni toplamışlardır. Küresel bir krizin küresel çözüm gerektirdiğini vurgulayan liderler, Londra Zirvesi’nde acil eylem planı ve orta dönem eylem planı biçiminde küresel bir Eylem Planı hazırlamışlardır (G20, 2009a). Plan’ın temel unsurları Çizelge3.17’de toplulaştırılmıştır. Çizelge 3.17. 2009 Londra Zirvesi: Acil Eylem Planı ve Orta Dönem Eylem Planı Acil Eylem Planı Orta Dönem Eylem Planı FSF üyelerinin yükselen piyasa ekonomilerinin üyeliği ile genişletilmesi Bretton Woods reforme edilmesi IMF’nin gözetime, FSF’nin ise uluslararası standart setine ve IMF ile arasındaki işbirliğine odaklanması IMF yönetiminin güçlendirilmesi IMF’nin, FSF ve diğer kurumlarla yakın bir koordinasyon halinde kriz yönetiminde önderlik rolünü üstlenmesi Gelişmiş ülkelerin ve IMF’nin, gelişmekte olan ve yükselen ekonomileri uluslararası standartları uygulamaları konusunda desteklemeleri amacıyla yapısal programların sağlanması IMF, DB ve Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının kaynaklarının artırılması Yükselen piyasalara ve gelişmekte olan ülkelere finansman desteğinin artırılması Çok Taraflı Kalkınma Bankalarının düzenlemelerin içine dahil edilmesi kurumlarının büyük ölçüde Kaynak: Arner ve Buckley’den (2010) hareketle düzenlenmiştir. Finansal kesimde ortaya çıkan bozulmalar ve finansal denetim ve düzenlemelerdeki eksiklikler 2008 Küresel Krizi’nin en önemli nedenleri olarak görülmüş, denetim etkinliğinin sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. Bu amaçla ilk defa hedge fonların denetimine ve gölge bankacılığa dikkat çekilmiş, kredi derecelendirme kuruluşlarının denetim ve gözetiminin genişletilmesi ele alınmıştır. Bankaların bilançolarında yer alan riskli varlıkların bankacılık kesimini kırılgan hale getirdiği ve gelecek dönemde yüksek kaldıraçların neden olduğu olumsuzlukların bertaraf edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte erken uyarı sisteminin oluşturulmasına ilişkin girişimler başlatılmış, bu noktada sınır ötesi işbirliğinin tesisi kararı alınmıştır. Çözüm arayışlarının küreselleşmeden 86 kesinlikle taviz verilmeden yapılması gerektiği ifade edilmiş, bunun gereği olarak IMF ve Çok Taraflı Kalkınma Bankaları’nın kaynakları büyük ölçüde artırılmıştır (G20, 2009a). Zirve’de, G20 ülkelerinin Basel-II sermaye çerçevesine aşamalı olarak uyumlaştırılması ve 2010 yılına kadar Basel Komitesi ve ulusal yetkililerin de desteği ile güçlü bir küresel çerçevenin oluşturulması kararı alınmıştır. Washington Zirvesi’nden farklı olarak Londra Zirvesi’nde liderler, doların egemenliğini tartışmaya açarak küresel para sisteminin değiştirilmesini ve ortak bir dünya parasının yaratılmasını önermişlerdir. 3.7.1.3. Pittsburgh Zirvesi- 2009 Nisan 2009’da Londra Zirvesi’nde toplanan G20 liderleri, 24-25 Eylül 2009 tarihinde Pittsburgh Zirvesi’nde biraraya gelmişlerdir. Londra Zirvesi’nden sonraki süreci değerlendiren liderler, küresel krizin etkilerine dikkat çekerek dünyada 21. yy’ın en büyük sorunu ile karşı karşıya olduklarını, bu nedenle küresel mimarinin 21. yy’ın ihtiyaçlarına göre reforma tabi tutulmasının gerekli olduğunu bir kez daha vurgulamışlardır. Zarar gören düzenleyici sistemin yeniden düzenlenmesi ve finansal genişlemenin dünya ekonomisinde yeniden yaratabileceği riskleri azaltacak kapsamlı reformların yapılması, Zirve’nin toplanma amacını oluşturmuştur. Buna yönelik olarak bankaların ve diğer finansal kurumların sermaye yapılarının inşası ve konjonktür yönlü etkilerinin azaltılması alınan kararlar arasındadır. Bunun için 2010 yılı sonuna kadar bankacılık sermayesinin (nitelik ve nicelik olarak) geliştirilmesine ve aşırı kaldıraçların azaltılmasına yönelik uluslararası standartların genişletilmesi temel hedefler arasına alınmıştır. Bu kapsamda (G20, 2009b); Bankaların aşırı risk almalarını önlemeye ve olumsuz şoklara karşı daha sağlam bir finansal sistem yaratılmasını sağlamaya yönelik olarak, riskli ürünler ve bilanço dışı işlemler için daha yüksek sermaye gereklilikleri, Basel-II ile getirilen risk odaklı önlemleri tamamlayacak bir kaldıraç oranının desteklenmesi, Tezgah üstü türev ürünlere ilişkin kredi riskinin düzenlenmesi ve bu işlemlerin yapıldığı piyasaların geliştirilmesi, 87 Kredi ve varlık fiyat döngüsünden korunmaya yardımcı olacak düzenleme ve makro ihtiyati politikaların ele alınması hususlarına yer verilmiştir. Zirve’de ayrıca IMF’nin yönetimini, görevlerini ve sağladığı finansal kolaylıkları reforme etme, cari dengeyi güçlendirme konuları ele alınmıştır (G20, 2009b). 3.7.1.4. Toronto Zirvesi- 2010 26-27 Haziran 2010 yılında Toronto’da yapılan küresel kriz sonrası dördüncü zirve toplantısı, ekonomik işbirliğine yönelik ilk G20 forumu olma özelliğini taşımaktadır. Zirve’de Washington, Londra ve Pittsburgh G20 Zirveleri’nin ardından küresel ekonominin beklenenden daha hızlı iyileştiği ifade edilmiş, uluslararası finansal kuruluşların kaynaklarının büyük ölçüde artırılmasının bu gelişmede önemli etkisi olduğu belirtilmiştir (G20, 2010a). Finansal sektörün reformuna ilişkin olarak liderler, ahlaki riski azaltacak, sistemik riskleri sınırlandıracak, güçlü ve istikrarlı küresel büyümeyi sağlayacak daha esnek bir finansal sistemin oluşturulmasına odaklanmışlardır. Washington, Londra ve Pittsburgh Zirveleri’nde alınan reform kararlarının işbirliği içerisinde ve gelişmiş ülke ve yükselen ülke ekonomileri üzerindeki makroekonomik etkisinin dikkate alınarak yürütülmesi kararı alınmıştır. Zirvede, reform gündemi dört Yapısal Blok altında ele alınmıştır. Bunlar; güçlü bir düzenleyici çerçeve, daha etkin bir denetim, sistemik kurumların sorunlarının belirlenmesine ve çözümlenmesine yönelik ilkeler, şeffaf bir uluslararası değerlendirme ve karşılıklı kontrol mekanizmasıdır (G20, 2010a). Yapısal Blok-I kapsamında liderler, Basel Komitesi’nin çalışmalarını değerlendirmişlerdir. Buna göre Basel Komitesi, banka sermayesi ve likiditeye ilişkin çalışmaları ile bankacılık sisteminin esneklik reformlarında önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Bunun üzerine Zirve’de yeni asgari küresel likidite standartlarının belirlenmesi kararı alınmıştır. Bu yeni reformların tam olarak uygulanması durumunda da sermaye miktarı ve sermaye kalitesi önemli ölçüde artacaktır. Yeni standartların uygulanması açısından ülkeler 88 arasında başlangıçta farklılıklar olsa da ülkeler yeni küresel standartlara yaklaştıkça bu farklılıklar azalacaktır (G-20, 2010a). 3.7.1.5. Seul Zirvesi- 2010 Güney Kore’nin Seul kentinde 11-12 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirilen beşinci G20 Zirvesi’nde liderler, işbirliğini geliştirmek ve her ülkenin politika taahhütleri yoluyla eylem odaklı bir plan oluşturmak için Seul Eylem Planı hazırlamışlardır. Seul Eylem Planı’nda para ve döviz politikalarını ele alan liderler, kurların piyasa koşullarında belirlenmesine daha fazla imkan verilerek kur esnekliğinin artırılması, ülkelerin rekabetçi devalüasyon uygulamalarından kaçınması ve spekülatif sermaye akımlarındaki oynaklık riskinin en aza indirilmesi için kurlardaki aşırı oynaklığın önüne geçilmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bunun için istikrarlı bir uluslararası para sistemini destekleyecek girişimin başlatılacağını, bu konuda IMF’ye çalışmalarını derinleştirmesi için çağrıda bulunacaklarını bildirmişlerdir (G20, 2010b). Zirve’de, bankaların ve diğer finansal kurumların dikkatsizce aldıkları risklerin ve düzenleme-denetleme uygulamalarındaki eksikliklerin küresel finansal sistemi krize sürüklediği bir kez daha kabul edilmiştir. Bunun üzerine finansal reformlar üzerinde daha fazla çalışma kararı alan G20 liderleri, önceki dört zirve sonrasında önemli ilerlemeler kaydettiklerini de ifade etmişlerdir. Dikkatler, Basel Komitesi’nin hazırladığı yeni standartlara çekilmiş, ulusal yetkililerin bugüne kadar uygulamaya koydukları küresel standartların, düzenleme farklılıklarından kaynaklanan arbitrajı önleyecek biçimde uygulanmasının sağlanacağı taahhüt edilmiştir. Standart ve ilkelerin uygulanması açısından ülkelerin başlangıç noktalarının farklı olduğu kabul edilmiş ve Basel Komitesi’nin hazırladığı yeni standartlar ele alınmıştır. Buna göre yeni standartların, bankaların aşırı risk almalarını azaltacağı ve bankaların son küresel krizdekine benzer biçimde hükümet desteğine ihtiyaç duymayacakları öne sürülmüştür. Basel-III adıyla getirilen standartların, ulusal kanun ve düzenlemelere uyarlanarak 2013 yılından itibaren aşamalı olarak uygulamaya konulmasına ve 2019 yılına kadar tamamen hayata geçirilmesine onay verilmiştir. Bunların yanında hedge fonlar, tezgah üstü türev ürünler ve kredi derecelendirme kuruluşları ile ilgili yeterli düzenleme ve denetimlerin, ülkeler arasında uyum sağlanarak 89 güçlendirileceği ve bu konuda IOSCO ve FSB’nin çalışmalarının destekleneceği kararları alınmıştır (G20, 2010b). Gelecek dönem çalışmalarının belirlendiği zirvede, ele alınması gerekli konular olarak şu noktalara odaklanılmıştır (G20, 2010b); - Makro-ihtiyati politikalar üzerinde FSB, IMF ve BIS yoluyla daha kapsamlı çalışılması, - Yükselen piyasa ekonomilerine ilişkin düzenleyici reform konularının ele alınması, - Gölge bankacılığa yönelik düzenleme ve denetimlerin 2011 yılının ortalarına kadar güçlendirilmesi, - Türev piyasalarının düzenleme ve denetimi için çalışmaların genişletilmesi, - Piyasa bütünlüğünün ve etkinliğinin geliştirilmesi amaçlanmıştır. 3.7.1.6. Cannes Zirvesi- 2011 Altıncı G20 liderler zirvesi 3-4 Kasım 2011 tarihinde Fransa’nın Cannes şehrinde gerçekleştirilmiştir. Zirvenin toplandığı tarih itibariyle küresel krizin etkilerinin derinleştiği, özellikle GÜ ekonomilerinin oldukça zayıfladığı, işsizlik oranlarının ciddi boyutlara ulaştığı, kur oynaklıklarının arttığı ve küresel dengesizliklerin sürdüğü dikkate alındığında, liderlerin öncelikle krizin yönetilmesine ilişkin politikalara odaklandığı görülmektedir. Bununla birlikte Cannes Zirvesi’nde finansal sistemin yeni mimarisine yönelik önemli kararlara imza atıldığı görülmektedir. Zirve’de üzerinde önemle durulan kararlardan ilki; daha istikrarlı ve güçlü bir uluslararası para sisteminin inşasıdır. Bu alanda önemli gelişme kaydettiklerini belirten liderler, finansal bütünleşmeden fayda sağlanması, sermaye akımlarındaki oynaklıklar karşısında dayanıklılığın artırılması ve SDR sepetinin finansal sistemdeki yerinin korunması kararlarını almışlardır. Finansal sektör reformlarının derinleştirilmesi ve uygulanması ise bir başka önemli karara işaret etmektedir. Bu amaçla Seul Zirvesi’nde de sözü edildiği üzere gölge bankacılığın düzenlenmesi ve denetlenmesi kararı alınmış, CDS piyasalarının 90 işleyişini değerlendirmek üzere IOSCO görevlendirilmiştir. Ayrıca, yine önceki zirvede alınan kararlar üzerine bankalar ve tezgah üstü piyasalar ile ilgili taahhütlerin uygulanmasına yönelik denetimlerin geliştirileceği ifade edilmiştir. Bununla birlikte, Basel-II risk odaklı çerçeveye ilişkin menkul kıymet ek sermaye gerekliliklerinin 2011 yılı sonuna kadar, BaselIII sermaye ve likidite standartlarının ise 2013 yılından itibaren uygulanması kararları alınmıştır (G20, 2011). 3.7.1.7. Los Cabos Zirvesi- 2012 2012 yılında G20 Zirvesi 18-19 Haziran tarihlerinde Meksika’nın Los Cabos kasabasında toplanmıştır. G20 liderleri; finansal dengesizliklerin, küresel ekonomideki mevcut kırılganlıkların ve olumsuz risklerin devam ettiği ortamda daha güçlü bir finansal istikrarın sağlanması için çalıştıklarını vurgulamışlardır. Bu amaçla yapısal ve düzenleyici reform programlarının uygulanmaya devam edilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir. Küresel ekonomik zorlukların üstesinden gelebilmede çoktaraflılığın önemine dikkat çekmişler, Euro Bölgesi’nin içinde bulunduğu kriz nedeniyle bölge bütünlüğünün ve istikrarının teminine yönelik gerekli politika tedbirlerini alacaklarını ifade etmişlerdir. Los Cabos Zirvesi’nde liderlerin, küresel finansal mimarinin güçlendirilmesine ve finansal sektörün reformuna ayrı bir yer açtıkları görülmektedir. G20’nin bu konuda bugüne kadar gerçekleştirdiği ilerlemeler Zirve’nin sonuç bildirgesinde dile getirilmiştir. G20, IMF’nin krizden korunma ve kriz yönetiminde oynadığı rolü genişletmiş, bu amaçla kaynaklarını büyük ölçüde artırmıştır. Mevcut denetim çerçevesinin küresel düzeyde büyük ölçüde güçlendirilmesi ve iki taraflı ve çoktaraflı denetimin sağlanması gerektiğine dikkat çeken liderler, şeffaflık ve gözetimin genişletilmesi amacıyla IMF tarafından bir dış sektör raporu hazırlanması yönünde çabalarının olduğunu bildirmişlerdir. Böylece, kur politikaları daha sıkı bir denetim altında olacak, dış istikrar açısından önemli görülen küresel likidite, sermaye akımları, sermaye kontrolleri, rezervler ve finansal politikalar da gözetim kapsamında olacaktır. Bununla birlikte, yükselen piyasalara ve GOÜ’lere bölgesel düzeyde bono piyasalarını genişletmeleri yönünde destek verileceği duyurulmuştur. BIS, IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşlarca hazırlanacak raporlar eşliğinde söz konusu piyasaların işleyişi, etkinliği ve likiditesi konusunda bilgilendirme yapılacaktır (G20, 2012). 91 Finansal sektörün reformuna ilişkin çalışmalarda, FSB’nin ulusal düzeydeki uygulamaların gözetimi görevi genişletilmiştir. FSB, tespit edilen öncelikli reform alanlarında bugüne kadar kaydedilen ilerlemelerin gözetimi ile görevlendirilmiştir. Buna göre; Basel sermaye ve likidite çerçevesi, küresel sistemik öneme sahip finansal kurumlar için çerçeve, tezgah üstü türev ürünlerin reformu ve gölge bankacılık öncelikli olarak üstesinden gelinmesi gerekli olan reform çabalarıdır. Liderler, tezgah üstü türev sözleşmelerinin borsalarda ya da elektronik platformda yapılmasını, sözleşmelerin raporlanmasını ve bu sözleşmelerin daha yüksek sermaye yükümlülüğüne tabi olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Zirve’de, Basel-II, Basel 2,5 ve Basel-III uygulamalarında kaydedilen ilerlemelere vurgu yapılmış, standartların belirlenen süre içerisinde bütünüyle uygulanacağı kararı alınmıştır. Gölge bankacılık sistemine ilişkin gözetim ve düzenlemelerin güçlendirilmesi için çalışmaların devam edeceği, bu konuda IAIS’nin 2013 yılı Nisan ayına kadar gerekli politika önlemlerini alacağı taahhüt edilmiştir (G20, 2012). 3.7.1.8. Saint Petersburg Zirvesi-2013 2013 yılının Eylül ayında Rusya’nın Saint Petersburg şehrinde toplanan G20 liderleri, herşeyden önce tüm ülkelere uygun tek tip bir çözüm unsurunun olmadığını, bu nedenle ülkelerin risklere karşı önlem alırken ulusal koşulların dikkate alınması gerektiğini vurgulamışlardır. Zirve’de güçlü, sürdürülebilir ve dengeli büyüme, yatırım için finansman, çok taraflı ticareti geliştirme, şeffaflık gibi temel unsurların yanında uluslararası finansal mimarinin reformu adı altında ayrı bir başlığa yer verilmiştir. İlk kez Saint Petersburg Zirvesi’nde, kamu borcu sorununun uluslararası finansal mimari reformu kapsamında ele alınması gerektiği gündeme gelmiştir. Çünkü G20 liderlerine göre küresel kriz, hükümetin kötü borç yönetiminin mali dengesizliklere neden olduğunu, dolayısıyla ekonominin tüm sektörlerinin finansal şoklara karşı kırılganlığını artırdığını göstermiştir. Çözüm önerisi olarak, ülkelerde kamu maliyesinin ve küresel ekonominin sürdürülebilirliğini güvence altına almak için kamu borcu yönetim planının G20 liderlerince önemle ele alınması gerektiğine işaret edilmiştir. Bunun yanında finansal mimari kapsamında ulusal ve küresel düzeyde pek çok düzenleme yapılmış olsa da küresel kriz, uluslararası finansal sistemin düzenleme ve denetim çerçevesinin, küresel standartların, bankacılık sektörünün sermaye ve likidite koşullarının güçlendirilmesi gerektiğini göstermiştir. Bu nedenle iyileştirme kapsamında çalışılacak alanlar, söz konusu unsurlar 92 çerçevesinde belirlenmiştir. Finansal düzenleme ve denetim alanında Basel III sermaye yeterliliğinin ve likidite koşullarının bağımsız değerlendirilmesi, Zirve’de finansal mimari reformuna ilişkin alınan bir kararlardan bir tanesidir. Ayrıca, piyasa liberalizasyonuna ve işgücü piyasasının güçlendirilmesine odaklanan yapısal reformların artırılması da, finansal mimari kapsamında ele alınan unsurlar arasında yer almaktadır (G20, 2013). 3.7.2. Bankacılık sisteminin yeniden düzenlenmesi 2008 Küresel Krizi’nin ortaya çıkmasıyla G20 öncülüğünde başlatılan zirve toplantıları, yeniden finansal mimari çalışmalarının ilk aşamasını oluşturmaktadır. Küresel krizin bankacılık kesimini büyük ölçüde etkilemesi nedeniyle, bankacılık kesimindeki bozulmalardan ve olası yeni bir krizden korunmak amacıyla bankacılık düzenlemelerinin Basel Komitesi tarafından yeniden gözden geçirilmesi, yenilenmesi ve genişletilmesi ise zirveler ekseninde şekillenen ikinci aşama olarak değerlendirilmektedir. 3.7.2.1. Gölge bankacılık sistemi ve düzenleme girişimleri 2008 Küresel Krizi, gölge bankacılık sisteminin büyüyen önemine dikkat çekmiştir. Bankacılık sistemi dışında yapılandırılmış varlıkların ve faaliyetlerin öneminin artmasıyla birlikte gölge bankacılık sistemi birçok alanda tartışılmaya başlanmış, buna rağmen genel kabul görmüş bir tanımı yapılmamıştır. Son küresel kriz, birçok açıdan gölge bankacılık sisteminin geleneksel bankacılık sistemi ile ilişkili olduğunu ve küresel finansal sistemin istikrarını etkilediğini göstermiştir. Çünkü piyasa odaklı bir finansal sistemde bankacılık sisteminin ve sermaye piyasasının gelişimi, finansman sağlama ve fonlama koşullarının finansal aracıların kaldıraçlarındaki dalgalanmalara bağlı olması nedeniyle, birbirlerinden ayrı ele alınamamaktadır. Adrian ve Shin (2009), gölge bankacılığın, bankacılık sisteminin küresel düzeyde bütünleşmesiyle ortaya çıkan menkul kıymetleştirme işlemlerinin ve sermaye piyasasındaki gelişmelerin sonucu olduğunu ifade etmişlerdir. Sistem, bankacılık sistemini doğrudan ve dolaylı yoldan etkileyerek sistemik riske neden olmasının yanında arbitraj imkanı yaratarak bankacılık düzenlemelerini zayıflatmakta ve ilave kaldıraçlar ve riskler doğurmaktadır. Gölge bankacılık genel olarak, geleneksel bankacılık sistemi dışında kalan kredi aracılık faaliyetleri ve kuruluşları olarak tanımlanmaktadır. Bu kuruluş ve faaliyetler; i) para piyasası fonları 93 veya mevduat benzeri diğer ürünler, ii) döviz yatırım fonları ve hedge fonlar dahil olmak üzere kredi sağlayan fonlar veya kaldıraçlı fonlar, iii) denetime tabi olmadan kredi ya da kredi koruması sağlayan ve vade-likidite dönüşümü gerçekleştiren finans kurumları ve menkul değer şirketleri, iv) kredi ürünleri ihraç eden sigorta şirketleri, v) menkul kıymetleştirme işlemlerinden oluşmaktadır (BDDK, 2011a; 2012a). Gölge bankacılık kuruluşlarının ve faaliyetlerinin herhangi bir mevduat güvencesine ya da düzenleme ve denetime tabi olmaması, riskli ve uzun vadeli menkul kıymetlerin risksiz kısa vadeli menkul kıymetlere dönüştürülmesine ve ortaya büyük bir fon havuzunun çıkmasına neden olmuştur. 1990’lı yıllardaki geleneksel bankacılık sisteminde olduğu gibi 2000’li yılların gölge bankacılık sisteminde de büyük miktarlardaki vade, kredi ve likidite dönüşümü sistemi kırılgan hale getirmiştir (Pozsar, Adrian, Ashcraft ve Boesky, 2010). Sistemdeki işlem hacimlerinin 2000’li yıllardan itibaren çok büyük boyutlara ulaşmasının ardında yatan temel neden, para piyasası fonları ve yatırım bankaları gibi gölge bankacılık faaliyetlerinin, bankacılık sisteminin tabi olduğu denetim ve gözetim mekanizması kapsamına dahil edilmemiş olmasıdır. Teoride, yatırımcıların söz konusu faaliyetlerin riskli olduğunu, firmaların ise başarısız oldukları durumda varlıklarının değer kaybedeceğini bildikleri varsayılır. Bu nedenle para piyasası fonlarına ilişkin sermaye ve kaldıraçlar için herhangi bir düzenlemeye gidilmemiştir (The Financial Crisis Inquiry Report, 2011). Seul Zirvesi’nde, gölge bankacılığa yönelik düzenleme ve denetimlerin 2011 yılının ortalarına kadar FSB’nin geliştireceği düzenleme önerileri ile güçlendirilmesi kararı alınmıştır. G20’nin isteği üzerine FSB, Aralık 2010 tarihinde sistemin gelişimini görüşmek üzere Londra’da toplanmıştır. FSB başlangıç aşamasında; gölge bankacılık sisteminin tanımlanması, gözetimine ilişkin yaklaşımların oluşturulması ve sistemik riske neden olan düzenleyici tedbirlerin ve sistemin yarattığı arbitraj endişelerinin araştırılması kararlarını almıştır (FSB, 2011a). 2011 yılının Nisan ayında FSB, gölge bankacılığın gelişiminin neden olduğu sorunları görüşmek üzere bir çalışma grubu oluşturmuş ve sisteme ilişkin düzenleme ve gözetimin güçlendirilmesine yönelik iki önemli tavsiye üzerine odaklanmıştır. Buna göre (FSB, 2011a); i. Ortaya çıkacak potansiyel yeni risk alanlarının belirlenmesi amacıyla tüm banka dışı kredi aracılık faaliyetlerini kapsayacak şekilde net bir geniş tanımlamanın yapılması, 94 ii. Yetkililerin sistemde sadece vade-likidite dönüşümüne, hatalı kredi risk transferine ve/veya önemli risklere neden olacak kaldıraçlara odaklanması önemli görülmektedir. FSB, Ekim 2011’e gelindiğinde “Gölge Bankacılığın Gözetimi ve Düzenlenmesi” adlı dokümanda, sistemin gözetimine ve düzenlenmesine ilişkin beş temel çalışma alanı belirlemiş ve öneriler sunmuştur. Çizelge 3.18, belirlenen çalışma alanlarını ve önerileri özet halinde sunmaktadır. Çizelge 3.18. Gölge Bankacılık Sistemine İlişkin Düzenleme Girişimleri Gölge Bankacılık Çalışma Alanları I. Bankaların gölge bankacılık kuruluşları ile olan işlemlerinin düzenlenmesi Öneriler i) İhtiyatlı düzenleme amaçlarını gerçekleştirmek üzere konsolidasyon kuralları, bankanın gölge bankacılık varlıklarına olan limit tutarları, bankaların gölge bankacılık varlıkları nedeniyle oluşturacakları risk odaklı sermaye gereksinimleri BCBS tarafından belirlenmeli İlgili Kuruluş BCBS ii) Bir bankanın gölge bankacılık kuruluşuna maruz kalma boyutuna yönelik sınırlamalar artırılmalı iii) Bankaların risk ağırlıklı sermaye gerekliliklerinin gölge bankacılık risklerini karşılama düzeyi gözden geçirilmeli iv) Sıkı düzenleme işlemleri uygulanarak daha sıkı konsolidasyon kurallarının getirilmesiyle, bankaların, konsolide olmamış herhangi bir kuruluşa destek vermeleri sınırlandırılmalı II. Para piyasası fonlarının düzenlenmesine yönelik reform v) Para piyasası fonlarının düzenlenmesine yönelik reformları artırılmalı IOSCO III. Diğer gölge bankacılık kuruluşlarına yönelik düzenlemeler vi) Diğer gölge bankacılık kuruluşlarına yönelik düzenlemeler değerlendirilmeli ve sermaye ve likidite gibi ihtiyati düzenlemeler genişletilmeli FSB (Çalışma Grubu) IV. Menkul kıymetleştirmeye ilişkin düzenlemeler vii) Sermaye yükümlülükleri ve şeffaflık gibi menkul kıymetleştirmeye ilişkin teşvikler yeterli düzeyde ele alınmalı IOSCO BCBS V. Menkul kıymetleştirme faaliyetleri ve repoya ilişkin düzenlemeler viii) Özellikle repo ve menkul kıymet kredileri gibi teminatlı fon piyasaları ciddi bir biçimde ele alınmalı ve gerektiğinde ihtiyat yönünden genişletilmeli FSB (Çalışma Grubu) Kaynak: FSB (2011b)’den derlenmiştir. Belirlenen çalışma alanları ve öneriler doğrultusunda FSB, yıllık gözetim çalışmalarını, Kırılganlıkları Değerlendirme Daimi Komitesi (Standing Committee on Assessment of Vulnerabilities; SCAV) yoluyla yürütmektedir. Komite, küresel eğilimleri ve gölge bankacılık sisteminin risklerini değerlendirmek amacıyla oluşturulmuştur. SCAV’nin 95 gözetim faaliyetlerinden beklenen, ulusal yetkililerin kendi ülkelerindeki gölge bankacılık risklerini değerlendirme süreçlerini kolaylaştırması ve yükselen gölge bankacılık eğilimlerine yönelik deneyimlerin ulusal yetkililer arasında paylaşımının sağlanmasıdır (FSB, 2012a). SCAV’nin nitel ve nicel bilgiler yoluyla elde ettiği 2012 yılı gölge bankacılık bilgilerine yönelik temel bulgular şöyledir (FSB, 2012b); Makro ölçümlere göre gölge bankacılık sistemi, 2002 yılında 26 trilyon ABD doları iken, küresel kriz öncesinde hızla büyüyerek 2007 yılında 62 trilyon ABD dolarına ulaşmıştır. Sistemin toplam büyüklüğü 2008 yılında biraz düşmüş olsa da 2011 yılında yeniden artarak 67 trilyon ABD $’a yükselmiştir. Gözetim kapsamının genişletilmesine rağmen gölge bankacılık sisteminin boyutunun 2012 yılında bir önceki yıla göre küresel düzeyde 5 ya da 6 trilyon ABD $ arttığı tahmin edilmektedir. Toplam finansal aracılık faaliyetleri içerisinde gölge bankacılık sisteminin payı krizin başlangıcından itibaren düşme eğilimi göstermiş ve 2007 yılında %27 iken 2009-2011 döneminde bu pay %25’e gerilemiştir. Ancak genel anlamda, gölge bankacılık sisteminin toplam büyüklüğü bankacılık sistemi varlıklarının yaklaşık yarısı büyüklüğündedir. Finansal aracıların toplam varlıkları Şekil 3.5‘te görülmektedir. 96 60% % GSYİH 50% 40% 30% 20% 10% 0% 2002 2003 2004 2005 Merkez Bankaları Sigorta Kuruluşları ve Yatırım Fonları Diğer Finansal Aracılar 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Bankalar Kamu Finansal Kurumları Şekil 3.5. Toplam Finansal Varlıkların GSYH Payı (20 Ülke* ve Euro Bölgesi) Kaynak: FSB, Global Shadow Banking Monitoring Report (2012c) *Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çin, Hong Kong, Hindistan, Endonezya, Japonya, Kore, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Singapur, Güney Afrika, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ABD. ABD, 2011 yılında 23 trilyon $ varlıkla en geniş gölge bankacılık sistemine sahip ülke olmuştur. ABD’yi 22 trilyon $ ile Euro bölgesi, 9 trilyon $ ile İngiltere takip etmektedir. Ancak, ABD’de gölge bankacılık sisteminin toplam finansal aracılık içerisindeki payı 2005’te %44 iken, 2011’de %35’e düşmüştür. ABD’deki düşüş, sistemin İngiltere ve Euro bölgesinde genişlediğini yansıtmaktadır. Ülkeler bireysel olarak incelendiğinde; tüm finansal sistem içinde banka dışı finansal aracıların payı, gölge bankacılık sisteminin GSYH’ye oranı ve banka dışı finansal aracıların faaliyetleri açısından ülkeler arasında önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Banka dışı finansal aracılar sektörünün diğer finansal kurumlara göre en geniş olduğu ülkeler %45 ile Hollanda ve %35 ile ABD’dir. Banka dışı finansal kurumların payının görece yüksek olduğu ülkeler; yaklaşık %35 ile Hong Kong, %30 ile Euro bölgesi, yaklaşık %25 ile İsviçre, İngiltere, Singapur ve Kore’dir. 97 140 120 % GSYİH 100 80 %GSYİH 60 40 20 0 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Yıllar Şekil 3.6. Banka Dışı Finansal Aracıların Toplam Varlıklarının GSYH Payı (20 Ülke* ve Euro Bölgesi) Kaynak: FSB, Global Shadow Banking Monitoring Report (2012c) *Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çin, Hong Kong, Hindistan, Endonezya, Japonya, Kore, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Singapur, Güney Afrika, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ABD. Şekil 3.6’da görüldüğü üzere, banka dışı finansal aracıların toplam varlıklarının GSYH içindeki payı krize kadar olan dönemde hızla artarken, 2007 yılından itibaren küresel krizin etkisiyle düşmeye başlamıştır. Varlıkların toplam ağırlığı krizin etkisinin azalmasıyla birlikte yeniden artmaya başlamış, ancak 2009 yılından itibaren yavaş da olsa düşme eğilimine girmiştir. 3.7.2.2. Basel 2,5 Basel-II reform paketi, Basel Komitesi tarafından 2004 yılının Haziran ayında, ilerleyen dönemde birçok ülkede uygulanma beklentisi ile yayımlanmıştır. Ancak 2006 yılı sonunda küresel krizin başlamasıyla birlikte üye ülkeler Basel-II reform paketini tam olarak uygulamaya geçirme imkanı bulamamışlardır. Bankaların menkul kıymetleştirme pozisyonlarına ilişkin Basel-II’de getirilen düzenlemelerin, küresel krizden edinilen tecrübeyle yetersiz olduğu ve yeniden menkul kıymetleştirme pozisyonlarının oldukça riskli olduğu görülmüştür. Bununla birlikte, banka bilançolarında meydana gelen ciddi bozulmalar ve kaldıraç etkisi, piyasa riskine ilişkin hesaplamaların da yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. Eksikliklerin giderilmesi amacıyla Basel Komitesi, Basel 2,5 kapsamında önemli değişikliklere gitmiştir (BDDK, 2012a). Bu çerçevede 2009 yılının üçüncü çeyreğinde, küresel krizden edinilen tecrübeler doğrultusunda “Basel-II Çerçevesinde İyileştirmeler” dokümanını yayımlamıştır. Burada 98 yer alan reformlar belirli alanlarda kısa vadeli çözüm beklentileri ile oluşturulmuş ve Basel 2,5 olarak adlandırılmıştır (BCBS, 2012). Basel 2,5, Basel-II standartlarının bir takım değişiklikler ile genişletilmiş halini yansıtmaktadır. Komitenin, her üç Yapısal Blok kapsamında da değişikliğe gittiği görülmektedir. Buna göre; Yapısal Blok-I kapsamında menkul kıymetleştirme işlemlerinde sermaye yükümlülüğünün hesaplanmasına ilişkin değişiklikler, Yapısal Blok-II kapsamında risk yönetimi ve denetim çerçevesine ilişkin değişiklikler, Yapısal Blok-III kapsamında piyasa disiplinine ilişkin değişiklikler yapılmıştır. Belirlenen reformların, 2011 yılı sonuna kadar uygulamaya geçirilmesi kararı alınmıştır. 3.7.2.3. Asgari sermaye yükümlülüğünün revizyonu Dodd ve Mills (2008), eşikaltı konut piyasasında yaşanan krizin başlangıç noktasını, açık bir biçimde menkul kıymetleştirme işlemleri ile açıklamaktadırlar. Buna göre krize giden süreç, zayıf aracılık faaliyetleri ile başlamış, verilen konut kredileri karmaşık bir süreç içerisinde menkul kıymet haline dönüştürülmüştür. Daha sonra bu menkul kıymetler, menkul kıymetleştirme işlemi ile teminata dayalı borç senetleri, teminatlandırılmış kredi tahvilleri ve CDS haline getirilmiş ve kredi riskine göre dilimlere ayrıldıktan sonra kredi derecelendirme kuruluşları tarafından yatırımcılara satılmıştır. Bu noktada, tezgah üstü piyasalarda işlem gören menkul kıymetleştirme işlemlerinin riski dağıtmaktan çok, özellikle bankacılık kesimi üzerinde yoğunlaştırdığı görülmektedir (Adrian ve Shin, 2009). Çünkü küresel kriz öncesinde düzenleyici otoriteler bu tür işlemlerin güvenli olduğunu öne sürerek Basel-II standartları ile getirdikleri asgari sermaye yükümlülüğüne ilişkin risk ağırlıklarını bu tür menkul kıymetleştirme işlemleri için düşük tutmuşlardır. Bu durum, bankaların ve diğer finansal aracıların kaldıraç oranlarını artırarak bilançolarını genişletmelerine ve yeniden menkul kıymetleştirmeye giderek tezgah üstü piyasalarda işlem hacimlerini artırmalarına neden olmuştur. Basel Komitesi, küresel kriz tecrübesinin ardından Basel 2,5 kapsamında menkul kıymetleştirme işlemleri için sermaye yükümlülüğünün hesaplanma yönteminde değişikliğe gitme kararı almıştır. Basel-II standartlarına göre menkul kıymetleştirme kredileri için sermaye yükümlülüğü, standart yaklaşım ve İDD yaklaşımı olmak üzere iki yöntemle hesaplanabilmektedir. Standart yaklaşımda riskler, derecelendirilmiş menkul kıymet riskleri 99 ve derecelendirilmemiş menkul kıymet riskleri olarak iki farklı uygulama altında ele alınmaktadır. İDD yaklaşımında ise derecelendirilmiş menkul kıymet riskleri derecelendirmeye dayalı yaklaşım ile, derecelendirilmemiş menkul kıymet riskleri ise (izin verilen durumlarda) içsel derecelendirme yaklaşımı ile hesaplanmaktadır. Basel-II’nin Yapısal Blok-I revizyonunda dikkat çeken nokta, yeniden menkul kıymetleştirme işlemlerinin (resecuritisation), menkul kıymetleştirme işlemlerine göre çok daha riskli görülmesi ve bu tür işlemlere daha yüksek risk ağırlıklarının belirlenmesidir (BDDK, 2012a). Basel Komitesi, 2009 tarihli “Basel-II Çerçevesinde İyileştirmeler” dokümanında yeniden menkul kıymetleştirme işlemlerini; menkul kıymetleştirmeye ilişkin risk havuzunda kredi risklerinin dilimlere ayrıldığı ve havuzdaki risklerden en az birinin menkul kıymetlerden oluştuğu işlemler biçiminde tanımlamaktadır (BCBS, 2009b). Sözü edilen yaklaşımlar çerçevesinde revizyona giden Basel Komitesi, standart yaklaşımda menkul kıymet işlemlerine uygulanan risk ağırlıklarını değiştirmemiş, yeniden menkul kıymet işlemlerine uygulanacak risk ağırlığını ise yükseltmiştir. İDD yaklaşımlarından olan derecelendirmeye dayalı yaklaşımda yeniden menkul kıymet işlemleri için, menkul kıymet işlemlerinden daha yüksek risk ağırlığı belirlenmiş, denetim otoritesi formülü ile hesaplamalarda ise menkul kıymet işlemleri için %7 risk ağırlığı uygulanırken yeniden menkul kıymet işlemleri için bu oran %20’ye yükseltilmiştir (BDDK, 2012a). Basel 2,5 kapsamında bankaların, menkul kıymetleştirme risklerini, likidite ve kredi iyileştirmeleri gibi menkul kıymetleştirme işlemlerinin tüm yapısal özelliklerini biliyor olmaları şartı getirilmiştir. Böylece bankalar, Basel-II’de olduğu gibi sadece kredi derecelendirme kuruluşlarının derecelendirme notlarına bağlı kalmayacak, kendi kredi analizlerini yapabileceklerdir (BCBS, 2009b). Kabul edilebilir likidite kredilerine45 ilişkin menkul kıymetleştirme riskleri, standart yaklaşım ve İDD yaklaşımı açısından ayrı ayrı ele alınmıştır. Standart yaklaşımı uygulayan bankalara Basel-II kapsamında vadesi bir yıl veya daha kısa olanlar için %20, bir yıldan Bankaların, asgari sermaye likidite koşullarına uymak şartıyla bilanço dışı menkul kıymet risklerini kabul edilebilir likidite kredileri olarak değerlendirip buna yönelik işlem yapmaları belirli koşullara bağlanmıştır. Bu koşullar, BCBS’nin 2006 yılında yayımladığı “Sermaye Ölçümü ve Sermaye Standartlarının Uluslararası Düzeyde Uyumlaştırılması” adlı genişletilmiş dokumanında açıklanmaktadır (BCBS, 2006). 45 100 fazla olanlar için ise %50 krediye dönüştürme oranı uygulaması getirilmişti (BCBS, 2006). Basel 2,5 kapsamında ise, kısa ve uzun vade ayrımından vazgeçilmiş, tüm kabul edilebilir likidite kredileri için %50 krediye dönüştürme uygulaması kararı alınmıştır. Böylece, kısa vadeli riskler için daha düşük risk hesaplamasına son verilmiştir. İDD yaklaşımında ise kredi dönüştürme oranı kapsamında herhangi bir değişikliğe gidilmediği görülmektedir (BCBS, 2009b). Yapısal Blok-I kapsamında Basel 2,5’ta görülen diğer bir değişiklik, piyasa riski çerçevesinde yapılan değişikliklerdir. Komite, piyasa riskine ilişkin bazı temel risklerin yeterli bir biçimde ölçülmesini sağlamaya yönelik olarak; menkul kıymetleştirme işlemlerine konu olmayan krediler için ilave risk sermaye yükümlülüğü (Incremantal Risk Charge; IRC) getirmiş ve hisse senetlerine uygulanan risk ağırlıklarında bazı değişikliklere gitmiştir. IRC, küresel kriz sürecinde alım satım işlemlerindeki ürünlerin kredi risk ağırlıklarının ölçülmesi gerekliliği üzerine ortaya çıkmıştır. Basel-II’de riske maruz değer kapsamında sadece temerrüt riski ölçülürken, Basel 2,5’ta getirilen ilave risk sermaye yükümlülüğü; temerrüt riskini, temerrüde düşmemiş borçlanma araçlarına ilişkin spreadlerin genişlemesi riskini ve kredi değerliliğinin değişim riskini kapsamaktadır (BDDK, 2012a). Basel 2,5, alım satım işlemlerine ilişkin menkul kıymetlendirilmiş ürünlere, bankacılık işlemleri için geçerli olan asgari sermaye yükümlülüğünün aynısının uygulanacağını belirtmiştir. Böylece Komite, alım satım işlemleri ile bankacılık işlemleri arasındaki olası düzenleyici sermaye arbitrajı için önlem almış olacaktır (BCBS, 2009b). Bununla birlikte Basel-II’de spesifik riske46 ilişkin sermaye yükümlülüğü hesaplamasında kullanılacak oran %4 iken, Basel 2,5 ile bu oran %8’e çıkarılmıştır (BDDK, 2012a). 3.7.2.4. Risk yönetiminin ve denetimin geliştirilmesi Yapısal Blok-II kapsamında Basel 2,5 ile yapılan değişiklikler, temelde risk yönetiminin geliştirilmesine yönelik olmuştur. Çünkü küresel kriz, birçok finansal kuruluşun kendi kullandığı yapılandırılmış kredi ürünlerine ilişkin riskleri tam olarak anlayamadıklarını, ihtiyatlı risk yönetimine ve güçlü finansal karar alma süreçlerine bağlı hareket etmediklerini göstermiştir. Kredi risk yönetiminin öneminin de anlaşılmasıyla Spesifik risk ifadesi; günlük alım satım işlemlerinde ve temerrüt riski gibi olay risklerinde, piyasada oynaklıkların olduğu dönemler de dahil olmak üzere, bir menkul kıymet veya hisse senedi fiyatının piyasanın genel durumuna kıyasla oldukça hızlı hareket ettiği durumlar için kullanılmaktadır (BCBS, 2006). 46 101 Komite, bankalar için genişletilmiş kredi risk yönetimi programının gerekliliğini vurgulamıştır. Komite’de, borç alan ve borç veren için getirilmiş kredi standartlarının gevşekliği, karşı tarafın kredi ödeyebilme gücüne zarar verebilecek ekonomik koşulların izlenmesindeki eksiklikler ve zayıf portföy riski yönetimi bankacılık kesiminin en büyük sorunları olarak ele alınmıştır. Kriz bu anlamda etkin sermaye planlamasının ve sermayenin uzun dönem sürdürülebilirliğinin önemini ortaya koymuştur. Bankaların belirsiz piyasa koşulları karşısındaki dayanıklılığı, potansiyel olumsuz gelişmeler için tuttuğu güçlü sermaye pozisyonuna bağlıdır. Etkin bir sermaye planlaması, karşılaşılan risklerin, risk yönetim süreçlerinin, riskler karşısında tutulan sermaye yeterliliklerinin ve ekonomik daralma dönemlerindeki sermaye ve getirilerin değerlendirilmesini gerektirir. Bununla birlikte piyasa likiditesinin, varlık fiyatlarının ve risk iştahının düştüğü dönemlerde ihraç ve dağıtım modelinin, bilanço dışı araçların ve kredi türevlerinin kullanımı genişlemekte, bu nedenle bankalar ciddi risk yönetimi ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Son küresel kriz göstermiştir ki, kredi derecelendirme kuruluşlarının yapılandırılmış ürünler için belirlediği dereceler, birçok bankanın etkinsiz risk yönetim sürecine sahip olması nedeniyle eşik altı konut kredilerinin hızla artmasına neden olmuştur. Ayrıca, yapılandırılmış kredi ürünlerinin karmaşıklığı ve büyük ölçüde likiditeden yoksun oluşu istenmeyen risk artışlarını doğurmuş ve bu riskleri yeterince yönetemeyen bankaların bilançolarına büyük zararlar vermiştir (BCBS, 2009b). Sözü edilen tespitler doğrultusunda Basel Komitesi, Basel 2,5 kapsamında genel ve spesifik risk yönetiminin genişletilmesine odaklanmıştır. Güçlü bir genel risk yönetimi temelde şu özelliklere sahip olmalıdır (BCBS, 2009b); - Aktif bir yönetim kurulu ve üst düzey yönetimin gözetimi, - Uygun politikalar, süreçler ve sınırlamalar, - Risklerin kapsamlı bir biçimde ve zamanında tanımlanması, ölçülmesi, kontrolü, gözetimi ve raporlanması, - Uygun bir yönetim bilgi sistemi, - Kapsamlı iç kontrol sistemi. 102 Spesifik risk yönetiminin belirleyicileri ise; risk yoğunlaşması, bilanço dışı riskler ve menkul kıymetleştirme riski, itibar riski ve tam destek, değerleme uygulamaları, likidite risk yönetimi ve denetimi, sağlıklı stres testi uygulamaları ve sağlıklı fiyatlama uygulamalarıdır (BCBS, 2009b). 3.7.2.5. Piyasa disiplininin revizyonu Kamuyu aydınlatmaya yönelik zayıflıkları gözlemleyen Basel Komitesi, açıklanan uygulamaların da dikkatlice değerlendirilmesinden sonra Yapısal Blok-III kapsamında bazı değişikliklere gitmiştir. Basel 2,5 ile getirilen değişiklikler, aynı zamanda FSB’nin de Yapısal Blok-III kapsamındaki yükümlülüklerin genişletilmesi önerileri üzerine geliştirilmiştir. Buna göre (BCBS, 2009b); i. Alım satım işlemlerine ilişkin menkul kıymetleştirme riskleri, niceliksel açıklamaları kapsayacak şekilde tablolar halinde sunulacaktır, ii. Bilanço dışı araçlara sponsor olunduğu durumda, menkul kıymetleştirmeye konu olsun ya da olmasın, alınan tüm risklerin niteliği açıklanacaktır, iii. Menkul kıymetleştirme riskleri için kullanılan düzenleyici sermaye yaklaşımları ve içsel derecelendirme yaklaşımına ilişkin nicel bilgiler açıklanacaktır, iv. Bankanın yeniden menkul kıymetleştirme işlemlerinde aldığı riskler, kredi ve piyasa risklerinin gözetimine ilişkin süreçler açıklanmalı, menkul kıymetleştirme ve yeniden menkul kıymetleştirme risklerinin değerlemesine ilişkin açıklamalar ayrı ayrı yapılmalıdır, v. Menkul kıymetleştirme risklerine ilişkin değerlemelerin niteliksel olarak nasıl ele alındığı açıklanmalıdır, vi. Bankaların gelecekte hangi varlıklarını menkul kıymetleştirmeyi tasarladıklarını açıklamaları gerekmektedir. 103 3.7.2.6. Basel-III Küresel krizin derinleşmesi üzerine Kasım 2008 tarihinde Washington Zirvesi’nde toplanan ve daha sonra çok sayıda zirve toplantısı gerçekleştiren G20 liderleri, finansal piyasalara yönelik düzenleme ve denetim sisteminin konjonktür destekli olduğuna ve bunun neden olduğu sorunlara dikkat çekmişlerdir. G20 liderlerinin geliştirdikleri öneriler, özellikle konjonktürü destekleyen eğilimlerin hafifletilmesine yönelik olmuş ve kaldıraçlar, sermaye kalitesi, likidite ve koşulluluk ilkeleri gibi reformların önemi vurgulanmıştır. Eylül 2009’da Pittsburgh Zirvesi’nde toplanan liderlerin odaklandığı bu reformlar, Aralık 2009’da Basel Komitesi’nin yayımladığı dokümanda belirtilen reform önerileri için örnek oluşturmuştur. Komite, Eylül 2009’da yayımladığı dokümanda; asgari sermaye yükümlülüğünün aşırı konjonktürel yapısının giderilmesi, daha ileriye dönük koşulluluk ilkelerinin geliştirilmesi, sıkıntılı dönemlerde tampon oluşturacak bir sermaye yapısının oluşturulması ve aşırı kredi genişlemelerinin olduğu dönemlerde bankacılık kesiminin korunmasını sağlayacak tedbirlerin oluşturulması hedeflerini açıklamıştır (Repullo ve Saurina, 2011). Temmuz 2010’da konjonktür karşıtı sermaye düzenlemelerine ilişkin bir doküman yayımlayan Basel Komitesi, Aralık 2010 tarihinde bankacılık kesimi için hazırladığı küresel düzenleme değişikliklerini Basel-III adı altında yayımlamıştır. Bu düzenleme değişiklikleri YFM’nin tek parçası olmasa da önemli bir parçası konumundadır. Bununla birlikte BaselIII’ün yayımlanmış olması, kamuoyunda Basel-II’nin yürürlükten kalktığı ve yerine bütünüyle Basel-III ilkelerinin ikame edildiği izlenimi yaratmıştır (BDDK, 2010a). Ancak Basel-III, küresel krizde Basel-II ilkelerinin yetersiz kaldığının farkına varılması ve geliştirilmesi ihtiyacı nedeniyle Basel-II kapsamındaki üç Yapısal Blok üzerine inşa edilmiş düzenlemelerdir. Basel Komitesi’nin genişletilmiş bir reform seti halinde yayımladığı Basel-III düzenleme değişiklikleri genel hatlarıyla şu hususları içermektedir (BCBS, 2010); Sermaye kalitesinin artırılması, Karşı taraf kredi riskinin hesaplanma yöntemine ilişkin değişiklik, Kaldıraç oranının hesaplanma yöntemine ilişkin değişiklik, Asgari küresel likidite standartlarının düzenlenmesi, 104 Konjonktürü destekleyen sermaye düzenlemeleri, Sistemik açıdan önemli finansal kurumlar için asgari sermaye yeterliliği düzenlemeleri. 3.7.2.7.Sermayeye ilişkin yeni düzenlemeler Bankacılık kesiminin küresel krize yetersiz kalitede sermaye ile girdiğini ifade eden Komite, banka sermayesinin en yüksek kaliteli bileşeni olarak tanımladığı ana sermayeye daha fazla odaklanarak yeni sermaye tanımı geliştirmiştir. Buna göre; birinci kuşak sermaye (ana sermaye) içerisine çekirdek sermaye ve ilave ana sermaye kalemleri eklenmiştir (BCBS, 2010). Asgari sermaye yükümlülükleri için kademeli geçiş belirleyen Komite, asgari çekirdek sermaye oranının 2013 ile 2015 yılları arasında kademeli olarak %2’den %4,5’e, çekirdek sermaye ve ana sermayeden oluşan birinci kuşak asgari sermaye oranının ise %4’den %6’ya çıkarılmasına karar vermiştir. Toplam asgari sermaye yükümlülüğü %8 düzeyinde değişmeden kalmıştır. Bununla birlikte, mortgage servis hizmetlerinin, bankalar ve sigorta kuruluşları gibi konsolide olmayan finansal kurumlara yapılan önemli büyük çaplı yatırımların 2018 yılı Ocak ayından itibaren sermayeden düşülmesi kararı alınmıştır (BCBS, 2010). Basel-III, ekonominin sıkıntılı dönemlerinde bankaların kayıplarını en aza indirmelerine yardımcı olacak bir önlem olarak sermaye tamponu düzenlemesi getirmiştir. Sermaye koruma tamponu, bazı olumsuz ekonomik koşullardan dolayı asgari sermaye yükümlülük koşulunun ihlal edilme olasılığına karşı tasarlanmış basit bir sermaye koruyucu önlemdir. Buna göre; sermaye koruma tamponu %2,5 olacak ve asgari çekirdek sermaye oranına eklenecektir. Bu oran belirlenen eşiğin altına düştüğü durumda, bankaların faaliyetleri devam edecek, ancak kâr dağıtım oranlarına yönelik kısıtlama getirilecektir (BCBS, 2010). Bununla birlikte 2011 yılına gelindiğinde Basel Komitesi’nin gözetiminde toplanan merkez bankaları ve denetim otoriteleri başkanları, küresel düzeyde sistemik açıdan önemli bankalar için ilave sermaye yükümlülüğü ve bazı düzenlemeler getirmişlerdir. Söz konusu bankaların yarattığı ahlaki riskin azaltılmasına yönelik getirilen bu düzenlemelerde ilave asgari sermaye yükümlülüğü, bankaların sahip olduğu sistemik öneme bağlı olarak %1 ile %2,5 arasında belirlenecektir. Bankaların sistemik önem derecesinin 105 değerlendirilmesinde ise; bankanın büyüklüğü, bankalararası ilişkileri, şube sayısının yeterliliği, küresel faaliyetleri ve işlemlerinin karmaşıklığı esas alınacaktır (BCBS, 2011b). Basel-II kapsamında karşı taraf kredi riski belirlenirken, kredi derecelendirme notunun değişme riski ve karşı tarafın temerrüt riski dikkate alınmakta iken, Basel-III kapsamında getirilen düzenleme ile kredi değerlemesi riski için standart ve gelişmiş yöntemlerle sermaye yükümlülükleri belirlenmeye başlamıştır (BDDK, 2011a). Küresel kriz sırasında bankacılık kesiminde bilanço içi ve bilanço dışı aşırı kaldıraç birikimine dikkat çeken Komite, kaldıraç birikimini sınırlamaya ve risk odaklı yükümlülükleri artırmaya yönelik düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme ile Basel-III’te kaldıraç oranı, 2013 ile 2017 yılları arasında kademeli bir geçiş öngörülerek %3 olarak belirlenmiştir (BCBS, 2010). Kaldıraç oranının hesaplanmasında, ana sermaye/aktifler+bilanço dışı kalemler yöntemi kullanılmaktadır (BDDK, 2010a). 3.7.2.7.1. Likidite düzenlemeleri Likidite, finansal sistemde ihtiyaç olduğu durumda yeniden dağıtılan mevcut bir fon stokunu ifade etmektedir. Likidite daraldığı durumda tüm bilanço kalemleri de daraldığından borçlanma isteği azalmaktadır (Adrian ve Shin, 2009). Bu nedenle sağlam denetim standartları ile takviye edilmiş güçlü bir likidite tabanı oluşturmak önemli görülmektedir. Basel Komitesi, bugüne kadar bu alanda herhangi bir uyumlaştırılmış küresel standart uygulamasına gitmemiştir. Komite, Basel-III ile asgari likidite yükümlülükleri getirerek, uluslararası ölçekte yarattığı ortak oyun alanını güçlendirmeyi planlamıştır (BCBS, 2010). Küresel krizin erken dönemlerinde bazı bankaların likidite risk yönetimi açısından yaşadıkları zorluklar karşısında Basel Komitesi, 2008 yılında “Sağlam Likidite Risk Yönetimi İçin İlkeler” dokümanını yayımlamıştır. Dokümanda yer alan ilkelerin bankalar ve denetmenler tarafından tam olarak uygulanması durumunda daha iyi bir risk yönetiminin sağlanacağı ifade edilmiştir. Komite daha sonra, likidite ilkelerini tamamlayıcı nitelikte iki asgari standart bileşeni geliştirmiştir. Bu çerçevede, bankanın yeterli yüksek kalitede likit varlıklara47 sahip olmasını sağlayacak bir bileşen olarak Likidite Karşılama Rasyosu (LCR) Yüksek kalitede varlıklar; piyasaların sorunlu olduğu durumlarda kolayca nakde çevrilebilen nakitler, merkez bankası rezervleri gibi düşük riskli varlıklardan oluşmaktadır (Blundell-Wignall ve Atkinson, 2010). 47 106 getirilmiştir. LCR, bankaların likidite risk profilinin kısa vadeli direncini artırmak amacıyla geliştirilmiştir. Diğer bileşen Net İstikrarlı Fonlama Rasyosu (NSFR)’dur. Burada, bankaya ek teşvikler sağlanması yoluyla uzun bir zaman dilimi için bankanın dayanıklılığının artırılması amaçlanmıştır. NSFR ile varlık ve yükümlülüklerin vade yapısının sürdürülebilirliğinin sağlanacağı ifade edilmiştir (BCBS, 2010). LCR önerisi, bankaların her zaman acil 30 günlük net nakit çıkışlarını48 karşılayacak ölçüde likit varlığa sahip olmaları gerektiği üzerine inşa edilmiştir. Basel-III ile asgari %100 olması planlanan LCR, şu şekilde formüle edilmiştir (Blundell-Wignall ve Atkinson, 2010); LCR= Yüksek Kalitede Varlıklar %100 30 Günlük Net Nakit Çıkışı Basel Komite, bankaların varlık ve yükümlülük yapılarına ilişkin likidite özelliklerinin kontrol edilmesiyle, daha istikrarlı ve güvenilir fonlama yapılmasını öngören NSFR’yi ise şu şekilde formüle etmiştir (Blundell-Wignall ve Atkinson, 2010); NSFR= Mevcut İstikrarlı Fonlama Tutarı %100 İhtiyaç Duyulan İstikrarlı Fonlama Tutarı Komite, mevcut istikrarlı fon tutarının, birinci ve ikinci kuşak sermaye kalemlerinin ve bir yıldan uzun vadeli yükümlülüklerin esas alınmasıyla; ihtiyaç duyulan istikrarlı fonlama tutarının ise bankaların vadelerine ve kalitelerine göre değişen bilanço içi ve bilanço dışı risklerinin dikkate alınmasıyla hesaplanmasını öngörmüştür (BDDK, 2010a). Söz konusu rasyolar için kademeli geçiş planlayan Komite, rasyoların öncelikle bankacılık kesimi üzerindeki etkilerinin gözlemlenmesi, ardından 2018 yılı Ocak ayında uygulamaya geçirilmesi kararı almıştır (BCBS, 2010). Likidite düzenlemeleri çerçevesinde Basel-III kapsamındaki bir diğer değişiklik, likidite riski ölçümünde denetmenlere kolaylık sağlayacak gözetim araçlarının önerilmesidir. Komite, 2009 yılından önce denetmenler için makroihtiyati yaklaşım altında küresel düzeyde geçerli olan 25’ten fazla önlem kategorisi geliştirmiştir. Bu noktada denetmenlerin, bankacılık kesiminin (ve hatta tüm finansal sistemin) risk profillerini 48 Net nakit çıkışı= 30 gün içerisindeki nakit çıkışları – 30 gün içerisindeki nakit girişleri (BDDK; 2010). 107 izlemede kullandığı sayısal önlemlerin geniş bir çerçevesi olduğu bilinmektedir. Komite, Basel-III kapsamında, denetmenlerin kullanabileceği asgari türde bilgiler içeren ortak bir ölçüm seti oluşturmuştur. Buna ek olarak konuyla ilgili çalışmalarını sürdüreceğini belirtmiş ve denetmenlerin de bazı spesifik riskleri tespit için kendi yetki alanları içinde ilave ölçümler kullanabileceklerini ifade etmiştir. Basel-III kapsamında geliştirilen gözetime ilişkin kullanılabilecek araçlar şunlardır (BCBS, 2010); Sözleşmeye dayalı vade uyumsuzluğu: Çeşitli zaman dilimlerinde birbirleri ile örtüşen tüm bilanço içi ve bilanço dışı akımlar arasındaki vade uyumsuzluklarının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Farklı zaman ufkundaki fonlama yoğunluğu: Bu ölçüm, kredi alan taraftan, finansal araçlardan ve diğer parasal değerlerden sağlanan toptan fonlama yoğunluğunu ölçmektedir. Mevcut ipoteksiz varlıklar: Bankanın, güvenli finansman için teminat olarak kullanabileceği potansiyel ipoteksiz varlıklarının miktarını ölçmektedir. LCR’nin parasal birimi: Likidite riskinin önemli bir unsurunun kur riski olduğunu ifade eden Komite, LCR’nin her bir önemli para cinsinden değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Piyasa ile ilişkili gözetim araçları: Potansiyel likidite sıkışıklığının tespiti için ölçüm yaparken varlık fiyatları ve likidite, CDS’ler, hisse senedi fiyatları ve spreadler gibi piyasa çapında verilerin kullanılması gerektiği ifade edilmiştir. 3.8. Genel Bir Değerlendirme 1980’li yıllardan sonra dünya ekonomisinde finansal bütünleşmenin artmasıyla, yurtiçi finansal piyasalar uluslararası finansal piyasalara açılmış ve 1990’lı yılların sonlarına gelindiğinde çok sayıda finansal kriz meydana gelmiştir. Krizlerin finansal serbestleşmenin ardından yoğunlaşması, finansal bütünleşmenin etkisiyleküresel finansal sistemde bulaşıcılığın ve kırılganlığın arttığına işaret etmiştir. Bu defa IMF ve DB gibi uluslararası kuruluşlar tarafından krizlerin ardından kriz yaşayan ülkelereönerilen ve serbestleşme 108 politikaları ekseninde şekillenen reçetelerden öte, krizlerin neden olduğu yapısal sorunlar üzerine odaklanılmış ve finansal sisteme yönelik küresel çapta yeni düzenleme arayışları gündeme gelmiştir. İktisat yazınında “yeni küresel finansal mimari” olarak adlandırılan ve her ülkenin finansal sisteminin uluslararası standartlara yönelik düzenlemeler çerçevesinde uyumlaştırılmasını ifade eden girişimler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke temsilcileri ve uluslararası finansal kuruluşlar tarafından sürdürülmektedir. 1990’lı yılların sonunda başlayan ilk düzenleme girişimlerinde, krizleri önlemeye ve yönetmeye yönelik çözüm arayışları üzerinde yoğunlaşılmış, daha çok GOÜ’lerin finansal sistemlerinin güçlendirilmesine odaklanılmıştır. Bu doğrultuda yeni küresel finansal mimarinin hedeflerine yönelik başlatılan ilk girişim, 1999 yılında G7 ülkelerinin liderleri önderliğinde toplanan Köln Zirvesi olmuştur. Zirve’de, uluslararası finansal sistemin yeniden düzenlenmesine yönelik olarak her ülkenin düzenleme ve denetleme kurumlarının yeniden yapılandırılmasına, ağırlıklı olarak bankacılık kesiminden oluşan finansal sistemin, belirlenen küresel standartlar çerçevesinde düzenlenmesine dikkat çekilmiştir. Alınan kararlar çerçevesinde Basel Komitesi, IOSCO, IASC gibi uluslararası kuruluşlar ve FSF tarafından ülkelerin finansal sisteminde uygulamaya geçirilmek üzere Etkin Bankacılık Denetim ilkeleri, hisse senedi piyasalarını düzenlemeye yönelik ilkeler ve denetim standartları yayımlanmıştır. Finansal mimari sürecinin uygulanabilirliğinin teşviki için uluslararası gözetimden sorumlu kuruluşun IMF olacağı duyurulmuştur. Bankacılık düzenleme ve denetimden sorumlu Basel Komitesi, 1988 yılında yayımladığı Basel-I Uzlaşısı’nda tüm ülkelerin bankacılık sisteminde ortak bir birleşen olan birinci kuşak sermayeyi tanımlamış, bankacılık aktiflerine uygulanacak risk ağırlıklarını belirlemiş ve asgari sermaye yeterlilik oranına ilişkin hesaplamalara yer vermiştir. Komite, bankalar için asgari sermaye yeterlilik oranını, kredi riski de dahil olacak şekilde %8 olarak belirlemiştir. Bunun yanında, tahvil ve hisse senedi gibi sermaye piyasası araçlarına ilişkin faiz oranı ve kur riskini içeren piyasa riski, 1996 yılında asgari sermaye yeterlilik oranı hesaplamalarına dahil edilmiş ve Basel-I’in kapsamı genişletilmiştir. Ancak bankacılık aktifleri için belirlenen risk ağırlıklarının bankaların finansal konumları ile uyuşmaması, bankaların aşırı risk almasına neden olmuş ve 1994 Meksika, 1997 Asya Krizleri, söz konusu hatalı teşviklere örnek teşkil etmiştir. Bunun üzerine Basel Komitesi, 1999 yılından itibaren yeni düzenlemeler üzerinde çalışmaya başlamış ve 2004 yılında Basel-II adı altında Basel-I Uzlaşısı’nı revize etmiştir. Basel-II Uzlaşısı, Yapısal Blok I, II ve III olarak üç temel Blok 109 üzerine inşa edilmiştir. Buna göre, asgari sermaye yeterliliğine kredi riski ve piyasa riskinin yanında operasyonel riskler dahil edilmiş, Yapısal Blok II ve III kapsamında denetim otoritesine yönelik düzenlemelere ve piyasa disiplinine yer verilmiştir. Bunun yanında Komite, bankaların sermaye yeterliliklerinin değerlendirilmesini kendi yetkili otoritelerine bırakmış, kredi riski için Standard&Poors, Fitch ve Moodys gibi bağımsız derecelendirme kuruluşlarının verdiği notların dikkate alınacağını ifade etmiştir. İktisat yazınında söz konusu döneme ilişkin yeni finansal düzenlemelere yönelik eleştiriler, bankalara kendi risklerini ölçmeleri ve kendi sermaye yeterliliklerini değerlendirmeleri hususunda verilen hatalı teşvikler üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun yanında, menkul kıymetler yoluyla finansal kurumların aşırı risk almalarının önünün açılması, bankaların risk taşımadıkları inancıyla hareket edilmesi ve küresel çapta gelişmiş ülkelerin finansal sistemlerine benzer bir finansal sistem oluşturma çabaları, söz konusu döneme ilişkin YFM’nin zayıflıkları arasında sayılmaktadır. Düzenleme standartlarının uygulanmasına yönelik denetimlerin yetkili otoritelerin insiyatifine tabi kılınması ve uygulanması konusundaki duyarsızlık, yine eleştiriler arasında yer almaktadır. Sözü edilen eleştiriler, küresel bir finansal krizden korunma ya da kriz gerçekleştiğinde kriz yönetimi açısından, ilgili dönemde ele alınan düzenlemelerin temel zayıflıklarına işaret etmektedir. YFM’ye yönelik düzenlemeler devam ederken, 2007 yılında ABD finansal piyasalarında başlayan sorunların tüm dünyaya yayılarak küresel krize dönüşmesi, düzenleme girişimlerinin yetersizliğini ortaya koymuş ve finansal mimarinin yeniden ele alınarak geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede YFM’nin reformu için G20 liderleri aracılığıyla mevcut küresel finansal standartları geliştirmek yönünde çeşitli Zirve toplantıları yapılmıştır. Küresel krizin hemen ardından toplanan Zirveler’de genel olarak krizin temel nedenlerine odaklanılmış ve sistemik riskleri azaltmaya yönelik önlemler ele alınmıştır. Genel itibariyle Zirveler’de ele alınan konular; i. IMF’in sağladığı likidite kolaylıklarının artırılması ii. Piyasa disiplininin sağlanması iii. Şeffaflık ve hesap verebilirlik kapsamında FSAP raporlarının IMF’ye sunulması iv. Kredi ve menkul kıymetlere ilişkin asgari sermaye yeterliliğinin belirlenmesi, v. Hedge fonların denetimi ve gölge bankacılığa yönelik gerekli önlemlerin alınması vi. Kredi derecelendirme kuruluşlarının denetim ve gözetiminin genişletilmesi 110 vii. Yüksek kaldıraçların neden olduğu olumsuzlukların bertaraf edilmesine yönelik küresel standartların genişletilmesi viii. Ülkelerin Basel Kriterleri’ne aşamalı olarak uyumlaştırılması ix. Makro ihtiyati politikaların ele alınması x. Spekülatif sermaye akımlarındaki oynaklık riskine karşı kurlardaki aşırı oynaklığın önüne geçilmesi, xi. Daha esnek bir finansal sistemin oluşturulması ve xii. Küresel finansal mimarinin güçlendirilmesidir. 2008 Küresel Kriz nedeniyle, bankaların menkul kıymetlere ilişkin pozisyonlarının riskli olması ve banka bilançolarında meydana gelen ciddi bozulmalar, Basel-II’de yer alan her üç Yapısal Blok kapsamının revize edilmesini gerekli kılmıştır. Bu çerçevede, Zirveler’de ele alınan unsurlar doğrultusunda 2009 yılının üçüncü çeyreğinde Basel-II standartları genişletilerek Basel 2,5 olarak adlandırılan yeni bir doküman yayımlanmıştır. Buna göre, menkul kıymetlere ilişkin sermaye yükümlülüklerinde, risk yönetimi ve denetim çerçevesinin güçlendirilmesinde ve piyasa disiplininde değişikliklere gidilmiştir. Söz konusu reformların 2011 yılı sonuna kadar uygulamaya geçirilmesi kararı alınmıştır. Basel Komitesi, Basel 2,5 dokümanını 2010 tarihinde revize ederek Basel-III adıyla yayımlamıştır. Küresel kriz döneminde banka sermayesinin yetersiz kalitede olduğunu ifade eden Komite, Basel-III çerçevesinde ana sermayeye odaklanarak birinci kuşak sermaye tanımını genişletmiştir. Birinci kuşak asgari sermaye yükümlülüğünü %4’den %6’ya yükselten Komite, toplam asgari sermaye yükümlülüğünde bir değişikliğe gitmemiştir. Ekonomik daralma dönemlerinde banka kayıplarını azaltmaya yönelik bir önlem olarak %2,5 düzeyinde sermaye koruma tamponu getirilmiş ve bu oranın altına düştüğü durumda bankaların kâr dağıtım oralarına kısıtlama getirileceği ifade edilmiştir. Bunun yanında BaselIII kapsamında asgari likidite düzenlemelerine yer verilmiştir. Bankaların likidite risk yönetimlerinin zayıflığına dikkat çekilmiş ve yeterli yüksek kalitede likit aktiflere sahip olmalarını sağlamak amacıyla bankalara yönelik Likide Karşılama Rasyosu getirilmiştir. Komite, söz konusu düzenlemeler için 2013 yılından itibaren kademeli bir geçiş planı hazırlamış ve düzenlemelerin etkilerine ilişkin gözetime vurgu yaparak, 2019 yılı başına kadar bütünüyle uygulamaya geçirileceğine onay vermiştir. 111 G20 önderliğinde toplanan Zirveler halen devam etmekte ve Zirveler’in konusunu büyük ölçüde küresel standartların uygulanmasında kaydedilen ilerlemeler oluşturmaktadır. Bu doğrultuda, küresel finansal mimari çalışmaları, güçlü ve istikrarlı bir küresel finansal sistem oluşturma amacına yönelik olarak ulusal yetkililer ve uluslararası kuruluşlarca halen sürdürülmektedir. 112 113 4. TÜRKİYE’NİN KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM SÜRECİ Türkiye’de 1980 öncesi dönemde finansal piyasalar, uygulanan politikalar gereği finansal baskı hipotezini destekler bir görünüm arz etmiştir. Mevduat ve kredi faizleri üzerindeki baskılama nedeniyle görülen reel negatif faiz oranları ve beraberinde tasarruf/GSYH oranının 1972-1976 döneminde %20,9 iken, 1977-1980 döneminde %17,3’e gerilemesi, piyasaya yabancı banka girişlerinin engellenmesi ve yabancı varlık tutmaya yönelik kısıtlamalar finansal sistemin gelişmesini engelleyen unsurlar olmuştur.49 Finansal sistem içinde en büyük paya sahip olan kamu ve özel ticari bankaların geleneksel bankacılık faaliyetlerini yürüttüğü 1980 öncesi dönem aynı zamanda sermaye hareketlerinin de kontrol altında tutulduğu ve sermaye piyasalarının olmadığı dönemdir. Söz konusu dönemde uygulanan ithal ikameci (içe dönük) büyüme modeline dayalı sermaye birikiminin 1977 yılından itibaren sürdürülemez hale gelmesi nedeniyle (Yeldan, 2009: 43) Türkiye’de, 1980’den itibaren finansal spekülasyona dayalı yeni bir birikim modeline yönelik politikalar uygulamaya konulmuştur. Ekonominin uluslararası piyasalara açıldığı yeni dönemde finansal sistem de dönüşüme uğramış, bankalar geleneksel bankacılık faaliyetlerinden uzaklaşmaya başlamış ve yeni birikim sürecine uygun görevler üstlenmişlerdir. Çalışmanın bu bölümünde, Türkiye ekonomisinin yönetiminde IMF ve DB’nin belirleyici rol oynadığı, özellikle 1990’lı yılların sonlarından itibaren çeşitli niyet mektupları ve stand-by anlaşmalarıyla ekonomi yönetiminin IMF’nin denetimi altına girdiği, bölüşüm ilişkilerinin emek aleyhine, sermaye lehine dönüştüğü gelişmeler (Boratav, 2009: 199) ele alınmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’de küresel finansal mimariye uyum çabaları doğrultusunda, finansal sistemin krizlere karşı sağlamlılığını artırmaya ve kırılganlıktan uzak bir finansal sistemin gelişimini sağlamaya yönelik gerçekleştirilen düzenlemeler ise bölümün temel konusunu oluşturmaktadır. 1960’lı ve 1970’li yıllarda finansal sektöre ağırlıklı olarak bankacılık sektörü hakim olmuştur. Kamu tahvilleri, özel bonolar, hisse senetleri gibi diğer finansal varlıkların payı çok düşük düzeylerde kalmıştır. 1979 yılında finansal varlık stokunun %78’ini M2 oluşturmuş ve tüm finansal varlıkların %85’i bankacılık sektörü tarafından yaratılmıştır (Uygur, 1990). 49 114 4.1. 1980 Sonrası Yapısal Dönüşüm Politikaları Türkiye’de serbestleşmeye yönelik reform süreci, 1970’lerin sonunda yaşanan makroekonomik sıkıntıların ardından IMF’nin ve DB’nin borçların yeniden yapılandırılması ve yeni fon ihtiyacına yönelik önerileri dikkate alınarak başlatılmıştır.50 Ekonomide yapısal dönüşümü amaçlayan serbestleşme politikalarının neredeyse tamamı finansal piyasaları da etkileyen/içine alan bir dizi önlemlerden oluşmaktadır. Türkiye’de 24 Ocak 1980’de kuramsal temeli neoliberal yaklaşıma dayanan istikrar programı yürürlüğe konulmuş ve alınan kararlarla ihracata dönük büyüme ve Türkiye ekonomisinin serbestleştirilmesi hedeflenmiştir. 1980’den önce sanayileşmenin birincil hedef olması nedeniyle bu sektöre kaynak aktarımında çeşitli kolaylıklar sağlanırken, 1980 sonrasında ithal ikameci politikalar terk edilmiş, ihracata çeşitli teşvikler getirilerek dışa açılma modeli benimsenmiştir (Toprak, 1993). Ekonominin reel kesiminde dışa açık büyüme modeli benimsenirken, finansal kesimde finansal serbestleşme yoluyla sistemin bir bütün olarak etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması hedeflenmiştir. Ekonomide kamu müdahalelerinin azaltılarak piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmaya yönelik politikaları içeren İstikrar Programı, uzun vadeli amaçlardan öte kısa vadeli amaçları içermektedir. Programın nihai amacı, Türkiye ekonomisinin kapitalist dünya ekonomisine uyarlanması ve eklemlenmesi, ulusal ekonominin birikim ve kaynak dağılım mekanizmalarında piyasa fiyatının belirleyici unsur olması ve devlet desteğiyle ekonominin dışa açılmasıdır. Alınan kararlara ilişkin hedefler; enflasyonun makul bir düzeye indirilmesi, döviz kuru politikaları ile ihracata dönük büyümenin sağlanması ve ithalatın serbestleştirilmesi, fiyatlar üzerindeki müdahalelerin kaldırılması, yurtiçi piyasaların serbestleştirilerek pozitif reel faiz oranlarının sağlanması ve bu yolla tasarruf ve yatırımların artırılması, sermaye hareketlerinin serbestleştirilerek Türk Lirası’nın konvertibilitesine geçilmesidir (Uygur, 1993; Krueger, 1995; Şahin, 1997: 175; Sönmez, 2005: 319; Boratav, 2009: 149). Küresel finansal mimari doğrultusunda Türkiye’de de uygulamaya geçirilen finansal piyasalara ilişkin reformlar, 1980 yılında Türkiye ekonomisinde başlayan reform sürecinin Serbestleşmeye yönelik alınan kararlar, IMF’nin 1970’li yıllarda dünya ekonomisinde durgunluk yaşayan çok sayıda azgelişmiş ülkeye benimsettiği standart istikrar politikası paketi ile DB tarafından geliştirilen yapısal uyum programının unsurlarını içermektedir (Boratav, 2009: 149). 50 115 tamamlayıcısı durumundadır. Bu nedenle bu süreçte alınan başlıca politika önlemlerini ve etkilerini incelemek önemli görülmektedir. 4.1.1. Makroekonomik ve finansal reformlar: 1980-1988 1980’lerin başında öncelikle son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntıların atlatılmasına yönelik makroekonomik politikalar ele alınmıştır. 1980-1983 dönemini kapsayan ilk düzenlemeler, ihracatı artırmaya ve enflasyon oranını kontrol altına almaya yönelik politikalardan oluşmaktadır. Söz konusu dönem içerisinde finansal piyasaların yeni ekonomik ortama uyum sağlayabileceği düşünülmüş, bu kesime yönelik düzenlemeler geri plana itilmiştir. Ancak 1984-1988 döneminde Türkiye finansal sistemini rekabetçi ve bütüncül bir yapıya kavuşturmak ve güvenliğini sağlamak amacıyla bir takım düzenlemelere gidilmiştir (Sak, 1995: 60-69). 4.1.1.1. Makroekonomik reformlar 1980’li yıllarda yapılan reformlarda ilk büyük politika aracı döviz kuru olmuştur. Yurtiçi talebi kısmak ve ekonomide dış rekabeti artırmak amacıyla 1981’de devalüasyon uygulamasına gidilmiş, ardından esnek kur rejimine geçilmiştir (Sak, 1995: 58). Dış ekonomik ilişkiler bakımından Türkiye Ekonomisi’nde 1980’li yılların belirleyici özellikleri; ithalatta serbestleşme, ihracat teşvikleri ve döviz kurunda ılımlı biçimde reel devalüasyonları hedefleyen esnek kur sistemi olmuştur. Bu dönemde ithalat üzerindeki kotalar önce aşamalı olarak azaltılmış, 1984 yılında ise tamamen kaldırılmış ve gümrük tarifeleri indirilmiştir. Faiz oranlarının serbest bırakılması, bankaların ve firmaların yurt dışında döviz tutmalarına ve borçlanmalarına izin verilmesi, bireylerin yurtiçinde döviz tutmalarına ve döviz tevdiat hesabı açmalarına izin verilmesi de bu yıllar içerisinde gerçekleşmiştir (Boratav, 2009: 155). Alınan kararlar doğrultusunda ihracata dönük sanayileşme politikası ile Türkiye’de 1983-1987 döneminde ortalama büyüme oranı her yıl %6’nın üzerinde gerçekleşmiştir. Ancak kamu açıklarının finansmanında iç borçlanma giderek artmış, 1985 yılında Hazine, bankalara belirli aralıklarla tahvil ve bono satmaya başlamıştır. Bu durum faiz ödemelerinin kamu maliyesini bunalıma sürükleyecek boyutlar kazanmasına neden olmuştur (Boratav, 2009: 154). Bu nedenle 1987’den sonra makroekonomik dengesizlikler yeniden başlamıştır. 116 Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG)/GSYH oranı %10’nun üzerine çıkmış ve enflasyon artışı hızlanmıştır. Faiz oranlarının deregülasyonu ve merkez bankasından sağlanan finansmanın doğrudan hisse senetlerine kayması, kamu açığının finansman maliyetini artırmış, yurtiçi borçları yükseltmiş, faiz ödemelerinin GSYH içindeki payını artırmıştır (Akyüz ve Boratav, 2003). 1980-1988 arası dönemde özel sektör tarafından gerçekleştirilen yatırımlar serbest piyasa ekonomisi koşullarında özel girişime dayalı kalkınma stratejisinin beklentilerini karşılayamamıştır. Sabit sermaye yatırımlarının yıllık ortalama artış hızı 1980 öncesi döneme göre yarı yarıya gerilemiştir (Yeldan, 2009: 45). Ayrıca ağırlaşan faiz yükü ve daralan iç talep koşullarında, mevcut sermayenin daha fazla üretim için kullanılarak ihracata yöneltilmesi, yeni kapasite yaratmayı engellemiş ve sanayi yatırımları gerilemiştir (Boratav, 2009: 162). 1988 yılına gelindiğinde büyüme hızı %2,1’e gerilemiş, enflasyon oranı ise 1980’lerin başındaki düşme eğilimini terk ederek %68,8’e sıçramıştır. Tüketici fiyatlarıyla karşılaştırıldığında Türk Lirası 1980 yılında başlayan dışa açılma reformlarıyla ilk kez 1988’de aşırı değerlenmeye başlamış ve ihracata yönelik teşviklerde de gerilemeler görülmüştür (Yeldan, 2009: 49). Çizelge 4.1. Temel Makroekonomik Göstergeler (1980-1988) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 -2,8 4,81 3,09 4,21 7,11 4,30 6,76 9,81 2,1 Enflasyon Oranı (TÜFE) 115,59 33,91 21,91 31,39 48,4 45 34,6 38,8 68,8 İhracat/İthalat 38,73 54,90 69,15 66,39 71,52 73,51 71,11 76,17 87,03 Tasarruf/GSYH 16 18,3 17,1 16,5 16,5 18,9 21,9 23,9 27,2 Yatırım/GSYH 21,8 19,8 19,2 20,1 19,3 20,1 22,8 24,6 26,1 76 111 163 225 367 522 674 857 1.422 Cari Açık/GSYH -5,06 -2,72 -1,47 -3,18 -2,42 -1,51 -1,95 -0,93 1,79 Bütçe Açığı/GSYH -3,13 -1,55 -1,48 -2,25 -4,42 -2,26 -2,75 -3,46 -2,99 Dış Borç Stoku/GSYH 24,09 23,96 27,29 30,40 34,80 37,87 42,77 46,79 45,74 GSYH (%) Nominal Döviz Kuru (TL./ABD Doları) Kaynak: Yentürk (1999), Krueger (1995). Dışa açılmanın başarısı açısından değerlendirildiğinde, ihracatın ithalatı karşılama oranı 1980’lerin başlarında oldukça düşük düzeylerde olmasına rağmen, sonraki yıllarda artış eğilimine girmiştir. Ancak ihracatta meydana gelen bu artışın, ihracata dönük sanayi 117 yatırımlarından elde edilen başarıdan değil, söz konusu dönemde gerçekleştirilen reel devalüasyonlardan kaynaklandığı görülmektedir. Bunun yanında, enflasyon oranının dokuz yıllık dönemde ortalama yaklaşık %50 düzeyinde olması ve 1988 yılı sonunda büyüme oranının %2,1’e düşmesi, dönem itibariyle ekonomideki makroekonomik dengesizliğe işaret etmektedir. 1988’e ait neredeyse tüm makroekonomik göstergeler ekonominin bir durgunluğa girdiğini göstermektedir. Bu nedenle söz konusu yıl, yapısal uyum reform sürecinin tükendiği yıl olarak nitelendirilmektedir (Yeldan, 2009: 49). 4.1.1.2. Finansal reformlar Finansal reformların öncelikli amacı para politikası araçlarını geliştirmek ve mevcut olanların etkinliğini artırmak, diğer bir amacı ise para ve sermaye piyasalarının aynı kaynağa bağlı biçimde dağılım ve faaliyet etkinliğini artırmak olmuştur (Sak, 1995: 69). Finansal serbestleşme eğilimleri 1980-1988 döneminde iki temel politika etrafında gerçekleşmiştir (Sönmez, 2006: 322); i. Mevduat ve kredi faiz oranlarının belirlenmesinde serbestleşme ii. Finansal piyasaların düzenlenmesi ve geliştirilmesi 1980 yılında vadeli mevduat ve krediler üzerindeki faiz kontrolleri kaldırılarak yurtiçi finansal piyasalara derinlik kazandırılması hedeflenmiştir (Yeldan, 2009: 39). Banka mevduat oranlarının serbestleştirilmesi sonucu mevduat sahipleri pozitif reel faiz oranları ile karşılaşmışlardır. Böylece, geniş para talebi büyük ölçüde artmış, 1980’de M2/GSYH oranı %15 iken 1982 yılında %23’e yükselmiştir (Rodrik, 1990). Mevduat sertifikalarının da yeni finansal araçlar olarak düzenleyici çerçeveye dahil edilmesi bu dönemde olmuştur. Ancak, vadeli mevduat ve kredi faizlerinin serbest bırakılmasıyla küçük bankalar ve gittikçe çoğalan bankerler faiz rekabetine girmişlerdir. Mevduat sertifikalarını ve holding tahvillerini pazarlarken Ponzi finansmanı51 kullanan bankerler 1982 yılında çöküntüye uğrarken birçok bankayı da iflasa sürüklemişlerdir. (Boratav, 2009: 151, Esen, 2010). Ponzi finansmanı ilk açıklayan iktisatçı Minsky’dir. Minsky’ye göre, iktisadi karar birimleri faiz ödemelerinin yanında anapara geri ödemeleri için de borçlanmak zorunda kaldıklarında, yani mevcut borçlarını ödeyebilmek için borç stoklarını sürekli artırmak durumuna geldiklerinde ponzi finansmana tabi olurlar (Minsky, 1977). 51 118 Ponzi finansmanı nedeniyle 1982 yılında ortaya çıkan finansal kriz, finansal sektörün yeni ortam koşullarına kendiliğinden uyum sağlayamayacağını göstermiştir. Finansal piyasalara yönelik reform sürecinin niteliğini de bu kriz sürecinde yaşanan olaylar belirlemiştir. Her şeyden önce banka dışı finansal aracıların faaliyetlerini düzenleyecek denetim mekanizması olmamakla birlikte ihtiyati kurallar ve gereklilikler de bulunmamaktadır. Benzer biçimde bankalara yönelik ihtiyati kontroller de zayıf olduğu için küçük bankalar kriz nedeniyle sistem dışına çıkmıştır. Bankacılık sistemine güven kazandıracak bir sigorta mekanizmasının ya da banka hücumlarında bankaları koruyacak herhangi bir sistemin olmaması krizi tetikleyen unsurlar olmuştur. Ayrıca, banka dışı finansal kuruluşlar için oluşturulmuş muhasebe standartları olmamakla beraber, bankalar için getirilmiş standartlar, değişen finansal ortam koşullarına yansımamaktadır. Mevduat sertifikası ve tahviller için bütüncül bir piyasa yapısının mevcut olmaması da krize öncülük etmiştir (Sak, 1995: 64-65). Bu nedenlerden dolayı 1983’te sistem yeniden düzenlenmiştir. 1983’ten itibaren mevduat faiz oranlarının denetimi ve tavan faiz oranlarının belirlenme yetkisi TCMB’ye verilmiştir (Şahin, 1997: 175). Bu tarihten itibaren yıllık faiz oranları %50 düzeyinden %40’a çekildikten sonra 1988 yılında faizler tamamen serbest bırakılmıştır (Sönmez, 2006: 322). Faiz oranlarının serbestleştirilmesi iktisadi karar birimlerine kâr elde etme ve fonlarını yönetme konusunda yeni olanaklar sunmuş, reform süreci sistem içinde kendi dinamiklerini oluşturmuştur (Sak, 1995: 69). Finansal sistemdeki gelişmeler bazı göstergeler çerçevesinde önceki dönemler ile karşılaştırmalı olarak Şekil 4.1’de gösterilmektedir. 50 40 30 20 10 0 1970-1979 M1/GSYİH 1980-1983 M2Y/GSYİH 1984-1988 Finansal Varlık Stoku/GSYİH Şekil 4.1. Finansal Sistemin Gelişimi (1970-1988) Kaynak: Sak (1995: 87). *M2Y= M2+Yurtiçi Döviz Cinsinden Mevduat (Döviz Tevdiat Hesabı)’dır. Finansal varlık stoku ise bankaların varlıklarından ve bankalarda bulunan kamu borçlanma araçlarından oluşmaktadır. 119 Şekil 4.1’de, iktisat yazınında finansal gelişme göstergeleri olarak kullanılan M1, M2Y ve finansal varlık stoku görülmektedir. M1/GSYH oranındaki düşüş finansal kesimin reform öncesi ve sonrası davranışsal değişime uğradığını göstermektedir. Bankacılık kesimi, finansal reform öncesi 1970-79 döneminde işlem amaçlı bir ödemeler sistemi görünümünde iken faiz oranlarının serbestleştirilmesinden sonra sistemde vadesiz mevduatlar yükselmiştir. M2Y/GSYH oranındaki artış ise döviz cinsinden finansal tasarruflardaki artışa işaret ederken, finansal varlık stokundaki değişimin finansal reformla ilişkisi belirsizdir. Nitekim söz konusu oranın finansal reform henüz yokken kriz yıllarındaki düşüşten sonra neden düzeldiği açık değildir (Sak, 1995: 86). Reform sürecinde benzer sapmalar döviz kurunda da görülmüştür. 1980 yılına kadar Türk Lirası aşırı değerli iken, Ocak 1980’de büyük ölçüde devalüe edilmiş ve ardından esnek kur rejimine geçilmiştir (Sak, 1995: 67). 1984 yılında 30 Sayılı Karar ile ülkede döviz tutmayı, kullanmayı ve ithal etmeyi engelleyen kısıtlamalar kaldırılmış, yurtiçi ve yurtdışı yerleşiklerin bankalarda döviz cinsinden mevduat tutması serbest bırakılmıştır. Aynı Karar’la bankalara, TCMB tarafından belirlenen günlük kurun alt ve üst sınırında kalmak kaydıyla kendi belirledikleri kurlar üzerinden döviz işlemleri yapabilme olanağı tanınmıştır. Yabancı bankaların şube açmalarına izin verilmiş, elde ettikleri kârları dışarıya transfer edebilme hakkı tanınmıştır (Sönmez, 2006: 323-324). Finansal piyasalara ilişkin ilk kurumsal düzenlemeler Temmuz 1981’de Sermaye Piyasası Kanunu’nun çıkarılması ve Şubat 1982’de Finansal Kriz’in etkisiyle Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) oluşturulmasıyla başlamıştır. SPK’nın görevi, tahvil/menkul kıymet piyasalarını düzenlemek, denetlemek ve geliştirmek biçiminde tanımlanmıştır. 1985’te yeni bankacılık yasası tamamlanmıştır. Bu yasayla bankalara faaliyetleri hakkında merkez bankasına rapor sunma zorunluluğu getirilmiş, ayrıca şube açma koşulları, yabancı bankaların uyacağı kurallar, banka birleşmesi ve tasfiyesi konusunda kurallar belirlenmiştir. Bununla birlikte bu yasa, BIS’in sermaye yeterliliği için belirlediği standartları kabul etmiştir (Demirci, 2005: 160). Ardından 1986’da bankalararası para piyasası oluşturulmuş, böylece bankacılık kesiminde likiditeye ilişkin göstergelerin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması hedeflenmiştir. Aynı yıl bankalara kısa vadeli borç senedi ihraç etme yetkisi verilmiş ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) kurulmuştur. İMKB’nin kurulmasıyla birlikte rantiyelerin plasman seçenekleri artmış, tüketici kredilerinin de 120 yaygınlaşması sonucu finansal sistemin denetimi güçleşmiştir (Boratav, 2009: 151-154). 1988 yılı sonuna gelindiğinde finansal araçlardaki çeşitlilik büyük ölçüde artmıştır. İç kaynakların, ulusal piyasalardaki faiz ve kur farklılıkları nedeniyle arbitraj imkanına dayalı kısa vadeli sermaye akımları gibi spekülatif alanlara kayması ve doğrudan yabancı sermaye girişlerinin yetersizliği, bu dönemde büyümenin finansmanını zorlaştırmıştır. Kısa ve uzun vadeli yatırımlarda finansal kesim önemli olmuş, mal üretiminden kopmuş ve kendi iç dinamikleriyle hareket eden bir sektör haline gelmiştir (Doğruel ve Doğruel, 2006: 421422). Dönem itibariyle sisteme ilişkin göstergeler Çizelge 4.2’de gösterilmektedir. Çizelge 4.2. Finansal Sisteme İlişkin Göstergeler (1980-1988) Sermaye Hesabı/GSYH 1980 1 1981 1,26 1982 0,43 1983 1,46 1984 0,12 1985 1,58 1986 2,83 1987 2,19 1988 -1,08 Doğrudan Yatırımlar/GSYH 0,03 0,13 0,09 0,08 0,19 0,15 0,17 0,12 0,40 Portföy Yatırımları/GSYH 0 0 0 0 0 0 0,19 0,33 1,32 Kısa Vadeli Sermaye Girişi/GSYH 0 0,17 0,15 1,32 -1,10 2,20 1,08 0,06 -2,56 13,36 21,91 23,85 Döviz Cinsinden Mevduat/M2Y Kredilerde Büyüme/Mevduatta Büyüme 0,73 0,40 1,02 0,46 0,72 1,68 1,59 0,71 Sıcak Paranın Getirisi* -5,9 12,8 20,7 16,2 -7,9 Tasarruf Mevduatı Yıllık Faiz Oranı 45 55 48 83,9 Kaynak: Yentürk (1999). *Sıcak Paranın Getirisi=(1+i)/(1+e)-1; i=dönem içindeki en yüksek faiz oranı, e=devalüasyon oranı. Genel itibariyle 1980 sonrası dönemde, önceki dönemde olduğu gibi spekülatif hareketlere dayalı ancak bu kez özel sektör yerine finansal kesim elinde sermaye birikimi hızlanmıştır. Oluşan birikim, 1980 öncesi dönemde ithal ikameci sanayileşmenin finansmanında kullanılırken bu dönemde dışa açılmanın etkisiyle dışarı çıkmış ya da finansal faaliyet alanı içinde yeni kârlar elde etmek için kullanılmıştır. Bu dönemde devlet ve özel sektör sermaye birikiminde tamamlayıcı durumda olmuşlardır (Doğruel ve Doğruel, 2006: 418-419). 4.1.2. Sermaye hesabının serbestleştirilmesi: 1989 sonrası 1988 yılında ekonomideki tüm göstergeler makro çerçevede bir durgunluğa işaret etmiştir. Büyüme oranı %2,1 düzeyine düşmüş, enflasyon oranı ise %68’lere kadar 121 yükselmiştir. Gerçekleşen bu yeni makroekonomik ortama ilk politika tepkisi 1989 yılında yabancı sermaye işlemlerinin deregülasyonu (yabancı sermaye işlemleri üzerindeki kontrollerin kaldırılması) ve TL.’nin yabancı döviz piyasasında büyük ölçüde konvertibilitesinin sağlanması ile olmuştur (Boratav, Yeldan ve Köse, 2000). Ekonomide ihracata dayalı büyüme modelinin tıkanması ve yeni uluslararası finansal ortama uyum çabaları gibi etkenler doğrultusunda, para ve sermaye piyasalarının işleyişine yönelik olarak 11.08.1989 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” çıkarılmıştır. Buna göre52: Türkiye’de yerleşik kişilerin, bankalar ve özel finans kurumları aracılığıyla yurtdışından kredi temin etmelerine, Türk bankalarının ise döviz kredisi açmalarına izin verilmiş, Yabancı ülkede yerleşik kişilerin Türkiye’den, Türkiye’de yerleşik kişilerin ise yurtdışından, aracı kurumlar yoluyla menkul kıymet, kıymetli maden ve nakit para alım satımı ve ülke dışına transfer yapmaları serbestleştirilmiş, İhracatçılara, ihraç ettikleri mallara ilişkin döviz gelirlerinin %70’ini ihraç tarihinden itibaren 3 ay içinde yurda getirmeleri hükmü getirilirken, %30’unu serbestçe kullanabilmeleri hakkı tanınmıştır. Uluslararası mal ve para piyasaları ile tam bütünleşmeyi hedefleyen söz konusu serbestleşme politikalarından beklentiler, temelde üç başlık altında toplanmaktadır (Yeldan, 2003); i. Yurtiçi ve yurtdışı tasarrufların finansal sisteme aktarılmasıyla kredi hacmi genişleyecek, ii. Yurtiçi finansal piyasalarda faiz hadleri düşecek (sermayenin maliyeti ucuzlayacak) ve uluslararası faiz hadlerine yakınsayacak, Resmi Gazete, “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar”, No. 20249, 11.08.1989, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/mevzuat/DISILISKILER/32sayilikarar.htm, Erişim Tarihi: 31.01.2014. 52 122 iii. Ucuzlayan sermaye maliyeti ve genişleyen kredi hacmi sayesinde sabit sermaye yatırım harcamaları artacak ve ekonominin büyüme hızı yükselecektir. Ancak söz konusu yıllarda Türkiye Ekonomisi’nin seyri, bahsedilen neoliberal beklentilerin karşılanmadığını göstermektedir. Öncelikle, sermaye hesabının serbestleştirilmesi ile merkez bankası para politikası aracı olarak kullandığı döviz kuru ve faiz oranları üzerindeki bağımsızlığını kaybetmiştir. Sıcak para (hot money) girişi yoluyla ekonomiye likidite enjekte etmek amacıyla alınan bu kararlar ile Türkiye, yurtiçi finansal varlıklarını küresel rekabete açmış ve finansal olarak açık ekonomi haline gelmiştir (Boratav, Yeldan ve Köse, 2000). Sermaye hesabının serbestleştirilmesiyle 1990’ların erken dönemlerinde Türkiye’de ekonomik büyüme hız kazanmıştır. Ancak bu büyüme tipi Türkiye’nin yapısal zayıflıklarının üstesinden gelmek yerine yalnızca büyümenin yönünü değiştirmiştir (Öniş ve Aysan, 2010). 1990’ların erken dönemlerinde öncelikle kısa vadeli sermaye akımları yönünden Türkiye’ye büyük çaplı sermaye girişi olmuştur. 8000 Milyon $ 6000 4000 2000 0 -2000 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 -4000 -6000 Şekil 4.2. Ne+t Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri Kaynak: IFS (2012). Sermaye girişinin en yoğun olduğu yıllar 1990’lı yılların başları ve 1995-1996 yılları olmuştur. 1988, 1991 ve 1994 yıllarında ise Türkiye’den büyük çaplı sermaye çıkışlarının olduğu görülmektedir. 1997 ve 1999 yıllarında sermaye girişlerinde görülen düşüş ise dış piyasalardaki durgunluktan kaynaklanmaktadır. 123 Birçok GOÜ’de olduğu gibi, uluslararası sermaye akımlarındaki yükselme ve alçalmalarla Türkiye Finansal Piyasaları’nda faiz oranları ve döviz kuru 1990’larda yön değiştirmiştir. Finansal istikrarsızlıktaki artış makroekonomik göstergelere ve dolayısıyla ekonomik faaliyetlere eşi benzeri görülmemiş biçimde yansımıştır (Akyüz ve Boratav, 2003). Çizelge 4. 3. 3 Temel Makroekonomik Göstergeler (1989-1999) 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 GSYH (%) 1,2 9,3 0,9 6 8 -5,5 7,2 7 7,5 3,1 -4,7 Enflasyon Oranı (TÜFE) Kamu TasarrufYatırım Açığı/GSYH Dış Kaynak/GSYH 70 60,3 66 70,1 66,1 106,3 93,7 82,3 85,7 84,6 64,9 -2,6 -5,2 -6,9 -7,6 -10 -4,7 -3,9 -7,2 -5,5 -8,4 -13,4 0,1 3,1 2,1 2 4,9 -1,5 3,2 4,5 3,8 0,8 3 Bütçe Dengesi/GSYH -3,3 -3,1 -5,3 -4,3 -6,7 -3,9 -4 -8,3 -7,6 -7 -11,6 Kamu Net Dış Borçlanması/GSYH İç Borç/GSYH 0,8 0,9 0,4 1,6 1,4 -1,7 -1,1 -0,9 -1,5 -2 0,6 2,2 2,4 2,7 2,8 4,6 6 6,2 9 6,7 10,6 12,6 Dış Borç/GSYH 1,4 1,1 1,1 0,9 1,2 1,7 1,3 1,2 1 1 1,1 KKBG/GSYH 5,3 7,4 10,2 10,6 12,1 7,9 5,2 8,8 7,6 9,2 15,1 DİBS* Stoku/GSYH 6,3 6,1 6,8 11,7 12,8 14 14,6 18,5 20,2 21,9 29,3 Cari Açık/GSYH 0,89 -1,7 0,1 -0,6 -3,6 2,2 -1,5 -1,3 -1,3 1,1 -0,9 Sermaye (Milyon $) 938 -2625 250 -974 -6433 2631 -2338 -2437 -2638 2000 -925 Hesabı Kaynak: Akyüz ve Boratav (2003), Yeldan (2009: 115), Esen (2010), IFS (2012). *Devlet İç Borçlanma Senetleri (Bonolar + Hazine Tahvilleri) 1990’lı yılların makroekonomik göstergeleri incelendiğinde kamu kesimi tasarruf performansının bu yıllarda oldukça düşük olduğu görülmektedir. Kamu kesiminin toplam gelirini aşan tüketim harcamaları, özellikle 1992’den sonra artmaya başlamış, 1993 yılına gelindiğinde tasarruf-yatırım açığının GSYH payı -%10’lara ulaşmıştır. Bu yıllarda borçlanma araçları yoluyla aktif biçimde finansal piyasalara katılan kamu kesiminin artan iç borcu hızla menkul kıymetlendirilmeye başlanmış ve hazine bonosu ve tahvil ihraç edilmiştir. Tahvil ve bono ihracı yoluyla finanse edilen kamu açıkları nedeniyle DİBS stoku 1990’da GSYH’nın %7’si iken 1999’a gelindiğinde %29,3’e yükselmiştir. İç borç stokunun bu derece hızlı büyümesinin ardındaki neden ise 1991’den itibaren iç borç senetlerinin kısa vadeye sıkışmış olmasıdır (Yeldan, 2009: 118). Bunun yanında DİBS’lerin neden olduğu faiz arbitrajı53 uluslararası sermaye hareketleri yoluyla büyük bir spekülatif gelir olanağı yaratmıştır. Faiz arbitrajı nedeniyle Türkiye’den sermaye çıkışı yoluyla dışarıya net kaynak aktarımı gerçekleşmiştir (Voyvoda ve Yeldan, 2006: 366-368). Bütçe açığına neden olan bu Uluslararası serbest sermaye hareketleri altında yurtiçinde TL. cinsinden sunulan faiz ile kurdaki değer kaybı arasındaki fark, finansal spekülatörlerin arbitraj gelirini oluşturmaktadır (Voyvoda ve Yeldan, 2006: 368). 53 124 gelişmeler KKBG/GSYH oranının da 1990’lar boyunca sürekli yüksek düzeyde kalmasına yol açmıştır. 1993 yılı Kasım ayında hükümet, iç borçlanma politikasında maliyetleri düşürecek arayışlara girmiştir. Bu çerçevede 1994 yılı başında DİBS üzerinden elde edilen faiz gelirlerinden ek vergi alma kararı çıkarmıştır. Türkiye, ilk kez iç borçlanma-kısa vadeli sermaye hareketleri bağlantısının sonuçlarını bu müdahale ile görmüştür. Türkiye’den aniden hızlı bir sermaye çıkışı başlamıştır. Yurtdışından gelip TL’ye çevrilen ve yüksek reel faizlerle iç borçlanma kâğıtlarına yatırılan kısa vadeli sermaye hareketlerinin kaynaklık ettiği fonlar önce TL. ve daha sonra döviz talebine dönmüştür. Türkiye döviz rezervlerini bu yüksek miktarlı ani çekişlerle bir anda kaybetmeye başlamıştır. Bunun yanında borçlanma maliyetleri aniden %1700’ler düzeyine çıkarken bunun 1994 yılı enflasyonu üzerindeki yansıması %100’lerin üzerinde olmuştur (Ekzen, 2006: 650-651). Bunun yanında Ocak 1994’de uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Moodys ve Standart and Poors, Türkiye’nin kredi notunu düşürmüş ve ardından üç küçük banka kapatılmıştır. TL.’nin çok fazla değer kaybetmesini önlemek amacıyla bu tarihe kadar bankalararası para piyasasına müdahale etmeyen MB, 20 Ocak tarihinden itibaren gecelik faiz oranlarını yükseltmek zorunda kalmıştır. DİBS faiz oranları %50 düzeyinde yükseltilmiş ve bu kağıtlardan alınan vergiler kaldırılmıştır (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002). Bu süreçte kısa vadeli sermaye girişleri, reel olarak TL.’nin değerlenmesi ve yüksek reel faizler arasındaki etkileşim, ithalat hacminde artışa neden olurken cari açığın da birinci nedenini oluşturmuştur. Neticede, kısa vadeli sermayenin öncülük ettiği bu büyüme yolu bozulunca Türkiye’de 1994 Krizi yaşanmıştır. 1994 yılı Ocak ayında kısa vadeli fonların aniden tükenmesiyle üretim kapasitesi sınırlanmış, bunu sanayi üretimindeki düşüş takip etmiştir.54 Devam eden kırılganlık ve yurtiçi piyasaların karşı karşıya kaldığı söz konusu dengesizlikler 1990’ların sonlarına kadar devam etmiş ve 1994 sonrası kriz yönetimi 1994 krizine giden süreçte devletin finansal piyasalardan büyük ölçüde fon toplaması, yaşanan para ikamesi (dolarizasyon) süreci ve bankacılık kesiminin büyük miktarda açık pozisyon sorunu ile karşı karşıya kalması faiz oranlarının çok yüksek düzeylere çıkmasına neden olmuş ve dolayısıyla finansal piyasaları olumsuz etkilemiştir. Bu olumsuz gelişmeler özel kesimin finansal piyasalardan dışlanması sürecini hızlandırmış ve özel yatırımlar durma noktasına gelmiştir. Böylece, finansal kesimde başlayan krizin olumsuz etkileri reel kesimi etkilemiş, üretim, istihdam ve yatırım gibi reel göstergeler üzerinde daraltıcı etki yaratan finansal kriz, diğer taraftan enflasyonist baskıları artırmıştır (Eser, 1995). 54 125 ekonomik fazlanın reel sektörden finansal sektöre kaymasına neden olmuştur (Boratav, Yeldan ve Köse, 2000). 1994 yılında Türkiye’de yaşanan kriz ile 1994 Meksika ve 1997 Asya Krizleri’nin bazı ortak noktalara sahip olduğu görülmektedir. Buna göre, aşırı değerlenmiş döviz kuru, büyük çaplı sermaye girişleri ve yurtiçi-yurtdışı faiz oranları arasındaki farklılık nedeniyle bankaların yurtdışından yabancı para ile borçlanıp yurtiçinde ulusal para cinsinden borç vermeleri ortak noktaları teşkil etmektedir (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002). Kuramsal açıdan değerlendirildiğinde ise McKinnon-Shaw yaklaşımı, finansal serbestleşmenin tasarruf ve yatırım davranışlarını uyararak kalkınma temposunu hızlandıracağını savunmakta idi. Oysa Türkiye’de finansal serbestleşme deneyimi bu dönemde söz konusu beklentiyi gerçekleştirememiş, tersine, bu süreç sonunda ekonomide dışa bağımlılık artmış, reel üretim yapısı dalgalanmaya bırakılmış ve rantiyer tipi davranışlar beslenerek gelir dağılımının bozulmasına yol açmıştır. Sanayi kesimindeki işletmelerin, ana faaliyetleri dışında elde ettikleri gelirler 1990 yılından 1999 yılına kadar yılda ortalama %18,7 düzeyinde reel olarak artmıştır. Bu durum, söz konusu dönemde şirketlerin giderek reel üretim dışı finansman kaynaklarına yöneldiklerini göstermektedir (Yeldan, 2009: 129, 156). Bu çerçevede 1990’lı yıllarda Türkiye’de görülen gelişmeler Yeldan’a göre (2004) Grabel’in spekülatif gelişme modelini destekler niteliktedir. Söz konusu dönemde uygulanan yüksek reel faiz ve düşük kur politikaları, finansal yatırımcıların anlık coşkuları ile birlikte menkul kıymetlerin fiyatlarında spekülatif değerlenmelere, aşırı derecede yüksek faiz hadlerine ve yatırımların reel sektörden ziyade finansal sektöre yönelmesine neden olmuştur. 4.2. 1989-1999 Döneminde Finansal Sistemin Görünümü ve Yapısal Sorunlar 1989-1999 döneminde Türkiye Finansal Sistemi’nin görünümünü açıklayan üç temel süreç vardır. Birincisi; finansal reform araçlarının büyük çoğunluğu kamu kesimi açığını finanse etmek için çıkarılan menkul değerlerden oluşmaktadır. Bu dönemde beklentilerin aksine kamu kesiminin finansal sektör içindeki payı sürekli yükselmiştir. İkincisi, TL. yabancı para birimi ile ikame durumuna (dolarizasyon) gelmiştir.55 Üçüncüsü, kısa vadeli Bu dönemde bankacılık kesiminin mevduata dayalı kaynak yapısı, ülke içindeki makroekonomik istikrarsızlıktan dolayı dolarizasyondan olumsuz etkilenmiştir. 1990’ların henüz başında yabancı para mevduatı/toplam mevduat oranı %40’lar düzeyinde iken, 1995 yılında %55’lere kadar yükselmiştir. Bu durum, yabancı para cinsinden tasarruf sahiplerinin ve yabancı para kredi müşterilerinin bankacılık kesimin dışına kaymalarına neden olmuştur (BDDK, 2010b). 55 126 spekülatif sermaye hareketleri yurtiçi finansal piyasalarda ve beraberinde reel ekonomide istikrarsızlığa neden olmuştur (Yeldan, 2009: 130). Çizelge 4. 4. Finansal Göstergeler (1988-1999, %GSYH) 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 İhraç Edilen Menkul Kıymetler Kamu Kesimi 6,9 7,7 5,5 7,4 15,9 16,8 22,7 19,8 35,3 22,9 29,4 38,7 Devlet Tahvili 3 3,9 3,2 1,8 6,8 7,5 4,8 4,4 8,3 8 2,5 27,3 Hazine Bonosu 4 3,3 2,1 5,4 8,7 9 16,7 15,4 24,8 14,9 26,9 11,3 0,9 1 1 1 1,7 3,8 2,1 2,1 1 1 1 1,1 Hisse Senedi 0,3 0,4 0,5 0,7 0,5 0,5 1 0,5 0,6 0,7 0,8 0,9 TOPLAM 7,8 8,7 6,5 8,5 17,6 20,6 24,8 21,9 36,3 23,9 30,4 39,8 Özel Kesim Kaynak: Boratav ve Yeldan (2001). Çizelge 4.4’ten görüldüğü üzere, 1990’lı yıllarda toplam finansal varlıklar içinde kamu kesimi menkul kıymetlerinin payı artarken özel kesimin payı düşmüştür. Menkul kıymetlerin GSYH içindeki yükselen payı kamu kesiminin, özellikle hazinenin bono ve tahvil gibi borçlanma araçlarından oluşmaktadır. Bu durum, devletin 1989 öncesi dönemde kamu finansman gereğini vergi gelirleri yoluyla karşılarken, bu dönemde finansal piyasalar aracılığıyla karşıladığını göstermektedir. Dolayısıyla kamu kesimi bu dönemde sermaye piyasalarında %90’lara yakın hacimsel ağırlığa sahip olmuş ve sermaye piyasalarındaki fonların çok büyük bir kısmını menkul kıymetler yoluyla çekerek özel kesimi bu piyasadan dışlamıştır (Alp ve Oğuz, 2011: 297-317). 1986 yılında faaliyete geçen İMKB’de işlem hacmi, işlem gören şirketlerin piyasa değeri ve İMKB 100 endeksi, yıllar itibariyle gelişme gösterse de bazı yıllardaki dalgalanmalar dikkat çekmektedir (Şekil 4.3). 127 120000 1800 1600 1400 80000 1200 1000 60000 800 40000 600 İMKB 100 Milyon $ 100000 400 20000 200 0 0 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Hisse senedi İşlem Hacmi Piyasa Değeri İMKB 100 Şekil 4.3. Sermaye Piyasası Göstergeleri Kaynak: Thomson Reuters Data Stream *Hisse senedi işlem hacmi ve İMKB’de işlem gören şirketlerin toplam piyasa değeri, milyon $ cinsinden birincil dikey eksende gösterilmektedir. İkincil dikey eksen, dolar bazında İMKB Ulusal 100 endeksini vermektedir. 1988 yılında 15 milyon ABD doları olan İMKB işlem hacmi, 1994 yılında 23 milyon ABD dolarını aşmıştır. 1994 yılından sonra hızla yükselmeye başlayan hisse senedi işlem hacmi 1999 yılında 80 milyon ABD dolarına çıkmıştır. Bununla birlikte sermaye piyasasında işlem gören şirketlerin piyasa değeri 1994 yılında yaşanan ekonomik krizin etkisiyle düşüşe geçmiş, 1997 ve 1999 yıllarında ise sırasıyla 61 milyon ve 114 milyon ABD dolarına yükselmiştir. İşlem hacminin büyümesinin ve bu anlamda olumlu bir görüntü sergilemesinin kaynağını yine kamu borçlanma araçları oluşturmaktadır. Bu piyasa koşulları, ele alınan dönemde özel kesimin sermaye piyasası kanalıyla finansmanını neredeyse imkansız kılmış ve vade yapısını etkilemiştir. Uzun vadeli olması gereken finansman vadeleri büyük ölçüde kısalmıştır (Alp ve Oğuz, 2011: 297). İMKB 100 endeksine bakıldığında, Türkiye Sermaye Piyasaları’nda 1997 Asya Krizi’nin etkileri görülmektedir. 1988 yılında dolar bazında 120 olan endeks değeri 1997’de 1.000’e yaklaşmış, ardından yaklaşık 500 puan değer kaybetmiştir. Hisse senedi yatırımcılarının büyük çoğunluğu yabancılardan oluşan ve ekonomik gelişmelere aşırı duyarlı olan İMKB 100 endeksi, 1999 yılına gelindiğinde uluslararası piyasalardaki iyileşmeye bağlı olarak hızla 1.700 düzeylerine çıkmıştır. 128 Toplulaştırılmış parasal göstergeler olarak M1, M2 ve M2Y son yıllarda finansal sistemin büyüklüğünü ve gelişme düzeyini göstermekte sıkça kullanılmaktadır. 1984 yılından itibaren görülen döviz mevduatlarındaki artış nedeniyle parasal göstergelere M1 ve M2’den sonra M2Y de dahil edilmiştir. Şekil 4.4’te finansal sistemin büyüklüğünü gösteren parasal göstergeler verilmektedir. 60 50 %GSYİH 40 30 20 10 0 M1 M2 M2Y Şekil 4.4. Parasal Göstergeler (1980-1999, %GSYH) Kaynak: İstatistiki veriler, Yeldan (2009: 131) ve TCMB verilerinden derlenmiştir. Şekil 4.4’e göre 1980-1999 döneminde para arzının payı (M1/GSYH) düşmüştür. 1980’lerin başında yaklaşık %14 düzeylerinde olan bu oran, 1999 yılında %6’lara kadar gerilemiştir. Bu durum ekonomide finansal gelişmişliğin bir göstergesi olarak dolaşımdaki para miktarının ve vadesiz banka mevduatlarının azaldığına dolayısıyla bu dönem içinde finansal varlıklara olan talebin arttığına işaret etmektedir. Geniş tanımlı para arzının payı (M2/GSYH) ise uzun yıllar fazla değişiklik göstermese de 1990’lı yılların sonunda hızla artmaya başlamıştır. Dolayısıyla hanehalklarının bankacılık kesimini kullanma düzeyi yükselmiştir. Bununla birlikte ele alınan dönemde para ikamesinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Döviz mevduatlarının 1990’lar boyunca sürekli olarak yükselmiş olması finansal gelişmedeki artışın bir kez daha döviz mevduatlarının yükselmesinden kaynaklandığına işaret etmektedir. 1990’lı yıllarda finansal sistemde görülen yapısal sorunların en önemlilerinden birini bankacılık kesiminin sorunları oluşturmaktadır. Öncelikle bu yıllarda yurt dışından borçlanma gereksiniminin artmasıyla kamu kesiminin finansman açığı için giderek artan 129 miktarda kamu bankalarının kaynakları kullanılmıştır. Kamu bankalarından “görev zararı” tanımı ile kullanılan bu kaynaklar, Hazine tarafından zamanında geri ödenmemiştir. Bu nedenle likiditesi zayıflayan bu bankaların kısa vadeli borçlanma gereksinimi artmış, bankaların rolü ve fonksiyonları hükümetlere son derece bağımlı hale gelmiştir (Özince, 2008). Şekil 4.5’te kamu sermayeli bankaların toplam aktifler içindeki payının giderek düşmesinin gerisinde yatan neden, kamu bankalarına asli fonksiyonları dışında verilen bu görevler ve bu görevlerden doğan zararlar ile yönetimdeki zayıflıkların bu bankaların finansal yapılarını önemli ölçüde bozmuş olmasıdır (BDDK, 2009). Şekil 4.5’te serbestleşmeyle birlikte sisteme entegre olmaya çalışan yabancı sermayeli bankalar ile diğer kamu ve özel sermayeli bankaların sektördeki toplam aktifler içindeki payları gösterilmektedir. 60 Aktif Payı (%) 50 40 30 20 10 0 Yabancı Bankalar Kamu Sermayeli Bankalar Özel Sermayeli Bankalar Şekil 4.5. Banka Gruplarının Sektör İçindeki Aktif Payları (%) Kaynak:Türkiye Bankalar Birliği İstatistiki Raporları Bankaların sahip oldukları sermaye stoku veya finansal aracılıktaki payı sektördeki toplam aktifler içindeki payını göstermektedir. Buna göre ele alınan dönemde yabancı sermayeli bankaların aktif büyüklük açısından yeterli büyümeyi gösteremediği, sektördeki toplam aktifler içinde 1990’lı yılların sonunda ancak %5 düzeyinde bir paya sahip olduğu görülmektedir. Yabancı sermayeli bankaların sektör payının düşük olmasındaki en büyük etken ise bu dönemde ülkedeki sistemik riskin yüksek düzeyde seyrediyor olması ve risk ve kurumsal yönetim uygulamalarının yetersiz olması nedeniyle bankacılık kesiminin likidite, faiz ve kur riskine aşırı duyarlı olmasıdır (BDDK, 2009; Çolak ve Yiğidim, 2001: 20). 130 Dönem itibariyle bankacılık kesimine ilişkin seçilmiş göstergeler Çizelge 4.5’te verilmektedir. Çizelge 4. 5. Bankacılık Kesimine İlişkin Göstergeler (1988-1999) 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Toplam Mevduat 15,7 16,6 15,7 15,9 18,3 19 Vadesiz 3,4 3,4 3,3 2,8 2,5 1 24,6 26 0,9 0,7 29,3 27 27,7 39,5 0,7 0,7 0,5 0,8 7,2 8,8 8,3 8,1 8,1 5,3 7,6 8,1 10,5 9,8 11,2 16,3 4,2 3,8 3,6 4,7 7,3 12,7 16,2 17,3 18 16,5 16 22,4 17,6 16,1 16,5 12,4 12,7 14 13,3 16,5 18,5 21,7 19,4 20,1 Krediler/Aktifler 40,7 42,2 47 43,9 41,8 41,4 39,1 42,5 43,1 45,5 38,2 30,1 Likit Aktifler/Toplam 40,4 37,5 32,8 35,6 38,4 41,4 39,3 36,9 36,4 33,5 32,4 35,9 Mevduat/GSYH Vadeli Mevduat/GSYH Döviz Tevdiat Hesabı/GSYH Toplam Krediler/GSYH Aktifler Kaynak: Boratav ve Yeldan (2001), Türkiye Bankalar Birliği İstatistiki Raporları Bankacılık kesimine ilişkin göstergeler, söz konusu dönemde vadeli mevduatların ve döviz tevdiat hesabının GSYH içindeki payının yıllar itibariyle sürekli arttığını göstermektedir. Bunun başlıca nedenini finansman açığının menkul kıymetleştirme yoluyla kapatılmaya çalışılması nedeniyle reel faiz oranlarının ve dolayısıyla vadeli mevduat oranlarının yükselmiş olmasıdır. Bunun yanında faiz oranlarının serbestleştirilmesiyle ekonomide pozitif reel faiz oranlarının görülmesi ve döviz tevdiat hesabına ilişkin yeni olanaklar, hanehalkları için finansal derinliğin gelişmesine öncülük etmiş ve döviz mevduatlarını artırmıştır (Boratav ve Yeldan, 2001: 8). Ele alınan dönemde enflasyonist eğilimler ve belirsizlikler nedeniyle artan para ikamesi de döviz mevduatlarının toplam mevduatlar içindeki payını artırmış ve sektördeki kur ve likidite riski yükselmiştir (Özince, 2008). Bununla birlikte 1990’lı yıllarda kredilerin toplam aktifler içindeki payı 1988 yılında %40,7 iken 1999 yılında %30,1’e düşmüştür. Bu nedenle 1990’lı yıllarda finansal derinleşmenin öncülüğünü kamu kesimi menkul kıymetlerinin ve döviz mevduatlarının yaptığı görülmektedir Yatırımcı güvenindeki azalma ve yüksek reel faizlerle birlikte görülen bu olumsuzluklar, aracılık maliyetlerindeki artışların56 da eklenmesiyle sektörde finansal aracılık fonksiyonunun etkinliğini bozmuştur (BDDK, 2009). Dolayısıyla bu dönemde Bu dönemde finansal araçlar ve finansal hizmetlere ilişkin aracılık işlemleri üzerinden vergi alındığı için finansal kurumların aracılık maliyetleri yükselmiştir. Likidite yükümlülüklerine ek olarak getirilen vergi ve benzeri finansal yükler aracılık maliyetlerini artırmıştır. Bu nedenle finansal araçlara ve hizmetlere olan talep sınırlanmış, kaynaklar finansal sistem dışına ya da yurt dışına yönelmiştir (Özince, 2008). 56 131 bankacılık sektörü finansal serbestleşme çerçevesinde kendisinden beklenen işlevleri yerine getirememiş, asli fonksiyonu olan aracılık işlevinden uzaklaşmıştır. Bu gelişmelerle birlikte söz konusu dönemde bankalar ve finansal kurumların risklerini sınırlandıracak denetim ve gözetim mekanizmalarının yetersizliği, uluslararası standartlara uyarlanma çabaları ve bu aşamada karşılaşılan güçlükler, mevduata tam güvence veren mevduat sigortası uygulaması gibi hususlar bankacılık kesimini daha kırılgan hale getirmiştir. Hazine Müsteşarlığı, TCMB, SPK, Başbakanlık, Sayıştay gibi kurumların hep birlikte denetimden sorumlu olması uygulamada çok başlılık yaratmıştır (BDDK, 2009). Neticede, 1990’lı yılların sonunda bankacılık sektörü genel itibariyle benzer ekonomilere görece küçük ölçekli ve parçalı yapıda, reel kesimden çok kamu finansmanını destekleyen, kredilerin milli gelire oranının düşük olduğu, sektöre yeni girişlerin etkisiyle yoğunlaşmanın az olduğu ve küresel sermayenin az ilgi gösterdiği bir sektör görünümünde olmuştur (BDDK, 2010b). Bunların yanında özkaynak (sermaye) yetersizliği, zayıf aktif kalitesi, piyasa risklerine aşırı duyarlılık, yetersiz iç denetim, risk ve kurumsal yönetim alanında eksiklikler, şeffaflık ve piyasa disiplini gibi yapısal zayıflıklar bankacılık kesimini krizlere açık hale getirmiştir. 4.3. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Finansal Krizleri 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte Türkiye’de uygulamaya geçirilen deregülasyon politikaları, bankacılık kesiminin finansal sistem içindeki yerini değiştirmiş /dönüştürmüştür. Bu çerçevede 2000’li yılların başında yaşanan krizlerin ardından ağırlık verilen finansal sistemin yeniden yapılandırma girişimlerinin odak noktasını bankacılık sistemi oluşturmaktadır. Krizlerin ortaya çıkış nedenlerinin, bu süreçte gerçekleştirilen reformların ve bankacılık kesimine etkilerinin incelenmesi, 2001 yılından sonra başlatılan yeniden yapılandırma girişimlerinin önemini ortaya koymaktadır. 4.3.1. Kriz öncesi reformlar ve krizlerin oluşumu 1999 yılı sonunda IMF ile imzalanan 17. stand by anlaşmasının ardından Aralık ayında TCMB tarafından “Enflasyonla Mücadele Programı” adı altında üç yıllık süreyi (2000-2002) kapsayan bir istikrar programı uygulamaya konulmuştur. Hazine Müsteşarlığı ve TCMB 132 tarafından IMF’ye sunulan Niyet Mektubu’nda; kamu kesimine ilişkin politikalara, mal ve finans piyasasında belirsizliğin azalmasını sağlayacak para ve kur politikalarına ve yapısal düzenlemelere yer verilmiştir.57 Dezenflasyon hedefinin ön plana çıkarıldığı programda, enflasyon oranının 2000 yılı sonunda %25’e, 2002 yılı sonunda ise tek haneli rakama düşürülmesi hedeflenmiştir. Bunun yanında Euro ve ABD dolar paritesi enflasyon hedefine çapalanmış, Temmuz 2001’de ise kontrollü sürünen pariteden esnek kur sistemine geçme kararı alınmıştır (Akyüz ve Boratav, 2003). Programda, Türkiye’deki enflasyon sürecinin güven eksikliğine ve beklentilere bağlı yapışkan türden bir enflasyon olduğundan hareketle kamu sektörü temel dengesi kavramı geliştirilmiştir. Buna göre 1999 yılı itibariyle ulusal gelire oranla %2,8 açık veren kamu kesimi dengesinin, %3,7 seviyesinde fazlaya yükseltilmesi hedeflenmiştir (Yeldan, 2009: 163). Ancak alınan kararlar kalıcı yapısal reformlardan ziyade geçici olarak kamu kesimi açıklarını kapatmaya yönelik gelir sağlama politikaları ile sınırlı kalmıştır. Para politikası alanında ise merkez bankası bilançosunda yer alan para tabanına yönelik değişikliğe gidilmiştir. Net iç varlıklar ve net dış varlıklardan oluşan para tabanında net iç varlıklar kalemine üst limit getirilmiş, ayrıca bankacılık kesiminin taleplerinin karşılanabilmesi için zorunlu karşılık oranları azaltılmıştır. İç varlıklara sınırlama getirildiğinden, para tabanının genişlemesi yalnızca dış varlıkların artmasına bağlı kılınmıştır. Bu durumda merkez bankası, bankacılık sistemine borçlanarak ya da IMF kredisi kullanarak para tabanını genişletemeyecek, ancak bankalardan döviz satın alarak emisyon hacmini genişletebilecektir. Yani istikrar programı çerçevesinde merkez bankası bir para kurulu (currency board) gibi işlev görecek, parasal genişleme döviz giriş çıkışlarıyla, dolayısıyla sermaye girişleriyle sağlanacaktır. Merkez bankasının sterilizasyon yapmayacağı anlamına gelen bu uygulamanın faiz oranlarını da düşüreceği beklenmiştir (Yeldan, 2009: 168). Programda son olarak yasal ve kurumsal düzenlemelerden oluşan yapısal reformlar ele alınmıştır. Yapısal reformlarla, Türkiye’de bankacılık kesiminde yapılan düzenlemelerin IMF ile stand by anlaşması imzalanmadan önce Haziran ayında, bu anlaşmanın ön koşulu olarak Bankalar Kanunu’nda değişiklikler öngören tasarı yasalaşmıştır. Buna göre; idari ve finansal açıdan bağımsız bir bankacılık gözetim ve denetim kurumunun kurulması, kredi tanımının genişletilmesi, dolaylı kredi özkaynak ilişkisinin daraltılması, konsolide bazda denetimin getirilmesi, risk yönetiminin düzenlenmesi ve sorunlu bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi, öngörülen değişiklikler arasındadır (Özince, 2008). 57 133 uluslararası standartlara uyumlaştırılması konusunda adımlar atılması hedeflenmiştir. Ele alınan hedeflerin uygulamaya geçirilmesi ile birlikte Türkiye’nin küresel ekonomiyle bütünleşmesinin sağlanacağı savunulmuştur (Ongun, 2001, BDDK, 2001a). Gerçekleştirilen yasal ve düzenleyici reformlar Çizelge 4.6’da gösterilmektedir. Çizelge 4.6. Kriz Öncesi Yapısal Reformlar Haziran 1999 4389 Sayılı Bankalar Kanunu Hedef Bankacılık sektöründe gözetim ve denetim çerçevesinin uluslararası standartlarla uyumlaştırılması Banka gözetiminden ve denetiminden sorumlu BDDK kuruldu Asgari sermaye yeterliliği artırıldı Sermaye yeterliliğinin ölçülmesine ilişkin esaslar getirildi Krediler için karşılık ayrılması kararı alındı Finansal bünyesi bozulan bankalar hakkında alınacak tedbirler belirlendi Mevduata tam güvence uygulamasına son verilmek üzere karar alındı Aralık 1999 4491 Sayılı Yasa ile Bankalar Kanunu’nun Revizyonu BDDK’nın faaliyetlerinde şeffaflığının ve bağımsızlığının artırılmasını amaçlayan değişiklikler yapıldı Bankaların kullandırabilecekleri kredilere ilişkin hükümler getirildi Yabancı para pozisyonlarına ilişkin risklere karşı konsolide esasına göre hesaplama yükümlülüğü getirildi Banka kurmak için aranılan koşullar ağırlaştırıldı TMSF denetiminde bulunan bankaların yeniden yapılandırılması ve özelleştirilmesi kararı alındı Özel finans kurumları Bankalar Kanunu’na tabi tutuldu Kaynak: BDDK (2001a) ve TBB (2001)’den derlenmiştir. Haziran 1999’da yürürlüğe giren 4389 sayılı Kanun ile uluslararası uygulamalara paralel biçimde bankacılık sektöründe gözetim ve denetimden sorumlu tüm kamu birimleri BDDK bünyesinde birleştirilmiş ve Kurum, Ağustos 2000 tarihinden itibaren fiilen çalışmaya başlamıştır (BDDK, 2009). Enflasyonla Mücadele Programı’nın açıklanmasının ardından piyasada oluşan iyimser beklentiler nedeniyle öncelikle 2000 yılı Ocak ve Şubat aylarında İMKB Ulusal 100 endeksi spekülatif bir canlanma yaşamış ve dolar bazında 1.700 düzeyine yükselmiştir. 134 2000 1800 1600 İMKB 100 1400 1200 1000 800 600 400 200 0 Tem.98 Şub.99 Ağu.99 İMKB 100 Mar.00 Eki.00 Nis.01 Kas.01 May.02 Doğrusal (İMKB 100) Şekil 4.6. İMKB Ulusal 100 Endeksi Kaynak: Thomson Reuters Data Stream Bu arada Hazine, iç borçlanma faiz bandını %32-36 seviyelerine düşürmüştür. Faiz oranlarındaki gerileme ve gelecekle ilgili olumlu beklentiler sonucunda küçük yerli yatırımcıların hisse senedi piyasasına yönelmeleri, borsanın 2000 yılına hızlı bir yükselişle başlamasını sağlamıştır. Yerli yatırımcıların iyimser beklentilerine karşı Türkiye’deki şirketlerin GOÜ’lerdekine görece pahalı konumda olması piyasadan çıkışlara neden olmuştur. Mayıs ayından itibaren yeni kaynak girişi olmayan borsa sıkışmaya başlamış ve enflasyondaki gerilemeye de tepki vermeyince hacimsiz bir biçimde gerilemeye devam etmiştir (TBB, 2000). Programın açıklanmasıyla gerileyen iç borçlanma faiz oranlarındaki düşüş, bankacılık kesimi faiz oranlarına yansımıştır. Faizlerdeki hızlı düşüşle birlikte iç talep genişlemiş ve bunun etkisiyle büyüme hızı ilk altı ay içinde %8 düzeylerine çıkmıştır. Tüketiciler için DİBSve mevduat faiz oranları hem beklenen hem gerçekleşen enflasyona göre eksi değerlere inmiştir. Bu da kredilerin, özellikle tüketici kredilerinin reel olarak %300’ün üzerinde hızla artmasına neden olmuştur (Ongun, 2001; Uygur, 2001; Çolak, 2001). Bu döneme ait temel makroekonomik göstergeler Çizelge 4.7’degösterilmektedir. 135 Çizelge 4. 7. Temel Makroekonomik Göstergeler (2000-2002) 2000 2001 2002 GSYMH (%) 6,3 -9,5 7,8 Enflasyon (%) 39 68,5 29,7 Dış Açık (Milyar $) -26,8 -10 -15,7 Cari Açık (Milyar $) -9,8 3,4 -1,5 Dış Borç Stoku (Milyar ($) 119 114 131 Dış Borç Stoku/GSMH 59 79 70,6 İç Borç Stoku/GSMH 29 69 54,5 Kamu Açığı/GSMH (%) -7,7 -11,9 -11,2 KKBG/GSMH (%) 11,6 16,4 12,8 İhracat/GSMH (%) 21,4 23,6 23,8 İthalat/GSMH (%) 22,9 18,3 20,8 Sermaye Hesabı (Milyon $) 9.584 -14.557 1172 Kaynak: Tokgöz (2007: 315-318), www.tuik.gov.tr. TL.’nin aşırı değerlenmesinin önüne geçilebilmesi ve cari açığın düzelebilmesi için enflasyon oranının program hedefi düzeyine düşürülmesi gerekirken, enflasyon beklenenin 19 puan üzerinde gerçekleşmiştir. Döviz kurunun çapa olarak kullanılması nedeniyle enflasyon kur artışına göre yüksek olmuş, TL.’nin aşırı değerlenmesinin önüne geçilememiştir. TL.’nin reel olarak değerlenmesi ve iç talepteki genişleme ihracatın yavaşlamasına, bu da döviz gelirlerinin azalmasına neden olmuştur. Bu gelişmelerle birlikte cari açık, programda 3-4 milyar dolar öngörülürken, 9,8 milyar $ olarak gerçekleşmiştir. Cari açığın sürdürülebilmesi için gerekli dış kaynak girişi sağlanamayınca borçlanma yoluyla finansman zorunlu hale gelmiş ve Türkiye’nin kısa vadeli dış borçları yükselmiştir (Ongun, 2001; Uygur, 2001). Böylece cari işlemler açığında ortaya çıkan büyük sapma, hükümetin program çerçevesinde taahhüt edilen reformları gerçekleştirmek konusundaki tavrı ile birleşince yabancıların Türkiye ekonomisi hakkındaki olumlu tavrı olumsuza dönmüştür. Bu arada yaşanan dış iktisadi koşullarla birlikte finansal piyasalarda yaşanan sıkışıklık piyasa katılımcılarında güven bunalımına yol açmış ve 21-22 Kasım 2000 tarihinde finansal kriz çıkmıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005). Sönmez (2006: 354)’e göre Kasım 2000 tarihinde bankaların likit olmaması krizi tetikleyen önemli bir unsur olmuştur. Sorunlu bankalar ancak portföylerindeki DİBS’leri daha sonra geri almak üzere merkez bankasına satarak likidite sağlayabildiklerinden, çok yüksek faiz oranları üzerinden repo yapmışlardır. Merkez bankası ise IMF ile yaptığı standby anlaşması gereği bankalara açtığı krediyi ve açık piyasa işlemlerini (APİ) 136 genişletememiştir. Ancak kriz sürecinde merkez bankası, IMF’nin onayıyla bankalara APİ yoluyla TL. cinsinden likidite sağlamış ve belirli bir süre net iç varlıklarını artırarak emisyona gidebilmiştir. Ancak APİ sonucunda merkez bankasının rezervleri büyük ölçüde azalmıştır. Bu nedenle IMF’nin Türkiye’ye Ek Rezerv Kolaylığı kapsamında 9.120 milyon $ tutarında kredi açması karara bağlanmıştır. IMF’den sağlanan kaynak ile kontrol altına alınan krizin ardından krizin etkilerinin giderilmesinde başarılı olamayan ekonomi yönetimi nedeniyle bekleyişler yeniden olumsuza dönmüştür. Bununla birlikte 19 Şubat 2001 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu toplantısında yaşanan siyasi gerginlik, hassas olan ekonomide şok etkisi yaratmış ve Hazine’nin o güne kadar gerçekleştirdiği en büyük borçlanmayla çakışması eklenince Kasım ayında yaşanandan çok daha ağır bir finansal kriz çıkmıştır. Bankalararası faizler %2.300 düzeylerine yükselmiş, 20 Şubatta TL sıkışıklığına bağlı olarak yaşanan ve bankaların yükümlülüklerini yerine getirememeleri nedeniyle ortaya çıkan ödemeler sistemi krizi, finansal krizin daha da ağırlaşmasına ve döviz talebinin artmasına neden olmuştur. Merkez bankasının döviz rezervlerinin erimesi ve faiz oranlarının yükselmesiyle Hükümet, 22 Şubat tarihinde döviz kurunun dalgalanmaya bırakıldığını açıklamıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005). Kurların dalgalanmaya bırakılmasının ardından merkez bankası, ödemeler sistemine işlerlik kazandırmak amacıyla piyasaların TL ihtiyacını karşılamaya başlamış ve bunun sonucunda kısa vadeli faiz oranları %80 düzeyinde gerilemiştir (BDDK, 2009). Böylece, IMF’nin önerileriyle şekillenen ve uygulamaya geçirilen Enflasyonla Mücadele Programı, Türkiye’de yaşanan iki ağır finansal krize neden olarak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 4.3.2. Krizlerin bankacılık kesimine etkileri ve kriz yönetimi Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nden bankacılık sisteminin olumsuz etkilenmesine neden olan mekanizma Şekil 4.7’de gösterilmektedir. Buna göre söz konusu krizlerden önce özel bankaların geleneksel bankacılık faaliyetlerinden uzaklaşarak DİBS ticaretine yöneldikleri ve dolayısıyla yüksek faiz riskine açık oldukları, özkaynak yetersizliğine sahip oldukları, kredi riskini ölçme ve değerlendirmede gerçekçi olmadıkları, vade uyumsuzluğuna ve kısa vadeli dış kredi kullanımının neden olduğu aşırı açık döviz pozisyonuna ve kur riskine sahip oldukları ölçüde kırılgan bir yapı sergiledikleri görülmektedir (Sönmez, 2006: 354). 137 Vade uyumsuzluğu Faiz oranlarında ani artış TL'de ani değer kaybı Fonlama zararları Menkul kıymetler portföyünün değerinde düşüş Açık pozisyonlar Kambiyo zararı Aktif kalitesinde düşüş Kredi riskinde artış Ekonomik faaliyetlerde Daralma SONUÇ: ÖZKAYNAK AŞINMASI VE BAZI BANKALARIN ÖDEME GÜÇLÜĞÜNE DÜŞMELERİ Şekil 4.7. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin Bankacılık Kesimine Etkileri Kaynak: Altıntaş ve Çetin (2006). Özellikle 2000 yılında bankacılık kesiminin aktif ve pasif yapısındaki olumsuz gelişmeler ve sektörde bankacılık ilkelerine uygun çalışmayan bankaların sistem dışına çıkarılmaması, sektörün likidite, faiz ve kur riskine (piyasa riski) karşı duyarlılığını artırmıştır. Aralık 1999 tarihine kadar Hazine Müsteşarlığı’nın, sonrasında BDDK’nın sorumlu olduğu sistemin denetimindeki zayıflık ve yavaşlık, daha sonra paniğe dönüşmüş ve paniğin önlenmesine yönelik alınan önlemler, sistemin yeniden yapılandırma maliyetlerini artırmıştır. TCMB’nin reeskont ve kanuni karşılıklar politikasına başvurmaması ve Şubat 2001 Krizi’nde TC. Ziraat Bankası’nın likidite sıkışıklığını aşmak için istediği 1,8 katrilyon TL’lik krediyi vermemesi de krizin derinleşmesine neden olmuştur. Bu olumsuz gelişmelere rağmen TCMB, BDDK ve Hazine Müsteşarlığı’nın bankacılık kesiminde yaşanan krizin nedenleri ile ilgili olarak ortaya koyduğu tespitler; banka sayısının fazla olması, kamu bankalarına ait görev zararları, bankaların sermaye yetersizliği ve kredi politikalarındaki yanlışlıklardan oluşmaktadır (Çolak, 2001). 138 40 35 69 30 25 43 20 69 73 74 71 73 75 78 81 87 84 66 50 15 10 5 0 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 1980 1985 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Kamu Sermayeli Bankalar Yabancı Sermayeli Bankalar Özel Sermayeli Bankalar Toplam Banka Sayısı TMSF Bankaları Şekil 4.8. Banka Sayısı (1980-2001) Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Şekil 4.8’den banka sayıları incelendiğinde, 1985 yılında toplam 50 olan banka sayısının sektöre banka girişine yönelik engellerin kaldırıldığı Bankacılık Kanunu’nun ardından 1990 yılında 69’a, 1999’da ise en yüksek değeri olan 87’ye yükseldiği görülmektedir.58 Ancak 1999’dan sonra krize bağlı olarak tasfiye, devir ve birleşmeler nedeniyle banka sayısında hızlı bir azalma görülmüştür. Sistemde yerli ve yabancı özel sermayeli bankaların açılmasıyla birlikte 1980’li ve 1990’lı yıllar süresince kamu sermayeli bankaların ağırlığı azalmıştır. Bununla birlikte 1980 yılında sektörde yalnızca 4 yabancı banka bulunmakta iken, serbestleşme reformlarının ardından yabancı banka sayısı yükselerek 1999’da 18’e ulaşmış, 2000 ve 2001 Krizleri’nin ardından bu sayı 15’e düşmüştür. Krizlerin etkisiyle Bankalar Kanunu’nda belirtildiği üzere yükümlülüklerini yerine getiremeyen bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devri uygulamasıyla Egebank, Sümerbank, YurtBank, Yaşarbank ve Esbank’a 1999 yılında el konulmuştur. El 1990’lı yıllarda banka sayısının sürekli olarak artış göstermesi, bu dönemde iç borçlanmanın ve reel faiz oranlarının artışına paralel olarak bankacılık sektöründe yükselen kâr oranları ile açıklanmaktadır. Ancak banka sayısındaki bu yükselme, üretim ve ticaret hacmindeki gelişmelerden çok, kamu finansmanı için çıkarılan menkul kıymetlerin ve spekülatif sermayenin hacmindeki genişlemelere dayanmakta ve bu anlamda sağlıksız bir gelişmeye işaret etmektedir. Nitekim Türk bankacılık sektöründe 1980 sonrasında gerçek yatırım bankacılığı ciddi bir gerileme içerisine girmiştir (Köne, 2003). Bu dönemde yatırım bankacılığının ciddi bir gelişme gösterememesinin altında yatan sebep ise sektöre yönelik yapılan dışsal müdahaleler ve düşürülemeyen enflasyonun yol açtığı belirsizlik ortamıdır. Bu nedenle kalkınma ve yatırım bankacılığının sistem içindeki payı 2001 yılında ancak %4 düzeyinde gerçekleşebilmiştir (Çolak ve Yiğidim, 2001: 20). 58 139 konuldukları tarihte bilanço zararları mevduatlarından az olmasına rağmen, söz konusu bankalar mevduatları ödenerek tasfiye edilmek yerine TMSF’ye devredilmiştir. Bunu takiben Temmuz 2000’de Bank Kapital ve Etibank’a, Kasım 2000 Krizi’nin zor duruma düşürdüğü Demirbank’a Aralık 2000 tarihinde el konulmuştur. Hangi bankaların TMSF’ye devredileceği konusundaki ölçütlerin açık olmaması finansal piyasalarda belirsizlik yaratmış ve bu belirsizlik Şubat 2001 Krizi’nden sonra daha da artmıştır (Esen, 2005). 2001 yılında da toplam 8 bankanın TMSF’ye devredilmesiyle sektörde banka sayısı 66’ya gerilemiştir. Kasım 2000 tarihinde yaşanan kriz, bankacılık kesiminin piyasa risklerine duyarlılığının arttığı bir yapıda ortaya çıkmış ve kriz nedeniyle faiz oranlarının önemli ölçüde yükselmesi özellikle gecelik borçlanma ihtiyacı olan kamu bankalarıyla TMSF kapsamındaki bankaların finansal yapılarını daha da bozmuştur. TL’nin dalgalanmaya bırakıldığı bir ortamda, kriz öncesi likidite ve faiz riski nedeniyle sorunlar yaşayan bankacılık kesimi, kriz sonrasında kur riskinden kaynaklanan kayıplarla karşı karşıya kalmıştır. Kriz döneminde faiz oranlarının hızla artması fonlama maliyetlerini yükseltmiş ve menkul değerler cüzdanının piyasa değerini azaltarak banka bilançolarını olumsuz yönde etkilemiştir (BDDK, 2001a; BDDK, 2001b). Ortaya çıkan fonlama ve sermaye piyasası işlem zararları, krizle birlikte bankacılık kesiminin kârlılık performansını bozmuştur (Çizelge 4.8). 2000 yılı itibariyle net zararların özkaynaklara oranı %90’lara yaklaşırken 2001 yılı Aralık ayında ancak %70’ler düzeyine inebilmiştir.59 Sektörde kârlılığın düşük olması, bankaların sorunlu krediler nedeniyle ayırdıkları karşılıkların yetersiz kalmasına ve sermaye tabanının zayıflamasına neden olmuştur. BDDK 2001 yılı raporuna göre 2001 yılı Haziran ayı itibariyle bankacılık sektörünün zararı 3,9 milyar dolar olmuştur. Faizlerdeki artış, kısa vadeli fon talebi çok yüksek olan kamu ve TMSF bankalarının ciddi zararlarla karşılaşmasına neden olurken, likit olan özel ve yabancı bankaların faizlerdeki yükselme nedeniyle karşılaştıkları fonlama zararları sınırlı kalmıştır. 59 140 Çizelge 4.8. Türk Bankacılık Sistemi Bilançosu (2000-2001) Rasyolar (%) 2000 2001 (Özkaynak+Toplam Kâr)/Toplam Aktifler 6,9 7,2 (Özkaynak+Toplam Kâr)/(Mevduat+Mevduat Dışı Kaynaklar 8,2 8,3 Net Çalışma Sermayesi/Toplam Aktifler -1,7 -0,8 (Özkaynak+Toplam Kâr)/(Toplam Aktifler+Gayri Nakdi Krediler 3,4 4,7 Toplam Krediler/Toplam Aktifler 32,9 24,6 Takipteki Krediler/Toplam Krediler 11,6 23,2 Duran Aktifler/Toplam Aktifler 14,8 33,6 YP Aktifler/YP Pasifler 75,9 83,7 Likit Aktifler/Toplam Aktifler 32,2 33,3 Likit Aktifler/(Mevduat+Mevduat Dışı Kaynaklar) 37,9 38,5 YP Likit Aktifler/YP Pasifler 35,9 38,3 Net Kâr (Zarar)/Ortalama Toplam Aktifler -3,6 -3,8 Net Kâr (Zarar)/Ortalama Özkaynaklar -89,8 -69,9 Net Kâr (Zarar)/Ortalama Ödenmiş Sermaye -71,9 -63,4 Sermaye Rasyoları Aktif Kalitesi Likidite Kârlılık Gelir-Gider Yapısı Takip. Alacak Sonrası Net Faiz Geliri/Ortalama Toplam Aktif 3,5 4,7 Faiz Gelirleri/Faiz Giderleri 127,7 145,2 Faiz Dışı Gelirler/Faiz Dışı Giderler 19,8 -47,9 Toplam Gelirler/Toplam Giderler 95,8 106,6 Takipteki Alacak Karşılığı/Toplam Krediler 4,3 16,3 Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği TL’nin değer kaybı, kredi ve faiz riski nedeniyle ayrılan karşılıklar, Türkiye bankacılık sisteminde Aralık 2000’de 10,7 milyar $ olan özkaynak tutarının, 2001’de 8,3 milyar $’a gerilemesine neden olmuştur (TBB, 2002a). 2000 yılı sonuna göre Aralık 2001 itibariyle TL cinsinden aktifler %28 oranında büyürken yabancı para aktifleri %118 düzeyinde büyümüştür. Buna karşılık TL cinsinden pasifler %27, yabancı para pasifleri ise %98 düzeyinde artmıştır. Toplam aktifler içinde kredilerin payı 8 puan düşerek yaklaşık %25’e kadar gerilemiştir. Duran aktiflerin payı ise 19 puan artarak %34’e yükselmiştir. Bu dönemde duran aktiflerdeki artış, yatırım portföyü de dahil olmak üzere menkul kıymetlerdeki artıştan ve bunlara yönelik düzenlemelerden kaynaklanmıştır. Likit aktiflerin toplam aktifler içindeki payında da aynı nedenle artış görülmüştür (TBB, 2002b). 141 2001 yılı sonunda faiz gelirlerinin faiz giderlerine oranı bir önceki yıla göre yaklaşık %20 oranında büyümüştür. Ancak devalüasyon nedeniyle kambiyo zararlarındaki artışa bağlı olarak faiz dışı gelirlerin faiz dışı giderler içindeki payı negatife dönmüştür. Kredi karşılıklarındaki artışın, giderlerin büyümesinde önemli etkisi olmuştur (TBB, 2002b). Bankacılık kesimine ilişkin bazı seçilmiş finansal göstergelerin GSMH içindeki payları Şekil 4.9’dan izlenebilmektedir. 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 1980 1990 Toplam Aktif/GSMH (%) 1994 1999 Toplam Krediler/GSMH (%) 2000 2001 Toplam Mevduat/GSMH (%) Şekil 4.9. Bankacılık Kesiminde Finansal Göstergelerin Gelişimi (%GSMH) Kaynak: TBB ve TÜİK verilerinden hesaplanmıştır. *Toplam mevduatlar vadeli, vadesiz mevduatları ve döviz mevduatlarını içermektedir. 1994 yılında ekonomide yaşanan kriz nedeniyle bankacılık kesiminin GSMH içindeki toplam aktif payı 1990 yılına göre 2 puan azalmıştır. Ancak krizin olumsuz etkileri kısa sürede atlatılmış ve 1999 yılına kadar aktif payı yeniden artışa geçmiştir. 1999 yılında Asya ve Rusya Krizleri’nin etkileri Türkiye Ekonomisi’nde hissedilirken bankacılık kesiminde de durgunluğa neden olmuştur. 2000 yılı başlarında artışa geçen toplam aktifler/GSMH oranı krizin etkisiyle 2001 yılı sonuna kadar yeniden düşme eğilimine girmiştir. 1980 yılından sonra bankacılık kesiminin ekonomi içindeki payı, dışa açılma, teknolojik altyapı, banka hizmetlerinin çeşitliliği ile yasal ve kurumsal alanlarda düzenlemelere gidilse de 1990’lı yıllarda üretim faaliyetlerini destekleme ve kaynakları uzun vadeli yatırımlara yönlendirme işlevi zayıflamıştır (BDDK, 2001a). Bu nedenle krediler/GSMH oranı uzun yıllar düşük düzeylerde kalmış, 2001 yılında reel faiz oranlarının 142 önemli ölçüde artması, ekonomik faaliyetlerdeki daralma ve şirket bilançolarındaki bozulma bankaların kredi portföylerinin daha da gerilemesine yol açmıştır. Bununla birlikte bu dönemde kamu ve fon bankalarında takibe düşen alacakların önemli oranda yükselmesi de bankaların kredi portföylerinin daralmasında etkili olmuştur (BDDK, 2001b). Sektörün temel fon kaynağını oluşturan mevduatların GSMH içindeki payı 1990’lı yılların başlarında ekonomide yaşanan durgunluk dönemi haricinde 1980 yılından 2000 yılına kadar hızlı biçimde artış göstermiştir. Bu artışta, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren döviz tevdiat hesaplarında görülen yükselme önemli bir paya sahip olmuştur. 2000 yılından itibaren krizin etkisiyle özel tasarruf eğiliminin azalması, yabancı para ile borçlanmanın cazip hale gelmesi nedeniyle mevduat faiz oranlarının hızla düşürülmesi ve para ikamesinin devam etmesi sonucunda toplam mevduatlar/GSMH oranı önemli ölçüde düşmüştür (TBB, 2000). Sürece bir bütün olarak bakıldığında dikkati çeken üç nokta bulunmaktadır. İlki, sürecin iyi planlanmamış ve iyi yönetilmemiş olmasıdır. Örneğin, bankaların fona devredilmesi hususunda ölçütlerin açık olmaması büyük bir belirsizlik yaratmış ve kriz yönetimi Aralık 1999-Haziran 2002 aralığını kapsayan çok uzun bir süreye yayılmıştır. İkincisi, kriz öncesinde (1998), IMF İstikrar Programı’nın uygulandığı dönemde (19992000) ve kriz ortamında (2000-2001) aynı yöntemler kullanılmış, koşullar değişse de sektöre yönelik politikalar değişmemiştir. Üçüncüsü, gerek aktif büyüklüğü, gerekse piyasa payları açısından farklı ölçekteki tüm bankalara aynı yöntemle çözüm arayışına gidilmiştir (Esen, 2005: 11). Sistemin genelinde görülen tüm bu gelişmeler, finansal sistemin sağlıklı işleyişi sağlanmadan ekonominin sağlıklı çalışmadığını göstermiş ve 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren giderek bozulan sistemin reformunu zorunlu kılmıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005). 4.3.3. Bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi Bankacılık kesiminin programlı biçimde yapılandırılmasına yönelik ilk girişim 1999 yılı sonunda uygulamaya konulan Enflasyonla Mücadele programı ile başlamış, 15 Mayıs 2001 tarihinde açıklanan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı (YYP) ile genişletilmiştir. İlk dönemde yapılan düzenlemeler, büyük ölçüde uluslararası standartlara ve uygulamalara yaklaşmayı hedeflemiş, bu doğrultuda öncelikle Bankalar Kanunu’nda 143 değişikliğe gidilerek idari ve finansal özerkliğe sahip BDDK kurulmuştur (Kuzu, 2013). Krizden yeni çıkışın etkisiyle YYP’nin öncelikli amacı ise, benzer sebeplerle kriz yaşayan diğer ülkelerde olduğu gibi, finansal yapıları bozulan bankaları finansal sistem içinde istikrarsızlık unsuru olmaktan çıkarmak olmuştur. Yeniden yapılandırma çerçevesinde ilk olarak faiz ve likidite şoklarına karşı duyarlı ve kırılgan hale gelen kamu bankalarının, ardından TMSF bünyesindeki ve bazı özel bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşmalarına yönelik düzenlemeler getirilmiştir. 4.3.3.1. Kamu bankaları ve özel bankalar Finansal alanda başlatılan kamu bankalarını yeniden yapılandırma faaliyetleri Çizelge 4.9’da özet olarak sunulmaktadır. Çizelge 4.9. Kamu Bankalarının Yapılandırılması İstikrarsızlık Unsurları Görev zararlarının zamanında ödenmemesi Yapılandırma Faaliyetleri Görev zararı alacaklarının tasfiyesi Etkin olmayan müdahaleler Kısa vadeli yükümlülüklerin azaltılması Asli görevleri dışında getirilen yükümlülükler Sermaye desteğinin sağlanması Yönetimde zayıflık Etkin kredi portföyü yönetimi Bozulan finansal yapı Mevduat faizlerinin piyasa faizleri ile uyumlaştırılması Kaynak: BDDK (2001a; 2009; 2010b), TBB (2001)’den derlenmiştir. Buna göre; Kamu bankalarının günlük kısa vadeli borçlanmalarının azaltılmasına yönelik program uygulamaya konulmuştur. Bu programla; Hazine tarafından kamu bankalarının görev zararlarına karşılık menkul kıymet verilmiş, zararlara tahakkuk edilen faiz tutarlarının tamamı tasfiye edilmiştir. 2 Mayıs 2001 itibariyle toplam 17,5 milyar $’a ulaşan kamu bankaları görev zararları tümüyle sıfırlanmıştır. Böylece, kamu bankalarının bilançolarının küçültülmesi ve etkin çalışmaları yönünde önemli bir adım atılmıştır (TBB, 2001). Özel bankalara ve banka dışı kesime olan kısa vadeli yükümlülüklerinin azaltılması amacıyla, Hazine’den aldıkları tahviller karşılığında merkez bankasından repo ya da doğrudan satış yoluyla likidite desteği sağlanmıştır. 16 Mart 2001 itibariyle 144 kamu bankalarının 8,5 milyar TL tutarındaki kısa vadeli yükümlülükleri sıfırlanmıştır (BDDK, 2010b). Yasal sermaye yeterliliği rasyosuna uygun yapılandırılmaları amacıyla Ziraat Bankası, Halkbank ve Emlak Bankalarına 2001 yılı sonu itibariyle toplam 3,5 milyar $ sermaye desteği sağlanmıştır (BDDK, 2009). Kamu bankaları, etkin bir kredi portföyü yönetimi için, sorunlu hale gelen kredilerini takipteki alacaklar hesabına aktarmışlar ve gerekli karşılıkları ayırma hususunda daha ihtiyatlı davranmışlar, bilançolarını daha şeffaf hale getirmişlerdir (BDDK, 2003a). Kamu bankalarının mevduat faiz oranları, DİBS piyasa faiz oranlarının altında belirlenmeye başlamış, böylece mevduat faiz oranları ile piyasa faiz oranları uyumlaştırılmıştır (BDDK, 2003a). Özel bankaların yapılandırılmasında ise öncelikle faiz ve kur riskinden kaynaklı piyasa risklerine odaklanılmıştır. Bu kapsamda, Haziran 2001’de Hazine tarafından iç borç takas işlemi gerçekleştirilmiş ve özel bankaların yabancı para pozisyon açıkları 2001 yılı sonunda 1,5 milyar $’a gerilerken 2003 yılında 150 milyon $ fazlaya dönüşmüştür. Ayrıca, iç borçlanmada değişken faizli, dövize endeksli ve döviz cinsinden tahvillerin payı artmış, böylece bankaların kur riskinin yanında faiz riski de azalmıştır. Sözü edilen gelişmelere rağmen 2001 yılında yaşanan durgunlukla birlikte küresel belirsizlikteki artışlar, olumsuz koşullar nedeniyle duran varlıkların nakde çevrilmesinde karşılaşılan güçlükler ve yatırımcıların sektöre olan güven kaybı, özel bankaların sermaye ihtiyacını artırmıştır. Bu nedenle söz konusu bankalara ilişkin yapılandırma faaliyetleri genişletilmiş ve bu kapsamda bankaların gerekirse kamu desteği ile güçlendirilmesi ve bankacılık sektöründeki kötü aktifler sorununun İstanbul Yaklaşımı ve varlık yönetim şirketlerinin kurulması yoluyla çözümlenmesi kararı alınmıştır.60 Bu çözümlemeye ilişkin Şubat 2001 Finansal Krizi nedeniyle iç talepte ve üretimde ihracat payının düşmesi, devalüasyon sonucunda dalgalı kur rejimine geçilmesi, firmaların maliyetleri ve gelirleri hususunda belirsizlik ortamı yaratmıştır. Bu ortamda çok sayıda firma faaliyetlerini ve yatırımlarını azaltmış, birçoğu da ödeme güçlüğüne düşmüştür. Bu nedenle bankacılık kesiminde takipteki krediler/toplam krediler oranı, 2000 yılında 11,6 iken 2001 yılında 23,2’ye yükselmiştir. Bunun üzerine Türkiye’de firmaların yeniden yapılandırmalarına yönelik olarak İstanbul Yaklaşımı olarak bilinen Finansal Yeniden Yapılandırma Programı (FYYP) oluşturulmuştur. FYYP Çerçeve 60 145 yasa, Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, özel bankacılık sisteminin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması kapsamında bankaların devir ve birleşmeleri özendirilmiş, sektörde iç denetim ve risk yönetim sistemlerinin oluşturulması çalışmaları başlamıştır (BDDK, 2003a). 4.3.3.2. TMSF bünyesindeki bankalar Kamu bankalarının görev zararlarının yanında özel sermayeli bankaların yeterli kaynağa sahip olmamaları nedeniyle yükümlülüklerini karşılamak üzere para piyasalarına yönelik yoğun fon talepleri, kriz öncesinde söz konusu bankaların bilançolarında ciddi bir likidite riski yaratmış ve para piyasalarında gecelik borçlanma faizlerini artırmıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005). Bu çerçevede Aralık 1999’da yapılan Bankalar Kanunu’ndaki değişiklikle, 1997-2001 yılları arasında finansal bünyesi zayıflayan ve yükümlülüklerini karşılayamayan toplam 19 sorunlu banka TMSF’ye devredilmiştir. Söz konusu bankaların çözümleme süreci; banka (hisse) satışı, sigortalı mevduat ve kredi (aktif-pasif) satışı, satılamayan bankaların devir ve birleşme yöntemlerinden oluşmaktadır (BDDK, 2009). TMSF bünyesindeki bankaların yapılandırılmasındaki amaç, söz konusu bankaların bilanço yapılarının düzeltilmesi ve sermaye yapılarının güçlendirilmesidir. Çözüm sürecini hızlandırmak için bu bankaların mevduatları ve yabancı para yükümlülükleri, ihale yoluyla ve karşılığında DİBS verilmek suretiyle diğer bankalara devredilmiştir. İhaleler sonucunda 479 milyon liralık TL cinsinden mevduat, 2.587 milyon $’lık yabancı para cinsinden mevduat özel bankalara; 2,4 milyar $’lık mevduat dışı yabancı para yükümlülükleri kamu bankalarına devredilmiştir. Bununla birlikte TMSF bankalarının bilanço yapılarının iyileştirilmesi kapsamında kısa vadeli yükümlülükleri 2001 yılı sonuna kadar sıfırlanmıştır (BDDK, 2010b). Anlaşması, 4 Haziran 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma ile, ekonomiye katma değer yaratan ancak ödeme güçlüğü yaşayan üretici firmalara faaliyetlerinin devamına ve geri ödeme yükümlülüklerini yerine getirebilmelerine olanak sağlayacak kararlar alınmıştır. Anlaşmada, hem reel hem finansal kesimin bilançolarına düzen ve şeffaflık kazandırılması amaçlanmıştır. Bu süreçte TBB tarafından bankaların sorunlu aktiflerini devralmak üzere varlık yönetim şirketi kurulması gündeme gelmiştir. Ancak, Türkiye’de söz konusu dönemde kamu finansman sıkıntısı nedeniyle kaynak aktarımının mümkün olmaması nedeniyle konunun beklentiler açısından altı çizilmiştir. Bunun üzerine, sorunlu aktiflerin varlık yönetim şirketine devredilmeden bankada kalacağı ve sorunun çözümü için FYYP programı çerçevesinde TBB ile BDDK’nın ortak çalışma yapmalarına karar verilmiştir (Erdönmez, 2002; TBB, 2002c). 146 4.4. 2008 Küresel Finansal Krizi’nin Türkiye Finansal Sistemine Etkileri ABD başta olmak üzere pek çok ülkede ulusal hükümetlerin 1970’li yıllardan itibaren finansal piyasalarındaki düzenlemelerin ve denetimlerin yetersizliği, ABD’deki konut piyasasında başlayan 2008 Küresel Krizi’nin de temel sebeplerinden bir tanesi olarak görülmektedir. Bununla birlikte 1990’lı yıllardan itibaren finansal sektörde faaliyet gösteren firmaların yeni finansal araçlar yoluyla aşırı risk üstlenmeleri de küresel krizin ortaya çıkmasında etkili olmuş bir diğer unsur olarak sayılmaktadır (Kibritçioğlu, 2010). Türkiye Bankacılık kesimi değerlendirildiğinde 2000 ve 2001 Krizleri döneminde sektör faaliyetlerinin ve büyüklüğünün azaldığı, krizlerin ardından yeniden yapılandırılmaya ve düzenlemelere gidilmesiyle sektörde 2008 yılının ikinci yarısına kadar büyük çaplı büyümenin olduğu görülmüştür. Bu süreçte yabancı bankaların sistem içindeki payları ve faaliyetleri artmış, küresel krizle birlikte 2008 yılının sonları ve 2009 yılının başlarında bankacılık sektörünün varlıkları azalmıştır. Ancak, Türkiye’de bankacılık kesimi küresel kriz döneminde, geçmiş kriz yıllarına ve diğer ülke bankalarına göre daha olumlu bir tablo çizmiştir (Uygur, 2010). 2001 Krizi’nden bu yana sistemde kalan bankaların sermayelerinin güçlendirilmesi, denetim ve gözetimlerin sıkılaştırılması gibi nedenlerle diğer birçok GOÜ’nün bankacılık sistemine göre Türkiye Bankacılık Sistemi’nin şoklar karşısındaki dayanıklılığı artmış, dünyadaki diğer ülke örneklerinin aksine, küresel kriz döneminde Türkiye’de bankacılık sistemine yönelik bir nakit önlem paketine ihtiyaç duyulmamıştır (Yılmaz, 2009). Küresel krizin Türkiye’de finansal sistemin işleyişini olumsuz etkilememesi için merkez bankası tarafından alınan önlemler şunlardır (Eroğlu ve Eroğlu, 2011); i. Kontrollü fakat hızlı bir faiz indirimine gidilmiştir. ii. Merkez bankası 9 Ekim 2008 tarihinde Döviz ve Döviz Mevduat Piyasalarında aracılık faaliyetlerine yeniden başlamıştır. Bankaların bu piyasalarda işlem yapma limitleri iki katına çıkarılmış, böylece piyasa güven unsurunun oluşturulması ve döviz likiditesi akışkanlığında sorunların giderilmesi amaçlanmıştır. 147 iii. Bankaların döviz likidite durumlarını güçlendirmek amacıyla Ekim 2008 ve Nisan 2009 tarihleri arasında döviz alım satım ihalelerine başlanmış, bu süre içerisinde 18 ihalede toplam 900 milyon ABD Doları satılmıştır. Kasım 2008’den itibaren bankaların döviz mevduat piyasasında Dolar ve Euro iv. cinsinden merkez bankasından alabilecekleri mevduatların vadesi, önce bir haftadan bir aya, daha sonra üç aya kadar yükseltilmiştir. Borç verme faiz oranı dolar için %5,5’e, euro için %6,5’e düşürülmüştür. v. Yabancı para zorunlu karşılık oranlarında da düzenlemeye gidilmiş, %11 olan rasyo Aralık 2008 tarihinde %9 düzeyine indirilmiş ve böylece bankacılık sektörüne dolaylı olarak 2,5 milyar dolar değerinde ek döviz likiditesi sağlanmıştır. vi. Ocak 2009 tarihinde bankalara kullandırılacak Likidite Desteği Kredisi’ne yönelik koşullarda düzenlemeye gidilmiştir. Buna göre, bankalar merkez bankasının bankalar arası para piyasasında geçerli borç verme faiz oranından özkaynaklarının iki katına kadar kredi kullanabileceklerdir. Ancak Türkiye Bankacılık Sektörü’nde söz konusu önlem paketine başvurulmamıştır. ABD konut piyasasında başlayan küresel kriz ekseninde değerlendirildiğinde, Türkiye’de 2007 yılına kadar konut finansmanı alanında fon fazlası kesim ile fon ihtiyacı olan kesimi bir araya getirecek bir sistem kurulamamıştır. Söz konusu tarihe kadar yürütülen uygulamalar konut alıcılarını destekleme ve talep yönünden destek verme biçiminde olmuştur (Coşkun, 2010). Mart 2007 tarihinde yayımlanan “Konut Finansmanı Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile mortgage konut finansman sistemi yürürlüğe girmiştir. Yapılan bu düzenleme ile, verilen kredi karşılığında alınan ipoteklerin ikincil piyasalarda değerlendirilerek fon sağlanması61 ve bu fonların tekrar kullandırılmasıyla finansal bir döngü oluşturulması amaçlanmıştır. Böylece aracı finansal kurumlar daha kolay fon elde edebilecek ve daha çok konut kredisinin verilmesiyle konut kredisi faiz oranları düşecektir (Berberoğlu, 2009). Türkiye’de bu şekilde gelişen ipotekli konut finansman sistemi, bankacılık ve konut sektöründe iyimser beklentilerin artmasına İpoteklerin ikincil piyasalarda değerlendirilmesi iki şekilde olmaktadır. Birincisi, ipotekler karşılığında tahvil, bono gibi değerli kağıtlar çıkartılarak bu kağıtlar yatırımcıya satılmakta ve karşılığında fon elde edilmektedir. İkincisi, ipotekler fon kuruluşuna satılarak fon temin edilmektedir (Berberoğlu, 2009). 61 148 neden olmuştur. Ancak ABD’deki ihraç ve dağıtım modelinde yer alan “ihraç” kısmının (birincil piyasada verilen konut kredileri) Türkiye’de sınırlı olması ve “dağıtım” (ipotek kredilerinin menkulleştirilmesi) kısmının ise hiç mevcut olmaması nedeniyle ABD sermaye piyasalarından kaynaklı risklerin Türkiye’de yaşanmasının önüne geçilmiştir (Coşkun, 2010). 2002-2012 döneminde Türkiye’de toplam krediler içinde konut kredilerinin payı ve 14 10,7 12 % 10 11,4 10,4 11,3 11,6 2009 2010 10,9 10,8 2011 2012 8,4 8 6 4 2 2,7 0,9 1,2 2002 2003 0 2004 2005 2006 Konut Kredileri (Milyon TL) 2007 2008 100000 90000 80000 70000 60000 50000 40000 30000 20000 10000 0 Konut Kredileri/Toplam Krediler (%) Şekil 4.10. Konut Kredilerinin Gelişimi Kaynak: BDDK, Finansal Piyasalar Raporları Konut kredilerinin toplam krediler içindeki payı 2008 yılında bir önceki yıla göre bir puan azalmış, 2009 yılının başlarında faiz oranlarındaki gerilemenin etkisiyle yeniden 2007 yılındaki düzeyine geri dönmüştür. Kullanılan toplam konut kredisi tutarının artış hızı ise 2008-2009 yıllarında yavaşlamış, 2010 yılına gelindiğinde 45 milyon TL düzeylerinden yaklaşık 61 milyon TL’ye ulaşmıştır. Küresel kriz nedeniyle küresel piyasalarda çok sayıda finansal kurumun iflas etmesi ve finansal kurumlar arasındaki güvenin ortadan kalkması, belirsizliklerin yoğunlaşmasına neden olmuştur. Böyle bir ortamda uluslararası sermaye akımları büyük ölçüde azalmıştır (Özatay, 2009: 144). Küresel piyasalarda meydana gelen oynaklık, Türkiye’de de sermaye akımlarında oynaklığa neden olmuş, sermaye akımlarının durmasından ve geriye dönmesinden, doğrudan yabancı yatırımlardan ziyade portföy yatırımları ve krediler Milyon TL bankaların kullandırdığı toplam konut kredi miktarı Şekil 4.10’da gösterilmektedir. 149 etkilenmiştir (Uygur, 2010). Kriz döneminde Türkiye’de sermaye akımlarındaki oynaklığı gösteren hisse senedi piyasasına ilişkin göstergeler Şekil 4.11’den izlenebilmektedir. 700 0,5 0,42 0,56 0,45 500 0,6 0,5 0,34 0,4 400 0,3 300 % Milyar TL 600 0,2 200 0,1 100 0 0 2006 2007 2008 İMKB Toplam Piyasa Kapitalizasyonu (Milyar TL) Toplam İşlem Hacmi/GSYİH (%) 2009 2010 İMKB Toplam İşlem Hacmi (Milyar TL) Şekil 4.11. Hisse Senedi Piyasası Göstergeleri Kaynak: SPK İstatistiksel Veriler Sermaye piyasalarındaki likidite bolluğu ve GOÜ’lere yoğun sermaye girişleri 2007 yılı boyunca İMKB toplam işlem hacminin ve Şekil 4.12’de görüldüğü üzere İMKB Ulusal 100 endeksinin yüksek seyretmesine neden olmuştur. 2008 yılı başında Amerikan ekonomisinden kaynaklanan olumsuzlukların küresel piyasalara yayılması sonucunda Türkiye’de toplam işlem hacmi bir önceki yıla göre 55 milyar TL düşerken, piyasa kapitalizasyonu 232 milyar TL’den 116 milyar TL’ye gerilemiştir. 2009 yılında ise piyasa değerinde yaklaşık iki katlık bir artış yaşanmış, toplam işlem hacmi %43 düzeyinde artarak 332 milyardan 474 milyar TL’ye yükselmiştir. Standard and Poor’s (2008)’un verilerine göre, ABD’deki eşik altı ipotek kredilerinden kaynaklanan kriz nedeniyle 2008 yılının ilk üç ayında dünya borsaları düşerken, en büyük kayıp %36,62’lik düşüşle İMKB 100’de yaşanmıştır. 150 Ocak 06 Mart 06 Mayıs 06 Temmuz 06 Eylül 06 Kasım 06 Ocak 07 Mart 07 Mayıs 07 Temmuz 07 Eylül 07 Kasım 07 Ocak 08 Mart 08 Mayıs 08 Temmuz 08 Eylül 08 Kasım 08 Ocak 09 Mart 09 Mayıs 09 Temmuz 09 Eylül 09 Kasım 09 Ocak 10 Mart 10 Mayıs 10 Temmuz 10 Eylül 10 Kasım 10 80000 70000 60000 50000 40000 30000 20000 10000 0 İMKB Ulusal 100 Endeksi Şekil 4.12. İMKB Ulusal 100 Endeksi Kaynak: Thomson Reuters Data Stream 2009 yılında küresel piyasalardaki toparlanma ve 2010 yılına dair büyüme beklentilerinin olumlu yönde gelişmesi, İMKB 100 endeksinin performansını olumlu yönde etkilemiştir. 2008 yılında 26.800’e kadar düşen endeks değeri, 2009 yılını 52.825 puanla kapatmıştır. Endeks, 2010 yılında da yükselişini sürdürmüştür. Türkiye’de sermaye piyasalarında oynaklığın olduğu dönemlerde, bankacılık kesiminin kredileri büyük ölçüde etkilenmektedir. Bu süreç; Türkiye’de tasarruf oranının düşük olmasından, yurt içinde kredilerin fonlanma maliyetinin yurtdışına göre yüksek olmasından ve kısa vadeli tasarruf mevduatı ile uzun vadeli krediler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Sözü edilen olumsuzluklar, yerel bankaların başta Avrupa olmak üzere yabancı para ve sermaye piyasalarından borçlanmalarına neden olmaktadır (Uygur, 2010). Bu çerçevede küresel krizin bankalar üzerindeki diğer olumsuz etkisi krediler/mevduat oranında görülmektedir (Şekil 4.13). 151 6 90 5 85 4 80 3 75 2 70 1 65 0 60 2006 2007 Haz.08 Ara.08 Mar.09 May.09 Takipteki Alacaklar/Brüt Krediler (%) Krediler/Mevduat (%) Eyl.09 Ara.09 2010 Karlılık/Toplam Varlıklar (%) Şekil 4.13. Kriz Döneminde Bankacılık Kesiminin Kredileri ve Kârlılığı Kaynak: İlgili yıllara ait Merkez Bankası Finansal İstikrar Raporları; BDDK Finansal Piyasalar Raporları. *Krediler/Mevduat oranı sağ eksende gösterilmektedir. Küresel krizin etkilerinin görüldüğü 2008 yılının üçüncü çeyreğinde hanehalklarının ihtiyati tasarruf eğilimini artırması ve firmaların kredi talebini kısması kredi/mevduat oranının Eylül 2009’da %76,8’e düşmesine neden olmuştur (Yılmaz, 2009). Bankacılık kesiminin temel fon kaynağı olan mevduatlar 2009 yılının üçüncü çeyreğinden sonra yeniden yükselirken, kredi/mevduat oranı Aralık 2009’da %82 olmuştur. 2008 yılının üçüncü çeyreğinde ekonomideki durgunluğun belirginleşmesi bankacılık kesiminin aktif kalitesini olumsuz etkilemiş ve takipteki alacakların brüt kredilere oranı yükselerek 2009 yılının üçüncü çeyreğinde %5,3 oranı ile en yüksek değerine ulaşmıştır (BDDK, 2008c). Bunun yanında, sektörde kârlılığa ilişkin göstergelerin de krizin hissedildiği dönemlerde, faiz oranlarındaki düşmeye bağlı olarak azaldığı görülmektedir. Türkiye’de özellikle 2000 ve 2001 Krizleri’nin yaşandığı dönemde para ikamesinin yüksek olması, kredi ve mevduatların ağırlıklı olarak yabancı para cinsinden olmasına öncülük etmiştir. Ancak söz konusu dönemde ulusal paranın değer kaybetmesiyle kur riskiyle karşılaşan bankalar, piyasa koşulları iyileştikçe TL cinsinden varlık ve yükümlülüklere dönmüşlerdir (Uygur, 2010). 2006 yılına gelindiğinde kredilerde YP cinsinden varlıklar %25,5 düzeyine inerken, 2008 yılında YP cinsinden varlıkların payı %35’e yükselmiş, TL cinsinden varlıkların payı ise yaklaşık %65 düzeyine gerilemiştir. 152 100% 25,5 80% 49,4 30,3 35,1 31,9 31,9 33,8 31,1 58,9 60% 40% 50,6 20% 74,5 69,7 64,9 68,1 68,1 66,2 68,9 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 YP % TP % 41,1 0% 1999 2002 Şekil 4.14. Kredilerin TP/YP Kompozisyonu Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Küresel krizin etkilerinin azalmasıyla 2009 yılında gerilemeye başlayan YP cinsinden kredilerin payı 2012 yılında %31,1’e düşmesine rağmen, 2006 yılındaki en düşük seviyesini henüz yakalayamamıştır. Küresel krizi Türkiye’de yaşanan önceki krizlerden farklı kılan bir özellik, uluslararası finansal yatırımcıların risk alma iştahında gözlenen keskin azalmadır (Özatay, 2009: 141). Şekil 4.15’te gösterilen VIX endeksi, küresel risk alma iştahını göstermekte, endeksteki Endeks yükseliş risk iştahının azaldığını yansıtmaktadır. 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 VIX Endeksi Şekil 4.15. VIX Endeksi 2000-2012 Kaynak: Chicago Board Options Exchange *Artışlar, uluslararası finansal yatırımcıların risk alma iştahlarının azaldığını ifade ermektedir. 153 2000-2001 Krizleri’nin olduğu dönemler incelendiğinde, endekste bir yükseliş (risk iştahında azalma) gözlenmezken, küresel krizin ağırlaştığı 2008 yılı sonu ve 2009 yılı başında VIX endeksinin oldukça yüksek değerler aldığı görülmektedir. Söz konusu dönemde görülen risk iştahındaki azalma, piyasalardaki güven kaybına ve belirsizliğe işaret etmektedir (Kara, 2012). Küresel krizin etkilerinin azalmaya başladığı 2010 yılından sonra dış finansal piyasalara bağlı olarak risk iştahında düşüşler görülse de, 2012 yılından itibaren risk iştahı göreli olarak yükselişe geçmiştir. Küresel piyasalardaki görünümün olumlu yönde gelişmesi, bunun yanında gelişmiş ülkelerin ekonomilerini canlandırmak amacıyla uyguladıkları parasal genişleme politikaları küresel boyutta likidite bolluğuna yol açmış ve piyasalardaki risk iştahını artırmıştır. Dolayısıyla, küresel risk algılamalarındaki düzelme, Türkiye Ekonomisi’ne yönelik risk iştahının da göreli olarak iyileşmesini sağlamıştır (TCMB, 2012). Küresel ölçekte krizin etkilerinin değerlendirilmesinde kullanılan rasyolardan biri olan sermaye yeterlilik rasyosu, 2008 yılı Aralık ayı itibariyle yasal sınırın oldukça üzerinde bir değer olan %18’den, krizin en etkili olduğu 2009 yılı başlarında %20 düzeyine yükselmiştir. Yine aynı dönemde sektördeki banka sayısında bir azalma olmamış, 49 olan banka sayısı değişmemiştir. Küresel kriz sonrasında kendi ülkelerinde Küresel krizden etkilenen yabancı bankaların ve diğer finansal kurumların ülkelerinde oluşan sorunlar nedeniyle Türkiye’deki mevcut şubelerinde yaşadıkları olumsuzluklar sınırlı kalmış, 2001 yılı sonrasında etkin biçimde yer aldıkları bankacılık ve sigortacılık sektöründe kırılganlığı arttıracak etkiler yaratmamışlardır (Selçuk, 2010). Yabancı banka girişleri, 2001 yılından itibaren ağırlıklı olarak Türkiye bankacılık sektöründen yeniden sermayelendirilmiş bankaların satın alınması yoluyla gerçekleşmiş ve söz konusu banka girişlerinde yüksek kâr elde etme unsuru anahtar rol oynamıştır (Hawkins ve Klau, 2000). İlerleyen yıllarda sektörün yeniden yapılandırılmasına yönelik gerçekleştirilen düzenlemelerin ve bu doğrultuda küresel düzenlemelere uyumun büyük ölçüde sağlanmış olmasının etkisiyle yabancı sermayeli bankaların toplam aktiflerinin sektör içindeki payları 2002 yılında %3,1 iken, 2012 yılına gelindiğinde bu oran %13,4’e yükselmiştir (TBB, İstatistiki Raporlar).Sektör içinde aktif paylarının yükselmiş olmasına karşın, Küresel krizin etkilerinin yaşandığı dönemde söz konusu bankaların Türkiye Bankacılık Sektörü’nde herhangi bir kırılganlığa neden olmamaları, sektörün önceki dönemlere göreli olarak güçlenen yapısı ve yabancı bankaların diğer banka gruplarından farklı olarak daha durağan bir yabancı para pozisyonu izlemeleri ile açıklanmaktadır (BDDK, 2010b). 154 Genel itibariyle değerlendirildiğinde 2008 Küresel Krizi’nin Türkiye Finansal Sistemi üzerindeki olumsuz etkilerinin önceki yıllarda yaşanan krizlere görece sınırlı düzeyde kalmasının nedenleri; 2001 yılından sonraki süreçte özellikle bankacılık kesimine ilişkin yapılan düzenleme ve denetlemelerin güçlendirilmesi, Bankacılık sektöründe sermaye yeterlilik rasyosunun güçlü olması, Finansal sistemde risk düzeyi yüksek olan toksik finansal ürünlerin ve dolayısıyla sorunlu yabancı menkul kıymetlerin bulunmaması, Bankaların yabancı para pozisyonlarının düşük düzeyde olması biçiminde sıralanabilir. 4.5. Türkiye’nin Yeni Küresel Finansal Mimariye Uyum Çabaları: 2001 Sonrası 1997 yılından sonra Doğu Asya, Rusya ve Latin Amerika ülkelerinde yaşanan kriz tecrübelerinin ardından uluslararası alanda olduğu gibi Türkiye’de de 2001 yılından sonra YFM çerçevesinde finansal piyasalarda risklerin azaltılması ve krizlerin yönetilmesi yönünde geçici önlemlerden ziyade yapısal yeni düzenlemelere gidilmiştir. 2001 sonrası dönemde başlatılan ve 2005 yılında 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile genişletilen finansal sistemin yeni mimarisi ile birlikte Türkiye’de finansal sistemin kırılganlıktan uzak bir yapıda gelişiminin sağlanması ve güçlendirilmesi hedeflenmiştir. 21 Şubat 2001 tarihinde serbest kur rejimine geçilmesi ile birlikte ortaya çıkan güven bunalımını ve istikrarsızlığı ortadan kaldırmak ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına olanak sağlayacak altyapıyı oluşturmak amacıyla, 15 Mayıs 2001 tarihinde Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı62 (GEGP) uygulamaya konulmuştur. Programın ana unsurlarından birisini finansal sistemin yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır. Hükümet, GEGP çerçevesinde dört ana alanda yasal düzenleme öngörmüştür. Bunlar; finansal sistemin yeniden yapılandırılması, devlette şeffaflığın artırılması ve kamu finansmanının güçlendirilmesi, ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılması ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesini kapsamaktadır (http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf). Program, üç yıllık bir süre için hazırlanmış ve IMF ve DB’nın sağlayacağı kredi ile desteklenmiştir. Temel felsefesi, Türkiye’nin gerekli yapısal reformları 62 155 Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin nedeni olarak görülen bankacılık sektörü, krizden en çok etkilenen sektörlerden biri olmuştur. Gelişmiş bir finansal sistemin temelini güçlü bir bankacılık sistemi oluşturduğundan, Türkiye’de de finansal sistemin güçlendirilmesine ve gelişmesine yönelik düzenlemeler ağırlıklı olarak bankacılık kesimini kapsamaktadır. Bu çerçevede bankacılık sisteminin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve etkinliğinin artırılması küresel uyumluluk politikaları ile sağlanmaya çalışılmış ve bu doğrultuda bankacılık alanında yasal ve kurumsal düzenlemelere gidilmiştir. 4.5.1. Bankacılık sisteminde yasal ve kurumsal düzenlemeler YYP’de uzun vadede bankacılık sisteminde Basel Komitesi’nin koyduğu esaslara uyacak bir yapının oluşturulması hedeflenmiştir. Yeniden yapılanma ile, bankacılık sisteminin sermaye ölçümü ve sermaye standartlarının uluslararası düzeyde uyumlaştırılması, denetim, risk ölçümü, risk yönetimi, kredi derecelendirme gibi çeşitli alanlarda bankacılık uygulama ve esaslarının Basel çerçevesine uygun hale getirilmesi amaçlanmıştır (Kuzu, 2013). Bu çerçevede düzenleyici çerçevenin iyileştirilmesine yönelik düzenlemeler kriz sonrasında Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişikliklerle uygulamaya geçirilmiştir. 4.5.1.1. Denetim ve gözetim sisteminin güçlendirilmesi Ağustos 2000 tarihinden itibaren, bankacılık sektörünün gözetim ve denetiminden sorumlu birimleri bünyesinde birleştirerek faaliyete geçen BDDK, 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda belirtilen yetkiler çerçevesinde düzenlemeler yapmak, düzenlemelerin uygulanmasını sağlamak ve uygulamaları denetlemekle görevlendirilmiştir. Kurum, aynı zamanda Bankalar Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin yönetmelik ve tebliğler çıkarmakla yetkili kılınmıştır (BDDK, 2003b). Yapılan kurumsal düzenlemelerin en önemlisini, Şubat 2001’de yayımlanan “İç Denetim ve Risk Yönetimi Sistemleri Hakkında Yönetmelik” oluşturmaktadır. Yönetmelikte, bankaların karşılaştıkları risklerin izlenmesini ve kontrolünü sağlamak üzere, iç denetim sistemleri ile risk yönetim sistemlerinin kurulmasına ilişkin esas ve usuller yerine getirerek küreselleşme sürecine daha sağlıklı biçimde uyumunun sağlanması olmuştur. GEGP, piyasalarda serbestlik anlayışından hareket etmiş, finansal krizlerin sorumlusu olarak müdahaleci politikaları, şeffaflık eksikliğini ve yanlış yapılanmaları öne sürmüştür (Ongun, 2001). 156 belirlenmiştir. Özellikle bankalarda sağlıklı bir yönetim ve denetim açısından güçler ayrılığı ilkesinin tesis edilmesi amaçlanmış, bu kapsamda banka bilançolarında şeffaflığın artırılması, uluslararası muhasebe standartlarına uyum, bankaların finansal yapılarının güçlendirilmesi, risk tanımı ve yönetimi yapısında uluslararası uygulamalara paralel düzenlemeler yapılmıştır (Aktaş, Pekkaya ve Aydoğan, 2005). Kurum’un denetim ve gözetim çerçevesine ilişkin çıkardığı yönetmelik ve tebliğler Çizelge 4.10’da gösterilmektedir. Çizelge 4.10. Denetim ve Gözetim Çerçevesinin Güçlendirilmesine İlişkin Yönetmelik ve Tebliğler63 Düzenlemeler Kredi ve İştirak Sınırlamaları İle Karşılıklara İlişkin Yönetmelikler 2001 TMSF Yönetmeliği 2001 Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik 2002 Yabancı Para Net Genel Pozisyonu/Özkaynak Standart Oranının Bankalarca Konsolide ve Konsolide Olmayan Bazda Hesaplanmasına ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik Bağımsız Denetim İlkelerine İlişkin Yönetmelik 2002 Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programının Uygulama Esasları Hakkında Yönetmelik 2002 Finansal Yeniden Yapılandırma Çerçeve Anlaşmalarının Onaylanması, Kabulü ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik Muhasebe Uygulama Yönetmeliğine İlişkin Tebliğler 2002 2002 2002 Kaynak: BDDK (2010b). Gerçekleştirilen değişiklikler çerçevesinde (BDDK, 2003a; 2003b; 2009, 2010b); o Kredilere ve karşılıklara ilişkin yönetmelik ile kredi riskine odaklanılmış ve kredilerde risk yoğunlaşmasını önlemek amacıyla risk grubu tanımı yapılmıştır. Bu düzenleme ile banka hissedarları ve iştirakler aynı risk grubu içine dahil edilmiş, böylece banka kaynaklarının belirli gruplar üzerinde yoğunlaşmasının engellenmesi ve bankaların aktif yapısının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, tahsili gecikmiş alacakların önemli bir bölümü için karşılık ayırma uygulaması getirilmiştir. Söz konusu yönetmelik ve tebliğlerin tamamı, önce 2003 yılında daha sonra takip eden yıllarda yeniden revize edilmiş ve Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. BDDK’nın yaptığı bu düzenlemeler ulusal alanda gerçekleştirilen düzenlemeleri kapsamakta, aynı yıllarda uluslararası alanda yapılan düzenlemeler ise BIS’in yetkisi altında gerçekleştirilmektedir. 63 157 o TMSF yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle, TMSF’nin kurumsal yapısı yeniden düzenlenmiş ve günümüz itibariyle bağımsız bir kurum olarak faaliyetlerine devam etmesi kararı alınmıştır. o Sermaye düzenlemeleri kapsamında 2001 yılında “konsolide özkaynak” tanımı getirilmiş ve konsolide esasına göre uygulanacak kredi sınırları ile standart oranların hesaplanmasında bu tanımın esas alınması sağlanmıştır. Bankaların sermaye yeterliliği standart oranının; faiz, kur ve hisse senedi risklerinden oluşan piyasa risklerinin de dikkate alınarak konsolide olan ve konsolide olmayan bazda hesaplanmasına ilişkin değişikliğe gidilmiştir. o Yabancı Para Net Genel Pozisyonu/Özkaynak Standart Oranının hesaplanmasına ilişkin yönetmelik ile yabancı para pozisyon risklerinin yakından takibini sağlamaya yönelik düzenleme yapılmıştır. o Bağımsız denetim ilkeleri yönetmeliği ile, bankaların etkin bir iç denetim sistemi kurmaları ve karşılaşacakları riskleri en iyi şekilde yönetebilmelerini sağlayacak esaslar belirlenmiştir. Bu yönetmelik çerçevesinde, bankacılık sisteminin faaliyetler bazında risk odaklı gözetimi hedeflenmiştir. Bankalar, yapmış oldukları faaliyetleri üçer aylık dönemler itibariyle raporlamakta ve bu raporlar BDDK tarafından değerlendirilmekte, gelişmeler takip edilmektedir. Risk odaklı gözetim ve denetim hedefine paralel olarak konsolide bazda denetim ve gözetim esası getirilmiş ve bankalar Eylül 2001 tarihinden itibaren finansal tablolarını enflasyon muhasebesine göre hazırlamaya başlamışlardır. o 2002 tarihinde YYP’nin düzenleme altyapısı büyük ölçüde tamamlanmıştır. o Finansal Yeniden Yapılandırma yönetmeliğinde değişikliğe gidilmiş, bu kapsamda yeniden yapılandırma sözleşmesi çerçevesinde imzalanan krediler için ayrılacak karşılıklar ve bunların sınıflandırma esasları belirlenmiştir. Ayrıca bankalar, özel finans kurumları ve diğer finansal kurumların alacakları ile diğer varlıklarının satın alınmasına yönelik varlık yönetim şirketlerinin kuruluş ve faaliyet esaslarına ilişkin yönetmelik yayımlanmıştır. 158 o “Muhasebe Uygulama Yönetmeliği” ile bankaların hesap ve kayıt düzeninde şeffaflığın sağlanması, işlemlerin kayıtdışı kalmasının önlenmesi, faaliyetlerin sağlıklı ve güvenilir biçimde muhasebeleştirilmesi, finansal tabloların zamanında ve doğru şekilde hazırlanması, raporlanması ve yayımlanması hedeflenmiştir. Bununla birlikte, repo ve ters repo işlemlerinin muhasebeleştirilmesi esaslarının da uluslararası düzenlemelere uyumlu hale getirilmesi hususu ele alınmıştır. Bankacılık sistemine yönelik söz konusu düzenlemelere ek olarak, özel finansal kurumların kurumsal yapılarının güçlendirilmesi amacıyla 4672 sayılı Yasa ile, kuruluş ve faaliyet esaslarına ilişkin yönetmelik yayımlanmıştır. Türkiye Özel Finans Kurumları Birliği’ne tasarrufların korunmasını sağlayacak “güvence fonu” kurma yetkisi ve bu fona ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi verilmiştir. Bununla birlikte, sınırötesi gözetim ve denetimin etkinleştirilmesi amacıyla diğer ülkelerin gözetim ve denetim organları ile işbirliği kapsamında mutabakat sözleşmeleri imzalanmıştır. 4389 sayılı Bankalar Kanunu, yurtiçinde ve yurtdışında yaşanan gelişmelere uyum sağlayabilmek ve düzenlemelerin yasal zeminini güçlendirmek amacıyla 2005 yılına kadar dokuz defa değişikliğe uğramıştır. Aynı yıllarda dünyada oluşan YFM süreci, güven ortamının tesis edilmesini, finansal serbestleşmenin tamamlanmasını, finansal piyasalarda rekabetin sağlanmasını, etkin ve risk odaklı denetime geçilmesini zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede Avrupa Birliği direktifleri ile uluslararası ilkeler ve standartlar ile uyumlu olarak hazırlanan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu Kasım 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun kapsamında (BDDK, 2005a)64; Piyasaların etkin, düzenli ve şeffaf bir yapıya kavuşturulması BDDK’nın kurumsal yapısının esnekleştirilmesi Bankaların yanında finansal holding ve kiralama şirketlerinin, factoring ve finansman şirketlerinin faaliyetlerinin düzenlenme ve denetiminin BDDK tarafından gerçekleştirilmesi Kurumsal yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun getirdiği yeni düzenlemelere ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. BDDK (2005a). 64 159 Türkiye Bankacılık Sistemi’nin uluslararası piyasalarla bütünleştirilmesi Denetim ve gözetim yapısının değişen piyasa koşullarına göre esnekleştirilmesi, Risk Odaklı Denetim (ROD) yaklaşımının benimsenmesi İşlem ve aracılık maliyetlerinin azaltılması amaçlanmıştır. 4.5.1.2. Sermaye düzenlemeleri Finansal sisteme ilişkin düzenlemeler risk yönetimi kavramı ile kurumsallaşmakta ve sistemde kârlılığın sabit kalması kaydıyla, karşılaşılan risklere yönelik uygulanan strateji ve politikaların tümü risk yönetimi olarak adlandırılmaktadır.65 Risk yönetimi çerçevesinde atılan ilk adım ise Basel Komitesi tarafından sermaye yeterlilik rasyosunun bir standart olarak kabul edilmesi olmuştur (Geçer, 2009).66 1987 yılında asgari sermaye yeterlilik rasyosu, kredi ve piyasa riskini içeren Basel-I Uzlaşısı ile %8 olarak belirlenmiş ve 2004 yılında nihai şeklini alan Basel-II düzenlemesi ile standart rasyo aynı kalırken kredi ve piyasa riskine operasyonel riskler de dahil edilmiştir.67 Basel-I Uzlaşısı, Türkiye’de 1989 yılında yayımlanan tebliğ ile uygulamaya geçirilmiş, standart rasyo yıllar itibariyle kademeli olarak artırılarak 1989 yılı için %5, 1990 yılı için %6, 1991 ve 1992 yılları için ise %7 ve %8 olarak belirlenmiştir (Geçer, 2009). Risk yönetiminin amacı, bankaların risk almasını önlemek değil, bankanın finansal performansını iyileştirmek, karşılanması mümkün olmayan zararlara maruz kalmasını önlemektir. Denetim otoritelerinin risk yönetiminden beklentileri ise, bankanın sermayesi ile orantılı risk almasını sağlamak ve beklenmedik durumlarda ortaya çıkacak zararların özkaynak ile karşılanmasını sağlamaktır. Bu ise, bankalarda çok iyi bir risk yönetim sisteminin kurulması ve devamlılığının sağlanması ile mümkün olabilmektedir (Altıntaş, 2006: 2-3). 66 Basel Komitesi, uluslararası ölçekte tüm bankalar için uygulanan eşit asgari sermaye yükümlülüklerinin bir taraftan finansal sistemin istikrarına hizmet ederken, diğer taraftan bankaların çok düşük ya da farklı sermaye oranlarıyla çalışmalarından kaynaklanabilecek rekabet eşitsizliklerinin de ortadan kalkacağı görüşündedir (Altıntaş, 2006: 53). 67 Basel-II Uzlaşısı’na ilişkin nihai metin, konuya ilişkin taslak metinlere yönelik çeşitli kesimlerden görüş alınması ve düzenlenen sayısal etki çalışmalarının (QIS; Quantitative Impact Study) ardından yayımlanmıştır. 2002 yılından bu yana Uzlaşı’ya yönelik olarak BDDK bünyesinde faaliyetler yürütülmektedir. BDDK, BaselII ile getirilen risk yönetimi, kurumsal yönetişim, muhasebe sistemi gibi unsurların, uluslararası gelişmelere paralel olarak Türkiye Bankacılık Sektörü’nde de tesis edilmesinin, sektörde faaliyet ve rekabet yapısını olumlu etkileyeceği görüşündedir. Bu çerçevede Kurum, 2003 yılında aktif büyüklüğü açısından sektörün 95’ini oluşturan 23 bankanın katılımı ile yerel bir QIS çalışması (QIS-TR) başlatmıştır. BDDK (2004)’e göre, Basel-II’nin temel olarak G-10 ülkelerinin uluslararası aktif bankalarını hedef aldığı ifade edilmiş olsa da yapılan QIS çalışmaları gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke tarafından uygulandığını (ya da uygulamaya yönelik düzenlemelerin yapıldığını) göstermektedir. Uzlaşı’ya yönelik olarak gelişmekte olan ülke ekonomilerine olumsuz etkiler doğurabileceği, konjonktürel hareketleri artırabileceği yönünde çeşitli eleştiriler olsa da, etkin risk yönetiminin teşvik edilmesi, yasal sermayenin maruz kalınan riske duyarlı hale getirilmesi, piyasa disiplinini artırıcı hükümlerin var olması gibi hususlar Basel-II’nin uygulanmasından beklenen muhtemel faydalar olarak görülmektedir (BDDK, 2004). 65 160 Sermaye yeterliliği standart rasyosunda zaman içinde muhtelif değişiklikler yapılmış, en kapsamlı revizyon ise Şubat 2001 tarihinde yayımlanan “Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” ile olmuş ve düzenlemeye piyasa riski dahil edilmiştir. BDDK tarafından Şubat 2002’de yeni bir yönetmelik yayımlanmış ve ikinci bir revizyon yapılmıştır. Yeni yönetmelikle opsiyon işlemlerinden kaynaklanan riskler de piyasa riski hesaplamasına dahil edilmiştir (Altıntaş, 2006: 57). Basel-II standart rasyosunda değişiklik olmamakla birlikte Basel Komitesi, yeni düzenleme ile bankaların kredi verme şartlarına ilişkin ağır yükümlülükler getirmiş, birçok ülke ihtiyatlılık gereği daha yüksek sermaye yeterliliği oranı benimsemiştir. Türkiye’de de halen uygulanmakta olan sermaye yeterliliği hedef rasyosu piyasa riski de dahil edilerek %12 olarak belirlenmiştir (BDDK, 2011b). Kasım 2006 tarihinde Basel-II standartlarına uyum sağlanması amacıyla 5411 sayılı Kanun’da yer alan ve bankaların maruz kaldıkları risklere ilişkin konsolide ve konsolide olmayan bazda yeterli özkaynak bulundurmaları hususunda düzenleme yapılmıştır (BDDK, 2006a).68 Aynı yönetmelikle, bazı bilanço içi varlıklar ile gayri nakdi krediler ve taahhütlerin risk ağırlıkları değiştirilmiştir. İlk kez operasyonel risk için sermaye yükümlülüğü getirilmiş ve riske esas tutarın hesaplanmasına ilişkin yöntem belirlenmiştir. Bunun yanında, yeni finansal araçların %20 risk ağırlığına tabi tutulması hususu değiştirilerek söz konusu kalemler için %100 risk ağırlığı belirlenmiştir (BDDK, 2006b:). Türkiye Bankacılık Sektörü’nde Basel-II’ye geçiş sürecinin, önceleri 2008 yılında tamamlanması öngörülmüş olsa da, tamamlanma süreci daha sonra 2009 ve 2012 yıllarına ertelenmiştir. Nihai Basel-II Uzlaşısı Türkiye’de Nisan 2012 tarihinde yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Küresel kriz döneminde Basel Komitesi tarafından krize karşı alınan ilk önlemler niteliğinde olan Basel 2,5 standartları da Basel-II düzenlemelerinin içine dahil edilmiştir. Bununla birlikte bu süreçte Basel Komitesi G20 tarafından verilen görevleri dikkate alarak, Aralık 2009’da Basel-III adıyla kapsamlı bir reform paketi yayımlamıştır Basel-III standartlarına tam uyumun sağlanması amacıyla BDDK bünyesinde çalışmalara başlanmıştır. Bu çerçevede (BDDK, 2012b); i. Bankaların Özkaynaklarına İlişkin Yönetmelik Taslağı Türkiye Bankacılık Sektörü’nün Basel-II’ye Geçişine İlişkin Yol HaritasıMayıs 2005 tarihinde açıklanmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. BDDK (2005b). 68 161 ii. Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı iii. Sermaye Koruma ve Döngüsel Sermaye Tamponlarına İlişkin Yönetmelik Taslağı iv. Bankaların Kaldıraç Düzeyinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik Taslağı hazırlanmıştır. Söz konusu düzenlemelerin tamamı, bankaların portföylerindeki riskleri ihtiyatlı biçimde yönetebilmelerini ve öngörülemeyen risklerin gerçekleşmesine karşı yeterli sermayeyi bulundurmalarını sağlamak amacıyla getirilen uluslararası düzenlemelere paralel çalışmalardan oluşmaktadır (Santomero, 2002). Sözü edilen düzenlemelerden önce ve sonra Türkiye bankacılık sektöründe görülen kârlılık ve sermaye yeterlilik rasyosunun seyri Şekil 4.16 ve Şekil 4.17’den izlenebilmektedir. Buna göre 2001 Krizi öncesi dönemde 1990’lı yıllarda, bankacılık sektörünün genelinde sermaye yeterlilik rasyosu yasal sınır olan %8’in üzerinde gerçekleşmiştir. 1994 yılında yurt içinde yaşanan finansal kriz ve 1999 yılında yurt dışında yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle %9,5 ve %8,4 düzeylerine kadar gerileyen sermaye yeterlilik rasyosu (SYR), 1999 yılından sonra yeniden artışa geçmiştir. Bu gelişmede, finansal sisteme ilişkin başlatılan denetim ve düzenlemelere paralel olarak alınan önlemlerin etkisi olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, 2000 ve 2001 Krizleri yıllarında BDDK’nın sorunlu bankalara yönelik yeniden yapılandırma girişimleri ve özkaynak yetersizliği nedeniyle TMSF’ye devredilen bankalara yönelik düzenlemeler, SYR’yi yeniden artırmıştır. % 162 20 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 17,5 13,7 15,6 13,36 13 12 11,6 9,5 1993 1994 8,24 1995 1996 1997 Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu (%) 1998 1999 2000 Yasal Sınır (%) 80 60 40 20 0 -20 -40 -60 -80 -100 2001 Net Dönem Kârı/Özkaynaklar Şekil 4.16. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu (1993-2001) Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Şekil 4.16’ya bakıldığında, sektör genelinde yüksek SYR görülmesine rağmen sistemik bankacılık krizlerinin yaşanmasının nedeni, 1990’lı yıllarda banka aktifleri içinde DİBS’lerin büyük yer tutması ve bu kağıtların %0 risk ağırlığı ile ağırlıklandırılmış olmasıdır. SYR’nin paydasını oluşturan risk ağırlıklı varlıklar, gayri nakdi krediler ve yükümlülükler toplamının düşük kalmasına neden olmuştur. Bununla birlikte donuk kredilerin canlı gösterilmesi ve tahsili gecikmiş alacaklara yeterli ve zamanında karşılık ayrılmaması, 1998 yılına kadar banka kârlılığının yüksek değerler almasına yol açmıştır (Selçuk, 2006: 246). 2000 ve 2001 yıllarında bankacılık sektörü kârlılık açısından olumsuz performans göstermiş, her iki yılı zararla kapatmıştır. Bu yıllarda kısa vadeli kaynakların daha uzun vadeli ve sabit getirili alanlara yatırılması ve yabancı para açık pozisyonlarının artmış olması bankaların kırılganlığını artırmıştır. TL’nin büyük ölçüde değer kaybetmesi ve faiz oranlarının yükselmesi özellikle kamu bankalarının kaynak maliyetlerini artırarak zarar etmelerine neden olmuştur. Aynı zamanda, ekonomik faaliyetlerdeki daralma, sorunlu kredileri ve takipteki alacakları artırarak kârlılığı olumsuz etkilemiştir (BDDK, 2001b). 163 35 30 % 25 30,09 25 28,8 24,2 20 24,2 22,2 20 18,9 18 20,05 19,2 18,1 15 16,7 15 10 10 5 5 0 0 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu (%) 2008 2009 Yasal Sınır (%) 2010 2011 2012 Net Dönem Kârı/Özkaynaklar Şekil 4.17. Bankacılık Sektöründe Kârlılık ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu(2002-2012) Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği Açıklama: Basel Komite’nin belirlediği %8 yasal SYR sınırına ilave olarak BDDK, 2006 yılından itibaren %12’lik hedef oran belirlemiştir. Finansal yeniden yapılandırma girişimlerinin hız kazandığı 2001 sonrası dönemde sektörün genelinde SYR’nin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. İlk yapılandırma yılında (2001) SYR %17,5 iken 2003 yılında %30 düzeylerine yükselmiştir. Bu gelişmede 2001 yılında Banka Sermayelerinin Güçlendirilmesi Programı kapsamında, bankaların yeniden sermayelendirmeye tabi tutulmaları, kamu ve TMSF bankalarının finansal yapılarını iyileştirmeye yönelik kaynak aktarımları ile kârlılık performansındaki artış etkili olmuştur. 2003 yılında faiz oranları ve kurlardaki düşüşün etkisiyle özellikle sermaye piyasası işlem kârlarının artması ve kambiyo zararlarının azalması sektörün kârlılığını artırmıştır (BDDK, 2003b). 2004 yılında bir önceki yılsonuna göre sektörün SYR’ye esas özkaynakları %31,2 yükselirken risk ağırlıklı varlıkları %41 oranında artmıştır. Bu nedenle sektörde SYR bir önceki yıla göre gerilemiştir. Risk ağırlıklı varlıkların artış nedeni ise, BDDK’nın kredi kartlarına ilişkin gerçekleştirdiği düzenleme ile iç talepteki artış sonucu sektörde kredi hacminin genişlemesidir. Aynı yıl kârlılık düzeyindeki artış ise büyük ölçüde kamu bankalarından kaynaklanmıştır. Kredi hacmindeki artışın faiz gelirlerini artırması ve takipteki alacakların gerilemesi sonucu ayrılan karşılıkların azalması kamu bankalarının kârlılık performansını artırmıştır (BDDK, 2004). Kasım 2006 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren “Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik”te Haziran 2007 tarihinden itibaren operasyonel riskler için de sermaye ayrılması öngörülmüştür. Bu nedenle 2006 yılında SYR’deki artış olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. 2005 yılında 164 krediler nedeniyle ayrılan karşılıkların artması sonucu düşen net kârlılık oranı, 2006 yılında yeniden yükselmiştir. 2008 yılında sermaye yeterliliğine ilişkin yeniden yönetmelik değişikliği yapılmış ve operasyonel risk hesaplaması daha açık hale getirilmiştir. SYR, 2008’de sektör genelinin biraz altında kalmış, bu düşüşte artan kredi portföyü ve operasyonel riskin hesaplamaya dahil edilmesi etkili olmuştur (BDDK, 2007). 2009 yılında sektördeki kârlılık performansına bağlı olarak özkaynaktaki artış dolayısıyla SYR bir önceki yıla göre artış göstermiştir. Aynı zamanda risk ağırlıklı varlıkların özkaynaktaki artıştan daha düşük oranda artması, SYR’deki artışın diğer bir nedenini oluşturmaktadır. 2010 ve 2011 yıllarında sektörün risk iştahına bağlı olarak risk ağırlıklı varlıkların büyüme hızı özkaynak büyüme hızının üzerinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle sektörün geneli %12 hedef rasyonun üzerinde olsa da, bu yıllarda SYR’de düşüş gerçekleşmiştir. 2012 yılında bir önceki yıl %16,7 olan rasyo, %18,1’e yükselmiştir. BDDK (2012b) raporuna göre alınan makro ihtiyati tedbirler, risk ağırlıklı varlıkların özkaynaklara göre daha yavaş büyümesini sağlamıştır. 4.5.1.3. Likidite yapısının güçlendirilmesi Likiditeye ilişkin düzenlemeler likidite yönetimi ve likide riski çerçevesinde ele alınmaktadır. Likidite yönetiminde bankalar, getiri ile risk arasında bir denge kurmak zorundadırlar. Bu nedenle kısa vadeli parasal işlemlerin banka faaliyetleri içindeki payının artması likidite yönetiminin önemini artırmaktadır. Özellikle finansal derinliğin yüksek olduğu ekonomilerde bankalar, aktiflerinde bulunan tam likit varlıklardan herhangi bir getiri elde etmemeleri (kâr marjlarının olumsuz etkilenmesi) nedeniyle mümkün olduğunca düşük oranlı bir likidite düzeyi ile çalışmak istemektedirler. Ancak, bankaların mevduat çekme talebini karşılayamama ya da kredi taleplerini geri çevirme durumunda olması, likidite yetersizliğine işaret etmekte ve özellikle küçük ölçekli bankaların sistemden ayrılmalarına neden olmaktadır (Çolak, 2007: 286). Bunun örnekleri Türkiye’de 1994 ve 2001 Krizleri’nde yaşanmıştır. Likidite riski, bankanın nakit çıkışlarını karşılayacak düzeyde ve nitelikte nakit mevcuduna veya nakit girişine sahip olmamasından kaynaklanmakta ve iki temel bileşenden 165 oluşmaktadır. Bunlardan ilki, finansal piyasanın gelişmişlik düzeyi ile ilgili olup, piyasanın gelişmemiş, sığ olduğu durumda bankanın pozisyonlarını yeterli ve hızlı biçimde kapatamaması sonucunda ortaya çıkan likidite riskidir. İkincisi, fonlamaya ilişkin likidite riskidir. Bu durum, bir bankanın nakit giriş ve çıkışlarındaki düzensizlikler ve vadeye bağlı nakit uyumsuzlukları nedeniyle fonlama yükümlülüğünü etkin biçimde yerine getirememe ihtimalinde ortaya çıkmaktadır (BDDK, 2006c). Bu çerçevede likidite riskinin temel bileşenleri banka ve piyasa kaynaklı risklerden oluştuğu için, likidite riski yönetimi de buna ilişkin politika ve stratejileri içermektedir. Türkiye’de 2006 yılına kadar BDDK tarafından bankaların likidite riskini yönetmeleri için genel bir çerçeve ya da standart bir düzenleme getirilememiştir. Bu tarihe kadar likidite düzenlemesi olarak değerlendirilebilecek tek uygulama, merkez bankasının para politikası aracı olarak uyguladığı zorunlu karşılıklardır. Bu alanda düzenleme yapılamamasının nedeni ise, bankacılık sektörünün içinde bulunduğu likidite dengesizliği koşullarının objektif ve faydalı bir düzenleme yapılmasına engel teşkil etmiş olmasıdır (Altıntaş, 2006: 126). Ancak, 2005 yılında yayımlanan 5411 sayılı Kanun ile ilk defa Basel-II’ye ilişkin yol haritası çerçevesinde bankaların finansal yapılarının yakından takibi amacıyla bankalar için asgari sermaye yükümlülüğü getirilmesi hususu ele alınmıştır. Bunu takiben, Kasım 2006 tarihinde çıkarılan “Bankaların Likidite Yeterliliğinin Ölçülmesine Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” ile, bankaların varlıklarının yükümlülüklerini karşılayabilecek şekilde yeterli likidite düzeyini sağlamalarına ve sürdürmelerine ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir (BDDK, 2006a).69 Öncelikle yeniden yapılandırma öncesi dönemi yansıtan göstergeler Şekil 4.18’de gösterilmektedir. Sözü edilen yönetmelikte likiditeye ilişkin ölçüme yer verilmiştir. Buna göre vade dilimleri itibariyle; Toplam Likidite Yeterlilik Oranı=TP Varlıklar+YP Varlıklar/TP Yükümlülükler+YP Yükümlülükler; Yabancı Para Yeterlilik Oranı=YP Varlıklar/YP Yükümlülükler’dir (1 Kasım 2006 tarih, 26333 sayılı yönetmelik). 69 166 60 51,6 51,9 44,8 50 44,6 41 39,5 40 % 40 30 41,4 39,3 36,9 36,4 1995 1996 33,5 32,4 1997 Yıllar 1998 20 35,9 35,9 32,1 32 2000 2001 10 0 1993 1994 Likit Varlıklar/Toplam Aktifler 1999 YP Likit Varlıklar/YP Pasifler Şekil 4.18. Bankaların Likidite Yapısı (1993-2001) Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği 1990’lı yıllarda yüksek enflasyon ve makroekonomik belirsizlikler tasarruf sahiplerinin kısa vadeye yönelmesine yol açmış, bankaların varlık ve yükümlülükleri arasındaki vade uyumsuzluğu artmıştır. Bununla birlikte 1990’lı yılların başlarından itibaren KKBG’nin yüksek olması nedeniyle bankaların toplam aktifler içinde menkul kıymetler cüzdanının payının artması yüksek likidite ile faaliyette bulunduklarını göstermiştir. Şekil 4.18’dengörüldüğü üzere 1999 yılı sonunda açıklanan Enflasyonla Mücadele Programı’ndan önce getirisi yüksek olan ve risksiz kabul edilen DİBS portföyü nedeniyle bankacılık kesiminde likit varlıkların toplam aktifler içindeki payı %30’ların oldukça üzerinde seyretmiştir. KKBG’nin yüksek olması, bankalara DİBS portföyü yoluyla likit varlıklar açısından rahatlama sağlasa da, yükselen DİBS faizleri hanehalklarının kısa vadeli mevduata ve diğer finansal araçlara yönelmelerine neden olmuş, bankacılık kesiminin aktif pasif yapısını bozmuştur. Bununla birlikte söz konusu yıllarda enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamı, YP cinsinden varlıkların da yüksek düzeylerde olmasına neden olmuştur. 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan likidite krizleri nedeniyle sektördeki likidite açıkları yüksek maliyetlerle fonlanmıştır. 2001 yılının ortalarında başlayan ekonomik faaliyetlerdeki daralma ve artan belirsizlikler, bankaları yüksek oranda likit varlık tutmaya yöneltmiş, bu nedenle sektörde likidite riski görece azalmıştır. Bununla birlikte, 1999 yılı sonunda açıklanan programda merkez bankasının likidite sağlama rolünün dış kaynak girişine bağlanmasının olumsuz etkileri dikkate alınarak hazırlanan GEGP, bu alanda esneklik sağlamış ve sektördeki likidite riskini sınırlandıran bir unsur olmuştur (BDDK, 2001b). 167 60 50 42,3 49,3 45,8 48,1 48,7 42,1 33,1 % 40 30 38,8 34,3 37,4 39,9 39,6 37,8 32,2 27,8 30,4 33 32,8 30,9 31,3 2009 2010 2011 2012 37,1 26,6 20 10 0 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Likit Varlıklar/Toplam Aktifler 2008 YP Likit Varlıklar/YP Pasifler Şekil 4.19. Bankaların Likidite Yapısı (2002-2012) Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği YYP’nin açıklanmasının ardından finansal piyasalarda istikrarın görece sağlanmış olması, TL’nin yabancı paralar karşısında değer kazanması ve ekonomik faaliyetlerdeki iyileşmenin etkisiyle sektörde likit varlıkların toplam aktifler içindeki payı 2002-2007 döneminde yükselmiştir. Sektörde likit varlıkların oranı 2007 yılından sonra düşme eğilimine girmiş, Küresel krizin etkilerinin hissedildiği 2008 yılında %26,6’ya gerilemiştir. Küresel kriz döneminde GOÜ’ler, net sermaye akımlarındaki azalmanın etkisiyle görülen likidite daralmasına karşı önlem olarak zorunlu karşılık70 oranlarını düşürmüşlerdir. Türkiye’de de, krizden çıkış stratejileri kapsamında benzer bir politika izlenmiştir. Krizin etkisiyle bankacılık sektörünün yurt dışından fonlama imkanlarının daralması nedeniyle, bankalara döviz likiditesi sağlamak amacıyla Aralık 2008’de yabancı para zorunlu karşılık oranı 2 puan indirilerek bankacılık kesimine yaklaşık 2,5 milyar $ döviz likiditesi sağlanmıştır. 2009 yılında artan kredi hacmini desteklemek amacıyla da TP zorunlu karşılık oranı Ekim 2009’da 1 puan azaltılmış ve 3,3 milyar TL sektöre likidite sağlanmıştır. 2010 yılında küresel piyasalardaki normalleşme belirginleştikçe, likidite koşulları ve kredi piyasası gelişmelerine bağlı olarak merkez bankası zorunlu karşılık oranlarını kademeli olarak artırmıştır (TCMB, 2010). Bu gelişmelerin yanında bankacılık sektöründe kredi ve menkul kıymetler ile mevduatlar arasında önceki yıllardan beri süregelen vade uyumsuzluğu sorunu artarak Zorunlu karşılık uygulaması 2005/1 sayılı Merkez Bankası Tebliği ile düzenlenmiştir. Buna göre bankalar, zorunlu karşılığa tabi TL yükümlülükleri için %6, YP yükümlülükleri için ise %11 oranında Merkez Bankası nezdinde karşılık tutmakla yükümlüdürler (TCMB, 2010). 70 168 devam etmektedir. 2005 yılı sonrasında TL mevduatının vadesi kademeli biçimde azalarak 44 güne kadar düşmüştür (TCMB, 2010). Bu doğrultuda merkez bankası, makro ihtiyati tedbirler çerçevesinde zorunlu karşılık uygulamasını vade uzatımını teşvik edecek biçimde düzenlemeyi uygun görmüştür. Sözü edilen gelişmeler neticesinde küresel kriz sonrası dönemde bankacılık kesiminin aktif kalitesinin iyileşmesine bağlı olarak 2010 yılında gerileyen likit varlıklar/toplam aktifler oranı, hem TL hem YP cinsinden artış eğilimine girmiştir. 4.5.1.4. Mevduat güvence sistemi ve TMSF Mevduat güvence sistemi genel olarak mevduatın sigortalanması, prim tahsilatı ve faaliyet yetkisi kaldırılan bankalarda sigortalı mevduatın ödenmesi faaliyetlerini kapsamaktadır (Altıntaş, 2006: 491). Amacı; bankaların finansal yapıları ve finansal piyasalar hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan küçük tasarruf sahipleri başta olmak üzere mudileri korumak ve sistemde banka iflaslarının yayılmasını ve krize dönüşmesini engelleyerek finansal güvenlik ağı kurmaktır. Ancak, iktisat yazınında tam mevduat güvencesinin uygulandığı durumda, piyasa disiplininin ortadan kalkması ile sistemin etkinliğinin bozulacağı ve ahlaki risk sorununa neden olarak risk alma güdüsünün artacağı yönünde görüşler vardır. Özellikle mevduat sigortası primlerinin risklerle orantılı olmadığı durumda, prim ödeyen banka sahipleri güvence veren fona ya da başka bir kamu kurumuna risk transferi yapmaktadır (Er, 2011).71 Bu nedenle ülke ekonomilerinde düzenlemeler çerçevesinde uygulama biçimi olarak kabul gören sistem, mevduat sigortasının banka riskleri ile orantılı biçimde uygulanması ve sigorta edilen mevduata sınırlama getirilmesi biçimindedir. Türkiye’de mevduat sigortası ilk olarak 1982 yılında yaşanan Bankerler Krizi’nin ardından 1983 yılında kısmi mevduat sigortası uygulaması biçiminde getirilmiştir. Aynı yıl Bankalar Hakkında 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile TMSF kurulmuş ve Fon’un temsil ve idare yetkisi merkez bankasına verilmiştir. 1994 yılında ise Fon’a, tasarruf Mevduatların sigorta kapsamında devlet güvencesi ile korunması bankacılık sisteminde istikrasızlığa yol açabilecek banka hücumlarını önlemekte, ancak istikrarsızlığa yol açabilecek bir başka sebep doğurmaktadır. Şöyle ki; mevduat sigortası, bankaları portföylerinde yoğun olarak riskli aktif taşımaya teşvik edebilmektedir. Mevduat sigortası uygulanıyorsa eksik bilgiye sahip mevduat sahipleri bankanın risk aldığını düşünmez ve dolayısıyla mevduat için ödenen faiz oranı üzerinden risk primi talep etmezler. Diğer yandan mevduat sahipleri sınırlı sorumluluk aldıklarından, bankanın yüksek riskli aktifler üzerinden büyük kazançlar elde etmeleri durumunda maruz kalınacak zarar riskini dikkate almazlar. Bu nedenle genel kabul gören uygulama, mevduat sigortası ile bankacılık düzenlemelerinin bir arada uygulanmasıdır (Santomero, 2002). 71 169 mevduatını sigorta etmenin yanı sıra, bankaların finansal yapılarını güçlendirme ve gereğinde yeniden yapılandırma görevi verilmiştir (TMSF). İdari açıdan temsil ve idaresi 2000 yılında BDDK’ya devredilen TMSF, 2004 yılında bağımsız bir kurum haline gelmiştir (Altıntaş, 2006: 490). Türkiye Bankacılık Sistemi’nde mevduat güvence sistemi 1994 Krizi’nin ardından yeniden düzenlenmiş ve mevduata tam güvence verilmiştir. Ancak bu uygulama tasarruf sahiplerinin bankacılık sistemine olan güvenini artırarak risk faktörlerine olan duyarlılıklarını azaltmış, sektörde risk yönetiminde özensiz olan bankalar lehine haksız rekabete yol açmış ve ödenen primler nedeniyle bankaların maliyetini artırmıştır (Özdemir, 2010).72 Bu nedenle 1 Haziran 2000 tarihinde yapılan değişiklikle bu tarihten itibaren açılan yeni tasarruf hesapları için mevduat sigortası kapsamı sınırlandırılmıştır. 4389 sayılı Bankalar Kanunu çerçevesinde mevduata tam güvence uygulamasına son verilmek üzere “Sigortaya Tabi Tasarruf Mevduatı ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nca Tahsil Olunacak Primler Hakkında Karar”ın yürürlüğe konulması kararı alınmıştır. 2000 tarihli Karar’a göre BDDK, TMSF’den bankaya likidite sağlanmasını istemeye ve likidite dengesinin sağlanması için vadeleri uzatılmak kaydıyla banka borçlarının TMSF tarafından garanti edilmesini temine yetkili kılınmıştır. Ayrıca banka denetimleri sonrasında alınacak tedbirler arasında BDDK’ya bankanın mevduat sigortası primlerini yükseltme yetkisi verilmiştir (TBB, 2003). Söz konusu Karar ile, yürürlük tarihinden önce açılan tasarruf mevduatlarının tamamının sigorta kapsamında olmaya devam etmesi, bu tarihten sonra açılacak tasarruf mevduatlarının 100 bin TL’lik, 1 Ocak 2001’den sonra açılacak hesaplar için ise, 50 bin TL’lik kısmının sigorta kapsamında olması öngörülmüştür. Ancak Aralık 2000 tarihinde bu uygulamaya son verilmiş, hem tasarruf mevduatı hem de tüm bilanço içi ve dışı yükümlülüklerin tümü güvence altına alınmıştır. Temmuz 2004 tarihinden itibaren ise yeniden sınırlı mevduat uygulamasına geçilmiş, mevduatların 50 bin TL’ye kadar olan kısmının sigorta kapsamında olduğu karara bağlanmıştır (Altıntaş ve Çetin, 2006; BDDK, 2009; BDDK, 2010b). 2005 yılında çıkarılan 5411 sayılı Kanunla mevduat sigorta priminin belirlenme yetkisi BDDK’dan TMSF’ye geçmiştir. Aynı Kanunla, AB ülkeleri uygulamaları ile uyumlu 1994 finansal krizi nedeniyle hızla küçülen bankacılık sisteminde özkaynakların erimesi, sisteme olan güveni sarsmıştır. Ancak güvenin yeniden tesis edilmesi amacıyla bir çözüm olarak tasarruf mevduatına getirilen tam güvence uygulaması neticesinde bankacılık sisteminin denetiminde yaşanan zafiyetler de eklenince sağlıklı bir yapılanma gerçekleştirilememiş, tersine mali bünye sorunları daha da büyümüştür (TBB, 2002a). 72 170 olarak Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların yurtiçi şubelerinde açılmış olan TL cinsinden tasarruf mevduatı ile bu niteliğe haiz altın ve döviz tevdiat hesapları ve bunlara ait faiz reeskontlarının mevduat sigortasına tabi olacağı ve bunların toplamının 50 bin TL’ye kadar olan kısmının sigorta kapsamında olacağı hükme bağlanmıştır (BDDK, 2005a). Bununla birlikte Mayıs 2008 tarihinde primler hakkında düzenlemeye gidilmiş ve risk esaslı prim uygulamasına geçilmiştir. Sözü edilen gelişmeler çerçevesinde mevduatların kredileri karşılama oranı Şekil 4.20’de gösterilmektedir. 120 100 110 % 80 60 40 20 98,2 84 62 60,3 45,9 62,2 54,1 34,4 35,5 42,6 71,2 80 80,8 82 103 85,2 52 0 Krediler/Mevduat (%) Şekil 4.20. Mevduatın Krediye Dönüşüm Oranı (%, 1980-2012) Kaynak: BDDK ve Türkiye Bankalar Birliği İstatistiki Veriler 1980’lere kadar geleneksel finansal aracılık faaliyetlerinin yüksek olduğu bankacılık kesiminde mevduatın krediye dönüşüm oranı %100’lerin üstünde gerçekleşirken, 1990’ların sonunda %46’lar düzeyine düşmüştür. Bu yıllarda bankaların kamu finansmanında oynadıkları etkin rol nedeniyle reel sektörü finanse etmede zayıf kalmaları, mevduatın krediye dönüşüm oranını büyük oranda düşürmüştür (Çolak, 2001). 2001 Krizi nedeniyle iç talepte ve üretimde ihracatın payının düşmesi, dalgalı kur rejimine geçilmesi, özellikle 2001 yılı ortalarında yaşanan istikrarsızlığın firmaların maliyetlerini ve gelirlerini tahmin etmeyi güçleştirmesi yatırımları ciddi oranda düşürmüştür (TBB, 2002b). Bununla birlikte 2001 yılında kamu bankalarının finansal yapılarının güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılmaları ve görev zararlarının karşılanması amacıyla bu bankalara verilen DİBS’ler nedeniyle kamu iç borç stoku önemli ölçüde büyümüştür. Kamu borç stokunun yüksek olması kaynaklar üzerinde baskı yaratmış, bankaların özkaynakları büyük ölçüde erimiştir (TBB, 2002a). Tüm 171 bu gelişmeler neticesinde mevduatların krediye dönüşüm oranı 2001 ve 2002 yıllarında büyük ölçüde azalarak %35 düzeylerine gerilemiştir. 2002 yılından itibaren ekonomik faaliyetlerde sağlanan istikrar, kamu borç stokundaki gerileme ve yurtiçi finansal sistemin uluslararası finansal sistemle hızlı bir biçimde bütünleşmesi Türkiye’de finansal sistemin derinleşmesine öncülük etmiştir. Bu gelişmelerin bir sonucu olarak kredi hacmi belirgin şekilde artmaya başlamıştır (Yılmaz, 2009). 2002 yılından itibaren bankacılık kesiminde kredi hacminin hızla artmaya başlaması sonucu 2002 yılı Aralık ayında %35,5 olan kredi/mevduat oranı 2012 yılında %103’e yükselmiştir. Kredi hacmindeki artışta, yurt dışındaki piyasalardan daha uzun vadelerle ve uygun koşullarla kredi sağlama imkanının artması önemli bir etken olmuştur. Bunun yanında mevduatların krediye dönüşüm oranının özellikle mevduat güvencesinin sınırlandırıldığı 2004 yılından itibaren giderek yükseldiği dikkat çekmektedir. Bu durum, finansal kesime ve bankalara duyulan güven artışının bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir (Özince, 2005). 4.5.1.5. Gölge bankacılık sisteminin düzenlenmesi 2009 yılı Nisan ayında G20 liderleri öncülüğünde gerçekleştirilen Londra Zirvesi’nde, finansal sistemde risk unsuru oluşturabilecek faaliyet ve girişimlere ilişkin düzenleyici çerçevenin iyileştirilmesi yönünde katılımcı ülkelere tavsiyelerde bulunulmuştur. Buna göre, düzenleyici çerçevenin yeniden gözden geçirilerek gölge bankacılığa yönelik gözetim sisteminin güçlendirilmesi, bu çerçevede hedge fonların kayıt altına alınması ve menkul kıymetleştirmeye ilişkin risk yönetiminin geliştirilmesi kararı alınmıştır. Londra ve Cannes Zirveleri’nde alınan kararlar paralelinde Türkiye’de Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazete’de “Finansal Kiralama, Faktoring ve Diğer Finansal Şirketler” Kanunu yayımlanmıştır. Bu kanunla düzenleyici çerçeve güçlendirilmiş ve söz konusu bankacılık dışı finansal sektör için yeni ihtiyati gereklilikler getirilmiştir. Bankacılık dışı finansal sektör, banka gibi aracı kurumlara benzer biçimde asgari sermaye yeterliliğine tabi kılınmış, şirketlerin yalnızca borçlanma araçlarına yatırım yapabilmeleri koşulu getirilmiştir. Bunun yanında, söz konusu şirketlerin porföylerindeki herhangi bir varlığa ilişkin vade süresinin 180 günden fazla olamayacağı ve ortalama vade uzunluğunun 45 günü geçemeyeceği hükme bağlanmıştır (FSB, 2013). Bu düzenleme ile uzun vadeli yatırımların 172 kısa vadeli fonlarla finanse edilmesinin önüne geçilerek gölge bankacılık sisteminin denetim altına alınması hedeflenmiştir. SPK’nın 2013 yılında yayımladığı “Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar” tebliğinde yatırım fonlarının kuruluşlarına, faaliyet ilke ve kurallarına, katılım payları ile bunların ihracına ve kamunun aydınlatılmasına ilişkin esaslar belirlenmiştir (SPK, 2013). Şirketlerin portföy yönetimi ve yatırım fonları üzerindeki gözetimin genişletilmesi ve risk yönetimi sistemine yeni önlemler getirilmesi amacıyla çıkarılan tebliğin, Temmuz 2014 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenmektedir. Londra ve Seul Zirveleri’nde hedge fonların gözetim ve denetiminin güçlendirilmesi, kayıt altına alınması ve bu alanda uluslararası uyumun sağlanması önerilerine yer verilmiştir. Türkiye’de hedge fon işlemleri 2006 yılından beri “Yatırım Fonlarına Yönelik İlkeler Tebliği” çerçevesinde sıkı bir biçimde düzenlemeye tabi tutulmaktadır. Mevcut düzenleme ile hedge fonlar SPK tarafından kayıt altına alınmakta ve yalnızca SPK’nın lisans verdiği aracı kurumlar ve bankalar hedge fonların kurucusu olabilmektedir. Ancak FSB’nin 2011 yılı raporunda, Türkiye’deki mevcut düzenleyici ve denetleyici güçlerin bu yönde daha fazla adım atmaları gerektiği ifade edilmektedir (FSB, 2011b). Londra Zirvesi’nde, farklı ülkelerdeki hedge fonların etkin gözetimine ilişkin güvenliği sağlamaya yönelik olarak uluslararası yetkililer arasında işbirliği ve bilgi paylaşımı mekanizmasının kurulması görevi FSB’ye verilmiştir. Bunun yanında ülkeler için Basel-III standartları çerçevesinde karşı taraf risk yönetiminin genişletilmesi kararlaştırılmış, fonların kaldıraç mekanizmalarının denetimi de kararlara dahil edilmiştir. 2013 yılı FSB raporuna göre Türkiye’de hedge fonların gözetimi SPK tarafından yürütülmekte ve diğer yetkili kuruluşlarla işbirliği sağlanmaktadır. Karşı taraf risk yönetimine ilişkin taslak ise BIS’in tavsiye dokümanına uygun biçimde hazırlanmıştır (FSB, 2013). Londra ve Pittsburgh Zirveleri’nde de ele alındığı üzere FSB (2009a), BCBS ve IOSCO tarafından menkul kıymetleştirme piyasalarına yönelik getirilen öneri ve önlemlerin tüm denetleyici ve düzenleyici güçler tarafından 2010 yılı içinde uygulamaya geçirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Basel Komitesi’nin önerileri menkul kıymetleştirmeye ilişkin sermaye yeterlilik çerçevesinin güçlendirilmesi ve bu alanda banka yönetimi için açık 173 kurallar geliştirilmesi üzerine şekillenmektedir. Bunun yanında menkul kıymetleştirme ürünlerine ilişkin açıklamalar Basel 2,5 çerçevesinde genişletilmelidir. IOSCO ise, menkul kıymetleştirme piyasalarındaki uygulamaların güçlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Türkiye 2012 yılı ortalarından itibaren bu alanda tüm bankaların yeni kurallara uyum sağlayacağını taahhüt etmiş, bu çerçevede hazırlanan taslağın 2013 yılı sonunda yayımlanacağı belirtilmiştir. Taslakta, söz konusu türev ürünlerin özelliklerinin açık bir biçimde tanımlandığı ve iç kontrol sisteminin işleyişinin de ana hatlarıyla açıklandığı ifade edilmiştir (FSB, 2013). Türkiye’de menkul kıymetleştirilmiş ürün piyasası henüz yeterli düzeyde gelişmemiş olduğundan, bu alanda kapsamlı bir çalışma ya da düzenleme yapılmadığı görülmektedir. 4.5.2. Makro ihtiyati politika çerçevesinin ve araçlarının geliştirilmesi İhtiyatlı politika izlemek anlamına gelen makro ihtiyati politikalar ile makro risklerin azaltılması amacıyla merkez bankasının çeşitli para politikası araçlarını duruma uygun ve esnek bir biçimde kullanmasıyla birden çok piyasada istikrarın sağlanması hedeflenmektedir (Doğru, Çelik ve Doğan, 2012). Küresel kriz sonrasında finansal kurumlara ilişkin düzenleme, denetim ve gözetim mekanizmasının, merkez bankasının öncü rol oynadığı makro ihtiyati tedbirler çerçevesinde ele alınması gerektiği ifade edilmiştir. Böylece düzenleme ve denetimler, bireysel kurumlardan öte tüm finansal kurumları kapsayacak biçimde genişleyecektir (Borio, 2011). Bu anlamda küresel krizle birlikte makro ihtiyati para politikasına bakış büyük ölçüde değişmiş, G20 Zirveleri’nde ele alındığı üzere makro risklerin azaltılması amacıyla merkez bankalarının finansal istikrar, kredi genişlemesi ve varlık fiyatlarındaki değişimleri de dikkate alacağı yeni politika tedbirleri belirlenmiştir (Başçı ve Kara, 2011). Söz konusu yeni yaklaşım, merkez bankalarına birden fazla aracın bir arada kullanılmasına izin veren esnek bir politika anlayışını yansıtmaktadır. 2008 yılı raporunda FSF, merkez bankalarını ve denetimden sorumlu yetkilileri finansal istikrarı tehdit eden risklerin değerlendirilmesini de içerecek biçimde bilgi paylaşımını ve işbirliğini geliştirmeye davet etmiştir. 2009 yılı FSB raporunda ise yetkililerin, denetim amaçlı makro ihtiyati göstergeler olarak hem kurum hem de tüm sistem düzeyinde kaldıraçlara ilişkin sayısal göstergeleri kullanmaları gerektiği ifade edilmiştir. Böylece, ana sermaye tutarının toplam risk tutarına bölünmesiyle elde edilen kaldıraç 174 rasyosu bir kırılganlık göstergesi olarak kullanılabileceği gibi, bir denetim aracı olarak da işlev görecektir (FSB, 2009a). Londra Zirvesi’nde, sistemik riskleri artıran gölge bankalar ve özel sermaye havuzları da dahil olmak üzere finansal sistemin karşı karşıya kaldığı makro ihtiyati risklerin belirlenmesi ve düzenlenmesi gerektiği ele alınmıştır. 2011 yılında Cannes Zirvesi’nde FSB, BIS ve IMF’nin ortak çalışmaları ile finansal sektördeki risklerin büyümesini engellemek amacıyla makro ihtiyati politika çerçevesi ve araçlar geliştirilmiş ve tüm katılımcı ülkelere sunulmuştur (G20, 2011).Bunun yanında Washington Zirvesi’nde G20 liderleri, varlık fiyatlarındaki büyük çaplı değişimlerin makro ekonomi ve finansal sistem üzerindeki etkilerinin gözlemlenmesi gerektiğini vurgulamışlardır (G20, 2008). TCMB, küresel çapta önerilen söz konusu uygulamalar paralelinde, 2010 yılı ortalarından itibaren finansal istikrara verdiği önemi artırmış ve araç kümesini çeşitlendirmiştir. Bu doğrultuda, artan makro finansal dengesizlikleri sınırlamak amacıyla kısa vadeli sermaye girişlerinin azaltılmasına ve kredi genişlemesinin yavaşlamasına odaklanarak, zorunlu karşılıkları ve faiz koridorunu73 aktif para politikası aracı olarak kullanmaya başlamıştır. Makro ihtiyati politikalar çerçevesinde zorunlu karşılık oranları, piyasadaki TL likiditesinin ve kredi arzının kontrol altına alınması amacıyla kademeli olarak artırılmış ve faiz koridoru genişletilmiştir (Başçı ve Kara, 2001). Ancak zorunlu karşılık oranlarındaki artış, bankaların en büyük fon kaynağı olan mevduatların maliyetini artırmış ve bankaların mevduat dışı fonlara yönelmelerine neden olmuştur (Mutlutürk, 2012). Bunun altında yatan temel neden ise, Türkiye Bankacılık Sistemi’nde mevduatın ortalama vade süresinin çok kısa olması, dolayısıyla artan zorunlu karşılık oranları nedeniyle merkez bankasının, bankaların elindeki mevduatları daha da sınırlamış olmasıdır (Özatay, 2012). Türkiye’de makro ihtiyati politika çerçevesinin genişletilmesi amacıyla Haziran 2011 tarihinde Hazine Müsteşarlığı başkanlığında, TCMB, BDDK, SPK ve TMSF başkanlarından oluşan Finansal İstikrar Komitesi oluşturulmuştur. Komite’nin görevleri sistemik risklerin belirlenmesi, izlenmesi ve makro ihtiyati önlemlerin geliştirilmesi biçiminde belirlenmiştir. Faiz koridoru, merkez bankası tarafından belirlenen gecelik borçlanma ve borç verme faizi arasındaki farkı göstermektedir. Geçici likidite sıkışıklığı olan bir bankanın merkez bankasından kısa vadeli borçlanmak için ödemeyi kabul ettiği faiz oranı koridorun üst sınırını (borç verme faiz oranını), geçici likidite fazlası olan bir bankanın merkez bankasına bu fonu mevduat biçiminde yatırması halinde almayı kabul ettiği faiz oranı ise koridorun üst sınırını (borç alma faiz oranını) belirlemektedir (Özatay, 2012). 73 175 Bunun yanı sıra FSB 2013 ilerleme raporuna göre Türkiye’de makro ihtiyati çerçeve paralelinde gerçekleştirilen düzenlemeler şunlardır (FSB, 2013); Aralık 2010 tarihinden itibaren tüketiciye yönelik konut kredileri için %75 oranında kredi/teminat rasyosu (Loan-to-Value; LTV) tavanı uygulanmaya başlanmış, Haziran 2011 tarihinden itibaren uzun vadeli tüketici kredileri için olan risk ağırlığı yükseltilmiş, söz konusu kredilere ilişkin koşullar artırılmış, Haziran 2011 tarihinden itibaren kredi kartı ödemeleri için sınırlama getirilmiştir. Faiz oranı riskine ilişkin Basel-III Uzlaşısı ile getirilen risk bazlı olmayan kaldıraç uygulaması ise, Ağustos 2011 tarihinden itibaren ele alınmaya başlanmıştır. BDDK, BaselIII standartları ile tamamen uyumlu olarak kaldıraçlara yönelik düzenleme taslağı üzerinde çalışmakta ve bu taslağa göre 2015 yılından itibaren bankaların solo ve konsolide bazda asgari %3 oranında belirlenen kaldıraç rasyosunu tutturmaları gerektiğini ifade etmektedir. Basel-III Uzlaşısı’nın 2013 yılından 2019 yılına kadar sürecek dönem içerisinde uygulanması öngörülmektedir. Bunun yanında, hızlı kaldıraç büyümesinden kaynaklanan finansal kırılganlıkların, krizlerin daha da derinleşmesine neden olduğu vurgulanmakta ve firma kaldıraç oranlarındaki hızlı değişimlerin izlenmesi, makro ihtiyati politikalar ile bu sorunun önüne geçilmesi gerektiği ifade edilmektedir (TCMB, 2013). Son olarak, G20 liderlerinin varlık fiyatlarındaki hızlı değişimlerin ve bunun makroekonomi ve finansal sistem üzerindeki etkilerinin izlenmesi gerekliliğine yönelik önerileri, BDDK’nın yayımladığı ve 2010-2012 yıllarını kapsayan Stratejik Plan’da ele alınmıştır. Plan’da, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması için varlık piyasalarındaki risklerin izlenmesi hedeflenmiştir (BDDK, 2010b). 176 177 5. TÜRKİYE’NİN YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİYE UYUM SÜRECİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİ Uluslararası alanda 1994 Meksika Krizi ile gündeme gelen ve 1997 Asya Krizi ile hız kazanan finansal sistemin küresel düzeyde yeniden düzenlenme girişimlerine yönelik Türkiye’nin uyum çabaları, 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri’nin etkisiyle önem kazanmıştır. Türkiye finansal sisteminde, uluslararası finansal kurumlar ve G20 ülkelerinin liderleri tarafından geliştirilen küresel finansal standartlara uyum sürecinde, aşamalı olarak birtakım değişikliklere ve düzenlemelere gidilmektedir. Bu çerçevede bankacılık kesimine ilişkin yasal ve kurumsal çerçevenin genişletilmesinin yanında, finansal piyasalarda gözetim ve denetim sisteminin geliştirilmesi, bankacılık sermaye ve likidite yapısının güçlendirilmesi ve makro ihtiyati politika çerçevesinin genişletilmesi ele alınan başlıca unsurlar olmaktadır. Çalışmanın bu bölümünde, 2001 Krizi sürecinde hız kazanan ve halen devam eden küresel finansal standartlara uyuma yönelik uygulamaların, Türkiye’de finansal sistemi ne yönde ve ne düzeyde etkilediğinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda öncelikle finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını incelemek amacıyla finansal gelişme, finansal kırılganlık ve finansal sağlamlık endeksleri oluşturulmakta, ardından her üç endeks bir araya getirilerek Türkiye için finansal sistem bileşik endeksi elde edilmektedir. Finansal sistemin çok boyutlu yönünü açıklayan bileşik endeks yardımıyla, küresel finansal mimari standartlarına yakınlaştırılan bir takım finansal düzenlemeler arasındaki ilişki test edilmektedir. Belirlenen tüm finansal düzenleme değişkenlerinin finansal sistem bileşik endeksi ile uzun ve kısa dönem ilişkilerinin varlığı Johansen Eşbütünleşme, Vektör Hata Düzeltme ve Geliştirilmiş Granger Nedensellik testleri yardımıyla analiz edilmekte, ardından finansal düzenlemeye konu olan açıklayıcı değişkenlerin, birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ve finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık etkilerinin derecesi Vektör Hata Düzeltme Modeli’ne dayalı Etki-Tepki Fonksiyonları ve Varyans Ayrıştırması yoluyla açıklanmaktadır. 5.1. Türkiye İçin Finansal Sistem Bileşik Endeksi Finansal sistemin gelişimine, sağlamlığına ve kırılganlığına ilişkin ortak bir göstergenin belirlenmesi ve bunun finansal sistemin bütününe yönelik yeterli ve sağlıklı bilgiyi yansıtması oldukça güçtür. Çalışmanın bu kısmında oluşturulan toplulaştırılmış 178 bileşik endeks ile Türkiye’nin finansal sisteminin tek bir gösterge ile yakalanamayan çok boyutlu yönünün, tek bir endeks altında derlenen çok sayıda gösterge ve bunların oluşturduğu temel bileşenler yardımıyla değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Finansal sistem bileşik endeksi finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık endekslerinden oluşmakta ve her bir endeksin de kendi içinde temel bileşenleri bulunmaktadır. Tüm endeksler oluşturulurken aynı yöntem izlenmiş, son aşamada ise Türkiye için toplulaştırılmış tek bir finansal sistem bileşik endeksi (FSBE) elde edilmiştir. Söz konusu endeks yardımıyla 1990-2013 yılları arasında sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan dönemlerin tespit edilmesi ve elde edilen bileşik endeks değeri ile finansal sisteme ilişkin düzenlemelerin modellenmesi amaçlanmıştır. FSBE oluşturulurken şu aşamalar izlenmiştir; i. Endeks hesaplanırken ele alınacak dönem aralığı ve frekans belirlenmiştir. Çalışmada, küresel standartlara uyum çerçevesinde gerçekleştirilen düzenlemelerin finansal sisteme olan etkisini yorumlayabilmek amacıyla 1990-2013 dönemi ele alınmıştır. Analizde, aylık veriler kullanılmıştır.74 ii. İktisat yazını çerçevesinde, Türkiye’nin finansal yapısı da dikkate alınarak, finansal gelişmeyi, finansal sağlamlığı ve finansal kırılganlığı ölçmeye yönelik üç değişken seti oluşturulmuştur. Finansal gelişme endeksi için oluşturulan değişken seti 8, finansal sağlamlık endeksi 13, finansal kırılganlık endeksi ise 7 değişkenden oluşmaktadır. FSBE için toplam 28 adet değişken kullanılmıştır. iii. Endekslerin alt bileşenlerini oluşturan farklı ölçü birimlerindeki değişkenler tek bir endeks altında bir araya getirilebilir biçimde standardize edilerek dönüştürmeye tabi tutulmuştur. Serileri standardize etmek için literatürde birden fazla yöntem kullanılmaktadır. En sık kullanılan yöntem değişkenleri normalize etme yoluyla dönüştürmektir. Normalizasyon GSYH serisi için aylık veri bulunmadığından, TCMB-EVDS’den elde edilen çeyrek dönemlik veriler, interpolasyon yöntemi ile aylık veriler haline dönüştürülmüştür. Bunun için, Litterman (1983)’ın zaman serilerine ilişkin makalesinde ele aldığı yöntemden faydalanılmış ve dönüştürme işlemi sırasında Excel programı kullanılmıştır. 74 179 yönteminde, değişkenlerin her dönem için aldıkları değerler zaman serisinin ortalamasından çıkarılarak standart sapmasına bölünmektedir. Böylece literatürde z-skor olarak adlandırılan normalize edilmiş söz konusu değerler, ortalaması 0 ve standart sapması 1 olan seriye dönüştürülmektedir (Dorrucci and Santabarbara; 2009). Yaygın olarak kullanılan diğer bir dönüştürme yöntemi yeniden ölçeklendirmedir. Yeniden ölçeklendirme, değişkenin minimum değerine göre yapılan bir dönüştürme tekniğidir. Dönüştürme sonrasında zaman serisi [0;1] arasında değerler almaktadır(Albulescu ve Goyeau; 2009).75 Bu çalışmada endeks hesaplanırken serileri standardize etme aşamasında, literatürde sıklıkla kullanılan normalizasyon ve yeniden ölçeklendirme yöntemlerine başvurulmuştur. Her iki yöntemden aynı sonuçlar elde edildiğinden, normalize edilerek standardize edilmiş seriler analize dahil edilmiştir. Yani, analizde kullanılan her bir zaman serisi ortalaması sıfır ve varyansı 1 olan standardize edilmiş yeni bir zaman serisine dönüştürülmüştür. Bu aşamada kullanılan formül şu şekildedir: I it n I it I it : t döneminde i değişkeninin değeri : zaman serisinin aritmetik ortalaması : zaman serisinin standart sapması I it n : değişkenin normalizasyon yöntemi ile standardize edilmiş değeri Normalizasyon sonrasında, seride yer alan her bir değerin ortalamadan kaç sapma uzaklıkta olduğunu gösteren bir zaman serisi elde edilmiştir. iv. Dördüncü aşamada, faktör analizi ile temel bileşenler (faktörler) belirlenmiş ve birbirleri ile ilişkisiz söz konusu faktörler kuramsal çerçeveye uygun olarak adlandırılmıştır. Yeniden ölçeklendirme sürecinde kullanılan formül şu şekildedir; I it Min( I i ) I it n Max( I i ) Min( I i ) 75 I it : t döneminde i değişkeninin değeri Min( I i ) ve Max( Ii ) : analiz döneminde i değişkeninin minimum ve maksimum değerleri I it n : göstergenin yeniden ölçeklendirme ile standardize edilmiş değeri 180 Pearson (1901) ve Hotelling (1933) tarafından geliştirilen ve faktör analizi yardımı ile yapılan temel bileşenler analizi (principal component analysis; PCA), çok değişkenli bir analiz tekniğidir. PCA, gösterge setinde bulunan ve birbirleriyle ilişkili çok sayıda değişkenin varyans yapısının korunarak çok boyutlu yönünün indirgenmesinde kullanılmaktadır. İndirgeme süreci, temel bileşenler olarak adlandırılan ve birbirleriyle ilişkisiz olan yeni bir veri setinin elde edilmesini sağlamaktadır (Jolliffe, 2005: 9). Yani PCA yardımıyla, ilişkili değişkenlerin oluşturduğu veri setinden, ilişkisiz değişkenlerin oluşturduğu ve her bir ilişkisiz değişken setinin birer temel bileşen olduğu yeni bir veri seti elde edilmektedir. Böylece, herhangi bir bilgi kaybına neden olmadan tüm değişkenleri temsil eden daha az sayıda değişken ile analiz yapılabilmektedir. Faktör çıkartma işlemi gerektiren söz konusu süreç, faktör analizi ile elde edilmektedir. Faktör analizi için ilk adım, değişken setindeki tüm oranların standardize edildikten sonra faktör analizine uygunluk testlerinin yapılmasıdır. Bunun için öncelikle korelasyon matrisi yardımı ile korelasyon katsayıları incelenmekte, ardından Barlett ve Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) test istatistiklerine bakılmaktadır. Barlett testi ile korelasyon matrisinin birim matris olduğuna dair H 0 hipotezi test edilirken, KMO ile örneklem yeterliliği ölçülmektedir. KMO testi sonucunda elde edilen oranın 0,50’den yüksek olması veri setinin faktör analizine uygun olduğunu göstermektedir (Krzanowski, 2000: 65-66).76 Diğer aşamada, analize dahil edilen tüm değişkenler arasından en yüksek (maksimum) varyansı açıklayan ve özdeğerleri (eigenvalues) 1’den büyük olan faktörler çıkartılmaktadır (Gnanadesikan, 2011: 11).77 Özdeğerleri 1’den büyük olan faktörlerin altındaki değişkenler dikkate alınarak, her bir faktör isimlendirilmektedir. v. Son aşama, veri setindeki aynı ölçü birimiyle ifade edilen standardize edilmiş serileri toplulaştırma, yani ağırlıklandırma aşamasıdır. Literatürde PCA, veri zarflama analizi, gözlemlenmemiş bileşenler modeli, eşit ağırlıklandırma gibi çok sayıda ağırlıklandırma teknikleri bulunmaktadır (OECD, 2008: 32). KMO testi sonucunda elde edilen oran 0,5’den ne kadar yüksekse, veri setinde yer alan değişkenlerin faktör analizine uygunluğu o ölçüde artmaktadır. 77 Faktörün faktör yüklerinin karelerinin toplamını ifade eden özdeğer, faktör tarafından açıklanan varyansı göstermekte ve özdeğer katsayısı yükseldikçe faktörün açıkladığı varyans da yükselmektedir (Tabachnick ve Fidell, 2001: 26). 76 181 Sıklıkla kullanılan ağırlıklandırma yöntemi ise endekste yer alan tüm değişkenlere aynı ağırlığın verildiği eşit ağırlıklandırma yöntemidir. Bu şekilde yapılan ağırlıklandırma ile ortalaması 0 ve varyansı 1 olan bileşenlerden herhangi birinin endeksteki ağırlığının fazla (ya da az) olması önlenmiş olmaktadır (Kibritçioğlu, 2003). Bu çalışmada Türkiye için FSBE ve onun alt endeksleri olan finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri oluşturulmuştur. Bunun için, 2005 yılından itibaren TCMB Finansal İstikrar Raporları’nda bankacılık sağlamlık endeksinde kullanılan hesaplama yöntemi izlenmiştir. Her değişken gurubunu oluşturan alt bileşenler için eşit ağırlıklandırma yöntemi uygulanmış ve oran (rasyo) olarak kullanılan her bir değişkenin standardize edilmiş değerleri, eşit ağırlıklar ile çarpılarak yatay olarak toplanmıştır. Endekste yer alan bankacılık kesimine ilişkin rasyolar, TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, TBB İstatistiki Raporları, TBB Veri Sorgulama Sistemi, Thomson Data Stream ve BDDK Raporları’ndan elde edilen aylık verilerden oluşturulmuştur. Bunun için sözü edilen kurumların bankacılık kesiminin istikrarına yönelik dikkate aldıkları ve bankacılık sektörü yıllık bilançolarında yer alan rasyoların kullanılmasına dikkat edilmiştir. Finansal gelişme ölçütleri için ise iktisat yazınında sıklıkla kullanılan rasyolar analize dahil edilmiştir. Son tahlilde FSBE yardımıyla, 1990-2013 dönemi için finansal sistemin çok boyutlu yönünü açıklayan bir zaman serisi elde edilmiştir. Türkiye’de küresel standartlara uyuma yönelik finansal düzenlemelerin zayıf olduğu 1990-2001 ve düzenlemelerin uluslararası standartlara yakınlaştırıldığı 2002-2013 dönemlerinin analizinde FSBE değeri kullanılmıştır. 5.1.1. Finansal gelişme endeksi Finansal sistemin gelişmesi, ekonomilerin serbestleştirilmesi yoluyla gerçekleşmesi mümkün olan ve finansal araç çeşitliliği arttıkça tanımı da genişleyen çok boyutlu bir süreçtir. Bu nedenle iktisat yazınında incelenen ampirik çalışmalarda, finansal gelişmenin ölçülmesinde çok sayıda farklı göstergeler kullanılmaktadır. Bununla birlikte ampirik çalışmaların büyük çoğunluğu finansal gelişmenin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin incelendiği çalışmalardan oluşmaktadır. Çalışmaların bir kısmı yalnızca bankacılık çerçevesinde finansal sistemin büyüklüğüne odaklanırken, daha geniş kapsamlı ölçümlerde sermaye piyasası da çalışmalara dahil edilmektedir. 182 İktisat yazınında finansal gelişme/derinleşme78 üzerine yapılan çalışmalarda büyük ölçüde para ve kredi büyüklüklerine ilişkin miktar ölçütlerinin esas alındığı dikkat çekmektedir. Ancak Lynch (1996) ve Outreville (1999), finansal gelişmenin ölçülmesinde kullanılan para ve kredi büyüklüklerine ilişkin miktar ölçütlerinin, sağlıklı ekonomi politikalarının oluşturulabilmesi hususunda yetersiz kalacağını öne sürmektedirler. Bir ekonomiye ilişkin finansal gelişme ölçümü, ülkenin parasal durumunu, kredi akışını, likidite ve risk yönetimini kapsamalı, fiyat belirleme ve fiyat esnekliği yönlerini de içerecek biçimde finansal fiyatlama mekanizmasını içermelidir (Ağır, 2010: 90). Bu nedenle ampirik çalışmalar incelendiğinde, ölçüt olarak kullanılan her değişkenin finansal gelişme düzeyini farklı yönlerden ölçtüğü görülmektedir. Ölçümlerde genel olarak finansal piyasaların hareketliliğini ve sistemin yapısını ve büyüklüğünü inceleyen toplulaştırılmış finansal gelişme ölçütleri kullanılmaktadır. Finansal gelişme göstergeleri, göstergelerin endekse etki yönü ve ilgili yazın Çizelge 5.1’de gösterilmektedir. Literatürde finansal gelişme ve finansal derinleşme kavramları birlikte kullanılmaktadır. Ampirik çalışmalardaki ölçümlerde, finansal gelişme göstergeleri ile finansal derinleşme göstergeleri aynı olduğundan, bu çalışmada finansal gelişme kavramı kullanılacaktır. 78 Çizelge 5.1. Finansal Gelişme Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi Finansal Gelişme Göstergeleri Dolaşımdaki Para(M0)/M1 M2/GSYH Göstergelerin Tanımı Dolaşımdaki para miktarı (ekonomideki parasallaşma miktarı) arttıkça finansal varlık talebi ve banka mevduat işlemleri azalacak, finansal gelişme düzeyi düşecektir. Orandaki artış, finansal sektörde aracılık faaliyetlerinin, ekonominin diğer sektörlerindeki faaliyetlere göre daha hızlı olduğunu göstermektedir. Endekse Etki Yönü (-) Jung (1986); Murinde ve Eng (1994); Outreville (1999); Darrat (1999); Khan vd. (2005) Finansal aracılık oranı olarak tanımlanmaktadır. Bankacılık kesimi aracılığıyla borç verilebilecek fonları temsil ettiği varsayımıyla bankacılık faaliyetlerinin gelişimine ve dolayısıyla ülkenin finansal yapısına ilişkin bilgi vermektedir. (+) (M3-M1)/GSYH Dolaşımdaki para ve mevduat işlemlerini ele almakta ve mevduat sağlayan finansal kurumların aracılık faaliyetlerinin gelişimini yansıtmaktadır. Bir ülkenin finansal gelişmişlik düzeyiyle pozitif yönde ilişkili orandır. Finansal sistem geliştikçe tasarruf mevduatları, nakit işlemlerden daha hızlı artacaktır. Bankacılık kesimi aracılığıyla Türk lirası ve yabancı para cinsinden yapılan finansal faaliyetleri göstermektedir. Göstergedeki artış, finansal yenilik ve finansal varlık çeşitliliğindeki artışa işaret etmektedir. Kamu sektörüne açılan kredileri kapsamadığı için finansal aracılık faaliyetleri yoluyla piyasa katılımcılarına yönelen fonların gerçek büyüklüğünü yansıtmaktadır. Bu nedenle finansal aracılığın ölçümünde doğrudan bilgi sağlamaktadır. Orandaki artış, ayrıca, ekonomide yatırımların ve büyümenin de artacağına işaret etmektedir. (+) (+) Lynch (1996); Outreville (1999) (+) Arestis ve Demetriades (1995); Kar ve Pentecost (2000); Chinn ve Ito (2002); Kar vd. (2008) Boulila ve Trabelsi (2003); Ergeç (2004) Ekonomide, faiz oranları gibi fiyat sinyallerine karşı tepki vermesi beklenen orandır. Finansal sektörün konsolide bilançosunda finansal varlıklar yönünden en fazla bilgi sağlayan göstergedir. Bankacılık sektörünün fonlama düzeyini göstermekte ve sektörün etkinliği hakkında bilgi vermektedir. (+) M2Y M3Y Özel Sektöre Krediler/GSYH Açılan Yurtiçi Krediler/GSYH Bankacılık Sektörü Toplam Aktifler/GSYH (+) (+) (+) King ve Levine (1993); De Gregorio ve Guidotti (1995); Demetriades ve Hussein (1996); Von Furstenberg ve Fratianni (1996); Scholtens (2000); Thiel (2001); Chinn ve Ito (2002); Cuadro vd. (2003); Ergeç (2004); Ndikumana (2005); Gouider ve Trabelsi (2005); Khan vd. (2005); Law ve Demetriades (2005); Cull vd. (2005); Ito (2006); Loayza ve Ranciere (2006); Girma ve Shortland (2008); Klein ve Olivei (2008); Ben Naceur vd. (2008); Federici ve Caprioli (2009); Ağır (2010); Bittencourt (2011); Özcan ve Arı (2011); Reinhardt vd. (2013); Arestis ve Demetriades (1997); De Gregorio ve Guidotti (1995); Kar ve Pentecost (2000); Berglof ve Bolton (2002); Law ve Demetriades (2005); Ndikumana (2005); Ağır (2010) Berglof ve Bolton (2002); Aghion vd. (2004); Khan vd. (2005); Huang (2006) 183 M3/GSYH (Likit Yükümlülükler/GSYH) McKinnon (1973); Shaw (1973); Jung (1986); Arestis ve Demetriades (1997); Darrat (1999); Kar ve Pentecost (2000); Khalifa Al-Yousif (2002); Calderon ve Liu (2002); Köse vd. (2003); Rousseau ve Sylla (2003); Khan vd. (2005); Ağır (2010); Bittencourt (2011) Goldsmith (1975), King ve Levine (1993); Von Furstenberg ve Fratianni (1996); Chinn ve Ito (2002); Cuadro vd. (2003); Lane ve Milesi-Ferretti (2003); Aghion vd. (2004); Law ve Demetriades (2005); Gouider ve Trabelsi (2006); Ndikumana (2005); Cull vd. (2005); Huang (2006); Klein ve Olivei (2008); Federici ve Caprioli (2009); Bittencourt (2011);Öztürk vd. (2011) Rousseau ve Wachtel (2001), Khan vd. (2005) M2/M1 (+) İktisat Yazını Finansal Gelişme Göstergeleri Mevduat Bankalarının Aktifleri/GSYH Göstergelerin Tanımı Mevduat bankalarının fonlama düzeyini göstermekte ve söz konusu bankaların etkinliği hakkında bilgi vermektedir. Endekse Etki Yönü (+) Bankacılık sektörünün gelişimini, varlıkların kompozisyonu arasındaki farklılıkları dikkate almadan yalnızca likidite yönüyle değerlendirir. Bir yönüyle, ekonominin parasallaşma düzeyini ölçer. Ekonomideki finansal aracılık düzeyini tümüyle yansıtmaktadır. (+) Bankacılık Sektörü Toplam Aktif/Merkez Bankası Varlıkları+Bankacılık Sektörü Aktifler Merkez Bankası Varlıkları/GSYH Bankacılık Kesimi Yoğunlaşma Borsa Kapitalizasyon/GSYH Ticari bankaların (mevduat bankalarının) finansal hizmetlere ve dolayısıyla finansal gelişme düzeyine etkisini göstermektedir. (+) Finansal sektörde merkez bankasının gerçekleştirdiği finansal hizmetlerin GSYH içindeki göreli büyüklüğünü göstermektedir. Finansal piyasalara giriş-çıkış serbestliği ve finansal faaliyetler ile ilgili bilgi vermekte, söz konusu piyasaların rekabet düzeyini yansıtmaktadır. Hisse senetlerinin değerini ölçmektedir. Sermaye piyasasının, GSYH içindeki göreli büyüklüğünü ve varlık fiyatlarındaki değişime bağlı olarak gelişen sermaye piyasasında büyümeyi göstermektedir. (+) Hisse Senetleri Hacmi/GSYH Belirli bir dönemde işlem gören hisse senetlerinin GSYH içindeki değerini göstermektedir. Sermaye piyasasının faaliyet ve likidite düzeyini ölçmektedir. (+) Kişi başına düşen halka açık firma sayısını ölçmektedir. (+) Sermaye piyasasının etkinliğini göstermektedir. (+) Mevduat/GSYH Kredi/GSYH İşlem Borsada İşlem Gören Toplam Firma Sayısı/Toplam Nüfus Borsa Turnover Oranı (İşlem Görme Oranı) Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir. (+) (+)/(-) (+) 184 Çizelge 5.1. (devam). Finansal Gelişme Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi İktisat Yazını Von Furstenberg ve Fratianni (1996); Beck ve Levine (1999); Scholtens (2000) Demetriades ve Hussein (1996); Beck ve Levine (1999); Kar ve Pentecost (2000); Rajan ve Zingales (2003); Christopoulos ve Tsionas (2004); Khan vd. (2005) Rousseau ve Wachtel (2001); Ndikumana (2005); Yang ve Yi (2008) King ve Levine (1993); Federici ve Caprioli (2009); Ndikumana (2005) Beck ve Levine (1999) Beck ve Levine (1999); Berglof ve Bolton (2002), Cull vd. (2005); Davis (2007) Goldsmith (1969); Rajan ve Zingales (1996); Von Furstenberg ve Fratianni (1996); Arestis ve Demetriades (1997); Beck ve Levine (1999); Scholtens (2000); Thiel (2001); Di Giovanni (2005); Chinn ve Ito (2002); Rajan ve Zingales (2003); Cuadro vd. (2003); Lane ve Milesi-Ferretti (2003); Law ve Demetriades (2005); Ito (2006); Huang (2006); Girma ve Shortland (2008); Ben Naceur vd. (2008); Federici ve Caprioli (2009) Beck ve Levine (1999); Chinn ve Ito (2002); Law ve Demetriades (2005); Huang (2006); Ito (2006); Girma ve Shortland (2007); Ben Naceur vd. (2008); Yang ve Yi (2008) Cuadro vd. (2003); Rajan ve Zingales (2003); Law ve Demetriades (2005); Federici ve Caprioli (2009) Beck ve Levine (1999); Chinn ve Ito (2002); Cuadro vd. (2003); Ito (2006); Huang (2006); Federici ve Caprioli (2009) 185 Finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini 19’u gelişmiş olmak üzere toplam 56 ülke için yıllık veriler kullanarak inceleyen Jung (1986), finansal gelişme göstergesi olarak M0/M1 ve M2/GSYH oranlarını kullanmıştır. Jung, çalışmasında söz konusu ilişkiyi test etmek amacıyla Granger nedensellik testi uygulamış ve nedensellik yönünün finansal gelişmeden ekonomik gelişmeye doğru olduğu sonucuna ulaşmıştır. Lynch (1996), finansal gelişme ölçütlerini miktar ölçütleri, yapısal ölçütler, finansal fiyatlama, ürün çeşitliliği ve işlem maliyetleri olmak üzere beş kategori altında ele almıştır. Miktar ölçütlerini parasal büyüklükler ve kredilere ilişkin büyüklükler olarak tanımlamıştır. Lynch, Asya-Pasifik ülkelerine ilişkin 1980-1990 yıllarını kapsayan çalışmasında miktar ölçütleri olarak, iktisat yazınında geleneksel finansal gelişme ölçütleri olarak sıklıkla kullanılan M1/GSYH ve özel sektöre açılan krediler/GSYH oranlarını kullanmıştır. İkinci kategorideki yapısal ölçütleri, finansal sistemin yapısını incelemek ve çeşitli unsurların önemini tanımlamak için tasarlamış ve öncelikle M2/M1 oranını kullanmıştır. Buna göre, finansal sistem genişledikçe, vadeli mevduatların işlem amaçlı para miktarına göre daha hızlı artacağını belirtmiştir. Bir başka yapısal ölçüt olarak kullandığı ihraç edilen menkul kıymetler/GSYH oranı, finansal sistemde hisse senedi piyasası ile finansal aracılar arasındaki dengeye işaret etmektedir. Türev ürünler işlem hacmi/toplam işlem hacmi oranı ise, bilanço dışı risk yönetimi ürünlerinin nakit (veya fiziksel) ürünlere dayalı türevlere göreceli önemini ölçmekte, orandaki artış finansal gelişmenin arttığını göstermektedir. Üçüncü kategoride yer alan finansal fiyatlama ölçütü, faiz oranı düzeyini ve esnekliğini yansıtmaktadır. Finansal fiyatlama ölçütü olarak faiz oranı düzeyinin reel mevduat faiz oranları ile ölçülebileceğini ve finansal gelişmenin en önemli şartının bu oranın pozitif olması gerektiğini vurgulamıştır. Çünkü Mc-Kinnon ve Shaw hipotezinde olduğu gibi faizler piyasada belirlenmekte ve pozitif reel faiz oranları ekonomik beklentileri yansıtmaktadır. Faiz oranı esnekliği ise, faiz oranının ekonomik koşullara tepki verebilmesi olarak tanımlanmaktadır. Ürün çeşitliliğinin dördüncü kategoride finansal gelişme ölçütü olarak alınmasının nedeni, ekonomide finansal sistem geliştikçe finansal risklerin daha etkin biçimde değerlendirilebilmesi ve asimetrik bilgi kısmen azaldığı için finansal ürün çeşitliliğinin artmasıdır. Lynch’in ele aldığı son ölçüt işlem maliyetleridir. Burada finansal gelişmeyi artıracak önemli bir faktörün düşük finansal aracılık işlemleri olacağı ifade edilmiştir. 186 Von Furstenberg ve Fratianni (1996), finansal gelişme göstergeleri ya da ölçütü için ortak bir fikir birliğinin olmadığını belirtirken, ülkelerin finansal gelişme düzeylerinin ölçümünde fiyat ve miktar ölçütleri ayrımına gitmişlerdir. Finansal gelişme ölçümü için fiyata ilişkin göstergeleri miktara ilişkin göstergelere tercih eden yazarlar, finansal aracılık faaliyetlerinin etkinliği ile doğrudan ilişkili olan göstergenin yurtiçi faiz oranı olduğunu ifade etmişlerdir. Bunun yanında çalışmada M3/GSYH, özel sektöre açılan krediler/GSYH ve banka aktifleri/GSYH gibi göstergelerle birlikte borsa kapitalizayonu/GSYH oranı da kullanılmıştır. 1994 Meksika Krizi’nde yaşandığı üzere, hızlı sermaye girişlerinin kesilmesiyle bankacılık kesiminin sermayesizleşmesine, ardından uluslararası ödemeler sisteminin tıkanmasına ve sonunda yurtiçi finansal gelişmenin zayıflamasına vurgu yapılmıştır. Arestis ve Demetriades (1997), finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmalarında, finansal gelişmenin ölçümünde bankacılık kesimi ile birlikte sermaye piyasasını da analize dahil etmişlerdir. Borsanın artan önemine dikkat çeken yazarlar, dünya borsa kapitalizasyonunun 1980-1990 döneminde 4,7 trilyon dolardan 15,2 trilyon dolara yükseldiğini ve bu artışın ekonomide sermaye hareketliliğini ve risk çeşitliliğini geliştirdiğini ifade etmişlerdir. Finansal gelişme göstergeleri olarak M2/GSYH ve yurtiçi krediler/GSYH oranlarının yanında borsa kapitalizasyonu/GSYH oranını da kullanan Arestis ve Demetriades, zaman serileri analizi ile VAR (Vector Autoregressive Model) ve eşbütünleşme modellerini uygulamışlardır. Suudi Arabistan, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde bankacılık sektörünün gelişme düzeyi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi Granger nedensellik ve vektör hata düzeltme modeli ile inceleyen Darrat (1999), söz konusu ülkelerin kısıtlı kaynaklar nedeniyle az gelişmiş finansal piyasalara sahip olduğunu vurgulamıştır. Ancak bu ülkelerde finansal piyasaları geliştirmeye yönelik düzenleme girişimlerinin olduğuna da işaret etmiş ve finansal gelişme yönünün arz öncüllü finansal gelişme olup olmadığını test etmiştir. Finansal gelişme göstergeleri olarak M0/M1 ve M2/GSYH oranlarını kullanmış ve arz öncüllü hipotezi destekleyen tek ülkenin Türkiye olduğu sonucuna ulaşmıştır. Beck ve Levine (1999), ekonomik büyüme için finansal gelişmenin önemine dikkat çektikleri çalışmalarında, bankacılık sektörünün büyüklüğünün ve hisse senedi piyasası likidite düzeyinin kişi başına GSYH ile yüksek düzeyde ilişkili olduğunu ortaya 187 koymuşlardır. İyi işleyen bir finansal sistemin önemini vurgularken Doğu Asya ve Latin Amerika Finansal Krizleri’ni örnek göstermişler ve finansal gelişme ölçütleri olarak geniş bir veri seti oluşturmuşlardır (Çizelge 5.1). Finansal gelişme ölçütlerine ilişkin bu veri seti, bankacılık kesiminin hisse senedi piyasasına görece etkinliğini, büyüklüğünü ve faaliyetlerini kapsamaktadır. 1990-1996 dönemi için Merkez Avrupa ülkelerinde finansal sistemin gelişimini analiz eden Scholtens (2000), finansal piyasaları, finansal kurumları ve finansal düzenlemeleri ele almıştır. Finansal reformların en önemli belirleyicileri arasında yer alan banka kredilerine ve hisse senedi piyasasına ilişkin göstergeler, çalışmada 12 Batı’lı ülkenin finansal sistemine ilişkin temel göstergeleri oluşturmaktadır. Çalışmanın yapıldığı yıllarda söz konusu ülkelerin çoğunda bankacılık sisteminin zayıf ve olumsuz şoklara karşı kırılgan yapıda olduğu görülmüş ve bunun iyi işlemesi gereken bir finansal sistem için tehdit unsuru olduğu ifade edilmiştir. Henüz gelişme düzeyinde olan hisse senedi piyasasının ise ekonomik performansı artırmada yetersiz kaldığı ulaşılan sonuçlar arasındadır. Cuadro vd. (2003), 134 ülke için çok değişkenli analiz yoluyla çeşitli finansal büyüklük ve etkinlik göstergeleri oluşturmuşlardır. Ampirik olarak finansal gelişme ölçümü yaparken bankacılık düzenleme ve denetleme ile merkez bankasının rolüne odaklanmışlardır. Merkez bankasının son borç başvuru mercii işlevine değinen Cuadro vd., bu işlevin hangi düzeyde olması gerektiğini bankacılık sisteminin istikrarı, özellikle finansal gelişme ile artan ahlaki risk arasındaki trade-off ilişkisi ile açıklamışlardır. Kapsamlı bir son borç başvuru mercii işlevinin finansal gelişme için faydalı olacağını belirtmişlerdir. Bununla birlikte iyi tasarlanmış bir bankacılık düzenleme ve denetleme girişimleri, ahlaki riski azaltacak ve bankaların kaynaklarını etkin biçimde dağıtmalarını sağlayacaktır. Çalışmada, bankacılık kesimine ilişkin göstergelerin yanında borsa kapitalizasyonu, turnover ve borsada işlem gören firma sayısını da içeren finansal gelişme ölçümü, OLS (ordinary least squares) regresyon analizi ile test edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, finansal gelişmede merkez bankası ve bankacılık kesimindeki düzenlemeler önemli rol oynamakta ancak yükselen ekonomiler ile gelişmiş ekonomiler arasında farklılıklar dikkat çekmektedir. Gelişmiş ülkelerde merkez bankasının son borç başvuru mercii rolü ve bankacılık düzenlemeleri finansal gelişmeyi olumlu yönde etkilerken, yükselen ekonomilerde böyle bir olumlu etkiye rastlanmamıştır. Çalışmada, düzenleyici ve denetleyici yetkililerin güçlü bir finansal sistem için yasal ve kurumsal çerçeveye ihtiyaçları olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 188 Cull vd. (2005), 37 ülkenin mevduat güvence sistemi ile finansal gelişme arasındaki ilişkiyi Tobit model ile analiz etmişlerdir. Açıklayıcı değişken olarak kullandıkları mevduat güvence sistemini, her ülkenin mevduata tam güvence uyguladığı ve uygulamadığı yıllar için ele almışlar ve finansal gelişme ölçümü için özel sektöre açılan krediler/GSYH, bankacılık yoğunlaşma, likit yükümlülükler/GSYH ve kredi oynaklığı göstergelerini kullanmışlardır. Elde ettikleri bulgulara göre, bankacılık düzenlemeleri ve buna ilişkin yasal çerçeve zayıf ise, mevduat güvence sisteminin uygulandığı ekonomilerde söz konusu uygulamalar, finansal sistemin istikrarını ve gelişimini engellemektedir. Law ve Demetriades (2005), dinamik panel veri analizi ile 43 GOÜ’nün 1980-1990 yılları arasını kapsayan dönemde finansal gelişme düzeyini ölçmüşlerdir. Finansal gelişme ölçümünde, bankacılık kesimine sermaye piyasasını da dahil etmişler, likit yükümlülükler, özel sektöre açılan krediler ve yurtiçi kredilerin yanında borsa kapitalizasyonu, toplam işlem hacmi ve işlem gören toplam firma sayısı göstergelerini GSYH’ya oranları biçiminde kullanmışlardır. İncelenen ülkelerde serbest sermaye hareketliliğinin ve ticarete açıklığın finansal gelişmeyi artırdığı, sağlıklı bir kurumsal çerçevenin de finansal gelişmenin belirleyicileri arasında olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Ang, 2008 yılı çalışmasında 1959-2005 dönemi için, Malezya’da finansal sektöre yönelik uygulanan politikaların finansal gelişme üzerindeki etkilerini Vektör Hata Düzeltme Modeli (VECM) ile incelemiştir. Malezya’da uygulanan kısıtlayıcı politikalar için temel bileşenler analizi yardımı ile belirlediği göstergeler ekonomik gelişme, faiz oranı kontrolleri, yasal sermaye gerekliliği, kredi programları ve ticari açıklıktır. Ulaştığı bulgulara göre ekonomik gelişme düzeyi, faiz oranı kontrolleri ve sermaye likidite gerekliliği Malezya’da finansal gelişme düzeyini olumlu yönde etkilemektedir. Buna karşılık ticari açıklık düzeyinin artması, daha yüksek bir yasal sermaye oranı ve doğrudan kredi programlarının varlığı Malezya finansal sisteminin gelişimini engelleyen unsurlar olmaktadır (Ang, 2008). Bittencourt (2011), Brezilya’da 1985-2004 yılları arasında enflasyonun finansal gelişme üzerindeki etkilerini zaman serisi analizi ile incelemiştir. Finansal gelişme göstergeleri olarak M2/GSYH, M3/GSYH ve kredi/GSYH oranlarını kullanmış ve daha düşük ve istikrarlı faiz oranları için GOÜ’lerde daha gelişmiş ve faaliyetleri daha etkin bir finansal sistemin gerekli olduğunu, bunun için de bağımsız bir merkez bankası gibi güçlü ekonomik kurumların önemini vurgulamıştır. 189 Bu doğrultuda Türkiye’de finansal sistemin yapısı da dikkate alınarak iktisat yazını kapsamında finansal gelişmeyi etkileyen değişkenler belirlenmiştir. Finansal gelişme endeksi (FGE) oluşturabilmek için faktör analizinde kullanılan 8 adet finansal gelişme değişkenlerine ait aylık veriler, 1990-2013 dönemini kapsamaktadır. FGE endeksi oluşturabilmek için, değişken setindeki tüm oranlar standardize edildikten sonra faktör analizine uygunluk testleri yapılmış, finansal gelişmeye ilişkin veri setinin faktör analizine uygunluğu doğrulanmıştır.79 Faktör analizi sonuçlarına göre finansal sistem, bankacılık sistemi (BS) ve sermaye piyasası (SP) olmak üzere iki bileşene ayrılmıştır.80 Buna göre FGE, Çizelge 5.2’de görüldüğü üzere, iki temel bileşenden oluşmaktadır. Çizelge 5.2. Finansal Gelişme Endeksi Bileşenleri Faktörler Değişkenler Bankacılık Sistemi Sermaye Piyasası Endekse Etki Yönü Ağırlık M1/GSYH M2/GSYH (+) (+) 0,17 0,17 M3/GSYH (+) 0,17 Bankacılık Toplam Aktif/GSYH (+) 0,17 Özel Sektöre Açılan Krediler /GSYH (+) 0,17 Toplam Mevduatlar/GSYH (+) 0,17 Borsa Kapitalizasyonu/GSYH (+) 0,50 Borsa Turnover Oranı (İşlem Görme Oranı) (+) 0,50 Açıklama: Çizelgede gösterilen etki yönü, değişkenlerin/oranların yükselmesi sonucu finansal gelişme endeksinin etkilenme yönünü ifade etmektedir. Pozitif (+) yön, değişkenlerin/oranların artmasıyla endeksin yükseleceğini, negatif (-) yön ise endeksin düşeceğini göstermektedir. Çizelge 5.2’de gösterilen bankacılık sistemine ilişkin değişkenler, bankaların aracılık faaliyetlerinin gelişimini, sektörün fonlama düzeyini ve sistemin GSYH içindeki göreli büyüklüğünü yansıtmaktadır. Sermaye piyasası değişkenlerinden borsa kapitalizasyonu/GSYH oranı hisse senetlerinin değerini ölçmekte, finansal varlık fiyatlarındaki değişime bağlı olarak sermaye piyasasının gelişmişlik düzeyini Faktör analizi için SPSS (10.0) paket programı kullanılmıştır. Faktör analizi sonuçlarından, özdeğeri 1’den büyük iki temel bileşen elde edilmiştir. Bileşenlerden biri bankacılık sistemi gelişmişlik düzeyine ilişkin değişkenleri kapsarken, bir diğeri sermaye piyasasına ilişkin değişkenleri kapsamaktadır. Bu nedenle FGE, BS ve SP olmak üzere iki temel bileşen yardımıyla oluşturulmuştur. 79 80 190 yansıtmaktadır. Borsa işlem görme oranı ise, sermaye piyasasının etkinliğini göstermektedir.81 Standardize edilmiş finansal gelişme endeksi, ortalaması sıfır ve varyansı bir olan bir zaman serisidir. Dolayısıyla endeks değerinin pozitif olduğu dönemler, finansal gelişme düzeyinin ortalamanın üzerinde olduğu dönemleri, negatif değerler ise ortalamanın altında bir finansal gelişme dönemini yansıtmaktadır. 2,5 2 1,5 1 0,5 -1 Haz.90 Ara.90 Haz.91 Ara.91 Haz.92 Ara.92 Haz.93 Ara.93 Haz.94 Ara.94 Haz.95 Ara.95 Haz.96 Ara.96 Haz.97 Ara.97 Haz.98 Ara.98 Haz.99 Ara.99 Haz.00 Ara.00 Haz.01 Ara.01 Haz.02 Ara.02 Haz.03 Ara.03 Haz.04 Ara.04 Haz.05 Ara.05 Haz.06 Ara.06 Haz.07 Ara.07 Haz.08 Ara.08 Haz.09 Ara.09 Haz.10 Ara.10 Haz.11 Ara.11 Haz.12 Ara.12 Haz.13 Ara.13 0 -0,5 -1,5 -2 -2,5 Şekil 5.1. Finansal Gelişme Endeksi Kaynak: TCMB, TBB ve Data Stream aylık verilerinden hareketle hesaplanmıştır. Şekil 5.1’de, Türkiye’de sermaye hesabının henüz serbestleştirildiği 1990’lı yılların başlarında finansal gelişme endeks değerinin negatif değerler aldığı ve 1995 yılının ikinci çeyreğine kadar ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Ancak, 1990 yılı başında -2 düzeyinde olan endeks değeri 2013 yılı sonunda 2 puanı aşmış, dolayısıyla finansal gelişme düzeyi 23 yıllık dönemde 4 puandan fazla yükselmiştir. 1994 ve 2001 Krizleri öncesinde endeksin yükselişte olması, söz konusu dönemde yaşanan finansal krizlerin, bankacılık sistemi ve sermaye piyasası gelişmişlik düzeyi ile yakından ilişkili olduğunu yansıtmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’de ekonomik daralma dönemleri olan 1998-1999, 2001-2002 ve BSt BS 81 FGE’de kullanılan formül şu şekildedir; FGEt BS SPt SP SP 2 FGEt : t döneminde finansal gelişme endeksi BSt BS : bankacılık sistemine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri BS SPt SP : sermaye piyasasına ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri SP 191 2008 üçüncü çeyrekte, endeks değerinin ortalamanın altına düştüğü gözlemlenmektedir. 2008 Küresel Krizi’nin Türkiye ekonomisini etkilemeye başladığı dönemde endeks değeri kısa süreli negatif değerler alırken, krizden çıkışın başladığı 2009 yılından itibaren yeniden yükselişe geçmiştir. Bu doğrultuda, ekonominin daralma dönemleri haricindeki yıllarda finansal gelişmişlik düzeyinin yüksek olması, endeksin çevrimsel bir nitelik gösterdiğini ortaya koymaktadır. 2005 yılı sonundan itibaren endeks değerinin yükselişe geçmesi ve 2008 yılından itibaren istikrarlı bir seyir izlemesi ise, küresel standartlara uyuma yönelik finansal düzenlemelerin finansal gelişme düzeyi üzerindeki olumlu etkilerini yansıtmaktadır. 5.1.2. Finansal sağlamlık endeksi 1990’lı yıllarda sıklıkla yaşanan finansal krizlerin ardından, sağlam bir uluslararası finansal sistemin oluşturulması önem kazanmış, düzenlemeleri takiben krizlere veya olası şoklara karşı sistemin sağlamlığının ölçülebilmesi için çeşitli göstergeler ve analizler geliştirilmiştir. Finansal sağlamlık göstergelerinin büyük çoğunluğu, çok sayıda ülkede halen banka merkezli finansal sistemin ağırlıkta olması nedeniyle bankacılık sisteminin istikrarına odaklı göstergelerden oluşmaktadır. 1990’lı yılların ağır finansal krizlerinin ardından IMF, finansal sistemin kırılgan ve güçlü yönlerinin değerlendirilmesinde daha iyi araçların kullanılmasının gerekliliği üzerine finansal sağlamlık göstergeleri geliştirmiştir. IMF’nin 2000 yılında başlattığı ve 2007 yılına kadar genişlettiği finansal sağlamlık ölçütleri, temel ve önerilen göstergeler olmak üzere iki farklı gösterge setinden oluşmaktadır. Temel set yalnızca bankacılık kesimini kapsamakta ve sermaye yeterliliği, varlık kalitesi, kârlılık, likidite ve piyasa riskine duyarlılık bileşenlerinden oluşmaktadır. Önerilen gösterge setinde ise, bankacılık kesiminin yanında banka dışı finansal kurumlar, hanehalkları, piyasa likiditesi ve konut piyasası yer almaktadır (IMF, 2006). IMF, finansal piyasalarda gözetimin önemini vurgulayarak, tüm üye ülkelerin ulusal yetkililerine piyasa disiplininin güçlendirilmesi ve şeffaflığın artırılması amacıyla söz konusu göstergelerin derlenmesini ve izlenmesini önermiştir. Türkiye’de finansal sistem, ağırlıklı olarak bankalardan oluştuğu için TCMB’nin geliştirdiği bankacılık sağlamlık endeksinde ve BDDK’nin geliştirdiği perfomans endekslerinde yer alan göstergeler bankacılık sektörüne ilişkindir. TCMB, 2005 yılında sektörün finansal yapısının sağlamlığının ne yönde hareket ettiğine ilişkin bir bileşik 192 gösterge oluşturmak amacıyla finansal sağlamlık endeksi geliştirmiştir. Endeks aktif kalitesi, likidite, kur riski, kârlılık ve sermaye yeterliliği bileşenlerinden oluşmaktadır. Söz konusu bileşenler altında yer alan göstergeler, Türkiye’de yaşanan krizleri yansıtacak rasyolardan oluşmaktadır (TCMB, 2005). TCMB, 2007 yılından itibaren alt bileşenlere faiz riskini de dahil etmiş, 2011 yılında finansal istikrar makro gözetim değişken seti geliştirmiştir. Makro gözetim değişken seti küresel ekonomi, küresel piyasalar, yurtiçi ekonomi, yurtiçi piyasalar, ödemeler dengesi, firmalar, hanehalkları ve bankacılık kesiminden oluşmaktadır. Söz konusu alt bileşenlerin yer aldığı endeksteki her bir değişken dönüştürmeye tabi tutularak kendi alt bileşenleri kapsamında eşit ağırlıklandırma ile bir araya getirilmiştir. Böylece, her bir sektörü finansal istikrar bakımından temsil eden tarihsel bir zaman serisi elde edilmiştir (TCMB, 2011). Bankacılık sektörünün performansını izlemek amacıyla 2003 yılından itibaren açıklanan BDDK performans endeksi, IMF’nin önerdiği finansal sağlamlık göstergeleri paralelinde geliştirilmiştir. TCMB’den farklı olarak faiz riskini içermeyen performans endeksi, likidite, özkaynak, kur riski, kârlılık ve aktif kalitesini kapsamaktadır.82 Sözü edilen endekslerin yanında, uluslararası yetkililer, düzenlemeler çerçevesinde finansal sağlamlık göstergelerine ilişkin stres testi uygulanması önerisinde bulunmaktadırlar. Bu çerçevede BDDK tarafından yapılan stres testi analizlerinde, çeşitli risk faktörlerinin aynı anda değişiminin bankacılık sektörü üzerindeki etkileri tahmin edilmektedir. VECM modeli ile yapılan tahminlerde, belirlenen senaryo çerçevesinde risk faktörlerinin bir veya birkaçına verilen şokların diğer risk faktörleri üzerindeki etkisi tahmin edilmektedir (BDDK, 2012b). Finansal sağlamlık göstergeleri, göstergelerin endekse etki yönü ve ilgili yazın toplulaştırılmış biçimi ile Çizelge 5.3’te gösterilmektedir. 82 Ayrıntılı bilgi için bkz. BDDK, Finansal Piyasalar Raporları Çizelge 5.3. Finansal Sağlamlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi Finansal Sağlamlık Göstergelerin Tanımı Göstergeleri Bankaların Finansal Aracılık (Etkinlik) Göstergeleri Krediler/Mevduatlar Mevduatların krediye dönüşüm oranıdır. Mevduat dışı kaynak kullanımı ile ilgili bilgi vermekle birlikte kredi iştahını göstermektedir. Mevduatlar/Toplam Aktifler Mevduatların toplam aktifler içerisindeki payı, bankacılık sisteminin temel finansal aracılık fonksiyonunun bir göstergesidir. Krediler/Toplam Aktifler Kredilerin toplam aktifler içerisindeki payı, bankacılık sisteminin temel finansal aracılık fonksiyonunun bir göstergesidir. Endekse Etki Yönü İktisat Yazını (+) Gençay (2007); BDDK (2012b); Tiryaki ve Yılmaz (2012); Artar ve Sarıdoğan (2012) Tiryaki ve Yılmaz (2012) (+) Yıllık kredi genişlemesinin ölçütüdür. Kredi artış hızının risk arz edebilecek düzeyde genişlemeye işaret edip etmediğini göstermektedir. (-) Demirgüç-Kunt vd. (2008); BDDK (2012b); Poyraz (2012); Tiryaki ve Yılmaz (2012); Artar ve Sarıdoğan (2012) Worrel vd. (2001); BDDK (2012b) Bankacılık sektörünün toplam aktifleri içinde ihraç edilen menkul kıymetlerin payını göstermektedir. (+) BDDK (2012b); Artar ve Sarıdoğan (2012) Bankacılık sektörünün sermaye yapısı ile ilgili bilgi sağlamaktadır. Özkaynakların toplam aktifler içerisindeki payını göstermektedir. Aktif kalitesine ilişkin en temel göstergedir. Kredilerin takibe dönüşüm oranı olarak adlandırılmakta ve bankacılık sektörünün kredi kalitesine ilişkin bilgi sağlamaktadır. (+) BDDK (2012b) (-) Gençay (2007); BDDK (2012b); Tiryaki ve Yılmaz (2012), Artar ve Sarıdoğan (2012) Duran Aktifler/Toplam Aktifler İştirakler, bağlı ortaklık, elden çıkarılacak kıymetler, sabit kıymetler ve net takipteki alacaklardan oluşan duran aktiflerin, toplam aktifler içerisindeki payını göstermektedir. (-) TCMB (2005); Gençay (2007); Tiryaki ve Yılmaz (2012) Net Takipteki Alacaklar/Özkaynaklar Gelir-Gider ve Kârlılık Net Kâr/Toplam Aktif (ROA) Bankacılık sektörünün kredi kalitesine ilişkin bilgi sağlamaktadır. (-) TCMB (2005); Gençay (2007); Tiryaki ve Yılmaz (2012) Bankacılık sektörünün aktif büyüklüğünü de dikkate alarak sektörün karlılığı konusunda bilgi sağlayan göstergedir. Aktif karlılık oranı olarak adlandırılmaktadır. (+) Net Kâr/Özkaynaklar (ROE) Bankacılık kesiminde sermayenin ne düzeyde karlılıkla değerlendirildiğini gösteren temel bir karlılık göstergesidir. Özkaynak karlılık oranı olarak adlandırılmaktadır. (+) Faiz Gelirleri/Faiz Giderleri Bankacılık sektörünün bilançosunda faize duyarlı aktif ve pasif kalemlerinin ortalama getiri ve maliyetleri konusunda bilgi sağlamaktadır. Bankacılık sektörünün faiz dışı gelirlerinin faiz dışı giderlerini karşılama oranıdır. (+) Worrel vd. (2001); TCMB (2005); IMF (2007b); Gençay (2007); Maliszewski (2009); Tiryaki ve Yılmaz (2012); Poyraz (2012) TCMB (2005); IMF (2007b); Gençay (2007); Demirgüç-Kunt vd. (2008); Maliszewski (2009); Tiryaki ve Yılmaz (2012); Poyraz (2012) Tiryaki ve Yılmaz (2012) (+) Tiryaki ve Yılmaz (2012) Bankaların aracılık maliyetlerini göstermektedir. (+) Maliszewski (2009) Kredi Büyüme (Krediler/GSYH) Oranı Menkul Kıymetler/Toplam Aktif Aktif Kalitesi Özkaynaklar/Toplam Aktifler Brüt Takipteki Alacaklar/Toplam Krediler Faiz Dışı Giderler Gelirler/Faiz Dışı Faiz Marjı/Bankacılık Sektörü Brüt Gelir (+) 193 Finansal Sağlamlık Göstergeleri Kur Riski YP Aktif/YP Pasif Bilanço İçi Yabancı Pozisyonu/Özkaynaklar* Yabancı Para Net Pozisyonu/Özkaynaklar Göstergelerin Tanımı Endekse Etki Yönü İktisat Yazını Yabancı para aktiflerin yabancı para pasifleri karşılama oranıdır. (+) Gençay (2007) Para Bilanço içi yabancı para pozisyon açığını ölçen ve ilave sermaye gereksinimi olup olmadığını gösteren orandır. (-) TCMB (2005) Genel Bilanço içi ve bilanço dışı hesaplarda yer alan, yabancı para kalemler ile dövize endeksli kalemlerin Türk parası karşılıkları dikkate alınarak varlık ve yükümlülük farkı olarak hesaplanmaktadır. Kur şoklarının bankacılık sektörüne etkilerini yansıtan orandır. (-) TCMB (2005), IMF (2007b); Maliszewski (2009); Artar ve Sarıdoğan (2012) Özkaynakların, faiz şokları karşısında kısa vadelerde TP cinsi faize açık tutarları (faize duyarlı aktiffaize duyarlı pasif) karşılayabilme gücünü göstermektedir. (-) TCMB (2010) Özkaynakların, faiz şokları karşısında kısa vadelerde YP cinsi faize açık tutarları (faize duyarlı aktiffaize duyarlı pasif) karşılayabilme gücünü göstermektedir. (-) TCMB (2010) Kredilerin takibe dönüşüm oranıdır. Kredi kalitesini göstermektedir. (-) Sundararajan vd. (2001); Worrel vd. (2001); Albulescu ve Goyeau (2009); BDDK (2012b) Kredi riskinin yanında etkinliğinin de ölçümünde kullanılan bir göstergedir. Kredi kalitesi ve bankacılık sektörünün kırılganlığı hakkında bilgi sağlamaktadır. (+) BDDK (2011c), Artar ve Sarıdoğan (2012) Faiz Riski (1 Aya Kadar Faize Duyarlı TP Cinsi Aktifler – 1 Aya Kadar Faize Duyarlı TP Cinsi Pasifler)/Özkaynaklar (1 Aya Kadar Faize Duyarlı YP Cinsi Aktifler – 1 Aya Kadar Faize Duyarlı YP Cinsi Pasifler)/Özkaynaklar Kredi Riski Takipteki Krediler 194 Çizelge 5.3. (devam). Finansal Sağlamlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi Alacaklar/Toplam Özel Karşılıklar/Tahsili Gecikmiş Alacaklar Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir. 195 Çizelge 5.3’te IMF’nin geliştirdiği finansal sağlamlık göstergeleri, TCMB finansal sağlamlık endeksi, BDDK finansal sağlamlık göstergeleri ve bankacılık sektörü bilançosu dikkate alınarak hesaplanan finansal sağlamlık endeksi bileşenleri yer almaktadır. Ancak bu çizelgede söz konusu kurumların oluşturduğu gösterge setinden farklı olarak kredi riskinin de dahil edildiği, sermaye ve likiditeye ilişkin göstergelerin ise analiz dışı bırakıldığı finansal sağlamlık endeksi bileşenleri de gösterilmektedir. Kredi riskinin analizlere dahil edilmesinin nedeni, Basel Komitesi’nin yayımladığı Etkin Bankacılık Denetim İlkeleri’nde yer alması ve bankaların karşı karşıya kaldığı risklerden en önemlisi olarak görülmesidir. Likidite ve sermayeye ilişkin rasyolar ise, Basel-II ve ardından Basel-III’de birer düzenleme aracı olarak yer aldığından, düzenlemelerin finansal sisteme olan etkileri değerlendirilirken ele alınacaktır. Finansal sağlamlık endeksi (FSE) hesaplanırken kullanılan 13 adet finansal sağlamlık değişkenlerine ait aylık veriler, 1990-2013 dönemini kapsamaktadır. FSE oluşturabilmek için, değişken setindeki tüm oranlar standardize edildikten sonra faktör analizine uygunluk testleri yapılmış, finansal sağlamlığa ilişkin veri setinin faktör analizine uygunluğu doğrulanmıştır. Buna göre FSE, aracılık fonksiyonu (AF), gelir ve gider (GG), kârlılık (KA), kredi riskine duyarlılık ve aktif kalitesi (KRAK), kur riski (KUR) olmak üzere 5 temel bileşenden oluşmaktadır. 196 Çizelge 5.4. Finansal Sağlamlık Endeksi Bileşenleri Faktörler Değişkenler Aracılık Fonksiyonu Gelir ve Gider Kârlılık Kredi Riskine Duyarlılık ve Aktif Kalitesi Kur Riski Ağırlık Mevduat/Toplam Aktif Endekse Etki Yönü (+) Krediler/Toplam Aktif (+) 0,33 Kredi/Mevduat (+) 0,33 Faiz Dışı Gelir/Faiz Dışı Gider (+) 0,50 Faiz Gelirleri/Faiz Giderleri (+) 0,50 Net Kâr/Özkaynaklar (ROE) (+) 0,50 Net Kâr/Toplam Aktif (ROA) (+) 0,50 Duran Aktif/Toplam Aktif (-) 0,25 Net Takipteki Alacaklar /Özkaynaklar (-) 0,25 Takipteki Krediler/Toplam Aktifler (-) 0,25 Takipteki Alacaklar/Toplam Krediler (-) 0,25 YP Aktif/YP Pasif (+) 0,50 Net Döviz Pozisyon Açığı/Sermaye (-) 0,50 0,33 Açıklamalar: 1) Özkaynaklar, bilanço pasifinde yer alan özkaynak tanımından farklı olarak yasal özkaynak tanımıdır. Ancak yasal özkaynak ile bilançoda yer alan özkaynak tutarları birbirine çok yakın değerler aldıkları için, ampirik çalışmalarda genellikle bilanço pasifinde yer alan özkaynak tanımı tercih edilmektedir 2) Çizelgede gösterilen etki yönü, göstergelerin/oranların artmasıyla finansal sağlamlık endeksinin etkilenme yönünü ifade etmektedir. Pozitif (+) yön, göstergelerin/oranların artmasıyla endeksin yükseleceğini, negatif () yön ise endeksin düşeceğini göstermektedir. 2) ROA: Return on Assets (Aktif Getiri Oranı) 3) ROE: Return on Equity (Özkaynağa Göre Getiri) 4) Net Döviz Pozisyon Açığı=Bilanço İçi Yabancı Para Pozisyonu+Bilanço Dışı Kalemler Çizelge 5.4’te gösterilen finansal sağlamlık bileşenlerinden aracılık fonksiyonu, reel sektörün kaynak ihtiyacının finansmanı açısından önem taşımakta, düşük maliyetli etkin bir aracılık fonksiyonu sağlam bankacılık sisteminin temel şartlarından birini oluşturmaktadır. Gelir gider ve kârlılık göstergeleri bankaların yeni kaynak yaratabilme, ürün yelpazesini genişletebilme ve nakit akımları üzerindeki risk unsurlarından doğan zararları karşılayabilme gücünü göstermektedir. Bununla birlikte, aktif kalitesini gösteren oranların büyüklüğü bankaların kredilendirme düzeyini göstermekte, kredi riskine duyarlılık ve riskgetiri dengesi arasındaki ilişkiyi yansıtmaktadır (Poyraz, 2012). Kur riski bileşeni ise, bankacılık sektöründe aktif pasif uyumunu göstermektedir. Kur riski, bankaların geri ödemeleri ulusal para cinsinden yapacak olmalarına rağmen dövize endeksli alacakları nedeniyle finansal piyasalardaki dalgalanma ve şokların etkisiyle karşı karşıya kaldıkları riski tanımlamaktadır (BDDK, 2005b). 197 Bu çerçevede oluşturulan ve standardize edilmiş finansal sağlamlık endeksi, ortalaması sıfır ve varyansı bir olan bir zaman serisini göstermektedir.83 Dolayısıyla endeks değerinin pozitif olduğu dönemler, sektörün sağlamlık düzeyinin ortalamanın üzerinde olduğu dönemleri, negatif değerler ise sağlamlık düzeyinin ortalamanın altına düştüğü dönemleri yansıtmaktadır. 3 2 1 Haz.90 Ara.90 Haz.91 Ara.91 Haz.92 Ara.92 Haz.93 Ara.93 Haz.94 Ara.94 Haz.95 Ara.95 Haz.96 Ara.96 Haz.97 Ara.97 Haz.98 Ara.98 Haz.99 Ara.99 Haz.00 Ara.00 Haz.01 Ara.01 Haz.02 Ara.02 Haz.03 Ara.03 Haz.04 Ara.04 Haz.05 Ara.05 Haz.06 Ara.06 Haz.07 Ara.07 Haz.08 Ara.08 Haz.09 Ara.09 Haz.10 Ara.10 Haz.11 Ara.11 Haz.12 Ara.12 Haz.13 Ara.13 0 -1 -2 -3 -4 -5 Şekil 5.2. Finansal Sağlamlk Endeksi Kaynak: TCMB ve TBB aylık verilerinden hareketle hesaplanmıştır. Şekil 5.2’de görüldüğü üzere, endeksin ortalamanın altına en fazla düştüğü, dolayısıyla finansal sağlamlık düzeyinin en zayıf olduğu dönemler 1994 ve 2000-2001 Krizleri’nin 83 FSE’de AFt AF AF kullanılan KAt KA KA GGt GG GG formül KRAKt KRAK KRAK şu KURt KUR şekildedir; KUR 5 FSEt : t döneminde finansal sağlamlık endeksi AFt AF : aracılık fonksiyonuna ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri AF KAt KA : kârlılığa ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri KA GGt GG : gelir gidere ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri GG KRAKt KRAK : kredi riski ve aktif kalitesine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş KRAK değeri KURt KUR KUR : kur riskine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri 198 olduğu yıllardır. Bu durum, ekonomik ve finansal krizlerin finansal sistem üzerindeki olumsuz etkisini açık biçimde yansıtmaktadır. Ancak yurtdışı kaynaklı 2008 Küresel Krizi’nin, bankacılık kesimindeki yasal ve kurumsal düzenlemelerin etkisiyle endeks üzerinde önemli bir olumsuzluğa neden olmadığı, endeksin yalnızca yarım puanlık düşüşler gösterdiği dikkat çekmektedir. 1994 yılından 1999 yılına kadar olan dönemde (1997-1998 yılları haricinde) endeks değerinin negatif değer almaması, sektörün kredi ve mevduatlara bağlı aracılık fonksiyonundaki iyileşme ve faiz gelirlerinin yükselmesiyle açıklanabilmektedir. Ancak bu artışın temel sebebi, söz konusu dönemde bankaların yurtdışından gelen spekülatif sermaye yoluyla yapay biçimde büyümesidir. Hemen ardından gelen 2000 ve 2001 Krizleri nedeniyle endeks değerinde -4,5 puana kadar görülen düşüş, bu durumu destekler niteliktedir. 2002 yılından bugüne, endekste görülen dalgalanmalar, büyük ölçüde endekse dahil edilen kredi riskine duyarlılık bileşeninden kaynaklanmaktadır. Özellikle 2003 yılının sonuna kadar takipteki kredilerin toplam krediler içindeki payı %8 düzeyine kadar yükselmiştir. Sonraki dönemlerde kredilerdeki artışın takipteki kredileri baskılaması, endeks değerini olumlu yönde etkilemiştir. Uluslararası düzenlemelere paralel iyileştirmeler, finansal sisteme olan güveni artırmış ve küresel kriz dönemi haricinde endeks değeri yaklaşık son beş yıllık dönemde ortalamanın üzerinde seyretmiştir. 5.1.3. Finansal kırılganlık endeksi İstikrarlı bir finansal sistem, iç ve dış şokların ardından kendiliğinden dengeye gelen, refahı ve ekonomik büyümeyi beraberinde getiren sistem olarak tanımlanmaktadır. Finansal gelişmenin zayıf olduğu sistemlerde yurtiçi ve yurtdışı koşulların ya da şokların etkisiyle meydana gelen dengesizlik durumlarında ise finansal kırılganlıktan söz edilmektedir (Albulescu ve Goyeau, 2009). Finansal kırılganlığı ilk açıklayan yazarlardan Irving Fisher (1933), kırılganlığın makroekonomik çevrimlerle yakından ilişkili olduğunu, ancak finansal kırılganlıkta en önemli unsurun borç ödeyememe sorunu olduğunu ifade etmektedir. Fisher’e göre aşırı borcun tetiklediği daralma dönemleri reel ekonomik krizleri de tetiklemekte, borcun ödenmesiyle ekonomi dengeye geri dönmektedir. Söz konusu dönemde meydana gelen parasal yükümlülüklerdeki daralma ve paranın dolanım hızındaki yavaşlama, fiyatları, ekonomik çıktıyı ve piyasaya olan güveni azaltmakta, banka batışlarını tetiklemektedir. Finansal kırılganlığın neden olduğu bu gelişmeler, ekonomik temellere büyük ölçüde zarar 199 vermektedir (Leone vd., 2000). Finansal kırılganlık büyük ölçüde likidite, borcun özkaynak içindeki payı ve kısa dönem borçların toplam borçlar içindeki payı gibi faktörlerden kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda yükselen faiz oranları ve yatırımların yüksek olduğu dönemlerde iyimser beklentilerin yüksek olması kırılganlığı artıran faktörler arasında sayılmaktadır. Ekonomik şoklara karşı duyarlılık olarak da adlandırılan finansal kırılganlık, iş çevrimlerinin genişlediği dönemlerde artmaktadır (Sundararajan ve Balino, 1991). Literatürde, 1990’lı yılların finansal krizleri ile uzantılı olarak, krizlerin nedenlerine ya da öngörülebilmesine yönelik yapılan ve finansal kırılganlık ile olan ilişkisini inceleyen çok sayıda ampirik çalışma mevcuttur. Finansal kırılganlık göstergeleri, göstergelerin endekse etki yönü ve ilgili yazın Çizelge 5.5’de gösterilmektedir. Finansal Kırılganlık Göstergeleri Banka Mevduatları Göstergelerin Tanımı Bankacılık sektörünün en büyük fon kaynağıdır. Bankacılık kaynakları içerisinde mevduatın ağırlığını koruması finansal kırılganlık için önemli bir göstergedir. Özel Sektöre Açılan Yurtiçi Krediler Özel Sektöre Açılan Yurtiçi Krediler/GSYH Bankaların Yükümlülükleri Bankaların Yükümlülükleri/GSYH Varlık Fiyat Oynaklığı Dış Dış Bankacılık Temerrütleri YP Mevduatı/Toplam Mevduat (Dolarizasyon) Merkez Bankası Dış Varlıkları+ Bankacılık Sektörü Dış Varlıkları/Toplam Dış Yükümlülükler Bankaların Dış Yükümlülükleri/TP Yükümlülükler Merkez Bankası Döviz Rezervleri/M2 Toplam Mevduat/GSYH M2/GSYH 200 Çizelge 5. 5. Finansal Kırılganlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi Endekse Etki Yönü (-) İktisat Yazını Velasco (1987); Goldstein vd. (2000); Chang ve Velasco (2000); Kibritçioğlu (2003); Kamulainen (2004) Kibritçioğlu (2003) Finansal aracılık faaliyetleri yoluyla yurtiçi piyasa katılımcılarına yönelen fonların büyüklüğünü yansıtmaktadır. Faiz oranları gibi fiyat sinyallerine karşı tepki verdiğinden, söz konusu göstergedeki oynaklık finansal kırılganlığı olumsuz etkileyebilmektedir. Özel sektöre açılan yurtiçi kredilerin yıllık büyüme oranını göstermektedir. (+) (-) Bilanço pasifinde yer alan döviz cinsinden yükümlülükleri göstermektedir. Göstergedeki artış, dış şoklara karşı sistemin kırılganlığını yansıtmaktadır. Bankaların döviz cinsinden yükümlülüklerinin yıllık büyüme oranını göstermektedir. (+) Sachs vd. (1996); Rossi (1999); Goldstein vd. (2000); Hawkins ve Klau (2000); Corsetti vd. (2001); Kamulainen (2004); Demirgüç-Kunt ve Detragiache (2005) Kibritçioğlu (2003); Shin (2010) (+) Chang ve Velasco (2000); Kamulainen (2004) Varlık fiyat hareketleri, bankaların ödeyebilme gücünü etkilemekte, banka bilançolarını baskılamaktadır. Takibe dönüşüm oranları ve teminatlandırma düzeyleri aracılığıyla ölçülen bankacılık temerrütlerindeki artışlar, banka karlılığını azaltarak likidite krizlerine neden olabilmektedir. Orandaki artış, likidite riskine karşı finansal sistemin kırılganlığını artırmaktadır. (+) Allen ve Gale (2004); Gropp vd. (2006) (+) Tsomocos (2003); Allen ve Gale (2004) (+) Ertuğrul ve Yeldan (2003); Yeldan (2004) Merkez Bankası’nın ve bankacılık kesiminin dış yükümlülükleri karşılayabilmeleri için oranın yüksek olması tercih edilmektedir. (-) Ural (2003) Orandaki yükseliş, kur riski nedeniyle kırılganlığa neden olmaktadır. (+) Ertuğrul ve Yeldan (2003) Orandaki yükseliş, olası dış şoklara karşı ihtiyati tedbir olarak değerlendirilmekte ve finansal sistemin kırılganlığına ilişkin duyarlılığını azaltmaktadır. (-) Orandaki artış, piyasalarda güven ortamının sağlandığına işaret etmektedir. Temel fon kaynağı olan mevduatların ani mevduat çekişlerine karşı yeterli miktarda olması bankacılık krizlerini önlemektedir. Orandaki yükseliş, finansal aracılık faaliyetlerindeki artışa işaret ediyor olsa da, para arzındaki büyük çaplı genişlemeler ulusal paranın değerini düşürerek fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine neden olabilmekte, krize öncülük edebilmektedir. (-) Calvo (1995); Sachs vd. (1996); Rossi (1999); Goldstein vd. (2000); Burkart ve Coudert (2002); Corsetti vd. (2001); Ural (2003); Demirgüç-Kunt ve Detragiache (2005); Frankel ve Saravelos (2010) Ural (2003) (+) Burkart ve Coudert (2002); Ural (2003) (+) Çizelge 5. 5. (devam). Finansal Kırılganlık Göstergeleri ve Göstergelerin Tanımı: Literatür İncelemesi Finansal Kırılganlık Göstergeleri Mevduat Reel Faiz Oranı Yurtiçi Krediler/GSYH Toplam Yükümlülükler/M2 Göstergelerin Tanımı Dış Dış Yükümlülükler/Aktifler Borsa Kapitalizasyonu Bankacılık Rezervleri/Toplam Aktifler Mevduat Bankalarının Açtıkları Krediler/GSYH Takipteki Krediler/Toplam Aktifler Kredi Faiz Oranı/Mevduat Faiz Oranı Göstergedeki artış, kredi maliyetlerinde yükselişe neden olmakta, dolarizasyonu teşvik etmektedir. Yıllık yurtiçi kredi hacmindeki genişlemeler, finansal krizlerin öncü göstergelerinden birini temsil etmektedir. Ekonomide kur garantisinin ve bir finansal güvenlik ağının olması, büyük miktarda kısa vadeli yabancı sermayeye ilişkin aracılık faaliyetlerine neden olmakta, dış yükümlülükleri büyük ölçüde artırmaktadır. Finansal sektörün toplam varlıkları içerisindeki dış yükümlülüklerin payını göstermektedir. Orandaki artış, sistemde kur riski nedeniyle kırılganlığa neden olmaktadır. Hisse senetlerinin değerini ölçmektedir. Söz konusu fonların spekülatif amaçlarla hareket etmesi ve ekonomik istikrarlık dönemlerinde ülkeyi terk etmesi finansal sistemde kırılganlığa neden olmaktadır. Bankacılık kesiminde likit rezervlerin toplam varlıklar içindeki payının yüksek düzeyde olması, finansal krizler karşısında koruyucu önlem olmaktadır. Sistemi, olası kırılganlıklara karşı korumaktadır. Mevduat bankalarının yıllık kredi iştahındaki gelişmeleri göstermektedir. Orandaki artış, bankaların kredi iştahının arttığına işaret etmektedir. Sorunlu hale geldikleri için takibe alınan kredilerin toplam aktifler içindeki payını göstermektedir. Oranın yüksek düzeyde olması, bankacılık kesiminin yüksek düzeyde karlılıkla çalıştığına işaret etmektedir. Bununla birlikte, ekonominin durgunluk döneminde bankaların kredi faiz oranlarını yükseltmelerinin dolaylı etkisi, finansal kırılganlığı olumsuz etkilemektedir. Endekse Etki Yönü (+) (+) İktisat Yazını Ural (2003) Ural (2003) (+) Eichengreen ve Hausmann (1999) (+) Eichengreen ve Hausmann (1999) (+) Gropp vd. (2006) (-) Rossi (1999); Wyplosz (2001); Kamulainen ve Jukkarila (2004) (+) Rossi (1999) (+) Corsetti vd. (2001) (+) (-) Goldstein vd. (2000); Kamulainen (2004) Kaynak: Atıf yapılan yazarlardan derlenmiştir. 201 202 Çizelge 5.5’te verilen finansal kırılganlık göstergeleri, iktisat yazınında finansal kriz göstergeleri olarak ele alınmakta ve kırılganlık analizlerinde kullanılmaktadır. Kibritçioğlu (2003), bu amaçla az gelişmiş 22 ülke için bankacılık sistemi kırılganlık endeksi oluşturmuş ve ayılık veriler kullanmıştır. Endeks, finansal krizlerin öncü göstergeleri arasında sayılan ve likidite, kredi ve kur risklerini yansıtan banka mevduatları, özel sektöre açılan yurtiçi krediler ve bankaların dış yükümlülükleri değişkenlerini kapsamaktadır. Serilerin eşit ağırlıklandırılmasıyla oluşturulan bankacılık kırılganlık endeksi, belli kriz yıllarındaki alçalma ve yükselmeleri göstermekte, aynı zamanda bir bankacılık sorununun tüm gelişim sürecini büyük ölçüde açıklamaktadır. Hawkins ve Klau (2000), çalışmalarında finansal piyasaları baskı altında olan yükselen piyasa ekonomileri hakkında sistematik ve objektif bir bilgi sağlayacak bankacılık sistemi kırılganlık endeksi oluşturmuşlardır. Endeks, 1996-98 yıllarına ilişkin 24 yükselen piyasa ekonomisini kapsamakta ve bankacılık krizlerinin öncü göstergelerinden oluşmaktadır. Endekste, yurtiçi kredi büyüme oranı, yabancı bankalardan borçlanma düzeyi, bankaların dış borçları/yurtiçi krediler, reel faiz oranı ve öncü bankaların kredi derecelerinden oluşan göstergeleri kullanmışlardır. Buna göre, bir para krizinin ne zaman çıkacağını gösteren kesin bir zamanlama tahmininin öngörülemeyeceği, bunun kura yönelik olarak yetkililerin verecekleri tepkilere, piyasaya ilişkin duyarlılığa ve finansal bulaşmanın gücüne göre değişeceği sonucuna ulaşılmıştır. Türkiye’de 1999 yılında başlatılan Enflasyonla Mücadele Programı’nın ardından yaşanan çeşitli finansal krizlerin arkasında döviz kurunun yapısal zayıflığı olduğunu vurgulayan Ertuğrul ve Yeldan (2003), uygulanan kur politikasının finansal kırılganlığa neden olduğunu ifade etmişlerdir. Bu doğrultuda yaptıkları çalışmada, Türkiye bankacılık sistemi için finansal kırılganlık göstergesi olarak kullandıkları YP mevduatı/toplam mevduat rasyosundan yola çıkarak, Enflayonla Mücadele Porgramı’nın 2000-2001 yılları boyunca bankacılık sistemi kırılganlığındaki artışa öncülük ettiğini ifade etmişlerdir. Rossi (1999), 1990-97 yıllarını kapsayan 15 GOÜ ekonomisi için sermaye kontrolleri, ihtiyati düzenleme, denetim ve mevduat güvencesi ölçütleri geliştirmiş ve aralarındaki ilişkiyi panel veri analizi ile ampirik olarak incelemiştir. Söz konusu ülkelerdeki finansal kırılganlık hakkında önemli bilgiler elde etmeyi amaçlayan Rossi, finansal kırılganlık 203 göstergeleri olarak bankacılık rezervlerine ve kredilere ilişkin göstergeler kullanmıştır. Elde ettiği bulgulara göre basit ihtiyati düzenlemeler, yüksek bir mevduat güvence sistemi ve sermaye çıkışı üzerindeki kontrollerin artması finansal kırılganlığı kötüleştirmektedir. Bununla birlikte, ekonomik gelişmişlik düzeyi görece yüksek olan gelişmekte olan ülke ekonomilerinde, bankacılık sisteminin büyüklüğü belirli bir sınıra ulaştıktan sonra sistemdeki risk düzeyi arttığından, daha güçlü düzenleme ve denetim çerçevesini gerekli kılmaktadır. Ural (2003), 23 adet kriz göstergesi kullanarak faktör analizi yardımıyla Türkiye’de finansal krizlere etki eden faktörlerin saptanmasına ve bunların finansal kırılganlık ile olan ilişkisine yönelik çalışma yapmıştır. Finansal sektöre ilişkin kullandığı değişkenler bankacılık kesimi dış varlık ve yükümlülükleri, rezervler, faiz oranları ve kredilerden oluşmaktadır. Analiz sonucunda finansal kriz olgusunun çok boyutluluk özelliği ön plana çıkmış ve ulaştığı sonuçlar, finansal sistemin temelini oluşturan bankacılık sektörünün yasal ve kurumsal düzenlemelerle güçlü bir yapıya kavuşturulmasının önemini ortaya koymuştur. Çalışmanın bu kısmında, yukarıda açıklanan iktisat yazını kapsamında Türkiye’de yaşanan finansal krizler de dikkate alınarak finansal kırılganlığı etkileyen değişkenler belirlenmiş ve faktör analizi yardımı ile finansal kırılganlık endeksi (FKE) oluşturulmuştur. Faktör analizinde kullanılan 7 adet finansal kırılganlık değişkenlerine ait aylık veriler, 19902013 dönemini kapsamaktadır. Değişken setindeki tüm oranlar standardize edildikten sonra faktör analizine uygunluk testleri yapılmış, finansal kırılganlığa ilişkin veri setinin analize uygunluğu doğrulanmıştır. Analiz sonuçlarına göre endekste yer alan 3 alt bileşen, dışsal kırılganlık (DK), likiditeye ilişkin kırılganlık (LK) ve para ikamesine ilişkin kırılganlık (PİK) olarak adlandırılmıştır. 204 Çizelge 5. 6. Finansal Kırılganlık Endeksi Bileşenleri Faktörler Değişkenler Endekse Etki Yönü (+) Ağırlık Dışsal Kırılganlık Bankaların Dış Yükümlülükleri/Toplam Aktifler (+) 0,33 MB Brüt Döviz Rezervleri/M2 (-) 0,33 Sermaye ve Rezervler/Toplam Aktifler (-) 0,50 Toplam Mevduatlar (-) 0,50 Toplam Dış Yükümlülükler/M2 (+) 0,50 YP Mevduatı/Toplam Mevduat (+) 0,50 Bankaların Yükümlülükler Likiditeye İlişkin Kırılganlık Para İkamesine Kırılganlık İlişkin Dış Yükümlülükleri/TP 0,33 Açıklama: Çizelgede gösterilen etki yönü, göstergelerin/oranların artmasıyla finansal kırılganlık endeksinin etkilenme yönünü ifade etmektedir. Pozitif (+) yön, göstergelerin/oranların artmasıyla finansal kırılganlığın yükseleceğini, negatif (-) yön ise azalacağını göstermektedir. Banka bilançolarının pasifinde yer alan döviz cinsinden yükümlülükler, dışsal şoklara karşı sistemin kırılganlığını artırmaktadır. Bunun yanında döviz rezervleri kısa vadeli dış borçlara ya da yurtiçi likit varlıklara görece düşük olduğu durumda, ülke krizlere duyarlı hale gelmektedir (Corsetti vd., 2001: 21). Bu nedenle ilk bileşen, dışsal kırılganlık bileşeni olarak adlandırılmıştır. Bankaların sermaye ve rezervlerinin toplam aktifleri içindeki payının yüksek olması, sektör için olası krizlere karşı koruyucu önlem olmaktadır. Mevduatlar da bankaların en önemli fon kaynağını oluşturduğundan, her iki gösterge, likiditeye ilişkin kırılganlık bileşeni olarak ele alınmıştır. Dolarizasyon olarak da adlandırılan para ikamesi ise, finansal gelişmenin zayıf olduğu ekonomilerde sermaye hareketlerine karşı kırılganlık yaratmaktadır. Bu nedenle, son bileşen para ikamesine duyarlı kırılganlık rasyolarından oluşmaktadır. Bu çerçevede elde edilen ve Şekil 5.3’te gösterilen finansal kırılganlık endeksi, ortalaması sıfır ve varyansı bir olan bir zaman serisini göstermektedir.84 84 FKE’de kullanılan formül şu şekildedir; DKt DK FKEt DKt DK DK DK LKt LK LK PİKt PİK PİK 3 : dışsal kırılganlığa ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri 205 6 5 4 3 2 1 -2 Haz.90 Ara.90 Haz.91 Ara.91 Haz.92 Ara.92 Haz.93 Ara.93 Haz.94 Ara.94 Haz.95 Ara.95 Haz.96 Ara.96 Haz.97 Ara.97 Haz.98 Ara.98 Haz.99 Ara.99 Haz.00 Ara.00 Haz.01 Ara.01 Haz.02 Ara.02 Haz.03 Ara.03 Haz.04 Ara.04 Haz.05 Ara.05 Haz.06 Ara.06 Haz.07 Ara.07 Haz.08 Ara.08 Haz.09 Ara.09 Haz.10 Ara.10 Haz.11 Ara.11 Haz.12 Ara.12 Haz.13 Ara.13 0 -1 -3 Şekil 5.3. Finansal Kırılganlık Endeksi Kaynak: TCMB ve TBB aylık verilerinden hareketle hesaplanmıştır. Açıklama: Diğer endekslerden farklı olarak finansal kırılganlık endeksinde, endeks değerinin ortalamanın altında olduğu dönemler kırılganlığın azaldığını, ortalamanın üstünde olduğu dönemler ise kırılganlık düzeyinin yükseldiğini yansıtmaktadır. 1994 ve 2000-2001 yıllarında kriz sürecinin neden olduğu kırılganlık, Şekil 5.3’te ortalamanın oldukça üzerinde seyreden endeks değeriyle etkisini göstermektedir. 1990-93 döneminde ekonomide yaşanan hızlı ekonomik büyüme ile paralellik gösteren negatif endeks değeri, 1994 yılında kırılganlığın artmasıyla 1 puana yaklaşmıştır. 1990-2013 döneminde Türkiye finansal sisteminde en yüksek kırılganlık düzeyi yaklaşık 5,5 puanla 2001 yılı Aralık ayında görülmüştür. 2000 yılına kadar ortalamaya yakın seyreden endeks değeri, makroekonomik dengelerin bozulması ve krize giden sürecin başlamasıyla etkisini göstermiştir. Krizin etkilerinin geçmeye başlamasıyla kademeli olarak düşüş gösteren endeks, 2004 yılı sonuna kadar pozitif değerler almayı sürdürmüştür. Bunun yanında 2008 Küresel Krizi’nin endeks değerini oldukça belirsiz bir düzeyde etkilemesi dikkat çekmektedir. Şekil 5.3’te ekonominin daralma dönemlerinde finansal kırılganlık düzeyinin yüksek olması, endeksin çevrimsel bir nitelikte hareket ettiğini göstermektedir. Genel itibariyle, 1990 yılı başında 0 değeri ile ortalama düzeyinde olan endeks değerinin 2013 yılı sonunda -2 düzeyine inmesi 23 yıllık dönemde kırılganlıktaki 2 puanlık iyileşmeyi yansıtmaktadır. Finansal sağlamlık endeksinde olduğu gibi kırılganlık endeksinde de 2005 LKt LK LK : likiditeye ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri PİKt PİK PİK : para ikamesine ilişkin eşit ağırlıklandırılmış serinin standardize edilmiş değeri 206 yılından itibaren görülen dalgalı ve olumlu, 2009 yılından itibaren ise istikrarlı gelişmeler dikkat çekmektedir. 5.1.4. Finansal sistem bileşik endeksi Literatürde, sistemin yalnızca bir yönünü değil, çok boyutlu yönünü ele alabilmek amacıyla oluşturulmuş bileşik endeks çalışmaları mevcuttur. Albulescu ve Goyeau (2009), Romanya finansal sisteminin istikrarını değerlendirmek amacıyla 1999-2007 dönemi için çeyrek dönemlik verilerle toplulaştırılmış bir finansal istikrar endeksi oluşturmuştur. Endeks, finansal sistemin gelişimini, kırılganlığını, bankacılık kesiminin sağlamlığını ve uluslararası ekonomik ortamı ölçen toplam 28 adet değişkenden oluşmaktadır. Toplulaştırılmış endeks oluşturulurken tüm bireysel göstergeler alt bileşik endeksler altında bir araya getirilebilir biçimde dönüştürülmüş ve eşit ağırlıklandırmaya tabi tutulmuştur. Romanya finansal sistemine ilişkin kriz dönemlerini yakalayan endeks değerinin çeşitli makroekonomik değişkenlerle olan ilişkisi, stokastik simülasyon modeli ile tahmin edilmiştir. Hollo vd. (2012), 15 bireysel finansal stres değişkeni kullanarak Euro bölgesi için sistemik stres bileşik endeksi oluşturmuşlardır. Endeks bankacılık sektörü, banka dışı finansal kurumlar, para piyasaları, sermaye piyasaları ve döviz piyasaları olmak üzere finansal sistemin beş önemli alt bileşeninden oluşmaktadır. Endeksin alt bileşenlerinden bir kısmı stres dönemlerinde daha yüksek değerler almakta ve bunun tüm finansal sisteme yayılması halinde istikrarsızlık meydana gelmektedir. Bu nedenle çalışmada, farklı stres bileşenleri arasında zamanla değişen ilişki ele alınmıştır. Diğer çalışmalardan farklı olarak Holl vd., ekonomik faaliyetleri yavaşlatması nedeniyle endeksteki finansal kriz yıllarını yansıtan stres dönemlerini VAR modeli ile incelemişlerdir. Louzis ve Vouldis (2011), Hollo vd.’nin kullandığı benzer metodoloji ve benzer alt bileşenler yardımıyla Yunanistan için finansal stres bileşik endeksi oluşturmuşlardır. Endeks, 1998-2000 dönemini kapsamakta ve Yunanistan finansal sistemine ilişkin sistemik stres düzeylerini ve kriz dönemlerini yakalamaktadır. Bu çalışmada, finansal sistem bileşik endeksi formüle edilirken 1990-2013 dönemini kapsayan 8 adet finansal gelişme, 13 adet finansal sağlamlık ve 7 adet finansal kırılganlık olmak üzere toplam 28 adet değişken kullanılmıştır. Bu yönüyle FSBE, TCMB’nin 207 oluşturduğu endekslerden farklılaşmaktadır. TCMB’nin Finansal İstikrar Raporları’nda yer alan finansal sağlamlık endeksi, sistemi yalnızca sağlamlık bileşenleri ile ölçmekte, sistemdeki finansal gelişme düzeyi ile kırılganlığa ilişkin bileşenleri içermemektedir. FSBE, finansal sağlamlık bileşenlerinin yanında, sistemdeki gelişme düzeyini ölçen bileşenleri, dışsal kırılganlığı, para ikamesine ilişkin kırılganlığı ve kredi riskini de kapsamaktadır. Zira söz konusu unsurların 1990-2013 döneminde Türkiye finansal sistemini önemli ölçüde etkilediği düşünülmektedir. Sözü edilen unsurların FSBE’de neden olduğu dalgalanmalar Şekil 5.4’ten izlenebilmektedir. Finansal sistem içinde en önemli sektör bankacılık olduğu için, endekste kullanılan değişkenlerin büyük çoğunluğu bankacılık kesimi ile ilgilidir. Her bir değişken, kendi grubu içinde standardize edilerek bir araya getirilebilir biçimde dönüştürülmüş ve eşit olarak ağırlıklandırılmıştır. Toplulaştırılmış bileşik endeks formüle edilirken, finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan endekslerden herhangi birinin bir diğerine görece yüksek ağırlığa sahip olmaması, dolayısıyla sistemin bütünüyle ele alınarak finansal düzenleme değişkenlerine yönelik doğru ve tutarlı bir analiz yapılabilmesi amacıyla diğer endeks yöntemlerinde olduğu gibi burada da eşit ağırlıklandırma yöntemine başvurulmuştur. FSBE ise şu şekilde formüle edilmiştir; FSBE 8I FG 13I FS 7 I FK 28 28 28 Elde edilen FSBE, ortalaması sıfır ve standart sapması bir olan tarihsel bir zaman serisine dönüştürülmüştür. 1990-2013 dönemine ait FSBE, Şekil 5.4’te gösterilmektedir. 208 3 2 1 -1 Ara.90 Haz.91 Ara.91 Haz.92 Ara.92 Haz.93 Ara.93 Haz.94 Ara.94 Haz.95 Ara.95 Haz.96 Ara.96 Haz.97 Ara.97 Haz.98 Ara.98 Haz.99 Ara.99 Haz.00 Ara.00 Haz.01 Ara.01 Haz.02 Ara.02 Haz.03 Ara.03 Haz.04 Ara.04 Haz.05 Ara.05 Haz.06 Ara.06 Haz.07 Ara.07 Haz.08 Ara.08 Haz.09 Ara.09 Haz.10 Ara.10 Haz.11 Ara.11 Haz.12 Ara.12 Haz.13 Ara.13 0 -2 -3 -4 Şekil 5. 4. Finansal Sistem Bileşik Endeksi Kaynak: TCMB, TBB, BDDK ve Thomson Data Stream verilerinden hareketle hazırlanmıştır. Finansal gelişme düzeyindeki ve finansal sağlamlıktaki artış, endeks değerini yükseltirken, finansal kırılganlıktaki artış endeks değerini düşürmektedir. Yani finansal gelişme ve finansal sağlamlık, FSBE’yi etkileme yönü açısından aynı yönde hareket ederken, finansal kırılganlık ters yönde hareket etmektedir. 1995 yılından önce endeksin sıfırın altında değerler alması, Türkiye’de finansal gelişme ve sağlamlık düzeyinin söz konusu dönemde düşük, finansal kırılganlık düzeyinin ise yüksek olduğunu göstermektedir. 1994, 2000 ve 2001 Krizleri’nin etkilerini yakalayan FSBE’de, yurt dışı kaynaklı 2008 Küresel Krizi’nde görülen hafif kırılmaların da yansımaları görülmektedir. 2002-2007 yılları arasında endeksin zaman zaman negatif değerler alması ve dalgalı bir seyir izlemesi, bankaların dış yükümlülüklere bağlı dışsal kırılganlığının söz konusu dönemde oldukça yüksek değerler almasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında, 1990-2001 döneminde finansal sistemde görülen keskin dalgalanmaların, 2002 yılını takip eden yıllarda hafiflediği gözlemlenmektedir. Söz konusu dönem, Türkiye’nin finansal sistemin mimarisine ilişkin küresel standartlara uyuma yönelik düzenlemeleri yasal ve kurumsal çerçevede hayata geçirmeye başladığı dönem olması bakımından dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, 2008 yılı dördüncü çeyrekten bugüne FSBE’nin hiç negatif değer almaması, söz konusu dönemde finansal sistemde gelişme ve sağlamlık düzeyinin dönem ortalamasının üzerine çıktığını ve kırılganlığın dönem ortalamasının altına indiğini yansıtmaktadır. Endeks, krizleri ve krizlerin etkilerinin sürdüğü yıllarda ekonomik daralmaların etkilerini net olarak açıklamaktadır. Bu anlamda bileşik endeks, reel ekonomik konjonktürü açıklaması bakımından finansal piyasalarda meydana gelen hareketlerin çevrimsel olduğunu göstermektedir. 209 Toplulaştırılmış bileşik endeks, Türkiye’de gözetim ve denetim çerçevesinin güçlendirilerek sermaye ve likiditeye, menkul kıymetler piyasasına, zorunlu karşılıklara ve bankacılık rezervlerine ilişkin gerçekleştirilen finansal düzenlemelerin etkilerini analiz etmek amacıyla oluşturulmuştur. 5.2. Finansal Sistem Bileşik Endeksi ile Finansal Düzenlemeler Arasındaki İlişki Bu kısımda, uluslararası finansal düzenlemeye konu olan değişkenlerin FSBE’ye olan etkisi Türkiye özelinde ampirik olarak incelenmektedir. Bu amaçla, öncelikle eş bütünleşme yöntemi ve vektör hata düzeltme modeline dayalı genelleştirilmiş Granger nedensellik testi yoluyla uzun ve kısa dönem ilişkiler ortaya konulmakta, ardından etki-tepki analizi ve varyans ayrıştırması yoluyla FSBE’yi etkileyen değişkenler, değişkenlerin finansal sisteme olan etki derecesi ve birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği ortaya konulmaktadır. 5.2.1. Yöntem Çalışmada ele alınan modele ilişkin Johansen eşbütünleşme, Vektör Hata Düzeltme Mekanizması (VECM) ve buna dayalı genelleştirilmiş Granger nedensellik testi, etki-tepki analizi ve varyans ayrıştırması, aşağıda kuramsal olarak ele alınmaktadır. 5.2.1.1. Eşbütünleşme ve vektör hata düzeltme mekanizması Zaman serisi analizlerinde, değişkenler arasında anlamlı ilişkiler elde edilebilmesi için serilerin durağan olup olmadıklarının sınanması gerekmektedir. Değişkenlerin durağanlığı, ortalama ve varyansın zaman içinde değişmemesi ve t ile t-1 dönemleri arasındaki ortak varyansın, bu ortak varyansın iki zaman değeri arasındaki farka bağlı olması biçiminde ifade edilmektedir (Enders, 2003: 212). Serilerin durağanlıklarının araştırılmasında çeşitli yöntemler geliştirilmiş olmakla birlikte, literatürde sıklıkla Dickey ve Fuller (1979) ve Phillips Perron (1988) tarafından geliştirilen Genişletilmiş Dickey Fuller (ADF) ve Phillips Perron (PP) birim kök analizi olarak adlandırılan yöntemler kullanılmaktadır. Serilerin durağan olmamaları durumunda, durağanlıklarının sağlanması için fark alma işlemi gerçekleştirilmekte ve serinin içerdiği kalıcı şokun yok edilmesi, dolayısıyla serinin durağan hale gelmesi sağlanmaktadır (Tarı, 2012: 389). 210 Teoride, düzeyde durağan olmayan seriler arasında uzun dönem denge ilişkisinin varlığı önce Engle ve Granger (1987), ardından Johansen (1988) ve Johansen ve Juselius (1990) tarafından geliştirilen eşbütünleşme analizi ile ortaya konulmuştur. Johansen eşbütünleşme analizine göre, modelde kullanılacak tüm serilerin durağan olmamaları, fakat farkları alındığında aynı dereceden durağan hale gelmeleri gerekmektedir. Yani, her bir serinin bütünleşme derecesinin aynı olması gerekmektedir. Buna göre, durağan olmayan iki zaman serisi aynı dereceden entegre iseler, iki seri arasında bir eşbütünleşme olabilmekte ve aralarındaki regresyon yanıltıcı olmamaktadır (Tarı, 2012: 415). Çalışmada, tüm serilerin durağan olup olmadıkları ve durağan iseler, hangi düzeyde durağan oldukları ADF ve PP birim kök testleri ile sınanmıştır. ADF ve PP testlerinin sonuçlarına göre, tüm serilerin düzey değerlerinde durağan olmadıkları, ancak birinci farkları alındığında I(1) dereceden %1 anlamlılık düzeyinde durağan oldukları gözlemlenmiştir. Buna göre tüm seriler aynı düzeyde durağan olduklarından, aralarındaki eşbütünleşme ilişkisi Johansen eşbütünleşme yöntemi ile sınanmıştır. Johansen eşbütünleşme yöntemi, durağan olmayan serilerin düzeyleri ile farklarını içeren VAR modeli tahmininden oluşmaktadır (Johansen ve Juselius, 1990); H1 : X t 1 X t 1 2 X t 2 ..... k X t k t (1) Denklemde yer alan X ; değişkenler vektörünü, ; değişkenlerin katsayı matrisini ve uzun dönem ilişkisini, ; sabit terimler vektörünü, t ise modelde yer alan hata terimini göstermektedir. Johansen eşbütünleşme analizinde katsayılar matrisinin rankından faydalanılarak değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkisi araştırılmaktadır. Buna göre, rank=n durumunda X vektörünü oluşturan değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisinin olmadığı, değişkenlerin düzeyde durağan oldukları kabul edilir ve eşbütünleşme denklemi yazılamaz. Rank=0 durumunda değişkenler arasında en az 1 adet eşbütünleşme ilişkisinin olduğu, diğer bir ifade ile tüm değişkenlerin uzun dönemde birlikte hareket ettikleri ve dolayısıyla durağan halleri ile eşbütünleşme denkleminin oluşturulabileceği kabul edilir. Rank<n olması durumunda ise X vektörünü oluşturan değişkenler arasında birden fazla eşbütünleşme ilişkisi vardır. Eşbütünleşme ilişkisi olduğu durumda, değişkenler durağan olma özelliklerini kaybettiklerinden, hata düzeltme mekanizması çalışmaktadır. 211 Eşbütünleşik vektör sayısını gösteren katsayılar matrisinin rankı belirlenirken, maksimum olabilirlik istatistiklerine dayanan trace ve maksimum özdeğer (maximum eigenvalue) testleri uygulanmakta, böylece matrisinin karakteristik köklerinin sayısı ( j ; özdeğer) tespit edilmektedir (Enders, 2003). matrisinin rankını belirleyen trace ve maksimum test istatistikleri aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir. Denklemlerde yer alan T ; gözlem sayısını, ise elde edilen özdeğerleri ifade etmektedir. iz T n ln(1 ) j r 1 j (2) Trace istatistiği, eşbütünleşme vektör sayısının (r) sıfıra eşit ya da sıfırdan küçük olma durumunu sıfıra eşit olma hipotezine karşı sınamaktadır. max T ln(1 r 1 ) (3) Maksimum özdeğer istatistiği, r sayıda eşbütünleşme vektörünün varlığını sınayan H0 boş hipotezini, r+1 sayıda eşbütünleşme vektörünün bulunduğunu ifade eden H1 alternatif hipotezine karşı test etmektedir. Bu doğrultuda elde edilen özdeğer istatistik değeri, kritik değerden büyük olduğu durumda H0 boş hipotezi reddedilmekte, H1 alternatif hipotezi kabul edilmektedir. Çalışmada, her iki istatistik testinden elde edilen sonuçlar, her iki dönem için tüm değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Engle ve Granger (1987), Johansen yöntemi ile eşbütünleşme ilişkisinin varlığı kanıtlandıktan sonraki aşamanın, dinamik ilişkileri modelleyen hata düzeltme mekanizması olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü durağan olmayan serilerle bulunan uzun dönemli eşbütünleşme ilişkisi, değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Bu durumda nedensellik ilişkisine yönelik tahminin standart VAR modeli yoluyla yapılmasının güvenilir olmayacağı, bunun yerine serilerin bir dönem farkları alınarak ve hata teriminin gecikmeli değeri kullanılarak yapılacak tahminin daha güvenilir olacağı ortaya konulmuştur. Johansen eşbütünleşme analizinde durağan olmayan ekonomik zaman serisi süreçlerini gösteren (1) no’lu denklem ile ifade edilen modeller, serilerin birinci farkı 212 alınarak yeniden formüle edilmektedir. Serilerin birinci farklarının alınması yoluyla oluşturulan vektör hata düzeltme modeline ait denklem şu şekildedir: X t 1X t 1 2X t 2 ..... k 1X t k 1 X t k t (4) i ( 1 ..... i ) , (i 1,.....k 1) (5) Katsayılar matrisi olan , ' biçiminde ifade edilmekte ve bu eşitlikte ve parametreleri, p r boyutunda katsayılar matrisini göstermektedir. , uzun dönemli ilişkiyi yansıtan vektörü, ise hata düzeltme modelinde yer alan eşbütünleşik vektörlerin ayarlanma gücünü ölçen katsayıyı ifade etmektedir. Vektör hata düzeltme modelinde (VECM) amaç, değişkenlerin kısa dönem denge değerinde meydana gelen sapmaların uzun dönem dengesine uyarlanma hızının ortaya konulmasıdır. Hata düzeltme katsayısı büyüdükçe, modelde meydana gelen kısa dönem sapmaların uzun dönem denge değerine o derece hızlı uyarlanacağı kabul edilir (Chimobi ve Igve, 2010). Buna göre, serilerin farkları ile birlikte gecikme değerlerinin eklendiği VECM modeli şu şekilde gösterilmektedir: X t 1X t 1 2X t 2 ..... k 1X t k 1 ECTt 1 (6) ECT hata düzeltme terimini, parametresi ise uyarlanma hızını ifade etmektedir. Bu şekilde kurulan VECM’de, değişkenlerin düzey değerleri yerine birinci dereceden farkları alındığı için, stokastik trendlerin neden olduğu sorunlar önlenmiş olmakta, ortaya çıkan nedensellik ilişkisi durağan bir yapıya sahip olmaktadır (Stock ve Watson, 2011: 666). Bu doğrultuda, kısa dönem nedensellik ilişkisinin elde edilebilmesi için denklemde yer alan X1 , X 2 ..... X k değişkenlerinin her birinin gecikmeli değerlerine ait katsayıların bir bütün olarak sıfıra eşit olma olasılığı ayrı ayrı test edilmektedir. Böylece, istatistiki olarak anlamlı bulgu elde edildiğinde X 1 bağımsız değişkeni, X t bağımlı değişkeninin kısa dönemde Granger nedeni ya da X 2 bağımsız değişkeni, X t bağımlı değişkeninin kısa dönemde Granger nedeni olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 213 5.2.1.2. Etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizleri VAR modellerine dayalı analizlerde, denklemde yer alan değişkenlere ilişkin katsayıların doğrudan yorumlanması kuramsal açıdan genellikle anlamlı kabul edilmemektedir. Bu nedenle etki-tepki fonksiyonları (impulse-response functions) ve varyans ayrıştırması (variance decomposition) analizleri yoluyla elde edilen bulgular yorumlanmaktadır (Tarı, 2012: 453). Etki-tepki fonksiyonlarında VAR modelinden elde edilen katsayılar yardımıyla, asimptotik olarak normal dağılan, değişkenler arasındaki dinamik ilişkilerin incelenmesine ve geleceğe ilişkin yorum yapılmasına imkan sağlayan katsayılar elde edilmektedir (Killian, 1990; Chang vd., 2001). Bu çerçevede, modelde yer alan herhangi bir değişkende yapısal şok meydana geldiğinde, bu şokun diğer değişkenlere olan etkisini göstermek amacıyla etkitepki fonksiyonlarından elde edilen katsayılar kullanılmaktadır. Şokların etkileri geçici olduğundan, sistemde herhangi bir şok meydana geldiğinde şokun etkisi bir süre sonra kaybolmakta ve seriler denge değerine doğru yakınsamaktadır. Diğer bir ifadeyle, etki-tepki analizi yoluyla, meydana gelen geçici şokların etkisi ortaya konulmaktadır. Standart bir VAR modelinden yola çıkıldığında etki-tepki analizi şu şekilde ifade edilmektedir (Enders, 1995: 295-306); yt a10 a11 yt 1 a12 zt 1 e1t (7) zt a20 a21 yt 1 a22 zt 1 e2t (8) Model, matris biçiminde yazıldığında; yt a10 a11 a12 yt 1 e1t z a a a z e t 20 21 22 t 1 2t (9) Denklem (9) elde edilir. Denklemde yer alan e1t ve e2t hata terimleri, yt ve zt gibi iki şoktan oluşmaktadır. et B 1 t olduğundan, e1t ve e2t şu şekilde yazılmaktadır; 214 e1t ( yt b12 zt ) /(1 b12b21 ) (10) e2t ( zt b21 yt ) /(1 b12b21 ) (11) Buna göre hata vektörü; e1t 1 b12 yt e 1/(1 b12b21 ) b 1 12 zt 2t (12) Denklem (12)’deki biçimde elde edilir. Serilerin durağan olduğu varsayıldığında; xt A1i et 1 (13) i 0 (13) no’lu denklemden; i yt y a11 a12 e1t i z a a e t z i 0 21 22 2t i (14) (14) no’lu denklem elde edilmektedir. (12) ve (14) no’lu denklemlerin bileşiminden 2 1 b12 x 2 boyunda basit bir i matrisi yazılabilir; i A1i /(1 b12b21 ) (15) b 1 21 i matrisi, jk (i) faktörleri biçiminde tanımlanacak olursa; yt y 11 (i) 12 (i) yt i z (i) (i ) 22 zt i t z i 0 21 (16) Ya da; xt i t i i 0 (17) 215 Biçiminde (17) no’lu eşitlik elde edilir. 11 (i) , 12 (i) , 21 (i ) ve 22 (i) katsayıları, etkitepki fonksiyonu olarak adlandırılmaktadır. Bunun yanında, denklemlerde yer alan i katsayısı, yt ve zt şoklarının yt ve zt sağlamaktadır (Enders, 1995: 306). üzerindeki etkilerinin yorumlanmasını Bu çerçevede çalışmada, finansal düzenleme değişkenlerinin her birinde bir şok meydana geldiğinde, FSBE’nin tepkisi, VECM’e dayalı etki-tepki analizi ile incelenmektedir. Varyans ayrıştırması ise, sistemdeki herhangi bir değişkende meydana gelen şokun diğer değişkenin ileriye yönelik hata terimi varyansında neden olduğu yüzde değişimi ölçmektedir (Chang vd., 2001: 1049). Buna göre bir değişkendeki değişimin % kaçının kendisinden, % kaçının diğer değişkenlerden kaynaklandığı açıklanmaktadır (Tarı, 2012: 469). Denklem (18)’de gösterildiği gibi, standart bir VAR modelinin bir dönem gecikmeli değeri ele alınsın (Enders, 1995: 310-312); xt 1 A0 A1 xt 1 et (18) t+1 dönemi için koşullu beklenen değeri; Et xt 1 A0 A1 xt (19) (19)’daki gibi elde edilir. Bir dönem sonraki tahmin hatası xt 1 Et xt 1 et 1 olduğunda, iki dönem gecikmeli değeri şu şekildedir; xt 2 A0 A1 xt 1 et 2 A0 A1 ( A0 A1 xt et 1 ) et 2 (20) Koşullu beklenen değer ele alındığında xt 2 ’nin iki dönem sonraki tahmini; Et xt 2 ( I A1 ) A0 A12 xt (21) 216 Tahmini hatası ise et 2 At et 1 biçimindedir. n dönem sonrası ve tahmin hatası; Et xt n ( I A1 A12 ... A1n1 ) A0 A1n xt (22) et n A1et n1 A12et n2 ... A1n1et 1 (23) Etki-tepki analizinde kullanılan (17) no’lu denklemde, koşullu tahmin xt 1 ve bir dönem gecikmeli hata tahmini 0 t 1 biçiminde ele alındığında; xt n i t n i (24) i 0 Böylece, n dönem tahmin hatası modele eklendiğinde; n 1 xt n Et xt n i t ni (25) i 0 n dönem sonrası için yt serisine ait tahmin hatası şu şekilde ifade edilir; yt n Et yt n 11 (0) yt n 11 (1) yt n1 ... 11 (n 1) yt 1 12 (0) zt n 12 (1) zt n1 ... 12 (n 1) zt 1 (26) yt n ’nin n dönem sonraki tahmin hatası varyansı y (n)2 ise; y (n)2 y2 11 (0)2 11 (1)2 ... 11 (n 1)2 z2 12 (0)2 12 (1)2 ... 12 (n 1)2 (27) (27) no’lu eşitlikte, jk (i)2 ’nin hiçbir değeri negatif olmadığından, n arttıkça tahmin hatasının varyansı da artmaktadır. Her bir şok nedeniyle değişen n dönem sonraki tahmin 217 hatasının varyansını ayrıştırmak mümkündür. Buna göre, yt ve zt ’de meydana gelen şoklar nedeniyle her bir tahmini hata varyansı şu şekilde ifade edilir; y2 11 (0)2 11 (1)2 ... 11 (n 1)2 (28) z2 12 (0)2 12 (1)2 ... 12 (n 1)2 (29) y ( n) 2 y ( n) 2 Tahmini hata varyansı ayrıştırması, bir değişkenin kendisinden kaynaklı şoklar karşısında diğer değişkenin şokları ile olan oransal hareketlerini göstermektedir. Dolayısıyla varyans ayrıştırması yoluyla, şok süresince FSBE’nin varyansında meydana gelen değişmeye, her bir finansal düzenleme değişkeninin katkısını ölçmek mümkündür. Çalışmada, finansal sistem bileşik endeksi ile finansal düzenlemeler arasındaki ilişkiyi test etmek amacıyla vektör hata düzeltme modeli oluşturulduğundan, etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizleri için de aynı modelden yararlanılmaktadır. Çalışmanın amacına uygun olarak, düzenleme değişkenlerinde ilgili dönemde meydana gelen bir standart sapma şok karşısında FSBE’nin verdiği tepki ve FSBE’deki % değişimin kaynağı her bir düzenleme değişkeni için yorumlanmaktadır. 5.2.2. Veri setinin tanımlanması: Finansal düzenleme değişkenleri Küresel finansal standartlara ilişkin unsurların çeşitli ve farklı boyutları olsa da, temelde, aracı finansal kurumların risk alma davranışlarının önlenmesine ve krizlerin sık tekrarlanma olasılığını ve maliyetini, küresel sistemde domino etkisi yaratmadan engellemeye yönelik olduğu görülmektedir. Bu nedenle söz konusu standartlar finansal sistemin gelişme düzeyi, sağlamlığı ve kırılganlığı ile yakından ilişkilidir. Bu doğrultuda çalışmada, ağırlıklı olarak Basel ilkeleri çerçevesinde yürütülen küresel finansal mimariye ilişkin finansal düzenleme araçlarının Türkiye Finansal Sistemi’ne olan etkileri, FSBE yardımıyla 1990-2001 ve 2002-2013 dönem ayrıştırması yapılarak aylık verilerle tahmin edilmektedir. Çalışmaya konu olan 1990-2013 döneminin iki döneme ayrıştırılmasındaki amaç, Türkiye’de Basel Kriterleri’ne uyum sürecinin Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin ardından yasal ve kurumsal çerçevede yürütülmeye başlanmasından kaynaklanmaktadır. 218 Dolayısıyla, finansal düzenleme araçlarının etkilerinin görülebilmesi ancak, finansal sisteme yönelik gerçekleştirilen düzenlemelerin zayıf ve güçlü olduğu dönemlerin ayrıştırılmasıyla değerlendirilebilmektedir. FSBE’ye etkileri bakımından çalışmada ele alınacak düzenleme değişkenleri, Türkiye’de küresel standartlarla uyumlaştırılan sermaye ve likidite rasyolarından, menkul kıymetlerden, bankacılık rezervlerinden ve karşılık politikalarından oluşmaktadır. Çizelge 5.7. Analizde Kullanılan Değişkenler Değişkenler Açıklama Simge Kaynak Özkaynak/Toplam Aktif Özkaynak, Basel-I sermaye bileşenlerinden ana sermayeyi oluşturan ödenmiş sermaye, dönem kârı, geçmiş yıl kârları ve kâr yedeklerinden oluşmaktadır. ÖTA BDDK TCMB (EVDS) Likit Aktif/Toplam Aktif Likit aktifler, birinci derece likit aktifleri oluşturan nakit değerler, merkez bankası, bankalar ve para piyasasından alacaklar ile ters repo işlemlerinden alacakları kapsamaktadır. LATA TBB TCMB (EVDS) Menkul Aktif Menkul Kıymetler, tüm bankacılık sektöründe elde tutulan tahviller, bonolar, hisse senetleri, varlığa dayalı menkul kıymetler ve kıymetli madenler toplamından oluşmaktadır. MKTA TCMB (EVDS) Rezervler/Mevduat Bankacılık rezervleri ve banka mevduatlarından oluşmaktadır. RZM TCMB (EVDS) TBB Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar Toplam karşılıklar, genel ve özel karşılık kalemlerinden oluşmaktadır. TKÖ TCMB (EVDS) Zorunlu Aktif Zorunlu karşılıklar, tüm bankacılık sektörünün toplulaştırılmış bilançosunda yer alan zorunlu karşılık kaleminden oluşmaktadır. ZKTA TCMB (EVDS) Kıymetler/Toplam Karşılıklar/Toplam Analizde kullanılan veri seti, krizden korunma ve krize çözüm arayışları çerçevesinde uluslararası kuruluşların vurgu yaptığı finansal düzenleme araçlarından oluşmaktadır. Ancak bu araçların finansal sisteme olan etkilerinin değerlendirilebilmesi için, teoriye uygun olarak en temel düzenleme araçlarının ve sayısallaştırmaya uygun değişkenlerin seçilmesine önem verilmiştir. İlk düzenleme değişkeni olan Özkaynak/Toplam Aktif oranı, Basel Komitesi’nin 1997 Asya Krizi’nden sonra olduğu gibi, 2008 Küresel Krizi’nden sonra da üzerinde en fazla durduğu düzenleme aracı olan banka sermayesini ölçmektedir. Basel-I’de Birinci Kuşak Sermaye olarak adlandırılan ve banka sermayesinin en nitelikli bileşeni biçiminde 219 tanımlanan ana sermaye, banka bilançosunun pasifinde yer almakta ve özkaynaklardan oluşmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’de ilk olarak 4389 Sayılı Bankalar Kanunu’nda sermaye yeterliliğinin ölçülmesine ilişkin esaslar getirilmiştir. 5411 Sayılı Kanun’da ise bankaların maruz kaldıkları riskler nedeniyle oluşabilecek zararlara karşı yeterli özkaynak bulundurmaları, sermaye yeterliliği olarak tanımlanmıştır. Getirilen son düzenleme, BaselIII standartlarına tam uyumun sağlanması yönünde 2009 yılında özkaynaklara ilişkin çıkarılan yönetmeliktir. Bu doğrultuda, banka bilançosunda yer alan ve bankaların toplam varlıkları içinde özkaynakların payını ölçen Özkaynak/Toplam Aktif oranı, sermaye yeterliliğine ilişkin düzenleme aracı olarak analize dahil edilmiştir. Finansal kriz dönemlerinde bankaların likidite yetersizliği nedeniyle kırılgan olmalarının ya da sistemden ayrılmalarının önüne geçilebilmesi, varlıklarının yükümlülüklerini karşılayabilecek yeterli likidite düzeyini sağlamalarına ve sürdürmelerine bağlıdır. Bu nedenle, uluslararası Zirveler’de ve Basel-III’de bankaların likidite yapısının güçlendirilmesine yönelik ele alınan bir diğer düzenleme aracı asgari likidite yükümlülükleri olmuştur. Küresel krizin likidite risk yönetiminin önemini ortaya koymasıyla, 2008 yılında Basel Komitesi, bankaların yeterli düzeyde likit aktiflere sahip olmasını sağlayacak bir bileşen olarak Likidite Karşılama Rasyosu getirmiştir. 2006 yılına kadar Türkiye’de likidite riskine karşı herhangi bir düzenlemeye gidilmemiş olsa da, söz konusu tarihten itibaren geçerli olacak usul ve esasların belirlendiği yönetmelik yayımlanmıştır. Bu nedenle, banka bilançosunda yer alan ve likidite yeterliliği ölçüsü olarak kullanılan Likit Aktif/Toplam Aktif oranı ikinci düzenleme aracı olarak alınmıştır. Üçüncü düzenleme aracı olarak ele alınan menkul kıymetler, spekülatif hareketlerle beslenen türev finansal varlıklar olarak, 1997 Asya Krizi’nde olduğu gibi 2008 Küresel Krizi’nde de finansal aracıların aşırı risk alma davranışları neticesinde ikincil sermaye piyasalarının aşırı genişlemesine neden olmuştur. Bu doğrultuda, gölge bankacılık sistemine ilişkin düzenleme girişimlerine konu olan menkul kıymetler, FSB, IOSCO ve BCBS gibi uluslararası kuruluşlarca Basel-II ve Basel 2,5’da Yapısal Blok-I kapsamında ele alınmış ve menkul kıymetlere ilişkin ek sermaye gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Türkiye’de SPK’nın türev ürünlere yönelik portföy yönetimi ve yatırım fonları üzerindeki gözetimin genişletilmesine ilişkin yayımladığı tebliğ, düzenleme araçları arasında menkul kıymetler kaleminin de yer aldığını göstermektedir. Bu alanda henüz yeterli düzenlemelere geçiş olmasa da, Türkiye bankacılık sektöründe ilk defa 2012 yılı sonunda %20’nin altına düşen 220 menkul kıymetlerin toplam aktifler içindeki payı (Menkul Kıymetler/Toplam Aktif), 2014 yılı ilk çeyreğinde %16,5 düzeyine gerilemiştir (BDDK, 2014). Sözü edilen düzenleme unsurları çerçevesinde, banka bilanço kalemlerinden biri olan ve sistemin kırılganlık düzeyini yakından ilgilendiren menkul kıymetlerin bankacılık aktifleri içindeki payı, üçüncü düzenleme aracını oluşturmaktadır. Ekonomik konjonktürün istikrarlı dönemlerinde makro ihtiyati politika tedbirleri olarak sermaye ve likidite yapısının güçlü olması kadar, bankacılık rezervlerinin de artırılması finansal kriz dönemleri için koruyucu önlem olarak görülmektedir. Piyasa faiz oranlarının düşük olduğu dönemlerde bankaların yükselen serbest rezervleri, ekonomik konjonktürün zayıf olduğu dönemlerde finansal sistemde meydana gelen mevduat çıkışları nedeniyle uğranılacak zarar karşısında sigorta görevi görmektedir. Bu nedenle banka bilançolarının aktifinde yer alan ve serbest ve zorunlu rezervler toplamından oluşan bankacılık rezervleri, BCBS’nin Etkin Bankacılık İlkeleri çerçevesinde gözetime tabi tutulmuştur. Bankacılık rezervlerinin mevduatları karşılama düzeyi (Rezervler/Mevduat), aynı zamanda finansal sistemde kırılganlık göstergesi olarak da değerlendirildiğinden finansal düzenleme araçlarına dahil edilmiştir. Aynı şekilde toplam karşılıklar, Basel Komitesi tarafından bankacılık etkin gözetim ve denetim işlevinin temel amaçları arasında görülmüş ve her ülkenin finansal istikrarının sağlanmasında kritik rol oynayan düzenleme aracı olarak ele alınmıştır. Türkiye’de 2001 yılında karşılıklara ilişkin çıkarılan yönetmelikle, kredi riskine odaklanılmış ve kredi riskinin de dahil olduğu piyasa riskine karşı bankaların aktif yapısının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Banka bilançosu açısından kârlılık düzeyini olumsuz yönde etkileyen bir kalem olsa da, Türkiye bankacılık sektörünün zayıf ve kırılgan olduğu 1990’lı yılların başında %4 ile %7 arasında olan Toplam Karşılık/Özkaynak oranı, 2002 yılından sonra %20 düzeylerine yükselmiştir. 2008 Küresel Krizi’nin ardından toplanan G20 Zirveleri’nde de ele alınan unsurlardan biri olması ve banka bilançoları açısından önemli bir gösterge olarak görülmesi nedeniyle toplam karşılıkların özkaynaklar içindeki payı, çalışmada analize dahil edilmiştir. Zorunlu karşılıklar ise, merkez bankası tarafından piyasadaki likidite düzeyini düzenlemeye yönelik kullanılan bir para politikası aracıdır. Merkez bankasının 2012 yılı sonunda açıkladığı Para Politikası Raporu’nda, Basel-III Kriterleri’nde yer alan kaldıraca dayalı zorunlu karşılık uygulamasına kademeli olarak geçileceği hususunda henüz bir adım atılmamış olsa da, zorunlu karşılıklar kalemine ilişkin yükümlülükler 5411 sayılı Bankacılık 221 Kanunu’nda açıkça belirtilmiştir. Bununla birlikte ayrılan zorunlu karşılıkların banka bilançolarının yapısını etkilediği ve söz konusu yükümlülüğe uyma zorunluluğunun olduğu bilinmektedir. Bu çerçevede, ekonomik konjonktüre göre vadeli ve vadesiz mevduatlara uygulanan zorunlu karşılık oranları farklılık gösterdiğinden, çalışmada merkez bankasının belirlediği zorunlu karşılık oranı yerine, düzenleme aracı olarak bankaların bilançolarında yer alan toplam zorunlu karşılık tutarı ve bunun bankacılık aktifleri içindeki payı (Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif) kullanılmıştır. Analizde kullanılan düzenleme değişkenlerinin 1990-2013 dönemine ait zaman seyri Şekil 5.5’te gösterilmektedir. Mevsimsellik içeren Özkaynak/Toplam Aktif, Likit Aktif/Toplam Aktif ve Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif serileri, mevsimsel etkilerinden arındırılmıştır. Ancak şekilde de görüldüğü üzere 1994 Krizi, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin etkilerinin belirgin olduğu gözlemlendiğinden, analizde kullanılan modelde her üç kriz dönemi için dummy (kukla) değişken kullanılmıştır. Kukla değişkenler, 1994 Krizi için 1994 yılı 1. aydan 1995 yılı 1. aya kadar, Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri için ise 2000 yılı 11. aydan 2001 yılı 12. aya kadar olan dönem için kullanılmıştır. Bunun yanında, dış kaynaklı olsa da küresel krize ilişkin 2008 yılı 9. ay ve 2010 yılı 3. ay arası aylar için kukla değişken analize dahil edilmiştir. 222 Özkaynak/Toplam Aktif Likit Aktif/Toplam Aktif 16 25 14 20 12 10 15 8 6 10 4 2 5 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 90 92 94 96 Menkul Kıym etler/Toplam Aktif 98 00 02 04 06 08 10 12 08 10 12 10 12 Rezervler/Mevduat 50 120 40 100 30 80 20 60 10 40 0 20 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 90 92 Toplam Karş ılıklar/Özkaynaklar 94 96 98 00 02 04 06 Zorunlu Karş ılıklar/Toplam Aktif 70 10 60 8 50 40 6 30 4 20 2 10 0 0 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 Şekil 5.5. Değişkenlerin Zaman Seyri 5.2.3. Tahmin sonuçları: 1990-2001 Çalışmanın bu kısmında, 1990-2001 dönemi için finansal sistem bileşik endeksi ile küresel finansal mimari standartlarına yönelik uygulamaya geçirilen düzenleme değişkenleri arasındaki ilişki incelenmektedir. Söz konusu dönem, küresel düzenlemelerin henüz uygulanmadığı dönemi kapsamaktadır. Ancak, düzenlemelerin büyük ölçüde uygulamaya geçirildiği 2002-2013 dönemi ile karşılaştırma yapılabilmesi açısından, 1990-2001 dönemine ilişkin analiz gerekli görülmektedir. 5.2.3.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve geliştirilmiş Granger nedensellik analizlerinin sonuçları Analizde bağımlı değişken olarak kullanılan ve finansal sistemin gelişme düzeyini, kırılganlığını ve sağlamlığını gösteren FSBE ile bu endeksi etkilediği düşünülen değişkenler 223 arasındaki ilişkinin araştırılabilmesi için öncelikle tüm serilerin durağanlıklarına bakılmıştır. Bunun için ilgili zaman serilerinin ADF ve PP birim kök testleri yapılmıştır. Çizelge 5.8 Birim Kök Testleri (1990-2001) ADF BİRİM KÖK TESTİ Değişkenler Düzey Olasılık Birinci Fark Olasılık FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA -1,689 -0,444 -1,451 -0,458 -1,957 -1,586 -2,930 0,434 0,520 0,555 0,984 0,305 0,105 0,156 -6,200* -9,612* -14,238* -10,423* -16,345* -16,900* -13,553* 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 PP BİRİM KÖK TESTİ Değişkenler Düzey Olasılık Birinci Fark Olasılık FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA -2,028 0,014 -1,451 0,937 -2,021 -1,782*** -2,969 0,274 0,685 0,555 0,995 0,277 0,071 0,144 -14,259* -16,838* -14,226* -10,188* -16,876* -30,208* -13,447* 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 Açıklama: Birim kök testinde kullanılan gecikme uzunluğu Schwarz Bilgi Kriteri’ne göre otomatik olarak belirlenmiştir. *%1 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır. ***%10 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır. Çizelge 5.8’de gösterilen ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre, her bir zaman serisinin düzeyde durağan olmadıkları, fakat birinci dereceden farkları alındığında durağanlıklarının sağlandığı görülmektedir. Her bir zaman serisinin aynı dereceden I(1) durağan olması, serilerin bütünleşik olduğunu göstermektedir. Bu durumda bütünleşik olan serilerin aralarındaki uzun dönem denge ilişkisinin, yani eşbütünleşme ilişkisinin varlığı Johansen eşbütünleşme yöntemi ile araştırılabilmektedir. Johansen eşbütünleşme yöntemi, VAR analizinde seçilen gecikme uzunluğuna oldukça duyarlı olduğundan, öncelikle modele eklenecek gecikme uzunluklarının belirlenmesi gerekmektedir. Birinci farkları alınmış bütünleşik serilerden oluşan modelde kullanılacak gecikme uzunluğunun belirlenmesi için LR test istatistiğine, FPE son öngörü hatasına, AIC akaike bilgi kriterine, SC Schwarz bilgi kriterine ve HQ Hannan Quinn kriterine başvurulmuştur. Gecikme uzunlukları LR, FPE ve AIC kriterlerine göre 3, SC ve HQ’ye göre ise 1 olarak tahmin edilmiştir. Optimum gecikme uzunluğuna karar kılmak için LM otokorelasyon testine bakılmış ve uygun gecikme sayısı 3 olarak belirlenmiştir (EK-2). 224 Belirlenen optimal gecikme uzunluğu çerçevesinde trace ve maksimum özdeğer (maximum eigenvalue) istatistiklerine göre yapılan Johansen eşbütünleşme testi sonuçları Çizelge 5.9’da yer almaktadır. Çizelge 5.9Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (1990-2001) H0 Hipotezi Trace İstatistiği 0,05 Kritik Değer Olasılık Max. Özdeğer İstatistiği 0,05 Kritik Değer Olasılık r=0 175,81* 125,61 0,00 48,98** 46,23 0,02 r≤1 126,82* 95,75 0,00 48,39* 40,07 0,00 r≤2 78,43* 69,81 0,00 35,16** 33,87 0,03 r≤3 43,26 47,85 0,12 24,91 27,58 0,10 r≤4 18,35 29,79 0,54 13,09 21,13 0,44 r≤5 5,26 15,49 0,78 3,97 14,26 0,86 r≤6 1,28 3,84 0,25 1,28 3,84 0,25 *H0 hipotezi %1 düzeyinde reddedilmektedir. **H0 hipotezi %5 düzeyinde reddedilmektedir. Trace istatistiğine göre %1 anlamlılık düzeyinde 3 tane, maksimum özdeğer istatistiğine göre ise %1 anlamlılık düzeyinde 1 tane, %5 anlamlılık düzeyinde 2 tane olmak üzere toplam 3 tane eşbütünleşme vektörü olduğu görülmektedir. Buna göre, FSBE ile diğer değişkenler arasında eşbütünleşmenin olmadığını sınayan H0: r=0, H0: r=1 ve H0: r=2 hipotezleri reddedilmektedir. Bu çerçevede, analizde kullanılan tüm değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Normalize edilmiş 3 adet eşbütünleşme vektörüne ilişkin sonuçlar EK-2’de verilmektedir. Bağımlı değişken olan FSBE’nin katsayısına göre normalize edilmiş eşbütünleşme vektörü ise şu şekildedir: Çizelge 5. 10. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (1990-2001) katsayı std. Hata t-istatistik FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA 1,000 -2,362* -0,190 0,020 -0,280* -0,507* -0,766 (0,438) [-5,390] (0,145) [-1,311] (0,124) [0,161] (0,071) [-3,905] (0,090) [-5,624] (0,558) [-1,371] *parametreleri istatistiki olarak anlamlı katsayıları göstermektedir. 225 Çizelge 5.10’a göre değişkenler arasındaki ilişkiyi yansıtan denklem aşağıdaki gibi ifade edilmektedir: FSBE 2,362ÖTA 0,190LATA 0, 020MKTA 0, 280 RZM 0,507TKÖ 0, 767 ZKTA Değişkenlerin önünde yer alan parametrelerin işaretleri uzun dönem esneklikleri göstermektedir. Buna göre, 1990-2001 dönemi için FSBE’nin sermaye (ÖTA) ve likidite (LATA) değişkenlerine, bankacılık rezervlerine (RZM), toplam karşılıklara (TKÖ) ve zorunlu karşılıklara (ZKTA) olan uzun dönem esneklikleri pozitif, menkul kıymetlere (MKTA) ilişkin uzun dönem esnekliği ise negatif çıkmıştır. Çizelge 5.10’da gösterildiği üzere, ÖTA, RZM ve TKÖ değişkenlerinin parametreleri istatistiksel olarak anlamlı bulunduğundan,1990-2001 döneminde söz konusu değişkenlerdeki artışın FSBE’nin yükselmesine, diğer bir ifadeyle finansal sistemin gelişmesine ve sağlamlığının artmasına, kırılganlığının ise azalmasına yol açtığı bulgusu elde edilmiştir. FSBE ile diğer değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığı belirlendikten sonra, kısa dönem dinamiklerin incelenebilmesi için hata düzeltme mekanizmasının çalışıp çalışmadığına bakılmaktadır. Bu amaçla kullanılan vektör hata düzeltme mekanizması, kısa dönem dengesizlikleri ortadan kaldıran, diğer bir ifadeyle dengeden uzaklaşan değişkenleri uzun dönem denge değerine yaklaştıran bir eşbütünleşme vektörünün varlığını araştırmaktadır. Hata düzeltme mekanizmasına ilişkin sonuçlar Çizelge 5.11’de gösterilmektedir. Çizelge 5. 11. Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (1990-2001) Değişken Katsayı t-değeri Sabit ECTt-1 0,029 -0,035 0,965 -2,135 ΔFSBE(-1) ΔÖTA(-1) ΔLATA(-1) ΔMKTA(-1) ΔRZM(-1) ΔTKÖ(-1) ΔZKTA(-1) -0,193 0,066 -0,036 -0,028 -7,25E 0,001 -0,110 -1,750 0,909 -0,925 -0,971 -0,005 0,105 -0,756 R2=0,387 F istatistik=3,036 DW istatistiği=1,962 226 Çizelge 5.11’de görüldüğü üzere VECM modelinde, değişkenlerin farkları ve eşbütünleşme denkleminin hata teriminin bir dönem gecikmeli değeri (ECTt-1) modele dahil edilerek tahmin yapılmaktadır. Değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi varken modelin tahmin sonucu şu şekilde ifade edilmektedir: FSBE 0, 029 0,193FSBEt 1 0, 066ÖTAt 1 0, 036LATAt 1 0, 028MKTAt 1 7, 250RZM t 1 0, 001TKÖt 1 0,110ZKTAt 1 0, 035ECTt 1 Tahmin sonucunda uyarlama hızı parametresi olan hata düzeltme teriminin gecikmesinin (ECTt-1) beklendiği gibi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması, hata düzeltme mekanizmasının çalıştığını ve FSBE’de meydana gelen kısa dönem sapmaların uzun dönem denge değerine yaklaşacağını göstermektedir. ECTt-1 nin katsayısına göre endeksin gerçek gözlem değerleri ile uzun dönem (ya da denge değeri) arasındaki fark her dönem %3,5 azalmaktadır. Dolayısıyla sistemdeki dengesizliğe neden olan sapmalar 1/0,035= 28,5 ay sonra dengeye gelmektedir.85 Standart Granger nedensellik testi yapılabilmesi için serilerin düzeyde durağan olmaları, yani serilerin eşbütünleşik olmamaları gerekmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada seriler eşbütünleşik olduğundan Hata Düzeltme Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger nedensellik testi uygulanmıştır. Kısa ve uzun dönem ayarlanma sürecini gösteren hata düzeltme mekanizması, kısa dönem nedensellik ilişkisinin geçerliliğini sınamaktadır. Eğer D(ÖTA(-1)), D(LATA(-1)), D(MKTA(-1)), D(RZM(-1)), D(TKÖ(-1)) ve D(ZKTA(-1)) değişkenlerinin aynı anda sıfıra eşit olma temel hipotezi reddediliyorsa, kısa dönemde ÖTA, LATA, MKTA, RZM, TKÖ ve ZKTA değişkenlerinden FSBE’ye doğru kısa dönemde nedensellik ilişkisinin varlığı kabul edilmektedir. Çizelge 5. 12 VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test Sonuçları (1990-2001) Bağımlı Değişken Bağımsız Değişkenler ΔÖTA(-1) ΔFSBE X 2 (0,011)** 12,18 ΔLATA(-1) (0,263) 5,24 ΔMKTA(-1) (0,085)*** 8,17 ΔRZM(-1) ΔTKÖ(-1) (0,224) 5,67 (0,115) 7,41 ΔZKTA(-1) (0,000)* 22,3 Not: parantez içindeki değerler, (p) olasılık değerlerini göstermektedir. 85 Aylık serilerle çalışıldığı için dengeden sapmalara ilişkin yorumlar, aylık ölçekler üzerinden yapılmaktadır. 227 * %1 anlamlılık, **%5 anlamlılık, ***%10 anlamlılık düzeyini göstermektedir. Çizelgeden görüldüğü üzere ÖTA, MKTA ve ZKTA değişkenleri sırasıyla %5, %10 ve %1 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Buna göre özkaynakların, toplam aktiflerin ve zorunlu karşılıkların toplam aktifler içindeki payının büyüklüğü FSBE’yi kısa dönemde etkilemektedir. Diğer bir ifade ile söz konusu değişkenler, FSBE’nin Granger nedeni olup, finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını kısa dönemde etkilemektedir. 5.2.3.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans ayrıştırması sonuçları Önceki kısımda,finansal düzenleme değişkenlerinin finansal sistemi etkileyip etkilemediği, uzun ve kısa dönemli ilişkilerin varlığını sınayan analizlerle ortaya konulmuştur. Bu kısımda, küresel finansal düzenlemeye konu olan ve kısa ve uzun dönemde finansal sistemi etkileyen söz konusu değişkenlerin birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği etki tepki fonksiyonları ile, etki derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin edilmektedir. Etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması, değişkenler arasındaki dinamik ilişkileri ortaya koymak için geliştirilmiştir. Etki-tepki fonksiyonları, bir değişkenin modelde yer alan diğer bir değişkende meydana gelen bir standart sapmalık şoka nasıl tepki verdiğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, 1990-2001 döneminde küresel finansal düzenleme değişkenlerine verilen bir standart sapmalık şokun FSBE’ye etkisini gösteren ve VECM’e dayalı analiz ile tahmin edilen etki-tepki fonksiyonları Şekil 5.6’da gösterilmektedir.86 Etki-tepki fonksiyonları, değişkenlerin modeldeki sıralamalarına karşı duyarlıdır. Yani, değişkenlerin sıralaması (ordering) değiştikçe, etki-tepki fonksiyonları da değişmektedir. Bunun için değişkenlerin, iktisadi ön bilgiye dayalı olarak ya da dışsaldan içsele doğru sıralanması önerilmektedir. Koop vd. (1996) ise söz konusu sorunun giderilebilmesi için “genelleştirilmiş etki-tepki” fonksiyonlarını geliştirerek, modelin varyans kovaryans matrisinden elde edilen standart hatalar ile katsayı matrisinin çarpılmasını önermişlerdir. Söz konusu yöntemde etki ve tepkilerin sıralamaya duyarlı olmaması nedeniyle, bu çalışmada Eviews 8.0 paket programı ile “generalized impulses” yöntemi uygulanmıştır. 86 228 FSBE' NİN LATA' YA TEPKİSİ FSBE' NİN ÖTA' YA TEPKİSİ FSBE' NİN MKTA' YA TEPKİSİ .5 .5 .5 .4 .4 .4 .3 .3 .3 .2 .2 .2 .1 .1 .1 .0 .0 .0 -.1 -.1 -.1 -.2 -.2 5 10 15 20 25 5 30 FSBE'NİN RZM' YE TEPKİSİ -.2 10 15 20 25 30 FSBE' NİN TKÖ' YE TEPKİSİ .5 .4 .1 .0 -.1 .0 -.1 -.2 10 15 20 25 30 30 .2 .1 .0 25 .3 .2 .1 20 .4 .3 .2 15 .5 .4 .3 10 FSBE' NİN ZKTA' YA TEPKİSİ .5 5 5 -.1 -.2 5 10 15 20 25 30 -.2 5 10 15 20 25 30 Şekil 5.6. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin Tepkisi (1990-2001) Açıklama: Grafiklerde dikey eksen, ilgili düzenleme değişkenine verilen bir standart sapmalık şoka, FSBE’nin verdiği tepkinin yönünü ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Yatay eksen ise, şokun meydana gelmesinden sonra geçen 30 aylık süreyi göstermektedir. FSBE, Özkaynak/Toplam Aktif (ÖTA) oranındaki bir standart sapmalık şoka ilk sekiz aypozitif yönde tepki vermektedir. Ancaksekizinci aydan itibaren özkaynaklarda meydana gelen şokun FSBE üzerindeki etkisi kaybolmaktadır. Buna göre, sermayeye ilişkin bir standart sapmalık şok karşısında finansal sistemde gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyi pozitif yönde etkilense de, bu etki sermaye düzenlemelerinin henüz çok zayıf olduğu 19902001 döneminde düşük düzeylerde kalmaktadır. FSBE’nin likidite oranındaki (LATA) bir standart sapmalık şoka ilk on ay artarak negatif yönde tepki verdiği görülmektedir. Bu bulgu, likidite düzeyindeki bir standart sapmalık şokun 1990-2001 döneminde finansal sistemi olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki payında (MKTA) meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, FSBE’yi ilk beş ay pozitif fakat azalış yönünde etkilerken, beşinci aydan onuncu aya kadar pozitif ve artış yönünde etkilemektedir. Bir standart sapmalık şok karşısında menkul kıymetlerin finansal sisteme olan pozitif etkisi onuncu aydan sonra kaybolmaktadır. Endeksin, bankacılık rezervlerinde (RZM) meydana gelen bir standart sapmalık şoka tepkisi ilk üç ay negatif yönde iken, takip eden aylarda pozitif yönde olmaktadır. Şokun FSBE üzerindeki etkisi on beşinci aydan itibaren ortadan kalkmaktadır. Toplam karşılıklarda (TKÖ) meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, endeksi sekiz ay süre ile negatif yönde 229 etkilemektedir. Sekizinci aydan sonra endeks, toplam karşılıklardaki şoka tepki vermemektedir. Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif (ZKTA) oranında meydana gelen bir standart sapmalık şok, FSBE’yi ilk üç ay negatif yönde etkilemektedir. Üçüncü ayın sonundan itibaren endeks değerini artıran şokun pozitif yönlü etkisi, yedinci aydan sonra ortadan kalkmaktadır. Buna göre zorunlu karşılıklarda meydana gelen çok küçük değişimler, finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını çok kısa bir süre için olumsuz yönde etkilese de, sistemin zorunlu karşılıklara yönelik duyarlılığı 1990-2001 döneminde pozitif yöndedir. Genel itibariyle değerlendirildiğinde, 1990-2001 döneminde finansal düzenleme değişkenlerindeki bir standart sapmalık şoka FSBE, ilk aylarda çok düşük düzeylerde tepki vermektedir. İlerleyen aylarda ise şokların FSBE üzerindeki etkisi kaybolmaktadır. Etki-tepki fonksiyonlarından elde edilen sonuçlar, finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan FSBE’nin, finansal düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine karşı duyarlı olduğunu göstermektedir. Kısa dönemli sapmalar gösteren endeks, uzun dönemde denge değerine çok yavaş bir hızda hareket etmektedir. Bu bulgular, önceki kısımda hata düzeltme mekanizmasının çalıştığını ve kısa dönemli sapmaların oldukça yavaş bir hızda (ECT=0,035t-1) hareket ederek FSBE’nin denge değerine yaklaşacağını gösteren vektör hata düzeltme mekanizmasının sonuçları ile uyuşmaktadır. Finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını en çok hangi finansal düzenleme değişkeninin ya da değişkenlerinin etkilediği, varyans ayrıştırması yoluyla incelenmektedir. Varyans ayrıştırması, değişkenlerde meydana gelen değişimlerin kaynağını ortaya koymakta ve değişimin kendisinden ve diğer değişkenlerden kaynaklanan yüzdesini açıklamaktadır. Bu çerçevede Çizelge 5.13, finansal düzenlemeye konu olan değişkenlerin FSBE’de meydana gelen dalgalanmaların ne kadarını açıkladığını göstermektedir. Çizelge 5.133. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (1990-2001) Dönem 1 2 3 4 5 6 7 FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA 100.00 95.40 91.05 85.79 83.50 80.31 77.11 0.00 0.61 0.34 1.00 0.83 1.16 1.03 0.00 0.59 1.03 1.99 2.05 2.55 2.91 0.00 0.16 1.58 2.53 2.42 2.46 2.60 0.00 0.45 0.59 1.79 2.08 3.34 4.26 0.00 2.61 3.03 3.16 4.40 4.86 5.90 0.00 0.15 2.35 3.71 4.68 5.29 6.15 230 8 9 10 11 12 15 20 25 30 75.35 73.35 72.16 70.75 69.72 67.25 64.66 63.16 62.20 0.92 0.86 0.76 0.72 0.65 0.53 0.41 0.34 0.29 3.24 3.58 3.77 4.03 4.19 4.62 5.06 5.31 5.46 2.44 2.38 2.23 2.14 2.04 1.81 1.56 1.40 1.30 5.22 6.11 6.81 7.59 8.17 9.71 11.39 12.41 13.08 6.36 6.93 7.24 7.56 7.81 8.27 8.74 8.99 9.15 6.43 6.75 6.98 7.19 7.38 7.77 8.15 8.36 8.48 FSBE’nin varyans ayrıştırmalarından görüldüğü üzere, FSBE’nin öngörü hatasında meydana gelen değişimin %100’ü ilk ayda kendi iç dinamikleri tarafından açıklanırken, 12 aylık bir süre sonrasında endeksteki değişimlerin%8,1’i RZM, %7,8’i TKÖ ve %7,4’ü ZKTA değişkenleri tarafından açıklanmaktadır. 12 aylık süre sonunda FSBE’yi açıklama oranı en düşük olan değişken Birinci Kuşak Sermaye oranı (ÖTA)’dır. 30 aylık gecikme sonrasında ise endeksin öngörü hatasında meydana gelen değişimin kendi iç dinamikleri tarafından açıklanan oranı %62’ye gerilerken, %13,3’ünün RZM, %9,1’inin TKÖ, %8,4’ünün ZKTA, %5,4’ünün LATA, geriye kalanının ise düşük düzeylerde ÖTA ve MKTA değişkenleri tarafından açıklandığı görülmektedir. Buna göre söz konusu dönemde finansal sistemdeki gelişmeler kendisinden kaynaklı etkilerden başka, büyük ölçüde bankacılık rezervleri, toplam karşılıklar ve zorunlu karşılıklar tarafından açıklanmaktadır. Sonuç olarak varyans ayrıştırması bulgularından, 1990-2001 döneminde finansal sistemdeki gelişmeleri açıklama gücü bakımından RZM değişkeninin en yüksek yüzde değere sahip olduğu sonucuna varılmaktadır. Diğer bir ifade ile, RZM değişkeninin finansal sistemde meydana gelen değişmelerde, uzun dönemde diğer değişkenlere göre en etkili değişken olduğu yönünde bir bulgu elde edilmektedir. Buna göre 1990-2001 dönemi için, finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinde meydana gelen değişimlerde bankaların rezervlerine ve karşılık ayırma politikalarına ilişkin RZM, TKÖ ve ZKTA değişkenlerinin diğer düzenleme değişkenlerine göre daha önemli değişkenler olduğu dikkat çekmektedir. LATA değişkeni ise finansal sistemdeki değişimleri açıklamak açısından söz konusu değişkenleri takip etmektedir. Elde edilen bulgular, 1990-2001 döneminde finansal sistemdeki değişimleri en düşük düzeyde açıklayan değişkenlerin ÖTA ve MKTA değişkenleri olduğunu göstermektedir. 231 5.2.4. Tahmin sonuçları: 2002-2013 Türkiye’de küresel finansal mimariye uyum sürecinin ağırlık kazandığı 2002-2013 dönemine ait, FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri arasındaki ilişkiyi test eden tahmin sonuçları aşağıda yer almaktadır. 5.2.4.1. Johansen eşbütünleşme, vektör hata düzeltme mekanizması ve Granger nedensellik analizlerinin sonuçları Bir önceki dönem analizinde olduğu gibi, 2002-2013 döneminde de bağımlı değişken olarak kullanılan ve finansal sistemin gelişme düzeyini, kırılganlığını ve sağlamlığını gösteren FSBE ile bu endeksi etkilediği düşünülen değişkenlerin durağanlık testleri ADF ve PP birim kök testleri ile yapılmıştır. Çizelge 5.14. Birim Kök Testleri (2002-2013) Değişkenler FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA Değişkenler FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA ADF BİRİM KÖK TESTİ Düzey Olasılık -3,152 0,098*** -0,023 0,673 -1,361 0,599 -0,193 0,935 -0,747 0,830 -0,741 0,393 1,332 0,998 PP BİRİM KÖK TESTİ Düzey Olasılık -3,133 0,102 -0,169 0,623 -1,434 0,563 0,792 0,993 -1,083 0,721 -0,516 0,491 1,322 0,998 Birinci Fark -9,869* -5,744* -5,921* -3,129* -15,395* -16,084* -12,048* Olasılık 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 Birinci Fark -10,019* -12,108* -12,726* -13,569* -15,249* -18,344* -12,185* Olasılık 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 Açıklama: Birim kök testinde kullanılan gecikme uzunluğu Schwarz Bilgi Kriteri’ne göre otomatik olarak belirlenmiştir. *%1 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır. ***%10 Mc Kinnon kritik değerinde anlamlıdır. ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre, her bir zaman serisinin bu dönemde de düzeyde durağan olmadıkları, fakat birinci dereceden farkları alındığında durağanlıklarının sağlandığı görülmektedir. Buna göre, her bir zaman serisi aynı dereceden I(1) durağan olduğundan, söz konusu bütünleşik olan serilerin aralarındaki uzun dönem denge ilişkisi, yani eşbütünleşme ilişkisinin varlığı Johansen eşbütünleşme yöntemi ile araştırılmıştır. Birinci farkları alınmış bütünleşik serilerden oluşan modelde kullanılacak gecikme uzunluğu LR test istatistiğine ve AIC’ye göre 12, FPE’ye göre 2, SC ve HQ’ye göre ise 1 232 olarak tahmin edilmiştir (EK-3). Ancak, optimum gecikme uzunluğuna karar kılmak için LM otokorelasyon testine bakıldığında erken gecikme dönemlerinde seride otokorelasyon olduğu görülmüştür. 12 gecikme uzunluğunda ise yine çok düşük düzeyde otokorelasyon sorunu olduğundan, 2002-2013 dönemine ilişkin tüm tahminlerde 11 gecikme uzunluğu kullanılmıştır. Bu çerçevede trace ve maksimum özdeğer (maximum eigenvalue) istatistiklerine göre yapılan Johansen eşbütünleşme testi sonuçları Çizelge 5.15’de gösterilmektedir. Çizelge 5.15. Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (2002-2013) H0 Hipotezi Trace İstatistiği 0,05 Kritik Değer Olasılık Max. Özdeğer İstatistiği 0,05 Kritik Değer Olasılık 125,61 0,00 110,95* 46,23 0,00 r=0 315,10* r≤1 204,15* 95,75 0,00 70,91* 40,07 0,00 r≤2 133,23* 69,81 0,00 54,38* 33,87 0,00 r≤3 78,84* 0,00 41,54* 27,58 0,00 r≤4 37,30* 29,79 0,00 28,39* 21,13 0,00 r≤5 8,91 15,49 0,37 8,79 14,26 0,30 r≤6 0,12 3,84 0,72 0,12 3,84 0,72 47,85 *H0 hipotezi %1 düzeyinde reddedilmektedir. Trace ve maksimum özdeğer istatistiğine göre %1 anlamlılık düzeyinde 5 tane eşbütünleşme vektörü olduğu görülmektedir. Buna göre, FSBE ile düzenleme değişkenleri arasında eşbütünleşmenin olmadığını sınayan H0: r=0, H0: r=1, H0: r=2, H0: r=3 ve H0: r=4 hipotezleri reddedilmektedir. Johansen eşbütünleşme analizi, söz konusu dönemde tüm değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi bulunduğu göstermektedir. Normalize edilmiş 5 adet eşbütünleşme vektörüne ilişkin sonuçlar EK-3’te yer almaktadır. FSBE katsayısına göre normalize edilmiş eşbütünleşme vektörü ise Çizelge 5.16’da verilmektedir. Çizelge 5. 16. Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörü (2002-2013) katsayı std. Hata t-istatistik FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA 1,000 -0,790* -0,405* 0,053 0,059* -0,172* -0,267* (0,227) [-3,467] (0,126) [-3,197] (0,038) [1,393] (0,018) [3,140] (0,093) [-1,850] (0,150) [-1,769] 233 *parametreleri istatistiki olarak anlamlı katsayıları göstermektedir. Çizelge 5.16’ya göre değişkenler arasındaki ilişkiyi yansıtan denklem şu şekilde ifade edilmektedir: FSBE 0,790ÖTA 0, 405LATA 0,053MKTA 0,059 RZM 0,172TKÖ 0, 267 ZKTA Uzun dönem esneklikleri yansıtan parametrelerin işaret yönüne göre, 2002-2013 döneminde FSBE’nin sermaye (ÖTA) ve likidite (LATA) değişkenleri, toplam karşılıklar (TKÖ) ve zorunlu karşılıklar (ZKTA) ile olan uzun dönem ilişkisi pozitif yöndedir. Buna karşılık, bankacılık rezervlerine (RZM) ve menkul kıymetlere (MKTA) ilişkin uzun dönem esnekliği negatif yöndedir. Buna göre uzun dönem esneklikleri pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı olan ÖTA, LATA, TKÖ ve ZKTA değişkenlerindeki artış, 2002-2013 yılları arasında, uzun dönemde FSBE’nin yükselmesine diğer bir ifadeyle finansal sistemin gelişmesine ve sağlamlığının artmasına, kırılganlığının ise azalmasına yol açmaktadır. Esnekliği negatif ve istatistiksel olarak anlamlı olan RZM değişkeni ise, endeksi uzun dönemde negatif yönde etkilemektedir. FSBE ile düzenleme değişkenleri arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığı belirlendikten sonra, kısa dönem dinamiklerin incelenebilmesi için hata düzeltme mekanizmasının çalışıp çalışmadığına bakılmıştır. Bunun için değişkenlerin farkları ve eşbütünleşme denkleminin hata teriminin bir dönem gecikmeli değeri (ECTt-1) modele dahil edilmiştir. Hata düzeltme gösterilmektedir. mekanizmasına ilişkin tahmin sonuçları Çizelge 5.17’de 234 Çizelge 5.17.Vektör Hata Düzeltme Modeli Tahmin Sonuçları (2002-2013) Değişken Katsayı t-değeri Sabit ECTt-1 0,002 -0,051 0,106 -2,489 ΔFSBE(-1) ΔÖTA(-1) ΔLATA(-1) ΔMKTA(-1) ΔRZM(-1) ΔTKÖ(-1) ΔZKTA(-1) -0,134 -0,005 0,007 0,014 -0,002 -0,034 0,071 -0,848 -0,160 0,375 0,624 -0,875 -1,521 1,770 R2=0,673 F istatistik=1,359 DW istatistiği=1,958 Buna göre, değişkenler arasında uzun dönem denge ilişkisi varken modelin tahmin sonucu şu şekilde ifade edilmektedir: FSBE 0, 002 0,134FSBEt 1 0, 005ÖTAt 1 0, 007LATAt 1 0, 014MKTAt 1 0, 002RZM t 1 0, 034TKÖt 1 0, 071ZKTA 0, 051ECTt 1 Uyarlama hızı parametresi olan hata düzeltme teriminin gecikmesinin (ECTt-1) beklendiği gibi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması, 2002-2013 döneminde de hata düzeltme mekanizmasının çalıştığını ve endeks serisindeki kısa dönem sapmaların uzun dönem denge değerine yaklaştığını göstermektedir. Buna göre endeksin gerçek gözlem değerleri ile uzun dönem denge değeri arasındaki fark her dönem %5,1 azalmaktadır. Diğer bir ifade ile, sistemde kısa dönemde dengesizliğe neden olan sapmalar 1/0,051= 19,6 ay sonra dengeye yaklaşmaktadır. Serilerin eşbütünleşik olması nedeniyle, FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri arasındaki 2002-2013 dönemine ait kısa dönem nedensellik ilişkisinin varlığı, Hata Düzeltme Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger nedensellik testi ile sınanmıştır. Çizelge 5. 18. VECM Modeline Dayalı Geliştirilmiş Granger Nedensellik Test Sonuçları (2002-2013) Bağımlı Değişken ΔFSBE X2 Bağımsız Değişkenler ΔÖTA(-1) (0,656) 9,536 ΔLATA(-1) (0,243) 14,963 ΔMKTA(-1) (0,474) 11,650 ΔRZM(-1) (0,022)** 26,485 ΔTKÖ(-1) (0,333) 16,760 ΔZKTA(-1) (0,122) 21,484 235 Not: parantez içindeki değerler, (p) olasılık değerlerini göstermektedir. ** %5 anlamlılık düzeyini göstermektedir. Kısa dönem nedensellik analizi, istatistiksel olarak anlamlı olan değişkenin RZM olduğunu göstermektedir. Buna göre, söz konusu dönemde bankacılık rezervlerinin mevduat içindeki payı, FSBE’nin Granger nedenidir. Diğer bir ifade ile RZM, kısa dönemde finansal sistemin gelişme düzeyine, sağlamlığına ve kırılganlığına etki etmektedir. 5.2.4.2. Vektör hata düzeltme modeline dayalı etki-tepki analizi ve varyans ayrıştırması sonuçları Çalışmanın bu kısmında, küresel finansal düzenlemeye konu olan ve kısa ve uzun dönemde finansal sistemi etkilediği önceki kısımda test edilen finansal düzenleme değişkenlerinin birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği etki tepki fonksiyonları, etki derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin edilmektedir. 2002-2013 döneminde küresel finansal düzenleme değişkenlerine verilen bir standart sapmalık şokun FSBE’ye etkisini gösteren ve VECM’e dayalı analiz ile tahmin edilen etkitepki fonksiyonları Şekil 5.7’de gösterilmektedir. FSBE'NİN LATA'YA TEPKSİ FSBE'NİN ÖTA'YA TEPKİSİ .08 .04 .00 -.04 FSBE'NİN MKTA'YA TEPKİSİ .08 .08 .04 .04 .00 .00 -.04 -.04 -.08 -.08 2 4 6 8 10 12 14 16 18 20 22 -.08 2 24 4 FSBE'NİN RZM'YE TEPKİSİ 6 8 10 12 14 16 18 20 22 24 2 .08 .08 .04 .04 .04 .00 .00 .00 -.04 -.04 -.04 -.08 6 8 10 12 14 16 18 20 22 24 8 10 12 14 16 18 20 22 24 22 24 -.08 -.08 4 6 FSBE'NİN ZKTA'YA TEPKİSİ FSBE'NİN TKÖ'YE TEPKİSİ .08 2 4 2 4 6 8 10 12 14 16 18 20 22 24 2 4 6 8 10 12 14 16 18 20 Şekil 5.7. Modeldeki Değişkenlere Verilen Şoklara Finansal Sistem Bileşik Endeksinin Tepkisi (2002-2013) Açıklama: Grafiklerde dikey eksen, ilgili düzenleme değişkenine verilen bir standart sapmalık şoka, FSBE’nin verdiği tepkinin yönünü ve büyüklüğünü yansıtmaktadır. Yatay eksen ise, şokun meydana gelmesinden sonra geçen 24 aylık süreyi göstermektedir. 236 Birinci Kuşak Sermaye oranındaki (ÖTA) bir standart sapmalık şoka 2002-2013 döneminde endeks pozitif yönde tepki göstermektedir. Endeks, on dördüncü ayda şoktan önceki seviyesine yaklaşmakta ve bundan sonra Birinci Kuşak Sermaye oranında meydana gelen bir standart sapmalık şok, FSBE üzerindeki etkisini yitirmektedir. Buna göre, finansal düzenlemeye konu olan sermayeye ilişkin bir standart sapmalık şok, finansal sistemde gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyiniilk aylarda pozitif yönde etkilemekte, şokun etkisinin azalmaya başladığı ilerleyen aylarda ise endeks, şoktan önceki değerine yaklaşmaktadır. Likidite oranındaki (LATA) bir standart sapmalık şoka FSBE’nin tepkisi, yirmi dört ay boyunca dalgalanmalarla beraber negatif yönde seyretmektedir. Ancak, şokun etkisinin azalmaya başladığı yirminci aydan itibaren endeks, şoktan önceki değerine geri dönmektedir. Bu bulgu, likidite düzeyindeki bir standart sapmalık şokun 2002-2013 döneminde finansal sistemi negatif yönde etkilediğini göstermektedir. Menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki payında (MKTA) meydana gelen bir standart sapmalık şoka ise, FSBE artış yönünde tepki vermektedir. Yirmi dört ay sonunda şokun etkisinin azaldığı ve FSBE’nin önceki değerine geri döndüğü görülmektedir. Endeksin, bankacılık rezervlerinde (RZM) meydana gelen bir standart sapmalık şoka oldukça duyarlı olduğu dikkat çekmektedir. Bankacılık rezervlerindeki bir standart sapmalık şok FSBE’yi ilk beş ay düşürmekte, beşinci aydan sonra yön değiştirip artırmakta, ancak endeksi ciddi düzeyde tekrar negatif yönde etkiledikten sonra yirmi dördüncü ayın sonunda etkisini kaybettiği görülmektedir. Toplam karşılıklardaki (TKÖ) bir standart sapmalık şok, endeksi on ay süre ile olumsuz yönde etkilemekte, bu süre sonunda endeksin toplam karşılıklara tepkisianlamsız hale gelmektedir. Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif (ZKTA) oranında meydana gelen bir standart sapmalık şok, FSBE’yi ilk aylarda pozitif yönde, ancak önemsiz düzeyde etkilemektedir. Diğer düzenleme değişkenlerinden farklı olarak endeksin zorunlu karşılıklardaki şoka verdiği tepki ilerleyen aylarda yükselmektedir. Buna göre zorunlu karşılıklarda meydana gelen çok küçük değişimler finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını çok kısa bir süre için düşük düzeyde etkilese de, ilerleyen dönemde sistemin zorunlu karşılıklara yönelik duyarlılığı artmaktadır. 2002-2013 döneminde, finansal düzenleme değişkenlerindeki bir standart sapmalık şoka FSBE’nin ilk aylarda pozitif yönde en fazla tepki verdiği değişkenin Birinci Kuşak Sermaye Oranı (ÖTA) olduğu görülmektedir. Bunun yanında endeksin, ilgili dönemde 237 MKTA ve ZKTA değişkenlerindeki bir standart sapmalık şoka da olumlu yönde tepki verdiği dikkat çekmektedir. 2002-2013 dönemine ilişkin etki-tepki fonksiyonlarından elde edilen bulgular, finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan FSBE’nin, finansal düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine karşı duyarlı olduğunu göstermektedir. Kısa dönemli sapmalar gösteren endeks, uzun dönemde denge değerine çok yavaş bir hızda hareket etmektedir. Bu bulgular, söz konusu dönemde hata düzeltme mekanizmasının çalıştığını göstermekte ve kısa dönemli sapmaların oldukça yavaş bir hızda (ECT=0,051t-1) hareket ederek denge değerine yaklaşacağını gösteren vektör hata düzeltme mekanizmasının sonuçları ile uyuşmaktadır. Finansal sisteme ilişkin gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinin en çok hangi finansal düzenleme değişkeni ya da değişkenlerinden etkilendiği, varyans ayrıştırması yoluyla incelenmiştir. Bu çerçevede Çizelge 5.19, 2002-2013 döneminde finansal düzenleme değişkenlerinin FSBE’deki dalgalanmaların ne kadarını açıkladığını göstermektedir. Çizelge 5.19. Değişkenlerin Varyans Ayrıştırması Sonuçları, % (2002-2013) Dönem 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 15 20 25 FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA 100.00 94.64 85.91 79.74 76.04 69.99 68.15 65.99 63.35 59.89 56.05 51.71 39.52 29.02 25.40 0.00 0.00 2.21 4.56 6.36 7.93 7.22 7.42 7.21 7.03 6.86 7.10 10.09 15.10 16.07 0.00 0.21 0.14 1.01 1.63 1.44 1.30 1.16 1.12 1.21 1.65 2.04 3.75 7.84 7.99 0.00 0.43 0.55 1.31 3.02 5.88 7.35 7.49 7.31 7.34 7.34 7.08 7.07 7.71 8.44 0.00 1.46 3.28 3.63 3.97 3.72 3.34 3.04 2.72 2.99 3.29 4.29 7.60 9.89 8.84 0.00 0.48 0.64 1.24 1.03 0.83 0.80 0.72 0.65 0.92 1.50 2.05 3.04 3.55 3.82 0.00 2.73 7.24 8.48 7.91 10.18 11.81 14.15 17.62 20.58 23.28 25.69 28.89 26.85 29.40 Varyans ayrıştırmasından elde edilen bulgular, FSBE’nin öngörü hatasında meydana gelen değişimin ilk ayda %100’ünün kendi iç dinamikleri tarafından açıklandığını göstermektedir. Yirmi beş aylık bir süre sonrasında ise endeksteki değişimlerin %29,4’ü ve %16’sı sırasıyla ZKTA ve ÖTA değişkenleri tarafından açıklanmaktadır. Aynı süre 238 içerisinde FSBE’yi açıklama oranı en düşük olan değişkenin TKÖ olduğu görülmektedir. 25 aylık gecikme süresince, endeksin kendi iç dinamikleri tarafından açıklanan yüzdesi sürekli azalırken, sırasıyla ZKTA, ÖTA, MKTA, RZM, LATA ve TKÖ değişkenleri tarafından açıklanan yüzdesi artmaktadır. Buna göre, 2002-2013 döneminde finansal sistemde meydana gelen değişimler, kendisinden kaynaklı etkilerin yanında büyük ölçüde zorunlu karşılık politikaları, sermaye ve likidite değişimleri, menkul kıymetlerin büyüklüğü ve bankacılık rezervleri tarafından açıklanmaktadır. Sonuç olarak 2002-2013 dönemine ait varyans ayrıştırması bulgularından, finansal sistemdeki gelişmeleri açıklama gücü bakımından ZKTA değişkeninin en yüksek yüzde değere sahip olduğu, söz konusu değişkeni ÖTA değişkeninin takip ettiği görülmektedir. Diğer bir ifade ile, ZKTA ve ÖTA değişkenlerinin finansal sistemde meydana gelen değişmelerde, uzun dönemde diğer değişkenlere göre en etkili değişkenler olduğu yönünde bir bulgu elde edilmektedir. Buna göre söz konusu dönem için, finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinde meydana gelen değişimlerde bankalar için uygulanan zorunlu karşılık politikalarının ve sermayeye ilişkin düzenlemelerin, diğer düzenleme değişkenlerine göre daha önemli bir yere sahip olduğu dikkat çekmektedir. Likiditeye yönelik düzenleme değişkeninin de finansal sistemi açıklama gücünün yüksek olduğu, ancak menkul kıymetlere ilişkin tedbirlerin gerisinde kaldığı gözlemlenmektedir. 5.2.5. Dönemler arası karşılaştırma Çalışmanın son bölümünde, Türkiye’nin finansal sisteminde 1990-2013 döneminde meydana gelen farklı boyutlardaki gelişmelerin analize bütünüyle dahil edilebilmesi için üç tür endeks geliştirilmiştir. Türkiye’de 1989 yılından itibaren sermaye hesabının serbestleştirilmesiyle finansal araç çeşitliliğinin artması, sermaye piyasalarında işlem hacminin genişlemesi, bankaların aracılık fonksiyonlarının yön değiştirmesi ve ardından yüksek maliyetli finansal krizlerin ortaya çıkması nedeniyle finansal sistemin gelişme düzeyi ile finansal kırılganlık ve finansal sağlamlık beraber hareket eden olgular haline gelmiştir. Bu çerçevede, finansal sistemin tek tek gelişme, kırılganlık ya da sağlamlık bağlamında ele alınmasının, yeterli düzeyde açıklayıcı olmayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle çalışmada Türkiye finansal sistemini bütünüyle yansıtacağı düşünülen finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri oluşturulmuş ve her üç endeks bir araya getirilerek Türkiye özelinde finansal sistem bileşik endeksi oluşturulmuştur. Bileşik endeks 239 formüle edilirken, finansal sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını yansıtan endekslerden herhangi birinin bir diğerine göre yüksek ağırlığa sahip olmaması ve dolayısıyla endeks değerini baskılamaması amacıyla, literatürde sıklıkla kullanılan ve TCMB (2005)’nin finansal sağlamlık endeksinde kullandığı yönteme benzer biçimde eşit ağırlıklandırma yöntemi uygulanmıştır. Elde edilen FSBE, 1990-2013 dönemine ait gelişmelerle birlikte, kriz öncesi dönemleri ve kriz dönemlerini yakalamaktadır. Çalışma, finansal sisteme ilişkin gelişmelerde finansal düzenlemelerin etkilerini ortaya koyabilme amacını taşımaktadır. Bu doğrultuda, 2002 yılından itibaren Türkiye’de finansal sistemin küresel finansal standartlara paralel biçimde uyumlaştırılması, söz konusu yirmi üç yıllık analiz döneminin, çalışmada 1990-2001 ve 2002-2013 dönemleri biçiminde ayrıştırılmasını gerekli kılmaktadır. Finansal düzenlemelerin etkisi, her iki döneme ait bileşik endeks yardımıyla, Vektör Hata Düzeltme modeline dayalı analizler ile test edilmekte, bu çerçevede aralarındaki kısa ve uzun dönemli ilişkiler ve etki dereceleri ortaya konulmaktadır. Çalışmada analize dahil edilen her bir düzenleme değişkeninin finansal sisteme olan etkisi için dönem karşılaştırması yapıldığında, öncelikle her bir değişkenin FSBE ile uzun dönemde ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. 1990-2001 dönemi itibariyle uzun dönemde istatistiksel olarak anlamlı olan ve finansal sisteme olumlu yönde katkı sağlayan değişkenler; Birinci Kuşak Sermaye oranı, Rezerv/Mevduat oranı ve toplam karşılıkların toplam aktifler içindeki payıdır. Buna karşılık 2002-2013 döneminde özkaynaklara ilişkin Birinci Kuşak Sermaye oranı ve toplam karşılık tutarlarının yanında likit aktiflerin payı ve zorunlu karşılık tutarları da finansal sistem bileşik endeksini uzun dönemde olumlu yönde etkilemektedir. Bu bulgu, G20 liderlerinin ulusal yetkililerce uygulanmasına yönelik üzerinde durdukları düzenleme araçlarının önemini ortaya koymaktadır. Çünkü uluslararası düzenleyici kuruluşların ağırlıklı olarak dikkat çektiği ve Basel Kriterleri’nde yer alan düzenleme araçları, söz konusu değişkenlerin yansıttığı düzenleme araçlarından oluşmaktadır. Bunun yanı sıra Granger nedenselliği çerçevesinde birinci dönemde sermaye yapısına ilişkin Özkaynak/Toplam Aktif oranı, menkul kıymetlerin büyüklüğü ve zorunlu karşılık tutarları ile endeks arasında kısa dönemli ilişkinin varlığı istatistiksel olarak anlamlı iken, ikinci dönemde, endeks ile istatistiksel olarak kısa vadede anlamlı olan tek değişkenin Rezerv/Mevduat oranı olduğu saptanmaktadır.87 Buna göre, birinci dönemde bankacılık kesimi sermaye yapısının zayıf olduğu dikkate alındığında, söz konusu dönemde sermaye 87 1990-2001 dönemi içinbirinci dönem, 2002-2013 dönemi için ise ikinci dönem ifadesi kullanılacaktır. 240 yapısına ilişkin kısa vadeli iyileşmelerin ve likidite yönetiminde kırılganlıklara karşı tampon görevi gören zorunlu karşılık politikalarındaki kısa vadeli düzelmelerin finansal sistemi olumlu yönde etkilemesi dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, çalışmanın dördüncü bölümünde ele alındığı üzere, söz konusu dönemde kamu kesimi tarafından çıkarılan yüksek faizli ve düşük riskli menkul kıymetlerin finansal piyasalardaki ağırlığı, Granger nedensellik sonuçlarından da görülmektedir. İkinci dönemde, kısa dönem nedensellik ilişkisi açısından Rezerv/Mevduat oranının anlamlı olması, buna karşılık uzun dönemli ilişki açısından istatistiksel olarak anlamlı sonuç vermemesi, Rezerv/Mevduat oranının ikinci döneme ilişkin uzun vadede finansal sistem üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir. Birinci dönemde, finansal sistemin Rezerv/Mevduat, Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar, Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif ve Likit Aktif/Toplam Aktif oranlarındaki bir standart sapmalık şoka olumsuz tepki verdiği saptanmaktadır. Buna göre, 1990-2001 yılları arasında bankaların özkaynak yetersizliği ile çalışmaları, söz konusu bankacılık rezervleri, toplam karşılıklar ve zorunlu karşılık değişkenlerindeki bir standart sapmalık şok karşısında aşırı duyarlı oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bunun yanında, ilgili dönemde kredi/mevduat oranının yüksek olması, bankacılık kesiminin likidite düzeyini önemli ölçüde düşürmektedir. Dolayısıyla, likidite oranındaki bir standart sapmalık şok karşısında banka kredilerinin genişlemesi, finansal sistemin kırılganlık düzeyini olumsuz yönde etkilemektedir. Aynı dönemde, Birinci Kuşak Sermaye oranındaki ve Menkul Kıymetler/Toplam Aktif oranındaki bir standart sapmalık şoka, FSBE’nin olumlu yönde tepki verdiği anlaşılmaktadır. Bankacılık kesiminde sermaye yetersizliğinin yüksek düzeyde olduğu ilgili dönemde, özkaynaklardaki bir standart sapmalık artışa bileşik endeksin olumlu yönde tepki vermesi kuramsal çerçeveyle örtüşmektedir. Yine, Türkiye’de finansal serbestleşmenin etkisiyle yükselen finansal gelişme düzeyi ve henüz uluslararası standartların uygulamaya geçirilmemesi dikkate alındığında, finansal sistemin menkul kıymet artışlarına karşı duyarlılığının yüksek düzeyde olması ilgili dönem için beklenen bir sonuçtur. İkinci dönemde finansal sistem; Rezerv/Mevduat, Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar ve Likit Aktif/Toplam Aktif rasyolarında meydana gelen bir standart sapmalık şoka çok düşük düzeylerde olumsuz tepki vermektedir. Birinci dönemin aksine, zorunlu karşılık politikalarına finansal sistem bileşik endeksinin ikinci dönemde verdiği tepki olumlu yöndedir. Bankacılık rezervleri, mudilerin mevduat çekme taleplerini karşılamak ve 241 bankaların ödeyememe riskini azaltmak için bir likidite kaynağı olduğundan ve herhangi bir faiz geliri sağlamadığından sistemin kârlılık yapısını olumsuz yönde etkilediği ifade edilmektedir. Bu nedenle, söz konusu değişkenlerdeki bir standart sapmalık şoka, istikrarın görece sağlandığı ilgili dönemde finansal sistemin olumsuz tepki vermesi anlamlı görülmektedir. Zorunlu karşılıklar ise, süreklilik gösteren bir likidite kaynağı olmayıp, dalgalanmalarla beraber 2010 yılına kadar bilanço içerisindeki ağırlığı sürekli olarak gerileyen bir kalemdir. Bu doğrultuda 2010 yılından itibaren merkez bankasının uyguladığı daraltıcı para politikası nedeniyle yükselen zorunlu karşılık tutarlarındaki bir standart sapmalık şoka, ikinci dönemde FSBE’nin olumlu yönde tepki vermesi beklenen yönde bir sonuçtur. Finansal sistemin 1990’lı yıllardaki kırılgan yapısı göz önüne alındığında, küresel düzenleme standartları içerisinde birinci kuşak sermaye oranı önemli bir düzenleme aracı olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, Özkaynak/Toplam Aktif oranındaki bir standart sapmalık şokun, önceki dönemde olduğu gibi ikinci dönemde de FSBE’yi olumlu yönde etkilediği görülmektedir. İkinci dönemde, finansal gelişme düzeyindeki artışla birlikte birinci döneme görece finansal sağlamlık düzeyinin yükselmesi ve kırılganlığın azalması, bankacılık kesiminde sermaye yapısının güçlendirilmesi ile yakından ilişkilidir. 2000 ve 2001 finansal krizlerinin ardından öncelikle bankacılık kesiminin sermaye yapısının güçlendirilmesine yönelik girişimler, ikinci dönemde finansal sistemdeki iyileşmelere önemli düzeyde katkı sağlamıştır. Likit aktifler ile finansal sistemdeki olumlu gelişmelerin ters yönde hareket etmesi, ikinci döneme yönelik yorumlar açısından anlamlı bulunmaktadır. Şöyle ki; finansal gelişme düzeyi ve sağlamlığın olumlu bir seyir izlediği ve kırılganlığın azaldığı dönemlerde bankacılık kesimi, bilançosunda daha az likit aktife yer vermektedir. Bu nedenle, finansal sistemin görece istikrar kazandığı ikinci dönemde, Likit Aktif/Toplam Aktif oranındaki bir birim standart sapmalık şok karşısında FSBE’nin azalış yönünde tepki vermesi, finansal sistemin ilgili döneme ait yapısına uygun düşmektedir. Varyans ayrıştırması sonuçlarına göre, 1990-2001 döneminde finansal sistemi açıklama derecesi bakımından en yüksek öneme sahip değişkenler rezervler, toplam karşılıklar ve zorunlu karşılıklardır. Likidite düzeyindeki değişmelere de duyarlı olduğu görülen FSBE’nin, bankaların sermaye yapısının çok zayıf olması ve herhangi bir 242 düzenlemeye henüz gidilmemiş olması nedeniyle Birinci Kuşak Sermaye oranı açısından önemli düzeyde bir açıklayıcılığa sahip olmadığı dikkat çekmektedir. Türkiye’de bankaların yeniden yapılandırılmaya tabi tutulduğu ve yetkili otoriteler tarafından finansal sistemin uluslararası finansal standartlara uyumlaştırılma çabalarının yoğunlaştığı 2002-2013 döneminde ise, finansal sistemdeki değişimleri en yüksek düzeyde açıklayan değişkenler zorunlu karşılıklar ve Birinci Kuşak Sermaye oranıdır. Üçüncü sırada ise menkul kıymetler yer almaktadır. Bu çerçevede, BDDK ve TCMB gibi kamu kesiminin desteğiyle gerçekleştirilen uyumlaştırma çabalarının ikinci dönemde olumlu sonuçlar vermeye başladığı gözlemlenmektedir. Özellikle 2008 yılından itibaren Türkiye finansal sisteminde finansal gelişme düzeyindeki artışın yanında sistemin sağlamlığındaki artış ve kırılganlık düzeyindeki azalma dikkat çekmektedir. Çünkü birinci dönemde yaşanan finansal krizlerden önce,finansal sistemin gelişme düzeyinde artış olması, sistemin sağlamlık ve kırılganlık yapısının gelişme düzeyiyle ters yönde hareket ettiğini göstermektedir. Ancak, 2002 sonrası dönemde finansal sistemdeki gelişme düzeyi yükselişini sürdürürken, sistemin sağlamlık yapısının düzelmesi ve kırılganlığının azalması çarpıcı bir bulgu olarak ortaya çıkmaktadır. 243 244 6. SONUÇ Finansal piyasalar, finansal sistemin bütününü oluşturmakta ve fon fazlasına sahip olan bireylerden fon ihtiyacı olan bireylere dolaylı ve dolaysız finansman yoluyla fon aktarımı sağlamaktadır. Finansal piyasalarda fon aktarımı, bankacılık kesimi ve banka dışı finansal kesim aracılığıyla yapılmakta ancak sistemde en büyük ağırlığı çoğunlukla bankacılık kesimi oluşturmaktadır. 1980’lerdeki serbestleşme politikaları paralelinde uluslararası alanda yeni finansman araçlarının geliştirilmesi ve finansal işlem hacminin çok geniş boyutlara ulaşması, finansal aracılık faaliyetlerinin genişlemesine ve bu piyasaların makro ekonomik politikalar açısından da öneminin giderek artmasına neden olmaktadır. Bunun yanında, teoride reel ekonomik büyüme ile finansal gelişmişlik düzeyinin birbirini takip eden olgular olarak ele alınması, finansal piyasaların etkin aracılık işlevlerinin önemine işaret etmektedir. Ancak, bir ekonomide önemli bir fon kaynağı olan, riskin dağıtılmasını sağlayan ve finansal sistemin en önemli ayağını oluşturan bankacılık kesimi, özellikle 1980’li yıllardan sonra geleneksel aracılık fonksiyonundan uzaklaşarak geleneksel olmayan bankacılık faaliyetlerine yönelmiştir. Bu süreçte, sisteme yeni katılan türev finansal ürünlerin etkisiyle bankacılık kesiminin risk yapısı değişmiş ve finansal aracılık faaliyetlerinin istikrarı bozulmuştur. 1990’lı yıllarda ağırlaşan ve finansal krizlere öncülük eden söz konusu gelişmeler, sistemden kaynaklanan yapısal bozuklukların ve olumsuzlukların yayılma riskine karşı bankacılık sisteminin düzenlenme ihtiyacının önemini ortaya koymuştur. Bu çerçevede bankacılık kesimine ilişkin küresel düzeyde yeterli bir düzenleyici çerçevenin oluşturulmamış olmasına 1994 Meksika ve 1997 Doğu Asya Krizleri örnek teşkil etmiş ve iktisat yazınında, finansal krizleri önleme ya da yönetme hususunda ulusal politikaların yetersizliğine yönelik tartışmalar başlamıştır. Tartışma ve öneriler, 1990’lı yılların sonlarından itibaren G20 liderleri ve uluslararası kuruluşlar tarafından getirilen küresel standartlar çerçevesinde YFM düşüncesi etrafında şekillendirilmiştir. Küresel düzeyde finansal sistemin istikrarlı bir yapıya kavuşturulması amacıyla, kurallı ve sistemli bir küresel finansal piyasa yolunu açmayı hedefleyen girişimler, 2000’li 245 yılların erken dönemlerinde YFM çerçevesinde başlayan yeniden yapılandırma faaliyetlerini kapsamaktadır. Bu çerçevede, yasal ve kurumsal düzenlemeler ekseninde hükümetler ve uluslararası kuruluşlar aracılığıyla sürdürülen ve 2008 Küresel Krizi nedeniyle yoğunlaşan düzenleme girişimleri, çalışmanın üçüncü bölümünde ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Düzenlemelerin küresel finansal sisteme yönelik olarak getirilmesi, ancak tüm ülkelerin uygulayacağı beklentisi ile yürütülmesi, yurtiçi finansal sisteme olan etkisinin irdelenmesini gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda çalışmada, Türkiye’de Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri’nin ardından uygulamaya geçirilen birtakım küresel düzenleme standartlarının, Türkiye’nin finansal sistemine olan etkisini ortaya koymak amaçlanmıştır. Diğer bir ifadeyle, finansal mimariye yönelik getirilen küresel standartlara uyum çabalarının, Türkiye özelinde incelenmesi, çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada ulaşılmak istenen hedef doğrultusunda, finansal sistemin çok boyutlu yönünün tek bir göstergeye indirgenerek incelenmesi mümkün olmadığından, sistemin çok boyutlu yönünü incelemeye olanak sağlayacak finansal gelişme, finansal sağlamlık ve finansal kırılganlık endeksleri oluşturulmuştur. Endekslerin hesaplanmasında, faktör analizine dayalı temel bileşenler yöntemi kullanılmış ve her endeksin alt bileşenleri ilgili analiz yoluyla belirlenmiştir. Endeksler, teori ve iktisat yazını çerçevesinde belirlenen ve Türkiye’nin 1990-2013 yılları arası finansal sistemine ışık tutacak değişkenler yoluyla elde edilmiş ve ortalaması sıfır olan tarihsel bir zaman serisine dönüştürülmüştür. Bu şekilde düzenlenen her üç endeksin bir araya getirilmesi ile Türkiye özelinde elde edilen FSBE ise, Türkiye’de uygulamaya konulan finansal düzenleme araçlarının etkisini sağlıklı bir biçimde analiz edebilmek için önem taşımaktadır. FSBE, sistemin gelişme, sağlamlık ve kırılganlık yönünü bir arada değerlendirme imkanı sağladığından, iktisat yazınında finansal sisteme ilişkin oluşturulan finansal istikrar endekslerinden ve TCMB (2005) finansal sağlamlık endeksinden farklılaşmaktadır. FSBE’nin elde edilmesine imkan veren finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık endekslerinin her birinin, Türkiye’nin 1990-2013 dönemi finansal sistemine ilişkin seyrini büyük ölçüde yansıttığı görülmüştür. Buna göre; Finansal gelişme endeksi, bankacılık sistemi ve sermaye piyasası gelişmişlik düzeyini yansıtacak değişkenler yoluyla oluşturulmuş ve1990’lı yılların başlarından 2013 yılı sonuna kadar endeks değerinin(finansal gelişme düzeyinin) dört puandan fazla yükseldiği 246 görülmüştür. Körfez Krizi’nin etkisiyle 1991 yılının ilk yarısındaki ve ekonomik kriz nedeniyle 1994 yılındaki büyük çaplı sermaye çıkışları ve finansal serbestleşmenin ilk yılları olması nedeniyle, ilgili dönemde finansal gelişme endeksi ortalamanın altında seyretmiştir. Bunun yanında 1999 yılı sonuna kadar Türkiye ekonomisinin dış koşullardan sermaye ve dış ticaret kanalıyla olumsuz yönde etkilenmesi ve küresel sermaye akımlarına bağımlı yapısı, endeks değeri üzerinde etkisini hissettirmiştir. Ancak 1999 yılı sonunda IMF ile imzalanan stand-by anlaşması ve TCMB’nin uygulamaya koyduğu Enflasyonu Düşürme Programı, yarattığı güven ortamı nedeniyle finansal gelişme endeksinin kısa süreli olarak yükselmesini sağlamıştır.Yine 2000 yılı başında, faiz oranlarındaki istikrarsızlığa rağmen nominal kur düzeyinin çapalanması, kurlara ilişkin gelişmeleri öngörülebilir kıldığından, finansal gelişme endeksindeki yükseklik kısa süreli olarak devam etmiştir. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri’nin etkisiyle düşüşe geçen finansal gelişme endeksi, ancak 2005 yılı sonunda ortalama düzeyini yakalayabilmiştir. Söz konusu tarihten 2013 yılı sonuna kadar sürekli olarak yükselme eğiliminde olan endeks, yalnızca 2008 yılı üçüncü çeyrek ile 2009 yılı ikinci çeyrek arasında çok düşük düzeyde ortalamanın altına inmiştir. Bunun yanında her kriz yılı öncesinde finansal gelişme endeksinin yükselişte olması dikkat çekmektedir. Temel bileşenler analizi sonucunda finansal sağlamlık endeksi için; aracılık fonksiyonu, gelir ve gider, kârlılık, kredi riskine duyarlılık ve aktif kalitesi, kur riski olmak üzere toplam beş temel bileşen belirlenmiştir. Finansal sağlamlık bileşenleri, küresel finansal mimariye yönelik düzenlemeler çerçevesinde krizlere ve olası şoklara karşı izlenen ve çoğunluğu BDDK ve TCMB tarafından sağlamlık göstergesi olarak kullanılan oranlardan oluşmaktadır. Kredi riskine duyarlılığın ve kur riskinin aynı endekste kullanılmış olması ise, çalışmada elde edilen finansal sağlamlık endeksinin diğer çalışmalarda kullanılan endekslerden ayırt edici özelliğini ortaya koymaktadır. Endeks, Türkiye’de finansal sağlamlık düzeyinin finansal gelişme düzeyinde olduğu gibi, 1994 yılına kadar ortalamanın altında kaldığını göstermektedir. Çünkü söz konusu yıllardaki istikrarsız büyüme, yüksek ve oynak enflasyon oranları, iç borcun çok yüksek düzeylerde olması gibi makroekonomik belirsizlikler, bankacılık kesiminin aracılık fonksiyonunun bozulmasına neden olmuştur.1999 yılında faiz dışı gelirlerin ve kârlılığın çok yüksek düzeylere sıçraması ise, finansal sağlamlık endeksini yapay biçimde 1990-2013 dönemindeki en yüksek seviyesine çıkarmıştır. Ancak, 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri’nin etkisiyle, bankacılık kesiminin bilançolarında meydana gelen büyük bozulma nedeniyle finansal sağlamlık endeksi çok sert bir biçimde düşmüştür. Endeks, 2004 yılına kadar kârlılığın azalmasına ve kredi ve kur 247 riskine bağlı olarak -2 düzeylerine kadar gerilemiştir. Bunun yanında 2008 Küresel Krizi’nin hafif negatif yönlü etkilerinin görüldüğü dönemler haricinde finansal sağlamlık endeksi, 2007 yılı başından 2013 yılı sonuna kadar ortalamanın üzerindeki seyrini sürdürmektedir. Avrupa Borç Krizi’nin etkisiyle, finansal gelişme endeksinde olduğu gibi finansal sağlamlık endeksinde de 2011 yılı sonunda kısa süreli düşüş olsa da, endekslerdeki yükseliş eğilimi devamlılığını halen korumaktadır. 2005 yılı sonuna doğru uygulamaya geçirilen 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu paralelinde genişletilen yasal çerçevenin, finansal düzenlemelerin etkisini yansıtması açısından finansal sağlamlık endeksine pozitif yönlü katkı yaptığını göstermektedir. Finansal kırılganlık endeksi dışsal kırılganlık, likiditeye ilişkin kırılganlık ve para ikamesine ilişkin kırılganlık olmak üzere üç temel bileşenden oluşmaktadır. Finansal sistemin olası krizlere karşı duyarlılığını ölçen değişkenler setinden oluşan üç temel bileşen, Türkiye’de yaşanan finansal krizlerin nedenleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Finansal gelişme ve sağlamlık endeksleri ile ters yönde hareket eden finansal kırılganlık endeksinin, 1994 yılına kadar ortalamaya yakın düzeylerde seyrettiği, 1994 Krizi’nin etkisiyle ortalamanın üzerine çıktığı ve 1990’lı yıllarda sürekli olarak ortalamanın üzerinde değerler aldığı, yani finansal kırılganlık düzeyinin yüksek olduğu görülmektedir. 1990-2001 döneminde Türkiye Ekonomisi’ndeki makroekonomik istikrarsızlık, geleceğe yönelik beklentilerin olumsuz olmasına ve vadelerin tasarruf sahibi ve yatırımcı aleyhine dönmesine neden olurken para ikamesini artırmış, dolayısıyla söz konusu dönemde finansal kırılganlık düzeyi yüksek olmuştur. Bunun yanında, finansal gelişme düzeyinin dalgalanmalar eşliğinde olsa da artış eğiliminde olması, yapısal sorunların mevcut olduğu bir ekonomide finansal kırılganlık düzeyini artırmıştır. 2000 ve 2001 krizlerinde bankaların dış yükümlülüklerinin bilanço içindeki payının çok yüksek düzeylere ulaşması ve banka hücumları nedeniyle ani mevduat çekişleri sektörün dışsal kırılganlığını artırmış ve likiditeye ilişkin kırılganlığı tetiklemiştir. Dolayısıyla söz konusu dönemde para ikamesine, likiditeye ve dış şoklara ilişkin kırılganlık endeksi 5,5 puana kadar yükselmiştir. Krizlerin etkisinin azalmaya başladığı ve finansal sisteme yönelik küresel düzenlemelerin artırıldığı 2001 yılı sonundan itibaren ise, finansal kırılganlık endeksi düşüşe geçmiş ve 2005 yılından itibaren ortalamanın altına gerilemiştir. Finansal sağlamlık endeksinde olduğu gibi, finansal kırılganlık endeksinde de 2005 yılından itibaren dikkat çeken iyileşme, sistemin görece istikrarlı bir zemine doğru yön değiştirdiğini göstermektedir. Bununla birlikte, yine 2005 yılından itibaren finansal gelişme düzeyinin arttığı dönemlerde finansal kırılganlık düzeyinin azaldığı 248 dikkat çekmektedir. Yani, sistemdeki mevcut yapısal bozuklukların iyileşmeye başladığı ikinci dönemde finansal gelişmenin artması, finansal kırılganlığı negatif yönde etkilememeye başlamıştır. Ancak bu durum, kriz öncesi dönemlerden bağımsızdır. Çünkü her kriz öncesi dönemde finansal gelişme endeksi yükselirken finansal kırılganlık endeksinin de yükselişe geçtiği görülmektedir. Yurkarıda açıklanan her üç endeksin bir araya getirilmesiyle oluşturulan FSBE, Türkiye’de yaşanan krizleri, krizlerin etkilerinin sürdüğü yıllarda ekonomik daralmanın etkilerini, bunun yanında dış piyasalardaki ekonomik ve finansal daralmaların Türkiye Ekonomisi’ne yansımalarını açıklamaktadır. Ayrıca, reel ekonomik konjonktüre ilişkin gelişmelerin de FSBE’ye yansıması, finansal piyasalarda meydana gelen hareketlerin çevrimsel olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda FSBE’nin, Türkiye’nin 1990-2013 dönemine ait finansal görünümü hakkında yeterli bilgiyi sağladığı ve küresel finansal düzenleme değişkenlerinin etkilerini analiz etmek için önemli bir gösterge niteliğinde olduğu görülmektedir. Çalışmada, Türkiye’nin küresel finansal mimariye yönelik gerçekleştirdiği düzenlemelerin FSBE üzerindeki etkileri analiz edilirken, düzenlemelerin zayıf olduğu 1990-2001 ve düzenlemelerin yasal ve kurumsal düzeyde yoğunlaştığı 2002-2013 dönemi biçiminde dönem ayrıştırmasına gidilmiştir. Amaç, her iki dönemin analiz edilerek, iki dönem arası karşılaştırma imkanının sağlanmasıdır. Küresel finansal mimariye ilişkin unsurların çok çeşitli ve farklı boyutlarda olması, analizde kullanılacak finansal düzenleme araçlarının krizden korunma ve krize çözüm arayışları çerçevesinde uluslararası kuruluşların vurgu yaptığı en temel düzenleme araçlarından ve sayısallaştırmaya uygun değişkenlerden seçilmesini gerekli kılmıştır. Bu bağlamda çalışmada kullanılan düzenleme değişkenleri Özkaynak/Toplam Aktif, Likit Aktif/Toplam Aktif, Menkul Kıymetler/Toplam Aktif, Rezervler/Mevduat, Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar ve Zorunlu Karşılıklar/Toplam Aktif oranlarından oluşmaktadır. Basel Komitesi’nin 1997 Doğu Asya Krizi’nde olduğu gibi, 2008 Küresel Krizi’nin de ardından üzerinde önemle durduğu unsurlardan ilki Birinci Kuşak Sermaye oranıdır. BaselI Uzlaşısı’nda ana sermaye olarak adlandırılan ve banka sermayesinin en nitelikli bileşeni olarak tanımlanan birinci kuşak sermaye oranı, banka bilançosunun pasifinde yer alan 249 özkaynaklardan oluşmaktadır. Bankaların tutmaları gereken asgari sermaye yeterliliği hesaplama yöntemleriniuluslararası düzeyde birbiriyle uyumlu hale getirmek ve bu konuda asgari bir standart oluşturmak amacıyla getirilen söz konusu düzenlemeye uyum çerçevesinde, Türkiye’de ilk olarak 4389 Sayılı Bankacılık Kanunu’nda sermaye yeterliliğinin ölçülmesine ilişkin esaslar getirilmiştir. Mayıs 2005 tarihinde çıkarılan 5411 sayılı Kanun’da ise bankaların maruz kaldıkları riskler nedeniyle banka bilançolarında oluşabilecekzararlara karşı yeterli özkaynak bulundurmaları, sermaye yeterliliği olarak tanımlanmıştır. Basel-III standartlarına tam uyumsağlanması hedefiyle 2009 yılında çıkarılan yönetmelik de dikkate alındığında, banka bilançosunda yer alan ve bankaların toplam varlıkları içinde özkaynakların payını gösteren Özkaynak/Toplam Aktif oranı, bankaların sermaye yapısına ilişkin bir düzenleme aracını temsil etmektedir. Finansal kriz dönemlerinde bankaların likidite yetersizliği nedeniyle varlıklarının yükümlülüklerini karşılayacak düzeyde olmaması, kırılganlık göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle sağlam denetim standartları çerçevesinde güçlü bir likidite tabanının oluşturulması amacıyla asgari likidite yükümlülüklerinin gerekliliği, Uluslararası Zirveler’de ve Basel-III’de ele alınan düzenlemeler arasındadır. Küresel krizin ardından likidite risk yönetiminin önemini vurgulayan düzenleyici kuruluşlar, bu çerçevede bankaların yeterli düzeyde likit aktiflere sahip olmasını sağlayacak bir bileşen olarak Likidite Karşılama Rasyosu getirmişlerdir. Türkiye’de likiditeye ilişkin yasal düzenlemeler 2006 yılında yayımlanan yönetmelik ile başlamış, bu doğrultuda çalışmada, banka bilançosunda yer alan ve likidite yeterlilik ölçütü olarak değerlendirilen Likit Aktif/Toplam Aktif oranı, düzenleme değişkeni olarak kullanılmıştır. Menkul kıymetlerin, 1997 Doğu Asya Krizi’nde olduğu gibi 2008 Küresel Krizi’nde de finansal aracıların risk alma davranışlarını tetiklemesi ve banka bilançolarında yer alan kalemlerden biri olması nedeniyle finansal sistemin kırılganlık düzeyini etkilediği görülmüştür. Bu doğrultuda FSB, IOSCO ve Basel Komitesi gibi uluslararası kuruluşlar tarafından gölge bankacılığın önemine dikkat çekilen uluslararası girişimlerde, ikincil sermaye piyasasının aşırı genişlemesine neden olan menkul kıymetler için ek sermaye yükümlülüğünün gerekliliği üzerinde durulmuştur. Türkiye’de türev ürünlere yönelik portföy yönetiminin ve yatırım fonlarına ilişkin gözetimin genişletilmesi hususunda SPK tarafından yayımlanan tebliğ, menkul kıymetlerin Türkiye’de de düzenlemeye konu 250 olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, bir diğer düzenleme değişkeni olarak Menkul Kıymetler/Toplam Aktif oranı çalışmada analize dahil edilmiştir. Finansal kriz dönemlerinde, sistemde meydana gelen mevduat çıkışları nedeniyle sigorta işlevi gören bankacılık rezervleri ve karşılıklar, Basel Komitesi’nin makro ihtiyati politika tedbirleri çerçevesinde Etkin Gözetim ve Denetim İlkeleri arasına alınmıştır. Zorunlu karşılıkların ise, finansal piyasalarda likidite düzeyinin istikrarını sağlamak amacıyla merkez bankalarında para politikası aracı olarak kullanılmasına ilişkin öneriler, Basel-III Kriterleri’nde yer alan düzenleme unsurları arasındadır. Bu çerçevede, Türkiye’de bankaların aktif yapısının güçlendirilmesine yönelik 2001 yılında çıkarılan yönetmelik ve 2005 yılında 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’nda yer verilen zorunlu karşılık kalemine ilişkin yükümlülükler, bankaların karşılık ayırma politikasına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Yukarıda açıklanan ve Türkiye’de küresel finansal mimari standartlarına yakınlaştırılan finansal düzenleme değişkenleri ile FSBE arasındaki ilişkinin incelenmesi için çalışmada öncelikle kısa ve uzun dönem ilişkilerin varlığı test edilmiştir. Uzun dönemilişkiler için Johansen eşbütünleşme yöntemi, kısa dönem için ise VECM kullanılmış, birinci dönemi temsil eden 1990-2001 ve ikinci dönemi temsil eden 2002-2013 dönemleri için ayrı tahminler yapılmıştır. Buna göre Johansen eşbütünleşme tahmin sonuçlarından birinci dönemde FSBE’yi uzun dönemde pozitif yönde etkileyen değişkenlerin Özkaynak/Toplam Aktif, Rezerv/Mevduat ve Toplam Karşılık/Özkaynak oranları olduğu bulgusu elde edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, söz konusu değişkenler uzun dönemde finansal sistemin gelişmesine, finansal sağlamlık düzeyinin artmasına ve finansal kırılganlığın azalmasına olumlu yönde katkı sağlamaktadır.İlgili dönemde bankacılık kesiminin sermaye ve likidite yapısının zayıflığı dikkate alındığında, elde edilen bulguların kuramsal çerçeveye uygun olduğu görülmektedir. FSBE ile değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığı belirlendikten sonra, kısa dönem dinamiklerin incelenmesi için öncelikle vektör hata düzeltme mekanizmasının çalışıp çalışmadığına bakılmıştır. Böylece, FSBE’de meydana gelen kısa dönem sapmaların uzun dönem denge değerine yaklaşmasını sağlayacak bir eşbütünleşme vektörünün varlığı araştırılmıştır. Tahmin sonucuna göre, hata düzeltme mekanizmasının çalıştığı ve finansal sistemde dengesizliğe neden olan sapmaların her dönem %035 uyarlanma hızıyla dengeye 251 yaklaştığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna göre FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri arasındaki kısa dönemli ilişkinin tespitine dayalı tahminde, VECM’e dayalı geliştirilmiş Granger nedensellik testi uygulanmıştır. Birinci dönemde FSBE’yi kısa vadede etkileyen değişkenlerin Özkaynak/Toplam Aktif, Menkul Kıymet/Toplam Aktif ve Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif oranları olduğu bulgusu elde edilmiştir. Menkul kıymetler ile FSBE arasındaki kısa dönemli ilişkinin pozitif olması, söz konusu dönemde sistemde ağırlığı fazla olan vekamu kesimi tarafından çıkarılan yüksek faizli menkul kıymetlerin FSBE’ye olan etkisini yansıtmaktadır. 2002-2013 dönemine ait Johansen eşbütünleşme sonucuna göre, Özkaynak/Toplam Aktif, Likit Aktif/Toplam Aktif, Toplam Karşılıklar/Özkaynaklar ve Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif oranları FSBE’yi uzun dönemde pozitif yönde etkilerken, Rezerv/Mevduat oranı negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu bulgular, Birinci Kuşak Sermaye Oranı’na, likiditeye ve karşılık politikalarına ilişkin düzenlemelerin ikinci dönemde finansal sistemi uzun vadede olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Yani söz konusu değişkenler sistemin gelişme düzeyini ve sağlamlığını artırırken, kırılganlığını azaltmaktadır. Rezervlerin mevduat içindeki payının ikinci dönemde FSBE’yi negatif yönde etkilemesi ise, ilgili dönemde sistemde likidite riskinin azaldığına, dolayısıyla mevduat karşılığı fazla rezerv bulundurmanın uzun dönemde banka bilançolarını olumsuz yönde etkilediğine işaret etmektedir. Bunun yanında, ikinci dönemde de hata düzeltme mekanizmasının çalıştığına ve finansal sistemde dengesizliğe neden olan sapmaların her dönem %051 uyarlanma hızıyla dengeye yaklaştığı sonucuna ulaşılmıştır. FSBE ile finansal düzenleme değişkenleri arasındaki kısa dönemli ilişkinin tespiti için VECM’e dayalı geliştirilmiş Granger nedenselliktesti uygulanmış ve Rezerv/Mevduat oranının ikinci dönemde kısa vadede finansal sistemi etkilediği, diğer bir ifadeyle FSBE’nin Granger nedeni olduğu bulgusu elde edilmiştir. Finansal düzenleme değişkenlerinin kısa ve uzun dönemde finansal sistemi etkileyip etkilemediği, sözü edilen tahmin yöntemleri yoluyla ortaya konulduktan sonra, söz konusu değişkenlerin küresel standartlara uygun biçimde birer düzenleme aracı olarak kullanılabilirliği etki-tepki fonksiyonları, FSBE’ye etki derecesi ise varyans ayrıştırması ile tahmin edilmiştir. 252 Etki-tepki fonksiyonlarının bulgularına göre 1990-2001 döneminde FSBE, Özkaynak/Toplam Aktif oranındaki bir standart sapmalık şoka ilk sekiz ay pozitif yönde tepki vermekte, ancak sekizinci aydan sonra şokun FSBE üzerindeki etkisi kaybolmaktadır. Buna göre, Birinci Kuşak Sermaye Oranı’ndaki bir standart sapmalık şok devam ettiği sürece, finansal sistemde gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyi pozitif yönde etkilenmektedir. İlgili dönemde bankacılık kesiminin sermaye yapısına ilişkin zayıflık dikkate alındığında, krizlere karşı tampon işlevi gören sermaye artışının finansal sistemi pozitif yönde etkilemesi anlamlı görülmektedir. FSBE, birinci dönemde Likit Aktif/Toplam Aktif oranındaki bir standart sapmalık şoka ilk on ay artarak negatif yönde tepki vermekte, yani finansal sistemi olumsuz yönde etkilemektedir. Düzenlemelerin zayıf ve vade uyumsuzluğunun yüksek olduğu birinci dönemde bankaların likit aktiflerinin bilanço içerisindeki payının yüksek olması, likidite riskinin de yüksek olduğuna işaret etmekte, dolayısıyla söz konusu orandaki bir standart sapmalık şokun sistemi olumsuz yönde etkilemesi anlamlı bir bulgu olmaktadır. Menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki payında meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, FSBE’yi pozitif yönde etkilemektedir. Türkiye’de ilgili dönemde finansal serbestleşmenin etkisiyle artan spekülatif sermaye girişleri ve borçlanma araçları yoluyla finansal sisteme katılan kamu kesiminin artan iç borcu, menkul kıymet hacminin artmasına yol açmıştır. Yapay bir biçimde ekonomik büyümeyi teşvik eden söz konusu gelişmelerin, FSBE’yi de yapay bir biçimde olumlu yönde etkilediği dikkat çekmektedir. Bunun yanında endeksin, bankacılık rezervlerinde meydana gelen bir standart sapmalık şoka tepkisi ilk üç ay negatif yönde iken, dürdüncü aydan onuncu aya kadar pozitife dönmektedir. Toplam karşılıklarda meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, şokun etkisinin sürdüğü sekiz ay süre ile endeksi negatif yönde etkilemektedir. Rezerv ve karşılıklara ilişkin bulgular, finansal sistemin ilgili dönemde söz konusu değişkenlere karşı duyarlı olduğunu, sistemdeki yapısal zayıflıklar nedeniyle karşılık tutarlarından olumsuz yönde etkilendiğini ortaya koymaktadır. Zorunlu karşılıkların toplam aktif içindeki payında meydana gelen bir standart sapmalık şokun, FSBE’yi ilk üç ay negatif yönde etkilerken üçüncü ayın sonundan itibaren kısa süreli olarak olumlu yönde etkilemesi, ekonomik konjonktüre göre vadeli ve vadesiz mevduatlar karşılığında tutulan zorunlu karşılık tutarlarının ilgili dönemde banka bilançolarında dönem dönem dalgalanmalara neden olduğuna işaret etmektedir. Etki-tepki fonksiyonlarından 1990-2001 dönemine ilişkin elde edilen bulgular, finansal düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine karşı, finansal sistemin gelişme düzeyinin, sağlamlığının ve kırılganlığının duyarlı olduğunu göstermektedir. 253 Çalışmada, finansal sistemin gelişimini, sağlamlığını ve kırılganlığını en çok hangi finansal düzenleme değişkeninin ya da değişkenlerinin etkilediği, varyans ayrıştırması yoluyla incelenmiştir. Buna göre birinci dönemde, FSBE’de meydana gelen değişimlerin büyük çoğunluğunun rezervler ve ayrılan karşılık tutarları tarafından açıklandığı bulgusu elde edilmiştir. Başka bir ifadeyle, Rezerv/Mevduat, Toplam Karşılık/Özkaynaklar ve Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif oranlarının, ilgili dönemde sistemin gelişme düzeyini, sağlamlığını ve kırılganlığını en fazla etkileyen değişkenler olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Likit aktiflerin bankacılık toplam aktifleri içindeki payının da FSBE’deki değişimleri çok düşük düzeyde açıkladığı görülürken, bankaların sermaye yapısının çok zayıf olması nedeniyle Birinci Kuşak Sermaye Oranı’nın dikkate değer bir açıklayıcılığa sahip olmaması dikkat çekmektedir. Bu çerçevede, küresel standartlara yönelik herhangi bir düzenlemeye henüz gidilmediği 1990-2001 dönemi için, etki-tepki fonksiyonları ve varyans ayrıştırması analizlerinden elde edilen bulguların, kuramsal çerçeveye uygun olduğu görülmektedir. 2002-2013 dönemine ait etki-tepki fonksiyonlarının sonucuna göre, Birinci Kuşak Sermaye Oranı’ndaki bir standart sapmalık şoka FSBE, pozitif yönde tepki göstermektedir. Buna göre, Basel Kriterleri’nde en temel düzenleme değişkeni olarak ele alınan sermayeye ilişkin bir standart sapmalık şok, ilgili dönemde finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyleriniolumlu yönde etkilemektedir. Likit aktiflerin toplam aktifler içindeki payında meydana gelen bir standart sapmalık şoka FSBE’nin tepkisi, ilgili dönem boyunca dalgalanmalarla beraber negatif yönde seyretmektedir. Ekonomik ortamın iyileşmesine paralel olarak finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlığın olumlu bir seyir izlediği söz konusu dönemde, bankacılık kesiminin daha az likit aktif bulundurması ve artan likit aktif düzeyinin banka bilançolarını olumsuz yönde etkilemesi kuramsal açıdan anlamlı görülmektedir. İkinci dönemde menkul kıymetlerin toplam aktif içindeki payında meydana gelen bir standart sapmalık şoka FSBE, artış yönünde tepki vermektedir. Kırılganlığın görece azaldığı ikinci dönemde, artan finansal gelişme düzeyinin menkul kıymet artışından olumlu yönde etkilenmesi beklenen bir bulgudur. Bunun yanında FSBE’nin, ikinci dönemde bankacılık rezervlerinde meydana gelen bir standart sapmalık şoka oldukça duyarlı olduğu dikkat çekmektedir. İlk aylarda rezervlerdeki bir standart sapmalık şoka negatif yönde tepki veren FSBE’nin, sonraki aylarda yükseliş ve azalış yönünde dalgalanmalar gösterdiği görülmektedir. Yine toplam karşılıklardaki bir standart sapmalık şok karşısında endeksin 254 olumsuz yönde etkilenmesi, ikinci dönemde de rezerv ve karşılık ayırma tutarlarının, sisteme olumlu bir katkısının olmadığına işaret etmektedir. Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif oranında meydana gelen bir standart sapmalık şok ise, diğer düzenleme değişkenlerinden farklı olarak endeksi, ilerleyen aylarda artan oranda pozitif yönde etkilemektedir. İkinci dönemde, makroihtiyati politikalar çerçevesinde Finansal İstikrar Kurulu’nun ve G20 liderlerinin merkez bankalarını ve denetimden sorumlu yetkilileri, finansal sistemi tehdit eden risklerin azaltılması amacıyla politika tedbirleri belirleme yönünde teşvik etmeleri, Türkiye’de zorunlu karşılıkların bir politika aracı olarak kullanılmasını gerekli kılmıştır. Bu doğrultuda, küresel alanda gerçekleştirilen uygulamalar paralelinde TCMB, makro finansal dengesizlikleri sınırlamak, kredi genişlemesinin ve spekülatif sermaye girişlerinin önüne geçebilmek amacıyla, zorunlu karşılıkları aktif bir para politikası aracı olarak kullanmaktadır. 2002-2013 dönemine ilişkin etki-tepki fonksiyonlarından elde edilen bulgular, finansal düzenleme değişkenlerindeki kısa dönemli sapmaların etkisine karşı, finansal sistemin gelişme düzeyinin, sağlamlığının ve kırılganlığının en fazla duyarlı olduğu değişkenlerin Birinci Kuşak Sermaye oranı, menkul kıymetler ve zorunlu karşılık tutarları olduğunu ortaya koymaktadır. Varyans ayrıştırmasından elde edilen bulgulara göre, ikinci dönemde finansal sistemdeki değişimleri en fazla açıklayan düzenleme değişkenleri, Zorunlu Karşılık/Toplam Aktif ve Birinci Kuşak Sermaye oranıdır. Söz konusu değişkenleri sırasıyla, Menkul Kıymetler/Toplam Aktif, Rezerv/Mevduat, Likit Aktif/Toplam Aktif ve Toplam Karşılıklar/Özkaynak oranları takip etmektedir. Buna göre, küresel standartlara yönelik düzenlemelerin Türkiye’de uygulanmaya başlandığı 2002-2013 döneminde, finansal gelişme, sağlamlık ve kırılganlık düzeyinde meydana gelen değişimlerde bankalar için uygulanan zorunlu karşılık politikalarının ve sermayeye ilişkin düzenlemelerin, diğer düzenleme değişkenlerine göre daha önemli bir yere sahip olduğu önemli bir bulgu olarak dikkat çekmektedir. Sonuçta, bu tez çalışmasında Türkiye’nin finansal sisteminin bir bütün olarak genel seyrini yansıtması amacıyla oluşturulan FSBE’nin, ikinci dönemde yasal ve kurumsal düzeyde gerçekleştirilen düzenlemelerin olumlu etkisine ışık tuttuğu düşünülmektedir. 255 Çünkü 1990-2013 dönemini kapsayan analizlerden elde edilen bulgular, Türkiye’de 2002 yılından sonra küresel finansal mimariye paralel biçimde yakınlaştırılan temel düzenleme araçlarının, yurtiçi finansal sistemin güçlendirilmesine katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede yurtiçi finansal sisteme olumlu katkısı dikkate alındığında, başta Basel Komitesi olmak üzere diğer uluslararası kuruluşların ve G20 liderlerinin ele adıkları Birinci Kuşak Sermaye oranı, likidite, bankacılık rezervleri, karşılıklar ve zorunlu karşılık politikaları gibi temel düzenleme standartlarının küresel finansal piyasaların istikrarı için önem taşıdığı sonucuna varılmaktadır. 256 KAYNAKLAR Ackermann, J. (2008). The Subprime Crisis and Its Consequences. Journal of Financial Stability, 4(4), 329-337. Adrian, T. and Shin, H. S. (2009). The Shadow Banking System: Implications for Financial Regulation (No. 382). Staff Report, Federal Reserve Bank of New York. Aghion, P., Howitt, P. and Mayer-Foulkes, D. (2004). The Effect of Financial Development on Convergence: Theory and Evidence, Working Paper (10358). National Bureau of Economic Research. Ağır, H. (2010). Türkiye'de Finansal Liberalizasyon ve Finansal Gelişme İlişkisinin Ekonometrik Analizi. BDDK Kitapları, (8). Akdağ, Ç. (2011). Sistemik Önemi Haiz Finansal Kuruluşların Çözümlenmesinde “Bail-In” Uygulamaları. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Bilimsel Yayın Organı, 6(27), 19-22. Aktan, O. (1993). Uluslararası Finansman: Gelişmekte Olan Ülkeler Açısından Geçmişi ve Geleceği. İktisat İşletme ve Finans, 8(87), 1993, 44-57. Aktaş, R., Pekkaya, S., ve Aydoğan, E. (2005). 2001 Krizi Sonrası Dönemde Makroekonomik Gelişmeler Işığında Türk Bankacılık Sisteminin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Bir Değerlendirme. İktisat İsletme ve Finans, 20(237), 1748. Akyüz, Y. (2000). The Debate on the International Financial Architecture: Reforming the Reformers. UNCTAD/OSG/DP, (148). Akyüz, Y. (2004). Finansal İstikrarsızlığın ve Şokların Yönetimi. İktisat İşletme ve Finans, 19(221), 5-20. Akyüz, Y. ve Boratav, K. (2003). The Making of the Turkish Financial Crisis. World Development, 31(9), 1549-1566. Albulescu, C. T. and Goyeau, D. (2009). Assessing and Forecasting Romanian Financial System’s Stability Using an Aggregate Index. Analele Universitaţii Poitiers, 1-32. Aliber, R. Z. (2000). Capital Flows, Exchange Rates, and the New International Financial Architecture: Six Financial Crises in Search of a Generic Explanation. In The New Architecture of the International Monetary System, 11(S1), 43-61. Allen, F. and Gale, D. (2004). Financial Fragility, Liquidity, and Asset Prices. Journal of the European Economic Association, 2(6), 1015-1048. Alp, A. ve Oğuz, F. (2011). Yeni Finansal Düzen, Krizlerin Sonu Mu?. Doğan Yayıncılık. Altıntaş, H. ve Çetin, R. (2006). Şeffaflık Artışı Bankacılık Sektöründe İstikrar İçin Yeterli Bir Araç Mıdır? Türkiye’de Bankacılık Krizlerinin Şeffaflık Çerçevesinde Değerlendirilmesi. İktisat İşletme ve Finans, 21(245), 138-159. 257 Altıntaş, M. A. (2006). Bankacılıkta Risk Yönetimi ve Sermaye Yeterliliği. Turhan Kitabevi. Alves Jr, A. J., Ferrari Jr, F., & De Paula, L. F. (1999). The Post Keynesian Critique of Conventional Currency Crisis Models and Davidson's Proposal to Reform the International Monetary System. Journal of Post Keynesian Economics, 207-225. Ang, J. B. (2008). Are Financial Sector Policies Effective in Deepening the Malaysian Financial System?. Contemporary Economic Policy, 26(4), 623-635. Arestis, P. (2004). Washington Consensus and Financial Liberalization. Journal of Post Keynesian Economics, 27(2), 251-271. Arestis, P. and Demetriades, P. (1995). Finance and Growth: Is Schumpeter 'Right'?. Analise Economica, 16(30). Arestis, P. and Demetriades, P. (1997). Financial Development and Economic Growth: Assessing the Evidence. The Economic Journal, 107(442), 783-799. Arner, D. W. ve Buckley, R. P. (2010). Redesigning the Architecture of the Global Financial System. Melbourne Journal of International Law, 11, 185. Artar, O. K. ve Sarıdoğan, A. A. (2012). Küresel Finansal Krizin Türkiye’de Bankacılık Sektörü Mali Yapısına Etkileri. Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 2. Balassa, B. (1990). Financial Liberalization in Developing Countries. Studies in Comparative International Development, 25(4), 56-70. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2001a, Mayıs). İnternet: Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı. https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Diger_Raporlar/15279C8914BD. pdf adresinden 25.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2001b, Ekim). İnternet: Bankacılık Sektörü Değerlendirme Raporu. Ekonomik Değerlendirmeler İdaresi, http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/1486 Bankacilik_Sektoru_Degerlendirme_Raporu_Haziran_2001.pdf.pdf adresinden 25.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2003b, Mayıs). İnternet: Yıllık Rapor.http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Kurum_Bilgileri/Yillik_Raporlar/47 87bddk_yillik_rapor_2003.pdf adresinden 27.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2004). İnternet: Yıllık Rapor. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Kurum_Bilgileri/Yillik_Raporlar/4788bddk _yillik_rapor_2004.pdf adresinden 27.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2005a). İnternet: Yıllık Rapor. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Kurum_Bilgileri/Yillik_Raporlar/4789bddk _yillik_rapor_2005.pdf adresinden 28.09.2013 tarihinde alınmıştır. 258 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2006a). İnternet: Yıllık Faaliyet Raporu,http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/kurum_bilgileri/yillik_raporlar/4790 bddk_yillik_rapor_2006.pdf adresinden 30.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK (2006b, Aralık). İnternet: Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler. Sayı: 1. https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Bankacilikta_Yapisal_Gelismele r/3428BYG_09_07_2007.pdf adresinden 30.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2003a, Nisan). İnternet: Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı Gelişme Raporu-(VI). http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/diger_raporlar/1524bsyyp_gelisme_ 042003.pdf adresinden 27.09.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2005b, Ekim). İnternet: Basel-II Ulusal İnisiyatif Alanlarının Anlaşılmasına Yönelik Açıklayıcı Rehber. ARD Çalışma Raporları 2005/8. https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Basel/12622005-8.pdf adresinden 02.04.2014 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2006c, Aralık). İnternet: Finansal Piyasalar Raporu. Sayı: 4. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/165 1BDDK_FPR_Aralik2006_27042007.pdf adresinden 02.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2007, Aralık). İnternet: Finansal Piyasalar Raporu. Sayı: 8. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/481 6FPR-Aralik2007.pdf adresinden 02.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2008a, Ocak). İnternet: CRD/Basel II Ülke Uygulamaları. Çalışma Tebliği, Sayı 1. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/4225CRD_Ba sel%20II%20Ulke%20Uygulamalari.pdf adresinden 04.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2008b, Nisan). İnternet: Küresel Finansal Yapı ve 2007 Yılı Dalgalanmaları. Çalışma Tebliği, Sayı: 2. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/4726K%C3% BCresel%20Finansal%20Yap%C4%B1%20ve%202007%20Y%C4%B1l%C4%B1% 20Dalgalanmalar%C4%B1.pdf adresinden 04.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2008c, Aralık). İnternet: Finansal Piyasalar Raporu. Sayı: 12. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/632 0Finansal_Piyasalar_Raporu_Aralik_2008.pdf adresinden 10.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2009, Aralık). İnternet: Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi. Çalışma Tebliği. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/7378Krizden %20%C4%B0stikrara%20T%C3%BCrkiye%20Tecr%C3%BCbesi.pdf adresinden 10.10.2013 tarihinde alınmıştır. 259 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2010a, Aralık). İnternet: Sorularla Basel III. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Basel/8742sorularla_basel_iii_29_11_2010 _.pdf adresinden 11.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2010b, Eylül). İnternet: Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi. Çalışma Tebliği. http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/8676krizden_is tikraraturkiyetecrubesi_3uncu_baski.pdf adresinden 11.10.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2011a, Temmuz). İnternet: Risk Bülteni.http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/risk_bultenleri/9789riskbult enisayi11.pdf adresinden 12.11.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2011b, Aralık). İnternet: Finansal Piyasalar Raporu. Sayı: 24. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/107 982012_fpr_aralik_11_nisan.pdf adresinden 12.11.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2011c, Aralık). İnternet: Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler. Sayı: 6. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Bankacilikta_Yapisal_Gelismeler/ 11085bygr_2011.pdf adresinden 02.04.2014 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2012a, Nisan). İnternet: Sorularla Basel 2.5. http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Basel/10800sorularla_basel_ii5.pdf adresinden 09.03.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2012b, Aralık). İnternet: Finansal Piyasalar Raporu. Sayı: 28. https://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/Raporlar/Finansal_Piyasalar_Raporlari/119 02fpr_aralik2012_29032013bb.pdf adresinden 09.03.2013 tarihinde alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK. (2014, Mart). İnternet: Türk Bankacılık Sektörü Genel Görünümü. Sayı 2014/2. https://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/TBSGG/13131tbs_genel_gorunu mu_2014.pdf adresinden 18.05.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS (2009a, August). İnternet: History of the Basel Committe and its Membership. http://www.bis.org/bcbs/history adresinden 01.03.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS (2012, October). İnternet: Report to G20 Finance Ministers and Central Bank Governors on Basel III Implementation. http://www.bis.org/publ/bcbs234.pdf adresinden 15.10.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (1988, July). İnternet: International Convergence of Capital Measurement and Capital Standards. 1-30. http://www.bis.org/publ/bcbs04a.pdf adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır. 260 Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (1996, January). İnternet: Amendment to the Capital Accord to Incorporate Market Risks. 1-56. http://www.bis.org/publ/bcbs24.pdf adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2004, June). İnternet: Implementation of Basel-II: Practical Consideration. 1-36. http://www.bis.org/publ/bcbs107.pdf adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2006, June). İnternet: International Convergence of Capital Measurement and Capital Standards: A Revised Framework Comprehensive Version. 1-333. http://www.bis.org/publ/bcbs128.pdf adresinden 20.06.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2009b, July). İnternet: Enhancements to the Basel II Framework. 1-41. http://www.lw.com/upload/pubcontent/_pdf/pub3945_1.pdf adresinden 20.06.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2010, December). İnternet: Basel III: A Global Regulatory Framework For More Resilient Banks and Banking Systems. 1-77. http://www.bis.org/publ/bcbs189_dec2010.pdf adresinden 21.06.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2011a, December). İnternet: Core Principles for Effective Banking Supervision: Consultative Document. 1-78. http://www.bis.org/publ/bcbs213.pdf adresinden 01.03.2013 tarihinde alınmıştır. Basel Committee On Banking Supervision, BCBS. (2011b). İnternet: Measures for Global Systemically Important Banks Agreed By The Group of Governors and Heads of Supervision. http://www.bis.org/press/p110625.htm adresinden 01.03.2013 tarihinde alınmıştır. Başçı, E. ve Kara, H. (2011, Mayıs). Finansal İstikrar ve Para Politikası. TCMB Çalışma Tebliği, No. 11/08. Beck, T. and Levine, R. (1999). A New Database on Financial Development and Structure (Vol. 2146). World Bank Publications. Beenstock, M. (2009). Market Foundations for the New Financial Architecture. Verdict on the Crash: Causes and Policy Implications, P. Booth (Editor), 59-72. Ben Naceur, S., Ghazouani, S. and Omran, M. (2008). Does stock market liberalization spur financial and economic development in the MENA region?. Journal of Comparative Economics, 36(4), 673-693. Berberoğlu, M. (2009). Mortgage-İpotekli Konut Finansman-Sistemi ve Bu Sistemin Türkiye’de Uygulanabilirliği. International Journal of Economic and Administrative Studies, 1(2), 119-146. Berglof, E. and Bolton, P. (2002). The Great Divide and Beyond: Financial Architecture in Transition. The Journal of Economic Perspectives, 16(1), 77-100. 261 Bingham, G. (2000). International Financial Architecture: Foundations and Framework. Financial Globalization and the Emerging Economies, 63. Bird, G. and Rajan, R. S. (2001). Banks, Financial Liberalisation and Financial Crises in Emerging Markets. The World Economy, 24(7), 889-910. Bird, G. and Rajan, R. S. (2002). The Evolving Asian Financial Architecture. International Economics Section, Department of Economics, Princeton University. Bittencourt, M. (2011). Inflation and Financial Development: Evidence from Brazil. Economic Modelling, 28(1), 91-99. Blum, D., Federmair, K., Fink, G., & Haiss, P. (2002). The Financial-Real Sector Nexus: Theory and Empirical Evidence. IEF Working Paper, (43). Blundell-Wignall, A. and Atkinson, P. (2010). Thinking Beyond Basel III: Necessary Solutions For Capital and Liquidity. OECD Journal: Financial Market Trends, 2010(1), 1-23. Bocutoğlu, E. (2012). Krizin Makro İktisadından Makro İktisadın Krizine: Eleştirel Bir Değerlendirme (No. 2012/106). Discussion Paper, Turkish Economic Association. Boratav, K. (2009). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2007, İmge Kitabevi, 5-162. Boratav, K. and Yeldan, E. (2001). Turkey, 1980-2000: Financial Liberalization, Macroeconomic (in)-stability, and Patterns of Distribution, Mimeo, Bilkent University. Boratav, K., Yeldan, E., & Köse, A. (2000). Globalization, Distribution and Social Policy: Turkey, 1980-1998. CEPA and The New School for Social Research, Working Paper Series, (20), 1-53. Borio, C. (2011). Central Banking Post-Crisis: What Compass for Unchartered Waters?. In Keynote Address at the SUERF-National Bank of Poland Conference “Monetary Policy After the Crisis”, Warsaw (Vol. 4). Boulila, G. and Trabelsi, M. (2003). The Causality Issue in the Finance and Growth Nexus: Empirical Evidence From Middle East and North African Countries. Review of Middle East Economics and Finance, 2(2), 123-138. Browne, F. and McKiernan, A. M.(2005). The Role of Liquidity in Financial Stability. IMF’s Global Financial Stability Report. Burkart, O. and Coudert, V. (2002). Leading Indicators of Currency Crises For Emerging Countries. Emerging Markets Review, 3(2), 107-133. Calderon, C. and Liu, L. (2003). The Direction of Causality Between Financial Development and Economic Growth. Journal of Development Economics, 72(1), 321-334. Calvo, G. A. (1995). Varieties of Capital-Market Crises, Working Paper, Inter-American Development Bank, Office of the Chief Economist, No. 306. 262 Caprio, G. and Klingebiel, D. (1996). Bank Insolvency: Bad Luck, Bad Policy, or Bad Banking?. In Annual World Bank conference on development economics (Vol. 79). Washington: The World Bank. Cartapanis, A. and Herland, M. (2002). The Reconstruction of the International Financial Architecture: Keynes' Revenge?. Review of International Political Economy, 9(2), 271-297. Chang, R., & Velasco, A. (2000). Financial Fragility and the Exchange Rate Regime. Journal of economic theory, 92(1), 1-34. Chang, T., Fang, W. and Wen, L. F. (2001). Energy Consumption, Employment, Output, and Temporal Causality: Evidence From Taiwan Based on Cointegration and ErrorCorrection Modelling Techniques. Applied Economics, 33(8), 1045-1056. Chant, J. (2003). Financial Stability as a Policy Goal. Essays on financial stability, (95). Chimobi, O. P. and Igwe, O. L. (2010). Financial Innovations and the Stability of Money Demand in Nigeria. Banking and Finance Letters, 2(1), 249-257. Chinn, M. D. and Ito, H. (2002). Capital account liberalization, institutions and financial development: cross country evidence. Working Paper (8967). National Bureau of Economic Research. Christopoulos, D. K. and Tsionas, E. G. (2004). Financial Development and Economic Growth: Evidence From Panel Unit Root and Cointegration Tests. Journal of Development Economics, 73(1), 55-74. Corsetti, G., Pesenti, P. and Roubini, N. (2001). Fundamental Determinants of the Asian Crisis: The Role of Financial Fragility and External Imbalances. In Regional and Global Capital Flows: Macroeconomic Causes and Consequences, NBER-EASE Volume 10, University of Chicago Press, 11-41. Coşkun, Y. (2010). Küresel Finansal Kriz ve Kredilendirme ve Değerleme Sorunları: ABD ve Türk İpotekli Konut Finansman Sistemleri Hakkında Bir Değerlendirme. Taşınmaz Değerleme Günleri, 2009, 1-26. Crockett, A. (1997). The Theory and Practice of Financial Stability. GEI Newsletter Issue, (6), 1-37. Crockett, A. (2010). İnternet: What Have We Learned in the Past 50 Years about the International Financial Architecture. Web: http://wwwho.rba.gov.au/publications/confs/2010/conf-vol-2010.pdf#page=82, 01.09.2012 tarihinde alınmıştır. Crotty, J. (2009). Structural Causes of the Global Financial Crisis: A Critical Assessment of the ‘New Financial Architecture’. Cambridge Journal of Economics, 33(4), 563-580. Crotty, J. and Epstein, G. (2009). Avoiding Another Meltdown. Challenge, 52(1), 5-26. 263 Cuadro, L., Gallego, S., and Herrero, A. G. (2003). Why Do Countries Develop More Financially Than Others? The Role of the Central Bank and Banking Supervision. Moneda y Credito, 216, 1-80. Cull, R., Senbet, L. W. and Sorge, M. (2005). Deposit Insurance and Financial Development. Journal of Money, Credit and Banking, 43-82. Çolak, Ö. F. (2001). Finansal Kriz ve Bankacılık Sektöründe Yeniden Yapılandırma Programı Üzerine Bir Eleştiri. G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, 2, 15-30. Çolak, Ö. F. (2007). Finansal Piyasalar ve Para Politikası, Gazi Kitabevi, Ankara. Çolak, Ö. F. ve Yiğidim, A. (2001). Türk Bankacılık Sektöründe Kriz, Nobel Yayın Dağıtım. Darrat, A. F. (1999). Are Financial Deepening and Economic Growth Causally Related? Another Look at the Evidence. International Economic Journal, 13(3), 19-35. Davidson, P. (1998a). The Case For Regulating International Capital Flows. Paper presented at the Social Market Foundation Seminar on Regulation of Capital Movements London, 1-16. Davidson, P. (1998b). Volatile Financial Markets and the Speculator. Economic Issues-Stock On Trent, 3, 1-18. Davidson, P. (2000). Is a Plumber or a New Financial Architect Needed to End Global International Liquidity Problems?. World Development, (28:6), 1117-11131. Davidson, P. (2002). Financial Markets, Money and the Real World, Edward Elgar Publishing, USA. Davidson, P. (2004). The Future of the International Financial System. Journal of Post Keynesian Economics. 26(4), 591-605. Davidson, P. (2005). A Post Keynesian View of the Washington Consensus and How to Improve It. Journal of Post Keynesian Economics. 27(2), 208-230. Davis, K. (2007). Banking Concentration, Financial Stability and Public Policy. The Structure and Resilience of the Financial System, ed. by C. Kent and J. Lawson. De Gregorio, J. and Guidotti, P. E. (1995). Financial Development and Economic Growth. World Development, 23(3), 433-448. Delice, G., Doğan, A., ve Uzun, A. M. (2004). Finansal Regülasyon ve Piyasa Disiplini. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1), 101-130. Demetriades, P. O. and Hussein, K. A. (1996). Does Financial Development Cause Economic Growth? Time-Series Evidence From 16 Countries. Journal of Development Economics, 51(2), 387-411. Demirci, N. (2005). Finansal Krizlerin Anatomisi, Modern Kriz Teorileri Işığında Gelişmekte Olan Ülkeler ve Türkiye. Sermaye Piyasası Kurulu, Yayın No: 186. 264 Demirgüç-Kunt, A. and Detragiache, E. (2005). Cross-Country Empirical Studies of Systemic Bank Distress: A Survey. National Institute Economic Review, 192(1). Demirgüç-Kunt, A., Detragiache, E. and Tressel, T. (2008). Banking on the Principles: Compliance with Basel Core Principles and Bank Soundness. Journal of Financial Intermediation, 17(4), 511-542. Dewatripont, M., Rochet, J. C., and Tirole, J. (2010). Balancing the Banks: Global lessons from the financial crisis. Princeton University Press. Di Giovanni, J. (2005). What Drives Capital Flows? The Case of Cross-Border M&A Activity and Financial Deepening. Journal of International Economics, 65(1), 127149. Diamond, D. W., and Dybvig, P. H. (1983). Bank Runs, Deposit Insurance, and Liquidity. The Journal of Political Economy, 401-419. Diaz-Alejandro, C. (1985). Good-Bye Financial Repression, Hello Financial Crash. Journal of Development Economics, 19(1), 1-24. Dodd, R., Mills, P. (2008). Outbreak: U.S. Subprime Contagion. Finance and Development, 14-18. Doğru, B., Çelik, O. ve Doğan, K. C. (2012). Fiyat İstikrarından Finansal İstikrara: Merkez Bankası Macroprudential Politika Çerçevesi. 16. Finans Sempozyumu, 10-13 Ekim, Erzurum, 379-398. Doğruel, F., Doğruel, S. (2006). Türkiye’de Büyüme ve Makroekonomik İstikrar, İktisadi Kalkınma Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları. Dorrucci, E., Meyer-Cirkel, A. and Santabarbara, D. (2009). Domestic Financial Development in Emerging Economies: Evidence and Implications. ECB Occasional Paper, (102), 1-61. Dünya Bankası (2001). İnternet: International Financial Architecture: An Update on World Bank Group Activities. A Public Information Note by World Bank Staff. http://www.worldbank.org/ifa/images/IFARPT4_01.pdf adresinden 20.02.2012 tarihnde alınmıştır. Edwards, F. R., and Mishkin, F. S. (1995). The Decline of Traditional Banking: Implications for Financial Stabilityand Regulatory Policy. Working Paper Series 4993. National Bureau of Economic Research. Edwards, S. (1999). How Effective are Capital Controls. Journal of Economic Perspectives, 13:4. Eichengreen, B. (1999). Toward a New International Financial Architecture: A Practical Post-Asia Agenda, Institute for International Economics. Eichengreen, B. (2004). Global Imbalances and the Lessons of Bretton Woods. NBER Working Paper Series, (10497). 265 Eichengreen, B. (2009). Reforming The International Financial Architecture: After Ten Years, The View from Emerging Markets. Macro Economy Proceedings, Tokyo Club Foundation for Global Studies içinde, (4). Eichengreen, B. and Hausmann, R. (1999). Exchange Rates and Financial Fragility. National Bureau of Economic Research, Working Paper Series, 7418. Ekzen, N. (2006). Cumhuriyet’in Ortaçağı: Kamu Ekonomisinde Finansman Politikası Aracı Olarak İç Borçlanma (1984-1999). İktisadi Kalkınma Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları. Elson, A. (2010). The Current Financial Crisis and Reform of the Global Financial Architecture. The International Spectator: Italian Journal of International Affairs, (45: 1), 17-36. Enders, W. (1995). Applied Econometrics Time Series. John Wiley and Sons, Inc. Enders, W. (2003). Applied Econometrics Time Series. John Wiley and Sons, Inc. Engle, R. F. and Granger, C. W. (1987). Co-Integration and Error Correction: Representation, Estimation, and Testing. Econometrica 55(2), Journal of the Econometric Society, 251-276. Er, S. (2011). Finansal Krizleri Önleme Aracı Olarak Finansal Sektörün Regülasyonu, Mortgage Krizi ve Türkiye. Maliye Dergisi, (160), 307-327. Erdönmez, P. A. (2003). Türkiye’de 2001 Yılındaki Mali Kriz Sonrasında Kurumsal Sektörde Yeniden Yapılanma. Bankacılar Dergisi, (14: 47), 38-55. Ergeç, E. H. (2004). Finansal Gelişme ile Ekonomik Büyüme Arasındaki Nedensellik İlişkisi ve Türkiye Örneği: 1988-2001. Sosyal Bilimler Dergisi, 5(2). Erim, N. ve Türk, A. (2005). Finansal Gelişme ve İktisadi Büyüme. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(2), 21-45. Eroğlu, N. ve Eroğlu, İ. (2011). The 2008 Global Financial Crisis and the Liquidity Management of the Central Bank of the Republic of Turkey. International Journal of Economics and Finance, (3: 2), 186-193. Ertuğrul, A. and Yeldan, E. (2003). On the Structural Weaknesses of the post-1999 Turkish Disinflation Program. Turkish Studies, 4(2). Eschenbach, F. (2004). Finance and Growth: A Survey of the Theoretical and Empirical Literature”, Tinbergen Institute Discussion Paper, 039/2, 1-48. Esen, O. (1998). Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal Serbestleşme Programlarına Eleştirisel Bir Yaklaşım. İktisat İşletme ve Finans, (13:145), 23-30. Esen, O. (2005). Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları ve Türk Bankacılık Sektörü. Siyasal Dergisi, (1:1), 1-21. 266 Esen, O. (2010). Bankacılık Krizleri, Yeniden Yapılandırma Programları: Financial Openness in Turkey. International Review of Applied Economics, 14:1, 5-23. Eser, K. (1993). Mali Baskı Altındaki Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal Liberalizasyon Politikalarının Etkinliği. Ekonomik Yaklaşım Dergisi, (4:10), 82-100. Eser, K. (1995). 1994 Finans Krizi ve Finans Kesiminde Reform Arayışları. İktisat İşletme ve Finans, 10 (114), 48-56. Fama, E. F. (1970). Efficient Capital Markets: A Review of Theory and Empirical Work. The Journal of Finance, 25 (2), 383-417. Fanelli, J. M. and Medhora, R. (2001). The Emerging International Financial Architecture and Its Implications for Domestic Financial Architecture. In Conference on "Domestic Finance & Global Capital in Latin America". Organized by the Latin America Research Group, Research Department. Federal Reserve Bank of Atlanta. Miami, Florida, 1-2. Federici, D. and Caprioli, F. (2009). Financial Development and Growth: An Empirical Analysis. Economic Modelling, 26(2), 285-294. Ferrari-Filho, F. and De Paula, F. L. (2009). Exchange Rate Regime Proposal for Emerging Countries: A Keynesian Perspective. Journal of Post Keynesian Economics, 31 (2), 227-248. Financial Stability Board (2009a, September). İnternet: Improving Financial Regulation, Report of the Financial Stability Board to G20 Leaders. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_090925b.pdf adresinden 02.03.2013 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Board (2009b). İnternet: Guidance to Assess the Systemic Importance of Financial Institutions, Markets and Instruments: Initial Considerations. Report to the G20 Finance Ministers and Central Bank Governors. http://www.imf.org/external/np/g20/pdf/100109.pdf adresinden 20.12.2013 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Board (2011a, April). İnternet: Shadow Banking: Scoping The Issues: A Background Note of the Financial Stability Board. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_110412a.pdf adresinden 02.03.2013 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Board (2011b, October). İnternet: Shadow Banking: Strengthening Oversight and Regulation: Recommendations of the Financial Stability Board. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_111027a.pdf adresinden 02.03.2012 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Board (2012a). İnternet: Strengthening the Oversight and Regulation of Shadow Banking: Progress Report to G20 Ministers and Governors. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_120420c.pdf adresinden 02.03.2012 tarihinde alınmıştır. 267 Financial Stability Board (2012b). İnternet: Global Shadow Banking Monitoring Report 2012. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_121118c.pdf adresinden 02.03.2012 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Board (2012c). İnternet: Global Shadow Banking Monitoring Report 2012: Exhibits 2-1, 2-2 and 2-3. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_121128.pdf adresinden 02.03.2012 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Board (2013). İnternet: IMN Survey of National Progress in the Implementation of G20/FSB Recommendations, Turkey. http://www.financialstabilityboard.org/implementation_monitoring/turkey_2013.pdf, adresinden 10.11.2013 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Forum (2000). İnternet: Report of the Follow-up Group on Incentives to Foster the Implementation of Standards. Prepared for the Meeting of the Financial Stability Forum. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_0009.pdf, adresinden 20.10.212 tarihinde alınmıştır. Financial Stability Forum (FSF). (2008, April). İnternet: Report of the Financial Stability Forum on Enhancing Market and Institutional Resilience. http://www.financialstabilityboard.org/publications/r_0804.pdf adresinden 20.12.2013 tarihinde alınmıştır. Fischer, S. (1997). Financial System Soundness. Finance and Development, 34, 14-16. Fischer, S. (1999a). Reforming the International Financial System. The Economic Journal, 109(459), F557-F576. Fischer, S. (1999b). On the Need for an International Lender of Last Resort. The Journal of Economic Perspectives, 85-104. Flood, R. P. and Garber, P. M. (1981). A Systematic Banking Collapse In a Perfect Foresight World. NBER Working Paper, 691. Frankel, J. A. and Saravelos, G. (2010). Are Leading Indicators of Financial Crises Useful for Assessing Country Vulnerability? Evidence From the 2008-09 Global Crisis. National Bureau of Economic Research, Working Paper 16047. Frankel, J. A. ve Roubini, N. (2001). The Role of Industrial Country Policies in Emerging Market Crisis. NBER Working Paper Series, 8634. Fry, M. J. (1978). Money and Capital or Financial Deepening in Economic Development?. Journal of Money, Credit and Banking, 464-475. Fry, M. J. (1997). In favour of financial liberalisation. The Economic Journal, 107(442), 754-770. G20 (2008, November). Declaration: Summit on Financial Markets and the World Economy.https://www.g20.org/sites/default/files/g20_resources/library/Washington_ Declaration.pdf, adresinden 16.06. 2013 tarihinde alınmıştır. 268 G20 (2009b, September). Leaders’ Statement the Pittsburgh Summit. http://ec.europa.eu/commission_20102014/president/pdf/statement_20090826_en_2. pdf, adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır. G20 (2010a, January). Toronto Summit Declaration. http://www.g20.utoronto.ca/2010/g20_declaration_en.pdf, adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır. G20 (2010b). The Seoul Summit Document. https://www.g20.org/sites/default/files/g20_resources/library/Seoul_Summit_Docum ent.pdf, adresinden 17.06.2013 tarihinde alınmıştır G20 (2011, November). Cannes Summit Final Declaration, Building Our Common Future: Renewed Collective Action for the Benefit of All. http://www.g20.utoronto.ca/2011/2011-cannes-declaration-111104-en.html, adresinden 17.06.2013 tarihinde alınmıştır. G20 (2012). Leaders Declaration, Los Cabos Mexico. http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_Data/docs/pressdata/en/ec/131069.pdf, adresinden 17.06.2013 tarihinde alınmıştır. G20 (2013). B20-G20 Partnership For Growth and Jobs, Recommendation from Business. https://www.g20.org/sites/default/files/g20_resources/library/B20_WhiteBook_1608 13_3.pdf, adresinden 21.01.2014 tarihinde alınmıştır. G20 London SummitLeaders’ Statement. (2009a, April). https://www.imf.org/external/np/sec/pr/2009/pdf/g20_040209.pdf, adresinden 16.06.2013 tarihinde alınmıştır. Geçer, T. (2009). Basel, Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu ve Türkiye Uygulaması. Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1), 83-109. Gençay, O. (2007). Finansal Dolarizasyon ve Finansal İstikrar Arasındaki İlişki: Türkiye Değerlendirmesi. TCMB Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara. Gertler, M. ve Rose, A. (1994). Finance, Public Policy and Growth. Gerard Caprio Jr. vd., 13-48. Gibson, H. D. and Tsakalotos, E. (1994). The Scope and Limits of Financial Liberalisation in Developing Countries: A Critical Survey. The Journal of Development Studies, 30(3), 578-628. Giovanoli, M. (2009). The Reform of the International Financial Architecture After the Global Crisis. International Law and Politics, 42(81). Girma, S. and Shortland, A. (2008). The Political Economy of Financial Development. Oxford Economic Papers, 60(4), 567-596. Gnanadesikan, R. (2011). Methods For Statistical Data Analysis of Multivariate Observations, Second Edition, A Wiley-Interscience Publication. 269 Goldsmith, R. W. (1969). Financial Structure and Economic Development. New Haven: Yale University Press. Goldsmith, R. W. (1975). The Quantitative International Comparison of Financial Structure and Development. The Journal of Economic History, 35(01), 216-237. Goldstein, I. (2005a). Strategic Complementarities and the Twin Crises. The Economic Journal, 115, 368-390. Goldstein, M. (2005b). The International Financial Architecture. The United States and the World Economy: Foreign Economic Policy for the Next Decade, 373-407. Goldstein, M., Kaminsky, G. L. and Reinhart, C. M. (2000). Assessing Financial Vulnerability: An Early Warning System For Emerging Markets. Institute for International Economics, Washington D.C. Goodhart, C. A. (1987). Why Do Banks Need A Central Bank?. Oxford Economic Papers, 39(1), 75-89. Gouider, A. L. and Trabelsi, M. (2006). Does Financial Market Development Matter in Explaining Growth Fluctuations?. Savings and Development, 469-495. Grabel, I. (1995). Speculation-Led Economic Development: A Post-Keynesian Interpretation of Financial Liberalization Programmes in The Third World. International Review of Applied Economics, 9(2), 127-249. Grabel, I. (2003). International Private Capital Flows and Developing Countries. Rethinking Development Economics içinde, Edit. Ha-Joon Chang, New York. Grabel, I. (2009). Financial Systems and Economic Development in the 21st Century: Are We All Keynesians Yet?. International Conference on Developments in Economic Theory and Policy, Spain. Griffith-Jones, S. (1999). A New Financial Architecture for Reducing Risks and Severity of Crisis. Institute of Development Studies, University of Sussex. Griffith-Jones, S. (2002). İnternet: New Financial Architecture as a Global Public Good. Web: http://www.ids.ac.uk/files/griffithj4.pdf, 24.10.2012 tarihinde alınmıştır. Griffith-Jones, S. (2003). International Financial Stability and Market Efficiency As A Global Public Goods. Providing Global Public Goods içinde, Ed. Kaul vd., Oxford University Press, New York, 435-454. Gropp, R., Vesala, J. and Vulpes, G. (2006). Equity and Bond Market Signals as Leading Indicators of Bank Fragility. Journal of Money, Credit and Banking, 399-428. Güloğlu, B. ve Altunoğlu, E. (2002). Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 27, 107-134. Haldane, A., & Kruger, M. (2001). The Resolution of International Financial Crises: Private Finance and Public Funds. Bank of Canada Review, 2001(Winter), 3-13. 270 Hawkins, J. and Klau, M. (2000). Measuring Potential Vulnerabilities in Emerging Market Economies.BIS Working Papers, 91. Helleiner, E. (1995). Explaining the Globalization of Financial Markets: Bringing States Back In. Review of International Political Economy, 2(2), 315-341. Helleiner, G. (2000). Small Countries and the New World Financial Architecture. Crisis, 56. Hermes, N. ve Lensink, R. (2000). Financial System Development in Transition Economies. Journal of Banking & Finance, 24:4, 507-524. Herrero, A. G., & Del Rio, P. (2003). Financial Stability And The Design of Monetary Policy. Communications, 33(40.62), 07-29. Hoe, E. K. ve Xiong, K. R. (2008). Asia: A Perspective on the Subprime Crisis. Finance and Development, 19-23. Hollo, D., Kremer, M. and Lo Duca, M. (2012). CISS-a Composite Indicator of Systemic Stress in the Financial System. European Central Bank Working Paper Series, No. 1426. Huang, W. (2006). Emerging Markets Financial Openness and Financial Development. University of Bristol Discussion Paper, 588. International Monetary Fund, IMF. (1998). World Economic Outlook. Washington D.C. International Monetary Fund, IMF. (2002). İnternet: List of Standards, Codes and Principles Useful for Bank and Fund Operational Work and for which Reports on the Observance of Standards and Codes Are Produced. https://www.imf.org/external/standards/scnew.htm adresinden 25.06.2012 tarihinde alınmıştır. International Monetary Fund, IMF. (2006). İnternet: Financial Soundness Indicators, Compilation Guide. http://www.imf.org/external/pubs/ft/fsi/guide/2006/index.htm, adresinden 25.03.2014 tahinde alınmıştır. International Monetary Fund, IMF. (2007a); “World Economic Outlook”, Washington D.C. International Monetary Fund, IMF. (2007b, October). İnternet: Financial Soundness Indicators: Experience with the Coordinated Compilation Exercise and Next Steps. Web: http://www.imf.org/external/np/pp/2007/eng/101807a.pdf, 16.02.2014 tarihinde alınmıştır. International Monetary Fund, IMF. (2012). International Financial Statistic CD-ROM. International Monetary Fund, IMF. (2013). İnternet: Financial Sector Assessment Program (FSAP). http://www.imf.org/external/NP/fsap/fssa.aspx, 01.09.2013 tarihinde alınmıştır. Işık, S. ve Togay, S. (2002). Para Krizi Modellerinin Eleştirisi ve Uluslararası Para Sisteminin Düzenlenmesine Yönelik Keynesyen Öneriler. İktisat İşletme ve Finans, 17(191), 31-53. 271 Ito, H. (2006). Financial Development and Financial Liberalization in Asia: Thresholds, Institutions and the Sequence of Liberalization. The North American Journal of Economics and Finance, 17(3), 303-327. İnternet: Sermaye Piyasası Kurulu, SPK İstatistiksel Veriler. Web: http://www.spk.gov.tr/. İnternet: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, http://www.tmsf.org.tr/tarihce.tr. İnternet: Türkiye Bankalar Birliği, Veri Sorgulama Sistemi, Web: http://www.tbb.org.tr/. İnternet: Türkiye İstatistik Kurumu, İstatistik Göstergeler, http://www.tuik.gov.tr. Johansen, S. and Juselius, K. (1990). Maximum Likelihood Estimation and Inference on Cointegration—With Applications to the Demand for Money. Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 52(2), 169-210. Jolliffe, I. (2005). Principal Component Analysis. John Wiley and Sons, Ltd. Jung, W. S. (1986). Financial Development and Economic Growth: International Evidence. Economic Development and Cultural Change, 34:2, 333-346. Kaminsky, G. L. ve Reinhart, C. M. (1999). The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance-of-Payments Problems. American Economic Review, (89:3), 473-500. Kane, E. J. (2006). Basel II: A Contracting Perspective. NBER Working Paper Series, WP/12705, 1-32. Kapur, B. K. (1976). Alternative Stabilization Policies for Less-Developed Economies. The Journal of Political Economy, 777-795. Kapur, B. K. (1983). Optimal Financial and Foreign-Exchange Liberalization of Less Developed Economies. The Quarterly Journal of Economics, 41-62. Kar, M. and Pentecost, E. J. (2000). Financial Development and Economic Growth in Turkey: Further Evidence on the Causality Issue. Economic Research Paper, 27. Kar, M., Peker, O. and Kaplan, M. (2008). Trade Liberalization, Financial Development and Economic Growth in the Long Term: The Case of Turkey. South East European Journal of Economics and Business, 3(2), 25-38. Kara, H. (2012). Küresel Kriz Sonrası Para Politikası. İktisat İşletme ve Finans, 27(315), 936. Kaufman, G. G. (1998). Central Banks, Asset Bubbles and Financial Stability. FED Bank of Chicago Working Paper, (12). Kendall, D. G. (1951). Some Problems in the Theory of Queues. Journal of the Royal Statistical Society, Series B., 13 (2), 151-185. Kenen, P. B. (2002). The International Financial Architecture: Old Issues and New Inıtiatives. International Finance:5:1, 23-45. 272 Keynes, J. M. (1961). The General Theory of Employment, Interest and Money, Macmillan Ltd., London. Khalifa Al-Yousif, Y. (2002). Financial Development and Economic Growth: Another Look at the Evidence From Developing Countries. Review of Financial Economics, 11(2), 131-150. Khan, M. A., Qayyum, A., Sheikh, S. A. and Siddique, O. (2005). Financial Development and Economic Growth: The Case of Pakistan [with Comments]. The Pakistan Development Review, 819-837. Khan, M. S. ve Semlali, A. S. (2000). Financial Development and Economic Growth: An Overview. IMF Working Paper, 00/209. Kibritçioglu, A. (2003). Monitoring Banking Sector Fragility. The Arab Bank Review, 5(2), 51-66. Kibritçioğlu, A. (2001). Türkiyerde Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001. Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, 1(7), Sayı 41, 174-182. Kibritçioğlu, A. (2010). Küresel Finansal Krizinin Türkiye’ye Etkileri. Konrad Adenauer Stiftung, 2010. Kilian, L. (1999). Finite-Sample Properties of Percentile and Percentile Bootstrap Confidence Intervals For Impulse Responses. Review of Economics and Statistics, 81(4), 652-660. King, R. G. and Levine, R. (1993). Finance, Entrepreneurship and Growth. Journal of Monetary Economics, 32(3), 513-542. Klein, M. W. and Olivei, G. P. (2008). Capital Account Liberalization, Financial Depth, and Economic Growth. Journal of International Money and Finance, 27(6), 861-875. Komulainen, T. (2004). Essays on Financial Crises in Emerging Markets. No. E: 29/2004, Bank of Finland Studies. Koop, G., Pesaran, M. H. and Potter, S. M. (1996). Impulse Response Analysis in Nonlinear Multivariate Models. Journal of Econometrics, 74(1), 119-147. Köne, A. Ç. (2003). Para-Sermayenin Yeniden Yapılandırılması: Türk Özel Bankacılık Sektörü Örneği. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 4(2), 233-246. Köse, M. A., Prasad, E. S. and Terrones, M. E. (2003). Financial Integration and Macroeconomic Volatility. IMF Staff papers, 119-142. Krueger, A. O. (1995). Partial Adjustment and Growth in the 1980s in Turkey. NBER Working Paper, 7662, 343-368. Krugman, P. (1979). A Model of Balance-of-Payments Crises. Journal of Money, Credit and Banking, 11(3), 311-325. 273 Krugman, P. (1998). İnternet: What Happened to Asia. Web: http://attac-typo.heinleinsupport.de/extern/finanzmarktcd/texte_abc/k/krugman_asia.pdf, 16.09.2012 tarihinde alınmıştır. Krugman, P. (1999). Balance Sheets, The Transfer Problem, and Financial Crises. In International Finance and Financial Crises, Springer Netherlands, 31-55. Krzanowski, W. J. (2000). Principles of Multivariate Analysis. Revised Edition, Oxford University Press. Kuzu, Ö. H. (2013). Türk Bankacılık Sektöründeki Yeniden Yapılanmaların Tarihsel Gelişim İçerisinde Analitik Olarak İncelenmesi. Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2 (4), 27-38. Lai, A. (2003). Financial Fragility: A Survey of The Theoretical Literature. Essays on Financial Stability by John Chant, Alexandra Lai, Mark Illing, Fred Daniel, Bank of Canada Technical Report, 95. Lane, P. R. and Milesi-Ferretti, G. M. (2003). International Financial Integration. IMF Staff Papers, 82-113. Law, S. H. and Demetriades, P. (2005). Openness, Institutions and Financial Development. University of Leicester, Department of Economics, Working Paper, 05/08. Leone, A. M., Gill, M., Hilbers, P., Blaschke, W., Krueger, R., Moretti, M. and Berge, J. T. (2000). Macroprudential Indicators of Financial System Soundness (Vol. 192). International Monetary Fund. Levine, R. (1997). Financial Development and Economic Growth: Views and Agenda. Journal of Economic Literature, 35:2, 688-726. Levine, R. (2005). Finance and Growth: Theory and Evidence. Handbook of Economic Growth, (1), 865-934. Liberi, J. (2003). The Financial Stability Forum: A Step in the Right Direction…Not Far Enough. Journal of Economic Law, (24). Lindgren, M. C. J. and Folkerts-Landau, M. D. (1998). Toward a Framework for Financial Stability (EPub). International Monetary Fund. Lipietz, A. (1997). The Post-Fordist World: Labour Relations, International Hierarchy and Global Ecology. Review of International Political Economy, 4(1), 1-41. Litterman, R. B. (1983). A Random Walk, Markov Model For The Distribution of Time Series. Journal of Business & Economic Statistics, 1(2), 169-173. Loayza, N. V. and Ranciere, R. (2006). Financial Development, Financial Fragility, and Growth. Journal of Money, Credit and Banking, 1051-1076. Louzis, D. P. and Vouldis, A. T. (2011). A Financial Systemic Stress Index for Greece. In First Conference of the Macro-Prudential Research Network of the European System of Central Banks in Frankfurt, No. 155. 274 Lynch, D. (1996). Measuring Financial Sector Development: A Study of Selected Asia‐ Pacific Countries. The Developing Economies, 34(1), 1-27. Maliszewski, K. (2009). Measuring Stability of the Polish Financial System by Means of a Synthetic Index. Warsaw School of Economics, Poland. Mandelbrot, B. (1966). Forecasts of Future Prices, Unbiased Markets, and" Martingale" Models. Journal of Business, 242-255. McKinnon, R. I. (1973). Money and Capital in Economic Development. Brookings Institution Press. Minsky, H. P. (1977). The Financial Instability Hypothesis: An Interpretation of Keynes and An Alternative To "Standard" Theory. Challenge, 20-27. Mishkin, F. S. (1999). Global Financial Instability: Framework, Events, Issues. The Journal of Economic Perspectives, 13 (4), 3-20. Mishkin, F. S. (2001). Financial Policies and The Prevention of Financial Crises in Emerging Market Countries. NBER Working Paper, No. 8087. Mishkin, F. S. (2006). Para, Bankacılık ve Finansal Piyasalar İktisadı. Çev. Edit. Prof. Dr. Nazım Engin, Akademi Yayıncılık. Moore, B. J. (1986). Inflation and Financial Deepening. Journal of Development Economics, 20(1), 125-133. Moseley, F. (1997). The Rate of Profit and The Future of Capitalism. Review of Radical Political Economics, 29(4), 23-41. Murinde, V. and Eng, F. S. (1994). Financial Development and Economic Growth in Singapore: Demand-Following or Supply-Leading?. Applied Financial Economics, 4(6), 391-404. Mutlutürk, Ş. (2012). Makroihtiyati Politika Aracı Olarak Zorunlu Karşılıkların Kullanılması: Türkiye Örneği ve Bankacılık Sektörü Üzerine Etkisi. Bankacılar Dergisi, Sayı 81, Yıl 23, 102-120. Ndikumana, L. (2005). Financial Development, Financial Structure, and Domestic Investment: International Evidence. Journal of International Money and Finance, 24(4), 651-673. Oatley, T. (2001). The Dilemmas of International Financial Regulation. Regulation, 23 (4), 36-39. Obstfeld, M. (1986). Rational and Self-Fulfilling Balance-of-Payments Crisis. The American Economic Review, 76(1), 72-81. Ocampo, J. A. ve Griffith-Jones, S. (2007). A Counter-Cyclical Framework For A Development-Friendly International Financial Architecture. DESA Working Paper, (39), 1-21. 275 Oksay, S. (2000). Finansal Piyasalarda Yeni Yasal Düzenlemeler (Reregulation) İhtiyacı ve Türk Finans Sistemi. Öneri Dergisi, 75(10). Onaran, Ö. (2006). Speculation-Led Growth and Fragility in Turkey: Does EU Make A Difference or Can It Happen Again?. Vienna University Department of Economics Working Paper Series, (93), 1-32. Ongun, M. T. (2001). İstikrar Arayışından Krize: Bir Değerlendirme. G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, (2), 1-14. Organisation for Economic Co-Operation and Development, OECD. (2004). İnternet: OECD Principles of Corporate Governance. Organization for Economic Co-operation and Development, http://www.oecd.org/corporate/ca/corporategovernanceprinciples/31557724.pdf adresinden 16.09.2012 tarihinde alınmıştır. Organization for Economic Co-Operation and Development, OECD. (2008). Handbook on Constructing Composite Indicators, Methodology and User Guide. JRC European Commission, OECD publication. Outreville, J. F. (1999, October). Financial Development, Human Capital and Political Stability. United Nations Conference on Trade and Development. Öçal, T. ve Çolak, Ö. F. (1999). Finansal Sistem ve Bankalar, Nobel Yayınları. Öniş, Z. ve AYSAN, A. F. (2010). Neoliberal Globalization, the Nation-State and Financial Crisis in the Semi-Periphery: A Comparative Analysis. Third World Quarterly, 21(1), 119-139. Özatay, F. (2009). Finansal Krizler ve Türkiye, Doğan Yayıncılık. Özatay, F. (2012). Para Politikasında Yeni Arayışlar ve TCMB. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, Rapor, R201202. Özatay, F., Sak, G., Garber, P. ve Ghosh, A. (2002). Banking Sector Fragility and Turkey's 2000-01 Financial Crisis [with Comments and Discussion]. In Brookings Trade Forum, Brookings Institution Press, 121-172. Özcan, B. ve Arı, A. (2011). Finansal Gelişme ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkinin Ampirik Bir Analizi: Türkiye Örneği. Özdemir, Z. (2010). Bilanço Yapısı İtibarıyla Türk Bankacılık Sistemi. Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 50. Özince, E. (2005). Türkiye Bankalar Birliği 48. Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşması, Bankacılar Dergisi, 53. Özince, E. (2008). İnternet: Finansal Sektör- Uluslararası Gelişmeler ve Türkiye Deneyimi. http://journal.mufad.org.tr/attachments/article/273/3.pdf adresinden 12.10.2013 tarihinde alınmıştır. 276 Öztürk, N., Darıcı, H. K. and Kesikoğlu, F. (2011). Ekonomik Büyüme ve Finansal Gelişme İlişkisi: Gelişmekte Olan Piyasalar İçin Bir Panel Nedensellik Analizi. Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, 30(1), 53-69. Patrick, H. T. (1966). Financial Development and Economic Growth in Underdeveloped Countries. Economic Development and Cultural Change, 14:2, 174-189. Poole, W. (2004). Maintaining Financial Stability: A Central Banker’s Perspective. Czech Economic Association Conference, (11). Poyraz, E. (2012). Türk Bankacılık Sektöründe Optimal Kredi Düzeyinin Belirlenmesi. Business and Economics Research Journal, 3(2), 41-49. Pozsar, Z., Adrian, T., Ashcraft, A. and Boesky, H. (2010). Shadow Banking. Staff Report, Federal Reserve Bank of New York, 458, 1-82. Rajan, R. G. and Zingales, L. (2003). The Great Reversals: The Politics of Financial Development in the Twentieth Century. Journal of Financial Economics, 69(1), 5-50. Rana, P. B. (2010). Evolving Global Economic Architecture: Will We Have a New Bretton Woods. RSIS Working Paper, 215. Reinhardt, D., Ricci, L. A. and Tressel, T. (2013). International Capital Flows and Development: Financial Openness Matters. Journal of International Economics, 91(2), 235-251. Reinhart, C. M. and Felton, A. (2008). The First Global Financial Crisis of the 21st Century. MPRA Paper, No. 11862, 1-206. Reinhart, C. M. and Rogoff, K. S. (2010). Bu Defa Farklı: Finansal Çılgınlığın 800 Yıllık Tarihi, NTV Yayınları. Repullo, R. and Saurina, J. (2011). The Countercyclical Capital Buffer of Basel III: A Critical Assessment. CEMFI Working Paper, 1102, Mart, 1-31. Rodrik, D. (1990). Premature Liberalization, Incomplete Stabilization: The Özal Decade in Turkey. NBER Working Paper, 3300, 1-47. Rodrik, D. (2009). Tek Ekonomi Çok Reçete: Küreselleşme, Kurumlar ve Ekonomik Büyüme, Çev. Neşenur Domaniç, Eflatun Yayınevi. Rossi, M. (1999). Financial Fragility and Economic Performance in Developing EconomiesDo Capital Controls, Prudential Regulation and Supervision Matter?. International Monetary Fund Working Paper, WP/99/66. Rousseau, P. L. and Sylla, R. (2003). Financial Systems, Economic Growth, and Globalization. In Globalization in Historical Perspective, University of Chicago Press, 373-416. Rousseau, P. L. and Wachtel, P. (2001). Inflation, Financial Development and Growth. In Economic Theory, Dynamics and Markets, Springer US, 309-324. 277 Sachs, J., Tornell, A. and Velasco, A. (1996). Financial Crises in Emerging Markets: the Lessons From 1995. Working Paper 5576, National Bureau of Economic Research. Sak, G. (1995). Public Policies Towards Financial Liberalization: A General Framework and An Evaluation of the Turkish Experience in the 1980’S. Yayın No: 22, Sermaye Piyasası Kurulu, Ankara. Samuelson, P. A. (1965). Proof That Properly Anticipated Prices Fluctuate Randomly. Industrial Management Review, 6(2), 41-49. Santomero, A. M. (2002). Bankacılık Düzenlemeleri Banka Müşterilerine Nasıl Yansır?. Bankacılar Dergisi, 43. Schinasi, G. J. (2003). Responsibility of Central Banks for Stability in Financial Markets. IMF Working Paper, WP/03/121. Schinasi, G. J., Truman, E. M. (2010). Reform of the Global Financial Architecture. Peterson Institute for International Economics, Working Paper Series, 2010/05. Scholtens, B. (2000). Financial Regulation and Financial System Architecture in Central Europe. Journal of Banking and Finance, 24(4), 525-553. Selçuk, B. (2006). Yükselen Ekonomilerde Kriz Dönemlerinde Bankacılık Sistemlerinin Yeniden Yapılandırılması ve Türkiye Örneği. Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, İstanbul. Selçuk, B. (2010). Küresel Krizin Türk Finans Sektörü Üzerindeki Etkileri. Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2(2), 21-27. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) (2013, Temmuz). İnternet: Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği. Web: http://www.spk.gov.tr/apps/teblig/displayteblig.aspx?id=442&ct=f&action=displayfil e&submenuheader=null&ext=.pdf, 12.12.2013 tarihinde alınmıştır. Shaw, E. S. (1973). Financial Deepening in Economic Development, New York: Oxford University Press. Shin, H. S. (2010). Macroprudential Policies Beyond Basel III. Policy Memo, Princeton University. Soederberg, S. (2002). On the Contradictions of the New International Financial Architecture: Another Procrustean Bed for Emerging Markets?. Third World Quarterly, 23(4), 607-620. Sönmez, S. (2005). Dünya Ekonomisinde Dönüşüm. İmge Kitabevi. Sönmez, S. (2006). Türk İktisat Politikalarındaki ‘Çıpa’: Dış Borçlanma. İktisadi Kalkınma Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları. Standard and Poor’s (2008). İnternet: Monthly Report World By Number. Web:http://www2.standardandpoors.com/spf/pdf/index/040808_WorldbyNumbersReport.pdf, 12.05.2013 tarihinde alınmıştır. 278 Stiglitz, E. J. (1989). Using Tax Policy to Curb Speculative Short-Term Trading. Journal of Financial Services Research, Volume 3, Issue 2-3, 3-17. Stiglitz, J. E. (1999). Reforming the Global Economic Architecture: Lessons From Recent Crises. The Journal of Finance, 54(4), 1508-1522. Stock, J. H. and Watson, M. W. (2011). Ekonometriye Giriş. Çev. Bedriye Saraçoğlu, Efil Yayınevi, Yayın No. 126. Summers, H. L. (1999). Building An International Financial Architecture For The 21st Century. Cato Journal, 18(3), 322-329. Sundararajan, V. and Balino, T. J. (1991). Banking Crises: Cases and Issues. International Monetary Fund. Sundararajan, V., Marston, D. and Basu, R. (2001). Financial System Standards and Financial Stability: The Case of Basel Core Principles. IMF Working Papers, 1-33. Şahin, H. (1997). Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi-Bugünkü Durumu, Ezgi Kitabevi Yayınları. Şahin, İ. (2013). Küresel Finansal Kriz Esnasında Geliştirilen Bankacılık Düzenlemelerinden Basel III Kriterlerinin Kapsamı ve Uygulama Süreci. Muhasebe ve Finansman Dergisi, 149-166. Tabachnick, B. G. and Fidell, L. S. (2001). Using Multivariate Statistics. Fifth edition, Chp. 2, Pearson. Tarı, R. (2012). Ekonometri. Gözden Geçirilmiş 8. Baskı, Umuttepe Yayınları. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, TMSF. http://www.tmsf.org.tr/tarihce.tr adresinden 28.11.2013 tarihinde alınmıştır. Taylor, L. (1983). Structuralist Macroeconomics: Applicable Models fort he Third World, Basic Books, New York. The Financial Crisis Inquiry Report, Final Report of the National Commission on the Causes of the Financial and Economic Crisis in the United States. Official Government Edition (2011, January). http://www.gpo.gov/fdsys/pkg/GPO-FCIC/pdf/GPOFCIC.pdf, adresinden 17.07.2013 tarihinde alınmıştır. Thiel, M. (2001). Finance and Economic Growth-A Review of Theory and The Available Evidence (No. 158). Directorate General Economic and Monetary Affairs, European Commission. Tiryaki, G. ve Yılmaz, A. (2012). Bankacılık Düzenlemeleri ile Finansal İstikrar İlişkisi: 1990-2010 Türkiye Deneyimi. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 32(1), 69-94. Tobin, J. (1978). A Proposal For International Monetary Reform. Eastern Economic Journal, 4(3/4), 153-159. 279 Tokgöz, E. (2007). Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2007). İmaj Yayınevi, 8. Baskı. Toprak, M. (1993). 1980 Sonrası Ekonomide Yapısal Değişim ve Finansla Derinleşme. İktisat İşletme ve Finans, 8(83), 18-32. Tsomocos, D. P. (2003). Equilibrium Analysis, Banking, Contagion and Financial Fragility. The Bank of England’s Working Paper Series, 175. Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (2000). İnternet: 2000 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık Sistemi. Sayı: 31. http://www.tbb.org.tr/tr/arastirma-veyayinlar/arastirma-ve-sunumlar/2001---2000/277 adresinden 20.09.2012 tarihinde alınmıştır. Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Aralık, 2001). Son Dönemde Bankacılık Alanında Gerçekleştirilen Yasal ve Düzenleyici Değişiklikler- 1999-2001. Bankacılar Dergisi, 12(39). Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Aralık, 2002a). İnternet: Bankacılar Dergisi. Yıl: 13, Sayı: 43. http://www.tbb.org.tr/dosyalar/dergiler/dokumanlar/43.pdf adresinden 23.10.2012 tarihinde alınmıştır. Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Eylül, 2002b). İnternet: Bankacılar Dergisi. Yıl: 13, Sayı: 42. http://kontrol.bumko.gov.tr/Eklenti/6852,yavuz-st-ic-kontrol-fonksiyonunbilesenleri.pdf?0 adresinden 23.10. 2012 tarihinde alınmıştır. Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Haziran, 2002c). İnternet: Bankacılar Dergisi, Yıl: 13, Sayı: 41. http://en.tbb.org.tr/Dosyalar/Dergiler/Dokumanlar/41.pdf adresinden 23.10.2012 tarihinde alınmıştır. Türkiye Bankalar Birliği, TBB. (Haziran, 2003). İnternet: Bankacılar Dergisi, Yıl: 14, Sayı: 45. http://www.tbb.org.tr/Dosyalar/Dergiler/Dokumanlar/45.pdf adresinden 23.10.2012 tarihinde alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Elektronik Veri Dağıtım Sistemi, EVDS. http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2005, Ağustos). İnternet: Finansal İstikrar Raporu. Sayı 1. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin.pdf, adresinden 16.02.2014 tarihinde alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2011, Mayıs). İnternet: Finansal İstikrar Raporu. Sayı 12.http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin12.pdf, adresinden 16.02.2014 tarihinde alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2012, Kasım). İnternet: Finansal İstikrar Raporu. Sayı 15.http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin15.pdf, adresinden 16.02.2014 tarihinde alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (2013, Kasım). İnternet: Finansal İstikrar Raporu. Sayı 17.http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin17.pdf, adresinden 21.02.2014 tarihinde alınmıştır. 280 Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, TCMB. (Aralık, 2010). İnternet: Finansal İstikrar Raporu, Sayı: 11. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/yayin/finist/Fir_TamMetin11.pdf adresinden 16.11.2013 tarihinde alınmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu, Temel İstatistikler, Ulusal Hesaplar, www.tuik.gov.tr. Ural, M. (2003). Finansal Krizler ve Türkiye. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 18(1). 11-27. Uygur E. (2001). Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri. Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 1. Uygur, E. (1990). Financial Liberalization and the Real Sector in Turkey. The Central Bank of the Republic of Turkey Research Department, Discussion Papers No: 9010. Uygur, E. (1993). Financial Liberalization and Economic Performance in Turkey. Central Bank of the Republic of Turkey. Uygur, E. (2010). The Global Crisis and Turkish Economy. Third World Network. Van Vijnbergen, S. (1982). Stagflationary Effects on Monetary Stabilization Policies: A Quantitative Analysis of South Korea. Journal of Development Economics, 10(2), 133169. Velasco, A. (1987). Financial Crises and Balance of Payments Crises: A Simple Model of the Southern Cone Experience. Journal of Development Economics, 27(1), 263-283. Von Furstenberg, G. M. and Fratianni, M. (1996). Indicators of Financial Development. The North American Journal of Economics and Finance, 7(1), 19-29. Von Hagen, J., & Fender, I. (1998). Central Bank Policy in a More Perfect Financial System. Open economies review, 9(1), 493-532. Voyvoda, E. ve Yeldan, E. (2006). Eğitim Yönlü Bir Endojen Büyüme Modelinde Türkiye Ekonomisi İçin Borç İdaresi Alternatiflerinin Analizi. İktisadi Kalkınma Kriz ve İstikrar-Oktar Türel’e Armağan içinde, İletişim Yayınları. Wade, R. (2007). A New Global Financial Architecture. New Left Review, 46. Weller, C. E. and Singleton, L. (2004). Political Freedom, External Liberalization and Financial Stability. International Review of Applied Economics, 18:1, 43-61. Williamson, J. and Mahar, M. (2002). Finansal Liberalizasyon Üzerine Bir İnceleme. Çev. Güven Delice, Liberte Yayınları: 66. Worrell, D., Cherebin, D. and Polius, T. (2001). Financial System Soundness in the Caribbean: An Initial Assessment (No. 2001-2123). International Monetary Fund. Wyplosz, C. (2001). How Risky is Financial Liberalization in the Developing Countries?. G-24 Discussion Paper Series, No. 14, United Nations Publication. 281 Yang, Y. Y. and Yi, M. H. (2008). Does Financial Development Cause Economic Growth? Implication for Policy in Korea. Journal of Policy Modeling, 30(5), 827-840. Yay, T., Yay, G. G. ve Yılmaz, E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası, Yayın No: 2001-47. Yeldan, E. (2002). Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler, Praksis, 1-14. Yeldan, E. (2003). Küreselleşmenin Neresindeyiz? Türkiye Ekonomisinde Borç Sorunu ve IMF Politikaları. Retrieved August, 17, 2005. Yeldan, E. (2004). Türkiye Ekonomisinde Dış Borç Sorunu ve Kalkınma Stratejileri Açısından Analizi. Çalışma ve Toplum Dergisi, 1. Yeldan, E. (2009). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi-Bölüşüm, Birikim ve Büyüme. İletişim Yayınları. Yen, G. and Lee, C. F. (2008). Efficient Market Hypothesis (EMH): Past, Present and Future. Review of Pacific Basin Financial Markets and Policies, 11(02), 305-329. Yentürk, N. (1999). Short-Term Capital Inflows and Their Impact on Macroeconomic Structure: Turkey in the 1990s. The Developing Economies. XXXVII-1, 89-113. Yılmaz, D. (Nisan, 2009). İnternet: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 77. Olağan Genel Kurul Toplantısı Açılış Konuşması. Web: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2009/Baskan_GK77.pdf, 20.06.2013 tarihinde alınmıştır. 282 EKLER EK-1. Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri Birinci Kuşak Para Krizi Modelleri Meksika (1973-1982) Arjantin (1978-81) İkinci Kuşak Para Krizi Modelleri Avrupa Para Sistemi (ERM) (1992-93) Latin Amerika (1994-95) Üçüncü Kuşak Para Krizi Modelleri Asya (1997) Sabit döviz kuru rejimi Para, maliye ve kur politikaları arasındaki uyumsuzluk Maliye politikalarının zayıflığı, ödemeler bilançosu dengesizliklerinin göz ardı edilerek bütçe açıklarının parasallaştırılması Etkin piyasa varsayımı altında finansal piyasaların kurumsal ve düzenleyici yapısının göz ardı edilmesi Döviz talebindeki ani artışların devalüasyona neden olması Yurtiçi kredi hacminin artması88, uluslararası rezervlerin azalması, faiz oranlarının yükselmesi Spekülatif saldırıların öngörülebilir nitelikte olması Hükümetin uyguladığı politika nedeniyle makroekonomik politikaların sürdürülemez duruma gelmesi ve kriz Krizlerin kendi kendini besleyen özellikte olması (self fulfillment) Kriz çıkabileceğine yönelik kötümser beklentiler Sabit döviz kuru rejimi Döviz kuru rejimi ile makroekonomi politikaları arasındaki uyumsuzluğa hükümetin devalüasyon maliyetini de göz önüne alarak aktif biçimde müdahalede bulunması, döviz kuru rejimini terk etmesi Etkin piyasa varsayımı altında finansal piyasaların kurumsal ve düzenleyici yapısının göz ardı edilmesi Spekülatif saldırıların öngörülebilir nitelikte olmaması ve kriz Hükümetin uyguladığı politikaların ahlaki riske yol açması Sabit döviz kuru rejimi Makroekonomik politikalar ile döviz kuru rejimi arasındaki uyumsuzluk Para ve bankacılık krizlerinin birbirini besleyerek birlikte yayılması (İkiz krizler) 89 Ülkenin kurumsal ve düzenleyici yapısının zayıf olması Bankacılık kesimi ve bankacılık kesimi dışındaki özel kesimin bilançolarının riskli olması Hızlı sermaye çıkışlarının döviz kurunu yükseltmesi, firmaların bilançolarını riskli hale getirmesi ve kriz Kredi piyasalarındaki hareketlilik genellikle hisse senedi ve gayrimenkul piyasaları ile ilgilidir. Kredi hacminde hızlı yükselişlerin gözlendiği dönemlerde geri ödemeler aksamakta, tahsil edilemeyen alacaklar hızla artmakta ve mevduat sahiplerinin taleplerinin karşılanmasında sorunlar yaşanmaktadır (Akyüz, 2004: 6). 89 Para ve bankacılık krizleri birbirlerini karşılıklı olarak etkileyebilmektedirler. Para krizinin bankacılık krizine ya da bankacılık krizinin para krizine neden olması ikiz kriz olarak adlandırılmaktadır. Goldstein (2005a: 384), ikiz krizlerin en önemli sebebinin finansal serbestleşme olduğunu belirtir. Kaminsky ve Reinhard’ın (1999: 15) yaptıkları çalışmaya göre ikiz krizi kurtarma maliyeti GSYİH’nın %13.3’ü iken, yalnız bankacılık krizini kurtarma maliyeti GSYİH’nin %5.1’i gibi çok daha düşük bir orandır. Yine aynı şekilde ikiz krizlerde rezerv kaybı toplam rezervlerin %25.4’ü iken yalnız para krizinde bu oran %8.3 olmaktadır. 88 283 284 EK-1. (devam). Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri Birinci Kuşak Bankacılık Krizleri İkinci Kuşak Bankacılık Krizleri Meksika (1994) Doğu Asya (1997) Hükümetin uyguladığı hatalı faiz politikaları Vade uyumsuzluğu90 Mükemmel öngörü Banka aktiflerinin değerlerinin yanlış politkalar nedeniyle olumsuz etkilenmesi ve kriz Kendi kendini besleyen krizler Hükümetin uyguladığı hatalı makroekonomik politikalar Kriz çıkacağına yönelik kötümser beklentiler 91 Finansal Serbestleşme Sabit kur rejimi altında bankaların yaşadığı likidite sıkıntısı Sabit kur rejimi altında bankacılık kesiminin yabancı yükümlülüklerine açık ya da örtük garanti sağlaması Uluslararası rezervlerin bankacılık kesiminin yükümlülüklerinden daha yavaş artması Bankaların yurt içinde kredi hacmini genişletmesi Bankalara hücum ve kriz Vade ve para birimi uyumsuzluğu nedeniyle kriz dönemlerinde genellikle likiditede ani düşüşler, yurtiçi faiz oranında artış ve döviz kurunda düşüş yaşanmaktadır. Finansal aktörlerin yetersiz risk analizleri ve yurt içi finansal sistemin zayıf ihtiyatlı düzenlemeleri ise bu olumsuz durumu tetiklemektedir. Ancak, gelişmiş ülkelerin iyi düzenlenmiş sistemlerinde dahi risklerin öngörülemediği dönemlerde de aynı olumsuzluklar yaşanmaktadır. Nitekim önemli sorunlardan bir tanesi, mikroekonomik riskler üzerine odaklanılan ihtiyatlı düzenlemelerin, kökeni makroekonomik olan riskleri öngörememesidir. Bu çerçevede, yükselme dönemlerinde bireysel finansal aracıların kolektif riskleri benimseme yeteneğinin olmaması önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir (Ocampo ve Griffith-Jones, 2007: 3-7). 91 Doğu Asya krizinde, özel yatırımcıların ve borçluların kötümser beklentileri sermaye hesabında dalgalanmalar yaratmış, bu da cari işlemler hesabının bozulmasına ve kamu sektöründe bütçe açığına neden olmuştur. Uluslararası kuruluşların uygunsuz yapısal düzenleme önerileri de, ülkelerin IMF gibi uluslararası kuruluşlara başvurmayı geciktirmesine neden olmuştur (Griffith-Jones, 1999:265). 90 284 EK-1. (devam). Finansal Kriz Modelleri: Nedenleri ve Ayırt Edici Özellikleri Para ve Bankacılık Krizleri (İkiz Krizler) Arjantin 1981 ve 1986 Brezilya 1986 Şili 1982 Kolombiya 1985 Finlandiya 1981 İsrail 1983 Malezya 1997 Meksika 1982 ve 1984 Norveç 1986 Filipinler 1983 ve 1997 İspanya 1977 İsveç 1992 Tayland 1978 ve 1997 Uruguay 1971 ve 1982 Venezüela 1994 Ulusal paranın değer kaybetmesiyle bankaların döviz cinsinden yükümlülüklerinin artması, ya da ulusal paranın değer kazanmasıyla bankaların aşırı risk almaları, geri ödeme sorunlarının ortaya çıkması ve para krizinin bankacılık krizine neden olması Para tabanındaki ve dolayısıyla kredi arzındaki hızlı düşüş sonucunda yurtiçi kredi hacminin daralması, geri dönmeyen kredilerin artması ve para krizinin bankacılık krizine neden olması Bankacılık krizi sonucunda son borç başvuru merciinin kurtarma görevini yerine getirmesiyle faizler düşerken sabit kur rejiminin sürdürülemez olduğuna yönelik beklentilerin oluşması, spekülatif saldırıların gerçekleşmesi ve bankacılık krizinin para krizine neden olması Bankacılık krizi sonucunda son borç başvuru merciinin kurtarma görevini yerine getirmesiyle enflasyon ve devalüasyon beklentilerinin oluşması ve bankacılık krizinin para krizine neden olması Kaynak: Krugman (1979); Işık ve Togay (2002); Özatay vd. (2002); Obstfeld (1986); Krugman (1999); Flood ve Garber (1981); Diamond ve Dybvig (1983); Kaminsky ve Reinhart (1999: 10-23); Goldstein (2005a); Goldstein, Kaminsky ve Reinhart (2000: 31-32)’den derlenmiştir. 285 286 EK-2. 1990-2001 Dönemi Gecikme Uzunlukları (1990-2001 Dönemi) Lag LogL LR FPE AIC SC HQ 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 -2263.552 -1120.242 -1044.446 -987.4289 -945.8742 -902.8787 -872.5113 -832.4490 -783.6038 -729.8965 -676.8759 -643.0251 -557.5726 NA 2130.713 133.2183 94.16431* 64.22084 61.88744 40.48993 49.16736 54.76581 54.52103 48.20054 27.18321 59.55781 2288106. 0.144317 0.096825 0.087200* 0.100726 0.116135 0.166420 0.212882 0.248667 0.284642 0.352390 0.636755 0.590909 34.50836 17.92792 17.52191 17.40044* 17.51325 17.60422 17.88653 18.02195 18.02430 17.95298 17.89206 18.12159 17.56928 34.81411 19.30380* 19.96792 20.91658 22.09952 23.26063 24.61307 25.81862 26.89110 27.88991 28.89912 30.19879 30.71661 34.63260 18.48701* 18.51585 18.82924 19.37690 19.90273 20.61989 21.19016 21.62736 21.99089 22.36482 23.02921 22.91175 LM Otokorelasyon Testi Sonuçları (1990-2001 Dönemi) Gecikme Uzunluğu LM-ist. Olasılık 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 58.04499 47.04096 51.32952 56.66335 63.00217 36.59499 46.74624 48.75044 41.03441 35.98002 50.48945 59.16172 0.1764 0.5529 0.3825 0.2108 0.0862 0.9047 0.5650 0.4832 0.7836 0.9170 0.4144 0.1517 Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörleri (1990-2001 Dönemi) katsayı Std. hata t-istatistik katsayı Std. hata t-istatistik katsayı Std. hata t-istatistik FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKO ZKTA 1,000 0,000 0,000 0,000 1,000 0,000 0,000 0,000 1,000 -0,285 (0,044) [-6,477] -0,366 (0,055) [-6,654] 2,935 (0,394) [7,449] 0,071 (0,022) [3,227] 0,170 (0,028) [6,071] -0,265 (0,200) [-1,325] 0,002 (0,028) [0,071] 0,320 (0,035) [9,142] -1,302 (0,253) [-5,146] -0,611 (0,231) [-2,645] 0,175 (0,290) [0,603] -1,359 (2,065) [-0,658] 287 EK-3. 2002-2013 Dönemi Gecikme Uzunlukları (2002-2013 Dönemi) Lag 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 LogL -2164.966 -663.8215 -613.6438 -580.0447 -537.9126 -492.6461 -448.8069 -394.6075 -339.1008 -277.9572 -194.6552 -136.3470 -35.31078 LR NA 2820.332 88.95140 55.99844 65.75161 65.84224 59.11649 67.33866 63.07579 62.99638 76.99125 47.70671 71.95004* FPE 462053.6 0.000129 0.000127* 0.000163 0.000186 0.000207 0.000241 0.000247 0.000259 0.000263 0.000204 0.000250 0.000180 AIC 32.90857 10.90639 10.88854 11.12189 11.22595 11.28252 11.36071 11.28193 11.18334 10.99935 10.47962 10.33859 9.550163* SC 33.06145 12.12939* 13.18168 14.48516 15.65935 16.78605 17.93437 18.92572 19.89727 20.78341 21.33381 22.26291 22.54461 HQ 32.97070 11.40336* 11.82037 12.48857 13.02748 13.51890 14.03194 14.38802 14.72428 14.97514 14.89027 15.18409 14.83051 LM Otokorelasyon Testi Sonuçları (2002-2013 Dönemi) Gecikme Uzunluğu LM-ist. Olasılık 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 34.36146 57.13281 66.28262 49.59646 54.43210 33.58345 36.39935 43.63699 35.06285 58.66230 53.57598 46.94545 0.9440 0.1986 0.0505 0.4493 0.2754 0.9545 0.9087 0.6896 0.9332 0.1624 0.3031 0.5568 Normalize Edilmiş Eşbütünleşme Vektörleri (2002-2013 Dönemi) katsayı std.hata t-istatistik katsayı std.hata t-istatistik katsayı std.hata t-istatistik katsayı std.hata t-istatistik katsayı std.hata t-istatistik FSBE ÖTA LATA MKTA RZM TKÖ ZKTA 1,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 1,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 1,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 1,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 1,000 0,040 (0,020) [2,000] 0,796 (0,083) [9,590] -1,130 (0,145) [-7,793] 4,441 (0,594) [7,476] -4,705 (0,867) [-5,426] -0,058 (0,024) [-2,416] -0,474 (0,100) [-4,740] 1,314 (0,175) [7,508] -2,257 (0,714) [-3,161] 1,188 (1,043) [1,139] 288 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Soyadı, adı Uyruğu Doğum tarihi ve yeri Medeni hali Telefon e-mail : BİNİCİOĞULLARI, Nimet : T.C. : 1978/İZMİR : Bekar : 0312 216 11 40 : nimetbiniciogullari@hotmail.com Eğitim Derece Yüksek Lisans Eğitim Birimi Kırıkkale Üniversitesi Mezuniyet Tarihi 2008 Lisans Gazi Üniversitesi 2001 Lise İzmir Buca Anadolu Lisesi 1996 İş Deneyimi Yıl 2004-2008 2008-2014 Yabancı Dil İngilizce-İyi Fransızca-Orta Yer Kırıkkale Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat Bölümü Görev Araştırma Görevlisi Araştırma Görevlisi 289 GAZİ GELECEKTİR... NİMET BİNİCİOĞULLARI İKTİSAT ANABİLİM DALI T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOKTORA TEZİ YENİ KÜRESEL FİNANSAL MİMARİNİN FİNANSAL SİSTEM ÜZERİNE ETKİLERİNİN ANALİZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ NİMET BİNİCİOĞULLARI ARALIK 2014 İKTİSAT ANABİLİM DALI ARALIK 2014