HEDEFLER İÇİNDEKİLER DİNİN TANIMI VE MAHİYETİ • Giriş • Din Kavramı ve Mahiyeti • Dinin Kaynağı • Tabii Din/Beşerî Din • Dinlerin Sınıflandırılması • İlahî Dinlerin Ana Özellikleri • Dinin Önemi • İslam Dini ve Diğer Dinler İSLAM İNANÇ ESASLARI Doç.Dr. Hatice ARPAGUŞ • Bu üniteyi çalıştıktan sonra • Din kavramı ve dinin mahiyetini öğrenebilecek • Dinin kaynağına ait yeterli bilgi elde edebilecek • Dinin önemini ve gereğini anlayarak İslam'ı diğer dinler ile karşılaştırıp İslam'ın güzelliklerini anlayabileceksiniz. ÜNİTE 1 Dinin Tanımı ve Mahiyeti GİRİŞ “Din”, “tanımı zor olan” kavramların başında gelmektedir. Zira onu tanımlarken öyle bir ifade kullanmak gereklidir ki bu ifade hem geçmişte ve hem de günümüzde mevcut bütün inanç şekillerini kuşatan ve “hepsinde müşterek olan esasları” kapsayan bir özelliğe sahip olsun. Böyle bir tanımın zorluğu aşikârdır. Hayatın en vazgeçilmez gerçeği: Din Bütün zorluklarına rağmen yine de dinin çeşitli tanımları yapılmıştır. En geniş anlamda “din”, dikey olarak insanın tanrı ile, yatay olarak da diğer insan ve varlıklarla münasebetlerine esas olacak ve hayatına yön verecek kurallar bütününe verilen addır. İslam dininde gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde birçok anlamda kullanılan bu kelime, kavram olarak “insanlığın en önemli faaliyeti” olan “inanma” yı, bir yaratıcıya olan “itaat” ve “ibadet” etmeyi, “ahlâkî davranışlar” ı, “fazilet ve iyilikler” i, “toplumsal düzen” i, “doğru yolda olma” yı ifade etmektedir. DİN KAVRAMI VE MAHİYETİ Din Kavramı Sözlük Anlamı Arapça kökenli bir kelime olan ve “d-y-n” kökünden gelen din kelimesi sözlükte “örf, adet, ceza, karşılık, mükâfat, itaat, üstünlük, egemenlik, zorlamak, itaatkâr olarak kendini bir güce teslim etmek, borçlanmak, boyun eğmek, hakkını almak, ödünç almak, boyun eğdirmek, idare etmek, hâkimiyet, galibiyet, saltanat, mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, kanun, yol, taklit, hesaba çekmek, ceza veya mükâfat vermek” gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki Anlamı Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi doksan iki yerde yalın hâlde geçmekte, üç ayette ise değişik türevleri ile yer almaktadır. Kur’an-ı Kerim’de din sözcüğü surelerin “nazil oluş” sırasına göre değişik anlamlar kazanmaktadır. Bu nazil oluş sırasını “Mekkî” ve “Medenî” şeklinde; Mekkî ayetleri de kendi aralarında Mekke döneminin ilk yarısında ve ikinci yarısında inen ayetler olarak sıralamak mümkündür. Mekke döneminin ilk yarısında inen ayetlerde din kelimesi, “yevmü’d-din” (din günü, hesap, ceza-mükâfat günü) şeklinde geçmekte ve insanın, iman ve ameline göre hesaba çekileceği ahiret gününü ifade etmektedir (Fatiha, 1/4; Zâriyât, 51/6). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Kur’an’da din kavramı Mekkî surelerde ayrı Medeni surelerde ayrı bağlamda kullanılmıştır. Mekke döneminin ikinci yarısında ise, ilk dönemdeki “sorumluluk” ve “hesap” anlamından bir adım daha ileri gidilerek din kelimesine, “tevhit” ve “teslimiyet” anlamları yüklenmekte, insanın sadece Allah’a ibadet etmeleri, ona ortak koşmamaları vurgulanarak dinin Allah tarafından konulan ve insanları ona ulaştıran yol olduğuna dikkatler çekilmektedir. Bu dönemde inen en önemli ayetlerden birinde “dînen kayyimen” (dosdoğru din) ifadesi ile “millete İbrahim” (İbrahim’in dini) ifadeleri, aynı ayette birbiri ardınca ifade edilmektedir. (En’âm, 6/161). Medine döneminde ise tevhide inanan fertlerden, “ümmet” olarak nitelendirilen ve kendisini Allah’a teslim edenler cemaatine/şuurlu birlikteliğine geçildiğinden dolayı millet kavramıyla “ümmet” kastedilmekte ve “Millet-i İbrahim” ile “Müslimîn” kelimeleri bir arada geçmektedir. (Hacc, 22/78) Ayrıca, “Dinü’l-hakk” ifadesiyle de tahrif edilmiş olan batıl dinlere karşı bu “yeni dinin sağlam esasları” belirtilmiş ve onun bütün dinlere üstün kılınacağı müjdelenmiştir (Tevbe, 9/29, 33; Fetih, 48/28; Saff, 61/9). Yine Medine döneminde “Allah katında din şüphesiz İslam’dır” (Âl-i İmran, 3/19; Bakara, 2/193); “Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, onun dini kabul edilmeyecektir, o ahirette de kaybedenlerdendir” (Âl-i İmran, 3/85) mealindeki ayetlerle İslam’ın diğer dinlere karşı üstünlüğü vurgulanmaya çalışılmıştır. Özetle söylemek gerekirse, Mekke döneminde din kavramı: tarihin akışına ve tabiatın gidişine yön veren, zamana ve âleme hükmeden, dini ortaya koyan, hesap gününü elinde tutan bir “Allah’ın otoritesi” anlamını ifade eden muhteva kazanmıştır. Medine döneminde ise bu muhteva daha da genişletilerek kişinin Allah’a bağlı bir hayat sürdürmesi, Müslüman topluluğa karşı görevlerini yerine getirmesi; Allah’ın mutlak tasarruf ve hâkimiyete sahip olması (Bakara, 2/193; Enfâl, 8/39) gibi anlam zenginliğine kavuşmuştur. Şurası da asla unutulmamalıdır ki, Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi sadece “Müslümanların inançlarını” değil, aynı zamanda “başkalarının inançlarını” da ifade etmek üzere kullanılmıştır. Fakat “özel anlamda” din kelimesiyle “İslam” kastedilmiş (Âl-i İmran, 3/99), bütün peygamberlerin getirdiği dinin İslam olduğu ifade edilmek suretiyle “İslam” ile “din” adeta özdeşleştirilmeye çalışılmış ve “eş anlamlı iki kelime” gibi sunulmuştur (Âl-i İmran, 3/85; Nisa, 4/125; Mâide, 5/3; Şûrâ, 42/13). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Son olarak ifade etmek gerekir ki, Kur’an’da din kelimesi hem “Uluhiyet” hem “ubudiyet” anlamlarını ifade etmektedir. Buna göre din kelimesi “Hâlık” ve “Mabûd” olan Allah ile ilintili olarak “hâkim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza-mükâfat verme” gibi anlamlara gelirken; “mahlûk” ve “âbid” olan kul ile ilintili olarak da “boyun eğme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etme” gibi anlamlara gelmektedir. Dinin Mahiyeti Yukarıda, tanımı yapılabilen en zor kavramların başında dinin geldiğini ve din kavramını tanımlarken gerek geçmişte yaşamış gerekse günümüzde mevcut bütün inanç şekillerini kuşatan ve hepsinde müşterek esasları ifade eden bir tanım yapmanın zorluğunu ifade etmiştik. Bizler şimdi bu zorluğu aşmak ve “çok genel” bir din tanımı yapmak için önce Batılı ilim adamları tarafından ortaya konan din tariflerini incelemek istiyoruz. Batılı Bilim Adamlarına Göre Din Bütün dinlerde şu temel unsurlar vardır: Zihinsel unsur Duygusal unsur Taabbudî unsuru Sosyal unsur Çağdaş Batılı bilim adamları tarafından yapılmış olan din tarifleri birbirlerinden farklılık arz etmekte olup bizim burada hepsini ele alarak teker teker incelemeye konumuz uygun düşmemektedir. Fakat şu kadarını söyleyelim ki bu tarifler büyük ölçüde, beş unsurun birini ya da birkaçını öne çıkararak yapılmış tariflerdir. Bu beş unsur ferdî tecrübeile zihnî, hissî, taabbudî ve içtimaî unsurlardan oluşmaktadır. Ferdî tecrübe dışında kalan ve hemen hemen bütün dinlerin özünde bulunan bu “dört unsuru” şu şekilde açıklamak mümkündür: Zihinsel (zihnî) unsur: İnsanda doğuştan gelen ve kendiliğinden gelişen “üstün güç” ve “kudret” sahibi bir şeyin varlığının zihnen kabulü. İşte bu kabullenmede “tanrı” kavramı veya çok genel ifadesiyle “kutsal” kavramı, bütün dinlerin özünde var olan en temel unsurdur. Duygusal (hissî) unsur: Zihnen varlığı kabul edilen bu güç ve kudrete karşı kalben duyulan “bağlılık” duygusu. Bu unsur da bütün dinlerin özünde var olan en temel unsurlardan biridir. Kulluk şuuruyla ilgili davranış (taabbudî) unsuru: Zihnen varlığı kabul edilen, kalben kendisine bağlanılan yüce kudrete karşı bazı davranışları yapma yükümlülüğü. Sosyal (içtimaî) unsur: Bu üç unsuru birlikte paylaşan insanların oluşturduğu sosyal grup. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Dinin Tanımı ve Mahiyeti İşte bütün dinlerde bu dört temel unsura ve bunlarla birlikte yaşanılan “ferdî tecrübe” unsurunun varlığına şu veya bu şekilde mutlaka rastlanılmaktadır. Ayrıca bu unsurlar yanında, hemen hemen bütün dinlerde bulunabilen şu unsurlar da söz konusudur: Tabiatüstü/insanüstü varlıklara inanç: Örneğin tanrı, melekler, cinler gibi varlıkların mevcut olduklarına inanma. Kutsal ile kutsal olmayanı ayırma. Tabiatüstü/insanüstü varlık veya kutsalla ilgili korku, güven, sır, günahkârlık, tapınma gibi duyguların varlığı. Tabiatüstü/insanüstü varlık ile olan irtibat. Bu irtibat, vahiy, peygamber, dua, niyaz, ilham gibi yollarla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. İbadet, ayin ve törenler. Kutsal kitap, ahlâkî kanunnameler gibi yazılı veya yazısız gelenekler. Âlem-insan, hayat-ölüm ötesi gibi ilişkilere ait görüşler ve belli bir hayat nizamına ait prensipler. Sosyal grup (cemaat) ve bu gruba ait olmak. İslam Bilginlerine Göre Din Dinin gerçek sahibi Allah Teala’dır İslam bilginleri din kavramını tanımlarken Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde yer alan açıklamaları esas almışlar, din konusundaki tüm açıklamaları bu iki şeyi göz önünde bulundurarak yapmışlardır. Bundan ötürüdür ki, İslam bilginlerinin din tarifleri “hak din” için düşünülmüş “dar kapsamlı” tariflerdir. İslam bilginlerinin yapmış oldukları din tanımları çoktur ve elbette ki bunların tümünü burada ele almanın imkânı yoktur. Bunları ayrı ayrı ele alma yerine, söz konusu tanımlarda yer alan ortak noktaları sunmanın daha yararlı olacağı aşikârdır. İslam bilginlerinin yapmış oldukları din tanımlarının ortak noktalarını maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz: Tanımlamalarda dinin “ilahî kaynaklı” olduğu vurgulanmaktadır. Bu düşünce tarzına göre gerçek din “beşer kaynaklı” olamaz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Tanımlamalarda dinin “akıl” ve “irade” ile ilişkisi gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu da dinin bir “akıl” ve “tercih” meselesi olduğu anlamını taşımaktadır. Din insanları “özü itibariyle hayır olan” şeye yönelten bir kanundur. Bu da dinin aynı zamanda bir “aksiyon alanı” olduğunu göstermektedir. Tüm bunlara göre İslam bilginlerinin yapmış olduğu tariflerde din, insanın kâinattaki varlıkları gözlemleyerek “duyular-üstü” ilahî gerçekleri kavramasından ibaret bir sistem şeklinde görülebileceği gibi, kişinin kendi çabasıyla ulaşamayıp, sadece “vahiy” kanalıyla elde edebildiği gerçekler bütünü şeklinde de görülebilir. Buna göre hak dinin tanımı şu şekilde yapılabilir: Din akıl sahibi insanları kendi tercihleri, istek ve arzularıyla bizzat hayırlı olan şeylere götüren, onları dünyada ve ahirette iyiliğe ve mutluluğa ulaştıran ilahî bir kanundur. Bu duruma göre din, Allah Teala tarafından konulmuş bir kanunlar dizgesidir. Akıl sahibi insanları kendi istekleriyle “mutlak hayır” olan işlere yönlendirir, onlara mutluluk yollarını gösterir ve mutluluğa erişmelerine kılavuzluk eder. Yaradılışlarındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne biçimde ibadet yapılacağını öğretir. Bu ilahî kanunu Peygamberler, vahiy yoluyla Allah Teala’dan alarak insanlara tebliğ etmişlerdir. Şu hâlde hak din, peygamberlerin ilahî vahye dayanarak yaptıkları bir “tebligat” olup onun gerçek sahibi ve kanunlarının koyucusu Allah Teala’dır. Peygamberler bile din ve dinin kanunlarını (şeriat) koyamazlar. Onların tek görevleri, dinin hükümlerini insanlara ulaştırmaktır. Onlara bazı kaynaklarda “din ve şeriat koyucusu” denilmesi hakiki anlamda değil, mecâzî anlamda söylenmiş bir sözdür. Dinin Kaynağı Bilimsel araştırma ve incelemeler insanoğlunun en eski inancının “Tek Tanrı” inancı olduğunu ortaya koymaktadır. Dinler Tarihî Çalışmalarına Göre Dinin Kaynağı “Tarih öncesi toplumların dinleri ve inançları” üzerine yapılan çalışmalar Batı’da önce XVI. yüzyılda “ilkel kabilelerin hayat ve dinlerine ilgi duyma” süreciyle başlamıştır. Bu ilgi, XVIII. yüzyıldan itibaren, “dinin kaynağı” konusunda “kutsal kitapların verdiği bilgi” dışında bazı kaynakların da tespit edilmesine dönüşmüş ve bu hususta yapılmış olan arkeolojik, antropolojik çalışmalarla elde edilen bulgular değerlendirilerek geçmişteki milletlerin, hatta tarih öncesi toplumların dinleri ve inançları üzerine bazı tezler ileri sürülmüştür. Bu çalışma ve tezlerde şu iddialar ve varsayımlar dile getirilmiştir. İlk dönemlerde insanlar ya tabiat olaylarının etkisi altında kalarak onlara kutsallık atfetmiş (natürizm) ya ruhlara, özellikle de ecdat ruhlarına tapınmış (animizm) ya Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Dinin Tanımı ve Mahiyeti da büyüye, bitki ve hayvanların kutsallığına inanmış (totemizm)tır. Yine bu iddialara ve varsayımlar göre “kutsal” olan şeyi toplum ve sosyal yaptırım belirlemiş ve ilkel toplumlara ait olan bu inanışlar, ileri dönem dinlerinin temelini oluşturmuştur. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Batı’da gelişen ve giderek etkili olan “pozitivist” ve “materyalist” propagandaların sonucunda “evrim teorisi” ortaya çıkmış ve bu teori, “kutsal kitaplarla çatışan iddia ve varsayımlara” kaynaklık etmiştir. Bu teorilerin sahipleri, ilkel kavimlerde dinin en basit, en yalın ve en sade şekline rastlanabileceği fikrinden yola çıkmış, zamanla bununla da yetinmeyerek, tıpkı insan biyolojisinde iddia etmiş oldukları gibi “dinin kaynağı” konusunda da evrimi esas almışlar, dinin çok tanrıcılık şeklinde başladığını evrim neticesinde insanlığın değişip gelişerek tek tanrı inancına ulaştığını savunmuşlardır. “İlahî” özelliğe sahip olan bütün dinlerde “Allah’ın varlığı ve birliği” ile “nübüvvet” ve “ahiret” inancı değişmez üç temel ilke olarak yer almıştır. Bu materyalist ve pozitivist teorilerin yanında, yine aynı bilimsel yolları takip eden fakat tümüyle farklı neticelere varan başka teoriler de söz konusudur. Bu teorilerden birisi “ilkel monoteizm” dir. Bu teoriye göre insanoğlunun en eski inancı “tek tanrı” inancıdır. Bu teoriyi ileri sürenlerden birisi, animizm nazariyesini savunan ünlü dinler tarihçisi Taylor’un öğrencisi Andrew Lang’dır. Andrew Lang, Taylor’un bu teorisine karşı ciddi itirazda bulunmuş ve Güneydoğu Avustralya ilkel kabilelerinde animizme rastlanmadığını fakat insanların ahlâkî adaba uyup uymadıklarını denetleyen ve gökte bulunan “tek” ve “bir” yüce tanrı kavramına her yerde rastlandığını ortaya koymuştur. Buna benzer bir “ilkel monoteizm” de Wilhelm Schmidt tarafından savunulmuştur. Wilhelm Schmidt, bütün ilkel kabilelerde “tek” ve “bir” olan yüce varlık inancının izleri bulunduğunu savunmuştur. Bu teorilerin yanı sıra, ilmî çevrelerce savunulan çok önemli bir tez daha vardır. Bu tezde, bütün dinî gelişmelerin başlangıcında görülen “her şeye kadir” ve “bir” olan yüce varlık inancı, tarihi-kültürel değişmeler sonucunda “politeizm” ve “animizm” gibi inançlara dönüşmüş, geçirmiş olduğu dönüşüme rağmen söz konusu eski inancın “her şeye kadir olan yüce varlık inancının izleri ortadan kalkmamıştır” görüşü açıklanmaya ve dikkatlere sunulmaya çalışılmıştır. Görüldüğü üzere “dinin kaynağı” konusunda ortaya konulan en son ilmî sonuçlar, vahyin bildirdiği verileri desteklemekte ve dinin kaynağının tevhit inancı olduğunu teyit etmektedir. İslam İnancına Göre Dinin Kaynağı İslam inancına göre din, Allah tarafından “vahiy yoluyla” bildirilen bir kurumdur. İlk insan olarak yaratılan Hz. Âdem, aynı zamanda “ilk Peygamber” olarak Allah tarafından görevlendirilmiş olup kendisine tevhit dini bildirilmiştir. Hz. Âdem’den sonra gönderilen bütün dinlerde “Allah’ın varlığı ve birliği” ile Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Dinin Tanımı ve Mahiyeti “nübüvvet” ve “ahiret” inancı değişmez üç temel ilke olarak yer almıştır. Bundan dolayı Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği dinlerin ortak adı “İslam” olmuştur. Şu da bir gerçektir ki insanlar, tarihin akışı içinde zaman zaman “hak din”den uzaklaşarak yanlış yollara, temelsiz inanç ve anlayışlara yönelmişlerdir. Allah’ın göndermiş olduğu “hak” dinde zaman zaman meydana gelen “bozulma” ve “farklılaşma” sebebiyle Allah, yeni peygamberler göndermek suretiyle insanları ya “eski dinlerini aslî şekilde öğrenip uygulamaya” çağırmış ya da “yeni din ve şeriat” göndermiştir. Bu nedenle İslam bilginleri Kur’an’ın bu konudaki açıklamalarına dayanarak insanda bulunan “hak dini benimseme eğilimi” nin “fıtrî/yaratılıştan” olduğunu ifade etmişler ve ayette (Rum, 30/30) geçen “fıtratullah” deyiminin “Allah’ın dinî” olduğunu kabul etmişlerdir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, ayet ve hadislerde hak dinlerin ilahî kaynaklı oldukları ısrarlı bir şekilde vurgulandığından, İslam bilginlerinin din tanımlamalarında da bu kayıt daima yer almaktadır. Dinlerin kaynağı Allah olduğundan, herhangi bir hak dinin, peygamberi veya ortaya çıktığı kavimle ilişkilendirilerek adlandırılması doğru görülmemiştir. İnsanlar Din Koyucusu Olabilirler mi? İnsanlar din koyucusu olamazlar. Sıradan insanlar, bir tarafa peygamberler bile din koyucusu olamazlar. Peygamberlerin görevi, dinin hükümlerini insanlara ulaştırmaktır. Bundan dolayıdır ki peygamberler din koyucusu (şâri’) olarak değil, din tebliğcisi (mübelliğ) olarak isimlendirilmişlerdir. Bazı dinî kaynaklarda peygamberlere din koyucusu denilmesi, gerçek değil mecazî anlamdadır. İnsanların din koyucusu olamayacakları şu şekilde temellendirilebilir: Yegâne şâri’ (din koyucusu) Allah Teala’dır. İnsanlar, Allah Teala tarafından gönderilen bir dine sahip olmadıkça, bilmeleri gerekli olan birçok gerçeklere ulaşamazlar. Özellikle Allah’ın rızasına uygun düşecek ibadet ve amellerin nelerden ibaret olduğunu bilemezler. Beşerin ortaya koyduğu her türlü bilgi, asla tam ve mükemmel değil, aksine pek çok eksikliklere sahiptir. Eksik ve kusurlu olan şeyler ise dinden beklenilen yüce faydaları ve kamu yararını sağlayamaz. İnsanlığı ilgilendiren şeylerin başında gelen din şayet insanlar tarafından ortaya konulacak olsa, konulan bu şey hiçbir zaman hata ve yanlıştan arınmış olamayacağı gibi, beşerin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Dinin Tanımı ve Mahiyeti tabiatında gizli olan zorbalık, despotluk, baskı ve cebirden de arındırılmış olamaz. Böyle bir özellikteki din asla insanlığın genelinin refahına, hizmet edemez. İnsanların din koyucusu olmalarının kabul edilmesi durumunda, dünyadaki insanların sayısınca değişik dinin ortaya çıkma söz konusu olabilir. Bu kadar çok farklı din ise insanlığı bir “vahdet dairesi” içine çekecek özellikleri kendi bünyesinde toplayan ve bütün insanlığın mutluluğunu sağlayan bir yetkinliğe ve etkiye sahip olamaz. İnsanların ortaya koyacakları din hiçbir vakit insanlığın ruhunun derinliklerine nüfuz edemez. Dolayısıyla bireylerin böyle bir dine itaat etmeleri ve boyun eğmeleri bütün kalbi samimiyetleriyle gerçekleşemez. Akıl ve Vicdan, Dinin Yerini Tutabilir mi? Dinin emirleri “akledilebilir” ve “beşerin fıtratı ile uyumlu” özelliktedir. Yukarıda dinin kaynağının “vahiy” ve “nübüvvet” olduğunu ifade etmiştik. Şayet vahiy ve nübüvvet olmasaydı, beşer selim aklı ile iyiyi kötüden ayırt edebilir, dine ve dinin “şeriat” kısmına kendiliğinden akıl erdirebilir miydi? sorusu üzerinde geçmişte pek çok tartışma olmuş ve bir kaç mezhep görüş bildirmiştir. Mutezile, vahiy ve nübüvvet olmasaydı “dinin esasları”nı aklın kesinlikle kendiliğinden bulabileceğini iddia ederken, Eşarîler, aklın, sadece İlahî hitapları anlamaya yarayan bir alet olduğunu, vahiy ve nübüvvet olmaksızın aklın, dinin esaslarını kendiliğinden bulamayacağını söylemişlerdir. Mâturîdîler ise aklın, Allah’ın varlığını ve kemal sıfatlarını düşünme ve delil arama yöntemiyle kavrayabileceğini, beşer aklının böyle bir yetiye sahip olduğunu, bundan dolayı sadece bu kadarla insanların mükellef olduklarını, bunun ötesinde dinin ve şeriatın hükümlerini anlamak için İlahî hitaba muhtaç olduğunu ifade etmişlerdir. Özetle dinin emirlerinin “akledilebilir” olduğu ve bunların beşerin fıtratında “öz olarak” mevcut olduğu hususunda bütün İslam mezhepleri görüş birliği içerisindedir. İhtilaf edilen tek nokta akıl ve fıtratın, “bağımsız bir kaynak” olup olmaması problemidir. Vicdana gelince, bazı filozoflar vicdanın dinin yerini alabileceğini söylemişlerse de bu, asla doğru değildir. Zira insanların yaratılıştan gelen “iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt etme yetenek ve yetisi” olsa da, “vicdan” denilen bu yeteneğin, eğitim-öğretim ile ve güzel terbiye ile gelişip ilerleyeceği, kötü alışkanlıklarla veya sosyal yönden kötü çevrelerin olumsuz telkinleriyle körleşeceği ve hatta büsbütün yok olabileceği de şüphe götürmez bir gerçektir. Hem öyle olsa bile acaba bu yetenek herkeste aynı derecede mi ortaya çıkmaktadır? Bunun böyle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Dinin Tanımı ve Mahiyeti olmaması, “vicdanın dinin yerini alamayacağı” gerçeğine en büyük delil değil midir? Delil değilse, o zaman, ebeveynini boğazlayan, hatta evlatlarını diri diri mezara gömmüş olan insanların hâline ne diyeceğiz? Gerçekten de dünyada öyle caniler, öyle katiller ve öyle ölüm makineleri vardır ki, bunların doğuştan tertemiz olarak yaratılmış olan vicdanları, kendilerinde meydana gelen kötü alışkanlıklar sonucunda büsbütün sönüp gitmiştir. Nitekim bu hususta Jean Jack Rousseau’nun şu sözleri ne kadar anlamlıdır: Vicdan, hata işlemez, yanılmaz bir “ilahî kılavuz” dur. Fakat insanda bu kılavuzun mevcut olması insan için yeterli değildir. Mutlaka bunun tanınması ve sürekli takip edilmesi gerekmektedir. Bu kılavuz kendi hâlini her kalbe ifade ettiği hâlde onu işitenler neden bu kadar az bulunurlar. Bunu anlamak gerçekten çok zordur. Çünkü o bize, yaratılış diliyle söylemekte ama her şey bu dili bize unutturmaktadır. Şu hâlde “iyi vicdan” a sahip olabilmek için iyi bir “din terbiyesi” almış, ahlâkî bakımdan yüksek seviyelere ulaşmış çevrelerde bulunmak gerekmektedir. Bu hususta ancak hakiki bir din terbiyesi almış, bu terbiyeden az çok istifade etmiş olan insanların vicdanları, sahiplerini fenalıklardan alıkoyarak fazilet yoluna sevk edebilir. Aksine yalnız başına vicdan, insana ne yaratılış gayesini bildirebilir, ne gideceği yolu gösterebilir, ne de hayır ve şerri ayırt ettirebilir. Vicdan, sapıklığa düşmemek ve yolunu şaşırmamak için kendisine yol gösterecek bir rehbere muhtaçtır ki, o da ilahî vahiy ile oluşmuş bulunur. Dinlerin Sınıflandırılması İslam Bilginlerinin Sınıflandırması Bilindiği üzere günümüz dünyasında birçok din bulunmaktadır. Dinler tarihçileri bunları çeşitli şekillerde ele almış ve farklı sınıflandırmalar yapmışlardır. İslam bilginleri ise dinleri temelde üç kısma ayırarak incelemektedirler: İslam bilginlerine göre üç tür din vardır: Hak din Muharref dinler Batıl dinler Hak Din: Allah tarafından peygamber aracılığı ile insanlara bildirilen, hiçbir değişikliğe uğramadan ve bozulmadan günümüze kadar gelen dindir. Bu özellikleri taşıyan din, İslam dinidir. Tahrif Edilmiş (Muharref) Dinler: Allah tarafından peygamberleri aracılığı ile bildirildiği hâlde, sonradan insanlar tarafından değiştirilen ve aslı bozulan dinlerdir. Bunlara en iyi örnek Musevilik ve Hristiyanlık’tır. Batıl Dinler: Baştan itibaren insanlar tarafından uydurulan dinlerdir. Bunların, peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlara örnek olarak da totemizm, animizm, Brahmanizm gibi ilkel dinler verilebilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Dinin Tanımı ve Mahiyeti İslam bilginlerinin yapmış oldukları bu din sınıflandırması, Kur’an-ı Kerim’e dayanmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala İslam için “Allah katındaki din” (Âl-i İmran, 3/19), “dosdoğru din” (Rum, 30/30), “hak din” (Tevbe, 9/33; Fetih, 48/28; Saff, 61/9) ifadelerini, “İslam dışındaki dinler” için ise sadece din ismini kullanmakta (Tevbe, 9/33; Fetih, 48/28; Saff, 61/9; Kâfirûn, 109/6), “muharref” ve “batıl” gibi nitelemelerde bulunmaktadır. (Mâide 5/41 ; Âl-i İmran 3/85). Bu temel sınıflandırma dışında tanınmış İslam bilginlerinden Şehristânî dinleri, ilahî dinler-batıl dinler şeklinde bir ayırıma tabi tuttuktan sonra şöyle bir sınıflamaya daha gitmektedir: Asıl anlamda din ehli olanlar: Müslümanlar, Ehl-i kitap denilen Yahudiler ve Hristiyanlar, kitabı bulunması şüpheli olan Mecusiler. Kuran’da hak din – batıl din ayrımı vardır. Kendi beşerî düşünüş biçimlerine uyan kimseler: Filozoflar, Sâbiîler, Dehrîler, Putlara tapanlar, Brahmanlar. İslam inancına göre bütün peygamberler hak dini tebliğ etmiş, onun yaşanmasını teşvik etmiş, kendileri de örnek olmuşlardır. Hz. Musa’nın getirdiği dine Yahudilik, Hz. İsa’nın getirdiği dine de Hristiyanlık denilmesi herhangi bir temele dayanmamaktadır. Bu isimler onlara sonradan verilmiştir. Çünkü ne Hz. Musa ve ne de Hz. İsa bu isimleri kullanmıştır. Hem Hz. Musa ve hem de Hz. İsa, Allah’ın emirlerini tebliğ etmiş, “bir olan Allah” a iman ve kulluğa çağırmış, ilahî kitap olan Tevrat ve İncil’e göre yaşamaya davet etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin getirdikleri dinlerin hepsinin “hak din” olduğunu, Allah’a teslimiyete çağırdıklarını belirtmiş İslam ismini ise “son peygamberin tebliğ ettiği din” e vermiştir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de “Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim”(Mâide,5/3). şeklinde ifade edilmektedir. Diğer Sınıflandırmalar Batıda dinler tarihçileri tarafından yapılan din sınıflandırmaları genelde üç açıdan gerçekleştirilmektedir: Tanrı kavramı açısından: Tanrı kavramı esas alınarak yapılan tasniflerde dinler: I. Tek tanrılı dinler (Bütün ilahî dinler), Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Dinin Tanımı ve Mahiyeti II. Düalist/iki tanrılı dinler (Mecusilik), III. Çok tanrılı dinler (Eski Yunan, Roma ve Mısır dinleri), IV. Tanrı konusunda açık ve net olmayan dinler (Budizm, Şintoizm dini) şeklinde gruplandırılmaktadır. Sosyoloji-Tarih açısından sınıflandırmaya göre dinler: Dinler tarihçilerinin din tarifleri çok çeşitlidir. yapılan din sınıflaması: Bu Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Budizm dini gibi kurucusu olan dinler, eski Yunan ve Eski Mısır dinleri gibi geleneksel dinler, Nuer, Dinka, Ga dinleri gibi İlkel kabile dinleri, genellikle bir kurucusundan söz edilmeyen, sadece bir millete ait olan milli dinler, Hristiyanlık ve İslam dini gibi cihanşümul dinler şeklinde gruplandırılmaktadır. Coğrafi kriteri esas alan tasnifte ise dinler: Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam dini gibi Ortadoğu veya Sami grubu dinler, Hinduizm, Budizm, Jainizm dini gibi Hint grubu dinler, Konfüçyüsçülük, Taoizm, Şintoizm dini gibi Çin-Japon grubu dinler ve Afrika grubu dinler, şeklinde sıralanmaktadır. Dinler aynı zamanda tipleri (tipolojik), biçimleri (morfolojik) ve olguları (fenomonolojik) bakımlardan sınıflamaya tabi tutulmuştur. Bunları da şöyle sıralayabiliriz: 1) Vahye dayanan ve dayanmayan dinler, 2) Misyonerliğe yer veren ve vermeyen dinler, 3) Ahiret inancı olan ve olmayan dinler, 4) Kutsal kitabı olan ve olmayan dinler, 5) Geçmişin ve günümüzün dinleri, 6) Bir bölge ve kıtaya özgü olan veya olmayan dinler. İlahî Dinleri Diğerlerinden Ayıran Temel Özellikler İlahî dinleri batıl dinlerden ayıran başlıca özellikler şunlardır: İlahî dinler, bütün kâinatta “iradesi mutlak kanun olan” tek bir yaratıcı olduğuna ve ahirete ait sorumluluğa imanı öngörürler. İlahî dinler varlıklar âlemi kategorisi içinde melek denilen varlıkları kabul ederler. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Dinin Tanımı ve Mahiyeti İlahî dinler, varlığı “zorunlu/vacip” olan bir yaratıcıya inanmayı ve O’nun emirlerine samimi bir kalp ile saygı göstermeyi, O’na ibadet etmeyi emredip O’ndan başkasına ibadeti yasaklarlar. İlahî dinler, en yüksek bir ahlak ile seçkin hâle gelmiş olan bir şahsiyetin (Peygamberin) Allah’tan vahiy ve ilham yoluyla aldığı ve insanlara ulaştırdığı hüküm ve düsturlar bütünüdür. İlahî dinler, ilahî vahye dayanan mukaddes kitaplara dayanırlar. İlahî dinlerin genel ilkeleri sosyal bir toplumun oluşumunu ve bu toplumun en mükemmel bir sistem üzere devam edip gitmesini, aklî ve medeni gelişimini ve genelin menfaatini hedef edinir. İlahî dinlerde tebliğ aracı olan ve peygamber ismiyle şereflendirilmiş bulunan bu tarihi şahsiyetler, dinî, ahlakî ve sosyal hayatta birer müceddid konumundadırlar. Öyleyse, her birisi birer olağanüstü ve mükemmel sosyal müesseseler oluşturmuş olan bu büyük insanları, ne sihirbaz ve kâhinlerle, ne de filozof ve cihangir hükümdarlarla bir tutmak mümkün değildir. Dinin İnsanlık İçin Önemi Allah nezdinde gerçek din İslam’dır Son yıllarda yapılan gerek antropolojik ve gerekse dinler tarihî çalışmaları göstermektedir ki, tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsiz bir toplumun varlığı söz konusu değildir. Zira insana hitap eden ve insan için söz konusu olan din, insanla beraber var olmuş, insanlık tarihinin her döneminde, canlılığını korumuş, tarih boyunca varlığını sürdürmüş ve “insan hayatının ayrılmaz bir vasfı” olma karakterini sürdüre gelmiştir. Öyleyse din, tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarında daima mevcut olan “evrensel” ve “köklü” bir olgudur. Din “insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği” olması sebebiyle geçmiş devirlerde olduğu gibi günümüzde de varlığını devam ettirmekte, gelecekte de devam ettirecektir. Bunun temel sebepleri şu şekilde sıralanabilir: Dinî duygunun, fıtrî ve insanın da “dinî bir varlık” olması: İnsandaki “dinî” duygu, “fıtrî” (yaratılıştan gelen) bir özelliktir. Bu duygu, “insanın kendi öz varlığı hakkındaki şuuru” ile birlikte ortaya çıkar ve bu şuur ile birlikte gelişir. Çünkü din duygusu insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir yetidir. İnsan, her zaman ve her yerde yüce, kudretli ve ulu bir varlığı kabul etme, ona yönelme, ona sığınma, ona güvenme ona bağlanma ve ondan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Dinin Tanımı ve Mahiyeti yardım dileme ihtiyacını hissetmiştir. Tüm bu duygular, din ile karşılanmaktadır. Dinin “fıtrî” olma özelliğini Kur’an şöyle açıklamaktadır: “Sen yüzünü bir hanif olarak dine, Allah’ın, insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına çevir. Allah’ın yaratması değiştirilemez” (Rum, 30/30). Yapısı itibariyle insanın dine muhtaç olması: İnsan, ruh ile bedenden mürekkep bir varlıktır. Bedenin ihtiyaçları olduğu gibi, ruhun da kendi özelliğine uygun birçok ihtiyaçları vardır. Ruhun ayrıca kendine özgü bir özelliği daha bulunmaktadır: Yüce âlemden gelmesi, diğer bir ifadeyle maddi değil manevi özellikte olması. Ruh, maddi olan bu beden kafesinde misafirdir. Bedensel ihtiyaçların karşılanması nasıl hayatın bir gereği ise, maddesel olmayan ruhi ihtiyaçlarının karşılanması da öyle gereklidir. Onun bu ihtiyaçlarını karşılayan en köklü müessese ise dindir. Ruhun ihtiyaçları ―daha önce de ifade edildiği gibi― doğuştan getirmiş olduğu yüce bir kudretin mevcudiyetini kabul etme, ona yönelme, dua ve niyaz ile ona sığınma, ona güvenme ve bağlanma duygularıdır. Bu duygular insanda öylesine köklüdür ki, tarih boyunca bütün insanlar, şu veya bu şekilde bir insana, herhangi bir nesne veya varlığa, bu duyguların “doğal dürtüleri” ile kutsallık ve yücelik nispet ederek bağlanmışlardır. Çünkü her şeyi var eden bir yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağlanma insanın ruhsal ve manevi yapısını kuvvetlendirir. Dua, niyaz ve üstün kudrete sığınma ise insanı yüceltir. Dinsiz bir toplum düşünülemez. Kendisine sığınılacak en mükemmel varlık şüphesiz kâinatın yaratıcısı olan Allah’tır. Çeşitli dinlerde farklı isimlerle anılan, çeşitli şekillerde tasvir edilen yüce kudret veya kutsal varlıkların özünde bu inanç yatmaktadır. Dinin, bireyleri kutsal duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, toplumları yücelten ve geliştiren bir kurum olması. Gerçekten de din, insanlara yön verip onları iyi ve faydalı şeyler yapmaya yönlendiren bir hayat sistemidir. Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak da insanlara yön veren, en mükemmel kanunlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Din, manevi gelişme sağlar. Dinin, insanın psikolojik yapı ve yaşayışında en son ve en güzel bir sığınak olması. Bilindiği üzere her insan yaşayışı boyunca yalnızlıklar ve çaresizlikler yaşar, korkularla, üzüntü, sarsıntı ve hastalıklarla, musibet ve felaketlerle yüz yüze gelir. İşte bu durumlar karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak dinidir. Bunun içindir ki, hakiki anlamda bir “dinî yaşayış”, insanı ruhi bunalımlardan korur, kendisine ve çevresine karşı daha duyarlı ve dengeli hâle getirir. Dindeki ahiret inancının insan hayatında etkili olması din, bireylerin dünya hayatındaki davranışlarında etkili olduğu gibi insandaki ebediyet duygusuna da çok etkin bir şekilde cevap vermektedir. İnsanlığın manevi ve zihnî gelişmesinde dinin önemli payı vardır. İSLAM DİNİ VE DİĞER DİNLER Diğer Dinler Hz. Muhammed, Allah Teala’dan almış olduğu yeni vahyi insanlara tebliğ etmeye başladığında yeryüzünde birçok inanç ve din türü mevcuttu. Bu inanç türleri içinde en belirgin ve en bilinir olanları: 1) Dehriyye, 2) Putperestlik / fetişizm, 3) Politeizm / paganizm, 4) Yıldızlara tapınma (Sâbiîlik) idi. Din olarak ise Mecusilik, Brahmanlık, Budizm, Sâbiîlik, Yahudilik ve Hristiyanlık mevcuttu. Bunlar, bir dereceye kadar “vahiy izlerini taşıyan dinler” idi ve bu özellikte olmaları sebebiyle de o günün Mekkelileri tarafından “kolaylıkla kabul edilebilir din” özelliği taşımaktaydı. Şimdi bunları, bilgi olması bakımından kısaca ele alıp inceleyelim: MECUSİLİK: Zerdüşt’ün getirdiği dinin bozulmuş şekline verilen addır. “Zerdüşt” denilen kişi “tek Allah” (Ahura Mazda) inancını tebliğ etmiş, O’nun seçtiği kimselere ilahî vahyin geleceğine, meleklere ve ölüm sonrası hayata imanı emretmişti. “Zend-Avesta” isimli Kutsal kitaplarında (Yaşt, 13, XXVIII, 129) putları kıracak olan “Soeşyant” adlı birinin geleceği bildirilmektedir. Ancak “Zerdüşt’ün tebliğ ettiği tek Allah”, nasıl olmuşsa daha sonra biri “iyilik” öteki “kötülük” tanrısı olmak üzere iki tanrı inancına dönüşmüş, tanrının kudret ve kuvvetini temsil ettiğine inanılan “ateş” yüceltilerek “ateş kültü/Mecusilik” oluşturulmuştur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Çok tanrılı dinler insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamada yetersizdir. BRAHMANİZM: Çok tanrılı bir dindir. Aslında Brahmanlar tek tanrıya inanmakla birlikte O’nun yaratıkları veya O’nun sıfatları şeklinde de olsa tanrının birtakım iz ve belirtilerine tapmaları nedeniyle “çok tanrılı” imiş gibi gözükmektedirler. Hintliler, tarihin her devresinde tanrının kendisini çeşitli şahsiyetlere büründürerek insanlara gösterdiğine inanırlar. Bu inanç zamanla onları hulul (ava tara = enkarnasyon) inancına sürüklemiş, hatta bununla da kalmayarak “tanrı’nın bedenleşmesi” ve “maddi şekillerle tasviri” inancını, bunun sonuncunda da “binlerce ilahın var olduğu” kanaatini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca kapalı bir din hüviyeti ortaya koyan Brahmanizm’deki “kast sistemi”, “eşitlik” ve “kardeşlik” ilkeleriyle de çelişmektedir. Bu dine mensup olan kişiler, sürekli “tenasüh hâli” içinde olduklarına inanmaktadırlar. BUDİZM: Kurucusu olan Buda’nın, Brahmanizm’deki puta tapma inancını reddedip ona karşı çıkmasıyla ortaya çıkmış olan bir dindir. Budizm, bir bakıma Brahmanizm’deki putların kırılması yolunda bir reform niteliği taşımış olmasına rağmen yine de ana din olan Brahmanizm’den birçok izler taşımaktadır. Çünkü putlara karşı olan Buda’nın getirdiği bu yeni din kendisinden sonra “Buda heykellerine tapınma” şeklinde “putperest” bir karaktere bürünmüş ve Brahmanizm’e benzer bir yapı arz etmeye başlamıştır. Buda’ya göre, “hayatın tabii olayları” bir “ıstırap” tır. Bundan kurtuluş ise bütün nefsi arzu ve ihtiraslardan uzaklaştırmaya bağlıdır. Bu görüş, zamanla Budizm’e inanan kişileri, aşırı riyazet, nefse eza etme ve hatta dünya hayatını tamamen terk etme gibi “aşırılıklara” sevk etmiştir. Yapısındaki köklü değişiklik ve bozulmalara rağmen Budizm’de de “ileride gelecek bir kurtarıcı” (Maitreya veya Metteya) müjdesi ve beklentisi vardır. SÂBİÎLİK: Sâbiîler’in oldukça eskiye dayanan tarihleri olmakla birlikte bu dinin nasıl doğduğu, kim tarafından kurulduğu , onu kimlerin yaydığı açık ve net olarak bilinmemektedir. Bilinen şu ki, İslam’ın geldiği dönemde mevcut olan inançlardan birisidir. Sâbiîler hicri I. yüzyılda Müslümanların hâkimiyeti altına girdiklerinden dolayı onlara zimmîlik statüsü tanınmıştır. Sâbiîlik’te bir “yüce varlık” inancı mevcut olmakla birlikte bu inançla beraber bir de “ışık âlemi” ile “karanlık âlem” arasındaki mücadeleye dayanan “düalizm/senevîlik” söz konusudur. Sâbiîlik’te “Peygamberlik” inancının mevcudiyeti tartışmalıdır. Fakat Hz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Yahya’ya büyük önem verirler ve “kendi peygamberleri” olarak kabul ederler. Diğer taraftan Sâbiîler Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i “kötülük peygamberi”, “yalancı peygamber” olarak nitelerler. Sâbiîlik, zamanla çeşitli inançların karıştığı ve inananlarının azaldığı bir din hüviyetini almıştır. İslam’ın geldiği asırda mevcut olan inançların en önemlilerinden olarak ifade edilen Hristiyanlık ve Yahudiliğe gelince, bunları İslam dini ile karşılaştırmalı olarak ele almayı düşünmekteyiz. İslam Dini İslam’ın Evrensel Özellikleri İslam dini, Yüce Allah tarafından gönderilen son ve mükemmel dindir. Irkı, kavmi veya coğrafyayı hedef almamıştır. Siyah, beyaz, sarı hangi renkten ve ırktan olursa olsun bütün insanlara gönderilmiş bir dindir. İslam dinini diğer dinlerden ayıran özelliklerden bazılarını şu şekilde ifade edebiliriz: İslam, evrensel bir dildir. Her yerde ve her zaman, her sınıf ve her tabakadan bütün insanlara şamil, en makul ve insan fıtratına en uygun bir şekilde “inanç ve ibadet prensipleri” içeren, fert ve toplumlar arasındaki hukukî ve ahlâkî ilişkileri düzenleyecek biçimde “yaşam gerekleri” sunan, insanlığın maddi ve manevi alanda mutluluk ve esenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenen İlahî bir dindir. Hedef ve gayesi, sadece insan olan ve insanı yalnızca bu dünyada değil, hem bu dünya ve hem de öteki dünyada bütün nimetlere, en şerefli ve en yüksek mertebelere yükselten, özetle; insanı yaratılışına ve fıtratına en uygun bir şekilde yaşatan tek dindir. Allah Teala bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir: “O hâlde Resulüm, gerçek Müslüman olarak yüzünü doğrudan doğruya İslam’a; Allah’ın yaratılış biçimine/fıtratına (dinine) çevir ki, Allah Teala bütün insanları o bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur.” (Rum, 30/30). Allah katında kabule layık tek dindir. Allah Teala, İslam dışı inançların kabul olunmayacağını Kur’an’ı Kerimde çok açık bir ifade ile şu şekilde açıklamıştır: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Dinin Tanımı ve Mahiyeti “Doğrusu, Allah katında kabul edilmiş olan tek din, İslam’dır.” (Al-i İmran, 3/l9), Bireysel Etkinlik “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (arayıp da bulmuş olduğu) o din kendisinden kabul olunmaz. Ahirette ise ebedî zarar çekenlerden biri olacaktır.” (Al-i İmran, 3/85). • İslam'ın evrensel özelliklerinin başka neler olabileceğini düşündünüz mü? Yüceliğini, düşmanlarının bile kabul ettiği bir dindir. Bu konuda bilgi sahibi olmak amacıyla, bir zamanların Anglikan kilisesi tanınmış rahiplerinden olan İzak Taylor’un, 7 Ekim 1887’de yapmış olduğu bir konuşmayı sunmak yeterli olacaktır. İzak Taylor, bir ruhaniler topluluğu huzurunda yaptığı konuşmasında, şunları söylemektedir: İslamiyet, medeniyeti yaymada Hristiyanlıktan daha fazla hizmet etmiştir. Bu konuda İngiliz komutanları ve gezginleri tarafından, İslamiyet’in pratik sonuçları hakkında ifade edilen şeyleri dikkate almak yeterlidir. Hz. Muhammed’in dinini her ne zaman bir Zenci kabilesi kabul etse derhal putperestlik, şeytanlara tapınma, Allah’a şirk koşma, insan eti yeme, insandan kurban kesme, çocukları öldürme sihirbazlık yapma gibi pek çok şeyi bırakmakta, çırılçıplak ve vahşi bir tarzda ortalıkta dolaşan halk hemen elbise giymeye başlamakta, kirlilik temizliğe dönüşmekte öze saygı ve ağırbaşlılık meydana gelmektedir. Ayrıca misafirperverlik, dinî görevler arasına girmekte, sarhoşluk veren tüm içecekler yok denecek kadar azalmakta, kumar, kontrol altına alınmakta, edep dışı danslar, cinsler arası gayri meşru ilişkiler ortadan kalkmakta, kadınların her türlü haramlardan çekinmeleri fazilet sayılmaktadır. Fuhuş yerine namus, tembellik yerine, sanat hâkim olmakta, kan davaları son bulmakta, esir ve hayvanlara yapılan her türlü eza ve cefa yasaklanmakta, insanî duygular gelişmekte, şahsiyetli ilişkiler, dostluk ve kardeşlikler kurulmakta, çok evlilik ve esaret bir sisteme bağlanmakta, kötülüklerin tamamı yasaklanmaktadır. (Esat, Mahmud. (1311). Dîn-i İslam. İzmir. s.12) Gerçekten de İslamiyet, bilim sanat, ekonomi gibi konularda ilerlemesine paralel olarak âlemdeki kötülüklerin her türlüsünü Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Dinin Tanımı ve Mahiyeti önlemek için de önemli bir kuvvet olmuştur. Oysaki günümüzde Avrupa, madde planında ilerleyip teknik alanda geliştikçe, zulüm, haksızlık ve ahlak dışı hâllerin yayılmasına sahne olmuştur. İslamiyet, ortaya koyduğu yüksek medeniyet neticesinde okuma-yazma, ilim-sanat, giyim-kuşam, bedensel-ruhsal temizlik, ağırbaşlılık ve doğruluk gibi pek çok alanda dünyaya çok şeyler öğretmiş, şaşırtıcı bir şekilde medenî ve olgunlaştırıcı sonuçlar ortaya koymuştur. İslam, akla ve fıtrata uygun bir dindir. İslam’ın koyduğu ilkelerin insanın doğasına ve “tabii akla” uygun olduğunu daha önce ifade etmiştik. Bunun en güzel örneği, on sekizinci ve on dokuzuncu asır filozoflarının “din” hakkında ortaya koydukları ortak görüşlerdir. Ferit Vecdi’nin “Medeniyet ve İslam” isimli eserinde değinmiş olduğu bu görüşler iyice analiz edildiğinde, kendileri Müslüman olmayan bu filozofların görüşlerinin, İslam’ın ortaya koyduğu temel esas ve prensiplerle nasıl birebir örtüştüğü çok net bir şekilde görülebilir. Vecdi, onların bu görüşlerini bizlere şöyle aktarmaktadır: Evrende, kemal (yetkin) sıfatlarla nitelenmiş, noksanlık ortaya koyan kusur ve eksiklerden uzak bir tanrı vardır. O tanrı kadir ve hâkimdir. Ne bize ne de yaptığımız iş ve ibadetlere ihtiyacı vardır. Eğer ders alma niyetiyle bakılırsa, bütün evreni, kendi kemal sıfatlarına delâlet edecek tarzda ve müstesna bir sistem üzere yarattığı basit bir şekilde görülebilir. Allah’ın fiilleri anlamsız olmaktan ve çelişkiden çok uzaktır. İnsanların işleyecekleri iyiliklerden ve kötülüklerden doğacak sonuçlar, kendilerine aittir. Tanrı rahimdir; rahmet ve yardımı geniştir. Bundan dolayı tanrı, dünyanın iyi olmasını ve bu iyiliğin devamını ister. İnsanın yararına olan şeyleri sever ve sadece kendi menfaatleri için mükellef tutar. Şefkatli ve merhametli olan tanrının kullardan istediği ibadetler, yaşam kurallarına, tabiat kanunlarına ve insanın tabiatına uygun şeylerdir. Bunlar, hiçbir zaman insan doğasına ters düşmez. Zira ibadet, insanın yaratılışına ve doğasına esas teşkil eden temel kanunlara, duygulara ve doğuştan gelen eğilimlere uygun olmalıdır. Öyleyse ibadet, insanın yararına olan şeylerdir. İbadetten esas gaye, nefisleri kötülüklerden arındırmaktır.(bkz. Akseki, Ahmet Hamdi. (1943). İslam. İstanbul. c. I, s. 390) Sonuç olarak, beşerî ve semavi dinlerin en gelişmişi olan ve Allah katında yegâne din unvanını taşıyan İslam, son peygamber Hz. Muhammed tarafından Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Dinin Tanımı ve Mahiyeti evrensel bir din olarak bütün dünyaya duyurulan, maddi ve manevi saadeti garantileyen, ahlak ve medeniyetin dayanağı bir dindir. İslam’ı Diğer Semavi Dinlerden Ayıran Özellikler İlahî kaynağa dayanan Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslamiyet’i temel özellikleri bakımından incelediğimizde İslam’ın diğer iki semavi dinden farklı olduğu yönleri şu şekilde ifade etmek mümkündür: Allah İnancı: Musevilikteki Allah inancı, tıpkı İslam’daki gibi “tanrının birliği” üzerine bina edilmiş ve bu inanç üzerinde ısrarla durulmuştur. Bununla beraber tanrıya birtakım beşerî nitelikler nispet ettiklerine, O’nu beşerî organ ve duygular taşıyan bir insan gibi tasvir ettiklerine şahit olmaktayız. Hristiyanlar ise, tanrının birliğini farklı şekilde ele alıp “teslisi” savunmuşlar, Hz. İsa’yı tanrı konumuna yükseltmişlerdir. Oysaki İslam, gerek Yahudilerin gerekse Hristiyanların Allah inancı hususunda sonradan düştükleri yanlışlık ve “aşırılıkları” düzeltmeye çalışmış, “insan biçimci tanrı” anlayışını reddederek hem Musevilikte olduğu gibi “tanrının beşerîleşmesini” hem de Hristiyanlıkta olduğu gibi “beşerin tanrılaştırılmasını” reddetmiştir. İslam bu noktada onlara, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın gerçek mesajını hatırlatarak “Allah’ın bir ve benzersiz olduğunu” vurgulamaya çalışmıştır. İslam’la Yahudi ve Hristiyanlık arasında yapısal farklılıklar mevcuttur. Melek İnancı: İslamiyet, hem Musevilerin hem de Hristiyanların melek inancı konusunda düştükleri yanlışları düzelterek, “meleklerin Allah’ın oğulları veya kızları oldukları” iddialarını ve beşerî şekillerdeki tasvirlerini reddetmiş ve Allah’ın yüceliği ile onların yaratılmışlığı arasındaki farkı vurgulamaya çalışmıştır. Kutsal Kitaplar: Gerek Yahudiler gerekse Hristiyanlar, Allah tarafından Hz. Musa ve Hz. İsa’ya verilmiş olan kutsal kitaplarını (Tevrat ve İncil’i) orijinal şekilleriyle koruyamamışlardır. Çünkü Tevrat da İncil de zaman içinde tahrif edilmiş, yeniden yazılma veya çeşitli ilave ve eksiltmelere maruz kalmışlardır. Kur’an-ı Kerim ise hem vahyedildiğinde yazıya geçirilmiş olması hem de ezberlenmek suretiyle muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle günümüze kadar gelmiştir. Peygamberlik: Yukarıda hem Museviliğin hem de Hristiyanlığın sonradan tahrif edildiklerini ifade etmiştik. Bu tahrif neticesinde, önder şahsiyetler olan peygamberler hakkında her iki dinde de Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Dinin Tanımı ve Mahiyeti çeşitli iddia ve iftiralar ortaya çıkmış, hatta daha sonra gelecek peygamberler bile kabul edilmemiştir. Hâlbuki İslam’da bütün peygamberlere iman şart koşulmuş ve layık oldukları güzel sıfatlarla nitelenmişlerdir. Dünya-Ahiret Dengesi: Musevilik, ağırlıklı bir şekilde dünya hayatına, Hristiyanlık ise dünyadan uzaklaşıp manevi hayata daha çok ağırlık verirken İslam her ikisi arasındaki dengeyi kurmuş ve korumuştur. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifadesini bulmuştur: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste. Ama dünyadan da nasibini unutma...” (Kasas, 28/77). İslam, yaşanabilirliği en kolay dindir. Mükellefiyetlerin Azlığı: İslam dini, diğer iki dine oranla madde-mana, dünya-ahiret dengeleri açısından en ölçülü ve kolayca yaşanabilir bir dindir. İslam, emir ve hükümlerinde “itidali” öngörmesi açısından “rahat yaşanabilecek” bir dindir. Nitekim İslam, insanın yaratılışına en uygun ve yaşanabilir kuralları sunmak suretiyle diğer ilahî dinlerde var olan bazı “ağır dinî yükümlülükleri” ortadan kaldırmıştır. Hatta bundan da önemlisi, “dini daha da ağırlaştıran ve yaşanmasını zorlaştıran din yorumcuları” na da önemli bir uyarıda bulunmuştur. Bu husus, son dinin peygamberi olan Hz. Muhammed’in şahsında bizlere Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyanlar (var ya) işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten engeller, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura (Kur’an’a) uyanlar, işte kurtuluşa erenler onlardır” (Araf, 7/157). Bu ayette, hem Musa şeriatında mevcut olan kural ve görevlere (örneğin temizlik kuralları, yiyeceklerle ilgili esaslar, adetli kadınla ilgili yasaklar gibi) hem de İnciller’de ortaya konan aşırı riyazetçi (nefsin isteklerini kırıcı) eğilimlere işaret edilmektedir. Oysaki İslam, daha önceki şeriatlarda mevcut bazı ağır yükleri kaldırmış veya hafifletmiş, dini daha “kolay” ve “yaşanabilir” kılmıştır. Nitekim bu husus Kur’an’da: “İşte böylece siz insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık” (Bakara, 2/143). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Dinin Tanımı ve Mahiyeti Tartışma şeklinde dile getirilmiştir. Bu prensip Resulullah tarafından da “Kolay ve yüce Haniflik ile gönderildim” (Müsned, V, 266; Buhârî, “İman”, 29) biçiminde açıklanmış ve İslam’ın diğer şeriatlara göre daha “mutedil”, daha “kolay” ve daha “müsamahalı” olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca hem Kur’an’da hem de sünnette dini mükellefiyetlerin azaltılarak “gerekli” ve “yeterli” seviyede tutulduğu, İslam’ın insanlara “ağır yükler” yüklemek için değil, “rahmet” ve “inayet” olarak gönderildiği sıklıkla tekrarlanmaktadır. Kur’an ve sünnetteki bu vurgu sebebiyle de İslam bilginleri dinin anlatım ve yorumunda daima “kolaylığı” ve “uygulanabilirliği” tercih etmişlerdir. •“İlahî kaynaklı” diğer dinlerden olan Yahudilik ve Hristiyanlık ile İslamın farkını tartışınız. •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 Özet Dinin Tanımı ve Mahiyeti •Arapça kökenli bir kelime olan ve “d-y-n” kökünden gelen “din” kelimesi sözlükte “örf, âdet, ceza, karşılık, mükâfat, itaat, üstünlük, egemenlik, zorlamak” gibi çok çeşitli anlamlara gelmektedir. •Batılı bilim adamlarının yaptıkları din tanımında şu “beş asli unsur” öne çıkmaktadır: Zihinsel (zihnî) unsur, duyusal (hissî) unsur, taabbudî (kulluk şuuruyla ilgili davranış) unsur, sosyal (içtimai) unsur ve ferdi tecrübe. •İslam bilginlerinin yaptıkları tariflerde ise şu ortak noktalar bulunmaktadır: Dinin “ilahi kaynaklı” olduğu, “akıl” ve “irade” ile ilişkisi olduğu, “tercih” konusu olduğu, insanları “özü itibariyle hayır olan” şeye yönelten bir kanun olduğu. •Dinin kaynağı konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım Batılı bilginler dinin kaynağı konusunda tabiat olaylarının etkisi ile onlara kutsallık atfedilme (natürizm) veya ruhlara, özellikle de ecdat ruhlarına tapınılarak (animizm) yahut büyüye, bitki ve hayvanların kutsallığına inanılarak (toteme dayanma) şeklinde teoriler ileri sürerken; bazı ilmi çevreler de Güneydoğu Avustralya ilkel kabilelerinde animizme rastlanmadığını, fakat insanların ahlaki adaba uyup uymadıklarını denetleyen ve gökte bulunan “tek” ve “bir” yüce tanrı kavramına her yerde rastlandığını ispat etmeye çalışmıştır. İslam inancına göre ise dinin kaynağı “vahiy” olup onu bildiren Allah’tır. •Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği “hak dinlerin ortak adı” her zaman “İslam” olmuştur. Bunun içindir ki insanlar din koyucusu olamazlar. Çünkü insanlar, özellikle Allah’ın rızasına uygun düşecek ibadet ve amelin nelerden ibaret olduğunu bilemezler. Allah’ın rızasına ulaşılmadıkça da insanlık için hidayet ve mutluluğa ulaşma asla mümkün olamayacaktır. •Dinlerin sınıflandırılması problemi, dinler tarihinin, önemli konularından biridir. Çok çeşitli din sınıflaması yanında İslam’ın da kendine özgü din sınıflaması mevcuttur. İslam’a göre dinler en genel anlamda üçe ayrılmaktadır: 1) Hak dinler, 2) Tahrif edilmiş (muharref) dinler, 3) Batıl dinler. •İslam’a göre ilahi dinleri diğer dinlerden ayıran özellikler şunlardır: Tek ve Bir olan yaratıcı’ya, meleklerin varlığına, bir olan Allah’a ibadet edip itaat etmenin gerekliliğine, Peygamber’in Allah’tan vahiy ve ilham yoluyla aldıkları hükümlere/düsturlara ve mukaddes kitaba iman etmektir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23 Dinin Tanımı ve Mahiyeti İlahî dinlerin Allah-ahiret ve peygamber görüşlerini araştırıp iki yüz kelimeyi aşmayacak şekilde bir yazı yazınız Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24 Dinin Tanımı ve Mahiyeti DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Kur’an’ı Kerim’de “din” kelimesinden “hesap-ceza-mükâfat günü” kastedildiği sure hangi dönemde inmiştir? a) Mekke döneminin ilk yarısında Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. b) Medine döneminin son yarısında c) Mekke döneminin son yarısında d) Medine döneminin ilk yarısında e) Hicret esnasında. 2. Allah’ın varlığının ve birliğinin bilinmesi alanında aklın yeri ve yeterliliği hususunda birtakım görüşler mevcuttur. Bu görüşlerden biri olan “Peygamber gönderilmemiş olsa da beşer aklı, Allah’ın varlığını ve Allah’a ait diğer kemal sıfatları düşünme ve delil arama yöntemleriyle kendiliğinden kavrar ve bunu anlar.” şeklindeki görüş aşağıdakilerden hangisine aittir ? a) Eşariler b) Cebriye c) Maturidiler d) Selefiyye e) Kaderiye 3. Aşağıdaki din sınıflamalarının hangisi “tanrı kavramı açısından yapılan din sınıflandırması” başlığı altında değerlendirilmektedir? a) Dünya dinleri b) Tanrı konusunda açık ve net olmayan dinler c) Kurucusu olan dinler d) Milli dinler e) Geleneksel dinler 4. Zihnen varlığı kabul edilen ve kalben kendisine bağlanılan Yüce Kudret’e karşı yapılması gerekli olan yükümlülükleri ifade eden unsur aşağıdakilerden hangisidir ? a) Taabbudi unsur b) Ferdi tecrübe c) Duyusal unsur d) Sosyal unsur e) Zihinsel unsur Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25 Dinin Tanımı ve Mahiyeti 5. Aşağıdaki kavramların hangisinin tanımı yanlış verilmiştir? a) Tabiata kutsallık atfedilmesi: Natüralizm b) Ecdat ruhlarına kutsallık atfedilmesi: Animizm c) Büyü bitki ve hayvana kutsallık atfedilmesi: Totemizm d) Çok tanrı edinilmesi: Monoteizm e) Puta tapınma: Paganizm. Cevap Anahtarı: 1.a 2.c 3.b 4.a 5. d Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26 Dinin Tanımı ve Mahiyeti YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR 1. Akseki, Ahmet Hamdi. İslam Dini.(21. Baskı). Ankara. 2. Aliyyu’l-Kârî, Ali b. Muhammed Sultan el-Herevî. (1984). Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber. Beyrut. 3. Aydın, Ali Arslan. (1984). İslam İnançları Tevhid ve İlm-i Kelam. Ankara: Gonca Yayınevi. 4. Bilmen, Ömer Nasuhi. Muvazzah İlm-i Kelam. (1972). İstanbul. 5. Buhârî, Muhammed b. İsmail. (1987). Sahîhu’l-Buhârî. Tah. Mustafa Dîb elBuğa, Beyrut. 6. Bûti, Said Ramazan. (1986). İslam Akaidi. Ter. Mehmet Yolcu, Hüseyin Altınalan. İstanbul: Madve Yay. 7. Esat, Mahmud. (1311). Dîn-i İslam. İzmir. 8. Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman.Kelam. (1988). Konya. 9. Heyet. Diyanet İlmihali. (1998). İstanbul. 10. İsfehânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed Râğıb. (1961). el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân. Tah. Muhammed Seyyid Keylânî. Mısır. 11. İsferâyinî, Ebu’l-Muzaffer Şahfûr b. Tâhir. (1955). et-Tabsîr fi’d-Dîn. Nşr. Muhammed Zâhid el-Kevserî. Mısır. 12. Mâlik b. Enes, Ebû Abdillah el-Esbahî. (tsz.). Muvatta, Tah. Muhammed Fuad Abdulbaki. Mısır. 13. Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud. (tsz.). Kitâbu’tTevhîd. Tah. Fethullah Huleyf. Mısır. 14. Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc. (tsz.). es-Sahîh, Beyrut. 15. Nesefî, Ebu’l-Mu‘în Meymûn b. Muhammed. (2004). Tabsiratu’l-Edilles I. Nşr. Hüseyin Atay. Ankara. 16. Tahânevî, Muhammed A’la b. Ali. (1862). Keşşâf-u Istılâhâti’l-Fünûn. Tas. elMevlevî Muhammed Vecîh, el-Mevlevî Abdu’l-Hak, el-Mevlevî Ğulam Kadir. Kalküta. 17. Topaloğlu, Bekir. (1992). Allah’ın Varlığı. Ankara: DİB Yay. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27 Dinin Tanımı ve Mahiyeti 18. Topaloğlu, Bekir-Yavuz, Şevki-Çelebi, İlyas. (2009). İslam’da İnanç Esasları, İstanbul. 19. Yazır, Muhammed Hamdi. (tsz.). Hak Dini Kur’an Dili. İstanbul. 20. Yüksel, Emrullah. Sistematik Kelam. (2005). İstanbul. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28